fabrika Baðýmsýzlýk, demokrasi, sosyalizm yolunda
Sayý 52 - Nisan 2002
Ýçindekiler fabrika dan Yeni Simyacýlar - Ýrrasyonel Fizik Nasýl Ýmal Edildi? - Orhan Gökdemir Resmi Ýdeolojiyle Gecikmiþ Bir Hesaplaþma: Arap Düþmanlýðý - Orhan Gökdemir Bir Kürdün Fotoðraf Denemesi - Zeynel Abidin Kýzýlyaprak Milliyetçilik, Yurtseverlik, Enternasyonalizm ve Fantom Zor Durumda - Zeki Tombak Doðu-Batý Tartýþmasý Orhan Pamuk üçüncü bir ses veriyor mu? - Sevda Ergin Sol Yeniden Kümelenirken - D.Varol Veli (Aga) Gürcan ýn Ardýndan - Kadir Tuncer Dünya Hali Memleket Hali Kapitalizmin Yapýsal Bunalýmý - Jorge Alberto KREYNES Birleþik Ýrlanda Ýçin Mücadele Devam Ediyor - Sue KELLEY Casus Belli - Arif Sacit Þair ÇUÞ Savaþýnýn Eþekleri - Arif Sacit Þair
1 3 13 27 33
1994 Doðumlu Suçlu Firar Etti - Kadir Tuncer Büyük Patlama Hiç Olmadý mý? - Adem Demirbilek
41 49 55 57 65 67 69 73 75 77
Köksüzleþtirmede yeni adýmlar: Failatün Devrimi Öztürkçeye Çeviri - Serhan Özdemir Vedat Türkali nin Komünist Kitabý Üzerine - Sinan Derviþoðlu Çürük Yumurta
83 89 95
fabrika Baðýmsýzlýk, demokrasi, sosyalizm yolunda
Sahibi 10 Eylül Yayýncýlýk adýna: Sevda ERGÝN Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Sevda ERGÝN Yayýn Kurulu S. Zeki TOMBAK, Orhan GÖKDEMÝR Metin KALFA Sevda ERGÝN Yönetim ve Yazýþma Adresi: Tünel, Asmalýmescit Sofyalý sokak, Paþa Ýþhaný Kat: 1 Beyoðlu/Ýstanbul Telefon: 0212 251 46 20 e-mail: ztombak@hotmail.com url: www.fabrikadergisi.com Abone ve eski sayýlarý edinme: Ümit Özdemir Hesap No: A. Beril YARAMIÞ Ýþ Bankasý Parmakkapý Þb. 1042 0531118 Basým: Kayhan Matbaasý Fabrika ya gönderilecek yazýlar hakkýnda: Yazýlarýn daktilo veya bilgisayar ile yazýlmýþ olmasýný tercih ediyoruz. Gönderilen yazýlar yayýmlanmasa bile iade edilmez.
fabrika'dan I Son sayýnýn yazýsýný þöyle bitirmiþtik: Mart ayý baþýnda kitapçýlara bakmayý ihmal etmeyin. Tam ayýn baþýný tutturamadýk, biraz gecikmeyle dergi elinizde. Fabrika nýn 53. sayýsý için Mayýs ta kitapçýnýza bakýyorsunuz. Web sitesi adresimiz: www.fabrikadergisi.com II Toktamýþ Ateþ hocamýza bir teþekkür borcumuz var. 21 Ocak perþembe günü, köþesinin baþlýðý FABRÝKA idi. Yazýsýnda söylediði Fakat benim açýmdan asýl ilginç olaný, bir kaç sayý önce Kemalizmle ilgili olarak giriþtikleri çözümleme çabalarýydý. O günlerde, hem dergiyi tanýtmak ve hem de bu çözümlemeleri deðerlendirmek istemiþ, fakat Türkiye nin baþdöndürücü gündemi içinde fýrsat bulamamýþtým. sözlerini bir kenara not ediyoruz. Ne zaman fýrsat bulurlarsa, kendileriyle Fabrika sayfalarýnda deðerlendirmelerini paylaþmaktan mutluluk duyarýz. Bu arada geçtiðimiz hafta annesini kaybeden Toktamýþ hocamýza ve ailesine baþsaðlýðý diliyoruz. III Pek çok okuyucumuza da bu vesileyle sitem ediyoruz. Kendilerinin varlýðýndan haberdar olmamýz için 51. sayýyý ve daha çok Toktamýþ Ateþ in yazýsýný beklememiz gerekiyormuþ. Türkiye nin dört bir tarafýndan ve yurtdýþýndan telefonlar edip, dergi hakkýnda deðerlendirmelerini paylaþtýlar. Bazýlarýnýn eline derginin nasýl geçiyor olduðunu anlamakta zorlandýðýmýzý da belirtelim. Doðrudan bize adres vererek dergiyi edinmeleri mümkünken, birbirine postalama, bazý yazýlarý fotokopisini çekerek fakslama gibi yöntemlerden böylece haberdar olduk. Adres bildirin, postayla veya kargoyla çýkar çýkmaz gönderelim. Ve lütfen, deðerlendirmelerinizden yararlanmak için 102. sayýyý beklemeyelim. IV Fabrika nýn sadece 51. sayýsýnda deðil, daha önceleri de, zaman zaman Mustafa Suphi yoldaþ
fabrika Nisan 2002
için Genel Sekreter demiþ olduðumuzu, gerçekte Mustafa Suphi nin Genel Baþkan ve Ethem Nejat ýn Genel Sekreter olduðunu hatýrlatarak yanlýþýmýzý görme ve düzeltme imkaný veren, TÜSTAV Vakfý ndan Erden Akbulut arkadaþýmýza teþekkür ediyoruz. Ayný sayýda yeralan Behice Boran ýn mezarý baþýnda Sýdýka Su nun yaptýðý konuþmanýn metninde, Behice Boran ýn Nail Çakýrhan tarafýndan 1947-48 yýlýnda partilendiði söyleniyordu. Nail Çakýrhan ýn Vakýf arþivindeki anlatýmlarýnda tarihin 1944-45 olduðunu da gene Erden Akbulut söyledi. Muhtemelen, Sýdýka Su nun el yazýsý halindeki konuþmasýný biz yanlýþ okumuþ ve öyle yazmýþ olmalýyýz. Yanlýþlýk için hem okuyucularýmýzdan ve hem de deðerli Sýdýka Su dan özür dileriz. V Orhan Gökdemir in Yeni simyacýlar, Ýrrasyonal Fizik Nasýl Ýmal Edildi? yazýsýný döne döne okuyacaðýnýzý umuyoruz. Biz, yazýlarý dergi çýkmadan önce de okuyabilenler, öyle yaptýk. Yayýnlandýktan sonra da öyle yapacaðýz. Teorik fizikle, bir baþka açýdan ilgilenen Adem Demirbilek, bu alandaki tez ve iddialarýn, spekülasyonlarýn geliþimini, bilimi dinin tanýðý haline getirmeye çalýþan yeni büyücüleri bir tarihçe içinde toparlýyor. Ýlginç ve öðretici bulunacaðýný düþünüyoruz. Sinan Derviþoðlu, son günlerde ABD nin baþta Irak olmak üzere Ortadoðu ya askeri müdahale niyeti güç kazandýkça, ve Ýsrail in Filistin halký üzerindeki vahþeti þiddetlendikçe, Amerikancý ve Ýsrailci tekelci medyamýzda baþgösteren Arap düþmanlýðý kampanyasýna esaslý bir cevap yazdý. Ufuk açýcý, sarsýcý bir yazý olduðu fikrimize katýlacaðýnýzý umuyoruz. Derviþoðlu nun bir diðer yazýsý ise Vedat Türkali nin Komünist kitabý üzerinedir. Bu arada Vedat Türkali nin yeni kitabý Yazýlar Konuþmalar , gene Gendaþ tan çýktý. Eline saðlýk diyor, uzun ve verimli ömürler diliyoruz. Zeynel Abidin Kýzýlyaprak, Bir Kürt ün fotoðraf denemesi baþlýðý altýnda, Kürt hareketinin bütününün bir panaromasýný çizdi. Deðerlendirmeleriyle, içten, esprili ve akýcý üslubuyla
1
fabrika dan
Fabrika ya renk ve derinlik kattý, teþekkür ediyoruz. Yazýnýn baþýna kendisini kýsaca tanýtmaya çalýþan bir paragraf ekledik. Ümid ediyoruz ki, kendi seçtiði konularda kaleme alacaðý baþka yazýlarýný da bizden esirgemiyecektir. S.Zeki Tombak, yurtseverlik, milliyetçilik, enternasyonalizm üzerine yazacaktý. Gene ayný konuda yazdý. Ama SÝP Partisi MK üyesi Mehmet Kuzulugil in Kanal 7 televizyonunda yaptýðý ve artýk ünlü olan konuþmasý, konunun içine yerleþti. Bir diðer yazýsý ise Solda yeni kümelenmeler baþlýðýný taþýyor. Sevda Ergin Doðu-Batý tartýþmasýný sürdürüyor. Bu defa Orhan Pamuk romanýnda Doðu/Batý karþýtlýðýný ele aldý. Sacit Arif Þair arkadaþýmýz Enron skandalý, ABD de 11 Eylül le açýða çýkan içsavaþ, emperyalizmin yeni savaþ senaryolarý üzerine yazdý. Bazýlarý isminden nasibini alýr. Soyisminden nasibini aldýðýný düþünüyoruz. Kadir Tuncer, çocuk iþçiler üzerine yazacaktý. Yazdý. Ancak geçtiðimiz günlerde TSÝP in yöneticilerinden, sosyalist arkadaþýmýz Veli GÜRCAN ý kaybettik. Kadir Tuncer den, Veli Gürcan la TSÝP döneminden baþlayan yoldaþlýðýný yazmasýný istediðimizde, o yazýsýný bitirmek üzereydi. Veli Gürcan ýn deðerli hatýrasýný saygýyla selamlýyoruz. Yoldaþlarýna baþsaðlýðý diliyoruz. Arjantin Komünist Partisi nin ve Amerikan Ýþçilerin Dünyasý Partisi nin son dönem geliþmeleriyle ilgili birer yazýsýný Cenk Salmaner ingilizceden ve Zeynep Sönmez ispanyolcadan çevirdi. Zeynep Sönmez arkadaþýmýza aramýza hoþ geldin
2
diyor, yeni çevirilerini bekliyoruz. Basýnda Failatün devrimi baþlýðýyla verilen, kemalist kültürel köksüzleþtirme politikalarýnýn yeni adýmý üzerine Serhan Özdemir yazdý. Hor görülen Osmanlý klasik þiir geleneðinden ve bu geleneði dönüþtürerek þiirini yazan çaðdaþ iki þairimizden bir kaç örnek verebildik. Çürük Yumurta bu sayýda yerini biraz geniþletti. Bir kýsmýndan vazgeçtiðimiz halde böyle oldu. Baþka yazýlar da var. VI TKP-Ýþçinin Sesi kanadýnýn lideri Nihat Akseymen, Fabrika nýn 51. sayýsý matbaa aþamasýndayken hayata gözlerini yummuþtu. Kendi isteði üzerine yakýldý ve külleri istediði gibi, TKP geleneðinin bütün kesimlerinden gelenlerin katýlýmýyla Heybeliada da Marmara denizine serpildi. Gecikmeli de olsa, yakýnlarýna ve yoldaþlarýna baþsaðlýðý diliyoruz. Þubat ayýnda topraða verdiðimiz TKP nin emektarlarýndan Hayk Açýkgöz ü ve hepimizin her eylem alanýndan, siyasi toplantýlardan, seçim kampanyalarýndan, DGM salonlarýndan ve Belge Yayýnlarýndan tanýdýðý Ayþenur Zarakolu nu da saygýyla anýyoruz. Geride býraktýklarýnýn ve yoldaþlarýnýn acýsýný paylaþýyoruz. VII 53. sayýda, Mayýs ayý baþýnda buluþmayý umuyoruz. 1 Mayýs ta alanlarda ve yeni sayýlarda görüþmek üzere...
Nisan 2002
fabrika
Yeni simyacýlar Ýrrasyonal Fizik Nasýl Ýmal Edildi? Orhan GÖKDEMÝR Marx ve Chomsky e sevgi ve hayranlýkla En baþarýlý baþarýsýzlýk ; böyle söyleniyor; Bazen çok baþarýsýz olup ayný zamanda çok baþarýlý olabiliyorsunuz. Baþarýsýzlýkta o kadar baþarýlý oluyorsunuz ki, uzun kuþaklar boyunca sizin baþarýsýzlýðýnýzý tartýþmak artýk mümkün olamýyor. Yalnýzca durumunuzu bir ihtiyaca denk düþürmeniz gerekiyor; hepsi bu kadar.
karþýlýklardan birine denk düþüyor. Baþlayan deðil bitmiþ insanýn hikayesidir.
20. yüzyýlýn baþarý ve baþarýsýzlýðý hiç kuþkusuz bu yüzyýlýn kendisiyle de ilgili. Tarih kendi rolünü oynamadan bunlar mümkün olamýyor. Baþarý ve baþarýsýzlýk öykülerine öyleyse bu yüzyýlýn kendi tadýný katmak ve bunlarý bu tatla birlikte algýlamak durumundayýz.
Sadece tekelci kapitalizm nedeniyle mi? Kafka için durumun daha karmaþýk olduðu bellidir. Evet, çaðýn yeþerttiði umut ve umutsuzluðun ortasýnda, ve fakat bütün bunlarýn ötesinde de derin anlamlar taþýyan bir hayat. Kafka, yaþam öyküsüyle bize yüzyýlýn damgasýnýn dýþýnda ayný zamanda baþka bir þeyi daha iþaret ediyor: Hýristiyan bir ülkede Yahudi olarak doðmuþ ve Almanca yazan bir Çek yazar: sürgün ve yabancýdýr. Beþ evlilik giriþimi baþarýsýzlýkla sonuçlanmýþ, veremli bir beden, yarým býrakýlmýþ, tamamlanamamýþ bir çok çalýþma: yalnýz ve umudu kýrýktýr. Bir sigorta þirketinde geçen memur bir hayatýn gölgesinde kalmýþ ve bir dosta ancak yakýlmak üzere býrakýlmýþ tomar tomar yazýlar. Adý ölümünden sonra duyulan bu yazar, yazýlarýný ancak yakýlmak üzere býrakmaya cesaret edebilmiþti. Yarattýklarýndan çok ürktüðünü tahmin edebiliyoruz; Samsa ürkütücüdür.
Kafka ne yana denk düþüyor? Sorumuz budur. 20. yüzyýl hem umut ve hem de umutsuzlukla birlikte doðdu. Ýnsanlýk Ekim Devrimi ile ileriye doðru sýçramaya hazýrlanýrken, artýk tekelcileþmiþ kapitalizmi ile çürümenin iþaretleri de görülmeye baþlanmýþtý. 20 yüzyýl, bir yanda devrimci edebiyatýn yeni insaný, bir yanda Kafka nýn hamam böceði ile karþýlandý. Her ikisinin de derin karþýlýklarýnýn olmasý kaçýnýlmazdýr ve hamam böceði Samsa yazýldýðý edebi ton bir yana, sýrf bir tip olarak çizilmiþ olmasý nedeniyle de bu derin
Dostunun bunlarý, Kafka dan arta kalanlarý yakmayýp yayýnlama yolunu seçmiþ olmasýný da kader e baðlayamayacaðýmýzý biliyoruz. Devrimin durdurulmasý, faþizmin iktidarý alýþý ve yaþanan yeni bir dünya savaþý, açýlýþýný mümkün kýlmýþtý. Veremli bir hayat ve veremli bir toplumsal durum birbirine yaslanarak hayatlarýný uzatmayý becerebilmiþtir. Kafka nýn denkliði budur: tam zamanýnda gelmiþtir. Ýþte, yakýlmasý gereken romanlarýn dünya edebiyatýnýn þaheseri haline gelmesinin kýsa öyküsü. Varsa baþarý ve baþarýsýzlýk
Bunun Kafka için söylendiðini biliyoruz, 20. yüzyýlýn en baþarýlý baþarýsýzlýðýdýr deniyor. Ancak onaylamamýz ya da reddetmemiz burada mümkün deðildir; çürümeyi yazmýþ olmak ve üstelik bunu bir daha yapýlamayacak bir biçimde yapmak herhalde baþarýdýr. Yazarýný, yazdýðý çürümeden sorumlu tutamayýz.
fabrika Nisan 2002
3
Yeni simyacýlar
budur. Kafka yý tartýþmak niyetinde deðiliz; çünkü yazdýklarý gerçeðin bizzat kendisi haline gelmiþtir. Bunu bir doðrulama saymak uygundur ve Kafka doðrulanmýþtýr. Her þey Marx ýn iþaret ettiði gibi ama ters yönde burada gerçekleþmiþ gibidir, roman burada gerçek olmaya yönelmiþ, gerçek de romanlaþmýþtýr. Kafkaesk süreç dedikleri herhalde böyle bir þeydir; Samsa nýn toplumsal seri üretimine giriþildiðinde bu Kafka nýn da seri üretimini mümkün kýlmýþtýr. Kafka nýn baþarýsý baþarýsýzlýðýndadýr. Öyleyse bireysel bir iþ sayamayýz. Kafka bir yansýmadýr yazdýklarý da; kültür konusundaki bu Marksist önermenin çok ýsrarlý saldýrýlar yüzünden artýk büsbütün unutulmaya terk edilmesi dünyanýn içine girdiði çöl iklimi nedeniyledir. Toplumsal ve tarihsel karþýlýðýný unuttuðumuzda yazýlarýnýn keþfedilmiþ olmasýnýn bir açýklamasý yoktur. Yansýmadýr ve kimse hayatýn vurduðu bu damgadan kaçýp kurtulamamýþtýr. Kimse hayatýn gerektirdiðinin ötesinde hayal kurma hakkýna da sahip deðildir. Bu yüzden her düþünür, en spekülasyon yapanlarý dahil çaðýnýn çocuðudur: çaðýmýzla sýnýrlýyýz biz. Bunlarýn karamsar ötekilerin iyimser olmasý ancak çaðlarýnýn iþaretlerini verir bize; kiþisel bir sorun deðildir hiçbiri. Kafka çürürken, çýðlýklarýný kaðýda geçirmiþti, þimdi Kafka nýn çýðlýðýnýn evrensel bir acý çekmenin tezahürü olduðunu biliyoruz. Yazmasa olmazdý, elinde deðildir. Tarihin karþý durulmaz büyüsüdür bu, o çoðu zaman amacýna ulaþan bir simyacý gibi çalýþýr; bazen kýrýk bir hayatta edebiyatýn ve bazen de bir büyücüde bilimin doruklarýna ulaþýr. Öldüðünde bütün çaðlarýn en büyük bilim adamý olarak kutsanmýþtý: Doða ve Doðanýn yasasý, karanlýkta saklýydý. Tanrý: Newton olsun! dedi ve her þey aydýnlandý. (1) Mezar taþýnda bunlar yazýlýdýr. Tarihini anlayabilmek için mezar taþýndaki Tanrý nýn yerine Hermes Tot u koymamýz þarttýr. Simyadan kimya çýkaranlarýn en ünlüsüydü, bunda tanrýnýn payý bilinmez ama evrenin sýrlarýný Hermes Tot için
4
aradýðý kesindir. Yaþamýnýn son yýllarýna kadar simyasal ve teolojik sorunlarýn peþinde koþmuþtu, karanlýðý bilmeden yýrttý. Derin araþtýrmalarý sonucunda þu yargýya varmýþtý: Bu güneþ, gezegenler ve kuyruklu yýldýzlarýn uyumlu dizgesinin her þeye gücü yeten ve her þeyi bilen üstün bir varlýðýn buyruðundan doðmasý gerekir. Tanrý her zaman ve her uzayda hazýr ve nazýrdýr. Böyle olmakla da zaman ve uzayý meydana getirmiþtir. (2) Aradýðý budur ve bulduðu farklýdýr. Orhan Hançerlioðlu nun belirttiði gibi iki kafasý vardý, ancak ona özgü deðildir, iki kafalýlýk bir tarihsel durumdur. Çünkü burjuva sýnýfý iki kafalý bir sýnýf olarak doðmuþtu; bir yandan seküler bir yaþayýþ ve düþünüþ tarzý, bir yandan da mistisizm içinde debelenme. Ýsis tapýnaðýnýn bir kaçkýnýdýr. Ýki kafalý Newton, gelenek olduðu üzere, dönemin gizemci gizli derneklerinin üyesiydi. Düþünceleri Yahudi mistik geleneðinin içinde geliþmiþti; Kabala ya(Gelenek) inanýyordu. Araþtýrmalarýný gizemci geleneðe uygun olarak kaybolmuþ bilgiye-gizli ilimlere ulaþmak için yapýyordu; sonradan Royal Society adýný alacak olan Invisible College de bu ilgileri yüzünden dahil oldu. Newton bir büyücüydü. (3) Bitmiþ ve yitik Kafka nýn tam tersine, Newton erken gelmiþti, burjuvazi yeni bir sýnýftý, ihtiyaçlarý dünyanýn sekülerleþmesini gerektiriyordu; dolayýsýyla o da dinsel deðil doðal bilginin peþindeydi. Ýnvisible Collage(Görünmez-gizli Okul) bu ihtiyaçtan doðmuþtu. Topluluk, pozitif bilimin geliþmesi için gizlice örgütleniyordu. Ortam uygundu, bir süre sonra gizli okul The Royal Society of London for The Improvement of Natural Knowledge(Doðal Bilginin Geliþtirilmesi için Londra Kraliyet Derneði) adýný aldý. Isaac Newton derneðe 1671 yýlýnda kabul edildi, 1703 te baþkan seçildi. Doðal bilgi , bu tür örgütlerde masonluðun ve kabalanýn kanatlarý altýnda geliþti. Hayat, bir büyücüden bir bilim adamý, bir veremli kafadan bir edebiyatçý yaratmaya her zaman muktedirdi. Þimdi, iki baþarý öyküsüyle karþý karþýyayýz: ikisini de kapitalizmin tarihinden ve onunla büyük ölçüde örtüþen Yahudi mistisizminden ayýrmamýzýn olanaðý yoktur. Hayat ikisine de damgasýný vurmuþtur ve burada, bu damga edebiyatýn olduðu kadar fiziðin de omuzundadýr. Eðer böyleyse bizim için yeni bir okuma gereði ortaya çýkýyor: bu düzende bilim büyünün Nisan 2002
fabrika
Yeni simyacýlar
gölgesindedir ve büyük ölçüde birbirine bulaþýk olduklarýný akýldan hiç çýkarýlmamalýdýr. Ýki kafa ve iki düþünüþ tarzý, þizofren bir yaþam. Eco, bu ikiliði kahramanýn aðzýndan þöyle dillendiriyor: Büyü dünyasýný, bugün olgular dünyasý dediðimiz dünyadan ayýrmak gittikçe daha güç oluyordu benim için. Okulda, matematik ve fiziði aydýnlattýklarýný öðrendiðim kiþiler, boþ inanlarýn karanlýðýnda yeniden karþýma çýkýyorlardý. Onlarýn bir ayaklarý Kabala da, bir ayaklarý laboratuvarda çalýþtýklarýný keþfediyordum. Tarihi þu bizim Þeytancýlar ýn gözüyle yeniden mi okuyordum yoksa? Ama ardýndan, olgucu fizikçilerin, üniversiteden çýkar çýkmaz medyum seanslarýna, yýldýzbilim çevrelerine nasýl bulaþtýklarýný, Newton ýn evrensel çekim yasalarýna, gizli güçlerin varolduðuna inandýðý için(onun, Gül-Haç evrenbilimi alanýndaki araþtýrmalarýný anýmsýyorum) ulaþtýðýný anlatan kuþku götürmez metinlere rastlýyordum. Bilimsel kuþkuyu ilke edinmiþtim, ama bana kuþku duymayý öðretmiþ olan hocalarýma bile güvenmez duymaz olmuþtum þimdi. (4) Kapitalist düzenin herkesi þizofren yaptýðý kesindir. Burada, bu yazýda sorunumuz bu deðil; sorunumuz büyü ile bilimin, varsa ayrýþma noktasýný bulmak. Giderek soruyu þöyle uzatabiliriz: Newton baz alýndýðýnda daha sonra gelenlerin daha öncekilerden ne ölçüde temiz olduðunu saptamak. Felsefe için bunu saptamanýn daha kolay olduðunu belirtelim. En azýndan þurasý açýk; mitolojinin, dinin, felsefenin tarihleri belli sýnýfsal, toplumsal iliþkilerin doðuþu, geliþimi ve çöküþü ile paralellik arz ediyor. Gerçekte niteliði farklý olan ve henüz entelektüel iþbölümünün oluþmadýðý pek erken bir aþamada ortaya çýkan antik felsefeye ve onun bazý temsilcilerinin teoloji kýlýðýnda ortaçað boyunca etkinliklerini sürdürmesine bakarak, felsefi bir süreklilik hayal etmek doðru deðildir. Birbirinin üstüne basarak hep ilerleyen düþünceler tablosunun kaynaðýnda da dinsel inanýþlar vardýr ve örneðin sýrf daha sonra yaþadý diye, sonra gelenlerin düþüncelerinin önce gelenlerinkinden ileri, üstün ya da daha geliþmiþ olduðu söylenemez, Felsefede cevaplar sorulardan daha hýzlý geliþir ve çoðu zaman sorular ortaktýr. Düþünce tarihleri bütün felsefelerin birbirleriyle çaðdaþ olduklarýný gösterir. Bu yüzden dönüþler, gelgitler kolaydýr; modern felsefe en uç noktasýnda dine dönüþ sinyalleri verebilir. Felsefe sanýldýðý gibi dine, teolojiye karþý efsunlu deðildir, birbirlerinin içinden çýktýklarý gibi birbirlerine dönüþebilirler. (5) Bir olasýlýk deðil, bir durum saptamasýdýr ve modern
fabrika Nisan 2002
felsefenin yönünü büyük ölçüde dine ve mistisizme çevirdiði biliniyor. Felsefe için hal böyle iken, baþka alanlarda, örneðin fizik için bu sürecin birbirine daha kapalý olduðu sanýlabilir. Burada sanýyý oluþturan þey fiziðin felsefeye göre daha kurallý ve sýnýrlarý belirli bir sistem olduðu yönündeki boþ inançtýr. Oysa irrasyonalizm ve onun temelinde yatan mistisizm, felsefede olduðu kadar fiziðin alanýnda da rahatça at koþturabilir. Çünkü felsefe yapan akýl la fizik teorileri kuran akýl ayný akýldýr. Ýki kafalýlýk tarihsel bir durumdur; ve bu koþullar altýnda hepsi sýnýflý bir toplumun ürünü olarak damgalanmýþlardýr. Þimdi, böyle bakýldýðýnda Eco nun kurgusunun bir salt bir kurgu olmadýðýný saptamak kolaydýr. Ama önce bir haksýzlýðý düzeltmemiz gerek. Yirminci yüzyýlýn en baþarýlý baþarýsýzlýðý olarak Kafka yý göstermek haksýzlýktýr. Önce Einstein var; kiþiliðinin önüne Kafka dan daha fazla yýðýnak yapýldýðýný bilerek tartýþma gereðini burada hatýrlatalým. Biz, þimdi onun teorilerinden sonra bir trenin fren yapýp yapmadýðýndan emin deðiliz ancak þundan eminiz Einstein 20.yüzyýlýn en baþarýlýsýdýr. Onun baþarýsýndan bize, bir tren fren yaptýðýnda trenin deðil, çevresindeki doðanýn durduðuna ya da tam tersine belirlenen yönü doðrultusunda hareket edenin tren deðil üzerinde durduðu kara parçasý olduðuna inanmak kalmýþtýr. Baþarý budur. Yalnýzca yanlýþlýðý nedeniyle deðil; Kafka bir talihsizdi, Einstein ise bu talihsizliði bir talih haline getirmeyi baþarmýþtý. Baþarýsýný perçinleyen Özel ve Genel Görelilik Kuramý ilgilenenler için artýk Türkçe de var ama konumuz için çevirmeninin bu çalýþmaya yazdýðý önsözün kitaptan daha önemli olduðunu belirtelim. Aziz Yardýmlý önsözde çok net bir tipleme çiziyor: Bilimsel nesnelliði çiðneyen kafa yapýsý bilimsel dürüstlüðü de çiðner. Einstein özel görelilik ilkesini ilkin Poincare den ve baþkalarýndan öðrendi. Ýlkenin yanlýþ yorumu ilkenin çalýnmasý ile dolaysýzca ilgilidir. Týpký Newton un Kepler e ve Descartes a ve baþkalarýna borcunu ört bas etmesi gibi, o da öncellerine haklarýný teslim etmekten kaçýndý, giderek sýk sýk kendini güç durumlara düþürme pahasýna bu eðirilik tutumunda diretti. (6) Hýrsýz, Yardýmlý nýn terbiyesinden söylemekte sýkýntý çektiði sözcük budur. Önceli olan Newton un da ayný kiþilik yapýsýyla kýskançlýk nöbetleri geçirdiðini ve her türlü ahlaksýz yolu malýný çaldýklarýnýn hýrsýz
5
Yeni simyacýlar
olduðunu ispatlamak için kullandýðýný biliyoruz. Baþarýsýzýn baþarýlý olabilmesi için ahlak düþkünlüðü þarttýr. Þimdi bu en baþarýlý baþarýsýzlýðýn evrimini ayný kaynaktan takip edelim: Einstein in özel görelilik kuramý 1905 te Devinen Cisimlerin Elektrodinamiði baþlýðý altýnda yayýmlandý. Genel kuram daha sonra 1916 da geldi. (Einstein Nobel ödülünü görelilik kuramý ile deðil, ama nice kuramý alanýnda foto elektrik etki üzerine çalýþmasý ile kazandý). Einstein ýn katkýsýnýn ne olduðunu tam olarak anlayabilmek için, yüzyýlýn dönüþü sýrasýnda yer alan geliþmeleri anýmsamak gerekir. Poincare görelilik ilkesini Paris te ve ABD, St.Louis te beþ yýl önce bildirmiþti (ve Einstein 1905 yazýsýnda Poincare nin adýndan bile söz etmez). Fiziksel nesnelerin boy kýsalmasý 1892 de Lorentz ve Fitzgerald tarafýndan Michelson-Morley deneylerine bir açýklama getirmek üzere ileri sürülmüþtü. Bir ýþýk kaynaðý ile göreli devimin sonucu olarak zaman geniþlemesi 1900 de J. Larmor tarafýndan ileri sürülmüþtü ve formülasyon Einstein ýn kuramýnda kullanýlan ile aynýdýr. Miþli geçmiþ kipinde sürdürmek zorundayýz. Devinen parçacýklarýn kütle artýþý 1901 de Kaufmann tarafýndan keþfedilmiþti ve görelilik kuramýnýn bir sonucu deðildi. A.Pais ve Lorentz bu kütle artýþý için matematiksel formülasyonlar ileri sürmüþlerdi ve bunlar da Einstein ýn kuramýnda yer alýr. E=mc2 formülü Einstein dan yýllar önce Lorentz, Poincare, Langevin ve baþkalarý tarafýndan ileri sürülmüþtü. Iþýðýn deðiþmez bir hýzla yayýlmasý olgusu ise onyedinci yüzyýldan bu yana sürekli olarak daha büyük saðýnlýk kazanan ölçümlerle saptanmýþtý ve Maxwell in elektromanyetik ve optik olaylarýn yayýlým hýzlarýnýn bir ve deðiþmez olduðunu göstermesi ether kuramýnýn mantýksal sonucuydu. (7) Liste budur ve dýþýnda kalanlarýn yetmeyeceði açýktýr. Peki Einstein i bu kadar baþarýlý yapan ne? Bunun nedenini kuþkusuz fiziðin dýþýnda aramamýz gerekiyor; burada da bir çoðrafya ve elbette bir tarih sorunu var. Einstein ý, giderek onun da içinde yer aldýðý yeni fizik akýmýný tartýþmak üzere bu çoðrafyayý ve bu tarihi hep akýlda tutmak gerekiyor. Tarih ise çok baþka yerde ve düþündüðümüzden daha nesnel olarak karþýmýza çýkýyor. Kaynak Yahudi Tarihi dir ve tarihe Yahudi katkýsý ný belirlemek için yazýldýðý önsözünde açýklanýyor. Konuya dostça yaklaþtýðýný akýlda
6
tutarak kahramanýmýzýn tarihini kaynaðýmýzdan izleyelim: Einstein, dini yükümlülüklerine pek fazla riayet etmiyordu. O yönüyle Freud a benziyordu. Ancak, Freud gibi Tanrý fikrini reddetmiyordu, yeniden tanýmlamaya çalýþýyordu. Entelektüel açýdan tamamen Maimonides le Spinoza nýn(x) Yahudirasyonel çizgisine paraleldi. Buluþlarý tecrübeye dayanan bir bilim adamýydý.; Teorilerini, doðrulanmalarýna imkan verecek þekilde formüle ediyordu ve görüþlerini herhangi bir geçerlilik kazanmadan önce gerçekleþmesinde ýsrar ediyordu. Ancak, doðrulanmasýna imkan olmayan bazý gerçeklerin de varlýðýna inanýyordu. Bu hususta Freud dan daha dürüsttü. Mesela kendisi mistisizmini korurken, Freud mistik gerçeði inkar ediyordu. Einstein kendi rasyonelliðini korurken, mistik bir alanýn varlýðýný kabul ediyordu. En derin mantýðýn ve en göz alýcý güzelliðin ötesinde mantýðýmýzýn ancak en ilkel þekillerini anlayabileceði eriþilmez gerçekler yatmaktadýr. Gerçek dini duygular, ancak bunun bilincine varmakla oluþur diye iddia ediyordu ve bu anlamda çok dindar biriyim diyordu. (8) Görülüyor, son büyücü Newton deðildir ve yeni büyücülük düþünce berraklýðý açýsýndan Newton dan geridir. Baþýnda ve sonunda büyücülük nitelemesinin bu satýrlarýn yazarýnýn bir fantezisi olduðu sanýlmasýn, genel ve özel görelilik kuramýnýn çýkýþ noktasý Yahudi büyücülüðü (Kabbala) dür ve bu kaynaðýmýzda ayný açýklýkla not ediliyor: Einstein ýn görüþüne ve çalýþmalarýna göre, sezgi bir fikrin öðesini yarattýktan sonra, bilim ve mantýk hakim oluyordu. Tanrýnýn bu dünyayý nasýl yarattýðýný öðrenmek istiyorum diyordu. Ancak bu bilgiye astronominin doðrulayacaðý matematiksel bir formülle ulaþmak mümkündü. Aslýnda, Einstein, kabbalahcýlar ýn yapmaya çalýþtýklarýný yapýyordu: yaradýlýþýn sayýlarla tarif edilmesi. (9) Nedir bu sayý: E=mc2. Baþarýya, bununla birlikte biraz daha yaklaþmýþ oluyoruz. Anlamý þudur; Havking türü popüler bilim yazarlarý ile Einstein türü bilimcilerin Big bang kurgularý E=mc2 formülleri yaradýlýþý basit formüllerle tarif ettikleri için önemsenmektedir ve insanlýk çoðrafyasýnýn bir kýsmýnda bu kodlar gizli bilim-tanrýsal bilgi nin keþfi anlamýna gelmektedir. Burada fizikteki baþarýsýzlýðýn kabaladaki baþarý tarafýndan örtüldüðünden þüphelenmemiz için yeterince kanýt var. Ýtici güç öyleyse Yahudi mistisizmine baðlý olNisan 2002
fabrika
Yeni simyacýlar
malarýdýr. Bu varsa yöntem bellidir; önce sezgi ile bir fikrin öðesini yaratmanýz gerekiyor. Sonra, bilim(matematik ama yalnýzca sezgiyi destekleyecek þekilde) ve mantýk yardýma çaðrýlýyordu. Böylece Tanrýnýn icrasýný nasýl yaptýðýnýn bilgisine ulaþmak mümkündü, elbette astronominin doðrulayacaðý matematiksel bir formülle. Yalnýzca astronominin doðrulayabileceði bir matematiksel formülü kim tartýþabilir? Ýþte size hem ruhsal hem de fiziksel olarak yükselmenin kesin bir yolu! Týpký simyacý Newton ýn kaballaya uygun dünya görüþü gibi o da maddi dünyanýn bütün fiziksel baðlantýlarýný birkaç sayfalýk denklemlerle tarif etme peþindeydi. Ýsviçre patent bürosunda baþlayan özel merakýn fiziði altüst etmesi için gereken büyü budur. Özeti þöyledir: Aslýnda baþarýsý izafiyet teorisinin kabul edilmesiyle noktalandý. Bu gerçek defalarca ispat edildi ve geçen altmýþ yýlý aþkýn süre boyunca bilimsel bilgi külliyatýnda önemli bir yer tuttu. Fakat genel olarak, izafiyetle relativizm ve özellikle ahlaki relativizm birbirine karýþtýrýldýðýndan, zihinlerde yeni ve büyük bir karýþýklýk meydana geldi. Einstein Freud la birlikte, Einstein ýn derinden inandýðý Judah-Hýristiyan ahlak sisteminin bazý kesin alanlarýnýn en azýndan halkýn algýlayýþ seviyesine yýkýcý bir darbe vurdular. (10) Yalnýzca bu deðil, hiç okunmayan çok satar lardan Foucault Sarkacý nda onun Orta Çaðdan kalan gizli bir örgütün üyesi olduðu da belirtiliyor. (11) Akýl bozulmasý kiþisel bir sorun deðil toplumsal bir çürümenin tezahürü olarak ortaya çýkýyor. Önem atfedilen yazýlarýnýn hepsi Birinci Dünya savaþýnýn bitiminden öncedir; bütün hayatý boyunca o yýllarda yazdýklarýnýn gölgesinde yaþadý. Kendi durumunu þöyle özetlemiþti: Yahudiler için ben bir azizim, Amerikalýlar için bir gösteri parçasý, iþ arkadaþlarým için ise bir þarlataným. (12) Doktorluktan vazgeçip þifa daðýtýcý pozisyonuna geçen Freud la birlikte baþarý zihinsel ve toplumsal ahlak düzeninin yýkýlmasýyla sonuçlanmýþtý, bu söyleniyor. Freud ve Einstein, insanlýðýn Ekim devrimi ile birlikte yeni bir serüvene giriþtiði yüzyýlýn baþýnda entelektüel ahlaký bozmak üzere bulunup destekleniyorlar. Baþarý kaçýnýlmaz oluyor ve baþarýnýn aðýdýný düzmek bir
fabrika Nisan 2002
baþka Yahudiye, Franz Kafka ya kalýyor. Hamam böceði fiziði ve hamam böceði týbbý yükseliþe devrimin halesinde giriyor. Quantum Mechanics is Magic! Meymun ve Spinoza; yeni fiziðin peygamberinin yolunun her noktada bu ikiliyle kesiþmesi asla bir rastlantý deðildi. Yahudi tarihinde, onun Spinoza ya büyük bir yakýnlýk duyduðu, ondan 300 yýl sonra geldiðine göre baþarýþa ulaþma þansýnýn bulunduðunu düþündüðü ýsrarla belirtiliyor. (13) Baþarý dediði; Evren hakkýnda olaðanüstü bir gerçek ya da bilimsel bir Tevrat ihtiyacýný karþýlamak. O da týpký Meymun ve Spinoza gibi bir Judah summasý, sade ve evrenin anlamýný ortaya çýkaracak bilimsel bir summa arayýþý içindeydi. Bu arayýþ içinde kuantum kuramý ile de ilgilendi. Genel teorisinden sonra kuantum mekaniðini uygun hale getirecek bir genel alan teorisini aradýðý, fakat bulamadýðý belirtiliyor. Burada alanýn mistisizmin sýzmasýna karþý daha tahkimatlý olduðu anlaþýlýyor. Dolayýsýyla baþarý, izafiyet teorisi ile tamamlanmýþ oluyor. Önce yöntemsel bir sýnýr var: bir büyücü gibi baktýðý için makro dünya ile mikro dünya arasýnda bir fark olmadýðýna ya da tanrýnýn bu iki evreni ayný yasalarla yöneteceðine inanýyor. Tam bir simyacý tavrýdýr: Einstein, makro kozmosla mikro kozmosun ayný yasalarla yönetilmesinin gerektiðine ve Genel Ýzafiyet Teorisinin bütün elektromanyetik alanlarý yöneten birleþik bir teoriye dahil olacaðýna inanýyordu. (14) Oysa daha 19.yüzyýlda ayrýntýya, mikro kozmosa inildikçe rastlantýnýn egemen olduðu ve belirsizliðin arttýðý ilke olarak biliniyordu. Kuantum Teorisi nin kurucusu olarak kabul edilen Max Planck, Relativite ile Kuantum teorilerinin birbirlerine tamamýyla yabancý, hatta bir anlamda birbirine ters düþen teoriler olduðunu belirtiyor. (15) Ama asýl önemlisi, Planck ýn, bütün kayýtlarýna raðmen izafiyet teorisini klasik fizik içinde sayma eðilimi. Ona göre Yapýsýndaki olaðanüstü güzellik ve uyumla göze çarpan Relativite Teorisi fizik içinde geleneði yýrtan bir özellik taþýmýyor. Asýl sorun patlayýcý yabancý bir cisim gibi duran Kuantum Teorisinde. Kuantum Teorisi, Relatiflik Teorisi gibi içeriði saydam, kendi içinde kapalý ve basit bir dökme kalýp gibi ortaya çýkmadý. Ýlkeler açýsýndan çok anlamlý olsa bile, fiziðin o zamana dek bilinen kavram ve iliþkilerine pratikte ancak önemsiz bir müdahalede bulunabilen Relatiflik Teorisinin tersine, bu yeni teori baþ-
7
Yeni simyacýlar
langýçta ýsýsal ýþýma yasalarýný açýklamak gibi çok sýnýrlý bir alanda, yani klasik teorinin büyük þaþkýnlýða düþtüðü yerde ortaya çýktý, böylece bir kurtarýcý olarak belirdi. Ama teorinin foto-elektrik, özgül ýsý, iyonlaþma, kimyasal reaksiyonlar gibi klasik teorinin büyük zorluklarla karþýlaþtýðý sorunlara da bir çýrpýda çözüm getirdiði ya da geliþtirici katkýda bulunduðu meydana çýkýnca, teorinin artýk sadece bir model varsayýmý olarak kalamayacaðý, tam tersine yeni ve köklü bir fizik ilkesi olarak deðerlendirilmesi gerektiði anlaþýldý. Mikrodünyadaki olaylarda oynadýðý rolün önemi iyiden iyiye kabul gördü. (16) Planck ayrým noktalarýný bu þekilde çizdikten sonra bir de durum özeti veriyor. Þudur: Kuantum Varsayýmý klasik teoriye gerçekten de her bakýmdan üstünlük, hiç deðilse eþitlik saðlayacak durumda olsaydý, klasik teoriyi hepten feda etmek için ortada hiçbir engel olmayacaktý, ama durum hiç de o kadar deðildir. Çünkü fizikte öyle alanlar var, hele dalgalarýn giriþimi konusunda var ki, klasik teori bu alanlarda en duyarlý ölçümlere raðmen bütün ayrýntýlarýna kadar tutarlýlýðýný koruyor. Oysa Kuantum Teorisi bu alanda hiç deðilse bugünkü biçimiyle çözümsüz kalýyor, uygulanmasý açýsýndan deðil, ama verdiði belirli sonuçlar deneylerle þimdilik uyuþmuyor. (17) Güzel, teorinin ve varsayýmlarýnýn henüz sýnamaya muhtaç, dolayýsýyla tartýþmalý olduðu anlaþýlýyor. Öte yandan Kuantum Kuramý mikro kozmos ile ilgilendiðine göre, ilke olarak alanýn rastlantýlara, belirsizliklere açýk olduðunu daha baþýndan kabul etmemiz gerekiyor. Þundan; sosyoloji ile psikoloji arasýnda da bu tarz bir yöntemsel ayrýlýk olduðu biliniyor. Bu nedenle genel eðilimlerle ilgilenen sosyoloji ile tek tek bireylerle ilgilenen psikolojiyi birbirine karýþtýrmamak gerekiyor. Yani bir psikoloðun kiþiliðin oluþumunda rastlantýlarýn oynadýðý role bakarak sosyolojik kurallarýn artýk geçersiz olduðunu ilan etmesi daha baþýnda bir kural hatasý anlamýna geliyor.(xx) Bunlarý birleþtirme çabasýnýn, öyleyse hem bilimler tarihi hakkýndaki bilgisizlikten ve düþünce temelindeki köklü irrasyonalizmden baþka nedeni yoktur. Akýldýþýdýrlar. Baþarýda, düzenin irrasyonalizme duyduðu ihtiyacýn etkisi var mý? Böyle bakabiliriz. Ýrrasyonal bir temelden beslenen yeni fizik, yüzyýlýn baþýnda, kapitalizmin büyük bunalýmýnda açýlmýþlardý. Bu teorik devrim in bunalýmýn artýk aþýlamayacaðý inancýnýn yaygýnlaþtýðý 1930 lu yýllara doðru artýk
8
aþamayacaðý sýnýrlara gelip dayandýðý anlaþýlýyor. Daha 1930 lu yýllarýn baþýnda Max Born bir arkadaþýna yazdýðý mektupta umutsuz bir çerçeve çiziyor, 1930 dan önce kuram alanýndaki yaratýcý etkinlik patlamasýnýn ardýndan deneyin öne geçmesi ve kuramýn da gerileme süreci içerisine girmesinin doðal olduðunu söylüyordu. Born, o mektubunda artýk Amerikalýlara sunabileceði gerçekten yeni hiçbir þeyinin olmadýðýný sözlerine ekliyordu.(18) Tablo gerçekten ürkütücüdür: Sosyalist sistem büyük sýkýntýlarla karþý karþýyadýr ve yayýlma eðiliminin bittiði görülmektedir. Yenilginin yarattýðý psikolojik ortamýn itmesiyle Avrupa nýn her yerinde gizemci ve elbette akýldýþý faþist hareket hýzla geliþmektedir. Hem yeni fiziðin hem de faþizmin yollarýnýn kesiþtiði ülke, Almanya, irrasyonalizmi hayatýn kendisi yapmak üzere bir mistiðin peþine takýlmýþ ve dünyanýn en karanlýk macerasý için kollarý sývamýþtýr. Faþizm yýllarý fizikçiler için de yeni kýrýlmalarýn ve yeni teslimiyetlerin yýllarýdýr. Kozmosu açýklamak için yola çýkan koca adamlarýn faþizme selam durduðu yýllar: Sanýrým, Stuttgart da, Kaiser Wilhelm Metal Enstitüsü nün açýlýþýndaydý. Planck, Kaiser Wilhelm Gesellschaft ýn baþkaný olarak açýlýþa gelmiþti. Bir konuþma yapmasý gerekiyordu. 1934 yýlý içindeydik. Hepimiz Planck a bakýyor, açýlýþta ne yapacaðýný görmek istiyorduk. Çünkü o sýralarda bu tür açýlýþlara Heil Hitler ile baþlamak resmi bir tutum haline getirilmiþti. Planck kürsüde ayakta duruyordu. Elini yarým yukarý kaldýrdý ve sonra indirdi. Bunu ikinci bir kez daha yaptý. Sonra, nihayet, eli tamamen kalktý ve Heil Hitler dediði duyuldu. (19) Yine ünlü bir fizikçi P.P. Ewald, yeni kýrýlmanýn en tepe noktasýný anýlarýnda böyle anlatýyor. Faþist selamý veren Planck Alman dýr, kýrýlma Yahudi kökenli çoðunluk için daha acý verici olur. Einstein yurtdýþýna çýkmýþ, savaþ karþý pasifist bir tutum almýþ ve siyonizme açýk destek vermeye baþlamýþtýr. Ýçeride kalanlar için ise fatura daha aðýrdýr. 1930 lu yýllar yeni fizikçilerin anlatýldýðý bir çalýþmada þöyle çiziliyor: Milliyetçiliðin politikadan önce geldiði yolundaki inançlarýna ve mesleki atamalarda sessizce uyguladýklarý anti-semitizme ek olarak, Weimer dönemi akademisyenlerinin büyük çoðunluðunda belli belirsiz kavranmýþ bir Materyalizm e karþý bir tutum da görülüyordu. Akademisyenler bu sözcüðü, Alman toplumunun Nisan 2002
fabrika
Yeni simyacýlar
bütün hastalýklarýnýn kaynaðýný gösteren belirsiz bir ibare olarak kullanmaktaydýlar. Materyalizm, büyük ölçüde, tüccarlýk ruhunu, paraya olan ilgiyi endüstriyi ve teknolojiyi ifade ediyordu. Bu sözcük genel bir ahlaki ve toplumsal çöküþle ve zihinsel, tinsel deðerlere karþý saygýsýzlýkla eþ anlamlý kabul ediliyordu. Materyalizm, kütlelerin kaba beðenilerini beslemek ve onlarý milliyetçi duygulardan yoksun kýlmaktan sorumlu tutuluyordu. (20) Budur, öyleyse Yahudi kökenli fizikçiler için materyalizmden, giderek determinizmden kurtulmaktan baþka çýkar yol yoktu. Daha önce yine Yahudi kökenli olan Frankfurt Okulu kökenli teorisyenlerin bu yýllarda nasýl bir dönüþüme uðradýðýný, hatta bazýlarýný kitaplarýný adýný deðiþtirmekten, Marksist teorinin adýný deðiþtirmeye, bazýlarýnýn da açýk baskýlar yüzünden çalýþmalarýnda Marx tan hiç söz etmeme, söz ettiði yerlerde de olmayacak eleþtiriler imal etmek yolunu seçtiklerini anlatmýþtýk. (21) Fizikçiler bu kýrýlmayý daha önce yaþadýlar, çünkü onlar toplumsal ve siyasal geliþmelere karþý Frankfurt Okulu çevresine göre daha kayýtsýzdýlar. Olup bitenler, Nazi Döneminde Bilim üzerine bir çalýþmada þöyle özetleniyor: Bütün bu nedenlerle fizikçi ve matematikçiler Almanya da kendilerini son derece düþmanca bir entelektüel ortamda buldular. Özellikle bunlar akademik çevrelerde, birçok profesörün sonuçta, götürüp iðrenç bir materyalizme baðladýðý mekanik materyalizm kavramýndan sorumlu tutuluyorlardý. Forman a(Paul Forman ýn Kuantum Fiziðinin tarihi ile ilgili araþtýrmasýna atýf yapýlýyor-o.g.) göre Weimer dönemi fizikçi ve matematikçilerinin bir kýsmý bu eleþtirilerden öyle etkileniyorlardý ki, kendi çalýþmalarýnda bunlara cevap verme gereðini duydular ve 1920 lerin ortalarýnda tanýk olunan ve kuvantum kuramýný yeni kavramlar ýþýðýnda gözden geçirmeyi amaçlayan çabalarýn bir parçasý olarak kozalitenin yadsýnmasýný onaylamakta da gecikmediler.(xxx) Böylece kendilerini determinizmin yükünden ve sorumluluðundan sýyýrmýþ oluyorlardý. Forman, modern fiziðin esas olarak, Alman fizikçilerinin bilimsel çalýþmalarýný, entelektüel çevrelerinin deðer yargýlarýna uydurma çabasý olduðunu ileri sürmüþtür. (22) Korku, kayýtsýzlýk, onaylanma güdüsü, demek ki kuantum fiziði içinde yer alan irrasyonel önermeleri tartýþýrken artýk bu kavramlarý da yardýma çaðýrmak zorundayýz. Bu kýrýlmayý, düpedüz faþizme hizmet etme mevkiine yükseltenler de vardý. Heisenberg Nazi rejimi için canla baþla çalýþmýþ, Hitler için Nükle-
fabrika Nisan 2002
er bombanýn imalatýna giriþmiþti. Bir yanlýþ hesaplama yüzünden çok þükür baþarýlý olamadý. Ama faþizm iþbirlikçisi Heisenberg in baþarýlý olduðu konular da vardý: bilimsel nedensellik ve determinizmi reddediyordu. Determinizm ve nedensellik korku ile silinmiþ, yaranmacýlýk ile yerine indeterminizm ve kesinsizlik gelip oturmuþtu. Himmler, Heisenberg deki cevheri hissetmiþti, SS in ondan dünya buz kuramý araþtýrmasýnda yararlanabileceðini düþünüyordu.(23) Naziler, buz kuramýnca insanlýða tanrýlarýn nihayet bakabileceði bir yüz imal etmek amacýndaydý. Bu nedenle bilimi büyünün emrine vermiþler ve aklý düþman ilan etmiþlerdi. Hitler bunu, Bizi, düþüncenin düþmanlarý olarak lanetliyorlar. Evet öyleyiz. Ama burjuva bilimin, o ahmakça gururu içinde asla kavrayamayacaðý kadar derin bir anlamda öyleyiz (24)diye yanýtlýyordu. Üstün insanlar ya da tanrý-insanlarýn gelip yüzlerine bakmasý için toplumun insan olmayanlardan(Yahudiler, Çingeneler vb.) arýndýrýlmasý gerekiyordu. Heisenberg in sonunda gelip fizikten kovduðu bütün kurallara Naziler de karþýydý. Ari fizikle, mistik fizik öyleyse yan yana iþ görebilirdi. Devam edelim; Durumu bir baþka fizikçi þöyle özetliyor: Kuantum dünyasýnda gerçekten ne olup bittiði, onu nasýl gözlemlemeye karar verdiðimize baðlýdýr. Dünya basitçe, bizim gözlemimizden baðýmsýz olarak var deðildir, neyin var olduðu, kýsmen, neyi görmeyi seçtiðimize baðlýdýrgerçeklik kýsmen gözlemci tarafýndan yaratýlýr. (25) Görüldüðü gibi, özne, düþünce, ide, söz, adý her neyse, yeniden maddenin önüne geçirilmekte o eski hastalýk, bu kez fizikçi kýlýðýnda yeniden nüksetmektedir. Eðer gerçekliði gözlemci yaratýyorsa, doðayla kurulan iliþkinin anlamý nedir? Elbette hiçbir þey; Fiziðin görevinin doðanýn yapýsýný keþfetmek olduðunu düþünmek yanlýþtýr. Fizik bizim doða konusunda neler söyleyebileceðimizle ilgilenmektedir. (26) Bu özet de Niels Bohr undur. Demek ki burada söz konusu olan þey kelimenin yalýn anlamýyla fizik deðildir; nesnesi kavramlar olan bir alanla, felsefeyle karþý karþýyayýz biz. Ve umulabileceði gibi en bayaðýsýndan bir idealizmle. Ernest Rutherford korkusunda haklýdýr: Zeus aþkýna, Stoddy bizi simyacý sanacaklar! Ýki kafa ve iki þapka açýkça görülüyor. Evet Modern fizik... belirlenimci anlayýþý büyük ölçüde terkedip nedenselliði bir olasýlýk kipi içerisinde deðerlendirmeye geçmiþtir. Ancak nedensel-
9
Yeni simyacýlar
liðin bu olasýlýkçý yorumunu fiziði sokanlar(Planck, Bohr, Heisenberg), bunu bilim adamlarý kimlikleriyle deðil, filozof kimlikleriyle yapmýþlardýr. (27) Bunlarýn filozof kimliklerini ise metafizik, gizli bilimler, solipsizm ve irrasyanalizm ile oluþmuþtur. Ýrrasyonal tutarsýzdýr, sonuçta ortaya çýkan þey fiziði bir bilim olarak reddetmekle kalmamakta felsefi olarak da tutarsýz olmaktadýr: Fizik bilimin en temel postülatý, fiziksel nesnelerin evreni nin objektif olduðunun kabul edilmesidir. Metafiziksel nitelikte epistemik ve ontolojik özellikler taþýyan bu postülat, fizik biliminin baþlýca inceleme alaný olan fiziksel nesneler evreninin, söz konusu bu evreni ölçüp-biçen gözlemciden baðýmsýz varolduðu düþüncesini dile getirir. (28) Ýrrasyonal fizik, fizik biliminin en temel postülatýný reddetmektedir. Sonuç nedir? Teoriye boþ ver, yasayý unut, gözlem ve tahmin yap, istatistik ve olasýlýk ile yetin! Büyük anlatýlar dan kaçýn, anlam ve gerçeklik kavramlarýný terk et, kaosun sihrine býrak kendini. Hesinberg in bildirdiði ayete göre Nedensellik yasasý bundan böyle kuantum teorisinde uygulanamaz. Yani hiçbir neden yoktur, varolan sadece mucizedir! Bunu baþka bir yeni fizikçinin daha özlü bir biçimde þu sözlerle ifade ettiði kaydediliyor: Quantum Mechanics is Magic (Kuantum Mekaniði Büyüdür) (29) Akýlýn sürgünüdür bu. Bu felsefenin en çok mistikleri heyecanlandýrmasý boþuna deðildir: Doðunun kadim felsefeleriyle Batý nýn ortaya çýkmakta olan felsefeleri arasýnda birçok paralel kavramlar vardýr. Bir takým kavramlar o kadar benzerdir ki bazý ifadelerin bir mistik tarafýndan mý yoksa bir fizikçi tarafýndan mý ortaya konduðunu ayýrt etmek imkansýzlaþýr. (30) Bilimden büyüye kesin dönüþtür bu; þizofren bir kafanýn ürünün de iki ruhlu olmasý kaçýnýlmazdýr. Ýster büyü, ister öznel idealizm adýna her ne denirse, ortaya çýkan þeyi yine bir fizikçi Max Planck tarif ediyor: Görüyoruz ki Tek-Bencilik (Solipsizm) diye anýlan bütün bu düþün sistemine salt mantýk araçlarýyla söz geçirmenin olanaðý yoktur. Tek-Benci, kendi Ben ini tüm olaylarýn her türlü bilginin odak noktasýna koyar, onun hiç kuþku duyulmayacak kadar saðlam ve gerçek saydýðý þey sadece ve sadece kendi yaþadýklarýdýr. Kendi yaþantýsý dýþýnda kalan her þey boþ ve ikincildir. Solipsist akþam uykuya daldýðý anda tüm dünya da
10
sessizliðe gömülür, ertesi sabah uyandýðýnda dünya da onunla birlikte yeniden doðar sanki. O böyle düþünür, dünya geceleyin yaþamýný sürdürmüþse sanki onun hatýrý için gizliden gizliye yapmýþtýr bu iþi. Tekbenciliði tüm saçmalýklarýyla saf dýþý etmek için konuyu biraz daha derinlemesine açmak yeter. Çünkü aslýnda durum tam tersine. Öyle ya, dünyanýn solipsist uyuyor mu uyanýk mý diye hiç aldýrdýðý falan yok, hatta gözlerini hepten yumacak da olsa gidiþini tasasýz sürdürmekte olduðu belli. (31) Sonuç mu? Yeni fizikçilerin büyük bir kýsmý Almanya dan kaçtýlar. Kalanlarýn gücü Hitler e atom bombasý hediye etmeye yetmedi. Ancak ABD, bu yöndeki araþtýrmalara büyük paralar yatýrmýþtý. Savaþýn sonuna doðru bir mühendis ordusunun yardýmýyla sonuca yaklaþýlýyordu. Fikir zincirleme reaksiyonu bulan Macar fizikçi Leo Szilard ýndý. Ancak Szilard ýn projesinin konunun yukarýdaki kýsmýyla ilgisi yoktu; bu yöndeki fikirleri hiç destek görmemiþ, üstelik Rudherford bu düþüncesini dinlediði fizikçiyi ofisinden kovmuþtu. Szilard son çare olarak Einstein e baþvurmuþtu, onun popüler kimliðinin kapýlarý açacaðýný umuyordu. Öyle de oldu. Savaþýn sonuna doðru bombanýn yapýmý tamamlandýðýnda Szilard bombanýn yenildiði kesin olan Japonlara karþý kullanýlacaðýný anlamýþ, çaresiz çýrpýnýþlarla bunu engellemeye çalýþmýþtý. Bomba, Sovyetler Birliði ni durdurmak üzere 6 Aðustos 1945 günü Hiroþima nýn tepesinde patladý. Bomba, ayný zamanda aklýn yýkýmýn da tesciliydi. Kýyamet görülmüþ, bütün iþ mesihin tarifeli uçaðýnýn dönüþ saatine kalmýþtý. Felsefe ve fizik Öyleyse karþý karþýya olduðumuz þeyin ne olduðunun teþhisi, onun iç mücadelesine katýlmaktan daha doðrudur. Bütün bunlar, Einstein in teorileri, kuvantum kuramý, kesinsizlikler veya belirsizlikler hepsi ilerleme inancýný yitirmiþ bir düzenin düþünme biçimleridir; fizik deðil felsefedir. Genel olarak Hegel ile bitmiþ sistemler felsefesinin, bilim kýlýðýna bürünmüþ olarak yeniden ayaklarý üzerine dikilme denemesidir. Ve elbette zorunlu olarak metafiziktir; doðunun kadim felsefelerine dönüþ, yeni bir felsefe yaratamayacak olan sýnýfýn çýrpýnýþýdýr. Ancak tarihin o yasasý hala þaþmaz bir kesinlikle yürürlüktedir; Eðer bu felsefenin ötesine Nisan 2002
fabrika
Yeni simyacýlar
herhangi bir ilerleme olacaksa, bunun felsefenin kendisinin ötesine ve ayný zamanda, felsefenin kendi yazgýsýný baðlamýþ olduðu toplumsal ve politik düzenin ötesine bir ilerleme olmasý gerekiyor. Böyle olduðu için þimdi yüzünü felsefeye dönen yeni fizik, fiziksel dünya hakkýnda felsefe kadar bir þey söyleyemiyor; söyledikleri ise ancak spekülatif felsefelerin doðruluðu ölçüsünde doðrudur. Öte yandan fiziksel dünya hakkýndaki bu çekingenliði onu teolojik önermeler ileri sürmekten alýkoymuyor. Big bank kuramýyla bir yaratýlýþ öyküsü icat ediyor, küresel ama mutlak sonlu uzay tasavvurlarý ise eðer tanrýya yer açmak için uydurulmuyorsa, kesin bir darkafalýlýðýn iþaretleri olarak ortaya dökülüyor. Burjuva düþüncesinin labirentidir bu; Düþüncenin o hazin tutsaklýðýna daha önce defalarca tekrarlanan yeniden bir geri dönüþ. Felsefenin çemberine yeni fiziði sokan da ayný toplumsal temeldir; Caudwell in deyiþiyle Bu çember, eylemden ayrýlmýþ düþüncenin çemberidir; saf aklýn kafesidir. (32) Bu toplumsal temel, felsefenin kendisinin ötesine gidebilecek yalnýzca bir tek düþünceye izin verebilirdi; tahkimat burayadýr. Yeni fizik, freudizm, antropoloji, deneysel psikoloji, siyaset bilimi, yeni felsefeler, hepsi þimdi doðmakta olaný boðmak içindir. Ýþte bu yüzden hepsi kapsamsýz ve tutarsýzdýr çünkü bunlarý mümkün kýlan temel ve o temel üzerinde yükselen güven yok olmuþtur. Bulanýk, belirsiz ve mistik bir dünya ile karþý karþýyayýz biz; çünkü burjuva için dünya budur. Bulanýk, belirsiz ve mistiktir. Onun son peygamberlerinden biri olan Ludwig Wittgenstein, felsefenin esasýnda bir saçmalýktan ibaret olduðunu savunan kitabýyla peygamber olmuþtur, burjuva kendisine ve kuramýna gerçekten inanmamaktadýr artýk. Bu düzen ve bu bilim giderek daha fazla kenNOTLAR (x) Maimonides-Ýbn Meymun Ýspanya da doðmuþ bir Yahudi tanrýbilimcisi. Haham ve hekimdir. Ýbranice adýyla Moþeh ben Maymon Yahudilerce Moþeh haz-Zaman(Çaðdaþ Musa) olarak adlandýrýlmýþtýr..Yahudi ve Hýristiyan dogmalarýný mecazlarla yorumlayarak dine akýlcý bir temel bulmaya çalýþtýðý belirtiliyor. Bir baþka Yahudi
fabrika Nisan 2002
dini savunmak üzere bir karþý devrimi örgütlemek zorundadýr. Bunun için bilim ve felsefe hurafelerle doldurulur, aklýn kalelerini en hýzlý ve en fütursuz saldýrýlarla terk edenler ödüllendirilir. Bilimin büyüye döndürülmesi, aklýn kovulmasý, dinin ve mistisizmin reenkarnasyonu bunlar bu sýnýfýn artýk bir felsefe yaratamayacaðýnýn iþaretidir. Bu felsefe bu sýnýfla birlikte bitmiþtir. Baþarý ve baþarýsýzlýðýn diyalektiði iþte bu salýnýmda gizlidir; biten felsefeye, biten fiziðe ve biten edebiyata bu arsýz tapýnma altan alta süren sýnýf çatýþmasýnýn bir tezahürüdür. Determinizmi reddedenler, ölümün soðuk yüzü tarafýndan belirlenmiþlerdir. Birleþtirici payda, dinlerinin, teolojilerinin, felsefelerinin, fizik felsefelerinin, edebiyatlarýnýn, iktisatlarýnýn, hepsinin sýnýflý bir toplumun ürünü oluþlarýdýr. Deðiþirler ama özleri deðiþmeden kalýr. Bunlardan ezilenlerin ve bilimin tarafýna doðru firarlar olmuþtur, bunlara zaman zaman ezilenlerin acýlarý katýlabilmiþtir, ama o kadar. Þimdi bu düþünce giderek bütün olarak burjuva dünya görüþü bir büyük krizin içindedir. Çünkü Newton dan bir bilim adamý imal eden süreç tersine iþlemektedir. Artýk þu teoremin doðru olup olmamasý deðil, sermayeye yararlý mý yoksa zararlý mý, gerekli mi yoksa gereksiz mi, siyasal bakýmdan tehlikeli mi tehlikesiz mi olduðu söz konusudur. Marx ýn yýllar önce belirttiði gibi tarafsýz incelemelerin yerini ücretli yarýþmalar, gerçek bilimsel araþtýrmalarýn yerini kara vicdanlý ve þeytanca mazur gösterme eðilimi almýþtýr. Aklý tutarsýz olanýn yaþamý da tutarsýzdýr. Tarihin içindeyiz, tarih tarafýndan yapýlýyoruz ve tarihi yapmaya soyunuyoruz. Bu düzen bizi kirletiyor, aklýmýzý kirletiyor, yaþamlarýmýzý sakatlýyor. Ýdeal insaný Samsa olan bir düzen ayakta kalamaz, kalmamalýdýr. Tarihi durduracak bir büyü yoktur! Evet Samsalarý çoðaltýyorlar ama ölüm yaþayaný yakalar! düþünür Spinoza yý büyük ölçüde etkilediði iddia ediliyor. (xx) Yeni Freudcu okulun temsilcilerinden Wilhelm Reich sýnýf kavramý yerine devrimci kavramýný geçirmeyi önerirken bunu yapýyordu. Oysa sýnýf (burada proletarya)kapitalist toplumun, birey piyasanýn bir ürünüdür. Bireyi açýklamak için kesinlikle sýnýfa baþvurmak gerekir.
11
Yeni simyacýlar
(xxx) Mikro evrensel etkileþmenin niceliksel olarak çözümlenemeyiþi ve ölçen ile ölçülen þeylerin epistemik bakýmdan karýþmasý , etkileþen tanecikler arasýnda kozal baðlantý nýn bozulmasýna yol açar. Bozulmuþ olan bu kozal baðlantý ve dolayýsýyla kozalite ilkesi nin yerine, N. Bohr, komplementarite ilkesi ni, genelleþtirilmiþ bir kozalite ilkesi olarak ileri sürmüþtür. Ancak, kompementarite ilkesini kabul etmek, mikro-evrensel nesnenin dinamiðini dile getiren mekanik teorilerinde bozulmuþ bir kozal baðlantý yý ve dolayýsýyla epistemik determinizm i zaten kabul etmektir. Bu bakýmdan, kuvantum teorisinde ortaya çýkan epistemik indeterminizm i, komplementarite ilkesi üzerine temellendirmek mümkün deðildir. Aksi halde, epistemik indeterminizmiin, epistemik indeterminizm üzerinde temellendirilmesi gibi bir prensip petisyonuna düþülecektir. Diðer yanda, Paris okulu, kronolojik bir sýralama içinde konuya iki farklý biçimde yaklaþmýþtýr. Bu yaklaþýmlarýn ortak iki özelliði, mevcut kuvantum mekaniðinin mikro-evrensel realitenin tamamlanmýþ bir betimlemesini vermediði ve epistemik bakýmdan determinist bir kuvantum teorisinin kurulabileceði dir. Yalçýn Koç. Doða nýn Kuvantum Mekaniksel Betimlemesi ve Ölçme Sorunu. Ýstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Yayýný. Ýstanbul 1983. s.167. 1-Schwenk, Ernst. Benim Adým Newton. Çeviri, Erdinç Ürkmez. Kabalcý Yayýnlarý. Ýstanbul 1996. s.75. 2-Hançerlioðlu, Orhan. Felsefe AnsiklopedisiDüþünürler Bölümü. Remzi Kitabevi. 3-Yahya, Harun. Yeni Masonik Düzen. Vural Yayýncýlýk. Ýstanbul 1996. s.139. 4-Eco, Umberto. Foucault Sarkacý. Çeviri, Þadan karadeniz. Can Yayýnlarý. Ýstanbul 1992. s.344. 5-Gökdemir, Orhan. Felsefi Aklýn Eleþtirisi. Göçebe Yayýnlarý. Ýstanbul 1997. önsöz. 6-Einstein. Özel ve Genel Görelilik Kuramý. Çeviri, Aziz Yardýmlý. Ýdea Yayýnlarý Ýstanbul 1997. Çevirenin önsözü. s.27. 7-A.g.e. Çevirenin önsözü. s.20. 8- Johnson, Paul. Yahudi Tarihi. Çeviri, Filiz Orman. Pozitif Yayýnlarý. Ýstanbul 2000. s.386. 9-A.g.e. s.386. 10-A.g.e. s.387. 11-Eco. A.g.e. s.198. 12-Pagels, Heinz R. Kozmik Kod-Doðanýn DiliKuantum Fiziði. Çeviri, Nezihe Bahar. Sarmal Yayýnevi. Ýstanbul 1992. s.56.
12
13-Johnson. A.g.e. s.387. 14-A.g.e. s.387. Mikro-makro kozmos ayrýmýnýn bu irrasyonal temelden kaynaklandýðýný iþareti var. Bu ayrýmýn tamamen keyfi, merkezinde irrasyonalin kendisinin durduðu bir ayrým olduðu görülüyor: Fiziksel nesneler evreninin objektif olduðunun ve bu varsayýmdan kaynaklanan objektif bir fiziksel realitenin varlýðýnýn kabulü, fiziksel nesneler evreninin bir tek ve bölünmez olmasýný gerektirir. Yani, farklý epistemik ve ontolojik özellikler taþýyan farklý fiziksel nesneler evrenleri düþünmek mümkün deðildir. Fiziksel bir model olarak düþünülmesi halinde, objektif fiziksel realite varsayýmý ile çeliþmemek bakýmýndan, bu farklý evrenlerin tek bir evrene indirgenebilmesi ve aralarýnda bir geçiþ olduðunun gösterilmesi zorunludur. Yalçýn Koç. Doða nýn Kuvantum Mekaniksel Betimlemesi ve Ölçme Sorunu. Ýstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Yayýný. Ýstanbul 1983. s. 163. 15-Planck, Max. Modern Doða Anlayýþý ve Kuantum Teorisine Giriþ. Çeviri, Yýlmaz Öner. Alan Yayýncýlýk. Ýstanbul 1987. s.74. 16-A.g.e. s.78. 17-A.g.e. s.78. 18- Beyerchen, Alan D. Nazi Döneminde Bilim- 3. Reich da Üniversite. Çeviri, Haluk Tosun. Alan Yayýncýlýk. Ýstanbul 1985. s.194. 19-A.g.e. s.11. 20-A.g.e. s.15. 21-Gökdemir, Orhan. Pax-Americana nýn Aydýnlarý. Fabrika. Sayý 48. Aðustos 2000 22-Beyerchen. A.g.e. s.15. 23-A.g.e. s.159. 24-Tokatlý, Attila. Gizli Örgütler-Eski büyücülerden çaðdaþ darbecilere. Gezegen yayýnevi. Tarihsiz. s.213. 25-Pagels. A.g.e. s.59. 26-A.g.e. s.81. 27-Özlem, Doðan. Felsefe ve Doða Bilimleri. Ýzmir Yayýnlarý. Ýzmir 1995. s.29. 28-Koç, Yalçýn. Doða nýn Kuvantum Mekaniksel Betimlemesi ve Ölçme Sorunu. Ýstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Yayýný. Ýstanbul 1983. s.162. 29-Einstein. A.g.e. s.24.Önsöz 30- Talbot, Miçhael. Mistik Düþünce ve Yeni Fizik. Çeviri, Sabahattin Kurtay. Ýnsan Yayýnlarý. Ýstanbul 1995. s.112. 31-Planck. A.g.e.s.33. 32-Caudwell, Chrýstopher. Ölen Bir Kültür Üzerine Ýncelemeler. Cilt. 2. Çeviri Mehmet Gökçen. Metis Yayýnlarý. Ýstanbul 1983. s.204.
Nisan 2002
fabrika
Resmi ideolojiyle gecikmiþ bir hesaplaþma:
Arap Düþmanlýðý Sinan DERVÝÞOÐLU Geçtiðimiz ay, kamuoyu gene Suudi Arabistan da gerçekleþen bir olayla çalkalandý. Kral Fahd ýn emriyle, Osmanlýlardan kalmýþ deðerli bir tarihi eser olan Ecyad kalesi yýktýrýldý; ve gerekçe olarak da, ayný bölgeye bir turistik kompleks yapýlacak olmasý gösterildi. Bunu, bizim medyada Suudi Arabistan a yöneltilmiþ bir saldýrý dalgasý izledi. Casus Lawrence in evini restore ederken Türk eserini yýktýklarý , bunlarýn Peygamber in evini de yýktýrdýðý , Suudi Arabistan ý yöneten Vahabilerin müslümanlýðýnýn bile kuþkulu olduðu , ve benzeri seviyede argümanlar havada uçuþmaya baþladý. Suudi elçisi, kendi açýsýndan akýllýca bir çýkýþla Zeugma ve Sinop kalesi nin akýbetini sordu. Buna daha da köpüren bizim medya, Sinop kalesinin iyi durumda olduðu nu, Zeugma nýn ise itinayla arþivlendiðini haykýrdý durdu. Ýkinci cevabýn zavallýlýðý üzerinde fazla durmamak gerekir (bu hesapla, Suudiler de Ecyad kalesini itinayla arþivleyerek yýksalardý sorun kalmayacaktý). Sinop kalesi hakkýnda atýlan yalan da , hemen ertesi gün gazetelerde çýkan bir fotoðrafla ayaklarýna dolandý: Fotoðraf, Sinop kalesine gecekondu kurmuþ bir vatandaþýmýzýn evini gösteriyor, bu eseri korumaya yönelik tedbirlerin sefaletini gözler önüne seriyordu. Bu olay üzerine faþistlerin ( Alp Eren Ülkü Ocaklarýnýn) yaptýklarý protesto mitingleri ile de birlikte, Arap düþmanlýðýnýn kamuoyunda týrmandýrýldýðýný hissetmek mümkündür. Yakýn dönemde gerçekleþecek politik geliþmeler ile bunun ardýndaki hesaplar da eminiz ortaya çýkacaktýr. Bin Ladin olayýnýn ertesinde, Amerika nýn istediði düzeye bir türlü gelemeyen ABD Suudi Arabistan iliþkileri dolayýsýyla, bu ülkenin bir yandan zorlanmasý, bir yandan da ona devredilmiþ misyonlarýn bir kýsmýnýn Türkiye ye kaydýrýlmasý, veya Irak a karþý giriþilecek bir askeri harekat öncesin-
fabrika Nisan 2002
de Türk kamuoyunda genel bir Arap düþmanlýðýnýn týrmandýrýlmasý, basýnýn körüklediði bu kampanyanýn ardýndaki muhtemel hesaplar olarak karþýmýzda durmaktadýr. Birden önem kazanan bu konunun iki boyutu üzerinde durmak gerekir. TENCERE DÝBÝN KARA . Birincisi, bu yazýda kýsaca deðinilecek olan tarihi eserlerin korunmasý boyutudur. Daha önceki yazýlarýmýzda, Osmanlý nýn tarihsel mirasý üzerinde, bir dizi milliyetçi devletin kurulduðundan, bunlarýn da þu ya da bu dozda þovenizme açýk olduðundan bahsetmiþ; Türkiye Cumhuriyetinin de bu dizinin bir parçasý olduðunu belirtmiþtik. Önce, bu milliyetçi devletlerden hiçbirinin, TC dahil, tarihi mirasýn korunmasý konusunda bir diðerine akýl verecek veya eleþtiri yapacak yüzü olmadýðýný net bir þekilde belirterek iþe baþlayalým. Bu devletlerin hepsi, bir yandan öteki ne, yani ulusal kimliðin dýþýndaki tüm kimliklere düþmanlýk ve güvensizlik üzerine kuruludur; öte yandan ortak tarihi geçmiþ dolayýsýyla öteki ye ait çok sayýda kültürel unsura hayatýn her alanýnda sahip olmaya (mecburen) devam etmektedir. Devletin ideolojik temelini oluþturan milliyetçi illüzyonun sürmesi, bu öteki nin kulakardý edilmesini, gözden ve gönülden ýrak kýlýnmasýný ve unutturulmasýný zorunlu kýldýðý için, bu unsur lar (tarihi eser, kelime, þarký, folkorik motif ) ya el çabukluðuyla millileþtirilir (böylece Ýstanbul un Ýslambol dan geldiði, veya Giresun un göresin kelimesinden türediði iddia edilir); ya da yokolmaya terkedilir; koþullar elverdiðinde de bu yoketme süreci hýzlandýrýlýr. Ecyad Kalesinin yýkýlmasý, o güzel Mostar Köprüsünün ve inanýlmaz güzellikteki Mostar þehrinin tahribi;
13
Arap düþmanlýðý
Türk düþmanlýðýnýn yol açtýðý barbarlýk örneklerinden yalnýzca birkaçýdýr. Ancak, bunlarý mahkum ederken, asgari ölçüde dürüst kalabilmek isteniyorsa, Türkiye deki resmi ve gayrýresmi barbarlýðýn de teþhir tahtasýna çakýlmasý þarrtýtr. TC sýnýrlarý içinde, öteki ne ait olan eserlerin, özellikle Hýristiyanlara ait olanlara karþý yapýlan tahribatýn örnekleri, sayýsýz denecek kadar çoktur; ve bu konuda yapýlabilecek (muhtemelen henüz yapýlmamýþ) her türlü envanter çalýþmasý, bu ülkenin dürüst insanlarýný dahi Türk olmaktan utandýracak bir boyutta gerçekleþmiþ bir yýkýmý gözler önüne serecektir. Akýl almaz güzellikteki bir Sümela manastýrýnýn fresklerinin çizilmesine, silinmesine, insan suretlerinin gözlerinin oyulmasýna, hatta (ünlü turizmci Zevan Niþanyan ýn iddiasýna göre) manastýrda bulunan paha biçilmez ikonalarýn Maçka lý çobanlar tarafýndan gece ýsýnmak için kullanýlmasýna) göz yuman bir devletin, Ecyad konusunda feryad etmeye hakký yoktur. Kýbrýs Harekatýndan sonra, kuzey kesiminin mafya ve kontrgerilla üssü haline gelmesiyle birlikte, uzmanlarýn iddiasýna göre 2. Dünya savaþý sonrasý en büyük tarihi eser yaðmasý ný seyretmekle kalmayan, muhtemelen organize eden, ya da en azýndan bu yaðmadan nema lanan, Ayvalýk taki tarihi Taksiarkis kilisesinin önce periþan edilmesine göz yuman, þimdi de kapýsýnda kilit vurarak yýkýma terkeden, Erzurum daki 1000 yýllýk Oþevank kilisesinin paha biçilmez fresklerinin çalýnmasýna aldýrmayan, 1981 de onu toptan yýkmaya karar veren, ama (muhtemelen) Avrupa dan gelen tepkiler üzerine korkup vazgeçen, Efes gibi bir hazineyi komik maaþlarla tuttuðu bekçilere emanet ederek her sene azar azar kimi taþlarýn yabancýlarca aþýrýlmasýný seyreden, Van Akdamar adasýndaki tarihi saraylarýn dýþ yüzeyindeki kabartmalarýn talan edilerek sökülmesiyle binalarýn neredeyse yýkýlma noktasýna gelmesine sessiz kalan bir yönetimin, ne Balkanlar daki yadigar-ý fatihan eserlere karþý, ne de Ortadoðu topraklarýndaki Türk eserlerine karþý giriþilen barbarlýða söz etmeye hakký olmadýðýný düþünmek gerekir. Kaldý ki konu, sadece hristiyan ya da genel olarak gayritürk, gayrimüslim eserlerle de sýnýrlý deðildir. Ecyad kalesi için feryad edenlere siz kendi Osmanlý kültür mirasýnýza karþý ne kadar saygýlý olabildiniz? diye açýk açýk sormak gerekir. Okmeydaný nda, padiþahlarýn ok menzilini belirtmek için kullandýðý tarihi taþlar, bugün gecekondu avlularýna hapsolmuþ, terkedilmiþtir. Tarihte Taksim e inþa edilmiþ ilk eserlerden biri ve görkemli bir bina olan Taksim kýþlasý 1939 da
14
yýkýlmýþ, Menderes zamanýnda Aksaray daki Vatan ve Millet caddelerinin açýlýþýnda sayýsýz tarihi eser tahrip ve yok edilmiþtir. 1930 dan bu yana, Ýstanbul da yokedilmiþ olan, ve aralarýnda tarihi camiler, çeþmeler, vakýf eserleri bulunan binlerce tarihi eserden bahsedilmektedir. Ýstanbul un tarihine iliþkin yapýlmýþ baþarýlý bir çalýþma olan Ýstanbul Ansiklopedisi nin sayfalarý arasýnda yapýlacak ufak bir gezinti, bize 1920 lerde ve 30 larda varolup artýk yokolmuþ bulunan sayýsýz tarihi eserin fotoðrafýný ya da krokisini sunmaktadýr. Yeni bina yapmak, yeni cadde açmak adýna (Türkçesi, birkaç müteahhiti ve belediye baþkanýný zengin etme adýna) bu tarihi varlýklar, kapitalizmin açgözlülüðüne kurban edilmiþtir. Ýþ kitleleri etkilemek olunca Osmanlý dan bahsetmeyi pek seven siyasilerin, 70 yýl boyunca sorumlusu ve icracýsý olduklarý bu yýkým, onlarýn Osmanlý dahil bu ülkenin tüm tarihsel birikimine ve kültür mirasýna ne denli lakayýt, (aslýnda 1914 deki iþgal kuvvetleriyle karþýlaþtýrýldýðýnda dahi) ne denli saygýsýz olduklarýný utançla gözler önüne sermektedir. Bu anlamda Ecyad kalesi özelinde, bizim medyanýn Araplara karþý attýðý þu çýðlýðýn, Sizin yaptýðýnýzý gavur yapmaz ! haykýrýþýnýn gerçek muhatabý, Türkiye yi 70 yýldýr yöneten siyasi iktidarlar olarak görülmelidir. Bu, bir devlet anlayýþýnýn doðal sonucudur. Halkýný kendi varoluþ sebebi deðil, kendisi için potansiyel bir tehdit olarak gören bir devlet anlayýþýnýn, o halka ait her türlü zenginliðe (doðal, kültürel, tarihsel..) karþý kayýtsýz, ve kendi hesaplarý için gerektiðinde feda etmeye hazýr olacak kadar hassasiyetten yoksun olmasý son derece doðaldýr. Bu anlayýþýn uzantýlarý, Fabrika nýn ilerki sayýlarýnda ayrýntýyla ele alýnacaktýr. Þimdi, açtýðýmýz ilk parantezi burada kapatalým. ARAPLAR MI ? BOÞVER GÝTSÝN ! Ýkinci boyut ise, daha temel bir konuyla, Arap düþmanlýðýyla ilgilidir. Türkiye kamuoyunda, çapý Rum ve Ermeni düþmanlýðý kadar olmasa da hatýrý sayýlýr derecede yaygýn olan, özellikle þehirli aydýnlar arasýnda (sað veya sol farketmeksizin) yaygýn ve muteber bir Arap düþmanlýðý mevcuttur; düþmanlýk denilemeyecek noktada ise hor görme, küçümseme, sevmeme þeklinde tavýrlar söz konusu olabilmektedir. Türkiye halkýnýn ideolojikkültürel haritasý nda önemli bir yer iþgal etmesine karþýlýk þimdiye kadar pek bilince çýkarýlmamýþ bu olguyla hesaplaþmanýn vaktinin geldiðini düþünüyoruz. Bu, Türkiye nin Irak ya da Suriye ile olsun Arap dünyasýna karþý emperyalist bir Nisan 2002
fabrika
Arap düþmanlýðý
provokasyona alet edilmesinin güncel bir tehlike olduðu bu günlerde daha da anlam kazanmaktadýr. Öte yandan, daha önce ErmenÝ meselesine iliþkin yazýlarýmýzda da belirttiðimiz gibi, halklar arasý her düþmanlýk egemen sýnýflarýn kendi mevcudiyetlerine ve hakimiyetlerine gerekçe kazandýrmak için yarattýðý, emperyalistlerin ise kendilerine yeni oyunlarda manevra olanaðý saðladýðý için diri tuttuðu sosyal hastalýklardýr. Hiçbir sosyalist politika, bu hastalýklarýn üzerine cesurca gitmeden kendini tanýmlayabileceði ve üzerinde güçlenebileceði bir zemin yaratamaz. Halklar arasý kardeþlik ve enternasyonalizm adýna Vietnam la veya Kürt hareketiyle yeterince ilgilenenen Türkiye Solu nun , Filistin halkýyla dayanýþmanýn ötesinde, yaný baþýmýzdaki Arap halklarýyla; daha doðrusu Arap kimliði ile dostluk konusunun yeterince hakkýný vermediði de ortadadýr. Bu yazýnýn, bu doðrultuda bir kilometre taþý olmasýný diliyoruz. Önce, bu düþmanlýðý, ya da sevmeme yi tanýmlamaya çalýþalým. Bu yaklaþým, insanlarýn kafasýnda en dolaysýz ve kaba biçimiyle þu þekilde vücut bulmaktadýr: Araplar ilkel, geri, ve vahþidir. Araplarla yüzyýllar süren beraberliðimiz, Türk milletine hiçbirþey kazandýrmamýþ; aksine çok þey kaybettirmiþtir. Araplar, buna ek olarak, bizi 1.Dünya Savaþý nda arkadan vurmuþ; Ýngiliz ajaný Lawrence ile birleþerek, ölüm kalým savaþý veren Osmanlý ordusuna karþý isyan düzenleyerek ihanet etmiþtir. Türkiye, yüzünü Batý ya çevirmiþ ve Batýlýlaþma yoluna girmiþ bir ülkedir. Artýk Araplarla olan ortak geçmiþimizin hiçbir anlamý ve önemi kalmamýþtýr. Din dýþýnda da ortak bir noktamýz mevcut deðildir. Teker teker ele alacaðýmýz bu yaklaþýmlar için ilk aþamada kýsaca söylenebilecek þudur: Birinci önyargý, tarih bilmeme ve var olaný da resmi ideolojinin gözlüklerinden öðrenme türünde bir cehaletin ürünüdür. Ýkincisi, doðru, ancak tekil bir olayý yanlýþ bir þekilde tüm Arap halklarýna teþmil etmenin sonucudur. Üçüncüsü ise, bizzat ( ve en çok !) Batýlýlarýn içten içe güldükleri hazin ve beyhude bir böbürlemenin, 100 yýllýk nafile bir kimlik deðiþtirme çabasýnýn uzantýsýdýr. ÝLKEL VE VAHÞÝ ARAPLARIN ÝNSANLIÐA KAZANDIRDIKLARI Arap kültürü, çölde doðmuþ bir kültürdür; ve geliþmesine ve yayýlmasýna damgasýný vuran olgu
fabrika Nisan 2002
Ýslamiyettir. Mekke de kabileler arasý iç iktidar kavgasý baðlamýnda geliþen mücadele, ortaya yeni bir tektanrýlý dini, Ýslamiyeti çýkarmýþ, bu dinin kapsadýðý evrensel deðerler, onun kýsa zamanda tüm Arap yarýmadasýnda yanký ve taraftar bulmasýný saðlamýþtýr. Ýslamiyet öncesi dönemde, ayný coðrafya üzerinde yaygýn ve kendi içinde uyumlu bir Arap kimliðinden (kültürel, etnik planda) bahsetmek mümkün deðilken, Ýslamiyetin taþýyýcýlýðýný yaptýðý bazý kültürel temel öðeler (dil, alfabe, adetler..) bu bölgede yaygýnlaþmýþ, ve yerel özelliklerle birleþerek (ama ayný zamanda onlarýn üzerinde yer alarak) bu coðrafya üzerinde yer alan topluluklarý tek bir dini-kültürel kimlik etrafýnda birleþtirmiþtir. Peygamberin yaþamýnda ve 4 Halife devrinde toplumsal-siyasi yönleri olgunlaþan bu din; ve onu taþýyýcýlýðýný yapan halk, daha sonra gelen Emeviler döneminde dýþarýya; yani Ortadoðu ya ve Kuzey Afrika ya yöneldi. Dil ve dinin benimsetilmesiyle Arap kavramýnýn kapsadýðý alan geniþledi; Arap kimliði etnik deðil, kültürel bir kavram olarak geniþ bir coðrafyada geçerlik kazandý. Yeni bir dini yaratmanýn ve bayraktarlýðýný yapmanýn yarattýðý bu muazzam enerji, evrensellik iddiasýndaki her dinin sahip olduðu inanmayanlarý doðru yola çevirme misyonuyla birleþince, Arap halký, bölgenin tüm halklarý ve güçleriyle; Ýran la, Türkmenlerle, Bizans la, Kuzey Afrika nýn yerli halklarýyla çatýþma biçimiyle de olsa yoðun temasa girdi. Sonuçta, fetih ve zaferlerle pekiþen bir egemenliðin hüküm sürdüðü coðrafya üzerinde büyük medeniyet merkezleri ortaya çýktý. Emeviler devrinde Þam, Abbasiler devrinde Baðdat, Endülüs Emevi devleti döneminde Gýrnata, ayrýca Kahire, kimsenin parlaklýðýný inkar edemeyeceði bir kültürün serpilip geliþtiði merkezler oldular. Tüm dünyasý çöl deve hurma aðacý ndan ibaret olarak karikatürize edilen bu çöl ahalisinin, birazdan örnekleri verilecek olan bu atýlýmý yapmasýný mümkün kýlan faktör nedir ? Dini motivasyon önem taþýmaktadýr; zira Hýristiyan Batý da ve tüm dünyada örneklerinden anlaþýlacaðý gibi, Tanrý fikri, insanlarda bir mükemmelleþme duygusu ve dürtüsü yaratmaktadýr, ve en güzel resimlerin ve en etkileyici müziðin (baþlarda) dinsel yaþam içinde, veya etrafýnda üretilmesi bir tesadüf deðildir. Öte yandan Ýslamiyet, daðýnýk ve otoritesiz bir coðrafyada, Ortadoðu da, halklarý, þehirleri, yollarý, üretilen mallarý, birbiriyle temas eder hale getirmiþ, dolaþýmý ve deðiþimi hýzlandýrarak muazzam bir ortak-enerjinin açýða çýkmasýný saðlamýþ; bu anlamda, ileriye doðru atýlmýþ her toplumsal adýmda olduðu gibi, en pozitif potansiyelleri ken-
15
Arap düþmanlýðý
dine mýknatýs gibi çekebilmiþtir. Ayný zamanda, tüm halklarýn kültürüyle kurulan baðýn yanýsýra, klasik Yunan kültürüyle kurulan bað son derece belirleyici olmuþ; Katolik Batý dan muhtemelen daha önce (ve kesinlikle ondan çok daha yoðun biçimde) Aristo nun ve diðer antik filozoflarýn eserleri Ortadoðu da bilinir ve tartýþýlýr hale gelmiþtir. 9. ve 15. Yüzyýllar arasý dönemde yaþanan Ýslam aydýnlanmasý, matematik, fizik, kimya, týp, astronomi, felsefe, ve toplumbiliminde büyük atýlýmlarýn yapýldýðý bir dönem oldu. Bu aydýnlanma, Türkler de dahil tüm Ortadoðu halklarýnýn ortak üretimi olmakla birlikte, gerek kullanýlan dil ve alfabe, gerekse bu kültürün serpilmesine olanak veren siyasi temeli ve çerçeveyi kuran unsur olmasý dolayýsýyla, Arap halkýnýn ve kültürünün tartýþýlmaz damgasýný taþýmaktadýr. Bugün resmi ideolojinin Ýbni Sina nýn Türk kökenli olduðu yönündeki iddialarýnýn pek bir anlamý yoktur; zira etnik kökten hareketle (o da doðruysa !) Ýbni Sina nýn baþarýsýný münferit olarak Türkiye ye ve Türklüðe maletmek, ayný mantýkla Mimar Sinan ý Yunanistan a, Tatyos Efendi yi Ermenistan a mal etmekten farklý olmayan bir tür tarihsel gasp eyleminden baþka birþey olamaz. Yazýmýzýn baþýnda sözü geçen ilkel ve vahþi Araplar, cebirin temellerini attýlar. Bugün bilgisayar kullanan herkesin bildiði algoritma kelimesinin kökü, cebir bilminin kurucusu El Harezmi olmuþtur. Bu dönemde, El Harezmi nin yaný sýra Ýbni Sina, Biruni, El Heysem, Bin Lebban gibi çok sayýda matematikçi, Þam dan Endülüs e kadar uzanan bir coðrafya üzerinde bir dizi konuda, ikinci dereceden denklemlerden sayýlar teorisine, trigonometriden pozisyon astronomisine, jeodeziden küresel geometriye kadar bir dizi konuda, Batý da yüzyýllar boyu referans alýnacak eserler yarattýlar. Bütün bunlar Arap dünyasýnda gerçekleþirken, ayný dönemde (12.yüzyýla kadar) Ýngiltere de sýfýr bilinmediði için, kraliyetin maliyesi dahi abaküslerle hesaplanýyor ve tutuluyordu. (A.Maurois, Histoire D Angleterre , s.124) Pozitif bilimlerdeki bu atýlým, ekonomik ve toplumsal yaþamda da meyvelerini vermekte gecikmemiþ; kaðýt, barut üretiminde ciddi yenilikler saðlanýrken alkol gibi kimi ürünler Araplar tarafýndan icad edilen yenilikler olarak dünya tarihine geçmiþtir. Toplumsal planda þehirleþme ve þehir kültürü hýzla yükselmiþ; Paris ve Londra, nüfusu 50.000 den az kasabalar görünümünde iken, Þam, Baðdat, Kahire, toplam 2.000.000 ý aþkýn nüfuslu þehirler olarak uyum, düzen,ve zenginlik içinde geliþimini sürdürmüþtür (Tarýk Ali, Selahattin in Kitabý ,s.1). Bu dönemde Baðdat ýn ulaþtýðý geliþ-
16
miþlik düzeyi, þöyle aktarýlmaktadýr: 9.yüzyýl baþlarýnda, Halifelik dünyanýn en güçlü devleti, baþkenti de (Baðdat SD) en ileri uygarlýk merkeziydi. Bu kentte bin tane diplomalý hekim, büyük bir bedava hastane, düzenli bir posta hizmeti, bazýlarý Çin de þube açmýþ olan birçok banka, mükemmel bir su kanalý þebekesi, bir atýk su sistemi, ve bir kâðýt imalathanesi bulunmaktaydý. Doðu ya geldiklerinde henüz deri üzerine yazmakta olan Batýlýlar, buðday samanýndan kâðýt imal etme sanatýný Suriye de öðreneceklerdir. (Amin Maluf, Araplarýn Gözüyle Haçlý Seferleri , s.82) Felsefede ve toplumbiliminde de manzara doða bilimleri kadar parlaktýr. Ýbni Haldun, tarihin maddi koþullara göre açýklanabilirliðini savunan büyük eseri Mukaddime ile materyalist bir tarih anlayýþýnýn temellerin atmýþ, felsefede Ebu Bekr Razi, Ebul El Amari gibi düþünürler açýkça materyalist bir dünya görüþünü savunmuþ ve geliþtirmiþtir. Arap önderliðindeki müslüman Ortadoðu nun Batý karþýsýnda sahip olduðu bu canlýlýk ve üstünlük (týpký bugün olduðu gibi) kültürel uzantýlarýný yaratmakta gecikmemiþ; çok sayýda Arapça kelime bu suretle Batý dillerine geçmiþtir (amiral, almanak, arsenal, magaza, raket, tarif, çek..vs gibi) Haçlý Seferleri dolayýsýyla Arap dünyasýyla temas eden Avrupa nýn geriliði ve ilkelliði, bu ilk temasta olaðanüstü çýplaklýðýyla gözler önüne serilmiþtir. Döneme iliþkin tarihçilerin ve vakanüvislerin yazdýklarý, kimileri de Papalýk kayýtlarýyla doðrulanan olaylar, Haçlýlarýn yamyamlýk dahil her türlü vahþeti yapabilen, akýl almaz derecede geri, ve cahil insanlar olarak tasvir etmektedir. Bu unsurlar, 200 yýl süren Haçlý seferleri boyunca Arap ve Ýslam dünyasýyla yoðun bir temasý sürdürmüþ; Ortadoðu daki Haçlý varlýðý 1291 de sona erip Avrupa ya geri döndüklerinde, beraberlerinde muazzam bir kültürel malzemeyi götürdükleri tahmin edilmektedir. Tüm büyük Arap bilginlerinin birer Latince isminin de mevcut olmasý, bu insanlarýn Batý nýn ilgi alanýna girdiðini göstermektedir (Ýbni Sina için Avicenna, Ýbn Rüþd için Averroes vs). Papalýðýn elinde toplanan ve Avrupa dillerine çevrilen bu eserler, Batý da yýllar sonra baþlayacak Rönesans ýn gayrýresmi bileþenlerinden, itiraf edilmeyen yapýtaþlarýndan biri olacaktýr. Batý da Endülüs Emevi devletinin Katolik Nisan 2002
fabrika
Arap düþmanlýðý
Ýspanyollar tarafýndan yýkýlmasý, Doðu da ise Moðol istilalarýnýn tüm Ortadoðu haritasýný deðiþtirerek ve varolan devletleri yýkarak yarattýðý kaos, bu büyük medeniyetin de sonunu getirdi. Ortadoðu da bu kaos birkaç yüzyýl sürecek; Ýslam adýna büyük bir siyasi gücün ve medeniyetin kurulmasý bu sefer Türkler tarafýndan Osmanlý devleti kimliði altýnda gerçekleþecektir. Ýnsanlýðýn ortak kültür hazinesine yaptýðý katkýya çok kýsaca deðindiðimiz Arap halklarýnýn bu geçmiþi, onlarý bir kalemde geri, cahil olarak nitelemenin nasýl bir cahillik olduðunu sanýrýz net olarak ortaya koymaktadýr. Bu büyük medeniyetin temsilcilerinin bugün içinde bulunduklarý durum, týpký Osmanlý nýn ihtiþamýný yaþayýp bugün Batý lýlara avuç açmak zorunda býrakýlan biz Türklerin durumu gibi, somut sosyal ve siyasi geliþmelerin, egemen sýnýf politikalarýnýn, yüzyýllar süren sömürgeciliðin ve emperyalizmin direkt sonucudur. Bugün Batý lýlarýn Türkleri barbar ,cahil diye nitelendirmesi bizlerde bir yandan haklý bir öfke yaratmakta, öte yandan yetiþtirdiðimiz büyük deðerleri hatýrlayýp bir dönem ulaþtýðýmýz, ve gene ulaþabileceðimiz büyüklüðü hatýrlamak, öfkemizi daha da bilemektedir. Ayný þekilde, Arap halklarý için, týpký bir Avrupalý bir sömürge subayý aðzýyla yapýlan bu tür dayanaksýz küçümsemeler, bir yandan öfke yaratýrken, bir yandan da geçmiþte yarattýklarý bu büyük medeniyetin bilgisi bu halklarýn fertlerinde haklý bir ulusal gururun yeþermesine yol açmaktadýr. Öte yandan yakýn geçmiþte Mýsýr da, Cezayir de, Libya da, Lübnan da emperyalizme ve onun maþalarýna karþý yüzbinlerce evladýný yitirerek mücadele vermiþ bu halkýn temsilcileri, bugün Filistin de dünyanýn en büyük ve en kan dökücü savaþ makinasýna karþý akýl almaz bir fedakarlýk ve kahramanlýkla savaþmaktadýr. TÜRKLER VE ARAPLAR: HAÇLILARA KARÞI KAVGA ARKADAÞI Türklerin Araplarla ilk kayda deðer temasý, 9.yüzyýlda Ýslamiyet dolayýsýyla gerçekleþmiþtir. Yakýn dönemde yayýnlanan Nasýl Müslüman Olduk ? türü kitaplarda, bu temasýn zulüm ve kanla gerçekleþtiðine, Türklerin kýlýç zoruyla müslümanlaþtýrýldýðýna dair iddialar vardýr. Bu tür çalýþmalar, belli miktar mübalaðayý içermekle birlikte, kýsmen de olsa somut ve doðru tarihsel gerçeklere dayanýyor olabilirler; ancak bundan çýkartýlacak sonuçlarýn belli bir saðduyuya dayanmasý þarttýr. Benimse(t)me þekli ne olursa olsun, Ýslamiyet 1000 yýlý aþkýn bir süredir Türk kimliðinin bir parçasýdýr; ve bu dini Arap kýlýcý zoruyla
fabrika Nisan 2002
kabul etmiþ olmamýz iddiasýndan hareketle (ki bu da baþlýbaþýna tartýþmalý bir iddiadýr) Ýslamiyeti bir talihsizlik , bir kaza, tesadüfen benimsenmiþ bir Arap icadý olarak görmek, ancak derin bir sosyolojik cehaletin göstergesi olabilir. Toplumbilimleriyle bir parça ilgilenmiþ herkes, parçalanmýþ þehir devletlerinden merkezi kýrallýklara, veya savaþçý göçebe bir toplumdan, yerleþik ve merkezi bir imparatorluk tebalýðýna geçiþ ile, çoktanrýlý pagan dinlerden tektanrýlý dinlere geçiþ arasýndaki baðý bilir. Nasýl Batý da göçebe-savaþçý barbar kavimlerin (Norman, Got, Kelt, ) yerleþik devlet kuruculuðuna soyunmalarýyle bu halklarýn Hristiyanlaþtýrýlmasý ayný anda gerçekleþmiþse, Asya da Moðol istilasýnýn Ortadoðu ve Maveraünnehir e doðru ittiði Türkmen kavimlerinin göçebelikten yerleþik bir toplumsal yaþama geçmeleriyle Ýslamiyeti benimsemeleri de ayný zamanda, ayný sürecin deðiþik veçheleri olarak gerçekleþmiþtir. Arap olmayan unsurlara (Türk ve Fars) karþý baskýcý bir tutum izleyen Emevilerden sonra, Abbasiler döneminde Türklerin bir anlamda önü açýlmýþtýr. Önceleri, Hilafet ordularýna paralý askerlik yapan Türkmen unsurlar; kýsa zamanda savaþçý ve yönetici yetenekleri ile sivrilmiþ; bölgedeki mevcut devletlerin yönetici sýnýfý haline yükselmeyi baþarmýþtýr. Örneðin, bizlere 15 Türk devletinden biri olarak aktarýlan Büyük Selçuklu devleti, yönetici elitleri Türk olan bir Fars Devletidir; zira yönettiði coðrafya, tebalýk eden halk, idari bürokrasi, kullanýlan dil, ve devralýnan devlet geleneði büyük ölçüde Fars bir kimlik taþýmaktadýr. Ayný þekilde Abbasi döneminde mevcut olan çok sayýda Arap beyliðinin (Musul ve Þam gibi) yöneticisi olan atabey ler Türkmen soyundan gelmiþtir. Ortadoðu halklarýna karþý topyekun bir saldýrý olan Haçlý seferleri, iþte bu tarihsel çerçevede gerçekleþmiþtir. Kemalist yazar ve tarihçi Doðan Avcýoðlu, Türklerin Tarihi adlý kapsamlý eserinde Türk Fars kaynaþmasýnýn tarihte birçok kere olduðunu, ancak Türk Arap kaynaþmasýna asla rastlanmadýðýný (Türklerin Tarihi, c.5,s.2029) iddia etmiþtir. Bu, Araplarý Türkler açýsýndan bir tür özümsenemeyen yabancý madde olarak gösteren þartlanmýþ bakýþ açýsýnýn, solculara yutturulmak üzere yeniden formüle edilmesinden baþka birþey deðildir; ve geçersizliðinin en somut delili, Haçlý Seferleri olmuþtur. Haçlý Seferleri, en net tanýmýyla, Avrupa lý istilacýlara karþý yürütülmüþ bir Türk-Arap savaþýdýr. Bir Arap savaþýdýr, çünkü savaþýn cereyan ettiði coðrafyada çoðunluk olan etnik unsur, Haçlý barbarlýðýndan en çok zarar gören kitle, ve Haçlýlara karþý savaþan ordularýn
17
Arap düþmanlýðý
esas insan malzemesini oluþturan Araplardý. Öte yandan bu bir Türk savaþýdýr; zira savaþta büyük baþarýlar göstererek Ortadoðu halklarýna umut aþýlayan ve onlarý zafere götüren komutan ve kadrolar, (en baþarýlý komutan ve bir Kürt olan Selahaddin-i Eyyubi dýþýnda) bir Kýlýçarslan, Ýmadettin Zengi, bir Nurettin Mahmut, Musul atabeyi Kürboða, Türkmen kökenli liderlerdir. Yazýlý olan her Haçlý Seferleri tarihi, bu isimler etrafýnda dönmekte, onlarýn baþarý ve icraatlarý temel alýnarak yazýlmaktadýr. Türk komutanlarýn ve savaþçýlarýn Arap halklarýnda yarattýðý coþku, 1250 de Kahire nin Frenk iþgalcilerden temizlenmesini anlatan Arap tarihçi Ýbn Vasýl ýn anýlarýnda þöyle dile gelmektedir: Frenk kýralý kente girdi, müslümanlar ve halk çareyi karmakarýþýk kaçmakta buldular.Ýslamiyet ölümcül bir yara almýþa benzemekteydi, ve Frenkler zaferin meyvelerini Memluk Türkleri geldiðinde henüz toplayacaklardý. Türk süvariler kahramanca saldýrýya geçtiler, Frenkler her yerde gafil avlanýp öldürüldüler.. Kent mahallellerinde herkes ertesi güne kadar üzüntüyle doluydu; ta ki yeni mesajlar Türk Aslanlarýnýn zaferini haber verene kadar. Kahire sokaklarýnda bayram ilan edildi. ( Araplarýn Gözüyle Haçlý Seferleri A.Maaluf, s.308) Haçlý saldýrganlýðýnýn son kalesi olan Kudüs kýrallýðýnýn Selahattin Eyyubi önderliðinde yýkýlmasý, bir anlamda 1096 dan beri bir istilaya karþý omuz omuza savaþmýþ Ortadoðu halklarýnýn ortak zaferi olarak tarih sayfalarýna geçmiþtir. Ancak bugünün egemen bakýþ açýlarýyla yazýlmýþ tarihler, o dönemin sýcaðý sýcaðýna yazýlmýþ anýlarýnýn aksine, bu dönemde oluþan Türk ve Araplarýn silah arkadaþlýðýný yok saymýþ, onun yerine egemen sýnýflarýn körüklediði þoven saplantýlarý ön plana çýkarmýþtýr. OSMANLI VE SONRASI Ýkinci önerme olan arkadan vurma iddiasýný ele almadan önce Osmanlý yönetimi altýnda, Türk ve Arap halklarýnýn iliþkisine deðinelim. Bugün yaþanan düþmanlýðýn, her iki halkýn ortak bilincinde, maalesef hazin bir simetriklik arzeden, gerekçeleri mevcuttur; ve bu gerekçelerin geçerli olduðu zemin; Osmanlý dönemidir. Her iki halk da, diðerini kendi geliþmesine engel olmuþ tarihsel bir ayak baðý olarak görmektedir. Türkler açýsýndan
18
Araplar, mevcut Hilafet dolayýsýyla kavm-i necip olarak tanýmlandýklarý için askerlik yapmadýklarý, Türk halkýnýn onda biri kadar dahi Osmanlý nýn yükünü taþýmadýklarý, üstelik zor zamanda isyan edip onun çöküþünü hýzlandýrdýklarý için güvenilmez ve zararlý bir kavim olarak nitelendirmektedir. Araplar ise, Asyatik (ve dolayýsýyla Türklere akraba) bir kavim olan Moðol istilacýlarýn Arap þehirlerine ve medeniyetine verdikleri zararýn anýsýnýn etkisiyle, Asyatik tüm kavimleri barbar olarak nitelendirme önyargýsýndan hareketle, Türkleri de medeniyet yýkýcý bir kavim olarak görmekte, ve Osmanlý döneminde eski Arap medeniyetinin merkezi olan Þam, Baðdat, Kahire gibi merkezlerin hiçbir geliþme kaydetmediðini belirterek 500 yýllýk Osmanlý egemenliðini Arap halkýnýn uyanýþýnýn engellendiði kaybedilmiþ zaman olarak nitelendirmektedir. Her iki tarafta da ön plana çýkan bu tür yaklaþýmlar sübjektif, meseleleri deðerlendirmede ciddi bir eksen kaymasýný içeren yanýlsamlara dayanmaktadýr. Önce Araplarýnkini ele alalým. Moðol istilalarýnýn Arap medeniyetinin yýkýlýþýnda ciddi etkisi olduðu doðrudur (tümüyle ona indirgemenin tartýþýlabilir bir tez olduðunu belirtmekle birlikte) . Ancak, bu çerçevede tüm Türk kavimleri bir kalemde medeniyet yýkýcýsý olarak görmek, baþta Ýstanbul olmak üzere devraldýklarý Bizans ve Balkan topraklarýnda eþi görülmemiþ bir imar hareketinin yaratýcýsý olan Osmanlýlarý görmezden gelip onlarý da ayný kefeye koymak, týpký Nazi yýkýmýndan hareketle tüm Alman halkýný, ya da Cezayir deki sömürgeciliðin anýlarýndan hareketle tüm Fransýz kültürünü yok saymak türünden bir bayaðý milliyetçilik, ve bir ýrkçýlýktan farký yoktur. 500 yýllýk karanlýk dönem tezi ise, benzer milliyetçi travmalarý aþamamýþ Balkan halklarýndaki þoven argümanlarla benzeþmektedir; ancak bunlarýn haklýlýðýnýn da her türlü ulusal kompleksin ötesinde cesurca tartýþýlmasý gerekir. Adý geçen Arap metropollerinin Osmanlý döneminde eski parlaklýklarýnýn çok gerisinde olduðu, sürekli yerinde saydýðý doðrudur. Ancak bu objektif gerçeðin eksik bir çerçeve içinde deðerlendirilerek kestirme sonuçlara varýlmasý, kaçýnýlmaz olarak belli bir çarpýklýðý beraberinde getirmektedir. Önce þunu hatýrlatalým: Bu þehirler (ve bir bütün olarak Arap medeniyeti) Osmanlý hakimiyetine girdikleri anda zaten 2 yüzyýldýr ciddi bir durgunluk içindeydi; baþka bir deyiþle bu þehirleri ileri medeniyet merkezleriyken Osmanlý nýn bizzat geriletmiþ olmasý þeklinde bir suçlama gülünçtür. Osmanlý nýn eleþtirilecek noktasý; bu þehirlerin geliþmesine katkýda bulunmamak, hakimiyeti altýndaki bu bölgeye bir Nisan 2002
fabrika
Arap düþmanlýðý
dinamizm katmamak olarak tanýmlanmalýdýr. Bu noktada ise þu soruyu sormak gerekir : Osmanlý döneminde yerinde saymasýna göz yummak , geliþmesi için bir çivi bile çakmamak yalnýzca Þam, Baðdat, ve Kahire nin mi kaderi olmuþtur? Bu þehirlere çivi bile çakmamakla suçlanan Osmanlý, Selçuklu nun baþkenti Konya ya, Doðu Anadolu nun en önemli metropolü Erzurum a, Ankara ya, Diyarbakýr a kaç çivi çakmýþ týr? Bu þehirlerde yapýlan en yüzeysel turistik gezi dahi, esas olarak Selçuklu ya, hatta Bizans a ait bir tarihsel profil göstermekte; adým baþý Osmanlý eserlerine rastlamanýn mümkün olduðu bir Ýstanbul, Edirne, Bursa, Selanik, hatta Makedonya nýný aksine, bu þehirlerde Osmanlý ya ait belirleyici bir damga farkedilmemektedir. Deðiþik bölge veya þehirlere yaklaþýmdaki bu farklýlýðýnýn hiçbir ulusal kaygýdan kaynaklanmadýðý , yani Osmanlý nýn sorununun Araplarý geri býrakýp Türkleri geliþtirmek olmadýðý ortadadýr. Tüm mesele, Osmanlý nýn Trakya ve Balkanlarý temel alan bir devlet anlayýþý olmasý, Anadolu ve Mezopotamya nýn ise gerek Osmanlý topraklarýna katýlma sýrasý açýsýndan, gerekse devletin Balkan ve Avrupa yönelimli bir devlet olmasý hasebiyle sürekli ikinci planda kalmasýdýr. Bu, her türlü eleþtiri, övgü, suçlama, aklama çabasýnýn ötesinde, net ve somut bir tarihsel olgudur. Bu olgu, Trakya ve Balkanlarda toplumsal geliþim olanaklarýný Türk ve Türk olmayan unsurlar için açar ve oralarý mamur bölgeler haline getirirken, Anadolu ve Mezopotamya nýn Türk ve Türk olmayan halklarý bu ilgisizliðin sonucunu birkaç yüzyýllýk bir durgunluk ve toplumsal olarak yerinde sayma ile yaþamýþtýr. Yirminci yüzyýlýn baþýna gelindiðinde, kendi unutulmuþluðunu ve geri býraktýrýlmýþlýðýný hatýrlayanlarýn yalnýzca Arap halklarý olduðunu iddia etmek bu açýdan çarpýk bir iddiadýr; zira ayný duyguyu ve bu duygudan kaynaklanan bir toplumsal hareketi Anadolu Türk halký, Kurtuluþ Savaþý nda, daha doðrusu Anadolu Devrimi nde hissetmiþ ve yaþamýþtýr. Dolayýsýyla, bugünkü Arap milliyetçiliðinin anti-Türk söyleminin çarpýklýðý iki noktada toplanmaktadýr: 1) Tüm azgeliþmiþliðin günahýný Osmanlý nýn sýrtýna yýkmak: Kýsaca Türkler olmasaydý neler yapardýk ! sendromu olarak nitelendirilebilecek bu yaklaþým, son 100 yýldýr Slovenya dan Bulgaristan a, Sýrbistan dan Arnavutluða kadar uzanan bir bölgenin de resmi ideolojisi niteliðindedir. Baþka bir yazýda ayrýntýlý bir þekilde ele alacaðýmýz bu sendromun, Arap halklarý arasýndaki versiyonu için söylenecek tek þey þu olabilir: Nasýl Türk halký, azgeliþmiþliðini tümüyle Batý nýn oyun-
fabrika Nisan 2002
larý na indirgeme kolaycýlýðýna kaçmadan, 17. Yüzyýldan itibaren Avrupa nýn yakaladýðý dinamizmi niçin yakalayamadýðýný dürüstçe sorgulamak zorundaysa, Arap halklarý da, Osmanlý hakimiyetine girmeden çok önce içine girdikleri düþüþün ve gerilemenin iç dinamiklerini dürüstçe sorgulamak zorundadýr. Bunu yaparken de, son yüzyýlda ve hala onlarýn kanýný emen emperyalizmin, aslýnda Osmanlý nýn ve onun yönetimi altýndaki haklarýn geri kalmasýnýn ardýndaki faktörlerin biri olduðunu, bu anlamda cellat olarak gördükleri Osmanlý nýn, bir baþka açýdan gerçek cellat olan Batý emperyalizminin bir kurbaný olduðunu, sonuçta da son 100 yýldýr Osmanlý dan kurtulmuþ olmanýn onlarýn baþýný göðe erdirmediðini dürüstçe görmek ve yeniden düþünmek durumundadýrlar. 2) Osmanlý yönetimi altýnda yaþanan duraklamayý Türk düþmanlýðý için kullanmak: Yukarda da belirttiðimiz gibi, bu durgunluk yalnýz Arap haklarý için deðil, belki onlardan çok daha fazla Anadolu nun Türk ve Kürt halký için yýkýcý sonuçlar yaratmýþ; bu sonuncular Batý sömürgeciliðinin pençesine düþmüþ bir aristokratik devlete can verebilmek için son 200 yýl boyunca alýnterini ve kanýný ölçüsüzce akýtmýþ, istikrarlý ve barýþçý bir ortamda çok daha verimli ürünler yaratabilecek bu muazzam potansiyel, savaþ meydanlarýnda ve Batý ya ödenen borç senetlerinde heba olup gitmiþ, bugün büyük bir diriliþ ve atýlým olarak tanýtýlan Türkiye Cumhuriyeti, esas olarak bu büyük yýkýmýn kalýntýlarý ile, elde ne kalabilmiþse onunla kurulmak zorunda kalýnmýþtýr. Bu açýdan Arap halklarý kendi azgeliþmiþliklerinin hesabýný, benzer bir sürecin kurbaný olan Türk halkýndan sormak yerine, bizzat Türk halkýyla birlikte onlarý bu noktaya getiren süreci sorgulamak, azgeliþmiþliðin ve onunla gündeme gelen sömürgeciliðin bu meþum sarmalýný tarih içinde tahlil ve teþhis ederek açýða çýkarmak ve bu keþfin geleceðe yönelik sonuçlarýný birlikte önlerine koymak durumundadýr. ARKADAN VURMA SENDROMU: ARAPLAR NÝYE GÜNAH KEÇÝSÝ? VEYA BÝZÝM LAÝKLERÝN GÝZLÝ ÜMMETÇÝLÝÐÝ Gelelim milliyetçiliðin bizim taraftaki ana tezine. Araplarýn baðýmsýzlýk için ayaklanarak bizi arkadan vurduklarý tezinin tarihsel ayrýntýlarýna, ve Lawrence olayýna aþaðýda deðineceðiz. Ancak önce bu tezin kendi içinde barýndýrdýðý ciddi bir paradoksu ortaya koymakta yarar var. Osmanlý ya karþý ulusal baðýmsýzlýk için çok sayýda halkýn ayaklandýðý, Araplarýn bu konuda yalnýz olmadýðý
19
Arap düþmanlýðý
bilinmektedir. Sýrasýyla Yunanlýlar, Sýrplar, Bulgarlar, Romenler, Arnavutlar, Ermeniler Osmanlý ya karþý ayrý ve baðýmsýz bir devlet kurmak için ayaklanmýþ, bunu yaparken hepsi Avrupa devletlerinden açýk yardým almýþ, Ermeniler dýþýnda hepsi de amacýna ulaþmýþtýr. Daha önce Ermeni Meselesi üzerine yazdýðýmýz yazýda (bkz. Fabrika s.49, Ermeni Sorunu,: Ýki Þovenizmin Kayýkçý Dövüþü ) ) belirttiðimiz gibi, bu baðýmsýzlýk hareketlerini salt Batý nýn komplosu deðil, Osmanlý Devleti nin çatýsý altýnda kalmaya devam etmenin kendilerine ne toplumsal, ne ekonomik, ne de kültürel planda hiçbir þey katmadýðýný hisseden, kendi farklýlýðýný fark eden , ve þu ya da bu sebeple can çekiþmekte olan Osmanlý nýn idari çerçevesi dýþýnda kendine farklý bir geliþme ufkuna yönelmenin önlerini çok daha fazla açacaðýný düþünen halklarýn tarihsel arayýþý olarak görmek gerekir. Bu arayýþlarýn ne denli baþarýya ulaþtýðý ayrý bir konudur; ancak 18 ve 19 yüzyýllarda, toplumsal ve ekonomik planda gerekli atýlýmý (hangi nedenle olursa olsun) yapamamýþ Osmanlý nýn, bu halklar için hiçbir cazibesinin olmamasý doðaldýr; ve anneyle babanýn sefalete düþtüðü bir evde çocuklarýn evi terkederek kendilerine ayrý bir yaþam kurmaya çalýþmalarý ne kadar doðalsa, bu halklarýn kendilerine ayrý bir gelecek kurmaya yönelmelerini de o kadar doðal karþýlamak gerekir. Bu açýdan bakýldýðýnda, Araplarýn diðer halklardan ne farký vardýr ? Sorun Ýngiliz altýný almak sa bu devletlerin hepsi Ýngiliz, Fransýz ve Rus altýn ýyla kurulmuþtur. Sorun þiddet ve vahþetse, Araplarla yaþanan þiddetin yüzlerce defa daha büyüðü (akýl almaz vahþet sahneleri) Bulgarlarla olan mücadelede yaþanmýþtýr. Sorun Osmanlý nýn zor zamanýnda darbe vurmaksa, bu halklarýn hepsi vurduklarý darbelerin hepsini (Bulgar Prensliðinin kurulmasý, Girit in ilhaký, Bulgar devletinin sýnýrlarýnýn geniþletilmesi ) vurabilmek için Osmanlý nýn zor zamanlarýný kollamýþlardýr. Ancak bugün kimse Türkiye de Bulgarlarýn ihanetinden ya da bizi arkadan vurduðundan bahsetmemektedir. Bütün eski Osmanlý tebasý milletler için hoþ görülen bu ulusal baðýmsýzlýk arayýþý, Araplara niçin fazla görülmektedir? Her ihanet hissinin ardýnda, sahip olunan aziz bir ortak deðeri öbür tarafýn yok saydýðý, ayaklar altýna aldýðý fikri yatar. Araplarla ulusal ya da coðrafi ( Anadolululuk temeli gibi) bir ortaklýðýmýz olmadýðý açýktýr. Sahip olduðumuz bir tek anlamlý ortaklýk vardýr: O da Ýslam dinidir. Paradoks da tam burda baþlamaktadýr. Bugün Türkiye de Araplara karþý daha hoþgörülü bir tavrý (dev-
20
rimci sosyalistler dýþýnda) hep islamcý-ümmetçiler savunagelmiþ; ihanet ve arkadan vurma temasýný iþleyenler ise hep laik-kemalist kesim olmuþtur. Arap isyanýný ihanet olarak görmek, ancak dini unsuru öne çýkaran, din adýna ulusal kimliðin ve bilincin ikinci plana atýlmasýný savunan ümmetçi bakýþ açýsýný benimsemekle mümkündür. Yani Araplar müslüman olduklarý için, müslüman olan biz Türklere karþý isyan etmemeliydi türünden bir yaklaþým, Ýslamýn birleþtirici özelliðini ulusal kimliðin üstüne koyan, ulusal arayýþlarý Ýslam adýna bastýran ümmetçi bakýþ açýsýnýn ürünüdür; ve TC nin ve kemalist bakýþ açýsýnýn temelleriyle taban tabana zýttýr. Bir insan ümmetçiyse, 1915 Arap isyanýný Ýslamýn kardeþliðine ihanet olarak nitelendirebilir. Ancak bir insan laik ve kemalistse, ulusal kimliðin dini profilin üstünde olmasý gerektiðini, dinsel birliðin ya da benzerliðin ulusal özellik yanýnda asla belirleyici olmamasý gerektiðini savunuyorsa, ayrý bir ulus olarak Araplarýn Türklerden ayrýlarak farklý bir devlet kurma arayýþýna girmelerine saygý göstermekten baþka yapacaðý birþey olamaz. Hem laik-ulusalcý olup, hem de ihanet yaygaralarýna kendini kaptýrmak, ya bilinçaltýndan sökülememiþ bir gizli ümmetçiliðin, ya da bu kadar basit bir tahlili yapýp tutarlý kalabilmek için gerekli zihinsel derinlikten yoksun olmanýn sonucu olarak deðerlendirilmelidir. Elbette iþin özü, kiþisel özelliklerde deðil, iktidarlarýn siyasi tercihlerinde yatmaktadýr. Gene müslüman olup da bize az darbe vurmayan, ayný deyimi kullanmak gerekirse Balkan Harbinde bizi arkadan vuran Arnavutlarýn da pek suçlanmayýp geçiþtirildiði göz önüne alýndýðýnda, Araplarýn özelliði ne ? sorusu bir kere daha ortaya çýkmaktadýr. Bu sorunun, son bölümde ayrýntýlý ele alýnacak cevabý þudur: Türkiye Cumhuriyeti, Batý emperyalizmi ile bir uzlaþma üzerine kuruludur. Bu uzlaþmanýn temellerinden biri de, TC nin Ortadoðu ya sýrtýný dönmesi, buradaki Batý politikalarýna kesinlikle müdahale etmemesi, bu bölgede bir güçolma arayýþýna asla girmemesidir. 100 yýldýr böylesine karýþýk ve dinamik bir bölgeye Türk halkýnýn sýrtýný çevirebilmenin yolu, bölge halklarýyla, bunlarýn en büyüðü olan Arap halklarýyla yakýnlaþmayý engelleyecek efsane ve söylemleri diri tutmaktýr. Arap ihaneti söyleminin ardýndaki hesap budur; ve bu, aþaðýda göreceðimiz gibi baþka ve bu sefer gerçek bir ihanetin kapýlarýný açmýþtýr, açmaktadýr. LAWRENCE: 80 YILLIK KOMPLEKS 1. Dünya Savaþý nýn baþýnda Kahire de görev Nisan 2002
fabrika
Arap düþmanlýðý
yapan genç bir Ýngiliz yüzbaþý, T. E. Lawrence, yaptýðý büro iþinden sýkýlarak daha aktif görevlere talip olduðunu Ýngiliz Ýstihbaratýna bildirir. Arap yarýmadasý ve Mezopotamya da yaþayan Arap halklarýný Osmanlý ya karþý ayaklandýrmak gibi bir hayali (o dönem herkes için bir hayaldir bu) olan Lawrence, hýzla iþe giriþir. Önce, kendine bir lider seçer: Bu, Mekke Þerifi Emir Hüseyin dir. Baðýmsýz bir devlet olabilmek için Ýngilizlerle iþbirliðini kabul eden Emir Hüseyin, Lawrence ýn olaðanüstü stratejik ve organizasyonel yeteneði, Ýngiliz Kýrallýðýnýn da askeri ve lojistik desteðiyle isyanýný büyütür, ve 1. Dünya Savaþý nýn kaosu içinde isyan hýzla yayýlýr. 1918 de Ýngilizler ve isyancý ordular Þam a girerek zaferlerini tescil ederler. Önce Lawrence hakkýnda birkaç noktaya deðinelim. Bu þahýs, ülkemizde uzun süredir varlýðýný sürdüren milliyetçi histeri içinde, Türk siyasal-kültürel yaþamýnýn en ciddi aþaðýlýk komplekslerinden birini oluþturmaktadýr (birden fazla Oscar almýþ Arabistan lý Lawrence filmi yýllar boyu Türkiye de yasaklanmýþtýr) . Onun hakkýnda Türk yazarlarýn yazdýklarý yazý ve incelemelerde istisnasýz en çok vurgulanan nokta, Lawrence in homoseksüelliði dir. Þovenizmden sýyrýlarak meseleye bakarsak kýsaca þunlarý söylemek gerekir: Ýngiliz emperyalizminin ajaný olan Lawrence, yalnýz islami veya milliyetçi açýdan deðil, sosyalist açýdan da þüphesiz ki bir düþmandýr; ancak saygýyý hak eden bir düþman. 27 yaþýnda baþlattýðý isyanýn sonunda , Þam a atýyla girdiðinde henüz 30 yaþýndadýr. Anýlarýný yazdýðý Bilgeliðin Yedi Direði adlý kitap, bir isyanýn ve silahlý bir direniþin örgütlenmesi konusunda muazzam bir gözlem, analiz, bilgi, ve deney deposu niteliðindedir; öyle ki, Vietnam Kurtuluþ Savaþý nýn efsanevi komutaný General Giap, bu kitabý baþucu kitabý yapmýþtýr ( Bir general için bu, kitaplarýn kitabýdýr Historia, sayý 259,s.100). Arapçayý tüm yerel lehçeleriyle birlikte mükemmel konuþmasý, Lawrence ýn askeri ve politik yeteneklerini tamamlayan bir faktör olmuþtur. Dolayýsýyla, Lawrence ýn cinsel tercihleri hakkýnda spekülasyon yapmak yerine, onun attýðý adýmlarda somutlaþan askeri ve siyasal yeteneðinin objektif bir analizini yapmak, çok daha akýllýca ve akademik olabilirdi. Türk þovenizminin ahmaklýklarýndan sýyrýlabilen her sosyalist için ise , gayrinizami savaþýn 20. yüzyýldaki ilk büyük üstadý olan T. E. Lawrence, siyasal ve askeri literatür açýsýndan keþfedilmesi ve yararlanýlmasý gereken bir zenginlik olarak önümüzde durmaktadýr. Ýkinci konu, meþhur bir iddia olan Lawren-
fabrika Nisan 2002
ce ýn Türk düþmanlýðý na iliþkindir. Lawrence in kitabýnda, buna dair ciddi ve anlamlý bir iz yoktur. Yalnýz Araplarýn deðil, Türk halkýnýn da Osmanlý nýn son döneminde yaþadýðý acýlara ve zorluklara deðinmekte (bkz. Bilgeliðin Yedi Direði , s.56-57), askeri planda ise Türklere açýkça saygý duymaktadýr. Ancak, özellikle Ýttihat ve Terakki hükümetinin son dönemlerde izlediði milliyetçi politikanýn Arap dünyasýnda yol açtýðý hayal kýrýklýðýný ve antipatiyi ortaya koymakta, bunu da (iþin en ilginç yaný) bir tür esefle belirtmektedir ! Sonuçta kendisinin de bütün yaptýðý, bu politikanýn olumsuz sonuçlarýný Ýngiltere yararýna kullanmaktan ibaret olmuþtur. Üçüncü nokta ise, Araplarýn gerçek tavrýna iliþkindir. Genel kanýnýn aksine, Araplar, Türklere ihanet etmek için iþaret bekleyen bir konumda olmamýþ; çok ciddi tereddütler, Osmanlý adýna yapýlan hatalar, bu hatalarýn yarattýðý tepkiler, bu tepkilerin kýþkýrtýlmasý vs gibi uzun ve sancýlý bir süreç sonunda bu halk Osmanlý yönetimine karþý isyana itilmiþtir. Lawrence anýlarýnda, Araplarý kýþkýrtmada karþýlaþtýðý zorluklarý belirtmiþ, bir keresinde Osmanlý aleyhine yaptýðý ajitasyonun soðuk duþ etkisini yarattýðýný, Araplarýn hala Müslüman bir yönetime karþý ayaklanma konusunda ciddi bir iç çekiþme ve hesaplaþmayý yaþadýðýnýn hisedildiðini belirtmiþtir. ( Bilgeliðin Yedi Direði , s.134) Burada özellikle Ýngilizlere koz veren olay, Fahri Paþa nýn bazý isyancý kabileleri cezalandýrma adýna sivil halka karþý kullandýðý aþýrý þiddet ( Bilgeliðin Yedi Direði , s.122), ve Cemal Paþa nýn Suriye de yaptýklarý olmuþtur. Ýttihat ve Terakki iktidarýnýn 3 büyükleri nden biri olan olan Cemal Paþa, Suriye valisi iken, Þam da bir Arap isyanýnýn örgütleyicisi olduklarýndan þüphelenilen bir dizi aydýný astýrmýþtý. Falih Rýfký nýn son derece deðerli anýlarý ve gözlemleri içeren kitabý Zeytindaðý nda bu olaya deðinilmekte; bir kýsmý isyancýlýðý þüphe götürür, sýradan aile babasý profilinde; ancak çevrelerinde büyük saygýnlýðý olan bu aydýnlarýn asýlmasýnýn Arap halkta büyük nefret yarattýðýna iþaret edilmektedir. Cemal in bu tavrý, Ýttihat ve Terakki politikasýnda son dönemlerde oluþan milliyetçi yönelimin bir uzantýsýdýr; ve Araplar, bu þoven eðilimli politikadan maðdur olan uluslardan yalnýzca biri olmuþtur (en büyük maðdurlardan birinin Ermeniler olduðuna daha önce deðinmiþtik) Emir Hüseyin, kendi iktidar emelleri dolayýsýyla Ýngilizler tarafýnda kullanýlmýþ; sonunda elde edilen baðýmsýzlýk bütünüyle Ýngilizler yararýna bir statükoya çevrildiðinde buna tepki göstermiþ; siyasi rakibi Ýbn-i Suud üzerine saldýrýp
21
Arap düþmanlýðý
daha güçlü olduðunu ispat edince, Ýngilizler onu yüzüstü býrakmýþ, o da Kýbrýs a kaçmaya mecbur olmuþtur. Burada bir tür sürgün hayatý yaþayan ve Ýngilizler tarafýndan para tahsisatý kesildiði için kiþisel eþyalarýný satmak zorunda kalan Hüseyin in, ömrünün son dönemlerinde, daha önce izlediði yol konusunda ciddi bir vicdan azabý duyduðu iddia edilmektedir. (Cemal Kutay, Teþkilatý Mahsusa ve Hayber de Türk Cengi , s.175) Emir Hüseyin in etrafýnda geliþen isyan hareketi, Arap dünyasýnda o dönem gerçekleþen geliþmelerden yalnýzca biridir. 1914 1923 arasý dönemde, Arap dünyasýndaki yegane politik tavýr bundan mý ibarettir ? ANADOLU DEVRÝMÝNÝN ARAP HALKLARINDA YARATTIÐI COÞKU Bu noktada, resmi tarihin bilerek es geçtiði bazý olgularý ortaya koymakta yarar var. Bunlar Arap = Türk Düþmaný þeklinde 70 yýl öncesinden bugüne kadar süregelen yalaný sarsmakta, çok farklý bir resme iþaret etmekte, Batý saldýrganlýðýna karþý Türkler ve Araplar arasýndaki dayanýþma duygusunun Haçlý Seferleri ile sýnýrlý olmayýp yakýn dönemde de canlý örnekler ürettiðini göstermektedir. O yýllarda, Ekim Devrimi nasýl uluslararasý planda iþçi hareketinin ve solun gözünü diktiði bir çekim merkezi olmuþsa, Anadolu devrimi de Üçüncü Dünyanýn gözünde bir sembol olmuþ; ilk defa Avrupa lý emperyalist devletlere ve onlarýn maþalarýna karþý bir Doðulu halkýn silahlý direniþe geçmesi, tüm Doðu halklarýnda; Hindistan dan Kuzey Afrika ya kadar yanký ve sempati uyandýrmýþtýr. Bahsedilen coðrafyanýn önemli bir bölümünde de Arap halklarýnýn yaþadýðý malumdur; ve dolayýsýyla onlar da bu resmin bir parçasýdýr. Önce Suudi isyanýndan hareketle tüm Arap dünyasýný Suudilerle özdeþleþtirme kurnazlýðýna deðinelim. Kuzey Afrika da da Mýsýrdan Libya ya, Cezayir den Tunus ve Fas a kadar olan bölgede büyük bir Arap nüfus yaþamaktadýr; ve Osmanlýyla isyan etme isyaný bastýrma türünde gergin iliþkilerin yaþandýðý Arap yarýmadasý ve Mezopotamya nýn aksine, Kuzey Afrika da böyle bir iliþki yaþanmamýþ; aksine Osmanlý nýn yumuþak karný olan bu bölgede, Batýlýlarýn iþgal giriþimlerine karþý Osmanlý, yerel halkla birlikte savaþmýþtýr. 1912 de Libya nýn Ýtalyanlarla iþgaline karþý Enver Bey komutasýnda bir grup Ýttihatçý subayýn yerel direniþi örgütlemek için sürdürdükleri mücadele, ciddi bir sempati
22
kaynaðý olmuþtur. Bu sefer, Anadolu halký emperyalist iþgale karþý silaha sarýldýðýnda benzer bir heyecan yaþanmýþ, Ýkinci Ýnönü zaferinden sonra Libya kýralý Þeyh Sünûsi Ankara Meclisi ne tebrik telgrafý çekmiþtir. (M.Goloðlu, Cumhuriyete Doðru , c.4, s.145). Kurtuluþ Savaþý nýn Ýslam alemi açýsýndan taþýdýðý enternasyonalist anlam, Birinci Meclis teki konuþmalara da yoðun biçimde yansýmýþtýr. 23 Nisan ýn bayram ilan edilmesi konusu görüþülürken, Bursa mebusu Muhiddin Baha Bey þunlarý söylemiþtir: Bütün Ýslam dünyasýnýn ümitleri ve istekleri bu Meclis e ve Anavatan a baðlandý. Bundan ötürü, yalnýz Türklerin, yalnýz Anadolu nun deðil, bütün Ýslam dünyasýnýn hayatýný, geleceðini kurtaracak olan bir milletin temellerini 23 Nisan da attý. (M.Goloðlu, Cumhuriyete Doðru , c.4, s.151) Bu çerçevede, Kurtuluþ Savaþý nýn Arap dünyasýnda yarattýðý etkiyi, 1922 yýlýnda Ankara ya gönderilen iki Komintern görevlisi, Leonid ve Friedrich, þöyle aktarmaktadýr: Arap ülkelerindeki ulusal hareket, Ýstanbul dan Kemalistlerce atýlan Ýngilizlerin þimdi de Müslüman Doðu ülkelerinde tepelerine binmekte, Mezopotamya da Ýngiliz iþgal kuvvetlerini kovalamakta, Mýsýr ve Filistin de Kemal Paþa lehine büyük gösteriler düzenlemekte, bütün bu ülkelerde menfur Ýngiliz sömürge köleliðini kesin sonuna erdirmek için uygun aný beklemektedir .Mezopotamya da bu ulusçular, muzaffer Türk ordusuyla birlik, Ýngilizlere karþý Cihat ! parolasýyla genek bir halk ayaklanmasý örgütlüyorlar Emir Faysal ýn (Ýngiliz iþbirlikçisi Þerif Hüseyin in oðlu SD) tahtý çökmektedir. (Leonid-Friedrich, Ankara 1922 , s.19) Gözden kaçýrýlmamasý gereken bir diðer nokta, Ýttihat Terakki içindeki Arap aydýnlardýr. Çok uluslu bir örgütlenme olarak Ýttihat ve Terakki içinde yer alan bu unsurlar, Osmanlý Ýmparaorluðu yýkýlýnca kendi ülkelerinde Ýttihat ve Terakki nin prensipleri, yani baðýmsýzlýk ve toplumsal reformlar için mücadeleye devam etmiþlerdir. Kurtuluþ Savaþý baþlayýnca, Fransýzlara karþý Suriye de baþlamýþ olan Arap Milli Hareketi, Türk Güney CepNisan 2002
fabrika
Arap düþmanlýðý
hesinin yükünü bir dereceye kadar hafifletmiþtir. Türk ve Arap kuvvetleri arasýnda kalan Fransýzlar iki tarafta birden savaþmak zorunda kalmýþtýr. Arap Milli kuvvetleri zaman zaman Türk topraklarýna kadar girerek Fransýzlarý tedirgin etmiþlerdir. Buna karþý, Türk Kuvayý Milliyesi , akýnlarýný Kuzey Suriye ye kadar uzatmýþtýr. (Sabahattin Selek, Anadolu Ýhtilali s.390) Arap yurtsever hareketi 1921 de Ankara Hükümeti ne bir Türkiye Suriye Irak konfederasyonu önerisi getirmiþlerdir. (Sabahattin Selek, Anadolu Ýhtilali s.390). Bu öneri, açýkça reddedilmemekle birlikte, olaylarýn geliþimi içinde gündemden düþmüþtür. TÜRKÝYE CUMHURÝYETÝ HÜKÜMETLERÝ, ARAPLARI KAÇ KERE ARKADAN VURDU ? Kurtuluþ Savaþý nýn ertesinde, yeni kurulan cumhuriyetin dýþ politikasýnýn en önemli özelliði, Ortadoðu ya karýþmamak olmuþtur. Ýngiltere, Fransa, ve yükselen emperyalist güç ABD nin Ortadoðu da güç kazanmak için giriþtikleri mücadeleye Türkiye nin kayýtsýz kalmasýnýn ilk bakýþta makul gözüken gerekçeleri vardýr. Ülke, bir yýkýmdan çýkmýþtýr, ve kendi öz varoluþunu koruma dýþýnda, baþka bir hedef için kimseye kafa tutacak gücü yoktur. 1914 18 arasýnda Yemen de, Irak ve Filistin de imparatorluðu ayakta tutmak adýna çöllere gömdüðümüz onbinlerce Anadolu lu gencin anýsý, Ortadoðu nun Türkiye halký için bir ilgi alaný olmasýný doðal olarak engellemektedir. Dolayýsýyla, Türkiye için en doðrusunun, bir an önce yaralarýný sarmak; bu arada da kimseyle gereksiz yere (hele Ortadoðu için asla !) çatýþmamak olduðu düþünülmektedir. Bu gerekçeler, ne denli makul gözükürse gözüksün, geçersizdir ve aslýnda temelde varolan ciddi bir sapmayý, bir geri dönüþü örtbas etmeye yarayan birer bahane olmaktan öteye gitmemektedir. Türkiye için Ortadoðu ve Arap dünyasý ile ilgilenmemek, ülkenin o anlýk güçsüzlüðünden kaynaklanýyor olsaydý, geçici olur, ve bir süre sonra o bölgede güç ve etkinlik kazanma arayýþýna giriþilirdi. Ýç Savaþ taki Sosyalist Rusya da çok sýkýþýk ve güçsüz bir anýnda, Brest-Litovsk ta büyük (neredeyse aþaðýlayýcý) tavizler vermiþ, Beyaz Rusya ve Ukrayna yý Alman iþgaline terketmek zorunda kalmýþtýr. Ancak bu, gücünü toparladýktan sonra o bölgelere yeniden yönelmesini ve politikasý doðrultusunda buralarý Sovyet yönetimi altýna almak
fabrika Nisan 2002
için hücum etmesine engel olmamýþtýr. Türkiye açýsýndan beklenen, elbette ki Ortadoðu da yeni kurulan Arap devletlerini topraklarýna katma þeklinde saldýrgan ve emperyalist bir politika deðildi ( bunun artýk zemini kalmamýþtýr). Sorun, öncelikle bölgede bir güç olan ve Türkiye halký için de tehdit oluþturan emperyalizme karþý bölge halklarý ve onlarýn yurtsever temsilcileri ile diyalogu güçlendirerek Batý ya karþý bir güç oluþturmaktý. Tam bu noktada, yukarda bahsettiðimiz sapma veya geri dönüþ e deðinmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluþunda þu ikilem hep olmuþtur: Batý ya karþý, onun iliþki aðýnýn dýþýnda kalarak ve onunla gerekirse çatýþmayý göze alarak mý varlýðýný sürdürmek, yoksa Batý yla bütünleþmeyi hedefleyerek, ona yüzde yüz teslim olunmasa bile onun iliþki aðý içinde kendi varlýðýný tanýmlayan bir yaþamý mý sürdürmek ? Türkiye Cumhuriyeti, bu ikinci alternatifi seçmiþ, dýþ dünyayla iliþkisini de bu seçimin gerekleri üzerine oturtmuþtur. Birinci tercihte, Batý ya raðmen ayakta kalabilmeniz için desteðe ihtiyacýnýz vardýr; ve bu desteði bulabileceðiniz tek yer, (yeterince güçlenmemiþ Sovyet Rusya hariç) ayný emperyalist tehdit altýnda yaþayan bölge halklarý ve devletleridir. Böyle bir durumda, ekonominiz ne kadar harap olursa olsun, bu birliktelik sizin için hava ve su kadar önemlidir, ve bir süre sonra böyle bir hedefe yönelmenizi kimse önleyemez. Ancak Batý yla birlikte bir gelecek düþünüyorsanýz, komþu halklarýn ( bu arada en kalabalýk komþu olan Arap halklarýnýn) sizin için sýkýcý bir aný olmaktan öteye gidememesi doðaldýr. Bölgeyle ilgilenseniz bile, bu, doðal olarak yeni dostlarýnýz ve müttefikleriniz olan Batý lýlarýn çizdiði çerçeve ve politikalar doðrultusunda olacaktýr. TC nin 75 yýldýr izlediði politikalar, bu varsayýmlarýn en somut kanýtýdýr. 20 li ve 30 lu yýllarda Arap dünyasý nda ciddi anti-emperyalist baþkaldýrý hareketleri olmuþtur : Libya da Ömer Muhtar hareketi, Rif bölgesinde Abdülkerim hareketi gibi. Sovyetler Birliði ve uluslararasý komünist hareket dahi, esas olarak islami ve yurtsever bir karakter taþýyan bu hareketleri açýkça desteklerken, TC nin bu hareketlere sempati ve moral desteðini belirtme düzeyinde dahi bir yardýmý olmamýþtýr. Ancak, bu kayýtsýzlýk daha sonra, yani emperyalizmin baskýsý Arap halklarý üzerinde derinleþtikçe, giderek Batý ya açýk destek þekline dönüþmüþ; bu sefer TC hükümetleri, yaþam savaþý veren Arap halklarýný defalarca arkadan vuran bir devlet konumuna düþmüþtür. Ýþte örnekler: Fransýz sömürgeciliðine karþý mücadele veren,
23
Arap düþmanlýðý
bu savaþta akýl almaz kayýplara uðrayan kahraman Cezayir halkýnýn mücadelesi, 1950 lerde Birleþmiþ Milletler in gündemine geldiðinde, Türkiye iþgalci Fransa yý desteklemiþtir. Bu utanç verici eylem, ayný zamanda dýþ politika tarihimizin en büyük kara lekelerinden biridir. 1958 de Lübnan da ilerici Müslümanlara karþý Hýristiyanlarýn lehine müdahale etmek isteyen ABD, Türkiye deki Ýncirlik üssünü kullanmýþ; Amerikan deniz piyadelerinin yaptýðý çýkartma Türkiye den sevk ve idare edilmiþtir. 1985 de, Almanya da bir diskoteðin bombalanmasýný bahane eden ABD, Libya da sivil hedefleri bombalamýþ; bombardmanda Kaddafi nin küçük kýzý dahil çok sayýda masum sivil ölmüþtür. Bazý tarafsýz Avrupa ülkelerinin dahi kýnadýðý bu hareketi, Türkiye BM de çekimser oyla geçiþtirmiþtir. Irak savaþý nda, açýkça ABD nin yanýnda yer alan Türkiye, yakýn tarihin en büyük sivil katliamlarýndan biri olan Baðdat bombardýmanýna (150.000 sivilin öldüðü bildirilmiþtir) lojistik destek sunmuþtur. Türkiye ekonomisine verdiði zarar bir yana, Irak için de baþka bir tür sivil katliamýna dönüþen Irak a ambargo politikasýna destek, o gün olduðu gibi bugün de sürmektedir. Bunlara ek olarak, özellikle 12 Eylül 1980 den bu yana Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, Ýsrail Filistin çatýþmasýnda asla Filistin den yana açýk tavýr almamýþ, asla Ýsrail I þu ya da bu eyleminden ötürü açýkça mahkum eden bir beyanatta bulunmamýþtýr. Ýsrail içinde dahi protesto gösterilerine neden olan 1982 Lübnan iþgali, o dönem askeri faþizmin çizmesi altýnda olan Türkiye tarafýndan sessizce geçiþtirilmiþ; hükümet bugün Kosova ve Bosna daki katliamlara gösterdiði tepkinin onda birini bile Sabra ve Þatila katliamlarýna karþý göstermemiþtir. Bu gidiþat, geçmiþ dönemlerde önce Ortadoðu ya ilgisizlik, daha sonra da emperyalistlerin istediði þekilde ilgi gösterme þeklindeki politik macerada yeni ve son derece karanlýk bir döneme iþaret etmektedir. TÜRKÝYE: ÝSRAÝL UYDUSU MU ? ARAP HALKLARININ DOSTU MU ? Türkiye de MGK yoluyla egemenliði elinde tutan askeri-bürokratik klik, dýþ politikada AB üyeliði alternatifini görünürde reddetmemektedir; ancak bu alternatifi istemediði de aþikardýr. Avrupa burjuvazisinin uzun toplumsal mücadeleler sonucunda benimsediði ve AB ye standart olarak be-
24
nimsettiði siyaset tarzýnda, ordunun bu denli belirleyici olduðu bir yapýya yer yoktur; dolayýsýyla AB ye entegrasyon demek; mevcut baský yasalarýnýn ferahlamasý bir yana, medyanýn ve yargýnýn tümünü, bütçenin ise % 40 ýný kontrol eden ordunun bu ayrýcalýðýný kaybetmesi demektir. O yüzden MGK, dýþ politika alternatifi olarak baþka bir iliþkiyi; bu ayrýcalýklarýna iliþmediði gibi, bölgede yarattýðý gerilim dolayýsýyla da kendisini de sürekli ön planda tutacak bir iliþkiyi tercih etmektedir. Böyle bir iliþkiyi ona sunan tek güç Ýsrail dir. Son 10 yýl içinde TC nin Ýsrail le iliþkisinin gerek çapý, gerekse kapsamý endiþe verici boyutlara ulaþmýþtýr. Askeri ihalelerde, Ýsrail aðýrlýðý giderek artan bir tedarikçidir. Ýsrail istihbaratýnýn Türkiye de ve Türk istihbaratý içinde son 20 yýldýr nasýl cirit attýðý, Susurluk la iyice su yüzüne çýkmýþtýr. GAP bölgesinde Ýsrail in yoðun bir þekilde arazi satýn aldýðý ve buraya kendi vatandaþlarýný yerleþtirdiði bilinmektedir. Ayrýca Ýsrail in Manavgat ýn suyuna talip olduðu da gazetelere ayan beyan yansýmýþtýr. Her türlü ahlaki duyusunu yitirmiþ olan Ýkitelli medyasý, Ýsrail I övmek için hiçbir fýrsatý kaçýrmamakta ( Körfez depremindeki kýzý kurtaran Ýsrailli yüzbaþý ya düzülen övgüler hatýrlansýn), buna karþýlýk Araplarla dostluðu geliþtirebilecek her þeye sansür koymaktadýr ( gene Körfez depreminde, Ýsrail in fersah fersah üstünde maddi yardým yapan Kuveyt ve Suudi Arabistan ýn yardýmlarý es geçilmiþtir) Bu gidiþatýn Ýsrail in müttefiði olmanýn gereði olduðunu iddia edenlere kargalar bile güler. Herkes bilmektedir ki, Ýsrail denen ülke, üzerinde yaþayan 3-4 milyon Yahudi nin deðil, onlarýn çok ötesinde kökleri Washington a ve tüm Batýlý baþkentlere uzanan Yahudi sermayesinin, onun uluslararasý iliþkilerinin, bu temelde yükselen organize bir güç olarak siyonizmin temsilcisidir; ve bu anlamda da açýkça bir süper güçtür. Uluslararasý planda efendilerinden baþka dost u olmayan, iç politikada ise sürekli bir istikrarsýzlýðý ve dehþet dengesi sendromunu yaþayan Türkiye nin, böyle bir gücün eþit bir müttefiði deðil, ancak ve ancak uydusu olmaktan baþka bir þansý ve seçeneði olamaz. Sonuçta gelinen nokta oldukça hazindir. Önce Osmanlý nýn mirasýný reddettik diye Ortadoðu ya gözlerini kapatan; biz farklýyýz ve Batýlýlaþýyoruz diyerek Arap halklarýnýn (aslýnda bizim Kurtuluþ Savaþýmýza çok benzeyen) mücadelelerine sýrtýný dönen, ancak yýllar sonra Batý lýlarla girdiði iliþkiler dolayýsýyla Ortadoðu yla ilgilenmeye baþlayan; onda da Batý lýlarý Nisan 2002
fabrika
Arap düþmanlýðý
hoþ tutmak için en onur kýrýcý tavýrlarý sergilemekten çekinmeyen TC hükümetleri, þimdi de bölge halklarý için en büyük tehditi oluþturan bir cinayet makinasýnýn, Ýsrail in uyduluðuna doðru aðýr aðýr kaydýrýlmaktadýr. TARÝHÝ HALKLAR YAZAR Bugün Ortadoðu nun dünya kapitalizmi açýsýndan önemi göz önüne alýnýrsa, emperyalizm için en büyük kabusun ne olduðu kolayca anlaþýlabilir. Bu, Ortadoðu nun ezilen halklarýnýn, aralarýndaki tüm suni düþmanlýklarý aþarak potansiyellerini birleþtirmeleridir. Özellikle Ortadoðu nun 3 büyük halký olan Türk, Arap, ve Fars halklarýnýn kendi çapsýz yöneticilerinin iktidarlarýný sürekli kýlmak için yaydýklarý aptalca þovenizmden sýyrýlmalarý, ve ortak deðerleri öne çýkararak yakýnlaþmalarý, emperyalizmin bölgedeki manevra gücünü sýfýra indirecek; 100 yýllýk yaðma ve iþ-
Deniz in FKÖ deki kimlik kartý
gal politikalarý için bir anlamda sonun baþlangýcý olacaktýr. Bu kabustan kaçmanýn yolu ise, halklar arasý güvensizliði, eski düþmanlýklarý, bunlara dayalý efsaneleri, ve öteki ile dostluðun imkansýzlýðýný vurgulamaktýr. Bu açýdan, Türkiye de bir kasaba aydýný böbürlenmesinden baþka birþey
fabrika Nisan 2002
olmayan Kalleþ Araplar edebiyatý, týpký vahçi, yýkýcý Türkler , týpký yobaz Acemler edebiyatý gibi, emperyalizmin ve onun yerel yardakçýlarýnýn hizmetindedir. Ancak Ortadoðu halklarý, ne Türkiye yi 20 yýldýr yöneten militarist oligarþiden, ne onlara yardakçýlýk eden resmi ideoloji savunucularýndan, ne kemalizmin Arap versiyonu olan BAAS akýmýnýn þoven liderlerinden, ne de Pentagon imalatý Yeþil Kuþaðýn döküntüsü islamcý yobazlardan ibarettir. Ortadoðu halklarý sadece ortak bir dini inancý deðil, onunla beraber gündeme gelmiþ bir dizi kültürel unsuru; edebiyatta, müzikte, mimaride, þiirde, mutfak kültüründe, folklorda, düþünce tarihinde sayýsýz ortak olguyu; ama hepsinden önce Batý Avrupa nýn saldýrganlýðýna, yaðmacýlýðýna, ve sömürgeciliðine karþý acý, öfke, umut, ve mücadele dolu 1000 yýllýk ortak bir tarihi paylaþýyorlar. Bu ortak birikimin ýþýðýný, hiçbir þoven milliyetçinin, hiçbir emperyalist propaganda ajansýnýn çamuru sývamaya yetemez, yetmeyecektir. Bugün Yemen de, Libya da, Tunus ve Cezayir de Türk halkýna ve Türkiye ye karþý derin bir saygý ve sempatinin varlýðýný, her canlý tanýklýk bize aktarmaktadýr. Bugün Türkiye halkýnýn Filistinlilerin çektiði acýlarý seyrederken, ya da Irak ta ambargo kurbaný çocuklarý izlerken nasýl kahrolduðunu ve ABD ve Ýsrail e nasýl lanet yaðdýrdýðýný herkes bilmektedir. Yakalanmasý ve geleceðe taþýnmasý gereken temel gerçek budur. Bu gerçek, Türkiye sosyalistlerinin, bölgeye yönelik sahip olmalarý gereken yegane anlamlý hedefi, yani Ortadoðu Halklarýnýn Devrimci Birliði vizyonunu bir hayal olmaktan çýkarýp elle tutulur hale getirebilecek yegane temeldir. Bu temele sýmsýký sarýlarak yürüyeceðimiz yolda, Nazým ýn Arap baðýmsýzlýk hareketini selamlayan þiirleri, Deniz in El Fetih kimlik kartý, Filistin saflarýnda çarpýþýrken can veren Türkiye li devrimci ve komünistlerin anýlarý bize ýþýk tutacak, aydýnlýða doðru yürüyüþümüzde her zaman bizimle birlikte olacaktýr.
25
8 MART DÜNYA EMEKÇÝ KADINLAR GÜNÜ için, kadýn okuyuculara bir kadýn þairden güzel bir þiir Þiirin Bugün 23 Nisan türünden özel bir anlamý yok. Ýyi bir þiir iþte... Perihan Maðden Ben Kaldým Bu manastýrda bir tek ben kaldým Üstelik artýk yaþlý ve akýllýyým. Çiftleþme ritüelleri cinslerin tembel bir hayretle eðlendiriyor beni Bir caný beni çeneme, burnum uzuyor gitgide. Süpürgelikler, melekotlarý, hatmi çiçekleri osuruk aðaçlarý ! Çarmýhta bir Ýsa sallanýyor boynumdan Kireç badanalý odam sadeliðiyle parlýyor iþte. Violin konçertolarý yaþýndayým Hýrçýnlýklar taþkýnlýklar çoook gerilerde kaldý. Kimsecikler densizlikle suçlayamaz beni Ne münasebet ! sizim ve sinsi Siyahlar giymem bile gerekmiyor öylesine oturttum bu iþi. Cenaze törenim o kadar tenha olacak ki, Yanaklarýmý allar basýyor utançtan. Bir tek annem kurtarabilir giderayak Telefon defterini salladýðý gibi mahþer yerine çevirir avluyu Manastýrdaki ýssýz günlerim yanýma kar kalýr. Böyle bayaðýlýklar dýþýnda, pek düþündüðüm de söylenemez. Bahtiyarým hakikaten Hiç çözemeyeceðim fizik problemleri gibi kalabalýklarýn iç yaþamlarý. Bakýyorum ve sýrýtýyorum Býyýk altýndan. Altýn. Altýn. Altýn Yýllarým Zor buldum, asla býrakmam. (Dünya Ýþleri Kitabýndan)
26
Nisan 2002
fabrika
Bir Kürdün Fotoðraf Denemesi Z. Abidin KIZILYAPRAK* Fotoðraf çekmek, pek de tarafsýz bir iþ deðildir. Bir kez herhangi bir þeyin fotoðrafýný çekmeye karar vermenizle, çekmediklerinizi hariç tutmuþ olarak, belli bir tarafgirliðe adým atmýþ olursunuz. Sonra, vizörünüzün olguya yaklaþýmýnda da potansiyel bir taraf tutma vardýr; isterseniz saðýndan isterseniz solundan, aþaðýsýndan yukarýsýndan çekebilirsiniz. Daha somut örnek, fotoðraf çekmenin en tarafsýz biçimi zannedilen foto muhabirliðine iliþkin olarak verilebilir: Örneðin polislerle protestocular arasýndaki bir çatýþmayý izleyen bir foto muhabiri eðer kamerasýný polislerin arasýndan olaya yöneltiyorsa 'güvenlik güçlerine saldýran göstericiler' görüntüsünü; yok göstericilerin arasýnda ise 'saldýran polisler' görüntüsünü elde edebilir. Bu durumda muhabir olgusal olarak yalan-yanlýþ bir 'þey' üretmiþ sayýlmaz, ancak davranýþýnýn baþýnda bir seçim/tercih yapmýþ olduðu için 'taraflý' çalýþmýþ olur. Sonuçta, taraflý çalýþmanýn ürünü de belli bir tarafgirliði yansýtýr, bulgunun 'gerçekçi'liðine raðmen. Bu 'eþyanýn tabiatýna uygun', nesnel, tarafgirliði öznel zeminlere kaydýranlar da vardýr: Fotomontaj destekli yeni fotoðrafçýlýk akýmlarý vb, realitenin içine baþka unsurlar eklerler ve 'gerçek'i kendi öznel -yaratýlmýþ- imgeleriyle anlatmaya çalýþýrlar. 'Fabrika' için 'Kürt cephesi'nin fotoðrafýný çek-
mem, yani panoramik bir yazý yazmam istendiðinde ilk olarak bunlar aklýma geldi. Okurun, yapýlmaya çalýþýlacak bu tür bir fotoðraf çekiminin pek de tarafsýz olmadýðýný bilmeye hakký var diye düþündüm. Gerçi 'potansiyel tarafgirlik'ten daha ileriye; fotomontaj vb yapmaya gidecek deðiliz ama, sonuçta bu fotoðraf, çekilebilecek yüzlerce deðiþik -ve belki de birbirleriyle kavgalý- fotoðraflardan yalnýzca birisi olacaktýr, 'gerçek'in son sözü deðil Önce manzara-i umumiyeye bir göz atalým ve 'herkesin bildiði sýr' durumuna gelmiþ olgularý yüksek sesle tespit eyleyelim: Gelinen aþamada Kürtler, þiddetli liberal rüzgarlarla sarsýlmaktadýr. Gelinen aþamada Kürtler, gözlerini yukarýlara dikmiþtir. Gelinen aþamada Kürtler, bir geçiþ aþamasý daha- yaþamaktadýr... Gelinen aþamada Kürtler, bir iç muhalefet ihtiyacýný þiddetle duymaktadýr. Þimdi vizörümüzü bunlara doðrultalým. Liberal rüzgâr, malum, yalnýzca Kürtlerin sorunu deðil; hani þu 'global' dedikleri türden bir moda. Bunu burada detaylandýrmak tereciye tere satmak olur. Yalnýz, Kürtlerde bu rüzgârýn yansýmalarý üzerine ilginç birkaç not düþülebilir.
* Zeynel Abidin Kýzýlyaprak 1960 Adýyaman doðumlu. Küçük yaþlardan beri sol politikanýn ve uzun bir zamandýr da Kürt politikasýnýn içinde. 12 Eylül sonrasýnda TKEP davasýndan beþ buçuk yýl hapis yattý. Genç yaþlarýnda yerel basýnla tanýþtý, sonra Ýstanbul'da bir dizi dergi ve gazetede muhabirlik, yazarlýk ve editörlük yaptý (Yöneliþ, Emek Dünyasý, Newroz, Yeniden Newroz, Roj, Demokrasi, Ülkede Gündem, Özgür Bakýþ gibi). 90'lý yýllarda bir süre bir yayýnevi de (Pelê Sor Yayýnlarý) açtý, sonra olanaksýzlýklar ve aldýðý bir ceza nedeniyle yayýnevini kapattý. Birkaç kez TMY'nin 8. maddesinden hapis cezalarý aldý. (1997'de bir kez daha ve bu kez iki buçuk aylýðýna cezaevine girdi.) Þu anda da Özgür Bakýþ gazetesinin "1900'den 2000'e Kürtler" isimli kronolojik albümdeki iki yazýsý nedeniyle ayný maddeden 1 yýl 4 ay hapis ve 1 milyar 600 milyon TL para cezasý ile cezalý durumda ve 'uyum yasalarý' umuduyla mahkemesinin yenilenmesi kavgasýný veriyor. Bu arada bir dönem DEP'te Ýstanbul il yöneticiliði yaptý. Ayný zamanda HADEP kurucularýndan ve ilk genel baþkan yardýmcýlarýndan. Bir süre HADEP PM üyeliði de yaptý, daha sonra (1996'da) HADEP'ten istifa etti. Son zamanlarda baðýmsýz Kürt aydýn inisiyatifi olan DEMOS'ta çalýþýyor ve kurucularýndan biri olarak Kürt Kültürünü Araþtýrma Vakfý'yla (Kürt-Kav) -muhalif olarak!- ilgileniyor.
fabrika Nisan 2002
27
Bir Kürdün Fotoðraf Denemesi
Þimdi efendim; biz Kürtler bu liberalizmi aniden pek sevdik; yýldýrým aþký gibi biþi oldu bizimkisi. Gerçi pek anlamadýk, hâlâ da anlamýþ deðiliz, ancak bu aþkýmýza mani deðil... Bunu boþverin; asýl ilginç olan, liberalizmin bizde mecburiyete dönüþmüþ olmasý. Misal; bir toplantýya gidiyorsunuz ve farzý mahal liberal liberal konuþmuyorsunuz: Pek de liberalce olmayan bir tarzda, liberal olmamanýn neredeyse hainlikle eþdeðer olduðu yolunda azarlar iþitebilirsiniz. Yani þu sýralar biz Kürtler, demokrat olmayaný dövebilecek kadar demokratýz. Tamam; liberalizmin gereði olarak demokrasiye sonsuz baðlýyýz ama, bizim demokrasimizde öyle çokseslilik falan da olabilemez; uymaz bize öyle þeyler... Þimdi herkes etkin Kürt grubunu eleþtirdiðimi zannedecek. Öyle deðil; öyle olsaydý, "iyi bari, diðerlerinde var biraz umut" falan derdik. Biz Kürtler, þu aralar, hemen hemen aynýyýz... Yani birbirleriyle kavgalý Kürt gruplarýnýn kavga sözlerine deðil içeriklerine bakýn; pek fark bulamazsýnýz. Zaten birçoðunun ayet-el kürsüsü liberalizmdir, kendisini hâlâ var zanneden Kürt solunu hariç tutacak olursak... Bu gruplarýmýzýn bu liberalizm rüzgârý içindeki kavgalarý bir âlemdir. Mesela Burkay Öcalan'ý diktatörlükle suçlar fakat bu, daha çok 'ben niye senin yerinde deðilim' gibi bir þeydir, çünkü kavgada antidiktatoryal sözler eden Burkay'ýn (ve tabii diðerlerinin) kendi çapýnda bir diktatör olduðu, yine, herkesin bildiði bir diðer sýrdýr... Ýþin daha fazla þaka kaldýrýr yaný olsaydý devam edebilirdim, ama þu liberalizm rüzgârý bahsi hakikaten ciddi. Rüzgârýn dünyayý yaladýðý her yerde olduðu gibi, derinliksizlik Kürtlerde de boy gösteriyor, ancak verili kültürel çoraklýk göz önüne alýnacak olursa bu bizde daha büyük tahribatlar yaratýyor. Malum; liberal olunca hiçbir þey olmuyorsunuz. Yani kendiniz için yapacaklarýnýz kalemi, bir kalemde yok olup gidiyor. Ucu bucaðý olmayan 'uzlaþma', 'dengeler' sözlerini art arda sýralayýp rüzgârýn üfürüldüðü yerleri seyreylemeniz yetiyor. Yani abi, adamlar yapmýþ; bir '...ist' olmak hiçbir zaman bu kadar kolay olmamýþtý. Ýþte böyle bir 'ist' -liberalist- olunca, hiçbir þey olmamanýn hazzýyla Kafkavari sahneler yaþýyorsunuz: Bir sabah uyanýp kendinizi yatakta dönemez halde buluyorsunuz... Dünyanýn pek çok yerinde bu rüzgârdan daha az etkilenmeyi saðlayacak direnç noktalarý vardýr; güçlü sol birikim, saðlam kültürel zemin gibi. Ne yazýk ki Kürtlerde bunlar çok cýlýz. Üstüne üstlük bu ithal rüzgârýn öyle geliþmiþ komprador acentalarý da yok bizde. Umut fakirin ekmeði misali, 'sorun'umuza bu kez bu deva olur di-
28
ye, zengini-yoksulu amatörce salýnýyoruz bu rüzgârda. (Þimdi komprador acentalýklar falan derken, aklým kaydý gitti ÝP'in ipe sapa gelmez teorilerine. Biri þu: Amerika 'Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurmak istiyormuþ, Barzani-Talabani de onun acentalarýymýþ... Bu zokayý yutan pek çok Türk 'aydýn'ý da var. Ama ortada bir de olan-biten var: Nedense bir türlü 'kuramýyor' ABD... Yahu hattýzatýnda bayaðý kâðýttan kaplanmýþ bu meret... Þaka bir yana; 91 Mart'ýnda Güney peþmergeleri biraz 'ileri gidince' Saddam'a -hem de ilan ettiði uçuþa yasak bölgede- havadan vurma izni veren ayný ABD deðil miydi?..) Gelelim 'Gelinen aþamada Kürtler, gözlerini yukarýlara dikmiþtir' bahsine. Aslýnda bu biraz söz konusu rüzgârla iliþkili; siz bir 'þey' olmamaya karar vermiþseniz, bir þeyler olmasýný kendinizden deðil güçlü odaklardan beklersiniz. Tabii madalyonun diðer yüzünde rüzgâr sahiplerinin ilmik ilmik ördüðü bir süreç var: Halk hareketlerini elemine etmek, sokaklardan evlere göndermek ve 'çözüm' labirentlerinde koþuþturmak... Bu çözüm Filistinlilere dayatýlan Oslo türü (bir Filistin köyünden bir tavuðun kümesi dýþýnda yüz metre ilerlemesi halinde anýnda 'sorun' çýkýveren ve her bir karmaþýk labirent kavþaðýnda hassas 'ihlal' levhalarý bulunan) bir çözümmüþ; ne gam... Önce çözümsüzlüðü, sonra 'kýrk katýr mý, kýrk satýr mý'yý dayatacaksýn: iþin sýrrý burada. Bunu becerirseniz (ki, Batý bu iþlerin piridir), bir halk hareketinin nasýl halksýzlaþtýðýný da bal gibi görürsünüz. Tabii bazýlarý halksýzlaþmayý nicel anlamda anlýyor ve örneðin hâlâ milyonlarca taraftarý olan Arafat'ýn bu nedenle halkçý olduðunu söylüyor. Böyle anlaþýlýrsa itirazýmýz olmaz. Ama bizim burada, özellikle 'ulusal' hareketlerin seyrinde gözlemlenen bir aþamaya iliþkin yaptýðýmýz adlandýrmayla halksýzlýk, 'sorun' içinden halkýn duygu ve özlemlerinin kazýlmasý; sürece sokaklarýn deðil diplomatik koridorlarýn mührünü vurmasýdýr. Þu anda Kürtler bu noktaya gelmek üzere. 'Üzere', çünkü operasyon bitmiþ ya da tümüyle baþarýlmýþ deðil. Fakat güçlü ipuçlarý var: Milyonlarca Kürt'ün gözü sýk sýk Washington'a, Brüksel'e, Ankara'ya takýlýyor. Oralarý merak ediyor, oralardan umut ýþýklarý bekliyor. Beklemek... Ýþte Kafkavari 'dönüþüm'lerin eþiði... Ve laf aramýzda, (zannedildiði gibi 1999'dan sonra falan deðil), 1990'ýn baþlarýndan beri Kürtlere de musallat oldu beklemek duygusu. (Her lafý böyle doðrultmak çok rahatsýz edici, biliyorum, ama þimdi kimileri 'beklemek' olgusunu da kelimenin düzden okunuþuyla alacak; 'Ne yani, bir Nisan 2002
fabrika
Bir Kürdün Fotoðraf Denemesi
þeyler yapmýyor muyuz?' diye soracak. Sorulmasa da söyleyelim: Burada, bir yerlerden bir þeyler beklemek ve tüm hareketliliði bu minval üzre dizayn etmek anlatýlýyor. Ayrýca, bir mücadelenin doðal aþamasý sayýlabilecek 'pazarlýk' falan da kastedilmiyor; daha baþka bir þey, iradenin ihalesi gibi bir þey...) Laf kendiliðinden geldi 'Gelinen aþamada Kürtler, bir geçiþ aþamasý -daha- yaþamaktadýr' bahsine. Ortadoðu'da karamsarlýklar ve iyimserlikler (ki, görecelidir) hiç tam egemen olmuyor; olamýyor. Bu iyi mi, kötü mü bir yana; burada ve konuya baðlý olarak vurgulanmak istenen, yaþanýlan an'a saplanýp kalmanýn yanýltýcý olacaðýdýr. Benden tavsiye: Türkiye'deki Kürt sorununa iliþkin olarak da kimse bugünden hareketle keskin belirlemelerde bulunmasýn; bir çözüm deðil, bir geçiþ süreci yaþýyor Kürtler... Bu sürecin bir ucunda etkili odaklar (ABD-AB kapýþmasý ve Kürt parçalarýndaki yansýmalarý) var, diðer ucunda Kürt yoksullarý var. Ve güçleri oranýnda herkes sürece aðýrlýðýný koymaya çalýþýyor; etkili odaklar etkin gibi görünüyor... Kürtler açýsýndan bu topraklardaki anlamlý geçiþ aþamalarýnýn -yakýn tarih bakýmýndan- ilki, Osmanlý'da merkezileþme çabalarýna tarihlenen dönemdir; II. Mahmut dönemi. Bakmayýn siz bizim Kürtlerin "yüzyýllardýr zulüm gören halk" söylemine; aþaðý yukarý bu tarihlere kadar (Ýran'dakiler hariç) yalnýzca özerk deðil, egemenin ortaðýdýr Kürtler. Bu geçiþ aþamasý, kaba bir hesapla Türkiye'de cumhuriyetin ilk yýllarýna kadar sürmüþ ve buna karþý yürütülen son baþkaldýrýlarýn da ezilmesiyle son bulmuþtur. Sonraki, uzun bir sessizlik sonrasýnda ve esas olarak Irak Kürdistaný'ndan esinle 1950'lerden sonraya tekabül ediyor ve yine kaba bir hesapla 70'lere kadar uzanýyor. 70'lerden 80'lerin ilk yarýsýna kadarki dönemi üçüncü geçiþ aþamasý ve sonrasýndan 90'lara kadarkini dördüncü geçiþ aþamasý saymak ve beþincisine girildiðine de parmak basmak gerekiyor; tabii sözü edilenin yalnýzca Türkiye Kürtleri olduðunun altýný yeniden çizmek kaydýyla. Birincisinin baskýn özelliði paniktir; vasallýk, özerklik elbisesini sýyýrýp atmýþ hükümranlýkla tanýþýlmasý ve dört baþý mamur bir 'ezilen halk' olmaya adým atýþtýr, hem de ne adým atýþ: Bitiminde inkâr bile gelecektir gündeme... Ýkincisinde uzun bir aradan kendi kendisiyle tanýþmasý; deðerlerini, tarihini yeni bir çaðda ve yeniden keþfetmenin acemilikleri bulunuyor... Üçüncüsünde yeniden fakat 'sol', 'ML' iddialarýyla kendi kendisinden uzaklaþmasý ve Türkiye'nin genel politik gidiþatýna -yer
fabrika Nisan 2002
yer ve zorunlu olarak bir parça renklilik katarak da olsa- entegrasyonu söz konusu. Dördüncüsünde, yine Güney'den güçlü esinler almakla birlikte bunu içerebilecek geliþkinliðe de ulaþmýþ olarak ve bir süre sonra Güney'den esinlenmesini sonlandýrýp belli baþlý bir 'cisim' haline gelerek "Ben artýk geçici bir olgu deðilim" demesi var. Bu dönemin baskýn özelliði, macunun tüpten çýkmýþ oluþudur; artýk Kürt, eski Kürt deðildir. Artýk bir dönem Kürtçe konuþmanýn 'ayýp' sayýldýðý Kürt yerleþim bölgelerinde Türk memurlar ayýp olmasýn diye Kürtçe öðrenmek zorunda kalmaktadýr. Artýk dünün hor görülen, 'kaba', 'beceriksiz' orta ve yeni kuþak Kürt'ü, hem de bir zamanlar o çok korktuðu metropollerin kalbinde politika yapar haldedir, vb. Bunlar, sýk sýk deðiþtirilen talepler silsilesinin alt ya da üst düzeyde olmasýndan baðýmsýz gerçeklerdir. Beþincisi mi? Yaþayýp göreceðiz! Ya da ne eylersek, onu göreceðiz... Ama yaþanýlanýn bir geçiþ aþamasý olduðundan kuþku duyulmamalý; kapitalizmin geliþkinlik düzeyiydi, GAP'tý, kentleþmedeki olaðanüstü artýþtý vb derken yeni bir eþiðe girmek zaten kaçýnýlmazdýr. (Bakmayýn siz güncelliðe. Zaten güncellik de bir garip: PKK strateji deðiþtiriyor, fakat adeta silah zoruyla barýþsever ve emir-komutayla demokrat oluveren taban, bunun taktik olduðu hissiyle ve býyýk altýndan gülümseyerek 'uyum' saðlýyor. Bu tabii bir yönüyle birçok þeyden vazgeçilemeyeceðini anlatýyor fakat asýl olarak da þizofrenik bir bekleme sürecine iþaret ediyor.) Bu eþikte neler olabilir? Ne tür tarzlar geliþebilir? Þimdilik buna kafa yoran pek yok. Aslýnda, el yordamýyla eþikte olunduðunu hissetmiþ olan PKK, kendince bir parça politika yapmaktadýr; kendisini koþullayan ulusal ve uluslararasý veriler doðrultusunda ve doðru ya da yanlýþ. Onun dýþýnda politika üreten yok gibi. Hele hele asýl sosyoekonomik durumdan vazife çýkarmasý beklenen Kürt solu, kendi minyatür dünyasýndan dýþarý bile çýkabilmiþ deðil. Bir de tabii þu var: Böyle giderse, aþamalarýn ilkiyle sonuncusunda ciddi benzerlikler saptanabilir; iniþli çýkýþlý (yoksa çýkýþlý iniþli mi demeli?) birinci geçiþ aþamasýnýn baþlarýnda Türk egemenleriyle Kürt egemenleri "Din düþmanlarý"na karþý birleþmiþti. Bu aslýnda önceki dönemden kalma bir refleksti ve örneðin bu kolaylýk üzerinden kuruldu meþhur Hamidiye Alaylarý. Þimdi artýk 'laik' bir dönemi yaþadýðýmýza göre, Kürtlerin bu boyuttan yedeklenmesi söz konusu olmamalý. Ama, þu sonuncu geçiþ aþamasýnýn karamsar bir senaryosu olarak, Kürtlerin bu kez de yeni "düþmanlar"a
29
Bir Kürdün Fotoðraf Denemesi
karþý yedeklenmesi söz konusu olabilir. Rüzgâr ve bekleyiþ duygusu bunu çimlendirebilecek faktörlerdir ve hatta Kürt toplumsal dokusunda bu yönlü eðilimlerde artýþ da kaydedilmektedir. En çetrefilli bölüm ise 'Gelinen aþamada Kürtler, bir iç muhalefet ihtiyacýný þiddetle duymaktadýr' bölümüdür. Çünkü bir defa 'biz' egemenlere muhalefetten yanayýzdýr da, kendi içimizde muhalefeti pek sevmeyiz; 'hýr çýkaran bela'lardýr muhalifler. Hem sonra muhalefeti köþelendirmeye de pek yatkýnýzdýr: Þunlara karþý, bunlardan taraf, gibi. Dahasý, birçoðumuza göre zaten yeterince muhalefet vardýr. 'Bakýn iþte; HADEP var, karþýsýnda DBP var...' Bunlar 'iktidarýmsý' olan güçlerin argümanlarý. 'Muhalif' olduklarý vehmine kapýlagelmiþ olanlar da asýl iþ olarak bu argümanlarý kuvvetlendirmeyi seçmiþ gibi görünüyor. Aþiret geleneðinin izlerini de taþýyan gruplaþmalardan deðil, sahici bir muhalefetten söz edeceksek: Ýþte asýl boþluk burada. Þunun altý kuvvetle çizilmeli: Bugün en sýký karþýtlarý da dahil, Kürt gruplarýnýn tümü PKK endekslidir; kendilerine baþlýca rol olarak PKK'yi 'eleþtirme'yi seçmiþlerdir ve böylece var oluþlarýný saðlayan temel harç olarak PKK'yi seçmiþ görünmektedirler. PKK ya da diðeri, elbette eleþtirilecektir. Terslik, var oluþ izahýnýn tümüyle o eksenden yapýlmasýndadýr. Kaldý ki 'eleþtirme' iþinin de pek bilimsel yapýldýðý söylenemez: Artýk tirajý çok düþmüþ ve daha çok Avrupa merkezli hale gelmiþ birçok Kürt sol yayýnýnda "PKK, sen niye Marksist deðilsin?" mealinde incilere rastlamak mümkün. Çoðunlukla da iþin kolayý seçilir ve toplumsal olgular kriminal mindere çekilir. Bu minderde sözlü ya da yazýlý "aslýnda PKK'yi Türk devleti yönlendiriyor" 'tespit'leri yapýlýr ve böylece iç huzura kavuþulur: Toplumsal analiz gibi bela bir iþin yerini ucuz yaftalar alýnca, tüm dünya daha basit þekilde algýlanmýþ olur... Evet; bugün Kürtler, genel gidiþatlarý üzerinde bir sapmaya, bir muhalefete ihtiyaç duymaktadýr. Bu, býrakalým o muhalafetin toplumsal projesinin deðerini, genel gidiþatýn -aklý baþýnda- sorgulanabilmesi ve bazý bazý da olsa kaba hatalarýndan arýnabilmesi için de gerekli. Kaldý ki, potansiyel olarak bütün Doðu toplumsal gruplarýnda var olduðu gibi PKK'de de tek parti özlemi olmasýna ve tüm bir savaþ döneminde bu argüman açýkça kullanýlmýþ olmasýna raðmen, uzun zamandýr Kürt toplumsal dokusu bu potansiyel ihtiyacý duyumsamaya ve duyumsatmaya da baþlamýþtýr. Peki, tepsi içindeki HADEP genel baþkanlýk ihtimali uçuverdikten sonra 'muhalif' kesilen ve eðer içinde darbýmeseller yoksa parti program-
30
larýyla uðraþmayan saygýdeðer büyüðümüz Abdülmelik Fýrat'ýn yeni HAK-PAR'ý mý bu boþluðu dolduracak?.. Bu tür, içinde çeþni misali birkaç yeni kadroyu barýndýran fakat eski 'inat cephesi' özelliðini yitirmeyen oluþumlarýn þansý, geçmiþlerinden fazla deðil... Peki, en az, Türkiye'deki legal partilerin legal fakat açýk olmamalarý kadar, illegal fakat gizli olmayan particikler/yapýcýklar mý bu boþluðu dolduracak? Zor, çünkü -Kürtçe konuþuyor olsalar da- onlarýn dillerini bile Kürtler anlamýyor... Dahasý bunlarýn hemen hemen tümü PKK'yle travmatik bir mazi yaþamýþ olanlardýr ve politika(sýzlýk)larýna damgayý vuran þey budur; bu kýsýrlýkla maluldurlar. 'Avrupa Kürdistaný'ný ise hepten geçiyorum bir kalem... Ýþte 'Gelinen aþamada Kürtler, bir geçiþ aþamasý -daha- yaþamaktadýr' þýkkýna bir öðe daha... Kürt toplumu, kendi gidiþatýna muhalefet anlamýnda da bir doðumun eþiðinde. Ne doðar, bilinmez. Ama doðum geciktikçe kapýnýn ardýndaki dayatma güçler, baþta Ýslamcýlar, hizbil kontradan sonra yeni bir 'sýnýrlý-sorumlu' alternatifi piyasaya sürebilecektir... Her sýnýflý toplum gibi Kürt toplumu da renklidir. Liberali, milliyetçisi, komünisti... elbette olacaktýr. "Bunlarýn hepsi olurum" denemesi sonlanmýþtýr. Þimdi olmasý gereken, herkesin 'kendisi' olmasý ve asgari zeminlerde ortaklaþmalarýdýr. Bu bakýmdan aslýnda Kürtlerin birleþmeye deðil ayrýþmaya ihtiyacý var; eski tarz ayrýþma deðil tabii: Ayrý fakat (sorunun özgünlüðü gereði) yan yana yürüyebilmek: Bu, þimdiye kadar beceremediðimiz bir þey. Birleþmeyi tam da kelimenin çaðrýþtýrdýðý 'bir olma' olarak algýlayan bizler, bu olmazsa kahroluyoruz; ayrý fakat yan yana yürüyebilme gibi bir ihtimal daha bulunduðunu sýkça unutuyoruz. Ama artýk hayat unutkanlýðý kaldýrmýyor... Bu kadar manzara-i umumiye karesinden sonra, vizörü konuya iliþkin ezberlerimiz bahsine kaydýrmanýn vakti geldi. Herhalde en hýzlý ezberimiz 'Türk-Kürt yakýnlýðý'na iliþkin olanýdýr. Bu öyle bir hale gelmiþtir ki, karþýlýklý toplumsal 'yalan'a ve giderek þizofrenik davranýþlara yol açabilmektedir. Bu coðrafyada -bir yönüyle- en yakýn iki kesimdir Kürtler ve Türkler. Bu doðrudur, ancak birbirlerinden çok uzak olduklarý da ayrý bir doðrudur. Ezberlerimize bakarsak, ortada 'yüzyýllardýr kýz alýp vermiþ, çok sýký iliþkiler geliþtirmiþ iki halk vardýr.' Yanlýþ deðil. Ama çok eksik : Bu iki halk, çok yakýnda olup da birbirlerini anlamamak konusunda da uzmanlaþmýþtýr Her biri diðerinin tarihten gelen hassasiyetlerinden bihaberdir. Bir tür Nisan 2002
fabrika
Bir Kürdün Fotoðraf Denemesi
mini karþýlýklý keþif hikâyesi olan 'Büyük Adam Küçük Aþk' filminin 2000'lerde ilgi görmüþ olmasý boþuna mýdýr ve sinema bahsinde bu gecikmiþlik yalnýzca 'koþullar'la açýklanabilir mi ?.. Bir Kürt, Türklerin bu coðrafyaya iliþkin duyduklarý aidiyet duygusunun tarihsel ve sosyopsikolojik kökenlerinden ve bu kökende -baþkalarýnýn yaný sýra- Kürtleri de 'varlýðýna bir tehdit' olarak algýlanýþ yattýðýndan habersizse; bir Türk de -örneðin- çocuðunu Türk subayýna teslim etmemek için kundaðýyla Botan Çayý'na atan Kürt kadýnýnýn dilden dola dolaþan destanýndan habersizse, söylermisiniz allah aþkýna, bu nasýl bir 'yakýnlýk'týr ?.. Demem þu: Yakýnlýðý ezber olmaktan çýkarýp sahici hale getirmek için, her iki tarihsel-toplumsal dokuyu karþýlýklý olarak cesaretle bilince çýkarmak ve elbette ki öncelikle bunun koþullarýný yaratmak gerekir. Yoksa ortada, yaþanmýþlýklar genlere iþlemiþ olmasýna ve çok zaman birinin 'hain'i diðerinin 'kahraman'ý olmasýna raðmen, her þeyi unutmuþ numarasý yapan garip ruh halleri dolaþýr ki, bu, saðlýksýz olmasý bir yana, ortada politika yapýlacak zemin de býrakmaz ; ne sað, ne de sol için Aslýnda 'kader', Türkiye'deki Kürtlerle Türklerin birbirlerini hýzla ve sahici olarak keþfetmelerini dayatýyor. Bu, Irak Arap'ýyla Irak Kürt'ünün, Ýran Fars'ýyla Ýran Kürt'ünün birbirlerini tanýma ihtiyacýndan çok daha fazla dayatýcýdýr. Bizim Kürtlerin bir kýsmý bu gerçeðe sýrtlarýný dönmeye çalýþsa bile gerçek þu ki Türkiye'nin koþullarý Irak, Ýran ya da Suriye'den epey farklý. Örneðin Baðdat, Tahran ve hatta Þam'da Ýstanbul'daki kadar -neredeyse 'yerli'- Kürt gerçeðiyle karþýlaþamazsýnýz; ekonomi dýþý nedenlerle de olsa son on-on beþ yýlda hýzla artan göç, bu tabloyu daha da koyulaþtýrdý. Ezberlerimizi bozmak bahsine aslýnda bu noktadan, sosyoekonomik realiteden devam edebiliriz ve vizörümüzü biraz geriye doðrultabiliriz. 90'lý yýllarýn baþýydý ve 'dergiler platformu' denilen iþbirliði/güçbirliði arayýþlarýnýn legalitedeki zeminlerinden biri, çok sýk toplanýyordu. Ve -daha çok somut bir baský uygulamasýný vb protesto etmek üzere- 'ortak açýklama' yayýmlýyordu. Ve çoðunlukla þu tür ibareler bulunuyordu: "Biz sosyalistler, emekçiler ve Kürtler..." Özetle denilebilecek þudur: Kürtleri 'emekçiler'den ve 'sosyalistler'den tümüyle ayrý, bir tür 'sui generis' mahluk olarak zikretmek, yalnýzca bir toplumun iç dinamiðinden bihaber bakýþ deðildir; arkasýndaki patronaj mantýðýn bir tür dýþavurumudur ve bu da bir tür ezberdir. Bu ezberin ne oranda devam ettiði tartýþmasýný bir yana býrakalým ve devam edelim. Her genelleme maðdurlar yaratabilir, ancak bu
fabrika Nisan 2002
riske raðmen yapýlmasý zorunlu oluyor: Türk solu çok uzun süre Kürt sorununu 'asýl iþle uðraþýrken ekstradan kurtarýlmasý gereken geri ve zavallý bir halkýn sorunu' olarak görmüþtür; Rusya steplerinden ya da Afrika cangýllarýndan apartýlmýþ 'teorik' argümanlarýn kaçýnýlmaz sonucuydu bu. Bu argümanlara göre ortada bir 'ulusal sorun' vardý ve daha önceki (ustalarýn irdelediði) ulusal sorunlar nasýlsa bu da öyleydi, öyle olmak zorundaydý. Böylece, ayaðý ayakkabýya uydurma süreci baþladý. Üstüne üstlük pek Türk merkezli yapýldý bu iþ: 70'lerin, 80'lerin sol literatürünü þöyle bir hatýrlayalým; "Kürt sorununu proletarya çýkarlarý doðrultusunda çözmek" gibi genellemelerin hemen hemen hiçbirinin içinde Kürt proletaryasýný bulamazdýnýz... Çünkü Kürtler 'imtiyazsýz-sýnýfsýz kaynaþmýþ bir kitle'dir!.. ('Ulusal sorun'u olan 1920'lerin çoban-halklarý öyle deðil miydi?!) Ne yazýk ki bu bakýþ bugün de, yani nadiren bugünlere kalakalmýþ ulusal sorunlarýn -aþamalý deðil!- ayný anda hem ulusal hem sosyal içerikle yüklü olduðu gerçeðinin çarþý-pazar ortada olduðu günümüzde de devam etmektedir ve bunu devam ettirenler yalnýzca Türk sol kadrolarý da deðildir. Bir Kürt kurumunun yemeðine vb gidin; kapýda sizi, Hakkari'nin köylerinde bile artýk giyilmeyen geleneksel giysileri içinde kýz çocuklarý karþýlar ve bu, bir geleneði yaþatmaktan öte bir þeydir. Özellikle Avrupa'daki Kürt kurumlarýna gidin; duvarlar boydan boya kýl çadýr içindeki Kürt görüntüleriyle doludur, kýl çadýrda yaþayan Kürt sayýsý artýk devede kulak bile deðilken... Çünkü, evet; çünkü kimi Kürtlerimiz de kendilerini sýnýfsal ayrýþmaya uðramamýþ, kent gerçeðiyle karþý karþýya kalmamýþ, kýsacasý modernize olmamýþ bir küme olarak göstermekten haz almaktadýr: Böylece, örneðin Avrupalý -ve kimi Türkmisyonerlerin acýma duygularýna hitap etmek kolaylaþmaktadýr, vb. Dahasý, aklý baþýnda, 'bilim adamý', 'sosyolog' denilen kimi Kürt taraftarlarý bunu teorize bile edebilmektedir. Buna en iyi örnek Ýsmail Beþikçi'dir. Beþikçi, "Kürtlerde burjuva ve proleter yok" diyebilmiþ bir sosyologdur. Tabii burada, resmi ideolojiye inat duruþuyla gönlümüzde onurlu bir edinmiþ olan Beþikçi ile tartýþacak durumda deðiliz; keþke en azýndan birkaç Türk aydýný daha Beþikçi'nin cesaretiyle davranabilmiþ olsaydý da biz de onun yýllar boyu maruz kaldýðý maðduriyetlerine deðil de Kürtlerin yapýsýna iliþkin 'bilimsel' görüþlerine eðilebilseydik... Ezberlerimiz bahsinin sol'a kaymasýný yadýrgamamak gerek. Çünkü solla Kürt'ün iliþkisi,
31
Bir Kürdün Fotoðraf Denemesi
bugünlerde bu unutturulmaya çalýþýlsa da, epey eskidir. Býrakýn birçok þeyi, bizzat Kürt'ün Kürtlüðünü keþfinde bile soldan güçlü izler vardýr. (Her þey bir yana, bir ulusal komünist olan Cigerxwin ve etkisi nasýl unutulur?) Bir yanýyla da Kürtsol iliþkisi, bir tür aþk-nefret iliþkisi olarak þekillenmiþtir. Bu belki ayrý bir yazý konusu olabilir, ancak þu kadarýný not etmekle yetinelim: Kürt'ün düþünüþ genlerinde hem solun/sosyalizmin kendisine kazandýrdýklarý vardýr, hem de 'reelpolitik' düzlemdeki sol kazýklar (Aðrý isyanýnda arkadan kuþatýlmasý... Mahabad'ýn bir kalemde sonlandýrýlmasý... Kemalizmle bulaþýk solun enternasyonalizm adýna bir tür asimilasyonu dayatmasý...). Bu iliþkinin bir baþka boyutu Kürt solunun durumudur ve belki asýl iþimizin -güya fotoðraf çekecektik ya!- bir parçasý olarak buna kýsmen de olsa deðinebiliriz. Biliyorum, Talabani'nin bile sosyalistlik iddiasýnda bulunduðu, hemen hemen tüm Kürt örgütlerinin baþýnda ya da sonunda sosyalizmle ya da 'ML' ile ilgili bir etiket parçasýnýn bulunduðu günlerden pek iz kalmamasýnýn 'global' nedenleri var ve bu, ayrý. Ancak güçlü 'iç' nedenler de var ve bunlar pek dile getirilmez; genellikle 'duvar yýkýldý, böyle oldu' denilir. 'Ýç' nedenlerin baþýnda, Ortadoðu coðrafyasýnda yabancý olmadýðýmýz bir davranýþ biçimi gelir: Maddi zeminlerinden kopuk olarak bir 'þey' olunabileceðini zannetmek... Mesela, öðrencilerden müteþekkül birçok Arap komünist partisi zamanla etkisizleþir ve sonra da buna pek þaþýrýr... 'Züðürt Aða' filminde Þener Þen, köyü boþaltýp kaçan köylülerin ardýndan feryat eder, "Lan marabasýz aða olur mu!" diye. Ýþte böyle bir þey: Züðürt Aða bile marabasýz aða olunamayacaðýný bilir, ama bizim Kürt solcularýmýz emekçisiz sol olabileceðini/kalabileceðini zanneder... 70'li yýllar boyunca Kürt toplumunda epey þatafatlý 'ML' etiketleri uçuþtu, ama o zaman da, þimdi de, Kürt kentlerindeki milyonlarca (sahi; bu ra-
32
kam doðru mu: araþtýrmasý olsun yapýlmýþ mý?..) proleter, kravatlý korucular olarak tarif edilebilecek sarý sendikacýlara ya da üçüncü sýnýf burjuva politikacýlarýna teslim edildi... Þimdi mi? Þimdi bir iyi bir de kötü haberimiz var. Kötü haber, malum: Kürt toplumunda sosyalizm iddiasýnda bulunanlar, hem de kentleþmenin artýþýyla ters orantýlý olarak, hýzla azaldý. Ýyi haber ise þu: Eðer birileri geçmiþin alýþkanlýklarýndan arýnmýþ bir tarz tutturabilirse, dezavantajýn avantajýyla buluþabilir... Tam þu andan söz edeceksek, durum pek iç açýcý deðil. Çünkü bizim solumuz hâlâ tutamak noktalarýný yakalamýþ deðil. Hâlâ çoðu PKK'ye inat 'Sen federasyondan mý yanasýn, o zaman ben de baðýmsýzlýðý savunurum; sen üniter yapýdan mý yanasýn, o zaman ben de federasyonu savunurum!' türü, model üzerinden rekabetlerle meþgul. Sorunun model falan olmadýðýný, modellerin politik güç iliþkileriyle çevrili olduðunu ve esas olanýn 'kimle, hangi dinamiklerle çözüm' noktasýnda olduðunu kavramýþ olmaktan ne yazýk ki hâlâ uzaðýz. 'Biçim'e yüksek önem atfetmek bizde de yaygýn. Örneðin hâlâ radikalizmi mücadele biçimleri üzerinden tartýþabiliyoruz; PKK, baþka nedenlerle deðil bu tür bir nedenle (silahlý mücadeleyi durdurduðunu açýklayýnca) reformist ilan edilebiliyor örneðin. (Tabii bu kriterlere göre Arafat ya da Barzani pek radikal oluyor; çünkü adamlar yýllardýr ellerinden silahý düþürmüyor?..) Buna benzer biçimde, 'en solda' olmayý en uç modeller savunmak olarak algýlýyoruz; baðýmsýzlýk, federasyon ya da üniter yapý içinde bir çözüm modelinin tümünün aslýnda bal gibi 'ikili' içerik taþýdýðýný ve her birinin farklý içeriklerle gündeme gelebileceðini unutarak... Evet, yazýnýn sonuna geldik. Pek fotoðraf çekimine de benzemedi ya; neyse. Þayet ortada resim kareleri görünmüyorsa, tüm bunlarý müzmin muhalif bir Kürt'ün çala kalem iç dökmesi sayýn
Nisan 2002
fabrika
Milliyetçilik, Yurtserverlik, Enternasyonalizm ve Fantom zor durumda Milliyetçilik zehirdir. Emekçi yýðýnlarý zehirler ve emekçilerin milliyetçi önyargýlarý karþýsýnda kof bir kitleselleþme, güç haline gelme hevesiyle net tutum alamayan; bu önyargýlara seslenmeyi siyaset sanan sosyalist hareketleri de çürütür. Burjuva ideolojisinin sosyalist harekete sýzmasýnýn en bilinen kanalýdýr. Bugüne kadar, Türkiye sosyalist hareketine milliyetçiliðin nüfuzu, kemalizme bulaþýklýk ve bulaþýklýktan kaynaklanan dirençsizlik üzerinden gerçekleþti. Çünkü kemalizme bulaþýklýk, komünistlerin de, ilericilerin de, ideolojik baðýþýklýk sistemlerini süratle çözmektedir. Çeþitli örnekleri ortadadýr; MHP dahil, burjuva siyasi partileri gerçek milliyetçi olmamakla eleþtiren; bu partilerle milliyetçilik yarýþýna giren solculuklar kendi kimliklerinin kurucu unsurlarýný koruyamadýlar. Kendimizi sakýnmak; milliyetçiliðin her türlü sýzýntýsýndan arýndýrmak ve solu milliyetçilik zehrine karþý ve enternasyonalist bir tutumla eleþtirerek uyarmak; 1980 lerden bu yana titizlikle yürüttüðümüz sorumluluklarýmýzdan olmuþtur. Öyle olmaya da devam edeceði anlaþýlmaktadýr. Bu çerçevede hem kimi kavramlarýn üzerinde durmak ve hem de bazý somut olaylarý tartýþmak istiyoruz. Kanal 7 de yayýmlanan Ýskele Sancak Programý nýn 18 Ocak 2002 tarihinde yapýlaný, konu olarak Nazým Hikmet/Necip Fazýl tartýþmasýný seçmiþti. Türk Ceza Kanunu ndan 141-142 nin kaldýrýlmasýný talep edebilmek için, bu maddelerle ve genel olarak özgürlükçü bir yaklaþýmla hiç bir alakasý olmayan 163 ün de kaldýrýlmasýný isteme ihtiyacý duyan ezik; ezildiði ölçüde de demokratlaþmýþ solculuk; ayný iþi Nazým a da yaptý. Nazým Hikmet in þairliðini övmek için, Necip Fazýl a da büyük þair sýfatý verilmesini zorunlu gördüler. Halbuki bu iki ismin býrakýn eþitlenmesini,
fabrika Nisan 2002
yanyana yazýlmasý bile Nazým ýn hem þiirine ve hem de þiiriyle ayrýlmaz bir bütünlük arzeden kiþiliðine derin bir haksýzlýktýr. Neticede, ezik solculuðun yýllardýr verdiði bu pasý Kanal 7 nin programcýlarý kullandýlar; bu iki ismi tartýþmak üzere soldan ve saðdan isimler davet ederek bir tartýþma programý gerçekleþtirdiler. Amacýmýz program üzerine deðerlendirmelerde bulunmak deðil. Programýn soldaki skandal ý üzerine bir kaç þey söyleyeceðiz. SÝP partisinin Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Kuzulugil de programýn konuþmacýlarý arasýndaydý. Faþist Mehmet Gül ün anti-komünizmin geleneksel komünistler Rusya dan para aldýlar iddiasýný tekrarlamasý üzerine, Mehmet Kuzulugil aþaðýdaki sözleri söyledi: Türkiye Komünist Partisi ne, Sovyetler Birliði, yýllarca Sovyetler Birliðiyle barýþýk bir Türkiye için para verdi. Türkiye Komünist Partisi eðer 1980 e gelindiðinde bir devrim yapamadýysa bu Sovyet güdümünden kurtulamadýðýndan oldu. Sovyetler Birliði sosyalist bir ülke idi... Ama Sovyet sosyalizmi zaten bu yüzden yýkýldý. Türkiye de, Yunanistan da, baþka yerlerde, Þili de devrim yapmak yerine devrim yapmamak için bir takým asalak hýyarlarý besledi. Türkçesi budur ama biz devrim yapacaðýz. Biz Rusya dan para da almýyoruz. SÝP partisinin yayýnlarýnda TKP ye dair karalayýcý ve aþaðýlayýcý ifadelere öteden beri rastlarýz. Yakýn zamanda SÝP partisine katýldýðýný basýndan öðrendiðimiz Av. Ö. Halis Bozdoðan, Sol Dergisi Yayýn Kurulu na böyle bir aþaðýlama ifadesine duyduðu tepkiyi ifade etmek üzere bir mektup yazmýþ; bir nüshasýný da bana vermiþti. Mektupta 20.07.2001 tarih ve 142 sayýlý Sol Dergisi nde ye-
33
Milliyetçilik, Yurtseverlik, Enternasyonalizm
ralan, derginin yazý kurulu üyesi Ali Mert imzalý bir yazýda düzeysizce TKP düþmanlýðý yapýldýðý anlatýlýyordu. TKP lilerin tüccarlaþmakta hangi noktalara geldiðini merak eden okurlarýn ilgisine ve bilgisine sunuyorum. cümlesiyle biten yazýya sinirlenen ve öfkesini yayýn kuruluna gönderdiði mektupta açýkca ifade eden Halis Bozdoðan iki bakýmdan istisnai bir konumda bulunmuyor. Birincisi, SÝP partisi saflarýndaki, ad deðiþtirme hamlesiyle birlikte üstü örtülmeye çalýþýlan müzmin TKP düþmanlýðýný, Halis gibi pek çok eski TKP li çeþitli örnekler üzerinden görmekte ve öfkelenmekteydiler. Halis kardeþ bu bakýmdan bir istisna deðildi. Ýkincisi SÝP Partisindeki anti-TKP yaklaþýmlarý protesto ede ede SÝP partisine veya bu partinin platformlarýna katýlan TKP liler vardýr. Halis kardeþ bu bakýmdan da bir istisna oluþturmuyor. Bu türden davranýþlar, Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde, ne yazýk sýradandýr. Elbette Mehmet Kuzulugil in yukarýda aktardýðýmýz sözleri, çok sayýda TKP liyi öfkelendirdi. Kuzulugil in sözleri bantlardan çözüldü, yaygýn olarak daðýtýldý. Duyuyoruz ki, tepkiler SÝP partisine de yoðun biçimde ulaþtýrýldý ve bir açýklama istendi. Unutulmadýysa, SÝP partisinin son isim deðiþtirmesinden sonra da böyle bir tepki dalgasý yükselmiþ ve bayraðý defalarca yere düþüren bazý isimler, isimler etrafýnda siyaset yapma alýþkanlýðýndan kurtulamayan yakýn çevreleriyle birlikte; o zaman da, þimdi olduðu gibi tepki göstermiþlerdi. Tepki duyan ve açýklama bekleyenlerin bir bölümü SÝP partisi ve Sol Meclis saflarýndaki TKP lilerdir. Kuzulugil in doðrudan doðruya kendi siyasi geçmiþlerini hedef alan sözleriyle zor duruma düþmüþlerdir. SÝP partisi yönetiminin kendilerini bu zor durumdan kurtaracak bir açýklama yapmasýna þiddetle ihtiyaç duymaktadýrlar. Diðerleri ise bir zamanlar Halis Bozdoðan kardeþimin yazdýðý gibi TKP saflarýnda olduðum yýllar benim için övünç kaynaðýdýr. Þu anda da komünist olduðum için gururla her yerde övünüyorum. diyen ve fakat SÝP partisiyle herhangi bir iliþkisi olmayan TKP lilerdir. Kuzulugil in sözlerine haklý olarak öfkelenmiþlerdir. Eminim SÝP partisi yöneticileri de iþleri bozan bu patavatsýzlýk nedeniyle öfkelenmiþlerdir. Ýflah olmaz bir iyimser miyim bilmiyorum, SÝP partisi içinden pek çok kiþinin de, samimi olarak o konuþmaya öfke duymuþ olabileceðini ummaktayým. Sonuçta SÝP partisi Siyasi Bürosu gelen tepki-
34
leri yatýþtýrmak üzere aþaðýdaki basýn açýklamasýný kaleme aldý, herhalde yaygýn olarak faksladý. Bu metni gerekli yerlere SÝP partisi açýklamalarý koyarak, birlikte okuyalým: TKP (SÝP partisi) enternasyonalist partili geleneðin bütününü sahiplenmektedir. 18 Ocak Cuma gecesi bir televizyon kanalýnda düzenlenen tartýþma programýna katýlan TKP (SÝP partisi) MK üyesi Mehmet Kuzulugil in program sýrasýndaki kimi ifadeleri bazý soru ve eleþtirilere neden olmuþtur. TKP (SÝP partisi), enternasyonalist partili geleneði doðrularý ve yanlýþlarýyla sahiplenmekte, kendisini ayný geleneðin bir parçasý ve sürdürücüsü saymaktadýr. Tüm dünyada komünist partiler geleneðinin doðrularý onur kaynaðýmýz olduðu gibi, yanlýþlarý da bizim yanlýþlarýmýzdýr. Geçmiþte bu geleneðin devrimci amaçlarla hareket etmediði biçimindeki bir yaklaþým, TKP nin (SÝP partisinin) deðerlendirmeleri içerisinde hiçbir zaman yer bulmadýðý gibi, bir MK üyemizin kullandýðý ifadelerde de bunun kastedilmesi mümkün deðildir. M. Kuzulugil, bütün izleyenlerin takdir edeceði gibi, esas olarak uzun anlatýmlarla deðil spot çýkýþlar ile yürüyen bir programýn tansiyonu yüksek bir polemik anýnda, Sovyetler Birliði ile kardeþ partiler arasýndaki dayanýþma iliþkisinin devrimci olmadýðýný sert bir üslupla dile getirmiþtir. Ancak bu polemik ortamýnda, bütün tarihsel kazanýmlarýyla Sovyet sosyalizmini tasfiyeye yönelen glastnostçu karþý-devrim akýmýnýn ve çeþitli ülkelerde bu akýmýn paralelinde komünizm saflarýný terk eden sapmalarýn kastedildiði netlikle açýklanamamýþtýr. Bir dizi dostumuz bu eksik tablo karþýsýnda haklý bir hassasiyet geliþtirmiþlerdir. Partimiz bu hassasiyetlerin, tarihimize sahip çýkma doðrultusundaki kararlýlýktan kaynaklandýðýný düþünmekte ve saygýyla karþýlamaktadýr. KUZULUGÝL ÝN YANLIÞI NEREDE Kuzulugil in konuþmasýnda geçen asalak hýyarlar þeklindeki seviyesizliðe tepki gösterenler, genel tepki içinde sanýrým çoðunluðu oluþturuyor. Bu hakaretamiz lakýrdýlarýn da, bunlara gösterilen tepkilerin de siyasi bir önemi yoktur. Küfreden, bu sözler daha aðzýndan çýkar çýkmaz kendisini rezil ettiði için cezalandýrýlmýþ durumdadýr. Ayýptýr ve kimseye böyle laflar etti diye, aferin deNisan 2002
fabrika
Milliyetçilik, Yurtseverlik, Enternasyonalizm
nilmez. Çok çok, kendisi de aðzýmdan kaçtý, özür dilerim der, gerçekte meselesi olmayanlar bakýmýndan , mesele biter. Biz, yakýn geçmiþte sert ama bütünüyle siyasi eleþtiri sýnýrlarý içinde kalan konuþmalarýmýza üslup üslup diye itiraz eden, bunu ciddi bir birlikte iþ yapma sorunu haline getiren; ancak þimdi asalak hýyarlar üslubunu siyasi büro açýklamasýndan sonra sineye çekeceðinden emin olduðumuz tepkiciler tanýyoruz. Herkesin içi rahat olabilir; sadece buraya takýlanlarýn takýlmasýnýn bir önemi yoktur. Sorunun siyasi özü iki noktadadýr: Birincisi TKP adýný almaya çalýþan bu partinin saflarýnda, daha çok MK baþta olmak üzere üst kademelerde, derin bir anti-TKP zihniyetin yerleþik olduðu gerçeðidir. Ýkinci nokta daha da önemlidir. Mehmet Kuzulugil in çýkýþý, Siyasi Büro açýklamasýnýn da farketmiþ olduðu üzere, enternasyonalizmden zerre kadar nasibi olmayan, faþist Mehmet Gül ile milliyetçilik yarýþýna çýkmýþ bir yaklaþýmý ortaya koymaktadýr. Bu tutumun Aydýnlýkçý takýmýnýn milliyetçiliðiyle arasýndaki fark, nitel deðil, derece farkýdýr. Sovyet güdümü , beslemek , Rusya dan para almýyoruz. bu ibareler ise, sadece anti-TKP deðil, net olarak anti-komünist bir bilinçaltýnýn dilini ele vermektedir. Üstelik bir paragraflýk konuþma içinde çok daha vahim olarak, faþist zihniyet karþýsýnda milliyetçiliðe sýðýnarak kendisini savunmaya çalýþan zayýf, özgüvenden yoksun ve cahil bir profil de çizilmiþtir. Kuzulugil kardeþimiz, MK üyeliði sýfatýnýn ima ettiði biçimde iyi yetiþmiþ bir komünist olsaydý, kendisini, partisini ve þüphesiz hepimizi zor duruma düþüreceðine, Mehmet Gül ü kameralarýn önünde paralardý. ENTERNASYONALÝST TUTUM Her komünistin aklýna ve kalbine derin devrimci ve enternasyonalist izler kazýyan Avusturya Ýþçi Marþý ný hatýrlayalým: Anamýz amele sýnýfýdýr Yurdumuz bütün cihandýr bizim 1. Dünyanýn her neresinde devrimci bir ihtiyaç varsa ve bu ihtiyaç Türkiye komünistlerinin üzerine, enternasyonalist bir sorumluluk yüklüyorsa, görevimizdir, yaparýz. Meksika Komünist Partisi nin kurucularý arasýnda Hindistanlý komünist Roy bulunmaktadýr. Ho Þi Min, Fransýz Komünist Partisi kurucularýndandýr. Parti kuruculuðundan insan, para, silah ve ilaç göndermeye; bir devrim-
fabrika Nisan 2002
ci yükseliþin boðulmamasý için gücümüzün yettiði her yerde kampanyalar yürütmeye, grev örgütlemeye ve dayanýþmanýn mümkün olan her biçimini hayata geçirmeye kadar, akla gelebilecek her dayanýþma enternasyonalist görevimizdir. 2. Türkiye devriminin ihtiyacý olduðunda, enternasyonalist dayanýþmanýn her biçimini talep etmek de görevimizdir. Enternasyonalist dayanýþma, komünist ve iþçi hareketleriyle dayanýþmadýr. Yoksa ülkemiz veya herhangi bir ülke üzerinde çeþitli hesaplarý olan devletlerden, emperyalist kurum ve mekanizmalardan, siyasal çalýþmamýz için destek kabul etmek veya herhangi bir iliþkilenmeyi kabullenmek, o hesaplarýn bir aleti haline gelmektir. Bu tür iliþkilerin enternasyonalizmle hiçbir alakasý yoktur. Bu türden iliþkilerin kimleri nerelere götürdüðünün örnekleri de bütün dünyada pek çoktur. 3. Türkiye Komünist Partisi nin kurucu kadrosu, Bolþevik hükümetin Anadolu daki kurtuluþ mücadelesinde kullanmalarý için kendilerine tahsis ettiði önemli miktarda parayý büyük bir onurla ve istekle kabul etmiþ; parayý ve Çarlýk döneminde Rusya da esir düþmüþ çoðunluðu Türklerden oluþan Bolþevik Alayý ný, Anadolu ya taþýmýþlardýr. TKP kurucu kadrosunun, Anadolu daki kurtuluþ mücadelesinde kullanmak üzere Bolþeviklerden aldýklarý yardýmýn türü ve miktarý, Merkez Komitesi toplantý tutanaklarý baþta olmak üzere, parti belgelerinde mevcuttur. 4. Mustafa Suphi ve yoldaþlarýnýn katledilmesine raðmen, Bolþevik Hükümet Kurtuluþ Savaþýnda kullanýlmak üzere, Ankara Hükümetine de silah, para, malzeme yardýmý yapmayý sürdürmüþ; Ankara Hükümeti de bu yardýmý büyük bir memnuniyetle kabul etmiþ ve kullanmýþtýr. Rusya dan para almak , ne TKP açýsýndan ve ne de Ankara Hükümeti açýsýndan yanlýþ bir iþtir. Sovyetler Birliði nin Ankara Hükümeti nezdinde yaptýðý her türlü yardým da devlet kayýtlarýnda mevcuttur. Ayrýca bunlarýn tamamýna yakýný çeþitli kitaplarda yayýmlanmýþtýr. 5. MHP nin ABD emperyalizminin SÜPER NATO SU ndan aldýðý gizli yardýmlar bir yana; Mehmet Gül ün partisi þu anda hükümet ortaðýdýr ve bu hükümet, Cumhuriyet tarihinin ABD nin onayý ve desteðiyle ÝMF den, Dünya Bankasýndan borç almak için en büyük tavizleri vererek en çok mesai harcayan hükümetidir. ABD den parasýyla silah almak için bile ne diller döküldüðü, kayýtlý kullanma anlaþmalarý imzalandýðý biliniyor. Mehmet Kuzulugil kardeþimiz, hiç deðilse Fabrika nýn ortalama bir okuyucusu olsa, orada o türden cehaletler sergilemez, göðsünü gere gere bir
35
Milliyetçilik, Yurtseverlik, Enternasyonalizm
komünistin söylemesi gerekenleri söylerdi. Eðer tepki gösterilecekse, iþin bu yanýna tepki gösterilmelidir. Çünkü Kuzulugil, Mehmet Gül ve benzerlerinin karþýsýnda sadece SÝP i deðil; hepimizi temsil etmekteydi. SÝYASÝ BÜRO NEYÝ AÇIKLIYOR? SÝP Partisi Siyasi Büro sunun açýklamasý, insana ister istemiz Lenin in devrimci partinin kendi hatalarýna karþý yaklaþýmý üzerine söylediklerini hatýrlatýyor. 1. Siyasi Büro, Kuzulugil in asalak hýyarlar ýnýn bile yanlýþ olduðunu kabullenmek niyetinde deðildir. Bu üslubu izah etmeye, savunmaya ve adeta, hangimiz olsak ayný dili kullanabilirdik diyerek sahiplenmeye çalýþmaktadýr. 2. Siyasi Büro, partilerinin MK üyesi tarafýndan devrilen çamlarý bile, mülkiyet iddialarýný tekrarlamak için bir vesile saymaktadýr. Açýklamada SÝP partisi için ..enternasyonalist partili geleneði doðrularý ve yanlýþlarýyla sahiplenmekte, kendisini ayný geleneðin bir parçasý ve sürdürücüsü saymaktadýr. deniliyor. Dil çürük diþe gidermiþ !... Halbuki Kuzulugil in konuþmasý, ne yazýk ki, anti-TKP, anti-Sovyet ve antikomünist bir geleneðin sürdürüldüðü izlenimini vermektedir. Siyasi Büro, kendisini Kuzulugil den ayýrmak yerine, parti olarak bu yaklaþýmlarý sahiplenmekte, arýzayý televizyon programýnýn atmosferiyle izah ederek geçiþtirmektedir. 3. Siyasi Büro, belki de bizlerin mizah duygumuza seslendiðini düþünüyordur. ..bir MK üyemizin kullandýðý ifadelerde de bunun kastedilmesi mümkün deðildir. Sorun eksik tablo sorunuymuþ. Türkçe bir konuþmanýn neyi kastetmiþ olabileceðine de, demek SÝP partisi Siyasi Bürosu denilen heyet karar verecek ve herkese teblið edecek. Ancak bu polemik ortamýnda, bütün tarihsel kazanýmlarýyla Sovyet sosyalizmini tasfiyeye yönelen glastnostçu karþý-devrimci akýmýn ve çeþitli ülkelerde bu akýmýn paralelinde komünizm saflarýný terk eden sapmalarýn kastedildiði netlikle açýklanamamýþtýr. Demek kimin kastedildiði genel olarak ifade edilmiþ; fakat ifadeler eksik tablo nedeniyle netleþtirilememiþ oluyor. Kimbilir belki o konuþmada, Portekiz Devrimi nin neden sosyalist bir iktidar yönünde derinleþemediði, Çin Halk Cumhuriyeti nde sosyalist kuruluþun karþýlaþtýðý sorunlar ve Kültür Devrimi, Doðu Avrupa da Demokratik Halk Cumhuriyetleri nin kuruluþunun temel prob-
36
lemleri vs,vs de genel olarak ifade edilmiþ; fakat eksik tablo nedeniyle netleþtirilemediði için biz anlayamamýþýz. SÝP Partisi Siyasi Bürosu, o konuþmanýn bu yönlerini de lütfedip açýklarsa, elbette herkes için yararlý olacaktýr. Mehmet Kuzulugil in konuþmasý, öncelikle kiþiseldir. Bu konuþmayý, bir komünist yapmaz. Yapmýþsa, parti o adamý önce güzelce haþlar, sonra sýký bir eðitime alýr. Mehmet Kuzulugil MK üyesidir. Demek ki, konuþma yöneticisi olduðu partiyi baðlar. Komünist iddialý bir partinin MK üyesi böyle bir konuþma yaparsa, o parti kendisini bu konuþmadan ayýrmak zorundadýr. Ayýrmanýn ilk adýmý, ilgili MK üyesinin yanlýþýný, herkesin önünde mahkum etmesidir. SÝP Partisi, yaptýðý açýklamada Kuzulugil eleþtirmeyerek, yanlýþ yaptýðýný bile kabullenmeyerek, kendisini o konuþmayla baðlamýþtýr. SÝP Partisinin yöneticileri ile, bu açýklamaya fit olacak eski TKP liler , birbirlerine mübarek olsunlar. MÝLLÝYETÇÝLÝK, YURTSEVERLÝK Artýk kavramlara deðinebiliriz. Milliyetçilik saðýn terminolojisi olduðu için; kimi sol iddialý nasyonalistler , bu kavramý öztürkçeleþtirerek solculuklarýný koruduklarýný düþünmektedirler. Bu tatlýsu kurnazlarýna göre ulusalcý olunca solcu, milliyetçi olunca saðcý olunuyor. Faþistlerin çeviri yoluyla birbirlerinden farklýlaþmasýnýn mümkün olmayacaðýný, Aydýnlýkçý takýmýný kastederek yýllardýr söylüyorduk. Nihayet MHP tabaný samimi ulusalcý olduðu için, MHP tabanýyla ittifak edebiliriz þeklindeki kabuller demeçlere dönüþmeye baþlamýþtýr. Bundan sonraki adýmda MHP içindeki samimi ulusalcý muhalefetle; gerçek ulusalcý Aydýnlýkçýlar ayný partide birleþebilirler. Þevkat Çetin, Abdülhaluk Çay, Ali Güngör, Enis Öksüz, Doðu Perinçek, Hasan Yalçýn ve benzerleri... Neden olmasýn? Ýlhan Selçuk u da AB ye karþý çýkarsa Genel Baþkan yaparlar. Cumhuriyet gazetesi de yayýn organlarý olur. Solun geniþ kesimleri ise geleneksel olarak, milliyetçiliði reddetmekte ve kendilerini yurtsever olarak tanýmlamaktadýr. Þüphesiz bu anlayýþa göre, kendisine yurtsever sýfatý yakýþtýranlar, otomatik olarak ayný zamanda enternasyonalist oluyorlar. Marks ve Engels in sürgün hayatlarý, Marksizmin doðuþ dönemi için belki de bir þanstýr. Bu þans Komünist Manifesto da iki yerde karþýmýza çýkar: Nisan 2002
fabrika
Milliyetçilik, Yurtseverlik, Enternasyonalizm
Birincisi komünistleri, öteki iþçi sýnýfý partilerinden ayýran iki noktadan birinci sýrada olanýdýr: 1) Farklý ülke proleterlerinin ulusal savaþýmlarýnda, her türlü milliyetten baðýmsýz olarak, tüm proletaryanýn ortak çýkarlarýna iþaret eder ve bunlarý öne sürerler. (Marks-Engels Seçme Yapýtlar 1, s.145, Sol yayýnlarý, Birinci Baský 1976, Ankara) Ülke içindeki savaþýmda milliyetlerden baðýmsýz bir çizgi ayýrdedicidir. Ýkincisi bir meydan okumadýr: Komünistler, ayrýca, vatan ve milleti kaldýrmayý istemekle suçlanýyorlar. Ýþçilerin vataný yoktur. Onlardan sahip olmadýklarý bir þeyi alamayýz. Proletarya, her þeyden önce, siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder sýnýfý (1848 tarihli Almanca baskýlarda ulusal sýnýf deniliyor) durumuna gelmek, bizzat ulusu oluþturmak zorunda olduðuna göre, kendisi, bu ölçüde ulusaldýr, ama sözcüðün burjuva anlamýnda deðil. Halklar arasýndaki ulusal farklýlýklar ve karþýtlýklar, burjuvazinin geliþmesi ile, ticaret özgürlüðü ile, dünya pazarý ile, üretim biçimindeki ve buna tekabül eden yaþam koþullarýndaki tekdüzelik ile her geçen gün biraz daha yok oluyor. Proletaryanýn egemenliði, bunlarý daha da çabuk yokedecektir. Eylem birliði, en azýndan önde gelen uygar ülkelerinki, proletaryanýn kurtuluþunun ilk koþullarýndan biridir. Kiþinin bir baþkasý tarafýndan sömürülmesine son verildiði ölçüde, bir ulusun bir baþkasý tarafýndan sömürülmesine de son verilmiþ olacaktýr. Ulus içindeki sýnýflar arasý karþýtlýðýn kalkmasý ölçüsünde bir ulusun bir baþkasýna düþmanlýðý da son bulacaktýr. (A.g.e. s.151152) Sýnýf mücadelelerini temel alan bir bakýþ için yaklaþým gayet berraktýr. Bugünden bakýlýnca iyimser olduklarý görülüyor. Ayrýca çözümlemelerini yöntem olarak, en geliþkin üzerinden yaptýklarý; bunun için, kapitalizmin geliþkin olduðu Avrupa ya baktýklarý bilinmektedir. Ancak Manifesto nun burjuva milliyetçiliðini reddetmesi ve iþçilerin vatanýnýn olmadýðýný söylemesi, Marksistlerin yurtseverlik karþýtý olduðu eleþtirisine yolaçmýþtýr. Dikkat edilmesi gereken nokta, sözkonusu durum ulusal baðýmsýzlýk, eþitlik ve özgürlük savaþýmý ise, milliyetçilik ile yurtseverlik kavramlarýnýn genel olarak bir ve ayný þeyi anlatmak için kullanýldýðýdýr. Fakat olaylar, milli sorunlarýn öneminin kabul edilmesini zorunlu kýldý; tecrübeli
fabrika Nisan 2002
örgütleyiciler olarak onlarýn da, milli çevrenin ve geleneðin bir iþçi sýnýfý hareketinin yadsýyamayacaðý þeyler olduðunu anlamamalarý beklenemezdi. (Marksist Düþünce Sözlüðü, s. 432, Ýletiþim Yayýnlarý, 2. Baský 2001, Ýstanbul) Daha sonra Engels, konuyu farklý bir açýdan ele aldý: Herhangi bir toplumsal geliþmenin olabilmesi için, önce Polonya nýn milli baðýmsýzlýðý gerçekleþmeliydi. Hiçbir millet yabancý egemenliðinden kurtulmadan kendisine baþka hedefler belirleyemezdi. Ýþçi sýnýfý hareketi, ancak özgür halklarýn uyumlu iliþki zemini üzerinden gerçekleþebilirdi (Kautsky e mektup, 7 Þubat 1882). Marx ile Engels, bu ülkedeki milli harekete ya da onun önderlerine duyduklarý özel bir saygýdan dolayý deðil, bütün olarak Britanya adalarýndaki ilerlemeye duyduklarý ilgilerinden dolayý, Ýrlanda nýn baðýmsýzlýðýnýn hayati önemini, Polonya örneðindekinden çok daha fazla benimsemiþlerdi. (A.g.e. s.433) Lenin, ...1916 da, büyük savaþ sýrasýnda, bütün sosyalistler milletlerin kendi kaderini tayin hakký ilkesini kabullenmiþken, sosyalizmin hedefinin bütün milletleri birleþtirmek ve halklarý tek bir aile olarak birleþtirmek olduðunu; fakat bunun her millete kendi yolunu seçme fýrsatý tanýnmadan gerçekleþemeyeceðini tekrar tekrar söylemiþtir. (...) 16. Parti kongresinde sunduðu raporunda Stalin, týrmanan iki karþýt sapma üzerinde durmuþtur: Bölgecel bölücülük ile, enternasyonalizm maskesi takan ve milletlerin birbirleri içinde erimesine dönük vakitsiz hareketleri destekleyen Büyük Rusyalýlýk kibiri. (A.g.e. s.434) Bilinenleri uzun uzun tekrarlamamak için Manifesto dan ve Marksist Düþünce Sözlüðü nden yaptýðýmýz bu aktarmalardan sonra sýnýrlarý belirleyebiliriz. Ulus ve ulusalcýlýk tarihsel bir kategoridir. Burjuva sýnýfýnýn yükseliþi ve iktidara týrmanýþ süreciyle birlikte ortaya çýkmýþtýr. Burjuvazinin geliþimiyle birlikte üretim biçimindeki ve buna tekabül eden yaþam koþullarýndaki tek düzelik ile ulusal farklar ve karþýtlýklar zayýflayacaktýr. Burjuva egemenliðinin, dünya çapýnda yerini proletaryanýn egemenliðine býrakmasýyla, bunlar daha hýzlý yokolacaktýr. Ulusal baðýmsýzlýðýn kazanýlmasý, ulusal eþitlik ve özgürlük için verilen mücadelelere, komünistler ilgisiz kalamazlar. Dahasý komünistlerin ulusal kurtuluþ, eþitlik ve özgürlük mücadelelerine önderlik etmeleri; ulusal kurtuluþu toplumsal kurtuluþ yönünde derinleþtirmeleri görevleridir.
37
Milliyetçilik, Yurtseverlik, Enternasyonalizm
Nitekim TKP önderliðinin, kuruluþ kongresinin hemen ertesinde, Kurtuluþ Savaþýna katýlmak üzere, çorbaya tuzunu katmak üzere deðil; ulusal kurtuluþ savaþýný toplumsal kurtuluþ mücadelesiyle birleþtirmek üzere Anadolu ya geçmeleri bu tutumun bir örneðidir. ÇKP nin sömürgeciliðe ve Japon iþgalciye karþý ulusal ve toplumsal kurtuluþ mücadelesini bütünleþtirerek savaþmýþ olmasý da seçkin bir örnektir. Vietnam Emek Partisi nin Fransýz sömürgeciliðine ve Amerikan emperyalizminin iþgaline karþý yürüttüðü ve zaferle sonuçlandýrdýðý ulusal kurtuluþ mücadelesi de hayranlýk uyandýrýcý bir diðer örnektir. Bu örneklerin üçünde de burjuva milliyetçiliðiyle, komünistler arasýndaki iliþkiler çarpýcý derslerle doludur. Kemalistler, savaþýn en çetin ve zor döneminde, emperyalistlere güven vermek için komünistleri ve halkçý bir güç olarak Kuvay-ý Seyyare nin önderliðini, fiziki olarak yoketmeye giriþmiþtir. Çin de burjuva milliyetçisi Çan Kay Þek in Guamindang ý, sömürgeciye karþý ayaklanan Þanghay proletaryasýný katliamla bastýrmýþ, ÇKP nin güçlendiði aþamada iþgalci Japonlarla ateþkes yaparak ÇKP güçlerine saldýrmýþ ve nihayetinde ihanetini Formoza adasýna kaçarak tamamlamýþtýr. Vietnam ýn mülk sahibi sýnýflarý ise, önce sömürgeci Fransýzlarla, sonra ABD ile iþbirliði yapmýþlar, ülkeyi Kore örneðindeki gibi bölmeye çalýþmýþlar; fakat hamileriyle birlikte yenilerek ülkeyi terk etmek zorunda kalmýþlardýr. Ülkenin sömürgeciden veya iþgalciden kurtuluþu için mücadele, bir yurtseverlik savaþýdýr. Ulusalcýlýk veya yurtseverliðin ayný anlamda kullanýldýðý süreç; ulusal kurtuluþ, eþitlik ve özgürlük mücadelesinin verildiði süreçtir. Bu noktada ulusal baðýmsýzlýk temel siyasi sorundur. O çözülmeden baþka herhangi bir sorun çözülemez. Burjuva ulusalcýlýðý (milliyetçiliði) pazarýnýn sýnýrlarýný çizme, mümkünse geniþletme ve bu pazar üzerinde egemenliðini tesis etme; daha sonra da koruma amacýna yöneliktir. Kendisini tanýmlayabilmesi için, ulusal düþmanlýklara ihtiyacý vardýr. Bu bakýmdan ne Ermeni, ne Amerikan, ne Grek, ne Fransýz ve ne de Türk milliyetçiliði farklýdýr. Bütün burjuva milliyetçilikler ulusal düþmanlar göstermeden, bir tehdit tarif etmeden, kendisini tarif edemez. Burjuva milliyetçiliðinin bir sonraki adýmý ise, ulusal veya ýrksal üstünlük iddiasýdýr. Yurtseverlik, kendi halkýný, ülkesini, halkýnýn yaþam biçimlerini sevmek, baðlýlýk duymaktýr. Bu sevginin ve baðlýlýðýn kendisini tanýmlamasý için düþmana ihtiyacý olmadýðý gibi herhangi bir
38
üstünlük iddiasýna taþýnmasý da mümkün deðildir. Ancak ülke topraðýnýn iþgali, halkýn maruz kaldýðý baský, þiddet ve yaþama biçimlerinin karþý karþýya kaldýðý bir tehdit sözkonusu ise, elbette tehdit eden güce karþý mücadele etmek, yurtseverliðin gereðidir. Yurtseverlik kavramý, ulusalcýlýk gibi tarihsel, baþlangýcý ve sonu olan ve milliyetçilik gibi net biçimde tanýmlanmýþ bir kavram deðildir. Ancak zaman içinde farklý mahiyetler kazanan veya kapsamý geniþleyip daralan bir kavramdýr. En geniþ kapsam ve mahiyetiyle, uzun bir süre sosyalist yurtseverlik olarak kullanýldýðýný biliyoruz. Sosyalist yurtseverlik kavramýnýn muhtevasýný ise Sosyalist Anayurt , yani Sovyet ülkesi oluþturmaktaydý. Yurtseverlik kavramý, burada tanýmlamaya çalýþtýðýmýz biçimiyle, Manifesto nun çizdiði çerçeveyle ve proletarya enternasyonalizmiyle çeliþmez. Ancak bu kavramý milliyetçilik ölçüsünde güçlendirmek, bütünüyle burjuva milliyetçiliðini ikame etmek üzere kullanmak; burjuva milliyetçiliðiyle ortaklaþmayý izah etmek için, bu ortaklýðý yurtseverlik olarak adlandýrmak, örnekleri sýkça karþýmýza çýkan yanlýþlýk veya sahtekarlýklardandýr. TÜRKÝYELÝ VE ENTERNASYONALÝST OLMAK Burjuva milliyetçiliðinin reddi, komünistleri ülkelerinde bir yabancý, tarihin dýþýndan bir akým, yabancý güçlerin ajaný haline getirmez. Bu endiþe, siyasi yetersizlikle birleþtiði her noktada, sahiplerini burjuva milliyetçiliðiyle yarýþa sokmuþtur. Türkiye komünist hareketinin doðuþu, batýdan ithal fikir hareketlerinin ürünü deðildir. Asýl çýkýþ kaynaðýný, sömürgeci batýya karþý mazlum doðunun isyan ve direnme ruhundan alýr. Kurucu isimlerini komünizme taþýyan bu ruh olmuþtur. Sömürgeciliðe karþý mücadele verilen ülkelerin neredeyse tamamýnda milliyetçilikle komünizmin birer siyasi akým olarak doðuþu eþ zamanlýdýr. Sömürgeciye karþý mücadeleye milliyetçilikle baþlayan ve kýsa sürede bu akýmýn yetersizliðini, gayri insaniliðini ve sömürgeciyle ortaklýklarýný farkeden pek çok örnek isim, kýsa sürede bu akýmýn saflarýný terkederek komünist ideolojiyle buluþmuþtur. Ýngiliz sömürgeciliðine karþý savaþmak için silah temin etmek üzere ülkesinden çýkan Hind milliyetçisi Roy, bir kaç sene içinde komünizmle buluþmuþ, Meksika Komünist Partisi kurucusu olmuþ ve nihayet 1917 devriminin ülkesine gelmiþ; Komintern Yürütme Kurulu üyeliðine kadar yükselmiþtir. TKP nin kurucu Baþkaný Mustafa Nisan 2002
fabrika
Milliyetçilik, Yurtseverlik, Enternasyonalizm
Suphi de, siyasi hayatýna burjuva milliyetçisi Ýttihat ve Terakki ile baþlamýþ, kýsa sürede Komünizmle buluþmayý baþarmýþtýr. Komünistler, ülkelerinin iþçi ve emekçi sýnýflarýyla, sadece bu sýnýflarýn ekonomik ve siyasi beklentilerine cevap vererek deðil; bu cevaplarý oluþturmak için dahi, emekçi yýðýnlarýn deðerler dünyasýný anlayarak; bu dünya ile komünist düþünce arasýnda geçiþ alanlarý yaratarak bütünleþirler. Marksizmin bilgi yaný öðrenilir. Bir yöntemdir; bilgi yeniden üretilir. Ancak komünistler ülkelerinin, halklarýnýn içinden çýkar; halkýn tarihi ve kültürünün bir ürünü olarak þekillenirler. Bu tarih içinde emekçi, özgürlükçü, direniþçi, halkçý deðerleri bulup çýkarmak; bu deðerleri yeniden tanýmlamak, hareketi bu somutluk içinde geliþtirmek; ülkesinde tarih boyunca üretilmiþ ileri insanlýk deðerlerinin temsilcisi olmak; ve bu yolla ülkesinde ileri, devrimci bir deðer haline gelmek; enternasyonalizmle çeliþmek þöyle dursun, enternasyonalizmin gereðidir. Türkiye komünist hareketi, hiçbir kompleksi haketmiyor. Doðuþundan itibaren bu topraklarýn, halklarýmýzýn ürünüdür. Bu ülkenin tarihinin bir parçasýdýr ve bu tarihin geleceðidir. Ülkeye ve halklarýmýza en küçük bir zarar vermedik. Hiçbir sömürücü gücün Türkiye deki uzantýsý olmadýk. Buna karþýlýk komünist harekete kökü dýþarda diye saldýran burjuva milliyetçileri ve faþistler, emperyalizmle uzlaþmadan, ortaklaþmadan ve ona dayanmadan bir tek gün geçirmediler. Elbette emperyalizmle uzlaþmasaydýlar da, Türkiye halklarýný kapitalist sömürü düzeni içine hapsederek, üzerinde egemenlik kurarak; bu egemenliði baský, þiddet ve yalan propagandayla tesis ederek, ülkeye ve halka zarar vermeyi sürdüreceklerdi. Mustafa Kemal Samsun a çýkmadan önce, Anadolu nun çeþitli yerlerinde Kongreler toplayan ve Þura yönetimleri oluþturanlarýn; iþgalciyle savaþa tutuþanlarýn; bütün gerici ayaklanmalarý bastýranlarýn; Sovyetler Birliði nin desteðini ülke-
fabrika Nisan 2002
ye ilk taþýyan ve ihanete uðrayanlarýn; gene de her cephede dövüþenlerin izinden geliyoruz. NATO ya Hayýr! diyen biziz. Ülkenin emperyalizmin gizli açýk iþgaline karþý çýkmýþ olanlar biziz. Ülkenin kaynaklarýný çok uluslu þirketlere tahsis edenlerle biz mücadele ettik. Türkiye halkýnýn iþi, ekmeði, özgürlüðü için; daha iyi bir hayat, daha geliþkin bir demokrasi ve sosyalizm için biz mücadele verdik. Halk düþmaný faþistlere karþý mücadelede, saflarýndan binlercesini topraða veren biziz. Böylesine insaný çalýþkan, kaynaklarý zengin bir ülkeyi ÝMF kapýlarýnda dilenci; emperyalistler karþýsýnda boynu bükük; gençlerinin kanýný satarak borç arayan duruma düþürmüþ egemenlere karþý biz mücadele ediyoruz. Bütün bunlarý yaparken, ne egemenlerin bir kýsmýyla ortaklaþmaya, ne Genelkurmay ý egemenlerden ayýrarak düzenin günahlarýndan arýndýrmaya, ne cuntacýlýða, ne sosyaldemokratlarla iþbirliðine, ne TÜSÝAD dan ve AB den demokrasi beklemeye, ne faþistlerle milliyetçilik yarýþýna girmeye ihtiyaç vardýr. Vedat Türkali nin bir cümlesini aktarayým örnek olsun diye: Halkýn desteðini yitirince, daha tehlikelisi, kurtarýcý olarak orduya bel baðlama ahmaklýðý izler onu. (Vedat Türkali, Tüm yazýlar Konuþmalar, s.386, Gendaþ A.Þ. Birinci Baský, 2001 Ýstanbul) Halkýn desteðini yitirince veya kazanamayýnca, kimi ahmaklar orduya bel baðlar, kimileri AB ye...Ama hepsi, kendi deðerlerinden kuþkuya düþer, baþkalarýnýn bakýþýyla bakmaya baþlarlar dünyaya... Baþýmýz diktir. Komünistiz. Enternasyonalistiz, dünyalýyýz ve Türkiyeliyiz. Hiçbir faþistin, hiçbir burjuva milliyetçisinin karþýsýnda baþýmýz eðilmez. Eðilip bükülen, arkaya dönüp TKP ye, Sovyetler Birliði ne ve kardeþ komünist partilere çamur atanlara ise izin vermeyiz. Bu zayýflýðý savunan ve örtmeye çalýþan Siyasi Büro lar mý? Ne demiþti Haluk Yurtsever? TKP adýný almak kolay, taþýmak zordur.
39
karikatür
40
A YHAN K ÝRAZ
Nisan 2002
fabrika
D oðu-Batý t a r t ý þm a sý
Orhan Pamuk üçüncü bir ses veriyor mu? Sevda ERGÝN Çok emekle büyük bir yeni okul kurdun, Korkusuz özgürlüðün erdemli babasý, Eðer ana yurdun Fenike ise Seni hor görmek neden? Oradan gelmedi mi Kadmos da, Hani o Yunanistan a kitaplar ve yazý sanatýný getiren adam? Zenodotos Dünyanýn kültürel/siyasal planda doðu-batý olarak bölünmesinin baþlangýcýnýn eski Roma yönetim sistemindeki bir düzenleme olduðunu; bu ayrýmýn yeniden ve þiddetle ortaya çýkmasýnýn ise 19. yüzyýla denk düþtüðünü Fabrika nýn 51. sayýsýnda yeralan yazýmýzda belirtmiþtik. Söz konusu yazýnýn devamý olarak da okunabilecek bu yazýda ise öncelikle üstünlüðün Batý ya geçmesiyle beraber Avrupamerkezci bir yaklaþýmýn tarihçilik ve dilbilim gibi çeþitli disiplinleri nasýl þekillendirdiði üzerinde duracak, daha sonra da Orhan Pamuk un romanýný merkeze koyarak Doðu-Batý çatýþmasýnýn edebiyat alanýndaki tezahürü üzerinde duracaðýz. Antik Yunan Kültürü nün keþfi Doðu-batý ayrýmýnýn öne çýktýðý 19. yüzyýlda, üstünlüðün uygar dünyanýn ortasý olarak görülen Akdeniz den Batý ya geçmesiyle beraber tarihi, toplumsal, kültürel araþtýrmalarda da Avrupamerkezcilik boy vermeye baþlamýþtýr. Martin Bernal, Kara Atena isimli deðerli eserinde Yunan uygarlýðý üzerindeki Mýsýr ve Fenike etkisini yok sayan, bu uygarlýðý Hint-Avrupa dili konuþan Helenler ile yerli tebaalarýnýn karýþmasýnýn sonucu olarak gören Ari Modeli nin 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda geliþtirildiðini belirtmektedir. Eserin birinci cildi bu nedenle Eski Yunanistan Uydurmacasý Nasýl Ýmal Edildi? baþlýðýný taþýmaktadýr. Bernal e göre Batý uygarlýðýnýn temel dayanaklarýný yeniden ele almak ve de Batý daki tarih yazýcýlýðýna ýrkçýlýðýn ve kýta þovenizminin sinmiþ olduðunu kabul etmek zorunludur (1). 19. yüzyýlýn ilk çeyreðinde Karl O. Müller, bilimcilere, bir bütün halinde insan kültürüyle baðlantýlý olarak Yunan mitolojisini incelemelerini tavsiye etmiþ, fakat Doðu dan herhangi bir özgül alýmlama yapýldýðýnýn kabul edilmesine þiddetle karþý çýkmýþtýr (2). Samir Amin in Avrupamerkezcilik adlý kitabýnda ise Bernal i de destekleyen þu satýrlarý okuyoruz: ...egemen kültürcü bakýþ, en baþýndan beri bütünlüðünü ve tekilliðini korumuþ bir Ezeli Batý kurmacasýna baþvurdu. Keyfi ve mitsel olan bu kurgu, deðiþime raðmen süreklilik etkenlerinin aðýr bastýðýný vurgulamak için ihtiyaç duyduðu, ayný ölçüde keyfi bir Baþkalarý (Doðulular ya da Doðu) kurmacasýnýn da yaratýlmasýný gerektiriyordu.Avrupamerkezli
fabrika Nisan 2002
41
Doðu - Batý Tartýþmasý
kültürcü sav....gelmiþ geçmiþ en popüler fikirlerden biri olan Batýlý soyaðacýný ileri sürdü (Antik Yunanistan, Roma, Hýristiyan feodal Avrupa ve kapitalist Avrupa sýralamasý). Bu konuda okul kitaplarý ve kamuoyu da ...bilgince savlar kadar -belki daha çok- etkili olmuþlardýr. (3) Mýsýr Tanrýsý Ammon un oðlu Ýskender Herodotos, Yunan göreneklerinin kökenini genel olarak Doðu, özel olarak da Mýsýr ile açýklayan Tarih i nedeniyle Batýlý soyaðacýna sadýk bilimciler tarafýndan küçümsenmektedir. Tarihçi Herodotos, Dionysos adýný ve ona kurban sunma törenlerini Yunanlýlarýn Mýsýr dan aldýðýný, zaten hemen hemen bütün Tanrý adlarýnýn da Yunanistan a Mýsýr dan geldiðini belirtmektedir. Mýsýr ana tanrýçasý Ýsis e Atinalýlar 5. yüzyýldan beri tapmaktaydýlar. Tapanlar sadece Atina da oturan Mýsýrlýlar deðil, ayný zamanda Atina nýn yerlileriydi. (4) Büyük Ýskender Mýsýr ý fethettikten sonra basýlan Ýskender sikkeleri, onu boynuzlu bir Ammon olarak resmetmektedir. Çünkü Ýskender fetihten sonra Libya daki Siwa vahasýna giderek büyük kahine danýþýr ve kahin ona Tanrý nýn oðlu olduðunu söyler. M.S 390 da meþhur Ýskenderiye Kütüphanesi bir Hýristiyan güruhu tarafýndan tahrip edilip, yirmi beþ yýl sonra da filozof ve matematikçi Hypatia, St. Kiril in kýþkýrttýðý keþiþlerce öldürüldüðünde, Ari Modeli çerçevesinde çalýþan bilimciler Hýristiyan faktörünü görmezden gelerek bu olaylarý Helenistik akýlcýlýða karþý Mýsýr daki Þark fanatizminin canlanmasý olarak deðerlendirirler. Oysa bu dönemde Mýsýr, Roma Ýmparatorluðu nun bir Hýristiyan vilayetidir. (5) Seine kadar tanýnan Nil 17. yüzyýlýn sonunda meydana gelen ekonomik, politik ve toplumsal dönüþümlerin sonucunda Eski Mýsýr dini, simya, büyü saygýnlýðýný yitirse de Eski Mýsýr a duyulan coþku hala sürer ve 18. yüzyýl, Mýsýrseverliðin zirvesidir. Bir Fransýz yazarý 1740 ta þunlarý söylemektedir: Konuþulan tek þey Thebai ve Memfis gibi kentler, Libya çölü ve Thebai maðaralarý. Ýnsanlar Seine kadar Nil i de tanýyor. Çocuklarýn kafasý bile Nil in þelaleleri ve aðýzlarýyla þiþiriliyor. (6) Montesquieu de Mýsýrlýlarýn dünyanýn en iyi filozoflarý olduðunu kabul ederken, 19. ve 20. yüzyýlda öncü olarak selamlanan Avrupamerkezci yazarlar bile bu dönemde Mýsýr a büyük saygý göstermektedir. 17. yüzyýlýn sonunda artýk Avrupalýlarýn, Asyalýlara karþý ilerlemesinin verdiði güvenle bir Avrupalýlýk bilinci dalgasý yükselmiþ, Aydýnlanma önderleri, geleneksel Hýristiyanlýða ve feodalizme karþý mücadelelerinde Avrupalý olmayan kültürlere olan tercihlerini ortaya koyabilmiþlerdir. Örneðin laik Fransýz fizyokratlarý, kendilerini Çin e yakýn hissederken, Ýngiltere de Aydýnlanma hareketinin önemli þahsiyetlerinden çoðunu bünyesinde barýndýran masonlar Mýsýr ý tercih etmiþlerdir. Fransa da Fizyokratlar üzerinden Çin in büyük bir kültürel etkisi olmuþ, 18. yüzyýl ortasýndaki siyasal ve ekonomik reformlarýn bir çoðu Çin modeline uygun olarak yapýlmýþtýr. (7) 18. yüzyýl Avrupalýsý, Avrupa nýn diðer tüm kýtalardan daha ileri olduðunu ileri sürse de Avrupa nýn kendi kendini yarattýðýný iddia edemiyordu. Ancak 19. yüzyýlýn baþýnda tutum deðiþmeye baþladý ve pek çok reformun ilham kaynaðý olan Çin in mevkii düþürüldü. Irkçýlýðýn ve ilerlemeciliðin zaferiyle Avrupa ya ve Hýristiyanlýða dönüþ, mobilya, porselen ve ipek gibi Çin lüks mallarýnýn yerine Avrupalý üreticiler kendi mallarýný koymaya baþladýðý zaman gerçekleþti. Avrupa için bunun sadece kültürel tatmin olmadýðýný belirten Bernal den aktarýrsak; Britanya, Lancashire pamuðu ve Hint afyonu ile Çin pazarýna girdikçe, ticaret dengesi Çin in aleyhine döndü ve Avrupa nýn ticari üstünlüðünü kýsa süre içinde askeri giriþimler izledi. Britanya nýn Çin in resmen yasaklamasýna raðmen afyon ticaretini korumak için savaþ açtýðý 1839 dan yüzyýlýn sonuna kadar Britanya, Fransa ve öteki güçler daha fazla ve daha büyük tavizler koparabilmek için Çin e birbiri ardýnca saldýrýda bulundular. Bu eylemleri
42
Nisan 2002
fabrika
Doðu - Batý Tartýþmasý
ve sömürüyü haklý gösterebilme ihtiyacý, büyük ölçüde Avrupa baskýsýnýn sonucu olan gerçek toplumsal çöküntü, genel ýrkçýlýk ve Avrupa ya dönüþ ile birlikte, Batý daki Çin imgesinin dönüþümüne yol açan güçler oldular. Çin mantýða dayalý bir uygarlýk olarak görülürken, artýk iþkence ve her türden yozlaþmanýn boy attýðý pis bir ülke olarak görülmeye baþlandý...1850 lerde yazan de Tocqueville, 18. yüzyýl fizyokratlarýnýn Çin e o kadar hayran olmalarýný anlaþýlmaz buluyordu. Çin in saygýnlýðýnýn düþüþü dilbilimde de izlenebilir. (8) Entelektüel ve akademik geliþmelerin, toplumsal, siyasal ve ekonomik geliþmelerle içiçeliðinin bir tezahürü olarak, Tocqueville in bunlarý söylediði yüzyýlýn hemen baþýnda filoloji ya da eskiçað bilimi, modern anlamda öncü bir disiplin olarak kuruluyordu. Bu disiplinlerin kurulmasýna öncülük eden, dilbilimsel ve tarihsel konularda kilit konumunda olan Humboldt gibi önderler, yeni üniversite sisteminin kurulmasýnda da aktif roller oynadýklarý gibi ulusal düzeyde de önemli politikacýlardý. Liyakat esasýna dayalý öðrenci-öðretmen iliþkisi aðlarýný, devlet fonlarýnýn büyük kesimini güvence altýna almak için manevra yapma yeteneðinde olan bölümleri ve disiplinin erbaplarýyla kamuoyu ýndaki engelleri muhafaza için oluþturulan profesyonel jargonla yazýlmýþ dergileri ilk kuran da bu eskiçaðbilimi disiplini olmuþtur. Humboldt ve arkadaþlarý, antikçaðýn ve özel olarak Yunanlýlarýn öðrenilmesini savunuyordu. Filolojinin özü, gerek sanatsal gerekse felsefi alanda, Tanrýsal Yunanlý imgesi oldu. Almanlarýn kendileri hakkýndaki idealleþtirilmiþ imgede olduðu gibi, Yunanlýlarýn da safkan olmalarý gerekiyordu. Böylece istilalar yoluyla gerçekleþen kültürel alýmlamalarý, ýrksal ve dilsel karýþýmlarýn meydana geldiðini kabul eden Eskiçað Modeli, giderek tahammül edilemez hale geldi. Yunan uygarlýðýnýn oluþumunda Mýsýrlýlarýn büyük payý, bilim dýþýna sürüldü. Dilbilimci Humboldt, Yunancanýn üstünlüðünün, onun yabancý öðelerle kirlenmemiþ oluþunda yattýðýný iddia edebiliyordu. (9) Batý, batý oldukça, sömürgeciliðin ve emperyalizmin ideolojik hizmetkarlýðýný üstlenen bilim , doðu yu da, batý yý da yeniden kurgulamaya giriþti. Þark. Avrupanýn sadece komþusu deðildir; Avrupa nýn en büyük, en zengin, en eski sömürgelerini mekaný. Uygarlýklarý ile dillerinin kaynaðý, kültürel rakibi, en derin, en sýk yinelenen Öteki imgelerinden biridir. (10) Ýdeolojinin hizmetindeki burjuva bilimin gerçekliði yeniden kurmaya giriþmesi salt bir üstünlük, arýlýk, Avrupalýlýðýn üstünlüðünden gururlanma arayýþýný amaçlamýyordu elbette. Þark, sýrf sýradan ondokuzuncu yüzyýl Avrupalýsýnýn varsaydýðý tüm o basmakalýp biçimleriyle Þarklýðý keþfedildiði için deðil, Þark ýn Þarklý kýlýnabilmesi -yani. Þarklý kýlýnmýþlýða boyun eðmesi- için de Þarklaþtýrýldý. (11) Doðu-batý üzerine her düzeydeki tartýþma ve yaklaþýmlar için, elimizde genel bir çerçevenin bulunduðunu, artýk varsayabiliriz. Orhan Pamuk: Bir yeni üçüncü sesi çýkarmak Rusya ve Osmanlý gibi iki geleneksel imparatorlukta Batýlýlaþma kavramý neredeyse eþ zamanlý olarak ortaya çýkarken, bu sorunun edebiyat alanýndaki yansýmalarýnýn ayný derinlik ve edebi yetkinliðe sahip olduðu söylenemez. Dostoyevski baþta olmak üzere Rus edebiyatçýlarý Doðulu ve Batýlý kimlik arasýnda sýkýþmanýn acýsýný tüm benlikleriyle hissedip Raskolnikov gibi karakterleri yaratýrken ayný zamanda okuru da bir edebi zirveye taþýmýþlardýr. Osmanlý romanýnda ise alafranga züppe tipinden ileriye gidilememiþtir. Tanzimat romanýnda kendi kültürünü inkar etmeyen, ancak Batý uygarlýðýnýn da en iyi taraflarýný alan karakterler yaratýlmaya çalýþýlmýþ, Recaizade Ekrem in Araba Sevdasý ndaki Bihruz Bey gibi tipler üzerinden yanlýþ bir Batýlýlaþma anlayýþý eleþtirilmiþtir. 1940 lý yýllarda eserlerini vermeye baþlayan Abdülhak Þinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpýnar gibi Kemalist devrimi yaþamýþ ancak Kemalizmin geçmiþ kültürel mirasý reddetme tutumu ile barýþýk olmayan, Osmanlý kültürüne sýký sýkýya baðlý romancýlar da, bir kültürel sentez denemesi yapmýþlardýr. Bu yazarlarýn, Osmanlý kültür mirasýný reddeden Kemalist milliyetçiliði benimsemeyen, ancak Batý uygarlýðýnýn yarattýðý deðerlerden de uzak kalamayan yaklaþýmlarýný Taner Timur, çaðdaþ muhafazakarlýk olarak adlandýrmaktadýr. (12)
fabrika Nisan 2002
43
Doðu - Batý Tartýþmasý
Orhan Pamuk ise, en çok deðer verdiði aydýnlarýn baþýnda gelen Tanpýnar ile Doðu-Batý sorununa iliþkin olarak benzer bir yaklaþým içindedir. Kendisiyle yapýlan çeþitli gazete röportajlarýnda dile getirdikleri de bunu iþaret etmektedir: Benim en deðer verdiðim gerçek aydýnlarýmýzda....temel sorun, geçmiþ kültürün terk edilmesi meselesidir. Bir yandan gözümüz Batý nýn harikalarýyla kamaþýr, ama öte yandan da geçmiþ kültürün güzelliklerinden ve kendi kiþiliðimizden vazgeçemeyiz. Burada ne politikacýlar, ne tarihçiler, ne gazeteciler, burada en çok hassas aydýnlar, yazarlar, kültür üzerine içtenlikle düþünenler acý çeker. Ben, Batýlýlaþmacýyým bir anlamda: Çünkü eþitlik, modernliðin kimi görüntüleri, insan haklarý, düþünce özgürlüðü gibi Batý dan gelen bazý deðerlere inanýyorum....Önemli olan hangi medeniyetin neresini alacaðýmýz formülü deðil, medeniyet deðiþimleri karþýsýnda acý çekmektir. Bu Tanpýnar ýn ya da Yahya Kemal in de acýsýdýr. Benim Türkiye de yaþadýðým en büyük entelektüel sorun da budur; üslup sorunu, kimlik sorunu. Ama bu konularda yasaklayýcý formül, belirleyici bir tutumum da yoktur. Bu konulardan kitaplarýma, hikayelerime akýtacak bir heyecan ve hüzün alýrým. (13) Pamuk, her ne kadar belirleyici bir tutum ya da formül önermediðini söylese de, ilerleyen satýrlarda hangi taraftan neyi almak gerektiði konusunda yine de bir formül açýklamaktan geri durmamaktadýr. Kendisinden okumayý sürdürelim: Yerel kültürün yok olmasýndan ne kadar dertleniyorsam, ufkumuzu da Batý romanýnýn buluþlarýyla o kadar açmalýyýz diyorum. Edebiyat bu ikisini buluþturmalý. Ýnsanýn kendi sesini duymasý demek, aslýnda iki deðiþik kaynaktan beslendiðini farkedip, aptalca birisini seçme telaþýna düþmeden, bütün gücüyle iki kimliðe de, iki kaynaða da daha çok sarýlarak bir yeni üçüncü sesi çýkartmaya çalýþmasýdýr. Ýki sesten yalnýzca birine sarýlmanýn tutarlýlýk olduðunu sanmak en büyük akýlsýzlýktýr. Ýkisine de sonuna kadar sarýlýrsanýz sizin kimliðiniz olan asýl üçüncü ses çýkar. Doðu nun efsaneleri, hikayeleri ve masallarý arasýnda kendimi evimde ve rahat hissediyorum. Batý nýn hikayeleri ise kendimi deðiþtirmek ve sarsmak için bana gerekli. En mutlu yaþam, ikisini de insanýn kendi ruhunda derinden hissedebilmesi, roman yazmak için gerekli ruhsal karmaþayý, çatýþmayý bu ruhsal derinlikten çýkartabilmesi. (14) Orhan Pamuk, yukarýda aktardýðýmýz formülasyonuna uygun bir þekilde yaþadýðý coðrafyanýn hikayelerini, karakterlerini Batý romanýnýn teknikleriyle anlatmaktadýr. Sessiz Ev de Virginia Woolf gibi bilinç akýþý tekniðinden yararlanýrken, her bir romanýnda da farklý biçim denemeleri yapmaktadýr. Klasik roman tekniðiyle yazýlmýþ Cevdet bey ve Oðullarý olsun, farklý biçim denemelerini yaptýðý Sessiz Ev veya tarihyazýnsal üst kurmaca türünün örneði olarak deðerlendirilen Beyaz Kale ya da sondan bir önceki romaný Benim Adým Kýrmýzý olsun Pamuk un eserlerinde Doðu-Batý sorunu, adeta ortak paydadýr. Zaten bizim niyetimiz de edebiyat eleþtirisi yapmak deðil, Pamuk un romanýný bu açýdan ele almaktýr. Padiþah III. Murat zamanýnda geçen Benim Adým Kýrmýzý adlý romanýnda, padiþahýn isteði üzerine Eniþte nin denetiminde Frenk etkisi taþýyan, gölge ve perspektifin kullanýldýðý resimlerle süslü bir kitabýn gizlice hazýrlatýlýþý ve bunun çevresinde geliþen olaylar hikaye edilir. Romanda, resim sanatý üzerinden iki kültür arasýndaki farklýlýklar, nakkaþlarýn aðzýndan sürekli dile getirilir: Bir büyük üstat Frenk nakkaþý ile baþka büyük bir nakkaþ ustasý bir Frenk çayýrýnda yürürler ve ustalýk ve sanat üzerine konuþurlarmýþ. Karþýlarýna bir orman çýkmýþ. Daha usta olaný, ötekine þöyle demiþ: Yeni usullerle resmetmek öyle bir hüner gerektirir ki, demiþ, bu ormandaki aðaçlardan birini resmettin mi, resme bakan meraklý buraya gelip, isterse o aðacý diðerlerinden ayýrt edip bulur. Ben fakir, gördüðünüz aðaç resmi, böyle bir akýlla resmedilmediðim için Allahýma þükrediyorum. Frenk usulleriyle resmedilseydim beni sahici bir aðaç sanan Ýstanbul un bütün köpekleri üzerime iþer diye korktuðumdan deðil. Ben bir aðacýn kendisi deðil, manasý olmak istiyorum. (15) Doðu mistisizmi, Tanpýnar ýn Huzur romanýndaki Mevlevi Emin Dede de nasýl vücut buluyorsa, nak-
44
Nisan 2002
fabrika
Doðu - Batý Tartýþmasý
kaþlarýn resim sanatýna bakýþýnda da belirir ve nakkaþlar, dünyayý insan gözünün gördüðü gibi deðil, Allah ýn gördüðü gibi görmek ve öyle resmetmek isterler. Tanpýnar ýn ney çalan mevlevisi, nasýl ki tasavvufi bir aþkla tanrýsal varlýk içinde eriyip, yok olmayý isterken, hýrs, iþtiha dolu Lizst, Borodin gibi Batýlý müzisyenlerden farklýlaþýrsa; Doðulu nakkaþlar da resme imza koyan Frenk ressamlarýný horlayarak, nakkaþýn kimliðinin anlaþýlmamasýný, kimliðini ele veren bir üslubunun olmamasýný meziyet ve hüner addederek Frenk nakkaþlarýndan farklýlaþýrlar: Resmin, güzelliðiyle insaný hayatýn zenginliðine, sevgiye, Allah ýn yarattýðý alemin renklerine saygýya, iç düþünceye ve imana çaðýrmasý önemlidir. Nakkaþýn kimliði deðil. (...) Bugün bir genç nakkaþ ne kadar has, anlamak için üç þey sorardým ona...Yeni adete uyup Çinlilerin ve Frenklerin etkisiyle aman benim þahsi bir nakýþ usulüm, bir üslubum olsun diye tutturuyor mu? Nakkaþ olarak herkesten ayrý bir edasý, bir havasý olsun istiyor, bunu da nakþýnýn bir yerine Frenk üstatlarý gibi imza koyarak kanýtlamaya çalýþýyor mu? Ýþte bunu anlamak için ben ona üslup ve imzayý sorardým ilk. (16) Romanýn kahramanlarýndan nakkaþ Üstat Osman, Osmanlýnýn, Þirazlý, Heratlý ve dünyanýn daha pek çok ülkesinden nakkaþlarý toplayarak yarattýðý üsluba derinden baðlýdýr. Eniþte nin padiþah için Batý usulleriyle hazýrlattýðý resimlere bakarken, yaratýcýsý Orhan Pamuk gibi iki alemden beslenmeye, bir üçüncü ses yaratmaya itiraz etmemektedir; ancak bunun hünersizce yapýlmamasý kaydýyla: Eniþte Efendi nin kitabý için yapýlmýþ... resimleri ilk gördüðümde ne kadar tiksindiðimi biliyorsunuz. Kabul etmek gerekir ki, bütün ömrünü bu iþe vermiþ bir nakkaþta, bu derece þiddetli tiksinti ve nefret uyandýran sayfalarda gözümüzü alamayacaðýmýz bir þeyler de vardýr mutlaka. Çünkü yalnýzca kötü olan sanat, bizde tiksinti bile uyandýrmaz....Boþ bir kaðýdýn üzerinde...bir aðaç gördüm. Hangi hikayenin hangi meclisinden çýktýðýný hayal etmeye çalýþtým. Benim nakkaþlarým...bir aðaç çiz dersem onlara, önce bu aðacý bir hikayenin parçasý olarak düþlerler ki huzursuzluk duymadan onu çizebilsinler. O aðaca dikkatle bakarsam, dallarýndan, yapraklarýndan nakkaþýn hangi hikayeyi düþlediðini çýkarabilirim. Ama bu aðaç, zavallý, yalnýz bir aðaçtý; arkasýnda onu daha da yalnýz gösteren ve Þiraz ýn eski üstatlarýnýn usullerini hatýrlatan iyice yükseltilmiþ bir ufuk çizgisi vardý. Ufuk çizgisi yükseltildiði için ortaya çýkan boþlukta baþka hiçbir þey yoktu ama. Böylece Frenk üstatlarýnýn yaptýðý gibi, bir aðacý aðaç olduðu için resmetme isteðiyle, Acem üstatlarýnýn alemi yukarýdan görme isteði birbirine karýþmýþ, ne Frenk ne Acem olabilen kederli bir resim çýkmýþtý ortaya. Dünyanýn bittiði yerdeki aðaç böyle bir þey olmalýdýr, diyecektim, kendime. Ama iki farklý usulü birleþtirmeye çalýþýrken benim nakkaþlarým ile rahmetli budalanýn (Eniþte, bn.) kýt aklý, hünerden yoksun bir þey yapmýþlardý. Resmin iki alemden beslenmesi deðil, bu hünersizliði öfkelendiriyordu beni. (17) Tanpýnar, eski deðerler ile yeni insan (Osmanlý kültürel mirasý ile Batýlý deðerler) arasýnda bocalamýþ, ikisini bir araya getirildiði bir bireþimin güçlükleri karþýsýnda sýk sýk umutsuzluða kapýlmýþ, Beþ Þehir adlý kitabýnda olduðu gibi zaman zaman da tercihini eski deðerlerden yana kullanmýþtýr. Pamuk ta ise -özellikle Benim Adým Kýrmýzý adlý eserinde- bazý roman kiþilerinin aðzýndan eski kültürün ihtiþamý ve o kültürün temsilcilerinin Batý kültürü karþýsýndaki güvenli tavrý dile getirilirken, kimi kahramanlarýnýn aðzýndan da Doðu ve Batý arasýnda bir tercih yapmadan ikisini bir arada isteme tavrý dile gelmektedir. Örneðin, söz konusu romanýn Ben Kadýn baþlýklý bölümünde meddah, kahvedekilere þunlarý söyler: Diyor ki kararsýz kalbim, Doðu dayken Batý da, Batý dayken Doðu da olmak istiyorum. Erkeksem kadýn, kadýnsam erkek olmak istiyorum, diyor öteki yerlerim. Ne zormuþ insan olmak, daha da çetini insan gibi bir hayat. Hem önümle hem arkamla, hem Doðu yla hem Batý yla keyif almak istiyorum. (18)
fabrika Nisan 2002
45
Doðu - Batý Tartýþmasý
Annesinin kýyafetlerini giydiðinde kendini kadýn gibi hissettiðini, bir kadýn gibi sevilmek istediðini anlatan meddah, bu kýyafetlerle aynada kendisine bakýnca gördüðü güzel kadýn karþýsýnda erkekliðinin kalktýðýný dile getirir ve arkasýndan da yukarýdaki þiiri okur. Her ne kadar bir edebiyat eleþtirisi kaleme alýyor deðilsek de, anlaþýlmayan, zor okunan bir yazar olduðu eleþtirisine karþý popüler þeyler deðil, yüksek sanat yaptýðýný belirten O. Pamuk un bu iddiasýný ve elbette doðu ve batý üzerine derinlikli düþünceler yakalamaya çalýþma çabamýzý yukarýdaki alýntý gölgelemektedir. Bütün o metinler arasý iliþkilerin aðýrlýðý deðil de, bu yaklaþm mýdýr Orhan Pamuk un kendisi, diye düþünmemek mümkün deðildir. Þüphesiz bizim düþüncemizi destekleyen, 1590 larda Üçüncü Murat devrinde Ýstanbul da nakkaþlarýn müdavimi olduðu bir kahvehanede eðlenceli hikayeler anlatan bir meddahýn Doðu-Batý kavramlarýyla konuþmasýnýn imkansýzlýðýdýr. O. Pamuk konuþuyor olmalýdýr, onun yerine... Çünkü bu dönemde Avrupa henüz Batý olmamýþtýr. Kitap boyunca gölge ve perspektif kullanan Avrupalý ressamlardan Frenk üstatlarý veya Venedikli üstatlar diye söz edilirken, kitabýn son kýsmýnda böyle bir tarih yanlýþý da yer almaktadýr. Asýl soruyu sormamýzýn yeridir: Orhan Pamuk tan üçüncü bir ses iþitiyor muyuz? Kültürel kimlik sorununa kemalist bakýþ açýsýndan farklý yaklaþtýðý kesindir. Ancak bu farklýlýk esastan görünmüyor. Kemalizm, Anadolu nun ve Osmanlý dan ne kaldýysa Rumeli nin insanýný, kendisinden bir ulus yapacaklarý bir hammadde yýðýný olarak ele almýþtýr. Bu halkýn ne dilini, ne dinini, ne kýyafetini, ne müziðini, ne hayatla iliþkilerinin üzerinde yükseldiði deðerler dünyasýný beðenmiþtir. Sonuçta, yüz küsur yýldan bu yana sömürgeci batýya karþý savaþlarda evlatlarýný yitirmiþ, evini ocaðýný terkedip göçe zorlanmýþ bir halka, yukarýdan aþaðýya batýlý deðerler benimsetilmeye çalýþýlmýþtýr. Orhan Pamuk, kültürel kimlik konusunda kemalizmin zorlayýcýlýðýný ve toplumdaki renkleri yok saymasýný elbette paylaþmýyor. Ancak Doðu nun hikaye ve masallarýnda kendisini evinde hissetmenin mutluluðunu ve rahatlýðýný duyarsa da, O. Pamuk da seçimini kemalizm gibi batý dan yana yapmýþtýr. Batý edebiyatý onu sarsar, deðiþmeye zorlar. Ancak bu deðiþim üçüncü bir sese doðru deðil; Batý ya doðrudur. Osmanlý kültür mirasýna karþý tutumunun kemalizmden farklýlaþmasý ise, O nun batýcýlýðýnýn daha rasyonel, daha batýlý bir batýcýlýk olmasýdýr. Hiçbir batýlý, kendi imparatorluk geçmiþine, batýcý bir kemalistin düþmanlýðýyla yaklaþmaz. Çünkü onun imparatorluk geçmiþi de bugünün ait olduðu Batý lý kimliði oluþturan, siyasi rejim dýþýnda kopuþa uðramadan kültürel sürekliliðini muhafaza eden bir unsurdur. Kemalist ise Batý karþýsýnda Doðu nun en seçkin ve güçlü temsilcisi olan Osmanlý imparatorluðu mirasýndan, sadece siyasi rejim planýnda deðil; asýl olarak kültür ve deðerler dünyasý planýnda kopmak kararlýlýðýndadýr. Kendi imparatorluk geçmiþine düþmandýr. Bu fark nereden doðuyor? Birincisi kemalizmin bir parçasý olmaya çalýþtýðý Batý, Osmanlý mirasýnýn siyasi yönüyle; Osmanlý coðrafyasýndaki gücüyle ilgilidir. En azýndan üzerinden bunca yýl geçtikten sonra, kültürü ve deðerler dünyasýyla deðil. Kemalizm ayný zamanda bir devlet kuruculuðudur ve batýyla iliþkilerinde siyaset yaný öne çýkar. Kemalist devlet, Batýyla iliþkileri çerçevesinde Doðu ile iliþkilerini siyasi ilgi planýnda koparmýþ, bunu kültürel kopuþla tamamlamýþtýr. O. Pamuk seçimini Batý dan yana yapmýþ olsa da, bir edebiyatçýdýr ve bugünün edebiyatçýsýdýr. Kemalistlerden kendisini ayýrmasýnýn imkanlarý oldukça geniþtir. Kemalistlerin, Cumhuriyet in Pamuk a karsi tavri ve Yalçin Küçük... Orhan Pamuk a karþý kemalistlerden, Cumhuriyet gazetesinin kimi köþe yazarlarýndan ve son dönemde kemalistlerle yakýnlaþma çizgisi izleyen Yalçýn Küçük ten oldukça sert bir saldýrý gelmektedir. Biz yukarýda Pamuk un romaný üzerine edebi bir eleþtiri yapmak niyetinde olmadýðýmýzý belirtmiþtik. Sözünü ettiðimiz eleþtiri ve saldýrýlarýn ve Yalçýn Küçük ün yaptýðý türden çözümlemelerin de edebiyat eleþtirisi olmadýðýný belirtmek gerekir. Yalçýn Küçük, O. Pamuk eleþtirilerine Cumhuriyet eleþtirisini de katýyor: Cumhuriyet, yayýn politikasýný, Pamuk un büyük yazarlýðýna ve propagandasýna dayandýrmaktadýr; her yeni kitabý çýktýðýnda sayfalarýný Pamuk la doldurduðu bilinmektedir. Kýrmýzý kitabý çýktýðýnda ise Cumhuriyet in her türlü ölçüyü geride býraktýðýný gördük, kitap ekinde tam beþ sayfa ayýrmýþtý. (19) Y.Küçük bunu, Yahudi lobisinin etkinliðine baðlamakta ve ayný kitap ekinin arka kapaðýnýn da Türki-
46
Nisan 2002
fabrika
Doðu - Batý Tartýþmasý
yeli Yahudilerin gazetesi Þalom un tanýtýmýna ayrýldýðýný belirtmektedir. Ancak Cumhuriyet Gazetesi içinde baðýmsýz kalemlerin de olduðunu vurgulayan Küçük, O.Akbal, A.Taner Kýþlalý gibi köþe sahiplerinin Pamuk a karþý duruþlarýný överek, þunlarý yazmaktadýr: Oktay Akbal, duyduðunu ve düþündüðünü yazan bir kalemdir; ayrýca Cumhuriyet i yöneten pervanelerden korkmayacak kadar birikim sahibi olduðundan kimsenin kuþkusu bulunmamak gerekiyor. Bu nedenle Cumhuriyet te kadrolu olmasýna karþýn, Pamuk u okumadýðýný yazabilen tek yazar olmasýna þaþýrmýyoruz. Kýsa ve açýk deðerlendirmesini buraya alýyorum: A.T.Kýþlalý, O.Pamuk un yüz binlik bir satýþ yaptýðý söylenen son romanýný okuyamamýþ. (Yeni Hayat kastediliyor, bn.) Oysa ilk romanýna Milliyet Roman Ödülünü veren kuruldaydým. Pamuk star sisteminin baþarýlý bir ürünü. Böyle bir düzeyde kalmak için ne yapmak gerekiyorsa beceriyor. Atatürk e sövmek alaya almak! Ama bu tutumlarýyla kendisini küçültüyor, deðersizleþtiriyor! Kýþlalý nýn dediði gibi maskesinin altýndaki çirkin yüz böylece ortaya çýkýyor! (20) Oktay Akbal, bir zamanlar O. Pamuk a ödül veren jürinin bir üyesi olarak, ödül verdiði romaný okuyup okumadýðýný, okuduysa o zaman ödül verdiði yazar hakkýndaki deðerlendirmelerini edebi kriterler çerçevesinde nasýl deðiþtirdiðini ortaya koymalýydý. Ama Akbal için bir romancýnýn eleþtirisinin edebi kriterlerle ilgisi yoktur. Eðer yazarýn Atatürk ü alaya aldýðýný bir yerlerden iþitirse, bitmiþtir. Pamuk un sözkonusu alaycýlýðý ise, gerçekten tam bir paranoya örneðidir. Prof. Fahir Ýz, Yeni Hayat romanýnda, bir kasabanýn meydanýndaki Atatürk büstüne güvercinlerin kakalarýný yapmakta olduklarýný yazdý diyedir, bütün alay suçlamalarý. Cem Yýlmaz ýn söylediði gibi, hangi heykel, hangi büst bu akýbetten korunabilmiþ ki... Gizli Atatürk düþmanlýðý eleþtirisini, diðer eleþtirilerle baðlayan bir örneði birlikte okuyalým: Ankara Üniversitesi Týp Fakültesi nden bir profesör, Kýþlalý nýn Cumhuriyet teki köþesinde yayýnlanan mektubunda þunlarý söylemektedir: O.Pamuk un sinsice Atatürk karþýtlýðý yaptýðýný bilmiyordum. Ama ben de reklamlarýn etkisiyle aldýðým romanýný bitirememiþtim. Yazýnýzý baþka profesör arkadaþlarla tartýþtýk. Onlar da ayný durumdalar. Eðer bunca þiþirilen bir romaný biz de anlamýyorsak, herhalde eksiklik ve yanlýþlýk bizde deðil, baþkalarýnda olmalý! (21) Atatürkçü çevrelerde, Gizli Atatürk düþmanlýðý suçu sabittir. Üstelik de satýþ rakamlarý þüpheli, okuyabileni az, kitaplarýný bitiren neredeyse yok denilecek düzeyde bir yazardýr O. Pamuk, ayný çevreye göre. Peki anlayan? Bu sorunun cevabýný daha sonra tartýþacaðýz. Y.Küçük burada yerinde bir soru sormaktadýr: ...seçkinler, kültürlüler ve belki de kemalizmin koruyucularý, Pamuk u okumuyorlarsa, Pamuk un okunmayan kitaplarýnda Atatürk düþmanlýðý yaptýðýný nereden biliyorlar? Sorunun cevabýný da veriyor. Kýþlalý, Londra da School of Oriental Studies de ders vermiþ Prof. Fahir Ýz in incelemelerinden yola çýkarak, Pamuk taki sinsi Atatürk ü aþaðýlama çabalarýný okurlarýna duyurmuþtur. (22) Içerideki degerlendirmelerde, Pamuk, bir edebiyatçi olarak degil, bir politik yazar olarak görülüyor; hiç kuskusuz Atatürk karsitligi bir politik durustur. R.Eder (New York Times in kitap ekinde yeralan Pamuk a iliskin tanitim yazisinin yazari, bn.) ise, bir yandan Mustafa Kemal in bir zamanlarin pek güçlü Osmanli Imparatorlugu nun bütün izlerini sildigini ve diger yandan da bunun, Kemal Pasa nin Osmanli kültür mirasini yok etme çabasinin bu ülkeyi köksüz birakmasinin, Pamuk u çok rahatsiz ettigini ve Pamuk un buna karsi çiktigini yazmaktadir. (23) Böylece Pamuk, kendisi de seçimini Batý dan yana yapmýþ bir romancý olmakla birlikte, kendisine ödül veren jüri üyeleri baþta olmak üzere, Batý cý kemalist çevrelerden gelen, edebiyat dýþý aðýr eleþtiri-
fabrika Nisan 2002
47
Doðu - Batý Tartýþmasý
lerin muhatabý olmuþtur. Gene edebiyat dýþý olmakla birlikte, asýl eleþtiri, Yalçýn Küçük ün Þebeke adlý kitabýndan gelmektedir. Yalçýn Küçük burada Pamuk un okunmadýðý, okunsa da anlaþýlmadýðý iddiasýný, çünkü romanlarýnýn Yahudi-Sabatayist þifreler üzerine kurulmuþ olduðunu, Yahudi kaynaklarýný kullanarak kanýtlamak iddiasýndadýr. Gerçekten de roman kahramanlarýnýn adlarýndan kimliklerine, romana konu olan tarihi olaylarýn gerçekte nasýl yaþandýðý ve romanda nasýl anlatýldýðýna kadar, son derece ayrýntýlý ve ikna edici bir þifre çözülüðüyle karþý karþýya olduðumuz açýktýr. Yalçýn Küçük Pamuk romanýndaki Sabatayist þifreleri oldukça inandýrýcý bir biçimde çözümlemektedir. Þebeke nin okunmasýnýn Pamuk romanýna vukuf açýsýndan son derece yararlý olacaðýný da Fabrika okuyucularýna duyurmak isteriz. Peki bu bir edebiyat eleþtirisi midir? Elbette deðil. Bir roman böyle de çözümlenebilir. Bu tür bir çözümleme çok yararlý da olabilir. Ancak Dostoyevski nin Karamazof Kardeþler eserinin edebi yanýnýn gerisinde, yazarýn bitmez tükenmez Ortodoks vaazlarýnýn bulunmasý; bu vaazýn romanýn belki her sayfasýna sinmiþ olmasý nasýl eserin edebi büyüklüðünü belirlemiyorsa; Pamuk un yazarlýðýný da Sabatay ve Yahudi mistisizmini romanlarýna taþýmýþ olmasý belirlemez. Edebiyatýn kendisine özgü ölçütleri vardýr. Þebeke de Ahmet Altan romanýna iliþkin çözümlemeler ise, edebiyat eleþtirisi sýnýrlarý içindedir ve Y. Küçük ün Altan ýn edebi deðersizliði üzerine söylediði her þeye biz de bütün kalbimizle ve edebiyat bilgimizle katýlýrýz. Bir yazarýn satýlmasý veya okunmasýnýn da bir eleþtiri ölçüsü yapýlmasý tuhaftýr. James Joyce nin Ulyses adlý eserinin edebi deðeri üzerinde bir tartýþma yok. Ancak bu eserin anlaþýlmasýný kolaylaþtýrmak üzere yazýlmýþ yardýmcý eserler, her kütüphanede bir bölüm oluþturacak kadar çoktur. Ýyi edebiyatýn çok satýlmasý ve çok okunmasý, her düzeydeki okurun, romaný anlamasý ve bir tek biçimde anlamasý koþulunun olduðundan biz haberdar deðiliz. Buna karþýlýk çok satýlmak, çok okunmak ve bir tek okumaya imkan vermek, genellikle edebi deðer konusunda þüphe uyandýrýcýdýr. Yalçýn Küçük, eðer tutarlý olmayý önemsiyorsa, Orhan Pamuk a yaptýðý okunmamak ve anlaþýlmamak eleþtirisinin, Ahmet Altan hakkýnda söylediklerini çürüttüðünü görmelidir. Ahmet Altan çok okunmakta ve her düzeydeki okuyucu tarafýndan bir ve ayný þekilde ve hiç özel çaba harcamadan anlaþýlmaktadýr. Çünkü Fýrýncýnýn Kýzý edebiyatýnýn okurda düzeye ihtiyacý yoktur. Doðu-Batý sorununu baþka örnekler üzerinden tartýþmayý sürdüreceðiz.
1- Martin Bernal, Kara Atena, Kaynak Yayinlari, 1998, sy.50-51 2- age. Sy.53 3- Samir Amin, Avrupamerkezcilik, Ayrinti Yayinlari, 1993, sy.98 4- Herodotos dan aktaran Martin Bernal, age. sy. 164-165-187 5- Age. sy. 194-195 6- Aktaran, Bernal, age. sy. 257 7- Age. sy.260 8- Age. sy. 339 9- Age. sy. 392 ve devami 10- Edvard W. Said, Þarkiyat, s.11, Çev: Berna Ülner, Metis Yayýnlarý 2. basým 2001 Ýstanbul 11- A.g.e. s.15
48
12- Taner Timur, Osmanli-Türk Romaninda Tarih, Toplum ve Kimlik, Afa Yay. 1991, sy.302-303 13- Orhan Pamuk, Öteki Renkler, Iletisim Yay. Aralik 1999, sy.337 14- Age. sy. 338 15- O. Pamuk, Benim Adim Kirmizi, Iletisim Yay. Eylül 2001, sy.62-63 16- Age. sy. 71-74 17- Age. sy.288-289 18- Age. sy.403 19- Y.Küçük, Sebeke, YGS Yay. Subat 2002, sy.19 20- Age. sy.24 21- Akt. Y.Küçük, age. sy. 25 22- Age. sy. 27 23- Age. sy. 31 Nisan 2002
fabrika
SOL YENÝDEN KÜMELENÝRKEN D.VAROL Sol kavramýnýn en geniþ anlamýyla bile kapsadýðý kuþkulu bir yelpaze içinde yeni bir kümelenme; bu doðrultuda geniþ bir hareketlilik yaþanýyor. Deniz Baykal CHP sinin dýþladýðý veya Baykal ýn geliþiyle kendilerini dýþlanmýþ hisseden; DSP den dýþlanan veya zaten bu iki partinin dýþýnda oluþmaya çalýþan çeþitli sosyaldemokrat iddialý çevre, uzun süredir partileþemiyor. Bu oluþumlarýn baþýna önce Erdal Ýnönü geçirilmek istendi. Sonra boþ iskemle konuldu ve son olarak Cumhuriyet in baþý Ýlhan Selçuk adý gündeme getirildi. Ýlgilenmeyebilirdik. Ancak bu oluþumlara sürekli gül atan ÖSP ÖDP sinin de Genel Baþkaný olmaya devam eden Ufuk Uras, ilgilenmemize neden oluyor. Çünkü kendisinin baþýnda bulunmaya devam ettiði partiyle bu yazý doðrudan ilgilenmek zorunda. ÖDP en azýndan üç önemli kümeye ayrýlmýþ durumda. Partiden kopan kümelerin de partileþme iddialarý var. Ve parçalanmanýn açýða çýkmasýyla birlikte ÖDP bileþenlerinin tümünü saran, küçük kümeler veya tek tek kiþiler halinde bir hareketlilik gözleniyor. Bu hareketlilik, etrafa yeniden ve yeni durum üzerinden gözatma çabalarýný da içeriyor. Önce en uzaktakilerden baþlayalým: SOSYALDEMOKRASÝ NEDEN OLUÞAMIYOR? Bu kümelenmelerin esas özelliði, büyük basýn kendilerini nasýl adlandýrýyor olursa olsun veya kendilerini nasýl tarif ederlerse etsinler; hiçbirinin zerre kadar sol bir niteliðe sahip olmamalarýdýr. Ýþçi sýnýfýyla organik bir iliþki geleneðinden gelmeyen; aksine Cumhuriyet kurucusu ve 1946 ya kadar tek parti diktatörlüðünün sürdürücüsü olan CHP nin döküntüleri olan bu kümelenmeler iki temel kimlik bilgisine sahipler. Birincisi tamamý devlet partisinin siyasi tercihleriyle uyum içinde-
fabrika Nisan 2002
dir. Kendiliklerinden, toplumu özgürleþtirme ve demokratikleþme yönünde bir program geliþtirmiþ deðillerdir. Önder kadrolarý itibariyle tamamýna yakýný hükümetlerde yeralmýþ, iktidarda sýnanmýþtýr. Dýþardan ciddi bir basýnç gelmediði durumlarda, ne iþkenceye, ne ifade özgürlüðüne, ne örgütlenme özgürlüklerine, ne Kürt meselesine, ne sendikal hak ve özgürlüklere vb. iliþkin özgürleþtirici bir adýmlarýna, net ve kesin tutumlarýna kimse tanýk deðildir. Tekelci devletin çizgisi neyse, o çizgiyle uyumlu biçimde yaþamaya hazýr ve alýþkýndýrlar. Bu bakýmdan saðdan, hatta MHP den ciddiye alýnýr bir tutum farklýlýðý yaratmýþ ve bunu tarif edici bir kimlik unsuru yapabilmiþ deðillerdir. Diðer taraftan 1960 lý ve 1970 li yýllarda, sosyalist ve devrimci solun etkisi, desteði ve CHP ile kurduðu her türlü ilkeden uzak içiçelik iliþkilerinin de bir gereði olarak yönelinir gibi yapýlan emekçi sýnýflara yakýnlýk çizgisi; herhangi bir kalýcý kurumlaþmaya yolaçmadan 1980 li yýllarda buharlaþmýþtýr. Esasen 1970 li yýllardaki yöneliþ de, daha ziyade sosyalist ve devrimci hareketlerin düzen içine çekilmesi; ilerici sendikal hareketin düzene baðlanmasý için yapýlan kaba manevralardan ibarettir. Bu manevralarýn bütün kabalýðýna raðmen görülememiþ veya etkisizleþtirilememiþ olmasý ise, CHP nin becerisinden ziyade, anýlan sol kesimlerin faþist teröre yerel düzeyde gösterilen direniþ gücünü bir merkezi iktidar fikrine taþýyacak çap ve kapasiteden yoksun önderliklere sahip oluþlarý nedeniyledir. Sokak sokak, fabrika fabrika, mahalle mahalle, okul okul verilen yerel mücadelelerin birikimi, hükümet düzeyinde alternatif olan CHP nin deðirmenine taþýnmýþtýr. 1980 li yýllardan itibaren, CHP geleneði hem kendi solundaki güçlerin etkisinden baðýmsýzlaþmýþ; sol güçleri etkisizleþtirme iþini bizzat cunta üstlendiði için sosyaldemokratlarýn sol süslere ihtiyacý kalmamýþ ve hem de düzen içinde kalarak iþçi ve emekçi yýðýnlarýn taleplerini
49
Sol Yeniden Kümelenirken
baþa koyan bir siyasetin ulusal ve uluslararasý düzeyde zemini daralmýþtýr. Keynesçi programý çöpe atan neoliberal sað dalga bütün dünyada olduðu gibi Türkiye de de halkçý politikalarý gündemden düþürmüþtür. Halkçýlýk anlamýnda kullanýlan popülizm , siyasi küfür mahiyeti kazanmýþtýr. CHP geleneði lider kadrolarýnýn çapsýzlýðý kadar, geleneðin iþçi yýðýnlarýyla organik baðlara hiçbir zaman sahip olmamasýnýn da kolaylaþtýrýcý etkisi altýnda süratle liberal zeminlere çekilmiþtir. Ne DSP, ne CHP ve ne de yeni oluþumcu kümelerin çoðunluðu, planlama fikrini ve buna baðlý olarak kamu giriþimciliðini savunmamaktadýr. Sanayileþme gündemden düþmüþtür; ÝMF nin dayattýðý tarým politikalarýndan farklý bir tarým politikasý önerebiliyor deðillerdir; dolayýsýyla burjuva baðýmsýzlýkçý siyasetin zemini de kalmamýþtýr. Geriye kalan ekonomide liberal bir çizginin içselleþtirilmesi konusunda sað ile yarýþtýr; AB çizgisinde bir biçimsel demokratikleþmedir. Genelkurmay ve genelkurmay taraftarlarý baþta olmak üzere, ordunun siyaset üzerindeki vesayetinin ortadan kalkmasý gerektiðini dillendirenler dahil düzen partileri, baþta AB ve ABD olmak üzere, dýþ dünyadan gelen, köklü ekonomik deðiþiklik paketlerinin yanýsýra, demokratikleþme yönündeki yasalarýn çýkarýlmasý yönündeki basýnca esasta itiraz etmemektedirler. Hatta bunlarý baþkalarý istiyor diye deðil, halkýmýz (milletimiz) bu hak ve özgürlüklere layýk olduðu için tekerlemesi bile gündemden düþmüþ bulunmaktadýr. Aralarýndaki bir sonraki ortaklýk; bu tarz bir demokratikleþmenin yýðýnlara saðlayacaðý özgürlük alanlarýnýn kullanýlmasýný önleyecek mekanizmalarýn gerekliliðidir. Farklýlýklar ise, bir tarafýn bu mekanizmalara verdiði önem ve öncelik; diðer tarafýn, dýþ dünyanýn talep ettiði ve biçimsel hale getirilmesinde bir mahzur görmediði, çünkü oralarda da özgürlükleri biçimsel hale getiren mekanizmalar giderek güçlendiriliyor, yenileniyor; kimi reformlar a verdiði önem ve öncelikten kaynaklanýyor. Sözkonusu sosyaldemokrat oluþumcularýn da bu saflaþmadan farklý bir pozisyonlarý yoktur. Bu þartlarda nasýl oluþacaklardý? Ekonomide Keynesçi bir program bile savunmayacaksan; neoliberal program karþýsýnda gelir daðýlýmýndaki eþitsizliklerden yakýnmanýn ötesinde söyleyeceðin hiçbir þey yoksa, piyasacý saðdan ve haliyle CHP ve DSP den kendini program düzeyinde ayýramýyorsan; demokrasi sicilin son on yýlýn iðrenç lekeleriyle kapkaraysa, neden oluþacaksýn?
50
ÖDP VE AYRILANLAR Ufuk Uras, ÖDP deki ayrýþma noktalarýnýn neler olduðuna dair bir soruya verdiði cevapta, Tabii kendi dýþýmýzdaki solla, yani sosyal demokratlarla daha yakýn iliþkiler geliþtirme konusunda ciddi ayrýþmalar yaþadýk diyor (Cumhuriyet, 7 Þubat 2002). Ayný mülakatýn bir baþka yerinde de þunlarý söylüyor: Bundan sonra memleketin somut ihtiyaçlarý doðrultusunda kendi dýþýmýzdaki solla, sosyal demokratlardan sosyalistlere kadar en geniþ, hatta somut iþbirliklerini gerçekleþtirebilirsek, bu memleketin ihtiyacý olan solda güvenilir bir iktidar odaðýný önümüzdeki süreçte hep birlikte örgütleyebiliriz diye düþünüyorum. Laflarýn yuvarlak ve içeriksiz olmasý bir yana, birlikte parti kurduðu sol/sosyalist çevrelerle birlikte yürümeyi baþaramamýþ; sosyal demokratlarla iþ piþirme uðruna parti içindeki tartýþmalarý çözümsüz noktalara taþýmýþ ÖSP ekibinin Genel Baþkaný olarak, kendi dýþlarýndaki sosyalistlerle güvenilir bir iktidar odaðý oluþturma beklentisi içinde olmayacaðý net olarak anlaþýlýyor. Belki ÖDP den ayrýlýp kendi partileþmelerini gerçekleþtirmeye giriþmiþ gruplarla, daha sonra eylem birliði yapma imkanýna da açýk kapý býrakýyordur. Hayat bu, n olacaðý belli olmaz ! Ancak aktardýðýmýz her iki cevapta da asýl öne çýkan, sosyal demokratlarla iþbirliði yapmak ve onlarla birlikte bir gelecek oluþturmak beklentisidir. Buna bir nevi gökkuþaðý diyorlar. Öbür nev i olmayýnca, baþka nev i deneyecekler. ÖSP ÖDP sinin sosyalist iddialý soldan en azýndan yakýn vadede umudunu kestiði ve saðýna döndüðü kesindir. Zaten Erdal Ýnönü den Zekeriya Temizel e, Aydýn Güven Gürkan dan Fikri Saðlar a, Altan Öymen den Sema Piþkinsüt e kadar herkesle görüþ alýþveriþinde bulunulduðunu da ekliyor. Herkes , yani sosyaldemokrat iddialý herkes!.. Yeni ÖDP nin yeni bir nev i Gökkuþaðý projesinin içeriði budur. Sosyaldemokrat iddialý oluþumlarýn temel çizgileri ortada olduðuna göre, bu gökkuþaðýnýn ufkunun sýnýrlarý da bellidir. Ufuk Uras ýn ..bugünden yarýna aslýnda seçim yasasýnýn da demokratikleþmesi dahil olmak üzere, hala demokratikleþme konusunda somut adým atýlamamasý karþýsýnda, yeni liberal politikalarýn altta kalanýn caný çýksýn anlayýþýnýn ahlaksýzlýðý karþýsýnda tepki gösteren sadece sol olduðu için, solun bütün renklerinin yan yana tutum almasý gerekiyor. sözlerinin ne demokratikleþme bölümüyle, ne yeni liberal politiNisan 2002
fabrika
Sol Yeniden Kümelenirken
kalarýn ahlaksýzlýðýna karþý çýkma bölümüyle, biraraya gelmeye çalýþtýðý kesimlerin bir alakasý yoktur. Sanýrým tek somut ve gerçekçi beklenti, seçim yasasýnýn demokratik olmadýðý tesbitiyle ilgilidir. ÖDP nin bundan sonraki projesinin neredeyse tamamen, seçim yasasýnýn adaletsizliðini aþmak için, sosyal demokratlarla birlikte seçime girmenin bir yolunu bulmak olduðunu söyleyebiliriz. Bu Devrimci Yol un 1970 li yýllardan beri yaptýðý þey deðil mi? ÖDP nin bir geleceðinin olabilmesi için tek þansý; sosyal demokratlarýn oluþamamalarý ve ÖDP ile yanyana gelmeyi baþaramamalarý olacaktýr. Peki bu Türkiye sosyalist ve ilerici hareketinin bir þansý olabilir mi? Kestirmeden söyleyelim, Devrimci Yol geleneði, Türkiye solu için hiçbir zaman þans olmamýþtýr. Kurtuluþ grubunun merkezinde olduðu ekibin partileþmesinden, bütün ÖDP çevrelerinde neredeyse kesinmiþ ve çok yakýn tarihte gerçekleþecekmiþ gibi sözediliyor. Bu grubun ÖDP içindeki tartýþmalarda, sosyal demokratlardansa Kürt hareketiyle daha yakýn iliþkiler kurma yönünde davrandýðýný biliyoruz. Öncelikle bir partiden ayrýlýþýn yarattýðý tepkiler, en kýsa zamanda partileþme refleksine yolaçar. Ancak sürecin uzamasý halinde, duruma farklý bakýþlarýn ortaya çýkacaðýný ve zaten bütünlük halinde olmayan içerinin , hep birlikte partileþmesinin kimi sorunlarla karþýlaþacaðýný söyleyebiliriz. Kaldý ki, Kürt hareketinin en temel yöneliþleri, Kurtuluþ un yaklaþýmlarýnýn tersine AB ci ve liberal politikalardan yanadýr. Açýkcasý, ÖDP dýþýndaki hangi kesimlerle daha yakýn olma tartýþmasýndaki pozisyonlar dýþýnda, ÖDP den ayrýlanlarýn, kalanlardan hangi programatik temeller üzerinde anlaþamadýðýna ve farklýlaþtýðýna dair hiçbir belgeyle karþýlaþmýþ deðiliz. Buna Maçka Ýnsiyatifi de dahildir. Çoðulculuk tartýþmasýnýn kendisi, en haklý olunduðu noktada dahi, bir program deðildir. Ne yazýk ki, ÖDP nin biçimsel çoðunluðu, bu özgün ve deðerli deneyimi var eden maddi ve manevi koþullarýn ve imkanlarýn tüketilmesine seyirci kalmayý yeðledi. Bizimle birlikte olmamayý seçti. ÖDP nin kendi amacýna, kendi programýna, kendi hukukuna karþý hile yapan bir bürokratik kastýn egemenliði altýna girmesine rýza gösterdi, böylece kendi varoluþ gerekçelerini de dinamitledi. 23 Aralýk 2001 tarihli, Maçka Ýnsiyatifi içinde yeralan isimlerin altýný imzaladýðý bir metinden aldýðýmýz yukarýdaki paragraf, yukarýda söylediðiklerimizi doðrulayacak biçimde iki önemli þeyden sözediyor. Birincisi ÖSP takýmý, ÖDP nin kurucu fikirlerinin tümüne karþý hile yapmýþtýr. Buna
fabrika Nisan 2002
katýlýrýz. Sadece ÖSP deðil; ÖDP içinde baþkalarý da ayný fikir ve unsurlara karþý takýr takýr hile yapmýþlardýr. Gelenekleri böyledir. Ýkinci nokta, ÖDP programýna karþý da hile yapýldýðý iddiasýdýr. Aklý baþýnda bir ÖDP kurucusu ortaya çýksa da, ÖDP programýyla ÖDP yi oluþturanlarýn ne zaman, ne kadar alakasý olduðunu bize açýklasa. ÖDP programý, tuðlasý, biriketi, çatý örtüsü, doðramalarý baþka baþka gecekondularýn çýkmalarýndan alýnarak inþa edilmiþ bir gecekondunun bahçesinde duran, zengin mahallelerinden gelmiþ çýkma bir kapýdýr. O kapýdan ÖDP ye girilmez ve ÖDP den çýkmak için o kapýdan geçmek gerekmez. ÖDP den ayrýlanlarýn, kalanlarla programatik bir ayrýþma yaþamamalarýnýn nedeni; programýn bu partinin hayatýnda hiçbir zaman bir öneminin olmamasýdýr. O kapýdan, þimdi muhtemelen bir tane daha bulunacak ve yeni bir gecekondunun, gene bahçesine konulacaktýr. 6 yýllýk tarihinin gerisinde bir tek önemli siyasi tartýþma, bir tek diþe dokunur polemik bile býrakmamýþ bir ÖDP hayatýnýn dýþýna çýkanlardan söz ediyoruz. Kurtuluþ çevresindeki kümelenme, ÖDP den ayrýldýktan sonra kendisini yeniden tanýmlama ve kurma çabalarýnda Maçka cýlara göre daha az sorunla karþýlaþacaktýr. Çünkü Kurtuluþ geleneðinin de, ikiz kardeþi Devrimci Yolcular gibi program takýntýsý bulunmamaktadýr. Yuvarlanýr giderler. Maçka insiyatifi daha yakýn zamana kadar ÖSP ye karþý, hep birlikte çoðulculuk ve parti hukuku dýþýnda bir itirazda ortaklaþamýyor ve siyasi bir farklýlýðýn tesbitini tartýþma konusu bile yapamýyordu. Maçka Ýnsiyatifi nin, kendi içinde daðýttýðý belgede yeralan ve Postexpress dergisinde de yayýnlanan Ertuðrul Kürkçü röportajý, bu bakýmdan iyi bir göstergedir. Ertuðrul Kürkçü meziyetlerinden övgüyle sözettiði ÖDP nin programýndan baþlayarak, siyaset yapamayýþýna, iç iliþkilerine, týkanma noktalarýna dair gerçekten son derece berrak deðerlendirmeler yapýyor. Bu projenin çöküþünden büyük üzüntü duyduðu da her satýrdan anlaþýlýyor. Ancak bu uzun, akýcý ve aydýnlatýcý röportajýn içinden yanlýþlara iþaret edilmesinden, bu yanlýþlarýn sosyalistlerin tümü için bir haksýzlýk ve zorluk oluþturduðundan öteye bir siyasi perspektif görünmüyor. Þimdilik söylenmesi gerekenin bu olduðu düþünülebilir. Ama iþin þimdiliði kalmadý. ÖDP dýþýndadýrlar ve ÖSP nin yanlýþlarýný ortaya koymak artýk siyaset deðildir. Elbette bu kümelenmeler içinde, siyasi ve programatik ayrýlýklar formüle edebilecek çevreler vardýr. Ancak bu çevrelerin içinde bulunduklarý
51
Sol Yeniden Kümelenirken
kümelenmeyi belirleme ve bir bütünlük halinde yeni bir partileþmeye taþýma þanslarýnýn olduðunu düþünmüyoruz. Bizim deðerlendirmemiz, yeniden kümelenme ve oluþma yönündeki hareketliliðin bir süre daha, bu çevrelerde devam edeceði þeklindedir. Umarýz ve dileriz, yeniden iç problemlere gömülmezler ve býkkýnlýkla bir kenara çekileceklerin sayýsýný daha fazla arttýrmazlar. SÝYASETSÝZ KÜMELENME ÖDP deki ayrýþmanýn, solun baþka kesimlerinde de çeþitli beklentiler yaratmasý mümkündür. Özellikle TSÝP, TÝP ve TKP kökenlilerin, içinden geldikleri gelenek doðrultusunda arayýþlara girecekleri ve asýllarýna rücu edebilecekleri beklentisinin çeþitli zeminlerde dillendirildiðini biliyoruz. Yakýn zamanda da Kürt marksistlerinin kapsanmasý na yönelik düþünceler ifade edilmiþti. Zaman zaman, birileri bir zeminden kopup baþka zeminlerde toplanabilir. Hatta bu toplanma hatýrý sayýlýr bir genel eðilim haline de gelebilir. Hatýrlayalým, 6 yýl önce herkes ÖDP de toplanýyordu. Mevcut kadro birikiminin, bir biraraya gelme projesi etrafýnda bir yerde toplanmasýnýn öneminin, sol içinde her zaman abartýlmýþ olduðunu görmekte fayda vardýr. ÖDP nin veya bir baþka oluþumun veya bir örgüt dýþýnda genel olarak bütün çevrelerin görece baþarýsýzlýðý nedeniyle kendini ortada kalmýþ hisseden veya daha etkili bir siyasi hayat yaþamak arzusuyla arayýþ içine girenler olabilir. Dahasý, biz yýllarca kendi geleneðimizden insanlarý, Türkiye nin dört bir tarafýnda fýr dönerek aradýk, bulduk. Ulaþabildiðimiz insanlarý içinden geldikleri geleneðin yeniden partileþmesi doðrultusundaki çabalarýmýz hakkýnda bilgilendirdik. Elbette hep birlikte yapmak istediðimiz iþe kendilerini çaðýrdýk. Bir kýsmý beklemeyi tercih ederken, bazýlarý da gerçekten hareketlendiler. Ama sorun þuradadýr: Mevcut kadrolarýn biraraya getirilmesi ve birarada tutulmasý diye bir siyaset olmaz. Doðru ve kalýcý olan; yapýlmýþ ve yapýlmakta olan siyasetin toplumsal taleplerle örtüþmesi; toplumsal mücadeleler içindeki insanlarý kendi doðrultusuna çekmesidir. Bundan bir adým sonrasý ise, toplumsal hareketlerin; yýðýn örgütlerinin, kendi alanlarýnda bu siyasetlerin etkisi altýnda davranmalarý ve eylemlerini þekillendirmeleridir. Bir siyasi hareket, nüve halindeyken bile, büyüyüp geliþmesini siyasetleri üzerine kurmak zorundadýr. Peki biraraya gelme projeleri insanlarý bira-
52
raya getirmez mi? Getirebilir. Bu tür projeler, ÖDP örneðinde olduðu gibi, mevcut olaný biraraya getirmeyi amaçlar. Mevcut birikim dediðimiz þey ise, geçmiþte yapýlmýþ siyasi faaliyetlerin; baþka bir deyiþle yapýlmýþ siyasetin yarattýðý birikimdir. Gerçekleþtirilmiþ siyasi faaliyetler baþarýlý sonuçlar vermiþ ve baþarýlý siyasi yapýlar, baþarýlý durumdayken biraraya gelmiþlerse yaþanabilecek sorunlar ayrýdýr; bir aðýr baþarýsýzlýk zincirinden geçtikten sonra biraraya gelmenin yarattýðý sorunlar ayrýdýr. Bir kere, baþarýsýzlýk yaþamýþ yapýlardan, geleneklerden sözediyoruz. Ýkincisi, baþarýsýzlýðý bu yapýlarýn çeþitli kademelerinde, deðiþik sorumluluk mevkilerinde yaþamýþ; sorumluluðu ölçüsünde baþarýsýzlýkta payý olmuþ tek tek kadrolardan sözediyoruz. Ýster bir yapý içinde, yeni bir oluþumda yer alsýn; isterse böyle bir oluþuma tek baþýna gelsin. Biz bir dizi baþarýsýzlýðýn yaþandýðý bir gelenekte, en üst düzey sorumluluklar almýþ insanlarýn; yeni bir baþlangýç yaparken, sýk sýk omuzlarýndaki sanal rütbelere iþaret ettiðini ve Her görüþ oylanmaz. Benim görüþlerim oylanamaz diyebildiðini hatýrlýyoruz. Çok üzülmüþtük, bütün hayatýmýzý bize ve topluma tahakküm edebileceðini sanan büyük/küçük diktatörlere karþý mücadeleyle geçirdikten sonra, bu tür bir tavýrla karþýlaþmayý haketmek için nasýl hatalar yaptýk acaba, diye... Yaþadýðý ve sorumlularýndan olduðu baþarýsýzlýklarý anlamamýþ; ulusal ve uluslararasý düzeyde bugünün siyasi þartlarýný anlama çabasýna isteksiz veya siyasi çap itibariyle yetersiz; kendi hatalarýna karþý olaðanüstü hoþgörülü; buna karþýlýk asýl düþman karþýsýnda ezik ve mücadeleyi yeniden baþlayarak örgütleme irade ve enerjisinden yoksun; her þeyi, bugün kendi yaþadýðý hayatýn ölçülerine ve kendi beklentilerine göre tasarlayan eski lider tipi bir sorundur. Küçük iþler yapa yapa, hayatý küçük iþlerin yapýlmasýndan elde edilen küçük mutluluklara indirgemiþ; tarikat müridi gibi imanlý ve itaatkar kadro tipi de bir baþka sorundur: Düþünmez, tartmaz, siyasi ve ahlaki normlarý oluþmamýþtýr, birilerine tutunarak emretme sýrasýnýn kendisine gelmesini bekler. Bizce yapýlmasý gereken, kapsama, biraraya gelme projeleri üretmek ve projelerin gerçekleþmesi için deðerli zaman ve emekler harcamak yerine; bugünün dünyasýnda ve Türkiye sinde, nasýl siyaset yapýlacaðýna kafa yormak ve siyaset yapmaktýr. Buluþulacak insanlarla siyaset üzerinden buluþmak; saðlýklýdýr, devrimci olmayan yorgunluklara sebep olmaz ve kalýcý savaþ arkadaþlýðýna imkan verir. Nisan 2002
fabrika
Sol Yeniden Kümelenirken
Önemli bir nokta ise, aðýrlýkla 1970-80 arasýnda sosyalist harekete katýlmýþ insanlarýn, geleneklerine baðlýlýklarýnda bu sekiz-on senenin býraktýðý iz hakkýndaki yaklaþýmlarla ilgilidir. Gerçekten sözünü ettiðimiz sekiz-on sene, hepimizin hayatýnda olumlu yanlarý aðýr basan, ama sadece olumluluklardan ibaret olmayan izler býraktý. Fakat her siyasi hareketin asýl yüzü, yenilgi öðretmenle karþý karþýya gelindiðinde ortaya çýkar. 1980 sonrasýnýn ilk yýllarýndan itibaren, kadro birikiminde derin izler býrakmýþ yirmi iki yýldan sözediyoruz. 1980 öncesi önemlidir, ama üzerinden geçen yirmi yýl da önemsiz deðildir. Sosyalist birikimimizi, son yirmi yýl, belki önceki on yýldan daha belirleyici biçimde þekillendirmiþ bulunuyor. Geçmiþi, aradaki yýllarý silerek bugüne baðlamayý hayal etmiyorsak; bugünün savaþýmýný tasarlamalý, bugünün savaþýmýnýn kitleselleþmesini amaçlamalýyýz. çok yaþlý yoldaþlarýmýz da olur, çok genç yoldaþlarýmýz da... Çok deneyimli olanlarla da birlikte mücadele eder, kendilerinden öðreniriz; çok deneyimsiz kardeþlerimizle de birlikte mücadele eder, birbirimize bir þey öðretiriz. Bugün verilen ve geleceði kazanmayý hedefleyen savaþým eðer doðru, baþarýlý ve kalýcý ise, geçmiþin birikimini de zaman içinde kazanma þansýmýz var demektir. Altý çizilmesi gereken son nokta þudur: Vurguyu birlik ve kapsama projelerine deðil; siyasete yapýyoruz. Ancak ÖDP siyaset yapamadýðý için týkandý ve parçalandý. Kendisine durmadan yeni isimler bulan arkadaþlarýmýzýn yaptýðý da, siyasetle alakasý olmayan, solun içine yönelik küçük ve çoðu zaman sevimsiz gösterilerden ibarettir. Sosyalist hareketin geliþip güçlenmesi için her türlü nesnellik var ve sosyalist hareket olaðanüstü bir etkisizliði yaþýyor. Elbette bu sadece Türkiye sosyalist hareketine iliþkin bir sorun deðil. Ama Türkiye sosyalist hareketi, benzerlerinin de çoðundan daha etkisizdir. Çünkü siyasetsizdir. Sorun, dünyayý ve ülkeyi komünist kalarak anlamak, mevcudu dönüþtürmenin devrimci imkanlarýný görmektir. Bu programatik bakýþ sorunudur. Programý küçümseyen veya program diye toplumu deðil; kendilerini ilgilendiren teorik formülleri alt alta yazan heyetler; kaç kiþiyi biraraya getirirlerse getirsinler, siyaset yapmayý beceremez ve týkanýklýklarla karþýlaþýnca, ya dünkü yoldaþlarýný sapkýn ilan ederler, ya da gösteriyle vaziyeti idare etmeye çalýþýrlar. Sosyalist hareketin yeniden kümelenmesi mi? Yüzeydeki hareketlenmelerle ilgilenmiyoruz. Ýþimiz derindedir. Sesini duyurmakla, gürültü etmeyi birbirine karýþtýrmýyoruz. Sesimizi daha iyi, daha uzaða duyurmanýn yollarýný zorlamalýyýz. Ama bu-
fabrika Nisan 2002
nu gürültü etmekle karýþtýrmayalým. Askerin ayak sesi, en çok yerinde sayarken duyulur. ELEÞTÝRÝ VE ALINGANLIK Solun yeniden kümelenmesi ile ilgili son bir noktaya daha deðinelim: Önceki sayýmýzda ...katýlýmcýlarýnýn her birinin baþka bir hesapla biraraya geldiði sol meclise koþa koþa giden çaresiz, tükenmiþ ve doðru bir iþe baþlama cesaretini çoktan kaybetmiþler arasýnda fantom on kaplan gücünde kabul edilir görünüyor. demiþtik. Alýnanlarýn, amaçladýðýmýzdan daha da çok olduðunu dergi çýktýktan bir süre sonra öðrendik. Elbette Sol Meclis in katýlýmcýlarýnýn her birinin baþka bir hesapla biraraya geldiðini düþünmeye devam ediyoruz. Hem SÝP Partisi adýna Kemal Okuyan ýn açýkça yazarak ifade ettiði beklentileri paylaþmak ve hem de meclisle birlikte SÝP partisine de üye olmamak, ahlaksýzlýktýr. Kemal Okuyan ýn beklentilerini paylaþmayan, çünkü bu oluþuma SÝP cephesinden bakmayanlarýn hep birlikte ayný hesap içinde olmalarý mümkün mü? Herhalde deðildir. Ýtiraz ve alýnganlýklar bu noktaya ise, alýnanlarýn bir bölümü boþ yere alýnmýþtýr. Ama alýnmalarý için daha açýk bir neden bulabiliriz. Bir siyasi kiþilik, hem ÖDP de, hem baþka bir partinin oluþturduðu Meclis te, hem kendi grubunun içinde, hem baþka çevrelerle temasta olabilir mi? Burasý Türkiye. Olabilir. Peki bu tutarlý, anlaþýlýr ve saygýyý hakeden bir tutum olur mu? Bizce olmuyor. Ayný þekilde, hem Komünist Partisi Giriþimi Meclisi nde, hem Sol Meclis te olunabilir mi? Bizce sosyalistlerin tutarlýlýðýný geçelim; bir ahlaký sözkonusuysa böyle olmamasý gerekir. Biz gerekeni yaparýz. Yaptýðýmýz da nedir? Öyle davranmak isteyenle de, bunda bir problem görmeyenlerle de siyasi eleþtiri çerçevesinde tartýþýrýz. Öyle asalak hýyar falan da demeyiz. Neticede siyasi tartýþmamýzý sonuçlarýna götürürüz. Sözlerimiz gayet açýktýr: Daveti alýr almaz, sol meclise koþa koþa giden, çaresiz, tükenmiþ ve doðru bir iþe baþlama cesaretini çoktan kaybetmiþler . Biz bu cümleyi Sosyalist Politika çevresi ve özellikle Metin Çulhaoðlu için yazmýþ deðildik. Ama alýndýklarýný öðrendik. Alýnmalarý saðlýk iþaretidir. Alýnanlarýn bir kýsmý, buna Metin Çulhaoðlu arkadaþýmýz da dahildir, bizce alýnganlýk halinden çýkma þansýna, bizim siyasi eleþtiri yardýmýmýz olmadan da, sahiptirler. Sol Meclis e üye olan, bunu SÝP partisine de üye olarak ve arkadaþlarýný da bu
53
Sol Yeniden Kümelenirken
tutuma çaðýrarak tamamlar. Bizim eleþtirilerimizden alýnmalarý için bir neden kalmaz: Dürüst, tutarlý, açýk ve anlaþýlýr bir tutumdur. Veya hazýr ÖDP den ayrýlmýþlar ve bir parti projesini tartýþmaya açmýþlarken; ayný zamanda baþka bir partinin oluþturduðu Meclis e üye olmanýn, kendi parti fikirlerinin inandýrýcýlýðýný zayýflattýðýný görür ve Meclis ten çekilirler. Bu da tutarlý, anlaþýlýr bir tutum olur. Biraz açalým: Sosyalist Politika, Kitlesel sosyalist parti diye tanýmladýðý bir proje oluþturdu ve ilan etti. Bu partileþme projesi, doðru veya yanlýþ, bir iþe baþlama kararýdýr. Bu kararý alýp ilan ettikten sonra, bu projeye katýlmasý beklenmeyen SÝP partisinin, kendisini güçlendirmek/toplumsallaþtýrmak üzere oluþturduðunu açýkça dile getirdiði bir meclise katýlmak, o meclisi ve SÝP partisini güçlendirmek deðil midir? Kendi hedeflediðin parti varken, gidip baþka bir partinin meclisine üye oluyorsan, kendi önerini bir çare olarak görmüyorsundur. SÝP partisi kendisini kitlesel sosyalist parti fikrine doðru deðiþtirmeyeceðini, seninle ilgili yegane yaklaþýmýnýn kapsama olduðunu, adýnda yaptýðý son deðiþiklikle ortaya koymuþken, hem sol meclis üyesi olmaya ve hem de kitlesel sosyalist parti projesinde ýsrar etmeye nasýl bir anlam vermeliyiz? Sosyalist Politikanýn partileþme projesi, gerçekte SÝP partisiyle pazarlýk projesidir. En azýndan Sosyalist Politikacýlar dýþýnda herkesin, durumu böyle gördüðünden eminiz. SÝP partisine katýlmaya niyetli olduðu halde, bunu dürüst ve içten bir biçimde yapmak yerine, ortaya pazarlýk projesi koymanýn adý, siyaseten tükenmiþliktir. Bu nitelen-
54
dirmeyi yazýya dökerken, elbette hicap duyuyoruz. Ama durum böyle görünüyor. Metin Çulhaoðlu SÝP partisini önceleyen STP nin kurucusudur. Bu partiye ve bu partinin geçmiþine emeði ve katkýsý vardýr. Ýnsanlýk ve siyaset halidir. Siyaset yapamayýnca, parti diye kurduðunuz örgüt bir türlü parti haline gelemeyince, sinirlenirsiniz ve birbirinize bir sürü þey söylersiniz. Yaþlý olsaydýnýz neyse? Genç olmak þanstýr. Hepiniz gençsiniz ve 6-7 yýl sonra, baþka týkanýklýklar sizi birbirinize yakýnlaþmaya mecbur ettiðinde, o düello teklifleri filan, unutulur gider. Araya proje vs. koymanýn anlamý yoktur. Haliyle bize alýnganlýk göstermenin de anlamý yoktur. Bizim, hem Komünist Partisi Giriþimi Meclisi nde olup, hem de Sol Meclis e katýlan; bunu Sol Meclis te bizim görüþlerimizi anlatacaktým þeklinde izah etmeye kalkan birine ve bu tutumu normal bulanlara karþý yaptýðýmýz siyasi eleþtiriyi, Metin Çulhaoðlu arkadaþýmýzdan esirgememiz için bir neden bulunmuyor. Çünkü kendisini severiz. Solda yeni bir þekillenme olacaksa; ilerde kaybedilen zamanlara aðlamamak için; baþýndan itibaren, siyasi iliþkilerde bir takým normlarýn aranmasýný ihmal etmemek gerekir. Geçmiþte, yanyana gelmenin devrimci heyecanýyla, sürü sepet ilkesize, sözümüz meclisten dýþarý lumpen ve müptezele, dayanma sýnýrýmýzýn sonuna kadar tahammül ettik. Bu tahammüllerden kimse devrimci bir kazaným elde etmedi. Bundan sonra da edemez. Komünist program, komünist siyaset, komünist deðerler... Birbirimizi bu unsurlarýn üzerinden kazanacaðýz.
Nisan 2002
fabrika
VELÝ (Aga) GÜRCAN' ýn ardýndan Kadir TUNCER Veli aga ile 1974 yýlýnda TSÝP in kuruluþunda tanýþtýk. Sokak tiyatrosunu bize o öðretti. Kendisi de iyi bir oyuncuydu. Ýstanbul Gazi Osmanpaþa' da( GOP ) 5-6 kiþilik gurup fabrika önlerinde iþçilerin çýkýþ saatlerinde 10-15 dakikalýk " Sömürü" oyununu korsan olarak oynar hemen oradan uzaklaþýrdýk. Ben sonradan Beykoz ilçeye geçtim. Politik bilincimiz zayýftý. Beykoz'daki evimde 5-6 arkadaþ toplanýr Veli aga'dan politik dersler alýrdýk. Parti içindeki iþçi arkadaþlar kendimize daha yakýn bulduðumuz için çoðu þeyi ona sorardýk o da hiç sýkýlmadan bizi sabýrla dinler ve sorularýmýza açýklýk getirmeye çalýþýrdý. Müthiþ bir ajitatör' dü. Onunla ilk defa tanýþan iþçi arkadaþ Ýstanbul'un neresinde olursa olsun sýrf onu dinlemeye giderdi. Yalçýn Yusufoðlu,Tektaþ Aðaoðlu , Hasan Hüseyin Çebi vb. gibi fazla ideolog yaný olmayabilirdi ama iþçilerin ruhuna hitap etmesini de parti içinde onun kadar bilen birisi yoktu. Ali Kar, Aydoðan Gezer gibi parti içinde üst kadrolarda iþçi kökenli yöneticiler olmasýna raðmen Veli aga sempatik tavýrlarýyla iþçilerle daha çabuk kaynaþýrdý, bu nedenle Ahmet Kaçmaz baþta olmak üzere partinin diðer yöneticileri Veli Gürcan olmadan toplantýlara gitmezlerdi. Sözün kýsasý TSÝP i yýðýnlarla buluþturan Veli aga idi. 1976 yýlýnda parti (TSÝP) memleketim olan Zonguldak'a gitmemi ve partiyi örgütlememi istedi. 1976 yýlýnda il temsilcisi olarak Zonguldak'a atamam yapýldý. Veli agam bu dönemlerde beni hiç yalnýz býrakmadý. 1977 de parti içindeki hizip çatýþmasý Zonguldak ilinde de kendini göstermiþti ve bu sorunu görüþmek üzere Ereðli ilçe baþkanýmýz Mehmet Yardým'ýn evinde birkaç arkadaþ toplandýk ,Veli aga parti içinde birlikten yana olduðunu o toplantý da devamlý dile getirdi. Yatma zamaný geldiðinde evde yatacak yer
fabrika Nisan 2002
sorunu olduðundan onunla ayný yataðý paylaþtýk. 1978 kongresinde parti GYK sýna seçildiðimde parti ile ters düþtüm ve partiden ayrýlacaðýmý ilk defa Veli agaya söylediðimde çok özverili karþýladý ve" önemli olan kimin nerede olduðu deðil, kimin olduðu yerden sýnýf için insanlýk için ne yaptýðýdýr" diye cevap verdi . TSÝP' den ayrýldýktan sonra da dostluðumuz hep devam etti. Veli Gürcan TSÝP' in TÝP ve TKP ile yaptýðý görüþmelere katýldýðýnda kiþisel olarak hep birlikten yana olmasýna raðmen ne yazýk ki parti kararýna uyarak kendi iradesi dýþýnda geliþen olumsuzluklara karþý bir tepki koyamadýðýný ve bundan rahatsýzlýk duyduðunu yakýn çevresine anlatýrdý. 12 eylül sonrasý uzun yýllar görüþemedik. TSÝP in parti kurmaylarýnýn bir kýsmý tarafýndan fiili olarak kapatýlmasýný Veli aga içine sindirmemiþti. Hayatýnýn bir parçasý olan ve onunla bütünleþen partisi parti kurmaylarý tarafýndan likide edilmiþti. 1992yýlýnda kapatýlan siyasi partilerin yeniden açýlmasýna izin verilince parti delegesi olmayan ama partinin GYK üyesi olan Turgut Koçak partiyi yeniden açma çalýþmalarýna baþladýðýnda ilk olarak bunu Veli aga kabul etmiþti, ben o dönem SBP Zonguldak il baþkanlýðý yaptýðýmdan konuya biraz uzak kaldým ve bu nedenle Turgut Koçak'a net bir þey diyemedim ama devreye Veli agam girince kabul ettim. Çýkarýlan yeni yasaya göre 12 eylülün kapattýðý siyasi partilerin yeniden açýlmasý için o dönemde 2 genel kurul delegesi olanlardan 7 kiþinin yüksek seçim kuruluna baþvurmasýyla parti yeniden fiili olarak açýlmýþ olacaktý. TSÝP in yeniden açýlmasýný isteyenlerden biri de TÖBDER genel baþkaný Gültekin Gazioðlu idi. Ama her ikisi de GYK üyesi olmalarýna raðmen parti delegesi olmadýklarý için yasal baþvuru haklarý
55
VELÝ (Aga) GÜRCAN' ýn ardýndan
yoktu bu nedenle hem 2 genel kurul delegesi hem de GYK üyesi sýfatýyla Veli Gürcan ve ben , delege olarak ta Atýf Kýþla vb. arkadaþlar ile beraber baþvuruyu gerçekleþtirdik. Baþvurunun hemen ardýndan TSÝP' in 3 olaðan genel kurulu 03 ocak 1993 de toplandý . Kongrede Veli Gürcan ve Gazioðlunun konuþmalarý çok iddialý ve ilginçti. Tabi ki bu olanlar ve yenilgiler iþçi sýnýfý tarihi içinde yazýlý olarak duruyor. TSÝP in yeniden açýlmasýndan sonra Zonguldaka döndüðümde eski TSÝP' li olan ve SBP yöneticilerinden olan Çaðatay Anadol'un "SBP'li olupta bir partinin( TSÝP ) in yeniden açýlmasýna katký yapanlarý kýnadýðý" yolundaki açýklamasý ve peþinden Zonguldak'a gelip o gece evimde kalan Tektaþ Aðaoðlu ve Hasan Hüseyin Çebi nin, Veli Gürcan'ýn bazý iddialarý karþýsýnda olumlu veya olumsuz bir yorumda bulunmamalarý da çok ilginçti.
56
Veli aga nýn kardeþi ve partinin önder kadrolarýndan, TSÝP 'in Bursa il örgütlenmesinde büyük emeði geçen Hüseyin Gürcan' da tutulduðu hastalýða yenik düþmüþtü. Veli aga ve Hüseyin tüm yaþamlarýný iþçi sýnýfýnýn mücadelesine adamýþlardý,hiçbir zaman ait olduklarý sýnýfa ihanet etmediler onurlarýyla son günlerine kadar yaþadýlar. Likidasyonlara karþý duracak fazla güçleri olmadýðýndan bir müdahalede bulunamadýlar. Memleketinde koyun çobanlýðý yaptýðý dönemde ve sonrasý yakalandýðý hastalýðýnda gerçek dostlarý Ýstanbul'dan; Raif Hasan Çebi, Züleyha, Ýzmir den ; Mehmet Yardým, Atýf Kýþla, Zonguldak'tan Sait Dalgýç, Ýsmail Malkoç, ve bir çok yerdeki dostlarý onu maddi ve manevi yönden hiç yalnýz býrakmadýlar. Veli agam geride býraktýðýn dostlarýn daðýnýk yerlerde olsalar da uðruna yaþamýný koyduðun mücadeleye devam ediyorlar.
Nisan 2002
fabrika
Dünya Hali Memleket Hali Dünya ve Türkiye gündeminin bazý baþlýklarý üzerine konuþmaya; egemenlerin ayný gündemi Türkiye toplumu dahil, herkese aktarýþ biçimini deþifre eden bir çerçeve oluþturmaya çalýþarak baþlayalým. Hayýr, ABD yönetiminin 11 Eylül den sonra islam ülkelerinin basýný baþta olmak üzere, kimi yabancý haber ajanslarýný yanýltmak üzere oluþturduklarýný; ancak artýk faaliyetini durdurduklarýný söyledikleri dezinformasyon bürosundan sözetmek istemiyoruz. Bu haberdeki yalan sözcüðü, eðer sadece o büronun haberlerini tarif etmek için söyleniyorsa, tamamen yalandýr. Yalan bürosu haberinin tamamý, emperyalizmin dezinformasyon sistemini sadece kýsa süre önce kurulmuþ ve þimdi kapatýlmýþ bir büroya indirgediði için, yalandýr. Edward W. Said Þarkiyatçýlýk/Oryantalizm adlý eserinde þöyle söylüyor: Þark ýn yaratýlmýþ olduðuna -ya da benim deyiþimle Þarklaþtýrýlmýþ olduðuna- inanýp da bunun yanlýzca imgelemin bir gereði olarak ortaya çýktýðýný öne sürmek iki yüzlülük olur. Garp ile Þark arasýndaki iliþki, bir iktidar, egemenlik iliþkisidir, derecesi deðiþen karmaþýk bir hakimiyet iliþkisidir. (....) Þark, sýrf sýradan ondokuzuncu yüzyýl Avrupalýsýnýn varsaydýðý tüm o basmakalýp biçimleriyle Þarklýðý keþfedildiði için deðil, Þark ýn Þarklý kýlýnabilmesi yani Þarklý kýlýnmýþlýða boyun eðmesi - için de Þarklýlaþtýrýldý. (E. W. Said, Þarkiyatçýlýk, s.15, Çev: Berna Ülner, Metis Yayýnlarý Ýkinci Basým 2001 Ýstanbul) E. Said in söylediðinin anlaþýlmasýna yardýmcý olmak üzere, Þarkiyatçýlýk/Oryantalizm nedir,
fabrika Nisan 2002
bir kaç kalýn çizgiyle ifade etmeye çalýþalým: Aydýnlanma çaðýnýn yazarlarý ve Hegel in katkýlarý ile Avrupalý dünya görüþünün (Weltanschaung) bir parçasý olarak ortaya çýkan bu söylem, Doðu ile Batý tarihlerinin, özde bir ikilikten, bir karþýtlýktan kaynaklandýðý görüþü ile temellendirildi. Batý deðiþme ve geliþmeye dayalý, dünya tarihinin ayrýcalýklý bir bölgesi olarak görülürken Doðu bu ayrýcalýktan yoksun, deðiþmeyen, geliþmeyen ve böylece tarihsiz bir bölge olarak görüldü. Bu kavramsal çerçeve, Batý nýn kendi Ben liðini tanýmlamasý için gereken Diðer i, yani Doðu yu kendinin karþýtý, ya da Doðu nun tarihini Batý nýn olumsuzu olarak tanýmlayan, kendi geliþmesinin karþýtý, deðiþmeyen bir art-alan olarak görmekteydi. Bu görüþ, Batý egemenliðini, kendi baþýna duraðanlýðý aþamayan Doðu üzerinde itici bir güç olarak kabul etmiþ ve bu ideolojiye de hizmet etmiþtir. (...) Bu baðlamda ele alýnan bir tarihsel çözümleme ideal tipleri karþýlaþtýrmaktan ibarettir: Dinamik, akýlcý, demokratik bir Batý ya karþý, duraðan, akýldýþý, otoriter bir Doðu. (Huricihan Ýnan, Osmanlý Tarihi ve Dünya Sistemi: Bir Deðerlendirme, Toplum ve Bilim, 23 Güz 1983) Þarkiyatçýlýða göre, Doðu nun duraðan, akýldýþý ve otoriter oluþu, islam kültürüyle ve kimilerine göre bunlara ek olarak Asyatik Üretim Tarzýyla ilgilidir. Asyatik üretim tarzýyla ilgili tartýþmalarýn oldukça kýsa bir özeti için Fabrika nýn Mart 1999 tarihli 44. sayýsýna bakýlabilir. Marks ýn kabaca formüle ettiði, ancak daha sonra geliþtirmeyi gerekli görmediði bu tezin, Marks ýn
57
Dünya Hali Memleket Hali
ortaya koyduðundan çok farklý popüler biçimler aldýðýný biliyoruz. Bu yaklaþýmlara göre, Doðu da, devasa merkezi bir devlet, çok geniþ bir kýrsal kesim; kýrda ekonomik iliþkiler bakýmýndan birbirinden izole, kendi içine kapalý köy birimleri söz konusudur. Devasa merkezi devlet meþruiyetini, üstlendiði kamusal görevlere dayandýrýr. Temsil ettiði siyasi rejim despotiktir. Þarkiyatçý gelenek, ana eðilimleri itibariyle kültürcü yaklaþýmlara sahiptir. Bu yaklaþýmýn sonucu olarak Doðu despotizmi iddiasý genellikle coðrafi þartlara, sosyo-ekonomik yapýlara deðil; doðrudan doðruya Ýslamýn kültürel özelliklerine dayandýrýlýr. Bütün bunlarýn reel hayata tercümesi nasýl oluyor; bir kaç örnek verelim: 1. Hindistan ýn Ýngiltere tarafýndan sömürgeleþtirilmesi, Engels tarafýndan bile, Hindistan tarihinin en büyük devrimi olarak deðerlendirilmiþti. Çünkü sömürgecilik, Hindistan ýn birbirinden yalýtýk, içine kapalý ekonomik formasyonunu dýþardan ve zorla kýrmakta; bütün Hindistan ý ekonomik iliþkilerin baðlarýyla birbirine baðlamaya giriþmektedir. 2. II. Dünya Savaþý sonrasýnda, Sovyetler Birliði baþta olmak üzere, Çin Halk Cumhuriyeti, Ortadoðu ve Kuzey Afrika devletleri ayný kavramlarla analiz edilmiþti: Coðrafyadan ve toplumsal yapýdan kaynaklanan duraðanlýk ve despotik siyasal rejim !.. 3. Bu araç bir yandan apaçýk bir soðuk savaþ diline dönüþürken, diðer yandan da Batý nýn Batý-dýþý bölgelerdeki sömürgeci yayýlma politikalarýný, bu politikalarýn geliþme sürecine olan yararlý katkýlarýný vurgulayarak, meþrulaþtýrma iþlevini görmektedir. Shlomo Avineri nin Arap toplumu üzerindeki çalýþmalarý sözkonusu meþrulaþtýrma olgusunun en güzel örneklerinden bidirir. Avineri çaðdaþ Arap yöneticilerinin militarist niteliðini ve Arap toplumlarýnýn sosyo-ekonomik azgeliþmiþliðini Osmanlý despotizmi altýnda toplumun duraðanlaþmýþ ve sýnýflaþmamýþ olmasý iddiasý ile açýklamaktadýr. Avineri bu savdan kalkarak Ýsrail in Filistin i sömürgeleþtirmesinin nasýl geçmiþ ATÜT kalýntýlarýný silerek bu bölgeyi modernleþme yoluna sokabileceðinden söz etmektedir. (Huricihan Ýnan, a.g.m) Filistin in Ýsrail eliyle modernleþtirilmesini nin bugünkü biçimleri üzerinde ayrýca duracaðýz. Doðu nun duraðan, akýldýþý ve otoriter; Batý nýn dinamik, akýlcý ve demokratik olduðu varsayýmý; bu durumun deðiþmezliðinin kabulüyle
58
birlikte, Batý nýn Doðu ya müdahalesini ve böylece modernleþtirmesini sadece bir insanlýk görevi haline getirmez. Bununla birlikte Doðu despotizmi nin kötülük imparatorluklarý üretmesini önleyecek; insanlýðýn ve haliyle demokratik düzenlerin güvenliðini de saðlayacak olan, Batý nýn Doðu ya müdahalesidir. Þarký Þarklýlaþtýranýn; yani geri, duraðan ve otoriter tutanýn Batý sömürgeciliði ve günümüzde emperyalizm (onun küreselleþme dönemi dahil) olduðu, bu resmin içinde görünmez. SÖMÜRG E CÝ YÖ NT E ML E RL E E MP E RYAL Ý Z M Sömürgecilik, ekonomik çýkarlarýn elde edilmesi için askeri operasyonlarýn yolu açtýðý, çýkarlarýn güvenliði için askeri iþgalin ve sömürge yönetimlerinin oluþturulduðu; sömürgeciliði sömürge seçkinlerinin nezdinde meþrulaþtýrmak ve sadece ekonomik ayrýcalýklar yoluyla deðil; ideolojik olarak da bu kesimlerin sömürgecilere sadakatini tesis etmek üzere Þarkiyatçýlýðýn seferber olduðu bir dönemdi. Emperyalizm, askeri iþgallerin kýþkýrttýðý ulusal kurtuluþ savaþlarýnýn da etkisi altýnda, sermaye ihracý baþta olmak üzere ekonomik anlaþma ve mekanizmalarla çýkarlarýný güvence altýna almaya yöneldi. Bugün ise emperyalizm, sömürgeciliðin kimi yöntemlerini yeniden canlandýrma yolundadýr. Þarkiyatçýlýk canlandýrýlmaktadýr. Ýslam uzmanlarý, emperyalistlerin aðzýyla ve emperyalist bir zihniyeti dillendirmek üzere konuþan yerli seçkinler ve medya; islam dünyasýnýn geriliðinden þikayet etme ve bu gerilikte bir tehdit potansiyeli keþfetme çabalarý; Batý nýn demokrasi dünyasýnýn güvenliði için islam dünyasýndaki rejimleri deðiþtirmesinin gerektiði üzerine tezler; bu kötülük güçlerine karþý, baþta temel insan haklarý olmak üzere demokratik hak ve özgürlüklerin bir kenara konulmasýný gerekli gören yaklaþýmlar müthiþ bir yoðunluk ve çeþitlilik içinde yýðýnlarýn zihnini bombardýmana tabi tutmaktadýr. Yerli seçkinlerin sadakati, ekonomik ayrýcalýklarýn yanýsýra neredeyse bütünüyle Þark ýn baðýmlý ülkeleri için üretilen ideolojik süreçlerle saðlanýyor ve güçlendiriliyor. Sýradan, önemsiz fakat böyle olduðu ölçüde de bir zihniyetin temsilcisi halindeki Hürriyet yazarý Serdar Turgut tan aktaralým: Avrupa ülkeleri, teorik doðrular adýna Türkiye den bizim kendi meselelerimizi dengelerimizi karþý karþýya bulunduðumuz tehlikeleri hiç göz önüne almadan bazý taleplerde buNisan 2002
fabrika
Dünya Hali Memleket Hali
lunmaktadýrlar. Bunlar gerçekçi deðildir ve içine girilen yeni dönemde Türkiye illa da Avrupalý olmanýn teorik önkoþullarý karþýlansýn diye bunlarý kabul ettiði takdirde, ülkemiz aniden büyük tehlikelerle karþý karþýya kalabilir...ABD nin terörle savaþtaki ana hedefleri doðrudur ve uzun dönemde medeniyetin var olabilmesi için tek yoldur. Yüz-yüz elli yýl önce olsaydý, iþte tipik sömürge seçkini diyebilirdik. Böylelerinin her zaman bir hakaret olarak kullanmayý sevdikleri üçüncü dünya aydýný sýfatýný, tam da kendilerinin kullandýðý muhtevayla Serdar Turgut için söyleyebiliriz. Ancak yüz-yüz elli yýl önceki benzerlerinden farklý olarak, bu tipler emperyalizmin sadýk yerli iþbirlikçileri deðil; bizzat safýnda bulunduklarý emperyalist devletin vatandaþýdýrlar. Ceplerinde ABD pasaportu olsun olmasýn, Serdar Turgut ve benzerleri Amerika nýn Türkiye deki misyonu na mensupturlar. Emperyalizm, askeri müdahalede bulunmak için bahane ve istikrarsýzlýk arýyor. Saddam ý Ýran islam rejiminin üzerine saldýrtan, savaþ boyunca askeri ve ekonomik olarak destekleyen; savaþtan sonra Kuveyt e gireceðini bilen ve bunu bekleyen emperyalizmdi. Saddam ýn Kuveyt i iþgali bölgede askeri üsler edinmek ve asker bulundurmak için bir bahane oldu. Körfez savaþýnda, Baðdat yolu açýlmýþ ve Saddam ýn düþürülmesi için hiçbir engel kalmamýþken harekat durduruldu. Çünkü bir istikrarsýzlýk bahanesi olarak Saddam ýn varlýðý, emperyalizmin daha çok iþine geliyordu. Bugün Suud yönetiminin kendi geleceði bakýmýndan endiþeye düþerek pürüz çýkartmaya baþladýðý Suudi Arabistan daki Amerikan askeri varlýðýnýn gerekçesi, hala Saddam dýr. Afganistan da da askeri operasyonun amacý, 11 Eylül ü düzenlediði iddia edilen El Kaide örgütünü çökertmek ve Usame Bin Ladin i ele geçirmek olarak ilan edilmiþti. Bakanlarýndan 16 sý ABD pasaportlu Karzai hükümeti kuruldu. Çok sayýda Amerikan askeri üssü inþa edildi. Fakat ne Taleban rejiminin baþý Molla Ömer, ne Usame Bin Ladin yakalandý. Bin Ladin in yakalanmamasý ABD nin Gürcistan da askeri varlýk bulundurmasýnýn bahanesi oldu. Þubat 2002 sonlarýndan itibaren bu ülkenin devletten baþka her þeye benzeyen devleti, ABD nin özel harekat birliklerine ev sahipliði yapýyor. Usame bin Ladin ve El kaide ABD nin askeri varlýðýný, ekonomik çýkarlarýnýn bulunduðu her bölgeye yayma planýnýn, daha uzunca bir süre bahanesi olmaya devam edecektir. Yakalanamamýþ Usame bin Ladin, ABD için yakalanmýþýndan kat
fabrika Nisan 2002
kat daha deðerlidir. Saddam ise sadece Suudi Arabistan ve Kuveyt teki Amerikan askeri varlýðýnýn bahanesi olarak deðerli deðildir. Bütün Ortadoðu nun Amerikan askeri müdahalesi için bir alan haline gelmesinin de bahanesidir. Türkiye nin Ýncirlik üssünden Irak a her gün müdahale eden Amerikan ve Ýngiliz hava gücüne U-2 casus uçaklarýnýn da katýlmasýnýn Türkiye-ABD arasýnda bir pazarlýk konusu olduðu, basýnda haber olarak yeraldý. Baþkan W. Bush un þer ekseni ilan ettiði ülkeler arasýnda Ýran da olduðuna göre, bölgede yeni istikrarsýzlýk unsurlarýnýn bulunmasý, yoksa bu ihtiyacýn propagandayla ve provokasyonlarla mevcut hale getirilmesi; bunun için en azýndan Türkiye deki Amerika nýn harekete geçirilmesi beklenebilir. ABD, Afganistan da olduðu gibi diye baþlayan açýklamalarla, þer ekseni içinde gördüðü baþka devletlerin de rejimlerini deðiþtirme, bunun için askeri müdahalede bulunma güç ve yetkisini kendi kendisine yakýþtýrmýþ bulunmaktadýr. Ancak uzun vadede medeniyetin var olabilmesi için , Amerika nýn askeri güç kullanarak rejimlerini deðiþtirmeyi planladýðý ülkeler arasýnda, islam dünyasýnýn geriliði, duraðanlýðý, akýldýþýlýðý ve otoriterliðine örnek gösterilen gerici Arap diktatörlüklerinden hiçbirisi bulunmamaktadýr. ABD ORTADOÐU DA SIKIÞACAKTIR Ortadoðu ve Kafkaslarýn, emperyalizmin bir sistem olarak kendisini yeniden üretebilmesi bakýmýndan stratejik önemi artýk herkesin malumudur. Bölgede ABD çýkarlarýnýn güvenliði, bir Amerikan barýþýnýn kurulmasý ve istikrar kazanmasýyla mümkündür. ABD nin bölgedeki müttefikleri ise bir yanda gerici Arap rejimleridir, diðer tarafta Ýsrail ve Türkiye. Gerici Arap rejimlerinin kendi halklarý nezdindeki meþruiyeti ise, bir yandan ABD ile iliþkilerinden, diðer yandan ABD nin müttefiki Ýsrail in, Filistin halkýna karþý izlediði modernleþtirici politikalarýndan aðýr hasar görmektedir. Baþta Suudi Kraliyet ailesi olmak üzere, gerici rejimlerin siyasi dayanaklarý kendi ülkelerinde hýzla yýpranmaktadýr. Ýsrail in 11 Eylül den sonra þiddetlenerek devam eden savaþ politikalarý karþýsýnda ABD yönetiminin onaylayýcý tutumu, artýk Arap egemenlerini ayaklanma tehdidiyle karþý karþýya kalma veya ABD ile aralarýna mesafe koyma noktasýna taþýmaktadýr. ABD ise, Þaron hükümetine verdiði desteðin, bölgedeki manevra olanaklarýný hýzla tükettiðini farketmeye baþlamýþtýr. ABD Dýþ iþleri Bakaný Powell, Þaron
59
Dünya Hali Memleket Hali
hükümetini kastederek Bütün Filistinlileri öldüreceðim diye bir politika olamaz açýklamasý yapmak zorunda kalmýþtýr. Ancak öncelikle kendi politika seçeneklerini yokeden ve bir kaç milyon nüfusuyla bölgede saldýrgan tutumlarla varlýðýný sürdürebileceðini düþünen siyonist Ýsrail devleti, geleceðiyle kumar oynama noktasýndadýr. Bu politika, bölgedeki ABD müttefiki gerici rejimlerin varlýk zeminini zayýflatarak, bütün bölgede çok hýzla genelleþebilecek bir dizi rejim deðiþikliðinin þartlarýný oluþturmaktadýr. Bugünkü rejimlerin yerine nasýl bir rejim kurulursa kurulsun, yeni düzenlerin temel meþruiyet kaynaðý Siyonizm düþmanlýðý olacaktýr. Bugünün uluslararasý konjonktürünün ebedi olmadýðý; ABD nin bugünkü konumunu ebediyen sürdüremeyeceði siyonist gericilerin de hesaba katmasý gereken bir deðerlendirme olmalýdýr. Siyonist açgözlülük ve saldýrganlýk, Ýsrail devletinin uzun vadedeki varlýðýna yönelmiþ en büyük tehdit halindedir. Diðer yandan, Þaron un Ýsrail i, dünyada Yahudilerin en fazla tehdit altýnda olduðu devlet haline gelmiþ bulunuyor. Þaron Hükümetinin giderek týrmandýrdýðý ölçüsüz þiddet, Ýsrail i bir terör devleti olarak algýlayanlarýn ve Ýsrail in bir devlet olarak meþruiyetini tartýþmaya baþlayanlarýn sayýsý hýzla artmaktadýr. Diðer yandan bu devlet terörünün nihai hedefine ulaþmasýnýn imkansýzlýðý da, eðer tarihin dersleri arasýndan görülemiyorsa; bizzat çatýþmanýn bugününden görülür haldedir. ABD ise, siyonist saldýrganlýða verdiði destekle, geleceðin Ortadoðu sundaki stratejik ortaklýklarýný tehlikeye sokmaktadýr. Yaser Arafat ýn bir tür gözhapsinde tutulmasý, hareket imkanlarýnýn kýsýtlanmasý ve hatta öldürülmesi, gözü dönmüþ siyonizm için, bugün bir baþarý gibi görünse de; esasen hareket imkanlarý kýsýtlanan ve manevra alaný daralan Ýsrail ve müttefiki ABD dir. Avineri nin Ýsrail in Filistin i sömürgeleþtirerek modernleþtireceði tezinden yukarýda sözetmiþtik. Bu noktaya yeniden dönebiliriz. Türkiye deki laik Ýsrail-ABD muhiplerinin Ortadoðu nun tek demokrasisi diye nitelendirdikleri Ýsrail devleti, siyonist þeriatýn geçerli olduðu bir devlettir. Ýsrail deki siyonist þeriat devletinin saldýrganlýðý ve vahþeti gerek Lübnan da ve gerekse bizzat Filistin de seküler güçleri hýzla zayýflatmakta ve islam þeriatçýsý güçleri büyütmektedir. Þaron ve izleyicileri, Yaser Arafat ve benzerlerini þimdi yoketmese bile, yakýn zamanda arayacak; muhatabý, güçlenmesine hizmet ettiði HAMAS, Ýslami Cihat, ve Hizbullah olacaktýr. Siyonist sömürgeci modern-
60
leþtirme nin sonuçlarýnýn biri de, Filistin de siyasal islamýn yükseliþidir. Ancak sadece Filistin de deðil, bütün Arap ülkelerinde yükselen eðilim, benzeri islamcý yapýlanmalardýr. Üstelik, iktidara geldiði hiçbir yerde insanlýk için genelleþebilecek bir ideal, bir cazibe oluþturamamýþ siyasal islamý, sadece bir muhalefet, bir öfke ve nefret hareketi olarak güçlendiren, özellikle Ýsrail in Filistin e uyguladýðý vahþet ve ABD nin bu vahþete verdiði destektir. TÜRKÝYE DEN... Türkiye aðýr bir iktisadi krizden geçiyor. Hükümete bakýlýrsa kriz atlatýlmaktadýr. Atlatýlmýþ olan þey, kriz anýnýn paniðidir. Ekonomi %10 un üzerinde küçülmüþ ve henüz büyüdüðüne dair bir iþaret ortaya çýkmamýþtýr. Dahasý, ekonomi artýk kriz öncesine göre çok daha kýrýlgandýr. Her türlü spekülasyona açýktýr ve spekülatif kriz ataklarýna direnecek imkanlarýndan büyük ölçüde yoksun býrakýlmýþtýr. Türkiye nin Afganistan a asker gönderme kararý almasýnýn arifesinde dolar en yüksek deðere çýkmýþ; hükümet bu kararý TBMM den geçirdikten sonra dolar ataðý geri çekilmiþtir. Türkiye nin ABD emperyalizminin herhangi bir isteðine direnme imkaný neredeyse sýfýrlanmýþtýr. ABD nin Irak planýna gösterilen direniþin, bütünüyle söndüðünden kimse kuþku duymamalýdýr. Ecevit in Saddam a gönderdiði mektubun, ABD nin planlarýna dahil olmanýn bahanesini oluþturmak üzere oynanan bir oyun olduðu açýktýr. Türkiye nin Irak ýn toprak bütünlüðünün korunmasý tezi ise, artýk uluslararasý iliþkilerde bir mizah unsurudur. Irak ýn toprak bütünlüðü, öncelikle Türkiye nin Kuzey Irak a yaptýðý askeri operasyonlarla ihlal edilmiþ durumdadýr. Diðer taraftan Ýncirlik ten kalkan ABD ve Ýngiltere hava güçleri Irak üzerinde, tam da Irak ýn toprak bütünlüðünün bozulmasýný güvence altýna almak üzere uçmaktadýrlar. Bildiðimiz kadarýyla dünyanýn hiç bir normal ülkesinde, televizyon kanallarýnda komþu bir devletin topraklarýndan bir bölümünü ele geçirelim mi, geçirmeyelim mi? diye program yapýlmýyor ve anket düzenlenmiyordur. Fatih Altaylý nýn Teke tek programý Musul ve Kerkük ü alalým mý? konulu bir oturum bile yaptý. Türkiye, eðer ABD tarafýndan bir Irak operasyonu yapýlýrsa, þu veya bu ölçüde mutlaka içinde yeralacaktýr. Cumhuriyet devrimi mevzilerine giren Nisan 2002
fabrika
Dünya Hali Memleket Hali
TSK direnecektir diyen andavallýlar, ayný þarkýyý Afganistan a asker gönderme kararýndan önce de söylüyorlardý. Afganistan a birlik göndermemiz, hem teröre karþý bir gözdaðýdýr ve hem de silahlý kuvvetlerimizin deðiþik iklim ve coðrafi koþullarda savaþma yeteneðini geliþtirecektir. Bu sözler Genelkurmay Baþkaný Orgeneral Hüseyin Kývrýkoðlu na aittir.( 7 Mart 2002) Esasen Türkiye Cumhuriyeti devletinin Balkanlar da, Kafkasya da, Ortadoðu da ve geçmiþin bütün Osmanlý coðrafyasýndaki ihtilaflarda insiyatif almasý, gerekirse askeri gücüyle bu insiyatifi desteklemesi doðrudur ve gereklidir. Dahasý Türkiye de kurulacak sosyalizm de bu geniþ coðrafyadaki ihtilaflar karþýsýnda ayný insiyatifi almak göreviyle karþý karþýya olacaktýr. Yanlýþ olan emperyalist insiyatiflerin desteðinde, bu insiyatiflerin edilgen bir parçasý olarak yer almaktýr. Bugünkü tutum, Türkiye nin tarihten gelen, bölgesel ihtilaflarýn, halklarýn yararýna ve adilane çözümüne katký yapma imkanýndan; dolayýsýyla bölgede saygýnlýðýný büyütme imkanýndan uzaklaþtýrmaktadýr. Ýkincisi bu tarz bir yedeklenme, Türkiye egemenlerinin Bölgesel güç olma planlarýna da hizmet etmez. A. Makovsky, Türkiye nin bölgesel güç olma hedefi ABD yi ilgilendirmemektedir. diyeli çok olmadý. Gerçek Soros un söylediði gibidir: Türkiye nin en önemli ihraç ürünü, ordusudur. Bu yüzden, Filistin deki Ýsrail vahþetine dur diyemeyen; Ýsrail le yakýnlaþma politikalarý nedeniyle, bu vahþetin sessiz ortaðý gibi görünme halini yaþayan bir Türkiye de yaþamaktayýz. Elbette Ýsrail dostluðunun bir baþka boyutu daha var. 1.ABD nin Türkiye masasý Makovsky nin tamamý yahudi ekibinden oluþmaktadýr. Yahudi lobisine raðmen ABD ile iliþki yürütmek veya siyasi kariyer yapmak veya bürokraside yükselmek mümkün görünmüyor. 2. Türkiye Cumhuriyeti, yönetimindeki Yahudi ve Sabatayistlerin sayýsý en fazla olan ülkeler arasýnda herhalde Ýsrail den sonraki sýrayý iþgal etmektedir. AB/ABD Türkiye nin Avrupa Birliði aday adaylýðýna kabülünde ABD nin AB nezdindeki baskýlarýnýn önemli rolü oldu. Artýk 11 Eylül sonrasýndayýz. Türkiye nin egemenleri, ekonomik ve siyasal dayatmalarýn yanýsýra, insan haklarý, demokrasi, hukuk gibi, Serdar Turgut ve benzerlerine züppelik gibi gelen taleplerde de bulunuyor. ABD ise kimsenin diktatörlüðüne, faþistliðine aldýrmýyor.
fabrika Nisan 2002
ABD nin çýkarlarýna hizmet et, kendi halkýna ne yaparsan yap!.. Son günlerde Türkiye/AB iliþkilerine yükselen itirazlarýn gerisinde, bir miktar ABD nin dostluðuyla yetinme arzusunun bulunduðunu görmek gerekir. Türkiye egemenleri, hemen bitiþikteki ama biraz züppe emperyalist bloktansa, delikanlý fakat coðrafi bakýmdan uzaktaki emperyalistle bloklaþmayý tercih etmeye hazýrdýr. Önce AB Türkiye temsilcisi Karen Fogg un email lerinin yayýnlanmasý konusuna deðinelim. Her devletin, ülkesindeki yabancý misyonu dinlemek için çaba harcadýðýný biliniyor. Zaten sorun dinlemekten deðil; ele geçirilmiþ evrakýn basýnda yayýnlanmasýndan çýkmaktadýr. Aydýnlýkçýlarýn bugünlerdeki kampanyasý Nereden buldun yasasý çýksýn üzerinedir. Elbette çýksýn. Bu yasa mümkünse, e-mail leri nereden buldun konusunu da kapsasýn. Biliyoruz ki, Türkiye nin milliyetçi solcularý ve MÝT ve Genelkurmay ve tekelci medya, Karen Fogg un sadece kendileriyle iliþki kurmasýný, marjinal çevrelerle görüþmemesini istemekteydiler. Marjinal çevreler denilenin içinde ise AB ye katýlmaya dünden hazýr, Ýnsan Haklarý Kuruluþlarý, Kürt vakýf ve dernekleri, HADEP ve bu partinin Belediye baþkanlarý bulunmaktadýr. HADEP sadece AB ye katýlmaya deðil, Genel Baþkanýnýn aðzýndan, ABD nin Irak a operasyonuna katýlmaya da, maalesef pek hazýrdýr. Karen Fogg a duyulan rahatsýzlýk, yakýn zamanda bir baþka rahatsýzlýkla birleþti. Avrupa Parlamentosu baþta Ermeni Soykýrýmý iddialarý olmak üzere, Türkiye nin yöneticilerini rahatsýz edecek bir kaç baþlýk hakkýnda karar verecekti. Karen Fogg un yazýþmalarý Aydýnlýk ta yayýnlatýlarak ve medyada gündem haline getirilerek, hem Fogg dan kurtulmak ve hem de AB ye gözdaðý verilmek istenmiþ olmalýdýr. Fogg un görev süresi sona ermek üzeredir, ama geri çekilmesi saðlanamamýþtýr. Ve Avrupa Parlamentosu, belki de olmasý beklenenden daha büyük bir çoðunlukla Ermeni tasarýsýný karar haline getirdi. Aydýnlýkçýlarýn Kýbrýs ta emperyalizmin planlarýna direnmektedir, o yüzden desteklemekteyiz açýklamalarý yaptýðý Denktaþ ise, hayatýnda bir kere bile Kýbrýs taki Ýngilis askeri üslerinin varlýðýný tartýþma konusu yapmamýþ bir siyasetçidir. Dahasý Türk-Ýslam sentezcisidir. Dahasý masondur. Dahasý þiddetli anti-komünisttir ve derin devlet denilen þeyin, kontrgerillacýlýðýn, siyasi cinayetlerin, kara paranýn, uyuþturucu trafiðinin cenneti olan bir devletçiðin baþýndadýr. Geçmiþinde sosyalizme karþý cinayet dahil her türlü olumsuz
61
Dünya Hali Memleket Hali
sicil de bulunmaktadýr. Ama milliyetçilik ve devletçilik virüsü durduðu yerde durmaz. Bu virüsle malülseniz, kýsa sürede TCK nýn 159 ve 312. maddelerinin özgürlükler yönünde deðiþtirilmesine de vatan bölünüyor diye feryat edersiniz; Denktaþ ý da desteklersiniz, MHP ile ittifak da kurarsýnýz, Genelkurmay Baþkanlýðý na, bu kurumu bile rahatsýz edecek ölçüde yalakalýk eder; her türlü ilerici, sol, sosyalist geliþmeye ve odaða düþman olursunuz. Hepimizin yýllardýr telefonlarýný dinleyen, fakslarýný açan, mektuplarýný okuyan, evlerimizi basan, iþkence yapan, gözaltýnda kaybeden, yerinde infazý pek seven devlet kurumlarýnýn MHP den daha ateþli destekçisi ve siyasi ortaðý olursunuz. Aydýnlýkçýlarýn durumu budur. Uzun süredir alalade bir faþist grupçukturlar. Bu meþreptekilerin Emperyalizmin planlarýna direniyor dedikleri Denktaþ, þimdi Klerides le haftada bir kaç defa buluþarak Kýbrýs ta, emperyalistlerin koyduðu genel bir çerçevenin içinden bir çýkýþ yolu inþa etmeye çalýþmaktadýr. 1974 deki haklýlýk pozisyonunu Kýbrýs ta kurduðu baþtan aþaðý çürüme kokan düzenle tüketmiþ, sýkýþtýkça Türkiye den getirilen MHP li göçmenlere ve Ülkü Ocaklarýnýn bindirilmiþ kýtalarýna dayanmaktan baþka imkaný kalmamýþtýr. AB ne karþý, milliyetçilik zemininde direnenlerin en kritik mevzii Kýbrýs konusudur ve mevzide onlarýn adýna Denktaþ müzakerecidir. Milliyetçi solculara dair bir baþka gündem maddesine buradan geçebiliriz: ÝLHAN SELÇUK BAHÇELÝ AÞKI Cumhuriyet Gazetesi baþyazarý Ýlhan Selçuk un MHP Genel Baþkaný Devlet Bahçeli ile yaptýðý görüþmenin MHP tarafýndan basýna yansýtýlan deðerlendirmesi, sol un ve sol olmanýn ne olduðunu çoktan unutmuþlarý kýsa süren bir þaþkýnlýða düþürdü. MHP, görüþmede iki taraf arasýnda pek çok ortak yaklaþýmýn varolduðunun görüldüðünü söylüyordu. Basýna göre, Sol ile MHP arasýnda yeni bir Kuvay-ý Milliye ruhu doðmaktaydý. Ýlhan Selçuk basýndaki haberlerden sonra açýklamasýný yaptý: MHP bize yaklaþýyor. Selçuk a göre, MHP yi geçmiþte anti-komünizm ve dýþ Türkler konusuna yaklaþým tarif etmekteymiþ. Þimdi komünizm çöktüðü ve Türk cumhuriyetleri baðýmsýzlýðýna kavuþtuðuna göre, MHP nin milliyetçiliði ulusal bir zeminde aramasý kaçýnýlmaz hale geliyor ve böylece Selçuk un görüþlerine yakýnlaþmýþ oluyormuþ. Cumhuriyet in bir baþka yazarý Attila Ýlhan, bu
62
tesbitlerin kendisi tarafýndan yýllar önce yapýldýðýný açýkladý. Aydýnlýkçýlarýn ÝP i de, samimi ulusalcý MHP tabanýyla ittifak yapacaðýný ilan etmekte gecikmedi. Yanmaz mýsýnýz, 1970 li yýllarda Cumhuriyet gazetesi okuyor/taþýyor diye öldürülmüþ belki yüzlerce ilerici, devrimci gence. Meðer sol la MHP yi ayýran þey, komünizmin varlýðý ve dýþ Türklere bakýþ sorunuymuþ. Bu önemsiz teorik sorunlar, nesnesi ortadan kalktýðý için sona ermiþ ve aradaki mesafe azalmýþ, ortaklýklar çoðalmýþ. Fabrika çok uzun süredir, Attila Ýlhan ve Ýlhan Selçuk un MHP ye övgüler düzdüðünü, somut örneklerle ortaya koyuyor. Genel seçimlerden önce, Cumhuriyet gazetesi MHP nin seçim kampanyasýna açýktan destek veren bir gazeteydi. Sivil faþist hareketle kemalistlerin ortaklýðý tarihten gelir. Ýkinci Dünya Savaþý yýllarýnda, ýrkçý takýmýyla birlikte Nazi Almanyasý ný destekleyen gazete Cumhuriyet tir. Hoþ, iktidardaki kemalist CHP de Türkiye yi o dönemde Küçük Nazi Almanyasý yapma gayretine girmiþtir. Mustafa Kemal e Ebedi Þef , Ýnönü ye Milli Þef ünvanlarý yakýþtýrýlmýþ, ordunun üniformalarý Nazi ordusuna benzetilmiþ, siyasetçi ve bürokratlarýmýz badem býyýk olmuþ ve Türkiye nin dýþ ticaretinin %70 i Almanya ile gerçekleþmiþtir. Bu tabloyu ayrýntýlandýran pek çok araþtýrma yayýnlandý geçtiðimiz yýllardý. Tan matbaasý ve Görüþler dergisinin tek parti dönemi CHP sinin faþist gençliði tarafýndan, Cumhuriyet gazetesinin de içinde olduðu kemalist kýþkýrtma ile tarumar edildiði de hatýrlanmalýdýr. Ýkinci dünya savaþýndan sonra antikomünizmi Cumhuriyet Ýngiltere-ABD ekseninde, Soðuk Savaþ zemininde sürdürdü. Sivil faþistler ise Nazilerden mülhem ve 1930 larda CHP nin de çizgisi olan ýrkçý çizgide sürdürmeye çalýþtýlar. Nazi artýklarýnýn Kissinger tarafýndan CÝA içinde yeniden örgütlenmesine paralel olarak, ilk Gladyocu Türkeþ eliyle sivil faþistler de zaman içinde Amerikancý-CÝA cý bir tarza sokuldular. Cumhuriyet gazetesi ve artýk tek parti iktidarý dönemindeki konumuna sahip olmayan CHP, 1961-71 yýllarý arasýnda TÝP nin Türkiye toplumunu sarsan varlýðý karþýsýnda, solcu olmaya karar verdiler. Sosyalizmin önü, solculukla ve solculaþýlarak kesilecekti. Bu tarihlerden itibaren Cumhuriyet ve CHP sosyalizme karþý solculukla mücadele etti; AP-MHP terör, baský ve yasaklarla. Bu bakýmdan Ýlhan Selçuk, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel, Türkeþ, ayný amaca farklý yollardan ulaþmaya çalýþan siyaset ortaklarýydý. YetNisan 2002
fabrika
Dünya Hali Memleket Hali
medikleri noktada, emperyalizmin onayý ve desteðiyle, CÝA nin operasyonel katkýlarýyla 12 Mart ve sonra 12 Eylül imdatlarýna yetiþti. Cumhuriyet in 12 Mart ve 12 Eylül karþýsýndaki tutumunu merak edenler, en azýndan 12 Eylül ün hemen ertesinden baþlayarak, bu gazetedeki Ýlhan Selçuk, Uður Mumcu, Oktay Akbal yazýlarýný bir okusunlar. Acaba darbeyi ele alan, ancak desteklemeyen bir tek yazý bulabilecekler mi? Biz o günlerde olduðu gibi yýllar sonra da okuduk. Bulamadýk. Yeni kuþaklar sosyalizmin olmadýðý yerde solculukla idare edilen bir dönemin tahrip olmuþ hafýzasýna sahip oldular. Cumhuriyet i, Ýlhan Selçuk u, Attila Ýlhan ý, CHP yi solcu, ilerici, özgürlükçü isimler ve kurumlar gibi algýladýlar. Hepsi de þiddetli anti-komünist, milliyetçi, faþizan bir zihniyetin kurumlarý ve kalemþörleridir. Ýlhan Selçuk la MHP nin yakýnlaþmasý deðil; bir dönem yöntem bakýmýndan farklýlaþan bu ikiz siyasi çizginin yeniden kucaklaþmasýdýr sahnede gördüðümüz. En utanç verici olaný ise, MHP nin 1970 li yýllardaki binlerce siyasi cinayetinin; 1990 lý yýllarda, Kürt yükseliþi karþýsýnda hem Kürt hareketine ve hem de Türkiye soluna karþý sürdürdüðü þiddet politikalarýnýn sadece dýþ Türklere yaklaþým gibi boþ laflardan oluþan izahatlarla unutturulmak istenmesidir. Doðrudur; milli, anti-komünist, özgürlük ve emek düþmaný, Amerikancý güçlerdir þimdi birbirlerini yeniden keþfeder gibi yapanlar. Cumhuriyet i, Ýlhan Selçuk u, Attila Ýlhan ý, Aydýnlýkçý takýmýný ve benzerlerini hala solda görenler utansýn. S O S YA LÝ ZM K ENDÝ YOL UNU A Ç A C A KT IR 28 Þubat ta ÖDP, Ne darbe, ne þeriat demiþti. Darbe, yani ordu; þeriat yani siyasal islam Türkiye toplumunun önündeki iki seçenekti ve ÖDP her ikisine de karþý çýkýyordu. Sloganýn çizdiði görüntü böyleydi; ama ÖDP bu sloganý eyleme dökemedi. Çünkü kendi söylediðine kendisi ikna olmuþ deðildi. Bir bölümüyle, silahlý kuvvetlerin gericiliðe karþý aldýðý tedbirlerden gizli bir hoþnutluk duyuyordu. Böyle olumlu bir çizgiye karþý çýkmak içlerinden gelmedi. Diðer taraftan, 28 Þubat sürecine itiraz etmek ise, siyasal islamý desteklemek gibi görünecekti. Solun bazý unsurlarý bu seçeneklerden birisinin yanýnda saf tuttular. Çoðunluðun gönlü ordudan yanaydý. Pek azý da, AB den gelecek demokrasinin beklentisi içinde,
fabrika Nisan 2002
siyasal islama daha hoþgörülü yaklaþtý. Dünyanýn hiçbir yerinde, emperyalizmden ve tekellerden baðýmsýz bir gericilik türü bulunmuyor. Þeriat anayasasý ile yönetilen Pakistan bile, 11 Eylül den sonra, islamcý örgüt liderlerini hiçbir ciddi direniþle karþýlaþmadan tutuklayýp, cezaevlerine kapattý. ABD emperyalizminden ve bölgede onun adýna iþ gören Pakistan devletinden/ ordusundan destek alýyor ve o destekle güçlü görünüyorlardý. Emperyalizmle ve devletle karþý karþýya kalacaklarýný anladýklarý anda, kendi baþlarýna bir güçlerinin olmadýðý anlaþýldý. Türkiye de siyasal islamýn palazlanmasý da bir devlet politikasýdýr. Milli Görüþçüler, 12 Eylül ün Türk-islam sentezciliðiyle 27 Þubat taki geliþkinliðine kavuþmayý baþarmýþtý. Devlet desteðini, himayesini, hoþgörüsünü çekin; geriye çok küçük inançlý bir çevre kalýr ve onlar da ortalýktan çekilirler. Þu anda da yerel yönetimlerde, eðitim sisteminde, parlamentoda mevcudiyetlerini koruyorlarsa, devletin toplumu tutmada dine duyduðu ihtiyaçtandýr. Dünyanýn en bozuk gelir daðýlýmýyla, yüksek iþsizlikle, sendikal hareketin yerle bir oluþuyla, ücretlerin mutlak asgari seviyesine çekilmesiyle, gizli-açýk kitlesel açlýkla, bayaðýlýk ve çünümüþlükle, sokaklarda yatan çocuklarýn sayýsýndaki patlamayla vs.vs. tarif edilir hale gelen metropollerde; yoksul yýðýnlarýn baþka türlü tutulabilmesi mümkün görünmüyor. Sosyalist mücadele eðer kendi referanslarýný kaybetmiþse, hiç deðilse devlete bakabilir ve kendisini onun karþýsýna koyar. Sol siyaset, gene sýnýf düþmanlarýnýn birinin yanýnda ve ötekinin karþýsýnda olma zaafýyla malüldür. Demokratikleþme isteyen AB ci; baðýmsýzlýk isteyen Genelkurmay yandaþý olmak zorunda deðil. Demokratikleþme ve baðýmsýzlýk birbirinin dýþlayan iki eksen de deðil. Gücümüz her ne kadarsa, sýnýfa, emekçi yýðýnlara, ilerici aydýn ve gençlik birikimine dayanmak, demokratikleþmeyi de, baðýmsýzlýðý da bu birikimi harekete geçirerek yaratmak zorundayýz. Kendi zeminine ayaklarýný basan sosyalist mücadele kendi yolunu açacaktýr. VE ESENLER Ýstanbul Esenler de Karabayýr mahallesinde binlerce kiþinin, sokaða çýkma yasaðýyla söndürülebilen ve iki gün süren taþlý, sopalý, tabanca ve tüfekli çatýþmasý için polis yetkilileri siyasi deðil açýklamasý yaptýlar ve bir Arjantin korkusuyla yaþayan egemenlerimizin yüreðini þimdilik yatýþtýrdýlar. Siyasi deðil; çünkü sol deðil. Buna
63
Dünya Hali Memleket Hali
karþýlýk taraflardan birisinin yoðun olarak Ya Allah Bismillah, Allahüekber sloganý attýðýný televizyonlardan bile duymak mümkündü. Bu sloganýn MHP/BBP nin, hatta DYP ve ANAP ýn taraftarlarýnýn ortak sloganý olduðu biliniyor. Sloganlar böyleydi, ama Vali ve Emniyet müdürü de taþlandý ve polis panzerlerine molotof kokteylleri de atýldý. Yönünü bulamamýþ bir öfkedir. Eðer kýyý kenar bir mahallede deðil; daha merkezi bir yerde olsaydý, kontrolünün sokaða çýkma yasaðýyla da mümkün olmamasý ve hatta böyle bir tedbir alýnmaya vakit kalmadan yaðma ve talana
64
dönüþmesi ihtimali de vardý. Olayýn önemi, iki gün süren ve polise de direnen bir kitlesel öfkenin, Ýstanbul un içinde bir potansiyel olarak biriktiðini göstermesidir. Yarýn baþka bir mahallede, kimbilir hangi nedenle, bir benzerinin patlamamasý için hiçbir neden yoktur. Türkiye Arjantin olmaz. Türküz, müslümanýz. Milletimiz tenezzül etmez þeklindeki gönül yelpazelemelerinin veya halkýmýz tepkisiz hayýflanmalarýnýn bir önemi olmadýðýný ilgilenenlerin bilmesi için yazýyoruz. Burasý neden Arjantin olsun? Burasý Türkiye. Her su kendi yataðýndan akar.
Nisan 2002
fabrika
Kapitalizmin Yapýsal Bunalýmý
*
Jorge Alberto KREYNES Çev.: Zeynep SÖNMEZ Arjantin'de tencerelerin birbirine vurulmasýyla baþlayýp barikatlarýn kurulmasýyla devam eden þok edici olaylar bizleri, bizden önceki devrimci kuþaklarýn bugünün savaþçýlarýna býraktýklarý teorik mirasý yeniden ele almaya yöneltti. Antonio Gramsci, Arjantinliler'in bugün yaþadýklarý olguyu "yapýsal bunalým" kavramýyla tanýmlar. Sorunu, bu gibi dönemlerde toplum ve devletin içinde bulunduklarý ekonomi-politik iliþkilerin kýrýlmasý olarak ele alýr ve egemen güçlerin yönetmeye eskisi gibi devam edemeyeceklerini söyler. Bu tespitler, geçtiðimiz günlerde De La Rua'nýn düþmesi, ardýndan Rodriguez Saâ'nýn cesur giriþimleri ve bugün de Duhalde'nin "iktidarý yeniden inþa etme" iddiasýyla yola çýkmasýna raðmen Arjantin'deki politik atmosfere isteksizce uyum saðlamasýyla doðrulanmýþtýr . Halkýn protestosunun tek hedefi devletin politik kontrolünün yoðun olduðu yetersiz eski kurumlar, güçlü bir toplum kurmak isteyen ama hiçbir temsil gücü bulunmayan çaðdýþý bir meclis ve yüksek "adalet" kurumunun oluþturduðu ittifak (açýkça halk düþmaný bir ittifak) ve bu kurumlarý oluþturan milletvekilleri, geleneksel politikacýlar, polisler ve sendikacý bürokratlar gibi sadece politik üstyapý kurumlarý deðildi; artýk yeni hedefler olarak bankalarýn, özel þirketlerin, IMF ve onun neo-liberal reçetelerinin de seçilmesi, halk ayaklanmasýna anti-kapitalist bir içerik kazandýrmýþtýr. Eskimiþ ve artýk bir karikatür haline gelmiþ Arjantin kapitalizminin politik temsil mekanizmalarý; en azýndan þimdiye kadar böyle
kabul edilmiþ olan bu kurumlar, daha fazla kendileri tarafýndan temsil edilmek istemeyen ve özörgütlenme düþüncesi etrafýnda organize olmayý hedefleyerek eski kurumlarý reddeden bir halkýn varlýðýný artýk gözardý edememektedirler. Gerçekten de Gramsci, kýsaca tarif ettiðimiz mevcut duruma þu sözlerle atýfta bulunuyor: "Bunalým aslýnda eskinin ölürken, yeninin doðmasýna izin vermemesinden kaynaklanmaktadýr." Ýtici bir güç olma yeteneðini çoktan yitirmiþ kapitalizmin ve çözülmeye yüz tutan egemen ideolojinin içinde bulunduðu þartlar bunlardýr. Ancak hala bunalýmý hafifletecek ve böylece devrimci bir çözümü engelleyebilecek güçlerin varolduðu unutulmamalýdýr. Bu yüzden açýkça belirtmek gerekir ki, karþýlýklý güç iliþkilerini gözardý ederek egemen sistemi Casa Rosada'dan (Pembe Köþk, baþkanlýk sarayý, ç.n.) ibaret görme hatasýna düþülmemelidir. Egemenleri içiçe geçmiþ güçler olarak görmedikleri için, "demokratik olarak seçilmiþ hükümet" kendi arasýndaki mütabakatý kaybedip çatladýðý zaman, iktidardan uzaklaþtýrýlmýþ olan kitleler yeniden toparlanarak sokaklarý ele geçirmeye baþladýlar. Sonunda "üretici güçler" tarih sahnesine çýkýnca; ayný saatlerde Endüstri Sendikasý'nýn hükümetle kurduðu diyalog gibi yeni uzlaþmalar, Kilise'nin öncülüðünde IMF, Dünya Bankasý ve ABD büyükelçisinin içinde yeraldýðý alternatif bir "Arjantin Diyaloðu" gibi oluþumlar peydahlandý. Ve sistemin politik güçleri PJ, UCR ve Frepaso, kendi aralarýndaki ikincil önemde anlaþmazlýklarý bir kenara býrakarak ve hemen kabullendikleri
* Arjantin Komünist Partisi'nin resmi yayýn organý olan "Nuestra Propuesta" (Bizim Önerimiz) gazetesinin 7 Þubat 2002 tarihli sayýsýndan alýnmýþtýr.
fabrika Nisan 2002
65
Kapitalizmin Yapýsal Bunalýmý
"sistem için tek parti" formülüne dört elle sarýldýlar. Ama tabii ki verilen sözlerle bu yapýlanlarý bir kenara yazmamýz gerekiyor. Çünkü bu yeni ve oldukça net bir olgu. Mevcut durumun en belirgin niteliði, halkýn en dinamik kesimlerinin kitlesel bir þekilde sokaklarý ele geçirmesi, kendi sorunlarýný çözümlemeye baþlamasý ve daha düne kadar kendisini politik olarak temsil ettiðini düþündüðü partilerin yönetiminden medet ummaktan vazgeçmesidir. Yapýsal bunalýmýn bir baþka özelliði de yönetici bürokrasinin yýðýnlarý bölerek hareketi zayýflatmaya çalýþmasýdýr. "Geleneksel partiler, kurulu düzenin verili bir anýnda oluþmuþ, hep belirli insanlar tarafýndan temsil edilip yönetilmiþlerdir; ve artýk içlerinden çýktýklarý sýnýfýn bir parçasý, özel bir fraksiyonu olarak tanýmlanamazlar" diyor Gramsci ve ekliyor "partiler bunalýmýn derinleþtiði dönemlerde tarihin akýþýna ters bir dönüþüm geçirebilirler ve toplumsal nitelikleri bulutlarýn ardýnda, girift bir hal alabilir". Geçtiðimiz yüzyýlýn baþlarýnda görülen olgular, bugün de UCR, Frepaso ve PJ içindeki bazý kesimleri tarif etmektedir. Yapýsal bunalýmlarda sistem, egemen sýnýflar arasýnda tam bir uzlaþma saðlayarak, devletin üzerinde yükseldiði temeller olan ideolojik hegemonya ve baský aygýtlarýný saðlamlaþtýrýr ve bunlarýn kullanýmýnda uzmanlaþýr; güvenlik politikalarýný militarize etmeye, emperyalist hegemonyanýn temsilcileriyle ortak bir faaliyet yürütmeye ve orduyu sahneye sürmeye her zaman eðilimlidir. Týpký daha önceki askeri yönetimlerde ve þimdilerde topraklarýmýzda bulunan yabancý güçlerin Kolombiya Planý etrafýnda yürüttükleri faaliyetlerde görüldüðü gibi... Ama bunalým bundan ibaret deðil ve Arjantin'de yaþananlar her sabah yeniden baþlayan bir gerçekliðe iþaret ediyor: zamanla kapitalist egemenliðin çürüyen unsurlarý sallanmaya baþlýyor ve halk biraraya gelerek ortaya koyduðu mücadeleyle kendi sorunlarýný bu kez kendisi çözmeye çalýþýyor. Dünün sisteme sadýk ve kendi can güvenliklerini herþeyin önünde tutan Buenos Aires'li orta sýnýflarý bugünün radikalleridir, iþçilerin yürüttüðü sokak savaþlarýnýn tüm yöntemlerine uyum saðlamýþlardýr. Çok yoðun bir þekilde gösteriler yaparak sokaklarý kesiyorlar, ana caddelerin trafiðini kapatýyorlar ve dün kendi güvenliklerini saðlamasýný istedikleri ayný polisle karþý karþýya gelmeden sokaklarý boþaltmýyorlar. Gramsci'nin belirttiði gibi "Keskin eylemlilikler pasif politikalarýn yerini alýyor ve haklý davalarý
66
uðruna verdikleri mücadelenin tüm karmaþýklýðý içinde bir devrim inþa etmeye baþlýyorlar". Bu eylemler ayný zamanda, egemen sýnýflarýn kendi içlerindeki ayrýmlarý derinleþtirirken; tarihsel olarak þimdiye dek onlar tarafýndan temsil edilen ezilen sýnýflar arasýndaki bölünmüþlüðü ortadan kaldýrýyor (çünkü yýllardýr süren neo-liberal saldýrýnýn zihinlerde yarattýðý tahribat ortak bir bilinç tarafýndan yeniden onarýlýyor). Elbette manzara bununla sýnýrlý deðil, bu kendiliðinden bir bilinç ve devrimci bilinçle karýþtýrmamak gerekiyor. Devrimin subjektif þartlarý hala çok zayýf çünkü egemen bloku oluþturan siyasi güçler içinde yapýsal bir kýrýlma gerçekleþmiþ olsa da, geliþmeler baðýmsýz halk hareketi tarafýndan hala tanýnan bir yönetimin var olduðunu ortaya koyuyor. Bu durumla ilgili olarak söylenmesi gereken, mevcut yönetimin bu þekilde yaþamaya devam edemeyeceðidir. Gücünü büyüklüðünden ve kendi içindeki tartýþmalarý yürütürken kullandýðý açýklýk ve demokratiklikten alan halk hareketi buna engel olacaktýr. Zaten komünistlerin tarihsel görevi de kendi kendilerine öncü olduklarýný ilan etmek deðil, kahramanca mücadele eden kendiliðinden halk hareketinin baðýmsýzlýðýný korumak, onu saðlamlaþtýrmak ve halk iktidarýnýn kurulmasý yönünde ona öncülük etmektir. Yapýsal krizlerde egemen güçler pasif kalmazlar; devrimci hareketi ezmek, onlarý eski edilgenliklerine geri döndürmek ve gerici sað güçleri yeniden palazlandýrmak için mevcut kendiðindenlikten ve kargaþadan faydalanmayý umarlar. Bu yüzden halk meclislerinde ve her yerde, verili duruma uygun öneriler getirmek zorundayýz, egemen sýnýfýn iktidarýna karþý muhalif güçlerin etkinliklerinin arttýrýlmasý ve saðlamlaþtýrýlmasý, yeni kurumlarýn oluþturulmasý için elden geldiðince hýzlý davranýlmasý ve yeni geliþmelerin birer birer çözümlenmesi gerekmektedir. Öngörmek gerekir ki kriz uzun bir süreye yayýlacaktýr ve rejimi ayakta tutabilmek için egemen güçler kendilerini yeniden üretmeye çalýþacaklardýr. Ýçinde bulunduðumuz kritik dönemde halk hareketinin örgütlülüðünü arttýrmak, böylelikle kendiliðindenliði aþmak, orta vadede verilecek mücadelelerle toparlanabilecek tüm kuvvetleri biraraya getirmek zorundayýz. Devrimci güçlerin geliþmesi için daha fazla çabaya ihtiyacýmýz var. Tekrar Gramsci'ye dönersek, "Böyle durumlarda asli unsur, uygun þartlarý bulduðu anda kendisini geliþtirmeye hazýr, örgütlülüðünü sürekli muhafaza edebilmiþ bir güçtür. Ve bu mevcut güç, coþkuyla akan mücadeleye nüfuz edebilmek için yeterlidir". Nisan 2002
fabrika
K a n l ý
P a z a r ' ý
h a t ý r l ý y o r u z . . .
Birleþik Ýrlanda Ýçin Mücadele Devam Ediyor* Sue KELLEY Derry, Kuzey Ýrlanda Çev.: Cenk SALMANER 3 Þubat 2002'de onbinlerce insan, "Kanlý Pazar"ý anmak ve birleþik bir Ýrlanda taleplerini yinelemek için Kuzey Ýrlanda'nýn Derry kentinde yürüdüler. Yürüyüþ dünyanýn dört bir yanýndan insanlarýn ve Belfast'dan yola çýkan 30 otobüs dolusu protestocunun katýlýmýyla gerçekleþti. Otuz yýl önce, 30 Ocak 1972'de; Britanya ordusuna baðlý bir paraþütçü birliði onüç Ýrlanda'lý insan haklarý savunucusunu Derry sokaklarýnda vurarak katletmiþti. Yaralanan 15 kiþiden biri de daha sonra hayata gözlerini yummuþtu. 1921'deki bölünmeyle Ýrlanda'dan kopartýlan altý þehri iþgal eden Ýngilizlerin hakimiyetinde, çoðunluðu Katolikler'den oluþan yurtsever-cumhuriyetçi toplumun karþý karþýya kaldýðý hoþgörüsüzlüðü sona erdirmek amacýyla (yerleþim, çalýþma, oy kullanma, sosyal hizmetler v.b. konusunda) halk 1972 yýlýnda bir yürüyüþ düzenledi.Tarihe Kanlý Pazar olarak geçen bu günde yürüyüþ için 3.200 kiþilik özel seçilmiþ Britanya ordusuna baðlý birlik hazýr bulunuyordu. Yürüyüþçüler Creggan mahallesinden çýkýp Bogside'a (Derry'nin en büyük Katolik mahallesi) yöneldikten 15 dakika sonra iki kiþi açýlan ateþle vuruldu. Ýngiliz birliðinin amacý yürüyüþçüler arasýndaki Ýrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA) üyelerini ayrýþtýrarak onlarý bir silahlý çatýþma içine çekmekti. Taktik, bu unsurlarý yokederek Derry'nin yurtsever cumhuriyetçi halký arasýndaki IRA etkinliðine son vermek üzerine kurulmuþtu. IRA'nýn Derry tugayýnda ikinci komutan olan
Martin McGuinness, Ýngilizlerin sebepsizce yürüyüþçülerin üzerine ateþ açtýklarý anda duyduðu öfke ve çaresizliði hala hatýrlýyor. Çünkü IRA yürüyüþ süresince silahlarýný evlerde býrakma kararý almýþtý; sonuç olarak yürüyüþçüleri onsekiz dak,ka sürecek ölümcül yaylým ateþinden korumak için hiçbir çare yoktu... 17 yaþýndaki oðlu Michael da Kanlý Pazar'da öldürülenler arasýnda bulunan John Kelly, bu yýlki anma mitingini, 30 Ocak 1972 olaylarýnýn ardýndaki gerçeði ortaya çýkarma doðrultusunda mücadelelerini sürdüren maðdur aileleri için bir "manevi destek" olarak tanýmlýyor. Çünkü bugüne kadar Kanlý Pazar olaylarýna yönelik hiçbir tatmin edici soruþturma açýlmadýðý gibi bir tek kiþi bile sözkonusu ondört cinayetin aydýnlatýlmasý için görevlendirilmedi. Otuz yýldýr, Kuzey Ýrlanda'nýn altý þehrinde hayatý çekilmez hale getiren kirli savaþa bir son vermesi ümit edilen Good Friday Anlaþmasý'nýn (GFA) imzalanmasýnýn üzerinden tam dört yýl geçti. Çoðunluðu Katolik olan yurtseverler Kuzey Ýrlanda'nýn bu altý þehrinde süren Ýngiliz iþgaline karþý çýkýyorlar ve birleþik bir Ýrlanda'dan yanalar. Yurtseverlere Yönelik Þiddet Sürüyor GFA'nýn imzalanmasýndan bu yana çoðunluðu Protestan olan Loyalist'ler ("sadakatçiler"= Britanya Krallýðý'na olan sadakatlerinden ötürü böyle anýlýyorlar) yurtsever topluma yönelik 50 cinayet,
* Workers World (Ýþçi Dünyasý) Gazetesi'nin 7 Mart 2002 tarihli sayýsýndan alýnmýþtýr.
fabrika Nisan 2002
67
Birleþik Ýrlanda Ýçin Mücadele Devam Ediyor
500 bombalý saldýrý 540 adet de silahlý saldýrý gerçekleþtirdiler. Bu tür saldýrýlar emperyalist Ýngiltere ve büyük müttefiki ABD tarafýndan kontrol edilen medyada pek de yer bulamýyordu. Ancak son haftalarda iki çirkin eylem uluslararasý kamuoyunun dikkatini konu üzerine yoðunlaþtýrdý. Ýlki Katolik posta görevlisi Daniel McLogan'ýn öldürülmesiydi. McLogan protestanlarýn yoðun olarak yaþadýðý bir bölgenin yakýnlarýndaki iþyerinde vurularak öldürüldü. Ýkincisi ise Kýzýlhaç Ýlkokulu'ndaokuyan kýz öðrencilere yönelik küfürlü saldýrýydý, ki bu okul da Protestan mahallesinde bulunuyor. ABD'nin güneyindeki ýrk ayrýmcýlýðý altýnda yaþanan sahneleri anýmsatacak þekilde; okullarýna gitmekte olan Katolik öðrenciler sözlü tacize, küfürlere, üzerlerine doðrultulan þiþe ve sopalara, azgýn köpeklerin saldýrýlarýna, ölüm tehditlerine ve üzerlerine hayvan dýþkýsý ve idrarý fýrlatýlmasýna maruz kaldýlar. Bu arada öðretmenler, veliler ve okul müdürü de ölüm tehditlerinden nasiplerini aldýlar. Bu durumda okulun kapatýlmasý gerekirken sadece sekiz kiþi okul öðrencilerine yönelik þiddet suçundan gözaltýna alýnýp hemen serbest býrakýldýlar; tehditler ise hala sürüyor. Ýngilizler GFA'da, Ýrlanda Cumhuriyeti ile sözkonusu altý þehir arasýnda kalan sýnýr bölgelerini askersizleþtirmeye, polis gücü içindeki ayrýmcýlýðý ortadan kaldýrmaya, siyasi tutuklularý salývermeye ve Ýrlanda'lý nüfusu temsil edecek bir meclis oluþturmaya söz vermiþlerdi. GFA Ýrlanda ve Ýingiliz devletleri ile Kuzey'deki siyasi partilrtarafýndan imzalanmýþtý; birleþik bir Ýrlanda'nýn kurulmasý yolunda ileri doðru atýlmýþ bir adým olarak görülüyordu. Bölge Hala Aðýr Bir Askeri Baský Altýnda Crossmaglen sýnýr þehri Armagh'ýn yurtsever cumhuriyetçilerin yoðun olarak yaþadýklarý mahallelerden biri ve burada yaþayan insanlara Ýngilizlerin sýnýr bölgelerini askersizleþtireceklerine iliþkin sözlerini hatýrlattýðýnýzda size þu cevabý veriyorlar: "Her zamanki gibi Ýngilizler verdikleri sözü tutmadýlar!" Güney Armagh'da baþlýca dört Ýngiliz askeri üssü bulunuyor, ki bunlardan biri tüm Avrupa'daki en hareketli helikopter üssü. Bölgede yaþayanlarýn çoðunluðunu oluþturan yurtseverler Ýngilizlerin IRA'nýn tek taraflý olarak ilan ettiði ateþkesi bölgedeki kendi askeri faaliyetlerini arttýrmak için bir fýrsat olarak deðerlendirdiði inancýnda birleþiyorlar. Aðýr silahlarla tahkim edilmiþ çirkin ve devasa polis-ordu barakalarý hala Crossmaglen meydanýnýn sað bitiþiðinde boy gösteriyorlar. Ýçle-
68
rinde bulunan kameralar tüm gün ve gece meydanda her olup biteni gözetliyor, hatta pencerelere odaklanarak evlerin içini kontrol ediyor. Helikopterler haftanýn yedi günü, günün yirmidört saati þehir semalarýnda geziyor, yüksek gözetleme kuleleri güzel kýr manzaralarýna bozarak eþlik ediyor, sebepsiz yere hastalanan çocuklarýn sayýsýndaki artýþ akýllarda soru iþaretleri býrakýyor. Aðýr silahlý askerler çiftçilerin hayvanlarda peydahlanan hastalýklarýn yayýlmasýný önlemek için ortaya koyduklarý çabalarý görmezden gelerek, diledikleri gibi çiftliklerin içinden yürüyüp geçiyorlar. Kuzey Ýrlanda'daki altý þehirden sorumlu polis gücündeki tek anlamlý deðiþim isminde gerçekleþti: "Kraliyet Ulster Polis Teþkilatý"nýn adý Kuzey Ýrlanda Polis Gücü olarak deðiþtirildi. Ama hala itibarýný tamamiyle kaybetmiþ olan Ronnie Flanagan tarafýndan yönetiliyor. Memurlarýnýn ise ezici çoðunluðu hala protestan. Son aylarda açýða çýkarýlan bir gerçek 1998'deki Omagh bombalamasýndan hemen önce Flanagan'ýn polis teþkilatýnýn eylemin yapýlacaðýndan haberdar olduðu, bu konuda halký uyarmak þöyle dursun, halkýn bombanýn patladýðý bölgeye doðru polis tarafýndan yönlendirildiði þeklinde... Ýki avukat Pat Finucane ve Rosemary Nelson'un vahþice katledilmeleri de dahil olmak üzere, cumhuriyetçilere yönelik birçok cinayet ve cinayet teþebbüsünde, polis ve Ýngiliz ordusu koalisyonunun Protestan çetelere yardýmcý olduðu, artýk herkesçe bilinen bir gerçek. IRA son yedi yýldýr tek taraflý bir ateþkes ilan etmiþ bulunuyor ve buna titizlikle uyuyor. Bunun öncesinde ise Ýngilizleri dört yýl önceki müzakere masasýna oturtmak (GFA) IRA'nýn 30 yýl boyunca sürdürdüðü bir savaþa malolmuþtu. Bu yüzden, yurtsever-cumhuriyetçi siyasi parti Sinn Fein GAF anlaþmasýndaki maddelerin takipçisi olmayý sürdürüyor. Þu anda, Belfast'ýn yurtsever mahallelerinde bulunan tüm eðlence yeri ve lokanta kapýlarýnýn üzerinde takýlý duran kameralar görüntü almaya devam ediyor. Hýrsýzlardan deðil ama atýlabilecek bombalardan, taþlardan, þiþelerden ve mermilerden korunabilmek için halk hala pencerelerine demir ýzgaralar, evlerine çelik kapýlar taktýrýyor. Kýzýlhaç Ýlkokulu öðrencileri ise hala okullarýna gitmeye korkuyorlar. Sinn Fein birleþik, sosyalist bir Ýrlanda için mücadelesini sürdürürken, "Ýngiliz devletinin bizim ülkemizde bulunma hakkýnýn olmadýðýna inanýyorum", diyor Sinn Fein baþkaný Gerry Adams. Sinn Fein aktivistlerinden Pat Treanor ise ekliyor: "Sürekli bir barýþýn tek garantisi birleþik bir Ýrlanda'dýr!". Nisan 2002
fabrika
Casus Belli Arif Sacit ÞAÝR "Bir rüya gördü hapisten kaçtý" birinci bölümünün baþlýðý budur, ve öz eleþtirisi nedeniyle Milliyet sayfalarýna konuk olduðunu öðrendiðimiz "örgütçü"müzün hapisten kaçma nedenini böylece öðrenmiþ oluyoruz. Örgütçüdür, ancak hapisten kaçmak için rüyasýnda Tursil marka çamaþýr tozu görmesi gerekiyor. Bir zamanlarýn Dev-Yol yöneticisi Taner Akçam, tekel tarzý "sol romantik" Can Dündar'a günah çýkarýyor ve bunlarý anlatýyor: "Bir gece rüyamda Tursil çamaþýr tozu gördüm. Bizim koðuþta 40 yaþlarýnda bir gece kulübü sahibi vardý. Yýlmaz Güney sevgisi nedeniyle siyasiler arasýnda kalýyordu. 'Kenan abi bu rüyanýn anlamý ne' diye sordum. 'Beyaz ferahlýktýr, özgürlüktür. Siz özgürlüðe kavuþacaksýnýz' dedi. Oysa kaçma planýndan haberi yoktu. Rüyam ve Kenan Abinin yorumu, kararýmý, dolayýsýyla da hayatýmý deðiþtirdi. O gece firar ettik" Doðru sayabilir miyiz? Akçam, özeleþtirisinde bu dönemki solu "totaliter" bir ideolojiye sahip olmakla eleþtirdiðine göre sayamayýz. Bir örgüt yöneticisinin koðuþ ortasýnda, her nasýlsa yolu siyasiler arasýna düþmüþ gece kulübü yöneticisine rüya yorumlatmaya kalkmasý mümkün deðildir, ve doðru deðildir. Eðer bu doðru deðilse, çamaþýr tozu markasý vermesinden dolayý deðil, bir reklam vakasýyla karþý karþýyayýz demektir. Buradan uyarýyoruz; eski solcu Taner Akçam'la solcu taklidi yapan Can Dündar yine bir þeyler satmak üzeredirler, bu kadarýný anlayabiliyoruz. Anlamýþssýnýzdýr, olayýn mekaný Milliyet gazetesi. Solun her türlüsüne(elbette Osman Kavala
fabrika Nisan 2002
kayýðýna binmiþ olanlar hariç) düþman bu matbuat durup dururken bir sol dizisi yapýyor. Dizinin adý "Sol geçmiþiyle hesaplaþýyor." Baþlýða bakan, sol hesaplaþmak için bu matbuatý seçmiþ sanacak. Okuyunca geçmiþiyle hesaplaþanýn Taner Akçam olduðunu anlýyorsunuz ama atýlan taþ çoktan adresini bulmuþ oluyor. Bu arada Akçam'ýn günah çýkarma papazý Can Dündar'ýn sunuþ yazýsýnda "Geçmiþiyle hesaplaþan sol"la ilgili þu bilgileri öðreniyoruz: "Onu, bu dizi içinde okuyacaðýnýz Kürþat Timuroðlu cinayetiyle ilgili bilgi almak için arýyordum. Amerika'da buldum. Michigan Üniversitesi, sosyoloji bölümünde misafir profesör olarak çalýþýyor." Bilmeyenler için belirtelim: eski solcu Akçam'ýn akademik ilgi alaný Türkiye'de Þiddet. Herhalde Amerika'da öðrencilerine bunun sosyolojik nedenlerini anlatýyordur. Bu þiddette Türkiye'de Amerika eliyle kurulan Süper NATO örgütünün payýný anlatacak deðil ya, öyle deðil mi? Eski solcularýn yeni rolüne yakýþmaz. Hem þiddet kesinlikle Türklerin genetik yapýsýndan ileri geliyor, bu kesin. 12 Eylül'den kýsa bir süre sonra Türkiye'ye gelen aðabeyleri de bunun cinsel sorunlardan ileri geldiði propagandasýný yapýyordu. Aslýnda bu dersleri Akçam'ýn da öðrendiðinin iþaretleri var: o, "Memur kültürünün cinsel özgürlüðü öldürdüðü" kanýsýnda; hesaplaþmasýnda böyle söylüyor. Aslýnda daha fazlasýný söylüyor: "Hareket büyüdükçe 'halkýmýzla'(evet aslýnda týrnak içinde) tanýþtýkça, onun deðerlerine de sahip çýkmaya baþladý.(Solu kastediyor) Aslýnda 'deðerler' dediðim, 'memur kültürü', 'þehirli küçük burjuva kültürü'dür. Ne kalbur üstü burjuva sýnýfýnda, ne de köyde(özellikle bizim yörelerde) yoktur böyle
69
Casus Belli
'namus bekçiliði'" Budur, Akçam'ýn solu, onun köyünden geridir. Peki bu geriliðin sorumlusu kim; elbette örgüt canavarý. Þöyle söylüyor: "Sonuçta örgüt, evlilik öncesi iliþkilere de 'yasakçý' gözle baktý ve bazý üniversitelerde 'ahlak zabýtalarý' kurdu." Hal bu ki biz röportaj boyunca "aslýnda ortalýkta bir örgüt" olmadýðýný, üstelik olmayan bu örgütü uzun yýllar boyunca Taner Akçam'ýn kurup yönettiðini öðreniyoruz. Öyleyse buradan Akçam'a sesleniyoruz; onun kurup yönettiði örgütte rýzasý hilafýna ahlak zabýtalarý kuranlarý hemen açýklamalý ve parçalanmak üzere Can Dündar'ýn önüne atmalýdýr. Onlar için bundan daha açý bir son düþünemiyorum. Aslýnda Akçam'ýn hesabýnda olmasý gereken tek þey var; onu da papazýna bunu söylemekten imtina ediyor. Düþünün, solun lideri diye ortalýkta dolaþan ve hesap çýkarmaya çalýþan adamýn bir örgütü yok. Ortalýkta ola ola bir dergi var, o da 12 Eylül'den bir gün sonra paramparça edilmiþ. Akçam, hesap kaçýrmak için ývýr zývýr konulardan söz ederken bu günahý gözlerden kaçýrmaya çalýþýyor. Bu büyük günahla ilgili olarak toplamý dört sayfa tutan itiraflarda sadece þunlar geçiyor: "Biz aslýnda öyle tahmin edildiði gibi bir örgüt deðildik. Ne Merkez Komite vb. organlarýmýz vardý, ne de üyelik prensibimiz. Her ne kadar 'üst' düzeylerde çok sýký Leninist kurallar geçerli idiyse de her isteyenin katýlabildiði bir harekettik biz..." Peki nasýl oluyor sol liderlik? Örgütü olmayan, ömrü boyunca bir örgüt yaratamayanlar, demek ki rüyalarýnda çamaþýr tozu görüp görmemesine göre liderlik yapýyor. Günah çýkarýrken söylüyor, 12 Eylülden sonra arkadaþlarý örgüt olarak devam etmeyi öneriyorlar, bu iþlere çamaþýr tozuna gösterdiði kadar inanç göstermiyor ve reddediyor. Tasfiyeci mi; elbette hayýr. Papazýna anlatýyor: "Bu sürçte zaten ortada olmayan örgütün daðýlmasýnýn faturasý bana çýktý." Güzel, þimdi günahlarý bir listeleyelim. Taner Akçam zaten olmayan bir örgütün kurucusu. Olmayan örgütüne dayanarak solun lideri olduðunu iddia ediyor. Sonra olmayan örgütün diðer üyeleri örgüt olarak devam edelim diyor fakat olmayan örgütün yöneticisi Akçam örgüt olmayý reddediyor. Reddedince olmayan örgütün diðer üyeleri Akçam'ý olmayan örgütün daðýtýlmasýyla suçluyorlar. Dolayýsýyla Akçam "Objektif olarak ajan" olamýyor(çünkü ortada daðýtacak bir örgüt yoktur) ancak olmayan örgütün daðýlmasýna yol açtýðý için "subjektif olarak" ajanlýk yapmýþ oluyor. Bu subjektif ajanlýk hikayesini kendisi söylüyor ve "Ýyi ki
70
yapmýþým" diyor. Vallahi bu Dev-Yolculuk zor zanaat. Baksanýza çok bilinmeyenli denklem gibi. Demek ki insan Dev-Yolcu olunca þöyle aðýz tadýyla ajan bile olamýyor. Demek ki, sol liderimiz bu yüzden Alman istihbaratýna yakýn duruyor: sýrf objektif olarak da ajan olabilmek için. Böylece ne yapmýþ oluyor subjektif ajanýmýz: "Yüzlerce, binlerce insanýn hayatýný kurtarmýþ oluyor". Çýkarýmýmýz ne, örgütlenmek demek ölüm demektir. Röportajýn burasýnda sýkýntýya giriyoruz; çünkü subjektif ajanýmýz ileride bize "yüzümüzü batýya çevirmemiz" gerektiðini söylüyor. Hayýr, benim yüzümü çevirmemle olacaksa bir þey deðil, ama söz konusu hareketi yapmasý gereken özne sol olduðuna göre, en azýndan ortada bir örgütlülük olmasý gerekir deðil mi? Ayýptýr, hepimize subjektif ajanlýk önermek bu kadar kabaca yapýlmaz ki. Rüyasýnda çamaþýr tozu görenin eli de biraz suya deðmelidir. Ancak, sol üzerine bir söyleþide her þeyin bu kadar saçma olmasýnýn bir nedeni olmalý, bunlarý hem de durup dururken söylemenin bir nedeni olmalý. Bu absürd hikayelerin, bu pespaye satýþ öykülerinin, bu halka, ülkeye, sola çamur atmalarýn, aþaðýlamalarýn, örgütsüzlük telkinlerinin, globalizm þakþakçýlýðýnýn bir nedeni olmalý. Ýtiraflarý izleyelim: "Sorun burada... Türkiye'nin baþarýsý da kesinlikle buna baðlý. Türkiye'nin otoriter gelenekten arýnmýþ, hukuka saygýyý içselleþtirmiþ, özgürlükçü, demokrat, insaný ve insan haklarýný merkezine almýþ bir sola ihtiyacý var. Türkiye'yi globalleþme dönemine, dünya ailesi içinde hak ettiði yere, ancak otoriter ideolojik safralardan, bürokratik-devletçi gelenekten arýnmýþ, kendini yeniden tanýmlamýþ, özgürlükçü, demokratik bir sol taþýyabilir." Þimdi kritik noktaya gelmiþ bulunuyoruz. Akçam'ýn, yeni kimliði ne: Amerikan Üniversitesinde profesör. Baþka, Hamburg Sosyal Araþtýrmalar Merkezi'nde memur. Bu görevlerine atanmadan önce siyasetle iliþkisini kestiðini kendisi de belirtiyor. Peki bunlarý hangi kimliði ile söylüyor? Amerikalý profesör. Demek ki böyle olsun isteniyor ve subjektif ajanýmýz, bir örgüt kuramamýþ olmasýnýn acýsýný, güçlü örgütlerin kucaðýna oturarak çýkarmýþ oluyor. Kapitalizmin örgütlerinin þefkatli kucaðýndan demek ki öyle görünüyor. "Batý baðlantýsýný merkeze almamýz gerekiNisan 2002
fabrika
Casus Belli
yormuþ", seni gidi çamaþýr tozu solcusu seni. Artýk objektif olarak da ajan olmuþtur. Tasfiye edecek örgütü yoktur ve kalanlarý tasfiye etmek için Can Dündar'la tezgah kurmaya çalýþmaktadýr. Tezgah kimin için? Adresin ÖDP olduðundan kuþku duyulmamalýdýr. Tereddütleri yok etmek, hepsini objektif ajan yapmak istiyorlar, tezgah budur. Ýtiraflarýnda söylediðine göre Þam ve Atina para teklif etmiþ subjektif ajanýmýz almamýþtýr ancak Alman ve Amerikan parasýný almakta hiç tereddüt etmemiþtir. Neymiþ, bir devlete sýrt dayayarak Türkiye'de demokrasi kavgasý verilmezmiþ. Peki, batýya dayanarak nasýl olacak böyle? Deðil mi, Þam'dan alma Bonn'dan al, Atina'ya boþ ver Washington'sa üzerine atla. Bu kadar; tescilli bir hýrsýz ile tescilli bir ajan oturmuþlar solun geçmiþiyle hesaplaþacaklar. Sol nerede, inek içmiþ, inek nerede daða kaçmýþ...Bunlar sol diyorsa, satmak içindir.
fabrika Nisan 2002
Nazým'ý düþürdükleri hallere bir bakýn. Nazým satýcýsý bankanýn afiþlerinden sol kolu çoktan uçtu. Koca komünistten geriye sadece yatak öyküleri býrakmak istiyorlar. Bunun vebali de sol paparazi Can Dündar'ýndýr. Þu zibidiye bakýn; örgütü yok, partisi yok, merkez komitesi yok, fikri yok, zikri yok. Macera olsun diye katýldýðý soldan geriye kala kala pespaye bir macera öyküsü kalmýþ. Geriye baktýðýnda kin duyabileceði tek anýsý Kemal Yazýcýoðlu'ndan yediði bir tokat. Rastlantý mý sayacaðýz, Bülent Uluer'leri böyle, Ertuðrul Kürkçü'leri böyle, Taner Akçam'larý böyle: Onca lafýn arasýnda bir tek sosyalizm yok, bir tek komünizm yok. Peki ne var, kapitalizm ve Batý hayranlýðý. Neymiþ, sol geçmiþiyle hesaplaþýyormuþ? Hadi ordan! Hesaplarý bizdedir, biz de "geçmiþimizle" hesaplaþacaðýz. Bütün hainler, bütün ajanlar hesabýnýz tutuluyor. Bu hesap kapatýlacaktýr.
71
Fabrika yazarlarýndan Kadir Tuncer in kýzý Çiðdem Tuncer ile Bora Döngel 16 Mart ta evlenmiþ olacaklar. Gençlere mutluluklar diliyoruz.
72
Nisan 2002
fabrika
ÇUÞ Savaþýnýn Eþekleri Arif Sacit ÞAÝR Ýþin içinde iþ olduðunu Fabrika yazmýþtý. Ýþin içindeki iþ, þimdi ortayý çýktý. Eldeki veriler þudur: Birincisi; Ýsrail Filistin'de fiili bir savaþ yürütmektedir ancak istilada çekingen davranmaktadýr. 11 Eylül'den sonra her ne olduysa, Ýsrail'in Filistin'e doðru geniþleme planlarý tutukluk yapmýþtýr. Savaþ vardýr ancak bu savaþta kýsa dönemde Ýsrail'in geniþleme þansý kalmamýþtýr. Ýkincisi; ABD'de 11 Eylül öncesinde baþlamýþ görünen ve 11 Eylül'de yeni bir aþamaya gelen iç savaþ sürmektedir. Fabrika, Bush hükümetinin Yahudi yönetimi tarafýndan "düþman hükümet" olarak görüldüðünü yazmýþtýr. Ancak, iç savaþ kendisine has bir biçimde sürmekte, cepheler karýþmaktadýr. Enron skandalý, Yahudi cephesinin bir saldýrýsýdýr ve henüz hedefte yaptýðý tahribat anlaþýlamamýþtýr. Ancak, Amerikan kaynaklý ve mutlaka Yahudilerin yönetiminde olan matbuat, Enron olayýnýn sonuçlarýnýn ABD için 11 Eylül'den daha öldürücü etki yapacaðýný propaganda etmektedir. Üçüncüsü; Savaþ alaný olarak Afganistan'ýn seçilmesinde Enron'un payý olduðu anlaþýlmýþtýr. Fabrika, buranýn seçilmesinde iç iliþkilerin payý olabileceðini belirtmiþti. Afganistan'a müdahale ile alanýn Enron'a da açýlmak istendiði kuþkusuzdur. Ancak, Enron'un batýrýlmasý ile bu plan tutmamýþtýr. Batýrýlmýþtýr, çünkü, önemli kuruluþlar hakkýnda "görevlerini yapmadýklarý" gerekçesiyle soruþturma açýlmýþtýr. Soruþturma açýlanlar, Enron'un bono satýþlarýný hem finanse eden, hem de
fabrika Nisan 2002
þirkete yatýrým yapan firmalarý ve yatýrýmcýlarý zamanýnda uyarmayan kredi derecelendirme kuruluþlarýdýr. Bunlar arasýnda ABD'nin en büyük borsa aracý kurumu Merrill Lynch, analistler, mali haberler veren televizyon þebekeleri ile Moody's ve Standart-Poor's gibi kredi derecelendirme kuruluþlarý vardýr. Bunlarýn, Enron'un iflasýný bilerek hazýrladýðýndan kuþkulanýlmaktadýr ve iç savaþýn delilidir. Bush hükümeti neredeyse bütünüyle bu þirketin hissedarlarý arasýndadýr ve Enron'la birlikte "düþman hükümet" de batmýþ görünmektedir. Dördüncüsü; ABD'de Enron olayýnýn arkasýnda Yahudi lobisi ve Demokrat Parti'nin varolduðuna inanýlmaktadýr. Fabrika, Demokrat Clinton iktidarýnýn arkasýnda büyük bir Yahudi desteði olduðu ve seçimlerin tartýþmalý bir biçimde Bush lehine sonuçlanmasýnda iç savaþýn payý olduðunu belirtmiþti. "Seçim", 11 Eylül olayý ve Enron skandalý ile sürmektedir. Ancak iç savaþýn taraflarý "anlaþma" için þartlarýný da belirtmektedir. Yahudi lobisi, Bush hükümetini derhal Irak'a müdahale etmeye zorlamaktadýr. Baþta Kissinger olmak üzere lobinin ideologlarý bunun hemen olmasý yönünde bastýrmakta, Bush cephesi ise bunu kendi belirledikleri bir zamana yaymak için direnmektedir. Enron olayýnýn mantýki sonuçlarýna ulaþmasý ile ABD'nin Irak'a müdahalesi arasýnda bir nedensellik baðý oluþmuþtur. "Þahinler" ve "güvercinler" mi? Bu ahmaklar içindir. Saddam'ý devirme planlarýnýn en azýndan 10 yýldýr yürürlükte olduðu, ancak 11 Eylül'den
73
sonra "þahinler"in bu planlarý ýsýtmak için bastýrdýðý belirtiliyor. Þahinler'in Yahudi Lobisi çevresinden olduðu açýktýr ve "yönetimdeki güvercinler"in buna direndiði açýkça belirtilmektedir. Þöyle düþünülebilir: Irak'a saldýrý planý, bu ülke için mutlak bir bölünmeyi öngörmektedir. Çünkü, bu planýn çýkýþ noktasý Irak'ýn petrol rezervlerini bölmektir. Otonom bölgelere ayrýlmýþ bir Irak'ýn petrol piyasasý için daha temiz olacaðý düþünülmektedir. Öyleyse bunun Musul ve Kerkük'ü içeren bir Kürt otonom bölgesi anlamýna geleceði açýktýr. Bunun Ýsrail için anlamý ise bölgede, yeni bir "Arap olmayan güç odaðý" anlamýna geldiði ve bunun da sonuçta Ortadoðu'da yeni bir Ýsrail olacaðý düþünülmektedir. Türkiye'nin Irak'ýn "toprak bütünlüðü" yönündeki ýsrarýný çok ciddiye almamalýdýr. Türkiye, eninde sonunda Irak bölünecekse, Musul ve Kerkük petrollerinin oluþturulacak Türkmen Özerk bölgesine býrakýlmasýný istemektedir. Bu nedenle, Kürt varlýðýnýn devletleþmeden Irak sýnýrlarý içinde kalmasýndan yanadýr çünkü oluþturulacak bir Kürt devleti içinde Türkmen yönetiminin uzun zaman kalýcý olamayacaðý açýktýr. Saddam'ý devirme planýndan önce de "Üç Ýsrail" planýn varlýðý bilinmektedir ve Ýsrail için bu bölgede, "Ýsrail-Türkiye-Kürdistan" ekseni oluþturulmasý ve Araplar karþýsýna daha güçlü bir blokla çýkýlmasý demektir. Globalizm budur, içsavaþ, mutlak bir biçimde ülke dýþýna yayýlmaktadýr ve "Yeni Düzen"in yönünü belirlemektedir. Afganistan'ýn ve Irak'ýn bu savaþýn arenasý haline getirilmesi savaþýn güçlerinin çýkarlarý ile yakýndan ilgilidir. Sis daðýldýðýnda görülen þudur; Ekim 2000'deki seçim, Enron ile Yahudi Lobisi arasýnda geçmiþtir. Baba Bush'dan sonra lobi ikinci seçimini de böylece kaybetmiþ görünmektedir ve haberler Bush cephesinde bütün seçim kampanyasýnýn Enron tarafýndan yürütüldüðü yönündedir. Bu Amerikan tarihinde yeni bir durumdur. Demokrat Parti temsilcisi Yahudi Henry Waxman, Bush hükümetinin Hindistan'ýn petrol ve doðalgaz üretiminin desteklenmesi yönünde adýmlar attýðýný, bunun da Enron'un Hindistan hükümeti ile sorunlarýný çözmeyi hedeflediðini açýklamýþtýr. Enron'un Hindistan'da enerji yatýrýmlarý olduðu anlaþýlmaktadýr ve Afganistan'a müdahale böyle anlaþýlmalýdýr. Afganistan savaþý, ABD yanlýlarýnýn devrilip yerine yine ABD yanlýsý bir hükümet kurulmasýndan baþka sonucu olmamýþ görünmektedir.
74
Asýl hedef olan Ladin ele geçirilememiþtir. Üstelik 11 Eylül saldýrýsýný gerçekleþtiren 19 kamikazeden 15'i Suudi çýkmýþtýr ve burada da bir Afgan baðlantýsý görülmemektedir. Devrilen taleban hükümetinin en önemli destekçisi Suudi yönetimidir ve burada saldýrýlacak bir ülke varsa o da Suudi Arabistan'dýr. Ancak Suudi Arabistan diye bir ülke var mý, tartýþmaldýr. Varsa bu Arap-Amerikan petrol cumhuriyetidir ve bu cumhuriyetin savaþtaki rolü, bunun bir iç savaþ olduðu tezini güçlendirmektedir. Öyleyse, ortada bir savaþ varsa bu da bir ÇUÞ savaþý sayýlmalýdýr. Bu ülkede iktidar kavgalarýnýn arkasýndaki asýl güç de Çok Uluslu Þirketler'dir. Öte yandan 11 Eylül saldýrýsýnýn ardýndan ortaya çýkan bir gerçek daha var ki, o da kulelerde ölenlere en çok bizim iþbirlikçi basýnýmýzýn üzüldüðüdür. Zira, ABD bu saldýrýnýn tahribatý ile ilgilenmek yerine, saldýrýnýn sunduðu fýrsatlarý deðerlendirmeyi tercih etmiþtir. Orta Asya-Kafkas pazarlarýnýn ABD için kulelerde ölenlerden daha önemli olduðu anlaþýlmýþtýr, zira emperyalist kapitalizmin halký yoktur. Bizim Amerikanofil eþeklere söyleyebileceklerimiz þudur; Bin Ladin'in sað yakalanmasý en azýndan Bush hükümette kaldýðý sürece mümkün deðildir. Unutulduðu yönünde iþaretler var; Bush Kongre'de yaptýðý ve "düþman" cephesini geniþlettiði konuþmasýnda Ladin'i hatýrlamamýþtýr. Ladin'e bir süre daha canlý olarak ihtiyaç duyulduðu görülmektedir. Öte yandan "Þer ekseni" diye tanýmlanan ülkeler arasýna Irak'la birlikte Ýran'ýn da katýlmasý ilginçtir. Buradaki veriler ýþýðýnda bu cephe geniþletmesinin, saldýrýnýn tarihini ertelemeye yönelik bir manevra olarak anlamamýz gerekiyor. En azýndan "müttefiklerin" hem de sadece Irak'a yönelik bir saldýrýya homurdandýðý bir ortamda Ýran'ý da içine alan bir savaþýn yürütülemeyeceði görülmektedir. Artýk birleþtirici "Komünizm" düþmaný yoktur ve gecikmiþ hesaplaþma þimdi yapýlmaktadýr. Bunun hem ABD, hem de Ýsrail için yeni durumlara ve yeni sorunlara gebe olduðunu belirtelim. Türkiye mi? Ýsrail dýþýnda Yahudiler tarafýnda yönetilen tek ülke görünümündedir ve varsa "stratejik önemi" budur. Biz sadece hatýrlatalým: Hezeikel Garih cinayeti ne oldu. Katil yakalandý ve olay çözüldü mü? Soruyu düzeltelim, bu denklem içinde bu cinayetin çözülme þansý var mý? Nisan 2002
fabrika
"1994 Doðumlu Suçlu Firar Etti" Kadir TUNCER Bu baþlýkla ilgili haber, 30.01. 2002 de Zonguldak Valiliði basýn bülteninde " Ýlimiz ve Ýlçelerinde vuku bulan olaylar" baþlýklý bültende aynen þöyle geçti, " C. 29.01.2002 günü saat 15 sýralarýnda Mithatpaþa mah. Ýkinci makas mevkiinde ,1971 doðumlu Ertan Gençbay'ýn tamirciye býraktýðý 67.T. 0052 plakalý otosunun ön camýna bira þiþesi atarak kýrýlmasýna sebep olup firar eden 1994 doðumlu Hacer Karademir in yakalanmasý için tahkikata baþlanmýþtýr." Çocuklar suçlanýyor suçlu çocuklar yaratýlýyor, ekmek, þeker, oyuncak, vb. çaldý diye çocuklar cezaevlerine atýlýyor, 12 eylülde 18 yaþýndan küçük çocuklar siyasi suçlu olarak idam ediliyor. Çocuklar çeþitli iþyerlerinde 10-12 saat çalýþtýrýlýyor körpecik bedenler iliklerine kadar sömürülüyor. Zonguldak'ta da daraltma ve kapatma politikalarý sonucu açýlan özel ocaklarda 10-12 yaþlarýnda yüzlerce kýz ve erkek çocuklar en aðýr iþ kolu olan yer altý maden iþçiliðinde çalýþtýrýlýyor. Sadece yer altýnda deðil Zonguldak'ta tekstil atölyelerinde yüzlerce çocuk iþçi boðaz tokluðuna çalýþtýrýlýyor. Sadece Zonguldak ta mý? Beykoz'da ayakkabý saya atölyelerinde, Paþabahçe' de cam dekor atölyelerinde Ýstanbul'un Ümraniye ,Esenler,Saðmacýlar dahil bir çok yerinde yüzlerce tekstil iþyerinde binlerce kýz ve erkek çocuk iþçiler çok az bir ücret karþýlýðý çalýþtýrýlýp sömürülüyor. Burjuva basýn zaman zaman bunlarý dile getiriyor ve bu konuyla ilgili devlet kurumlarýna ihbarda bulunuyor , sonuç deðiþmiyor. Maden iþkolu hariç tekstil metal vb. emek yoðun iþkollarýnda çalýþtýrýlan çocuklarýn 1/5 i çýraklýk sözleþmesi adý altýnda çalýþtýrýldýklarýndan iþveren yasal sorumlu-
fabrika Nisan 2002
luklarýndan kurtuluyor. Çýraklýk sözleþmesi adý altýnda büyüklerin yapacaðý iþler küçük yaþtaki çocuklara yaptýrýlýyor. Çocuk iþçiler sendikalý iþ yerlerinde de yoðun olarak çalýþtýrýlýyor. Ýþin daha vahim bir yaný ise özellikle iþçi sýnýfýndan yana olanlara bunlar belge olarak sunulduðunda, kendilerine sosyalist-komünist diyenlerin bu iþleri devlete havale etmeleri. Bunun en somut örneði Zonguldak'ta yaþandý. Özel maden ocaklarýnda çalýþan çocuk iþçiler fotoðrafla belgelenip sergilendiðinde her fýrsatta özelleþtirmelerin karþýsýnda olduðunu söyleyen maden mühendisleri odasý Zonguldak þubesi fotoðraflarýn estetik yanlarý olmadýðý gerekçesi ile bunlarý sergilemekten kaçýndý. Bazýlarý ise ocak içinde elinde kazma ile kömür kazan çocuklarýn fotoðraflarý karþýsýnda fotoðraflara sanatsal açýdan yaklaþýp " eline saðlýk güzel olmuþ" diye yorumlar yaptý. En sonuncu olarak 30 aðustos 2001 de maden ocaklarýnda çalýþtýrýlan çocuk iþçilerin çalýþma ve yaþam koþullarý video kamerayla görüntülendi ve haber olarak ta Zonguldak'ta yayýnlanan SUSMA gazetesinde çýktý. Ocak sahipleri madencilikte ince damar olarak tabir edilen 50-80 santim kalýnlýðýndaki kömürleri almak için aslýnda 2 metre geniþlik 1,5 metre yükseklikte galeri açmalarý gerekirken kömürün ince olmasý ve bu nedenle kömürden çok, taþ toprak hafriyat çýkmasý ve bunlarýnda iþçilik ve maliyeti yükselttiði nedeniyle kömür kalýnlýðýnda yani bir metre yüksekliðinde galeri açýyorlar, tabi bu kadar alçak yerlerde büyük kiþilerin hareket etmeleri zor oluyor, iþte bu nedenle galerilerde küçük çocuklar çalýþtýrýlýyor. Yerin 150-200 metre altýnda can güvenliði olma-
75
"1994 Doðumlu Suçlu Firar Etti"
yan havasýz koþullarda. Bu video görüntüleri Eðitim- Sen Zonguldak þubesinde gösterildi. Gösteriye Zonguldak'ta örgütü bulunan siyasi parti sendika vb. kurum üye ve yöneticileri yaklaþýk 50 kiþi katýldý. Katýlanlarýn büyük çoðunluðu sanki bir film seyrediyormuþ gibi 30 dakika boyunca yerin 200 metre altýnda 80 santimlik bir galeride , tahkimatýn,havalandýrmanýn olmadýðý , dýþarýdan kaçak olarak çekilen elektrikle aydýnlanmanýn saðlandýðý kör ýþýk altýnda iki büklüm eðilerek kömür kazan, kazýlan kömürü vagonete dolduran ve vagonet dolduktan sonra dýþarý çeken ve tüm bu iþleri yaparlarken tavan alçak olduðundan devamlý olarak dizlerinin üzerine çökerek çalýþmak zorunda kalan 9-13 yaþ arasýndaki çocuklarý katýlýmcýlar bir film izler gibi izlediler. Kimileri gelip böylesi bir belgesel çekimi yaptýðým için beni tebrik etti. Kimileri bu kasetin bir kopyasýný çocuklardan sorumlu Devlet Bakaný ve Zonguldaklý olan Hasan Gemici'ye,Çalýþma Bakanýna, hatta ÝLO' ya göndermemi tavsiye etti. Ýþin utanç verici ve tuhaf olan yaný ise bu önerilerin , Zonguldak'ta tabelasý bulunan SosyalistKomünist parti yöneticilerinden ve Sendikacýlardan gelmesiydi. Bu tavsiye ve dalkavukluk karþýsýnda fazla sabredemedim ve hemen orada bu önerileri getirenlere" ben bunu devletin kurumlarýna veya devletin bu iþlerden sorumlu gördüðünüz bürokratlarýna göstermedim. Ben
76
bunlarý sizlere gösterdim. Siz ise bunlarý devlete havale ediyorsunuz madem bu iþler devletin iþleri, o zaman sizin iþiniz ne?" diye konuþmak zorunda kaldým , bu olanlarý ve söylediklerimi aynen gazetede yazdým yine olumlu veya olumsuz yönde bir tepki bir cevap veren olmadý. Doðal kaynaklar, insan emeði, çevre talan ve tahrip ediliyor sömürülüyor. Geleceðimiz olan çocuklar saðlýksýz koþullarda yaþýyor beslenemiyor ve eðitim alamýyorlar. Kýsacasý saðlýksýz ve bilgisiz bir nesil yetiþiyor. Bunlar bizim yani iþçi ve emekçilerin çocuklarý. Saðlýksýz bir gelecek nesille; doðasý, çevresi yok olmuþ bir ülke, ileride kurmayý düþündüðümüz güzel dünyada ne iþe yarar? Kendilerinin iþçi sýnýfýndan yana olduðunu söyleyen solun bir kesimi ise bu iþlerin çözümünü sisteme akýl hocalýðý yaparak ve devlete havale ederek çözüm önerileri sunarken bir diðeri hem de " Komünist Parti" olarak tabela asanlar ise bu olumsuzluklarýn "Sosyalizm geldiðinde çözüleceðini" öngörüyorlar ve böylece bu günkü görevlerinden kaçýyorlar. Böyle giderse hasta ,sakat bir insan topluluðu ve ot bitmeyen bir ülkede sosyalizm gelse neyi deðiþtirecek? Bu anlayýþlar iþçi sýnýfý komünist partisinin eksikliðini bir kez daha gösteriyor. Önceki yýllarda küçüktü ama iþçi sýnýfýnýn bir komünist partisi vardý. O küçük denilen ama iþçi ve emekçi sýnýftan aldýðý güç büyük olan parti zamanýnda iþçi sýnýfý DGM yi meclise iade etti, 1 mayýslarý taksime taþýdý, bunlar daha hafýzalardan silinmedi.
Nisan 2002
fabrika
Büyük Patlama hiç olmadý mý? Adem DEMÝRBÝLEK Dr. Carl SAGAN popüler bilim ile gerçek bilim arasýndaki farký, baþýndan geçen bir olayý örnekleyerek anlatýr. Bir toplantýya katýlmak için geldiði kentte, havaalanýndan kendisini almaya gelmiþ taksi þoförü ile arasýnda geçen diyalogu anlatýr.Taksi þoförü Dr. Carl Sagan ý hazýr bulmuþken, bilime ne kadar meraklý olduðunu ve birçok bilimsel kitaplar okuduðunu belirtir. Arkasýndan da Dr. Carl Sagan a soru bombardýmaný baþlar. Carl Sagan cevaplarýyla onu düþ kýrýklýðýna uðrattýðý için çok üzülür. Ben aslýnda hatalý bir öðretiyi yalanlamakla kalmýyor, onun iç dünyasýnýn deðerli bir yanýna da gölge düþürüyordum. (1) Taksi þoförünün sorduðu sorularýn konu baþlýklarýna bakalým isterseniz: -San Antonio yakýnlarýndaki hava üssünde çözülmeye býrakýlmýþ, donmuþ uzaylýlar ve UFO lar. -Ölü insanlarýn aklýndan neler geçtiðini anlamak için kurulan baðlantýlar -Nostradamus un kehanetleri -Yýldýz falý -Ýleri teknoloji ile donatýlmýþ kayýp kýta Atlantis -Her þeyi, geçmiþi-geleceði gören kristaller -Mýsýr piramitlerinin yapýmý v.s Carl Sagan devam ediyor; Bilim önüne geçilemeyen bir merak dalgasý yaratýr. Sahte bilim de öyle...Herhangi bir bilgi doðru kabul edilmeden önce yeterli kanýt gösterilmesi gerektiði yaygýn olarak anlaþýlsaydý, sahte bilim de ortaya çýkmayacaktý. (2)
ratýlmýþtýr. Yahudi takvimi de zaten bu tarihte baþlar. Piskopos Ussher Gurenin Ý.Ö. 4004 yýlýnda evrenin yaratýldýðýný hesapladý. 18. yy da en fazla altý yada yedi bin yaþýnda olduðu hesaplandý. 2. Dünya savaþý öncesinde evrenin yaþý 2 milyar yýl olarak hesaplanýyordu. Büyük Patlama kuramýna göre evrenin yaþýnýn15 milyar yýl olduðu öne sürülüyor. Günümüzde ise 80 ile 100 milyar yýldan daha fazla olduðu bilinmekte. 1755 de Kant Ada Evrenler adlý uzak yýldýz kümelerinin varlýðýný öngördü. Edwin Powell Hubble yeni teleskopu sayesinde Andromeda bulutsusunun bizim galaksimizin dýþýnda ve çok uzaðýnda olduðunu gösterdi. Baþka baþka uzak galaksiler de keþfedildi. Yani Kant ýn Ada Evrenler hipotezinin doðruluðu kanýtlanýrken, insan beyninde evrenin gittikçe geniþlediði görülmeye baþlandý. Evrenin 10 milyarlarca ýþýk yýlýndan daha geniþ olduðu düþünülüyor. Ve bu ýþýk yýllarý önümüzdeki süreçte daha da artacaktýr. Þimdi kýsaca Büyük Patlama teorisine bakalým:
Binlerce yýldýr gelen düþünce sistematiði, çevremizdeki bütün nesnelerin bir baþlangýcý ve bir sonu olduðunu kabul eder. Bütün dinlerin bir yaratýlýþ efsanesi vardýr. Evrenin baþlangýcýný ve sonunu kendilerine göre yorumlarlar.
1. Teori evrenin 15 milyar yýl önce meydana geldiðini söyler. 2. Teoriye göre patlamadan önce ne evren ne madde ne uzay ne de zaman vardý. 3. Teoriye göre patlama anýnda evrendeki tüm maddenin tek bir noktada yoðunlaþtýðý kabul edilir. 4. Zamanýn baþladýðý an da bu andýr. 5. Patlamanýn etkisiyle evrenin geniþlemesi hala devam ediyor.
Yahudilere göre Ý.Ö. 3760 yýlýnda evren ya-
Büyük Patlama Teorisinin anlatmak istediði
fabrika Nisan 2002
77
Büyük Patlama hiç olmadý mý?
budur. Sir Isaac Newton tarafýndan geliþtirilen, klasik mekanik modelden üretilen evren modeli: Hareket yasalarýna uyarak iþleyen büyük bir saat mekanizmasý düþünün. Boyutlarý sonsuz ama özünde deðiþmeyen her þeyin sabit yerli yerinde durduðu bir evren. Ama bu evren görüþü de tüm diyalektik olmayan, mekanik teorilerinin eksikliðini içinde taþýmaya mahkumdu. En önemlisi statikti.1915 te Albert Einstein Genel Görelilik teorisini ileri sürdü 1929 da Edwin Hubble yeni ve çok güçlü teleskopuyla, evrenin düþünülenden daha da büyük olduðunu gösterdi. Hemen ardýndan teleskopun da etkisiyle Avusturyalý Chrýstýan Doppler, kendi adýyla anýlan ve geliþtirilen teorisini astronominin hizmetine sundu. Doppler Yasasý; Evrende bir kaynak bize doðru yaklaþýrken, bu kaynaktan çýkan ýþýðýn frekansýnýn mor renge doðru kaydýðýný görürüz. Kaynak bizden uzaklaþtýðýnda kýrmýzý bir renge doðru kayma görünür. Dolayýsýyla birçok yýldýzýn kýrmýzýya doðru bir kayma gösterdiðini fark eden Hubble nin gözlemleri galaksilerin bizden uzaklaþmakta olduðu fikrini doðurdu. O dönemde gözlemlenen galaksilerin, saniyede 25000 mil hýzla uzaklaþtýklarý ortaya çýktý. 1960 lardaki yeni teleskopun geliþi ile günümüzde saniyede 150 000 mil hýzla uzaklaþan çok uzaktaki cisimler, nesneler keþfedildi ve edilmeye devam ediyor. Bunun sonucu olarak geniþleyen bir evrenin geçmiþinde daha küçük olmasý gerekiyordu.1922 de Rus matematikçi Alexander Freidmann bu fikri ortaya attý. George Lewaitre 1927 de kozmik yumurta fikrini öne sürdü. Diyalektik Materyalizm açýsýndan Newton un öngördüðü bir evren anlayýþý,( sürekli, dengeli, deðiþmez, kapalý) yanlýþtýr. En azýndan bu düþüncenin terk edilmesi bir ileri adýmdý. Büyük Patlama Teorisi ilk ortaya çýkýþýndan bu güne kadarki sürecinde çeþitli aþamalar kaydetmiþtir, daha doðrusu týkandýðý her noktada daha farklý tutarsýzlýklarý inatla bünyesine almaya devam etmiþtir. Birinci aþama Georpes Lemaitre tarafýndan zenginleþtirildi. Evren eðer uzayda sonluysa, zamanda da sonlu olmasý gerektiðini ispatlamaya çalýþtý. Lemaitre ilginç bir kiþilik, kendisi Belçikalý bir rahip. Sonradan Papalýk Bilim Akademisi nin yöneticisi olduðunu biliyoruz. Yaratýcý-Yaratan
78
düþüncesine Katolik kilisesi anlamýnda çok yararlý olduðu aþikar görünüyor. Çok geçmeden Lemaitre nin Fiziði-Teoremi çok farklý temellerle çürütüldü (Genel görelilik ve termodinamikten türetilen yanlýþ ve eksik sonuçlar, yýldýzlarýn evrimi hakkýndaki yanlýþ teoriler......vs.). Ýkinci aþama 2. Dünya Savaþýndan sonra esas olarak George Gomow tarafýndan, tamamen gözden düþmüþ bu teori tekrar gündeme getirildi. Biraz daha bilimsel hesaplamalarla zenginleþtirildi ve büyük patlamadan kaynaklandýðý öne sürülen çeþitli olgular daha tutarlý açýklanmaya çalýþýldý (Sýcaklýk-radyasyon oranlarý,...vs). Ardýndan Robert Dicke salýnan evren teorisini ortaya attý. Bu model de kendi içerisinde bir çok tutarsýzlýklarý barýndýrýyordu. Kýsaca söylenen þuydu; Evreni sonsuz, sonu olmayan bir döngüde salýndýrarak büyük patlamadan önce ne olduðu sorusuna cevap aranýyordu. Gomow un önemli bir öngörüsü vardý. Bütün hesaplarý bozdu. Kýsaca böyle bir patlama uzayda bir þekilde bir iz býrakmalýydý. Gomow a göre bu Fon ýþýmasý idi. Fon ýþýmasý ne yazýk ki yýllar sonra bu tükenmiþ teoriyi canlandýrmak için kullanýldý. 1928 de Thomas Gold ve Hermann Bondi , baþýndan beri karþý olduklarý bu teoriye karþý kararlý durum u ileri sürdüler. Fred Hoyle tarafýndan da popülerleþtirilen kararlý durum genel olarak geniþleyen evreni kabul ederken, evrenin oluþumunu maddenin hiçlikten yaratýlýþý gibi býr temelde açýklamaya çalýþtýlar. Bu durumun her an gerçekleþmekte olduðu, ama bu günkü teknolojik sistemle bunun fark edilemeyecek kadar yavaþ ilerlediði ciddi ciddi anlatýlmaya çalýþýldý. Esas olarak çýkarmamýz gereken anlam evrenin hep ayný kaldýðý idi. Bu yüzdendir teorinin adý da kararlý durum olarak kaldý. kozmik yumurta bir tarafta Hiçlikten yaratýlmýþ madde bir tarafta. Sonuçta bu teorinin yanlýþlýðý görülmeye baþlandý. Yukarýda belirtmiþtik kararlý durum teorisi genel olarak evrenin zamanda ve uzayda homojen olduðunu, bütün zamanlar boyunca da kararlý durum da kaldýðýný öngörüyordu. Tabi ki bu durum þu sorularý gündeme getirdi. Radyo dalgalarý yayan bir cismin yoðunluðunun sabit olmasý gerekmez miydi? Çünkü uzayda ne kadar ileriye bakarsak, zaman olarak o kadar geriyi geçmiþi görmemiz lazým deðil midir? Fakat gözlemler bunun böyle olmadýðýný Nisan 2002
fabrika
Büyük Patlama hiç olmadý mý?
gösterdiler, uzayda ne kadar ileri bakýldýysa, radyo dalgalarýnýn þiddeti inadýna büyümeye devam ediyordu. Kýsaca bu durum Evrenin her zaman deðiþim her zaman evrim halinde olduðunu açýk bir þekilde kanýtlýyordu. Kararlý durum teorisi yanlýþtý. Devam edersek, 1964 de iki genç gökbilimci Arnas Penzlas, Robert Wilson uzayda fon ýþýmasýný keþfettiler. Kararlý Durum teorisi en öldürücü darbeyi bu geliþme ile aldý. Ama hemen de Garnow tarafýndan öne sürülen artçý yankýsý adlý teori gündeme geldi.
enerji uzaya uçsuz bucaksýz bir gaz ve toz bulutu olarak düzgün bir biçimde yayýlmadý? Neden bugünkü evren bu kadar topak topak týr? Bütün bu galaksiler ve yýldýzlar nereden geldi? Yani A dan B ye nasýl geçtik ? Erken evrenin saf simetrisi bugün gözümüzün önündeki düzensiz evreni nasýl ortaya çýkardý? (4) Günümüzde bu teorinin onlarca savunucularý tarafýndan geliþtirilen, daha doðrusu teorinin gediklerini yamama dýþýnda pek fazla kýymeti harbiyesi olmayan katkýlar kýsaca þunlardýr:
Yine de çeliþkiler vardý. Radyasyonun sýcaklýðýnýn Garnow un öngördüðü gibi 20 K veya halefi P.J.E. Peeblesin öngördüðü gibi 30 k deðil, sadece 3.5 k olduðu anlaþýldý. Bu sonuç göründüðünden daha da kötüdür. Çünkü bu alandaki enerji miktarý sýcaklýðýn dördüncü kuvvetiyle orantýlý olduðundan , gözlenen radyasyonun enerjisi öngörülen miktardan aslýnda birkaç bin kat daha azdý. (3) Sonra Robert Dicke ve P.J.E. Peebles teoriyi Garnow un býrakmýþ olduðu yerden aldýlar. Onlar da Fon ýþýmasýndan yayýlan sýcaklýðýn hesaplanmasýnda deyim yerindeyse çuvalladýlar. Bulduklarý rakamlarý inkar ettiler, yeni ve ayný derecede keyfi rakamlar seçtiler, olmadý. Evren Garnow un düþünmüþ olduðundan çok çok daha fazla daðýnýk ve daha fazla deðil daha az kütle çekimine sahip olduðunu gösterdi. Dolayýsýyla da büyük patlama için gerekli olan büyük enerjinin nereden kaynaklandýðý temel sorununu kýzýþtýrdý, muðlak bir þekilde ortada býraktý.
Þiþme teorisi de denilen kavramý Amerikalý Fizikçi Alan Guth 1970 lerde ortaya sürdü. Ona göre evrendeki tüm madde sonsuz yoðunluða sahip tek bir noktada yoðunlaþmýþ olmalýydý. Ama biliyoruz ki sonlu bir uzaya sonsuz miktarda madde ve enerji koymak, depolamak imkansýzdýr. Bu problemi aþmak için Guth bazý fizikçiler tarafýndan ortaya sürülen ama hiçbir kanýta dayanmayan, her yerde hazýr ve nazýr olduðu kabul edilen daha doðrusu varsayýlan bir kuvvet alanýna baþvurur: Higgs alaný . Bunun içini de karanlýk madde ile doldurur.
Sonra Fred Hoyle teoriyi ele aldý. Onun bulduðu helyum , döteryum, lityum gibi hafif elementlerin büyük patlama sonunda ortaya çýktýðý idi. Yani makro dalga fon ýþýmasý ile birlikte üç hafif elementti.
Gittikçe bilim kurgu metinlerindeki hayali ve keyfi hikayelere benzemeye baþlayan teori daha sonra gittikçe daha da spekülatif önermelere bütünüyle keyfi kabullere dayandý. Hepsinin ortak noktasý gözlemin kesinlikle yapýlmamasý ve daha çok matematiksel bir dizi modellere dayandýrýlmasýydý.
Baþka sorunlarda vardý. Zýt yönlerde uçuþan madde kýrýntýlarýnýn hepsi birden nasýl olmuþtu da ayný sýcaklýða ayný anda ulaþmayý baþarmýþtý (ufuk sorunu)? Teorinin yandaþlarý evrenin sözde kökenlerini , bir matematiksel mükemmellik modeli olarak, tümüyle kusursuz bir düzenlilikte, Leerner in sözcükleriyle özellikleri saf akla uygun düþen simetri cenneti kadar düzenli bir model olarak sunarlar. Fakat bugünkü evren kusursuz ölçüde simetrik olmaktan baþka her þeydir. Düzensiz, çeliþkili ve topak topak týr...Sorunlardan biri , büyük patlamanýn neden düzgün bir evren ortaya çýkarmadýðýdýr? Neden ilk basit madde ve
fabrika Nisan 2002
Evrendeki madde miktarýnýn hesaplanmasýnda bilerek keyfi deðerler göstererek teorilerine uygun sonuçlar çýkardýlar. O da tutmadý. Biliyoruz ki evrenin gözlemlenebilir kesiminde madde miktarý doðru bir þekilde artýk hesaplanabiliyor. Ve hesaplanan miktar bu fizikçilerin bulduðu sonuçlardan çok farklý.
Sonra kütlesiz olduðu iddia edilen bir atom altý parçacýk olan NÖTRÝNO konusu var. Teorinin sahipleri kütlesiz bu varlýða, bu fikre kelimenin tam anlamýyla balýklama atladýlar. Diyalektiðin sözlüðü ile Vardýr ve yoktur . Bir þey ya kendisidir ya deðildir, diyen özdeþlik yasasý ile NÖTRÝNONUN varlýðý nasýl baðdaþabilir ki? NÖTRÝNOLARIN saptanmasý oldukça zordur. Çünkü çok küçük parçacýklardýr ve ýþýk hýzýyla hareket ederler. Katý maddelerin içinden
79
Büyük Patlama hiç olmadý mý?
geçerek ve onlara hiçbir zarar vermeden tüm evrene daðýlýrlar. Düþünün ki yüz ýþýk yýlý kalýnlýðýndaki katý kurþunun içinden geçebilen NÖTRÝNO buna raðmen, bu kadar küçük olmasýna raðmen saptanmýþtýr ve varlýðý kanýtlanmýþtýr. Ýlk olarak Frederick Reines 1980 de NÖTRÝNO salýnýmýnýn varlýðýný keþfettiðini ilan etti. Daha sonra Sovyet fizikçileri NÖTRÝNONUN 40 elektron volt civarýnda bir kütlesi olduðunu tespit ettiler. Teori sahipleri bu geliþmeden sonra, günümüzde aslýnda NÖTRÝNONUN büyükçe bir kütlesi olduðuyla ilgili yazýlar yazmaya baþladýlar!... Yaþamýn nesnel fotoðrafýný soyut matematiksel formüllerle resimleyemeyiz. Her þeyi matematiksel denklemlere indirgediðimiz anda Hawking in durumuna düþeriz. 1970 lerde baþlayan Hawking teorileri, dünyanýn ve bilimin gündemine bir bomba gibi düþtü. Yazarýn anlaþýlýr bir dili olmasý, bilimsel geliþmelerin sonuçlarýný ya da þöyle tanýmlarsak, bilimsel bilgi düzeyleriyle genelin birikim düzeyi arasýnda köprüler kurmasýný iyi bilen Hawking peþ peþe yayýnladýðý kitaplarla haklý bir üne kavuþtu. ( Genelin bilgi düzeyi ile dil konusunda köprüler kurmak Türkiye Solu için de günümüzde çözülmeyi gerektiren bir problem olarak görülüyor.) Hawking Evrenin bir baþlangýç ve bir sona sahip olmasý gerektiði anlamýna geldiðini ve bunu kanýtladýðýný iddia eder. ( Matematiksel olarak) Sonra ekler, ya da biz açýmlayalým; ne türden olursa olsun bu patlama aný hakkýnda hiçbir þey söylenemez. Yani uzay ve zaman bu patlamadan önce mevcut deðildi. Kýsaca ne yazýk ki ana fikir budur.(Kara deliklerin buharlaþabileceði konusunu baþka bir yazýda inceleyeceðiz.) Düþünce sistematiðinde ne yazýk ki Aristo nun gerisine düþtüðümüzü de söylemek sanýrým abartý olmaz. ( Hiçlikten hiçlik doðar.) Hemen soralým: Zaman, uzay, madde yoksa ne vardý?...Enerji mi?... Ama enerji de biliyoruz ki maddenin bir þekilde dýþa vurumudur. Kuvvet alaný mý?...Kuvvet alaný da bir enerjidir. Zamandan kurtulabilmenin tek bir yolu, büyük patlamadan önce sadece ve sadece birþeyin olduðunu utanmazca söyleyebilmektir. HÝÇLÝK!... Eðer dinsel olarak düþünürsek hiçbir sorun yoktur. Bütün dinlerde tanrý evreni hiçlikten yaratmýþtýr. Hawking bu durumdan rahatsýzlýk duysa da gerçek budur. Aslýnda temel sorun Einstein ýn felsefi olarak zaman kavramýný yanlýþ kav-
80
rayýþýndan doðmaktadýr. Zaman bizce nesnel bir olgudur. Çünkü zaman maddenin bir varoluþ tarzýdýr. Öznel, sadece zihinde yaratýlan, kiþiye has bir kavram deðildir. Einstein da ve Hawking de öznel zaman kavramý açýkça benimsenmiþtir. Sonra matematiðe aþýrý anlamlar yüklemek de bizce pek akýlcý deðildir. Matematiksel soyutlamalar evreni Kavramak için kullanýþlý araçlardýr, ama tek bir koþulla : En iyi matematiksel modelin bile gerçekliðin ancak kaba bir tahmini olduðu olgusunu unutmamak koþuluyla. Ýnsanlar, modelleri olgularýn kendisiyle karýþtýrmaya baþladýklarýnda sorunlar patlak verir. (5) Çocukluðumuzda hepimizin büyüklere sorduðu masum sorularýmýz vardý. Dünyayý kim yarattý? -Tanrý. Peki yýldýzlarý, güneþi, ayý kim yarattý? -Tanrý. Peki tanrýyý kim yarattý? -Çocuðum, biz insanlarýn aklý böyle þeylere ermez. Böyle sorular sormak, düþünmek çok günahtýr. Bu ve benzeri diyaloglarý çoðumuz yaþamýþýzdýr. Hala da yaþanmaktadýr. Büyük patlama öncesi ile ilgili tüm sorular böyle bir zihinsel sýnýrla, duvarla karþýlaþýr. Küçük bir çocuðu azarlar gibi, bize büyük patlamadan önce ile ilgili hiçbir þey sormamamýz tembihlenir. Gerekçe hazýrdýr. Çünkü anlayamazsýnýz. Türkiye Komünist Hareketi, 1920 de nelerin kavgasýný vermek zorunda idiyse; 80 yýl boyunca nelerin kavgasýný hakkýyla verdi ve vermesi gerektiði halde üzerinden atladýysa ....... (6) Evet biz bu konularda bilgilenmek ve bilgilendirmek misyonumuzu güncel sorunlarla boðuþmaktan öncelikli problem olarak görmedik. Bütünün bir parçasý çok önemli bir parçasý olduðunu görmezden geldik. Kýsaca komünistler olarak üzerinden atladýk. Bilim ve teknoloji ile ilgili geliþmeleri nasýl öðreniyor ve deðerlendiriyoruz? Medyanýn artýk denetlenemez bir duruma gelen terörü ve kültürsüzleþtirme politikasý, bile bile yanlýþ bilgilendirme (dezinformasyon), bilinçli olarak bilgiden uzak tutulma durumu, tüm dünyada ve ülkemizde tamamen ideolojiktir. Günümüzde O.Gökdemir in deyimiyle aklýn özgürleþNisan 2002
fabrika
Büyük Patlama hiç olmadý mý?
tirilmesi nin önündeki en büyük tehlikedir Bilim, sadece her alanda bilinmeyeni açýklamaya uðraþan, ve de böyle olduðu anlatýlmaya çalýþýlan bilgiler topluluðunun ötesinde, bugün var olan düzenin bilgiyi istediði gibi kullanma özgürlüðüne en çok sahip olduðu bir güç. Ýletiþim Çaðý olarak adlandýrýlan bir dönemde bizlere bilim olarak sunulan tüm öðretileri direkt kabul etme þansýmýz olamaz. 1-2 ay önce büyük gazetelerinden birinde, Ýngiltere deki tarlalarda görülen garip dairesel þekillerle ilgili bir haber vardý. Bu þekilleri tarlalara kimin yaptýðý, nasýl ve neden yaptýðý sorularýnýn cevaplarýný bulmak için, kraliyet ailesi-savunma bakanlýðýnýn alarma geçtiði, bu sorunu çözmek için toplantýlar yapýldýðý söyleniyordu. Bu dairelerin hikayesi 1970 lerde baþladý ve ne yazýk ki 1991 yýlýnda bitti. Ama büyük medya ýsrarla bu konunun bitmesini kabullenemedi. Popüler bilim dergileri ve UFOlarla ilgili yayýnlarda ýsrarla bu konu iþlenmeye devam ediyor. Hatta 1994 yýlýnda Gazeteci Jim Schnabel Round in Circles (Dairelerin Ýzinde) adlý kitabýnda bu sahtekarlýðý anlatýyordu. Ýlginçtir bu kitap yok sayýldý, pek fazla satmadý!... Bu tarlalara çizilen geometrik dairesel þekiller gerçekte neydi? Doug Bower ve Dave Charley adlarýnda 45 yaþlarýnda iki kafadar Ýngiliz arkadaþ, alkollü olduklarý bir gece, UFO haberleri hoþlarýna gittiðinden (kendi itiraflarý) eðlenceli bir þey yapmaya karar verirler. Aðýr bir çelik çubuðu kullanarak buðday baþaklarýný düzleþtiriyorlardý. Sonraki süreçte tahta kalas ve ip kullanmaya baþlamýþlardý. Gittikçe basýnda ve deðiþik çevrelerde çýkan haberlerin sayýsý çoðalmaya baþlayýnca, þekillerin karmaþýklýðý da artmaya baþladý. Artýk gece iþe çýkmadan önce kaðýt üstünde taslaklar hazýrlýyorlardý. Bu iþi ciddi ciddi 15 yýl sürdürdüler. Tüm dünyada kötü taklitleri de çýkmadý deðil. Toplam bine yakýn, deðiþik ülkelerde çok farklý þekiller ortaya çýktý.Ta ki itiraflarýný basýna açýklayana kadar. Büyük medya her zamanki gibi çok kýsa, önemsiz bir olaymýþ gibi konuyu geçiþtirdi. Günümüzde ise bu açýklamayý yok sayýyor. Bu olayda, aþaðýda anlatacaðým gibi esas düþündürücü olan bilim çevrelerinin bu konudaki trajik yorumlarýdýr. Lütfen izleyelim: 1. Dairlerde orgon enerjisine rastlanmýþtý!... 2. Dünya dýþý varlýklarýn bize bir þeyler anlat-
fabrika Nisan 2002
ma çabalarýydý!... 3. Gizli topluluklarýn iþiydi!... 4. Þeytancýlarýn adý geçiyordu!... 5. Tarýmla ilgili örgütler konuyu araþtýrmak için yoðun bir çaba harcýyorlardý!... 6. Marstaki þekillerle ilgili baðlantýlar kurulmaya çalýþýlýyordu!... 7. Bilim adamlarýndan biri, þekillerin üstün bir matematik bilgisi olduðunu, bizim düzeyimizin bu tür matematik bilgisine yetmeyeceðini ciddi ciddi yazdý!... 8. Bu þekillerin çok ince bir zeka ürünü olduðu ve bizin uygarlýk düzeyimizden çok üstün olduðu... 9. Yerel meteoroloji uzmanlarý þekillere bir hortumun neden olduðunu... Yalnýz en ilginci Japon bilim adamlarýnýn açýklamasýydý. Japon araþtýrmacýlar plazma fiziðinin olaya neden olduðunu bulmak için laboratuarlarda küçük ölçeklerde deneyler bile yaptýlar. Çok sevdiðim bir alýntýyla bu konuyu kapatýp esas meselemize gelelim; Siyaset, ekonomi, reklamcýlýk ve yeni çað yada eski çað dinleri, sürekli olarak kolay inanýrlýk derecemizi ölçüyorlar aslýnda. Satacak bir þeyi olanlarýn, kamuoyunu etkilemek isteyenlerin, güç sahiplerinin, kuþkuculuðun önünü almakta büyük çýkarlarý bulunuyor. (7) O.Gökdemir in deyiþiyle Bunlara inanmak aklýn intiharýdýr. (8) Evrenin varoluþundan insanýn genetik yapýsýna kadar birçok bilimsel olgunun Evren ve Genetik olarak açýklandýðý günümüzde, kafamýzda soru iþaretlerinin olmasý çok doðal. Bilimsel terimleri bilmek zorunda deðiliz, ama doðaya ve doðanýn var ettiði insana diyalektik olarak baktýðýmýz müddetçe, materyalist düþüncenin bir saç ayaðý olan bilimi hakkettiði yere koymak ve hakim ideolojinin bulaþýðýndan temizlemek zorundayýz. Bilim doðasý gereði materyalist, çünkü deneylere ve ispatlara dayanýyor. Bilim doðasý gereði diyalektik, çünkü kendi içinde çeliþkileri barýndýrýyor, her teori bir öncekini yadsýyor. Öðrendiðimiz bilim ne kadar sýnýrlý, çerçeve-
81
Büyük Patlama hiç olmadý mý?
leri çizilmiþ ve þematik, varolan tüm bilim dallarý fizik, kimya vb. bizden, yaþamdan ne kadar uzak. Bize öðretilen bilim Bilim, sadece iþlemlerden ibarettir. Ý düþündürüyor. Mesela E=mc2 öncesi, sonrasý, ispatý .... Marksist felsefenin doðduðu dönemde üç büyük bilimsel geliþme yaþanýyordu: 1.Hücrenin bulunuþu DNA sarmalý 2.Darvin Teorisi Gen Çözümlemeleri 3.Sanayi Devrimi Uzay, telekomünikasyon vb Marks ve Engels de Marksist felsefenin-toplum bilimin oluþumunu tarihsel diyalektik materyalizm ile birlikte bilimsel bir çözümlemeyle içice görüyoruz. Bing Beng, Kuantum Fiziði, Gen, Karadelik vb bilimin materyalist özünü yadsýyarak, dinsel öðretiler gibi bilimi dinin yerine koyarak ya da dinsel öðretileri destekleyerek çoðalýp duruyorlar. Ve çoðaldýkça da insan düþüncesinin sýnýrlarýný çiziyorlar. Büyük sermayenin akýl hocasý-teorisyeni William Rees-Magg þöyle yazýyor: Dünyanýn her yerindeki birçok toplumda faaliyet yürüten dini hareketlerin ..... çok büyük ihtimalle oldukça güçleneceklerini düþünüyoruz. Din güçlenecektir, çünkü bilimin bu günkü hamleleri gerçekliðin dini kavranýlýþýný artýk zayýflatmýyor. Aslýnda, yüzyýllardýr ilk kez bilim dini destekliyor. (9) Her türlü bilimsel geliþmenin, din hegemonyasýnýn biraz daha daralmasýna sebep olmasý, dinin dogmalarýndan kaynaklanan, reflekslerle süren, geleneksel bir çatýþma güncelliðini hep korumuþ
ve korumaya devam edecek gibi görünüyor. Her türlü hurafeyi ve dogmatik düþünceyi bilim kisvesi altýnda, bilimin arka kapýsýndan sokmaya çalýþan, bilimle dogmatik düþüncenin ortak bir yerde buluþturulmasý gibi akýldýþý mantýk öne sürenlere karþý diyalektik materyalizm bayraðýný yükseltmek gerekiyor. Neden hala Evrim deyince Darvin teorisini ya da Gen deyince Mendel in bezelyelerini hatýrlýyoruz? Einstein in Görelilik Kuramýnýn Ýngiltere deki tanýtýmýnda büyük katkýda bulunmuþ olan ünlü fizikçi Arthur Eddington a, kuram daha yeni duyulmaya baþladýðý bir dönemde bir meslektaþý Einstein i üç kiþinin anladýðýný söyler, Arthur Eddington üçüncü kiþinin kim olduðunu sorar! (10)(Görüþ-1987-Sayý:8-Sayfa:36 Dr. Reþit Canbeyli) Neden hep üçüncü kiþilerin ötesinde öðrenci kabul edilmez bilime? Yada bu elit öðrenciler dýþýndakiler neden kuramýn ya baþýný ya sonunu yada bir alýntýsýný öðrenirler? Diyalektik materyalizm, Einstein ve Newton un evren anlayýþý gibi evreni görmez. Evren onlarýn öne sürdüðü gibi statik sürekli bir denge durumunda deðildir. Evrende yoktan- hiçlikten madde ve enerji yaratýlamaz-yok edilemez, evrenin her tarafýnda daralma-geniþleme, patlamalaritme ve çekmeler, yaþam ve ölüm iç içedir ve sürekli bir devinim halindedir. Her tekil varlýk ölmek zorundadýr, ama tüm sayýsýz dýþavurumlarý içerisinde maddi evren tüm çeþitliliðiyle ölümsüz ve yýkýlmazdýr. Yaþam ortaya çýkar, geçer gider ve sonra yeniden ve yeniden ortaya çýkar.
1) Karanlýk bir dünyada bilimin mum ýþýðý. TÜBÝTAK-YKY 1998 Sayfa 2 2) Ayný kaynak sayfa 4 3) Aklýn Ýsyaný. Alan Woods. Ted Grant. Tarih Bilinci Yayýnlarý Ocak 2001 Sayfa 188 4) Ayný kaynak sayfa 189 5) Ayný kaynak sayfa 215 6) Fabrika sayý 51 sayfa 6 7) Karanlýk bir dünyada bilimin mum ýþýðý. TÜBÝTAK-YKY 1998 Sayfa 66 8) Fabrika sayý 51 sayfa 10 9) W.Rees-Moopvj. Davidson Sayfa 447 10) Görüþ Dergisi 1987 Sayý 8 Sayfa 36 doktor Reþit Canbeyli
82
Nisan 2002
fabrika
Köksüzleþtirmede yeni adýmlar:
Failatün Devrimi , Öztürkçeye Çeviri
Serhan ÖZDEMÝR 2001 in son ve 2002 nin ilk günlerinde, eðitim, kültür ve sanat alanlarýyla ilgili olanlar, DSP li Milli Eðitim Bakanlýðý nýn ilan ettiði iki müjde yi tartýþmak zorunda kaldýlar. Müjdelerden birisi medyada failatun devrimi olarak selamlandý. Diðeri ise, yeni kuþaklar için, Türk romanýnýn seçkin örneklerinin öztürkçeye çevrileceði müjdesiydi. Dilde devrim yapmanýn dünyadaki tek örneði Türkiye de yaþandý. Bu eþsiz ve biricik olmanýn, bugünün Türkiye sinde, bir marifet olarak algýlandýðýndan ve kulaklarda pek hoþ bir týnlama býraktýðýndan eminiz. Dil devrimini savunanlar bununla yetinmiyor; devrimin baþarýsýyla da övünüyorlar. Ýþte baþarý: Türkçe romanýn ilk örnekleri yazýlalý yüz yýlý biraz geçiyor. Þimdi öztürkçeye çevrilmek istenenler ise sadece Þemsettin Sami nin Taaþþuk-ý Talat ve Fitnat ý, Ahmet Mithat ýn Felatun Bey ile Rakým Efendi si, Recaizade Ekrem in Araba Sevdasý deðil; Halit Ziya Uþaklýgil in Aþk-ý Memnu su, Reþat Nuri nin Yaprak Dökümü de adý basýnda yeralanlar arasýnda. Haberde Halide Edip in, Yakup Kadri nin adý görünmüyor; ama sýra onlara da gelecektir. Hazýr elleri deðmiþken Hasan Ali Yücel döneminde türkçeye çevrilmiþ Dünya edebiyatýndan seçmeler külliyatý içinde yeralan dünya klasikleri de öztürkçeye çevrilecekmiþ. Bu dizinin çevrildiði yýllar, Hasan Ali Yücel in Milli Eðitim Bakanlýðý yaptýðý 1938-1946 arasýndaki yýllardýr. En eskisi 64 yýl önce çevrilmiþ. Baþarý budur: Dil devriminin ilk atýlýmýnýn arkasýndan yapýlan çeviriler, þimdi bir kere daha çevrilecek ve Cumhuriyet in hemen öncesinde yazýlmýþ olanlarla birlikte, ilk yýllarýnda yazýlmýþ romanlar da yeniden çevrilecektir. Her iki kuþakta bir, kuþaklar birbirini anlamaz; yeniler öncekilerin yazýlý
fabrika Nisan 2002
mirasýný çeviri ye ihtiyaç duyacak kadar, devralamaz durumdadýr. Dil devrimi bir köksüzleþtirme stratejisi olarak gerçekleþmiþ görünüyor. Köksüzleþme ise, toplumun bayaðýlýða, yozlaþmaya, seviyesizliðe karþý yüzlerce yýl boyunca geliþtirdiði savunma mekanizmalarýnýn iptali; kapýnýn Televoleciliðe, Reha Muhtar a, Mehmet Ali Erbil e, Levent Kýrca ya, Uygur ailesine, Ýbrahim Tatlýses ve mafya eðlendiricilerinin tümüne, Ertuðrul Özkök gazeteciliðine, Serdar Turgutlar a ve elbette Amerikan popuna, Amerikan kültürsüzlüðüne alabildiðine açýlmasý anlamýna geliyor. Failatün devrimi ise sadece köksüzleþtirmenin itirafý deðil; ayný zamanda, cehalete övgü kampanyasýdýr. CAHÝLÝM, GURURLUYUM Müjde þudur. Geçmiþte lise edebiyat derslerinde milat Türklerin islamlaþmasý olarak alýnmaktaydý; doðrusu ise ulus devletin kuruluþu olmalýydý. Dolayýsýyla geçmiþte Divan Edebiyatý müfredatda geniþ yer tutmaktaydý; bundan sonra çaðdaþ edebiyat büyük yer tutacak. Basýnýn yazdýðýna bakýlýrsa, Bakan Bostancýoðlu Okullardaki edebiyat derslerinde failatün failatün dönemi kapanacak. demiþti. Müjdeye, basýndan ve kimi yazarlardan da destek geldi. Zaten öðrenciler divan edebiyatýný sevmiyor. Bunu söyleyen cahiller, kendilerinin sevmediðini söylemiþ oluyorlar haliyle. Elbette onlar normali , makul olaný , saðduyuyu temsil ediyorlar, gururla !.. Buradan iki sonuç çýkartýlabilir: Birincisi, çocuklar matematiði, fiziði, kimyayý, tarihi, yabancý dili vs. sevdikleri için öðreniyorlar. Bu kafaya göre,
83
Köksüzleþtirmede Yeni Adýmlar
lise müfredatý hazýrlanýrken, öðrenciler arasýnda anket yapýlmalý, öðrenciler neyi seviyorlarsa, müfredat ona göre hazýrlanmalýdýr. Bu önerinin aptalca bulunacaðýný ummak istiyorum. Dünyanýn hiçbir yerinde, lise öðrencilerinin hangi bilgi alanlarýna ihtiyaç duyacaklarý, öðrencilerin tercihleriyle belirlenmez. Doðru olan, okullarda öðrencilerin sevdiði konularýn öðretilmesi deðil; öðrenilmesi gerekli olanýn itici olmayan bir tarzda öðretilmesidir. Bu da hem eðitim-öðretim sistemiyle ve hem de öðretmenlerin kalitesiyle ilgili bir konudur. 15-16 yaþýndaki gençlerin; öðrenimi, sadece para kazanma, zenginleþme, taþýnýr ve taþýnmaz mülk edinme amacýna ulaþmanýn gerektirdiði donaným zanneder hale gelen ebeveynlerinin, zihinlerinde yarattýðý önyargýlar ne olursa olsun; ciddi ve köklü bir edebiyat dersine ve bu dersin hazýrlayýp besleyeceði bir edebiyat ilgisine ihtiyaçlarý vardýr. Ýnsan hayatýnýn amacý, bugünkü ebeveyn kuþaðý çoðunluðunun genel kabulünden farklý olarak; estetik deðerleri, estetik hazzý da içerir. Sanat, televole alemi nin ima ettiði kepazelik olmadýðý gibi, estetik haz da araba, cep telefonu dizaynýndan ve manken vücutlarýndan hissedilen þey deðildir. Estetik deðerlerle tanýþýklýk için baþka sanat dallarýyla birlikte edebiyat terbiyesi þarttýr. Cahilane, Divan edebiyatý diye burun kývýrýlan Osmanlý dönemi edebiyat geleneðinin yüksek örnekleri, sosyalist düzende bugün olduðundan çok daha ciddi biçimde öðrenim programlarýnda yeralacaktýr. Çýkartýlacak ikinci sonuç ise, lise çaðýndaki gençlerin divan edebiyatý ný sevmedikleri; buna karþýlýk çaðdaþ edebiyat ý sevdikleri olmalýdýr. Acaba öyle mi? Gerçekte, genç kuþaklar, divan edebiyatýný sevmedikleri gibi, çaðdaþ edebiyatla da ilgili görünmüyorlar. Ezici çoðunluk için Baki, Nedim, Þeyhülislam Yahya Efendi ne kadar meçhul ve iticiyse; Cenap Þahabettin, Yahya Kemal, Ahmet Haþim, Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Hamdi Tanpýnar, Cahit Sýtký Tarancý, Asaf Halet Çelebi, Oktay Rýfat da o kadar yabancý ve uzaktýr. Osmanlý þiiri gibi çaðdaþ þiiri de, derste ve genellikle sevmeden tanýmýþlardýr. Bildikleri ve sevdikleri, bu þairlerin þarký formunda bestelenmiþ þiirleridir. Üzerine biraz Orhan Veli ve Atilla Ýlhan koyun. Bitti. Nazým Hikmet le tanýþýklýk devlete ve onun bir kurumu olarak Milli Eðitim Bakanlýðý na raðmendir. Edip Cansever ve Cemal Süreya ders kitaplarýnda bulunmuyor. Ahmet Arif de öyle...Nerde kaldý, bugün yazýlmakta olan þiiri tanýsýnlar, peþine düþsünler, iyi örneklerinin hazzýna varabilsinler?.. Failatün devrimine övgü düzen, köþe yazarý cahil keratalarýn da durumu lise öðrencilerinden farklý de-
84
ðildir. KÖKSÜZLÜK SIÐLAÞTIRIR Ulus devletlerin kurulmasý 150 yýllýk hikayedir. 50 sene daha süreceðini de kimse garanti edemez. Kültür, sanat ve edebiyat ise, bir süreklilik halinde, toplumlarýn hayatýnda ulus devletlerden önce de vardý; ulus devletler döneminde de varolmaya devam ediyor; ulus devletler yerini sosyalizme býraktýðýnda da, kesinlikle daha geniþlemesine, daha derin bir etkileyicilikle devam edecektir. Siyasi iktidarýn sýnýf özünün deðiþmesi veya devlet biçiminin deðiþimi, toplumlarýn hayatýnda kültürel bir milat oluþturmaz. Eðer bütün dünya Türkiye burjuvazisi gibi davransaydý, ortada ne tragedya kalýrdý, ne bugün klasik batý müziði diye adlandýrýlan baþyapýtlar, ne Ýlyada, ne Dostoyevski, ne rönesans... Osmanlý bir imparatorluktu. Yerine kurulan bir çok ulus devlet var. Asýl mirasçýsý Türkiye Cumhuriyeti. Ama ordu baþta olmak üzere bir dizi Osmanlý kurumu varlýðýný Cumhuriyet te de sürdürdüðü gibi; bunlardan daha önemlisi deðiþerek, dönüþerek de olsa müziði, mutfaðý, aile kurumu, þiiri vb.leri ile; bütün bunlarýn ifade biçimlerini oluþturduðu hayat tarzý, deðerler dünyasý da alttan alta devam ediyor. Kemalizmin deðerler dünyasýnda yapmaya çalýþtýðý radikal kopuþ, tam bir köksüzleþtirme operasyonu olarak kýsa vadede baþarýlý olmuþ gibi görülebilir. Anadolu ve Trakya halkýnýn dilini, alfabesini, kýyafetini, þapkasýný deðiþtiren; müziðini radyolarda yasaklayan; edebiyatýný çeviriye muhtaç hale getiren bu baþarý , Türkiye halkýný batýnýn popüler kültürüne açmýþ, yaþama tarzýný bütünüyle taklit ve etkilenmeye açýk hale getirmiþtir. Sýrtýnda Amerikan bayraklý kýyafetlerle gezen, yeme-içme kültürü hamburger/kola ve biradan ibaret; hayatýna derinlik kazandýrmanýn yolunu uyuþturucuda arayan; gençliðini kaybetmiþ süprüntüler; onlarýn açgözlü, biriktirmekten ve mülkiyetten baþka hazla tanýþmamýþ; estetik yoksunu ebeveynleri bu köksüzleþtirmenin ürünüdür. Failatün devrimiymiþ! Bu yeni devrim , bugünleri de aratacak bir köksüzleþtirme giriþiminden baþka bir þey deðildir. Çocuklarýnýn kendisini Aslen Amerikalý, ama bir talihsizlik sonucu Türkiye de doðmuþ saymasýndan utanmayan bir yönetici sýnýftan, ancak böyle devrimler beklenebilir. Gene de tarihi öðrenen, araþtýran; geleneksel müziði, Kalan Müzik ve Hasan Saltýk ýn olaðanüstü öncülüðü sayesinde tanýyýp dinleyen; kendi mutfak kültürüne nüfuz etmeye çalýþan; Türkiye nin etnik çeþitliliðini bir zenginlik olarak kavrayan; devlete raðmen þiirle, edebiyatla ve dolayýsýyla diliyle bað kurmayý sürdüren, kýsacasý kemalist devrimlerin ve Nisan 2002
fabrika
Köksüzleþtirmede Yeni Adýmlar
tekelci medyanýn bayaðýlaþtýrma þoklarýndan kurtulmaya baþlayan bir Türkiye nin iþaretleri de az deðildir. Övünmemiz gerekir ki, bu iþaretlerin pek çoðunda, sosyalist hareketin emeði, katkýsý vardýr. Bir katký da biz yapalým: Tekelci/Amerikancý hükümetin Failatün devrimine inat, bir sosyalist dergide örneði var mýdýr bilmiyorum, Osmanlý þiir geleneðinden, Cumhuriyet döneminde bu gelenekten yararlanmýþ, bu geleneði dönüþtürmeyi baþarmýþ þairlerin birinden örnekler verelim. Keþke edebiyat dergisi olsaydýk, daha çok örnek üzerinden, þiirler üzerine de konuþsaydýk. Yahut, kazmanýn birisi, bizi saray edebiyatýný övmekle eleþtirse de, cevap verirken þiir geleneðinden sözetsek. Eðer bu olmazsa, ulus devletlerin oluþumunda, imparatorluk dönemi yüksek kültürüne karþý alýnan farklý tutumlar ve sonuçlarý üzerine, önümüzdeki sayýlarda zaten konuþmayý düþünüyo-
ruz.
Bu arada iki not düþelim. Birincisi Osmanlý þiir geleneðinin baþlangýçta bir ruhsal dinlenme, eðitim ve terbiye iþlevi gördüðü ve sosyal konularýn genel olarak uzaðýnda durduðu iddiasýnýn, geleneðin bütününü kapsamadýðý; zaman içinde doðrudan doðruya toplumsal ve siyasal olaylarý da konu edindiðidir. Divan edebiyatý adlandýrmasýnýn 1900 lü yýllarýn baþlarýna ait olduðunu, geleneksel þiirin, genel olarak Osmanlý þiiri , yüksek zümre edebiyatý , klasik edebiyat þeklinde adlandýrýldýðýný ilave edelim. Ýkinci not, Osmanlý þiirinin seçkin örnekleriyle tanýþmak isteyenler için Papirüs Yayýnlarý tarafýndan yayýnlanmýþ Ahmet Necdet in hazýrladýðý Bugünün Diliyle DÝVAN EDEBÝYATI kitabýnýn, tanýþmayý oldukça kolaylaþtýrdýðý bilgisidir. Kitapçýlarda bulunuyor.
Önce, 1526-1600 yýllarý arasýnda yaþayan, þairler sultaný Bâkî... Gazel Ezelden þâh-ý aþkýn bende-i fermânýyuz cânâ Muhabbet mülkünün sultân-ý âlî-þânýyüz cânâ (Ezelden beri aþk þâhýnýn emir kuluyuz ey yâr Muhabbet ülkesinin en ünlü sultânýyýz ey yâr) Sehâb-ý lûtfun âbýn teþne-dillerden dirîð itme Bu deþtin baðrý yanmýþ lâle-i Nu mânýyuz cânâ (Lûtfun bulutunun suyunu susuz kalbe çok görme Biz bu çölün baðrý yanmýþ dað þakâyýðýyýz ey yâr) Zemâne bizde cevher sezdiðiyçün dil-hýraþ eyler Anýnçün baðrýmýz hûndur maârif kânýyuz cânâ (Zamane bizde cevher sezdiðiyçin gönül týrmalar Onun için baðrýmýz kandýr irfan mâdeniyiz ey yâr) Mükedder kýlmasun gerd-i küdûret çeþme-i câný Bilürsün âb-ý rûy-i mülket-i Osmâniyüz cânâ (Keder tozu kederli kýlmasýn can pýnarýmýzý Bilirsin Osmanlý ülkesinin yüz suyuyuz ey yâr) Cihân-ý cam-ý nazmým þi r-i Bâkî gibi devr eyler Bu bezmin þimdi biz de Câmî-i devrânýyuz cana (Dünyayý nazým kadehim bir Bâkî þiiri gibi döner Bu bezmin þimdi biz de devrân Câmî iyiz ey yâr)
fabrika Nisan 2002
85
Köksüzleþtirmede Yeni Adýmlar
Rûhî (Baðdat lý Rûhî) (Ölümü 1605)
Gene Baðdatlý Rûhî den
Terkîb-i Bend
Gazel:
Yûf hârýna dehrin gül ü gül-zârýna hem yûf Aðyârýna yûf yâr-ý cefâ-kârýna hem yûf
Mir at-ý rûy-ý yâre ki biz nâzýr olmýþuz Kesb-i hakîkat etmeðe bir vech bulmýþuz
(Dünyanýn dikenine güle gül bahçesine yuh Ayrýya gayrýya yuh o cefâkâr yâre yuh)
(Yâr yüzünün aynasýna bizler bakar olmuþuz Gerçeði görmek için orda bir yol bulmuþuz)
Bir ayþ ki mevkuuf ola keyfiyyet-i hamre Ayyâþýna yuf hamrine hammârýna hem yûf
Bezm-i safâda bizden alur neþ e ehl-i zevk Peymâneyüz ki bâde-i vahdetle dolmýþuz
(Bir iþret ki baðlýdýr þarabýn neþvesine Þaraba þarapçýya kafayý çekene yuh)
(Zevk ehli neþe kapar safâ bezminde bizden O kadehiz ki birlik þarabýyla dolmuþuz)
Çün ehl-i vücûdun yeri sahrâ-yý ademdir Yûf kaafile vü kaafile-sâlârýna hem yûf
Bir gonceyüy ki sohbetümüz rûh tazeler Nâdân eline düþmek ile gerçi solmýþuz
(Mâdem ki insanlarýn yeri yokluk çölüdür Kafilesine yuh kafile reisine yuh)
(Bir goncayýz ruhlarý tazeler sohbetimiz Câhil eline düþmek ile gerçi solmuþuz)
Zî-kýymet olunca nidelim câh ü celâli Yûf aný satan dûna harîdârýna hem yûf
Def-ât ile süpürmeye meyhâne sadrýný Mestâne rîþ i zâhid-i þeyyadý bulmýþuz
(Para sayýlan mevki ve ikbâli n idelim Hem satan alçaða yuh hem müþterisine yuh)
(Birçok kez meyhaneyi süpürürken mestolup Ýkiyüzlü sofunun sakalýný bulmuþuz)
Âlemde ki bengîler ola vâkýf-ý esrâr Seyrânýna yûf anlarýn esrârýna hem yûf
Meyhâneden geçilmeye yok çâre Rûhiyâ Hakka ki her nhe bulmýþ isek anda bulmýþuz
(Dünyanýn sýrlarýna esrarkeþler vâkýfsa Yuh onlarýn esrârýna esrar çekiþine yuh)
(Meyhaneden vazgeçmeye yok çâ re ey Rûhi Doðrusu her ne bulmuþ isek orda bulmuþuz)
Âlemde ki bengîler ola vâkýf-ý esrâr Ýkbâline yûf âlemin idbârýna hem yûf (Ýrfan sahibi düþkün ve düþkün ikbaldeyse Dünya ikbaline yuh gözden düþmesine yuh)
Þeyhülislam Yahya (1552-1944) Gazel
Çerh-i feleðin sa dine vü nahsine lâ net Kevkeblerinin sâbit ü seyyârýna hem yûf
Reþkimüz kalmadý hîç eski zamân âlemine Câmýný gördük eriþmedük ise Cem ine
(Feleðin uður ve uðursuzluðuna lânet Yýldýzýn gezenine ve gezmeyenine yuh)
(Kýskançlýk kalmadý hiç eski zaman âlemine Kadehin gördük eriþmedikse de Cem ine
Çün oldu harâm ehl-i Hak a dünyâ vü ukbâ Cehdeyle ne ukbâ ola hâtýrda ne dünyâ
Baþa çýktý katý yüz buldý yukardanlýðý var Bu gönül baðlanalý bir güzelün perçemine
(Doðruya haram olduysa dünya ve âhiret Dünyayý ve âhireti unutmaya gayret et)
(Baþa çýktý çok yüz buldu kibirli bir hâli var Bu gönül baðlanalý bir güzelin perçemine)
86
Nisan 2002
fabrika
Köksüzleþtirmede Yeni Adýmlar
Ne safâlar sürer adem ne çeker dert ve elem Âlemün bir bakýcak sûr ile mâtemine
Kûþe-i meygedede tekyelenüp ey Yahyâ Gelünüz hû deyelüm pîr-i mügânun demine
(Ne safâlar sürer insan ne çeker dert ve elem Âlemin bir bakýnca þenlik ve matemine)
(Meyhâne köþesinde tekke kurup ey Yahyâ Geliniz hû diyelim meyhânecinin demine)
Gel beri meygede serhoþlarýný seyr eyle Hankâhun ne bakarsýn bir iki sersemine (Gel beri meyhane sarhoþlarýný seyreyle Tekkenin ne bakarsýn bir iki sersemine)
(Bu örnekleri Ahmet Necdet in hazýrladýðý Bugünün Diliyle Divan Þiiri Antolojisi nden aldýk. 2. Basým 1999, Ýstanbul)
III. Selim hem Osmanlý þiirinin önemli isimlerindendir hem de çok önemli bir bestecidir. Þiirlerinde Ýlhami adý kullanýr. Tahta Fransýz Devrimiyle ayný yýl geçti. Ülkesinden de, dünyadan da haberdar olduðu þiirinden görülüyor: Tâ Allah nasi. ettin bu bir taht-ý Süleyman dýr Uyan ki hâb-ý gafletten bu mülk zîrâ perîþandýr Cihân a kýlma rabet, meyledip de mekr-i þeytana Emanet eyleme nâ ehle halký, Hak nigehbandýr Serîr-i saltanatta olma gafil bir an Ýlhamî Sana da baki kalmaz çünki bu bir çerh-i devrândýr. (TRT yayýnlarýndan Gönül saraylarýnda bir sultan III. SELÝM CD-kitapçýðýndan)
Tevfik Fikret ten PROMETE Kalbinde her dakika bu ulvî tahassürün Minkarý ateþiynini duy, dâimâ düþün: Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayým ? Gülsün neden cihan bana, ben yalnýz aðlayým ?.. Yükselmek âsumâna ve gülmek, ne tatlý þey ! Bir gün bu hastalýklý vatan canlanýrsa Ey Müþtak-ý feyz ü nûr olan âti-i milletin Meçhul elektrikçisi, aktâr-ý fikretin Yüklen getir - ne varsa - biraz meskenet fiken Bir parça ruhu, beyni, idrâki besleyen Esmâr-ý bünye hîzini; boþ durmasýn elin Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin Gökten dehâ-yý nârý çalan kahramanýný Varsýn bulunmasýn bilecek nâm ü þânýný .. Tahassür: Özlem çekme Minkar-ý ateþiyn: Ateþli gaga Müþtak-ý feyz ü nur: Iþýðý özleyen Aktar-ý fikret: Düþünce ülkeleri Meskenet fiken: Miskinliði daðýtan Esmar-ý bünye hîz: Vücudu canlandýran meyvalar Esatiri evvel: Mitoloji Dehâ-yý nâr: Ateþin cevheri
fabrika Nisan 2002
87
Köksüzleþtirmede Yeni Adýmlar
Þiir geleneðini bilen, bu geleneðin formlarýný ustalýkla kullanan, formu, muhtevasýyla birlikte dönüþtüren; þiir geleneðimizin en ýþýklý zirvelerinden biriyle, Nazým Hikmet in rubaileriyle bitirelim: Rubailer den 3 Sevgilimin hayâli dile geldi aynanýn üzerinde : - O yok, ben varým, - dedi bana günün birinde. Vurdum, düþtü parçalandý ayna, kayboldu hayâl ve lâkin çok þükür sevgilim duruyor yerli yerinde... 6 Öptü beni: -Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardýr, dedi. Bu ýtýr senin icâdýn deðil, saçlarýmdan uçan bahardýr, - dedi. Ýster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde : körler onlarý görmese de, yýldýzlar vardýr, - dedi...
88
Nisan 2002
fabrika
Vedat Türkali nin Komünist Kitabý Üzerine Sinan DERVÝÞOÐLU Geçtiðimiz günlerde Vedat Türkali nin Komünist kitabý yayýnlandý. Daha önce yayýnlanan ve Türkiye Solu nun düþünce hayatýna son derece deðerli bir katký teþkil eden Güven in ardýndan, bir tür otobiyografik aný niteliðinde olan Komünist in yayýnlanmasý hem Güven de yer alan görüþleri pekiþtirmekte, hem de o romanda bir edebi kurgu niteliði taþýyan olaylarýn ardýndaki gerçek tarihsel olgularý ve onlarýn oluþturduðu arkaplaný kiþisel birer tanýklýk olarak sunmaktadýr. Bunu yaparken de, Komünist sadece Güven in bir özet-senaryosu olarak kalmamakta, yeni ve oldukça ilginç kimi görüþleri ve gerçekleri de Türkiye sosyalistlerinin gündemine getirmektedir. Bu yazýmýzda bunlarý ön plana çýkararak tartýþacaðýz. SOLA YÖNELME ve ÝSLAMÝYET Türkali, kitabýnýn baþýnda babasýnýn son derece inançlý bir müslüman olduðunu, kendisinin de ciddi bir islami kültür etkisi altýnda yetiþtiðini belirttikten sonra, bunun sosyalizm yönünde yaptýðý tercihle çeliþmediðini, hatta bir anlamda bu tercihe zemin hazýrladýðýný belirtmektedir: Yaþadýðým toplumu gerçek boyutlarý içinde kavramamda, yaþadýðým bu koþullarýn payý olmuþtur kuþkusuz; ancak kardeþçe bir dünya özlemimde, beni kuþatan ortamda soluduðum egemen kültür de en az o kadar etkili olmuþtur diye düþünürüm. Temelinde ilkel komünal dayanýþma, paylaþma duygularýna dayalý, yoksullarý birbirine baðlayan islam kültürüydü bu ( Komünist , V. Türkali, s.14) Türkiye de islami kültürle sol düþünce
fabrika Nisan 2002
arasýnda pratikte yýllardýr var olan, ama kimsenin bilince çýkarmadýðý bu baðlantýyý bu denli açýkça ve cesurca dile getirmiþ olduðu için V.Türkali ye teþekkür etmek gerek. Yaptýðý bu tespit, yalnýzca önemli bir gerçeði ifade ederek bilince çýkarmakla kalmamakta, Sol a önemli bir açýlým ve siyasi perspektif de sunmaktadýr. Nedir bu perspektif ? Konuya, bir insaný sola, sosyalizme götüren unsurlarýn çeþitliliðini vurgulayarak girelim. Bu, kimileri için yurtseverlik ve ülkesinin onurunun ayaklar altýna alýnmasýna duyulan tepkidir; baþkalarý için yaþadýðý sefalet ve zulümdür; bu kimileri için marksizmin entellektüel çekiciliði olarak dahi tanýmlanabilir. Ancak bu faktörlerin hiçbiri, ne iþçiler, ne köylüler , ne de aydýnlar için tek baþýna sosyalist bir tavýra götürmez. Bu olgular ile düzene baþkaldýrý arasýndaki köprüyü, kiþinin ahlaki profili, sahip olduðu ahlaki deðerler kurar. Günlük yaþamýnda bencilliði, maddi kazanç tutkusunu düstur edinmiþ, dürüstlüðü, yardýmlaþmayý lüzumsuz bir saflýk olarak gören, veya açgözlü, duyarsýz, aþýrý korkak birinin, ne denli ezilirse ezilsin, sola yönelmesi mümkün deðildir. Tam bu noktada ilginç bir paradoks karþýmýza çýkmaktadýr: Sosyalist bir duruþa kavuþmak için gerekli temel ahlaki öðeler (dayanýþma duygusu, belli bir duyarlýlýk, cesaret..) kaçýnýlmaz olarak sosyalizm-dýþý bir düþünce ve ahlak sisteminden ödünç alýnma durumundadýr. Baþka bir deyiþle, burjuva veya küçük burjuva bir düþünce sisteminin ahlaki öðelerinden destek alýnarak sosyalizme varýlýr; ondan sonra da bu çerçeve aþýlarak (diyalektik anlamda inkar edilerek) yeni sosyalist ahlak benimsenir. Sosyalist bir tercih için gerekli ahlaki unsurlarý sunan düþünce sistemi, kentlerin aydýnlarý için cumhuriyetçi ideoloji olurken, eðitim görmemiþ kent ve kýr emekçileri için tek kaynak olabilir: islami kültür.
89
Vedat Türkali nin Komünist Kitabý Üzerine
Genelde memur çocuðu profilindeki Türk solcu aydýnýnýn ateþleyen öðeler pozitif ilme saygý, azgeliþmiþliðe tepki, belli bir yurtseverlik ve ulusal duyarlýlýk gibi cumhuriyetçi öðeler olurken, bir emekçi için fakirlere destek olmanýn gerekliliði, dünya malý na düþkünlüðün iticiliði, ve Allah a atfedilen bir adalet duygusu ve bu tür bir adaletin gerçekleþme beklentisi, sola yöneliþe destek olan ahlaki öðelerdir. Bir dönem sosyalist hareketin saflarýna katýlan binlerce Anadolu lu emekçinin þu ya da bu düzeyde bir müslüman geçmiþe sahip olduðunu hatýrlamak , bu olguyu daha iyi kavramamýzý saðlayacaktýr. Tek baþýna bu olgudan hareketle, Ýslamiyetin ilerici karakteri gibi aceleci ve kof genellemelere gitmek söz konusu olamaz. Ýslami kültürde bu tür öðelerin yanýsýra insaný gerici tercihlere yönelten öðelerin de bulunduðu pekala bilinmektedir. Burada mühim olan nokta, islami düþüncenin bütünüyle gericilikten ibaret olmadýðý, islami inancý olan bir emekçinin belki sola sandýðýmýzdan daha da yakýn olabileceði, toplumuzun kültürel dokusunun önemli bir bileþeni olan islami inancýn ve kültürün, genel kanýnýn aksine sol düþünceye bütünüyle bir engel deðil, (engel olan yönlerinin yaný sýra) bizim için belirli olanaklarý da sunduðunu görebilmektir. Türkiye Solu olarak ne kadar gözümüzü yumup kulaðýmýzý týkarsak týkayalým, islami düþünce ile sol arasýnda sayýsýz kanal , emekçileri islami düþüncenin bozkýrýndan sosyalist düþüncenin denizine taþýyan sayýsýz ýrmak, hayatýn içinde mevcuttur. Bize düþen bu kanallarý keþfedip bilinçli bir silaha dönüþtürebilmektir. Bireysel tavýr alýþ düzeyinde irdelediðimiz bu iliþkinin, yani sosyalizm-islamiyet iliþkisinin, toplumsal planda, yani sol düþüncenin yýðýnsallaþmasý planýnda da da önemli uzantýlarý mevcuttur. Yýllar boyu, devrimci aydýnlarla iþçi ve emekçi hareketinin kaynaþmasýnýn gerektiði, yýðýnsal bir sosyalist hareketin ancak böyle bir kaynaþmadan doðacaðý sýk sýk vurgulandý. Ancak bu kaynaþma nýn salt fiziksel bir bir araya getirme düzeyinde, emekçi mahallelerine, fabrikalara, köylere kadro yýðmak düzeyinde algýlanmasý, kýsa vadede ümitvar neticelere götürse de, kalýcý baþarýlar yaratmamýþ; 1980 sonrasýnda görüldüðü gibi, Kürdistan dýþýnda emekçi halka yapýlan aþýnýn sanýldýðýndan çok daha az tuttuðu anlaþýlmýþtýr. Burada sorunun çeþitli boyutlarý olduðu iddia edilebilir ve doðrudur (yenilginin yarattýðý moralsizlik, Sosyalist Sistemin çöküþü.. gibi) Ancak bu boyutlarýn hiçbiri, temelde var olan zaaflarýmýzý görmemizi engellememelidir; zira daha ayrýntýlý bir analizden yoksun her açýklama , tüm
90
kýsýrlýðýyla sýrýtmaya mahkum olacaktýr. Burada odaklanýlmasý gereken nokta kaynaþma nýn kültürel arka planýdýr. Baþka bir deyiþle Sol un, yöneldiði emekçi kitlenin kültürel deðerleriyle kendi arasýnda kurduðu (veya kurmadýðý !) bað, üzerine odaklanýlmasý gereken can alýcý noktayý oluþturmaktadýr. Toplumsal kültürün ve ulusal kimliðin en önemli bileþenlerinden bir olan islamiyet konusunda neredeyse cahil olan, bu konuda herhangi bir emekçiyle ( Din afyondur kliþesi dýþýnda) lehte veya aleyhte herhangi bir diyaloðu sürdürebilmekten aciz, genel bir politik cephanelik olan dinde, gericiliðin kullandýðý motiflerle hesaplaþma, veya ilerici bir tavýr alýþ için kullanýlabilecek diðer kimi motifleri bir argüman olarak kullanma konusunda tümüyle ilgisiz, fakir ve namuslu emekçilerin çoðu dini nitelikli olan ahlaki deðerleriyle bizim sosyalist deðerlerimiz arasýnda duygusal bir köprü kurmayý deðil becermek, buna tenezzül dahi etmemiþ sol hareketimiz, insanlarýn kafalarýnda kalýcý tohumlar ekememiþ; antifaþist mücadelenin sýcaðýnda birden yükselen kitleselleþmeye sýrtýný dayamakla yetinmiþ, sivil faþist terör askeri faþistler tarafýndan susturulup sola karþý fiziki ve ideolojik bir tecrit ve yoketme politikasý uygulanmaya baþladýðýnda, sol, sýðýnacaðý yegane mevzi olan yýðýnlarýn baðrýnda yeterince yer bulamamýþ, MHP ye karþý savaþan gençler olmaktan öte deðerleri yaratamadýðýndan ve bunu emekçilerin zihninde kalýcýlaþtýramadýðýndan ihtiyaç duyduðu desteðe kavuþamamýþtýr. Burada din, Vedat Türkali nin ifadesi çerçevesinde ele alýnmýþtýr, ve halkýn sol tarafýndan ihmal edilmiþ kültürel deðerlerinden yalnýzca biridir. Batý ya karþý düþmanlýk, etnik ve yöresel özellikler, genel tarih bilinci, ihmal edilmiþ diðer kültürel deðerlerdir; ve nasýl bütün bunlarýn topyekun ihmali bir yenilgiyi anlaþýlabilir kýlan önemli bir unsur oluyorsa, bunlarýn layýðýyla; bir ideolojik politika çerçevesinde deðerlendirilmesi ve politik silaha dönüþtürülmesi de müstakbel atýlýmlarýn, baþarýlarýn amili, taþýyýcýsý olabilir. SEPARAT KARARI: SUÇLU KOMÝNTERN MÝ ? Ele alýnan diðer bir önemli konu ise, komünistler arasýnda Separat diye de bilinen desantralizasyon kararýdýr. Bilindiði gibi bu kararla Komintern, TKP yi baðýmsýz bir örgüt olarak desteklemeye son vermiþ, bir anlamda kendi baþlarýnýn çaresine bakmasýný istemiþtir. Yýllar önce, bu konunun bu denli açýk dile getirilip tartýþýlmadýðý dönemlerde, bu mesele Yalçýn Nisan 2002
fabrika
Vedat Türkali nin Komünist Kitabý Üzerine
Küçük gibi kimileri tarafýndan gizemli bir havaya büründürülerek Komintern in Türkiye komünist hareketini likide ettiði, onu CHP içinde erittiði türünden magazin yorumlarla gündeme getirilmiþtir. Burada, her ne pahasýna Komintern i haklý çýkarmak diye bir kaygýmýz olmadýðýný belirtelim. Komintern, tarihinde büyük baþarýlar ve deðerlerin yaný sýra ciddi yanýlgý ve tahribatlarý da barýndýrmaktadýr, ve tasfiyecilik , Komintern tarihinde hazin örnekleri olan yanýlgýlardan biridir. Polonya Komünist Partisi nin tüm MK sýnýn kurþuna dizilerek partinin kapatýlmasý , Batý Belorusya KP sinde yapýlan benzer tasfiyeler bu kapsamda ele alýnabilecek örneklerdir. Ancak Komintern in bu alandaki vukuatlarýna , ya da parti kapatma anlamýndaki olumuz siciline sýðýnarak, Separat kararýnýn tüm vebalini Komintern in sýrtýna yýkmanýn ne kadar doðru olduðunu tartýþmak gerekir. Komintern in kapatýldýðý 1943 yýlýna doðru Sovyet yönetiminin bu örgütü daralttýðý, Dünya Devrimini Yönetme konusuna daha pragmatist yaklaþtýðý, özellikle 1934 de SBKP de baþlayan ve Komintern e de sýçrayan temizlik hareketinin bu örgütü ciddi olarak sarstýðý, bir anlamda 1943 deki kapatýlmaya doðru adým adým gidildiði düþünülebilir, ve TKP nin de bu çerçevede aradan çýkarýldýðý iddia edilebilir. Ancak, separat türü bir kararýn Fransýz veya Bulgaristan KP leri gibi güçlü, ülkesindeki iþçi sýnýfý nezdinde aðýrlýðý olan partilere uygulanmasýnýn söz konusu dahi olmadýðý bilinmektedir. O zaman TKP nin farklýlýðý nedir ? SSCB nin yýkýldýðý, ve her konuda ileri-geri söz söylemenin serbest olduðu bu ortamda, V. Türkali konuya iliþkin deðerlendirmelerinde soðukkanlýlýðýný ve sað duyusunu koruyabilen sayýlý kadrodan biri olmaya devam etmektedir.: Bu karar Türkiye seksiyonuna ilk kez Polonya lý Valeski ce getirilip bildirilince, orada olan Emin Sekün, bunun TKP yi kapatma kararý olduðunu, böyle bir kararýn burada deðil, ancak Türkiye deki TKP Merkez Komitesi nce alýnabileceði savýyla karþý çýktýklarýný söyledi. Tornacý Emin in dediði gibi yapýldýysa bile bu çýkýþýn, hamamýn namusunu kurtarma gösterisi bile sayýlamayacak homurdanmadan öteye gidemediði bellidir.Kendi topraðýna yerleþmiþ, Türkiye de aðýrlýðý olan Merkez Komiteli bir TKP için böyle bir karara gerek mi kalýrdý ki ? ( Komünist , V. Türkali, s.46) Sorun tamý tamýna budur. Ülkesinde mücadele veren, attýðý adýmlarla en azýndan iþçi sýnýfý için-
fabrika Nisan 2002
de ses getiren, gözle görülür bir dinamizmi temsil eden, mesajlarýný kitlelere ulaþtýrabilen bir KP yi Komintern in kapatmasý için ( sapma paranoyasý dýþýnda) hiçbir sebep yoktur. Dürüstçe söylenmesi gereken gerçek, TKP nin (zaten kapatýlmasý düþünülen ) Komintern in sýrtýnda giderek bir yük haline gelmesi, tabiri caizse yediði ekmeði hak etmemesi dir. Separat kararýnýn özü ise, Moskova nýn desteðine güvenmeyin; kendiniz, ülke içinde özgün ve yaratýcý bir çýkýþ yolu bulun þeklinde tanýmlanabilir. Bu konunun gündeme alýndýðý ve Togliatti (Ercoli müstear ismiyle), Kuusinen, ve Kolarov un katýldýðý ve tutanaklarý yayýnlanan toplantýda, TKP ye iletilen mesaj tamý tamýna budur. V.Türkali, Komintern in bu kararý almasýnda parti içindeki Ýþçi Muhalafeti hareketinin ve onun baþýný çeken Nazým Hikmet in rolü olabileceðini belirtmektedir. Bu, kanýmýzca doðru olabilir ; zira Ýþçi Muhalefeti nin de tamý tamýna söylediði, partinin kayda deðer bir faaliyetinin olmadýðý, Komintern in direktiflerinin mekanik ve yaratýcýlýktan yoksun bir þekilde uygulandýðý þeklindedir, ve bu konuda Komintern e þikayette bulunduklarý da bilinmektedir. Þefik Hüsnü yönetiminin bir dönem Nazým ý gözden düþürmek için troçkist þair yaftasý yapýþtýrmasýna ve Dr.Hikmet Kývýlcýmlý gibi kadrolarýn da Nazým a saldýrmalarýna raðmen, Nazým ýn uluslararasý komünist harekette hala önemli aðýrlýðýnýn olmasý, ve yorumlarýnýn Moskova tarafýndan ciddiye alýnmýþ olmasý kuvvetle muhtemeldir. Komintern in TKP yi CHP ye kattýðý, ve onun içinde erittiði iddiasý içinse en iyi cevap gene Türkali nin kitabýnda mevcuttur: Böylece herkesin yorumuna açýk bir desantralizasyon ile ülke çapýnda hiçbir gün tam toparlanamamýþ TKP örgütü iyice daðýnýklýða býrakýlmýþ oluyordu. Kararý Türkiye ye getirenlerin iþlerine geldiði biçimde yorumlayýp uyguladýklarý yolunda , çok eskilerde yapýlan yapýlan eleþtiriler üzerinde ( benim konuþtuðum Emin Sekün, Elektrikçi Muzaffer gibi) bugün çýkan belgelere bakarak düþünmek gerekir. Kemalizme kapýlanma yolunu çekici bulanlarýn yanýnda, iyi niyetliler de kayýp gidiyordu. ( Komünist , V. Türkali, s.45) Komintern tarafýndan önerilen özgün yolu , o güne kadar bulabildikleri yegane özgün yol olan CHP destekçiliði olarak kavramanýn sorumluluðu Komintern e deðil, yalnýzca TKP ye, onun içindeki belli kadrolara ait olabilir. Baþta Kurtuluþ Savaþý
91
Vedat Türkali nin Komünist Kitabý Üzerine
olmak üzere Kemalizmin tüm tasarruflarýný genel olarak kabul eden, siyaseti, Kemalizmin çizdiði zemin olan çaðdaþ Cumhuriyet üzerinde tarifleyen, ama bizzat bu çaðdaþ Cumhuriyet in kendisini sorgulamayan, ve bu çerçevede , ancak onu soldan eleþtiren (pratikte ise akýl veren) bir çizgi kimliðine düþen TKP nin marjinalleþmesi kaçýnýlmazdý. Bu marjinalleþme sonucunda Komintern partiyi gözden çýkarýnca, kimileri marjinalliðin temel sebebi ve yaratýcýsý olan Kemalizme daha açýk biçimde sarýlmaktan baþka bir refleks gösteremediler. CHP ye paralel düþebilmek için temel motif olarak islami gericiliðe saldýrý nýn ön plana çýkmasý, kültürel deðerlerin ahmakça kamplaþtýrýlmasý ( gerici Mehmet Akif e karþý ilerici Tevfik Fikret i savunmak gibi), sonuçta sola ait fikirlerin ve potansiyelin CHP deðirmenine su taþýmasýndan baþka bir iþe yaramadý. Komünistlerin kendi açýk kimlikleriyle deðil de Kemalist görünüm altýnda uyarý, inandýrma, baský yoluyla iktidarlara bir ölçüde benimsetip uygulattýklarý olumlu iþlerin tüm kazanýmlarý Kemalistlerin artýsýna eklenmiþ, TKP nin, Komünistlerin yýðýnlara en aþaðýlýk yalanlar, kara çalmalarla tanýtýlmasý da güle oynaya sürdürülmüþtür. Halk yýðýnlarýnýn bilinç düzeyine, ülkenin düþünce yapýsýna aldatýcý olduðu kadar da yýkýcý etkisi olmuþtur bu olayýn. ( Komünist , V. Türkali, s.48) Türkali nin bu gözlemi, MGK ya yaranmak için 28 Þubat çizgisine yapýþan, ve islami gericiliðe saldýrarak aklýnca bir tür ortak cephe kurabileceðini zanneden bir mantýðýn , daha doðrusu bir gafletin söz konusu olduðu günümüzde daha da anlamlý olmaktadýr. Türkali, kemalizmin sol içi bayiliðini ve taþeronluðunu yapan Cumhuriyet gazetesi için de ilginç bir saptama yapmaktadýr: Tüm öteki (gazete)ler sýrasý geldi mi TAN a (Sertel lerin ilerici gazetesi SD) diþlerini gösteriyorlardý ya, tutarlý faþist çizgide yürüyen tek büyük gazete de CUMHURÝYET ti. Faþist ideolojinin ülkemizde mayalanmasýnda en etkili olmuþ yayýn kurumu CUMHURÝYET tir. ( Komünist , V. Türkali, s.50) Komünist hareketi bu denli istismar eden, potansiyellerini kullanan, yönünü çarpýtan, ve bir parazit gibi onun geliþmesini engelleyen Kemalist
92
kurumlar (CHP, Cumhuriyet gazetesi..) nasýl oldu da 1960 sonrasýnda solcu sayýlýr oldu ? Baþka bir deyiþle, TKP nin bu konuda acý tecrübelerle dolu 40 yýllýk birikimi, nasýl oldu da genç devrimci kuþaklara aktarýlamadý ? Hangi geliþmelerin sonucunda 1960 sonrasý sol kuþak, 10 yýl ve daha öncesinde seleflerini yanýltan, aldatan, kullanan, ve hiç tereddütsüz ezen bir siyasi kimliði ve bu kimliðin kurumlarýný kendi içine rahatça sokabilir hale geldi ? Vedat Türkali yi okuduðumuzda aklýmýza gelmesi gereken en önemli soru budur. Türkali, böyle bir soru sormamakta ve dolayýsýyla cevabýný da vermemektedir. Ancak eserinde cevabýn belli ipuçlarý da mevcuttur. MÝHRÝ BELLÝ VE BEHÝCE BORAN Yazar Mihri Belli den bahsederken, onun TKP ye girmesinin örgüte belli bir canlýlýk ve dinamizm kattýðýný belirtmektedir. Genç, ABD de eðitim görmüþ, kültürlü ve karizmatik Mihri Belli, Reþat Fuat ýn önerisiyle kongre olmaksýzýn, atama (kooptasyon) yoluyla Merkez Komitesi ne alýnmýþ; onun atýlgan ve enerjik stili komünist çevrelerde belirli bir hareketlenmenin oluþmasýna katkýda bulunmuþtur. Ancak Vedat Türkali, ciddi bir arkadaþlýk baðý olduðunu hissettiðimiz Mihri Belli için bir de olumsuzluk belirtmektedir: (Mihri nin) TKP nin eski denemelerinden geçerek ülke koþullarýný yeterince yaþamamýþ yanlarý da göze batmýyordu o günler ( Komünist , V. Türkali, s.95) Bu doðru, ancak (kanýmýzca mevcut dostluk dolayýsýyla) alabildiðine yumuþatýlmýþ bir saptamadýr; ve aslýnda çok daha trajik bir gerçeði saklamaktadýr. O gerçek, tamý tamýna yukarda sorduðumuz sorunun cevabýdýr. 1960 sonrasýnda sol hareket legal sosyalist kemalist söylemlerin etkisi altýnda oluþurken geçmiþ TKP den gelen ciddi bir kadro birikimi vardý; ve saðlýðý bozuk olan Reþat Fuat bir tarafa konulacak olursa, bu kadronun sürükleyici ismi Mihri Belli idi. 1960 öncesi komünist hareketin Kemalizm, CHP, Cumhuriyet gazetesi, resmi ideoloji, ordu gibi konularda sahip olduðu ve komünistlerin kaný ve gözyaþlarý pahasýna oluþmuþ birikimi genç devrimci kuþaklara aktarma görevi bu ekipte iken, onlar tam tersi bir yol izlemiþ; Mihri Belli nin açtýðý MDD çýðýrýyla birlikte bu ekip, resmi ideolojinin sol içindeki en pespaye uzantýsý olan cuntacýlýðýn taþeronluðunu yapmýþ, bu uðurda 1920 1960 arasý komünist kuþaklarýn çektiði tüm acýlarýn üzerine kafalarda Nisan 2002
fabrika
Vedat Türkali nin Komünist Kitabý Üzerine
sünger çekilebilmiþtir. Bugün komünistler resmi ideolojinin tahribatýný 1980 lerden itibaren, kýsmen Kürt hareketinin açtýðý yol sonucu, ama esas olarak kafalarýný vura vura anlamak durumunda kaldýlarsa, eski kuþaktan bir komünist olan Vedat Türkali nin sýradan bir gerçek gibi basitçe ifade edebildiði Cumhuriyet gazetesinin faþistliði 2000 yýlýna kadar birçoklarý için bilinmeyen bir sýr olarak kaldýysa, bunun baþ sorumlularý, 1960 sonrasýnda MDD faciasýný tezgahlayan, cuntacýlýk furyasýna alet olan ve gençleri de alet eden bazý TKP liler ve onlarýn baþý Mihri Belli dir. Ne Süleymaniye ye astýðý mahya, ne Yunan Ýç Savaþý nda yaptýðýný iddia ettiði kahramanlýklar, Belli nin bu tarihsel suçunu örtbas etmek için yeterli olamaz. Bu noktada, Türkali nin baþka bir tarihi kimliðe, Behice Boran a iliþkin yorumlarýna deðinmek gerekir. Vedat Türkali, bir dönem aralarýnda oluþmuþ diyalog kopukluðuna raðmen Behice Boran dan büyük bir saygýyla bahsetmektedir. Onurlu, Türkiye de kaçýnýlmaz biçimde acý, gene de mutlu bir yazgýyý yüklenmiþti. Eksisi artýsýyla devrimci yolda yürümüþ yiðit bir savaþçý diye düþünürüm hep Behice Boran ý. ( Komünist , V. Türkali, s.79) Türkali, çok net olmasa da, Boran ýn TKP ile olan iliþkisine dair belli ipuçlarý sunmaktadýr. Boran, Sýdýka Su nun 2001 de mezarý baþýnda yaptýðý konuþmada da belirtildiði gibi, TKP ye üye olmuþtur. Ancak gerek kendi legal konumu, gerekse o dönemki parti çalýþmalarýnýn farklý mahiyeti nedeniyle, kayda deðer bir illegal parti yaþamý olmamýþ; yaþamý (örneðin bir bir Zehra Kosova gibi) takip, kod isimleri, gizli randevular, parolalar türünden konspirasyona dayalý bir yaþam tarzýndan doðal olarak uzak olmuþtur. O, parti politikasýnýn gereklerini farklý bir zeminde, açýk mücadele zemininde, gene büyük fedakarlýklar pahasýna sürdürmüþ; gizlilik içinde çalýþan yoldaþlarýnýn eserini farklý bir boyutta tamamlamýþtýr. Bunu sonucu olarak, Boran, TKP nin illegaliteye dayalý çalýþmasýný yürüten örgütün, aparat ýn doðal olarak bir miktar dýþýnda olmuþ; bu ekiple (düzenli kontak kuran belli isimler dýþýnda) fazla içli dýþlý olmamýþtýr. Öte yandan bu dönem, özellikle 1951 tevkifatýnda da ortaya çýkacaðý üzere, parti aygýtýnda ciddi zaaflarýn þekillendiði bir dönemdir; ve bütün bu olgular, V.Türkali nin de bir miktar hissettirdiði gibi, Boran da, illegal çalýþmayý yürüten kadrolarýn bir kýsmýna karþý belirli bir güvensizliðin doðmasýna neden olmuþ
fabrika Nisan 2002
gözükmektedir: Birçok denemlerde türlü anlamsýz olumsuzluklara tanýk olduktan sonra 51 deki yargýlamalar sýrasýnda acý acý, Bunlarýn hepsini Kadir (Vedat Türkali yi kastediyor SD) söyledi bana demiþ bir gün Behice Haným. ( Komünist , V. Türkali, s.75) Türkali, Boran ýn TKP de en çok, (o dönem en üst yetkili olan) Zeki Baþtýmar a güvendiðini belirtmektedir. Nitekim , 1961-71 döneminde Baþtýmar ýn yönetimindeki TKP Harici Büro TÝP I desteklemiþ, TÝP in karþýsýnda tavýr alacak olan Mihri Belli ve ekibini ise partiden atmýþtýr. TKP kökenli kadrolarýn TÝP e alýnmasý konusu, bu noktada ilginç bir boyut kazanmaktadýr. Bu kadrolarýn TÝP e girmesine karþý olan esas olarak Aybar dýr, ve onun bu kararýnýn ardýnda, yalnýzca TÝP I hukuki sorunlardan koruma kaygýsýnýn yanýsýra, Komintern çizgisinden farklý olan kendi özgül sosyalizm anlayýþýnýn da bulunduðu , TKP lilere kapýyý açtýðý takdirde, kendi içinde kaynaþmýþ ve tecrübeli bir ekip karþýsýnda kontrolü yitirme kaygýsýnýn da etkili olduðunu düþünmek için çok sebep vardýr. Behice Boran ise, Aybar dan farklý olarak genel hatlarýyla Komintern çizgisinde bir komünisttir; ancak TKP lilerin alýnmasýna engel olduðuna dair kendisine yapýlan ve Mihri Belli ekibinden gelen suçlamalarýn ardýndaki gerçeðin, gene TÝP in yasallýðýný koruma kaygýsýnýn yaný sýra, bu kadroya karþý duyduðu (ve Zeki Baþtýmar ile ortak olan) genel güvensizlik olduðu düþünülebilir. O dönemki TÝP yönetiminin TKP li kadrolara karþý takýndýðý bu kapalý tavýr doðru muydu ? Soruna prensipler düzleminde bakýldýðýnda rahatça yanlýþ olduðu belirtilebilir. 1923 1960 arasý TKP birikiminin TÝP e dar bir kanaldan yansýmasý, TÝP dýþý zemine ise hiç yansýmamýþ olmasý Türkiye Solu açýsýndan bir talihsizliktir. Ancak bu yansýmama olgusunun tüm vebalini Aybar ve Boran a yýkmak haksýzlýk olacaktýr; zira yukardaki soruya, prensiplerin deðil politik olgularýn düzleminde cevap arandýðýna baþka bir tablo karþýmýza çýkmaktadýr. Bu noktada, matematikte ve pozitif bilimlerde kullanýlan recursion (Türkçeye yanlýþ bir þekilde tümevarým diye çevrilen) yöntemine deðinmek ilginç olabilir. Bu yöntemde, önce bir önkabul yapýlýr (bunun doðruluðu henüz belli deðildir); bu önkabule dayanarak akýl yürütülür (iþlemler veya gözlemler yapýlýr), çýkan sonuçlar ( mantýksal veya deneysel olarak)
93
Vedat Türkali nin Komünist Kitabý Üzerine
hayatla veya kabul gören genel doðrularla uyum içindeyse hem problem çözülmüþ, hem de ilk önkabul doðrulanmýþ olur. Mihri Belli nin önderliðindeki TKP li ekip için bu mantýk uygulandýðýnda varýlacak sonuç nettir: 1) Behice Boran, bu ekibi güvenilmez bularak tavýr almýþtýr (ilk önkabul) 2) Bu ekip TÝP dýþýnda, marksizmin genel doðrularýyla taban tabana zýt, cuntacýlýktan fokoculuða kadar her türlü politik yanlýþýn cirit attýðý bir zeminin manevi liderliðini üstlenmiþtir. (geliþme ve gözlem) 3) Sonuçta gerek TÝP e verilen zararda, gerekse kayda deðer bir militan gençlik potansiyelinin heba edilmesinde bu ekip büyük sorumluluk sahibi olmuþtur ( ilk önkabul doðrulandý !) Boran nýn takýndýðý tavýr, eski yol arkadaþlarýna yeni bir zemini kapama, bir tür siyaset yasaðýný destekleme gibi gözükmektedir; ancak bu arkadaþlarýn yaptýklarý ve yapacaklarý siyaset in de ne olduðunu da 1961 71 arasý pratik yeterince göstermiþtir. Sonuçta Boran ve Belli nin siyasi kariyerlerinin 1971 sonrasý izlenmesi yeterince açýklayýcý olacaktýr. Boran, 1975 sonrasý TÝP I yönetmiþ, komünist hareketin iki akýmý olan TÝP ve TKP nin birliði için çalýþmýþ ve (önemli hatalar barýndýrdýðýný düþündüðümüz için, eleþtiri hakkýný saklý tutmak kaydýyla) bunda baþarýlý olmuþ, ölümünde ise burjuvaziyi dahi kendisine selam durmak zorunda býrakarak ülke topraðýna ve yüzbinlerin kalbine gömülmüþtür. M.Belli ise, gerek 12 Mart, gerekse 12 Eylül de soru iþaretleriyle dolu birer kayýp döneminden sonra ortaya çýkmýþ, bir siyasi akým oluþturmak yerine her zamanki stili olan one man show u tercih etmiþ, sonunda ÖDP de boy göstermeye dayalý bir faaliyet te karar kýlmýþtýr. Bol bol Atatürkçülük yaptýðý için MÝT kontrollü Ýkitelli medyasýnýn sýk sýk mazhariyetini kazanan Belli, Türk Solu nun aðýr topu diye lanse edilerek kendisine gazetelerde ve TV de tahsis edilen birkaç santimetre kare veya birkaç dakika ile þöhretini idame ettirmekte, öte yandan ÖDP içinde ve dýþýndaki sol siyaset cambazlarýnýn tümüne mavi boncuk daðýtarak bunlarýn her birinin elinde birer eldevar bir joker olarak siyasi yaþamýný sürdürmektedir. ESKÝ KUÞAKTAN BÝR KOMÜNÝST, YIKILAN SOSYALÝZME BAKIYOR Kitabýn son bölümünde Türkali, dünyadaki 70 yýlý aþkýn reel sosyalizm deneyimini ele almakta,
94
sosyalizmin yýkýlmasý gerçeðiyle yüzleþerek bir tür siyasi muhasebe yapmaktadýr. Öncelikle, böyle bir çabanýn ve açýk tavrýn ne kadar saygýya deðer olduðunu belirtelim. 1989 da Yeltsin in karþý darbesi ve SSCB nin daðýldýðýnýn açýklanmasýnýn ardýndan, marksist çevrelerde oluþan psikolojik travma, hala aþýlmýþ deðildir. Geleneksel çizginin dýþýndakiler (troçkistler, yeni sol, ) bir tür refleks olarak biz demiþtik ya da zaten bu yýkýlan sosyalizm deðildi ki ! türünden tavýrlar gösterseler de, en anti-sovyetik kesimler için dahi bir sürpriz ve bir þok olan bu geliþme karþýsýnda, bu tür tavýrlarýn teorik planda hiçbir açýklayýcýlýðý olmadýðý gibi, günlük politika açýsýndan mezarlýktan geçerken ýslýk çalma nýn ötesinde bir iþlev taþýmadýðý ortadadýr. Sovyetler Birliði ni þu ya da bu düzeyde savunan bizler içinse, içine girdiðimiz suskunluk artýk aþýlmak zorundadýr. Ülkemizin günlük politik sorunlarýna gömülerek bir anlamda unutmaya çalýþtýðýmýz bu olgunun üzerine gitmek, sosyalizmin yýkýlmasý gerçeðiyle yüzleþmek ve geçmiþ mirasýmýzýn içinde benimsenecek olanla reddedilecek olaný ayýrdederek bilince çýkarmak, bir görev olarak önümüzde durmaktadýr. Türkali nin tespitleri, elbette ki ayrýntýlý bir teorik araþtýrma deðildir ve bu alanda yapýlmasý gereken kapsamlý çalýþmalarýn yerini tutma iddiasýnda olamaz. Ancak, sýnýf tavrýný ve duruþunu koruyan bir komünist olarak konuya saðlýklý bir þekilde yaklaþmýþ, Sovyet deneyinin insanlýða kazandýrdýklarýný, ve geleceðe devrettiði (bu anlamda canlýlýðýný hala sürdüren) deðerleri doðru bir þekilde teþhis etmiþtir. Yýkýlmaya sebep olarak gösterdiði unsurlar ise genel olarak emekçi yýðýnlardan kopma, Parti yaþamýnýn demokratik özelliðini yitirmesi, Stalin in kiþiliðinin ötesinde bir siyaset tarzý olarak tanýmladýðý Stalinizm, eleþtiriözeleþtiri mekanizmasý güdükleþirken çoðunluða uyum göstermeye dayalý kul tavrýnýn komünist saflarda egemen olmasý, Lenin döneminde varolan katýlýmcý, eleþtiriye açýk, ama ayný zamanda militan bir ruha dayanan tavrýn kurumsallaþamamasý ve Lenin sonrasý kaybolmasý olarak tanýmlanabilir. Bu açýklamalar elbette daha da derinleþtirilebilir ve derinleþtirilmelidir. Türkali, yýkýntýlar üzerinde inþa etmemiz gereken anýta kendi köþesinden bir çivi çakmýþtýr. Bizlere de düþen bu konuda komünist saflar içinde son on yýl içinde yapýlmýþ çalýþmalarý toparlamak, ve zenginleþtirmektir. Bu çaba, Komünist Partisi ni oluþturma çalýþmamýzýn teorik boyutunun en önemli bileþenlerinden biri olarak önümüzde durmaktadýr. Bir komünist birey olarak V.Türkali nin bu konuda gösterdiði giriþkenliðin hepimize örnek olmasýný diliyor, kendisine bundan sonraki çalýþmalarýnda baþarýlar diliyoruz. Nisan 2002
fabrika
çürük yumurta Nazým a Cerrahi Operasyon Nazým Hikmet i istiyorlardý ama komünistliðinden rahatsýzdýlar. Önce hümanist þair yaptýlar. Sonra Türk þairi .. Sonra komünistliðini biraz kabullendiler. Nazým komünistti; ama öyle bildiðiniz, kaka komünistlerden deðil. O nun komünistliði öyle cici ydi ki; hem Stalin ve hem de Ýsmail Bilen Nazým Hikmet i öldürmek istiyordu ... Bu süprüntülere göre, biri sosyalizmin büyük inþacýsý; diðeri Türkiye Komünist Partisi nin Türkiye iþçi sýnýfýnýn geniþ yýðýnlarýyla kucaklaþtýðý döneminin Genel Sekreteri olmak üzere iki sembol isim, Nazým ýn temsil ettiði komünizme ölümüne düþmandýlar. Nazým ýn birbirinden hain ve paragöz yakýnlarý ; medyanýn solcu gülleriyle elele; hiçbir belgeye, hiçbir mantýklý açýklamaya dayandýrma ihtiyacý duymadan cinayet senaryolarý yazmaya giriþtiler. Hatta Radikal gazetesinin aylýk eki Birikim in haftalýk eki Radikal ÝKÝ de, Nazým ýn komünizmi, yeni bir tinselliðin, yeni bir maneviyatýn arayýþýydý diyen dangalaklar bile çýktý. Cibilliyet meselesidir. Bir ara, her Allahýn günü, Nazým ýn bir gizli sevgilisi daha imal ettiler. Medyada ölmeden bir kere daha görünebilmek için Benim kýzlýðýmý o bozmuþtu demeci alabilecekleri arsýz bunaklarýn adresini onlar zaten biliyorlar. Ölçü bu kadar kaçýrýlýnca; düne kadar pek eleþtirilen bir yöntem kaçýnýlmaz olarak yeniden keþfedildi: Fotoðraftan silme! ÇKP, sonradan tasfiye edilen þahsiyetleri eski fotoðraflardan da silerdi. Adam fotoðraftan silinince yerinde silinti kalmaz, nasýl yapýyorlarsa, arkadaki manzara ortaya çýkardý. Büyük sanatkarlýk haliyle... Yapý Kredi Yayýnlarý Nazým Hikmet in bütün
fabrika Nisan 2002
kitaplarýný yayýnlýyor. Bir de afiþ hazýrlamýþlar. Son günlerde büyük kitapçýlarýn camlarýna asýlan bu afiþte, Nazým ýn Moskova da uçaktan çýkarken sað yumruðu havada göründüðü fotoðrafý yeralýyor. Ama o da ne? Havadaki sað yumruk yok. Hatta sað kol görünmüyor. Yapý Kredi Yayýnlarý nýn bütün yönetici takýmý, çoðu eski solcu olmak üzere, entellektüel, özgürlükçü, liberal kiþilerdir. Demek ki, havadaki sað yumruk, yani komünist inanç ve kararlýlýk, bu yumuþak takýma sert gelmiþ. Bilgisayar baþýnda, Nazým ýn koluna cerrahi operasyon yapmýþlar. Tek problem, kolun yokluðunda arkadan manzara görünmüyor. Demek daha çok çalýþmalarý lazým. YKY gene de iyi bir iþ yapmýþ. O fotoðrafý yeniden bir sembol haline getirdiler. Yumuþaklara haber verelim. Nazým ýn sað yumruðu, komünist inanç, kararlýlýk ve coþkuyu ifade etmek üzere hala sýmsýký, omuzu hizasýnda ve havadadýr. Sizinki nerenizde acaba?
KARAGÖZÜM EFENDÝM... Türkiye toplumuna, 1980 sonrasýnda bayaðýlaþma, kalitesizlik ve düzeysizlik empoze eden, 12 Eylül ün, emperyalist sistemin ve tekelcilerin yeni ihtiyaçlarýna göre yeniden organize ettiði kapitalist düzendir. Ama her iþin mekanizmasý ve aletleri var. Her bayaðýlýðýn yerine daha bayaðýsýný koymanýn mekanizmasý elbette tekelci medya... Alet çok. Özellikle Hýncal Uluç un, Ýbrahim Tatlýses in, Mehmet Ali Erbil in son yirmi yýlýn sembol isimleri olduðunda, listeye baþkalarýný da ekleme özgürlüðü saklý kalmak kaydýyla hemfikir olacaðýmýzý düþünüyorum. Mesela solcudan bozma Ali Kýrca, Savaþ Ay la müptezellik konusunda yarýþamasa da fena deðildir. Reha Muhtar ýn hakkýný yemeyelim. Ba-
95
çürük yumurta
yaðýlýk imkanýný herkesten önce görme mesleðinin son yýllardaki yükselen yýldýzý Reha beydir. Besim Tibuk la Doðu Perinçek in bir Karagöz-Hacivat potansiyelini temsil ettiðini ilk o gördü. Son zamanlarda baþka kanallarda Besim sabit kalmak üzere, Perinçek in düblörü olarak Hasan Yalçýn da boy gösteriyor. LDP ve ÝP tek kiþilik partilerdir. Ancak Perinçek in düblörü var, Besim beyin düblörü bile yok. Besim Tibuk piyasanýn liberalleþtirilmesi üzerine vaazlarýný þöyle tamamlýyor: Sosyalizm demeyin. Sosyalizmin ne olduðunu görüyoruz. Binlerce Nataþa geliyor oralardan. Aydýnlýkçý Hasan Yalçýn cevabý çakýyor: Nataþa dediklerin, sosyalizmin yýkýlýþýndan sonra ortaya çýktý. Sosyalizm ayaktayken yoktu öyle þey. Yani, Bravo! ve Pes! .. Besim Tibuk un þampiyonluðunu yaptýðý liberalizmin fuhþa namusçu bir ahlak eleþtirisi yaptýðýný bilmiyorduk. Piyasa düzeninin olduðu her ülkede fuhuþ piyasanýn bir parçasýdýr. Liberalizm fuhþu yasaklamaz; fuhþun varlýðýndan utanmaz. Onu düzenler, vergiye baðlar. Piyasa üzerine ultra liberal görüþler savun; sýra sosyalizmi karalamaya gelince, muhafazakar, ahlakçý, namusçu kesil !.. Türkiye usulü liberallik böyle bir þeydir. Besim bey, demek kazara iktidar olsa, Fazilet in iktidardayken yapamadýðýný yapmaya giriþecek, genelevleri kapatacak, fuhþu yasaklayacak! Fuhuþ yapanlarý da, þehir meydanlarýnda taþlatarak öldürtür mü, öldürtür. Hasan Yalçýn ise o laflarý, Besim beyin hafýzasýna ve merhametine sýðýnarak ediyor. Besim bey dese ki; Kardeþim, sen þimdi sosyalizm dediðine, siz ve biz, hep birlikte yýkmaya çalýþýrken, sosyal emperyalizm demiyor muydun? Yeni Çarlar ýn sosyal emperyalizmi, yýkýlýnca mý sosyalizm oldu? Aydýnlýkçý takýmý, Sovyet Sosyal Emperyalizmini en büyük tehdit olarak görüp, ABD yi Sovyetler Birliði nin yayýlmacýlýðýna karþý müttefik ilan etmemiþ miydi? Nerden çýkýyor sosyalizm lakýrdýlarý? ... Besim bey, hatýrlamadýðý için deðil; KaragözHacivat gösterisi için sahneye çýkarýldýklarýnýn farkýnda olduðundan bu sorularý sormuyor. Maksat býy býy býy olsun. Tekelci düzenin Türkiye halkýna sunduðu siyaset alternatifleri bunlardýr: Sosyalizm diye nasyonal sosyalizm, liberalizm diye faþist kýrmasý mafyozo holding patronlarý. Yerseniz!...
96
McDonald s 18 restoranýný kapattý Haber bayat; ama McDonald sýn kapanan restaurantlarýndan sadece biri üzerine sol dergilerde övünmeli/sitemli yazýlar okumaktayýz. Belki bu konu üzerine konuþmaktan hoþlananlara fikir verir diye haberi aktaralým: Türk insaný krizde yemeden içmeden kesilince 15 yýldýr hýzlý bir büyüme gösteren fast food (hýzlý yemek) sektörü neye uðradýðýný þaþýrdý. Türkiye nin genç nüfusuna güvenerek pazara yatýrým yapan McDonald s, Burger King, Pizza Hut ve KFC gibi devler ekonomik krizle hayal kýrýklýðýna uðradý. Kriz nedeniyle McDonald s ýn 18 restoranýný kapattýðý söylenirken Burger King in satýþlarý yüzde 8.11 azaldý. Pizza Hut ve KFC nin müþteri sayýsý yüzde 15 düþtü. (Radikal, 9 Aralýk 2001) Bu haberden bazý bilgiler edinelim: 1. McDonald s ýn Türkiye deki þube sayýsý 1 tane deðil; daha fazlaymýþ. 2. McDonalds ve benzerleri, Türkiye genelindeki ekonomik krizin etkisiyle önemli oranda müþteri kaybetmiþler ve MCDonald s þubelerinden 1 tanesi deðil, 18 tanesi kapanmak zorunda kalmýþ. MC Donald s ý ABD emperyalizminin Türkiye deki varlýðýnýn bir sembolü olarak görüyorsanýz; ki bu çok zayýf bir sembol olacaktýr; ekonomik krizin devrimci , anti-emperyalist yan ürünler yaratan bir vakýa olduðunu düþünmelisiniz. Þaka deðil, 18 þube kapanmýþ. Eðer McDonald s tan hiç hazzetmeyenlerin oluþturduðu bir yerel dernekseniz, bulunduðunuz yerleþimdeki þubenin kapanmasý için mücadele edebilir ve kapanmýþsa; kapanýþta krizin etkisi olsun olmasýn, mutlu olabilirsiniz. Eðer parti iseniz Türkiye genelinde McDonald s ýn varlýðýna karþý mücadele etmeniz, parti iddianýzýn gereðidir. Hem parti iddiasýný ileri sürüp, hem de McDonald s ýn bir tek þubesine karþý mücadele ediyorsanýz, bu iþte biraz tuhaflýk bulanlara þaþýrmamalýsýnýz. Bir de þöyle bir sorunun üzerinde düþünmek faydalý bir egzersiz olur: Diðer 17 þubenin kapanýþýnda hiçbir rolümüz yoksa; kapanan þubelerden sadece birisinin bize ait bir zafer olduðundan emin olmalý mýyýz? Son bir not: ODTÜ McDonald s þubesinin kapanmasýnýn ardýndan büyük politik zafer bildirileri daðýtýldý. Bildiri daðýtýlan illerden bazýlarýnda McDonald s þubesi bulunmuyor. Nisan 2002
fabrika
çürük yumurta
Firma bu bildirileri,yeni þubeler açmak için, bir tanýtým kampanyasý sayar mý acaba? Malum, Reklamýn kötüsü olmaz.
HIRSIZLIK MI?.. O DA NEDÝR? Motorola ve Nokia, Uzan Grubunun, kendilerini mafyoz yöntemlerle, en kaba biçimde dolandýrdýðýný iddia ederek Amerikan mahkemelerinde dava açtý. Yapmýþlarsa kimse þaþýrmaz. Uzanlar hakkýndaki bu iddialarý sözümona Türkiye nin yüksek menfaatleri için yüksek sesli bir kampanyaya dönüþtüren Doðan Grubu nun Uzanlar dan hallice olmadýðýný biliyoruz. Ancak Doðan Grubu dýþarýya henüz açýlmadý. Onlar içeriyi söðüþlemekle yetiniyorlar, þimdilik. Ancak dýþarýdan gelen hýrsýzlýk suçlamalarýnýn ilk ünlü örneði Uzanlar deðil. Murat Belge ye bir mektup gelmiþ. Mektup aslýnda Belge ye yazýlmýþ deðil. Konuyla ilgili yazdýðý için, asýl muhatabýna yazýlan mektubun bir nüshasý bilgi vermek amacýyla gönderilmiþ. Adým Mary Morgan; dünyaca tanýnmýþ çocuk doktoru Dr. Benjamin Spock un dul eþiyim. Yýllardan beri, Baby and Child Care adýndaki, bildiðim kadarýyla dünyada Kitab-ý Mukaddes ten sonra en fazla okunan ikinci kitap olan kitabýndan, bol miktarda aþýrma yaptýðýnýzý öðrenince hem çok þaþýrdým, hem de üzüldüm. Mary Morgan, Türkçe ve Ýngilizce uzmanlarýna söz konusu iki kitabý incelettiðini ve aþýrma olduðuna dair herhangi bir þüphesi kalmadýðýný belirtiyor. Burada aþýrma fiili için gross sýfatýný kullanmýþ. Bu kelimenin Redhouse sözlüðündeki karþýlýðýný buraya koyuyorum: Ýri, kalýn, kaba, büyük; toptan, tamam, yontulmamýþ; çirkin, kötü, þeni, iðrenç, tiksindirici. Peki bu kaba, toptan, tiksindirici vs. hýrsýzlýðý kim yapmýþ? 12 Eylül cuntasýnýn Türkiye üniversitelerini cuntanýn yetkileriyle donatarak eline teslim ettiði Ýhsan Doðramacý? Yakýþýr mý? Yakýþýr! Çaaak adamým ! Mary Morgan, Ýhsan Doðramacý dan özür dilemesini istiyor. Yoksa dava açacakmýþ. Havasýný alýr, haliyle. Kenan Evren hakkýnda dava açmaya kalkan savcý, layýðýný buldu. Hem meslekten atýldý, hem de aðýr cezaya mahkum oldu. 12 Eylülcüler Türkiye de moda olmaya devam
fabrika Nisan 2002
ediyor. Onlara ne ulusal, ne sistemin uluslararasý hukuku bulaþamaz. Diðer taraftan Doðramacý özür dilemez. Neden dilesin? O nun þekillendirdiði üniversitelerin en büyüðü olan Ýstanbul Üniversitesi ne, benzer bir þaibeyi sýrtýnda taþýyan Alemdaroðlu daha dün Rektör seçildi. Bu tür uyanýklýklar, YÖK sisteminde bir referans sayýlýr. Üstelik de boru deðil; akademisyen seçmenlerin ezici çoðunluðunun Ne var bunda? rahatlýðýyla yalayýp yuttuðu bir referanstýr bu...Akademisyen seçmenlere göre, bir bilim kurumuna rektör seçilmek için, tavizsiz bir 28 Þubatçý olmak yeterlidir. Belgeli bilimsel hýrsýzlýk iddiasýymýþ!.. Ne var bunda?.. Murat Belge o mektubu boþuna yayýnladýðýný elbette biliyor. Cahil olan Mary Morgan hanýmefendidir. Yazýk O na...
YUVARLAKLAR DÖNER Emperyalistlerin Davos zirvesine karþý Brezilya nýn Porto Allegre þehrinde, küreselleþma karþýtlarý, Dünya Sosyal Forumu topladýlar. Madem ki emperyalist politikalarý eleþtirdiler; küfrü hakettiler. Ertuðrul Özkök ün yönettiði Hürriyet, uçan kuþu affetmez. Basar kalayý. Elbette iþbölümü dairesinde. Küreselleþme karþýtlarýna Hadi ulu, Engin , Chomsky ye penis meraklýsý Serdar Turgut... Hadi nin tasmasý otomatiktir. Böyle durumlarda derhal gevþer. Problem, sola küfretme görevlisi bu dönmenin, bütün küfür daðarcýðýnýn Aydýnlýk cemaati içinde edindiklerinden ibaret olmasýdýr. Döndükten bu kadar yýl sonra bile, salak bir servet düþmaný ; gerizekalý bir komplo teorisyenidir. Peki, bu deðirmenin suyu nereden gelir, bu bilet paralarýný kim öder, bu kadar masraf nasýl karþýlanýr? Caným bize ne ve üzümü ye, baðýný sorma! Sorsan n olur þabalak...Bu soruya, sola bok atmaya müsait cevabýn olsa, zaten yazardýn. Üstadýnýz rahmetli Ahmet Kabaklý nýn gençliðinde masraflar Rusya dan mavalý okunur; Tercüman okurlarýnýn konvertibiliteden habersiz, cühela takýmý olduðuna güvenilerek çuval çuval ruble edebiyatý yapýlýrdý. O þimdi Son Alperen olmuþ. Sýrma saçlý ve badem gözlü olduðunu söyleseler, þaþýrmam. Ölülerin arkasýndan iyi ko-
97
çürük yumurta
nuþmak adettendir. Öldü diye kýna mý yaksýnlar? Yeni yetme Kabaklýlar ýn iþi zor, doðal olarak. (...) Sanýrým, Porto Alegre nin Alegre si Portekizcede neþeli , þen anlamýna geliyordur. Dolayýsýyla, hadi anti küreselleþmeciler , alegre alegre yahu ! Önce kampirinya dan fýrt ve sonra samba-samba-samba, popolarý hep beraber ve uygun ritmde sallýyoruz, k-a-h-r-o-l-s-u-n k-ü-re-s-e-l-l-e-þ-m-e ! En kuþ beyinli münevverlerden en rate nasyonal cumhuriyetçi ; süper açgözlü köylülerden travmatik kompleksli sendikacýlara; dangalak çevrecilerden ahmak komünistlere, tam bir yamalý bohça olan Dünya Sosyal Forumu nun delegeleri ne derse desin, iþte adý üstüne küre bu, d-ö-n-e-c-e-k ! Ýþte döneðe bilinçaltýnýn ihaneti! Küreselleþme karþýtlarýna küfredeceðim derken, bütün dönmelerin tabiatýný da kendince açýklayývermiþ. Madem ki küredir, yani yuvarlak, d-ö-n-e-c-ek! Demek dönmeliði o yüzdenmiþ, haspanýn!..
AYDINLIK DELÝKANLIYI BOZAR Hadi ulu, Engin e dönme dediysek, fikrimiz öyle olduðundan deðil. Dönme olduðunu kendisi söyler ve övünür. Neymiþ ki, dönmüþ de böyle olmuþ?.. Zaten döndüðü yer Aydýnlýkçýlýk. Yani þahmýþ, þahbaz olmuþ !.. Aydýnlýk takýmýna bulaþan iflah olmaz. Basýnýn en ünlü dönmeleri o kaynaktan gelir. Misal Oral Çalýþlar. Aydýnlýk tan dönüp Ýzak Alaton a, Amerikan muhipliðine yapýþmýþtýr. Gerçekte Amerikan muhipliði, Aydýnlýk takýmýnýn ortak bilinçaltýdýr. Sovyet sosyal emperyalizmine karþý , bütün tarihleri boyunca ABD yi müttefik olarak görmüþler; ne zaman ki Sovyetler Birliði daðýlmýþ, ondan sonra Rusya hayraný kesilmiþ, dönmeyenler ÇHC nin yanýsýra Putin Rusya sýna da övgüler düzmeye giriþmiþlerdir. Esasen eski Aydýnlýk çizgisinde ýsrar edenin Oral ve Hadi, ABD ye sonradan düþman olarak dönenlerin Perinçek ve bugünkü arkadaþlarý olduðu bile iddia edilebilir. Ayýp deðil mi, eski dost düþman olur mu? Gülay Göktürk de ayný kaynaktandýr. Bu
98
bölümün okuyucularý Ah o koðuþta ben de olsaydým baþlýklý yazýdan hatýrlayacaktýr, Gülay Göktürk Ulucanlar cezaevindeki devlet katliamý üzerine Þevket Kazan ýnkileri bile aþan cinsel fantazi yazýlarý kaleme almýþtý. Son marifeti ise çocuk pornosu tartýþmalarý esnasýndadýr. Gülay hanýma göre, çocuklara duyulan cinsel arzu ayrý; bu arzunun çocuklara zarar veren eyleme dönüþmesi ayrýymýþ. Ýkincisi cezalandýrýlmalý ama arzuya bir þey denmemeliymiþ. Demek ki sözkonusu arzu ifade edilecek, çocuklara zarar vermeden tatmini özgür olacak. Yani internet sitelerinde, porno yayýn piyasalarýnda çocuk pornoculuðu, nasýl olacaksa çocuklara zarar vermeden serbest olacak. Bu amaçla tabii ki zarar vermeden çocuklarýn pornografik resimleri çekilecek vs... Bu hastalýklý eðilime böylece meþruiyet kazandýrdýktan ve cesaretlendirdikten sonra, toplum bekleyecek ki, hangisi hangi çocuða, ne zaman zarar verecek ve böylece cezayý hakedecek... Gülay ýn liberalizmi Hürriyet e bile fazla geldi bu mevzuda. Önemli olan Hürriyet in ne dediði deðil haliyle. Mesele þudur: Aydýnlýk delikanlýyý bozar. Sizi þaþýrtýyoruz ve Cengiz Çandar dan bahsetmiyoruz. Neden bahsedelim ki, adam Amerikan kolejinde bilinçaltýma çalýþtýlar, sonra biraz çocukluk yapýp anti-Amerikan gösterilerde elebaþýlýk yaptým. Sonra Filistin e gidip Arafatçý oldum. Sonra Humeynici oldum, Cumhuriyet te köþe yazdým ve düzenli namaz kýlmaz bir islamcýydým ve sonra Amerika ya gidince, bilinçaltým bilincime galebe çaldý, halis bir Amerikalý olduðumu, hatta ABD yönetimindeki hiziplerden birisinde yeralmam icabettiðini farkettim ve ogün bugündür, aslan gibi Amerikalý yým. Zaten bizim anti-amerikan lakýrdýlar ettiðimiz dönemde, bizim teþkilat Sovyet Sosyal emperyalizmine karþý ABD emperyalizmini müttefik ilan etmiþti. Yani esasen baþýnda da sonunda da Amerikalýydým, bizimkiler ABD karþýtlýðýný biraz abartýyorlar diyor. Yani tam bir delikanlý. Elbette bozulmuþ haliyle. Çünkü Aydýnlýk delikanlýyý bozar.
ÝÞTE ÖRNEK Taner Akçam ýn devrimci zamanlarýnda da, yazýp söylediklerine hiçbir sempati duymuþ deðiliz. Þimdi yazýp söyledikleri, utanç vericidir. Ama Aydýnlýkçý Hasan Yalçýn ýn sözümona Taner Akçam ý dönek bularak kaleme aldýklarýný görünce, beterin de beteri var deNisan 2002
fabrika
çürük yumurta
mek þart oldu. Taner Akçam, Alman aygýtý tarafýndan Türkiye hakkýnda yalan üretmeye memur edildi. Yoksa Türkiye nin buðdayý var, tütünü var, pamuðu var, zeytini var, üzümü var, inciri var, portakalý var, denizi var, gölü var, caðrafyasý var, ekonomisi var, siyaseti var, tarihi var, sanatý var, sanatýnýn binbir dalý var... Türkiye yi araþtýracak insan, bütün bu konular arasýndan neden þiddeti seçsin. Hadi aklýna þiddet geldi diyelim, ayrýca neden bir de iþkence gelsin? Hadi o da geldi, bununla birlikte insan niçin Ermeni soykýrýmý ný araþtýrmak istesin?... (Aydýnlýk, 17 Þubat 2002) Bütün faþistler böyledir. Yok mu kardeþim, memleketin kuþu kelebeði?...Onlarý araþtýrsana!.. derler, devletin þiddetine, iþkencesine, katliamýna maruz kalmýþ olanlarýn veya devletin þiddetinden, iþkencesinden, katliamýndan rahatsýz olup bu konularý araþtýranlara.. Biz de siyasi þubede böyle nasihatlara az maruz kalmadýk. Örnek olsun, devletin görevlileri vatandaþa bok yedirdiler ve hukuk sistemi içinde hakkýný arayamadý, haliyle Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesine baþvurdu deðil mi? Hasan Yalçýnlar þöyle homurdanýr: Kardeþim sen vatan hainisin. Utanmadýn mý, Türkiye yi emperyalistlere þikayet etmeye!.. Kendi memletimizde, baðýmsýz bir devletin vatandaþý olarak, devlet görevlilerinin zoruyla bok yemiþ olabilirsin. Ama bu milli bir durumdur. Kendi aramýzda yani, olur böyle þeyler. Yiyen de, yediren de Türkiyeli deðil mi? Yabancýya þikayet etmek nereden çýkýyor? Ayýp, çok ayýp ! Üstelik bu alçaklara da, þimdi derinlerine dalma hayaline kapýldýklarý devlet, etmediðini býrakmamýþtý. Utanmazlýðýn çukuruna nasýl böyle battýlar, diye soran olursa, cevabýmýz hazýr, tekrarlayalým: Aydýnlýk, delikanlýyý bozar. Bunlar döneniyle, dönmeyeniyle, bozuktur. Yani delikanlý olarak...
KORKUT EKEN YAKINDA ÇIKAR Susurlukçularý zor bela mahkum ettiler. Adamlar bando mýzýka, neredeyse devlet töreniyle cezaevine konuldular. El öpenler, kurban kesenler, alýnlarýna bir parmak kan sürenler ve doðal olarak, Türkiye seninle gurur duyuyor nümayiþleri ek-
fabrika Nisan 2002
sik deðil. Birinci Geleneksel Gýyabi Þilt Verme ve Kahraman Ýlan Etme þenlikleri de tamamlandý. Sýra neye geldi? Ali Sen Baskan, Fenerbahse Sampiyon bey ve diðer büyük Türk büyüklerine: Fenerbahçe eski Baþkaný Ali Þen in Cumhurbaþkaný Korkut Eken i affetsin önerisinden sonra, Saðlýk Bakaný Osman Durmuþ da Piþmanlýk Yasasý na bir madde eklenerek Eken in baðýþlanmasýný teklif etti. Dünkü Bakanlar Kurulu nda konuþan MHP li bakan, Bu kiþinin mahkum olup cezaevine girmesi, terör örgütleri tarafýndan sevinçle karþýlanýyor. Bundan böyle terörle mücadele için gönüllü eleman bulmak bile zor olur. Bu nedenle Korkut Eken in affedilmesi gerekir dedi. ...Bakan Türk (Adalet Bakaný oluyorlar), bu deðerlendirmeler ýþýðýnda tasarýnýn gözden geçirileceðini söyledi. Ýþlem tamamdýr. Þimdi makara geri sarýlacak... Ayný törenler, ayný þenlikler, ayný kurban kesip, parmakla kan sürmeler, ayný gurur duymalar. Önerimiz olacak, yüksek müsaadeleriyle: Bir yurttaþýn baðýmsýz mahkemelerce verilen cezasý, o cezadan hoþnutluk duyanlarýn kimliðine göre azaltýlýr veya arttýrýlýr diye bir hüküm, acaba ceza yasasýnýn baþýna eklenebilir mi? Ýþin madem ki böyle hukuki bir yönü var, deðil mi ama, hukuk devleti miz, bu yönü ihmal etmemeli. Yani o kanaatteyiz, haddimiz olmayarak...
RTE: RECEP TAYYÝP ERDOÐAN Artýk O ndan RTE diye sözediliyor. Fazilet i bölerken çok iyiydi, demokrattý, liberaldi, yumuþacýktý. Çocuklarýný Amerika da okutuyordu. Yani cici papa. Önce siyaset yasaklý olmasýna raðmen partiyi kurdu, kurucu genel baþkan oldu. Halbuki, þöyle demeliydi, þeriatýn kestiði parmak acýmaz. Baðýmsýz Türk yargýsýnýn koyduðu yasaða boynumuz kýldan incedir. Devletimiz nasýl münasip görürse efendim. Ama adam Kasýmpaþalý ydý, devlete postayý koydu. Üç vakte kalmaz, yasaðýný kaldýrýrlardý öbür
99
çürük yumurta
türlü yapsaydý, kimbilir. Sonra Ýçki yasaðý için referandum yapalým buyurdu. Bir de üstüne Çocuk yapýn, çoðalýn, Allah ne verdiyse. Nüfusumuzu azaltarak bizi tarihten silmek istiyorlar... demez mi? Köþe yazýlarýnda -de leri, -da larý, soru eklerini ayýrmak için lise edebiyat bölümü mezunu düzeltmen çalýþtýran yazarlar dahil ve Emin bey baþta koro oluþturdular: RTE kadar birikimsiz, alt yapýdan yoksun, cahil siyasetçi gelmedi bugüne kadar. Yani nerede Tansu Çiller deki müktesebat, nerede RTE !... Girdiði pek çok devlet memurluðu sýnavýnýn hiçbirisini kazanmayý baþaramamýþ Mesut Yýlmaz daki bilimsel yeterlilik... Babasý CHP nin önde gelenlerinden olduðu halde, o zamanlar YÖK olmadýðýndan, yazýldýðý iki üniversiteden de mezun olamayan Ecevit in kültürel derinliði.... Özal ýn Ret Kit ilmindeki eriþilmez vukufu... Ankara da, CHP li Kumbasar dan baþka hiçbir hocanýn asistanlýðýna kabul etmediði ve Kumbasar ýn desteðine raðmen, 15 yýl yardýmcý doçentlik yapan, doktorasýný bir türlü kimselere kabul ettiremeyen (Atilla Ýlhan hariç, o çok beðendi ve Cumhuriyet teki köþesinden üç gün tefrika etti.) Devlet Bahçeli nin akademik kariyeri... Erbakan daki zeka, feraset ve insicam... Demirel in herkeslere parmak ýsýrtan siyasi düþünürlüðü... Recep Tayyip Erdoðan bu büyük ilim, irfan abideleri karþýsýnda, gerçekten çok birikimsiz, alt yapýsýz ve cahil kalýyor. Öbür söyleyenler bir kenara, biz Emin Bey e inanýrýz. O maldan iyi anlar. Özal ýn seçim kampanyasýna kitap bile yazmýþtý. Tekelci medyanýn mühim siyasetçi ilan ettiði
100
eskiler ne ki, yeniler ne olsun? Böyle baþa, böyle þapka haliyle..
ÝKÝ GONZALES BÝRDEN Ertuðrul Özkök yazýyor: Bu kriz Türkiye ye iyi bir baþbakan kazandýrdý. Hoþgörülü, ekonomik gerçekleri bilen, iþ dünyasý ile barýþýk, sosyal sorunlarýn bilincinde, uluslararasý ve bölgesel sorunlarý sakin þekilde idare eden bir baþbakan. Bu siyasetin son yýllardaki en büyük simya mücizelerinden biridir. Son bir nokta. CHP Genel Baþkaný Deniz Baykal ýn da giderek ekonomik konulara açýk bir siyasetçi haline geldiðini belirtmeliyim. Yani, ekonomik kriz Türk solunda, biri yaþlý, öteki daha az yaþlý iki Felipe Gonzales yarattý. (25.1.2002) Domates, kriz boyunca hükümeti asla eleþtirmeyerek, hiçbir ekonomik veya sosyal politika önermeyerek; bu büyük siyasi baþarýsýnýn CHP oylarýný çok arttýrmýþ olacaðýndan emin bir þekilde, seçim barajý yükseltilmelidir diyerek göze girmeyi baþardý. Tekelci medya onu, mümkün olduðu kadar görüþlerini almayarak ödüllendiriyor. Aldýðý sadece görüntüsüdür. Odun keserken, harman yerinde, zeytin toplarken, kuzu severken, arabanýn önüne devrilen aðacý kenara çekerken.. Çünkü konuþmaya baþlayýnca, hala sanýyor ki, ne kadar çok konuþursa, halký o kadar CHP ye kazanacak, baþlýyor sonu gelmez bir gevezeliðe... Sus, seni Felipe Gonzales ilan edelim. Ertuðrul Özkök ün vaadi budur. Anketlerde CHP nin oyu %1 civarýnda
Nisan 2002
fabrika
fabrika Nisan 2002
101