HG-24.pdf

Page 1

kapak-33_Layout 2 12/11/11 10:15 AM Page 1

Ali Haydar Yıldız ile “Dinle Ahvalimi”

Halk sanatçısı Ali Haydar Yıldız ile “Dinle Ahvalimi” adlı albümü üzerine sohbet ettik. Esas olan örgütlü olmaktır diyen Yıldız ile müzikal yaşamı, güncel gelişmeleri ve Dersim tartışmalarını konuştuk 8 22-23

“Her yer Hopa, her yer direniş” Ankara’da görülen Hopa davası öncesi yüzlerce kişi adliye önünde toplanarak ‘hepimiz eşkiyayız’ diye haykırdı. Görülen dava sonucu 22 kişi tahliye oldu 8 sayfa 02

Halkın Günlüğü

10-20 ARALIK 2011 Yıl: 1 Sayı: 24 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

SÖZ YETKİ KARAR Kınamıyoruz kabulümüzdür fGÜNCEL 04-05 TC faşizminin halka yönelik saldırıları her geçen gün boyutlanarak artıyor. En ufak bir demokratik hak alma eyleminin dahi azgın devlet terörüyle bastırılmaya çalışıldığı, tutuklama furyasının toplumun her kesimini tehdit ettiği hakim sınıfların faşist saldırılarına son olarak Dersim eklendi. Dersim’de DHF’ye yönelik yapılan saldırılarda beş kişi tutuklanarak hapishaneye konuldu. DHF ülke genelinde yaptığı eylemlerle mücadeleye devam edileceği mesajını verdi.

Devrimci halkçı yerel yönetimler tartışıldı

Açlık sınırında yaşıyoruz

8

08-09

Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Dersim-Hozat ve Mazgirt belediyelerinin öncülüğünde gerçekleştirilen Devrimci-halkçı yerel yönetimler sempozyumunda ulusal ve uluslararası yerel yönetimler deneyimleri aktarılarak, sorunlar tartışıldı ve ortak mücadele vurgusu yapıldı. Sempozum sonunda önümüzdeki yıllarda uluslararası bir çalışmanın yapılması ve devrimci-halkçı belediyelerin ortak hareket etmesi gerekliliği vurgulandı.

Amed halkı; hepimiz KCK’liyiz

8

06-07

Halk Savaşı’nı güçlendirelim

8

16-17


2-3_Layout 2 12/11/11 10:33 AM Page 1

02 güncel haber

Hopa Davası görüldü

22’si tutuklu 29 kişinin yargılandığı Hopa- Ankara Davası’nın ilk duruşması Ankara Adalet Sarayı 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı Her geçen gün artan tutuklama ve gözaltı saldırılarına karşı seslerini yükselten yüzlerce kişi duruşmanın yapıldığı 11. Ağır Ceza Mahkemesi binasının önünde nöbet tuttu. Bina önünde bir araya gelen kurum temsilcileri de konuşmalar gerçekleştirdi. Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, yargılananın adalet olduğunu ve yargının ise bağımsız olmadığına vurgu yaptı. ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Terörle Mücadele Yasası’nın hiç tartışılmadığı koşullarda yeni anayasa tartışmalarının anlamsız olduğunu ve devrimci önderleri anmanın hala suç olarak görüldüğüne dikkat çekti. TKP Genel Başkanı Erkan Baş ise, tutuklamaların AKP’ye boyun eğmeyenleri hedef aldığını söyleyerek tutukluların derhal serbest bırakılmasını talep etti.

Tutuklu sayısında ilk sıradayız BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan da, asıl Hopa halkını eşkıya ilan edenlerin eşkıya olduğunu, AKP’nin kendisi gibi düşünmeyen herkesi yazılmamış kitap, puşi takma ya da yasal kitaplar okudukları için tutukladığını hatırlattı. Siyasi tutuklu sayısında dünyada ilk sıralara girdiğimizi sözlerine ekleyen Kaplan, “Hopa davası devletin utanç, bizlerin ise onur davasıdır, onlar zalimlik, cellatlık ettikçe bizler çoğalmaya devam edeceğiz” dedi. Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri adına konuşan KESK Genel Başkanı Lami Özgen de katleden zihniyetin, bunu protesto edenleri ise düşman ilan ettiğini söyledi. TMK 220’nin başta olmak üzere tüm antidemokratik düzenlemelerin bugünün DGM’si özel yetkili mahkemelerce kalkan yapıldığını belirten Özgen, tutukluların ne adı ne de sanı olan örgüt üyelikleriyle yargılandığını hatırlattı, “Adaletin çivisi çıktı” dedi. Tutuklu aileleri de aylardır eğitim hakları gasp edilen çocuklarının, serbest bırakılmalarını talep etti. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel’in yanı sıra aralarında Umut Oran, Tolga Çandar, Sezgin Tanrıkulu, Süleyman Çelebi’nin de bulunduğu CHP milletvekillerine de söz verildi.

Tüm tutuklular tahliye edildi Salonun küçük olması gerekçesiyle ailelerden 3’er kişi ve kurum temsilcileri dışında kimsenin alınmadığı mahkeme salonunda yaklaşık 120 avukat savunma yapmak üzere hazır bulundu. İlk olarak avukatların görevsizlik kararını reddeden mahkeme heyeti, sanıkların ve avukatların savunmasının ardından savcının mütalaasını aldı. Savcı, sanıklardan Göksel Ilgın, Ozan Sürer, Eda Dışkaya, Cüneyt Çakır, Fırat Konukçu'nun tahliyesini istedi. Avukatların bir bütün olarak tahliyelerini istedikleri müvekkilleri de savunmalarında tüm suçlamaları reddederek, özellikle gözaltında gördükleri işkence ile kötü muameleleri deşifre ederek tahliyelerini istediler. Mahkeme heyetinin verdiği aranın ardından tüm yargılananlar için tahliye kararının çıkmasıyla mahkeme önünde bekleyen kalabalık ortak bir açıklama yaparak Sakarya Caddesi’nden dağıldı. Yapılan açıklamada bundan sonra da AKP'nin hukuksuzluklarını dile getirmek için daha toplu mücadele edileceği belirtildi.

Saçımızı kestik bizi de alın Saç kestirmenin dahi suç sayılmasını protesto eden akademisyenler ve milletvekilleri de Hopa davası iddianamesini protesto ederek tutuklulara destek vermek için saçlarını kestirdi. “Öğrencime dokunma, saçının bir teline bile” diyen Ankara Üniversitesi öğretim görevlileri ve öğrencileri, Aydın Ördek, Berkay Aydın, Metin Özuğurlu, Yüksel Akkaya ve Eğitim Sen Ankara Üniversiteler Şubesi temsilcisi Umut Kara’nın yanı sıra BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de protestoya katılarak “Saçımızı kestik bizi de alın” dedi.

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

On binlerce emekçi

Son yıllarda ezilen-emekçilere karşı artan devlet terörünü protesto etmek için alanlara çıkan on binlerce emekçi “faşizme geçit vermeyeceğiz” dedi

KESK, DİSK, TMMOB ve TTB tarafından; özel yetkili mahkemelerin ve Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması, gözaltı ve saldırıların durdurulması, tutukluların serbest bırakılması talebiyle 3 Aralık Cumartesi günü Ankara, İstanbul, İzmir, Adana başta olmak üzere 22 ilde kitlesel mitingler gerçekleştirildi. Mitinglere, siyasi partiler, sendikalar, meslek odaları ve demokratik kitle örgütleri de katılarak destek verdi. ADANA- Saat 13.00’da 5 Ocak Meydanı’nda “Faşizme karşı omuz omuza” pankartı ve hazırlanan dövizler eşliğinde bir araya gelen kitle “Yaşasın demokrasi mücadelemiz”, “Yaşasın halkların kardeşliği/biji bıratiya gelan", "KESK'li tutsaklar onurumuzdur","Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz", "Zafer direnen emekçinin olacak" sloganları eşliğinde İnönü Parkı'na yürüdü. Burada basın açıklaması gerçekleştirildi. "Özel yetkili mahkemeler ve terörle mücadele yasası kaldırılsın, gözaltılar durdurulsun, hukuka aykırı tutuklanalar serbest bırakılsın" taleplerinin vurgusunun yapıldığı açıklamada; hükümetin en ufak bir hak arama ya da muhalif kimliğe dahi tahammül edemeyerek zor yoluyla baskı altına almaya çalışması teşhir edilerek "Ülkemizde devrimci bir dönüşüme ihtiyaç olduğu açıktır. Bu dönüşümü emekten, demokrasiden, özgürlükten ve barıştan yana olan güçler gerçekleştirecektir. Bu dönüşümü emek ve demokrasi mücadelesinin zor olduğunu bilen bizler gerçekleştireceğiz" denildi. Son olarak taleplerin dile getirilerek mücadelenin takipçisi olunacağı ifade edildi. Sembolik olarak bir dakikalık oturma eyleminin yapılması ve kamu çalışanlarının 21 Aralık tarihinde yapılacak olan iş bırakma eyleminin duyurusunun ardından eylem sonlandırıldı. Eyleme DHF'nin içerisinde bulunduğu çok sayıda devrimci-demokratik örgüt destek verdi.

Kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz ANTALYA-Aralarında Demokratik Haklar Federasyonu ( DHF)’nun da yer aldığı eylem saat 14.00’da Belediye İşhanı önünde başladı. Sloganlar eşliğinde Attalos heykeline doğru yürüyüşe geçen kitle sık sık ‘ Kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz”, “Baskılar tutuklamalar bizi yıldıramaz”, “Direne direne kazanacağız”, “Bıji Azadi” sloganları atıldı. Attalos heykelinin önünde sonlandırılan yürüyüşün ardından basın açıklaması gerçekleştirildi. Gerçekleştiren açıklama da şu ifadelere yerverildi; “Türkiye bir açık hava cezaevine dönüşüyor. Her yeni güne tutuklama haberleriyle başlıyoruz. İnsanca yaşamak isteyen işçiler, suyunu ve toprağını korumak isteyen köylüler, parasız eğitim isteyen öğrenciler, ülkemizde füze kalkanı istemeyenler, gerçeğin peşindeki gazeteciler, adalet arayan avukatlar yani haklarını arayan herkes tutuklanıyor. Tutuklamalar, seçilmiş milletvekillerine

Odak Dergisi okuru 7 kişi tutuklandı

ve belediye başkanlarına kadar uzanıyor. AKP hükümetini eleştiren, AKP politikalarına karşı çıkan herkes tutuklanma endişesi yaşıyor. Toplumsal muhalefet önce tehditle, soruşturmalarla, sürgünlerle, copla, biber gazıyla terbiye edilmeye çalışılıyor. Bu yetmeyince her an, herkesi içine alabilecek şekilde toplu gözaltı ve tutuklama ile bitirilmek isteniyor. Derelerine, çayına sahip çıkan onurlu Hopa halkı, parasız eğitim isteyen, devrimci önderlerin anmasına katılan gençler bu saldırılardan nasibini aldı.” İSTANBUL-İstanbul'da da işçiler, emekçiler, ilerici ve devrimci güçler kitlesel ve coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdi. Binlerce emekçi Taksim'de “AKP halka hesap verecek!” dedi. KESK Genel Başkanı Lami Özgen ile eylemin çağrıcısı örgütlerin yöneticilerinin de yer aldığı yürüyüşte aralarında DHF, BDSP, BDP, ÖDP, SDP, Halkevleri, EHP, Kaldıraç, ESP, DİP, EMEP, Tüm-İGD ve SODAP'ın da bulunduğu ilerici ve

Devletin devrimci- demokrat- yurtsever ve muhalif her kesime yönelik saldırıları, emperyalizmin emir erliğinde savaş öncesi hazırlığı çağrıştırıyor. Sistemleşmiş KCK operasyonlarının yanında hiçbir devrimci- muhalif hareketi es geçmeyen devlet bu kez 29 Kasım günü Odak Dergisi okurlarını hedef aldı. Odak yazarlarından ve Kadıköy Kültür Kafe’nin sahibi Doğan Baran’ın Kocaeli`nde gözaltına alınıp tutuklanmasının ardından, bir hafta dahi geçmeden Ankara, Denizli, Eskişehir ve Bolu'da 29 Kasım günü erken saatlerde Odak Dergisi okurlarının evlerine eş zamanlı baskınlar yapıldı. Odak okurları Sedat Yıldırım, Reyhan Alkıvılcım, Barış Onay, Umut Halit Nuray, Meltem Tuna, Hüseyin Arlıer ve Emrah Irmak gözaltına alındılar. Terörle Mücadele Şubesi


2-3_Layout 2 12/11/11 10:33 AM Page 2

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

03

alanlara indi rafından yapılan açıklamada, sisteme muhalif olan bütün kesimlerin hedeflendiği bu operasyonlarda her gün onlarca kişinin tutuklandığı, bütün demokratik tepkilerin bu tutuklamalara gerekçe olarak gösterildiği açık bir faşizmin yaşandığı süreçten geçildiğinden bahsedildi. Ayrıca İzmir merkezli 2009 yılında KESK’e yapılan operasyonda tutuklanan KESK üyelerine verilen cezalar ve muhalif kesimlerin müdafiliğini yapan avukatlara dönük tutuklamalarında coğrafyamızdaki muhalif güçleri haklı-meşru mücadelelerinden asla yıldırmayacağından bahsedildi. Yürüyüş boyunca ve yapılan açıklamada bir araya gelen yüzlerce kişi “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganlarını haykırdı. DHF’nin de destek verdiği eylem çekilen halaylarla son buldu.

Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük

devrimci güçler de yer aldı. “Özel yetkili mahkemeler ve Terörle Mücadele Yasası kaldırılsın, gözaltılar durdurulsun, tutuklular serbest bırakılsın!” şiarının yazılı olduğu siyah pankart taşınırken, kurumlar da dövizleriyle yürüyüşte yer aldı. "Faşizme ölüm tek yol devrim!", "Hepimiz Kürdüz hepimiz KCK'liyiz!", "KESK'li tutsaklar onurumuzdur!", "Yaşasın devrim ve sosyalizm!", "Yaşasın halkların kardeşliği!" sloganlarının atıldığı eylemde KESK Genel Başkanı Lami Özgen, “Bırakalım 'ileri'sini, en geri demokrasilerde bile olmayan uygulamalar günlük yaşamımızın bir parçası haline geldi.” dedi.

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz İZMİR-KCK operasyonları adı altında bütün muhalif kesimleri hedef alan gözaltı ve tutuklama saldırıları İzmir’de de protesto edildi. KESK, DİSK, TMMOB, TTB ‘nin öncülüğünde bir araya gelen devrimci demokrat yurtsever güçler Basmane Meydanı’ndan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin önüne kadar yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşün ardından KESK hukuk sekreteri Ali Kılıç ta-

ANKARA-Ankara’da emek ve demokrasi güçleri baskılara karşı sessiz kalmamak için sokaktaydı. Kolej Meydanı'nda toplanan yüzlerce kişi buradan Sakarya Meydanı’na yürüdü. Eyleme BDP milletvekilleri Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder, CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve devrimci-demokratik birçok kurum katıldı. Özel yetkili mahkemelerin ve terörle mücadele kanununun kaldırılması, gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi ve tutuklu bulunanların serbest bırakılması taleplerinin dile getirildiği eylemde, “Her yer Hopa her yer direniş, “Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atıldı. Emek ve demokrasi güçleri adına Sakarya Meydanı’nda bir açıklama yapan DİSK Genel Başkan Vekili Tayfun Görgün, AKP’nin muhalif olan herkesi hedef aldığını belirterek “Türkiye'nin açık cezaevine dönüştüğünü” söyledi. Görgün, “AKP hükümetini eleştiren ve politikalarına karşı çıkan herkes tutuklanma korkusu yaşıyor” dedi. “Artık yeter diyoruz. Bu gidişata son verilmelidir. Onlar son vermese bile bizler son vereceğiz. Ülkemizde devrimci bir dönüşüme ihtiyaç olduğu açıktır. Görgün açıklamasını şu ifedelerle sonlandırdı, “Bu nedenle diyoruz ki özel yetkili mahkemeler kaldırılsın, Terörle Mücadele Kanunu kaldırılsın, gözaltı ve tutuklamalara son verilsin, tutuklananlar serbest bırakılsın.” Diyarbakır, Malatya, Afyon, Mersin ve birçok ilde de binlerce emekçi sokaklara çıkarak AKP’yi protesto etti.

polislerince gerçekleştirilen baskınlar sırasında evlerde yapılan aramalarda müzik ve film CD’ lerine el konuldu.

yer alan stikır ve flamalar yırtılırken, tutsaklardan gelen mektup ve tebrik kartlarına da el konuldu.

Ankara temsilciliğine polis baskını

Dört gün boyunca gözaltında tutulan Odak okurlarının tamamı Ankara’da görülen mahkemede tutuklanarak Sincan F Tipi Hapishanesi’ ne gönderildiler.

Aynı gün sabah saatlerinde Odak Dergisi Ankara temsilciliği de terörle mücadele ekiplerince basıldı. Kilidi kırılarak girilen büroda bulunan tüm bayrak ve pankartlara, birçok kitap ve CD’lere el konuldu. Arama sırasında dağıtılan büroda

Öte yandan operasyonu protesto etmek için Ankara Yüksel Caddesi’nde yapılan basın açıklamasına aralarında DHF’nin de bulunduğu devrimci- demokrat kurumlar destek verdiler.

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

‘PARLAYAN HER ŞEY ALTIN DEĞİLDİR’ eori ve Politika Dergisi’nin 56-57. sayısında Ferhat Şirin tarafından gazetemizin de muhatap olduğu “ABD yarattığı Frankenstein’ı mı öldürdü?” başlıklı bir yazı çıktı. Söz konusu yazı Mayıs 2011’de ABD tarafından öldürülen El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in ölümü üzerine gazetemizde ve Özgür Gelecek Gazetesi’nde çıkan değerlendirmeleri konu alan (adına eleştiri denilse de eleştiriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan) bir makale. Ferhat Şirin’in kaba, seviyesiz ve amacın üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu her satırından anlaşılan yazıya ilişkin düşüncelerimizi kısaca ifade ettikten sonra, bir kez daha bu ve benzer durumdalarda ki tavrımızı aktaracağız. Ferhat Şirin beş sayfalık eleştiri (!) yazısında ne gazetemizde ne de Özgür Gelecek gazetesinde konuya ilişkin çıkan yazılardan tek bir kelime bile alıntı yapmadan eleştiri yürütüyor. Konuya giriş yapmadan önce oldukça kaba bir tarzda Kaypakkaya geleneğini temsil eden güçler arasındaki mevcut duruma atıfta bulunarak “…Halkın Günlüğü için bu konu özgülünde Özgür Gelecek ile hemfikir olmak muhtemelen sevindiricidir…” diyen Şirin burada eleştiri adı altında aklınca belden aşağıya vurarak okurun zihnini meşkul etmeye çalışıyor. Evet, bay bilgiç bizler devrimci-komünist dostlarımızla, yoldaşlarımızla vuku bulan olayları değerlendirirken aynı bilimsel özden beslenmeyi önemser ve böylesi durumlara seviniriz. Kendisine devrimciyim diyen herkesin de aynı tavrı göstermesi gerektiğine inanırız. Ferhat Şirin kaleme aldığı yazının tümünde Kaypakkaya’nın ölüm yıldönümü ve Bin Laden’in öldürülmesinin aynı sürece tekabül etmesinden kaynaklı yaptığımız değerlendirmeler dolayısıyla “Kaypakkaya’nın hatırasına saygısızlık” yaptığımızı iddia etmektedir. Yazıda asıl konudan fazla yer kaplayan Kaypakkaya ve ardıllarının arasındaki farklılık(!) meselesiyle yazar yine üstten bir yaklaşımla asıl saygısızlığı yapmaktadır. Bugün Kaypakkaya’nın mirasına sahip çıkıp-çıkmama türlü ger eksiz tartışmalara girmektense bu mirası pratik olarak nasıl yaşama geçirip-geçiremediğimizle ilgilenmekteyiz. Şirin, Kaypakkaya ve aramızdaki bağı yeterince incelemiş olacak ki nihayet asıl konuya dönüyor ve incilerini burada da dökmeye devam ediyor. Aşağıda yazılanlar kendisine devrimciyim diyen bir şahsın kaleminden çıkan cümlelerdir “Usame Bin Ladin emperyalist-kapitalist dünyaya savaş (İslami terminolojide ‘cihad’) ilan etmiş, varını yoğunu, tüm enerjisini buna adamış, buna uygun olarak konumlanmış ve yaşamış büyük bir İslam devrimcisidir; emperyalistkapitalist dünyanın baş temsilcisi ABD’ye karşı amansız bir savaş yürüten İslam ordusunun başkomutanıdır.” Bu belirlemelerinden dolayı öncelikle Şirin’e teşekkür etmek gerekiyor; ülkemiz ve dünya haklarının bilincini bu denli aydınlatıp çağımızın en büyük devrimcilerinden(!) birini bizlere tanıttığı için. Şirin bu harikulade belirlemeleri yaptıktan sonra önce tarihte bir gezinti yapıp sonra da PKK’yi örnek göstererek Taliban ve Bin Ladin’in halka önderlik eden devrimci örgütler ve önderler olduğu sonucuna ulaşıyor. Bu sonuca ulaşmakla da kalmıyor bizlerin de (“Kaypakkaya’yı anmak ve günümüzde Kaypakkayacı olmak” ın gerekliliği olarak) “kahrolsun ABD emperyalizmine, şan ve şeref olsun Usame Bin Ladin’e” diye haykırmamız ve selama durmamız gerektiğini salık veriyor. Çünkü son on senedir başta ABD olmak üzere emperyalizmin bütün hışmını üzerine çekmiş, her türlü işkenceden geçip en amasız saldırılara göğüs germiş olan, biz sözde “komünistler-Kaypakkayacılar” değil Usame Bin Ladin ve taraftarlarıymış.

T

Dünya üzerinde devrimci-komünistleri ciddiye dahi almayacak kadar önemsiz gören emperyalizm bütün enerjisini İslami güçlere harcıyormuş. Evet, kısaca aktarmaya çalıştığımız bu belirlemelerin tümü “Marksist bir merkez olma” iddiasındaki bir yayın organının yazarlarından birine ait. On yıllardır ülkemizde ve dünyada devrimci-komünistlerin yarattığı değerlerin, ödediği bedellerin üzerini bir kalemde silip, devrimciliklerini sorgulayan, itibarsızlaştırmaya çalışan Bay Şirin’e sormak lazım; emperyalist-kapitalist sistemin onlarca yıldır her türlü imkanı ve araçlarıyla, bütün baskı ve zorbalıklarıyla sindirmeye çalıştıkları, karşılarında mücadele ettikleri güçler kimlerdir acaba? Guantanamo’da işkence izi arayacağına ülkemiz hapishanelerine, bu hapishanelerde türlü işkencelerle katledilen, sakat bırakılan, tecridin ve tretmanın en barbarcasına maruz kalan devrimci-komünistlere bakmasını salık veririz Bay Şirin’in. Bugün ülkemizde ve dünyada komünizme karşı mücadele adı altında seferber edilen imkânlara ve kullanılan araçlara bir kez daha bakmasını isteriz. Şirin bedel ödeme, mücadele etme noktasında oldukça sakat ve tehlikeli bir şekilde kıyaslamaya gitmiş ve devrimcileri aklınca mücadele etmeyen, bedel ödemeyen kimseler olarak göstermeye çalışmıştır. Güzel bir söz vardır “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye. Devrimci-komünistlerin tarihini merak edenlerin dönüp onlarca yıllık dünya tarihini incelemelerini öneririz. Ferhat Şirin’in haddini aşan, eleştiri sınırlarını zorlayan yazısının çoğunu üstteki başlıklar oluşturduğu için bizler de yazımızın büyük bir kısmını bu başlıklara ayırmak durumunda kaldık. Meselenin aslına ilişkin yaklaşımda da Ferhat Şirin gibi kaba bir bakış açısına sahip olmadığımızı ifade edelim. Bizler bir kişinin, kurumun, hareketin, örgütün vs. niteliğini belirlerken sınıfsal zeminini, ideolojik dünya görüşünü, sahip olduğu programı ve siyasi-pratik hattını irdeleriz. Dünden bugüne dünya üzerinde çeşitli kesimler arasında cereyan eden çatışmalarda ısrarla bir tarafa tutunmaya çalışan anlayışlarla aramızda derin farklar vardır. Devrimci-komünistler gerici kamplar arasında tercih yapmazlar. Her zaman halkın devrimci önderlikler altında örgütlenmesine çalışır, bunun için mücadele ederler. Bedel ödeme, işkence görme gibi parametreler üzerinden yapılacak aksi değerlendirmelerin hepsi burjuvaziye hizmet eder. Sayısal olarak an itibariyle Ergenekon adı altında yapılan operasyonlarda tutuklu olanların sayısının birçok devrimci örgütün tutsaklarından çok olduğunu hesaba katarsak Ergenekon operasyonunda tutuklanan birçok faşist generalin, tetikçinin devrimci olduğu sonucuna mı varacağız? Böylesi sakat anlayışlarla meselelere yaklaşımın varacağı istasyon burjuvazinin durağıdır. Emperyalizmin dünya genelinde ve özelde Ortadoğu coğrafyasında yürütmekte olduğu emperyalist işgallere, kirli savaşlara tereddütsüz bir şekilde karşı dururken bu karşı duruşu bölgedeki gerici-feodal güçlere yedeklemek oldukça sakat bir anlayış olur. Irak’ta Saddam’ın halka karşı yıllarca uyguladığı zulmü bir kenara bırakarak sırf emperyalistler başına ödül koyup, her yerde bütün imkanlarını seferber edip onu aradıkları için devrimci mi ilan edeceğiz? Bir meseleyi ele alırken onu bütün yönleriyle incelemek, buna göre bir sonuca varmak gerekiyor. Ferhat Şirin sadece bu yazısında değil diğer başka bazı yazılarında da benzer yaklaşımlar içindedir. Yazara tavsiyemiz bu durumunu gözden geçirerek daha mütevazi, meselelere vakıf bir yaklaşım sergilemesidir.


4-5_Layout 2 12/10/11 7:36 PM Page 1

04 güncel 19 Aralık davasında ‘hapşırtan’ gerçekler 2 Aralık 2011 tarihinde, Bakırköy Adliyesi’nde, 19 Aralık Bayrampaşa katliam-operasyonuna katılanlarla ilgili açılan davaya devam edildi 19-22 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishaneye eş zamanlı düzenlenen “Hayata Dönüş” katliamoperasyonu sırasında Bayrampaşa Hapishanesi’nde 12 devrimci tutsağın katledildiği Bayrampaşa Hapishanesi davasının 4. duruşması 2 Aralık 2011 tarihinde Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Duruşmaya Yücel Sayman, Metin Bakkalcı, katliamı yaşayan tanıklar ve aileleri ve onlarca avukat katıldı. Duruşmaya tutuksuz olarak yargılanan 39 erden ise hiçbiri katılmadı. Katliam saldırılarının gerçekleştirildiği dönemde İstanbul Barosu Başkanı olan Yücel Sayman, mahkemede verdiği ifadesinde ölüm oruçlarının bitirilmesi ve F tipi hapishanelerin tartışmaya açılması için Adalet Bakanlığı ve tutsaklarla görüşmeler yaptıklarını hatırlatarak, operasyon yapılacağının önceden bilindiğini, sonrasında da bakanlıklardan bu yönde açıklamalar yapıldığını belirtti. Sayman, 18 Aralık 2000 tarihinde 08.00-16.00 saatleri arasında bakanlıklarla görüşmelerinin sürdüğünü, toplantının sonunda da yeni bir toplantı önerisi getirdiklerini ancak önerilerinin bakanlık tarafından kabul edilmediğini belirterek, bu toplantının yapılması halinde belki de çözüme ulaşabileceklerini, fakat görüşmelerin bir anda Adalet Bakanlığı tarafından kesildiğini belirtti.

Operasyon biliniyordu Katliamın yapıldığı dönem Türk Tabibler Birliği ikinci başkanı olan Metin Bakkalcı da 2 Aralık 2000'den itibaren görüşmelere katılıp dahil olduğunu ve 8 Aralık 2000 tarihinde Bayrampaşa Hapishanesi’nde tutsak temsilcileri ile yapılan görüşmelere katıldığını, bu görüşmeler sırasında ise hapishanede isyan olacağına dair herhangi bir izlenimi olmadığını, aksine hapishane yönetiminin kontrolü altında olduğunu aktardı ve 14 Aralık 2000 gecesi görüşmelerin bir anda bakanlık tarafından bitirildiğini belirterek, daha sonrasında o dönem İçişleri Bakanı olan Saadettin Tantan'ın “operasyon biliniyordu” sözlerini hatırlattı ve kendisinin de bu kanıda olduğunu söyledi.

‘Yüzleşmek istiyoruz’ Duruşmada katliamı yaşayan; Mehmet Boztepe, Emin Gökturna ve Türker Kazak da saldırıda

yaşadıklarını aktardıktan sonra şikayetçi olduklarını ve sanıklarla yüzleşmek istediklerini ifade ettiler. Duruşmada ayrıca, 19 Aralık 2000 günü Bayrampaşa Hapishanesi’nde yaşamını yitiren Murat Ördekçi'nin annesi Fatma Ördekçi ve ağabeyi Mehmet Ördekçi müdahillik talebinde bulundu. JGK’ dan “hapşırtan” yalanlar! Mahkeme tarafından Jandarma Genel Komutanlığı'ndan olay günü görevli personele ilişkin bilgiler ve olay günü kimyasal gaz kullanılıp kullanılmadığı bilgisi istenmişti. Mahkemenin talebi doğrultusunda Jandarma Genel Komutanlığı'ndan gelen cevapta personel listesinin olmadığı belirtilirken, mahkemenin kimyasal gaz kullanılıp kullanılmadığı yönündeki sorusuna ise envanterde kimyasal silah bulunmadığını, sadece ‘toplumsal olaylar ve cezaevi olaylarına müdahalede kullanılan göz yaşartıcı gaz ve hapşırma(!) etkili biber gazı kullanıldığı’ belirtiliyor.

Video kaydı yok! Mahkemenin olay gününe ait video kayıtlarının talebine karşılık ise Emniyet Genel Müdürlüğü'nden gelen yazıda olay anına ilişkin video kaydı olmadığı iddia edildi. Mahkemenin verdiği bilgiler üzerine ise avukatlar jandarma ve emniyetin, personel listesi ile kamera kayıtlarını göndermeyerek mahkemeden delil sakladığını belirterek, ilgili kurumlar hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ettiler. Ayrıca operasyonu yöneten komutanlardan Zeki Bingöl'ün dinlenmesini isteyen avukatlar, diğer tanıkların ve mağdurların da duruşma salonunda dinlenmelerini istedi.

Bir sonraki duruşma 19 Mart 2012’ de görülecek 2 Aralık günü saatlerce süren duruşma sabah saat 10. 15 sularında başladı. Bir önceki duruşmada, operasyonla ilgili imzalanan belge hakkında incelenme istenmiş, bunun sonucunda ise belgenin altındaki iki imzanın sahte olduğu, diğer iki imza sahibinin ise İstanbul'da o dönemde bulunmadığı açığa çıkmıştı. 4. duruşmada ise, operasyon zamanında yetki ve sorumluluğu bulunan ve sonrasında Bayrampaşa katliam-operasyonunu anlatan bir kitap da yazan jandarma yüzbaşısı Zeki Bingöl, Cumhuriyet Savcısı Ferzan Çitici'nin dinlenmesi, haklarında dava açılan sanıkların yeniden mahkemeye sevk edilmesi yönünde kararlar alındı. Bir sonraki duruşma 19 Mart'a 2012’ye ertelendi.

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

Kınamıyoruz; Kabulümüzdür Dersim’de DHF’ye yönelik yapılan tutuklama saldırısına karşı ülke genelinde protesto eylemleri gerçekleştirildi

Kolluk kuvvetleri tarafından Dersim’de DHF’ye yönelik yapılan tutuklama saldırısına karşı DHF; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya ve Dersim’de 9 Aralık’ta protesto yürüyüşleri ve basın açıklamaları gerçekleştirdi. DERSİM- Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun çağrısıyla bölge merkezlerinde, gözaltı ve tutuklama saldırılarına karşı yapılan eylemlerin ilki Dersim'de gerçekleştirildi. BDP, EMEP, ESP, Partizan, Halk Cephesi gibi demokratik ve devrimci kurumların da temsilciler düzeyinde katılım gösterdiği eylemde, DHF şahsında, Dersim halkının barajlara, karakollaşmaya, yozlaşmaya ve cemaate karşı mücadelesine yönelik tutuklama terörü teşhir edildi. Tutuklamalara karşı Sanat Sokağı'nda bir araya gelen kitle, "Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez", "Kahrolsun faşist diktatörlük", "Faşizme karşı omuz omuza", "Yaşasın devrimci dayanışma" sloganları atarak Yeraltı Çarşısı'na yürüdü. Yapılan yürüyüşün ardından DHF adına basın açıklaması okundu. DHF tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Yaşadığımız her gün; ülkenin dört bir yanında işçilere, köylülere, emekçilere, ezilenlere dönük kapsamlı gözaltı operasyonlarıyla ve hiçbir akıl kırıntısı dahi taşımayan gerekçelendirmelerle gerçekleştirilen tutuklama kampanyalarıyla örülü hale gelmiştir. ‘90’lara dönüş tartışmaları’ komedisi, askeri faşist darbe dönemlerini dahi geride bırakan açık bir şiddet ve zorbalık gerçekliğinde yok olmuştur! İstisnasız her gün işçiler, köylüler, emekçiler, sendikacılar, avukatlar, akademisyenler, öğrenciler ve ezilenler ile halkın devrimci, demokratik örgütlü güçleri, ‘terör örgütü’ klişesi altında gerçekleştirilen siyasi operasyonlara maruz kalmaktadır. Ülkemiz hapishaneleri, bugün sayıları on bine yaklaşan siyasi tutsaklarla dolmuştur ve yeni hapishaneler hızla inşa edilmeye devam edilmektedir.” Basın açıklamasının okunmasının ardından eylem mücadele çağrısıyla sonlandırıldı. İSTANBUL- DHF’ye yönelik tutuklama terörünü protesto etmek için Galatasaray Lisesi önünde bir arayan gelen kitle “Gözaltılar, baskılar, tutuklamalar bizleri yıldıramaz, kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz” pankartı arkasında kortej oluşturarak yürüyüşe başladı. Sık sık “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganları atan kitle alkış ve zılgıtlarla Taksim Meydanı’na yürüdü. Burada DHF adına yapılan basın açıklamasında “İstisnasız her gün işçiler, köylüler, emekçiler, sendikacılar, avukatlar, akademisyenler, öğrenciler ve ezilenler ile halkın devrimci, demokratik örgütlü güçleri, Kürt ulusunun demokratik hak taleplerini savunanlar ‘terör örgütü’ klişesi altında gerçekleştirilen siyasi operasyon-

larla maruz kalmakta ve tutuklanmaktadır” denilerek tüm bu saldırılara karşı mücadele çağrısı yapıldı. DHF tarafından yapılan protesto yürüyüşüne Kaldıraç ve BDSP’de destek verdi. Yapılan eylem slogan ve zılgıtlarla sonlandırıldı. ADANA- DHF Çukurova örgütlülüğü Adana’da devrimci, demokrat, yurtsever güçlerle birlikte bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Eyleme devrimci dayanışmanın verdiği kitlesel güç hâkimdi. Basın açıklamasına BDSP, Halk Cephesi, İHD, ESP destek verdi. DHF Mersin, Adana ve Hatay örgütlülüklerinin ortak örgütlediği basın açıklaması saat 18.00’da İnönü Parkı’nda gerçekleştirildi. Yapılan basın açıklaması “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”, “Kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz”, “Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz”, “İbo mahir deniz sürüyor sürecek mücadelemiz” sloganlarıyla sonlandırıldı. İZMİR - Gözaltı saldırıları İzmir’de yapılan basın açıklaması ile protesto edildi. Saat 18.00’de Sümerbank önünde yapılan basın açıklamasında sık sık “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”, “Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz” sloganları atıldı. Alınteri, BDP, BDSP, Devrimci Hareket, İHD, Halk Cephesi, Kaldıraç, Partizan ve Mücadele Birliği’nin de destek verdiği eylem basın metninin okunmasının ardından atılan sloganlarla sonlandırıldı.

Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez ANKARA- DHF Ankara örgütlülüğü saldıları Yüksel Caddesi’nde protesto etti. “Demokratik haklar mücadelemiz engellenemez!”. “Tutsaklara özgürlük kahrolsun faşist diktatörlük”, “Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz”, “Gözaltılar, tutuklamalar baskılar bizi yıldıramaz”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganlarının atıldığı potesto eylemine Partizan, Kaldıraç, ve BDSP de destek verdi.


4-5_Layout 2 12/10/11 7:36 PM Page 2

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

05

MAYA

SERVER BİR AYDINLANMA SAVAŞÇISI

B

DHF’ye yönelik tutuklama terörü Hakim sınıfların tutuklama saldırıları yoğunlaşarak devam ediyor. Neredeyse her gün birilerinin ‘terör örgütü üyeliği’ gerekçesiyle tutuklandığı ülkemizde son olarak 5 Aralık günü DHF Dersim örgütlülüğüne yönelik tutuklama saldırısı gerçekleştirildi. 5 Aralık günü Dersim Demokratik Haklar Derneği (DDHD)’nin kapısını kırarak derneği talan eden ve çeşitli evlere baskın düzenleyen kolluk kuvvetleri Dersim’de dört, İstanbul’da bir kişiyi gözaltına aldı. Evlere ve kurumlara eş zamanlı yapılan baskınlarda Evrim Konak, Murat Kur, Hıdır Yıldız, Deniz Kırbağ ve Tuğçe Özgül gözaltına alındı. Gözaltına alınan beş DHF’li 6 Aralık tarihinde çıkarıldıkları Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tutuklanarak Malatya E Tipi Kapalı Hapishanesi’ne götürüldüler.

Yapılan açıklamada, istisnasız her gün köylülerin, emekçilerin, sendikacılarıııııın, avukatların, akademisyenlerin, öğrencilerin, ezilenler ile halkın devrimci, demokratik örgütlü güçlerinin “terör örgütü” klişesi adı altında siyasi operasyonlara maruz bırakıldığı vurgulandı. Üç gün önce Dersim DHF temsilcisi Evrim Konak ile DHF üyeleri Murat Kur, Deniz Kırbağ, Hıdır Yıldız ve Tuğçe Özgül’ün tutuklandığının hatırlatıldığı açıklamada, derneğin kimse yokken kapılarının kırılması, arama bahanesiyle talan edilmesi ve aynı şekilde evlerde de benzer uygulamaların yaşanması teşhir edildi.

hâkim sınıfların dikkatlerini çekmiş ve komplolarla saldırılar yaşanmıştır. Bu minvalde, sadece Eylül 2007’den Aralık 2011’e geçen üç yıllık sürede, Konya’da, Sivas’ta, Malatya’da, Amed’te, Adana’da, Mersin’de, Hatay’da, Antep’te, İzmir’de, Balıkesir’de, Zonguldak’ta, İstanbul’da son olarak da geçtiğimiz hafta içerisinde Kocaeli’nde ve Dersim’de gerçekleştirilen operasyonlarda birçok profesyonel kadrosu, yüzlerce üyesi ve taraftarının gözaltına alınmasına, onlarcasının tutuklanmasına karşın örgütsel bir istikrar yakalayabilmiş ve tüm bu ideolojik ve politik mücadelesini ilerletebilmiştir.

ANTALYA- Antalya Attalos heykeli önünde saat 16.30’da toplanan DHF’liler “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”, “Direne direne kazanacağız” , “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” , “Kahrolsun faşist Kemalist diktatörlük” sloganları atarak basın açıklaması yaptı. Gerçekleştirilen açıklamada, “DHF’nin, ülkemiz sınıf mücadelesi gerçekliği temelinde belirli yerellerde ve alanlarda yoğunlaşan çalışmaları ve kitleselleşmesi, özellikle halk düşmanlarının ve

DHF, örgütlü işçileri, köylüleri, emekçileri, gençliği ve tüm kadınlarıyla; fabrikalarda, atölyelerde, sendikalarda, iş yerlerinde, okullarda, yoksul emekçi mahallelerde halkın demokratik hak talepleri için eylemlerinde, Yeni Demokrasi perspektifiyle; örgüte ve örgütçülüğe dün olduğundan daha fazla vurgu yaparak, örgütlenerek, yaygınlaşarak, çoğullaşarak, bu saldırıları kitle hareketleriyle boşa düşürecektir.” dendi. Basın açıklaması sloganlar eşliğinde sonlandırıldı.

≫ arif bilgin

u yazıyı Dersim Sokırımı’nın gündemi işgal etmesi nedeniyle gecikerek yazıyorum. Server Tanilli adıyla ilk karşılaşmam, “Uygarlık Tarihi” ile ilgili yargılama, basın haberleri ve entelektüel ilgi yoluyla olmuştu. 1 Mayıs 1977 katliamından sonra, arkadaşlarla İstanbul’da TÖB-DER ve TÜMDER içinde Devrimci Mücadele Birliği adı altında çalışma başlatmıştık. Bir süre sonra Bülent Tanör ve Hasan Girit de bu çalışmaya katkı sunmaya başladılar. Bu arada grubumuz TÖB-DER’de bir panel düzenleme kararı aldı. Girit ve Tanör’ün önerisiyle Server Tanilli hoca da panelist kadrosuna dahil edildi. Hepimiz çok sevinmiştik. Panelimize birkaç gün kala 7 Nisan 1978 akşamı Server Tanilli’nin vurulduğu haberi geldi! Şok içindeydik. Panel iptal edildi tabii. Onun ardından yakın dostlardan liseden hocam Doğan Erdoğan, Ümit Kaftancıoğlu ve hepimizin sevimli delikanlısı Mehmet Günalp kısa aralıklarla vuruldular ve tabi ki daha sayısız aydın devrimci ve Alevi de... Yüreğimiz öfke doluydu. Sonra 12 Eylül’ün karanlığı pek çok yaşayan dostluklar gibi onu da kesintiye uğrattı. Tanilli yoğun bakımdan çıktıktan sonra tedavi için İngiltere, Almanya, Leningrad arasında bir süre gezinip durur. Sonunda Melikoff’un büyük özverisiyle Strasbourg’a yerleşir ve Strasbourg Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde ders vermeye başlar. Böylece görev yaptığı İstanbul Üniversitesi (İÜ) Hukuk Fakültesi, Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu, Şişli İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’na Strasbourg Üniversitesi de eklenmiş oldu. Melina Melikoff, onun hayranı ve aynı zamanda en iyi dostlarından biriydi. Uzun tutsaklık yıllarından sonra yurtdışında Server Tanilli hoca ile yeniden karşılaştık. Uğur Mumcu, Turan Dursun, Musa Anter, Sivas-Madımak katliamlarının ardı ardına yürek burktuğu yıllardı. IWAA (Uluslararası Yazarlar ve Sanatçılar Birliği), Stuttgart’ta, Türkiye‘deki aydın katliamı konusunda bir sergi ve kitle toplantısı düzenlemişti. Server hoca da gelmişti. Bu çalışmayı güzel sözlerle övdü ve uzun uzun sohbet ettik. Bu, ilk yakın temas tanışıklığımız oldu. Bir seferinde Strasbourg’da “Odyssee” deki sinema günlerinde Atıf Yılmaz’la görüşmeye gittiğimizde o da ordaydı; sinema konusundaki bilgisi şaşırtıcıydı. Sonraları sık sık karşılaşır olduk. Nerde kim çağırsa hiç yüksünmeden gider ve her panele veya gece konuşmasına özenle hazırlanır, etkili konuşmalar yapardı. Özellikle sosyalist dernekler ile Alevi dernekleri sık sık davet ederlerdi. En etkilendiğim konuşması, Mehmet Bekaroğlu’nun da konuşmacı olarak geldiği Lüdwigsburg’daki Sivas-Madımak katliamını kınama gecesindeki konuşmasıydı. “Konuşma”dan çok, gericiliğe karşı şiirsel kükreyişti aslında. O katliama karşı duyduğu öfkeyi asla unutamam, tekerlekli sandalyede yaşlı bir bilge değil de dimdik ayakta kükreyen bir aslandı sanki, yumruğu şiirsel bir tamlama içinde kürsüye indiğinde bütün salon ayaktaydı!.. Daha sonra Turan Dursun Gönüllüleri çalışma grubunda birlikte olmanın onurunu yaşadık. Zaten Muhammet Dursun, Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek-

okulu’nda öğrencisiydi. Turan Dursun 4 Eylül 1990’da katledilmeden önce Almanya’ya her geldiğinde, Offenburg yakınlarındaki Schloss Staufenberg’e uğrayıp orada şarap içmekten çok haz edermiş. Biz de onun anısına her Eylül’de orda buluşurduk ve tabii Tanilli’yle birlikte. 10 Şubat 2008’de Ştuttgart’daki panelde de birlikte konuşmacıydık. Geçen yıl arkadaşlar, “Hoca’nın artık Türkiye’ye dönmeye karar verdiğini” bildirdiler ve hep birlikte Strasbourg’daki evinde ziyaretine gittik. İlk kez evine gidiyordum. Bütün ev kitaplarla doluydu. Kitap yığınları arasında daracık koridordan geçerek, yorulduğunda üzerine uzandığı bir sekiye dizildik. Kendimi bir an için tıka basa kitap dolu bir kütüphanede hissettim. Çalışma masasının çevresi yeni eski çok sayıda Türkiyeli şairlerin kitaplarıyla doluydu. Aslında bütün sanatlarla çok içli dışlıydı. Mimarlık, resim, heykel, sinema, hepsiyle… Ziyaretimize çok sevinmişti. Hüzünlü sıcak kucaklaşmalardan sonra bizi kapıya kadar uğurladı. Fakat bunun son buluşma olacağını doğrusu hiç tahmin etmemiştim. Bir süre önce ailesinden insanların evini taşımaya geldiklerini ve bazı şeylerin çöpe atıldığını söylediler. Keşke evindeki bütün şeyleri uygun bir yerde, aynı o evdeki gibi bir müze olarak düzenleyip genç kuşakların nazarına sunabilseydik, çok iyi olacaktı! Bunu yapmak hala mümkün mü, bilmiyorum? 29 Kasım’da yaşama veda ettiğini ilkin Hüseyin Aygün’den öğrendim. Son uğurlama yolculuğunda maalesef elimizde olmayan nedenlerle bulunamadık. Arkadaşlardan ortak anılarına dair mesajlar aldım. Onun inceliğini anlatmak için Leyla Binici’nin aktardığı anısıyla bağlamak isterim. Melikoff’la birlikte hocayla sohbete giderler. Leyla, “Kadın mücadeleleri” konusunda fikrini sorar. Hoca anlamamış gibi, “var tabii” der ve yardımcısına “Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar-Kadın Sorununun Neresindeyiz?” kitabından bir tane getirmesini ister, imzalar ve verir. Yakın dostlarının eserlerinden habersiz oluşuna ironik bir yadırgamadır bu aynı zamanda, fakat artık onu Leyla düşünsün… Server Tanilli, Aydınlanma devrimi, özellikle de Fransız Devrimi konusunda uzman bir bilim insanımızdı. Zaten Cılavuz Köy Enstitüsü’nde “Sefiller” romanıyla başlayan teması, onu aydınlık peşinde koşan ve tam bir “Külliyat“ bırakan server bir aydınlanma savaşçısına dönüştürecekti. Artık; “hocam şu kitaplarınızdan birer tane benim için imzalar mısınız lütfen?” diyemezsek de 80 yıllık ömründe bize bıraktığı şu hazine için minnet ve şükran doluyuz. “Uygarlık Tarihi”,“Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş”,“Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?”,“Yüzyılların Gerçeği ve Mirası (6 Cilt)”,“Candide ya da İyimserlik”,“Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş”, “Değişimin Diyalektiği ve Devrim”, “Dünyayı Değiştiren On Yıl”,“Fransız Devriminden Portreler”,“Anayasalar ve Siyasal Belgeler”, “Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?”, “İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?”, “Din ve Politika”,“Voltaire ve Aydınlanma” Sonsuz sevgi ve hürmetle sevgili kocaman aydınlanma savaşçısı…


6-7_Layout 2 12/10/11 7:44 PM Page 1

ELEŞTİRİ SİLAHI

≫ emrah cilasun

DEVLETTE VE SUÇ ORTAKLIĞINDA TARİHSEL DEVAMLILIK ilmem, gördünüz mü? 28 Kasım akşamı, eski Enver Hocacı yeni Kılıçdaroğlucu vekil, Ahmet Hakan’ın “tarafsız bölge”sine çıktı ve programın sonuna doğru aynen şunları söyledi: “Ben bu tartışmanın, Atatürk’e, onun saygın kişiliğine katkı sağlayacağına inanıyorum. Ben kendim, başta Atatürk’e çok saygılıyım. Çünkü Cumhuriyet devrimi benim açımdan çok önemli… Ben, bu tartışmaların ulu önder Atatürk’e yararı olacağını düşünüyorum.” (Bkz. http://video.cnnturk.com/2011/programlar/11/29/chp-tunceli-milletvekilihuseyin-aygun-tarafsiz-bolgeye-konukoldu) Hey hat! Bir zamanlar Kaypakkaya camiasının kendisine dost seçtiği bu vekil, “ulu önder”ine methiyeler dizmekle meşgulken; ABD, AB, NATO, Arap Birliği ve Ankara hükümeti, son haftalarda hummalı bir şekilde Suriye üzerine kafa yormaktalar. Birkaç gündür, Fetullah Gülen cemaatinin öncülüğünde İstanbul ve Antep’te, “Arap Baharı” başlığı altında düzenlenen “Abant Platformunu” izliyorum. Katılımcıların, “Arap Baharı”ından yola çıkarak, ileriye dönük yaptıkları projeksiyonlara kulak kabartırken, bütün bu hummalı hazırlıklarla, Dersim “özrü” arasında bir ilişki olup olmadığı kafamı kurcalamaya başladı. Birinci oturumda Cengiz Çandar’ın yaptığı konuşmada dikkat çektiği bir husus, gelen dönemde emperyalistlerin ve onların “model ortağı” olan Türkiye’nin gözünü, neye doğru diktiğini haber vermektedir. Çandar, “İçine girilen ‘tarihi evre’de Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’da devrin iki sömürgeci gücü İngiltere ile Fransa tarafından Osmanlı toprakları üzerinde yapılan düzenlemelerin tedricen iptal edileceğini, yepyeni ve nasıl olacağı şimdiden kestirilemeyecek bir yeni düzenin ortaya çıkacağını” söylüyor. Devamla, “Ortadoğu’nun taksimini öngören belli değişiklikler olmasına rağmen esasları korunan 1916 Sykes-Picot Antlaşması’nın biçimlediği Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’nun görüntüsünün –hem içerik hem mevcut devletlerin sınır yapısı olarak- değişeceğini” öngörüyor. (Bkz. Radikal, 6. 12. 2011.) Bu “öngörü”, Türkiye’nin devlet geleneği göz önünde bulundurulduğu takdirde, hem tarihsel geçmişi itibariyle, hem de bugün, içeriye dönükmüş gibi yapılan siyasi manevralarla da uyumluluk arz ediyor. Tarihsel olarak Türkiye’nin devlet geleneğinden kastım şudur: Türk devleti, tıpkı devamı olduğu Osmanlı imparatorluğu gibi ilhakçıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrası, Osmanlı külleri üzerine bina edilen Ankara’nın, ilhak iştahı her zaman uluslararası konjonktürle başa baş gitmiştir. Şartların kendisi için olumsuz olduğu anlarda ilhak iştahını gelecek günlere saklamış ve soğukkanlılığını elden bırakmamıştır. Osmanlı’nın son günlerinde, Ankara’nın daha yeni yeni kurumsallaşmaya başladığı, 1920’nin Nisan’ında yaşananlar buna örnektir. Suriye ve Irak’ta, İngiliz ve Fransızlara direnen güçlerin Ankara’ya yaptıkları, “ortak federasyon ya da konfederasyon” önerisini Mustafa Kemal, “şimdilik olmaz, ileride belki” diyerek geri çevirmiştir. (Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 1, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 1985, s. 2-10.)

B

Fakat dünya şartlarının lehine olduğu anları ise katiyen kaçırmamış, gözünü diktiği toprağı derhal ilhak etmiştir. 23 Haziran 1939’da Türkiye’ye “katılma kararı alan” Hatay, böylesi bir ilhakın tipik örneğidir. Bu ilhakın, kısa tarihçesi de şöyledir:1938, emperyalist mali sermaye krizinin dibe vurduğu yıldır. Bir sene sonra kıta Avrupası’nda başlayacak savaşın tamtamları çoktan çalınmaktadır. Irak’daki İngiliz ve Suriye’deki Fransız birlikleri buralardan, ricat ederek, çıkacak savaşın ana muharebe alanına doğru kaydırılmışlardır. Ağır hastalığına rağmen Mustafa Kemal, Suriye hududuna bir seyahat düzenler. Burada askeri bir tatbikat yapılmasını emreder. Tatbikat esnasında derhal, 2 Eylül 1938’de Türkiye yanlısı Hatay Meclisi oluşturulur. (Bkz. Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1978.) Haklı ve meşru bir isyan olan Dersim İsyanı’nın, vahşi bir katliamla bastırılması da bu döneme denk gelir. 1938’deki Suriye, Hatay ve Dersim mevzusu o dönemin uluslararası konjonktürü göz önünde bulundurularak okunmalıdır. Bu, bir ayağıyla Dersim’de katliam diğer bir ayağıyla da Hatay’da ilhak üzerine oturtulan bir devlet politikasıdır. Bu devlet politikasının, mimarı da, sevk ve idare edicisi de vekilimizin “ulu önder”inin ta kendisidir. Tarih tekerrür etmez. Ama tarihle bugün arasında paralellikler kurmak mümkündür. 2011’in şu son aylarında, Türkiye medyasının Şam’a karşı savaş tamtamları çaldığı bir ortamda gene, Suriye’nin geleceğinin tartışıldığı uluslararası konjonktürde, Dersim’in, gündeme gelmesi ilginç bir tarihsel paralelliği hatırlara getirmektedir. İki günlük “Abanat Platformu” boyunca, katılımcıların mütemadiyen, olası bir mezhep çatışmasından duydukları endişeleri dile getirmeleri dikkatimi çekti. Malum, Şam yönetimi, Nasturi azınlığın elinde. Aralarındaki bütün nüans farklılıklarına rağmen, Türkiye sınırları içindeki Alevilerle, Suriye Nasturileri arasında zımni bir “ortaklık” aidiyetinin var olduğu bir sır değil. İşte bu ortamda, Türkiye’deki Alevilerin “siyasi hafızası” gözüyle bakılan Dersim coğrafyasına, Sünni Ankara’nın bir “özürle” arka çıkılması tamamen bir manevradır. Ve bu manevra, AKP’nin de ötesindedir. Devamlılık esasına dayanan bir devlet stratejisinin bugünlerde yeniden yürürlüğe konduğunun ispatıdır. Dolayısıyla devlet devamlılığı, Mustafa Kemal’le başlamıştır ve bugün Tayyip Erdoğan’la devam etmektedir. Dün, Hatay’ı ilhak ederken Dersim’i bombalatan Mustafa Kemal’in ve Kemalizmin önünde hayatları boyunca selam duranlarla; bugün Suriye’ye tehdit savurup, Dersim’den “özür” dileyen Tayyip Erdoğan’a selam duranların ortak bir paydaları vardır: ileriye dönük yapılan projeksiyonların çeşnisi olmak. Unutmuştum. Eski Enver Hocacı yeni Kılıçdaroğlucu vekil aynı programın başında da şöyle diyordu: “Başbakanın kayıt koyarak, devlet adına özür dilediğini söylemesi, beni ve Dersimlileri mutlu etti.” Görüldüğü gibi devletin devamlılığının yanı sıra, suç ortaklığının da tarihsel devamlılığı varmış. Vekil’in, programın başında Tayyip Erdoğan’a; sonuna doğruda Mustafa Kemal’e selam durması, bu devamlılığın ispatıdır.

06

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

Amed halkı Selahattin Demirtaş: “Kürt halkı Kürdistan'da onursuz bir halk olarak teslim alınmaya çalışılıyor ve bu halk buna karşı direniyor” BDP, Kürt siyasetçilerine yönelik "KCK" adı altında düzenlenen operasyonları protesto etmek için "Buradayım, İrademe sahip çıkıyorum" şiarıyla 3 Aralık'ta kitlesel bir miting gerçekleştirdi. Mitinge, BDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ile Gülten Kışanak, BDP'li vekiller, belediye başkanları da katıldı ve Kayapınar, Bağlar, Sur ve Yenişehir ilçelerinden halk miting meydanına akın etti. Mitinge Malatya Kürecik' ten gelenlerin yanı sıra, Bismil, Lice, Hani, Silvan, Çınar, Dicle, Ergani gibi ilçelerden de binlerce kişi katıldı. Miting sonunda sloganlarla yürüyüşe geçen kitleye kolluk güçleri saldırdı, çatışmalar yaşandı. Mitingin ardından devam eden olaylarda Murat Eliboz isimli üniversite öğrencisi polis kurşunuyla katledildi.

Amed isyandır Amed İstasyon Meydanı’nda öğlen saatlerinde başlayan mitingde toplanan kitle hep bir ağızdan "Hepimiz KCK'liyiz" diye haykırırken, kitleye hitap eden BDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Kürt halkı Kürdistan'da onursuz bir halk olarak teslim alınmaya çalışılıyor ve bu halk buna karşı direniyor. İstediğiniz kadar operasyon yapın, asla geri adım atmayacağız. Bugün de Amed isyandadır ve Amed 'Buradayım' diyor" dedi. Osman Baydemir ise, çözüme dair yegane yolun “istişare” olduğunu belirtti. Devrim şehitleri için yapılan saygı duruşunun ardından tertip komitesi adına yapılan konuşmalarda, AKP'nin uyguladığı soykırım politikalarının ne Kürt halkına ne de Kürt siyasetçilerine geri adım attıramayacağı ifade edildi.

Baydemir: “kan kanla yıkanmaz” Miting açılış konuşmasını Osman Baydemir yaptı. Baydemir, "Diyarbakır'dan bü-

tün dünyaya ve Ankara'ya; kan kanla yıkanmaz. Yitirdiğimiz hiçbir canı, alacağımız başka bir canla geri getirme şansı yok. Bu halkın iradesini yok sayarak, zindana koyarak bu sorun çözülmedi, çözülmez, yegane yol var o da istişaredir;” dedi. “Birlikte yaşam, barış kardeşlik çağrımızı, 'artık dilimize kurşun sıkmayalım' çağrısını anlamayan zalimlere, bizi teslim almak isteyen zalimlere bir çift sözüm var" diyen Baydemir, Goran Haco'nun "Diyalog" adlı şirini okuyarak, "Onlara cevabımız budur. Em livirin" dedi.

Yasal asimilasyon; Ezmeyi ve sömürmeyi kendine görev biçen faşizmin sevgiden evleri olmaz; onun işi tecavüzdür, katliamdır, sindirmektir, o da zaten tecrübesiyle sabit değil mi? Kendi çıkarları doğrultusunda faşizme olan sevgisini katliam, tecavüz, ırkçı uygulamalar ve asimilasyon politikalarıyla gösteren T.C. yine karakterine yaraşır bir projeye imza atıyor. Valiliğin açıklamasına göre Amed şehrinin molotof atan çocukları mahkeme kararıyla ailelerinden alınarak

devletin “sevgi evleri”ne yerleştirilecekler. Geçtiğimiz ay “Molotof atan vurulmalı” diyerek katliamını yasallaştıracak olan Adana Emniyeti’nin ardından şimdi de Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ve Emniyet Çocuk Şubesi’nin ortaklaşmasıyla ezilen Kürt ulusunun haklı mücadelesini daha da bastırma girişimini sürdürüyor. Vali Mustafa Toprak’ın yaptığı açıklamada çocukları taş veya Molotof atan aileler önce uyarılacak, ardından 150 TL para cezası verilecek, bu “suç” işlenmeye devam edildiği taktirde ise Kürt çocuklar için ‘5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'na istinaden bu ço-


6-7_Layout 2 12/10/11 7:44 PM Page 2

güncel

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

07

‘hepimiz KCK’liyiz’ dedi ya koymuştur. Dersimi bombalayanlar, 'tek dil, tek millet' için yapmaya çalıştılar. Zilan, Sason katliamları, askeri darbeler, Amed zindanındaki işkence, köy yakmaların hepsinin amacı bunun içindi. Bir gün gelecek bu insanlık suçunu işleyenler bu asimilasyonu yapanlar yargılanacaklar. Ey başbakan; sen de bundan yargılanacaksın. Bunun hesabını vereceksiniz. Hatip Dicle içerde, piyangodan vekili onun sırasında oturuyor" diyerek tepkisini dile getirdi.

Demirtaş, atılması gereken adımları şöyle sıraladı:

Demirtaş: Halk zaten mesajını verdi Baydemir'in ardından Selahattin Demirtaş kitleye hitap etti. Demirtaş, sahneye çıktığı sırada kolluk güçlerinin alana yaklaşmasına öfkelenen kitleye "Bırakın gelsinler. Dinlesinler bizi" uyarısı yaparak konuşmasına devam etti; "Burada toplanan halk zaten mesajını vermiştir. Yıllardır halk olarak bu zorlu mücadeleyi veriyoruz. Kürt halkı Kürdistan'da onursuz bir halk olarak teslim alınmaya çalışılıyor ve bu halk buna

karşı direniyor. Şu saatlerde bile bu halk bunun bedelini vermeye devam ediyor. Tarih boyunca buna karşı isyanını ortaya koymuştur. Bugün de Amed isyandadır ve Amed 'Buradayım' diyor" dedi. Demirtaş, mevcut politikaların-saldırıların vb. önceki hükümetler tarafından da yürütüldüğüne ve Kürt halkının bu politikalara direnişle cevap olduğuna dikkat çekerek, "Hepsinin amacı herkesi Türkleştirmek. İsteyen Türkleşebilir biz ona saygı duyarız, ama kimse kimseye bunu zorla yapamaz. Kürt halkı direnişiyle bunu orta-

"Önce basın özgürlüğü olmalıdır, yol temizliği olmazsa olmazdır. Anadilde eğitim olmak zorundadır. Diller ve farklı kültürler, özerk yönetimler kabul edilmeden, halkımız böyle bir anayasaya izin vermeyecektir. AKP bunları tartışmıyorsa, insanlık suçu işlemeye devam edecek. İmralı'da tecride son vereceksiniz. Müzakereleri başlatmanız gerekir. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Karayılan açıkladı. 'İmralı' dan gelen 10'dan fazla mektup bizde. Onları avukatlar değil devlet götürdü' diyor. Madem barışa giden yolu biliyorsunuz o halde neden kapatıyorsunuz. Barışa giden yolun açılması için tecrit kaldırılmalı, sağlık ve güvenlik hakkı sağlanarak, müzakereler başlamalıdır." Son dönem yaşanan Dersim tartışmalarına da değinen Demirtaş, “Zulmün yanında durmayın. Şeyh Said'i asan, celladını hatırlayan var mı, ama direniş sahiplerinin adları asla unutulmayacaktır. Gerçeklerle yüzleşmek için Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulsun. Gelin Dersim'i araştırmakla başlayalım. Bakalım ne olmuş kim ne yapmış. Bunun hepsinin belgeleri başbakandadır." dedi.

Halkın dayanışması devam etmelidir Van depreminden sonra yapılan yardımlara da değinen Demirtaş, "Halkımızın dayanışması devam etmelidir. Medyanın ilgisi azaldı diye halkın ilgisi azalmamalıdır. Siz yapmazsanız yapacak başka kimse yok. Çünkü hükümetin böyle bir derdi yok' dedi.

Kürecik’e selam Malatya Kürecik'ten gelen kitleye de seslenen Demirtaş, "Arkadaşlarımızı selamlı-

yoruz. O direniş bizim direnişimizdir" dedi. Demirtaş, son olarak BDP üyelik kampanyasına dikkat çekerek, herkesin BDP'ye üye olmasını istedi.

Kitle yürüyüşe geçti, kolluk güçleri saldırdı Konuşmanın ardından Demirtaş, BDP'li vekiller zafer işaretleri ile kitleyi selamlarken, "Diren Diyarbekir" türküsü çalındı. Selamlamanın ardından miting sona ererken, on binlerce kişi yürüyüşe geçti. Ofis semtine doğru "Geliyor geliyor Apocular geliyor" sloganları atarak yürüyüşe geçen kitle polis tarafından engellendi. Polisin gaz bombasıyla saldırmasına kitle Koşuyolu Parkı civarında taşlarla ve molotof kokteylleriyle cevap verdi.

Murat Elibol polis kurşunuyla katledildi Mitingin ardından çıkan olaylarda polis silah kullanarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Murat Elibol’u katletti. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde okuyan ve deprem sonrası memleketi Amed’in Çınar İlçesi'ne gelen 21 yaşındaki Murat Elibol adlı öğrenci, 3 Aralık’ta Amed’de BDP’nin düzenlediği "Buradayım, İrademe sahip çıkıyorum" mitingine katıldı. Miting sonrası Bağlar İlçesi’ne doğru yürüyüşe geçen kitleye polis gaz bombası ve gerçek mermi kullanarak saldırdı. Polisin açtığı ateş sonucu sırtından vurulan Elibol ağır yaralandı. Eliboz, kaldırıldığı hastanede bütün müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Hastanede yapılan otopsi sonucu Elibol’un gerçek mermilerle vurulduğu kesinleşti. Böylece polisin yaptığı katliamlara bir yenisi daha eklenmiş oldu. Elibol'un cenazesi ailesi tarafından hastane morgundan alınarak, aynı gün gece Çınar'da toprağa verildi. Cenaze töreninde polis, Vedat Gül, Siraç Demirel ve Salih Ablak adlı gençleri gözaltına aldı. Alınanlardan ikisi bırakılırken Vedat Gül adındaki genç ise "Polise mukavemet" ettiği iddiasıyla Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edildi. Aileyi çok sayıda kişi başsağlığı ziyaretinde bulunurken, esnafın tümü de kepenk kapatarak katliamı lanetledi.

Molotof atan çocuklara ‘sevgi’ evleri cukları ailelerinden alıp Sevgi Evleri'ne yerleştireceğiz’ ifadesi hayata geçirilecek. Aslında uygulama öncesiyle başlatılırken şu ana kadar 4 çocuk ailesinden alındı, 41 aileye ise “uyarı”da bulunuldu. Birçok hukukçu ve insan hakları savunucusu, yapılan uygulamayı tamamen hukuksuz bularak bu politikanın tıpkı Dersim katliamı dönemini akıllara getirdiğini ifade ediyor. Sevgiden katleden devletin, sevgi bahçesinde ise Uğurun, Ceylanın ve daha yüzlerce çocuğun kanlı bedenleri bulunuyor. Tarihini katliamlarıyla ‘sevgi’ yumağına dönüştüren TC.’nin ve onun şimdiki “modern” temsilcisi AKP’nin çocuklara olan ilgisini çok uzağa gitmeden özetleyelim;

2011 yılı içinde 15 çocuk devlet tarafından katledildi. Son 10 yıl içinde 152 çocuk yine devlet tarafından katledildi.1988 den bu yana 24 yıl içinde (bilinen) 530 çocuk büyük çoğunluğu polis kurşunu, mayın ve patlayıcı, gaz bombası ve isabet eden kurşunlarla devlet tarafından katledildi. Kuzey Kürdistan coğrafyasında yalnızca 2011 yılının ilk 10 ayında 649 çocuk gözaltına alındı ve 187’si hala tutuklu bulunmakta. Açıktan katletme yollu yapılan baskılar bunlarken yine yabancısı olmadığımız YİBO’lar ve yetiştirme yurtları, döneminde ‘vatansever’ subaylara verilen Dersimin çocukları ve şimdi de sevgi evleri ırkçı-faşist zihniyetteki devletin Kürt çocuklarını asimilasyon amaçlı “Kürt sorunu”nu “çözme” girişimleridir.

Aynı amaca hizmete bir de Batman usulü “çözüm” Vali Mustafa Toprak’ın ardından Kürt çocuklarına yönelik alınan ‘önlemler’ dâhiyane fikirlerle güncellenmeye devam ederken devletin baskı politikalarının yılmaz uygulayıcılarına örneğimizi çoğaltmak mümkün, Batman Emniyet Müdürlüğü’ne yeni atanan Hasan Ali Oktar geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada şehirde yaşanan “toplumsal olaylara fiziki müdahalede” bulunmayacaklarını, bu doğrultuda ciddi sorun olarak gördükleri çocukların trenlere taş atmalarının önüne geçmek için bakın ne diyor; “biz de uygulamalı şekilde taş atan çocukları bu eylemlerinden vazgeçireceğiz.

Bunun için de yoğun olarak taş atılan mahallelerdeki çocukları ve ailelerini trene bindirerek evlerinin önünden geçireceğiz. O sırada da trenlere taş atan diğer kardeşler trende bulunan kardeşleri ile anne ve babalarını gördüklerinde kesinlikle bu eylemden vazgeçeceklerdir” Tüm bu yaşananların içinde, savaş gerçekliğindeki çocuklara denebilecek en iyi sözü usta şair Ahmed Arif ‘e bırakalım; Bunlar engerekler ve çıyanlardır Bunlar ekmeğimize aşımıza göz koyanlardır Tanı bunları Tanı da büyü...


8-9_Layout 2 12/10/11 8:01 PM Page 1

08 emek haber KESK’den 21 Aralık’ta grev çağrısı KESK; haklarımıza sahip çıkmak ve baskılara karşı mücadeleyi yükseltmek için 21 Aralık’ta grevdeyiz Son dönemlerde artarak devam eden hak gasplarına ve AKP’nin yoğun saldırılarına karşı KESK, en uzun gecede, en kısa günde, karanlığın en koyu, ışığın en az olduğu günde aydınlığı arttırmak için 21 Aralık’ta Grev yapacağını duyurdu. Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) 21 Aralık’ta yapılacak grev öncesi açıklama yaptı. KESK tarafından yapılan açıklamada, “Bu ülkede çok iktidar, hükümet değişti ancak hiçbir zaman bizlerin refah ve mutluluğunu, ülkenin esenliğini temel alan bir yönetime tanık olmadık. Bu gün ise AKP tarafından “çoğulculuk” adı altında tekseslilik, “ileri demokrasi” adı altında yeni bir diktatörlük biçimlendirilmektedir. Eski statükonun ruhuna rahmet okutacak düzenlemelerle toplumsal yaşamın hemen her alanı en küçük hücresine kadar AKP’lileştiriliyor. Buna karşı çıkan tüm kesimler ise baskılarla, gözaltı ve tutuklamalarla sindirilmek isteniyor.” denildi. Grev hakkımızın yasal teminat altına alındığı bir Toplu Sözleşme düzeni için, Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine son verilmesi için, “KHK Demokrasi ”sine son verilmesi için, Her türlü güvencesiz çalıştırmaya son verilerek tüm çalışanlara kadrolu iş güvencesi sağlanması için, Tüm çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması, çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi için, Emekçilere dayatılan angarya ve zorunlu fazla mesaiye son verilmesi için, Temel ücretlerin artırılarak, eşit işe eşit ücretin gerçekten hayata geçirilmesi için, Ek ödemelerin tüm emekçiler için eşitlenerek emekliliğe yansıtılması için, Net asgari ücretin açlık sınırı olan 1.000 TL’ye çıkarılarak tüm ücret ve maaşlarda bu tutarın vergi kesintisi dışında bırakılması için, Hukuksuz, haksız ve mesnetsiz biçimde yapılan gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi, tutukluların serbest bırakılması için, 21 Aralık’ta yapılacak greve katılım noktasında duyarlılık çağrısı yapan KESK açıklamasında, “buradan diğer konfederasyonlara ve tüm kamu emekçilerine çağrıda bulunuyoruz: Hiçbir şekilde sorumlusu olmadığımız bu çarpık düzenin bedelini ödememek için, temel haklarımız için, gelin hep birlikte mücadeleyi yükseltelim. 21 Aralık’ta yapacağımız grevle haklarımıza yapılan saldırılara sessiz kalmayacağımızı hep birlikte gösterelim.”dedi.

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

Açlık sınırında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu - Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR), Kasım ayı için açlık ve yoksulluk sınırlarını açıkladı

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) -Araştırma Enstitüsü Kasım ayına ilişkin yoksulluk ve açlık sınırı rakamlarını açıkladı. Araştırma sonuçlarına göre 4 kişilik bir ailenin açılık sınırı 992 lira, yoksulluk sınırı ise 3136 lira. Araştırmanın sonuçlarına göre sağlıklı beslenmek için yetişkin bir kadının yapması gereken günlük harcama tutarı 8,5 TL olurken, bu rakam yetişkin bir erkek için 8,76 TL, 15-19 Yaş erkek çocuk için 9,32 TL, 4-6 yaş bir kız çocuğu için 6,48 TL oldu. Buna göre 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için yapması gereken günlük gıda harcaması 33,06 TL. Aynı hesaplamaya göre 4 kişilik ailenin sağlıklı beslenmek ve insanca yaşayabilmek için yapması gereken asgari harcama tutarı ise aylık 3136 TL olarak belirlendi.

Açlık 32, yoksulluk sınırı 102 TL artı DİSK-AR'ın asgari ücretin belirleneceği Aralık ayında açıklanan enflasyon rakamları üzerinden yaptığı hesaplamaya göre, Kasım ayı için açlık sınırı bir önceki aya göre 32, yoksulluk sınırı 102 TL artış gös-

terdi. 2012 yılı birinci altı ayı için öngörülen yüzde 3'lük artış ise sadece 19 TL'ye denk geliyor. Buna göre asgari ücrete yapılacak olası artış, açlık sınırı dikkate alındığında 1 ayda geri alınmış oldu. Yoksulluk sınırı ile

mesafe ise iyice açıldı.

Asgari ücret ve insanca yaşam Asgari ücretin bir işçinin ailesiyle beslenmek için yapması gereken harcamanın

Yaşamak için ölüyorlar Çeşitli sektörlerden iş cinayeti haberleri gelmeye devam ediyor. Alınmayan önlemler sonucu işyerleri ölüm makinesine dönüşüyor

Ülke genelinde çeşitli bölgelerde hayata geçirilmeye çalışılan HES ve Baraj yapımlarıyla doğaya ve insan sağlığına zarar vermeye devam edilirken bir yandan da, HES ve baraj yapımında çalışan işçiler çalışma koşullarının ağırlığı sonucu ölmeye devam ediyor. Son olarak Şırnak'ın Uludere ilçesinde yapımı devam eden baraj inşaatında meydana gelen göçüğün altında kalan 3 işçi öldü. İnceler Köyü yakınlarında yapımı devam eden İnceler Baraj inşaatında meydana gelen göçükte, işçilerden Kenan Erkan, toprak altında kaldı. Diğer işçiler Vahit Ertan ile Yıldırım Cüvelek'in, arkadaşları Erkan'ı kurtarmaya çalıştığı sırada, ikinci göçük meydana geldi.

Göçük altında kalan 3 işçinin cesedi, olay yerine gelen kurtarma ekiplerince çıkarıldı. İşçilerin cenazesi, Uludere Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.

Madende göçük Devletin ve patronların kar hırsı nedeniyle gerekli önlemler alınmadığı için işçiler ölümle burun buruna çalıştırılıyor. Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde, özel bir firmanın işlettiği kömür ocağında meydan gelen göçükte 2 işçi yaşamını yitirdi. Ereğli İlçesi'ne bağlı Kandilli Beldesi'nde sabaha karşı saat 05.00 sıralarında Hema Endüstri A.Ş. Kömür İşletmeleri'ne ait maden ocağında yerin 320 metre altında tahkimat çalışması yapıldığı sırada, tavan çökmesi sonucu göçük oluştu. Maden işçileri 33 yaşındaki Gökhan Sezer ve 27 yaşındaki Erhan Turhan, göçük altında kaldı. İş arkadaşları, 2 madenciyi kurtarmak için çalışma başlattı. Yaklaşık 1,5 saat süren çalışmanın ardından Gökhan Sezer ve Erhan Turhan'ın cesetlerine ulaşıldı.


8-9_Layout 2 12/10/11 8:01 PM Page 2

09

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

yaşıyoruz

Asgari ücretin belirlenmesine dönük olarak 15 Aralık 2011 tarihinde bir kez daha toplanacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda emekçilerin haklarının korunması için işçilerin ağırlığı arttırılarak demokratikleştirilmesi önerisinde bulunulan araştırma raporunda öneriler şöyle sıralandı: 1. Asgari ücret Tespit Komisyonu, işçilerin ağırlığı artırılarak demokratikleştirilmeli, emek örgütlerinin katılımı konusundaki sınırlandırmalar kaldırılmalıdır. 2. Görüşmeler, kamuoyuna açık hale getirilmeli, anlaşmazlık durumunda işçilerin üretimden gelen güçlerini kullanabilecekleri yasal zeminler oluşturulmalıdır. 3. Asgari Ücret, işçinin ailesi ile birlikte tüm zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde, insan onuruna yakışan bir düzeyde tespit edilmelidir. 4. Asgari ücretin herkese bölge, yaş, işkolu vb. ayrımı yapılmaksızın aynı oranda belirlenmesi esas alınmalı, asgari ücrette uygulanan ve yeni yasa tasarısı ile daha fazla kişinin mağdur edilmesine yol açacak yaş uygulaması kaldırılmalı, bölgesel asgari ücret uygulanması yolundaki girişimlerden uzak durulmalıdır.

Patronlar işçiden kar ediyor

sadece 3'te 2'sinin olduğuna dikkat çekilen raporda “Asgari ücretin insan onuruna yaraşır, yoksulluğu giderici bir araç olarak nasıl kullanılabileceğini tartışmak gerekmektedir.” denildi.

5. Asgari ücret gelir dağılımını düzenleyici yönde belirlenmeli ve ekonomik büyümeden pay almalıdır. 6.Evlerde yapılan işler için de asgari ücret uygulamasına gidilmelidir.

Ülkemizin ilk 1000 büyük sanayi firması, 2010 yılında çalıştırdıkları kişi başına 12 bin 178 lira kar etti. Bu rakam 1998 yılında 577 liraydı. Bu firmalar, son 13 yıllık dönemde istihdamda cimrileşip ekonomide daha da devleşti. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO)'nın "1000 Büyük Sanayi Firması ve Türkiye Ekonomisinin Gerçekleri" araştırmasına göre, son 13 yıllık dönemde büyük sanayi firmalarının çalışan sayısı azalırken, karları sürekli arttı. Rapora göre; 1000 büyük sanayi firması 1998 yılında 746 bin 614 kişi çalıştırırken, 2010 yılında istihdamda yaklaşık 500 kişilik azalma oldu. Firmaların çalışan başına elde ettiği karlar ise patladı. Dev sanayi firmaları 1998 yılında, çalıştırdıkları kişi başına 577 lira kar elde ederken 2010 yılında bu tutar 12 bin 178 liraya ulaştı. Yani, bu firmalar, bir işçinin üzerinden kazandığı parayı 13 yılda ortalama 21 kat artırdı. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Başkanı Yahya Arıkan, rapora ilişkin değerlendirmesinde, üretim ve istihdamın kaynağı olarak görülen küçük ve orta ölçekli şirketlerde beklenen hızlı büyümenin gerçekleşmemesine karşın, dev şirketlerin ekonomideki ağırlıklarını düzenli olarak arttırdığını söyledi. Ülkemizdeki kurumlar vergisinin yüzde

52'sini 50 şirketin ödediğini belirten Arıkan, "Türkiye'de 2010 yılı sonu itibariyle 650 bin kurumlar vergisi mükellefi var. Bu şirketlerin 50'si toplam verginin yüzde 52'sini ödedi. 1000 firma sanayiye hükmediyor ama esas hakim güç 50 firmayı geçmez" diye konuştu. İSMMMO'nun araştırmasına göre; sanayi sektörünün yarattığı milli gelir içinde ilk 1000 firmanın payı yüzde 52,67. Geri kalan ve sayıları yüz binlerle ifade edilen KOBİ'ler ise pastanın yüzde 47.33'lük bölümünü yaratmak için çalışıyor. Ülkemizde sanayi sektöründe faaliyet gösteren yaklaşık 412 bin KOBİ'nin 1000 dev firma karşısındaki güçleri de giderek eriyor. Sanayi sektörünün toplam katma değerinin yarısı 1000 büyük işletme tarafından sağlanırken geri kalan yarısı da 412 bin küçük ve orta ölçekli işletme tarafından yaratılıyor. Bu 412 bin işletmenin toplam GSYİH içindeki payı ise yüzde 10 düzeyinde bulunuyor. İSMMMO raporunun sonuç bölümünde, "Türkiye'nin en büyük 500 sanayi kuruluşu, katma değerde, ihracatta ve karlılıkla hemen ardından gelen diğer 500 sanayi kuruluşuna dahi açık ara fark atarken Türkiye'de istihdamın kaynağı olarak görülen yüz binlerce KOBİ ve on binlerce Anadolu Kaplanı ancak büyüklerin tozunu yutmakla yetiniyor" deniliyor.

EMEĞİN KÜRSÜSÜ

≫ dursun baştuğ

BİR KEZ DAHA MEŞRU ZEMİNDE ISRAR

D

evrimci hareketteki günü birlik tekrar eden olgular, feodal-faşist sistem tarafından da tekrarı bulan saldırılarla karşılanıyor. Öyle bir durum seyrediyor ki her saldırıda bilindik teraneler okunuyor ve bir birinin kopyası olan fezlekeler ve bu fezlekeden esinlenen iddianameler hazırlanıyor. Soruların içerisindeki eylemlerin adında yapılan değişiklikler aynı soru kalıbına sıkıştırılıyor. Bir birinin tekrarı olan soruların ardından zaten daha önceden adları belirlenmiş ve kesinliği olan tutuklamalar geliyor. Burada hukuk aramak yersizdir. O zaman yasallık denilen mevzu da üzerinde durulamayacak kadar önemsizdir. Buradan yasal kurumların gereksizliğinden bahsettiğimiz sanılmasın. Zira bu kurumların bir ihtiyaç olduğu ve kitlenin bu kurumlar içerisinde devrimci kalıba gireceği ve meşru zemini güçlendireceği bir ihtiyacı karşılar. Bahsettiğimiz hukuk adı altında yapılan yargılamanın yasallığıdır. Bu nedenle yapılan tutuklamalar yargı ve hukuk adı altında siyasidir. Dahası hukukun kendisi kurumsallaşmış siyasetin kendisidir. Dolayısıyla bu hukuka karşı verilecek hukuksal mücadeleler karşılıksız kalacaktır. Birkaç istani durumda sistemin kendi meşruiyetinin aracına dönüşmektedir. Tıpkı Führerin mahkemesine başvuran Yahudinin soykırıma uğradığı gibi... Daha öncesinde de yine bu köşeden meşru zemine işaret etmiş ve sistemin saldırılarına karşı takınılacak tavır bulunduğumuz zemini belirleyecektir demiştik. Yine bu köşeden sadece mahkemede veya savcılıkta ki tavrın değil, bu saldırılara karşı sokaklarda takınılması gereken tavırdan bahsetmiştik. Şimdi yine gelişen operasyonlar ve bunlara karşı gelişen tutumlar meşru zeminin iyiden iyiye zayıfladığını gösteriyor. Bu öyle bir haldeki sadece yeni demokrasi güçleri tarafından değil, tüm devrimci demokrat kamuoyu tarafından böyle karşılanıyor. Sistem yaptığı saldırılarla bulunduğumuz zemini bir hayli tahrip ettiği gibi geri bir noktaya doğru sürüklüyor. Bulunduğumuz meşru zemin devletin saldırıları karşısında mevzileri daralarak kısır bir döngü halinde ilerliyor. Sistemin saldırıları sürekli ve kesintisiz olarak devam ettiği gibi bundan sonrada aynı, hatta daha kapsamlı şekilde devam edecektir. Değişen konjoktürel durum ve devletin siyasi yapılanması ve günümüzdeki konseptin yeni parametreleri bunu her yönüyle gösteriyor. İster merkezi düzlemde isterse lokal bir şekil ve bölgede cereyan etsin, saldırıların hedefi meşru zemini zayıflatmaya yöneliktir. Ancak sistemin saldırıları ve bu saldırıların mahiyeti her saldırı sonrası siyasi bir analiz olarak sunulsa da buna karşı geliştirilen tavırlar sınırlı ve kendini tekrar eden pratiği aşa-

mıyor. Pek doğaldır ki bu durumun yansıması da sürecin devlet lehine gelişmesini beraberinde getiriyor. Özellikle yeni demokrasi güçlerinin yara aldığı saldırıların göğüslenmesi günü birlik pratikle karşılanması ise fiili-meşru mücadele hattının ne kadar geri bir noktaya gittiğini gösteriyor. Saldırıları göğüslemek adına yapılan açıklamalar, yürüyüş ve basın açıklamasıyla devam eden protestolar ve bir kaç yerde dile getirilen afiş ya da sözlü karşı çıkış ve itirazların dışında karşılığını bulan bir pratik olmuyor. Ama sistemin mevcut yapısal duruşu göz önüne alındığında bunların kamuoyu oluşturmaya yönelik herhangi bir yaptırımı olmadığı gibi başta devrimci basın olmakla birlikte basın, yayın, iletişim alanında bile bahsi edilmeyen eylemler olma özelliğini koruyor. Peki, bu ne anlam geliyor? Meşru mücadele elbette bu yukarıda sıraladıklarımızı yadsımaz, tam tersine bunları da kapsayan ama bunları aşan bir yeri işaret eder. Yani bunlar en basit haliyle meşru mücadelenin birer aracıdır ama kesin bir dille söylemek gerekirse başvurulacak bir yöntem sıralamasında pek itibar da görmüyor. Militan duruşu öne çıkarmayan ve sistemin kolluğuyla çatışmayan, sistemle girilen irade yarışında kendisinin de bir irade olduğunu yansıtmayan bir eylem biçimi, bırakalım sisteme geri adım atmayı onun uygulamalarındaki meşruluğu sağlar. “İleri”, ‘yeni” vb kavramlarla süslenmiş bir demokrasi söyleminin altını doldurur. Meşru haklarımızı sonuna kadar kullanmalı hatta bunun için gerekirse bedeller ödemeliyiz. Aksi halde faşizme geri adım attıramadığımız gibi kendimizi onun izin verdiği alanlara hapsetmiş oluruz. Bulunduğu her alanda nicel gücüne bakmaksızın, caddeleri trafiğe kapatan, sokakları eylem alanına çeviren, taş, sopa vb araçla çatışan, bulunduğu bütün alanlarda kendisinin bir irade olduğunu ortaya koyan ve bu iradeyi sistemin kolluğundan yargısına kadar her alanda savunan ve çatışan bir militanlığa ihtiyacımız var. Bu militanlık örülemezse, liberal söylemlerle cilalanan faşizm, demokrasi şovu yapmaya devam edeceği gibi bütün alanları tıkayacak, bugün açıklama yapılan meydanlara dahi çıkışlar yapılamayacaktır. Meşru alanlarımızı en kuvvetli şekilde sokakları savaş alanına çevirerek ele geçirdik. Bu alanları savunabilmek için o sokakları her daim savunabilmeli ve sistemin yaptığı her saldırıyı o sokakları işgal ederek cevaplamalıyız. Bir semtin her hangi bir sokak arasında değil, o semtlerin büyük ışıklarla aydınlatılmış geniş caddelerine taşmalıyız. Ki sınıf düşmanlarımız bitmek bilmeyen dinamizmi, karşısındaki savaşan iradeyi ve kararlılığı görsün.


10-11_Layout 2 12/10/11 8:14 PM Page 1

10 güncel

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

Medyaya derslerden medya okur-yazarlığı derslerine Bugün ki medya okuryazarlığı başka bir kontrol mekanizmasının, kitlenin sistemin meşruluğunu sağlaması için medyaya müdahalesini ve okumaya katılımını sistemin verdikleri üzerinden değerlendirmesinin adıdır

gibi düşünsel ve örgütsel yayınlarına karşı, hatta güçlü olanın daha da güçlülüğünü tesis edecek manipülasyonu- ‘ zararlı’ ilan edip – sağlayabilecek. Eleştirmeyen- sorgulamayan insan tipinin yaratımı hâkim sınıflar için (burjuvazi) eğitim yoluyla esasta sağlanmaktadır, verilecek medya okuryazarlığı dersleri sistem savunucusu insan yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Yine her ne kadar sınırların kalktığı, sınıf, milliyet, din vb. çelişkilerin yerini farklılığa rağmen bir arada yaşanabileceğini ifade eden postmodernizm yalanı sürdürülürken, sistemler dost- düşman devlet, sınıf ve tarih anlayışlarını medya okuryazarlığında saklamak isteyeceklerdir. Örneğin ABD ve Avrupa’dan Ortadoğu’ya ve Müslümanlara, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt ulusal sorunu, Ermenistan vb. tarihsel konulara bakış açısı bu derslerde korunacaktır.

f İsa Uğur Erdoğan Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğrencisi Medya okuryazarlığı temel olarak eğitimde medyanın kullanımı üzerinden ifade edilebilecek bir kavramdır. Medyanın işlevlerinden enformasyon( bilgi) sunma, fikirleri organize etme, değer yaratma-yayma, davranış modelleri geliştirme işlevi, bunun yanında medyanın geniş kitlelere iletişim yoluyla ulaşabilme olanağı, medyanın bir eğitim aracı olarak kullanılıp kullanılamayacağı üzerinden çeşitli tartışma ve uygulamalara konu olmuştur.

Medya Okuryazarlığı dersleri ile ne yapılmak isteniyor?

“Günümüz için medya eğitim aracı olarak geleneksel eğitim araçlarından daha etkin ve yoğun bir biçimde öğrencinin hayatında öğretmenin rol statü, hiyerarşi gibi etkileyici bir konuma sahip olmaktadır” ( Kemal İnal- Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi) Medyanın eğitim aracı olarak kullanılmasına dair yaklaşımlar günümüz üzerinden şekillenen bir durum değildir. 1920’li ve 1930’lu yıllarda Avrupa ve ABD’de de eğitim aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Dahası özellikle sosyalist devletler kitle iletişim araçları üzerinden istenilen insanı yaratma, eğitme amaçlı medyayı kullanmıştır.

Post(lu) modernizm ve neo liberalizm döneminin medya ve eğitim yaklaşımı Modernizm kavramı uzun bir süreden Rönesanstan – beri hayatımızda yer alıyor. Yakın tarihsel süreç içerisinde de kimine göre kuzu kimine göre kurt post( lu) modernizm kavramı ortaya çıkmıştır. Tarihsel anlamda eleştirel aklın yaşayış ve düşüncede esaslığının kabulü olan modernizmin, post- modern hali günümüz medya okuryazarlığı tartışmalarına odaktan yaklaşım gerçekleştirmiştir. Tabii ki de kardeş ideolojik kavramları olan küreselleşme ve neoliberalizm kavramlarıyla… İfade edildiği üzere günümüz medya okuryazarlığına dair yaklaşım “günümüz medyasının etkisi, kapsamı ve yönlendirmesi (ya da manipülasyon) gibi özellikleri nede-

niyle öncelikle çocuk ve gençlerin üzerinde muazzam bir kontrol gücü kazanımı ve bu nedenle de medyayı bu kontrol etkisinin olumsuz sonuçlarından yol açmaması” için verilecek bir dersin gerekliliği üzerinden şekillenmekte. Dikkat edildiğinde özellikle çocuk ve genç olanlar ‘etkilenen’ olarak vurgulanmaktadır. Şu gerçeklik bilinmektedir ki toplumsal sistemler verdiği eğitim yoluyla, toplumun ve düzenin devamı için, insanlar yetiştirmekte, insanlar eğitmekte bu yolla ihtiyaca cevap veren ve istenilen insan tipi yaratılmaktadır. Burada özellikle küreselleşme kavramı ile kendisini var eden liberalizm ya da neo- liberalizme dikkat çekmek gerekiyor. Özetle devletin küçülerek topluma daha çok özgürlük alanı bırakması olarak ifade edilen ancak devletin kamusal olan her alandan çekilip temel görevleri olan sağlık, eğitim, iş yaşamının adil düzenlenmesi gibi müdahale alanlarını sermayenin- piyasanın denetimine sunması olan neo- liberalizm namı edilmesinde devlet bu alanı eğitim alanını “piyasanın düzenleyiciliğine” bırakmamaktadır.

Medyanın olumsuz etkilerine karşı kim, nasıl, niye koruyacak

Küreselleşen ve şirketleşen medyanın olumsuz etkilerinden bahsedilerek, eleştirel bir medya okuryazarlığından bahsediliyor ve devletin bu eğitimi vatandaşlarına koruma amaçlı verilmesi üzerinde sıklıkla durulmakta, uygulamalar ve gerekçeleri de bu yönde. Burada medya okuryazarlığının ne olduğunu anlamak için birkaç soru sormak gerekiyor. Birincisi küreselleşme ve liberalizm karşıtı olmayan günümüz devletleri tesis etmeye çalıştıkları düzeni neden olumsuz olarak ifade etsin ki? İkinci soru eleştirel bir okuryazar yaratılması amaçlanıyorsa, okullarda verilen eğitim eleştirel, düşünen sorgulayan bir insan tipi zaten yaratması gerekmez mi? Üçüncü soru ikincisine bağıntılı olarak eğitimi kim verecek, nasıl verecek? Kamu alanını sermayeye ve onun piyasa düzenine açan sistemler şirketleşen medyanın azami karcılığının getirdiği olumsuz etkilere karşı değil en fazla kendi devlet sistemine zarar veren, porno, çocuk istismarı gibi toplumda tepkimeye yol açacak aşırı uçları törpülemeyi amaçlayabilir. Bunun yanında medya araçlarının yaygın ve kolay kullanımı sistemin o veya bu şekilde karşısında duran ideoloji, örgütlenme vs.

Medyanın kontrol edilmesi gerçekliği yabancısı olduğumuz bir durum değildir. Ülkemizde ve dünyada bugüne kadar hâkim olan yöntem medyaya dair çeşitli kanunlar çıkartma, yasak ve sınırlamalar koyma, zaman zaman brifing vererek, andıçlar hazırlayarak, gazetecileri hapishaneye atarak, daha da olmadığı zaman Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Metin Göktepe, Hrant Dink gibi gazetecileri katlederek medyaya nasıl olması gerektiğine dair dersler verildi, verilmektedir. Bugün ki medya okuryazarlığı başka bir kontrol mekanizmasının, kitlenin sistemin meşruluğunu sağlaması için medyaya müdahalesini ve okumaya katılımını sistemin verdikleri üzerinden değerlendirmesinin adıdır.

Medya Okuryazarlığı için kendinize bir dünya görüşü edinin Burada yer vermediğim, medya okuryazarlığına dair olumlu ve bilimsel yaklaşımlar, varlık koşulu mevcut dünya ve ülke düzeninde olamayacağı için yazı da yer almadı. Olumlu, demokratik ve bilimsel yaklaşımlara bir katkısı olacaksa medya okuryazarlığı için kişilerin mümkün olduğunca bilimsel ve demokratik bir dünya görüşü elde etmesi ve bu yönde hareket etmesi, eleştirel, katılımcı ve demokratik okumalar için faydalı olacaktır. Eleştirel, bilimsel ve demokratik yaklaşım ise maalesef ki günümüz dünya sistemlerinde geliştirilememekte, toplum yapısında sağlıklı bir şekilde kazanılması zor olmaktadır. Yine de kıvılcımı ateşe çevirmeye çalışanlar, bunu ‘dışarıdan bilinç’ götürerek yapmaktadır. Kimine göre belki, kimine göre imkânsız, kimine göre mutlaka bir gün bu nitelik bize de ‘dışarıdan’ gelecek, eleştirel ve bilimsel aklın hükmünü kendimizde ilan edeceğizdir… Yararlanılan Kaynak: Medya Okuryazarlığı El Kitabı / Kemal İnal/ Ütopya Medya İletişim


10-11_Layout 2 12/10/11 8:14 PM Page 2

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

gençlik11

Aydın Erdem ölümsüzdür 6 Aralık 2009’da Amed’de polis kurşunuyla katledilen Aydın Erdem, katledilişinin ikinci yılında çeşitli eylemlerle anıldı DERSİM- Dersim Üniversitesi Öğrenci Derneği’nin (DÜÖ-DER)’nin örgütlediği eylem, öğrencilerin Mühendislik fakültesinde toplanması ile başladı. Burada Aydın Erdem’in resminin olduğu pankartın arkasında kortej oluşturarak yürüyüşe geçen öğrenciler, Yüksekokul önüne geldi. Bu sırada, eylemi kamera ile kaydeden sivil polislere öğrenciler tarafından müdahale edildi. Polislerin okuldan çekilmesinin ardından devam eden eylemde Mühendislik fakültesinin önünde oturma eylemi gerçekleştirildi. Oturma eyleminin ardından basın metni okundu. Basın metninin okunmasının ardından, tüm öğrenciler sınıfları gezerek okuldaki öğrencileri boykota çağırdılar. Mühendislik Fakültesi ve Meslek Yüksekokulu’nda sınıfların gezilmesiyle kitlesellik kazanan eylemde sık sık “Aydın Erdem ölümsüzdür”, “Şehid namırın”, “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız”, “Polis dışarı bilim içeri”, “Katil devlet hesap verecek”, “İsyan, boykot, direniş” sloganları atıldı. Öğrenciler, buradan topluca İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne gelerek burada da oturma eylemi gerçekleştirdi. Burada da sınıfların gezilmesinin ardından eylem sonlandırıldı. Eyleme DGH, YDG ve SGD destek verdi. ADANA- 2 yıl önce polis kurşunuyla katledilen üniversite öğrencisi Aydın Erdem, DemokratikYurtsever Gençlik Meclisi (DYG-M) tarafından düzenlenen anma etkinliğiyle anıldı. Üniversitede öğlen arasında R1 alanında gerçekleştirilen eylem Aydın Erdem’in katledilişini konu alan kısa bir oyun (skeç) sergilenerek hâkim sınıfların “Kürt sorunu”na yaklaşımı ve kendi “Kürt”ünü yaratan zihniyetin göstermelik demokratik uygulamaları teşhir edildi. Sergilenen oyun sonrası eylem slogan ve zılgıtlarla sonlandırıldı. MERSİN-Aydın Erdem, Mersin Üniversitesi Çift-

likköy Kampüsü’n de gerçekleştirilen yürüyüşle anıldı. Anmada sadece Aydın Erdem şahsında polis kurşunuyla katledilen öğrencilerden Şerzan Kurt, İbrahim Oruç, Mahsun Karaoğlan ve Amed’de geçtiğimiz günlerde katledilen üniversite öğrencisi Murat Elibol’da anıldı. 6 Aralık’da DYG’nin örgütlediği anma yürüyüşü Fen-Edebiyat kantini önünde bir araya gelen öğrencilerin “Mücadelemizi Aydın’latan Şehitler Ölümsüzdür/MÜ Devrimci - Demokrat - Yurtsever Öğrenciler” pankartı arkasında toplanması ile 12.30’da başladı. Buradan yürüyüşe geçen kitle FenEdebiyat Fakültesi, kafelerin bulunduğu alan ve yemekhane güzergâhından geçerek Cumhuriyet Meydanı’nda yürüyüşlerine son verdiler.

“Yürümeye devam edeceğiz” Yürüyüşün Cumhuriyet Meydanı’nda sonlanmasının ardından devrim ve demokrasi şehitleri için saygı duruşu gerçekleştirildi. Ardından kitle adına yapılan basın açıklaması okunmaya başlandı. Basın açıklamasında; “Aydın Erdem yoldaşımızın, polis kurşunuyla sırtından vurularak, katledilmesinin bu yıldönümünde, bizi burada biraya getiren, gerçekte gösteriyor ki, devlet katlettikçe bizler artıyoruz. Görülen odur ki devlet zihniyeti, katletmekten geri durmuyor. Üç gün önce yasal bir yürüyüşte Kürt halkı üzerinde uygulanan siyasi ve askeri operasyonlara hayır demek için, meşru hakkını kullanan üniversite öğrencisi Murat Elibol yoldaşımız da yine aynı korkaklık ve alçaklığın göstergesi olarak sırtından vurma yöntemiyle katledilmiştir.” denilerek devletin katletme geleneğinin devamlılığına dikkat çekildi. Ardından kitle adına; “Bizler devrimci, yurtsever, demokrat gençlik olarak; faili belli, celladı hür katiller için derhal gereken yasal uygulamaların yerine getirilmesini istiyoruz” talebi dile getirildi. Basın açıklaması; “Siz vurdukça, bizler dur demeye ve bu yolda yürümeye devam edeceğiz. Aydınlar bu yaşamda Erdemlerimiz olmaya devam edecektir. We rureşiya kedere na porameye. Bese ev zulm, bese ev zordeşti, em ne zayifin u em natirsin. Edi Bese…” denilerek sona erdirildi. Yapılan eyleme DGH de katılarak destek verdi.

GENÇ YORUM

≫ sinan çakıroğlu

DÜŞMAN NEDEN SALDIRIR? deolojik tasfiye sürecinin orta yerinde, ‘sivil’ itiraz manzumesi, iktidarın (ya da gelecek toplum projesinin) tamamen subjektif niyetlerden ötürü olduğunu bağıra çağıra dile getire durur. Mademki ‘tarihin yaratıcısı insandır’, o halde insanlara uzanan sihirli ellerle gelecek güzelleştirilebilir. Tüm toplumsal ilişkileri, üretim ilişkilerinin doğal sonucu olarak ele alan Marks, ‘insan tarihi, sınıf mücadelesi içerisinde yaratır’ aksiyomuyla, sömürünün ve baskının olmayacağı bir topluma gidişin zorunlu geçilmesi gereken evresini gösterir; SINIF MÜCADELESİ! Hâkim sınıflar, sınıf mücadelesinin bilinçlerde en keskinleşmiş unsurlarını bağrında taşır. Bu sınıf mücadelesi altında yürütmüş oldukları tüm ‘eşitlikçi’, ‘halkçı’, ‘özgürlükçü’ ve ‘demokratik’ uygulamalar, tarihin insandan yana değil sınıftan yana hükmü için iktidar mücadelesinin argümanları olarak kullanılır. Ezilen kitlelerinin, sömürü ve baskı ilişkilerinden kurtulmak üzere dile getirdikleri özgürlük ve eşitlik arzuları, egemenler tarafından kendi sınıf ilişkilerine gayet uygun normlar içerisinde kontrol altında alınır. ‘İleri demokrasi’ “ihtilali”, AKP gerici kliğinin anın içinde keşfettiği bir buluş değildir. Hayır, yerçekiminin tekrardan teyit edilmesine gerek yok! Kapitalist üretim ilişkilerinin şafağında, ezilen kitleleri kendi arkasına takarak sınıf diktatörlüklerinin tesisi ve devamlılığı için burjuvazi tarafından üç yüz yıldır oynanan bir trajedidir, bu ilericilik oyunu. Kaç asır daha devam edeceği bilinmez ama ister ileri olanı (burjuva demokrasisi) ister geri olanı (burjuva faşizmi) ezilen kitleleri zincirlerinden kopartarak, sınıf farklılıklarının olmadığı toplumsal formasyona geçişimizin ne garantörüdür, ne de tecellisidir. Lenin yoldaş, artık bir kadavradan başka bir şey olmayan 2. Enternasyonal önderlerinden Kautsky ile demokrasi üzerine tartışırken şunu söylüyordu; “bir ülkede demokrasi ne kadar ilerlemişse, kapitalist bankerler ve sanayiciler sınıf o kadar hâkim hale gelmiştir.” Lenin haklı çıktı. Kautsky, aşamalı bilgilendirme teorisiyle burjuvazinin egemenliği altındaki demokrasiye tamah ettikçe, komünizm fikirselliğinden o kadar uzaklaşıldı. Bugün Almanya’da 5 milyonluk komünist partisinin esamesi bile okunmuyor. Ama ‘ileri demokrasi’ yüz binlerce proleteri arkasına alarak sö-

İ

mürgeci savaş taburlarıyla insanlığın başına bela oldu ve olmaya devam ediyor. Tüm bunlarla şunu anlatmaya çalışıyoruz, AKP gericiliğinin ‘ileri demokratik’ yöneliminin doğal sonucu olarak, yani burjuva-feodal üretim ilişkilerinin restorasyonu ve sürekliliği için birkaç ay içerisinde, ezilen halk yığınlarına ve temsilcilerine fütursuzca saldırılar düzenlenmektedir. Kuzey Kürdistan’da gerillaya yönelik kimyasallarla girişilen imha saldırıları bu konseptin ürünüdür! KCK davaları altında, 4 bine yakın BDP’linin, “anti-terör” yasaları uyarlamasıyla politik linçe tabi tutulması bu konseptin ürünüdür! Yine, yeni demokratik devrim perspektifli politik kitle mücadelesi yürüten, yasallığı değil halkın meşru davasını tüm gerici kuşatmalara rağmen sürdüren yeni demokrasi güçlerine yönelik saldırılar bu konseptin ürünüdür. Düşman sınıfların ezilen halk yığınlarına ve onların temsilcilerine saldırısını, ‘anti-demokratik’ olarak nitelendirmek, demokrasinin sınıf niteliğini tanımamaktan ötürüdür. Hakim sınıfların ‘alçak’ olmalarından ötürü baskı uyguladıklarını düşünmek, o bilindik ütopik sosyalist türkünün nakaratını söylemekten başka bir şey değildir. Mevcut gerici üretim ilişkileri var olduğu sürece, iktidar mekanizmasının korunması ve güçlenmesi için zorşiddet vazgeçilmez bir araçtır. Saldırı furyasının dönem özgülüne göre artması ya da azalması, sınıf mücadelesinin egemenler açısından ihtiyaç çerçevesinde örgütlenir. Yeni demokrasi güçlerinin, ‘örnek model’ olma yolunda yeniden tesis edilen TC gerçekliğini ince eleyip sık dokuyan bir siyasete tabi tutması gerekir. Emperyalist gericiliğin atfettiği bu önem, AKP kliğinin elinin güçlenmesi için, en ufak hak mücadelesine karşı dahi hunharca bastırılması ile karşı karşıya kalabilir. Bu anlamda yürüttüğümüz iktidar mücadelesi için her türlü sindirme, bastırma ve kontrol altına alma saldırılarına karşı hazırlıkların yapılması elzemdir. Hazırlığımız ‘direnme’ çağrısının ötesinde, örgütlü gücün korunarak kitlelere kök salacak şekilde ilmik ilmik örülmesi gereklidir. Halk iktidarı uğruna, halkın iktidarlaşması için profesyonelleşmiş devrimciler örgütü, her türden saldırıları bertaraf ederek mücadelemizin meşruluğunu ezilenlere aksettirerek daha da ilerleyecektir. Bunun için gerekli dinamikler mevcuttur. Evet, mübalağasız olarak mevcuttur!


10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

DERSİM KIYIMI TARTIŞMALA

Evet, Dersim İsyanı, ayaklanması veya başkaldırısını savunamayanlar, Dersim kıyımını doğru açıklayıp algılayamaz, onun karşısında doğru tavır alamazlar! Çünkü Dersim temelde devlete ve devletin zulmüne karşı haklı olarak başkaldırmıştı Tayip Erdoğan Kemalist “TC” devletinin gerçekleştirdiği Dersim katliamı ya da Dersim şahsında Kürt ulusal varlığına kasteden katliam suçu hakkında (kamuoyuna deşifre olmuş kadarını açıklama kaydıyla!) resmi ağızdan itiraflarda bulundu. Bir adım öteye geçerek devlet adına özür diledi. Bu taktikle puan topladığını kabul etmek gerek, fakat Tayip hakkında bunun ötesine geçen beğeni ve her türden ehven bakışa da net olarak karşı çıkmak gerekir. Bu karşı çıkış, hem sınıf bakış açısı ve tavrının gereğidir, hem de burjuvazinin hileleri karşısında bilimsel gerçeğe sadakatin gereğidir. Tayip siyaseten resmi devlet söyleminin dışına çıkıp devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben dilerim diyerek Kemalist devlet anlayışına-özellikle CHP’ye ve bu toplamın statükoculuğuna(tabiî ki yeni statükolar oluşturma ereğiyle) çalım atınca; Sayın Oruçoğlu aykırı olma tutkusunun tezahürü değilse, sıkı ideolojik sınıf tutumunu takip etmenin yorgunluğunu yansıtan haliyle dayanamayıp alışılagelmişin dışına çıkarak bir aferin verdi Tayip’e. İnanıyoruz ki, ideolojik yaklaşmayan her yaşlı Dersim’li ve Dersim’li olmayan kesimler aynı “aferin”i yapıştırmıştır Tayip’e. Heyecanını gizleyemeyen Sayın Cilasun’u ise bir telaş, bir panik sardı ki demeyin gitsin… “Yangını kaçırmamak” üzere hemen toparlandı klasikleşmiş yoluna koyuldu; her zamanki vaktı haliyle “Kaypakkaya camiasına” salvolara başladı. (Ay tutulmasından da aynı camiayı sorumlu tutacak kadar bu camiayla yaka-paça olan/olmayı son derece seven ve bu görevi neredeyse işinin aslına oturtan) Sayın Cilasun’a bu tatlı husumet nereden bulaştı, bu bitmeyen ateşli nöbetlere ya da sendroma ne vesile oldu bilinmez(?!) Devrimci aydın kulvarında depreşen heyecan, Tayip’in manipülasyon ve iki yüzlü siyasette başarılı olup puan topladığını doğ-

Dersim isyanı haklı ve meşrudur

ruluyor. Halk kitlelerinde Tayyip şahsına belli bir hayranlığın gelişmesini bu durumda yadırgamamak lazım. MLM teoriyi “benimseyen” aydınların verdiği “aferinler” ya da Tayip’in “ayaklarımızın altındaki halıyı çekip aldığını” ileri sürmeler Tayip’in buradaki etkisine veya siyasetinin tesirine işaret eder. Ekleyelim ki, söz konusu aydınlarımızın bu görüşlerinde açık ya da gizli ve zımnen Tayip’in “hakkını teslim etme” fikri ve bir beğeni baş göstermektedir. Eleştirinin altında bile gizli bir beğeninin izleri belirmektedir. Bu kategoride bulunan aydınların tutumunda “sıtmaya razı olmuşluk” gerçeği ya da hakikatli bir sarsıntı var.

Peki, Tayip’in Dersim katliamı cakası ne anlama gelir? Kimse kusura bakmasın sınıfsal-ideolojik bakacağız. Düz ve sınıflar üstü bakarsak Tayip iyi yapıyor, aferin deriz. Ama dedik ya bir sınıfın mensubuyuz ve Tayip de bir sınıfın mensubudur. Dolayısıyla meseleye böyle yaklaşacağız. Yani, Tayip doğru söylüyor ama neden-niçin ve ne kadar söylüyor ya da Tayip’in sınıf niteliği nedir, gerçek karşısında ne kadar dürüsttür, amacı nedir vb bu bizi ilgilendirmez diyemeyiz. Doğruya doğru demek ayrı şey ama diyene doğru demek ayrı şeydir. Devlet adına özür dilemesi bir anlamda “gelişme”, bir yenilik olsun… Ancak bilinir ki, yeni denen veya yeni görünen her şey gerçekte yeni değildir. Gelişme her durumda veya her zaman ileri doğru değildir. Gelişmenin sınıfsal ve bilimsel niteliği, neye hizmet ettiği, gelişmeye kimin-hangi niteliğin önderlik edip damgasını vurduğu tayin edicidir. Evet, Tayip’in bu özür dileme “gelişmesi” neye dönüktür? İşte “gelişmeye” değer veren bu soruya verilen yanıttaki içeriktir. Neden popülist şeyler, yeni şeyler söyleniyor, neden bazı “gelişmeler” yaşanıyor? Çok açık ki, bu “gelişmeler” emperyalist projenin gereğidir. Yani bu gelişmeler de-

Ayaklarımızın altında halı değil, kanla yoğrulmuş sert topraklar ve dağlar vardır. Ki, bunu çekip alma gücü gerici sınıflara hiç mahsus olamaz. Bölgeci ve Dersim’ci değil, Dersim katliamını Komünist mücadelemizin-sınıf mücadelesinin konusu yapmaktayız. Sayın Cilasun o kürsüdeki enerjisini hepten “camianın” eleştirisine ayırmakla ne kadar doğru yapıyor? Bu, eleştiri ve adı geçen camia algısından, kullandığı kürsüye duyduğu (ya da duymadığı) saygısından ve öyle bir kürsüde kendi vazifesinin ne olduğu, bulunduğu

mokrasinin egemenliğini hedeflemiyor, demokrasinin kurulmasını amaçlamıyor, asla bu dinamikleri taşımıyor, dahası AKP veya Tayip’in ilericiliğini, dürüstlüğünü veya insancıllığını göstermiyor. O halde neye hizmetten “gelişme” dediğimiz bu özür dileniyor? Devletin yapılanması süreci, devletin kabuk ve statükolarını yenilemesini gerektirir, aynı argüman ve biçimle dünya gericiliğinin çıkarlarını temsil edemez, kitleleri ikna edip peşine sürükleyemez bu devlet… Dahası, Kemalist kliğin adamakıllı hırpalanması da gerekiyor bu yapılanma süreci açısından vb… Öte yandan Kürt ulusal sorununda adım atılması gerekir bu yapılanma veya tasfiye sürecinde. Dersim katliamı çok tartışılan ve alabildiğine deşifre olan bir kambur. Buradan kırmızı çizgilerin aşındırılmasına dönük alıştırmalar daha da ciddileştirilmiş-derinleştirilmiş olur ki, Kürt ulusal sorunu hakkında emperyalist patentli

politikalarını uygulamaya daha yakınlaşılmış olur. Zemin pişirilmiş, tava getirilmiş olur yani. Seçimleri kazanmamış ve kazanma şansı olmayan, Dersim’de seçimlerin kazanılması da küçük ve önemsiz belki adı bile edilmez ama bir hesaptır genel politikanın yanında. Dersim’i kazanmak(!?…)

mukavelede nereye-hangi düşmanlara vb odaklanması gerektiği, en çok hangi sınıfsal kesimleri eleştirmesi gerektiği veya kime karşı yazması gerektiği, sürgit bitmeyen eleştirinin tatsızlaştığı halde betimsiz bir inatla devam etmenin, eleştiri yürütmekten başka yapılacak görev ve yükümlülüklerin olduğu, bunlardan hangisine esasta ağırlık vermesi gerektiği vb konularındaki düşünce kalitesine bağlıdır.

ler olanı da Dersim’de isyanın olmadığıdır. Ki bu savın çıkış noktası, devletin gerçekleştirdiği kıyımı, “isyan oldu bastırdık” yalanının boşa çıkarılmasıdır. Aynı zamanda, Dersim katliamını bir Kürt kıyımının olmayıp Alevi Kızılbaş kıyımı olduğunu ısrarla ileri süren, tartışanlar var. Dersim Alevi Kızılbaş olsun iyi de, buranın etnik köken ve kimliği yok mudur? Bu ulusal kimliği Kürt değil midir? Mezhep olarak Alevi Kızılbaş olduğu halde, etnisitesi bakımından da Kürt’tür. Dolayısıyla Dersim’de Alevi Kızılbaşların yaşadığı Kürt kı-

Dersim ayaklahması meşrudur Dersim katliamı tartışmalarında en popü-

Ya da Kürt ulusal hareketinin veya Kürt ulusunun birliğinin bozulup baltalanması için Dersim katliamı gündeme getirildi, özür dilendi. Kürt ulusuna imha-inkartasfiye saldırısı yürütülürken, Kürt ulusunun bir parçası olan Dersim ondan ayrılarak farklı muameleye tabi tutuluyor. Dersim gündeme oturtuluyor, Kürt ulusal hareketi arka plana itiliyor. Dersim’in önü açılarak Kürt ulusal hareketine karşı da bir direnç haline getirilmek isteniyor. Ulusal hareketin tasfiye edilmesi, etkisizleştirilmesi, tecrit edilmesi ve Kürtlerin bir birine düşü-


perspektif

ARI VE ÇÜRÜK YAKLAŞIMLAR

rülerek zayıflatılması için her şeyi denemektedir, denemekte sakınca görmemektedir Tayip. Dersim bilinçli olarak gündeme oturtulmaktadır. Salt gündem saptırma değil elbet ama zamanlaması isabetlidir. KCK operasyonları ve genel tasfiye planının yürütülmesindeki hedef gizlenmiş oluyor bir anlamda… Dersim katliamı devrimci ve demokratik mücadeleye önemli oranda zemin oluyor. Dersim’e ait demokratik kurum ve örgütlenmeler bu sorunu sıcak tutarak gündeme getirmektedir. Dersim’in yaşadığı bu kıyım onun Komünist ve devrimci hareketle buluşmasına da yol açmaktadır. Bu eksende Dersim katliamıyla ilgili önemli çalışmalar, faaliyetler yürütülmekte, örgütlenmeler ve mücadeleler yürütülmekte ve tarihi gerçekler gün yüzüne çıkarılmaktadır. Giderek örtülemez bir realite haline gelen Dersim kat-

yımının, ulusa yönelik bir kıyım olduğu doğru değil midir? Kürt kıyımıdır ve aynı zamanda Alevi kıyımıdır. Bunlar esasta bir biriyle çatışmaz, karşı karşıya konmaz. Koyanlar Dersim’in Kürt olmadığını iddia edenlerdir ki bu yanılgıdır. Dahası, Seyit Rıza’nın kendi ifadeleri de Kürtler olarak kendilerini idare etmek istemeleri doğrultusundadır. Devlet tarafından Dersim’e muhtariyet hakkı tanımaya dönük verilen sözler de bu realiteden ötürü verilmiştir. Dersim’de devletin kıyımını kılıflamak için kullandığı tarzda bir isyan söz konusu de-

liamından daha fazla kaçmanın ve bunu saklamanın mümkün olmadığı her geçen gün daha da güçleniyor. Dersim’in muhalif yapısı veya sınıf mücadelesine zengin bir kitle temeli sunması, en önemlisi de Dersim’de sınıf orijinli gerilla savaşının devam ediyor olması, Tayip’in Dersim katliamı konusunda çıkış yapmasının en belirleyici sebebidir. Oradaki Halk Savaşının tasfiye edilmesi amacı Tayip’i Dersim katliamı konusunda çıkış yapmaya götüren en önemli noktadır! Dersim’de sınıf mücadelesi temelinde silahlı mücadele-gerilla savaşı sürmekte ve Dersim’de bu mücadele kök tutmuş durumdadır. Gerilla savaşının burada zemin bulmasının bir nedeni de Dersim’in devlet tarafından katliama uğrama gerçekliğidir. Tayip, bu sorunu da sahtekarca sahiplenerek sınıf hareketinin zeminini-kitle temelini kazanmaya çalışa-

ğildir. Ancak Dersim’in devlete asker vermeme, vergi vermeme ve kendisini yönetme konusunda net bir tutum ve pratiğinin olduğu açıktır. Dersim aşiretlerinin ve Seyit Rıza’nın devlet ile görüşmelerinde ileri sürdüğü taleplere vb bakıldığında, bura Kürtlerinin kendilerini idare etme hakkı ileri sürdükleri ve Kürt kimliğiyle alakalı istemler ileri sürdükleri bilinmektedir. Aynı zamanda Dersim isyanı-direnişinin bir Kürt ulusal ayaklanması olduğu inkar edilemez. Elbette, bu isyan ve ayaklanma “TC” devletinin-Kemalist devletin

rak, oradaki gerilla savaşını tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Daha fazlasına gerek yok ki, Tayip ne demokrat, ne de Dersim’in dostudur. Onun karşı-devrimci sınıf niteliği gereği Dersim katliamıyla yüzleşme cüreti de olamaz. Ama devrimci ve demokratik mücadele bir basınç yaratıyor ve Tayip’e düşen de artık bu kaçınılmazlıktan pay çıkarıp parsa toplamak olmuştur. Klikler arası çatışmada da, CHP, Kemalistler ve Kemalist devletçiler aleyhine ama kullanan AKP lehine iyi bir silahtır Dersim katliamı. İyi anlamalı ve kavramalıyız ki, devlet aynı sınıf özü üzerinde organize ediliyor. Temel mesele bu! Dolayısıyla, yılanın deri değiştirmesini evrim geçirdiğine yorumlayamayız. Yapılandırılan veya güncellenen devlet, hakim sınıfların sözcülüğüyle ve eliyle gerçekleştirilmektedir. Yapılandırılma ileri temelde değil, emperyalist stratejiler bağlamında dünya gericiliğine uygun nitelikte gerçekleştirilmektedir. Bunda kabuğun değiştirilmesi kesinlikle söz konusudur; nitelik ya da özün değişimi değil. AB üyeliği, dünya gericiliğine güncel-dönemsel ihtiyaçlar bağlamında entegre olma, Müslüman ve özellikle de bölgede “model ülke” olma, göbek bağıyla bağlı olunan emperyalist haydudun vesayetini kullanıp bu uşaklığı layıkıyla tesis ve tedarik etme gibi konjönktürel yükümlülük ya da gerici iştahlar; elbette “statükonun yıkılması” adına kabuğun yenilenmesini gerektirmektedir. Salt söylemde kalan yeni söylem bu sürecin bir gereği olarak telafuz edilmek durumundadır ki, bunu iyi okumak ve iyi anlamak gerekir. Yoksa komprador sınıflara “aferin” çekmekten ya da bu beğeniyi hak eden çıkışlar yaptığına kanaat ederek “ayaklarımızın altından halıyı çekip aldığını” söylemekten kurtulamayız. Sınıflara bölünmüş toplum ve dünyada, sınıflar üstü bir tasavvurda bulunmanın ya da sınıf tavrı-tutumu dışında her hangi bir argümandan söz etmenin mantıksız bir cehalet olduğu doğrudur. O halde, Tayip’e aferin çekerken, iyi şeyler yaptığına içten içe inanıp bu fırsatı da kaçırmadan “Kaypakkaya camiasını” eleştiri topuna tutarken, ne yaptığımızı, hangi sınıf ve niteliği taktir ettiğimizi bilmek durumundayız. Halk kitlelerini katletmiyor da sömürü ve zu-

baskı, sömürü ve zulmüne, vahşetine karşı gerçekleşmiş ya da patlak vermiştir. Kaldı ki, halkların veya ezilen bağımlı ulusların vb isyan ve ayaklanma hakkı meşrudur. Bunu savunamayanlar, Dersim kıyımı karşısında gerçek manada doğru tavır alamaz. Dersim kıyımını teşhir etmek ve ona karşı tavır almakta; DersimKürt ayaklanmasının içini boşaltarak sıradanlaştıran veya Dersim’in haklı ayaklanmasını savunamayan teoriler kalite bakımından zayıf, sağlam devrimci ideolojiden yoksundurlar.

lüm uygulamakla yetiniyor diye hakim sınıflara taktir çekemeyiz. Lütfedip vahşetlerini itiraf etmelerini, daha doğrusu itiraf etme zorunda kalmalarını onlar adına bir olumluluk olarak beyan edemez, bu yaptıklarından ötürü onları propaganda edemeyiz.

Kaypakkaya camiasının eleştirisine çıkma haksızlığı ise, ayrı bir saplantı. Dersim bölgeciliği “Kaypakkaya camiasında” bulunan kişiler bazında olabilir. Ama “camiamız” tamamen sınıf orijinlidir, bölgecilikle alakası yoktur. Bölgeci yakıştırmasını tez canlılıkla yapıştırmak hem yüzeysel kaba yaklaşıma işaret eder hem de kulaktan dolma genel geçer söylenceleri ciddi eleştiri düzeyine çıkarma hatasıdır. Haksızlıktır. Eleştirinin uluorta sarf edilen veya kulaktan dolma biçiminde yüzeysel söylentilerden esin aldığı, nesnel kanıta dayanmadığı aleni olduğu için daha fazla üzerinde durmaya gerek yok. “Kaypakkaya camiasının” program, karar ve sosyal pratiği herkese açıktır. Eğer ciddi eleştiri getirilecekse, buralardan kanıtlar sunarak eleştiri yürütülmelidir, keyfi saptamalarla değil. Parantez açmak gerekir ki, Dersim duyarlılığı belli bir gerçeğe-nesnelliğe dayanır ki, bunu kavramak kuşkusuz ki önemlidir. Dersim katliamı meselesi devletin yumuşak karnıysa; Dersim, yapısı, tarihi, demokratik kültürü ve kimliği ve benzeri itibarıyla genel olarak devletle uyumsuz, muhalif bir özellik barındırıyorsa; Dersim; objektif ve sübjektif olarak devletle daha diri çelişkilere sahipse, çelişkiler burada keskinse, devrimci durum nispeten daha iyiyken; her şeyden önemlisi de Dersim sınıf mücadelesine genellikle yataklık yapıp kitlesel destek veriyorsa ve tüm bunlardan ötürü Dersim daha ileri özellikler barındırıp örgütlenmeye daha fazla müsait durumunda ise, neden Dersim bu özellikleriyle öne çıkarılmasın ki? Bu Dersim’cilik veya bölgecilik değil, devrime hizmet eden devrimci propaganda ve ajitasyondur. Komünistler devletin yumuşak karnını kullanarak Dersim katliamı gibi faşist devletin vahşi yüzü olan somut konuları, örgütlenme ve mücadelelerinde konu edinirler. Kaba toptancı yaklaşımlar bunu anlayamazlar. Her şeyi eleştirir, her şeyi kötülerler… Tayip’in manipülasyonundan (etkilenerek), “Kaypakkaya camiasını” eleştirme vazifesi çıkarmak öfke birikimi değilse, açık bir saplantıdır.

Dersim İsyanı, ayaklanması veya başkaldırısını savunamayanlar, Dersim kıyımını doğru açıklayıp algılayamaz, onun karşısında doğru tavır alamazlar! Çünkü Dersim temelde devlete ve devletin zulmüne karşı haklı olarak başkaldırmıştı. Devletin kıyımına tavır almak için Dersim’in baskı ve zulme isyan etme hakkını veya ileridevrimci tavrını karartmaya hiç gerek yoktur. Liberal politikalarla devrimci gerçekler savunulamaz. Dersim ‘’TC’’nin baskı ve zulmüne haklı olarak isyan etmiştir. Bu isyan haklı ve meşrudur.


14-15_Layout 2 12/11/11 10:19 AM Page 1

14 hindistan çeviri

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

SAVAŞMAYA CÜRET

Faşist Yeşil Av Operasyonu ile halka saldırılar, cinayetler, tecavüzler, katliamlar, köylerin ve ürünlerin yakılması ve tarım hayvanlarının öldürülmesi alışıldık olaylar halini aldı. Chintalnar köyü katliamı, Netai köyünde karşıdevrimci Hindistan Komünist Partisi (Marksist)’in ve devlet güçlerinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri katliam (Lalgarh, Batı Bengal) ve Hindistan Halk Kurtuluş Gücü tetikçilerinin Jamgai Köyü’nde gerçekleştirdikleri katliam (Gumla, Jharkand) bunun örnekleridir Hindistan Komünist Partisi (Maoist), Merkezi Askeri Komisyonu’nun Halk Kurtuluş Gerilla Ordusu’nun 11. yıldönümü vesilesiyle gerçekleştirdiği açıklamayı okurlarımızla paylaşıyoruz;

"Sevgili Halkımız! HKGO, 2 Aralık tarihinde 11. yılını dolduracak. Bu vesileyle Merkezi Askeri Komisyonumuz (MAK) sömürücü egemen sınıfların Yeşil Av Operasyonu’nu yenilgiye uğratma kararlılığı ile bütün gerilla bölgelerinde ve kızıl direniş alanlarında, kutlama etkinlikleri düzenleme çağrısında bulunuyor. Hindistan’ın ezilen emekçi yığınlarının kurtuluşu için verilmekte olan Halk Savaşı’nda, Aralık 2010-Eylül 2011 tarihleri arasında, halkımızın 150 yiğit evladını yitirdik. Bütün yiğit savaşçılarımıza devrimci selamlarımızı sunuyor, onların sevdalandıkları umutları gerçek kılmaya and içiyoruz. Geçtiğimiz sene içinde yüzlerce demokratik haklar ve halk yönetimi faaliyetçisi ve devrimci-demokrat insan tutuklandı. Devrimci kültürün yaygınlaştırılması için faaliyet gösteren Jharkand Aben Derneği üyeleri için idam kararları çıkartıldı. Bu idam kararlarını iptal ettirebilmek için halk hareketini güçlendirmeliyiz. Düşman istihbaratının, partimiz önderliğine yönelttiği saldırılar kapsamında, 29 Nisan 2011 tarihinde, üç merkez komite üyemiz, haziran ayında yoldaş Bhupesda ve pek çok diğer önder kadro düşmanın eline geçti. Düşman, bu yoldaşlarımızı temelli olarak cezaevinde tutma amacıyla komplolar üretiyor. MAK olarak, siyasi tutsakların serbest bırakılması için kapsamlı bir ajitasyon ve teşhir kampanyası çağrısında bulunuyoruz. Aralık 2010-Ekim 2011 tarihleri arasında HKGO tarafından Yeşil Av Operasyonu adlı faşist saldırıya karşı ülke çapında gerçekleştirilen operasyonlarda 150 polis öldürüldü, 180’i ise yaralandı, düşmanın 60’tan fazla silahı ele geçirildi. Dahası, HKGO’nun gerçekleştirdiği eylemler aracılığıyla 170 halk düşmanı infaz edildi. Halk milisleri, bu eylemlerde önemi yadsınamaz bir rol üstlendiler. Devlet, YAO adlı faşist harekâtın ikinci evresinin başlamış olduğunu açıkladı. 2009’da

başlatılan “Yeşil Av” adlı bu gayrimeşru askeri harekâtın, egemen sınıfların temsilcileri olan Sonia? -Manmohan Singh Chidambaram kliğinin Adivasi bölgelerindeki doğal zenginlikleri komprador burjuvaziye ve çok uluslu şirketlere peşkeş çekme amacıyla halka karşı yürüttüğü vahşi bir saldırı silsilesinden başka bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz. Halka karşı yürütülen acımasız savaşı yoğunlaştırma amacıyla Mayıs 2011’de ordunun kimi tugaylarını savaş bölgelerine yakın yerlere konuşlandırmaya başlayan devlet, bu mobilizasyonun salt “talim” amacıyla olduğunu iddia ediyor. Oysa tekellerin yağmasına direnen halk savaşçılarına yöneltilen saldırılara altı yıldır askeri yetkililer önderlik ediyor. Chhattisgarh’ın Kanker şehrinde ve Kuzey Chhattisgarh’taki Ambicapur’da bulunan “Orman Savaşı İçin Kontrgerilla Eğitimi” enstitülerinin bizzat ordu tarafından kurulduğu, halkı katleden polis kuvvetlerinin askeri uzmanlar tarafından eğitildiği herkesçe biliniyor. Yüksek rütbeli subayların pek çok kez Bastar’a geziler düzenledikleri, Salwa Judum vahşetinin en yoğun yaşandığı dönemde Amerikan Konsolosluğu’nda çalışan görevlilerin, Kanker’deki kontrgerilla eğitim üssünü sıkça ziyaret ettikleri, Raman Singh ve üst düzey polis memurları ile görüştükleri de bilinmekte. Bütün bunlar, olan bitenin Amerikan emperyalizminin emirleri doğrultusunda gerçekleştirildiğini kanıtlamaktadır.

Faşist Yeşil Av Operasyonu ile halka saldırılar, cinayetler, tecavüzler, katliamlar, köylerin ve ürünlerin yakılması, ve tarım hayvanlarının öldürülmesi alışıldık olaylar halini aldı. Chintalnar köyü katliamı, Netai köyünde karşıdevrimci Hindistan Komünist Partisi (Marksist)’in ve devlet güçlerinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri katliam (Lalgarh, Batı Bengal) ve Hindistan Halk Kurtuluş Gücü tetikçilerinin Jamgai Köyü’nde gerçekleştirdikleri katliam (Gumla, Jharkand) bunun örnekleridir. Karşıdevrimci faşist Salwa Judum, Sendra, Nagrik Suraksha Samity, Santi Sangam çetelerinin ve devlet güçlerinin Bihar ve Jharkand’da katlettikleri insanların yüzde 90’ı silahsız, sivil halktan kimselerdir. Silahlı çatışmalarda öldürülen gerillalar, katledilen insanların en fazla yüzde 1’ini teşkil etmektedir. Sırf bu veri dahi yürütülmekte olan savaşın emekçi halka karşı olduğunu kanıtlamaktadır. Medya tarafından Dandakaranya Ormanları’nın Maoistlerin kurtarılmış bölgesi olarak gösterilmesinin ardından “talim” bahanesi ile buraya yerleştirilen askeri birlikler toprak aktarımı yasaklarını delmiş, PESA kanunu ve Gram Sabha’lara yetki veren tüm yasaları çiğnemişlerdir. Ama ordunun esas niyeti, Adivasileri binyıllık topraklarından kovmak, insanlık tarihinin en eski medeniyetlerinden birini yok etmek ve halkın Maoistlerin önderliğinde kurmakta olduğu halk yönetim organlarını bastırmaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesi

için devlet orduya Silahlı Kuvvetler Özel Yetkiler Kanunu’nun uygulanması iznini vermiş bulunuyor. Sınırları korumakla yükümlü Hindistan Ordusu, şu anda ülkenin bağrında, kendi halkına karşı savaşa girmeye hazırlanıyor. Ülke çapındaki tüm Adivasiler işbirlikçi Hint hâkim sınıflarının, emperyalistlerin ve çokuluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda düzenledikleri tezgâhlara ve Hindistan Ordusu’nun Keşmir’de ve Kuzeydoğu’daki ulusal kurtuluş mücadelelerine yönelik katliamlarına karşı seslerini çıkarmalıdırlar. Onlara yardımcı olmak, tüm sınıflardan demokrat ve yurtsever insanların ve kitle örgütlerinin gündemi olmalıdır.

Sevgili Halkımız! Yıllardır süregitmekte olan LÖK (liberalleşme, özelleştirme, küreselleşme) politikalarının bir sonucu olarak, mevcut küresel ekonomik krizin etkileri ülkemizde en ağır biçimiyle hissedilmektedir. Yolsuzluğun, işsizliğin ve yoksulluğun artması, enflasyon, toprakların, derelerin ve ormanların ilhakı yoksul işçilerin, köylülerin ve küçük burjuvazinin yaşam koşullarını ağırlaştırmakta, onlara devrimden başka seçenek bırakmamaktadır. Nesnel koşullar devrime gebedir. Her kesimden halkın mücadelesi yoğunlaşmakta, ekonomik temelli mücadeleler politik birer nitelik kazanmaktadır. Yoksul Adivasilerin mücadelesi gelişmekte, güçlenmektedir. Lalgarh, Kalingangar, Narayanapatna, Niayamagiri, Mali, Deomali, Singareni, Polayaram, Sompeta, Kakarapalli, Jaitapur,


14-15_Layout 2 12/11/11 10:19 AM Page 2

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

15

EDELİM! MAK’ın Çağrısı:

Noide direnişleri, POSCO karşıtı mücadele, kast sistemine karşı verilen mücadele, Jharkand’da köyünden sürülen köylülerin mücadelesi, ülke çapındaki Özel Ekonomik Bölge karşıtı direnişler, pahalılığa ve yolsuzluğa karşı sürdürülen mücadeleler, köylülerin ülke çapındaki direnişleri ve eylemleri, Dalit kadınlarının kampanyaları… Bunlar, halkın siyasi bilincinin düzeyinin yükseldiğinin kanıtlarıdır. Telangana halkı kendi kaderini tayin hakkı için militanca mücadeleye atılıyor, Keşmir’in ulusal kurtuluş mücadelesi tüm hızıyla devam ediyor. Egemen sınıflar, halkın militan mücadelesini bastırmak için, gözleri açlık grevleri ve dilekçeler gibi “barışçıl” mücadele yöntemlerinden başka şey görmeyen Anna Hazare gibi şahısların önderliğindeki kimi sivil toplum kuruluşlarını öne çıkarıyorlar. Ancak bir yandan kimileri “barışçıl eylemlere” övgüler düzerken faşist hâkim sınıflar Maoist partiye ve işçi, köylü tüm ezilen halk sınıflarına azgınca saldırıyorlar. Ekonomik ve siyasi kriz her yerde yoğunlaşıyor. Bu yüzden, kitleler devrimci bir tavır benimsemeli, “son nefesimize dek mücadele” şiarıyla kavgaya atılmalıdırlar. Güncel siyasi gelişmeleri izlemekle yetinmemeli, kitleselleşmeli, onlara müdahil olmalıyız. Ezilen kitlelerin ekonomik çıkarlarını kitlesel siyasi mücadele olmaksızın gerçekleştiremeyeceğimizi kavramalı, bu mücadeleyi “halk iktidarına giden yol Halk Savaşı’ndan geçer” şiarıyla birleştirerek güçlendirmeliyiz.

İşçiler, emekçiler, köylüler, Adivasiler, kadınlar, öğrenciler, gençler ve aydınlar! Bugün, devletin halka karşı yürütmekte olduğu “Yeşil Av Operasyonu” adlı faşist harekâta karşı, başta Adivasiler olmak üzere, binlerce insan mücadele veriyor. Emekçi yığınların tüm kesimleri bu mücadelenin bir parçası haline gelmelidir. Bu mücadeleye destek olmak zaruridir. Gün, “terörle mücadele” bahanesiyle, kudurmuş köpekler gibi halka vahşice saldıran, yüzlerce Adivasi’yi katleden, köyleri yağmalayan polisleri durdurmak için mücadeleye atılma günüdür! Maoistler şiddet taraftarı değildir. Tersine, barışı en çok arzulayanlar bizleriz. Burjuva medyasının Maoistlere yönelttiği karalama kampanyasına aldanmayalım! Devrimci hareketin yanında duralım! Eğer hâkim sınıfların bu saldırısını geri püskürtemezsek, eğer Maoist partiyi, HKGO’yu, alternatif halk yönetimi organlarını ve demokratik kitle örgütlerini yok etmeyi amaçlayan bu komployu boşa çıkaramazsak, devrimci mücadelenin bütün kazanımlarını yitiririz. Düşmanı yalnızlaştırma ve yenilgiye uğratma mücadelesinde yerlerimizi alalım! Kitlesel biçimde HKGO’ya katılarak halk savaşını güçlendirelim! Toprak-demokrasi-bağımsızlık-iktidar-halk ordusunun inşası şiarlarını kuşanarak ülkemizin çeşitli yerlerindeki kitle hareketleri tufanının bir parçası haline gelelim! Mücadeleye onlarla omuz omuza atılalım! Sömürücü sınıflar tamamen yok edilmeden hiçbir şeyin değişemeyeceğini bilmeliyiz. Onların önümüze attıkları reform kırıntıları, aslında baskı ve sömürü düzeninin devamını sağlarlar, bunların hiçbir kıymeti yoktur. Bu sözde reformların halkın birleşik mücadelesini sekteye uğratmak ve direniş ruhunu zayıflatmak için gerçekleştirilen komplolar olduğunun farkına vararak yeni demokratik toplumun inşası mücadelesine katılalım! Haydi, savaşmaya cüret edelim ki zafer bizim olsun, zafer halkın olsun! Dandakranya, Bihar ve Jharkand’ı kurtarılmış bölgeler haline getirme hedefiyle gerilla savaşını hareket harbine, Halk Kurtuluş Gerilla Ordusunu Halk Kurtuluş Ordusuna dönüştürelim! Maoist devrimci hareketi yok etme amacıyla Hint hâkim sınıfları tarafından Hindistan Ordusu’nun kullanılmasına karşı çıkalım! Şanlı Halk Savaşı’nı güçlendirerek halka zulmeden yağmacı ve katil devlet güçlerine bir ders verelim! Yaşasın partimiz Hindistan Komünist Partisi (Maoist)! Devrimci Selamlarımla,

Deoji HKP (Maoist) Merkezi Askeri Komisyon Üyesi"

Çeviri; Halkın Günlüğü Kolektifi

YÖNELİM

≫ kazım cihan

ULUS DEVLETÇİ EPİSTEMOLOJİ

O

smanlı’dan TC’ye geleneksel felsefeye ve bir kolu olarak geleneksel epistemolojiye ezilen ulus-azınlıklar-ezilen inanç gruplarına yönelik katliam-soykırımlara köklü meydan okuyuş, ilk kez Kaypakkaya ile söz konusu olmuştur... Kapitalist uygarlık pragması, cumhuriyetçi devlet ’’ilericiliği’’teorisi, onun tarafından göğüslenmiştir. İlericilik-gericilik tanımlaması da bu epistemoloji-uygarlık-teorik yönelim, ezilenlerin boyunduruk altına alınmasını cumhuriyetçilik gerekçesiyle ilericilik, ezilen ulusazınlık ve inanç gruplarının zulme başkaldırısını, geri barbar kabileler ‘’gerici’’ refleksi olarak vaaz etmişlerdi. Vahşi kapitalizm sömürüsünü, üretici güçleri geliştiriyor diye uygarlık şeklinde kutsamışlardır. Komünistler, sosyalistlere, aydınlanmacı batı felsefesinin pozitivist bilimciliğin etkisinde kalarak, bu konularda olumsuz pozisyondalar. Kemalizm-İttihat Terakkiciliği ilericilik, ezilenlerin imhasını meşru görmesinin nedeni buydu. Kaypakkaya, hakikatlere diyalektik-materyalist metotla ulaşıyordu. Olayları tarihsel sebepleriyle ilişkili ortaya koyuyordu. Hakikat, hakikattir. Keyfi yorumlanamaz. Geleneksel epistemolojinin resmi ideolojisinin disiplini ve kurallarında gerçek sınıf çıkarlarına uydurularak tahrif edilmektedir. Dersim gerçeğinde gerici ideolojik çizgiler böyledir. Bu gerici ideolojik çizgiler, vukuunu bulan olayların tarihsel sebeplerini bir kenara bırakıp, çıkarlarına uygun olan’’gerçek’’diye göstermişlerdir. Gerici burjuva rasyonalist-pragmatist-pozivist duruş, Dersim gerçeğini inançlarına uygun çarpıta gelmişlerdi. Osmanlı ve Cumhuriyet aşkı ile. Burjuva pozitivist akılcılıklarıyla ezilenleri de manipüle etmişlerdir. Kürt ve Dersim sorununda, Emperyalist ittihatçılık-Kemalizm ve cumhuriyetçilikte, emperyalist-kapitalist kalkınmacı uygarcılıkla, gericiliğe ilk köklü neşter, Kaypakkaya partisinin kuruluşu ile vurulmuştur… Bu tarihi bir gerçektir… Geleneksel epistemolojiden kopuştur. Geleneksel hem burjuva hem de belli ölçülerde onun etkisindeki devrim saflarındaki otoriteden, dayatılan disiplinden kopuştur. Dersim’e yönelik ‘’tedip-tenkil’’ politikalarının tarihsel temelleri Osmanlıda mevcuttu. Mahmut dönemindeki ‘’merkezi idare ve otoriteye’’ diğer bölgeleri bağlama stratejisi bir örnektir. Planlamanın kökleri daha da eskiye dayanır. İslam kılıcıyla terbiye edilmek, Çaldıran’la katliamlardan geçirilerek fethedilmek istenen,’’katli vaciptir’’diye Yavuz Selim ordularınca çiğnenen ve bugünkü sözde ‘’özür’’cü, Ebussud Efendi’yi aklayarak egemen klikler çatışmasında rant devşiren Erdoğan’ın dayanağı bu kökler anlaşılmalıdır… Madımak’lar Erdoğan’ın rehberi İskipli Ebussud efendinin ‘’Alevilerin canı-malıırzı sizlere helaldir’’ fetvasının güncellenmesidir… Bir kuyucu Muratlar şahlanışıdır… Bu gerici mirasın, yeni Osmanlı bayrağı özür değil, aynı politikanın KCK operasyonları ve Kürt kırımı özel savaşıyla sürdürüldüğünü temsil eder…. Tutmayan ‘’Kürt-Alevi’’ açılımcı(!) tasfiyenin, askeri seferberliğinde, Dersim ‘’güzellemesi’’ nedir.? 1925 Şark Islahat Kanunu,1927 İskân,1927 Umumi müfettişlikler ve 1935 Tunç-eli kanunu, kökleri Osmanlı’da olan uygulamaların, Kemalist Türk ulus devlet cum-

huriyet projesinin tarihsel sonuçlarıydı. Sünni Türk devlet projesi Dersim’deki soykırımın temelidir. Mayıs 1937 Tenkil hareketi ‘’ipdai’’ diye tabir edilen Dersim etnitesinin Türkleştirilmesi, “ zındık Kızılbaş sapkınlığının’’ terbiyesi içindi… Ermeni Soykırımı ve Tehciri de aynı mantığa dayanıyordu.’’İsyan’’soykırıma meşru gerekçe yaratmak için üretilmişti. O güne kadar nispeten özerk Dersim’in soykırımla fethedilmesine karşı meşru direnişin ‘’isyan’’ olarak gösterilmesi sonradan icat edilmiş bir çarpıtmadır. Dönemin genelkurmay belgeleri bile o zamanlar bir isyandan bahsetmemektedirler. Jandarma komutanlığı raporlarında yapılan tespitler şudur. Dersim Cumhuriyet için ‘’çıbanbaşı’’ ‘’selameti memleket’’ için nifak (!) yuvasıdır. ’’ameliyat edilmelidir’’.yani soykırımla kesilip atılmalıdır… Soykırım, ’’münferit bir olay’’, bazı kötü niyetlerin bir tasarrufu değil, sistematik ilhak-işgal stratejisinin parçasıdır. Şarkın bu yolla ıslah edilmesi, 1925’in Türkleştirme planının bu vahşeti, ’’feodalizme karşı mücadele’’ vitrini ile müşteri buldu, halen buluyor. Türk egemen sınıf kliklerinin tümü o dönemki dünya-bölge koşularıyla da ilişkili olarak, TC’nin tek ve devlet partisi CHP de yer alıyordu. Mareşal Fevzi Çakmak 1944 yılına kadar 23 yıl boyunca TC’nin genelkurmay başkanı. Bayar-İnönü ‘’ Tedip’’ planının başbakanları Menderes milletvekili… Kısacası Türk egemen sınıflarının hiçbir kesimi, Dersim soykırımına karşı değil… En tepede de en büyük Türk-Atatürk duruyor. Onun imzası ve direktifleriyle tümü seferber… Cumhuriyet orduları sınırsız yetkiyle seferber ediliyor… Bombalamalar, istiklal mahkemeleri, idamlar, soykırım, zorunlu iskân gayet hukuki..!Türk ulus devlet hukukunun gereği… Bayar kendi ekolünden Cindoruk’la söyleşide gerçeği teyit etti.’’ Atatürk vurun dedi vurduk’’ Özel görevli Çağlayangil’in hatıratı da ortadadır… Seyit Rıza’nın idam sehpasındaki’’ ayıptır, zulümdür, cinayettir’’ haykırışı tüm egemen sınıf kliklerinin ortak-soykırım suçudur… Kılıçdaroğlu,’’Ermeni Soykırımı gelir, bu Ermeni Diasporası’nın zihni haritasıdır’’ sözleriyle Türk Cumhuriyet tarihini açıklama gayretindedir… Bu bir ‘’Stockholm sendromu’’değil CHP genel başkanlığı misyonu gereği soykırımcı devletin partisi CHP ve kurucusu olduğu cumhuriyet avukatlığıdır. Dersim’in yanılsamalara sürüklenmiş halkını’’celladına aşık’’ diye göstermek objektif olarak hakarettir… Sınıf çıkarları ve AleviKürt-Zaza’ları düzene entegre etme misyonu gereği neo liberal roltifikasyon CHP’sinin başına getirilmiş Kılıçdaroğlu ‘’Aksiyon’lu Türkmen’’ kimliği ile kabul görmek istiyor. Hilafetten çok çekmiş Kızılbaş Dersimlilerin laiklik bayrağı ile yanılsamalara sürüklenmeleri söz konusudur. Bundan ötürü halk suçlanıp, mahkûm edilemez. Halk doğru bilince, kendiliğinden varacaksa öncülük ideasına yer olur mu? Öncülük ideasında olanların, sorumluluklarını yerine getireceklerine halkı damgalamaları kabul edilemez. Parlamenter burjuva-feodal cumhuriyet, elit burjuva temsili hükümet, kapitalist medeniyet-kültür eksenini aşamayanlar, mağaralarda gazlarla zehirlenen mazlumları anlayamazlar… Dersim’e uzanan yol haritası, Ermeni Soykırımı’nda start almıştı… Tek millet ve bayrakçı inkâr-imha cumhuriyeti, bu temerküz nokta atlanarak sorgulanamaz…


16-17_Layout 2 12/11/11 10:34 AM Page 1

16 dosya sempozyum Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu

Ülkemiz tarihinde bir ilk olan ve Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun büyük çabasıyla örgütlenen “devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu” 3-4 Aralık tarihlerinde Ankara’da yapıldı. Akademisyen, yazar, sendikacı, sosyolog, mimar, şehir plancısı ve belediye başkanlarının katılımıyla yapılan sempozyumda yüzlerce kişi bir araya gelerek tecrübe ve yapılabilecekleri paylaştılar. Güncel anlamda devletin saldırıları da sunumlar içerisinde işlendi.

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

Sempozyumda bazı teknik aksaklık ve mekansal anlamda salonun küçük olması dışında herhangi bir olumsuzluk yoktu. Katılımcılar, birçok farklı düşünce, farklı anlayış zemininde ortak sorunlara işaret ederek fikir ve önerilerini paylaştı. Tecrübeler, farklı ülkelerdeki örnek modeller, ülkemizde açığa çıkmış tarihsel deneyimler, masaya yatırılarak olumlu ve olumsuz yanları, açmazları farklı açılardan ele alınarak işlendi. Güncel olarak devrimci-halkçı yerel yönetimler karşılaştıkları sorunlar ve hayata geçirdikleri projeler boyutuyla bugünün ihti-

yaçlarına dair görüşlerini paylaştı ve katılımcıların önerilerini dinledi. Mevcut sistemin açmazları ve buna dair alternatif modeller sunumlarda farklı biçimlerde telafuz edildi. Sistemin cinsiyetçi, sömürücü, farklı ulus ve milliyetlere karşı inkarcı ve imhacı karakteri, rantçı politikalarının teşhiri yapılırken, alternatifler de büyük oranda ayrışımlar gösterse de tartışılan temel meselelerden biriydi. Katılım bir hayli yoğundu, konulara dair katılımcı ve izleyicilerin ilgisi büyüktü. Günlük siyasi yelpazenin farklı

Umut ve mücadele

Belediye başkanları, yazarlar, sendikacılar, akademisyenler, sosyologlar, aydınlar, Ankarada buluşarak, yaşadıkları sorunları, tüm baskı ve olanaksızlıklara rağmen hayata geçirdikleri projeleri, ulusal ve uluslararası deneyimleri ve güncel meselelere ilişkin yorumlarını paylaştı

Daha büyük adımlar küçük adımların birleşmesinden doğacaktır. Tabi ki bu yolların aşılması sorunu, yöntemle birlikte yürünecek yolun hangi patikalardan geçtiği de belirleyicidir. Yerel yönetimler sempozyumunda yapılan sunumlar ve öne çıkan notlar.... Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel: Açılımlardan bahseden Başbakan kirli siyaset vb. gibi kavramları kullanırken, kendi yaptığı siyasetin neye tekabül ettiğine de bir bakmalı. “KCK operasyonları” adı altında belediye başkanlarını, avukatları tutuklarken bunu da açılım olarak yansıtmak nasıl oluyor da temiz siyaset oluyor. Böyle açılım yerin dibine batsın. Bunların kirli siyasetlerine karşı devrimcilerle, Kürtlerle, ilericilerle ancak omuz omuza verilecek mücadeleyle karşı koymamız gerektiğini vurgulamak istiyorum. Onun açılımlarına ihtiyacımızı yok. Sorunlarımızı tüm devrimci, ilerici, yurtseverlerin bir araya gelerek çözülebileceğini biliyoruz. BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder: Terzi Fikri örneğini iyi anlamak lazım. Fatsa şöyle bir kısırdöngü içerisindeydi; Karadeniz köylüsüysen ürününü önceden satar bunun

için ne yaparsın tüccara gidersin, düşük bir fiyatla tefecilerden o andaki bütün bir sene tefeciye çalışırsın. Bu makas öyle bir açılıyordu. 2-3 senenin ürününü satmıştı insanlar ki bir sene geçinemiyorlardı. İşte Terzi Fikri ve yoldaşlarının ilk müdahale ettikleri şey buydu. Halkın muzdarip olduğu temel alan da buydu. Tam hakikatine, yüreğine dokundu. O yüzden MHP, AP ve MSP’li insanlar gelip orada, komitelerde canla başla yer aldılar. 12 Eylül’de de yargılandılar. Bir tanesi bile bu damlar bizi kandırdı, biz bu propagandaya kandık demediler. İyi insan olmak yetmez bir sistem kurmak gerekir. Devlet bastırıyor; işkence, zulüm ama devrimci zeka ve siyaset bunlara çok yaratıcı çözümler üretebiliyorsa devrimcidir. Bu sempozyumu düzenleyenlerin hepsine protokol gereği değil, gerçekten teşekkür ediyorum. Halktan, yoksuldan, mazlumdan yana belediyecilik iddiasında olan her kim varsa, öncelikle birbirimizin deneyimini bilmek, aktarmak yeni yol, yöntem, bilgi, deneyim paylaşımını geliştirmek bu mücadelenin en önemli enstrümanlarından birisidir o yüzden çok önemsiyorum.

Kötümser atmosfer yenilmelidir TMMOB eski başkanı Mimar Yavuz Önen: Devrimci belediyeciliğin izleri var tarihimizde. Devrimciler bu tarihsel süreç içerisinde hep ademi merkeziyetçiliği savundular. Nedeniyse; yerel yönetimler demokrasisinin tarlalarıdır, beşiğidir, odağıdır. Şeffaf ve özerk kimlikleri savunduk. Ancak şimdi bunları küresel sermaye de istiyor onlara da dikkat edelim. Onların bu istemlerinin nedeniyse gayet açık; kredi kanallarını açmak için bankalara dair bir alt yapı oluşturmak istiyorlar. Ben bir üçüncü zorluğa değineceğim, sermaye yetinmedi, her geçen yeni bir şeyle karşımıza çıkıyor. Özal döneminde bir şeyler yaptı, vatandaşı kamu arazisine ortak edip dünya tekellerine açılacak yeni bir alt yapı hazırladı. Şimdi KHK’larla yeni bir saldırıyla karşı karşıyayız. Doç. Dr. Bülent Batuman: Bu oturumda biraz daha tarihsel ve kuramsal nitelikte tartışmalar yapacağız. Bu çerçeve içerisindeki başlık altında kapitalizm-kent ilişkisiyle başlamak istiyorum. Bildiğimiz kentin kendisi kapitalizmin bir kısmını içinde barındırmışsa da feodal üretim tarzı kendi koşulları içinde onun zıddı olan bir ortama çıkıyor. Feodal sisteme, baktığımız zaman bir baskı

sistematiği anlamına gelen toprağa bağlı oldukları koşullarda kentler özgürlük adaları olarak ortaya çıkıyor. Kentsel açıdan özellikle devrimcilerin bakış açısı daha şüpheci, ondan uzak durmaya çalışan bir mecraya yöneldiğini görüyoruz. Yani 19. yüzyılın ortasında kente dair iki durum var, birincisi; reel durum, sanayinin belirlediği, ikincisi algısal olarak yoksulluğun belirlediği bir kent algısı. Yoksulların belirlediği derken bu devrimciler için böyle ama burjuvazi için de böyle, çünkü suçun sosyal problemlerin, ayaklanmaların işareti olarak yoksulluğu görüyorlar ve buna göre çözüm oluşturuyorlar. Yrd. Doç. Dr. Ali Ekber Doğan: Emeğin ve doğanın sömürüsü eş güdümlü olarak farklı dönemlerde, farklı biçimlerde uygulanıyor. Bunların devlet düzeyinde olduğu kadar yerel yönetimler düzeyinde de önemli etkileri var. Neo-liberal belediyecilik dünya ölçeğinde geçerli olan kentsel bir bakış açısı. Belediyeciliğin ekonomik boyutlarını öne çıkaran, sosyal boyutlarını ikinci plana atan, kentsel gelişme ve kent politikalarını oluşturduğu bir

bütünsellik. Sermayenin kentleşmesine, hizmet eden bu politikalar, kamu hizmetlerinin üretim ve sunum biçimlerinde de rol oynamış bir politika. Bu neo-liberal politikaların ilk adımları Türkiye’de 84-89 dönemlerinde ANAP’lı belediyelerle atıldı. Daha sonra SHP’li belediyelerle bir sarsıntıya uğradı, bir kesinti yaşadı. Neo-liberal belediyeciliğin iki döneminden bahsedebiliriz. Birinci dönem ANAP’lı dönem, ikinci dönemde Refah Partisi’nden itibaren İslamcı yönetimlerin belirleyici olduğu dönem. Birinci dönemde özelleştirmeci piyasacı bir çizgi benimsenmiş. İkinci dönem, bu dönemde neo-liberalizmin yeni bir sosyalizasyon biçimi var. Cemaatler, sivil toplum kuruluşları devreye sokularak doğallaştırıldığı, meşrulaştırıldığı bir dönem. Bu çizgiye neo-liberal İslamcı belediyecilik demeyi uygun buluyorum. İnsanların yaşam alanlarını değiştirerek, kendilerini değiştirecekleri ve her türlü sömürüye karşı dayanışma temelli direnç odakları olacakları, öz yönetimci bir süreç yaratılması gerekiyor. Sosyalist ve devrimci halkçı belediyecilik için halk adına, halk için


16-17_Layout 2 12/11/11 10:34 AM Page 2

17

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

bakış açılarıyla ele alındığı sempozyumda güncel meseleler ve saldırılar da değerlendirildi. İki gün boyunca canlı tartışmaların, sunumların yapıldığı sempozyum yeni birlikteliklere kapı aralayarak sonuçlandı. Ülkemizde yerel yönetimlere dair ilk defa böylesi bir çalışmanın yapılması ve yapılan tartışmalarda konuyu tartışarak birlikte nelerin yapılabileceğinin sorgulanması uzunca bir zamanın ihtiyacı olduğunu ortaya çıkardı. Öyleki hemen hemen her konuşmacı söze başlarken bu ihtiyacı dile getirmekle birlik-

te konuyu daha etraflıca tartışmanın ve somut atılan/atılmış/atılacak adımlar üzerinden pratiğin ihtiyaçlarını ele almaktan bahsetti. Konuşmacıların dışında sempozyumu izlemeye gelenlerin beklentileri de bu yöndeydi. Soruna dair yaklaşımda ilgili sunumları dinleyen ve fikir yürüten, soruları konuyu detaylandırmak isteyen bir kitlenin varlığı buna dair bir örnekti. Belediye başkanlarının sunumları, olanıksızlıklara, devletin saldırıları, ekonomik yetersizliklere ve devlet bütçesinin kasıtlı olarak çok kısıtlı aktarılmasına rağmen atılan adımlar, hayata geçirdikleri projeler hem he-

yacanlandırıyor, hem de halkın olanaklarının doğru poltikalarla yönlendirildiğinde nelerin ortaya çıkabileceğini gösteriyordu. Diğer yandan ise halkın yönetime katılımını sağlayacak projeler (halk meclisleri vb.) bunların içinde oldukça önemli bir yerde duruyordu. Birde salonda öne çıkan beklentiler vardı. Bunların başında ise bu sempozyumun ikincisinin düzenlenmesi ve birlikte iş yapma kültürünü geliştirecek somut projeler. Sosyal olguların ele alınış biçimi ve halkın siyasi bir aktör olarak özneleşmesi; o

coğrafyada yürütülen ve coğrafyadaki yönetiminin şekline ve içeriğine dair fikirler sunar. Öyleki eğer halk salt yönetilen, alınan kararlarlada edilgen bir yere itiliyorsa orada sömürü ve zulmün en katmerlisi vardır. Elbetteki kaba bir yaklaşımla doğrudan veya temsili demokrasi kavramları üzerinden ele almıyoruz meseleyi. Sorunumuz salt bunu ele alan yerden de çözülemez. Yaklaşımın durduğu yer iktidar bağlantılı olmalıdır. Yani genel anlamda siyasi iktidarın alınmasa yerel ölçekte katkı sağlamayı hedeflemelidir yürüttüğü politikalarla.

mekanlarından... sanı özgürleştirmelidir, kentler tutsak etmişse, yerel yönetimler yeni bir insan inşa etmelidir: Kenti kendi evi, kendi çocukları ve ailesi gibi algılamalıdır, temel işlevi bu olmalıdır.

Konut sorunu göçle ilgili

güzel, iyi olanı bulup icra etmek değil, halkı irade kılacak, onu tarihin atına bindirip komünist idea için öznelleştirecek, bir seferberlik hali, bir sürekli devrim durumu yaratmak gerekir. Prof. Dr. Haluk Gerger: Küreselleşme bugün içinde yaşadığımız globalleşme dediğimiz süreç içerisinde başlamadı. Küreselleşme birkaç yüzyıldır süren bir şey sadece arada kesintiye uğruyor. Küreselleşme evrelerini kaça ayırırsanız ayırın; bunlar kapitalizmin dinamikleriyle ortaya çıkıyor. Beynelmilel sömürü şimdilik emperyalizmin dinamikleriyle, beynelminel sermayenin dinamikleriyle ortaya çıkıyor. İlk evresinde sömürgecilik dinamikleriyle ortaya çıkıyor şimdi de emperyalizmin dinamikleriyle gelişiyor. Bir taraftan bir olumsuz öğe içeriyor küreselleşme dediğimiz şey sınıfsal ve ulusal saldırı anlamına geliyor. İkincisi bu olumsuz tarafın yanında çelişki ve çatışmalar da yaratıyor. Bir saldırı olduğu zaman doğalında ister istemez bir savunma direniş de ortaya çıkıyor. Bundan önceki küreselleşme süreci sömürgecilikle başladı. Çelişki ve çatışmalar içinde

savaşlara, büyük direnişlere, Bolşevik Devrimi ve mazlum ulusların milli mücadelelerine yol açtı. Bugünün koşullarında baktığımız zaman yine bir saldırı ve direniş söz konusu. Acaba yerel yönetimler bu savunma ve direnişin bir mekanizması olabilirler mi? Deneyimlere baktığımızda aslında son zamanlarda bir karşı çıkışında ifadesi. Türkiye’de yerel yönetimler, özerklikle birleştirme bakımından düşündüğümüzde kendi anlamını çok aşan bir anlama sahip olduğun görüyoruz. Sadece kendi idari, yönetsel çağdışı merkezcilikten kurtulma olarak değil. Ayrıca demokrasinin nüvelerinin ortaya çıkışı olarak da öyle görülüyor. Prof. Dr. Yüksel Akkaya: Devrimci yerel yönetimlerden bahsederken yönetilmeyi reddetmeli miyiz, neden yönetmeyi ve yönetilmeyi istiyoruz. 70 yıl sonra kapitalizmin ilişkileriyle, kavramlarıyla sosyalizm ortadan kalkar, devrimci sosyalist yerel yönetim oluşturacaksak, yönetim iktidar kavramlarını da değiştirmeliyiz. Yerel yönetim dediğimiz şeyi insanları özgürleştirecek bir olgu olarak ele almalıyız. İn-

Şehir Plancısı-Mimar Mustafa Sönmez: Kapitalist devlet niçin vardır, sermayenin yeniden üretim şartlarını yerine getirmek için. Her ülkede ortaya çıkışı değişik hikâyelere sahiptir. Bizimki gibi ülkelerde yerel yönetimlerin oluşmasıyla gelişmiş kapitalist ülkelerin sermayesinin ortaya çıkması çok farklıdır. Yerel yönetimler, merkezi bütçeye bağımlılar. Bir kaç kalem dışında bütçeleri merkezi bütçenin güdümünde, yerel kaynakları ise işçilerin maaşları vb. için bir miktarı ancak karşılıyor. Bu bütçelerin büyük bir kısmını büyük şehirler kullanıyor. Bunun yanı sıra, her belediyenin vergi üretim hizmet satışından gelirleri de değişiyor, bir Kars’ın ki Van’ın belediyesinden farklı, bu bütçelerden metropoller aslan payını alırlar. Nüfusa bölerseniz, yine büyük illerin Kocaeli, İstanbul ve Ankara ilk sırayı alır, diğerlerinin sonrasında gelmesi sizi yanıltmasın. İl özel idarelerine verilmiş kaynaklardan yüksek görülebiliyor. Tunceli, Şırnak, Osmaniye, Ağrı sakinleri daha az belediye hizmeti alıyorlar. Belediye hizmeti alımında da bir eşitsizlik olduğunu görüyoruz. Az gelişmiş bölgeler belediye hizmeti alımında da en altta yer alıyorlar. Bütçelerden aktarılan paralardan merkezi bütçeden aslan bayı yüzde 42 ile büyükşehirlere düşüyor. Prof. Dr. Fuat Ercan: “Devrimci halkçı yerel yönetimler sorunu dile gelince, bir dönemin kırlardan mı geleceğiz, kentlerden mi geleceğiz tartışması aklıma geldi. Bu tartışma gündemden düştü. Birilerinin gündemine

girdi. Sermayedarlar hem kırdan hem şehirden geliyorlar. Durum böyle olunca teoriyi yeniden kurmamız gerekiyor. Özellikle son dönemlerdeki gelişmelere baktığımız zaman birbirlerine sanki alternatifmiş yerel yapılarla merkezi yapılar arasında gibi git-gel yaşanıyor. Sermaye vampirdir, emeğin gücünü emip alıyor. İşçi sınıfı, yeni toplumsal mücadeleler açısından, sermaye birikimi nerden sağlıyor sermaye koşullarına bakmak gerekir. Marks’ın bize söylediği kapitalizm sadece üretim yapmaz, aynı zamanda artı-değer üretir. Bizim açımızdan bize önem kazandıran artı-değer olarak kar olarak biriktiğinde kapitalistlerin, sermayedarların, nerede değerlendireceğim, tekstile mi, otomobile mi, kapitalizm yatırım yapamazsa ne olacak. Kapitalizmin, ürettiklerini değerlendiremeyince kriz çıkıyor, yeniden değerlendirmelerine karşı nereye yönlendirdiğini görmek gerekir. Şehir Plancısı Serdar Nizamoğlu; Ankara Büyükşehir Belediyesinde çalıştığım 22 yılın dört yılını Kuzey Ankara projesinde çalışarak geçirdim. Tabi o proje farklılaşarak şimdiki duruma dönüştü. Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi’nde ki tecrübeden yola çıkarak ne yapılmamalı sorusuna yanıt vermeye çatıştım? Konut sorunu genel anlamıyla göç olgusuyla ilintili. Gecekondulaşmayı yoksul halkın barınma sorununu çözme olarak değerlendirirsek bir yanılgıya varırız. Gecekondulaşmayı sorunun çözümü değil, konut sorununun parçası olarak görmek gerekir. Konutun içerisinde yer aldığı bütün çevrenin içinde bulunduğu; konutun aldığı sosyal hizmetler, verilen altyapı ve donanım, bununla birlikte ilintili olarak ele alınmak zorundadır.. Konutun bulunduğu yapının bizzat kendisinin güvenli olup olmadığının bir parçası olarak, yaşadığımız yapının afete karşı güvenli olduğundan emin değilseniz, bir konut sorununuz var demektir. Diğer taraftan bir konut içinde toplam yaşayan hane insanına düşen metre kare bir refaha uygun değilse, konut içinde bir refaha ermiyorsanız bir konut sorununuz vardır. Konutun ısıtılması sorunu, merkezi ısıtma, kalorifer mi, kömür mü, ahşap mı, beton arma mı, yığma mı? Bu gibi sorulara verilen yanıtlar konut sorununu kavramamızda yardımcı oluyor.

DEVAMI SAYFA 18’de


18-19_Layout 2 12/11/11 10:20 AM Page 1

18 dosya sempozyum

Yerel yönetimler konusunda strateji ne olacak Yrd. Doç. Dr. Binali Tercan: Bu ülkede yönetim anlayışının bir ürünü olarak afet bölgelerinin kabul edilerek devlet bunun gereklerini yerine getirme konusunda işlevsiz kalıyor. Van depreminde de görüldüğü gibi ‘biz burayı afet bölgesi ilan edersek kimse buraya bir çivi bile çakamaz’ şeklindeki merkezi yönetimin tehditiyle afete maruz kalmış bir bölge vardı. Türkiye bir afet ülkesi ve en çok afete neden olan deprem, sonra sel, su baskını, kaya düşmesi, yangın vb. geliyor. Bizim çok önemli kentlerimiz, sanayi alanlarımız yatırım bölgelerimiz deprem bölgeleri üzerinde kalıyor. Afet yönetimi ana kavramlarımızdan birisiydi, afet politikalarını uygularken bu süreçler önemlidir. Afet yönetimi uygularken afet öncesi ve afet sonrası diye ayırıyoruz. Afet öncesini risk, önleme ve risk hazırlığı diye adlandırıyoruz. Afet sonrası yönetimi ise kriz olarak değerlendiriyoruz. Dr. Gaye Yılmaz: Haklara erişimden söz ediyoruz. Sağlığa, suya, eğitime, ulaşıma, barınmaya erişim... Sistem bize sermayeye erişimden bahsediyor. Her şey ticarileşiyor. Hastaneler, eğitim vb... yani kısacası

Haklara erişimden söz ediyoruz. Sağlığa, suya, eğitime, ulaşıma, barınmaya erişim... Sistem bize sermayeye erişimden bahsediyor.

sermayeye erişim arttırıldığında haklara erişim azalıyor. İnsan hakları ve doğal kaynaklar için de geçerli bu durum. Su insan hakkı dedik, dünya bankası dedi ki evet su bir haktır ve özelleştirilmelidir. İnsan hakları beyannamesine göre özel mülk edinmek temel bir haktır. Dünya bankası da bundan esinleniyor ve buna dayanılarak eğitim, sağlık, su özelleştiriliyor. Peki, yoksulluk bir hak mıdır? Minnacık bir araştırma yaptım, cep telefonu diyelim ki bir vazgeçilmez ihtiyaç. Bir kişinin 3 telefonu var. Elbette bunlar yapılırken, kullanım ömürleri kısa olarak yapılıyorki çabuk çürüsün ve hızlı tüketilsin. Yani bize satılan mallar kar için yapılıyor. Elbette bizim yaptıklarımız böyle olmayacak. Sosyalizmde bu şekilde bir üretim söz konusu olmayacak. Benim bahsettiğim kullanım değerlerini üreten, sadece kullanım değerini tüketen bir belediyecilik ya da yönetim. Katılımcı demokrasi ve belediye yönetimlerine halkın katılımı; işçi sınıfına sunulan reçete sosyal diyalogtu. Çelişki kırsal alana kayınca uygulama şöyle oldu; ben katılırım, sen katılırsın, o katılır, biz katılırız, siz katılırsınız onlar kar eder. Bu bir sömürü merdiveni. Mantığı da şu şekilde kuruluyor. En altta itiraz ettiğini en üst basamağa geldiğinde destekler bir pozisyona gelmek. Bunun için manipülasyon, terapi uyguluyor, yatıştırma, teskin etme... Sonrasında artık diyorlar ki sen bize benzedin, zaten benim yaptığımı yapabilirsin, artık sen yapabilirsin yetkileri devrediyor. İşte katılımcı demokrasi merdiveninin işleyişi tam böyle. Araştırmacı-yazar Foti Benlisoy: Neoliberalizmi en kaba tanımıyla işçi sınıfının emekçilerin siyasal, iktisadi, sosyal gücünü kırmaya dönük bir saldırı hamlesi olarak tanımlayabiliriz. Bu gücü nasıl kırıyor; işçilerin kendi enerjilerini, kendi yaratıcılıklarını, özgüvenlerini törpüleyerek saldırarak kolektif yönlerini zayıflatmaya çalışır. Dolayısıyla bugün için birincil olan neoliberalizme karşı mücadelenin ayaklarından biri olan kolektif üretimin ve mücadelenin yeniden üretilmesidir. Devrimcihalkçı yerel yönetimler işçi ve emekçilerin

kendi kaderlerini belirlemesi anlamında önünü açabilir. Neoliberal anlayış işçi ve emekçilere polis şiddeti, güvenlik önlemleri adı altında iş yerlerinde uygulanan yaptırımlar, KHK yönetimi vb. adımlar bugün açısından Özal ya da AKP iktidarının ürettiği fenomenler de değildir bütün dünyaya has fenomenlerdir. Yerel yönetimler konusunda strateji ne olacak sorusunu sorarken deneyimlerin bu konuda bir anlam ve ilham verebileceğini düşünüyorum. Deneyimlerin önemli, kritik olması; bilinçli olarak kendi kendilerini yönetme deneyimlerini pekiştirmesi, örgütlemesi durumunda yerel yönetimler bir anti neoliberal siyasal stratejinin temel öğelerinden olabilir. Zaten yerel yönetim alanları da işçilerin, demokrasi mücadelesi verenlerin meselesidir. İnsanların kendi kendilerini yönetebildikleri, kendi hayatlarına kolektif olarak sahip çıkabildikleri, deneyimler yaratabilirsek, bunlardan bir tanesi yerel yönetimler olabilir. Yerel yönetimlerde, karar alma süreçleri o kararlardan etkileneceklerin öznesi olabileceği şekilde düzenlenebilirse, toplumun sosyalizm mücadelesi o kadar ete kemiğe bürünmeye başlar. Prof. Dr. Tayfun Atay: Gündelik yaşam çok yalın basit. Teknik, ekonomik sorunlar, devlet, polis baskısı yukarıdan aşağıya insanların yaşamını yönlendirirken aşağıdakilerin kendi kendilerini yönetmeleri sağlanabilir. Aşağıdakilerin sınıfsal bilinç ve din, etnik, dil, bölge gibi başlıklar altında kendilerini tanımladıklarını, ilişkilerini belirlediklerini görüyoruz. Bunları göz önüne almak da sosyalist belediyeciliği hayata geçirmek konusunda üzerinde düşünülmesi gereken önemli olgulardır. İnsanların gündelik hayatlarını sürdürürken kurdukları ilişkiler, bir yaşlı kuşağın kendisini ifade etmek için, çalışırken kullandığı simgeler önemlidir. Yine din ve inançları konusu da önemlidir, bunlara yaklaşımımız nasıl olacaktır? Sosyalist bir pozisyondan hareket ettiğimiz zaman bu tür yerel, kültürel, etnografik pratikler karşısındaki tavrımızın da çok daha iyi belirlenmesi gerekir. Gündelik hayatın içerisinde kendisini gösteren birçok

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

örnek verilebilir; Hozat Belediyesi’nin düzenlediği festival sürecinde diasporadan çok farklı görüntü içerisinde gençler, Avrupa’dan gelenlerle birlikte festival alanında kendi gençlik alt kültürünün özellikleriyle karşımıza çıkan örneğin; Punk giyimiyle elinde Partizan pankartı taşıyan gençler karşımıza çıkıyor. Bu benim açımdan çok sevimli bir görüntü. Bunun tabi ki tartışılması, sorgulanması gereken bir yönü var. Bu renklilik ve canlılığın üzerinde durmak lazım. İbrahim Kaypakkaya görüşünde bir sosyalist siyasetin çok etkili bir şekilde varlığını sürdürdüğü, bu birikimin taşındığı, hem ideolojik giderek de mitolojik noktalara vardığı ama sonuçta bilge hayatının da bir parçası olduğu durumda, kültürel parçası olma özelliğini sürdürdüğü bu coğrafyayı konuşmak, konuşulanları dinlemek keyif verici. Salime Tarihçi Delice: Kadınlar toplumsal yaşamda daha dezavantajlı oluyor. Ama ben sempozyum hazırlayıcılarına soruyorum, Emzirme odası düşündünüz mü, kadınlarda gelip katılsın diye? Entelektüeller, akademisyenler değil, çocukları olan kadınlar için, onların katılımı için çalışmanız nedir? İhtimaller imkanlar haline dönüşmüyor. Kadın insanlarımız için de eşitlik özgürlük farkının tayini politikada belirleniyor. Sermaye adına değil toplumsal katılımcılık, belediyelerin yaşam alanları olan yerlerde toplantılar yapmak, otoriter mekanları istemiyoruz. Parklar masa sandalye var ama hemen hemen hiç birisinde yok. Tuvalet yok, mahalleli küçük parka gelebilir, o halkın da gelmesi gerekiyor. Karanlık yerleri de aydınlatma olmayınca bizim için çok güvenceli değil. Yollarda genç kadınlar ya da yaşlılar olarak ıslık çalmak istiyoruz. Çocuklu kadınlar için kent yaşam alanları yok. Kadına uygulanan şiddet sokak ortasında şova dönüştürülerek yapılıyor. Bakış açısı nasıl oluyor; evet adam suçlu ama kadında hak etti. İşte bu oluyor cevap. Suç işlenmişse önlenmemiş, önlenmemişse suç üretiliyor. Hepimiz suç ortağı oluyoruz. İşsizliğin, yoksulluğun, eşitsizliğin, cinsel fetişizmin şişirilmesi ve bunun engellenmemesi de şiddeti üretiyor.


18-19_Layout 2 12/11/11 10:20 AM Page 2

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

19

Direnen halklar kazanacak

NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik emperyalistlerin ezilen halklara karşı saldırılarını Taksim’de yaptığı basın açıklamasıyla protesto etti 3 Aralık'da Taksim Tramvay Durağı’nda toplanan NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik bileşenleri “Emperyalistler ve İşbirlikçi Uşakları Ortadoğu’dan Elinizi Çekin” yazılı pankart açarak NATO’nun Ortadoğu’daki saldırılarına karşı mücadele çağrısı yaptı. Kitle ellerinde “Kahrolsun emperyalizm ve işbirlikçi uşakları” , “ Yaşasın halkların kardeşliği” yazılı dövizlerle basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan basın açıklamasında başını ABD’nin çektiği emperyalist ülkelerin yeni hedefinde Suriye’nin olduğu vurgusu yapılarak bu saldırı planlarına sessiz kalınmayacağı mesajı verildi.

NATO’ya kalkan olmayacağız Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “ Emperyalizm ve onun işbirlikçisi-uşağı TC devleti, savaş çığırtkanlıklarını bu kez de Suriye için hayata geçirmekte; onların sesi olan burjuva medya da bu konuda elinden geleni ardına koymamaktadır. AKP, emperyalizmin savaş taşeronluğunu yaparken, tarihsel rolünü büyük bir uşak ruhuyla hayata geçiriyor. Füze kalkanının topraklarımıza kurulmasının İsrail’i, ABD’nin çıkarlarını korumak dışında hiçbir amacının olmadığını, bizim de içinde olduğumuz tüm bölge halkları için bir tehdit olduğunu defalarca dile getiren basın açıklamaları, yürüyüşler gerçekleştirmiştik. Suriye ile ilgili gelişmeler üzerine yapılan açıklamalara bakıldığında, Suriye’ye müdahalenin tetikçiliğine soyunan TC devletinin, füze kalkanıyla topraklarımızı açık hedef haline getirdiği ayan beyan ortaya çıkmıştır.”

Suriye halkının yanındayız ABD’nin İncirlik Üssü’nün Ortadoğu’ya saldırılar için bombalarla doldurularak ezilen Or-

tadoğu halkları için bir tehdit oluşturduğuna değinilen açıklama şu ifadelerle sona erdi: ”Suriye, emperyalizmin ve onun taşeronu AKP iktidarının açık tehdidi altındadır. Konulan ambargoların yerini yakın bir tarihte açık askeri saldırılara bırakması sürpriz olmayacaktır… Tüm gücümüzle Suriye halkının yanında olduğumuzu haykırmalıyız. Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmalı, kendi sorunlarını kendisinin çözebileceğini, Emperyalizmin hiçbir şekilde herhangi bir ülkenin iç işlerine karışmaya, o ülkeleri işgal etmeye, zenginliklerini gasp etmeye hakkı olmadığını haykırmalıyız. Suriye, Suriye halkınındır, emperyalizmin dilediği gibi at oynatacağı bir alan değildir. Bizler bu ülkenin devrimcileri olarak, NATO’ya, Füze Kalkanı’na, emperyalist işgallere ve emperyalist saldırganlığa karşı her türden bedeli göze alarak sürdürdüğümüz mücadeleyi yükselteceğimize tarihin ve halkımızın önünde söz veriyoruz.” Basın açıklaması sırasında kitle “Emperyalistler işbirlikçiler 6. Filo’yu unutmayın” , “NATO’dan çıkılsın emperyalist üsler kapatılsın” , “Emperyalizm yenilecek direnen halklar kazanacak” sloganlarını attı.

Füze kalkanı protestosuna saldırı Malatya Kürecik'te NATO'nun kuracağı füze kalkanına karşı Kocaeli’de 29 Kasım’da “Füze kalkanı değil, demokratik lise istiyoruz” şiarıyla 1 haftalık açlık grevi başlatan Dev-Gençliler kolluk güçlerinin saldırısına maruz kaldı. Eylemin ilk gününden beri defalarca saldıran kolluk güçleri birçok kişiyi gözaltına aldı. Kolluk güçleri Dev-Gençlilerin kurduğu açlık grevi çadırına saldırarak tüm eşyaları gasp etti. Eylem boyunca toplam 61 öğrenci gözaltına alındı. 3 Aralık’ta mahkemeye çıkarılan 24 kişinin serbest bırakılması için bir hukuk bürosuna pankart asan Meral Dönmez ve Gülşah Işıklı ise gözaltına alındı ve çıkarıldıkları mahkemece "örgüt adına konut dokunulmazlığını ihlal etmek" iddiasıyla tutuklanarak Kandıra F Tipi Hapishanesi’ne götürüldü.

ÖNCÜ KADIN

≫ rojda demir

UNUTULAN ARALIK FAŞİZMİ

D

ipten dibe bir homurtu yükselecek ama nereye akacak belirsiz. Yine 2000’li yılları, yani o tecrit günlerini anımsatıyor. Üzerinden atlanmak istenen bir süreç gibi algılanıyor. Ama öyle ağır, öyle derin ki; kimse çok yaklaşamıyor bile. Hani o politik diziler, filmler, belgeseller hazırlanırken atlanan, bilinmeyen bir tarih aralığı. Ama bu 19 Aralık mı, ama bu 1920-45 Aralığı mı, yoksa ki 1971-73 kopuşu mu? Kimsenin gerçekten de bilmediği, bilip de anlamadığı, anlayıp da yaklaşmadığı bir bilinmezlik hali. Ama o bilinmezlik her defasında yolun ortasında dimdik bir çınar gibi aslında hep karşımızda. Büyük bir ustalıkla da yol gösteren ama biz körlerin bir türlü yolunda adım atmadığımız, atamadığımız bir güzergah. İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Mazlum Doğan’ın aktığı devrimci mücadele yolu… Devletin tepesinden tırnağına örülü bir faşizm. Ama bu yolu bilmez ustalıkta davrananların da hala gelmesini beklediği faşizm. Gülerler. Çocuklar bile güler. Peki, hergün şikayet ettiğiniz, yakındığınız, sizi sokağa çıkaramayan o zulüm eden devletinizin adı ne? Kocaman puntolarla yazıyoruz: FAŞİZM…

Sokağa çıkan herkese devlet terörü uygulanıyor! İşte Hopa davasında, Ankara sokaklarını kuşatan devletin eli silahlı polisleri panzerinin üstüne çıkan ve bu kadının burada ne işi var deyip, demokratik haklarını savunanların verdiği ifadeden bir örnek; 9 Aralık Hopa davası sanığının mahkeme savunmasından “Dilşat Aktaş'ın yere düştüğünü gördüm. Gidip ona yardımcı olmaya çalıştım. Polisler 'Panzerin üzerine çıkan buydu yakalayın' diye bağırdılar. Geldiler ve bizi uzun süre dövdüler. Dilşat Aktaş'ın kemiği kırıldı, ben şahidim buna. Ayağa kaldırıp yürütmeye çalıştılar. 'Almayalım başımıza bela olur' deyip bıraktılar. Beni götürdüler. Çevik kuvvet polisleri plastik kelepçe taktı. 6 saatin 3 saati boyunca dayak yedim. Fakat herhangi bir işlem yapılmadı. Savcılıkta ifade verirken yüzüm gözüm mosmorken savcı bana sormadı. Tanımadığım polisleri yaraladığım gerekçesiyle tutuklandım. Ben bu olaya şahit olduğum için tutuklandığımı düşünüyorum. Bu ülkede eşitsizlik, adaletsizlik olduğunu düşünüyorum. Her platformda bunu yapmaya çalışıyorum.” Bu faşizm saç kestirmeyle, uzatmayla ya da yumurtayla alt edilemez. Zor zorla alt edilir. Zorun aşılması bu kişi tanıklığı eşkıyalıkla değil, saatlerce işkenceden geçip moraran bir yüze savcının yargısı hiç merhem olmaz. İşte üzerinden atladığımız ve görmek istemediğimiz bu gerçeklik bizi bu sisteme yedekliyor. 90’lı yıllar diye telaffuz edilen şey geride kaldı, AKP bunu 2000’li yıllarda devraldığı tecrit hücrelerindeki tutsaklıkla topluma uyarladı. Çok büyük bir proje. Genişletilmiş Ortadoğu Projesini de kapsayan, okyanus ötesi bir proje. Onun içindir ki, Dersim’de ce-

maatleşmeye, karakollaşma, yozlaşmaya ve uyuşturucu kullanımına karşı yeni demokrasi halk kültürü kampanyaları sürdüren Demokratik Haklar Federasyonu temsilcileri ve üyeleri hergün mahkemelerden geçiriliyor ve olmadı tutuklanıyor. İnsanlar 90’lı yıllarda yakılıyordu, hatırlayalım Behzat Firikleri. Hatırlayalım Kulaksız komutanın içki kadehlerini yudumlarken meşe odunlarına verdiği köylüleri. Köylü anlayışımız şimdi HES’lerde, RES’lerde, barınma, ulaşım, su sorununda kocaman kocaman yol gösterici duruyor önümüzde. Tarih işte böyle bir şeydir. Gerçeklikten kaçmak asla olmaz. Ama ne yazık ki, bizim gibi ülkelerde ne sosyal patlama olur, ne de hepimizin devletin karşısına eşkıya olarak çıkması durumu düzeltmez. Çünkü ancak ve ancak devrimci bir program etrafından örgütlü bir halk gerçekliğiyle biz bu masum gösterilen azgın faşizmi yenebiliriz. Ancak biz böyle dünya ezilen halklarının bütünlüklü gerçek kurtuluşuna hizmet etmiş olabiliriz. İşte yanı başımızda “Arap Baharı”. Kaç zamandır kaç insan ölüyor, öldürüyor. Ama kutup yıldızı doğru klavuzluk etmediğinden emperyalizmin sınırlarını aşamıyor. Onun için bizim vereceğimiz mücadele eşkıyalık değil, devrimci-komünistMaoist bir hatta halkın gerçek özgürlükleri için sınıfsız, sömürüsüz, eşitlik ve kardeşlik mücadelesidir. Saç teliyle devletin terörü bağlanamaz, ödenmiş bedellerin muhteşem değerleri yumurta silahıyla çürütülemez. Devletin “üst düzey sorumlu” histerisinden piknik fotoğraflarına indirgenen bir dezenformasyona karşı güçlü devrimci halk kültürü mücadelesiyle set olalım. Faşizmin saldırısına şaşırmak, tutuklanmayı hukuk skandalı olarak görmek, kadına tecavüzü ahlaksızlık olarak değerlendirmek ya da Özel Yetkili Mahkemeleri’ni Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne benzetmek çok yanılsamalı bir demokrasi yanılgısıdır. İşte faşizm ben varım diyor, ama reformizm hayır sen demokrasisin diyor. Gerçekten bu ülkede demokrasi sorunu var ve bu da devrim sorunu. Bunun çözümü de yeni demokrasi güçlerinin demokratik halk devriminden geçer. Bu da köylüsüyle, işçisiyle, kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla yani tüm ezilen emekçi halkın örgütlü gücüyle başarıya ulaşır. Bunu kavrayıp kavratmadığımız sürece, bedel ödeyerek kazandığımız elimizdeki direniş mevzilerini bir bir yitiririz. Ne köy, ne kasaba, ne direniş, ne mevzi geriye kalmaz. Ama faşist diktatörlüğün bütünlüklü saldırılarına karşı ezilen emekçi halkın örgütlü mücadelesini yükseltmek için dünden daha fazla örgütlülüğe, birleşik ve kitlesel direnişlere yelken açma zamanıdır. Önümüz 19 Aralık Ölüm Orucu Kahramanlık ve Direniş Haftası, şan olsun yaratanlara. Şan olsun ki o yoldaşlarımız, siper yoldaşlarımız bugünü dünden bize müjdelemişlerdi. Bu tarihi iyi hatırlayalım, unutmayalım, unutturmayalım. Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz, mücadeleleri yol göstermeye devam ediyor…


20-21_Layout 2 12/11/11 10:21 AM Page 1

20 okur

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

ÇAĞIRIYORDU SENİ Sınıfın en arka sırasında okurken İnce Memed`i çoktan yola koyulmuştum Çukurova’nın çakır düzlüklerini Toroslardan izlemeye. Doruklarda kollarımı iki yana açmış, o eşsiz doğanın, pamuk ırgatlarının, elleri nasır tutmuş yaşlı ana ve babalarımızın, fotoğraflarını çekiyordum gözlerimle... Öyle dalmıştım ki düşüme, İnce Memed’in Hatçe’ye olan sevdasından köylülere kan kusturan, zorbalıklarıyla bilinen Abdi Ağayı vurarak dağlara bel verişini, bir başkaldırıya dönüşen sevda yolculuğunu düşlüyordum satır satır aralarken sayfaları. Bir şey eksikti sanki bu düşte. Senin söylediğin ezgiyle tamamlandı, Harman yeri, tozlu taşlı diye bir ezgi tutturmuştun. Düşlerimden sıyrılıp sana döndüm, karşımda güler yüzlü bir ışıma, elinde mavi bir kitap.

Duydum ki yoldaşım olmuşsun Temmuz ayının o toprağı çatlatan sıcağında, küçücük bir ağaç gölgesinin altında, önümüzde bir masa, üstünde kitaplar. Birden gözlerim takıldı, bana verdiğin o mavi kitaba. Nasıl da heyecanla almıştım kitabı, yeni serüvenlerin düşüne dahil olacaktım diye. Bu defa okuduğumda düşlerdeydim diyemem, 160 ya da 170 sayfalık bu mavi kitapta işkencelere, nezarethanelere, baş eğmeyen onurlu duruşlara tanıklık ediyordum. Seni tanırken, düşüncelerini tanımayı eksik bırakmıştım. Sen de pek bahsetmemiştin ki bana bu güzel düşlerden. Seni hatırlarken, o mavi kitabı verdiğin günü hatırlarken, yine daldım gittim. Torosların doruklarında, Çukurova’nın düzlüklerini seyrediyordum. Değirmen köyünde yaşayan İnce Memed `in sevdası uğruna dağlara çıkışını, o dağlardaki ayak izlerini düşünüyordum. Ararken ayak izlerini, bir el tutundu omzuma, sıyrılıverdim yine düşümden. Mavi kitabı indirdim diğer kitapların yanına. O el tanıdıktı ve sıcaktı. Dönünce arkamı, senin o parıldayan gözlerinle buluştum önce. Sonra sımsıkı sarıldık birbirimize, eğilip kulağıma; “Duydum ki yoldaşım olmuşsun.” dedin. Ben de “Peki, neden sen beni hazır bekliyorsun?” diye sordum. “Çünkü geleceğini biliyordum.” dedin.

Birkaç saat geçmişti. Karanlık çökmüş, hava epeyce serinlemişti. Senin gözlerindeki sıcaklıkta, gizliden bir veda görünüyordu. Anlamıştım... O vedalaşan bakışların cevabı esen rüzgârdaydı...

Ve sen gideli İnce Memed`i okurken beni kendisine çeken Toroslardan uzak düşmüştüm. Uzun zamandır dolaşmıyordum Çukurova`yı. Biliyordum şimdi başka yerlere gidecektim seni hatırlarken. Derken bir ses çınladı kulağımda, “Kapa gözlerini.” Sendin, sesinden tanımıştım seni.. O sıcacık, insanın içine bir nehir gibi akan sesinden. Heyecanla bekliyordum, seni göreceğim diye. Bu defa uzaklardan yankılana yankılana bir ses geldi. “Aç gözlerini.” Açtım hemencecik gözlerimi. Karşımda uçsuz bucaksız mavilikler, sıra sıra dağlar ve şehrin tam ortasından akıp geçen bir nehir. Rengini etrafındaki dağlardan almıştı bu nehir. Yine doruklardaydım, bu defa Munzurlardaydım. Arkamı döndüm seni aramaya koyuldu gözlerim, bir ceylan seke seke atlıyordu kayalıklardan, seni gösterecekti bana. Seyyah oldum peşinde nazlı ceylanın. Rüzgar esiyordu vadide, bulmuştum cevabını. Rüzgarın estiği yöne baktım. Tek sıra halinde ilerliyordunuz, tek değildin, sana benzeyenlerle yürüyordunuz. Patikalardaki diğer adımlara, eşlik ediyordu, tempo tutuyordu adımların. Tam sana seslenecekken, adım Delal diye haykırdın. Ebru, Delal idi artık...

Pusuya düşmüştün kanla yıkanmıştı bedenin Ayın 9`uydu, son günlerde düşlerde gezemiyordum, bana mavi kitabı verdiğin zaman ki gibiydim. Düş kurmamı engelleyen bir şeyler vardı, adını koyamıyordum. Neydi o, içimdeki bilinmeyen his? Dışarıda iki kadın konuşuyordu, kulak verdim seslerine. İki kadın konuşuyor ağlamaklı, iki kadın konuşuyor öfkeli, iki kadın konuşuyor. İki Partizan vuruldu, iki Partizan pusuda, iki Partizan kurşun seli içinde kanla yıkanmış. İnanmıyordum, inanmak istemiyordum, isim geçmemişti onlar konuşurken. Ama adını koymuştum içimdeki bilinmezliğin. Haberleri

izlerken sunucunun soğuk yüzünden, soğuk sözcükler dökülüyordu. “Tunceli kırsalında... İki... Delal kod adlı Ebru, Alişer kod adlı Ecevit.... ölü ele geçirilmiştir.”

17 Kurşunu yedi ölmedi Derler ki, rivayet odur ki, İnce Memed 17 kurşun yemiş ama ölmemiş, O hala Toroslarda geziyormuş, ayak izlerine daha sonraları başkaları eşlik etmiş. İnce Memed gibi çıkmışlar dağlara, binlerin sevdasını yanlarına alarak. Kulaktan kulağa, dilden dile yayıldı onun hikâyeleri. Ağalar yataklarında titreye titreye onun gelmesinden korka korka her gün bugün de geçti diye seviniyorlardı. Çoğalmıştı

ağalar, halka zorbalık yapanlar artmıştı, devran onların devranıydı, ama İnce Memed gelecekti yine, binlerce İnce Memed, hesap sormaya, daha özgür bir yaşamı and içerek, geleceklerdi, geldiler. Geldiler... Onlarca kurşunu bedeninize şaplayan, faşizm rahat uyusun diye onun beşiğini sallayan, korkak sürüleri hala korkuyorlardı sizlerden. Gözleriniz kapalıyken ve toprakla bütünleşmişken dahi, kurumamıştı yere dökülen kanlarınız. Senin, sizlerin mezarında nöbet tutan askerler, kendi korkaklıklarının bekçileriydiler aslında. Biliyorlardı, sizler hiç gitmediniz, çoğala çoğala geliyorsunuz. Sizler hala aynı patikada,


20-21_Layout 2 12/11/11 10:21 AM Page 2

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

21

O DİZELER

aynı adımların temposuyla, elinizdeki silah, belinizdeki mavzerle, insanın insanca yaşayacağı bir düzen için, yıkmaya geliyordunuz eskiyi, geçmişten geleceğe bir köprü olmuştunuz, geliyorsunuz yeniyi inşaya...

Ölümsüzlüğe kanat açanlar Binlerce destan var şimdi, halkımızın yaralı ve bir o kadar da uslanmaz, direnen yüreğinde. Kollarını iki yana açmış iki Partizan, biri Delal diğeri Alişer kanat açtılar özgürlüğe. Bugün ayın 9`u, 9 kere katmerlendi acımız ama 90 kere örüldü direnişimiz. İçilen o öz suyumuz analarımızın ak sütü gibi helaldir sizlere, bu yolda ser verenlere... Nasıl da vurmuştu İnce

Memed, yatağında titreye titreye duran Abdi Ağa’yı, tam unutuldum diyerek sevinen Kulaksız Yüzbaşını nasıl da vurdular, boğazında mermi parçaları. Tam 27 yıl sonra, alındı hesabı. Bak, patika yoldan gelenlere, yıkmaya geliyorlar eskiyi. Ölümü rüsva etmeye geliyorlar, harman yeri düğün yeridir artık. Aynı tahta sıralarda kitaplarımızı paylaşırken, sonraları aynı düşünceleri paylaşmanın onuruyla, 7 yıl değil 70 yıl da geçse unutulmayacaksınız. Her dem bizlerlesiniz. Ölümsüzlük elbisesi giyip ölümü yere çalanları anıyoruz...

Sıra arkadaşın, yoldaşın

Afganistan işgaline son! Afganistan’da 10 yılı dolduran emperyalist işgal ve 5 Aralık’ta yapılan, Afganistan Konferansı Almanya’nın Bonn kentinde yapılan mitingle protesto edildi Emperyalistlerin Afganistan işgalinin bundan sonra nasıl ve hangi kuvvetlerle yürütüleceği, emperyalist bölüşümün alacağı biçimler üzerinde “mutabakat” sağlamak amacıyla gerçekleştirilen Afganistan Konferansı, devrimci, demokrat ve anti-militarist kurumlar tarafından 3 Aralık’ta Bonn’da yapılan mitingle protesto edildi.

Miting alanında yapılan konuşmalarda, 10 yıldır süren Afganistan işgali boyunca yapılan katliamlar rakamlarla ifade edildi. Demokrasiden, insan haklarından bahseden emperyalistlerin ikiyüzlü söylemleri teşhir edilerek, işgalin son bulması ve işgalci orduların bir an önce Afganistan’dan çıkması istendi. Mitingde konuşma yapmak isteyen Yeşiller Partisi miletvekilli Hans-Christian Ströbele “Senin ellerinde kanlı!“ sloganları ve atılan yumurtalarla protesto edildi. Mitinge ADHK ve ADGH’nin aralarında bulunduğu birçok devrimci-demokratik kurum katıldı.

EKSEN

≫ ahmet hacalişi k.

KAPİTALİZMİN KRİZİ VE ‘DÜZELTİCİ SAVAŞ’

2

007’de başlayıp 2008’de yoğunlaşan kriz, emperyalist kapitalist sistemin mahremi ABD ve Avrupa ülkelerinde derinleşirken hükümetleri deviriyor, devletleri iflas ettiriyor. Dubai, Bahreyn çöktü. Yunanistan iflas etti. İtalya, İspanya, Macaristan ekonomileri zor durumda. Her yerde işsizlik artıyor, gelir dağılımında bozulmalar hızlanıyor. Emperyalist eğilimler ve hegemonya rekabeti sertleşiyor. İşçi sınıfının eylemleri artarken buna paralel olarak Avrupa sathında küçük burjuvazinin korkularından enerji alan aşırı sağ ve yabancı (özellikle Müslüman) düşmanlığı da güçleniyor, AB’ye devredilmiş olan ulusal egemenlik haklarını tekrar “ulusallaştırmak” için çağrılar yapılıyor. Diğer taraftan krizle bağlantılı olsa gerek dikkat çekici bazı gelişmeler de olmuyor değil. Yakın zamanda ABD yönetimi, Marks’ın “ilk kez trajedi, ikinci kez komedi” sözlerini ispatlarcasına İran’ı, ABD toprağında Suudi Arabistan’ın Washington Elçisi’ne suikast düzenlemeye kalkmakla suçladı. Hemen akabinde de Uluslararası Atom Enerji Kurumu yaptığı açıklamayla İran’ın nükleer faaliyetlerinin ileri aşamaya geçtiğini duyurdu. Artan işsizlik, gelir dağılımının iyice bozulması, sosyal harcamaların azalması, artan enflasyon Wall Street dâhil dünyanın birçok ülkesinde insanları sokağa dökmeye devam ediyor. Sokağa çıkan kitlelerin sloganlarında bütünlük olmasa, tepkiler henüz kapitalizm içinde kalsa, örgütlenme ve programa sahip olmasa da ezilenler dayatılan faturanın kendilerine ödetilmemesi için direniyor. Diğer yandan hep kendine yontarak sermaye birikim çarkını döndüren, dünya nüfusunun çoğunu işsizlik, yoksulluk ve düşük gelire mahkum ederek sonunda tüketim eksikliği gibi bir sorunla krizi patlatan küresel finans kapital de, krizi aşmanın, kapitalizmin ömrünü biraz daha uzatmanın yolunu arıyor.1929 krizinde Yahudileri günah keçisi olarak ilan eden sistem şimdi de Çin’i işaret ederek hedef saptırıyor. Öfkeleri sokağa taşan kitlelerin tepkilerinin şimdilik finans baloncularıyla sınırlı kalması, sistemi terbiye etmeyi hedef alması, sorunu kapitalizmde değil “vicdansız” uygulanmasında görmeleri efendileri umutlandırıyor. Sınıf mücadelesinin keskinleştiği, devrimci durumun yükseldiği mevcut konjonktürde kapitalizmin akıl hocaları, sorunun sistemden değil yönetimsel hatalardan kaynaklandığını iddia etseler de kriz Marks’ın iddia ettiği gibi kapitalizmin türettiği sistematik bir krizdir. Sistem 80-90 yıllık evreler halinde kolay kolay aşılamayan krizleri zorunlu olarak üretir. Hatta bu sayede sermaye birikimini engelleyen engelleri aşar. Haddizatında sistemin başı ABD’de kapitalizmin krizi 2007’den çok daha önce başlamıştı. Finans kapitalin artı değerden aldığı payı sürekli olarak arttırması şişkinleşen bir borç ekonomisine ve finansal balonlaşmaya yol açtı. Ancak doların konumu sayesinde dış dünyadan kaynak aktarımı gerilimlerin krize dönüşmesini 2007’ye kadar erteledi. Sonunda finansal balon patladı. İpotekli konut piyasasının tetiklediği ısınma krizi patlattı. Sistemin tümüne bulaştı. İç talebe, üretime yansıdı. Hızla Avrupa’ya giderek çevre ekonomilere yayıldı. Krizin derinleşmemesi için özel borçlar ve finans kuruluşlarına çok büyük

fonlar aktarıldı. Bu önlemler krizin 1929 bunalımındaki boyutlarda derinleşmesini frenledi. Ama müdahaleler sorunu ortadan kaldıramadı. Kaynaklarının çoğunu kurtarmaya ayıran devletler krizin maliyetini üstlendi. Tüketim talebi telafi edilemediği gibi bütçe açıkları, kamu açıkları sorunu artarak devam etti. Kapitalizmin krizlerinin 80-90 yıllık periyotlarda gerçekleştiği ve kolay kolay da aşılamadığı bilinen bir gerçektir. İktisat tarihi bize bu tip son dört-beş dalganın hep militarize olmuş bir küresel ortam, artan askeri harcamalar ve ne yazık ki çoğunlukla da açık savaş ile geçirildiğini gösteriyor. Küresel krizin bir “kara delik”e doğru doludizgin gidişi, krizde “düzeltici unsur” olarak savaş seçeneğini güçlendiriyor. Çıkarılacak savaşın silah çarklarını daha hızlı döndürerek bir yeniden paylaşım fırsatını yaratması ve kapitalizme biraz nefes aldırması ihtimal dâhilinde. Ancak çıkacak savaş öyle hemen topyekun nükleer üçüncü paylaşım savaşı şeklinde değil muhtemeldir ki bölgesel, yerel savaşlar, etnik huzursuzluklar, aşırı gerginlikler şeklinde yaşanacaktır. Daha çok Marksist iktisat terminolojisinde kullanılan “Düzeltici savaş”’ın (Rosa Luxemburg’dan günümüze gelen teknik terim) gündemde olup olmadığını anlamak için aşırı gerginliklerle sistemin krizi arasındaki bağlantıyı incelemek gerekir. Krizin esas nedeni üretilmiş malların satın alınamaması ve eksik tüketim kıskacına takılınması ise bu üretim fazlasının kapitalist sistemin devam edebilmesi için mutlaka tüketilmesi gerekir. O zaman da yatırıma dönüştürülemeyen, satın alınamayan mal fazlasının savaş konjonktürü içinde yakılması gündeme gelecektir. Çünkü bu sayede sermayenin yeni teknolojilere kavuşturulması, askeri silah teknolojisinden yeni üretim tekniklerine ulaşılması, modası geçmiş üretim tekniklerinin, kurumların yakılıp, yerine modern teknolojilerin, modern kurumların inşası sağlanır. Kapitalizm düzgün bir çizgi olarak ilerleyen bir sistem değildir. Genişleyen, krize giren, yıkan, yıktıktan sonra yeniden yapan, Joseph Schumpeter’in “yaratıcı yıkımlar” diye adlandırdığı bir büyüme modeli içinde dalgalar halinde büyük değişimlerin seyrettiği vahşi bir sistemdir. Emperyalist kapitalizm derin bir kriz içerisinde iken ve sorunları aşmak için can havliyle “düzeltici savaş”a ihtiyaç duyarken yazının başında değindiğimiz Suudi elçisine suikast teşebbüsü ve Uluslararası Atom Enerji Kurumunun İran açıklamalarının zamanlamasını tesadüf olarak açıklayamayız. ABD elebaşılığındaki emperyalizmin stratejisi gereği kaynak savaşlarına en uygun bölge Ortadoğu , “düşman” ise İran’dır. Böylece hem sistem krizden kurtulacak hem de emperyalizmin bölgedeki en önemli engeli tasfiye edilmiş olacaktır. Krizlerin varlığı, tekrarlanması, şiddeti kapitalizmin çürümekte olduğuna işaret ediyor. Ancak sistemlerin çürüdükleri için tarihe karıştıkları da görülmüş bir durum değildir. Bunun gerçekleşmesi için sistem karşıtı, örgütlü devrimci toplumsal mücadeleler gerekir. Dünyada devrimci durum yükselir, sınıf mücadeleleri keskinleşirken emekçi sınıflar kapitalizmi aşma yönünde kafa yormak, sorgulama yapmak zorunda kalacak ve bir yandan sosyalizmin sorunlarını aşarken diğer yandan kapitalizmi tarihin çöplüğüne gömeceklerdir.


22-23_Layout 2 12/10/11 9:05 PM Page 1

22 kültür sanat

Halkın Günlüğü 10-20 ARALIK 2011

‘İlk önce örgütlü olmak

Daha önce çıkaramadığım ve ancak bugün yapılan bu albüm, gençliğimden beri içimde biriktirdiğim bir hayalimdi. Daha fazla geç kalmadan, kendi biriktirdiklerimi insanlarla, toplumla paylaşmayı düşündüm

Halk müziği sanatçısı Ali Haydar Yıldız’la “Dinle Ahvalimi” adlı albümü üzerine sohbet ettik. Albümün içeriği halkın yaşamında ortaya çıkan acılarının kendisinde bıraktığı izdüşümlerini yansıtıyor. Yaptığımız mülakatta; bir taraftan yaşamında iz bırakan olayları ve yaşam serüvenine, diğer taraftan bunların günümüzdeki yansımlarına dair birçok konuya değindik.

fOkurlarımızın sizi tanıması için biraz kendinizden bahseder misiniz? Ali Haydar Yıldız kimdir, müzikle ne zaman tanıştı? Ben 1953 Dersim-Hozat doğumluyum. Sanata ilgim aileden bir miras olarak geliyor. Dedem saz çalarmış, fakat ben dedemi görmedim. Dedem 1933 yıllarında tutuklanarak 36 kişiyle Elazığ’a götürülmüş. Sonra biz onların yakılarak katledildiğini öğrendik, babamı ben 10 yaşındayken kaybettim. Babamın ve dedemin yaşamından etkileniş vardı. Babam saz çalardı ve müzikle ilgilenirdi, dedemin katledilmesinden çok etkilendim. Babam, her saz çalmak istediğimde ben ağlardım ve babam sazı verirdi, ben de susardım. 9-10 yaşlarından itibaren saz çalmaya başladım. İlk olarak yerel türküler, çevremizden duyduğumuz ağıtlar, ezgiler derken daha sonra 17-18 yaşlarında kendim bir şeyler yazmaya başladım. Beste yapmaya başladım. Tabii bu dönem siyasi atmosferin yoğun olduğu bir dönemdi. Ben de devrimci-siyasi gelişmelerin içerisindeydim. 1979 yılında ilan edilen sıkıyönetimle birlikte Hozat ilçesinde dernek faaliyetinde bulunduğumdan dolayı çeşitli baskılara maruz kaldım. Hozat Kültür, Halkla Birleşme ve Dayanışma Derneği. Dernek Partizan’a yakın bir dernekti. Bu dernek sıkıyönetimle birlikte TKP(ML)-TİKKO örgütüyle bağlantılı olduğu öne sürülerek kapatıldı. 1980 yılında 141-142’den dava açıldı hakkımızda ve dosyamız Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. 1992 yılına kadar orada yargılanmamız devam etti ve 1992 yılında da beraat ettik. Fakat ben bu süreç içinde 1982,1983 ve 1984 yıllarında gözaltına alındım, siyasi şubede işkence gördüm. O dönemler çok yoğun işkenceler vardı. Orada yaşayan, kalan herkes bilir. İnsanlara çok ağır ve yoğun işkenceler yapılıyordu. 1996’da evim basılarak, tehdit edildim ve köyü terk etmem için baskı yapıldı. Bir hafta içerisinde terk etmem istendi. Elazığ’a taşınmak zorunda kaldık ve iki yıl Elazığ’da kaldım. Tabii orada da tehditler devam etti. Polis takibi, zaman zaman tehdit, şiddet, polis tacizi gibi durumlar yaşamımızın bir parçası haline geldi. Sonrasında İstanbul’a taşınmak zorunda kaldık. Burada da benzer durumlar devam etti. Mesela taşınmamızın ikinci haftasında karakola çağırarak, ikametgâh kâğıdı, nüfus kâğıdı örneği ve iki tane resim istediler. Özellikle 1 Mayıs veya 18 Mayıs gibi özel günlerde

Ali Haydar Yıldız sürekli polis takibi devam etti. İstanbul’a gelmekle kurtulmuş olmadığımızı biliyorduk ve bunu devam eden gözaltı vb olaylarla tekrar tekrar yaşadık. Sadece ben değil ailem de aynı durumlarla karşı karşıya kalıyordu. Bu yönlü durumlar artınca aile çevesinden, akrabalardan da baskılar gelmeye başladı. En son kızım karakol’a götürüldü. Özellikle kendim gözaltındayken kızlara, kadınlara neler yapıldığına tanık olduğum için ve akraba çevresinden gelen baskılara da dayanamayarak burada da fazla yaşama şansımızın olamayacağını düşündüm ve yurt dışına gitmeye karar verdim.

fDaha önce müzikal anlamda farklı çalışmalarınız oldu mu? Sanatsal olarak da işte 1992’de burada İstanbul’dayken, nota öğrenmek için altı ay Arif Sağ Müzik Okulu’na gittim. CD çıkarma projem vardı. Arif Sağ Müzik Okulu Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıydı. Kurs sonrasında sertifika almam için sabıka kağıdı gerekiyordu. Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığım başvuru sonrası gelen yazı da sabıka kaydımın olduğu yazıyordu. Yine o dönem Tuncelililer Sosyal Dayanışma Derneği’nde yöneticiydim ve fakat yöneticiliğim daha resmiyet kazanmamıştı ve onun için de savcılık kağıdı gerekiyordu ve o zaman da sicil kaydımın olduğuna dair yazı verilince şoke oldum. Mahkemece bir gün bile ceza almamış olmama rağmen nasıl sabıka kaydım olur? Ve ben o belgeyi o dönem derneğin hukuksal işleriyle ilgilenen avukat arkadaşa verdiğimde, belgede çeşitli sayıların, rakamların ve harflerin olduğunu ve bunların MİT’in fişlemeleri olduğunu söyledi. Birkaç avukata daha danıştım ve aldığım cevap “bundan bir netice alamazsın, ancak senin hakkında kim MİT’e haber veriyorsa, onun artık senin siyasi hiçbir şeyle uğraşmadığını söylemesi gerekir” şeklindeydi. Yani devletin kendi resmi tabiriyle “temiz bir vatandaş” olduğumu rapor etmesi gerekiyordu. Onların kendi bakış açısıyla böyle bir ‘temiz vatandaş’ olayım çabası içerisine de girmedim, böyle bir kaygıya da kapılmadım. Kendi adıma hiçbir zaman şöyle yap, böyle yap diye düşünmedim.

reddedildi. Sonra Stuttgart’a taşındım. Oradaki yönetimler de sağ partilerin denetiminde olduğundan bu konuda daha katılar. Orada da yaptığım başvurudan sonra Anayasayı Koruma Kurulu’na göre Alman vatandaşlığımın sakıncalı olduğunu, benim Alman demokrasisine inanmadığım şeklinde bir cevapla yine reddedildi. Daha sonra tekrar eyaletimi değiştirdim ve 2009’da başvurduğumda Alman vatandaşlığım kabul edildi. Eşimin sorunu hala devam ediyor, henüz sonuçlanmadı ve 17 yıldır ülkeye gelemiyor.

anlatıyor, devletin terörünü anlatıyor, kayıpları, sürgünleri anlatıyor, kadınların çektiği acıları anlatıyor. Kavga var, sırt ver, omuz ver, birlik ve beraberlik olalım mesajı veren besteler. Mücadelesinden, siyasi kavgasına kadar, hayatın her alanında birlikte olma çağrısı var. Koye Dersim’e de 80 sonraki süreçte özlemini duyduğumuz özlem var. Bizleri ziyarete gelip uzun süre ara verdikleri için onlara duyduğumuz bir özlem. Kardeş nerdesin, neden gelmiyorsun, niye gelmiyorsunuz gibi sözler. Bir de Qoni Worena ‘Kan Yağdı’ Dersim 38’de.

fAlbümünüze dönecek olursak yeni çı-

fAlbümünüzün içeriğine bakıldığında

kardığınız albüme dair bilgi verir misiniz? Daha önce ifade ettim, çıkaramadığım ve ancak bugün yapılan albüm, gençliğimden beri içimde biriktirdiğim bir hayalimdi. Daha fazla geç kalmadan içimde kendi biriktirdiklerimi insanlarla, toplumla paylaşmayı düşündüm. Kalıcı bir şey olsun diye bunu bir albüme döktüm. İnsanlarla paylaştım.

fAvrupa’daki yaşamınız nasıl devam

Acılarımız silinmiyor

ediyor? Avrupa’da kendi doğrultumda, düşüncelerim doğrultusunda kendi düşüncelerime yakın bulduğum insanlarla ilişkilerim devam ediyor. Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu’na bağlı bir dernekte yöneticilik yaptım. Fakat 2002 yılında Alman vatandaşlığına başvurdum. Oraya başvurduğumda da dernek üyesi olduğumdan ve yönetici olduğumdan dolayı başvurum

Albümün içerisinde yer alan türkülerin çoğunun sözü müziği bana ait. Kendi bestelerimi biriktirdiğim ve içerisinde acıların ağıtların olduğu ve benim duygularımı yansıtan çalışmalar bunlar. Gurbet türküleri var birkaç tane, sevgiden, aşktan bahseden çalışmalar var. Birkaç tane ağıtsal nitelikli, Kürtçe-Zazaca olan ezgiler var. Bunlar kendi eserlerim ve siyasi içerikli diyebiliriz. Bu çalışmalar Dersim Katliamı’nı

aslında yaşanan acıların tanıklığını yapıyor diyebiliriz. Bildiğiniz gibi son dönemde Dersim tartışmaları yine hareketlendi. Bu konuda sizin düşünceniz nedir? Devlet adına birileri bir şekilde günah çıkarmaya çalışıyor. Burada bir samimiyet yok, sadece bir özür dilemek gerekiyorsa ben özür diliyorum demekle Dersim’in yaraları sarılmaz. Tabii ki bir Dersimli olarak biz hiçbir zaman intikam peşinde olmadık, değiliz. Ama sonuçta yaşadığımız bir acı var ve bu acımızı dile getirdiğimizde artık kapansın, artık bu yaralar nasırlaşmış, ellemeyin. Ama öyle değil. Bir yara nasırlaşsa da o nasır da size acı veriyor ki, benim için hiçbir zaman nasırlaşmamış ve ben hayatımın çok uzun bir süresini, çocukluğumdan beri hep dedemi düşündüm, ben neden onu görmedim, neden onu yaşamadım. Bu şekilde götürüldü de bir daha geri


22-23_Layout 2 12/10/11 9:05 PM Page 2

10-20 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

23

gerekiyor’

TUTSAK PARTİZAN

PROLETER DEVRİMCİ İKTİDAR YOLUNDA SINIF BİLİNCİ -II-

B

urjuva demokrasisinin -faşizm de dahil edilerek- bir diktatörlük olduğunu, egemen sınıfların devletle olan ilişkisini de egemen sınıfların iktidar olduğunu, devletin ordu, yargı, parlamento, yürütme olarak hükümetten oluştuğunu kavramak istemeyenler, AKP’yi iktidar yapmaktan hiç çekinmiyorlar. Merak ediyorlar mı, AKP önümüzdeki genel seçimlerde giderse yerine hangi ‘iktidar’ gelecektir? Oysa iktidarlar ancak zor yoluyla devrilebilinirler. Hükümetler ise seçim yoluyla egemen sınıflara hizmet etmek, halkı diğer seçim dönemine kadar kandırmak sahte vaatlerde bulunmak, düzeni biçimsel olarak sürdürmek –çünkü tüm işler arkada devlet bürokrasisince halledilir- için seçilirler. Sizce oradaki ekonomik temel ve kavramsal anlam basit midir? Değildir!.. Oportünist eğilim bu çarpıtmayı değişim curcunasıyla reformcu, parlamenter sınıf işbirliğini temellendirme aracına dönüşmüştür. Liberaller ise sınıf olgusunu örtmek, halkı devlet kurumlarının birbirleriyle olan ilişki ve dönemsel çelişkileri arasında oyalamak istemektedirler. Ülkemizde egemen sınıfların dayandığı sömürü çarkı devlette oluşan klikleşmelere dayanmıyor, dayanmaz. Devletin yeniden yapılandırılması, bir kliğin diğerini tasfiye etmesi ya da çelişkilerin su yüzüne çıkmış olması yeni gerçekleşen bir durum değildir. 1920’lerde İzmir Suikasti –Kemal’e suikast yapılacağı gerekçesiyle ipe gönderilenler ya da 27 Mayıs askeri darbesiyle idam edilen Adnan Menderes ve yanındakilerini hatırlamak yeterlidir.

gelmedi, neden dönmedi? Neden öldürüldü? Buna benzer ve çevremizde çocukluğumuz hep böyle şeylerle geçti. Çevremizde kurtulan birkaç yaşlımız bir araya geldiklerinde onlar 38 Dersim Katliamı’ndan bahsedelerdi. Ve biz de hep o korkuyla onların kucaklarına sinerek aman yine acaba bir şey mi olacak bizi de mi katledecekler diye yaşadık, yine asker mi gelecek, hep o kaygılarla yaşadık. Bu bizim için büyük bir travma. Yani bunu diyebilirim ben bizatihi kendim yaşamış kadar acı hissediyorum. Özür dilemekle olmaz, biz niye bu acıları çektik, biz ne istiyorduk. En basit şekilde yıllardır Türkiye’de demokrasinin olduğunu söylüyorsunuz, ama yok. Sadece sizin için vardır, vardır diyenler için demokrasi vardır. İşte bir şekilde işkencede, askerde, poliste, okulda dayak yiyen bir erkek eve gelir kadına ya da çocuğa dayak atar. Onun için bunlar birbirine bağlı, insan hakkından bahsetmek istiyorum. Bu hakların bir şekilde verilmesi gerekiyor. Bu hakları vermediğiniz sürece dilediğiniz özrün ne anlamı kalır, hiçbir anlamı yoktur. Bugün hapishanelerde birçok tutuklu mahkumlar var, devrimci-komünist tutsaklar var. Bunlar demokrasi ve bahsettiğimiz insan haklarını istedikleri için tutuklular, o zaman bu insanları serbest bırakın. Madem özür diliyorsanız onları bırakın, çünkü taleplerinde haklılar. Serbest bırakmalarını da bir kenara bıra-

kalım, devletin kendi korumasında olan hapishanedeki tutsakları bir şekilde çatılar delinerek, duvarlar delinerek, içeriye bombalar atılarak yakıldı. Sorunlar çok büyük. Sıkıntılar bir iplik yumağı, sök sök altında bir acı, bir keder, bir şey çıkıyor.

fSon olarak sanatsal çalışmalarınızla ilgili duyurmamızı istediğiniz çağrınız var mı? Bugün unutulan ve artık silinip giden bir dil var. Kimisi için Kürtçe ya da kimileri için Zazaca Kürtçe’nin bir lehçesi tarzında tartışmalar var. Ki bu Zazaca, lehçe mi dersiniz, dil mi dersiniz? Yok olmaya yüz tutmuş bir dil var. Gençler en azından bunu dinlerken, albümlerde, eserlerde merak eder kendisine ait bir şey bulur onu öğrenmeye çalışır. Böyle bir katkı sunmaya çalışıyorum. Geçmişte yaşanan bu acıları insanların belleklerinde canlıtaze tutmaya çalışıyorum. Bu dediğim gibi intikam için değil, yani acıları unutursanız, bunun akabinde başka acılar gelir. Bunların olmaması için uyanık durmak lazım, diri durmak lazım, elbette örgütsüz toplumlar, örgütsüz halk ne kendi hakkını savunabilir ne de haklarını alabilirler, ilk önce örgütlü olmak gerekiyor. Profesyonel anlamda benim ilk albümümdür, belki belli eksiklikler olabilir. Zaman yeterse, ömür yeterse daha iyisini yapmaya çalışacağım. Alıp dinleyebilen ve kendi düşüncelerini benimle paylaşan tüm insanlara çok teşekkür ederim.

≫ cafer çakmak

Türk egemen sınıflarının egemen ideolojisi Türk milliyetçiliğidir. Tarihsel olarak Kemalizm ile özdeşleşen Türk milliyetçiliğinin bugün tavan yaptığı koşullarda Kemalizm ya da Kemalistler tasfiye oldu denilebilmektedir. İbrahim Kaypakkaya’dan özetlersek; “Kemalizm Türk olmayan ulus ve azınlıkların inkarı, azgın bir anti-komünizmdir.” Günümüzde olan nedir? Egemen sınıflar ve devleti bir kenara bırakıp her şeyin sorumlusu olarak Pensilvanya’daki cemaat liderini göstermek tam da istenilen şeydir. Tek ırk, tek dil, tek din, yani başka deyişle Türk milliyetçiliği ve dinin tarihsel iç içe geçmişliği Türk egemen sınıflarının ideolojisinin temelidir. Model olarak bugün ılımlı İslam görüntüsü altında sürdürülen ideolojik söylem Kemalizm tasfiyesi değil ustaca uygulanmasıdır. Çünkü ancak bu kadar ustaca Türk olmayan ulus ve azınlıklar inkar edilebilir. Kürtler katledilebilir, ezilen sınıflar üzerinde baskı arttırılıp adına da ‘ileri demokrasi’ denilebilir! Kemalistleri ordu-devlet bürokrasisinin bir kısmı olarak düşünenler egemen ideolojiyi sınıflardan bağımsız ele almaktadırlar. Bu nedenle –Maoistler de kimi değerlendirmelerinde aynı hatalara düşmektedirler- ABD’nin Türk devletini bölge ve ülke toplumsal dengelerine uygun yapılandırmasında atıl duruma düşen çeteleşmiş ordunun bir kısmının hapishaneye tıkılması Kemalistlerin tasfiyesi ve Kemalizm’in çözül-

mesi olarak düşünülebilmektedir. Kürt ulusuna imha siyasetini güden Türk milliyetçiliğini din ile kutsallaştırıp Türk egemen ulus ve sınıflarının imtiyazlı durumunu koruyan “ılımlı İslamcı”lar Türk milliyetçiliği -Kemalizm- dışı egemen bir ideoloji yaratmış değillerdir. İlkokuldan başlayarak eğitimle topluma yayılan kentlerinde, köylerinden dağlara kadar işlenen basın, devlet kurumları, politik örgütlenmeleri egemen sınıfların egemen ideolojisi Türk milliyetçiliğinin esaslarına uygun düşünsel zehir halk kitlelerine pompalandığı koşullarda Kemalistler güçsüzleşti demek hatalıdır. Çünkü ayrıcalıklı ulusun egemen sınıflarının benimsediği Türk milliyetçiliği devam ediyor. Tabii ki bazıları, ülkemizde işbirlikçi egemen sınıfların temsilcileri TÜSİAD ilerici rol oynamaya başladı türü saçmalıklar etmezlerse… Proleter iktidar mücadelesi ideolojik olarak komünist sınıfsal bakış açısını esas alır. İdeolojik, siyasi ve örgütsel bireyleri cemaat liderlerini, dönemsel hükümetleri değil, tüm onların üstü olan sınıfları ve bağlı bulundukları emperyalizmi hedefine koyar. Şu ya da bu düzeyde anayasal iyileştirmelere gereğinden fazla anlam biçmez. Çünkü en demokratik anayasanın, bile egemen sınıfların iktidarını ezilen sınıflara karşı koruduğunu bilir. 20. yüzyılın başında Türk olmayan ulusu ve azınlıkların –Ermeni Soykırımı (1918)yok edilmesi ya da Kürt isyanlarının bastırılması esas olarak Türk ordusuyla gerçekleştirildi; fakat Türk egemen sınıflarının egemen Türkçü ideolojisi – Kemalizm ile ifade edilen- dayandığı ekonomik temele uygun olarak toplumun derinliklerine kadar yayıldı. Türk toplumunda benimsenen Kürt düşmanlığı toplumsal linç, ırkçılık, kitlesel katliamları onaylama yaklaşımı, işçi sınıfının sosyal şovenizmle zehirlenmiş olmasına bakılırsa egemen sınıfların ideolojisinin devlet bürokrasisiyle sınırlı değil bizzat ezen ulus düşünce sistemi olduğu görülecektir. Türkiye Kuzey Kürdistan’da hiçbir hükümet emperyalist işbirlikçi Türk egemen sınıflarının çıkar ve amaçları dışında davranamaz. Değişen hükümetler sadece farklı cümlelerle kitleleri kandırıp aynı amaca hizmet ederler. Reformlar, biçimsel değişiklikler egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda sınıf mücadelesinin dayattığı sonuçlar olarak düşünülmez ise benimsetilmek istenen aldatmacaları tekrar etmek kaçınılmazdır. Kemalizm emperyalizmle işbirlikçilik; Türk olmayan uluslara sınırsız vahşi saldırganlık ve düşmanlıktır. Kemalizm imtiyazlı Türk ezen ulus egemen sınıflarının ideolojisi olan Türk milliyetçiliğidir. 21. yüzyılda tüm şiddetiyle sürdürülüyor. Egemen sınıf ideolojisi devlet bürokrasisi arasındaki çelişkilerle belirlenmediği için son bulma yeri de orası değildir. Komünistler her sorunu Marksist materyalist sınıfsal bakışla değerlendirirler… Bundandır ki, egemen sınıfların iktidarını yıkmak, yerine proleter devrimci iktidarı kurmak için zafere kadar savaşırlar. Çünkü egemen gerici sınıf iktidarı ancak zor yoluyla yıkılır.


24_Layout 2 12/10/11 9:08 PM Page 1

Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

Desthilatî û biryar ji gel re Sempozyuma Rêveberiya Cîhkî Gelparêz-Şoreşger li Enqer’ê pêk hat.Di sempozyumê de di xala neteweyî û navneteweyî de tecrube hatin pêşkêşkirin û tecrubeyên rojane jî bi hevre hatin parvekirin.

S

tin sazkirin, êrişên dewletê li hember van; pirsgirêk û çareserbûnên wan giringiya kirina karê tevê hev,gengeşiyên merseleyan ûçareserkirina wan bi firehî hat bikaranîn. Pirsgirêka jinê û ya cînsî, pirsgirêkên siyasî û aborî, êrişên pergalê di binê serenavê bin de hat pêşkêşkirin; serokên şaredariyê ku beşdarê vê sempozyumê bûn bi dayina mînakên şênber ve balkêşandin xalê giring.

Ji Brezezilyayê heta HîndÎstanê, ji Îspanyayê heta Meksîkayê bi beşdarbûna gelek gelê welatan ve bi pirsgirêk û tecrubê erînî ve rêveberiyên cîhkî ku hatine sazkirin; di rewşa îro de çareseriya pirsgirêka û awayên wan bi gelemperî hatin pêşkêşkirin. Di welatê me de jî Taxa 1 Gulanê de heta Fatsayê û Dêrsimê tecrûbên rêveberiyên cîhkî ku ha-

Serokê Şaredariya Navçeya Mazgêrdê ya girêdayê Dêrsimê Tekîn TurkelJi bo şaredariya ku dewr hildaye ya bi hila aboriyê de gelek xirabeye de waha got; “me baweriya xwe bi sermayeya neteweyî û navneteweyî nehanî” û “derê me hemû hêzên bi dostî re vekirîne. Me di vê sempozyumê de gelek pêşniyariyên giring û tecrube hilda. Mixabin ev organîzasyona nebûya ji van pêşveçûyînan xebera min çênedibû. Şaredariya Mazgêrdê ya gelê Mazgêrdê ye û derê şaredariyê wê hetanê dawîye ji wan re vekirî bimîne. Ji bo ku em hêz bidin mevziyên xwe hewceyedariya me ji hevre heye. Wê demê em dikarin derêne desthilatiyê.” Ev gotina ji bo sempozyum û bihevrebûnê hêzdar bike di hêla

empozyuma Rêveberiyên Cîhkî Gelparêz-Şoreşger” bi dirûşma “Tecrubeyên ji mekanên hevî û têkoşînê” ve li Enqer’ê pêk hat. Di vê sempozyumê gelek nivîskar, rewşenbîr, akademîsyen, sosyolog û serokê şaredariyê anî arekî. Di vê sempozyuma balkêş de; tecrubeyên dîroka welatê me û ya navneteweyî hate hevparkirin. Xebatên rêveberiyên cîhkiyên rojane yên ku ji mekanên têkoşînên berê xwe dane tevegerên şoreşger-gelparêz, ji van xebatan bûyerên neyînî ji me re hevpar kirin. Sempozyum bi 6 rûniştinê de li ser 5 serenavî pêk hat. Temaşevanan jî bi pirsgirêkên xwe ve atmosfereke zindî bikar anîn.

pratîk de mînakên baş bûn. Dîsa banga Serokên Şaredariya Xozatê, Pêrtegê, Samandaga Hatayê, Aknehîrê, Şaredariya Bajarêmezin ya Amedê hêz dide vê formulasyona pratîk. Serokê Şaredariya Bajarêmezin ya Amedê Osman Baydemîr êrişên dewletê nîşan da û li hember van êrişan ji bo yekîtiyê bang kir û hawa got; “ji yekîtiyê re pêwîstiya me heye. Eva cara yekem e ku em hatin arekî. Eva xwe nirxandin e, Divê em van tecruba bi hevre parevekin. Serokan waha îfade kirin ‘Çalakîyek bi hezar gotinê çêtir e.’ Bi Kurdî bi tevî teoriyê divê çalakî bibe. Gel dest davêje jiyana xwe û teqez tê guhertin. Tiştên nayên zanîn û zagonan, namedoran,tamîman û wesayet he nin. Em karê xwe din ava denga zagoniyê û mêşrûbûnê de pêş dixin. Di vir de herî pir li ser meşrûbûnê disekinin. Dijî vê ne em dibin gelparêz,ne jî nezîkê şoreşê diçin.” Evan jî peyamên saziyên dost bûn. Sîbel Ozbudunê jî di axaftina xwe ya qedandinê de waha got; “eva bibe sedemê parvekirina herî zêde.” Ev gotina jî bi kurtasî pêwîstiya xebatên waha nîşanê me dide.

Terora dewletê berdewam dike Xebatkarên DHF’ê ku hatinbûn binçavkirin, hatin girtin. Li Dêrsim û Stembolê dîroka 5’ê Berfanbarê sibê zû ji hêla polêsên siyasî ve êriş li ser mal û saziyên DHF’ê pêk hat. Di van êrişan dê 5 xebatkarên DHF’ê ku hatibûn binçavkirin ji hêla Dadgeha Cezayê Girana 3’yemîn ya Meletiyê ve hatin girtin. Dadgeha Cezayê Girana 3’yemîn ya Meletiyê sedema vê girtinê “propagandaya rêxistina ‘terorê’ ya dijîzagonê” nîşandaye û sedema vê biryarê jî beşdarbûna çalakiyên meşrû, demokratîk û zagonî nîşan daye. Xebatkarên DHF’ê ku ji Dêrsimê bi lêz revandin Meletiyê, rêxistiniya DHF’ê ya Meletiyê û girseyên ku Dêrsimê hatibû bi tevî parêzer û nûnerên DHF’ê li van girtiyan xwedî derketin. Her wiha rêveberên BDP’ê ku ji bo hildana cinazê gêrîlayên ku di Saziya Bijişkiya Dadwerî ya Meletiyê de ku hatibûn bi nûnerên DHF’ê ve hevdîtin û ji bo vê bûyerê biştgirî dan DHF’ê. Girtiyên DHF’ê biştî girtinê bi durişmeyên “Emê bi berxwedanê serkeftî bibin”, “Tu êrişan nikarin me biçewsînin” ve birin Girtîgeha Girtiya Tipa E’yê ya Meletiyê.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.