HG-36

Page 1

kapak 45_Layout 2 5/2/12 10:23 AM Page 1

Liberalizme Karşı Mücadele Sınıf Savaşımının Bir Parçasıdır

sf 12

24 Nisan Güneşi yolumuzu aydınlatıyor MKP tarafından Maoist Parti’nin kuruluşunun 40. yıl dönümüne ilişkin bir açıklama yapıldı. Maoist Parti’nin kuruluşunun devrim tarihinde bir milat olduğu vurgulanan açıklamada “Yaklaşık 50 yıllık pasifist-parlamenteristsosyal şoven karanlık atmosferin parçalanmasını ifade eden 24 Nisan 1972 Güneşi, devrimimizin yeniden yürüyüş güzergâhı ve gelecek tasavvurunun parıldayan bir manifestosudur.” denildi

sf 04-05

Halkın Günlügü 1-10 MAYIS 2012 Yıl: 2 Sayı: 36 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

ISSN: 2147-0499

Yüz binlerce emekçi alanlara çıktı

afında 1 M a r a t ir b dört çiler, Ülkenin ına akın eden iş sis lar yıs alan mekçiler faşist e , köylüler sap sordu. he temden

DHF na giren la a n a d n rŞişli kolu le dikkat çeke n iy iğ ada kitlesell ır alınm di. v a t e m te il’ de ken ‘sis kün değ m ü m ş kurtulu

ve emek i ç iş ı r sokakla andı. Avrupa le yankıl kçiler iy r le s e çilerin s ı dolduran eme lar edi. Meydan cadele, zafer” d ü “birlik, m

İşçi ve emekçiler dünyanın dört bir yanında alanlara çıkarak, hak gasplarına, sömürüye, emperyalist saldırganlığa ve yoksulluğa karşı taleplerini dile getirdi. 1 Mayıs alanları ezilenlerin sesleriyle yankılandı.


2-3_Layout 2 5/2/12 9:40 AM Page 1

02

güncel haber

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Emekçiler faşizme Türkiye-Kuzey Kürdistan’da alanlara çıkan yüzbinlerce emekçi ‘sistemin sömürü politikalarına ve saldırılarına geçit vermeyeceğiz’ dedi. En coşkulu mitingin adresi Taksim Meydan’ı oldu

2011 yılında kitlesel bir şekilde kutlanan 1 Mayıs sonrası bu yıl da, yüz binlerce kişi Taksim Meydanı’nı doldurdu. Dolmabahçe, Şişhane ve Şişli olmak üzere üç koldan ellerinde flamalar, dövizler ve pankartlarla yürüyen yüzbinlerce kişi Taksim’e geldi. Devrimci-demokratik kurumlar ile sendikalar sloganlar, konuşmalar, taşıdıkları pankartları ve dövizlerle AKP politikalarını ve kölelik düzenini teşhir etti. Şişli kolundan gelerek Harbiye Orduevi önünde kurulan kontrol noktalarından alana giriş yapan kitle, Taksim Meydanı’na yürürken, 1 Mayıs 1977’de katledilen 34 kişi için Kazancı Yokuşu’na çelenk bırakan DİSK, bir anma gerçekleştirdi.

Yaşasın 1 Mayıs Kürsüde yapılan konuşmalarda kitlenin Taksim Meydanı’nı kitlesel bir şekilde dolmasının coşkusunun yaşandığı ifade edilirken, alana gelen işçi ve emekçiler selamlandı. Miting alanına “Birlik mücadele dayanışma 1 Mayıs işçiyiz emekçiyiz haklıyız kazanacağız” , “Yaşasın 1 Mayıs” yazılı pankartlar asıldı. 1 Mayıs programının sunumunu tiyatro sanatçıları Aslı Öngören ile Levent Üzümcü yaptı. Programda Nazım Hikmet’in yazdığı kavga şiirleriyle marşları okundu. Kürsüden Kürtçe, Arapça, Türkçe, Ermenice olarak kitle selamlanırken, Kültür Sanat-Sen adına opera sanatçısı Haluk Tolga İlhan, Tertip Komitesi adına DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, DİSK Genel Başkanı Erol Ekici, KESK

Genel Başkanı Lami Özgen, Türk Tabipler Birliği adına Eriş Bilaloğlu birer konuşma yaptı.

DHF görselliği ve coşkusuyla dikkat çekti

1 Mayıs tarihçesine değinilen konuşmalarda 1977’de, 1989’da, 1996’da katledilen devrimciler anıldı. 1 Mayıs’ta katledilen devrimcilerin unutulmayacağı belirtildi. Mücadelede kararlılığın hiçbir zaman bitmeyeceği ifadeleriyle konuşmalar devam etti. İşçi ve emekçilerin yaşamını zorlaştıran hak gasplarınaın artışına değinilerek AKP Hükümeti’nin emekçilere kölelik düzenini dayattığı, taşeron çalışmanın giderek yaygınlaştırılarak esnek çalışmanın dayatıldığı, özel istihdam bürolarının açılarak kıdem tazminatlarının aşamalı olarak kaldırılmaya çalışıldığı ifade edildi.

İstanbul'un emekçi semtlerinden Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) kortejinde yer alan emekçiler, işçiler, gençler, kadınlar kitlesinin coşkusuyla Taksim'e ilerlerken işçi sendikalarının ilgisiyle alkışlarla karşılandı. 77 1 Mayıs katliamı ve hapishanelerdeki devrimci tutsakların yaşadığı hak gasplarına sıklıkla vurgu yapıldı. DHF yürüyüş kolunda; İbrahim Kaypakka'yı sahiplenen aydın, sanatçı, yazar, devrimci ve demokratik kitle örgütlerine yönelik operasyonlarla gözaltılarla, tutuklamalarla yapılan baskı ve sindirmeye karşı örgütlü halkın sahiplenişinin ağa-patron devleti tarafından verilecek cezaların boşa çıkarılacağı belirtildi. Kürt ulusu üzerindeki milli baskı politikalarının ancak ve ancak halk kitlelerinin direnişiyle boşa çıkarılacağı ve özellikle Ortadoğu başta olmak üzere dünya ezilen emekçilerine yönelik sömürünün de ancak demokratik halk devrimiyle sonlandırılabileceğinin vurgusu sıklıkla yapıldı.

Hak alma mücadelelerine devletin saldırılarının şiddetinin arttığı bir dönemde kentsel dönüşüm projelerinden, sağlık ve eğitim alanında yapılan saldırılara kadar işçi ve emekçilere kölece yaşamın dayatıldığı, Özel Yetkili Mahkemeler ve TMŞ yasasıyla bir baskı iklimi yaratılmaya çalışıldığı açıklandı. Ortadoğu’da emperyalizmin politikaları doğrultusunda hareket eden devletin ülkemizi bir bataklığa sürüklediği ve bütün bu saldırılara karşı mücadele edilmesi gerektiği ifade edildi. Konuşmaların ardından devrimci, demokratik kurumlar adına bir metin okundu. Devrimci demokratik kurumlar adına yapılan ortak açıklamada 1 Mayıs’ı kutlamak üzere alana gelen kitle selamlandı.

Yaşasın halkların kardeşliği Sanatçılar Mustafa Alabora, Rutkay Aziz, Fırat Tanış, Dolunay Soysert ile Sinan Tuzcu gibi birçok isim kürsüden okudukları şiirleri ve yaptıkları konuşmalarıyla 1 Mayıs’ı selamladılar. Bu yıl hayatını kaybeden tiyatro sanatçısı Meral Okay da unutulmadı. Yapılan konuşmaların ardından Grup Yorum, Koma Amed ve Kardeş Türküler sahneye çıkarak ezgilerini kitleyle paylaştı.

Şişli kolunda “İş cinayetleri kader değil zincirleri kır geleceği kur” , “Fabrikalarda tarlalarda okullarda yaşasın yeni demokrasi mücadelemiz” , “Emperyalist saldırganlığa ve faşist teröre geçit vermeyeceğiz”, İbrahim Kaypakkaya resminin yer aldığı “Onu anmak savaşmaktır” yazılı pankartların açıldığı DHFkortejinde beş ustanın resimlerinin yer aldığı sancaklarla Kaypakkaya döviz ve flamaları taşındı. Kadının yaşadığı katliamı ve her türlü baskıyı vurgulayan pankart açıldı. Coşkulu ve kitleselliğiyle dikkat çeken DHF kortejinde “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” , “Ağa patron devletini yıkacağız halk iktidarı kuracağız” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “İşçi köylü el ele demokratik devrime”, “Kürt ulusuna özgürlük halk savaşıyla gelecek” sloganları atıldı.

Şişli: DİSK, Oyuncular Sendikası, TODER, Devrimci 1 Mayıs Platformu, Hak-Par, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Divriği Kültür Derneği, Sendikal Güçbirliği Platformu, DHF, BDSP, Mücadele Birliği, ESP, Partizan, SDP, Devrimci Proletarya, İşçi Cephesi, DİP, EHP, Sosyalist Devrim Partisi Girişimi, Devrimci Anarşist Faaliyet, Devrimci Hareket, taraftar grupları. Dolmabahçe: TMMOB, Yol-İş, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, SFK, TSİP, SGB, TKP, TTB, İstanbul Eczacılar Odası, İstanbul Diş Hekimleri Odası, İstanbul Veterinerler Odası, Halkevleri, HKP ve CHP. Şişhane: KESK, ÖDP, RED, Sosyalizm Dergisi, ÇYDD ve Has Parti, HDK, SPOD ve İstanbul LGBTT.

Alanlar kızıla boyandı! Emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’ta binler alana aktı. Dersim’deki 1 Mayıs’a eylemcilerle polis arasında yaşanan çatışma damga vurdu.

Binler DHF Saflarında birleşti Dersim’in dört bir yanından 1 Mayıs alanına gelen binlerce kişi DHF saflarında birleşerek “Emperyalist saldırganlığa ve faşist teröre geçit vermeyeceğiz!” dedi. Mahallelerden, ilçe ve köylerden gelen DHF’liler, sabah saatlerinde Çağlar İş Hanı önünde toplandı. Burada DHF pankartı arkasında birleşen binlerce kişi ses aracından çalınan marşlar, atılan sloganlar ve davul zurna eşliğinde çekilen halaylarla 1 Mayıs’ı coşkuyla karşıladılar.

Polis, 1 Mayıs alanını terk etti! Mitingin yapılacağı alana kortejlerin girişi sırasında, üst araması ve kamera kaydı yapan polisler ile Partizan Dergisi okurları arasında yaşanan gerginlik kısa sürede çatışmaya döndü. Polisin gaz bombalarına Dersim halkı fiili meşru militan mücadelesiyle karşılık verdi. Polis kontrol noktasının fiilen ortadan kaldırılmasının ardından polis alanı terk etmek zorunda kaldı. Tertip Komitesi adına okunan metinde, son dönemde yaşanan işçi ölümlerine, hak gasplarına ve çıkarılan yasaların yanı sıra artan faşist teröre karşı 1 Mayıs’ın mücadele günü


2-3_Layout 2 5/2/12 9:40 AM Page 2

haber 03

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

karşı alanlardaydı Avrupa’da 1 Mayıs coşkusu

olduğu ifade edildi. Metinde Dersim Demokratik Haklar Derneği’nin kapatılması ve Kaypakkaya sloganlarına verilen yüzlerce yılı bulan cezalara da yer verildi.

Amed’de polis engeli Amed’de polisin engelleme girişimine rağmen 1 Mayıs coşkuyla kutlandı. Tertip komitesinin İstasyon Meydanı’ndaki 1 Mayıs kutlaması için önceden belirlemiş olduğu yürüyüş güzergahı izin alınmadığı gerekçe gösterilerek engellendi. İki koldan yürüyüş hazırlığı içerisinde olan kitle Urfakapı ve Konukevi önünde toplandı. Kitleye sadece Urfakapı yönünden izin verildi. Ancak Konukevi önünden gerçekleşecek yürüyüş onlarca polis tarafından engellendi. ‘Gerekirse üst araması yaparız’ diyerek tehditte bulunan kolluk kuvvetleri yürüyüşe izin vermedi. Kolluk kuvvetleri ancak kendilerinin belirlediği güzergahta flamasız ve slogansız bir şekilde yürümeye izin vereceklerini belirtti. Bir saatlik bekleme neticesinde yürüyüş polis çemberinde gerçekleştirilerek İstasyon Meydanı’na gidildi. Ancak engellemeler yine bitmedi, girişte üst araması yapan kolluk kuvvetleri kitle örgütlerinin pankartlarla alana alınmayacağını sadece tertip komitesinin emniyete bildirdiği pankartların alana alınacağını belirterek gerici faşist tavırlarını bir

kere daha sergiledi. Pankartları alana getirme yönünde ısrarcı davranan kurumlar kısa süreli bir bekleyişin ardından polisin keyfi uygulamalarına rağmen pankartlarıyla İstasyon Meydanı’na her sendika oluşturduğu kortejle girdi. KESK, DİSK, Türk-İş tarafından organize edilen mitinge, DHF, ESP, BDP, Partizan, ÖSP, TMMOB, LÖB, LGBTT, İşçi Filmleri Atölyesi ve Devrimci Müslüman gençler katıldı.

Eskişehir’de 1 Mayıs Mitingi Eskişehir de KESK, TTB, TÜRK-İŞ ‘in örgütlediği 1 Mayıs Mitingi Eskişehir Sıhhiye Meydanı’nda gerçekleştirildi. Tertip komitesinin her sene dayattığı İstiklal Marşı bu yıl da okunacaktı. Demokratik Haklar Federasyonu pankartı arkasında toplanan kitle miting alanına girdikten sonra etkinlik programı başlamadan 1 Mayıs’ın özüne-enternasyonalliğine dair açıklamalar yaparak sloganlar eşliğinde alanı terk etti. Barış ve Demokrasi Partisi ise arama noktasında geçtikten sonra miting alanına girmeden bekledi. İstiklal Marşı okunduktan sonra alana girdi. 1 Mayıs egemenler tarafından içinin boşaltılmaya çalışıldığı şu süreçte Eskişehir’de miting alanı yine politik atmosferden yoksundu.

Avrupa’nın birçok şehrinde coşkuyla kutlanan 1 Mayıs’ta, Türkiye-Kuzey Kürdistan’lı devrimci, demokrat örgüt ve partiler kitlesiyle alanlara aktı

nın birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs Duisburg'da kutlandı. Sabahın erken saatlerde yürüyüşi başlayan kitle, miting alanına hareket etti. Yürüyüşe ADHK, TKP/ML, MLKP, YEK-KOM ortak kortej oluşturarak katıldı. Çeşitli Alman sendikalarının önde yürüdüğü yürüyüşe, ÖDP, PSK, MLPD ve Halk Cephesi’de katıldı.

Uluslararası işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde coşkuyla kutlandı. ADHK’ya bağlı federasyonlar ve bileşen örgütleri ADKH ve ADGH, “Emperyalizmin Krizine, Faşizme ve Irkçılığa Karşı Halkların Birleşik, Örgütlü Devrimci Mücadelesini Yükseltelim” şiarıyla yapılan yürüyüş ve mitinglere katılarak 1 Mayıs’ın devrimci özünü meydanlarda sahiplendi.

Yürüyüş boyunca atılan sloganlar ve söylenen marşlarla canlı bir atmosferle 1 Mayıs çekilen halaylarla yürüyüş sonlandırıldı.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’yı andıkları ve sahiplendikleri için onlarca yılla cezalandırılan aydınları, sanatçıları, devrimci ve komünistlerin onurlu duruşu sahiplenildi. Ayrıca proleter öncünün 40. kuruluş yılı 1 Mayıs alanlarında coşkuyla selamlandı.

Köln: İşcı sınıfı ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs Almanya’nın bir çok yerinde olduğu gibi Köln’de de coşkuyla kutlandı. Sendikaların düzenledikleri 1 Mayıs yürüyüşüne çeşitli Alman sol partilerin ve gruplarının yanında TürkiyeKuzey Kürdistanlı devrimci ve ilerici güçler de kitlesel olarak katıldılar. Özellikle Türkiye-Kuzey Kürdistanlı devrimci güçlerin kitlesel ve coşkulu katılımları 1 Mayıs yürüyüşüne devrimci bir atmosfer kattı. Türkiye-Kuzey Kürdistanlı devrimci güçlerden ADHK, ATİK, TİKB, MLKP, Anadolu Federasyonu, TKİP, EÖC pankart ve flamalarıla yürüyüşe katıldılar. Yürüyüş sendikaların yaptıkları konuşmaların ardından sona erdi.

Avrupa’nın, Frankfurt, Stuttgart, Ulm, Köln, Düisburg, Hamburg, Hannover, Berlin, Paris, Stasburg, Mulhaus, Nancy, Lyon, Metz, Viyana, İnnsbruck, Linz, Zürih, Basel, Rotterdam ve Londra şehirlerinde coşkuyla kutlanan 1 Mayıs’ta, birçok Türkiye-Kuzey Kürdistan’lı devrimci, demokrat örgüt ve parti kitlesiyle alanlara aktı. Frankfurt: 1 Mayıs kutlamaları Almanya’nın Frankfurt kentinde de binlerce işçi-emekçinin katılımıyla gerçekleştirildi. Alman Sendikalar Birliği (DGB) tarafından düzenlenen 1 Mayıs etkinliğine bir çok Devrimci-demokrat kurumlar katıldı. Günthersburgpark’ta yürüyüşe başlayan kitle, tarihi Römer alanına ulaştı. Atılan sloganlarla faşizm ve ırkçılık teşhir edilirken, enternasyonal dayanışmalara vurgu yapıldı. ADHF, ATİF AGİF, BİR-KAR ve MLPD tarafından oluşturulan Devrimci 1 Mayıs bloğu tarafında yapılan konuşmalarda, ırkçılığın teşhiri, Nükleer santrallerinin derhal kapatılması, hak gasplarına karşı mücadele ve enternasyonal dayanışma ön plana çıktı. Duisburg: Enternasyonal proletarya-

Mitingin ardından Duisburg’da Dernekler Caddesi’nde ADHK, MLPD, ATİK ve YEK-KOM tarafından sokak etkinliği yapıldı. Etkinlikte 1 Mayıs’ın önemi ve enternasyonel dayanışma mesajları veren konuşmalar yer aldı. Etkinlik yapılan müzik dinletisiyle sona erdi.

Linz: Dünya işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs Avusturya'nın Linz şehrinde çoşkuyla kutlandı. ADA, ATİGF, ADHF, RKJV ve MKM (Linz) kurumlarının biraraya gelerek organize ettigi 1 Mayıs ortak belirlenen talepler ve sloganlar eşliğinde 1 Mayıs'a yakışır bir şekilde kutlandı. Mulhous: Fransanın Mulhous şehirinde bu yıl 1 Mayıs kitlesel ve çoşkulu geçti. Üç bine yakın kişinin katıldığı 1 Mayıs eylemine, aralarında Fransa Demokratik Haklar Federasyonu'nun da bulunduğu, Türkiye Kuzey Kürdistan ve Fransızların da katılımı bir önceki yılı göre daha yüksekti.


4-5_Layout 2 4/30/12 4:30 PM Page 1

04 güncel

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) tarafından “40. Yılında Köklerimize Sarılarak Umudu Büyütüyoruz” şiarıyla Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nde 22 Nisan Pazar günü bir etkinlik yapıladı. Yeni Demokrasi mücadelesinde şehit düşenler anılırken, Kaypakkaya geleneğinin 40.yılı selamlandı

Dün bizimdi gün bizimdir yarın da bizim olacak Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nde gerçekleştirdiği etkinlikle “Dün bizimdi gün bizimdir yarın da bizim olacak, 40.yılında köklerimize sarılarak umudu büyütüyoruz” şiarıyla bir etkinlik gerçekleştirerek Kaypakkaya geleneğinin 40.yılını selamladı.

rim ve komünizm mücadelesinde şehit düşenler için yapılan saygı duruşunun ardından YDAB kitleyi selamladı. Kaypakkaya tarafından yazılan “Ölen Yoldaşlar İçin” şiirinin okunması sonrası komünizm ve devrim mücadalesinde şehit düşenlerin resimlerinin yer aldığı sinevizyon gösterimi yapıldı. Ardından Kaypakkaya tarafından yazılan “Devrim İçin Her Zaman Ölecekler Bulunur” şiiri okundu.

YÇKM sinema salonunda düzenlenen etkinlik öncesi sahneye İbrahim Kaypakkaya ve Mao Zedung’un resimleriyle “Kaypakkaya sloganlarına 56 yıl değil bin yıl da verseniz nafile” Demokratik Haklar Federasyonu imzalı pankart asıldı.

72 Devrimci Kopuşu yolumuzu aydınlatıyor

Okan Ünsal tarafından yazılan “Partim” şiirinin okunmasıyla etkinlik başlatıldı. Dev-

YDAB adına yapılan konuşmada Mustafa Suphilerden günümüze devrimci-momünist

mücadele tarihine değinilerek 71 devrimci kopuşuyla Kaypakkaya’nın revizyonizme ve reformizme ağır darbeler vurarak yeni bir mücadele çizgisiyle MLM güzergahında yürüdüğü anlatıldı. Kaypakkaya’nın Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’ndan Kemalizm Tahlili’ne kadar pek çok konuda fikirlerinin, bugün de halen geçerliliğini koruduğunun belirtildiği açıklama şu ifadelerle devam etti: “Komünist önder yoldaş Kaypakkaya’yı ’71 Devrimci Kopuşu’nun küçük burjuva devrimci önderlerinden ayıran, siyasi-felsefi düşün dünyasına ve devrimci pratiğine yön veren Marksist-Leninist-Maoist ideolojik

24 Nisan Güneşi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor

E-posta yoluyla gazetemize ulaşan Maoist Komünist Partisi (MKP)’nin 40. kuruluş yıl dönümü vesilesiyle yaptığı açıklamayı haber değeri taşıdığı için aynen yayınlıyoruz Maoist Komünist Partisi(MKP) Merkez Komite-Siyasi Bürosu tarafından Maoist Parti’nin kuruluşunun 40. yıl dönümüne ilişkin yapılan açıklama şu şekilde: 24 Nisan 1972, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim tarihinde yeni nitel bir

derinliği ve kavrayışıyla alakalıdır. Yani komünist oluşudur. Kaypakkaya yoldaşı bu derinlik ve kavrayıştan yalıtarak ve reddederek salt işkence hanelerde ‘ser verip sır vermeyen’ bir direnişçi derekesine indirmek bilimsel ele alıştan son derece uzaktır. Kaypakkaya yoldaşın 40 yıl önce yarattığı korku bugün halen devam etmektedir. Kaypakkaya yoldaşı anmanın, posterlerini taşımanın, ilgili panel ve festivallerde Kaypakkaya yoldaşı anlatmanın halen suç sayıldığı, ardı arkası kesilmeyen davaların açıldığı günümüzde, 40 yıl öncesinin düşünce ve tezlerinin halen geçerliliğini koruduğu açıkça görülecektir. Ve bizler, Kaypakkaya yoldaşı ve onun dü-

doğruluştur. Bu sadece coğrafyamız açısından değil aynı zamanda proleter dünya devriminin de kazanımıdır. Zira coğrafyamız devrimi kendi başına bir amaç değil komünizm mücadelesinin bir parçasıdır. Yaklaşık 50 yıllık pasifist-parlamenterist-sosyal şoven karanlık atmosferin parçalanmasını ifade eden 24 Nisan 1972 Güneşi, devrimimizin yeniden yürüyüş güzergâhı ve gelecek tasavvurunun parıldayan bir manifestosudur. Bu öylesine yalın bir gerçektir ki, her geçen gün daha berrak ve somut nesnel gelişmelerle ispatlanarak bulanık ve karanlık bilinçleri aydınlatmaya devam etmektedir. 1970’lere kadar ki Uluslararası Komünist Hareket (UKH)’i düşünün! Kemalist hareket anti-emperyalist devrimci bir karargâh olarak selamlanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti ortaçağ karanlığından ışığa geçiş köprüsü olarak görülüyordu. Ezilen ulus ve azınlıkların milli baskıya karşı direnişleri barbarlık olarak değerlendiriliyor ve faşist Kemalist bastırma operasyonları bir aydınlanma ve gericiliğe göğüs germe olarak selama duruluyordu. Üniter tek millet-tek bayrak-tek vatan-tek dil şeklinde in-

kârcı Türk ulus egemenlikçi cumhuriyeti uygarlık, onun her türlü baskısömürü ve zulmüne karşı çıkanlar ise yadırganarak olumsuz karşılanıyordu. Bütün bu hatalar Komüntern’ in olduğu kadar onun bir parçası olan dönemin komünist nitelikli örgütü TKP’nin de zayıflıklarıydı. Ki gelişme süreci içerisinde bunlar daha da sistemleşti. 1971 devrimci çıkışı, pasifizme somut gerçek bir meydan okuyuştu. Çayanlar ve Gezmişler şahsında bu meydan okuyuşu selamlarken, onların geçmişten bir bütün olarak köklü kopamayan olumsuzluklarının da altını çizmek isteriz. Kemalist Cumhuriyet ve onun temel dayanağı Kemalist orduya yanılgılı ve sempatiyle bakan yaklaşımlar devrim, ittifaklar ve gelecek konusunda sistematik olarak sağlıklı bir yola götürmüyordu. Kemalist resmi tarih, resmi ideoloji, sosyal şoven rüzgâr, boyundurukişgal ve ilhak altında ezilen ve sömürülen Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki proleter devrimcilerinin görevleri yeterince kavranamıyor ve buna uygun bir konumlanış ve mücadele ortaya konamıyordu. İşte 24 Nisan 1972 bütün bu atmosfer içerisinde ele alındığında, keli-


4-5_Layout 2 4/30/12 4:30 PM Page 2

güncel haber

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

sulandığını ve o giden yolda şehitlerimizin bedenlerinin üzerine basarak ilerleneceği bilinmeli ve de unutulmamalıdır. Şehitlerimizin yarattığı devrimci değerlere-kazanımlara sahip çıkmak, yaşatmak, en önemlisi de umutlarını umutlarımız yapıp büyütmek ve zaferle taçlandırmak için onların Maoist bilimsel dünya görüşünü sahiplenmek ve 24 Nisan Güneşi altında birleşip kenetlenmek gerekmektedir. Yaşamın kalbini avuçlayarak gökyüzünün kulaklarına kızıl şiarımızı haykırıyoruz; Biz Kazanacağız, Halk Kazanacak, Halk Savaşı Kazanacak, Şan Olsun 24 Nisan Güneşimize, Şan Olsun 40. Kavga Yılımıza”

Ölüm orucu şehidi Adil Kaplan anıldı Cömert Kayar tarafından yazılan “Yoldaşa Mektup” şiiri 6 Nisan 2001’de ölüm orucunun 170. Gününde şehit düşen Adil Kaplan ve Yeni Demokrasi şehitleri için okundu. Grup İklim ezgilerini kitleyle paylaşırken büyük ilgi gördü. Kaypakkaya geleneğinin 40 yıllık tarihi 8 yaşındaki bir çocuk tarafından masalla müzik eşliğinde anlatıldı.

şüncelerini daha kararlı bir şekilde savunup filiz vermesi için Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın her karesinde tohumlarını ekeceğiz. Kaypakkaya’nın güzergahı, Yeni Demokrasi Kültürü’nü Türkiye Kuzey Kürdistan’da yaratmanın yegane yolu ve teminatıdır…”

‘Marksizm, Leninizm, Maoizm yolumuzu aydınlatıyor’ 24 Nisan 1972’den günümüze yüzlerce kadrosunu şehit veren Kaypakkaya’nın ardıllarının Yeni Demokrasi mücadelesini MLM bilimi doğrultusunda sürdürdüğünün belirtildiği açıklama şu ifadelerle sona erdi:

Ardından Pınar Aydınlar sahneye çıkarak kavga türkülerini kitleyle paylaştı. Maoist Parti şehidi Dursun Önder’in annesi tarafından oğlu için istenen “Odam Kireç Tutmuyor” türküsünü, İbrahim Kaypakkaya için söylediği “Duvarları Kan Boyalı Diyarbakır Zindanları” ile “Ey İşçiler Birleşiniz” ezgileri kitle tarafından ilgiyle izlendi. Pınar Aydınlar kürsüden kitleye “1 Mayıs’ta Kaypakkaya’nın mücadelesini sahiplendiğimizi göstermek için alanlara çıkalım” çağrısı yaparak Yeni Demokrasi mücadelesinde şehit düşenlerin ailelerini selamladı. Pınar Aydınlar’dan sonra Tolga Sağ, sahneye çıkarak ezgilerini kitleyle paylaştı.

“Zafere giden yolun şehitlerimizin kanlarıyla

YDAB kitleyi 1 Mayıs’ta alanlarda mücadeleye çağırarak konuşmasını “Yaşasın Halk Savaşı” sözleriyle bitirdi.

menin tam anlamıyla devrim ve devrimci mücadele içerisinde, yeni bir komünist devrimdir. Gerçek devrim tam da bu zihniyet devrimiyle rehberlik edildiğinde, somut ve nesnel karşılığını bulacaktır. ’72 Manifestosu II. Enternasyonalci ve Avrupa merkeziyetçi kalkınmacı söylemlerin, ilerlemeci reformist siyasetlerin, orducu çözüm arayışlarının Marksist Leninist Maoist ideoloji rehberliğinde göğüslenmesidir. Maoist Halk Savaşı yöneliminin pratikleştirilmesi adımıdır. Bütün bunlardan ötürüdür ki gerek dünya emperyalizminin istihbarat merkezi CIA ve gerekse de onun Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki uşakları tarafından, Kaypakkaya’nın komünist çıkışı bir numaralı tehlike olarak ele alındı. Zira komünist önder Kaypakkaya’nın bütün bu görüşleri karşısında düşman, stratejik yenilgisinin korkusuyla vahşi bir saldırıya geçerek çareyi katletmekte buldular. Ama ne çare! 24 Nisanla şahlanan ideolojik-siyasal-örgütsel ve kültürel güzergâh bugün de düşmanın korkusu değil midir? Kaypakkaya onurumuzdur diyerek slogan atıp onu bayraklaştıranlar bugün onlarca yıllık cezalarla zindanlara atılmaktadırlar. Düşman kendisinin sonunu hazırlayan ideolojik ve politik görüşlerin neler olduğunun yeterince bilincindedir. Bunun için Kürt’ün ilhak ve işgali parçalama mücadelesinin, emekçilerin kendi iktidarlarını Halk Savaşıyla tesis etme yolunun, komünizmin Ortadoğu coğrafyasında dünya devriminin hizmetinde doğruluşunun önüne geçmek için canhıraş bir gayret içerisindedir.

Türkiye-Kuzey Kürdistan emekçileri ve başta Maoistler olmak üzere tüm devrimci ve komünistlerin de görevi, Demokratik Halk Devrimi’ne, sosyalizme ve komünizme sarılmaktır. Kaypakkaya, Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları ve ezilen ulus-milliyetlerden emekçilerin kendi kaderlerini doğrudan ele alarak iktidarlarını tesis etme çağrısıdır. Söz-yetki ve kararın bizzat kendi öz yönetim ve bölgesel ve yerel doğrudan iktidarlarıyla, özgür ve eşit yerel örgütlerinin merkezileştirilmiş iktidar organları ve birliğiyle icra edilmesi yoludur. Proletarya önderliğindeki halkların ve tüm ezilenlerin yeni iktidarı bunu ifade etmektedir. TürkiyeKuzey Kürdistan halkları ve tüm ezilenlerini bu temelde birliğe- eylem birliklerine, güncel somut göreve, mücadeleye ve Halk Savaşı’na çağırmaktadır. 24 Nisan, Türk egemenlik paradigmasının inkârcılığına, Ermeni ulusunun soykırımına, Şark Islahat planları çerçevesindeki Asuri, Keldani vd kırımları ve Ağrı-Zilan-Dersim vd Kürt katliamlarına, Türk İslam eksenli ezilen inanç gruplarının kıyımına karşı gerçek bir mücadele manifestosudur. Tarihteki halkların ve ezilen emekçilerin haklı ve meşru mücadelelerinin mirasını yeni nitel bir aşamada sahiplenerek günün ve geleceğin nasıl kazanılacağının bir çözüm yoludur. ’72 Nisan Güneşi’ni ve Manifestosu’nu sahiplenelim ve emperyalizme ve her türlü gerici saldırganlığa karşı gerçek bir Halk Savaşı’yla kazanalım.”

05

MKP ve TKP/ML tutsaklarından 40. yıl mesajı Türkiye-Kuzey Kürdistan hapishanelerinden bulunan tutsaklar Maoist Parti’nin 40. Kuruluş yıldönümüne ilişkin bir açıklama yayınladı. Tutsaklar adına yapılan açıklamayı yayınlıyoruz: “Yoldaşlar, Dostlar Partilerimiz MKP ve TKP/ML’nin 40. kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. 24 Nisan 1972’de Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya önderliğinde kuruluşunu ilan etti komünist öncü. Toplumun geleceğini kuracak ve kurtuluşunu sağlayacak, ezilensömürülen toplumsal kesimlerin coşkun devrimci enerjisi ve ruhuyla bütünleşerek onları yenilmez kılacak; onların yenilmezlik tılsımını biçimlendirip özümsenecek, enternasyonal proletaryanın bilimsel ideolojisi olan MLM ile donanmış ve onun coğrafyamızdaki temsilcisi olma sorumluluğuyla yüklenmiş komünist öncüye kavuşumuzun 40. yılındayız. Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın, Mustafa Suphi’nin komünist çizgisini sahiplenerek ve güncelleyerek, 50 yıllık teslimiyetçi-pasifist-reformist-revizyonist “komünist” patentli çizgiyle ideolojik-teorik-politik-pratik bir hesaplaşmayla proletaryanın kızıl bayrağını yeniden göndere çekişinin 40. yılındayız. Komünist öncü Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerin, sınıfsal, ulusal çelişkilerinin ve mücadelelerinin geldiği toplumsal aşamada yakıcı bir ihtiyacın en yetkin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu toplumsal çelişkinin özgünlüğünde beslenmiş, onun ortaya çıkardığı ihtiyaç üzerinden yükselmiştir. Bunun yanında toplumsal çelişkinin evrenselliği komünist öncünün ideolojik-teorik donanımına ve mayasına güçlü bir öz vermiştir. Komünist öncümüzün bu manasını edindiği en büyük kaynak ise Başkan Mao önderliğinde sosyalist toplumdaki çelişkiler göz önüne alınarak formüle ettiği ve büyük bir maharetle proletaryanın önderliğinde gerçekleştirdiği Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) olmuştur. Kaypakkaya yoldaş komünist öncünün BPKD’nin bir ürünü olduğunu ifade ederek ideolojik özünü ve mayasını nereden aldığını ilan etmiştir. Toplumsal mücadelenin bu 40 yıllık sürecinde partilerimiz zorlu, engebeli inişliçıkışlı birçok badireyi atlatmıştır. Zayıf ve güçlü dönemler, zaferler ve yengiler, gerilemeler ve gelişmeler yaşamıştır. Ancak hiçbir zaman eksilmeyen ve bugüne de taşıdığımız bir kararlılıkla Demokratik Halk Devrimi, Sosyalizm ve Komünizm mücadelesini sürdürmüştür. 40 yıl önce çekilen kızıl bayrak kesintisiz bir şekilde ve büyük bedeller ödenerek taşınmıştır. Faşist Kemalist siyasal rejimle cesaretle ve tüm reformist-revizyonist kafa karı-

şıklıklarına göğüs gererek ideolojik bir bilinç açıklığıyla komünist öncü temellerini oluşturmuştur. Komünist önderimiz, komünist öncüyü inşa ederken Kemalizm ve Kürt meselesi gibi dokunulmaz ve tabu sayılan sorunlara komünist-devrimci bir müdahalede bulunmuştur. Yine tarihsel ve toplumsal gelişim açısından hayati önemde olan Kürt ulusal meselesine dair dönemin tüm zehirli küçük-burjuva anlayışlarına ve sosyal-şoven inkarcılığa karşı güçlü teorik ve ideolojik bir yaklaşımla komünist çizgiyi bu eksende netliğe kavuşturmuştur. Devrimin yolu, çizgisi, strateji ve taktikleri, öncü ve temel sınıflar, müttefik güçler gibi devrimci mücadelenin kaderini tayin eden meselelerde net bir programatik görüşler oluşturarak tarih sahnesindeki yerini almıştır komünist öncü. 40 yıl boyunca devrim ateşini, örs ve çekiç arasında yoğurarak mücadelemizi sürdürdük. Bu ateşi bilincinde, ruhunda, benliğinde yaşayan ve bunu büyütme, yaygınlaştırma kararlılığında olan bine yakın şehit verdik. Komünist öncü “bir halkın ordusu yoksa hiçbir şeyi yoktur”, “iktidar namlunun ucundadır” temel prensipleri doğrultusunda 40 yıllık kesintisiz bir silahlı gerilla mücadelesi içerisinde oldu. Bu çizgide 40 yıllık deneyim ve birikimle, sebat ve kararlılıkla hareket etmeye devam ediyor. 40 yıllık süreçte esasen görev ve sorumluluklarımızı gerçekleştiremediğimizin, devrimin örgütlenmesi ve geliştirilmesinde henüz başarı elde edemediğimizin bilincindeyiz. Bu büyük ve ağır sorumluluk karşısında zayıflığımızın farkındayız. Henüz kuruluş aşamasındaki deneyimsizliğe rağmen yakalanan ileri teorikpratik duruşun, ezilen ve sömürülen halkımızın 40 yıl boyuncu sunduğu destek ve beklentilerinin, şehitlerimizin büyük kararlılıkla yarattığı değerlerin karşılığı olan gelişme, olgunlaşma sürecine erişemediğimiz açıktır. 40 yıllık birikimin yarattığı değerleri ileri bir noktaya bugün taşıyamadığımız, zaaf ve eksikliklerimizin devasa boyutlarda olduğunu da biliyoruz. Ancak şunu da biliyoruz ki, iddia ve kararlılığımız, azim ve çabanın bu büyük birikim ve deneyime yaslandığı noktada bizi bekleyen görev ve sorumlulukları hızla yerine getirmeye evrilecek bir güce dönüşecektir. Biz Marksizm-Leninizm-Maoizm gibi kudretli bir bilimsel ideolojiye sahibiz. Bu eylem kılavuzuna sahip olmamız, 40 yıllık birikimimizle ve kesintisiz mücadelemizle ve yüzlerce şehidimizle düşünüldüğünde geleceği kazanmada, devrimi örgütlemede bizleri daha bir kararlı kılmaktadır. Partilerimiz MKP ve TKP/ML’nin 40. Kuruluş yıl dönümünü coşkuyla, umutla, azimle ve tüm dünya devrim şehitlerinin ruhuna işleyen kararlılığıyla selamlıyoruz. Şan olsun komünist öncünün 40. yılına! Edirne Hapishanesi MKP ve TKP/ML dava tutsakları adına; Hasan Rüzgar, Ulvi Yalçın


6-7_Layout 2 4/30/12 4:52 PM Page 1

06

güncel haber

Açlık grevleri sona erdi PKK ve PAJK’lı tutsaklar, 15 Şubat 2012 tarihinde başlattıkları süresizdönüşümsüz açlık grevini sona erdirdiklerini açıkladılar PKK ve PAJK’lı tutsaklar tarafından 15 Şubat’ ta başlayan ve 20 Nisan’a dek devam eden açlık grevlerinin sonlandırıldığı açıklandı. Tutsaklar, “Kürdistan, Türkiye ve Avrupa kamuoyunda oluşan duyarlılık, önderliğimizin, ‘ölümler olmasın’ hassasiyeti ve hareketimizin çağrısı üzerine açlık grevi eylemine son veriyoruz” dedi. Karar, PKK’li ve PAJK’lı tutsaklar adına Deniz Kaya tarafından yapılan bir açıklamayla duyuruldu. Açıklamada şunlar ifade edildi:

‘Halkımızın özgürlük umutlarının sönmesine izin vermeyeceğiz’ “Gerek Kürdistan ve Türkiye kamuoyu ve gerekse de Avrupa kamuoyunda oluşan duyarlılık, gerek önderliğimizin, “ölümler olmasın” hassasiyeti ve gerekse de hareketimizin çağrısı üzerine, şimdilik kaydıyla, 20 Nisan 2012 tarihi itibariyle, açlık grevi eylemine son veriyoruz. Söz veriyoruz: Halkımızın özgürlük umutlarının sönmesine izin vermeyeceğiz. Bunun için ne gerekiyorsa, ama ne gerekiyorsa yapacağız. Bu uğurda ölüm gelecekse, ölüme, “hoş geldin” demekten de çekinmeyeceğiz. Bizler; Türk devletinin zindanlarında esir bulunan PKK’li ve PAJK’lı tutsaklar olarak; bugüne dek olduğu gibi, bundan sonra da, önderliğimizin amansız takipçileri olmaya ve halkımızın kutsal özgürlük davasında yerimizi almaya devam edeceğiz. Bunun için ödenmesi gereken her türlü bedeli vereceğimizden hiç kimsenin, ama hiç kimsenin kuşkusu olmasın.”

‘Gün birlik günüdür’ Açıklamanın sonunda tüm Kürdistanlı güçlere birlik çağrısı yapılarak şunlar vurgulandı: “Tüm Kürdistani güçlere açık çağrımızdır: Gün birlik günüdür, gün sömürgeciliğe karşı birleşme günüdür, gün halkımızı düşmanın esaretinden kurtarma günüdür, gün ülkemizi özgürleştirme günüdür. Tüm Kürdistani örgüt-kurum ve bireyleri, halkımızın ve ülkemizin özgürlüğü ve kurtuluşu için birlik olmaya, sömürgeci devletler ve yapılara karşı ulusal-demokratik birlik oluşturmaya ve tutum almaya çağırıyoruz.”

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Barzani ve BDP “Kürt açılımı” olarak lanse edilen ve Kürt ulusuna tasfiye ve teslimiyeti dayatan süreç sonrası ABD emperyalizminin öncülüğünde yeni bir sürecin başlatılacağının işaretleri verilmektedir Kürt ulusal meselesinde devletin yoğun saldırıları devam ederken bir yandan da “çözüm” adı altında emperyalizm ve uşaklarının oyunları devam ediyor. “Yeni bir süreç” olarak dillendirilen (imha ve inkar politikalarının sadece şekilsel değişikliklerle yeniden piyasaya sürüldüğü) ve Güney Kürdistan Kürt hareketinin önemli isimlerinden Mesud Barzani’nin ön plana çıkartıldığı konjonktürde Kürt ulusuna yönelik yeni bir saldırı dalgasının başlatılacağı aşikardır. “Yeni sürecin” yol haritasını netleştirmek ve pratik sürecini örmek adına kısa bir süre önce ABD’ye giden ve önemli görüşmeler yapan Barzani geçtiğimiz günlerde de Türkiye-Kuzey Kürdistan’ı ziyaret ederek Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve BDP yöneticileri ve birçok bakan ile görüştü.

Irak, Suriye ve PKK görüşüldü Tayyip Erdoğan görüşmeye dair yaptığı açıklamada, korkuyor olacak ki, “ince detaya girecek hali olmadığından” kısa özet olarak “Irak, Suriye ve PKK’nin gündemi oluşturduğunu” açıkladı. Irak’taki gelişmelerin pek hayra alamet olmadığını dillendiren Erdoğan; üç konuda da Barzani ile “yaklaşım tarzlarının örtüştüğünü” ve

süreci olumsuz etkileyebilecek konular üzerinde durulduğunu belirterek şöyle dedi: "Özellikle mevcut Başbakan'ın gerek kendi koalisyon ortaklarına olan davranışları, gerek Irak'taki yapılanma içerisindeki ben merkezli, adeta şartları zorlayıcı yaklaşımları, Irak'taki gerek Şii grupları, gerek sayın Barzani'yi, gerek Irakiye grubunu ciddi manada rahatsız etmektedir. Bunlar

da bu süreci olumsuz şekilde etkilemektedir, bunun üzerinde durduk.”

Yoktur birbirinden farkları! Her üç konuda da uşaklık vazifelerini yerine getirmeye çalışan ‘ikili’nin tabii ki birbirinden farkları yoktur. Çıkarları ve uşaklık vazifeleri ekseninde hareket etmek ve emperyalizmin Ortadoğu üzerindeki sömürü, katliam vb. politi-

Kuzey Kürdistan’da Keyfi ve asılsız belgelerleiddianamelerle “KCK” adı altında saldırılarını sürdüren devlet, baharın gelmesiyle birlikte Kuzey Kürdistan’da gerillaya yönelik askeri saldırılarını da boyutlandırıyor

yer yer çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalarda TC ordu güçlerinin kayıpları çoğalırken gerilla kayıplarına dair bir açıklama henüz yapılmadı. Şırnak, Hakkari, Amed, Bingöl başta olmak üzere birçok yerde saldırı ve operasyonlar ve çatışmalar yaşanırken; Lice, Kulp ve Genç üçgeninde başlatılan operasyonlarda askerlere maske dağıtılıyor, bu da saldırılarda kimyasal silah kullanılacağı ve çatışmaların daha da boyutlanacağını gösteriyor.

Amed’in Lice, Kulp ve Bingöl’ün Genç İlçesi üçgeninde başlatılan hava destekli operasyon-saldırılar genişletilerek devam ettirilirken, bölgeye yoğun askeri sevkıyat yapılıyor. Çatışmaların yaşandığı bölgede yoğun hava trafiği de yaşanıyor. 10 bini aşkın askerin katıldığı operasyonlar yaygınlaştırılarak devam ederken, bölgede

Askerlere maske dağıtıldı DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, LiceKulp, Genç üçgeninde başlatılan operasyonda askerlere maske dağıtıldığını belirterek, "Operasyonlarda kimyasal silah kullanılabileceğine işarettir" dedi. Konuyla ilgili BDP Diyarbakır İl bina-

sında bir araya gelen DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk ve BDP Diyarbakır İl Eş Başkanı Zübeyde Zümrüt basın toplantısı düzenledi. Tuğluk, son dönemde operasyonların arttığını ve özellikle Lice, Kulp, Genç üçgeninde sıklık yaşandığını belirtti. Operasyon bölgesinde yaşayan köylülerin BDP'yi arayarak durumu bildirdiklerini belirten Tuğluk, bölgeye 10 binin üzerinde askerin sevk edildiğini ve operasyona çıkan askerlere gaz maskesi dağıtıldığını ifade ederek, "Bu durum operasyonlarda kimyasal bomba kullanılabileceğine işarettir" dedi.

Uludere’de 5 asker öldürüldü HPG Basın-İrtibat Merkezi, 21 Nisan günü Şırnak-Uludere kırsalında gerillalar tarafından yapılan eylemde 4


6-7_Layout 2 4/30/12 4:52 PM Page 2

güncel 07

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

P heyeti ABD’ye gitti olmadığını ifade ettiler. İletişim halinde olacağız. Aynı zamanda orayla da pek çok ekonomik ikili ilişkiler var, ağırlıklı enerji, altyapı çalışmaları bazında... Bunların da devamını değerlendirdik." Erdoğan her ne kadar “ince detaya” girmese de açıklamasında, ekonomik ve efendilerinin çıkarları gereği her türlü yolun-yöntemin mübah görüldüğü anlaşılıyor. Söz edilen bölgelerde (Irak ve Suriye) efendilerinin oluşturacağı pastadan ‘kaç dilim kapar yerim’ hesabını yapıyor muhteşem ikili! Tabii dilimleri çoğaltmak için önlerine koyulan görevleri layıkıyla yerine getirmeleri gerekiyor evvela. İlk görevleri PKK öncülüğünde sürdürülen savaşın etkisini azaltmak, kırmak ve hatta kendine bağımlı hale getirmek…

Barzani ne diyor:

kalarını yaşama geçirmek onların anlaştıkları ve yapmak zorunda oldukları nokta. Bu politikaları sorunsuzca uygulamak, oluşacak engelleri de şimdiden dizginlemek adına yapılan görüşmelerin Kürt ulusal meselesinin ‘çözülmesi gereken’ önemli bir mesele olarak görülüp çıkarlarına uygun hale getirme, etkisizleştirme, planlarını gözden geçirme, fikir teatisi yapma anlamında olduğu aşikar.

Erdoğan açıklamaya devam ediyor: “Diğer konu, Suriye'deki gelişmeleri değerlendirdik. Suriye ile ilgili değerlendirmemizde de yaklaşım tarzımızın örtüştüğünü gördüm. 3. önemli konu da PKK terör örgütüyle alakalı müzakeremizdi ki, orada da yaklaşım tarzımızın aynı olduğunu ve kendilerinin bu konuda özellikle rahatsız olduğunu, terör örgütünün yaklaşımlarını tasvip etmelerinin mümkün

“Başbakan Erdoğan geçen sene Erbil ziyaretinde Kürt sorununda inkar döneminin bittiğine dair önemli mesajlar verdi. PKK ve BDP bu sürece daha fazla destek vermeli. Türkiye’nin Kürt politikasında yaşanan olumlu değişimler üzerinde durulmalı ve bu açılımlar daha da yükseltilmeli. Yoksa açılımlara karşı durarak sorun çözülemez. PKK beni biliyor. Silahlı mücadeleden yana değiliz. Bunu deneyimlerime ve birikimime dayanarak söylüyorum. PKK beni dinlerse iyi eder. Bu dönemden sonra PKK hâlâ silahı tercih ederse kendi kaybeder. Kendilerine kontrolümdeki bölgede silah kullandırmam. Bu savaşı bizim bölgemize çekmelerine müsaade etmeyiz” diyor.

BDP heyeti ABD’ye gitti Barzani tarafından gerçekleştirilen ziyaretlerden hemen sonra BDP heyeti de ABD’ye bir gezi düzenledi. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kı-

şanak, vekil Nazmi Gür ve DTK Başkanı Ahmet Türk'ten oluşan heyet önce Kuzey Irak Bölgesel Kürt Hükümeti Temsilciliği'ni ziyaret etti. TC'nin Washington Büyükelçisi Namık Tan'ı da ziyaret eden heyet ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon ile de görüştü. Demirtaş, Washington'dan ‘Kürt halkının özgür statüye kavuşacağı ve anadilde eğitimden geri adım atılmayacağı’ mesajı verdi. Demirtaş, ziyaretlerinin amacına dair sorulara "Bütün partilere dünyayı gezmek helal de bize mi haram? Derdimizi dünyaya birinci elden anlatmak istiyoruz. Bu ne Türkiye'yi şikayettir ne de çözümü başka yerde aramaktır" diyerek ziyaretlerin amacını belirtti. Yapılan görüşmelerde BDP'liler, eski ve yeni TC hükümetlerinin Kürt ulusal meselesindeki tutumunu eleştirirken, 'sınırların bütünlüğü çerçevesinde' ve 'şiddet dışı' çözüm için 'muhatap' rolü oynayabileceklerini ifade ettiler. BDP heyeti, ABD Dışişleri'nde ve ‘düşünce kuruluşu Brookings'de’ 'Kürt sorunu'nu ve çözüm önerilerini anlattı. Barzani ve BDP tarafından yapılan ziyaretler göz önüne alınıp, son günlerde devlet yetkilileri tarafından yapılan açıklamaları da hesaba katınca, ABD emperyalizminin öncülüğünde Kürt ulusal meselesinde “çözüm” adı altında yeni arayışların başlatıldığı anlaşılıyor. Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılması için başlatılan süreç ve Erdoğan tarafından kısa bir süre önce ifade edilen “terör örgütüyle mücadele uzantılarıyla (kastedilen BDP’dir) müzakere” sözleri TC devletinin emperyalizm tarafından kendisine biçilen misyonu en iyi şekilde yerine getirebilmek için geçen yıllarda denenen ama başarısız olunan yeni bir “Kürt açılımı” sürecini başlatacaklarına işaret ediyor.

çatışmalar yoğunlaşıyor askerin öldüğünü bildirdi. HPG-BİM yaptığı açıklamada; “21 Nisan günü saat 07.00 sularında Şırnak'ın Uludere ilçesi sınır hattında bulunan Çetan Tepesini tutmak isteyen işgalci TC askerlerine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 4 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken 1 asker ise yaralanmıştır’’ denildi. Öte yandan 23 Nisan günü HPG gerillaları Uludere sınır hattında, bir tepede konuşlanmış olan Türk ordu birliğine yönelik de bir eylem gerçekleştirdi. HPG-BİM, 23 Nisan günü 10.00-11.00 saatleri arasında Çete Tepesindeki askerlere yönelik gerçekleştirilen eylemde 1 asker öldürülürken, 2 askerin de yaralandığını kaydetti

Genç’te 1 komando ve 1 korucu öldürüldü

24 Nisan günü Bingöl’ün Genç ilçesi kırsalında TC ordusunun operasyonu sırasında çıkan çatışmada 1 komando ve 1 korucu ölürken, 5 asker ve 4 korucu da yaralandı.

sınır hattında ise bir tepede bulunan askerlere yönelik düzenlenen gerilla eyleminde 1 asker ölürken 2 askerin de yaralandığı aktarıldı.

Çatışma sabah saatlerinde Genç İlçesi Yolçatı (Bıloka) Köyü kırsal kesiminde yaşandı. Yeni bilançoya göre 1 komando er ve 1 korucu çatışmada ölürken, 5 asker ve 4 korucu da yaralandı. Yaralanan askerler ve korucular Bingöl Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Burjuva-feodal basın 3 gerillanın da hayatını kaybettiğini öne sürdü, ancak bu bilgi henüz yerel kaynaklar ve HPG tarafından doğrulanmadı.

24 Nisan günü saat 05.00’ten itibaren Hakkari’nin Çukurca İlçesi sınır hattında bulunan Güvenlik Tepesi’ni tutmak isteyen Türk ordusu, Bilican Boğazı, Talisa yaylaları ile Şehit Karwan alanlarına yönelik operasyon başlattı. Operasyon devam ederken, HPG gerillaları aynı gün saat 14.00 sularında, 2 tank ve askeri araçlardan oluşan bir askeri konvoyla Talise yaylaları Şehit Karwan Tepesi yakınlarında askerlere karşı eş zamanlı 2 eylem gerçekleştirdi.

Çukurca ve Uludere sınır hattında çatışma Hakkari-Çukurca sınır hattında operasyon düzenleyen Türk ordu güçlerine yönelik gerillaların gerçekleştirdiği 2 ayrı eylemde Reo tipi bir askeri araç imha edildi. Uludere

Gerilla elbiseli kontra birlikleri HPG, Şırnak ve çevre köylerinde gerilla elbiseli kontra birliklerinin dolaştığını belirterek, halka dikkatli ve duyarlı davranılması çağrısında bulundu.

Bir süreden beri Şırnak ve çevre köylerinde, gerilla elbiselerini giyen ve içinde kadınlarında olduğu 40 kişilik bir kontra birliğinin dolaştığını bildiren HPG-BİM, söz konusu kontra birliğinin halktan para ve erzak yardımı istediğini, kontra birliklere karşı halka dikkatli ve duyarlı olmalarını salık verdi. Diyarbakır’ın Lice İlçesi’ne bağlı Ape Musa alanının, Çemê Elika, Sipenik, Mexmê Şelê köylerinde 4’ü kadın 40 kişilik kontra birliği dolaşırken, gerilla kıyafetli kontra birliğin 20’şer kişilik 2 grup halinde hareket ettiği belirtiliyor. Devletin hava ve kara operasyonlarını yoğunlaştırdığı son günlerde, birçok bölgede kontra birliklerinin hareketliklerinde de artış gözlenmektedir. Geçtiğimiz günlerde Amed’in Lice ilçesi ile Batman’ın Sason ve Kozluk kırsalında da kontra birlikleri tespit edilmişti.


8-9_Layout 2 4/30/12 5:32 PM Page 1

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

Adana’da bulunan Balcalı Hastanesi’nde çalışan ve Dev-Sağlık İş üyesi taşeron işçilerin uzun süredir devam eden direnişleri ve yaşadıkları baskıları, direniş boyunca karşılaştıkları zorlukları, bundan sonrası için neler yapacaklarını başından itibaren direnişin içerisinde yer alan işçi Hüseyin Türkmen ile konuştuk g Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi çalışanları olarak başlatmış olduğunuz bu eylemler hakkında bilgi verebilir misiniz?

gHÜSEYİN TÜRKMEN: Bu eylemi Devrimci-Sağlık İş Sendikası olarak yapıyoruz. Aslında yedi yıldır yürüttüğümüz bir mücadeleydi. Mücadelemizin başında söylediğimiz şey şuydu: Biz taşeron işçisi değiliz, biz devlet işçisiyiz diyerek kamu çalışanı işçisi olduğumuz, en başından beri iddia ettiğimiz bir noktaydı. 2010 yılına gelene kadar bu noktayı savunduk. O tarihte de bakanlığa şunu sorduk, biz taşeron işçisi miyiz yoksa üniversiteye ait işçi miyiz yani devlete ait kadrolu işçi miyiz? Bakanlık müfettişleri bu taleplerimiz doğrultusunda gelerek, burada inceleme yaptılar. İnceleme sonucunda bizim, yani burada çalışan herkesin (o zamanlar 1200 işçiydik, şu an sayımız 1700’e yakın) işe girdiği tarihten itibaren “tüm işçiler üniversiteye ait işçilerdir” sonuçlu rapor çıkarıldı ve devamında 1990’dan itibaren yapılan bütün ihalelerin devleti dolandırdığı, yasa dışı olduğu tespitine varıldı. Buradan hareketle tescil işlemlerini de yaptırdık. Biraz ite kalka oldu, Bölge Çalışma Müdürü zorla da olsa görevini yapsın diye ve sonunda tescil işlemleri yapıldı. Cezai uygulamaların üniversiteye yapılmasını söyledik. Aslında bir defaya mahsus ceza kesildi, normalde 2010 Ocak ayından itibaren (şu an 2012 Nisan ayı) her ay üniversiteye ve taşeron firmaya ceza kesilmesi lazım bu da trilyonları buluyor. Bununla ilgili bizim işlemlerimiz de oldu. Görevlerini yapmadıkları gerekçesiyle Bölge Müdürü ve İlçe Seyhan Müdürlüğü hakkında suç duyurusunda bulunduk. Her başvuruda Valilikten onay alınması gerekiyordu ancak vali izin vermiyordu. Üniversite yönetimi rektör hakkında da suçlamalarda bulunduk, rektöre de YÖK izin vermiyordu. O tarihe kadar 12-13 kere ihale yapmaya çalıştılar, biz her defasında basın açıklamalarıyla, yerel mahkemelere, kamu ihale kurullarına itirazlarımızla açtığımız davalarla bugüne kadar gelebilmiştik aslında, ihalelerin çoğu iptal olmuştu ama yine de burada birer aylık ikişer aylık ihaleler dönüyordu. Son süreçte geçen sene Mayıs ayında gene bir ihale vardı, gene bir basın açıklaması yapıyorduk bu sefer polis şiddeti ve ağır darbıyla karşılaştık. Açıkçası polis terörüyle karşılaştık.

gBu uygulamalar ve ihalelerle birlikte sürecin muhataplarından birisi de Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü. Bu süre zarfında rektörlüğün tutumu nasıl oldu? gGeçen yıl Temmuz ayında 8 günlük geniş kapsamlı sağlık çalışanları, akademisyen, doktor, asistan, memurlar ve taşeron işçileri olarak iş bırakılmış ve ardından mutabakat imzalanmıştı. Görüşülen maddelerin ilkinde taşeron işçilerin sorunu ve çözümü yer alıyordu. Uygulanmadığı takdirde ise eyleme geçileceği de ifade edildi. O toplantıya rektörün kendisi de katılmış ve orada bir konuşma yaparak sorunun çözüleceğini, bunun için de yeterli bütçe olduğunu ifade etmişti ancak sorunlarımız devam ettiği gibi kendisiyle de bir daha görüşülmedi. gO süreçten günümüze gelindiğinde, bu on günlük yaptığınız eylem hakkında bilgi verebilir misiniz? Şimdi bizim son olarak bu hafta yaptığımız eylem de bu anlatılanlara ilişkindir. Ülkenin 8 ilinde toplamda 13 hastanede muhfaza kararı çıkmıştır. Bu kararlar uygulansın, hukuk uygulansın istiyoruz. Çünkü bununla ilgili Bursa’da açılan bir dava var. Bursa’da itiraz etmişlerdi, Adana’da itiraz etmediler. Bursa’da yerel mahkemeyi kazandık, üst mahkemeyi de kazandık. Bizim lehimize sonuçlandı. Yani bizler hukuken de fiilen de her şekilde haklı durumdayız fakat uygulama noktasında, devletin kamu konusunda, görevli memurların, rektörlerin, başhekimlerin uygulama noktasında bunu hayata geçirmedikleri için biz 8 il, 12 hastanede 10 günlük çadır kurduk. Bu çadırlarda yaptığımız iş bırakma-grev değilse de 24 saat çadırlarımız açık tutuluyor, çalışan işçi arkadaşlarımızla ve buraya gelen hasta yakınlarını bilgilendiriyoruz. Biz asıl işverenin işçileriyiz diyerek kampanya başlattık, imza topluyoruz. Bu topladığımız imzalarla 22 Nisan’da Ankara’da merkezi olarak bir araya gelip kadrolu işçi olma talebimizi ifade ederek imza dilekçelerini Sağlık Bakanlığı’na vereceğiz. g“Sağlıkta dönüşüm” adı altında uygulanan politikalar,sağlık emekçilerine dönük “performans” tanımlı uygulamalar, son süreçte çıkan GSS yasaları.. Her alanda olduğu gibi artan saldırılardan sağlık alanı da bir hayli “nasibini” aldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? gBizim eleştirdiğimiz nokta, bu uygulana politikaların hepsi, asla ve asla vatandaşın lehine olan bir iyileştirme getirmiyor. Neden denecek olursa? En başında bu sağlık hizmetleri yapılırken TBMM’deki milletvekillerine uygulanmıyor, Anayasa Mahkemesi üyelerine uygulanmıyor, son süreçte güvenlik kuvvetlerine de uygulanmıyor. Yani bizlerin savunduğu ‘Parasız Sağlık’ bize değil ancak onlara uygulanıyor. Bu sistem iyiyse bize neden uyguluyorsunuz da kendinize uygulamıyorsunuz? Madem iyi bir sistem diye halka sunulmaya çalışılıyor; hepimize uygulansın o zaman. Hükümete eleştirimiz şu, Bir onlar her şeyden ücretsiz, sınırsız, limitsiz faydalandırıyor. Bizler böyle her gittiğimizde her reçeteye para , her kalem ila-

Biz haklıyız, haklılığımız

meşruluğu muzdandır


8-9_Layout 2 4/30/12 5:32 PM Page 2

ropörtaj ca para, her muayeneye para, vermek zorunda bırakılıyoruz. İkincisi de vatandaş mağdur olduğu gibi bizler de mağdur oluyoruz. Biz de vatandaşız nihayetinde. Bu hizmeti veren olduğumuz kadar alan da biziz. Bu sistem sadece halkın canını yakıyor. Paran kadar sağlık hizmeti alınıyor. Sağlık Bakanı ekranlara çıkarak ülkedeki herkes istediği hastaneye benim vatandaşım gidebilir diyor. Benim vatandaşım derken yetmiş beş milyon insanı kastediyor. Yarısının oyunu almış yarısının oyunu almamış. Oyunu almamış insanlar sana inanmıyor ama geride kalan oy veren insanlar sana inanıyor. İnsanları nasıl kandırıyorsun, paran varsa gidiyorsun hastaneye paran yoksa gidemiyorsun. Özel hastanelerde adım atıp ‘merhaba’ dediğinizde sizden para alıyorlar. Eğer gribiniz ya da ufacık bir baş ağrınız varsa size onlarca film çekiliyor, şu tetkik bu tetkik rutin olan filmleri yaparak para alınıyor. Sen bir Sağlık Bakanı olarak kendi çıkarlarınıza ters olduğunda yasaları çiğneyebiliyorsun. Mesela başbakanı üniversitede ameliyat yapan hocamız dışarıya gitmişti. Üniversitede ameliyat yapmıyordu ama iş başbakan olunca anladınız tabi geldiniz, yasayı delmenize rağmen başbakan için yaptınız. Yani bir bakan olarak istifa etmesi lazım, o doktor ben yapmıyorum yasayı engelliyor deseydi ne yapacaklardı? Bütün bu yaşananların temelinde ise şunu görüyoruz; burada bütün alanı küresel sermayeye peşkeş çekip sağlık alanı olduğu kadar eğitim alanını, dereleri de HES’leri de sermayeye açıyorlar. Bununla kalmayıp toprakları da kiraya veriyorlar. Oradaki yaşayan insanların nasıl geçineceğini, tarımdan nasıl geçineceğini düşünmüyorlar. Bizler bütünlüklü bakıyoruz bu yaşananlara, sağlık da eğitim de su da bizim için önemli. Eğitimsiz toplum tamamen sıkıntılı bir toplumdur.

gPeki, bu süreçte taşeron işçileriyle birlikte belli zamanlarda doktorlar, asistanlar ve diğer sağlık emekçileriyle beraber eylemlikler düzenlenmişti. Şimdi durum hangi aşamada? gBu eylem sürecinde kolektif bir birliktelik yoktu. Geçmişte de spontane gelişen ve bizlerle aynı eylem içerisinde olan öğretim üyeleri ve asistanlardan bahsediyorum. O süreçteki saldırılara da bakıldığında kendi çıkarlarıyla bizlerinki çakıştığı dönemlerde birlikteydik. Onlarla birlikte geçen sene 8 günlük iş bırakma eylemlikleri yaptık ama kolektif bir çalışma olmadığı için sonrasında ayrıldık. Şu aşamada herkes kendi kabuğuna çekilir gibi oldu. Biz işçiler olarak özellikle bunun böyle olacağını biliyorduk. İşin aslı bu gemide hepimiz beraberiz. Sular durulunca yine rahat bir seyir halinde geziliyor ancak öyle değil tam da söylediğimiz gibi sadece biz taşeron değiliz memurlar ve doktorlar da ileride taşeronlaştırılacak, bakın özel hastaneler gün geçtikçe daha da fazla açılıyor. gSağlıkta bu uygulamalar devam ederken, ekranlara ve halkın bilincine yansıtılan bir tablo da ‘vatandaş ile sağlık çalışanlarının karşı karşıya’ getiriliyor olması. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

gKitle örgütlerinin hükümetin bu politikalarını teşhir etmesiyle yavaş da olsa algılanmaya başlandık. Bakınız bir hekim arkadaşımız geçtiğimiz gün Antep’de boğazı kesilerek öldürüldü. Bu saldırılar her yerde yaşanıyor ben burada da görmekteyim. Bizler insan değil de başka bir şeymişiz gibi uygulamalara maruz kalıyoruz. Bu sıkıntıları yaşıyoruz. İnsanlara anlatmaya çalışıyoruz, hastaneye gelenlerle de… Siz bugün muayene olan yüz ellinci hasta olmak istiyor musunuz? Bir doktora günde yüz elli tane muayene düşüyor, bundan doktor da vatandaşlar da zarar görüyor bu şekilde tamamen piyasaya açılan sağlık söz konusu. Nitelikli bir sağlık olmayacak. Bunu, sistemin getirdiklerini dışarıda da soruyoruz insanlara. Sizler memnun musunuz bu durumdan dediğimizde iyi olmayacağını biliyoruz ama başka bir şey bilmiyoruz diyorlar. O zaman bizlerde de eksiklik var ki yeteri kadar anlatamıyoruz. Biz işçiler olarak yeteri kadar birleşemiyoruz, öğrenciler olarak sorunlarımıza karşı yeteri kadar birleşemiyoruz ya da memurlar olarak birleşemiyoruz. Alanlarda şunu söylüyoruz halklar birleşin sömürüyü durdurun. En önemlisi şunu söylüyoruz üreten biz isek yöneten de biz olacağız, bu çok önemli. Üretenin yöneten olmadığı bir ülkede böyle iktidarlardan, böyle emperyalist güçlerin yaptığı politikalardan zarar gören biz olacağız. gSon olarak söylemek istedikleriniz nelerdir? gSon olarak ifade edeceklerim hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız, öğrencisi de, ev kadını da, işçisi de emekçisi de… yani bu işten hepimiz zarar görüyorsak öyleyse elimizden geleni yapmalıyız. Devrimci-Sağlık İş olarak bizlerin toplumsal hareket sendikacılık örgütlülüğü olumlu bir örnek olarak gösterilebilir. Bu oluşumla biz sadece sağlıkta örgütlenmeyeceğiz diyoruz. Öğrencinin sıkıntısı varsa ona da koşmamız lazım. Enerji-Sen’de varsa oraya, sağlığın dışında da bütün alanlarda sorun varsa oraya koşmamız lazım. Yalnızca birimizin sıkıntısı değil; benim sıkıntım ailemin sıkıntısı, ailemin sıkıntısı toplumun sıkıntısı olarak düşünmek lazım bu bilinçte olmak lazım. Bizler bir lokma ekmek yerken, yemeyeni düşünmek gerekiyor. Yani bu nedir, bilgiyi de paylaşmak lazım deneyimi de paylaşmak lazım. 1980’lerde şöyleydi diyenler de neredeyse çıksınlar ortaya, deneyimlerini aktarsınlar istiyoruz. Yarın bir sosyal patlama olduğunda, bunu iyi bir doğrultuda evirip çevirmek kendi lehimize dönüştürmek gerekiyor. Geçmişte yapılanla bugün yapılan her şey değişiyor. Küresel sermaye kendi aktörlerini kullanırken, kendisine yeni araçlar yeni argümanlar yaratıyor. 1960’ların 70’lerin söylemini bırakarak bizlerin de kendimizi yenilememiz gerekiyor. Kendi ailemiz çocuğumuz hepimiz adına yarınlar için mücadele ediyoruz, bunun karşısında davalarla da yargılanıyoruz ancak biz haklıyız diyoruz, haklılığımızı meşruluğumuzdan; meşruluğumuzu da haklılığımızdan alıyoruz, insan olmaktan alıyoruz diyoruz.


10-11_Layout 2 4/30/12 7:43 PM Page 1

10 kadın haber

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Kadın: Emeği görünmeyen

Demokratik Kadın Hareketi (DKH) “Emeğimizi Örgütlemek İçin 1 Mayıs’ta Alanlara” şiarıyla 28 Nisan tarihinde, Okmeydanı Ovacıklılar Kültür ve Sanat Derneği’nde bir etkinlik düzenledi Etkinlik programı DKH’nin ‘kadınlara 1 Mayıs çağrısı sinevizyonu’ gösterimiyle başladı. DKH’nin; Okmeydanı ev emekçisi, sağlıksız, güvencesiz, sigortasız, part time, sendikasız ve ücretsiz köle koşullarında çalıştırılan kadınlara ve tüm emekçilere yönelik düzenlediği “Emek ve Kadın” konulu söyleşi kısa bir konuşmayla devam etti.

Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB) temsilcisi slayt gösterisi eşliğinde dünyada ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da kadının çalışma yaşamındaki mevcut durumu anlattı. Dünya ülkelerinde çalışma hayatında yer alan kadın işçi oranın çok altında kayıtlı çalışan kadın olması, en ağır işlerde ve uzun süreli çalıştırılması ve çalışırken de emeği görünmeyen koşullarda yedek iş gücü ve ucuz iş gücü olarak çalıştırılması konularına vurgu yapıldı.

Emeği görünmeyen ev kölesi kadın Ülkemizde çalışan kadınların 6 milyon olduğu düşünüldüğünde bu toplamın yüzde 57’sinin ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırıldığının açığa çıktığını açıklayan YDSB temsilcisi, ücretsiz emeğin görünmeyen ev kölesi olarak çalıştırılan kadının hiçbir yaşam ve hak güvencesinin olmadığının altını çizdi.

Diğer yandan emeği görünmeyen kadının durumundan farklı olmayan çalışan kadınların yaşadıkları sorunları somut örneklerle açıklayan YDSB temsilcisi “üç kuruş maaşım olsun, bir işim olsun” yaklaşımını artık kadınların kabul etmediğini ve üç kuruşla geçimin olamayacağını ve güvenceli iş koşullarında, eşit işe, eşit ücret talepleriyle çalışmak istediklerini belirtti.

Tecavüzcü

devlet beraat etti

Görünmeyen emeğimizi örgütlemeye! 1 Mayıs’a! YDSB temsilcisi sunumunu bitirirken de “Kadın işçilerin en çok uzak olduğu yer” neresi diye sorulduğunda da, alınan cevabın sendika ve örgütlenme olduğunu, patronları kadın işçileri, aile büyükleri üzerinden sendikadan ve örgütlenmeden uzak tutmak için her türlü yönteme başvurduğunu belirtti. Sendikalardaki anlayış ve iş yerleri üzerinden yönetimlerdeki kadın oranının da çok istenilen seviyede olmamasını eleştirdi. Kadının evde, iş yerinde, fabrikada, atölyede, tarlada üretim gücü üzerinden devasa bir emek gücü harcadığı ve yine aynı şekilde görünmeyen emeğinin üzerinden de korkunç boyutlarda bir sermaye biriktirildiği, kazanılmış hakları gasb edildiği, 8 Mart’tan itibaren yarattığı mücadele açısından, hep hedefte olduğu belirtildi. Bu baskı ve sömürüye karşı kuşandığı bilinçle 1 Mayıs’ta gücünü birleştirmek için ve emeğine sahip çıkan tüm emekçi kadınları geleceği için alanlara çağırarak, YDSB temsilcisi sunumunu tamamladı.

Hakların toplu geri alınışının bedeli de kadınlara Etkinliğin ikinci konuşmacısı Av. Zülehya Gülüm; dünyanın sömürüde hakların geri alınması üzerine varlığını yeniden yapılandırdığını ve neo-liberal politikalardan kadınların payına, daha fazla hakların geri alınmasının düştüğünü belirtti. Part-time, güvencesiz, sosyal güvenceden yoksun ve sendikalı olması, daha da kadının hayatını zorlaştıran koşullarda çalışması, sabahtan akşama kadar çalışma, kısmi çalışma, evden çalışma, boncuk işi yapma, sanayi-parça başına çalışma gibi işlerde çalıştırılmasına işaret etti. Sürekli bir işi olmadığından tüm haklardan mahrum edilmesi ve patronun ödemesi gereken giderlerin de (sigorta, iş yeri bina kirası, vergi, elektrik, su, ulaşım, yemek vs) ödenmesi sorumluluğunun kadına bindirilmesinin de patronların karını katlayan bir uygulama olduğunu vurguladı. Av. Gülüm; ‘sistem bir yandan ailenin dağılmamasını savunurken, diğer yandan TÜSİAD’dan Ümit Boyner ‘kadın istihdamını arttırma’ adı altında patronların karı için aile bireylerini istediği zaman alıyor, istediği zaman evde çalıştırıyor, AKP’nin yeni çalışma

Fethiye’de bir kadına toplu tecavüz eden sanıkların yargılandığı davada Fethiye Ağır Ceza Mahkemesi tecavüzcüleri beraat ettirdi Fethiye’de bir kadına toplu halde tecavüz edenlerin yargılandığı davada 27 Nisan tarihinde yapılan karar duruşmasında Fethiye Ağır Ceza Mahkemesi sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Davayı izlemek için İzmir, İstanbul ve Ankara’dan Fethiye’ye giden kadın örgütleri, Fethiye Adliyesi önünde bir araya geldi.

modeli üzerinden sömürüyü katlamak için öncelikle kadının hakları gasp ediliyor’ dedi.

Okuldan eve, evden kocaya git, hizmet et projesi Av. Gülüm; 4+4+4 uygulamasının kız çocuklarını ya kocaya, ya işe göndererek, eve ekonomik katkı için küçük yaşlarda çalıştırılmasının patronlara iş gücü sağlaması projesi olduğunu belirtti. Bölgesel asgari ücreti özellikle Kürt illeri açısından isteyen sistem; çalışan kadın başta olmak üzere, tüm emekçilerden hangi hakları topluca geri alacağının ince hesaplarını yaptığına

Kadın örgütleri duruşma boyunca adliye önünde “Biz bitti demeden bu dava bitmez” , “Erkek adalet değil gerçek adalet” , “Tecavüzcü yargı hesap verecek” sloganlarını atarak beklerken, görülen davada mahkeme “delil yetersizliği” gerekçesiyle beraat kararı verdi. Adliye önünde bekleyen kadınlar beraat kararını ellerindeki pet şişeleri adliyeye atarak tepkilerini gösterdi. Verilen karar sonrası tecavüze uğrayan kadının avukatları bir basın açılaması yaparak alınan kararla birlikte yaşanan süreci anlattı:"Soruşturma başından itibaren özensiz bir şekilde yürütülüyor. Bu suçun ortaya çıkarılmasının hedeflenme-

dikkat çekti. Diğer yandan kadınların daha fazla çalıştığını ancak süresi belli olmayan işlerde çalışmasının kadınlar açısından bir başka dezavantaja yol açtığını belirtti. ‘Kredi bitene kadar, evlenene kadar, kardeşim okulu bitirene kadar’ diyerek başkaları için çalışan kadın işten daha kolay atılıp, ev işçiliğine geri dönüşü kabul eden kadının dönüş davalarına da başvurmadığını anlattı. Av. Gülüm, esnek çalışma yapısı olan kadınlar hem en yakını erkek tarafından hem de erkek egemen sistem tarafından çok kolay ikna edildiği için, emek sömürüsü de yoğun olarak kadın cinsiyeti

diği açık. Dava zaten olağanüstü yargı yolları sayesinde, AİHM'e başvurulduktan sonra açılabildi. Bu dava müvekkilimize karşı oluşturulan ön yargı ağı içinde yürüdü. Cinsel şiddet suçlarında kadının beyanı esas alınarak yargılamanın yürütülmesi gerekir. Bu suçlar kapalı alan suçlarıdır ve tanıkları olabilecek suçlar değildir. Bu nedenle tecavüz suçlarında kadının beyanı esas alınmalıdır. Ancak bunun aksi karşı tarafça ispatlanabiliyorsa tartışılabilir Cinsiyetçi yargının ve bu davaların peşinde olmaya devam edeceğiz." Mahkemenin kararını protesto etmek için şehir merkezine hareket eden kadınların


10-11_Layout 2 4/30/12 7:43 PM Page 2

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

11

ev kölesi

GENÇ YORUM

PROLETARYANIN SEÇİMİ DEVRİMDİR eçilmişlerin “hükmünde” devamlılığını sürdüren emperyalist-kapitalist üretim ilişkileri, bir birinin aynısı olmasa da benzer süreçlerle, kitlelere “iktidar sizin elinizdedir” yalanını her bir kara parçasında söylemeye devam ediyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasının da yakından takipçisi olduğu Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri –evet şu malum Ermeni Soykırımı İnkar Yasası’ndan dolayı, hakim sınıflar Fransa’daki süreci yakinen takip etmektekiler- 1.turunu sonlandırdı. İki aşamalı olarak yapılan seçimlerin ilk ayağından Sarkosy ve Hollande’ye ikinci raunda hazırlanmaları için ruhsat verildi. Batı demokrasisinin –biz bunu emperyalist-kapitalist diktatörlük olarak okuyalım- tezahürü olarak iki aday, ikinci tur öncesinden, televizyonlarda “demokratik” bir şekilde vuruşarak, ezilen kitlelere “çözüm” sunacaklar. Ezilenler, özel mülkiyete dayalı tüm dünyamızda olduğu gibi, üretimde ve yönetimde bir tane dahi hak sahibi olmadan, “egemenliği” tesis edecekler.

S

Türkiye-Kuzey Kürdistan bilinçli proletaryasının alışık olduğu bu tablo, emperyalist-kapitalist diktatörlüğün hüküm sürdüğü alanlarda değişik biçimlerde devam etmektedir. Lakin bu seçim aldatmacasında, Halkın Günlüğü sitesi üzerinden yayınladığı makalesiyle, kafası haylice karışık olan dostumuz M. Şehmus Güzel, bizimle aynı fikirde olmayıp, seçim sürecine kendi düşün dünyasıyla müdahil olmuştur. Yazı her ne kadar bizim sitemizde yayınlansa dahi, fikirleri dostumuz Güzel’i temsil etmektedir. Biz de bu makalemizde, hem dostluk çerçevesi içerisinde Güzel’i uyarmak, hem de sosyal demokrasinin Fransız versiyonunu ifşa etmek için konu edindik.

üzerinden yapılmaktadır.

Aileyi korurken dağıtan devlet AKP’nin kadınlara ve emekçilere yönelik hak gasplarını tatlı ve şirin anlattığı ve çıkardığı yasalarla da kadınların ve çalışan emekçilerin mevcut haklarını da topluca geri alımı için çıkarılan sağlık hakkı yasasından anlaşıldığını belirten Av. Gülüm, kadına doğum öncesi ve doğum sonrası verilen izinlerin bile

bindiği aracın önü polis tarafından kesilirken, kadınlar oturma eylemi yaparak polisi protesto etti. Protesto eden kadınlar polis saldırısı ve escort eşliğinde şehir dışına çıkarılırkende “cahil güruh” tanımı yapıldı. 2007 yılında Fethiye’nin Gebeler Kaplıcası’nda bir otelde resepsiyon görevlisi olarak çalışan B.S. ikisi küçük yaşta olmak üzere V.K., A.N.O., V.K., M.K., S.K. ve G.K. tarafından tecavüze uğradı. Uzun süre

doktor raporuyla esnek hale getirilerek yasallaştırıldığına dikkat çekti. Esnetilerek patronladoktorun keyfiyetine bırakılmaya açık hale getirilen doğum izninin yarattığı yanılsamayı açıkladı. Etkinlik çalışan kadınların iş hukukuyla ilgili sorduğu sorucevaplarla ve 1 Mayıs ile ilgili çalışmalar üzerine yapılan tartışmalarla devam etti.DKH temsilcisi kadınları 1 Mayıs’ta alanlara çağırarak etkinliği sonlandırdı.

dava açılmayan tecavüz olayı sonrası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvurunun ardından, Fethiye Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılabildi. Davada tecavüzcüleri Muğla Barosu Başkanı savunurken, tecavüzcüler ve avukatları, tecavüz mağduru kadının sosyalist olmasını ve kadın örgütleriyle olan ilişkisini, "tecavüzün olamayacağına” dair kanıt olarak göstermesi yasa ile vıcdanın boyutunu gösteriyor.

≫ sinan çakıroğlu

Büyük bir iddiayla Sarkosy’nin sonunun geldiğini söyleyen Şehmus Güzel, bu sonun 6 Mayıs’ta gerçekleşeceğini söylemektedir. Üstelik bu sonun diğer ucunda duran politik temsiliyeti, bir zamanlar başını Deniz Baykal’ın çektiği “Sosyalist” Enternasyonal’in “saygın” partilerinden Sosyalist Parti’dir. Şehmus Güzel tarafından sol aday olarak tanıtılan ve ezilenlerin umut ışığı olduğu söylenen siyasal yapılanma, emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin “sol” temsilcisi olarak addedilen ama ister “sol” isterse sağ olsun, Fransız emperyalizminin büyük çevrelerinin desteğini aldığı, aklıselim her devrimci tarafından bilinmektedir. Sosyalist Parti program boyutuyla, adında ifade edildiği gibi üretim ilişkilerinin sosyalizasyonu için pratik hükümlülüğü olan değil tam aksin de yani mevcut üretim ilişkilerinin devamlılığını savunan ama bunu “liberal” önlemlerle hayata geçirilmesini savunan emperyalist solun, en ileri temsilcisidir. Libya işgalinde de görüleceği gibi, Kaddafi ile Sarkosy’nin ilişkilerini eleştiren ve Libya’ya “özgürlük” götürmek için “demokrasi” beşiği Fransa’nın geç kaldığını gayet radikal bir şekilde parlamentoda tartışan Sosyalist Parti’ydi. Söz konusu egemen sınıfların çıkarı olduğunda, Sosyalist Parti’yle sağ partilerin nasıl aynı bayrağı yani Fransız emperyalizminin bayrağını dalgalandırdıkları iyi bilinmektedir. Yine, aynı sermaye grupları tarafından desteklenen ama söylemi açık ırkçı olan Marine Le Pen’in ikinci turda, alttan alta Sosyalist Parti’yi desteklemesi, söylediklerimizi kanıtlar pozisyondadır. Daha iyi anlaşılması açısından, yerel ve genel seçimlerde, AKP karşıtlığı üzerinden birleşen “sol” ve sağ adayların birbirini nasıl destekledikleri iyi bilinmektedir. Birçok il ve ilçede, sosyal demokrat parti CHP’nin (Fransız Sosyalist Parti’nin, Türkiye-Kuzey Kürdistan varyantı), MHP oylarını alarak seçimleri kazandığı aşikâr bir durumdur. Şehmus Güzel’in bahsettiği Fransa’daki “sol”un adayı Hollande için de vuku bulan budur. Resmi olarak sağın oylarının artmasına rağmen ikinci turda “sol”un kazanması, ancak ve ancak sağın tavrına, daha doğrusu Fransa’nın resesyona girmiş olduğu ve halk kitlelerinin Sarkosy’e karşı tepkilerinin tavan yapmış olmasının sonucu olarak emperyalist grupların “sol”la yarışa devam etmek istemelerine bağlıdır.

Halk kitlelerinin, her bir halka da somutlaşan dönem önderliklerine karşı tepkilerinin artığı su götürmez gerçektir. Gerici politikalar nezdinde somutlaşan önderlik her zaman topun ucundadır. Bu gerçeklik hem kendi sınıfları açısından hem de ezilen sınıflar açısından, farklı niteliklerde de olsa somutlaşır. Sadece Fransa’da değil, uluslar arası alanda ciddi bir Sarkosy karşıtlığı söz konusudur. Sarkosy’nin karşısına çıkarılan adayların akıbeti tartışılır hale gelmiştir. Amerika ile AB ilişkilerinden dolayı, Dünya Bankası başkanları genelde Amerikalı olurken, IMF’in başkanı ise, Avrupa’dan seçilir. Son başkanlardan Kahn, Sosyalist Parti’nin s-a-ğ-l-a-m adayı olarak dillendiriliyordu. IMF içerisinde kredi notu yüksek olan Kahn, Fransa’yı ekonomik krizden tek kurtaracak adam olarak gösteriliyordu. Ne hikmetse, taciz ve tecavüzlerle dolu hayatı -ki bunlar doğrudur- birden seçim öncesi su yüzüne çıktı ve Sarkosy’in en korkulu rakibi elenmiş oldu. Düşünün ki bu olay “kapatılsaydı”, bugün Sakosy’nin karşısına “sol” aday olarak Strauss Kahn –“sosyalist” perspektifli IMF başkanı- çıkıyor olacaktı. Sarkosy, tecrübesini de kullanarak, ilk “sosyalist” adayı savuşturdu. İktidarda olmanın şüphesiz ki avantajlarını kullandı. Ama biz bu meseleyi, Sayın Güzel gibi ahlaki tanımlamalarla anlatamayız. Şehmus Güzel, Sarkosy karşıtlığına kendisini o kadar kaptırmış ki, onu temsil ettiği sınıflar şahsında deşifre etmek yerine, karakter bozukluğu ve hırsızlık üzerinden teşhiri seçiyor. Halbuki insanları hırsız yapan, iktidar sahibi yapmaya çalışan ve tüm bunları bin bir alavere çevirerek yapan toplamı yaratan bir toplumsal ilişkiler – üretim ilişkileri- mevcut. Bu ilişkileri deşifre etmeden, bu ilişkilerin temsilcilerini teşhir etmek, sineklerle uğraşıp ama bataklıkla uğraşmamak olur.Şehmus Güzel’in makalesinde ‘İktidar Kazandırıyor’ başlığı altında izlemiş olduğu yöntem tam da budur. Şehmus Güzel yazısının ilerleyen bölümlerinde, tarihin tekerrür etmeyeceğini ve Paris’in en yaşlı kızı olan Eyfel Kulesinin, Sarkosy’nin yenileceğine tanıklık edeceğini söylüyor. Evet, bu cümlelerden şunu çıkarıyoruz; Sarkosy yenilecek! Peki, kim kazanacak? Kaybedenin olduğu yerde birde kazananın olması gerekir. Ne yazık ki Sayın Güzel, kazanacak olanın ismini açıkça söylememektedir. Ama Sarkosy karşıtlığı üzerinden “sol”u desteklediği için gönlündeki kazananın ismini sessiz harflerle haykırmaktadır. Bu seçimin sonucu ne olursa olsun, kazanan ezilen sınıflar olmayacaktır. Fransız emperyalizmi Nato’daki etkisini çoğaltacak, sömürgelerinde katliamlar yapmaya devam edecek ve en önemlisi kökleri özel mülkiyette olan her türlü sınıfsal, ulusal, cins ayrımcı çelişki son bulmaya yönelik olmayacak, devam sürdürülecektir. Adından başka hiçbir şeyi sosyalist olmayan Hollande, emperyalist diktatörlüğe “sol” maske olarak sömürü ve baskı ilişkilerini sürdürmeye devam edecektir. Sosyal demokrasinin yüz yıl önceki reformlar bağlamındaki emperyalizmle yarışı, ikinci dünya savaşından sonra tamamen gerici bir hal almıştır. Görece sistemi eleştiren ve reformlar düzleminde faaliyet yürüten sosyal demokrasi bugün açısından emperyalist solun – ya da ülkemizde olduğu gibi faşizmin- temsilcisi haline dönüşmüştür. Sosyal demokrasi tarihin ileri akışını yani üretim ilişkilerinin sosyalizasyonu ve sınıfsız topluma ilerlenmesinin önünde engeli olmuştur. Ona 1900’ların önemini atfetme, mevcut gerçekliği kavramamaktan ötedir. Sınıf çelişkilerini kavramamadan ötedir. Dostumuz M. Şehmus Güzel, niyetten bağımsız sosyal demokraside ilerici bir yan arama ve burjuvazinin daha “keskin” temsilcisi karşında ehveni şer seçimine gitmektedir. Fransa’da olduğu gibi, her bir kara parçasında, ezilen sınıfların yapması gereken, seçimin sonuçları ne olursa olsun, mevcut gerici üretim ilişkilerini sonlandırmak üzere, radikal devrimci hazırlığı hızlandırmalarıdır. Devrimci proletarya bu kanunu, salt faşizmin hüküm sürdüğü ülkeler için değil evrensel bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır. Fransız proletaryasının seçimi devrimden yana olmalıdır!


1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

Liberalizme Karşı Mücadele Sı Liberalizme karşı mücadelede, MLM silahını çok iyi kullanmak gereklidir. Bir komünist her koşulda bıkmadan, usanmadan müdahaleci olmalı, kitlelerle sıkı sıkıya bir bağ kurmalıdır, ideolojik mücadele kitlelerden kopuk ele alınamaz. Kolektif yaşamın çıkarlarını kendi çıkarlarından her zaman üstün tutabilmeli; kendisinden çok başkalarıyla, partiyle ve devrimci savaşla ilgilenmeli, bu konuda araştırmalarını geniş çapta sürdürmeli, örgütünü tüm olgulardan haberdar etmelidir. Bunun içinde gerekli olan sadece devrime inanç, bağlılık, dürüstlük ve samimiyettir Liberalizm her alanda bireysel özgürlüğü ve kişisel davranışların serbest bırakılmasını savunan akımdır, İngiliz ekonomisti Adam Smith tarafından ilk kez teorileştirilmiş ve devlet özel teşebbüslerin işine karışmamalı, en küçük bir müdahaleyle bu düzeni bozmamalı diye düşünmüştür. Hiç bir insan kendi güvenliğinden, kendi kazancından başka bir şey düşünmez. Ancak, kendi çıkarlarını kovalarken toplumun çıkarlarına yaran olur. Böylelikle liberaller, tek tek kişilerin refahıyla; toplumsal refaha ulaşılabileceğini, aksinin, insan doğasına ters düştüğünü savunmuşlardı Liberalizm, burjuvazinin feodalizme karşı yürüttüğü savaşım döneminde ortaya çıkmış ve sanayi burjuvazisinin, çıkarlarını savunmuştur. Feodal dönemin egemenlerinin, var olan sınırsız haklarının sınırlandırılmasını ve kendilerinin de yönetimde yer alabilmeleri için, bazı demokratik özgürlükler getirilmesini savundukları için, burjuva devriminin başlangıç dönemlerinde ilerici bir misyon yüklenmişlerdi. Ancak bu mücadelesinde, feodalizme karşı sürekli olarak reformcu, ödüncü ve işbirliği içinde olmuştur. Proletaryanın bir güç olarak, belir-

İdeolojik mücadele kitlelerden kopuk ele alınamaz

mesi ve kendi mücadelesini vermeye başlamasıyla birlikte, liberal burjuvazi, oportünizmi, revizyonizmi ve reformizmi kullanarak, proletarya mücadelesini engellemeye ve bölmeye çalışmıştır. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında ise tamamen gerici bir akıma dönüşmüştür. Burjuva devrimleri döneminde, emeğin bir değer olduğunu, hatta temel değer olduğunu savunurken, süreç içinde emeğin hiç bir değer ifade etmediği gibi teorilerde ortaya çıkmıştır. Amacı da, proletaryanın mücadelesini engellemektir.

Bırakın yapsınlar, bırakın ölsünler Kaba, burjuva ekonomi-politiği temsilcilerinden William Stanley Jevans 1871 yılında, ‘ekonomi-politik'in teorisi’ adlı yapıtında şöyle der; "Sayıları gittikçe artan ve örgütlenme güçlerini geliştiren işçi sınıfı, siyasal ve ekonomik özgürlüğümüzün gelişmesini durdurmaya yönelebilir. Bundan ötürü, emeğin hiç bir biçimde değer yaratmadığını ortaya koyan bir kuram geliştirmeliyiz." Parti içerisindeki, liberalizm ve oportünizm küçük burjuva zaafları da yukarıda aktardığımız bu burjuva ideo-

Bir komünistin her zaman, bir planı ve programı vardır. Yani o devrimin bir neferi olarak, ömrünün her dakikasını dolu dolu ve devrim çıkarına kullanır. Bunun için de: hem kendisini geliştirmeye hem de çevresini geliştirmeye, yani mücadeleye ihtiyacı vardır. Bu mücadeleyi verirken, önünde bulunan plan ve program dahilinde neyi, ne zaman ve nasıl yapması gerektiğini bilir. Oysa liberaller,

lojisinden beslenir. Parti içerisinde tek tek kişilerde veya organlarda sürekli olarak siyasi gerilemeye ve yozlaşmaya yol açar. Ve hatta yukarıda olduğu gibi, karşı-devrimci çizgiye kadar varır. Çünkü "bırakın yapsınlar, bırakın ölsünler" dünya görüşünü benimser. Mao Zedung, parti içerisindeki ideolojik mücadele ve liberalizm üzerine şöyle der: "Biz aktif ideolojik mücadeleden yanayız. Çünkü bu mü-

cadele, parti ve devrimci örgütler içerisinde savaşımımızın yararına olan, birliği sağlayan silahtır. Her komünist ve devrimci bu silaha sarılmalıdır.

günü doldurmaya çalışır ve yukarıda belirtildiği gibi sadece eleştiri kaynağı olmamak için salt verilen görevi yaparlar; yaratıcılıklarını ise parti içerisindeki ideolojik sapmalara destek vermekte kullanırlar.

geçmişini öne sürerek, diğerlerinin verdiği mücadeleyi küçümsemek. Geçmişini bugün kendisine bir ayrıcalık olarak kullanmak. Örneğin, bazı görevleri küçümsemek. Büyük görevleri de başkalarına "ben zamanın da yeterince yaptım, şimdi sıra sizde" diyerek; aslında geçmişin anılarıyla yaşamın dışında bir iş yapmamak.

-Kendisine karşı liberal olmak ise; "kişinin kendi hatalarının farkında olmasına rağmen bunları düzeltmek amacıyla herhangi bir çaba sarf etmemek." Veya kendi konumunu,

Buna karşılık liberalizm, ideolojik mücadeleyi reddeder ve ilkesiz barıştan yanadır; bu yüzden yoz ve bayağı bir tutuma yol açar. Parti ve devrimci örgütler içerisinde bazı birimlerde ve bireylerde siyasi soysuzlaşmayı doğurur".

Aslında liberalizm de MLM'yi, sözlü veya yazılı olarak kabul eder. Ancak


perspektif

ınıf Savaşımının Bir Parçasıdır olumluluklara isterse olumsuzluklara karşı olsun, asla komünist bir davranış tarzı olamaz. Çünkü bizler parti içerisindeki ideolojik savaşımın bizim mücadelemizin ayrılmaz bir parçası olduğunu biliyor ve bu mücadeleyi de düşmana karşı olan savaşımımızdan ayrı olarak ele almıyoruz.

ğini biliyor ve savunuyoruz. Aksi asla komünist bir kişinin tutumu değildir ve asla olamaz da.

-"Kolektif yaşam biçimine ve ilkelerine uymayıp, kendi bildiğini okumak". Toplantı sırasında veya kolektif eğitim çalışmalarında hiç bir fikir beyan etmemek, ancak, tek tek kişilerle fikir alışverişinde bulunmak ve hatta bunu dedikoduculuğa kadar vardırmakda liberal bir tutumdur. Parti içerisinde parçalanmalara yol açmayı hedefler ve yoldaşlar arası güveni zedeler. Örneğin eleştiri-özeleştiri toplantılarında kimseye tek söz dahi söylemeyip, toplantıdan kalkınca bir yoldaşıyla köşeye çekilip toplantıyı, yöneticileri veya tek tek kişileri eleştiri bombardımanına tutmak. Bu eleştirileri neden toplantıda yapmadığına yönelik soru sorarsanız, genellikle "insanların düşüncelerini açmalarına fırsat verilmiyor"? olur yanıtlan. Bu, yoldaşlar arası nifak tohumlan ekmekten başka bir şey değildir. Bu, parti bölücülüğü ve hatta hizipsel oluşumlara kadar varabilecek bir tutumdur. Karşı-devrimci bir anlayışa hizmet etmektedir. - "Kendisini ilgilendirmeyen hiç bir şeye bulaşmamak"

İdelojik mücadele önemli bir silahtır Parti içerisindeki tüm zaaf ve eksikliklere karşı olduğu gibi, liberalizme karşı da, MLM silahla donanıp, mücadele etmezsek; bu burjuva zaafının da varacağı yer karşı devrim saflarıdır. Ki asla unutulmamalıdır ki, en küçük zaafımız dahi, dolaylı da olsa düşmana hizmet etmektedir.

uygulamada liberalizmi uygular. Küçük burjuva bencilliğinin bir ürünü olarak, kendi çıkarlarını devrimin çıkarlarından üstün tutar. Parti içinde disiplini ve birliği, yukarıda sayılan ve daha genişletilebilecek olan sebeplerden dolayı zedeler ve Oblomovculuğu, kayıtsızlığı, ilkesizliği pohpohlar. Belli bir aşamasından sonra, kariyerizmi, bencilliği alabildiğine gelişerek; daha da ileriki aşa-

Liberalizm, Mao’nun da sıraladığı gibi, çeşitli biçimlerde ortaya çıkar. Bunların parti veya örgüt içerisinde aldığı başlıca biçimleri aşağıdaki gibidir: -"Hatalara, zaaflara karşı mücadele etmemek ve hatta en ufak bir girişimde bulunmamak". Bu da genellikle hata işleyen kişinin bir tanıdık veya eski bir ahbap olmasından kaynaklıdır. Tavırsızlık, ister

masında revizyonizme kadar varır ve karşı-devrimci bir çizgi haline gelir. Bundan dolayı devrim cephesinde liberalizme asla yer yoktur ve olamaz da. Liberalizme karşı mücadelede, MLM silahını çok iyi kullanmak gereklidir. Bir komünist her koşulda bıkmadan, usanmadan müdahaleci olmalı, kitlelerle sıkı sıkıya bir bağ kurmalıdır, ideolojik mücadele kitlelerden ko-

Bu yukarıda anlattığımızla ilintilidir. Sadece eleştiri malzemesi olmaması için, kendisine verilen görevleri yapıp, bir adım daha ileri atmamak. Ve bunu bilgisizliğinden dolayı değil de sırf kendi rahatının bozulmaması için yapmamak. Bu da parti içerisinde amir-memur ilişkisini oluşturacak zemini hazırlamaktan başka bir şey değildir. Oysa biz komünistler gördüğümüz her ölümlüğü sahiplenip, her olumsuzluğu aşmak ve aştırmak için mücadeleci ve yaratıcı olmak gerekti-

puk ele alınamaz. Kolektif yaşamın çıkarlarını kendi çıkarlarından her zaman üstün tutabilmeli; kendisinden çok başkalarıyla, partiyle ve devrimci savaşla ilgilenmeli, bu konuda araştırmalarını geniş çapta sürdürmeli, örgütünü tüm olgulardan haberdar etmelidir. Bunun içinde gerekli olan sadece devrime inanç, bağlılık, dürüstlük ve samimiyettir.

-Örgütlülüğün getirdiği zorluklara katlanamamak, emirleri yerine getirmemek ve bununla birlikte örgütten özel bir ilgi beklemek. Kendi düşüncelerini P. Partisinin ve halkın çıkarlarından da üstün tutarak disipline gelmemek. Açıkça belirtilmelidir ki, böyle bir kişinin değil komünistliği, devrimciliği dahi tartışılır. Devrimciler ve komünistler örgüt disiplinini kayıtsız şartsız uygular. Ve asla özel bir ilgiye ihtiyaçları yoktur. Örgütten yardım isterler ancak kendi ayaklarının üstünde durmasını gayet iyi bilir ve bilmelidirler. Örgütlülüğü sürekli kendisiyle meşgul eden insanlar, durup bugün gelinen süreci ve savaşın aşamasını değerlendirmelidir. Ve böyle bir kişilik asla P. Partisinde uzun süreli yaşam hakkını bulamaz, bulmamalıdır. -intikam almak, ilerleme ve çalışmaların gerektiği gibi yapılması için hatalara karşı çıkarak tartışmak yerine, kişisel saldırılarda bulunmak yapılan hatalara değil kişiye kin duymak ve intikamcı olmak. -Kitlelerle bütünleşememek. Araştırma ve incelemeleri hazır formüllere dayandırmak. Bulunduğu her alanı devrim çıkarlarına kullanmamak. Örneğin, farklı bir alana gidip de, bu alan hakkında araştırmalarını kitle içerisinde yapmamak. Köylük bölgeye giden komünist ilk önce orada, kitle içerisinde araştırma yapmalıdır. Ve bu araştırmaları yaparken de, kendi çıkarları için değil devrim çıkarına yapmalıdır. Köylülerin sorunlarıyla ilgilenmeli, çözümler üretmeli ve ajitasyon propaganda yapmalıdır. Bir komünist gittiği her alanı, tanıştığı her kişiyi, elinde bulunan her imkanı devrim-parti ve halk çıkarına yararlı bir biçimde kullanmayı bilmelidir.

Genelde ideolojik mücadeleyi, özelde liberalizme karşı mücadeleyi sınıf savaşımından ayrı olarak ele almamalı ve Mao'nun da dediği gibi parti içindeki "iyi unsurları birleştirerek, kötü unsurları doğru yola getirmeyi başarmalıyız.” * Bu yazı 1994-97 yılları arasında yayınlanan Partizan Sesi Gazetesi’nden alınmıştır.


14-15_Layout 2 4/30/12 5:43 PM Page 1

14 emek haber

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Sağlıkta dönüşüm Dr. Ersin Arslan’ın ardından, alanlarda on binlerce sağlık emekçisi ve meslektaşı, devletin sağlıkta dönüşüm projesinin ölüm olduğunu haykırdı Gaziantep’te 18 Nisan günü Dr. Ersin Arslan’ın bir hasta yakını tarafından öldürülmesiyle birlikte sağlık emekçileri on binlerle iş bıraktı, ölüm greviyle tepkileri sokaklarda çığ gibi büyüdü.. Güvencesiz çalışma koşullarında her gün maden ocaklarında, inşaatlarda, tersanelerde, HES barajlarında, enerji iş koşullarında ölen işçilerin ardından sağlık iş kolunda da ölümler gelmeye başladı.

KESK taleplerini açıkladı KESK Genel Başkanı Lami Özgen, konfederasyonun genel merkezinde 24 Nisan günü düzenlediği basın toplantısında toplu iş sözleşmesi taleplerini açıkladı Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Mülkiyeliler Birliği’nde, toplu sözleşme taleplerini ve yaklaşımını yaptığı basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu. Toplantıya, KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in yanı sıra KESK’e bağlı sendikaların yöneticileri katıldı. Açlık sınırının bin 50 lira, yoksulluk sınırının 3 bin 200 lira olduğunu hatırlatarak açıklamayı yapan Özgen, "4 kişilik bir aile için Ocak 2012 tarihi itibariyle kira, yakıt, çocuk ve aile yardımı hariç 2 bin 145 TL'ye çıkarılmasını, bu çerçevede tüm kamu emekçilerinin maaşlarına %30 zam yapılmasını, 2012 için bu düzenleme yapılırsa, 2013 yılı için gerçekleşen enflasyon+büyüme oranı+refah payı kadar ücret artışı talep ediyoruz" dedi.

Sermayeye bonkör emekçiye cimri Özgen, “Uyuşmazlık durumunda devreye girecek olan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararının kesin olmasıyla grev hakkımızı zımnen yasaklama anlayışı hayata geçirilmeye çalışılmaktadır” dedi. Hükümetin 4688 Sayılı yasası ile emekçileri hapsetmeye çalıştığını ifade eden Özgen, “Biz evrensel sendikal kuralları te-

19 Nisan günü iş bırakan sağlık emekçileri “Sağlık bakanı istifa” diyerek sağlıkta dönüşümün sağlık emekçilerine fatura edilmesini ve bir doktorun hasta yakını tarafından öldürülmesini alanlara çı-

karak protesto ettiler. Kanun Hükmünde Kararname’lerle çıkarılan sağlık politikası talan yasaları sağlık emekçilerinin can güvenliğini korumadan yoksun olduğu için Gaziantep Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi’nde Göğüz Cerrahi Uzmanı Dr. Ersin Arslan, 17 yaşındaki bir hasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

On binler alanlara çıktı İstanbul, Antep, İzmir, Ankara, Uşak, Dersim, Konya, Antalya, Balıkesir ve birçok ilde düzenlenen iş bırakma eylemlerinde sağlık emekçileri öncelikli olarak, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı istifaya çağıran eylemlerini istifa gerçekleşene kadar sürdüreceklerini duyurdular. Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) üyelerinin yoğunluklu katıldığı eylemlerde sağlık çalışanları; sağlıkta dönüşüm projesi uygulamalarının şimdiden sağlık çalışanlarının iş güvencesiyle birlikte can güvenli-

mel alan toplu sözleşme teklifimizi sunacağız” dedi. Kamu emekçilerinin iradesinin yansıması için gayret göstereceklerini belirten Özgen, masada görüşülen gelişmeleri, her konuya ilişkin tartışmaları, kamu emekçileriyle şeffaf bir toplu sözleşme düzeni sağlayacaklarını dile getirdi. AKP Hükümeti’nin, Cumhuriyet tarihinden bu yana ilk defa kamu emekçilerine dört aydır zam vermeyerek emekçileri mağdur ettiğini söyleyen Özgen, “AKP Hükümeti sermayeye gelince bonkör, emekçiye gelince cimridir” dedi.

TİS taleplerinden öne çıkanlar 4 kişilik bir aile için Ocak 2012 tarihi itibariyle kira, yakıt, çocuk ve aile yardımı hariç 2 bin 145 TL’ye çıkarılması, bu çerçevede tüm kamu emekçilerinin maaşlarına yüzde 30 zam yapılması, 0-6 yaş grubu çocuklar için en az 50 çalışanın bulunduğu iş yerlerinde çalışma alanına yakın ücretsiz olarak ortak bebek bakım üniteleri ve kreşler açılması, Kadın kamu emekçilerine; başta görevde yükselme ve unvan değişikliklerinde olmak üzere çalışma yaşamında uygulanan negatif ayrımcılığa, baskı ve şiddete son verilmesi, Kamu emekçilerine siyaset yapma yasağının kaldırılması, Kamu sözleşmeli, taşeron vb farklı statülerdeki güvencesiz çalışmaya son verilmesini ve tüm çalışanların iş güvencesine kavuşturularak, kadrolu istihdam edilmesi talepleri.

İsmet Aslan serbest bırakılsın

Yaklaşık 4 aydır hapishanede olan Aslan için sendikalar uluslar arası kampanya başlattı DİSK, KESK ve Türk-İş üyesi sendikalardan 40'ı aşkın sendika uzmanı, KESK hukuk ve TİS uzmanı İsmet Aslan'ın, 108 gündür tutuklu olduğunu belirterek, ser-


14-15_Layout 2 4/30/12 5:43 PM Page 2

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

emek haber

ölümlere dönüştü ğini de ortadan kaldırdığını ve bu uygulamalardan derhal vazgeçilmesini istedi. Dr. Ersin Arslan özgülünde yaşanan durumun meclis gündemine taşınmasını isteyen eylemciler, güvence istediler. Sağlık sorunları tartışılırken hekimlerin hedef gösterilmesi, Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi hattının sağlık emekçilerine yönelik bir şiddet unsuru olarak kullanılması, devletin sağlık politikalarının ve Sağlık Bakanlığı’nın uygulamalarının sağlık hizmetinde bu tür can güvenliği riskini arttırdığını ve hedef gösteren söylemlerden vazgeçilmesi talepleriyle Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile eylem sürerken bir görüşme yaptı.

“Sağlık Bakanı istifa” İstanbul’da iş bırakma eylemine, İstanbul Üniversitesi’ne bağlık Cerrahpaşa ve Çapa Araştırma, Haseki ve Samatya Hastanesi’nde ve Anadolu yakasındaki hastanelerin acil servisler dışındaki sağlık emekçilerinin katılımı oldukça yüksekti. On binlerin katıldığı iş bırakma eylemi Eminönü, Cerrahpaşa, Çapa’dan başlatılan yürüyüşlere sağlık emekçilerinin yanı sıra DİSK, KESK ve TMMOB temsilcileri, siyasi parti ve devrimci-demokratik kitle örgütleri de katılarak destek verdi. Taşınan pankart ve dövizlerle protestolarını ifade eden sağlık emekçileri, “Sağlık bakanı istifa”, “Sağlıkta dönüşüm ölümlere dönüştü”, “Sağlıkta

ticaret ölüm getirdi”, “Katil bakan istifa”, “AKP sağlığa zararlıdır” sloganlarını attı. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören de, “Başbakan, ‘doktor efendi’ diyerek nasıl sağlık hizmeti verileceğini anlatıyor. Kimsenin etkisi altında kalmadan 37 yıldır halkıma sağlık hizmeti veriyorum, 10 yıldır öğrenci yetiştiriyorum. Bu iktidar sağlık çalışanlarını terbiye edip daha iyi hizmet verileceğini mi sanıyor? Sağlık hizmeti sandıkları şey, sağlık çalışanlarını beş dakikalık muayeneye zorlayan, hata yaptı mı üstüne yıkan, güvencesizlik ortamında can korkusuyla çalıştıran sistemdir. Derhal kriz masası yaratılmalıdır. Sağlık Bakanı istifa etmelidir, sağlık çalışanlarından özür dilemelidir” dedi.

15

İşçiler hakları için direnişe devam ediyor Deride uzun soluklu direniş İzmir Menemen'deki Savranoğlu Deri Fabrikası önünde kurdukları direniş çadırında, kadın ve erkek işçiler 270 gündür direnişlerini sürdürüyor. Haklarını almak için çeşitli eylemler yapan işçiler aynı zamanda çevre kirliliğine neden olan deri fabrikasına karşı önlem alınmamasına yaptıkları eylemlerde dikkat çekiyor. İstanbul Tuzla Deri Sanayi Bölgesi’nde bulunan Kanpana Deri işçilerinin direnişi soluksuz bir şekilde sürüyor. Kötü çalışma koşullarına karşı Deri-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan ve yaklaşık 400 gündür fabrika önünde direnen Kanpana Deri işçilerinin direnişi devam ediyor.

İşçiler haklarını istiyor Yüzlerce işçinin çalıştığı İzmir Billur Tuz Fabrikası’nda, günde 11-12 saat çalışma koşullarına, zorla mesaiye bırakılma ve mesai ücretleri verilmediği, insanca çalışma koşulları için Tek Gıda İş Sendikası’nda örgütlenen işçiler. Ocak ayında patron tarafında, sendikal faaliyetlerinden dolayı işten atılmıştı. İşten atılan 54 işçi fabrika önünde kurdukları çadırla direnişe geçmiş. Direnişe geçen işçileri yıldırmak için patron ve polis tarafından sürekli baskı ve tehdit edilerek direnişi kırmaya çalışmıştı. Yapılan tüm baskı ve tehditlere karşı 118 gündür fabrika önünde Billur Tuz işçileri direnişlerine devam ediyor. Direnişlerini soluksuz bir şekilde sürdüren işçilere, devrimci-demokrat kurumlar da direniş alanında yerlerini alarak direnişe destek vermeye devam ediyor.

Malatyalı direnişte kararlı İnşaat Müühendisleri Odası (İMO)'nda 4.5 yıldır çalıştığı işinden keyfi nedenlerle ve uydurma bahanelerle işten çıkarılan Cansel Malatyalı tüm baskılara ve gözaltılara rağmen haklı direnişine 65 gündür devam ediyor. Direnişin 58. gününde Cansel Malatyalı'nın geceli gündüzlü çadır direnişine çevirdiği eylemine daha önce 19 ve 21 Nisan geceleri iki defa polis tarafından saldırı gerçekleştirilmiş ve çadırına el konulmuştu. 23 Nisan gecesi de yine çadırda oturma eylemine devam eden Cansel Malatyalı ve destek için gelen Özkan Kayöz ve Barış Önal'ı önce çadırı kaldırmaları istenip, ardından aldıkları olumsuz cevapla beraber de yaka paça gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar sabaha doğru serbest bırakıldı. Serbest bırakılmalarının ardından Cansel Malatyalı tüm baskı ve yıldırma politikalarına rağmen İMO önündeki direnişine devam ediyor.

Hey Tekstil işçileriyle dayanışmaya best bırakılması için uluslararası bir kampanya başlattı. Kampanya metninde, Aslan'ın cilt kanserinin bir türü olan Mycosis Fungoides (MF) hastası olduğu ve düzenli olarak tedavi altında tutulması gerektiği ancak hapishane koşullarında tedavi olanağının bulunmadığı belirtildi. Sendikaların ortaklaşa yaptığı

açıklamada şu ifadeler yer aldı: "İsmet Aslan'ın sendikal çalışmalarının engellenmesinin, hem İsmet hem de kamu emekçileri hareketi için ciddi bir kayıp ve haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Arkadaşları olarak sağlığı konusundaki kaygılarımızı da paylaşmak istiyoruz. Meslektaşımız İsmet Aslan, cilt kanserinin bir türü olan Myco-

sis Fungoides (MF) hastası ve düzenli kontrollere gitmesi gerekiyor. 13 Ocak 2012 tarihinde gözaltına alınmamış olsaydı birkaç gün sonra rutin kontrolüne gidecekti. Cezaevi koşulları İsmet'in sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturuyor. İmzası bulunan bizler, meslektaşımız İsmet Aslan’ın yanındayız ve derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.”

İki ay önce dört aylık maaşları ve kazanılmış hakları verilmeden işten atılan İkitelli bölgesinde bulunan Hey Tekstil işçilerin direnişi 81 gündür devam ediyor. Hey Tekstil işçileri direnişlerini daha fazla insana duyurmak için 21 Nisan günü bir dayanışma etkinliği düzenledi. Etkinliğe Aynur Güneş, Erdoğan Emir, Grup Emeğe Ezgi gibi pek çok sanatçı söylediği ezgileriyle direnişe ve etkinliğe katkı sundu. Etkinlik sırasında işten atılmaların yasaklanması, işçilere haklarının verilmesi yönündeki taleplerin ifade edilmesiyle etkinlik direniş sloganlarıyla son buldu.


16-17_Layout 2 4/30/12 6:17 PM Page 1

16

güncel haber

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Ermeni Soykırımı protesto edildi 24 Nisan 1915'te başlatılan soykırımda hayatını kaybeden Ermeniler, Taksim’de yapılan oturma eylemiyle anıldı 24 Nisan 1915'te başlatılan soykırımla sistematik bir şekilde katledilen Ermeniler, Taksim Meydanı’nda yapılan oturma eylemiyle anıldı. Taksim Meydanı’nda bir araya gelen yaklaşık 2 bin kişilik kitle, “Bu acı hepimizin Bazı yaralar zamanla iyileşmez 24 Nisan 1915” yazılı Ermenice ve Türkçe yazılı pankartın etrafında toplandı. Pankartın önü soykırımındayaşamını yitirenler anısına karanfillerle bezenirken, mumlar yakıldı. Soykıdımda yaşamını yitiren Ermenlerin resimlerinin taşındığı oturma eyleminde ezgiler eşliğinde anma yapıldı.

Katliam unutulmadı 24 Nisan 1915’de başlatılan katliam öncesinde İstanbul’un çeşitli semtlerinde yaşayan yaklaşık 250 yazar, aydın, sanatçı evlerinden ya da iş yerlerinden alınarak dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkarıldı. Ermenilerin direncini kırmak için halka öncü

olan insanların seçildiği bu katliamda, insanlar bir daha evlerine dönemeyerek soykırıma uğratıldı. Ermenilerin yaşadığı bu acının unutturulmaması ve Ermeni halkının özgürleşebilmesi için Taksim Meydanı’nda toplanıldığı ve halkın acıların yasını tutmak için alana gelindiği anlatıldı. Yapılan oturma eylemi sırasında soykırımda yaşamını yitirenlerin isimleri ve nereden alındıklarına dair bilgiler verildi. O dönemde yaşananların anlatıldığı konuşmada bu acının kolay kolay unutulamayacağı, soykırımın devlet tarafından yok sayılma girişimlerine rağmen tarihin bütün gerçekliğiyle ortada olduğu ifade edildi. Ermenilerin yaşadığı acıları unutturmamak ve soykırımın yasını tutmak için meydanda toplanıldığı açıklandı. Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi adına yapılan basın açıklamasını Zilhan Tokaç okudu. Yapılan basın açıklamasında 24 Nisan 1915 sonrası yaşananlar anlatılarak Ermenilerin 250 kadar aydınının apar topar evlerinden alınarak Çankırı ve Ayaş’a götürüldüğü ve bu insanların bir daha evlerine dönemediği anlatıldı. Öğretmeninden gazetecisine, yazar ve sanatçısına kadar pek çok insanın Ermeni halkının sesi olduğu ve Ermenilerin direncinin

kırılması için bilinçli olarak bu insanların soykırıma uğratıldığı anlatıldı.

kırımın sonunda Ermenilerin varlığından geriye sadece yasaklı fısıltılar kaldı.

‘Ermenilerden geriye sadece yasaklı fısıltılar kaldı’

Susulunca unutulmadı ama. İnkar edildikçe yok olmadı. Aksine yara iltihaba döndü, çözümsüzlükte kemikleşti. Birçok vicdanlı Müslüman ellerinden geldiğince Ermeni komşularını kurtarmaya çalıştıysa da Anadolu’daki tahribat kalanlar için büyük oldu. Bu topraklar bir daha iflah olmadı.

Basın açıklamasında şu ifadeler kullanıldı: “Sesini yitiren bir toplumun başka neyi kalır ki geriye? Çoluk çocuk, genç yaşlı kafilelerle Ermeni halkı Anadolu’nun dört bir bucağından çöllere sürüldü. Evin erkekleri öldürüldü, kiliseler, okullar harabeye döndü. Mal mülk el değiştirdi. O korkunç soy-

Ömrünü Anadolu halklarının barışına adayan ve bu uğurda canından olan Hrant Dink, yarayı sarmanın gereğini hatırlatmış,

“İleri Demokrasi” oyununda yeni perde Faşizmin sadık tetikçilerinden Mehmet Ağar, kesinleşen hapis cezası sonrası uzun uğraşlar neticesinde kendisine “yüksek güvenlikli, konforlu” bir hapishane seçti. Adalet Bakanlığı tarafından Ağar için itinayla hazırlanan hapishane “otel” hizmetine başladı Tansu Çiller, “devlet uğruna kurşun atan da yiyen de bizim için saygıyla anılır” demişti. Bu söz, ABD patentli anti-komünist mücadelede devletin stratejik yönelimini belirtmektedir. Faşist devlet, besleyip büyüttüğü, CIA ajanlarıyla eğittiği, milyon dolarlarla palazlandırdığı eli kanlı katillerine “bugün cezaevinde olmanız gerekiyor, yeni göreviniz bu” diyor. Bu görevi ise en iyi şekilde tamamlayabilmeleri için canhıraş bir çaba sarf ediyor. Cezası yarı yarıya indirilen Mehmet Ağar hakkında çıkan yakalama emrinin ardından büyük bir telaşla Ağar’a “güvenlikli” bir hapis-

hanede aranmaya başlandı. Bodrum’da kalmak isteyen Ağar’ın talebi üzerine ailesinin yaşadığı Bodrum’a yakın hapishane gözden geçirildi. Ağar’ın talebine en uygun yer olarak seçilen Aydın Yenipazar K1 Tipi Kapalı Cezaevi ayarlandı. Büyük bir hızla hapishane boşaltıldı, tutuklular farklı hapishanelere sevkedildi. Ardından hapishanede büyük bir özenle tadilat çalışmaları başladı. Diğer tutukluların ulaşamayacağı özel bölümler, banyo ve tuvalet inşa edildi. Yıllarca devlete hizmet etmiş, binlerce operasyona ve katliamlara imza atmış, “devlet uğruna kurşun atmış” Ağar’ın yeni görev yerinde olabildiğince rahat etmesi gerekiyor çünkü. Bu nedenle Ağar için “saray yavrusu” hapishane hazırlandı. Mehmet Ağar, Yenipazar Hapishanesi’ne girerken gazetecilerin sorularını yanıtladı. “Hiç büyütmeye gerek yok arkadaşlar” diyen Ağar, “Kimseye kırgınlığım yok. Ehlinamusa da bugüne kadar hiçbir zararımız olmadı, bunun gayreti içinde olduk. Olmaya da devam edeceğiz. Böyle bir tecelli olduysa, ilk önce Allah’tan sonra devletten gelmiş kabul ederiz. Bizim meselemiz Türkiye’nin geleceğidir.


16-17_Layout 2 4/30/12 6:17 PM Page 2

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

17

EKSEN KUZEY KUTBU’NDA KAYNAK SAVAŞLARI tratejistlerin 20152020’lere ilişkin yeni senaryoları, olası kaynak savaşlarının yeni sahnesinin Kuzey Buz Denizi olacağını ve burada gerçekleşecek gerginlikleri öngörüyor. Kuzey Kutbu’nun altındaki milyarlarca ton petrol ve doğal gaz rezervi nedeniyle ülkelerin gelecekte söz konusu kaynaklar üzerinde hak iddia edip gerginlikler yaşamaları muhtemel. Petrol ve doğal gazın kıtlaşması, talebin ve bunun sonucunda fiyatların artması bugün denizlere kıyıları olan devletleri daha önce Afrika kıtasının paylaşıldığı Berlin Konferansı’ndan bu yana tekrar ve ikinci kez yeniden bir paylaşım sürecine getirdi. Kuzey Kutbuna sınırdaş bütün ülkelerin bölgede birbirinin içine girecek şekildeki kıta sahanlığına sahip olmaları ekonomik kullanım alanlarının aidiyetinin belirlenmesinde ciddi sorunlara gebe. Hatta Kuzey Kutbunu çevreleyen Kanada, Rusya, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İzlanda, Norveç ve ABD’nin bu kaynaklar üzerinde hak iddia etmek için şimdiden hukuksal zemin hazırladıkları ve Kuzey Kutbu’ndaki askeri gerginliklere karşı ordularını eğittikleri, silahlandıkları biliniyor.

S

‘Bugün hala savunanlar, aslında sadece geçmişten değil, gelecekten korkanlardır. Unutulmamış geçmiş, geleceğin teminatıdır’ demişti. Bir de hayali vardı. ‘Bir 24 Nisan’da bu topraklarda hep birlikte tüm bu insanları hatırlamak, ruhları şad etmek, acıda ortaklaşarak sevinçler üretebilmek, yalnızca Ermeni halkının duyduğu ıstırabı dindirmekle kalmayacak, Türkiye’nin de demokratikleşmesinin ta kendisi olacaktır.’ Geleceğimiz için el ele yapabileceklerimiz

var. Gelin, bu 24 Nisan’da meydanları dolduralım. Geçmişteki bu büyük acıya ortak bir yasla sahip çıkalım. Ve bir kez daha ortak yastan çıkan umutta buluşalım.” Yapılan açıklama sonrası meydanda bekleyişini sürdüren kitle, saat 19.00’da oturma eylemini sonlandırdı. Oturma eylemine BDP Milletvekilleri Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder ile birlikte pek çok gazeteci, yazar, demokratik kitle örgütü ve siyasi parti temsilcileri katılarak destek verdi.

Mehmet Ağar Kardeşçe birlikte huzur içinde yaşamaktır. Onun dışında hiçbir gayemiz olmadı. Bu vatan toprağında geçireceğimiz bu süre içinde çok huzurlu olacağım. Çünkü burası vatan toprağı. Allah devlete millete zeval vermesin. Ne milletimi, ne sevenlerimi, ne de insanlarımızı üzecek hiçbir davranışta bulunmadım." ifadelerinde bulundu. Kuşkusuz Ağar’ın bu ifadeleri bizleri şaşırtmıyor. Ağar, “devletten gelen kabulümüzdür” ifadesiyle hâlâ devletin hizmetinde olduğunu belirtmiştir. Ağar, esasta ‘Devletimiz istediğinde günah keçisi olurum, istediğinde eli kanlı katil, vali, emniyet müdürü bakan… Yeter ki bizi palazlayan patron-ağa düzeni sarsılmasın.’ demektedir.

Faşizm kendisini yargılayamaz Mehmet Ağar’ın emniyet müdürü olduğu dönemde işkence hanelerde katledilen TKP (ML) 2. Genel Sekreteri Komünist Önder Süleyman Cihan yoldaşın ölümü ile ilgili medyaya yansıtılan haberlerde,

“Cihan’ın yüksekten düşerek değil, işkence edilerek öldürüldüğü” ihtimallerinin yüksek olduğu işlendi. Onlarca gün işkence tezgâhlarında düşmana direnerek ölümsüzleşen Süleyman Cihan yoldaşı katleden faşist devlet, hiçbir şeyden haberi yokmuş(!) gibi, “Faili meçhulleri bir bir aydınlatıyoruz” yalanlarına Yeni Demokrasi şehitlerini alet etmek isteyen devletin çürümüşlüğü ortadadır. “Demokratikleşiyoruz”, “darbecileri yargılıyoruz” nidalarıyla başlatılan 12 Eylül, 28 Şubat, Ergenekon, Susurluk vb. dava ve soruşturmalar, hâkim sınıf klikleri arasındaki dalaşın bir ifadesi iken, öte yandan emperyalizm tarafından yeniden yapılandırma sürecine tabi tutulan devletin emekçi halk üzerinde bilinç bulanıklığı yaratma çabalarının ürünüdür. Faşist devletin kendisini yargılayamayacağı apaçık ortadadır. CIA patentli eli kanlı katillerden Bahçelievler’in, Çorum’un, Gazi’nin, Maraş’ın 96 ölüm orucu 5 Mayıs genelgesi’nin hesabını sistemin mahkemeleri değil, halk soracaktır.

≫ ahmet hacalişi k.

Kuzey Kutbu çevresindeki kıtasal kara kesimlerinde altın, kurşun, bakır, gümüş vb. gibi dünya sanayi ülkelerinin ihtiyaç duydukları madenler var. Bu madenlerin Kuzey Kutbu altına uzanmaları muhtemel. Çıkarılmaları gelecekteki yeni teknolojiler ve maliyetle ilgili. Ama bugünkü teknolojiyle çıkarılmaları mümkün olan iki çok önemli madde var: petrol ve doğal gaz. Kuzey Kutbu’nun altında dünya rezervlerinin yüzde 13’üne eşit 90 milyar varil petrol ve yüzde 30’una eşit 47 trilyon metreküp doğal gaz bulunduğu biliniyor. Yine bölgede dünya gaz rezervlerinin yüzde 20’sine eşit sıvı halde gaz mevcut. Bu miktar Ortadoğu rezervleriyle boy ölçüşemeyecek olsa bile ciddi ölçüde takviye unsuru ve bir süre daha fosil yakıt sağlaması açısından yararı olacağı kesin. Bu rezervlerin önemli bölümünün Barents Denizi altında olması öncelikle Rusya ile Norveç arasında ciddi sorunlar yaratacağının sinyallerini vermekte. Kutup ülkelerinin şimdiden hırlaşmaya başlamalarında, efendilerin eseri olan küresel ısınmadan en hızlı etkilenen Kuzey Kutbu bölgesinde eriyen buzdağlarının ve ülkelere ait karasal bağlantılı buzulların hatta adacıkların haritalarının değişecek olması gerçeğiyle bunların altındaki doğal rezervlerde hak iddia etme konusu da muhakkak etkili oluyor. En somut örnek Kanada Kutup Bölgesi’ni Asya’ya bağlayan Kuzeybatı geçişinin artık buzkıran gemileri olmadan yılın 12 ayında geçişe uygun hale gelmesi. Yine geçmişte Sibirya kıyılarındaki Kuzey Denizi geçişe uygun değilken şimdi 1 ay süresince ulaşıma açık olması da haritaların değişimine örnek hususlardan. Geçmişte hava sıcaklığı Ocak ayı ortalama -15 derece olan Norveç kıyılarının bu yıl 7 dereceyi görmesi kutupların iklimsel değişimini gösteriyor. Keza Grönland’da son

dört yılda 150 milyar ton buzun erimesi insanlık adına çok ciddi bir tehlikeye de işaret ediyor. 1970’lerden bu güne, kışları 8 milyon kilometrekare olan Kuzey Kutbu’nun yazları yarıya inmesi, küresel ısınmanın etkisi ve boyutlarını gösteriyor. Bütün bu veriler, sistemin özü olan aşırı kar hırsıyla başta ABD ve Çin olmak üzere sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerin doğayı katlederek insanlığa karşı nasıl bir suç işlediklerinin acı göstergesi. Emperyalist kapitalist sistemin bütün bu yıkıcı tasarruflarına karşın küresel ısınmanın yararlı olduğu belli önemli noktalar da var ve bundan şimdiden ABD, Rusya, Kanada, Norveç ve Danimarka yararlanmaya başladılar bile. Zira bu ülkelerin karasal kesimlerindeki donmuş toprak erimeye ve tarıma elverişli hale gelmeye başladı. Yine yumuşayan toprak madenlerin de çıkarılmasını ve 8 ülkenin 4 milyon insanının yaşadığı kutup bölgesinin yaşanabilirliğini sağladı. Kuzey Kutbu çevresinde ancak senenin belli aylarında kullanılabilen veya hiç kullanılamayan deniz yolları açıldı ve buralarda kalıcı, büyük limanların yapımına başlandı. Yine bu iklim değişmesi fosil yakıt ve öteki madenlerin çıkarılmasını da kolaylaştırdı. Ama bu gelişmelerin şimdiden, bugüne kadar dost olan ülkeleri bile (ABD-Kanada, RusyaNorveç) birbirine düşürebilecek bir Soğuk Savaş’ın başlamasına neden olabileceğine dair belirtiler de ortada. Gıda ve hammadde tüketimi, dünyamızın artan nüfusuna ve bu nüfusun artış oranının çok üzerinde olduğundan gelecekteki 50 yıldan sonra gıda ve hammadde konusunda sıkıntıların artacağı ve bu artışların ülkeleri silahlı çatışmalara sokabileceği öngörülüyor. Dünya hammadde fiyatlarının artış eğiliminde olması ve artış trendinin süreceği beklentisi de çok uluslu şirketlerin bölgeye aç kurtlar gibi üşüşüp bakir tarım alanları için milyarlarca dolara varan lisans anlaşmalarıyla yine milyarlarca dolarlık boru hatları inşasına başlamasına neden oldu. Görünen o ki, insanlığın yararına kullanılması gereken doğal kaynaklar yine sistem tarafından talan edilecek. Diğer yandan kutuplardaki bu gelişmeler bundan böyle uluslararası düzeyde deniz, denizaltı kullanım hakları konusuyla ve bununla bağlantılı 200 millik sınırın uygulanmasını da daha fazla gündeme getirecektir. Bu konunun özellikle Akdeniz’de Türkiye’nin denizaltı kaynaklarını arama konusundaki haklarının belirlenmesi ve korunması bağlamında çok önemli olduğu da ortadadır. Doğanın dengesi süratle bozulur, insanlık felakete giderken emperyalist kapitalist sistem kendi sonunu da hazırlayan umursamazlığını devam ettiriyor ve ettirecek gibi de görünüyor. Buna karşın sivil toplum kuruluşlarının çabaları ise sonuç vermiyor. Gözü dönmüş efendiler bir yandan doğayı tahrip etmeye büyük bir azgınlıkla devam ederken diğer yandan her sene toplanıp dünya halkların ağzına bir parmak bal çalıyorlar. Bizlere de sonumuzu seyretmek kalıyor.


18-19_Layout 2 4/30/12 6:45 PM Page 1

18

güncel

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Silahlı direnişten bağımsız olarak; başlı başına Dersim halkının varlığı ve Dersim bölgesinin özerk statüsü, TC tarafından yaşamsal bir tehdit olarak görüldü. Devlete göre; Dersim Osmanlı’dan bu yana bir isyan odağıydı ve bu isyanın kaynağı Dersim’in tarihsel-sosyal varoluşuydu 4 Mayıs 1937 Tarihli Hükümet Kararnamesi ya da 37-38 Dersim Soykırımı’nın fermanı

„süpürme harekatı“ sürecinde, silahlısilahsız ve direnişe katılmış ya da katılmamış ayrımı yapılmadan karşılaşılan her canlının imhası hedeflenmiştir. 3

4 Mayıs 1937 tarihli, “1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı“ Dersim’e karşı girişilen soykırım harekatının resmen başlatılmasının belgesi, ya da Dersim ağıtlarında geçen ifadesiyle “Dersim’in ölüm fermanı” olarak görülebilir. Bununla birlikte, bu kararname, hazırlıkları cumhuriyetin kuruluşuna dayanan soykırım sürecinin sadece bir halkasıdır. 1934 tarihli İskan Kanunu ve 1935 tarihli Tunceli Kanunu, en az bu kararname kadar soykırım suçunu ortaya koyan resmi belgelerdir. Keza, 15 Kasım 1937 yılında Dersim Direnişi’nin önderlerinin Elazığ’da idam edilmeleri de, soykırım sürecinin çok önemli bir halkasıdır.

Soykırımın gerekçesi askeri harekata karşı direniş Genelkurmay Başkanlığı’nın değerlendirmesine göre fiilen çatışmalar ve askeri harekat, bu kararnameden bir buçuk ay önce yani “Pah Bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik Deresi üzerindeki tahta köprünün 20/21 Mart 1937 gecesi Demenan ve Haydaranlılar tarafından yakılması ve köprü ile Kahmut arasındaki telefon hattının tahrip edilmesi ile başladı.”4

4 Mayıs tarihli kararnamenin başlangıcında “Son günlerde Tunceli’de vukua (meydana) gelen hadiselere dair raporlar 4. 5. 1937 tarihinde Atatürk’ün ve Mareşal’in huzurları ile tetik (inceleme) ve mütalaa edilerek (düşünülerek) aşağıdaki sonuca varılmıştır” deniliyor. Bu ifadelerden anlaşılması gereken şudur; kararları alanlar aslında bizzat Atatürk ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır. Belgenin içeriğinden de anlaşılacağı üzere, bu belge bir “taarruz” yani savaş emirnamesidir. Nitekim kararnamenin birinci maddesinde söyle deniliyor:

“1- Toplanan kuvvetlerle Nazimiye, Keçizeken (Asagi Bor), Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit (sert) ve müessir (etkili) bir taarruz harekatı ile varılacaktır.”1 Fakat, verilen emir sadece silahlı bir güce karşı girişilen bir taaruz harekatının emri değildir. Hayır, bu belgede yapılması emredilen, savaştan öte bir etnik temizlik harekatıdır. Kararnamenin aşağıda aktaracağımız bölümü ulaşılmak istenen amacı; yani etnik temizlik hedefini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor: “Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe (yetinildikçe) isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen (bütünüyle) tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.”2 Burada açıkça ilan edilen, Dersim’in, imha veya sürgün yoluyla tümden insanlardan arındırılmasıdır. Belgede geçen „silah kullanmış olanları ve kullananları“ ifadelerinden hareketle, sanki silahsız olanlar öldürülmemiş gibi bir düşünceye kapılan varsa, onların büyük bir yanılgıya düştüklerini söylemek zorundayız. Belge “silah kullanmış olanları” (yani herhangi bir tarihte devlete karşı silah kullandığı düşünülen kişiler) ifadesiyle, zaten emri uygulayanlara, kendi istedikleri düzeyde katliamın çerçevesini genişletme olanağı tanıyor. Ondan da öte, 1937 askeri harekatı sürecinde, direnişe katılmayan aşiretler, silahlı direniş hareketi bastırılıncaya kadar direkt olarak hedeflenmemişlerse de, 1938 Haziran ayında yani silahlı direnişin hemen hemen tümden bastırıldığı koşullarda başlatılan

Dersimlilerin sözlü anlatımları da böylesi olayın varlığını doğruluyor. Av. Hüseyin Yıldırım, Ema Lenge adlı kitabında, 15 Kasım 1937 tarihinde idam edilen Dersim’in ileri gelenlerinden Kureşan aşiretinin lideri Seyit Hüseyin’in yakın çevresine anlatıklarını yazdı. Bu kitapta yazılanlar gerek o dönemle ilgili tarihsel kayıtlar ve gerekse tanıkların anlatımlarınca doğrulanıyor. Kitapta, 1937 yılı baharında, TC’nin askeri harekatına karşı bir birlik ve direniş örgütlemek amacıyla Halvori Gözeleri’nde yapılan aşiretler toplantısına katılan Seyit Hüseyin’in ağzından; toplantıda bulunan Demenan Aşireti lideri Cebrail Ağa’nın şu sözleri aktarılır: “Beş gün önce bir tabur Türk askeri gelip Suran Pax’ında bir çadır kurdu. Çevreden uzun şeritler ve tahtalar temin etti. Marçik çayı üzerine geçici bir köprü yaptı. Bu duruma sinirlenen Fındık Ağa, adamlarına emir vererek odun toplattı. Gece gizliden bu odunları köprünün üzerine taşıtarak yığdı. Odunların üzerine gaz dökerek köprüyü yaktı. Biz de aynı gece tabura silahlı bir baskın düzenleyerek komutanları olan yüzbaşıyı öldürdük. Bunun üzerine askerler korkup kaçtılar. Türk ordusu bu olaydan sonra sonra hiç beklemeden bize saldırır, biz karşı koyup savaşacağız, siz ne düşünüyorsunuz? Bize cevabınızı bildirin.”5 Seyit Rıza, Cebrail Ağa’ya cevaben “Sakin olun Türk Devleti bir pire için yorgan yakmaz.” der.6 Ancak, Seyit Rıza’nın yanıldığı kısa sürede ortaya çıkar. Doğru, öldürülen bir asker devletin umurunda değildir, ancak devlet bir asker için değil, kendi politikaları uyarınca çoktan Dersimi yakıp yıkmaya karar vermişti.7 4 Mayıs tarihli kararnamede geçen, “son günlerde meydana gelen olaylar“ ve „isyan odakları” ifadeleriyle bu olay ve diğer bazı karakol baskınlarına atıfta bulunuluyor ve sanki alınan kararlar bu olaylara karşı geliştirilen tedbirler olarak gösteriliyor. Dikkat edilirse bir tabur basılıyor ve sadece bir asker öldürülüyor. Keza bu süreçte başka karakollar da basılıyor, ancak esas olarak askerler korkutulup bölgeden kovuluyorlar. Dersimlilerin tek amacı var; ordunun Dersim’in içlerine yerleşmesini engellemek.8 Bu savunma eylemleri kendiliğinden ve ordunun Dersim içlerine yaptığı provokasyonlara karşılık olarak gelişiyor. Bırakalım planlı bir isyan hareketini, olaylar başladığında

Dersim’in

fermanı Piro Zarek

Dersimliler henüz tam olarak ne yapacaklarına bile karar verememiş ve aralarında kısmen de olsa bir birlik oluşturamamışlardı.

toplantıda Seyit Rıza, hem o günün koşullarını ve hem de direnişin gerekçelerini ortaya koyan şu değerlendirmeyi yapar:

Halvori Gözeleri’nde düzenlenen toplantıdan 5 gün önce, ordunun provakatif eylemlere girişmesi, askerlerin kadınlara yönelik tacizlerde bulunmaları, devletin böylesi bir toplantıdan haberdar olduğuna işaret eder. Amaçları, Dersimlilerin kendi aralarında sağlam ve geniş bir birlik oluşturmalarına fırsat vermeden savaşı başlatmak olabilir. Aynı taktik Şeyh Sait hareketi öncesinde de uygulanmıştı.

“Kardeşlerim biz Dersimliler, yüzyıllardır kendi dağlarımızda, köylerimizde, mezralarımızda özgürce yaşarız. Allah şahittir bugüne kadar hiç kimseye bir zararımız, bir zulmümüz olmadı. Hep başkalarından zarar ve zulüm gördük.

O süreçte tüm Dersimliler devletin bir şekilde Dersim’e saldıracağını biliyorlardı. Bu durum tüm Dersimliler arasında büyük bir huzursuzluk yaratıyor. Kimse ne yapacağını tam olarak bilemiyordu. Az sayıda aşiret, direnilse de direnilmese de devletin Dersimlileri katledeceğini ya da ağır bir esaret altında yok edeceğini düşünerek, direniş yolunu seçiyor. Büyük çoğunluk ise, devlete karşı silahlı mücadeleyle zafer kazanılamayacağını ve silaha sarılmanın daha büyük kayıplara yol açacağını düşünerek direnmiyor.9 Hüseyin Yıldırım’ın yazdığına göre, Seyit Rıza ve Seyit Hüseyin, 1936 yılının sonbaharında; gelişmeleri değerlendirmek ve ne yapacaklarını konuşmak üzere “İniye Dızda” Köyü’nde bir toplantı düzenlerler. Bu

Ankara hükümeti 12 yıldır Kürtlerin başına çok belalar getirdi. Biz tarafsız kalmaya çalıştık. Sen bize bulaşmazsan biz sana bulaşmayız dedik. Koçgiri’de masum insanları kırdılar, zulme uğrayanlara kucak açtık. Palu’da Piran’da Dare Hini’de Diyari Bekir’de Zazaları kırdılar, sesiz kaldık. Zilan’da Ağrı’da katliam yaptılar görmemezlikten geldik. Türk ordusu şu anda Dersim dışında her tarafa hakim olmuş, ama hakim oldukça zalim olmuş. Simdi de Dersim’e göz dikmiş. Elimizdeki silahlarımıza el koymak, anenelerimizi ve törelerimizi bozmak, topraklarımızı işgal altına almak, üçbin beşyüz yıllık dilimize yasak koymak, gençlerimizi zorla askere götürmek, okullar ve mahkemeler kurarak ıslah ve zor yoluyla bizi Türkleştirmek ve başımıza vergi salmak istiyor. Biz Selçukluya, Osmanlıya boyun eğmedik. Cengiz Han’ı, Timur Leng’i dağlarımızdan


18-19_Layout 2 4/30/12 6:45 PM Page 2

19

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

zamanda diğer etnik gruplara da örnek olabilirdi, bu da “tek ulus, tek devlet” projesinin, yani TC’nin sonu demekti. İşte Dersim için ölüm fermanı çıkarılmasının esas nedeni bu korkudur.

DİPNOTLAR: R. Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, 1924-1938, s. 491 2 Age, s. 491 3 1938 yılının Haziran ayında başlatılan askeri harekat sürecinde, en fazla sivil kırımı, direnişe katılmayan bölgelerde yaşanmıştır. Seyit Rıza’nın aşiretinden olan, ancak, direnişe katılmayan Halvori Köyü’nde yaşanan ve yaklaşık 300 kadın, çocuk, yaslı insanın öldürüldüğü katliam, bunun en somut örneğidir. Benzeri katliamlardan sağ kurtulan tüm tanıkların anlattıgı gibi, söz konusu köylerde yaşayan Dersimliler, diğer bölgelerde yaşanan katliamları haber veren ve onlara kaçıp saklanmalarını söyleyenlere „Biz devlete kurşun sıkmadık, çatışmalara katılmadık, devlet bizi niye öldürsün?“ cevabını vererek kaçmamışlardır. Halbuki, Dersim’in etnik-sosyal varlığı tümden devletin hedefiydi; direnmek ve silah kullanmak sadece öncelikli hedef olmaya neden oluyordu. 4 Nokta Dergisi, Sayı 25, Yıl 1988, S. 13 Aktaran M. Kalman, Belge ve Tanıkları ile Dersim Direnişleri, s. 246 5 Av. Hüseyin Yıldırım, Ema Lenge, s. 112 Dersimlilerin sözlü tarih anlatımları bile, Türk Devleti’nin yazlı kaynaklarından daha doğru bilgiler sunuyor. Köprüyü yakanlar Fındık Ağa önderliğindeki Yusufan Aşireti mensupları. Taburu basanlar ise Demenanlılar. Sürece tanıklık etmiş olan Haydaranlı F. Doğan, Faik Bulut’la yaptıgı söyleşide, Hüseyin Yıldırım’ın anlatımlarını büyük ölçüde teyit ediyor. Söyle diyor F. Doğan: „Aşiretlerde büyük bir huzursuzluk var... Bir gece Yusufan aşireti bölgesindeki Marçik’te eski bir köprü kundaklanıp yakılıyor…“ Aktaran, M. Kalman, Dersim Direnişleri, s. 245 6 Av. Hüseyin Yıldırım, Ema Lenge, s. 113 7 Ortaya çıkan belgeler, TC’nin Dersim’i 1932 yılında vurmayı planladığını ancak olanaksızlıklar ya da başka nedenlerle bu planı ertelediğini gösteriyor: „Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak imzalı 1 Mart 1932 tarihli belgede hükümetin Dersim harekatının icrasına karar vereceği dikkate alınarak hazırlıkların yapılması, hükümet kararıyla birlikte harekatın en geç Ağustos ayında başlayabileceği belirtiliyor. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak bir ay sonra bir emir daha yayımlayarak hükümetin harekatı bu yıl yapmamaya karar verdiğini bildiriliyor. Maliye Bakanlığı’nın Nisan 1932 tarihli yazısında Dersim mıntıkasında lüzum görülen tedip harekatına bütçenin müsaade etmediği belirtiliyor. Yazışmalardan Dersim harekatının parasızlık sebebiyle geciktiği anlaşılıyor.“ Melik Duvaklı, Arşivlerdeki Dersim, Türkiye Gazetesi, 04 Şubat 2012 8 İçişleri Bakanlığı’nın, 1937 yılı Nisan ayında müfettişliklere ve doğudaki valiliklere gönderdiği genelgede şunlar yazılıdır: „Dersim aşiret reisleri, hükümet kuvvetlerini kendi aralarından uzaklaştırmak maksadıyla zaman zaman karakollarımıza tecevüzler yapmışlar ve kuvetlerimiz tarfından tard edilmişlerdir (uzaklaştırılmışlardır.)“ Reşat Hallı, TC’inde Ayaklanmalar, Aktaran M. Kalman, Dersim Direnişleri, s. 254 9 Kısmen de olsa aşiretler arasında birlik sağlanması ve direniş kararının alınması Halvori Gözeleri’ndeki toplantıda, yani Marçik Köprüsü’nün yakılmasından sonra mümkün olmuştur. Halvori aşiretler toplantısına, bilindiği kadarıyla şu aşiretlerin temsilcileri katılıyor: Abbasan, Baxtiyaran, Kureşan, Demenan ve Yusufan. Bu aşiretler ortak direniş kararı alır. Ancak, bu karara sadece su üç aşiret, Abbasan, Demenan ve Baxtiyaran aşiretleri uyar. Eğer, Genelkurmay’ın köprü yakılmasıyla ilgili verdiği tarih doğru ise, Halvori Gözeleri’ndeki asiretler toplantısı 25 ya da 26 Mart 1937 tarihinde gerçekleştirilmiş. 10 Av. Hüseyin Yıldırım, Ema Lenge, s. 105 1

geçirmedik. Simdi bunların torunlarına boyun eğecek miyiz? 12 yıl boyunca tarafsız kalmamız, bugün düşünüyorum ki yanlıştı. Ankara hükümeti bize oyun oynadı. Dersime karışmayacakmış gibi davrandı, Zazalarla Kurmancların isyanlarını bastırınca; bizi çepeçevre kuşatarak son sıraya aldı. Böylece Ankara hükümeti karşısında Dersim yalnız başına kaldı. Simdi biz ona karışsak da karışmasak da, O bize saldıracaktır. İşte size soracağım soru; bu bela karşısında ne yapacağız? Bana fikirlerinizi söyleyin.”10 Sonuç olarak: 1923 yılında kurulan TC, “missak-ı milli” sınırları içinde bir “tek bir ulus ve bir ulus devlet” yaratma projesini hayata geçirmeye başladı. Bu proje, kendi sınırları içinde Dersim gibi özerk bir bölgeye ve Dersim halkı gibi, ayrı bir dile, kültüre, tarihe ve etnik kimlige sahip olan bir halka yaşama hakkı tanımıyordu. Silahlı direnişten bağımsız olarak; başlı başına Dersim halkının varlığı ve Dersim bölgesinin özerk statüsü, TC tarafından yaşamsal bir tehdit olarak görüldü. Devlete göre; Dersim Osmanlı’dan bu yana bir isyan odağıydı ve bu isyanın kaynağı Dersim’in tarihsel-sosyal varoluşuydu. Bu kaynak „ “kurutulmadan“ silahlı direniş hiç bir zaman bitmeyecekti. Dersim’in tarihten o güne gelen değerleri ve statüsüyle varlığını sürdürmesi, aynı

UFUK ÇİZGİSİ

bakış can

HAPİSHANELER SORUNU

H

apishaneler, sınıflı toplumlarda en geniş halk kitlelerini doğrudan ilgilendiren bir sorun olduğu gibi, sınıfın ileri unsurlarını temsil eden komünist ve devrimci ögeleri istisnasız olarak kavrayan bir sorun ya da mekandır. Sınıf mücadelesinin keskin olarak sürdüğü veya devam ettiği bir mekandır hapishane. Hapishaneler sadece siyasi mücadelede kullanılan bir baskı aracı değildir. Aynı zamanda devlet, toplum ve bireye karşı işlenmiş olup, egemen sınıfın belirlediği yasalar önünde suç kabul edilen ve yasaklanan her davranış ya da eylemden sorumlu tutulan bireyleri de ‘’cezalandıran’’; bu anlamda kontrol, denetim ve baskı altında tutup ‘’ıslah’’ etmeyi hedefleyen önemli bir kurumdur. Kısacası, hedefi yalnızca komünist ve devrimciler değildir; tolumun çeşitli kesimleri çok çeşitli sebeplerden (suçlardan) ötürü hapishanelere konuk olmaktadır.

devlet ve egemen sınıflara batan dikenlere sahip olmalıdırlar. Eğer bu sıfatların gerici olan her şeye batan dikenleri yok ise ve batmıyorsa, o sıfatlar gerçek manada hak edilmiyor demektir.

Özellikle ülkemizin gösterdiği spesifikler bakımından hapishaneler sorununun kapsadığı bileşen ya da çerçeve daha da genişlemektedir. Öyle ki, bazı geçici süreç veya geçiş süreçlerinde, ‘’kimin hapse misafir edileceği hiç de belli olmuyor’’ sözünü haklı kılan gelişmeler yaşanıyor. Bunun da özeti; egemen sınıfların devrik kesimlerini de ilgilendiren bir mekan oluyor hapishaneler.

Devam edelim; neden hapishanelerdeki sorun sadece tutsakların değildir de, aydın, demokrat ve ilerici olan hepimizin sorunudur? Çünkü içeride tutsaklar şahsında uygulanan gayri insani ve faşist baskılar, esas olarak insani değerlere yapılmış olan saldırılardır. Tutsaklar şahsında insanlığa karşı suç işlenmektedir; ortak insani değerlere, topluma ve toplumsal değerlere karşı suç işlenmektedir; evrensel değerlerimize karşı suç işlenmektedir… Aydın, demokrat veya ilerici olan her kimse, ‘’işkence bana yapılmıyor, tutsağa-içerdekine veya Afrika’dakine yapılan işkence beni ilgilendirmiyor’’ vb vs diyemez. Bu tarzdaki bir kayıtsızlık andığımız niteliklerce benimsenemez.

En önemlisi de, hukuk ve adalet denen evrensel değer, ölçü ya da normların egemen olan sınıf tarafından tayin ediliyor olmasının kamburunu taşıması başlı başına bu alanın sorunlu olduğunu gösterir. Bütün bunlardan sonra söylenmelidir ki, hapishaneler sadece içerideki tutsakların sorunu değil, ilgili olan herkesin sorunudur. Ama (komünist ve devrimcileri saymazsak) öncelikle aydının, ilericinin, demokratın sorunudur. Hem bu kimliğinin gerici egemenler için sakınca arz etmesinden ötürü hapishane onların sorunudur, hem de aynı kimliklerinin muhtevası gereği hapishaneler onların sorunudur. Şayet hapishanelere kayıtsız ise bir aydın, o gerçek bir aydın olamaz. Zira adaletin, hakkın-hukukun, kimliğin, onurun en çok ve en ağır zedelendiği, belki de hiçe sayıldığı yerlerden biridir hapishaneler. Daha dün Abdullah Kalay isimli bir devrimci tutsak Kandıra Hapishanesi’nde kalp krizi geçirdi. Ve gerekli tıbbi müdahale yapılmadığı gibi, adı geçen tutsak hapisteki tecrit hücresine geri gönderilerek ölümün kucağına bırakıldı. Şayet yarın bir ölüm haberi çıkarsa o hapishaneden; bunun sorumlusu sadece hapishane gardiyanı, müdürü, savcısı ve hatta bunlar şahsında devlet değil, aynı zamanda sessiz kalıp gerekli tepki ve duyarlılığı göstermeyenlerdir de. Evet, daha dün hapishanelerde tecavüz ve işkenceye maruz kalan devlet mağduru çocuklar ve bu vesileyle hapishaneler geçici de olsa gündemleştirilerek tartışıldı. Ama kısa sürede bu korkunç vaka soğuyarak unutulmaya yüz tuttu. Dememiz şu; ülkemiz aydını, demokratı, ilericisi ve hatta daha solda pozisyon tayin edeni de ancak skandallarla duyarlılıklarını yansıtabiliyor. Oysa saydığımız bu sıfatlar kirpi gibi tamamen

Abdullah Kalay ve tutsak bulunan diğerleri… Siyasi tutsak durumundaki hepsi, ama istisnasız hepsi; biz dışarıdakiler adına bedel ödüyor ve bizlerin özgürlüğü için mücadele ederek ‘’özgürlüğünden feragat ediyor’’! O halde içerideki tutsakla sesimizi birleştirmek, somut olarak Abdullah Kalay’ın maruz kaldığı duruma tavır almak, bu devrimci tutsağı sahiplenmek hepimizin görevidir. Ve bu görev aynı zamanda insani görevdir de. Altını kalın çizgilerle çizelim ki, mesele sadece A. Kalay’ın sahiplenilmesi değil, hapisteki tüm tutsakların ve oradaki mücadelenin sahiplenilmesi meselesidir. Bu da şu demektir; içerideki gayri insani, gayri ahlaki çağ dışı tüm şartlara ve faşist baskılara karşı mücadele edilmesi erdemli olan doğru tavır-tutumdur.

O halde, hapishanelerdeki direniş sadece tutsakların işi-görevi değil, belli değerler çerçevesinde duran bütün insanların görevidir. Özellikle de aydının, demokratın, ilericinin görevidir. Komünist ve devrimciler de bu sorumluluktan muaf değildir elbette. Ülkemizde pervasız faşist terör ve baskı uygulanmaktadır. Bundan aydın, demokrat ve ilericiler önemli oranda nasiplenmektedir. Faşist baskı ve terörün önemli bir kurumu hapishanelerdir. Dolayısıyla, her devrim veya devrimci mücadele gibi, faşizme karşı her nitelik ve türden mücadele de hapishaneler mücadelesinde duyarlı olmalıdır. Yalnızca katliam skandal ve cinayetler yaşandığında değil, buralara varmadan ve buralardaki acı gelişmeleri önleme adına mücadele edilmelidir. Siyasi iktidar uğruna mücadele ise tartışmasız bir zorunluluktur. Büyük katliam ve direniş tarihinden beridir en ağır şartlarda yürütülen tecrit ve tredman saldırılarına karşı mücadeleyi büyütelim! Toplumu aydınlatan aydın, demokrat ve ilericiler hapse atılarak sindirilmesin ve toplum daha koyu karanlığa çekilmesin diye; komünist ve devrimciler hapse atılıp kurtuluş mücadelesi zayıflatılmasın ve insanlar işkenceden geçilip öldürülmesin, çocuklar tecavüze uğramasın diye; Abdullah Kalay’ın yaşam hakkıyla oynama hoyratlığı gösterilmesin diye F Tipi hapishanelere ve buralardaki ağır tecrit-tredman zulmüne karşı sorumluluk alalım!


20-21_Layout 2 4/30/12 6:49 PM Page 1

20

kültür sanat

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

Korkuya karşı

özgür tiyatro

Taksim’de Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen tiyatro emekçileri ''Herkes kendi işini yapsın. Bizim işimiz tiyatro...'' diyerek, Şehir Tiyatroları yönetiminin belediye bürokratlarına devredilmesini protesto etti İstanbul Şehir Tiyatroları yönetiminin sanatçılardan belediye bürokratlarına devredilmesine tiyatro emekçilerinin tepkisi devam ediyor. 24 Nisan günü saat 11.00’da Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen yüzlerce kişiden oluşan tiyatro emekçileri, bir basın açıklaması yaparak herkesi 'özgür sanatı muhafaza etmeye' çağırdı. Yapılan eyleme Genco Erkal, Altan Erkekli, Berkun Oya, Murat Daltaban, Meltem Cumbul, Hasibe Eren, Sevinç Erbulak, Levent Tülek, Mehmet Ali Alabora’nın da aralarında bulunduğu pek çok tiyatro sanatçısı katılırken, sanatçılar adına yapılan basın açıklamasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın kararı protesto edildi.

‘Şehir Tiyatroları ehlileştirilmeye çalışılıyor’ Tiyatro emekçileri adına yapılan basın açıklamasında sanatçıların yapılmak istenen şeyin farkında olduğu ifade edilerek, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın ehlileştirilmeye çalışılmasına seyirci kalmayacakları belirtildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Dünyada -herhalde- ilk kez bir tiyatro, tiyatro insanlarından arındırılıyor. Sanatın içinden sanatçı kovuluyor. Tüm bunlar sanatı ve sanatçıyı hizaya sokma ve halkın gözünde küçük düşürme gayretleridir. Bilinsin; gerçekleri eğip bükerek hiç kimse sanat ve sanatçı ile halkın arasına nifak sokamaz. Hedefin ne olduğunu görüyoruz. Özgür düşünceden korkmayan herkes görüyor. Çok sesliliği tek bir notaya dönüştürecek olan ‘muhafazakar sanat’ gibi söylemler, demokratikleşme diye sunuluyor. Sanatsal yaratı, siyasi iradeye teslim ediliyor. Oysa sanat ve demokrasi, hiçbir siyasi iradenin faydacı beklentilerine göre yeniden tarif edilemez. Seçilmişlerin asıl görevi, sanata, ihtiyacı olan özgür ortamı sağlayacak altyapıyı oluşturmaktır. Onlar, bunu sadece sanatçı için değil, öncelikle halk için yapmak zorundadır. Eğer yapmazlarsa, sanat sessiz kalmaz. Sessiz kalmayacağız. Öncelikle, dayatılan yeni yönetmeliğe karşı hukuki zeminde hakkımızı arayacağız. 100 yıllık Şehir Tiyatrosu mirasını her zeminde savunacağız. Ustalarımıza, İstanbul seyircisine ve gelecek kuşaklara karşı üstlendiğimiz bu sorumluluğu, ülkemizdeki ve dünyadaki tüm sanat emekçileriyle paylaşıyoruz.

SORO’NUN

TOPRAKLARI Naci Kutlay tarafından yazılan roman Kuzey Kürdistan’da Tendürek Köyü’nde ağaların köylüler üzerindeki zulmünü ve köylülerin ağalara karşı verdiği mücadeleyi bütün gerçekliğiyle ortaya koyar

Tendürek Köyü, Kuzey Kürdistan’da bir köydür. K.Kürdistan’da her köyde olduğu gibi yoksul köylüler ağanın topraklarını ekip biçer, ağaya pay verirler. Yusuf ağa yoksul köylüleri ezer, sömürür. Ağa traktörün köye girişini, köylüleri daha iyi sömürebilmek ve topraklarına el koyabilmek için bir araç olarak kullanır. Ağa yalnız değildir sömürü ve zulmünde; başka ağalar, köyün yanı başındaki ilin valisi, kaymakamı, jandarma komutanı yani bütün bürokrasi ile devlet görevlileri onu destekler.

Karanlığa ve karanlığın getireceği korkuya karşı birlikte direneceğiz. Sayın Belediye Başkanı’nın bir canlı yayında kurum sanatçılarına yönelik sunduğu öneriyi düstur kabul ediyoruz:

Cumhuriyetin yeni kurulduğu dönemlerde yoksul Kürt köylülerinin düzenin çarpıklıkları içerisinde acıyla öğütülmesine tanık oluruz romanda. Cumhuriyetin halka yalnızca gözyaşı ve acı getirdiği bütün çıplaklığıyla ortaya konulur. Cumhuriyet köylülerin ağalar tarafından sömürülmesini engellemez, aksine onların egemenliğini daha da sağlamlaştırır.

Herkes kendi işini yapsın! Bizim işimiz tiyatro.”

Tendürek köylüleri köyde sömürü-

Hedefimiz, çağdışı yönetmelik dayatmaları yerine, çağdaş ve özerk bir İstanbul Şehir Tiyatrosu yasasıdır. Ülkemize, değerli sanat kurumlarımıza, sanatçılarımıza ve halkımıza yaraşacak olan budur.

den pay alan Yusuf ağaya karşı zamanla mücadele etmeyi öğreneceklerdir. Naci Kutlay romanında yoksul Kürt köylülerin ağaya karşı zamanla bilinçlenerek mücadele etmesini, köylülerin yaşam koşulları üzerinden bütün gerçekliğiyle verir. Köylüler yaşadıkları olayların etkisiyle, Yusuf ağanın baskılarına karşı mücadele etmeyi öğrenirler ve tutuklanmak dahil pek çok baskıyla yüz yüze kalmalarına rağmen, umutlarını hiçbir zaman kaybetmezler. Köylüler zamanla dirençli olmayı da öğreneceklerdir. Romanın kahramanı Soro, ağaların zulmüne başkaldıran bir köylüdür. Soro’nun yaşamı köylülerin bir araya gelerek mücadele etmesini öğrenme süreçleriyle birlikte iç içe geçer ve Soro bu yaşananlarla birlikte köylüler arasında sözü dinlenen biri olarak onlara öncülük eder. Romanın kahramanı Soro, ağaların zulmüne karşı başkaldırırken bir yandan da ağalara karşı durmaya çalışan halkın psikolojisini çok iyi yansıtan bir karakter olma özelli-

ğiyle de dikkat çeker. Soro hep umutludur, ağanın ve ağaya destek veren köyün hocasından, ilin valisine, jandarma komutanına kadar herkesin köylülere yaptığı baskıları bizzat yaşayıp öğrenerek, bu baskılara karşı köylülerle birlikte mücadele sürecini örecektir. Köylüleri sömürmek için traktörü köye getiren ağaya karşı, köylülerin ağanın topraklarını zorla sürme girişimine karşı mücadelesine tanık oluruz. Köylüler ağanın traktörü kullanarak köylülere zulmetmesine karşı bir araya gelip örgütlenecek ve traktörü yakacaklardır. Ardından ağanın jandarma komutanını kullanarak köylülere yaptırdığı ağır işkencelere ve tutuklanmalara tanık oluruz. Bütün bunlara rağmen köylüler mücadele azminden hiçbir şey yitirmezler. Tek istedikleri kendi topraklarında üretim yapmak ve ağaya pay vermemektir. Ancak ağa bütün sömürücü sınıflar gibi, çıkarlarından öyle kolay kolay vazgeçmeye niyetli değildir. Böylece köylülerle ağa arasında gelişen müca-


20-21_Layout 2 4/30/12 6:49 PM Page 2

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

21

TUTSAK PARTİZAN ≫ cafer çakmak

DEVRİMCİ KABARIŞ VE GELİŞME OLANAKLARI

D

dele romanın tamamına yayılır. Romanda, Kuzey Kürdistan’da bulunan Tendürek Köyü’nde, köylülere zulmeden ağaya karşı verilen mücadele, bu mücadele sırasında köylülerin arasında gelişen dayanışma ve umudun mücadeleyle adım adım yaratılması çok iyi işlenmiştir. Köylüler ağanın traktörü kendileri üzerinde hep bir baskı aracı olarak kullanarak doymak bilmez bir hırsla köylülere saldırmasını ve sömürüyü daha da katmerli bir şekilde köylülere dayatmasını, yaşayarak öğreneceklerdir. Bu zulme sessiz kalmayan köylüler bir araya gelerek örgütlenecek ve ağanın zulmüne başkaldıracaklardır. Ağa roman boyunca sürekli yoksul köylülere baskı uygular, onların topraklarını zorla sürer. Gerektiğinde köylülerin ona karşı tepkisini abartarak jandarma komutanına iletir ve komutanı onlara karşı kışkırtır. Köylüler yılmazlar ve jandarmanın ağır işkencelerine, uzun süren hapislik dönemlerine rağmen, açlıkla yüz yüze bir yaşamı kabullenmezler. Traktörün köye gelmesi tam bir yıkım olur köylüler için. Cumhuriyetin yeni kurulduğu dönemlerde traktörün köye gelmesinin, köylülerin ekonomik ve sosyal hayatı üzerindeki etkileri romanda ayrıntılarıyla anlatılır. Ağanın köye traktörü getirmesiyle yarattığı yıkım köylüleri göçe zorlayacak ve ağa da bu yaşananlara içten içe sevinecektir. Ağanın zulmüyle şehre göç ederek yoksul bir yaşam sürme çelişkisi arasına sıkışıp kalan köylülerin yaşadıkları acılar, romanda son derece gerçekçi bir şekilde işlenir. Yusuf ağa romanda köylülerin anlatımı ve yaşanan olaylardaki gösterdiği tutumla, her zaman halkın karşısında ve devletin yanındadır. Köylüler topraklarına el koyan ağaya dava açarak topraklarını almak istediklerinde bile, ağa rahattır. Çünkü çok iyi bilmektedir ki, mahkemeler de sömürenlerden yanadır. Yusuf ağa öyle bir pervasızlaşır ve zulmünü arttırır ki, tohumluk buğday vermediği için üretimi çok az olan köylülerden pay ister. Köylüler çeşitli biçimlerde ağaya karşı tepkilerini dile getirerek ağaya pay vermeyeceklerini söylerler. Romanda yoksulluk ve yoksunluklar içerisinde yaşayan köylülerle ağanın çıkarları arasındaki çatışma ve gerilim giderek artar. Bu gerilim köylülerin ağaya karşı örgütlenerek mücadele etmesini de beraberinde getirecektir. Ağanın bu durum karşısında tedirginliği giderek artar ancak korkması zulmünün dozunu daha da arttırmasına vesile olur yalnızca.

Yusuf ağa köylüleri kışkırtarak yıldırmak için çeşitli yöntemler uygular. Köylülerin topraklarını sürmesi için yanındaki köylülerden birini tarlaya gönderir. Köylüler traktör şoförünü tarladan uzaklaştırır ve ağanın oğlunu yakalayıp linç ederler. Soro köylüleri zor engeller. Ağanın oğlu, ağır yaralanmış ve ölüm riski altındadır. Yüzünden felç geçirmiştir ve dudakları iyice çarpıklaşmıştır. Ağa boş durmaz ve jandarma komutanını köylülerin üzerine gönderir. Köylüleri ağır işkencelerden geçiren komutan yirmi köylüyü tutuklatır. Soro ağanın oğlunun köylüler tarafından linç edilmesini engellemiştir ancak yine de tutuklanmaktan kurtulamaz. Köylüler hapishanede aylarca kalırlar ancak hayata dair umutlarını yitirmezler. Köylüler kendi aralarında karar verirler, ağa üzerlerine gelmediği sürece bir şey yapmayacaklardır. Ancak eğer üzerlerine gelir ve kendilerine baskılarını arttırırsa, bir araya gelip ağayı köyden defedeceklerdir. Aylar sonra mahkemede serbest bırakılan köylüler, ağanın zulmünden kurtulamazlar. Köylüler ağanın baskılarına karşı bir araya gelirler ve Yusuf ağanın kasabaya gittiği bir gün evine gelerek ağanın ailesini köyden uzaklaştırırlar. Yusuf ağa haberi alır ve artık köye dönmesinin çok zor olduğunu bilmesine rağmen köylülere kini ve öfkesi giderek artar. Yusuf ağa köye yeniden dönmekte kararlıdır ve çıkarlarından taviz vermek istememektedir. Yusuf ağa köylülere karşı kinini ortaya koyar daha savaşın bitmediğini söyler ve roman biter. Yazar Server Tanilli romanla ilgili yaptığı yorumda: “Kürt gerçekliği tarihin savsaklamasına uğramış bir gerçekliktir; bizi ona yaklaştıracak her çaba, aynı zamanda tarihsel bir görev yüklenmiş demektir.” diyerek Kutlay’ın ne kadar zor bir işi başardığını ortaya koyacaktır. Naci Kutlay bu romanda hem Kuzey Kürdistan’da ağaların köylüler üzerindeki zulmünü açıkça ortaya koyar ve yaşanan gerçekliği okura çarpıcı bir şekilde anlatır hem de ağalara karşı köylülerin yaşanan olayların etkisiyle gelişen mücadelesini nesnel koşullar içerisinde tüm gerçekliğiyle verir. Roman bütün bu özelliklerinin yanı sıra dilindeki sadelik ve akıcılıkla da okuru kendine bağlar. Naci Kutlay, Cumhuriyetin kurulduğu dönemlerde Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçekliğine ışık tutarken, o dönemin koşullarını okuruna hissettirmesini de bilir. Bütün bu özellikleriyle Soro’nun Toprakları romanı okutulmaya ve verdiği mesajla unutturulmamaya değer bir yerde durur.

evrim ısrarı MLM ideoloji kavranmadan sürdürülemez. Devrimci teori ne kadar pratikle uyumluysa, tutarlılığın ve sağlamlığın ölçüsü de o kadardır. Bu nedenle sadece programlar, taslaklar, planlar asla yeterli değildir. Programlar insanlar tarafından pratiğe geçirilince anlam bulurlar. Açıktır ki, devrimci iktidar mücadelesi kan ve canla yoğrulmaktadır. Başka da yolu yoktur. Devrim hareketinde hiç olmadık kadar derin, geniş ve açık ayrışım yaşanmaktadır. Tasfiyecilikle ile devrimci çizgi arasında her alanda belirginleşen ayrışımdan dersler çıkarılmak zorundadır. Bir yandan faşist diktatörlüğü karşı devrimci ısrarını koruyan komünist-devrimci hareketin baş eğmez, fedakar, adanmış savaşçıların gelecek uğruna toprakla yoğrulan kanı diğer yanda faşist diktatörlüğün yasal sınırlarına hapsedilmiş gözü reformlardan başka şey görmeyen reformizm; burjuva demokrasi hayalleriyle barutu tükenen küçük-burjuva devrimciliği; ve devrim hareketini tarihten bugüne zehirleyen sosyal-şovenizmle harmanlanmış oportünist blok… Halk kitlelerinin devrimci kabarışında oportünizm diğer bir deyişle küçükburjuva devrimciliği egemen sınıfların “çözüm”, “reform” aldatmacaları ya da gerçekten reformlarıyla bütünleşirken, komünist hareket devrimci iktidarın ideolojik ve politik bütünlüğünü kitleler içinde güçlendirir. Her devrimci kendisine sormak zorundadır; Türkiye ve Kürdistan devrim hareketinde; halk kitleleri devrimci iradesini ortaya koyarken; geniş yelpazede kendilerini Marksist-komünist olarak tanımlayan akımlar neden faşist diktatörlüğün yıkılmasından, devrimden, devrim amacı uğruna zor aygıtlarını inşa etmekten hiç söz etmezken, sürekli olarak faşist hükümetin yapacaklarını vaat ettikleri anayasal düzenlemelerden (reformlar) uzlaşmalarından, hak alma kırıntılarından bahsetmektedirler?! Komünist hareket ile reformizm yan yana getirilemeyecek ideolojik ve pratik süreçler göz önündedir. Oportünizm egemenlerin rüzgarına kendisini bırakmada ustadır. Bu süreçte sürekli değişimden bahsederek “sürece ayak uydurmayan yok olur, silinir” söyleminin bayraklaştırılması elbette kendi rezil gidişatını gizlemek içindir. Komünistlerin değişmesi, sürece ayak uydurması gibi bir durumları olamaz, ancak faşist diktatörlüğün değişim ve özgürlük adına ileri sürdüğü saldırı biçimlerini nesnel koşullarla bağını göz önüne çıkararak kitlelere anlatır; kendi görev ve taktiklerini belirler. Egemen sınıfların çizdiği çerçeveye hapsolmaz, arkalarına takılmazlar. 2012 Newroz bayramı Kürt halkının koynunda yatan devrimci kabarışın engellenemez halk iradesinin ortaya çıkışının örneklerinden birini sundu. Faşist diktatörlüğün yasak ve barikatlarını, gücü ve enerjisiyle yıktı. Kitleler birleştiğinde aynı amaca doğru yürüdüklerinde, yeni ve devrimci gelecekleri için yıkıcı bir sele dönüşürler. Bu koşulları tarihin her döneminde sık sık görmek mümkün değildir. 2012 Newroz’u aynı zamanda gerilla savaşının ortak amaçla bütünleştiği halk kitlelerinin serhildana kalkmasının gerilla savaşıyla olan diyalektik birliğini daha belirgin şekilde ortaya çıkarmıştır. Kürdistan’daki devrimci enerji, güç ve irade faşist barikatları yıkmaya devam edecektir. “Özgürlüğünü” reformlara tercih edip devrimci duruşunu yozlaştıran ulusal hareketin varlığına rağmen, özgürlük talepleriyle haykıran kitlelerin dayandığı koşullar, devrimci yönde gelişmeye devam edecektir. Devrimci çizgiyle reformcu, oportünist çizgi arasındaki fark Newroz’da çok daha güçlendiği açık olan devrimci kabarışa yaklaşımda da belirgindir. Reformcu blok, devrimci kitlesel gelişmeyi faşist diktatörlükle uzlaşma aracı haline getirirken, komünistler ise devrimci atılımlar yapmanın koşullarını yaratmalıdırlar. Halkımızın özgürleşme ısrarı reformlara değil devrime akmalıdır demektedirler. Kürdistan’da diriliş ve serhildanı temsil eden Newroz “özgürlük ancak devrimle gelecektir” demiştir. Tüm uzlaşma arayışları halkımıza kan, gözyaşı ve ölüm olarak geri dönmüştür. Yanlışta ısrar etmek halkın menfaatine değildir. Görülmek istenmese de en yakıcı ve diğer önemli gerçek şudur: Özgürlük ve adalet arayışını devrimci ısrarla alanlarda direnerek ortaya koyan Kürt halkının içinde komünist hareket yoktur. Elbette çeşitli alanlarda çeşitli kurumların bayraklarının görünmesinden bahsetmiyoruz. Emperyalizm ve işbirlikçi egemen sınıfların görmezden gelemeyeceği boyutta büyüyüp, daha da gelişecek olan devrimci koşulların içinde Maoist hareketin neden olmadığının tarihsel muhasebesi yapılmak durumundadır-yapılacaktır. Kürt işçi ve emekçi köylülerin devrim uğruna örgütlenmesini bir kenara bırakanlar ulusal hareketin politikasını bayraklaştırarak “Kürt halkına destek verme” (Komünistlerin halk kitlelerine önderlik yapmayı bırakıp destek oldukları ilk ve tek örneği Türkiye-Kuzey Kürdistan Devrimci Hareketi’ne aittir) temellendirmeleriyle devrimci çizgilerini aşındıran akımlar ile MLM’ler yan yana getirilemez. Mevcut koşullar Kürt işçi ve emekçi köylüleri içinde komünist hareketin örgütlenme olanaklarının muazzam olgunluğundan bahsediyoruz. Maoist hareket direnen, savaşan ve bedel ödemekten çekinmeyen yoksul Kürt halkının içinde örgütlenmeyi başaracaktır. Bu anlamıyla 2012 Newroz’unun ortaya çıkardıklarını sadece Kürt ulusal burjuva talepleri bakımından değil, esas ve asla vazgeçilmez olan proleter devrim amacı bakış açısından değerlendirmek zorunludur. Gerçekten asla sapmayacağız. Bu nedenle devrimci cephede muğlak görünen her şey esas olarak nettir. Devrim hareketi büyüme koşullarına sahiptir. Görevlerimize sarılalım.


22-23_Layout 2 4/30/12 7:06 PM Page 1

22

polemik

Halkın Günlüğü 1-10 MAYIS 2012

“HDK” devrim veya demokrasi mücadelesinin hangi sahasında konumlanırsa konumlansın, ideolojik-siyasi doğrultuda berrak portreye sahip olmayan, sıkı devrimci ilkeler bakımından tartışmalı, sınıf zemini açısından niteliği muğlak olan bir parti örgütlenmesidir. Ve hiçbir gerekçeyle onaylayacağımız bir parti örgütleme tarzı olamaz; yer alacağımız parti hiç olamaz

Neden HDK içerisinde değiliz Yazımıza başlarken öncelikli olarak, “neden ‘Halkların Demokratik Kongresi’ adlı platforma katılmıyoruz” sorusuna açıklık getirmek gerekmektedir. Keza, yazımızda buna cevap olmaya çalışacağız. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) demokratik ve ilerici bir zemin değil midir ki oraya katılmıyoruz? Hayır; katılıp katılmamamız bununla bire bir alakalı değil. Tersine, HDK’yı demokratik-ilerici nitelikte değerlendiriyor ve bileşenlerini de demokratik güçler (Yeni Demokratik Devrimin güçleri) olarak değerlendiriyoruz. Böyle değerlendirdiğimiz halde ona katılmamamız tezat değil midir? Buna da hayır diyoruz. Platformun gerici hakim sınıflar karşısındaki duruşu, talepleri, mücadelesi vb itibarıyla demokratik olması ayrı bir şey ama örgütleniş, işleyiş, oluşum ve örgütsel pozisyonu-niteliği itibarıyla demokratik olması (ya da olmaması) ayrı bir şeydir. Kaldı ki, söz konusu platform demokratik olsa da, ideolojik-siyasi nüanslarda ortaya çıkan ilkeler, amaçlar ve hedefler farklılığıyla örgütsel ilkeler, demokrasi anlayışı, birliktelik hukuku vb konulardaki farklılıklar bir arada-ortak platformlarda bulunmanın önünde engel teşkil eder-edebilirler. En önemlisi de Halkların Demokratik Kongresi’nin kuruluş felsefesi ya da amaç ve oynadığı rol asla örtüşemeyeceğimiz niteliktedir. Nedir bu? Şudur: HDK devrimci hareketi de yedeklemek veya bu rolü üstlenmek suretiyle Kürt ulusal hareketiyle Türk hakim sınıfları, komprador kliklerinin damgasını taşıyan ırkçı-faşist devletle-düzenle uzlaşma sağlamaktır; onu yıkmak değil! Ulusal hareketin “demokratik barış” stratejisine uygun olarak Halkların Demokratik Kongresi stratejik olan bu barış politikasının gereği devrimci dinamiği düzen içine çekme-düzenle uzlaştırma aracı olarak konumlanmaktadır. Evet demokratik güçlerin genel olarak demokratik mücadele sahasında ortak platformlarda buluşması mümkündür ve hatta bu ortaklıkların daha fazla gerçekleştirilmesi iradi olarak zorlanmalıdırlar da. Ancak bu demokratik güçlerin öncelikleri, örgütsel ilkeleri, güncel görev ve hedeflerdeki uyumu, isabet oranı, demokratik niteliğinin ölçütü, duruşu, demokratikdevrimci ufku, ideolojik-politik çizgisi, amaç ve hedefleri, önüne koyduğu somut ve uzun vadeli görevler gibi en geniş yelpaze bu kurum ya da platformların hangi oranda çakıştıklarını tayin ederek birlikteliklerinin şartlarını da çizer. Eğer Halkların Demokratik Kongresi bir eylem birliği platformu olarak geçici bir platform olsa idi desteklememiz ve eylem birliği yapmamız mümkün olurdu. Fakat böyle değil. HDK stratejik bir tasavvur ya da platform olarak işlev görmektedir. Taktik bakımdan demokratik mücadelede buluşma özelliklerinden ziyade stratejik hedefler bağlamında rol ve anlam kazanan

araç-kurum durumundadır. Açık ki, ortak platformlarda buluşmanın, tarihsel ve toplumsal olarak belli şartları, belli sebepleri, somuttaki ortak paydaları ve gerekçeleri vardır. Ancak bu şartlar mevcut olursa ortak tek platformda buluşmak mümkün olur. Tersi durumda ise, demokratik güçler olunduğu halde ayrı ayrı platform ve kurumlar olarak demokratik mücadele göğüslenip yürütülür. Özellikle devrimci-demokratik ilkeler, örgütsel ilkeler, bağımsızlık ve siyasi irade sorunu gibi meseleler tayin edici şartlardır. İleri ve haklı taleplerin olması tek başına bir kriter değildir. Dahası, ortak platformlar, eylem birlikleri vb sorununa devrimin ve halkın çıkarları açısından yaklaşmak, bu pencereden bakmak gerekmektedir. Devrim ve mücadeleye sağlanan kazanımlar ya da tersine kazanımlardan ziyade devrimci çizgi aleyhine sağladığı negatif sonuçlara göre politika belirlemek-hareket etme en doğrusudur. Oluşturulan birlikler, gerçekleştirilen ortak platform ve eylem birlikleri devrime hizmet ediyor mu, etmiyor mu? Devrimci mücadeleyi geliştiriyor mu, geliştirmiyor mu? Devrimin öncü-önder örgütünü geliştiriyor mu, geriletiyor mu? Bu ve benzeri sorular genel manada ortak platformlar için olduğu gibi, HDK’de yer alıp almamayı kararlaştırma bakımından da önemlidir.

Bağımsızlık ilkesi esnetilemez “HDK” Kürt Ulusal Hareketi’ne endeksli ve onun inisiyatifine angaje olmuş bir platformdur. Tam da ulusal hareketin teorik argüman ve tezlerine uygun bir oluşumdur. İronik bir durumdur ki, bu niteliğine karşın, Kürt ulusu deme yerine Kürt halkı diyerek inceltilmiş Türk milliyetçiliğine temas etmektedir. Mevcut devlet ve düzenin reforme edilerek iyileştirilmesini benimseyip hedeflemektedir. İnsanca yaşanılabilir bir “Türkiye” yaratmayı görev edinmektedir. Meseleleri sınıf zemininde uzak tartışıp öyle ortaya koymaktadır… Bu realite orada bulunmamamız için yeterli bir sebeptir veya adı geçen platforma katılmamamız bakımından önemli bir gerekçe oluşturur. Net ve açık söyleriz ki, sınıf orijinli siyasi gelenek, hareket, kurum veya güç olarak ulusal hareket veya çizginin düzlemine girmeyiz, ona endekslenmeyiz. Güce tapma ve kuyrukçu politika özelliği küçük-burjuvaziye hastır. Tüm ortaklık ve birliklerde siyasi iradenin bağımsızlığından asla taviz vermeyiz ve başka siyasi iradelere de ipotek ve gölge düşürmeyiz. Bağımsızlık ilkesi vazgeçilemez ve esnetilemez ilkelerimizdendir. Ne başka bir inisiyatifin altına gireriz, ne de başka bir siyasi iradeyi çiğneme kabalığına düşeriz. Demokratik mücadele birliklerinde ya da bu sahadaki eylem birlikleri, güç birlikleri ve oluşturulacak olan ortak platformlarda eşitlik ilkesi ile siyasi iradenin bağımsızlığı

Halkların Demokratik

Kongresi üzerine

kısa bir kritik -I-

ilkesini esas alır, ortak belirlenmiş ilkeler temelinde yer alırız. Demokratik normlara uygun olarak oluşturulmuş, aynı zeminde işleyen ve elbette ki, niteliği demokratik devrimci olan, aynı zamanda bileşenlerinin eşit iradeleriyle kararlaştırılan prensipler etrafında ve ortak paydalarda buluşarak teşekkül olan geçici-taktiksel demokratik-devrimci birlikler, platformlar veya ortaklıklar içinde yer alırız. Geçicilik ve tak-

tikten kastımız, daha çok bu birlik veya ortaklıkların ideolojik-siyasi zemindeki birlik üzerinde bina olmuş örgütsel birlikler olmadığına dikkat çekmek maksatlıdır. Kuşkusuz ki, bu somut platform veya birlikler kalıcılık manasında stratejik değil, dönemsel ihtiyaçlar, etkinlikler ve mücadeleler bağlamında ve süreci boyunca geçerli olan birlik veya platformlardır; bu bakımdan devrim örgütlenmesi ve mücade-


22-23_Layout 2 4/30/12 7:06 PM Page 2

polemik

1-10 MAYIS 2012 Halkın Günlüğü

hem fikir olunması gerekir. Dahası, bütün bu güçlerin proletarya partisinin önderliğini tanıması-kabul etmesi gerekir. Aksi halde cepheye girmekten, daha doğrusu cephenin oluşmasından söz edilemez. Zira burjuvazinin veya burjuva bayrağın altına girmeyiz. Cephe anlayışımız, onun ancak proletarya partisi önderliğinde gerçekleşmesi biçimiyle mümkün olacağıdır. Yani, cephe içinde esas gücün ve en önemlisi de önderliğin proletarya partisinde olması şarttır.

karşılama yeteneği, niteliği ve dinamiklerini taşıyan sınıf mücadelesinin araçları zaten mevcuttur. O halde yeni bir parti hangi ihtiyaca cevap verecektir, vermektedir? Bu yeni parti, sınıflar mücadelesi arenasında mevcut olan parti ve örgütlere hangi bakımdan alternatif olacaktır ya da söz konusu mevcut parti ve araçlara nasıl bir eleştiri zemininde yükselmektedir? Bu sorulara ikna edici, bilimsel ve doyurucu yanıtlar vermeden söz konusu partide örgütlenmenin mantığı izah bulmuş olamaz.

HDK bir platform, kendi deyimleriyle bir zemindir; fakat nasıl bir araç, nasıl bir örgüt ve nasıl bir çerçeve olduğu (özünde belli olan) bir belirsizlik durumudur.

“HDK” devrim veya demokrasi mücadelesinin hangi sahasında konumlanırsa konumlansın, hangi mücadele biçiminin ihtiyaçlarına cevap verecekse versin, hangi örgütlenme alanının görevlerini karşılamaya dönük bir araç olursa olsun, ister taktik değerde ele alınsın ve isterse stratejik rol biçilmiş olsun; ideolojik-siyasi doğrultuda berrak portreye sahip olmayan, sıkı devrimci ilkeler bakımından tartışmalı, gevşek ve muhtaç durumda olan, sınıf zemini açısından niteliği muğlak olan bir parti, hiçbir gerekçeyle onaylayacağımız bir parti örgütleme tarzı olamaz; yer alacağımız parti hiç olamaz.

Parti olsa (ki, önüne bu süreci koymuştur), böyle bir parti oluşumunun sivil toplumcu ve yalın sınıf niteliğinden uzak bir parti olduğunu, proletaryanın partisi olmayıp küçük-burjuva veya milli burjuva bir parti olduğunu söyleyebiliriz. Böyle, yani “HDK” gibi bir parti anlayışı; Marksist parti anlayışı dışında, Marksist kriterler ile Marksist normdaki parti ilkeleri dışında olup, niteliğinin de Marksizm’den başka formatlarda ifade edileceği kesindir. Zemini demokratiktir fakat sınıf mücadelesinin genel ihtiyaçlarıyla bu mücadelenin önderliği açısından aranan niteliklere sahip bir düzlem değildir. Asgari hedefini siyasi iktidar perspektifi olarak belirlemiş olmakla birlikte, nihai hedefini sınıfsız/sınırsız bir dünya olarak saptamış, ana ilkelerini bu amaç ve hedefler çerçevesinde tayin etmiş, azami ve asgari amaçları ile genel siyasi çizgisi gibi, proleter devrimci niteliğini ve bu niteliği isabet ve ifade eden parti ismini açıkça deklare etmiş, bu ilanıyla birlikte sosyal pratik ve örgütsel ilkelerinde aynı niteliği temsil edip, ideolojik-politik doku uyumuna sahip olmak, tek parti çatısı altında birleşmek ya da tek parti olarak örgütlenmek için şarttır. Evrensel ve enternasyonal ideolojide esasta birlik öncelikli temel şarttır. Azami/asgari devrim programı, devrimin niteliği, devrimin stratejisi, örgütlenme ve mücadele esasları, tek partide birleşmenin ya da birleşik parti olarak örgütlenmenin es geçilemez koşullarıdır.

Yeni bir parti hangi ihtiyaca cevap verecek “HDK” bir “zemin”, bir platform olarak ifade edilse de ve mevcut durumu bu ifadelendirmeye yatkın olsa da, hazırlanarak kongre iradesince onaylanmış programının olması, yönetim merkezi-merkezi yönetim organının seçilip yürürlükte olması ve belli bir zemin üzerinde belirlenmiş bir işleyişinin olması vb özelliklerine bakıldığında, “HDK”nin daha çok bir parti işlevi ve biçimi olduğu açıktır.

lesi karşısında stratejik değil, taktiktirler. Eylem birlikleri anlayışı-yaklaşımı stratejiktir fakat somut eylem birliği stratejik değil taktiktir. Nitekim süreli olarak ve belirli gündem ya da konu üzerinde oluşturulur. Bu süreç dolunca ya da somut ihtiyaç ortadan kalkınca eylem birliği de bitmiş veya yerini bir başka eylem birliğine bırakmış olur. Stratejik araç, örgütlenme ve mücadele bi-

çimlerinde sağlanacak birlik veya oluşturulacak platformları ise, devrimin örgütlenme ve mücadelesinde tamamen stratejik araç ve biçimler olarak ele alırız. Bütün bunlarda ise sağlam ideolojik-siyasi-örgütsel birlik zemini ararız. Örneğin, bir partide birlik böyledir vb ya da cephe gibi bir stratejik aracı ele alalım. Cephenin oluşmasında, cephede yer alan tüm siyasi güçlerin gündemdeki devrim üzerinde

23

Özcesi; değişik ideolojik formattan, değişik fikir akımlarından, değişik çizgi tonları ve renklerinden, ayrı ses ve türlerden temsillerin mozaiği olarak teşekkül olan kozmopolit bir partide ne anlayış olarak, ne fikren ve ne de pratik olarak yer almamız söz konusu olamaz; böyle bir parti tasavvur edemeyiz-edilemez de. Böyle bir partide birleşmemiz veya birleşmeyi tartışmamız düşünülemez. Tekrar ederiz ki, sınıf mücadelesi ve/veya demokrasi mücadelesinin ihtiyaçları açısından, bu ihtiyaçlara yanıt olup olmaması ya da hangi oranda olup olmadığı açısından meseleye bakarız. Genel geçer doğrudur ki, her örgüt bir ihtiyacın ürünüdür. Örgüt ihtiyaçtan doğar. Nihai hedefe uzanan demokrasi mücadelesi serüveninin sınıf örgüt ve partileri hazır bulunmaktadır. Yani bu ihtiyacı karşılayan,

Açık ki, “HDK” illegal esaslara göre değil, legal-açık alan esaslarına göre pozisyon, içerik ve nitelik alan bir platformdur ya da “parti”dir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, illegal alanda zaten ihtiyaç olan araçlar mevcuttur. Yasal alan ihtiyaçlar açısından ise, yine birçok örgüt, örgütlenme, kurum ve araç mevcuttur. Hiç kuşkusuz ki, söz konusu kurum ve örgütlenmelerin hepsi istisnasız olarak belli bir ideolojik-politik yörüngeye sahiptir ve bu temelden beslenmektedirler. Ama bütün ideolojik-siyasi akım, eğilim, çizgi ve düşüncelerin pratik mekanizmada bir araya getirilerek tek örgüt aracında harmanlanması gibi kaba toptancı bir “model-ekol” ciddi örgütlenme mantığıyla örtüşmediği gibi, görülmüş de değildir. Yasal alanda legal parti örgütlenmesi taktik bir mesele olmakla birlikte, bu taktik mücadele ve örgütlenme biçiminin hangi şartlarda ve hangi yaklaşımla devreye sokulacağı küçümsenemez bir nüanstır. Legal partiye yüklenen misyon bakımından ise, aramızdaki makasın ağzı iyice açılmaktadır. Legal partiye stratejik rol biçen, onu örgütlenme ve mücadelede stratejik bir araç olarak ele alan anlayışla aramızdaki ayrım çizgisi hafifsenemez kadar kalındır. Belli ki, “HDK”si zeminiyle aramızda bütün bu konularda ciddi farklılıklar vardır. Ki, bu farklılıklar bir araya gelemeyişimiz için son derece yeterli ve haklı gerekçelerdir. Büyük puntolarla yazılması gereken önemli bir husus şudur; “HDK” ideolojik çizgiyi, bu düzlemde biçimlenen siyasi niteliği, proleter sınıf özelliğinin sıkı çerçevesini, sınıf çelişkisinin başatlığı paydasında buluşma gibi normları önemsememekte; esas olarak kaba bir sınıf zemini ve reel mücadele sorunlarıyla alakalı duran, sivil toplumcu mantaliteye sahip, gevşek bir ideolojik-siyasi temel üzerinde buluşmayı yeğlemekte-benimsemekte-yeterli bulmaktadır. Yukarıda gerekçelerle tarif ettiğimiz kısa toplam, “HDK”ye mesafemizi koşullayan özettir. “HDK”ye yaklaşım ya da değerlendirmede, parti varsayımı açısından mülahaza ettiğimiz bölümü noktalıyoruz. Önümüzdeki sayıda “HDK”nin bir platform, bir zemin olması gerçekliği durumunda tavrımız nasıl şekillenir onu yanıtlamaya-açıklamaya çalışacağız.

Devam Edecek


24_Layout 2 4/30/12 7:31 PM Page 1

Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın SüreliYönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

1937-38 Qırkerdena Dersim’i xo vira nekeme! Mavenê seranê 1937-38 de, Dersim’de howtay hazar cenc, cini-camerd, domone soyi, khal-kokim hetê Dewleta Tırk ra amay kıstene

D

ewleta Tırk her ca wesna, Dewi kokera daywê, malmılk dest navê ser. Qazezeyir estve mağaru u gemu. Her ca wesna. Sare Dersim ekê qale ni rozu kerdenê, vatene, ”Tij riye Osmen ra vınıt.” Hata nıka zulme de niyanên ju Mılletê Hermeniu divi. Sare Dersim name na zulm ra vano “Tertele Dersim”; mana yeno kokbırnayis. Rast ki, dewletê plani vıraste ke, Dersim riye hardedewres ra woadarno. 4’ê Gulane serva mılletê Dersim’i roza de sawoa. 4’ê Gulane 1937 de, Hukumatê Tırkiya serva qırkerdena Dersim’i karar ceno. Hukumat zu kararnama vecneno, na kararnama eve name „1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı” ena naskerdene. Raştiyede, Sercumhure Tırkiya M. Kemal, Servezire Hukumat Ismet Inönü u

Serdare Ordiye Tırkiya Fevzi Çakmak ni karara cene. Hukumat ki a woaxt emra ninade ro. Iy pheru piya gurine. Dewlata Tıkiya vana, Dersimican eşqiyayinên kerdene, Ağan mılet re zulm kerdene, ay ra ma no hereket kerd. Na zura gırana. Heya Dersimde Ağay est bi, inan tay caande mıletre zulum ki kerdene. Ama malo-mılk, hegu-hardê Ağane Dersimi zaf gırs ne bi. Dersim’de Derebeyine çinê bi. A woaxt her cayê Tırkiy’ de, eşqiyayinê u Ağayiyinê est bi. Tay caande Ağayiyinê Dersim ra gıran biye. Mesela, Çukurova, Urfa u Diyarbekir’de a rocê ki Ağayinê Dersim ra gıran bi, na roze ki ni caande hona Ağaiyinê esta. Ne, derde dewleta Tırkiya eşqıyayinê u Ağayinê ne biye. Dersim, Dewleta Osmani ra nat, newoazeno kê, bıkuyo bandarê Tırkan.

Em Hesabê Komkujiya Dêrsimê Bipirsin Ji hêla Federasyona Komeleyên Dêrsimê(DEDEF) ji bo çalakiyên sersala Nijadkujiya Dêrsimê daxûyaniyek hat li darxistin.Daxûyaniya ku hêla DEDEF’ê pêk hat ev tiştan îfade kirin:

Sebebe qırkerdena sare Dersime na woa.

“Ji bo ku sala 1937 û 1938 4’ê Gulanê de dest bi tevgera îmhayê kirine,em Federasyona Komeleyên Dêrsimê her sal roja 4’ê Gulanê wek TERTELE DÊRSİMÊ jibîr dînin.Em ji ber bîranînê wan mirovê me yên ku 38ê Dêrsimê de hatine qetilkirin bi rêz ditewin.Ên ku ev komkujiya kiriye û bi israrî vê komkujiyê înkar dike ango yên sûcdar jî şermezar dikin.Em gelên Dêrsimê di dîrokê de hember tu hilebaziyê,zordestiyê ji zaliman re me serî berjêr nekiriye û çong daneniye erdê.Di vê wateyê de em gelên Dêrsimê ji sala 1937\38’an heta 1994’an ji wir heta vê rojê li hember hemû zilm,êriş û zordestiyan emê roja 4-5 Gulan 1912’an de bi hezar dilî ve li qadan bin.

Çe sebep yeno watene bero watene, heqa kesi çina ke, evê zora Zon, Itikat u Nasdariya zu milleti woada ro u herde zu mileti bijero bine destan.

Em bang dikin ku dema em derên qadan bila hemû şoreşger,demokrat,welatparêz û yên ku dilê wî ji bo mirovahiyê diavêje li cem me cîh bigrên.

Ma mazulumanê Tertelê Dersim’i xo vira nekenime, her dayim ni zulmdara ra hesav perskenime.

Em Federasyona Komeleya Dêrsimê dibêjin daxwazên ku me berê anîbû ziman divê carek dîsa em bi hevre biqêrin.”

Mırade mıletê Dersimi serbestiye biye. Ağay u Morabaye Dersimi piya wostene ke, Iy Zone xo kesey bikere, raa itikate xo ra sere, kes inre emır neke ro. Dersim hata sera 38’e Otonom bi. Sare Dersimi woastene ke,no niya vınde ro. Dewleta Tırkiya woastene ke, her çi bijê ro bıne bandrê xo, her kes bıbero Tırk, her kes sero Camiye. Mesela nawoa. Dersimi serbestiye woastene, Dewleta Tırki watene, ne ma ki çi woazenime a bena.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.