sf 12-13
Akıttıkları kanda boğulacaklar Mısır’da askeri darbe iktidarı barbarlık sınırlarını geride bırakarak büyük bir katliama imza attı. Darbeden peydahlanan bir iktidar ve yönetiminden bu sonuçlar genel olarak beklenenlerdir. Katliam, barbarlık ve her türden gayri insani baskı, şiddet ve terör darbelerin mantığına uygundur. Bu kıyım ve katliamların hangi gerekçelerle yapıldığı gizli değildir. Bütün sorun gerici çıkarlar uğruna gerici iktidara sahip olma ve emperyalist çıkarların korunmasıdır sf 18
Halkın Günlüğü
16-31 AĞUSTOS 2013
Yıl: 3 Sayı: 68 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
hasta tutsaklar katlediliyor Rojava’da katliama karşı direniş f
DÜNYA
19
Rojava’da El Kaide ve AKP destekli El Nusra Kürtlere karşı vahşi katliamlar gerçekleştirmektedir. Kürt köylüler, çocuklar acımasızca katledilmektedir. Buna karşı Kürtler seferberlik ilan ederek ortak savunma yapma iradesi göstererek demokratik bir direniş ve karşı koyuş göstermektedir. Dört parçada bulunan Kürtler Rojava’da gerçekleştirilen katliamlara sessiz kalmayarak örgütlü ve ortak bir irade sergilemekte, meşru bir direniş göstermekte ve gerçek bir ulusal bilinç göstermektedirler
Maltepe’de çeteler halka saldırıyor
Her platformda “demokrasi” yolunda büyük adımlar attıklarından övünen AKP’nin düzeninde taciz, işkence ve siyasi baskılar artarak sürüyor. Kendisine muhalif kim varsa “terörist” ve yok edilmesi gereken unsurlar olarak ilan eden AKP, tutsakların mevcut bütün haklarını bir çırpıda gasp ederek, tacizi, işkenceyi yasal hale getirdi. Hapishane koşulları altında yaşayamayacak olan hasta tutsaklar, mevcut bilirkişi raporlarına rağmen, dört duvar arasında tek tek katlediliyor
06
BEDAŞ’ta direnen işçiler anlatıyor
08
Dersim’de festival coşkusu
16
02 güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Baskı sonuç verdi; polis ‘destanı’ Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin polis olduğu, silinen kamera görüntülerinin kurtarılmasıyla ortaya çıkarılırken, biri polis 4 kişi tutuklandı Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin polis olduğunu devlette gizleyemedi. Korkmaz’ın katledildiği gün silinen kamera görüntülerinin kurtarılmasının ardından biri polis 4 kişi tutuklandı.Tutuklanan fırıncı, polisin talimatıyla hareket ettiğini söyledi. Şimdi gözler Eskişehir valisi üzerinde. Sözkonusu Vali ısrarla Korkmaz’ın arkadaşları tarafından öldürülmüş olabileceğini söylemişti.
Polis: Ali’yi dövdüm Eskişehir valisinin suçu Ali’nin arkadaşlarının üzerine atma çabalarına karşın polis Mevlüt Sağalman Ali İsmail Korkmaz’ı dövdüğünü itiraf etti. Ali’ye
Ali İsmail Korkmaz
saldırdığı tespit edilen ve kamera görüntülerini saklamaya çalışan fırın sahibi İsmail Koyuncu ise polisi suçladı. Görüntülerden tespit edilerek tutuklananlardan sivil polis Mevlüt Sağalman ifadesinde olay yerinde bulunduğunu,Korkmaz’ı öldürme kastı olmadığını belirterek “Sadece bir tekme attım” diyerek kendini savundu.Korkmaz’ın öldürülmesi sonrasında şüpheli olarak ifadesi alınan ve “Ben bir şey yapmadım. Simit verdim, meyve suyu verdim” diyerek kendisini savunan fırıncı İsmail Koyuncu’nun da çözülen görüntülerde dövenler arasında olduğu anlaşıldı. Eskişehir valisi Güngör Azim Tuna, 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek katledilmesine ilişkin yaptığı “Kesinlikle bunu yapan Türk polisi değil. Orda birtakım kişiler tabii ki darp olayını yapıyorlar. Hatta aldığımız duyumlara göre kendi arkadaşlarına bile zarar verip ‘bunu polis yaptı’ süsü vermeye çalışan gruplar oldu” açıklamaları tartışma yaratmıştı.
Baba Korkmaz: Oğlumu canice öldürdüler Basına açıklama yapan Şahap Korkmaz : “Yazık, boşu boşuna bu gençler ölüme gitti. Yazıklar olsun onları öldürenlere ve onlara destek verenlere, ‘Polisi destan yazdı’ diyenlere. Evlatları öldürenler ve onlara destek verenler, bir anne ve babanın acısını düşünmüyor mu? Oğlumun elinde hiçbir şey yokken, canice öldürdüler.Silindi denilen ve jandarmanın ortaya çıkardığı o görüntüler yayımlansın. Yayımlansın ki, tüm dünya görsün. Ve bu insanlık mı herkes görsün, utansınlar.‘Polis destan yazdı’
diyenler, onları destekleyenler bunu da görsün” diye konuştu.
‘Polisler saldırıyı koordine etti’ Ağabey avukat Gürkan Korkmaz da şunları söyledi: “Bazı polislerin saldırıyı koordine ettiği, sivil vatandaşları ve diğer polisleri talimatlarıyla yönlendirdiği, göstericileri pusuya düşürdüğü çok net ortaya çıktı. Silinen görüntülerin ortaya çıkarılması, hem daha önceki ifadelerin gerçeği yansıtmadığını, hem de kameranın çalışmadığı iddiasını yalanladı.”
Ali İsmail katledildiği yerde anıldı Halk hareketinin şehitlerinden Ali İsmail Ali İsmail katledildiği yerde türkülerle anıldı. Espark önünde akşam saatlerinde toplanan eylemciler, Ali İsmail’in katledildiği Yunus Emre Caddesi'ne yürüdü. Burada direnişte ölümsüzleşenler için yapılan saygı duruşunun ardından Eskişehir Direniş Forumu adına açıklama yapıldı. Katılımcılar adına açıklamayı yapan Yunus Sami Özten "Taksim Gezi Parkı'na Topçu Kışlası ve alışveriş merkezi yapılmasına
Devletin ihmali iki genci öldürdü Dersim Festivali’ni takip etmek için gelen İstanbul Gazi Demokratik Haklar Derneği üyesi Gökhan Kılıç ve Sarıgazi’den katılan üniversite öğrencisi Kenan Eren baraj suyuna düşerek yaşamını yitirdi
GÖKHAN KILIÇ
29 Haziran günü Munzur Doğa ve Kültür Festivali için Dersim'de bulunan Gökhan Kılıç, Mavi Köprü kamp alanında tartıştığı Kenan Eren’le birlikte düştüğü Munzur Çayı'nda boğularak yaşamını yitirdi. Festivalin yorgunluğunu atmak ve arkadaşları ile zaman geçirmek için kamp alanında çadır kuran Dersim Nazımiye doğumlu Gökhan Kılıç (25), aynı alanda bulunan Erzurum doğumlu Kenan Eren'le (27) sözlü olarak tartışmaya başladı. Gece boyunca ayakta zaman geçiren Kılıç ve Eren arasındaki tartışma suya düşme riskinin yüksek olduğu bir alanda kavgaya dönüştü. Görgü tanıklarının ifadesine göre sözlü tartışmanın ardından Kılıç ve Eren
kendi aralarındaki itişip kalkışma sırasında dengelerini kaybederek suya düştü.
Baraj gölü iki genci yuttu İki gencin baraj suyuna düşmesinin ardından yardıma gelenler, Kılıç ve Eren’i kurtarmak istedi. Munzur Çayının Baraj gölüne döküldüğü yerde suya düşen Kılıç ve Eren, suyun derinliğinin fazla ve çamurlu olması nedeniyle kurtarılamadı. Daha sonra olay yerine gelen arama kurtarma ekipleri Kılıç ve Eren cansız bedenlerini 3 saat sonra sudan çıkardı. Malatya Adli Tıp Kurumu'na gönderilen cenazelerden Kılıç toprağa verilmek üzere Nazımiye'nin Doluca köyüne, Eren’in cenazesi ise İstanbul’a götürüldü.
Kılıç toprağa verildi Munzur Çayına düşerek boğulan Demokratik Haklar Federasyonu faaliyetçisi Gazi Demokratik Haklar Derneği üyesi Gökhan Kılıç Dersim'in Nazmiye İlçesi Yukarı Doluca Köyü'nde toprağa verildi. Kenan Eren ise İstanbul Alibeyköy Cemevi’nde yapılan cenaze törenin ardından toprağa verildi.
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
03
ortaya çıktı
karşı Gezi Parkı'nda çadır açılmasıyla başlayan eylemler halk ayaklanmasına dönüştü. Halk AKP'nin yağma, talan politikalarına, yaşam alanlarına, yaşam tarzına saldırmasına ayaklanmayla cevap verdi" dedi.
‘Davayı sonuna kadar takip edeceğiz’ Eylemlerde 7 kişinin hayatını kaybettiğini hatırlatan Özten, "Kaybettiğimiz bütün insanlarımız ha-
Gençlerin ölümü devletin insana biçtiği değerin sonucudur Nazımiye’de toprağa verilen Gökhan Kılıç'ın cenazesi son kez evinin önüne getirildi. Burada DHF adına yapılan konuşmada sistemin yozlaştırma siyasetine vurgu yapılarak, gençlerin kendi aralarındaki sorunlara şiddet yöntemiyle başvurmasının kötü sonuçlarına vurgu yapıldı. Sistemin yoz kültürü bilinçli olarak halk içerisinde yaygınlaştırmak istediğine değinen DHF temsilcisi, Kılıç ve Eren'in ölümüne neden olan tartışmanın arka planında toplumu bölen, gençleri geleceksizliğe ve karamsarlığa iten yoz kültürün ta kendisi olduğuna vurgu yaptı. DHF'nin Dersim'de uzun yıllardır yozlaşmaya karşı mücadele verdiğine dikkat çekilen konuşmada, onlarca DHF'linin bu nedenle devlet tarafından suçlandığını ve açılan davalar nedeniyle tutsak düştüğü ifade edildi.
'Tartışmanın çıktığı yerde hiçbir koruyucu önlem yok' Kılıç ve Eren'in boğularak ölümüne neden olan yerin şehir merkezinde
fızalarımıza, yüreklerimize, canımıza kazındı. Onların yükselttiği bayrağı onurla taşıyoruz. Katilllerin hesap vermesi için mücadele ediyoruz. Henüz şehit düşen hiç bir insanımızın katilleri yakalanmadı. Ethem Sarısülük'ün katili polis Ahmet Şahbaz serbest bırakıldı. Abdullah Cömert ve Mehmet Ayvalıtaş'ın katilleri ile ilgili kayda değer bir gelişme yaşanmadı. Polisin gazlı müdahalesi sonucu yaşamını yitiren İrfan Tuna ve Zeynep Eryaşar'ın isimleri bile telaffuz edilmedi.Ali İsmail'in katilleriyle ilgili deliller karartıldı, süreç yavaşlatıldı.” dedi. Ali İsmail'i dövenlerden 5-6 tanesinin polis olduğu bilindiği halde şimdiye kadar sadece bir polis ve 4 faşistin tutuklandığına dikkat çeken Özten, “Ali İsmail'i ve diğer arkadaşlarımızı döven bütün polisler suçludur. Ali İsmail'e vuran, sivil faşistleri vurmaya teşvik eden, vuranları izleyen tüm polisler, polise saldırı emri veren emniyet amiri, Ali İsmail'i arkadaşlarının dövdüğünü söyleyen Vali Güngör Azim Tuna ve 'polise emri ben verdim' diyen Tayyip Erdoğan, Ali'nin katlinden sorumludur.” dedi. Ali İsmail davasını sonuna kadar takip edeceklerini dile getiren Özten katillerin hesap vereceğini ifade etti. Anma eylemi türkülerle sonlandırıldı.
araç ve yaya trafiğine açık bir bölgede olmasına rağmen devletin ilgili birimlerinin bu alanda hiçbir koruyucu önlem almadığına dikkat çeken DHF temsilcisi, Özelikle Munzur Çayı üzerinde yapılan barajın boğulma riskini artırdığını ve söz konusu yerde küçük bir önlem dahi alınsaydı bu tartışmanın ölümle sonuçlanmayacağına değindi. İki gencin ölümüne neden olan olguların, bizzat devletin insana biçtiği değerin ve yaşama standardının bir parçası olduğunu ifade eden DHF temsilcisi hiçbir halk evladının bu şekilde ölmesine izin vermemek için DHF'nin demokratik haklar mücadelesini yükselterek, yozlaşmaya ve barajlara karşı kararlılıkla mücadeleye devam edeceğini açıkladı. Kılıç'ın naaşı evinin önünden alınarak, toprağa verilmek üzere köy mezarlığıma götürüldü. Kılıç burada yapılan saygı duruşunun ardından, sloganlar eşliğinde toprağa verildi. Bu arada DHF söz konusu yerde yapılacak araştırma neticesinde ailelere ve kamuoyuna ihmallerin boyutu ve sorumluları hakkında bilgilendirme yapacağını açıkladı.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
DEVRİMCİLİK İÇSELLEŞTİRİLMEMİŞ EZBER BİLGİYLE GÖĞÜSLENEMEZ!
D
üşmanı küçümsemenin büyük bir hata olduğunu kabul eden görüşün, halk katmanlarından kimseleri küçümsemesi düşünülemez. Sıfat, konum, sosyal statü, pozisyon ve iddiası her ne olursa olsun her hangi bir kişi veya bir anlayışın muhatabı olan insanların herhangi bir şekilde küçümsenmesi hatalı bir yaklaşımdır. İnsan denen varlık bu hatayı sıklıkla yapsa da onun bu yanılgısı ona kaybettirir. Proleter devrimciler bu konuda nettirler. Hatalar yapan, eksiklikler barındıran, gerilikler taşıyan kişi veya örgütsel yapı bu zaaf veya zayıflıklarından dolayı ebedi bir hükümle mahkum edilemez ve söz konusu eksiklikleri değirmen taşı gibi onun boynuna sonsuza kadar asılamaz. Elbette kişi veya yapı salt taşıdığı eksikliklerle değerlendirilemez, bu yönlü genel bir niteleme veya damgalamaya gidilemez. Bu genel geçer doğrulara bir şeyi daha eklemek şarttır. İnsan veya yapılar gerilik ya da zayıflıklarından dolayı küçümsenemez ama bu gerilik ya da zayıflıkların tanımlanmasından da imtina edilemez. Somut gerçeğe uygun değerlendirme ve nitelemelerde bulunmak da gerekli ve şarttır. Gerçeği ifade etmek her zaman doğrudur. Bu durum kişinin, yapının ve halkın yararınadır. Küçümsemekten sakınmak ne kadar doğru ise, gerçeği ifade etmek de o kadar doğru ve gereklidir. İster yapıların değerlendirilmesi olsun, isterse kişilerin değerlendirilmesi olsun istisnasız olarak hepsinde küçümsemekten sakınmak ama gerçeği çıplak olarak ifade etmek prensibinden vazgeçilmemelidir-vazgeçilemez. Kısacası insanı küçümsememe adına her niteliği aynılaştırma yaklaşımı benimsenemez. Nitelemelerin objektif gerçeğe uygun olarak yapılması insanı küçümseme manasına gelmez. Bunu tersten yansıtmak açıkça demagojidir. Demagoji gerçek karşısında bir zavallılık göstergesidir.. Tıpkı Erdoğan’ın yaptığı gibi… Gerçekle gerçek dışı olan aynı kefeye konulamayacağı gibi var olan gerçekliğin algılanması hususunda farklı bakış açıları da aynı değerlendirmeye tabi tutulamaz. Bu tartışmayı örneklendirerek açarsak: Kaypakkaya ile Deniz ya da Mahir’in bilimsel teori ve ideolojik-politik duruş ya da temsiliyet bakımından aynılaştırılması veya ayrıştırılması münakaşasıdır. Kaypakkaya’yı teorik, ideolojik-siyasi bakımdan daha önemsememiz onun bu sahadaki niteliğinin daha güçlü olmasından ileri gelir.Sebep ideolojik-siyasi niteliktir. Aksi halde Mahir de Deniz de devrimci hareketin önderleri, kararlı devrimciler ve tartışmasız olarak sahiplendiğimiz, bizlerin ortak değerleridir. İbrahim’i söz konusu nedenlerden ötürü daha fazla önemsememiz ya da onun niteliğini daha ileri değerlendirmemiz Mahir ve Deniz’i küçümsememiz anlamına gelmeyeceği gibi-ki öyledir- diğer devrimci kişi veya yapıları farklı olarak nitelememiz onları küçümsemek anlamına gelmez. Bilakis gerçeği ,bu gerçeğin ortaya çıktığı nesnel şartları ve o nesnel şartlardan farklı etkilenen çeşitli öznelerin durumunu ifade etmek olur ki, bu da bilimseldir ve halkın çıkarına uygundur. Anlatmak istediğimizi vermiş olduğumuzu varsayarak bu bağlamda değinmek istediğimiz noktaya geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz tarihsel dönemeç gerçek manada bir sınav niteliğindedir. Bu sınav kişilerin kıyası, kişiler ya da yapılar arasında üstünlük tartışması veya pozisyon tayin edilmesinden öteye bir muhteva taşıyıp doğrudan devrimciliğin sınanması değerindedir. Kişilerin ya da yapıların durumu da bu ölçekte tespit edilen duruşlarıyla
anlam kazanır. Kişi veya yapılar devrimci duruş ve pozisyon tayin edeceklerinden dolayı devrimciliğin sınavı devrimci kişi ve yapıların sınavıdır da. Ama bu kişiselleştirilmiş içerikten uzak bir objektivitedir. Devrimcilik zorlu bir sınavdan geçerken, devrimcilerin bu sınavdaki duruşları önemlidir, hatta belli durumlarda belirleyicidir de. Zorlu süreç olarak tarif ettiğimiz bu dönemeçte, kafalarını sadece kitabi bilgilerle doldurup adeta ezber bilgi çorbası çöplüğüne çeviren bazı ‘’devrimciler’’ maalesef aynı zeminde tökezlemekten kurtulamamaktadırlar. Bunlar nicel ve nitel olarak aslında ender tiplerdir. Genel bir çoğunluğu teşkil etmiyorlar. Fakat bulandırma yeteneği gösterebiliyorlar. Ki bu yeteneği göstermeleri de proleter devrimcilerin zayıflıkları zemininde mümkün olmaktadır. Aksi halde kayda değer olmadıklarını söylemek yanlış olmaz. Bu şahıslar devrimciliği gerçekte çok sınırlı yapmıştır. Yani gerçek devrimciliğe pek az adım atmış sayılırlar. Ki bunların devrimcilikten anladıkları şey kitaplardan bilgi toplayıp bilgi simsarlığı yapmaktır, bu bilgileri pratikleştirmek veya pratiğe dökmek değil. Gerçek manada çok az dökmüşlerdir pratiğe. Bunların entelektüellik özentileri öne çıkar-çıkmaktadır. Parlak veya halkın bilmediği terimler kullanarak üstünlük sağlamak veya üstün olduklarını göstermek isterler. Oysa en boş kişilerdir bunlar. Kitap okumayı, bilgi edinmeyi asla küçümseyemeyiz, küçümsemiyoruz. Ama soyut kalan, gevezeliği geçmeyen, ya da ego tatmini için kullanılan bu türü sonuna kadar yadsıyoruz. Evet bu ender görülen vaka tipler devrimciliği çok kelime bilmek, tumturaklı ve çok kimsenin anlamadı (dolayısıyla gevezeliği geçmeyen) sözler kullanmak vb vs olarak anlamaktadırlar. Bunlar tam aydınlanmamış yarı-aydın tiplerdir aynı zamanda. Halk dilinde bu yarı-aydınlara cahil de denir. Ki cahil belirlemesi boş değildir. Mao’nun konuyla ilgili yaklaşım ve görüşleri hatırlanırsa bunların gerçekte cahil olduğu doğrudur. Yarı-aydın tipin yani tam aydınlanmamış ve kıt bilgiyle bilmiş geçinen bu tiplerin nispeten bilgisiz veya geri olarak değerlendirilenlere oranla daha zararlı oldukları söylenebilir. Çünkü bunlar bilmedikleri halde biliyormuş gibi ahkam kesip insanları etkilemektedir. İnsanları küçümseme bunların önemli bir özelliğidir. Kendilerini çokbilmiş entelektüeller sınıfına soktukları için diğer insanları küçümserler. Bilmedikleri halde bilmiş geçinen bu durumları onlar için içler acısı ve gülünç bir durumdur. Arkasında duramayacakları laflar etmekten geri durmaz ve altında kalacakları laflar etmekten zerrece çekinmez, geri durmazlar bunlar. Hatta ileri gidip hakaret etmeye vardırırlar işi… Bunların en büyük kabahatlerinden biri de edindikleri yığınca gerekli-gereksiz bilgiye karşın bilimsel bir kavrayış ve inanca erişememeleridir. İdeoloji olarak ayakları yere sağlam basmadığı için günün zorluklarını boş verin küçük rüzgarlarda bile savrulup giderler. Tüm iddiaları zorluk denen gerçek karşısında toz duman olup gider. Bugün bunun açık kanıtlarını yaşıyoruz. Devrimci mücadeleden sıvışmak için kollarını sıvayan bu tipler ‘’yabancı’’ sözcükler kullanarak samimiyetsizce kamufle olma peşindedirler… Daha devrimcilik adına kayda değer bir pratik yaşamadan tökezleme yolunda ahkam kesip kitaplardan özel olarak ezberledikleri kelime ve kavramlarla gereksizliklerini çarşaf çarşaf seriyorlar… Bir uyarı/önerimiz var onlara; yutamayacakları lokmalar almamalılar ağızlarına. Onlar yapa dursunlar gereksizliklerini, proleter devrimcilerin yapacak işleri var!
04 Faşizmin saldırıları direnişi güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Gezi Parkı direnişiyle başlayan süreç sonrasında devlet her türlü mücadeleyi zor yoluyla bastırmaya çalışırken diğer yandan da gözaltı ve tutuklama terörüne hız kesmeden devam ederek halkın demokratik ve meşru mücadelesini terörize etmeye çalıyor Devlet Gezi Parkı direnişi sonrasında Gezi Parkı’nı ve Taksim’i halkın elinden alıp halkın her türlü meşru ve demokratik eylem hakkını gasp ederek Taksim’de eylem yapılmasını engelliyor. Sözde halka açıldığı söylenen Gezi Parkı ‘Valinin’ ve ‘yetkililerin’ canı istediğinde ‘halka açılırken’ halkın en meşru ve demokratik hakkı olan eylem ve gösteri yapma hakkı pervasızca gasp edilerek polis saldırılarıyla halkın mücadelesi engellenmek isteniyor.
“Yeryüzü Sofrasına” saldırı Bilindiği gibi daha önce de Anti-Kapitalist Müslümanlar öncülüğünde İstiklal Caddesi’nde halk tarafından ‘Yeryüzü Sofrası’ kurulmuştu. 28 Temmuz’da da Gezi Parkı’nda Yeryüzü Sofrası kurulacağına dair çağrı yapıldı. Ancak saatler öncesinden Taksim Gezi Parkı ve Cumhuriyet Anıtı etrafı polis tarafından ablukaya alındı. Gezi Parkı’nı kapatan polisler park içerisindeki direnişte hayatını kaybedenler için hazırlanan anıt mezarları dağıtarak çöpe attı. Kalkanlarla yürüyerek halkı Fransız Konsolosluğu’na kadar iten polis direnenlere biber gazıyla saldırdı. Taksim’de belediyenin açmış olduğu iftar sofralarının etrafında çember oluşturan polis halkın Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na girişini engelledi. Bunun üzerine kitle ‘Yeryüzü Sofrasını’ İstiklal Caddesi üzerine polis barikatının önüne kurdu. Halkın yoğun desteğiyle İstiklal Caddesi boyunca uzayan sofraya Sebahat Tuncel, Levent Tüzel, İhsan Eliaçık ve Meral Danış Beştaş'ın da bulunduğu HDK bileşenleri de katıldı. Burada konuşma yapan İstanbul
Yoğun bakımda olan Berkin Elvan 14 yaşında
Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel, yasaklama kararını eleştirerek bunun keyfi ve kanuni açıklaması olmayan bir yasaklama olduğunu söyledi. Dünya halklarının barış, eşitlik, özgürlük ve demokrasi istediklerini dile getiren Tüzel "Belediye çadırlarında kukla oynatır gibi yalanlarla bir ülke yönetilemez" şeklinde konuştu. İhsan Eliaçık ise konuşmasında "Burada sponsor yok" diyerek, herkesin evinden getirdiği yiyecekleri kolektif bir şekilde paylaşıldığını, bunun aynı zamanda siyasal ve toplumsal bir mesaj olduğunu vurguladı.
Polis eylemcinin boğazını sıkarak bayılttı Saat 20.30’ da iftar yapan kitle, sık sık "Bu daha başlangıç mücadeleye devam", "Faşizme karşı omuz omuza" , "Yaşasın halkların kardeşliği", "Hepimiz Ali'yiz öldürmekle bitmeyiz", “Polis boş durma eylemciye çay getir” sloganlarını attı."Yeryüzü Sofrası" henüz toplanmadan polis coplarla kitleye saldırarak aralarında HDK üyesi Haluk Ağabeyoğlu ve SYKP üyesi Dilan Mehmetoğlu'nun da bulunduğu 6 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanların ertesi gün bırakıldığı öğrenildi. Birgün Gazetesi ve DİHA muhabirleri de polis tarafından darp edildi. Polis eylemcilerden birinin boğazını sıkarak bayılttı. Olayın görülmesi üzerine polis olay yerinden kaçarak uzaklaştı. Saldırı sonucu ara sokaklara dağılan kitle Mis ve Büyük Parmakkapı sokaklarında toplanarak ateş yaktı ve sloganlarla coşkulu bir şekilde halay çekti.
Berkin Elvan için yapılan açıklamaya polis saldırısı Gezi Parkı Direnişi sırasında polisin attığı gaz bombası sonucu başından yaralanarak komaya giren 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın ailesi bir çağrı yaparak “Biz Berkin'in ailesi
olarak hukuki sürecin bir an önce hızlanması için vur emrini verenlerin, ateş edenlerin açığa çıkarılmasını ve yargılanmalarını istiyoruz” sözleriyle tüm devrimci demokratik kamuoyunu Berkin Elvan için yapılacak basın açıklamasına çağırdı. 31 Temmuz’da Elvan’ın ailesinin çağrısıyla aralarında DHF’nin de bulunduğu çok sayıda devrimci, demokratik ve ilerici kurumun da katılımıyla Taksim’de basın açıklaması yapılmak için toplanıldı. Saat 19.00'da yapılmak istenen basın açıklamasına polis saldırdı. Kalkanlarıyla basın açıklamasına gelen kitlenin üzerine yürüyerek Taksim Meydanı'nın dışına sürmeye çalışan polise karşı kitle, kararlı bir duruş sergileyerek polise geri adım attırdı. Polis saldırısında birçok kişi darp edilirken ve çok sayıda kişi de yaralandı. Kitlenin kararlı tutumu sonucu polis geri çekildi. Ellerinde Gezi Parkı direnişinde hayatını kaybedenlerin fotoğraflarını taşıyan kitle, basın açıklamasının yapılacağı yere yöneldi.
Baba Elvan: "vur" emri verenlerin yargılanmasını bekliyoruz Berkin Elvan'ın Babası Sami Elvan yaptığı basın açıklamasında 16 Haziran 2013’te Okmeydanı’nda sabaha kadar süren direniş sırasında sabah saatlerinde evden ekmek almak için sokağa çıkan Berkin’in polisin çok yakın mesafeden, hedef gözeterek attığı gaz bombasının kafasına isabet etmesi sonucu kafasında kırıklar oluştuğunu ve beyin kanaması geçirdiğini kaydederek Berkin’in hala Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Yoğun Bakım Servisi'nde bilinci kapalı bir şekilde yatmakta olduğunu ifade etti. “Berkin’in vurulmasının ardından 45 gün geçmesine rağmen olayın sorumluların bulunması ko-
nusunda herhangi bir çalışma yapılmamıştır.Savcılığa avukatlarımızın vasıtasıyla şikâyette bulunmamıza rağmen sorumlular yakalanmamış ve haklarında işlem yapılmamıştır. Biz Berkin’in ailesi olarak hem "vur" emri verenlerin hem de ateş edenlerin tespit edilerek yargılanmasını bekliyoruz” sözleriyle sonlandırılan basın açıklamasının ardından polis kitleye akrepler, TOMA’lar ve plastik mermilerle saldırdı.Ara sokaklara çekilen kitlenin büyük bir çoğunluğu Mis, Büyük Parmakkapı ve İmam Adnan Sokaklarında barikat kurup ateş yaktı. Polisin tekrar saldırması üzerine kitle çatışarak Demirören AVM tarafına doğru çekildi.Polis saldırıları kitlenin kararlı direnişi sonucu boşa çıkarıldı ve polis geri çekildi. Direniş boyunca sık sık “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “Berkin Elvan onurumuzdur”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Taksim faşizme mezar olacak” sloganları atıldı. Gece geç saatlere kadar çatışmalar ara sokaklarda sürdü.
“İşkenceci doktorlar hesap verecek” 2 Ağustos’ta 18 Haziran günü gözaltına alınan Gezi Parkı direnişçilerinden zorla parmak izi ve tükürük örnekleri alınması, Gezi Direnişi Tutuklu Aileleri tarafından Haseki Hastanesi önünde yapılan eylemle protesto edildi. Saat 13.00’de Haseki Hastanesi'nin önünde “Gezi Şehitleri Gezi Tutsakları Onurumuzdur” pankartını açan aileler yaptıkları açıklamada gözaltı sırasında zorla hastaneye getirilen direnişçilerden iradelerine karşı zorla tükürük örneği alındığını ifade ettiler. Doktorlara Hipokrat yemininin hatırlatılmasına karşın kendilerine "Biz alırız” şeklinde yanıt verildiği kaydedilen açıkla-
05 sindiremez 16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
mada direnişçilerden biri yaşadıklarını şu sözlerle ifade etti: "Doktorlar polisle birlikte bize saldırarak kollarımızı büktüler ve kafalarımıza basarak ve ucunda pamuk olan sopaları ağzımıza basarak zorla tükürük örnekleri aldılar. Araçların içerisinde direnen arkadaşlarımızın yüzüne biber gazı sıkarak zorla hastaneye götürdüler." Polis işkencesine destek olan doktorları protesto eden kitle Gezi Parkı direnişi sırasında onurlu bir şekilde revirlerde nöbet tutarak direnişe destek veren doktorlar da olduğuna dikkat çekti. Eylem “İşkenceci devlet hesap verecek” , “Gezi tutsakları onurumuzdur” , “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganlarıyla sonlandırıldı.
Vali parkı canı istediğinde açtırıyor Öte yandan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu şaşalı bir şekilde basına Gezi Parkı’nın ‘güzelleştirilerek’ halka açıldığını söylemesine karşın, bunun parkın sadece valinin canı istediği zamanlarda halka açıldığı anlamına geldiği kısa sürede anlaşıldı. 3 Ağustos’ta sosyal medya üzerinden ‘milyonlar Taksim’e yürüyor’ başlığıyla çağrı yapıldığı gerekçesiyle Valilik Gezi Parkı’nı kapattırarak Taksim’i ve çevresini polis ablukasına aldırdı. Gezi Parkı’na giren çevik kuvvet polisleri parkta bulunan 17 kişiyi gözaltına aldı. Daha önce polis saldırısında parktan kaldırılan ancak direnişçilerin tekrar parka yerleştirdiği anıt mezarlar polis tarafından yeniden kaldırıldı. Parkın tekrar halka kapatılması üzerine İstiklal Caddesi'nde bir araya gelerek Taksim'e yürümek isteyen kitlenin önü Taksim Meydanı girişinde polis barikatlarıyla kesildi. Polis kitleye herhangi bir uyarı yapmadan gaz bombaları, TOMA’lar ve plastik mer-
milerle saldırdı. Saldırılar karşısında ara sokaklara dağılan kitle, zaman zaman bir araya gelerek polisle çatıştı. “Diren Rojava, Taksim seninle”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganları atan kitle ara sokaklarda ateş yakarak barikat kurdu. Ara sokakları ablukaya alan polis kitleye saldırdı, iş yerlerini basarak eylemcileri gözaltına almaya çalıştı. Polisin Taksim’deki ablukası ve saldırıları gece geç saatlere kadar devam etti.
Palalı yine gelmedi, zaten yakalama kararı da yok Bilindiği gibi 6 Temmuz'daki eylemler sırasında eylemcilere palayla saldıran Çelebi 3 kişinin yaralanmasına neden olmuş ancak gözaltına alındıktan sonra “kaçma şüphesi yok” denilerek serbest bırakılmıştı. Çelebi’nin 10 Temmuz’da Fas'a kaçtıktan sonra 11 Temmuz'da savcının itirazı üzerine tutuklama kararı verilmişti. Sabri Çelebi 13 Ağustos'ta Türkiye’ye dönmek için aldığı bileti iptal ettirdi. Hakkında tutuklama kararı çıkarılmasından sonra eşi ve çocuğu ile Fas'a kaçan Çelebi, bir süre daha Fas’ta kalacağını belirtti. Çelebi, hakkında 27 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Çelebi’nin Avukatı Turan Öner ise müvekkilinin tehdit edildiği için dönmediğini öne sürerek "Bu nedenle telefonu kapalı. Şikâyetçi olmak için delil topluyoruz" dedi. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı iddianamenin İstanbul 53’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderildiği ve 5 Ağustos'ta görülen duruşmada, Sabri Çelebi hakkındaki yakalama kararının kaldırıldığı ortaya çıktı. Böylece ülkemizde daha önce de olduğu gibi devlet eliyle halka karşı kullanılan bir halk düşmanı daha korunarak ‘var olan gelenek’ bozulmadı.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
DEMOKRASİ İSTEYENLER DEVRİM İSTEMEK ZORUNDADIR!
D
emokrasinin devrim sorunu olduğu belirlemesi ülke koşullarında anlam kazanır. Faşizmin hüküm sürdüğü her parçada bu belirleme istisnasız olarak geçerlidir. Faşizmden bahsedildiği yerde demokrasiden söz etmek bir aldatmaca ve ham hayaldir. Demokratik hak ve özgürlüklerin çerçevesi gibi, genel olarak demokratik bir yönetim faşizm şartlarında mümkün olmayandır. Tersini iddia etmek faşizmle demokrasiyi aynılaştıran saçmalıktır. Ne ki, sınıf hareketi içinde sıklıkla karşılaşılan ciddi hata faşizmin olmayıp öyle ya da böyle demokrasinin varlığı yanılgısıdır. Bu yanılgı esasta burjuva demokrasi hayranlığından beslenen zafiyettir. Bilumum yasalcı reformist eğilimler ve burjuva liberal çevreler faşizmin tüm unsurlarını ısrarla görmezden gelip düşlerindeki demokrasiyi gerçeğin yerine koyarak hayal peşinde koşmakta, son tahlilde işçi sınıfı ve halk kitlelerini faşist düzene entegre etme rolü görmektedirler. ‘’Yetmez ama evetçiler’’ bloğu, sınıflar üstü ‘’barış’’ savunucuları, ‘’çözüm ve açılım’’ zırvasına itibar eden kesimler vb vs son tahlilde bu kapsamda yer almaktadırlar. Maalesef bu realite hakim sınıfları güçlendirip devrimci sınıf hareketini zayıflatandır. Ancak bu kesimlerin demokratik niteliği genel olarak vardır. Dolayısıyla bunlar da demokrasi savunuları ve duruşlarında tutarlı bir çizgiye kavuşmak zorundadırlar. Eğer demokrasi istiyorlarsa mutlaka devrimi de istemeli, devrim istemelerinin gereği olarak demokrasiyi de istemelidirler. Reformizmde kıdem bağlamış kesimler de yaklaşık olarak aynı tutarsızlığı göstermektedirler. Gerici hakim sınıflardan demokrasi bekleyip devrim ve devrimci eyleme karşı çıkan bu kesimler demokrasi istemlerinde olduğu gibi demokrasi mücadelesinde de tutarlı olamazlar. Burjuva demokrasisi hayranı kesimlerin demokrasi savunuları ve talebinde tutarlı olmadıkları her bakımdan sabit ve gerçektir. Aydın geçinen ama gerçekte güdük bir aydın özelliğinin yanı sıra esasta da hakim sınıfların hizmetinde olan kesimlerde de aynı tutarsızlık söz konusudur. Hatta iktidarda olmayan faşist düzen partilerinin reel politikadaki tutumları da benzerdir. Örneğin; Silivri yargılamaları süreci iyi bir ayıraçtır. Ergenekon ve darbe suçlularının yargılanıp ceza alması karşısında demokrasi, hukuk ve adalet kavramlarını bayrak edinenler başka yargılanmalarda aynı ihtiyacı duymamaktadırlar. Yıllarca devrimci demokrat ve aydınlar hapislere konarak en ağır cezalara maruz bırakıldı. Üstelik Ergenekon ve darbe suçluları gibi lüks ve özel şartlarda ve özel şartlarda da yatmadılar. Tersine en ağır tecrit ve işkencelere maruz kaldılar, kalıyorlar. Ama ilginçtir ki, CHP ve bununda ötesinde liberal kesim ve aydın geçinen bildik çevrelerin demokrasi, hak-hukuk ve adalet gerçeği yeni akıllarına geldi. Bunca ağır cezalara, işkence ve tecride sessiz kalan bu çevreler, sıra Ergenekon ve darbecilere geldiğinde demokrasi havarisi kesildi. Hukuk ve adalette ahkam kesmeye başladılar. Ki bunlardan ve özellikle CHP gibi faşist bir partiden devrimci, aydın ve ilericileri savunup desteklenmelerini beklemiyoruz. Ancak bazı yazarlar, gazeteciler vb demokrasi
savunularında daha tutarlı olabilirlerdi. Ama olmadılar, olamadılar. Bu gerçeklik bunların kalemlerinin kiralık olduğunu çağrıştırmaktadır. Demokrasi tartışmalarında aşılması gereken önemli bir problem birçok aydın ve ilericinin demokrasi mücadelesini gerici faşist düzen partilerinden medet umarak onların saflarında yürütmeye çalışması çelişkisidir. Büyük bir manipülasyon ve yanılgının olduğunu tespit etmek gerçeği ifade etmek olur. CHP’den demokrasi bekleyenler gibi, AKP’den demokrasi bekleyenler oldukça yaygındır. Bunda toplumsal kutuplaşmanın burjuva klikler arasında oluşmasının doğrudan rolü vardır. Ancak aydın ve ilericiler yönlerini tayin edebilmeli, demokrasi savunularında tutarlı bir çizgiye sahip olmalıdırlar. Aydın olmak sıradan olmadığı kadar ucuz bir iş de değildir. CHP veya AKP gibi faşist partilerden demokrasi umanlar olsa olsa kendi aydın kimliklerine gölge düşürmüş olanlardır. Elbette durumdan sadece aydınlar değil, alternatif olamayan devrimci ve Komünist güçler de sorumludur. Kutuplaşma burjuva klikler arasında yaşanırken kitleler ve bahsi geçen aydınlar da tercihlerini bu zeminde yapmaktadırlar. Bu kutuplaşmaya bağlı bir gerçeklik olarak demokrasi söylemi de en çok bu burjuva kliklerinden biri veya öteki tarafından dillendirilmekte, halka umut olarak sunulmaktadır. Demokrasi mücadelesinin örgütsel ve siyasi anlamda daha güçlü cepheleri olmadığı için, demokrasinin dillendirilmesi de bunlara kalmaktadır. Bu mana da Komünist, devrimci güçler aydınların bu tutarsızlığında belli düzeyde sorumluluk sahibidirler. Demokrasiyi Ergenekon ve darbeciler için istemek doğrudan çürük bir duruşken, aynı duyarlılığın ağır şartlarda tutsak edilip cezalara çarptırılan demokratik kurum faaliyetçileri, devrimci vs komünist tutsaklarda gösterilmemesi demokrasi anlayışının sığlığı ve bu durumdaki kesimlerin tutarsızlığının kanıtıdır. Gerçek bir hukukun geçerli olduğu yerde, hukuk karşısında herkes eşittir. Hukuk özel yargılama ve özel mahkemeler altında bu iddiasını fiilen yitirirken, siyasal iktidarın denetiminde siyasallaşmış olması da bu eşitlik iddiasını ortadan kaldırmaktadır. Ergenekon ve darbe yargılanmaları şahsında hukuka yürütülen eleştiriler aynılıkla diğer devrimci demokrat ve Komünistlerin yargılandığı hukuk sistemi için de fazlasıyla geçerlidir. Buna karşı eleştiri sesleri sadece Ergenekon ve darbe yargılanmaları için yükselmektedir. Bu çifte standartçı anlayışın hukuku ve adalet anlayışı da demokrasi anlayışı gibi tutarsız ve sahtedir. Dolayısıyla bu kesimlerin gerçek demokrasi savunucuları olmadığı, gerçek bir hukuk ve adalet savunucuları olmadığı açıktır. Aynı biçimde sınıf hareketi cephesinde de bu demokrasi ve hukuk tartışmaları içinde taraf olup yer tutanlar gerçekte demokrasi savunucusu olamazlar. Demokrasiden yana olan herkes devrimden yana olmak zorundadır. Bu, ülke şartlarının koşulladığı genel bir gerçektir. Ancak ne demokrasi mücadelesi ve ne de devrim savunusu faşist parti ve yasalcı reformist tasfiyecilerden beklenemez. Demokrasi devrim sorunuysa bu demokrasinin doğrudan devrimci ve komünistlerin sorunu olduğu açığa çıkar. Devrime yönelmeyenler tutarlı bir demokrasi savunucuları olamazlar.
06
güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Maltepe’de çeteler halka saldırıyor Maltepe’ye bağlı Gülsuyu Mahallesi’nde çetelerin devrimci demokratik kurumlara ve siyasi partilere yönelik saldırıları devam ediyor Maltepe Gülsuyu’nda son 2 aydır devlet beslemeli çeteler halka ve devrimcilere saldırıyor. Mahallede esnafı haraca bağlamaya çalışan, uyuşturucu ve fuhuş pazarı oluşturmak isteyen çete üyelerinin saldırılarında Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) ve BDP üyeleri yaralandı. Maltepe ilçesinde çetelerin ilk saldırısı Gülsuyu Mahallesi Mesut Caddesi üzerinde meydana geldi. Sosyalist Gençlik Derneği üyesi Sinan Sağır ve Şafak Aykan Şimşek, afiş asarken bir kişinin silahlı saldırısına uğradı. Bacaklarından vurulan Şimşek ve Sağır, Kartal Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.
ESP’ye silahlı baskın Gülsuyu'nda 16 Temmuz’da gerçekleşen çete saldırısında minibüsçü Bahri İnalkaç ile ailesinden dört kişi yaralanmıştı.24 Temmuz'da SGD üyesi Cebrail Günebakan sokakta silahlı çete üyeleri tarafından vuruldu. 7 Ağustos tarihinde ise Maltepe İlçesi Gülsuyu Mahallesi'nde sabah saatlerinde afiş asan Sosyalist Gençlik Derneği üyesi iki genci vuran çeteler, saat 12.55 sıralarında ESP ilçe binasına silahlı saldırı düzenledi. Saldırı sırasında içeride bulunan 2 SGD üyesi ve 1 Partizan okuru yaralandı. Yaralanan SGD üyeleri Özgür Bedel ve Deniz Karacagil ile Partizan dergisi okuru Çağdaş Temuroğlu, Kartal Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.
Çeteler bu sefer halka saldırdı Saldırıların ardından ESP, BDP, EMEP, Partizan, Halk Cephesi, KÖZ ve ÖDP’nin çağrısıyla Heykel Meydanı’nda toplanan mahalleliler, Esenkent Karakolu’na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşte, “Çetelerden hesap soracağız” yazılı pankart açılırken, sık sık “Çetelere geçit vermeyeceğiz”, “Çeteler vuruyor devlet koruyor”, “İşbirlikçi polis hesap verecek” sloganları atıldı. Esenkent Polis Karakolu önüne polis tarafından kurulan barikat kitle tarafından, “Halka değil çetelere barikat” sloganıyla protesto edilirken, kadınlar da polise “Bizim çocuklarımız vurulurken çeteler mahallede cirit atarken neredeydiniz” şeklinde tepki gösterdi. Burada yapılan basın açıklamasının ardından Heykel Meydanı’ndan ESP binasına doğru yürüyüşe geçildi. Sloganlarla yürüyüş devam ederken, Heykel Meydanı yakınlarında kitlenin yanına yaklaşan iki motosikletten ateş edildi. Saldırıda DİHA muhabiri ile Partizan Dergisi muhabirinin de aralarında olduğu 4 kişi yaralandı.
Son saldırı BDP yöneticisine Çeteler son olarak, BDP İstanbul İl yöneticisi Besim Yılmaz'a ait iş yerini hedef aldı. 14 Ağustos gecesi saldırıya uğradıklarını ifade eden Besim Yılmaz, mahallede çateleşmeye
karşı platform kurdukları için çetelerin hedefi haline geldiklerini ifade etti.
Devlet çeteleri güçlendiriyor Ezilenlerin Sosyalist Partisi Maltepe İlçe Başkanı Zelal Armutlu çoğunlukla işçilerin ve yoksulların yaşadığı Gülsuyu Mahallesi’nde devrimci örgütlerin güçlü olduğunu, 2 yıl önce mahallede örgütlenen sol çevrelere yapılan baskınlardan sonra çetelerin mahallede açıkça dolaşabilecek kadar güçlendiğini söyledi. Armutlu, muhaliflerin saldırıya uğradığı çoğu olayda olduğu gibi bu olaylarda da MOBESE’nin ‘bozuk’ olmasının polis ve çeteler arasındaki ilişkinin güzel bir kanıtı olduğunu belirtiyor: “Bu mahallede sosyalistlerin basın açıklamalarında, etkinliklerinde sürekli çalışan ve insanları fişleyen MOBESE’ler yaklaşık 1 aydır kameranın altında silah sıkan çeteleri bir kere bile kaydedememiş. Polise nedenini sorduğumuzda ya ‘kapalıydı’ diyor ya da ‘bozuktu’. Evimin önünde taciz ateşi açılıyor ama polisin yaptıklarını bildiğimiz için çağırma ihtiyacı bile hissetmiyoruz.” Armutlu, ESP’nin özel olarak hedef alınmasının nedeninin mahallede “yozlaşma, çeteleşme ve uyuşturucu”ya karşı yürüttüğü çalışma olduğu görüşünde. Bu yıl 7. kez düzenlenecek olan Sanat ve Hayat Kültür Festivali’nin de ana sloganının “Yozlaşma, çeteleşme ve uyuşturucuya karşı mahallemizi savunuyoruz” olduğunu hatırlatan Armutlu, “Çetelerin vurduğu iki SGD üyesi, saldırı sırasında festival afişlerini asıyorlardı” dedi. Zelal Armutlu da kentsel dönüşümü hayata geçirmek için saldırıların yapıldığı görüşünde. Armutlu, “Mahallede kentsel yıkıma karşı eylemler, toplantılar yeniden başladı. Devlet, çeteler eliyle kentsel yıkıma karşı mahallenin direnişini kırmak istiyor” diye konuştu.
Mahallede çalışma yürüten BDP İl Yöneticisi Besim Yılmaz da, son günlerde yaşanan saldırılar için, “Kendiliğinden gelişen, üç beş kişinin saldırısı değil. Emniyetin ya da emniyet içinde bazı güçlerin dolaylı ya da direkt içinde olduğu saldırılar” dedi.
Çeteler hakkında suç duyurusu Ezilenlerin Hukuk Bürosu, Gülsuyu’nda ESP üye ve yöneticilerine yönelik saldırıların organize ve planlı olduğunu belirtti. Saldırganların “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” başta olmak üzere birçok suçtan yargılanması talebiyle, yaralılarla birlikte suç duyurusunda bulundu. Ezilenlerin Hukuk Bürosu, Maltepe Gülsuyu- Gülensuyu mahallesinde yaşanan çete saldırılarına ilişkin ESP Maltepe İlçe Örgütü’nde basın toplantısı düzenledi. Toplantıda söz alan Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Özlem Gümüştaş, çetelerin BDP ve ESP üye ve yöneticilerine yönelik saldırılarının planlı, kasıtlı ve organize olduğunu belirtti. Av. Gümüştaş, “Kasten yaralama”, “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma”, “Halk ara-
sında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit” gibi suçların söz konusu olduğunu ve yaralananlar adına savcılığa başvuru yapacaklarını bildirdi. Ezilenlerin Hukuk Bürosu adına basın metnini okuyan Av. Berna Yüksekdağ, 7 Temmuz’da ESP ilçe binası ve üyelerine yönelik üç kez saldırı gerçekleştirildiğini, saldırılarda 16 kişinin yaralandığını hatırlattı.
Gülsuyu-Gülensu’da çeteleşme karşıtı forum Çete saldırıları ile gündeme gelen GülsuyuGülensu Mahallesi’nde 15 Ağustos günü bir forum gerçekleştirildi. Forum’da Gezi ruhuyla çetelere karşı mücadele çağrısı yapıldı. Yakacık, Maltepe, Kartal, Gazi, Üsküdar, Kadıköy ve daha birçok bölgeden forum temsilcilerinin katılım gösterdiği forumda mahalle halkı çeteler ve mücadele yöntemlerine ilişkin konuşma yapıldı. Olası bir çete saldırılarına karşı mahalle sokaklarına ve cadde girişlerine kurulan barikatlarla forum güvenliği sağlanırken sıklıkla forumda ve barikat başlarında çetelere geçit vermeyeceğiz sloganları atıldı.
Devrimci milisler çetelere karşılık verdi
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
güncel haber
AKP baskı ve tehditlerle
07
toplumu terörize etmek istiyor!
Gezi Parkı direnişi hakim sınıfları korkutmaya devam ediyor
içinde olduğu, saldırgan ve baskı politikalarını tırmandırarak sürdürmesinden anlaşılmaktadır. Gezi direnişinin ilk günlerinde uygulanan faşist saldırıları eleştiren kimi AKP vekillerinin bile bugün ağız değiştirip saldırgan bir tavır sergilemeleri, açıktan tehditlere girişmesinden de anlaşılmaktadır. Öyle ki, gözyaşlarını tutamayan B. Arınç bile bu rolünü unutarak tehditlerde bulunabilmektedir. Tüm Avrupa ülkelerini karşısına alan açıklamalar yapan ve halk kitlelerine ‘’çapulcu’’ yakıştırmasında bulunma cüreti gösteren Erdoğan’ın yaklaşımı acizlik ve korkudan ileri gelmektedir. Kısacası AKP iktidarı uyguladığı faşist saldırı ve baskılarla yetinmemekte, buna ek olarak tehditler savurmaya da ihtiyaç duymaktadır. Erdoğan’ın her kesimi kapsayan yaygın tehditleri artık yadırganmayacak kadar alışılmış şeylerdir. Ama araya gözyaşı vekili Bülent Arınç da girdi. Kılıçdaroğlu’nu açıkça tehdit ederek kendisine balans ayarı vermeye çalıştı. Ki bu gözyaşı erbabı Gezi Direnişindeki tutumundan da çark ederek kitlelere karşı tehditlerde bulunmuştu. Nitekim en son Suat Kılıç isimli AKP’li Gençlik ve Spor Bakanı tehditlerde bulundu. Bu tehditlerden anlaşılan şey AKP iktidarının yeni ayaklanmaların gündeme gelmesinden veya gelme olasılığından duyduğu korkudur. Zira Erdoğan bunu her vesileyle dillendirmektedir. En son Mısırdaki gelişmeleri değerlendirirken, ‘’aynı şeyi Türkiye’de de denemek istiyorlar’’ veya ‘’deneyecekler’’ şeklinde bu korkusunu dile getirmişti.
Her gerici faşist iktidar gibi AKP iktidarı da kitlelerin muhalefetini bastırıp, kendi iktidarını sürdürmek için kendisine muhalefet eden kesimlere azgınca saldırmakta, işkenceler yapıp katliamlar gerçekleştirmektedir. ‘’Gezi Parkı Direnişi’’ karşısında uygulanan faşist baskı ve katliamlar bunun en yakın örneğidir. Gezi direnişiyle ilgili baskı politikası ve saldırılar hala canlılığını koruyarak devam etmektedir. Yürütülen soruşturma, sorgulama, tutuklamalar bu faşist baskının devam ettiğini kanıtlamaktadır. AKP iktidarının kendisine karşı gelişen muhalefete karşı aciz
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Gezi Parkı Direnişi’nde önemli bir kitlesellikle katılım gösteren spor taraftarlarını, kulüpleri tehdit ederek sindirmeye çalışmaktadır. Ki daha önce Erdoğan ‘’spor taraftarları içinde terörist gruplar var’’ diyerek baskı kurmaya ve onları direnişten geri tutmaya vb çalışmıştı. Taraftar guruplarının tehdit edilmesinden önce direniş dönemlerinde ciddi saldırılara maruz kalması da AKP’nin yaklaşımını göstermektedir. Yeri gelmişken söyleyelim ki, taraftar grupları
Her gerici faşist iktidar gibi AKP iktidarı da kitlelerin muhalefetini bastırıp, kendi iktidarını sürdürmek için kendisine muhalefet eden kesimlere azgınca saldırmakta, işkenceler yapıp katliamlar gerçekleştirmektedir AKP iktidarı birçok konuda ciddi manada sorunlarla yüz yüzedir. Bu sorunların başında Gezi Parkı özgülünde büyük bir patlamaya neden olan, gündemdeki sıcaklığını ilk günlerdeki gibi olmasa da hala koruyan kitlesel muhalefetin dinamik, canlı ve yeni büyük dalgalanmalar olarak gündeme gelmesinin şartlarının mevcut olmasıdır. Dış politikada izlenen savaş kışkırtıcısı saldırgan politikanın özellikle Suriye sorununda iflas etmesi, Gezi ayaklanmasında uyguladığı faşist şiddet nedeniyle gerek ülke içinde, gerekse de uluslararası alanda ciddi tepki ve eleştiriler alması, Gülen cemaati ile yaşanan çelişkiler, Kürt ulusal sorunu konusunda başlatmış olduğu sürecin devam ettirilmesinde gündeme gelen sorun ve sancılar, köylülerin HES ve diğer çevre tahribatı yapan kapitalist projelere karşı süreklileşen ve yaygınlaşan muhalefeti, işçi sınıfının değişik iş kollarında geliştirdiği grev ve direnişler gibi bir dizi sorun AKP iktidarının önünde duran ciddi problemlerdir. Yaklaşan yerel seçimler de ayrı bir baskılanma unsurudur elbette.
Bakandan spor camiasına tehdit
ender görülür bir demokratik muhalefet refleksi göstermektedir. Toplumsal sorunlara karşı gösterilen bu duyarlılık ve demokratik tutum son derece anlamlı ve olumludur. Bu alanda ciddi bir muhalefet dinamiği gelişmektedir. Gezi direnişinde de bu özellik çıplak ve çarpıcı biçimde görülmüştür. İşte Suat Kılıç’ın taraftar gruplarına dönük yaptığı açık tehdit bu demokratik muhalefetin bastırılıp sindirilmesi amacını taşımaktadır. Suat Kılıç futbol taraftarlarını tehdit etmekle birlikte öğrenci gençliği de tehdit etmeyi ihmal etmemiştir. Bu tehdit de manidardır. Zira demokratik muhalefet ve direnişin en dinamik kesimlerinden biri de öğrenci gençliktir. Dolayısıyla AKP isabetle seçtiği bu kesimleri sindirmek için iktidar olmanın olanak ve avantajlarını kullanarak tehditler savurmaktadır. Yargıyı siyasallaştırarak kumandasına alan AKP iktidarı muhalif kesimleri tutuklama ve cezalandırma unsuruyla tehdit etmektedir. Polis ve askerinin saldırılarına koşut olarak mahkemelerini de iyi bir baskı aracı olarak kullanmayı ihmal etmemektedir. AKP iktidarı ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın tehdit ve açıklamaları futbol taraftarları ve öğrenci gençliğin gelişen muhalefetinin engellenmesi için yeni yasal düzenlemeler yapılacağını işaret ediyor. Gezi direnişi ve süreciyle ilgili slogan atmazı yasalar karşısında suç sayacak yasal düzenlemelerin yapılacağı ifade edilmektedir. Erdoğan daha önce defalarca Gezi direnişine katılan, destek veren vb tüm çevre, kesim ve kişilerin soruşturulup sorgulanarak hesap sorulacağını açıklamıştı. Nitekim açıklandığı gibi Gezi eyleminde bulunan veya destek veren kesimlere karşı geniş tutuklamalara girişildi, basında çalışan birçok gazeteci vb görevlerinden alındı, birçok memur ve işçi işinden atıldı, sürgün edildi…
Halk kitleleri ayaklandı mı hiçbir yasanın hükmü olmaz Direniş dönemlerinde gözaltına alınıp sorgulanarak mahkemelere sevk edilen birçok direnişçinin çıkarıldıkları mahkemelerce serbest bıra-
kılması ve mahkemelerin demokratik tepki suç değildir gerekçesiyle soruşturmaya gerek duymayıp, direnişçileri serbest bırakıp haklarında dava açmaması AKP’yi yasal düzenlemeler yapmaya itti. İşte bugün tehditler eşliğinde dillendirilen yasal düzenlemeler bu türden yasal değişikliklerdir. Her gerici faşist iktidar mevcut yasaları yetersiz geldiğinde ve aynı zamanda ihtiyaç duyduğunda yeni yasalar çıkararak, yasal düzenlemeler yaparak iktidarını koruyup muhalif ve alternatif kesimleri baskı altına alıp sindirmeyi hedeflemektedir. AKP iktidarı da faşist iktidarını koruyup muhalif kesimi daha azgın bir baskı altında sindirmek için tehdit ettiği gibi yasal düzenlemeler yapmakta, yapacaktır da. AKP iktidarının gözden kaçırdığı veya işine gelmediği için görmek istemediği gerçek şudur: Halk kitleleri ayaklanmaya kalkıştı mı hiçbir yasanın hükmü kalmaz. Faşist baskı ve diktatörlük gibi, bu baskı diktatörlüğünün bir parçası olan faşist ve baskıcı, yasaklayıcı yasalar da kitlelerin ayaklanması karşısında beş para etmez boş şeylere dönerler. AKP her bakımdan bir handikap içindedir. Bir taraftan ‘’demokratikleşme paketleri’’ çıkarmaktan bahsederken, öte taraftan daha baskıcı faşist yasalar çıkarmaktadır. Bu tezat olsa olsa AKP’nin iki yüzlülüğünü, aczini ve ‘’demokratikleşme’’ söylemindeki sahtekarlığını kanıtlar. Zaten AKP iktidarı ‘’demokratikleşme’’ iddiasında açık biçimde demagoji yapmaktadır. Onun ‘’barış’’, ‘’çözüm’’, ‘’açılım’’ aldatmacası da ‘’demokratikleşme’’ söylemi de koca bir safsatadan ibarettir. Mısır ve Suriye’deki gelişmeler karşısında halk kitlelerinin taleplerinin karşılanması ve demokratik tepkilerine karşı baskı ve şiddetin kullanılmamasını dillendirip ahkam kesilirken, aynı durumdaki ülke muhalefetine baskı ve şiddet uygulamaktan sakınmamakta ve tehditler savurarak faşist baskı yasaları çıkarmaktadır. Her şiddet istisnasız olarak karşıtını besler. Baskı baskıya karşı direnişi koşullar. Gerici faşist şiddet ve baskı ne kadar artarsa halk kitlelerinin demokratik devrimci tepkisi o kadar yükselecektir.
08
emek haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
BEDAŞ’ta direnen işçiler
1 Ağustos’ta 500 BEDAŞ işçisinin işten çıkarılmasının ardından başlayan eylemler sürüyor. Enerji-Sen ve DİSK’in, BEDAŞ’ın devrini almasının ardından işçi kıyımı başlatan Cengiz-Kolin-Limak şirketine karşı direnen işçiler, “İşimize, ekmeğimize, geleceğimize sahip çıkıyoruz” diyor BEDAŞ’ta çalışan 540 işçi 1 Ağustos’ta hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atılırken, yapılan görüşmelerde işçilerin kıdem tazminatlarının verilmesi önerilirken, işçilerin gerektiğinde işe çağrılacağı söylendi. Kararı direnişteki işçiler verecek. BEDAŞ işçileriyle devam eden direnişe dair yaptığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz 1 Ağustos’ta Cengiz Kolin LİMAK şirketinde taşeron işçi olarak çalışırken işten atılan 540 BEDAŞ işçisi, BEDAŞ Genel Müdürlüğü önünde eylemlerine devam ediyor. Enerji-Sen ile BEDAŞ yetkilileri arasında yapılan en son görüşmede, 35 işçinin işe alınması vaat edilirken, işçiler bu öneriyi kabul etmedi. İşçiler işten atılan 540 işçinin tamamının işe alınması gerektiğini belirterek mücadelede kararlılık mesajı verdi.15 Ağustos’ta BEDAŞ Genel Müdürlüğü önüne yapılan yürüyüşün ardından BEDAŞ yetkilileriyle DİSK Genel Başkanı Kani Beko, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ve Belediye-İş Sendikası 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm arasında bir görüşme yapıldı. BEDAŞ yetkililerinin yapılan görüşmede işçilere kıdem tazminatlarının verilmesi önerilirken, ihtiyaç halinde işçilerin işe geri alınacağı söylendi. Kararı BEDAŞ’ta direnişe devam eden işçiler verecek.
BEDAŞ’ta direnen işçilerle yaşanan süreci konuştuk Direnişe neden başladınız? Namık Altıngül (işçi): Ben dokuz buçuk yıldır BEDAŞ’ta, bu sektörde taşeron firmalarda çalışan elemanlardan biriyim. 1 Ağustos’a kadar BEDAŞ’ın bünyesinde BEDAŞ’ın alt yapısını oluşturan taşeron firmasında çalışma, açma, kapama ve kesme elemanı ola-
NAMIK ALTINGÜL
rak çalışırken bizlere son güne kadar, “Sizler bu işin uzmanısınız sizlerle herhangi bir sorunumuz yok. Sizle beraber çalışacağız” dediler. Fakat biz buraya son gün endeksörlerimizi ve edevatlarımızı teslim edip gittikten sonra ve bizlere telefon edilip çağrılacaksınız denildikten sonra aksine 540 işçi işe çağrılmadık. Bunlardan en az 240 kişi Enerji-Sen üyesi işçiler ve Enerji-Sen yönetimindeki işçilerden oluşuyor. 40 kişinin sendikasız olduğunu biliyoruz. 180 işçi ise TES-İŞ Sendikası’na üye. TES-İŞ’in bazı temsilcileri ve yöneticileri işe dönmüş durumda. Ali Dursun Yiğit (işçi): İşten atıldığımız için direnişe başladık. Ben yaklaşık 10 senedir BEDAŞ’ta çalışıyorum. Cengiz Kolin LİMAK grubunun gelmesiyle beraber ayın birinde hepimiz işsiz kaldık. Şu anda direnişteyiz. Bütün arkadaşlarımız işe geri dönünceye kadar direnişimiz devam edecek. Cömert Sezgin (işçi): Bizim yıllardan beri BEDAŞ’tan güvenceli bir iş talebimiz vardı. Nitekim BEDAŞ Elektrik idaresi satıldıktan sonra bir ümit sahibiydik. İleriye dönük, iki yılda bir ihalenin olmayacağı ve önümüzü görebileceğimiz bir işe gireceğimizi umut ederken hiç ummadığımız bir günde birdenbire 540 arkadaşımızla beraber işten atıldık. Deyim yerindeyse bir işçi kıyımı yaşandı. Bugün buradayız. Tek talebimiz güvenceli bir iş ve insanca bir yaşam. Bu da insani olarak herkesin talebidir, herkesin hakkıdır.
BEDAŞ’la yapılan son görüşmede 35 işçinin işe alınması önerildi bu konuda ne düşünüyorsunuz? Nazım Altıngül: Bizlerden göstermelik olarak birkaç kişiyi çağırıyorlar. Bizler bunu kesinlikle kabul edemeyiz. BEDAŞ’la son görüşmelerde 30-35 işçiden göstermelik olarak hakkını, hukukunu aramayan, ortada giden arkadaşlarımızdan seçtiler. Biz de bunu kabul etmedik. Bizim için ya hepimiz ya hiçbirimiz. Ali Dursun Yiğit: Sanki sadaka dağıtır gibi 35 tane insana iş vereceğiz dediler. Biz böyle bir şeyi kabul etmiyoruz. 540 arkadaşımız işten atıldı. Bütün arkadaşlarımız işe geri dönünceye kadar direnişimiz devam edecek. Cömert Sezgin: Bu ciddiye alınacak bir konu değil. Burada yaklaşık olarak 540 işçinin işten atılmasıda 35 tane işçiye sizi geri alırım denilmesi çok komik. İnandırıcı bir yaklaşım değil, samimi bir yaklaşım değil. Biz burada eylemdeyiz. Sendika olarak aynı zamanda uzlaşmadan da yanayız. Ancak 35 tane işçinin alınması önerisi samimi bir duruş değil. Kesinlikle değil. Ali Çakıcı (işçi): 35 işçiyi işe alacaklarını söylediler. Bunların 26-27’sinin Enerji-Sen üyesi olduğu, geri kalanın ise TES-İŞ üyesi olduğu ifade edildi. Yine onların belirlediği isimler oldu. Bir sınıf örgütü, sınıf sendikası olduğumuz için tasvip etmiyoruz ve o tür bir pazarlığa da giremeyiz. Bu bizim ilkemizde olmayan, sarı sendikacıların ilkesine uygun olan bir anlayıştır.
BEDAŞ’la 15 Ağustos’ta yapılacak görüşmeden bir beklentiniz var mı? Ali Dursun Yiğit: 15 Ağustos’ta yapılacak görüşmeler zincirin koptuğu yer olacak. Burada TES-İŞ üyeleri de var işten atılan. Ben de TES-İŞ üyesiyim. İki sendikanın üyelerinden de işten atılanlar var. Bir sendika burada direniyor. Diğeri çalışarak direniyor! Nasıl bir direniş biçimiyse artık. Ali Çakıcı: BEDAŞ’tan konfederasyon yöneticilerinin de olduğu arkadaşlarımız görüş-
ALİ ÇAKICI meye gidecek. Zaten yol haritamızı çizdik. 15 Ağustos’ta yapılacak son görüşmede her şeyimizi netleştireceğiz.
TES-İŞ Sendikası patronların desteklediği bir sendika değil mi? Ali Dursun Yiğit: TES-İŞ direnişe destek vermiyor. Neden vermediğini ben de anlaya-
bilmiş değilim. Ben de TES-İŞ üyesiyim. TESİŞ direnişe destek vermediği için ben de şu anda direnen arkadaşlarımın yanındayım. Benim için A veya B sendikası çok önemli değil. Burada bir direniş var. 540 insan işsiz kalmış. Bu arkadaşların işsiz kalması, benim açımdan orada gidip çalışmam kabul edilebilecek bir olay değil. Benim temennim buradaki arkadaşların bir an önce işlerine geri dönmesi.
Enerji-Sen’de örgütlenmeniz LİMAK şirketi için ne ifade ediyor? Nazım Altıngül: Temel sorun şu. Bunlar Cengiz Kolin LİMAK yöneticileri Enerji-Sen’i kendi bünyelerinde sendika olarak görmek istemiyorlar. Görmek istememelerinin nedeni geçen sene bir direniş yaşadık. Hakkımızı, hukukumuzu ve emeğimizi sorguladığımız için bizleri kendilerine uygun görmüyorlar. Görmemelerinin sebebi kendilerine göre altyapı oluşturmaları, çalıştıracakları elemanlara 1.070 lira maaş sunuyorlar. Yol ve yemek hepsi içerisinde. Bizler şu anda okuma elemanları olarak 1.450 alıyoruz. Açma, kapama, kesmedeki arkadaşlarımız 1.800 lira alıyor. Onlardan 300 lira bir maaş düşüşüne gidiyorlar. Yani bizlerin maaşını en fazla 1.070 lira civarlarına çekmeyi düşünüyorlar. Bu hak kaybına müsaade etmediğimiz için bizleri geri almak istemiyorlar. Şartlar ne olursa olsun hak verilmez alınır, mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Burası bizim işyerimizdi. Ekmek kapımızdı diyerek mücadelemize devam ediyoruz. Şimdi şu süreçte içinde olan insanların kundakta mama isteyen çocukları var. Hastaları var, ailelerine mutfak parası veremeyecek durumdalar. Kirasını ödeyemeyecek durumda olan insanlarımız
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
anlatıyor yelim ki yönetim kadrosundan insanı göstermelik olarak işe koysanız ne olacak. Bir hak arayamazsa, hakkını sorgulayamazsa, uğradığı haksızlıkları dile getiremezse ne olacak. Siz ağacın kolunu, bacağını yani dallarını budarsanız, ağacı meyve veremeyecek pozisyona getirirseniz, o ağaç ne yapar, kurur gider. Bizlere güçleri yetmeyecek, bizler Enerji-Sen olarak DİSK’e bağlıyız. DİSK yöneticileri de haksızlığa uğradığımızı biliyor. Bizlerin yanındalar. Bunun bir de kamuoyu ayağı var, medya ayağı var. Biz kamuoyundan ve medyadan umutluyuz.
Devrimci demokratik kitle örgütlerinden beklentileriniz nelerdir? Nazım Altıngül: Demokratik kitle örgütleri geçtiğimiz yılki direnişimizde bize çok destek verdiler. Şu süreç henüz yeni, çadır kurmadık. Şimdi biz sahalarda direniyoruz. İşten atılan arkadaşlarımızla direniyoruz. Bu mücadeleyi veriyoruz. Demokratik kitle örgütlerinin bizleri desteklediğinin bilincindeyiz. Onları her zaman yanımızda görmek istiyoruz.
Bu süreçte ne tür eylemler yapmayı planlıyorsunuz? Ali Çakıcı: Biz şunu da söylüyoruz. İşçinin öf-
var. Ekonomik olarak yükümlülük taşıyan hepimiz aynı durumdayız. Bizleri işimizden alıkoyup Taksim’e bu alanlara sürükleyen, bu yaşananların sorumluları Cengiz Kolin LİMAK şirketi. Direnişimizden, emeğimizden kesinlikle ödün veremeyeceğiz. Direnişimize devam edeceğiz. Kazanacağımıza eminiz.
kesi sokakta sizlere karşı mücadele ediyor. Şu anda halkın içerisinde bulunduğu durumu da göz önüne alacaksınız. Biz bu direnişi, sistemle çelişkisi olan herkesle yürüteceğiz. Yarın halkla karşı karşıya kalınca ne yapacaksınız. Halkın gücü sizin korkulu rüyanız olur. Onu gösterir diyoruz. Biz burada bir hukuku çalıştırmak için mücadele ediyoruz. Hukukun üstünlüğü edebiyatını parçalayan iktidara da çağrı yapıyoruz. Burada hukuksuzluğu yaratan sizlersiniz. Gazlarınızla, TOMA’larınızla saldırsanız da direneceğiz.
Burada çadır kurma vb. gibi girişimleriniz olacak mı? Cömert Sezgin: Sendikanın yönetim kurulu bu süreçte böyle bir karar almayacağını belirtti. Kurulursa burada beklemeyi kesinlikle düşünüyoruz. Mağdur olduğumuzu düşünüyoruz her şeyden önce. İşten çıkarmanın bir nedeni olur. Bize hiçbir şey söylenmedi. Esas amaçları Enerji-Sen’i bitirmektir. Sendikayı tasfiye etmektir.
İşten çıkarmalarla ilgili size herhangi bir açıklama yapıldı mı?
CÖMERT SEZGİN LİMAK şirketi sendikal mücadelenin önünü kesmek için sizleri işten attı diyebilir miyiz? Nazım Altıngül: Sendikamız Enerji-Sen’i bitirmek istiyorlar. Zaten şu anda tasfiye etmiş durumdalar. Yöneticilerimizi komple işten atıldı. Üyeleri işten atıldı. Göstermelik olarak üyeleri var ama onlar az önce anlattığım gibi hakkını ve hukukunu sorgulayabilecek durumda değiller. Ama şu anda gerçek işten atılanlar sendikanın omurgasını oluşturan, sendika yönetiminde olan, sendikasını, hakkını ve mücadelesini savunan kesimler. Şimdi 5-10 tane di-
Ali Çakıcı: Hiçbir açıklama yapmadı. Kriterlerimiz diyorlar kriterleri neyse yani. Kriterlerimiz, şirket anlayışımız, prensiplerimiz diyorlar. Örgütlü olduğumuz ve örgütlü sınıf sendikasının içerisinde olduğumuz için Enerji-Sen’i tasfiye ediyorlar. Şimdi TES-İŞ diye bir sendika var. Sermayenin bir yan kuruluşudur. Onlarla rahat bir zeminde hareket etmek için onlara hiçbir şey yapmıyorlar. Burada biz bu sendikayı kurarken noter ücretlerini kendimiz verdik. Bu sendikanın yöneticileri bizim gibi sahada çalışan bunun dışında hiçbir maaşı olmayan arkadaşlarımız. Korkuları, kaygıları örgütlü olmamızdan başka hiçbir şey değil. Arkadaşlarımız işe geri dönünceye kadar mücadelemiz devam edecek.
emek haber
09
Tekstilde dev grev TEKSİF sendikası ile Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası arasında şubat ayından bu yana yürütülen 23. Dönem Grup Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinden sonuç çıkmayınca sendika grev dedi TEKSİF sendikası ile Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası arasında yürütülen Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde sonuç çıkmayınca, TEKSİF sendikası grev kararı aldı. Yaklaşık 12 bin 500 üyesiyle 30 işyeri ve işletmede grev kararı alan sendika, ilk etapta 10 bin üyesiyle 15 Ağustos’ta greve başladı. İkinci grupta yer alan yaklaşık 2 bin 500 işçi ise 19 Ağustos’ta greve başladı. Çoğu işyerinde tarihlerinde ilk kez greve çıkan işçilerin taleplerinin başında yüzde 15 zam krizde yılda 2. 5 maaşa düşürülen ikramiyelerinin yeniden 4 maaşa çıkarılması geliyor. Buna karşın işveren sendikası işçilere 3 maaş ikramiye ve yüzde 3 zam önerdi. Grevin başladığı işyerleri arasında Akın Tekstil, Altınyıldız,Orta Anadolu Mensucat,Saray Halı, Söktaş Tektsil, Vakko, Yünsa, Levi Strauss, Broderinarin gibi firmalar da yer alıyor. Sendikada tarafından 15 Ağustos’ta
yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Tekstil işçisinin baskıya boyun eğmeyeceğiz. Bu yolda 30 işyeri ve işletmede 12 bin üyemiz ile birlikte el ele kol kola, tek yürek olarak bugün itibarıyla grevi uygulamaya başlamış bulunuyoruz. Masada demokratik yollarla uzlaşmayan, hak ve emeği sömüren zihniyet, şüphesiz ki bunun hesabını üretimden gelen güçle, tekstil işçisinin bu onurlu yolunda grevle çok ağır ödeyecektir.” denildi. Grev uygulamasını Çerkezköy’deki Yünsa Fabrikasında başlatan TEKSİF Genel Başkanı Nazmi Irgat, bu dönem kriz bahanesiyle gasp edilen hakları geri istediklerini kaydetti. Patronların sürekli ekonomik krizi bahane ederek kazanılmış hakları geri aldığını belirten Irgat, işçilerin bedenlerini taşın altına koyduklarını artık sıranın patronlara geldiğini ifade etti. 4 ikramiye taleplerinden vazgeçmeyeceklerini söyleyen Irgat, ücretleri asgari ücret seviyesine inen işçilerinin bu şekilde nefes alabileceğini vurguladı. Irgat, ücret zammı konusunda da gerçeği yansıtmayan enflasyon rakamlarına ‘evet’ demeyeceklerini dile getirdi. Grevi halaylarla karşılayan Yünsa işçileri sloganlarla fabrika önünde grevlerini sürdürüyor. Bu arada grev dalga galga yayılıyor. İstanbul’da bir çok tekstil bölgesine sıçrayan grev, diğer illerde de dalga dalga yayılıyor.
10
kadın haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Kadinlarin katline devlet tesviki ’ Gezi Parkı direnişi sırasında gözaltına alınan kadınların polis tacizine uğraması, çeşitli kadın örgütleri tarafından Taksim Meydanı’na yapılan yürüyüşle protesto edildi Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun hazırladığı rapora göre Temmuz ayında 18 kadın katledildi. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü yanında kocası tarafından katledilen kadının devletten defalarca koruma istediği ortaya çıktı. Bolu'daki Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü ise kadın sığınma evinin adres bilgilerini yayınlayarak katliamlara davetiye çıkardı Kadın katliamlarının tıpkı işçi katliamları gibi ‘sıradan’ bir gündem olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Onların katledilmelerini koşullayan insanın insanı sömürdüğü, özel mülkiyet ilişkileri sistemindeyiz. Bu yüzden kadınların eşleri, kardeşleri, babaları ve diğer yakınları tarafından vahşice katledilmeleri toplum için ‘alışıldık ve kader olarak kabul gören’ bir üzünç olmaktan öteye gidemiyor. Cılız da olsa kadınların katliamlara, tacizlere, tecavüzlere karşı mücadele etme ve örgütlenme çabaları burjuva-feodal medyanın ve onun etkisindeki toplumun kör ve sağır duvarlarına çarpıyor. Devletse zaten bu katliamları koşullayan sistemin koruyucusu olarak kadınları ‘koruduğu’ yalanı arkasına sığınarak tüm pratiğiyle gün ve gün katliamları, tecavüzleri açıkça teşvik ediyor. Tecavüzcüleri aklaması yetmiyormuş gibi tecavüze uğrayan kadınları ‘suçlu’ ilan ediyor. Sözde kadınları korumak için ülke gerçekliğinde sayıları güdük olan ‘sığınma evleri’ açarken bir yandan da ka-
dınların katliamcıları onları rahatlıkla bulabilsin diye bu evlerin adreslerini yayınlıyor. Kadınlar yalnızca seyretmekle yetinen karakolların ve polislerin yanı başında katlediliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Temmuz ayı raporunu açıkladı. Rapora göre Temmuz ayında ikisi trans toplam 18 kadın katledildi. Yaşanan katliamlarda kadınları katledenler ise her zamanki gibi yargılanmadı. Rapora göre kadınlar en çok ayrılık ya da boşanma sebebiyle öldürülürken cinayetlerin yüzde 39’unun sebebinin ise bilinmediği iddia edildi. Katledilen kadınların yüzde 27. 7’sinin katilinin henüz bilinmediği öne sürülürken, kadınların yüzde 27. 7’si eşleri, yüzde 16. 7’si
eski eşleri, yüzde 11.11’i tanıdığı herhangi bir kişi, yüzde 5.55’i oğlu ve yüzde 5.55’i tanımadığı bir kişi tarafından katledildi. Temmuz ayı raporuyla birlikte 2013 yılında toplam 124 kadının katledildiği kayıtlara geçmiş oldu.
Koca katletti polis izledi Beyaz Bal adlı bir kadın 9 Ağustos’ta kocası tarafından Beyoğlu Emniyeti’nin yanında polislerin gözü önünde katledildi. Bal saldırıya uğradığı esnada polisler sadece izlemekle yetinerek herhangi bir müdahalede bulunmadılar. Burjuva-feodal basınsa Bal'ın öldürülmesi sırasında polisin olay yerine zamanında gelerek müdahalede bulunduğunu iddia ederek gerçekleri karartma görevini layıkıyla yerine getirdi. Bal’ın
birçok karakola başvurarak koruma istediği öğrenilirken genç kadının yakını Ahmet Gönen, “Kadın karakola başvuruyor devletin sahip çıkması lazım. Bu nereye kadar sürecek? Bunlara idam cezası verilsin biz böyle istiyoruz” dedi. Bal'ın kocasıyla anlaşamadığı için boşanma kararı alıp, çocuklarıyla birlikte yeni bir hayat kurduğunu anlatan Gönen,“Kadın ekonomik durumunu falan da düzeltmişti, bitkisel ilaçlar satıyordu. Eşiyle de yanılmıyorsam işi gücü olmadığı için ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkları olduğu için ayrılma kararı almıştı, biz de saygı duyduk. Bayramın 2’nci günü başkası tarafından eşini arattırıyor. ‘Biz ilaç almaya geleceğiz’ diyorlar. Komplo kuruyorlar ilaç verecekken arkasından bıçakla müdahale ediyor. Aynı zamanda bizim kızı-
NKP-M seçimleri boykot ediyor Nepal Komünist Partisi-Maoist bir açıklama yaparak Kasım ayında yapılacak 2. Kurucu Meclis seçimlerini emperyalizm ve Hindistan yayılmacılığının direktifiyle yapıldığını belirterek seçimleri boykot edeceğini açıkladı Bilindiği gibi uzun dönemdir ertelenen seçimlerin en son geçtiğimiz haziran ayında yapılamasına karar verilmiş ancak seçimler haziranda da yapılmamıştı. Bunun üzerine seçimlerin 19 Kasım 2013 tarihinde yapılamasına karar verilmişti. Birleşik Nepal Komünist Partisi (Maoist) (BNKP(M))’den Mohan Baidya (Kiran) öncülüğünde ayrılan Nepal Komünist Partisi-Maoist (NKP-M) ise seçimleri boykot edeceğini resmen açıkladı. NKP-M mutlak olarak seçimlere karşı olmadıklarını ancak emperyalizmin ve Hint yayılmacılığının direktifiyle yapılan bu seçimlerin halk anayasasını oluşturmak için
değil ülkeyi daha da bağımlı hale getirmek için yapıldığının altını çizdi. Yapılan açıklamada “Bundan dolayı partimiz NKP-M aktif ve sağlam bir şekilde bu sözde seçimleri boykot etme kararı almıştır’ denilerek alınan kararı etkili ve başarılı kılmak için kitlelere boykota katılım çağrısı yapıldı.
“Seçimler emperyalizm ve Hindistan yayılmacılığının etkisi altında yapılıyor” “Toprak reformu ve bağımsız ulusal ekonomi oluşturma görevleri ihmal edilmiştir. Ülke yoksulluk altında çile çekiyor. Yolsuzluk ve karaborsa yaygınlaşmıştır. Bizim boykot hareketimiz bu sorunlara karşıdır.’’denilen açıklamada seçimleri boykot edilme kararına gerekçe olarak özetle şunlar sıralandı; Seçimler ülkeyi yabancı güçlerin etkisi altına sokmak ve ülkeyi Sikkimizasyona (Hindistan bağımlısı) getirmek için yapılmaktadır; demokratik eğitim, yargı sistemi ve laikliğin oluşturulması, ulusal, demokratik ve bilimsel bir kültürün oluşturulması gibi hususlar anayasaya dâhil edilmelidir, ülke gitgide faşizme doğru ilerlemektedir, burjuva sistemlerdeki güçler
ayrımı ve bağımsız yargı dahi yok edilmiştir; seçimlerin siyasi mekanizması önceki kurucu meclisin başarısız olması ve dağılmasını sağlayan liderler tarafından kurulmuştur; Geçici Anayasa’nın anayasaya aykırı ve demokratik olmayan bir şekilde revize ve ihlal edilmesi yoluyla 14 Mart 2013’te alınan gerici kararnameye dayanan seçimlerle Halk Anayasasını yazmanın herhangi bir temel ve imkanı yoktur; 14 Mart 2013’te alınan gerici kararnamenin iptal edilmesi ve diğer partilerle birlikte önerdiğimiz tüm partilerin katıldığı bir yuvarlak masa toplantısı sonrasında partiler arası uzlaşı temelinde bir ulusal birlik hükümetinin kurulması taleplerimiz görmezden gelinmiştir.
“Federal Halk Cumhuriyeti kurulmalı” Gerici devletin sona erdirilerek yerine Federal Halk Cumhuriyeti kurulması gerektiği belirtilen açıklamada NKP-M’nin talepleriyse özetle şöyle sıraladı; -Ülkenin ulusal bağımsızlığını ve egemenliğini savunarak 1950’den beri imzalanan tüm eşitsiz anlaşmaların iptal edilmesi ve ortak çıkarlara ve eşitliğe dayalı anlaş-
gençlik haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
mız karakollara başvurarak koruma istedi ama yine devlet sahip çıkmadı.” diyerek tepkisini dile getirdi.
Bolu kadın sığınma evinin adresi teşhir edildi Polisin kendisinden koruma talep eden kadınları görmezden geldiği, yanı başındaki katliamlara kayıtsız kaldığı yetmiyormuş gibi bir de devletin pek ‘yetkili ve saygıdeğer ‘ kurumları kadın sığınma evlerinin adresini yayınlayarak katliamları teşvik ediyor. Bolu Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü 'Kadın Konukevlerinin Açılması ve İşletilmesi' yönetmeliğine aykırı bir şekilde kadın sığınma evinin adresini teşhir ederek katliamlara davetiye çıkardı. Bilindiği gibi kadın sığınma evlerinin adresleri yönetmelik uyarınca kadınlara zarar verebilecek kimselerin onlara ulaşamaması için kamuoyunda ifşa edilmez. Ancak Bolu Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, kadın konukevi için açtığı ihale ilanında kadın konukevinin adres ve telefon numaralarını 'Yüklenici mutfağında yemek pişirme yoluyla mamul yemek alımı, dağıtımı ve servis hizmetleri işi' ilanıyla yerel bir gazetede yayınladı.
Yaşanan sadece bir ‘dikkat eksikliğiymiş’(!) Kadın Konukevinin adres ve telefonunun yayınlanmasıyla ilgili açıklama yapan Bolu Aile ve Sosyal Politikalar Müdürü Necdet Baytok ise ‘arkadaşlar dikkat etmemişler’ sözleriyle olayın vahametini ortaya çıkardı. Baytok kendisini şu sözlerle ‘savundu’; "Kamu ihaleleri için EKAP sistemi var ve bizden bununla ilgili bilgi istemişler. Bizim arkadaşlarımız da konuyla ilgili adres ve telefon numaralarını bildirmişler. Normalde gizlilik ilkesi gereği kadın konukevlerinin adres ve telefonlarının verilmemesi gerekiyordu. Arkadaşlar dikkat etmemişler. Konuyla ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Bolu Valiliği'ni bilgilendirdik. Kadınlarımızın zarar görmesini istemezdik ve böyle bir talihsizlik olmuş." Bolu Valisi İbrahim Özçimen ise kadın konukevinin gazeteye verilen ihale ilanıyla ifşa edilmesiyle ilgili soruşturma başlattıkları ve müdür vekilini ‘soruşturmanın selameti için’ görevden uzaklaştırdıklarını öne sürerek tepkilerin önüne geçmeye çalıştı.
maların imzalanması -İşçilerin, köylülerin, kadınların, Dalitlerin, yerli halkların, Madhesislerin, Müslümanların, bölgelerdeki ezilen halkların ve ulusal burjuvazinin haklarının tesis edilmesi ve ezilen sınıf ve toplulukların haklarının sağlanması, ezilen sınıflar ve topluluklar için tüm devlet organlarında tam orantılı seçim ve temsil sistemi sunulmasını -Kadınlar, Dalitler ve Müslümanlar için ayrıcalıkların garanti edilmesi -Ezilen ulusların kimliğinin tanındığı, ulusal özerkliği içeren olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanıyan ve yerel kitlelere doğal kaynaklar üzerinde ayrıcalığın tanındığı bir federal sistemin kurulması -Halkın, eğitim, sağlık, gıda sorunu, iş ve konut sorunu dâhil geçim sorunuyla ilgili temel sorunlarının çözülmesi -Bağımsız ulusal bir ekonomi kurulması, feodal toprak egemenliğine son verilmesini ve devrimci toprak reformunun yürütülmesi Öğrencilerin, öğretmenlerin, profesörlerin, gazetecilerin, yazarların, entelektüellerin, sanatçıların haklarının ve çıkarlarının korunması
11
Devletin zihniyeti bu müdürü ne yapsın(!) Trabzon Milli Eğitim İl Müdürü Tamer Kırbaç Sosyal Bilimler Lisesi’nde erkek ve kız öğrencilerin aynı binada altlı üstlü kalarak aynı merdivenleri kullanmalarının iki yıldır kendisini rahatsız ettiğini (!) iddia ederek okulun taşınmasını sağladı Erkek egemen gerici zihniyetin yansımalarının devlet erkinin her kademesinde var olduğu ve bunun türlü yansımalarını her gün yeniden ve yeniden görmemizin bizi şaşırtmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Son olarak Trabzon Milli Eğitim İl Müdürü Tamer Kırbaç erkek ve kız öğrencilerin altlı-üstlü katlarda kalmalarının ve aynı merdivenleri kullanmalarının kendisini iki yıldır rahatsız ettiğini ve diken üstünde oturmasına sebep olduğunu (!) söyleyerek Sosyal Bilimler Lisesi’nin Esiroğlu beldesindeki YİBO’ya taşınmasını sağladı. “Bu okulda öğrencilerin bir kısmı yatılı olarak okulda kalıyor. Bu nedenle okulun bir yurt ihtiyacı vardır. Şimdiki binasında sınıfları kapatıp yurt yaptık. Öğrenciler sınıftan bozma odalarda kalıyor. Bir de erkek öğrenciler ile kız öğrenciler aynı binada altlı üstlü kalıyor.Aynı merdiveni kullanarak istirahata çekiliyor. Aynı
merdivenleri kullanarak uyumaya gitmeleri inanın beni iki yıldır rahatsız ediyor ve diken üstünde oturmama sebep oluyor”’ diyen Kırbaç’ın hastalıklı zihniyetini protesto eden velilerin tutumuysa adeta ayrı bir vahamet.
Veliler öğrencileri ‘savunuyor’ Okul önünde açıklama yapan veliler “Milli Eğitim Müdürü’nün ‘İki yıldır diken üstünde oturuyorum, kız ve erkek öğrencilerin aynı merdivenleri kullanarak uyumaya gitmeleri inanın beni rahatsız ediyor’ sözlerini de esefle karşıladığımızı buradan bildiriyoruz.Milli Eğitim Müdürü, gözbebeğimiz çocuklarımızı, okul idareci ve öğretmenlerimizi zan altında bırakmıştır. Öğrencilerimiz, ayrı ayrı merdivenleri kullanarak kendi pansiyon katlarına çıkmaktadırlar. Bu durum Milli Eğitim Müdürü’nün Sosyal Bilimler Lisesi’nden ne kadar habersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Trabzon’un en güvenilir okulunu, kadro ve öğrencilerini bu şekilde töhmet altında bırakmanın ne anlama geldiğini Trabzon halkının anlayışına bırakıyoruz” sözleriyle öğrencileri “savundular”.
Yurtlarda ‘haremlik-selamlık’ devri Öte yandan Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın talimatıyla Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun karma
öğrenci yurtlarında değişiklik uygulamasına başlandı. Yeni uygulamayla birlikte yurtlarda haremlik-selamlık döneminin başlatılması için start verildi. Kurumdan tüm bölge müdürlüklerine ve merkez yurt müdürlüklerine dönüşümlerine ilişkin gönderilen talimatta “Yurt kapasite düzenlemeleri” başlığı altında hangi karma yurtların tamamen kız veya tamamen erkek yurdu olarak hizmet vereceğini liste liste belirledi. Eğitim Sen Ankara Üniversiteler Şubesi Kadın Komisyonu ise bir açıklama yaparak "Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın verdiği gizli talimat doğrultusunda yurt yerleşimlerinin 'kız' ve 'erkek' öğrenci yurtları olarak ayrıştırılmasının planlanmasını protesto etti. Yapılan açıklamada ‘haremlik-selamlık’ uygulaması için şimdiye kadar atılan adımlar şöyle sıralandı; İstanbul’da bulunan Kadırga ve Edirnekapı karma öğrenci yurtlarının karma nitelikleri ortadan kaldırılmış, kadın ve erkek yurtları birbirinden tamamen ayrıldı, Ankara’da bulunan Atatürk Öğrenci Yurdu, karma niteliği kaldırılarak kadın yurdu haline getirildi, Aynı düzenleme doğrultusunda Ankara’da bulunan Tahsin Banguoğlu karma yurdunun erkek yurdu olarak, Nedim Zabcı öğrenci yurdunun ise kadın yurdu olarak düzenlenmesi planlanıyor.
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Büyük özgürlük uğrun Bütün büyük teoriler, stratejiler, taktikler, araç ve yöntemler son tahlilde gelip yoldaşlık denen olguda işlevlik kazanır. En keskin çatışmalar, ölümcül vuruşmalar yoldaşlık güveni ve ilişkisi içinde mümkün olur, olmuştur Devrim toplumsal bir ihtiyaç olmakla birlikte, tarihsel bir zorunluluktur da. Dolayısıyla ne gerici engellere sonsuz bir itaat sağlar, ne de sübjektif temele dayalı keyfi fikir ve teorik inkarla yok edilebilir. Devrim ve buna bağlı olarak devrimcilik nesnel bir durum ya da gereksinimdir. Tabiatıyla sürdürülmesi de tarihsel bir görev ve zorunluluktur. Bütün nesnel zeminine paralel olarak devrim ve devrimcilik aynı zamanda bir bilinç ve bilimsellik ürünüdür de. Yani, insanlık toplumunun tarihsel gelişimi, tecrübe ve her türden birikimi de devrim ve devrimciliği koşullar ve bir ihtiyaç olarak doğrular. En önemlisi de bu devasa süreç devrim ve devrimcilikte mutlak bir rol oynar. İnsanın bilgi ve bilinci de bu sürecin doğru orantılı doğumu ve eseridir. Nesnel durum kendiliğinden devrime çıkamayacağına göre, nesnel koşula uygun bilinçli insanın dinamik rolü devrim için bir şart olarak tayin edici önem kazanır. Devrim nesnel yasalar gereği bir ihtiyaç olarak toplumların karşısına çıkar ve toplumsal bilinç ya da bilinçli insanın dinamik rolü, devrimci ilkeler aracılığıyla bu nesnel zeminde değişim unsuru olarak görev alır. Devrimci dönüşüm pratiğini yaşama geçirir. Devrimin gerçekleşmesinde nesnel yasa ve zeminle buluşan devrimci teori ve pratik temel ilkedir. Ancak bu ilke, kitlelerin kucaklanıp kavranmasından bağımsız düşünülemez. Devrimci süreçte stratejik temel ilkeler reddedilemezken, bu ilkelerin kendisine uygun örgütsel yetenek, maddi güç ve araçlar, ahlaki ve kültürel çerçevede dizilen metotlara muhtaç olduğu da unutulamaz. Özcesi, devrim veya devrimcilik kendi değerler bütünü içinde biçimlenip yol almak durumundadır. Şayet genel ilkeleri geçmeyen kurulukta sabit kalarak, canlı ilkeler ve diğer gereksinimleriyle buluşamaz ise devrim ve devrimcilik başarısızlıklar üzerinde patinaj yapmaktan kurtulamaz. Devrim gibi devrimcilik de kendisine uygun değerleri taşıyan yetenekli kadroların öncülüğünde geliştirilebilir. Sadece genel ilke ve stratejiler yeterli olsaydı devrimler için bir çalışma, mücadele ve örgütlenmeye ihtiyaç duyulmaz, bir savaşım söz ko-
nusu olmazdı. Oysa devrim, bütünlüklü bir konsept olarak ele alındığında, devrimin ancak iradi bir müdahaleyle mümkün olduğu/olacağı tarihsel tecrübe tarafından sabitlenmiştir. İlkelerin yanı sıra, bu ilkelerle uyum içinde şekillenen ve anlam kazanan araçlar, metotlar, örgütlenme ve mücadele insan unsuru tarafından anlamlandırılarak pratiğe dökülür. Bu genel doğru bizleri şuna götürür; ilke ve teori ile alakalı olduğumuz kadar, bu zemini ete kemiğe büründüren kadro ve kadronun niteliği de devrim sürecinde temel bir rol oynadığından, üzerine kafa yormamız gereken bir mesele olarak önümüzde durmaktadır Bilimsel devrime olan inanç yoldaşlıkla kamçılanır, güç kazanır. Devrimin kadroları ve devrim uğraşı veren her devrimci mutlak biçimde devrimci değerleri mümkün olduğunca en iyi şekilde temsil etmek durumundadır. Pratik gerçeğin farklı işlemesi bizi ihtiyaç olan doğrudan uzaklaştırmamalı, uzaklaştıramaz da. Sürekli olması gerekeni yakalama ve iddiamıza uygun konumlanıp şekillenme her şartta geçerli olan doğrudur. Devrimcilik, yaşam tarzı olarak kuşanılması gereken bir zorunlulukken, bunun her düzeyde sulandırılması son tahlilde devrimciliği tasfiye eden realitedir. Devrimcilik ve yoldaşlık her aşamada temsil edilmesi ve örülmesi gereken bütünlüklü bir değer ya da içerik arz etmektedir. Aslına uygun olarak pratikleştirilmeden doğru temsil edilemez. Bunu basit prensiplere indirerek açıklarsak: Devrimcilik, proletarya ile halk kitlelerinin ve nihai anlamda tüm insanlığın kurtuluş ve özgürlüğü ekseninde gündeme gelen devrimci ideoloji, teori ve pratik ilkeler çerçevesinde oluşan ortak örgütsel zeminde yoldaşlığa dönüşür ya da yoldaşlık olarak anlam kazanır. Aynı zamanda bu bileşkelerdeki parti platformu yoldaşlığın genel tarifidir. Yoldaşlık devrim veya daha ileri amaç temelinde sızıntı geçirmez kadar sıkı ama tali derecede fikir farklılıklarını da ihtiva eden kuvvetli bir bağ ve birliği ifade eder. Temel harcı devrim ve devrimci amaçların oluşturduğu sınıfsal kolektif çıkardır. Büyük özgürlük uğruna devrim hedefinin tek çatı altında formüle edilen ortak mücadelesi yoldaşlığı tanıtlar. Yoldaşlık bu temel üzerinde yükselen ulvi bir statüdür. Yoldaşlık hukuku, devrim ve komünizm davasından başka çıkarlarla belirlenmeyen ve devrimci amaçtan feyiz alan en nitelikli ve en ileri bir hukuktur. Amaç, ilke, çıkar ve genel değerler ortak ya da esasta aynı olduğundan yoldaşlık hukukunda yaşanan her hata sınıfa, kolektife ve davaya karşı işlenmiş olup, yaşanan her olumsuzluk da ortak değerlere verilen zarar ve
yıpratmayı ifade eder. Buna karşın yoldaşlığın gerçek muhtevasına uygun olarak doğru temelde egemen kılınması ise partiyi, mücadeleyi ve devrimi güçlendirerek ilerlemesine yol açar. O halde yoldaşlığın iyi temsil edilip yoldaşlık gereklerinin yerine getirilmesi şarttır. Şayet yoldaşlık ilişkisinde gerekli ölçüler taşınıp gereklilikleri yerine getirilmez ise yoldaşlık zemini zayıflar. Bu da yoldaşlar arası birliği, güveni ve sağlam pratik ya da eylem ve davranışı gevşetir. Oysa yoldaşların ortak amaç ve hedeflere dönük çaba ve çalışmalarındaki birliği, dayanışması ve birbirlerine güveni yaşamsal önemdedir. Karşılıklı saygı, sevgi ve bağlılık es geçilemez bir halkadır. Yoldaşlığın ‘’kutsallığı’’ paylaşılıp temsil edilen ortak dava ve değerlerin yüceliğinden gelir. Öyle ki, bu mantalite omuz omuza çatışmaları, sırtını yoldaşına dayamayı, canını yoldaşına emanet etmeyi ve yoldaşına siper olmayı olgulaştıran bir bağı/bağlılığı veya gerçeği besleyendir. Her yoldaş onurlu ve bir o kadar da yüce bir uğraşın, eylemin ve amacın parçasıdır. Fedakarlık, özveri, çıkarsız paylaşım, devrim işçiliği, proletarya ve halka bağlılık, halkın hizmetkarlığı, en üst seviyede bedel ödeme, zorluklara göğüs germe, gerici-
liğe karşı toplumsal ilerleme uğruna savaş-ım gibi bir dizi olumlu özellik bu kimliğin taşıdığı karakteristiklerdir. Dolayısıyla her yoldaş bu niteliği gereği sonsuz bir saygıyı hak etmektedir. Yoldaşların şu veya bu biçimde küçümsenmesi, gerilik veya yetersizliklerinden ötürü rencide edilmesi veya dikkate alınmaması, kendilerine gereken değerin verilmemesi, dedikodu yoluyla yıpratılıp teşhir edilmeleri vb yaklaşımlar asla benimsenemez. Yoldaşın kendi yoldaşını dedikodu aracıyla yıpratıp teşhir etmesinin yanlışlığı tartışılmaz bir gerçekken, yoldaş kendi yoldaşının dedikodu vb yöntemlerle teşhir edilip yıpratılmasına her şartta karşı çıkıp yoldaşını korumalıdır. Her yoldaş mümkün olan en iyi özellikleri üzerinde barındırmak durumundadır. Yoldaşlarıyla ilişkilerde olduğu gibi, halkla ilişkilerde de son derece saygılı, ölçülü ve dürüst olmalıdır. Konuşma ve davranışlarında saygılı olduğu kadar, yaşamında da örnek bir kişilik temsil etmek zorundadır. Unutulmamalıdır ki, yoldaşlık ilişkisi saygısızlık değil, saygılı olmayı gerektirir. Yoldaşız gerekçesiyle sergilenen ölçüsüz davranışlar doğru değil, yanlıştır. Bu saygının kişisel özelliklerden ziyade siyasi kimlik ve duruşa karşı gösterildiği bilin-
perspektif
na devrimde yoldaşlık!
mek durumundadır. Tarihimizde yoldaşlık ilişkilerinin muazzam derecede güzel örnekleri vardır. Yoldaşını koruyup kollama amacıyla canını feda eden yoldaşlarımızın olduğunu unutmayalım. Tarihimiz bu örneklerle doludur. Canlı süreçler de aynı gerçeğin emsalleriyle mevcuttur. İşte zindanlarda, dağlarda, fabrikalarda, kısacası tüm mücadele ve kavga alanlarında sergilenen fedakar mücadeleler ve kahraman direnişler bu örneklerdir. Ancak maalesef yoldaşlık ilişkilerinde özüne uygun olmayan davranış ve ilişkilere rastlamak da mümkündür. Özellikle tasfiyeciliğin nüfuz kazandığı bu günün şartlarında bu negatif örnekler daha sık görülmektedir. Yoldaşlık ilişkilerinde yaşanan dejenerasyonun safları terk etmeye kadar gittiği bilinmektedir. Ki, bu durum yoldaşlık ilişkisinin doğrudan devrim ve komünizm davasıyla mutlak bileşiklik içinde olduğundan ileri gelir. Yoldaşlık ilişkisini zayıf yaşayan ve bu ilişkide geri düşen yoldaşların bilimsel devrim bağlılığının zayıfladığını tespit etmek yanlış olmayacaktır. Bire bir her durum ve kopuş için iddia edilemez ancak genel olarak yoldaşlık ilişkisinde gerileyenlerin devrimden de uzaklaştığı söylenebilir. Zira ikisi
aynı değerler üzerinde ifade bulmaktadır. Örneğin bilimsel devrim inancı ve bağlılığı kuvvetli olan yoldaşların derin bir yoldaş ve halk sevgisine sahip olduğu birçok pratikte görülmüştür. Yoldaşlık sevgisinin sıcaklığıyla ölümü huzurluca göğüsleyen Ölüm Orucu şehitlerimizin yoldaşlığa atfettiği değer belleklerimizde tazedir. Sınıf iktidarı ve giderek sınıfsız/sömürüsüz/sınırsız dünya inşasına dönük tarihsel kavga, nesnel şartlardan bağımsız gelişemeyeceği gibi, yoldaşlık atölyelerinde inşa edilen değerlerden de tecrit edilemez. Yoldaşlığa verilen önem veya yoldaşlığın taşıdığı değer tam da bu kaynaktan doğar, büyür. Buradan da anlaşılır ki, yoldaşlığı dolu dolu ve gerçek içeriğine uygun olarak yaşayıp yaşatmak küçümsenemez ve ertelenemez bir gereksinimdir. Yoldaşlık güçlü zeminde bina edilmeden yoldaşlığın üzerinde anlam bulduğu devrimci ve komünist mücadele sıkı örülemez. Bütün büyük teoriler, stratejiler, taktikler, araç ve yöntemler son tahlilde gelip yoldaşlık denen olguda işlevlik kazanır. En keskin çatışmalar, ölümcül vuruşmalar yoldaşlık güveni ve ilişkisi içinde mümkün olur, olmuştur. Yoldaşlık ilişkisinde basit hesaplar, küçük-büyük çı-
karlar, kaygılar ve korkulara yer yoktur. Ancak bunun için yoldaşlığın gerçek içeriğine uygun yaşanması ve yaşatılması şarttır. Yoldaşlık adı altında yozlaşmış ve sulandırılmış ilişki biçimleri yıkılmaya ve yıkımlara açık olup gerçek yoldaşlık ilişkilerini temsil edemeyen bozulmadır. Bu olumsuz örneklerden hareketle yoldaşlığı mahkum etmek ya da yoldaşlık ilişkisinde yoldaşlıktan öte davranışlara girmek doğru olmadığı gibi kabul de edilemez. Milyonlarla ve hatta milyarlarla ifade edilen dünya insan nüfusu içinde sadece belli bir azınlığın yoldaşlık sınırları içinde diri olduğunu göz önüne almak onun anlamını daha da net olarak açığa çıkarır. Bu şartlarda yoldaşlığın tüm değerleriyle özenle korunması elzemdir. Bu devrim tasfiyeciliği önüne dikilmiş bir settir de. Proleter devrimcilik gibi yoldaşlık da su duruluğunda arı ve temizdir. Geri burjuva toplum ve kültüründen uzak, tamamen insani değerler zemininde daha nitelikli olan komünist devrimci değerlerle billurlaşır. Haksızlık ve yanlışlar karşısında ilkesel bir duruşla doğru ve haklı olandan, bilimsel ve dürüst olandan, ilerici ve devrimci olandan yanadır devrim ve komünizm ideali ile belirlenen yoldaşlık ahlakı. Bu ahlak, sınıf ayrımı gözetmeyerek halk kitleleri ve bu kapsamdaki insanlara karşı saygılı olmak gibi, sınıf nitelemesini gözetme koşuluyla genel olarak insana değer veren, insanı küçümsemeyi reddeden, gerici toplumsal sistemlerin insanlara dayattığı gerilikler karşısında insanı horlamayan, kötülüklerin kaynağını gerici toplumsal sistem ve dünya gericiliğinde tespit ederek mücadelesini buna yönelten, sınıfsal çıkarlar ekseninde birlik ve örgütlü davranışı benimseyen, kişisel hiçbir çıkarı kolektif çıkar ya da sınıf çıkarlarının önüne koymayan, kolektif çıkarlar uğruna fedakarlıklardan sakınmayan, ilerici olan her öğeyi koruyarak birleşen, tüm tercihlerini doğru-yanlış ekseninde ele alıp doğru ile yanlış arasında net ve ilkeli duruş alan ve her şeyden önce dürüst olmayı ilke edinen bir derinlik ve muhtevaya sahiptir. Yoldaşlık ilişkilerinin ön gördüğü eşitlik ve özgürlükleri fırsat olarak belleyen ya da bu ilişkiyi yanlış yorumlayarak yoldaşlık ilişkisine yaslanarak sergilenen her türden ölçüsüz, saygısız ve zedeleyici davranış hatalı ve yoldaşlığa yabancıdır. Bu mecrada gelişen yaklaşımlar gerici kültürden etkilenen kendine yabancılaşmayı temsil eder. Hiçbir yoldaşlık bağı yoldaşını küçümsemeyi, rencide etmeyi, karalamayı, dedi kodu vb yöntemlerle teşhir etmeyi, yıpratmayı kabul etmez. Yoldaşlık ilişkilerinin bozulmasına hizmet eden bu davranışlar mutlak suretle terk edilip düzeltilmesi gereken çürüme-
yi, paslanmayı ve yabancılaşmayı ifade ederler. Yeteneklerimiz yoldaşlarımıza karşı bize imtiyaz vermez! Bilgi düzeyindeki farklılık, teorik seviyedeki fark, emek süreçlerinin dengesiz oluşu, pratik mücadeleler arasındaki eşitsizlikler, ilerilik ve gerilik gibi ikilemlerde hiçbir yoldaş diğer yoldaşını ezme tavrına giremez, girmemelidir. Üstünlük ya da yeteneklerimiz yoldaşlarımıza karşı imtiyaz aracı edilemez. Bilakis bunlar devrimci görevler ve yoldaşlık ilişkisinde daha fazla görev ve sorumluluklar almamızı gerektirir, başka bir şeyi değil… Fikir farklılıkları, yeteneklerin dengesiz olması, birinin daha yetkin olması ötekinin nispeten geri-yetersiz olması yoldaşlar arasında bir avantaj/dezavantaj konusu olamaz ve bu durum her hangi bir yoldaş tarafından kullanılamaz. Yoldaşın korunması yoldaşlığın korunması demektir. İçte korunmayan yoldaş dışta da korunamaz. Zayıflatılan her yoldaş ortak mücadelemizin zayıflatılması anlamına gelir. Örgütsel süreçler tabiatıyla farklılıklarla yaşanırlar. Bu da tecrübe ve birikimler gibi, yeteneklerin de farklı biçimlenmesini koşullar. Bu realiteden hareketle bir yoldaşın tecrübesiz vb olması ona karşı bizlere üstünlük vermez. Hele hele bu durum bir ayrıcalık ve imtiyaza hiç dönüştürülemez. İleri ve tecrübeli olanın kendisinden daha geri olan yoldaşı küçümsememesi gibi, geri veya tecrübesiz olan yoldaşın da kendisinden daha ileri olan yoldaşa karşı saygı sınırlarını zorlaması da benimsenemez. Pozisyonları belirleyen yetenekler olsa da bu pozisyonlar demokratik hak hukuk konularında bir öncelik vesilesi değildir. Bütün bu doğrulara karşın, alt-üst ilişkisinde düzenlenmiş olan hukuk ve disiplin kuralları her yoldaş için bağlayıcıdır. Üst kademelerin karar ve inisiyatifi bağlayıcı olup tanınmak durumundadır. Demokrasi, özgürlük, iki çizgi mücadelesi, yoldaşlık ilişkisi gerekçeleriyle örgütsel hukuk yok sayılamaz. Demokratik merkeziyetçi yasa gereği düzenlenmiş ilişki biçimi tartışmasız olarak geçerlidir. Kişisel değerlendirmelerimizi ölçü alarak, ‘’geridir, beceriksizdir’’ vb vs diyerek üst kademe yoldaşların inisiyatifini-yetkisini boşa çıkaramaz ve kıramayız. Tanımamazlık hiç yapamayız. Tartışılıp eleştirilmesi gereken her mesele demokratik merkeziyetçi işleyiş çerçevesinde uygun platformlarında ele alınarak neticelendirilmek durumundadır. Buna rağmen kişisel insiyatif ve değerlendirmelerimizi baz alıp genel işleyiş ve ilkelerimizin yerine koyarak hareket etmek asla doğru olamaz.
14 AKP’nin korkusu dinmiyor güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Devlet bir yandan Gezi Parkı direnişi süreciyle başlayan toplumsal uyanışı, polis zoruyla azgınca saldırılarla engellemeye çalışırken diğer yandan da her türlü meşru ve demokratik hak mücadelesini ‘suç’ ilan ederek toplumun en ileri dinamikleri olan devrimci, demokratik ve ilerici kurumları gözaltı ve tutuklama saldırılarıyla sindirmeye çalışıyor Gezi Parkı Direnişi’nin yarattığı etkiden korkan devlet halkı sindirmek ve toplum içerisinde korku yayarak yapılan tüm meşru ve demokratik eylemlerin ‘suç’ olduğunu iddia ederek ‘Gezi operasyonları’ dalgası başlattı. Haziran ayından beri başta İzmir, Ankara, İstanbul, Hatay, Adana ve daha birçok şehir olmak üzere ülkenin dört bir yanında defalarca baskınlar düzenlenerek yüzlerce kişi hukuksuzca gözaltına alınıp tutuklanarak halkın mücadelesi sindirilmek istendi. Hız kesmeden devam eden gözaltı ve tutuklama terörüne her gün bir yenisi eklenmeye devam ediyor.
Hatay ’da 13 kişi tutuklandı 22 Temmuz’da Antakya, Samandağ, Harbiye, Ekinci ve Serinyol ilçelerinde Gezi Parkı direnişi sebebiyle polis çok sayıda eve baskın düzenledi. Halkevleri, ESP, , TÖPG, SODAP, Kaldıraç ve Mücadele Birliği Platformu üyesi 17 kişi gözaltına alındı. Ev baskınlarının dışında Antakya’da direnişin merkezlerinden olan Sevgi Direniş Parkı’ndaki direniş çadırları da polis tarafından sabah saatlerinde baskın yapılarak söküldü, parkta bulunan direnişçilerse gözaltına alındı. Direniş parkına yapılan baskının “Antakya belediyesinin şikâyeti üzerine” yapıldığı öne sürüldü. 26 Temmuz’da getirildikleri Adana Adliyesi girişinde slogan atan 17 direnişçi polis tarafından darp edildi. Adliye önünde açıklama yapan Adana Emek ve Demokrasi Güçleri ise yapılan hukuksuzlukları teşhir etmek, gözaltı ve tutuklananların derhal serbest bırakılması talep etti. Açıklamaya Hatay’da polis tarafından katledilen Abdullah Cömert’in ağabeyi Zafer Cömert ve BDP Mersin Milletvekili ve HDK Yürütme Kurulu üyesi Ertuğrul Kürkçü de katıldı. Zafer Cömert yargılanması gerekenlerin direnişçiler olmadığını belirterek esasında Gezi direnişçilerini katledenlerin yargılanması gerektiğini açıkladı. İfadeleri savcılıkta alınan 17 kişi, tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edilirken direnişçilerden 13'ü tutuklandı. Tutuklanan 13
direnişçinin isimleri şöyle; ESP üyeleri Ozan Uğur Taş ve Yasin Yiğitdöl, TÖPG üyeleri Mithatcan Türekten, Sevinç Dok, Mahmut Durkal ve Devran Çağlar, Halkevi üyesi Cihan Çelik, Mücadele Birliği Platformu üyesi Özgür Aslanyürek, Kaldıraç okurları Mustafa Kemal Ersöz, Namık Kemal Ersöz, Sinem Badem ve Ali Şahin Kayırcı, SODAP üyesi Hakan Güngör. Tutuklanan kadın direnişçiler Karataş Hapishanesi'ne, erkek direnişçiler Kürkçüler F Tipi Hapishanesi’ne gönderildi.
Adana’da aralarında DHF’lilerin de bulunduğu 9 kişi tutuklandı Adana’da 23 Temmuz sabahı yapılan ev baskınlarında aralarında DHF üyesi Diren Taşkıran’ın da bulunduğu ÖDP, SYKP, SDP ve ESP üyesi 11 kişi gözaltına alındı. Mersin'de aynı gün yapılan polis baskınında gözaltına alına DHF üyesi Elif Çimen de Adana’ya getirildi. 26 Temmuz’da Adliye’ye getirilen 11direnişçi slogan atarken çevik kuvvet polisleri tarafından darp edildi. “İşkenceci polis hesap verecek” sloganları atan direnişçilerin ardından binaya giren ailelere de saldıran polis aileleri darp ederek aşağıya indirmeye çalıştı. Adliye önünde bekleyen aileler içeriye savcılık talimatı gerekçesiyle alınmadı. 2 ÖDP üyesinin savcılık sorgusunun ardından serbest
bırakılırken, Diren Taşkıran (DHF), Elif Çimen (DHF), Ozan Çakır (SYKP), Mehmet Ayan (SYKP), A. Cem Demir (SDP), Mert Kaya (Halkevi), Hasan Tatlı (SGD), Hakan Karaca (SDP) ve Büşra Toprak(SDP) mahkemeye sevk edildi. Tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen 9 kişi tutuklandı. Tutuklanan direnişçiler Karataş Hapishanesi ile Adana Kürkçüler Hapishanesi’ne götürüldü.
‘İşkenceci polis hesap verecek’ Polis Adliye önünde toplana ve tutuklanmalara tepki gösteren kitleye biber gazı sıkarak coplarla saldırdı. Kitle saldırı ve tutuklamaları "Devrimci tutsaklar onurumuzdur" , "İşkenceci polis hesap verecek" , "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganlarıyla protesto etti. 1 Ağustos’ta avukatlar tarafından yapılan itiraz sonucu DHF üyesi Elif Çimen ve Halkevleri üyesi Mert Kaya tahliye edildi.
DHF’linin ailesine gözaltı sırasında taciz Öte yandan 23 Temmuz’da Adana’da yapılan ev baskınlarında gözaltına alınarak tutuklanan DHF’li Diren Taşkıran’ın ailesi gözaltı sırasında tacize ve baskıya maruz kaldıklarını anlattı. Diren Taşkıran’ın annesi Hüsniye Taşkıran "Polisler evimize gece yarısı 2 ila 3 sıralarında geldi. Evi didik didik aradılar. Bunu doğru bulmuyoruz. Baskın anında
çok kötü olduk. Ne olduğunu şaşırdık. Sadece bize polis, 'Gezi Parkı olayında ifade verip geri dönecek' dedi. Ancak oğlum Diren 3 gün boyunca gözaltında kaldı. Adam öldürenleri dışarıya salıyorlar. Polisler eve girdiğinde silahlı ve kalabalıktılar" diyerek oğlunun Adana Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi'ndeki 3 günlük gözaltı süresinden sonra Adana Adliyesi sevk edildiğini, oğluyla birlikte 11 kişinin adliyeye girişleri sırasından slogan attıkları için polis tarafından darp edildiğini belirtti.
“Adliyede çocukları darp ederek bize baskı uyguladılar” Oğlunun gözaltına alınıp tutuklandığı sürede yaşadıkları baskıyı ve tacizi anlatan anne Taşkıran şöyle konuştu ;"Zaten yasal olan bir şey. Devlet bunu cezalandırmak için elinde geleni yapıyor. Çocuklarımızı gözaltına alıyorlar, darp ediyorlar. Bu sistem bizi ezmeye çalışıyor. Çocuklarımızı haksız yere yargılıyorlar. Adliyede kızımla beni, diğer aileleri ve çocuklarını darp ederek bize baskı uyguladılar. Küfür, el hareketi ve taciz ettiler. Tutuklama gerekçelerini bilmiyorduk. Bu sistem zaten keyfi davranıyor. Kendimi çok kötü hissediyorum. Bu devlette yasal olan hiçbir şeyi uygulamıyorlar. Kendi çıkarları için her şey yapılıyor. Bizler hakkımızı savunuyoruz. Kolay değil.
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
güncel haber
15
Gezi gözaltıları sürüyor da Sosyalist Gençlik Derneği üyesi Hüseyin Ali Kudret gözaltına alındı. İzmir, Hatay ve Samsun’da gözaltına alınanlar Ankara'ya götürüldü. 1 Ağustos’ta 6 kişi savcılık sorgusu sonrası tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilne 4 ESP ve SGD’li ise mahkemede serbest bırakıldı.
Gezi tutukluları aileleri Taksim’de eylemde
Halkın duyarlı olmasını istiyorum. Sisteme karşı insanların duyarlı olmasını istiyorum."
Direnişçilere 174 yıl hapis isteniyor Öte yandan Adana’da 1 Haziran’da çatışmalar sırasında gözaltına alınan ve daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan 11 kişinin iddianamesi hazırlandı. 11 direnişçi hakkında Adana 8. Asliye Ceza Mahkemesi'nde "2911 Sayılı yasaya muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar vermeye teşebbüs" iddialarıyla dava açıldı. “Valilik Konutuna zarar vermek”le 22 polisin yaralanmasından sorumlu tutulan direnişçiler hakkında 6 yıl ile 28 yıl arasında olmak üzere toplam 174 yıl hapis ‘cezası’ isteniyor.
ESP’ye Ankara, İzmir, Hatay ve Samsun’da baskınlar 30 Temmuz’daysa Ankara, İzmir, Hatay ve Samsun’da gerçekleştirilen baskınlarda 10 kişi gözaltına alındı. Ankara’da ev baskınları sonucu ESP İl Başkanı Fadime Çelebi ve ESP üyeleri Orhan Çelebi, Cenan Altunç, Ezgi İslam, SGD üyesi Eda Apaydın ile Eğitim-Sen yöneticisi Bülent Salmanoğlu ve Mazlum Çelik, İzmir’de, ESP üyesi Seda Baykan gözaltına, Samsun’da ESP üyesi Burcu Aslan, Antakya’-
Gezi Tutukluları Aileleri’yse her cumartesi Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yapıyor. 10 Ağustos’ta yapılan eylemde Gezi tutukluları ile katledilen direnişçilerin fotoğraflarını taşırken, "İçeride dışarıda hücreleri parçala", "Gezi direnişi tutukları ve şehitleri onurumuzdur" sloganları atıldı. BDP Milletvekili Sebahat Tuncel’in de destek verdiği eylemde söz alan tutuklu öğrencilerden Ulaş Emek Suna’nın annesi Rahime Sakinci, oğlunun Edirne F Tipi Hapishanesi’nde suçu olmadığı halde 'cezalandırıldığını' anlatarak, Başbakan’ın bilboard afişlerindeki sözlerine atıfta bulundu:"Başbakan resimlerde diyor ki; 'Bugün bayram birlikte olalım'. Ben seninle birlikte olmak istemiyorum. Seninle birlikte olmak demek, Ethem’in, Medeni'nin, Abdullah'ın, Ali İsmail'in katilleriyle bir olmak demektir. Seninle birlikte olmak demek, Roboskî'de akıtılan kana ortak olmak demektir. Seninle birlikte olmak demek, Reyhanlı'daki katliama ortak olmak demektir. Seninle birlikte olmak Rojava'ya ortak olmak demektir. Ben asla seninle birlikte değilim" dedi. Konuşmaların ardından yapılan basın açıklamasında, çok sayıda gencin iki aydan bu yana suçsuz olarak hapishanelerde tutulduğu ifade edilerek Gezi tutuklularının serbest bırakılması talep edildi.
Gezi tutsaklarına sansür 17 Ağustos’ta 7. Kez Galatasay Lisesi önünde Gezi Tutsaklarıyla dayanışma için yapılan eylemdeyse 12 Temmuz'dan tutuklanarak İzmir Şakran Kadın Hapishanesi’ne konan ve birkaç gün önce serbest bırakılan Dokuz Eylül Üniversitesi Kimya Bölümü son sınıf öğrencisi Esra Ayyıldız, hapishanedeki ağır ve hukuk dışı
uygulamaları anlattı. Ayyıldız, hapishane yönetiminin tutukluların mektuplarını keyfiyetçi tutumla sansürleyişini şu sözlerle anlattı; "Bizim yazmış olduğumuz fakslar, mektuplar vardı. Gerek İzmir'de gerekse de diğer illerdeki forumlara, protesto gösterilerine yazmış olduğumuz mektuplara Şakran Cezaevi yönetimi, 'örgüt propagandası yapmak, cezaevlerindeki güvensizliği tehdit etmek' gibi mantıksız nedenlerle el koydu. Mektuplarımızı çizdiler". Aileler adına yapılan basın açıklamasındaysa yürütülen mücadele sonucunda İzmir'de 13, Ankara'da 3, Kocaeli'nde 2 tutuklunun özgürlüğüne kavuştuğunu belirtilerek ancak AKP Hükümeti'nin direnişçilere yönelik gözaltı ve tutuklama saldırılarına hız kesmeden devam ettiği vurgulandı.
İzmir’de 13 Gezi tutuklusu serbest İzmir’de 12 Temmuz siyasi polis tarafından ev baskınları sırasında gözaltına alınarak tutuklanan aralarında üç DHF’linin de bulunduğu 13 kişi 15 Ağustos’ta görülen ara mahkemede serbest bırakıldı. Serbest bırakılanlar DHF üyeleri Emrah Akdağ, Özgür Demirci ve Cem Ekici’nin yanı sıra Ali Hizmetçi, Barış Bulut, Mithat Kavak, Canol Boyatbalağ, Emre Kaptan, Esra Ayyıldız, Atilla Dalkılıç, Vedat Biçici, Hüseyin Kaya ve Müslüm Güvendir. İzmir’de 5 Temmuz günü yapılan baskınlardan sonra tutuklanan 13 Gezi direnişçisi için 6 Ağustos’ta yapılan itirazlarsa Bayraklı 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. 16 Ağustos’ta görülen İzmir Gezi Direnişi 1. Dalga tutuklularınaysa tahliye kararı çıkmadı.
Kırıklar Hapishanesi’nde Gezi tutuklularına hücre ‘cezası’ Bir yandan dışarıda süren mücadeleyi sindirmek için baskılar sürerken içeride de tutsaklara yönelik
saldırılar hız kesmeden devam ediyor. İzmir Kırıklar Hapishanesi’nde kalan Gezi Parkı tutsakları koğuşlara takılmak istenen kamera sistemlerini protesto ettikleri için 20 gün boyunca hücre ‘cezası’na çarptırıldılar. Tutsaklar bu süre zarfında diğer tutsaklarla görüşemeyecekleri gibi avukatları dışındaki ziyaretçilerle de görüşemeyecekler.
Dersim’de 5 Partizan okuru tutuklandı Dersim Merkez’de Pertek, Ovacık ve Hozat'ta 31 Temmuz’da çok sayıda eve ve Umut Yayımcılık bürosuna yapılan baskınlarda Umut Yayımcılık Dersim Büro çalışanı Gazel Gür ve Özgür Gelecek okurları Kenan Küçük, Ahmet Elma, Önder Ergen ve Behzat Doğan gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı’nca tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilerek mahkemece tutuklandı."Yasadışı silahlı örgüt adına faaliyet yürütmek" ve "Örgüt propagandası yapmak" iddialarıyla tutuklanan 5 kişi Malatya E Tipi Kapalı Hapishanesi'ne gönderildi. Tutuklamalarla ilgili Özgür Gelecek Gazetesi tarafından yapılan açıklamada “Gezi Ayaklanmasıyla beraber korkunun saf değiştirmesinin en somut örneği olan gözaltı ve tutuklamalar ilk değil sonda olmayacak. Devlet terörü Devrimci-demokrat yurtsever basına yönelik baskı ve sindirme politikaları sökmedi sökmeyecek. Özgür Gelecek gazetesi gerçekleri sarih ve objektif bir biçimde halkımıza aktarmaya devam edecektir. Özgür Gelecek dün olduğu gibi bugünde susmadı/susmayacak.” dendi.
16 Dersim’de festivali coşkusu güncel haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
13. Munzur Doğa ve Kültür Festivali “Kültürel ve Ekolojik Kırıma Hayır. Diren Dersim” şiarıyla bu yıl da Dersim merkez ve ilçelerinde coşkuyla kutlandı 1999 yılında coğrafyasından zorla göç ettirilen, doğası talan edilen Dersim halkının mücadelesini güçlendirmek ve dayanışma ruhunu arttırmak için Dersim kurumlarının öncülüğünde “Toprağına geri dön, Munzur’dan bir tas su iç” şiarıyla başlatılan Munzur Doğa ve Kültür Festivalinin 13. sü, 25-28 temmuz tarihleri arasında kutlandı. İlk kutlandığı yıldan itibaren çeşitli deneyimler kazandıran bu festival, maalesef hala gerek organizasyonunda gerekse Dersim halkının yerel kültürüne ve mücadelesine yaptığı katkılar bakımından bazı eksikler barındırmaktadır. Hem toprağından koparılmış Dersimlilerin ve onların mücadelesine destek verenlerin hem de Dersim’de yaşayan halkın çabaları ve sahiplenişiyle organize edilen Festival, Dersim merkezin yanı sıra Mazgirt, Hozat, Ovacık, Nazımiye ve Pertek ilçelerinde hazırlanan müzik, tiyatro, dans gösterisi ve panel programlarıyla kutlandı. 25 Temmuz’da saat 15.00’te Belediye binası önünde yapılan açılış töreni ve yerel halk dansları gösterisiyle başlayan festival gün boyu düzenlenen etkinliklerle devam etti. Açılışın ardından belediye binasındaki “Dersim’de dört mevsim” fotoğraf sergisinin açılışını Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin yaptı.
DEDEF: Birliktelik zeminini güçlendirmek zorundayız Akşam yapılan stadyum etkinliğinde festivalin açılış konuşmasını yapan Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) Başkanı Hikmet Erdoğan konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Dersim Katliamı’nın altına imza atan Kemalizm’den çektiğimiz aşikar. Katliamların o günkü sebebi Kemalizm’di, şimdiki sebebi ise malum iktidar. İktidarın devamlılığından kaynaklı biz mücadelemizi, çabamızı üzerimizde uygulanan zulme karşı direnişimizin hedefini belirlerken bunları gözden kaçırmamamız gerekiyor. Dostlar, önümüzde Dersim’in ciddi sorunlarıyla mücadele ortaklığı yaratma zemini olmakta ve biz bu zemini güçlendirmek zorundayız çünkü Dersim inancıyla, coğrafyasıyla tarumar edilmek
üzere. Siyanürlü altın çıkarmadan tutalım barajların yapımıyla devam eden insansızlaştırma projesi ortadayken Dersimlilerin süreci okuma noktasındaki tutarlılığı, tavrı ve somuta indirgenen doğru zeminde örgütlenmiş birliktelikler yaratma vesilesiyle hareket edilmelidir. Dostlarını belirlerken birlikte örgütleyeceği süreç açısından samimi ve üzerinde uygulanan zulüm politikasına karşı da net bir tavır sergilemek durumundadır.”
17’ler mezarları başında anıldı Festivalin ilk günü Mazgirt Festivali Tertip Komitesi 12.00’de Dersim Merkez Atatürk Mahallesi’nde bulunan Sienk Mezarlığı’nda Cafer Cangöz, Aydın Hanbayat, Ali Rıza Sabur, Taylan Yıldız ve Ahmet Perktaş’ı mezarları başında andı. Saygı duruşunun ardından bir konuşma yapan Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel, “Mercanlarda ölümsüzleşen 17’leri şahsım ve halkım adına, sizlerin adına saygıyla selamlıyorum.Onları unutmayacağımızı ve onların bize devrettiği mücadeleye devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum." dedi. Anmada Aydın Hanbayat’ın kardeşi de bir konuşma yaparken kitle mezarlara karanfil bırakarak mum yaktıktan sonra “Gerillalar ölmez, yaşasın Halk Savaşı” sloganıyla anmayı sonlandırdı. Erdoğan’ın ardından Der-
sim Belediye Başkanı Edibe Şahin ise festival organizasyonu için yaptıklarının çok az olduğunu bildiklerini ve daha fazlasını yapabilmek için festivalin katılımcılarından güç aldıklarını kaydetti.
bir masa etrafında karşılıklı saygıyla gerçekleşebileceğini belirtti. Onurlu bir barışı, özgür özerk Kürdistan’ı istediklerini belirten Çelik süreci kaygılara kurban etmemek gerektiğini iddia etti.
Panellere yoğun ilgi
Gola Çetu’ya yürüyüş
Festivalin merkez programında Sanat Sokağı’nda kurulan podyumda “Dersim’de Aleviliğin dünü, bugünü, yarını” , “’38’den Sakinelere Kadın Özgürleşmesi”, “Müzakere süreci, demokratikleşme ve özgürleşme” ve “52 karakol, 23 HES, 145 madencilik projesi” konulu paneller düzenlendi. Üçüncü gün düzenlenen “Müzakere süreci, demokratikleşme ve özgürleşme” konulu panele ilgi yoğundu. Panele Araştırmacı Yazar Temel Demirer ile Prof. Dr. Mithat Sancar katılırken programda olduğu halde BDP İstanbul İl Kongresi yüzünden panele katılamayan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in yerine BDP Muş Milletvekili Demir Çelik katıldı.
Festival son günü saat 18.30’da ise barajlarla sular altında bırakılmak istenen Dersim Halkı’nın kutsal mekanı Gola Çetu için bir yürüyüş yapıldı.Seyit Rıza Parkı’nda toplanan kitle buradan “Ho ver bıde Munzır- Tarihimize, Kültürümüze, İnancımıza, Dilimize ve Doğamıza Sahip Çıkıyoruz- Barajlarla, HES’lerle, Madenlerle Yok Edilmesine İzin Vermeyeceğiz” pankartı arkasında Gole Çetu’ya doğru yürüyüşe geçti. Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin ve Zele Mele’nin katıldığı ve sık sık “Munzur özgür akacak”, “Dersim’de baraj istemiyoruz” sloganlarının atıldığı yürüyüş, Gole Çetu Parkı’nda yapılan açıklamayla sonlandırıldı.
"Özgürlük verilmez alınır”
MKP’den Ali Çelik için eylem
Panelde konuşan araştırmacı yazar Temel Demirer Kürt ulusuna özgürlük sağlanabilmesi için her iki tarafın da eşit haklara sahip olması gerektiğini savunarak devrim, barış ve müzakerenin sadece bir sözcükten ibaret olmadığını ifade etti. "Özgürlük verilmez alınır" diyen Demirer, özgürlüğün isyan edenlerin, ayaklananların ödülü olduğunu belirtti. Demirer, “Kürt sorunun siyasal çözümü için Türkler için ne hak varsa Kürtler için de o hak olacaktır. Türklerin okulu varsa, Kürtlerin okulu olacaktır. Türklerin neyi varsa Kürtlerin o olacaktır. O zaman siyasal eşitlik temelinde Kürt sorunu tartışmaya başlayabiliriz. Kürtlerin önüne üç tane kırıntı atarak buna çözüm demeye ancak amiyane tabirle, sürçülisan ettiysem beni bağışlayın Erdoğan’ın ‘kuş beyni’ el verir. Sakın kimse bunun gazına gelmesin” dedi. BDP Muş Milletvekili Demir Çelik ise sürecin henüz bir barış süreci olmadığı ileri sürerek barışın eşit koşullarda,
Akşam düzenlenen stadyum etkinliklerindeyse Grup Munzur, RED Düşün ve Sanat Kolektifi, Müptela-i Gam, Niyazi Koyuncu, Grup İsyan Ateşi, Abdal-Haluk Tolga İlhan, Erdal Erzincan, Grup Vardiya, GKM Kadın Korosu, Zele Mele, Ahmet Aslan ve Metin Kahraman gibi sanatçılar sahne aldı. Son gün sahne alan ve oldukça coşkulu geçen Grup Munzur’un müzik dinletisi sırasında MKP militanları sahne önüne gelerek sahnenin yanındaki direklere üzerinde geçtiğimiz yıl katledilen Ali Çelik’in fotoğrafı basılı ve “Biz Kazanacağız Halk Kazanacak Halk Savaşı Kazanacak MKP-HKO” yazılı bir pankart astı. MKP militanları ardından sloganlar eşliğinde alandan uzaklaştı. Halkın yoğun talebi üzerine müzik dinletisini uzatan Grup Munzur ise türkülerini Gezi Parkı Direnişi sırasında yaşamını yitiren Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert ve Medeni Yıldırım için seslendirdiklerini belirtti.
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
güncel haber
17
Yeni Demokrasi tutsakları için kitlesel yürüyüş Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra haklarında onlarca yıl hapis ‘cezası’ verilen DHF ve DEDEF üyeleri için yürüyüş gerçekleştirdi Festivalin ilk gününden itibaren Seyit Rıza Meydanı’na çok sayıda siyasi kurum, dernek ve şahıslar stant açarken gazetemizin ve yayınevimizin açmış olduğu stant da halk tarafından ilgiyle karşılandı. DHF bir yandan yaygın şekilde gazete dağıtımı yaparken, bir yandan da Yeni Demokrasi mücadelesi tutsakları için yapılacak yürüyüşün bildirilerini dağıtarak halkı yürüyüşe çağırdı. Stantta ayrıca “Mektuplaşarak devrimci tutsaklarla dayanışmayı büyütelim” şiarıyla tutsaklara mektup yazıldı. DHF çarşı içerisinde birçok sokağa Gezi Parkı Direnişi’yle ilgili duvar gazetesi çalışması yaptı. Festivalin son günü saat 17.00’de aralarında DHF’nin de bulunduğu çeşitli devrimci demokratik kurumların stant açtığı Kışla Meydanı’nda YÇKM Halk Oyunları Topluluğu halkın yoğun ilgi gösterdiği bir dans gösterisi sundu. YÇKM Halk Oyunları Topluluğu gösteri sonrası üzerinde Zazaca “Her vas koke xo sero royeno, her theyr zone xo de waneno!(Her ot kendi kökünde biter, her kuş kendi dilinde öter)” yazılı bir pankart açtı. Ardından Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) gözaltına alınarak tutuklandıktan sonra haklarında onlarca yıl hapis ‘cezası’ verilen DHF ve DEDEF üyeleri için yürüyüş gerçekleştirdi. Kışla Meydanı’nda DHF standı önünde toplanan kitle buradan ellerinde “İbrahim Kaypakkaya’yı anmak onurdur” dövizleriyle üzerinde tutuklanarak haklarında hapis cezası verilen DHF’lilerin fotoğrafları ve aldıkları hapis cezaları yazan pankartın arka-
sında yürüyüşe geçti. Oldukça kitlesel olan ve halkın da katılımıyla giderek kalabalıklaşan yürüyüş korteji “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”, “Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganları eşliğinde çarşıya yürüyerek tekrar Kışla Meydanı’na döndü.
Dersim halkı Yeni Demokrasi tutsaklarını sahiplendi Burada DHF adına yapılan basın açıklamasında ülkemizde halkın her türlü demokratik hak arama mücadelesinin yasa dışı olarak görüldüğü ve devrimci demokratik kurumların üyelerinin dört duvar arasına hapsedilerek tecrit edilmek istendiğine değinildi. Son olarak DHF ve DEDEF üyelerine hapis cezaları verilmesinin devletin Dersim’i yok etme ve ıslah etme politikasının bir parçası olduğu kaydedildi. DHF Dersim örgütlülüğüne yönelik baskınlarda 5 Aralık 2011 ve Kasım 2012’de gözaltına alınarak tutuklanan DHF temsilcisi Evrim Konak, DHF üyeleri Murat Kur, Deniz Kırbağ, Hıdır Yıldız ve Tuğçe Özgül’e onlarca yıl hapis cezası verildiği, Dersim Belediye Meclis üyesi Ali Mükan, İbrahim Yolcu, Zafer Güven, Hasan Doğan Kılıç, Mustafa Aytaç, Onur Yeşil’e ve aynı davadan tutuksuz yargılanan Av. Uğur Yeşiltepe ve Yıldız Ataş’a 6’şar yıl 3’er ay hapis ‘cezası’ verildiği ifade edildi. DHF ve DEDEF üyelerinin onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırılmasının sebebinin Dersim Katliamı anmasına katılmak, Dersim’de köylüyü sürgün, doğasını katleden, baraj ve HES’leri protesto etmek, cemaatleşmeye ve yozlaşmaya karşı durmak, Diyarbakır’da katledilen komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı anmak olduğu belirtildi. Açıklama “Yoldaşlarımızı tutuklayarak, onlarca yıllık “cezalar” vererek, işkenceden geçirerek, Yeni Demokrasi mücadelesini bitireceğini sananların hevesleri kursaklarında kalacaktır!” sözleriyle sonlandırıldı.
İlçelerde festival coşkusu Ovacık: Ovacık’ta festival programı siya-
nürle altın arama karşı mücadele veren Cevizlidere köyüne yapılan yürüyüşle başladı. Merkeze kurulan konser alanında ve Ovacık’ın çeşitli yerlerinde konser, dinleti ve tiyatro gösterimi gerçekleştirildi. Eylül Çay Bahçesi’nde YÇKM Tiyatro Topluluğu tarafından tiyatro gösterimi yapıldı. Dersim özgülünde yaşanan; çevre-doğa katliamları, koruculaştırma, yozlaştırma politikalarını konu alan oyun festivale katılanlar tarafından ilgiyle izlendi. Saat 18.30’da Hükümet Konağı Meydanı’nda dans gösterilerinin sonunda ‘Dersim’de Baraj İstemiyoruz’ pankartını açan YÇKM Folklor Ekibi halk oyunlarıyla başladı. Dersim Ermenileri Derneği’nden Karin Ermeni Halk Dansları’nın dans gösterisinin yanı sıra Ali Haydar Güçlü, Ahmet Aslan ve Hollandalı müzisyenler, Müptela-i Gam, Grup Yorum, Grup İsyan Ateşi, Red Düşün ve Sanat Kolektifi ve Grup Munzur sahne aldı.
Munzur özgür aksın! Dersim Kültür Derneği BaşkanıAhmet Balkız tarafından etkinlik kapsamında yapılan konuşmada, son süreçte halkın mücadelesine yönelen saldırılara değinildi. Balkız konuşmasında Dersim’de de İbrahim Kaypakkaya’yı andıkları için DHF’lilere yüzlerce yıla varan hapis cezaları verildiğini dile getirdi. Grup Munzur’un sahne almasıyla birlikte Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) “İbrahim Kaypakkaya’yı savunmak onurdur” dövizleriyle yer alırken halk da “Faşizme karşı omuz omuza”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Ali Çelik ölümsüzdür”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganlarıyla destek verildi. Seslendirdikleri eserlerle kavganın ateşlerinde yananları selamlayan Grup Munzur, geçtiğimiz yıl yaralı olarak yakalanıp hastanede işkenceyle katledilen Ali Çelik için besteledikleri eserlerini de söyledi. Konser alanında stant açan DHF halkı “Cemaatleşmeye, karakollaşmaya, yozlaşmaya ve tutuklamalara karşı” merkezde yapılacak olan yürüyüşe çağırdı.
Mazgirt'te festival coşkusu Mazgirt Festival Tertip Komitesi tarafından
organize edinen festival ilçe halkı ve dışarıdan gelen halk tarafından coşkuyla sahiplenildi. Çok sayıda sanatçının katıldığı festivalde halk halaylarla ve türkülerle coştu. Ermenistan’dan gelen ve halk tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Ermeni Halk Dansları topluğunun gösterisiyle başlayan festival Pınar Aydınlar, RED Düşün ve Sanat Kolektifi, Ahmet Aslan, Zele Mele ve Grup Munzur gibi sanatçıların dinletileriyle sürdü.
Türkel: Mazgirt Belediyesi’ni sizlere rağmen sizler adına konuşan burjuva partilerinden devraldık Festivalde konuşan Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel “Mazgirt Belediyesi’ni dünü ve bugünü tartışılır kirli siyasetle beslenen, sizlere rağmen sizler adına konuşan burjuva partilerinden devraldık. “ dedi. Geldiği günden bu yana kendisini ve Mazgirt halkını yalnız bırakmayan ADHK ve DHF’ye de teşekkürlerini sunan Türkel halk için yürüttükleri mücadele yüzünden faşist iktidarın hedefi haline gelen Yeni Demokrasi mücadelesi tutsakları Murat Kur, Evrim Konak ve arkadaşlarını selamladı. Türkel konuşurken halk “Mazgirt seninle gurur duyuyor” sloganıyla Türkel’i destekledi. Etkinlikte Mazgirt Kültür ve Dayanışma Derneği ve DEDEF adına da konuşmalar yapılırken DHF adına yapılan konuşmada Dersim’de yürüttükleri mücadele sebebiyle faşist iktidarın hedefi haline gelen DHF ve DEDEF üyelerine değinilerek şöyle dendi; “Faşist iktidar Dersim’in bağrında açtığı Yeni Demokrasi mücadelesinden ve politik nüfuzundan korkmaktadır. Dersim’in doğasını, insanını, kültürünü yok etmek isteyen zihniyete karşı mücadele yürütenlerin 6 yıl ceza almasına sebep olan ‘suçlara’ bakıldığı zaman bu rahatlıkla görülebilir”. Mazgirt halkı tarafından coşkuyla karşılanan Grup Munzur Ali Haydar, İbrahim Yoldaş, Zam, Haydere, İsyan Ateşi gibi şarkılarla kitleyi coştururken yürüttükleri haklı mücadele sebebiyle gözaltına alınarak tutuklanan Ali Mükan ve arkadaşlarını da selamladı.
18
dünya haber
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Askeri darbe akıttığı kanın altında boğulacaktır Halk kitlelerinin bu gerici kliklerin gerici dalaşlarına ortak olmadan kendi bağımsız hareketlerini gerçekleştirerek demokrasi ve özgürlük talepleri doğrultusunda mücadele ederek gerçek demokratik iktidarlarını kurması tek doğru yaklaşımdır Mısır’da askeri darbe iktidarı barbarlık sınırlarını geride bırakarak büyük bir katliama imza attı. Askeri darbeden peydahlanan bir iktidar ve yönetimden bu sonuçlar genel olarak beklenendir. Katliam, vahşet, barbarlık ve her türden gayri insani baskı, şiddet ve terör darbelerin mantığına uygundur. Gerici iktidar uğruna hukuk dışı eylemde bulunan her gerici zihniyet, aynı iktidar amacı uğruna her türden mezalimi ve kıyımı da uygular, halkına bunları reva görür. Bu kıyım ve katliamların hangi gerekçelerle yapıldığı gizli değildir. Bütün sorun gerici çıkarlar uğruna gerici iktidara sahip olma ve emperyalist çıkarların korunmasıdır. Halk kitlelerinin demokrasi ve özgürlük istemi bu cani katliamların gerekçesi veya zemini değildir. İktidar kavgası uğruna halk kitlelerini karşı karşıya getiren hakim sınıf kliklerine ve bunların sınıfsal niteliklerine bakıldığında bunların hiçbirinin halk kitlelerinin demokrasi ve özgürlük sorunu gibi bir sorunlarının olmadığı kesin olarak görülür. Bilakis her klik gerici iktidar ve gerici çıkarları uğruna halk kitlelerini aldatıp peşine takmakta, kaldıraç etmektedirler. Bu gerçekten hareketle, halk kitleleri dışında, gerici klikler önderliğinde nitelenen muhalefet ve gerici iktidar kesimleri arasında bir tercih yapılamaz ve bunların hiçbiri desteklenemez. Halk kitlelerinin bu gerici kliklerin gerici dalaşlarına ortak olmadan kendi bağımsız hareketlerini gerçekleştirerek demokrasi ve özgürlük talepleri doğrultusunda mücadele ederek gerçek demokratik iktidarlarını kurması tek doğru yaklaşımdır. Bu ve benzeri süreçlerde halk kitlelerine götürülmesi gereken bilinç ve onların çekilmesi-sevk edilmesi gereken mecra burasıdır. Mısır halkı ve demokratik dinamiklerinin benimsemesi gereken yol da bu olmalıdır. Enternasyonalist proletarya ve dünya demokratik güçlerinin tavrı da bu zeminde biçimlenmek durumundadır. Çatışmanın gerici klikler arasında olması gibi emperyalist gericiliğin projeleri esasında cereyan etmesi gerçeği proleter devrimcilerin ve demokratik devrimci güçlerin yaşanan katliamlara kayıtsız kalmasını doğrulamaz. Çünkü gerici çıkarlara manivela edilip çatıştırılan ve katledilenler halk kitleleridir. Dolayısıyla halk kitlelerine dönük gerçekleştirilen katliamları lanetlemek tereddütsüz doğru tutum olarak şarttır.
Yaşanan katliamın sorumluları emperyalistlerdir Bugün Mısır’da askeri darbe tarafından iş başına getirilen iktidar erki doğrudan katliamdan sorumlu pozisyonda olsa da, yaşanan kıyım ve katliamın gerçek sorumluları emperyalist haydutlar ve gerici çıkarları doğrultusunda uyguladıkları proje ve planlarıdır. Katliamlardan sorumlu bulunan bu gerici odaklar-
dan ne yerli hakim sınıfların, ne de destekledikleri iktidarların gerçekleştirdikleri katliamların arkasında bulunan emperyalist gericiliğin payı yumuşatılıp meşrulaştırılamaz. Darbeyi destekleyen her güç ve kesim bugün gerçekleştirilen katliamdan doğrudan sorumludur. Özellikle ABD ve Avrupalı emperyalist güçler darbenin yapılmasını onayıp yol vererek gerçekleştirilen vahşi katliamın gerçek sorumlularıdır. Bunun gibi darbenin cumhurbaşkanı yardımcılığına getirdiği ve şimdi görevinden istifa eden Baradey de bu katliamdan sorumludur. Zira Nobel barış ödülü de alan darbe iktidarın cumhurbaşkanı birinci yardımcısı olan Baradey’in devrik cumhurbaşkanı olan Mursi’yi darbe yoluyla iktidardan almak veya darbenin gerçekleştirilmesi için ilgili emperyalist güçleri ikna etme çabası bilinen gerçektir. Darbenin yapılması için bu gerici diplomasiyi yürütüp son tahlilde başarı sağlayarak darbe için emperyalist haydutlardan icazet alan Baradey elbette ki darbe iktidarının katliamından sorumludur. Darbenin yapılması için icazet veren ilgili emperyalist güçler de mutlak biçimde katliamdan sorumludur. Emperyalist güçler ile maşası olan yerli gerici kliğin oluşturduğu gerici ittifak ve konseptin ürünü olarak gerçekleştirilen askeri darbe ve onun atadığı iktidar Mısır’ı adeta kan gölüne çevirdi. Görüldüğü gibi demokrasi vb adına hareket eden burjuva klikler ve onların patronu emperyalist güçlerin demokrasisi kan ve katliamdır. Gerici iktidarları uğruna halk kitlelerini kırmaktan geri durmamaktadırlar.
Askeri darbe sonucu binlerce kişi katledildi Emperyalist güçlerden vize alan askeri darbe ve iş başına getirdiği hükümet, başka bir gerici kliğin önderliğinde gelişen muhalefeti katliamdan geçirerek iktidarını sağlama almaya çalışsa da eninde sonunda gerçekleştirdiğim katlim ve döktüğü kanın altında boğulacaktır. Er ya da geç devrimci halk kitleleri burjuva kliklerden kurtularak kendi iktidarları uğruna
ayaklanıp tarih yazacaktır. Katlim gerçekleştirip kan dökmekle iktidarlar muhafaza edilebilseydi imparatorluklar çökmez, tiranlar tarihe gömülmezdi. Mısır’daki askeri darbe iktidarının ve tüm gericiliğin akıbeti de tarihin karanlığına gömülmek olacaktır. Nitekim yaşanan gösteriler karşısında azgınca saldırıp katliam gerçekleştiren darbe hükümeti ve cumhurbaşkanı bu katliamların yeterli olmadığını görerek sıkıyönetim ilan edip belirtilen saatler içinde olmak üzere bir ay süreyle sokağa çıkma yasağı uygulamaktan da geri durmadı. Ne baskı, ne katliam, ne de yasaklar gerçek bir iktidarı garanti edemez. Bilakis baskı ve şiddet artarak çelişki ve çatışmaların büyümesine, karşıtının gelişmesine yol açar. Devam eden çatışmalar nedeniyle katliamın netleşmiş bilançosu çıkarılamasa da mevcut durumda ölü sayısı hakkında değişik kaynaklarca açıklanan bilgilerde binlerce ölü ve yaralıdan bahsedilmektedir. Çatışmaların sürdüğü de bilgiler arasında yer almaktadır. Uygulanan azgın saldırı ve yapılan katliamlar belki muhalefeti baskı altına alarak geriletebilir. Ama bu geçici bir gerilemeden başka bir anlam ifade etmez, çelişki veya sorunun aşıldığı-çözüldüğü anlamına asla gelmez.
Katliamın gerici arka planı teşhir edilmelidir Çözümsüzlük ve sürekli çelişki çatışma emperyalist gericiliğin aktüel politikası olduğu kadar, genel politikasıdır da. Geniş halk kitlelerinin bölünüp çatıştırılması klasik burjuva politikasıdır. Böylece iktidarları veya hegemonyaları kitlelerin öfkesinin hedefi olmaktan çıkacak ve bölünmüş kitleler daha kolay yönetilmiş olacaktır. Dahası kitlelerin bölünüp birbiriyle çatıştırılmasıyla tahakküm altında tutulup sömürülmeleri sürdürülerek gerici stratejiler daha kolay uygulanacaktır. Dolayısıyla kitlelerin çeşitli kliklerin peşinde bölünüp çatıştırılması ve katliamlardan geçirilmesi emperyalist stratejilerin doğrudan ürünüdür. Bu
taktikle emperyalist gericilik bizzat kendisi katliamlara girişmekten geri durarak imajını düzeltecek ve hatta müdahaleleriyle demokrasi havarisi ve kurtarıcı güç olarak kendisini halk kitlelerine lanse etmiş olacaktır. Bundandır ki, yaşanan çatışma ve katliamlarda emperyalist arka planı teşhir etmek, gerici oyunları deşifre etmek önemli bir konudur. Proleter devrimcilerin atlamaması gereken başlıca hususlardan biri iç çatışma ve savaşlardaki bu gerçeği halk kitlelerine açıklamak ve onları her türden gericiliğe karşı demokratik devrimci mücadeleye seferber etmektir. Sadece yerli klikleri teşhir etmek hem yetersizdir ve hem de emperyalist gericiliği objektif olarak aklamaktır. Mısır’da yaşanan katliamda yerli kliklerden önce emperyalist gericilik ve emperyalist stratejiler sorumlu tutularak teşhir edilmelidir. Halk kitlelerinin bu oyunlara çekilerek katliamlara maruz bırakılmasının önüne geçmek için onları gerici kliklerin peşine takılmaktan kurtularak kendi sınıf iktidarları doğrultusunda mücadeleye girişmelerinin bilinci propaganda edilmelidir. AKP iktidarının yaptığı demokrasi edebiyatı sahtekarlığı geçmemektedir. Gösteri yapan kendi ülkesi halk kitlelerine ‘’çapulcu’’ vb diyerek hakaret eden, her türlü saldırganlığı geliştirerek silah kullanıp göstericilere saldırarak katleden, işkence uygulayan faşist pratik veya niteliğini yok sayarak Mısır veya Suriye muhalefetine demokrasi lafzıyla sahip çıkması ikiyüzlülüğün dik alasıdır. Askeri darbe ve hükümetinin gerçekleştirdiği katliam hiçbir gerekçeyle haklı ve anlaşılır gösterilemez. Bu katliamın lanetlenmesi ve teşhir edilmesi devrimci görevdir. Ancak bu katliamın yapılması Müslüman Kardeşler gericiliğini desteklemek anlamına gelmez ya da onların demokratik olduğunu kanıtlamaz. Her türden gerici iktidar ve kliğin teşhir edilip halk kitlelerinin demokratik bağımsız iradesi desteklenmelidir. Devrimci politika ve tutum bun u gerektirir.
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
dünya haber
19
Kürtler Rojava’da katliama karşı direniyor Özellikle AKP iktidarının El Nusra’yı desteklemesi ve hatta aynı bağlamda El Kaide elemanlarını ağırlayıp çeşitli komplo ve katliamlar organize etmesi Kürt düşmanlığı niteliğinden ileri gelmektedir Suriye’de iktidar ile muhalefet arasında yaşanan çatışma süreci yılları geride bırakarak büyük karmaşasını sürdürüyor. Ne mevcut Esat iktidarı, ne de muhalefet cephesi istikrara ulaşamadı. Muhalefet iç çatlaklarının da etkisiyle zayıflamalar yaşayıp iktidar belli avantajlar elde etse de kesinleşmiş bir durum mevcut değildir. Çalkantı ve karmaşa devam etmektedir. Bütün bu tabloda emperyalist güçlerin doğrudan etkileyici olduğunu söylemek gerçeği ifade etmek olur. Esat iktidarı da muhalefet de emperyalist güçlerden ve hatta bloklardan destek bulmaktadır. Çatışma sürecinin neticelenmemesi ve karmaşasını sürdürmesinde tayin edici etken emperyalist plan ve hesapların Suriye’de devrede olmasındandır. Bu çatışma süreci iktidar cephesinde bir iktidar boşluğu yaşanmasına da tanık oldu, oluyor. Bu boşluktandır ki Suriye sınırları içindeki Kürt bölgesi(Kürdistan’ın Suriye-Rojava parçası) kendi bölgesinde inisiyatifini ilan etti. Bu inisiyatif belli düzeyde ‘’bağımsız’’ bir statüyü ifade etmektedir. Ve elbette Rojava Kürtleri bu statülerini özerk yönetimlerine taşımayı haklı olarak hedeflemekte ve bunun adımlarını atmaktadır. Rojava’nın fiilen özerk bölge olduğu da söylenebilir. Güney Kürdistan’ın özerk yapısı gibi, diğer Kürdistan parçaları da aynı hakka ve daha ileri olarak bağımsız devletlerini kurma, hatta birleşik Kürdistan perspektifiyle büyük Kürdistan’ı kurma hakkına kendiliğinden sahiptirler. Bu hak kimsenin veya hiçbir gücün lütfu değil, Kürtlerin ulus olma niteliğinden ileri gelen tabii haklarıdır. Dolayısıyla Rojava Kürtlerinin kendi yönetimleri temelinde attıkları adımı hazım edemeyerek katliamlara girişen, komplolar kuran her güç gerici, katliamcı ve faşisttir.
El Nusra’nın somut destekçileri AKP iktidarı ve El Kaide örgütüdür Rojava Kürtleri, Suriye merkezi devleti veya iktidarına karşı kendi hakları temelinde gasp edilmiş olan meşru statüsünü belirlemiştir. Ne var ki, Rojava Kürtleri ve yönetimine saldırıp katliamlar gerçekleştiren Suriye-Esat iktidarı ve devleti değil, muhalefet kesiminde bulunan ve El Kaidenin yerel örgütlenmesi olan El-Nusra gericiliğidir. Yani Esat iktidarına muhalefet eden güç pozisyonundaki bir gücün yine Esat iktidarından kendi hakları temelinde belli bir kopuş sağlayan Rojava Kürtlerine saldırıp katliamlar gerçekleştirmesi söz konusudur. Bu nokta Esat ikti-
darına karşı demokrasi ve özgürlükler iddiasıyla muhalefet eden bu güçlerin(El Nusra gibi) gerçekte demokrasi ve özgürlüklerin düşmanı olduğunu gösteren-kanıtlayan önemdedir. Rojava Kürtleri kendi hak ve özgürlüklerini kullanmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Dolayısıyla Kürtlerin bu hakkını kullanması karşısında Kürtlerin bu hakkını tanımayarak katliamlara girişen bu güçlerin demokrasi ve özgürlük talebi ya da söylemi gerçek dışı bir demagojiden ibarettir. El Nusra ve arkasındaki güçlere bakıldığında da bunların gerici ve faşist karakteri açıktır. El Nusra’yı destekleyen belli emperyalist güçler olmakla birlikte, somut olarak destekleyicileri AKP iktidarı ve El Kaide örgütüdür. Bunların Rojava Kürtleri ve yönetimlerine (özellikle de özerklik ilan etme olasılıklarına karşı) tahammül etmeyip katliamlara girişmesinin arka planı Suriye’de gerici şeriat iktidarının oluşturulması tasavvuru veya düşüdür. Özellikle AKP iktidarının El Nusra’yı desteklemesi ve hatta aynı bağlamda El Kaide elemanlarını ağırlayıp çeşitli komplo ve katliamlar organize etmesi Kürt düşmanlığı niteliğinden ileri gelmektedir. Bu düşmanlığın Rojava katliamlarını destekleyip örgütlemesi biçiminde belirmesi ise, orada kurulacak bir Kürt özerk yönetiminin Türkiye-Kuzey Kürdistan’ı etkileme gerçeğinden ileri gelmektedir. Kuzey Kürdistan’da özerklik vb yönlü gelişmelere tahammül edemeyen AKP iktidarı bu kabusunu Rojava’da ilan edilen Kürt yönetimine karşı El Nusra aracılığıyla katliamlar örgütleyip gerçekleştirmeye, bu gerici saldırganlığı desteklemeye vardırmaktadır.
AKP iktidarı demokrasi, özgürlük ve barış karşıtı olup Kürt düşmanıdır Özcesi, AKP iktidarının ‘’Kürt Açılımı’’ safsatasına karşın gerçekte Kürtlere nasıl
düşman olduğu açığa çıkmaktadır. İkincisi, Esad diktatörlüğüne karşı muhalefet eden El Nusra gibi güçlerin gerici şeriat iktidarından öteye bir amaç ve niteliklerinin olmadığı, demokrasi ve özgürlüklere düşman oldukları açığa çıkmaktadır. Demokrasi ve özgürlükler uğruna mücadele ettiğini iddia eden güçlerin, kendi haklarını kullanan Kürtlere karşı demokrasi ve özgürlükler karşısında nasıl bir pozisyon aldığı ispat bulmaktadır. Yine ‘’Kürt açılımı’’, ‘’barış’’ gibi demagojiler yapan AKP iktidarının Rojava Kürtlerinin kendi hakları temelinde ilan ettikleri statülerine karşı giriştikleri komplo ve katliamlarla gerçekte demokrasi, özgürlük ve barış karşıtı olup Kürt düşmanı oldukları ispatıdır. Evet Rojava’da El Kaide ve AKP destekli El Nusra Kürtlere karşı vahşi katliamlar gerçekleştirmektedir. Kürt köylüler, çocuklar acımasızca katledilmektedir. Buna karşı Kürtler seferberlik ilan ederek ortak savunma yapma iradesi göstererek demokratik bir direniş ve karşı koyuş göstermektedir. Dört parçada bulunan Kürtler Rojava’da gerçekleştirilen katliamlara sessiz kalmayarak örgütlü ve ortak bir irade sergilemekte, meşru bir direniş göstermekte ve gerçek bir ulusal bilinç göstermektedirler. Kürt bileşenlerin bu irade ve tavrı tamamen demokratik, meşru ve haklıdır. Ki haklı ve meşru zeminde bulunan Kürtlerin (özellikle örgütlü hareket etmeleriyle de) El Nusra’nın gerici saldırı ve katliamlarını geri püskürteceği kesindir. Ne var ki, Kürtlerin kendi savunmalarını yapması komünist, devrimci ve demokratik güçlerin görev ve sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Komünist ve devrimci güçler hem Kürtlerin meşru demokratik haklarının müdafaası ve hem de barbarca yapılan gerici saldırı ve katliamlara karşı Rovaja Kürtleriyle dayanışma gösterip Rojava’yı gerici faşist katliamlara karşı savunması bir görevdir. Rojava Kürtleri ta-
rihsel haksızlık ve emperyalist paylaşım savaşları neticesinde zorla altına alındıkları bağımlılık ve boyunduruktan, ulusal kölelikten bir nebze de olsa kurtulup ileri doğru adım atmakta, ulusal hakları temelinde belli bir statü kazanmaktadırlar. Komünist ve devrimciler bu gelişmeyi olumlu karşılayarak kayıtsız kalamazlar. Sağlanan statünün sağlam bir zemine oturtulup bağımsızlığa doğru geliştirilmesi perspektifi temelinde mevcut kazanım ve gelişmeler sahiplenilerek desteklenmek durumundadır. Aynı biçimde gerçekleştirilen gerici katliamlara karşı da tavır almak zorunluluktur. Bu konularda kayıtsız kalanlar demokratik niteliği bile hak etmezler. Dolayısıyla çeşitli biçimlerde Rojava’nın desteklenmesi, katliamların teşhir edilmesi ve saldırılara karşı dayanışma içinde bulunulması komünist ve devrimcilerin tabi görevleridir. Bu görevin önemli bir ayağı AKP iktidarının gerici oyunlarının deşifre edilerek komplolarının teşhir edilip kitlelerin baskısı altına alınmasıdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan halkı, demokrasi güçleri ve sınıf hareketi katliamlara uğrayan Kürtlerle enternasyonal dayanışma sergileyerek AKP iktidarına karşı mücadele edip onun Suriye’nin iç işlerine burnunu sokmasını engellemelidir. Aynı şekilde Kürtlere karşı planlanan katliamlar ve katliam yapan güçlerin desteklenmesi de engellenmelidir. Nerede olursa olsun her demokratik mücadele, ileri doğru atılan her adım, gerici faşist tahakkümü gevşeten, gerileten her tavır ve gelişme desteklenmek durumundadır. Mazlum Kürt ulusu maruz kaldığı baskı ve katliamlar karşısında yalnız bırakılamaz, bırakılmamalıdır. Gerici güçlerin saldırı ve katliamları karşısında Rojava Kürtleriyle dayanışma içinde olmak, çeşitli biçimlerde bu dayanışmayı pratikleştirmek şarttır.
20
kültür sanat
haberin önceli S16-f17
Hozat'ta Grup Munzur coşkusu: Hozat’ta da festival programı iki gün sürdü. Sabah saatlerinde belediye tarafından halka kahvaltı verilirken program gün içinde paneller ve sergilerle sürdü. Akşam saatlerinde müzikal program başlamadan festival alanı girişinde kurulan DHF standından kitlesel bir şekilde toplanarak ellerinde İbrahim Kaypakkaya dövizleriyle Hozat girişine yürüyen DHF’ye çevrede bulunan halk da alkışlarla destek verdi. Yürüyüş sırasında atılan sloganlarda Dersim’deki yozlaşmaya dikkat çekilerek devrimci mücadele yürütenlere karşı sürdürülen devlet terörüne vurgu yapıldı. Yürüyüşün bittiği noktada diğer devrimci demokratik kurumlarla birleşen DHF buradan “Hozat Gezi Platformu” pankartı arkasında barajlara, HES’lere, karakollaşmaya, cemaatleşmeye karşı sloganlar eşliğinde festival alanına yürüdü. Hozat halkı fişlendi Akşamki müzikal programda Ermeni halk dansları topluluğu, Grup Yorum, Şevval Sam ve Grup Munzur gibi sanatçılar yer aldı. Hozat Belediyesi adına Gezi Parkı direnişi sırasında verdiği mücadeleyle ön plana çıkan Beşiktaş Çarşı taraftar grubuna onur plaketi verildi. Çarşı grubu adına plaket alınırken yapılan konuşmada “Bizler Gezi’de direnirken, orayı savunurken bütün yaşamı savunduğumuzu biliyorduk. Ankara’nın, Dersim’in, Antakya’nın, İzmir’in bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın yanımızda olduğunu biliyorduk. Ve bu direniş ruhuyla oraları, semtimizi savunduk” ifadelerine yer verildi. Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak yaptığı konuşmada ’38 Dersim Katliamı’na, 12 Eylül sonrası ve 1990’lı yıllarda Dersim coğrafyasında yaşatılan zulme değinerek Dersim halkının bu zulümlere karşı direngen duruşunu ve kendi coğrafyasını korumaya çalıştığını ifade etti.
Grup Munzur’dan kavga türküleri Şarkılarını Hozat halkının coşkulu korusuyla birlikte seslendiren Grup Munzur’un geçtiğimiz yıl şehit düşen Ali Çelik için bestelemiş olduğu şarkı da beğeniyle karşılandı. MKP militanları konser etkinlikleri sırasında üzerinde Ali Çelik’in fotoğrafı bulunan bir pankartı sahneye astı. Nazımiye: Nazımiye’de Festival programı 9. Düzgün Baba Anma etkinliğiyle başladı. Aralarında devrimci demokratik kurumların da bulunduğu kitle Nazımiye girişinden Nazmiye Meydanı'na bir yürüyüş gerçekleştirdi. DHF ilçede ve köylerde Halkın Günlüğü gazetesini halkla buluşturdu, festivale katılım çağrısı yaptı. Saat 15.30’da Belediye binasında bir araya gelen Nazimiye halkı “Çözüm Süreci ve Alevilik” başlığını taşıyan panele katıldı. Festivalin akşam programında Pınar Aydınlar, Enver Çelik ve Şenol Akdağ gibi sanatçılar ezgilerini halkla paylaştı. Pertek: Festivalin 1.günü olan 26 Temmuz’da 08.30’da Pertek Feribot İskelesi’nden gelenlerin karşılanmasıyla festival programı başladı. Saat 10.00’da Belediye Binası önünde Y.Ç.K.M. Folklor Ekibi’nin düzenlediği gösteri halkın yoğun ilgisiyle karşılandı. Festivalin 2.günü Çınar Altı’nda saat 16.00’da bölgede yaşanan son gelişmelerin ve “barış” süreciyle demokratikleşme meselesinin tarFestival kapsamında Pertek’teki çalışmalarını sürdüren DHF çalışanları konser alanında stant çalışması, yaygın bildiri dağıtımı ve Halkın Günlüğü Gazetesi dağıtımı yaptı. Çalışmalar sırasında 28 Temmuz günü saat 17.00’de Dersim Merkez’de Seyit Rıza Heykeli önünde gerçekleştirilecek, “Cemaatleşmeye, karakollaşmaya, yozlaşmaya ve tutuklamalara karşı” yapılacak olan yürüyüşe katılım çağrısı yapıldı.
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Ahmet Erhan ve Şerko Gırtlak kanserine karşı uzun süredir mücadele eden şair Ahmet Erhan, 3 Ağustos günü aramızdan ayrılırken, modern Kürt şiirinin öncülerinden İsveç’te yaşayan Şerko Bekes de kanser hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü Stockholm Karulinsa Hastanesi’nde hayatını kaybetti Gırtlak kanserine karşı uzun süredir mücadele eden şair Ahmet Erhan, 3 Ağustos günü hayatını kaybederken geride yüzlerce şiiriyle onurlu yaşamını bırakarak aramızdan ayrıldı. Ahmet Erhan'ın cenazesi 4 Ağustos günü Şark Kahvesi Özel Okmeydanı Hastanesi'nden Ankara'ya gönderilirken şair 5 Ağustos günü Karşıyaka Mezarlığı'nda sonsuzluğa uğurlandı. Şiirimizin öncülerinden Ahmet Erhan 1958 yılında Ankara’da doğdu. Gençlik yıllarını Mersin ve Adana’da geçiren Erhan, Adana Demirspor Genç Takımı’nda futbol oynarken geçirdiği ağır sakatlık sonrası şiir yazmaya başladı.
Çok sayıda şiir ödülü kazandı Erhan, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Özel eğitim kurumlarında Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı. İlk şiir kitabı Alacakaranlıktaki Ülke'yi 22 yaşında yayınlarken bu eseriyle Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü kazandı. Bugüne kadar 11 şiir kitabı yayınlanan Ahmet Erhan’ın, Köpek Yılları (1998) adını taşıyan bir öykü kitabı ile Ankara-İstanbul Karatreni adını taşıyan denemeler kitabı bulunmaktadır. Erhan sırasıyla Yunus Nadi, Cemal Süreya ve Halil Kocagöz şiir ödüllerini kazanır. Uzun yıllar Ankara’da yaşamasının ardından, 2001 yılında İstanbul’a yerleşir. Şiirimizin öncü şairlerinden Erhan, yaşadığı süreci izleyen değil, sürece müdahil olan yönüyle dikkati çekmiştir. Erhan şiirinin dayanağına insanı alır. “İnsanın bireysel ve toplumsal yanını şiirle anlarız” diyen şair, şiiri tanımlarken ‘insanın en gerçek ve en özlü yanıdır’ der. Erhan şiirin görevini tanımlarken, “Güncel olanı tarihsele, bireyseli toplumsala dönüştürmek ama bunu sonuna kadar şiir kalarak yapmak” olduğunu
söyler. Erhan’ın şiirinin en önemli yanı uzlaşamamasında, her yapıda ve olguda sorgulama gücünde olmasıdır. Muhaliftir O’nun şiiri.
Ahmet Erhan’ın şiiri yaşadığı çağla uzlaşmaz Yaşadığımız dünyada insanın kendi değerlerine yabancılaştığından bahseden Erhan, insanın geri plana itildiğini belirtir. O insanlığın yarasını kendi benliğinde hisseder ve yaratıcılıkla toplumsal sorumluluklarını dile getirir. Onun şiiri yaşadığı çağla uzlaşmaz, onunla çatışarak yeni bir şiir yaratır. İnsanın yaşadığı acıları ve umutları derinliğiyle aktaran şiirler yazmıştır. Kendini yaşadığı toplumun bir parçası olarak görürken, o toplumun sancılarını yakından hisseder. Kendisine karamsar şair denilmesine içinde yaşadığımız dünyada bir insandan umut beklemenin ne derece doğru olduğunu sorarak cevap verir. Ancak onun şiiri hiçbir zaman umutsuz değildir. Umutsuzluk susar O’nun şiirinde, karamsarlıkla hep sorgular bir şeyleri, bir çıkış yolu arar. Şiirinin ne karanlık ne de aydınlık olduğunu söyler. Kendi deyimiyle ‘Alacakaranlık’ bir şiirdir onun yazdığı. Cenazesinde konuşan şair Ahmet Telli şu sözleriyle Erhan’ın yaşamını özetler: “Özellikle 2 Temmuz 1993'ten sonra Sivas'ta yitirdiği dostlarına çok üzüldü. Bir an önce sanki onlara kavuşmak istiyormuş gibi bir hayat sürdü" Yüzlerce şiirini geride bırakarak aramızdan ayrılan Erhan halkın belleğinde bütün canlılığıyla yaşamaya devam edecek.
Şerko Bekes Kürt halkının mücadelesinde yaşıyor İsveç’te yaşayan modern Kürt şiirinin öncülerinden Şerko Bekes ise 4 Ağustos’ta kanser tedavisi gördüğü Stockholm Karulinsa Hastanesi’nde hayatını kaybederken, tüm Kürdistan’ın ortak bir kimlik kazanması ve değer yaratması mücadelesinin ardından, Hewler (Erbil)’den Süleymaniye’ye son yolculuğuna uğurlandı. Kürt halkının acılarını, özlemlerini ve umutlarını yüreğinde taşıyan Bekes, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini şiirlerinde yansıtan şairlerden biri olmasıyla dikkat çeker. 1940 yılında Süleymaniye’de doğan şair, babası Faik Bekes’in de bilinen bir şair olması nedeniyle şiire ilgi duymaya başlar. Çocuk yaşlarda babasını kaybeden Bekes, Süleymaniye’de bir süre okuduktan sonra Bağdat’ta eğitimine devam eder. Genç yaşlarda modern Kürt şiirine ilgi duymaya başlayan Bekes, ilk şiirlerini 1967 yılında yayınlar. O dönemde Kürt şairler Goran ve Herdi’den etkilenir. Otuzun üzerinde şiir kitabı yayınlayan Bekes’in şiirleri Türkçe’ye de defalarca çevrilirken, geniş halk kitleleri tarafından beğeniyle karşılanır. Bekes, çeşitli dillere çevrilen şiirleriyle, uluslararası çok sayıda ödül alarak sanatının doruğuna ulaşır. Yazdığı şiirleriyle dilden dile dolaşan Bekes, modern şiirler yazmasının yanı sıra ulusal kimliğiyle de tanınır.
Bekes’in sürgünlüğü ve ülke özlemi Bekes’in şiirleri bir yandan top-
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
21
Bekes yaşıyor uzun bir şiirin son dizesindeyim bir sağanağın son damlaları kaldı içimde bağıracak gücüm yok, fısıldasam kimse duymuyor sokaklara çıkıyorum ellerim yüreğimde benim gördüğüm şeyleri kimse görmüyor. bir nehir denize kavuşuyor düşlerimde kanım damarlarımdan sessizce çekiliyor bir şeyler sorup, yanıtlıyorum kendi kendime: -ölümün olmadığı o ülke nerde? -ölümdür, ölümün olmadığı tek ülke! uzun bir şiirin son dizesindeyim. artık yeni bir şiire başlayabilir miyim? Ahmet ERHAN lumsal duyarlılıkları ve ulusal olanı ön planda tutarken, bir yandan da bireysel olanı ve kırgın aşkları işler. Şiirlerinde halkın çaresizliğini yansıtırken aşkın sesi olmaya çalışır. Giden aşkın yerini hiçbir şeyin dolduramayacağına inanarak “Ülkem yüreğimdir” diyen şair, sürgünlüğün ve ülke özleminin acısını bütün hücrelerinde hisseder. Ülkeyi sevmenin yürekte taşınacak bir şey olduğunu söylerken, onun korunmaya ve şefkate ihtiyacı olduğunu dile getirir. Aşkla acıları iç içe geçiren şiirler yazan şair, ülke özlemiyle aşkı birbiriyle iç içe geçirerek aşkın yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını söyler. Acılarla ve sürgünlerle dolu bir yaşam süren Bekes, yoksunlukları, yalnızlığı, Araf’ta kalmayı, ülkesine ve insanlarına olan özlemini şiirlerinde birçok kez dile getirmiştir. 1917 Ekim Devrimi’nden etkilenen şair, Kürt ulusal sorunuyla da yakından ilgilenir. O dönemler, Irak devletine karşı Kürt ayaklanması ve direnişinin yaşandığı günlerdir. Bu süreçten etkilenerek mücadelenin içerisinde yer alır. Bu dönem şiirlerinin ana temasını, ülke ve özgürlük duyguları oluşturur. 1965 yılında Irak devleti tarafından tutuklanması istenirken, bu tutuklamadan dağlara çıkarak kurtulur. Direniş örgütleri içerisinde mücadelesini yürütürken, Kürt Özgürlük Direnişi Radyosu’nda çalışmaya başlar. Bir söyleşisi sırasında bu süreçten çok etkilendiğini ve şiirinin omurgasını bu dönemde yaşadıklarının oluşturduğunu söyler. 1970 yılında Kürt direnişçilerin
Bağdat rejimiyle anlaşma yoluna girmesi nedeniyle Kürt edebiyatı da bir anda ivme kazanarak şairin de içerisinde yer aldığı Komeleyi Rowenge adında bir grup oluşturulur ve şairler bir manifesto yayınlar. Bu süreçte Kürt edebiyatına emek veren çok sayıda şair, Kürt şiirinin gelişimine önemli katkılar sunarak mücadelesini sürdürür. Kürt edebiyatına yeni bir ruh kazandırmanın adımı olan bu çalışmalar, Kürt aydın ve yazarları arasında büyük etki yaratmıştır. Böylece modern Kürt şiirinin önü açılır. Bu süreçte Kürt aydınları gerilla savaşına katılarak mücadeleyi sürdürürler. Bekes de bu dönemde ülkesini yüreğinde taşıyan şiirler yazmaya devam ederken bu şiirleri birçok dile çevrilir ve çok sayıda ödül kazanır. Halk kitleleri tarafından beğeniyle karşılanan Bekes, bu dönemde art arda çok sayıda şiir kitabı yayınlarken ülke dışına çıkmak zorunda kalır. 1987 yılında İsveç’te Tucholsky Ödülü’ne layık görülür. Çok sayıda Kürt şairi gibi uzun süre sürgünde yaşamak zorunda kalır. Ancak Irak Kürdistan Federasyonu kurulunca ülkesine dönebilir. Hayatı yoksunluklar ve mücadele içerisinde geçen şair, modern şiirin estetiğini bu dönemde oluşturmuştur. Her şiirinde kırgınlıklar ve isyan duygularını iç içe işlemiştir. Geride yüzlerce şiirini bırakarak aramızdan ayrılan Şerko Bekes, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yaşamaya devam edecek.
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
İŞSİZLER
U
rsula. Okapi gibi ürkek bir kadın. Işıkları geçti, karşıda durdu. Beni süzdü. Güzel ve güvenilmez bir tip. Filan feşmanla ferman çıkarıyor, hiçbirisini uygulamıyor. Gördüğü her erkeği de kendi türünü öldürmek için örgütlenen bir mahluk olarak değerlendiriyor. “Ben de mi öyleyim? ” diyorum. “Erkeksin, farklı değilsin,” diyor. Pastaneye girdi. O kadınla, arkadaşım Malcom’un, ‘Denize düşse kıçıyla balık yakalar,” dediği Suzi’yle birlikte çıktı. Görünce ürperiyorum. Yaşama ve ölüme dair sırların garip seslere evrildiği bir ses yumağı. Nefsini önceleyerek konuşan kayırıcı ruhun, Falcı kadının evine doğru birlikte yürüdüler. Çetrefil, genç, küheylan aklıyla, onları ölüm ve yok oluş duygusundan uzaklaştıracak, yakın geleceklerini imkânlarla donatacak, duygularını idealize edip rahatlatacak. Peşlerine düştüm, adımlarımı hızlandırdım. “Falcı kadına gidiyorsanız, ben de gelebilir miyim?” dedim. İtiraz etmediler. Bizi oturma salonuna aldı. Sabahtan beridir girip çıkan Mcdonald’cı işsiz kadınların sıkıntı ve umut kokuları, papağan sesleri ve falcının, borcu malına eşit, medyun-i müflis kocasından yayılan esrar sisi... Kabuğu kabarmış ağaç gövdelerini çağrıştırıyor, falcının yüzü. Yangına koşan tulumbacı gibi terlemiş. İkide bir siliniyor. Kahvelerimiz geldi hemen. Ruh okuyucusu ilkin, Ursula’nın bakışlarındaki yeşil su durgunluğuna bakarak, falını okumaya koyuldu. Masum bir duyguyla zamanında sevmiş, meftuniyete ve fitneye düşmüş, yıkılır gibi olmuş ama yıkılmamış. Günahın iki ana kaynağına, uçarı akla ve arzuya fazla itibar etmemiş. Geleceğin, kendisine ‘Dikkatli ol’ dediği ve gülümsediği bir kadın. Ursula, kendisini tanıyormuşçasına konuşan falcının karşısında gevşedi, bencilliğin ve kibirin ördüğü zaman kozasını delmiş gibi oldu. Sıra Suzi’ye geldi. Niyeti lavanta çiçeği gibi kokan bir kadın. Kanat ve kuyruk telekleri yolunmuş, ama pes etmemiş bir güvercin. Güvercinin biçimsiz, içeriksiz gülümseyişi karşısında bir an sustu falcı. Her kadının kalbinde, kendini atacağı bir uçurum vardı. Güvercin, kalbindeki uçuruma yuvalanmışçasına, kendinden gayet emin bir iklimle dinliyordu falcıyı. Yaşam öyküsüne ve geleceğine dair kehanetlerini sıralayıp durdu falcı. Güvercin dayanamadı, “Hiçbirisi doğru değil,” diye çıkıştı, hafif feveranlı bir duyguyla. Falcı, itirazları, kehanetlerinin doğrulanışına yorma gibi bir saplantıya sahip olduğu için serinkanlılıkla karşıladı çıkışı. “Ben, sende gizli olan seni, bilmediğin asıl seni anlatıyorum sana,” diye mırıldandı falcı. Sıra benim falıma geldi. Aklıyla değil, aklının içgüdüsüyle başladı konuşmaya. Aslıma faslıma girdi. Bilmediğim beni anlattığı için sisli değil, açık ve cesur konuşuyordu. Alnı dardı. Yüzünde düğürcük bulguru büyüklüğünde sivilceler, sincabi renkler, kipsiz ve talimli ışıltılar gezinip duruyordu. Bir ara soluklandı, sağ ayağından, Kızılderili mokasenini andıran, tek parçalı ayakkabısını çıkardı. “İşte bunun gibisin, uzun yollara giriyor, taşıyorsun, ayaklar hamur gibi yayılıyor
sana, ama anlamıyor seni. Sen kendini anladığın an, anlayacaklar seni. Tabii ki ömrün vefa ederse.” Yirmişer dolarları, Falcının tokmakbaş kocasına ödeyip çıktık. İşsizler, emekliler, nana muhtaç şehir yoksulları birikmişti kapının önünde. Biz girerken yoklardı. “Bu kadının bana dair söylediklerinin yüzde sekseni doğru değil. Hal böyleyken bu insanlar neden geliyorlar buraya?” dedim. ‘Aptal mısın’ dercesine homurdandı Suzi; “Her insanın içinde bilinmeyen biri var, onu öğrenmeye geliyorlar,” dedi. Kadınlardan ayrıldım. Yaşlı Jessica’yı bulabilir miyim umuduyla RSL’ girdim. Harıl harıl çalışan her kumar makinasının başında bir koca karı. Her yer pırıl pırıl, tertemiz. Yanda kumarhanenin kafetaryası, lokantası. Jessica’yı bulamadım. Sokağa, insanların ve köpeklerin arasına attım kendimi. Çöp kutularından yiyecek ve içecek toplayan Nick’i gördüm. Yanında, arkadaşı Pamela vardı. Dalgacı kadın. Nick, kaldırımdaki köpek kazuratlarına bakarak, köpek sahiplerinin sınıfını tesbit eden, yarı kaçık bir adamdı. Kafasında üç sınıf vardı: Upper class (Üst), Middle Class (orta), Lower income class (alt). Pamela, beni görünce her zamanki gibi el salladı. “Bir dolar ver, Nick sana, bugünkü köpek dışkılarının hangi sınıflara ait olduğunu göstersin,” dedi. Kabul ettim. Hemen geldiler yanıma. Bir dolar elli sent koydum, Nick’in kirli siğilli avucuna. Çevresine şöyle bir bakındı, kolumdan tuttu, az ötede, bankta oturup otobüs bekleyen yolcuların önünde dağılmış, perişan bir vaziyette duran köpek dışkısına doğru çekti beni. “Şu gördüğün, alt sınıfa ait bir köpeğin dışkısıdır,” dedi. “Nerden biliyorsun?” dedim. “Köpek aç olduğu için, bir daha bulamam diye ölçüsüz, orantısız yemiş, ölçüsüz orantısız da çıkarmış; renginden, büyüklüğünden belli. Üst sınıf köpeğinin aç kalma korkusu yoktur. Ölçülü yer, az yer, seviyeli ve küçük çıkarır. Renkli ve cilalıdır. Orta sınıf köpeğininki ise...” Nick’i tanıyanlardan, işsizlerden oluşan küçük bir çember oluştu çevremizde. Utandım. Uzak coğrafyadan teftişe gelen bir müfettiş ile ona izahatta bulunan pejmürde bir memur manzarası çıkmıştı ortaya. Az sonra çemberden tartışmaya katılanlar oldu. Nick’in tahlil yeteneğini, dikkatini takdir edenler, karşı çıkanlar, derken, rahatladım. Yanında iki köpekle oradan geçerken, durup, çembere giren yaşlı bir adam, konuyu öğrenip, tartışmanın odağı haline gelince, iş uzadı, çember biraz daha büyüdü. İki polis geldi sonunda. Kıdemli olana yöneldi kulaklar. Bu tip sorunlar, kalabalık bir kaldırımda izinsiz tartışılamazdı. Ve konu da doğası itibarıyla köpek sahiplerini rahatsız edebilirdi. ‘Dağılın lütfen,’e uyarak dağıldık Eve geldiğimde, habis bir ur gibi zonklayıp duruyordu kafamda şehir. Mekânı tüketmiş, olmayan bir şeyden, özdeşlik ve tanımlama ilkesinden, yaşamın evrensel sürekliliğinden kopmuş gibiydim.
22
güncel haber
TMKP: Hasta tutsaklar serbest bırakılsın
Tecride Karşı Mücadele Platformu Galatasaray Lisesi önünde yaptığı basın açıklamasıyla Ağustos ayı hak gaspları raporunu açıklarken hasta tutsakların serbest bırakılmasını talep etti Tecride Karşı Mücadele Platformu (TKMP) 18 Ağustos’ta Galatasaray Lisesi önünde Ağustos ayı hak gaspları raporunu açıklayan bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında hapishanelerde süren tecrit işkencesine dikkat çekilerek hasta tutsakların serbest bırakılması talep edildi. “Tecrite son” , “Hapishanelerde Tecrit İşkencesine Son Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın” yazılı pankartların açıldığı eylemde “Kanser hastası Kemal Avcı serbest bırakılsın” yazılı dövizler taşındı. Basın açıklamasında F Tipi hapishanelerde baskı ve işkencelerin sürdüğü ifade edilerek mide kanseri Kemal Avcı ile kalbinin %65’i çalışmayan Abdullah Kalay’ın yaşadığı sağlık problemlerine dikkat çekildi.
Abdullah Kalay’ın tahliye talebi reddedildi Hak gaspları raporunda Abdullah Kalay’ın Kandıra 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde 13 Nisan 2012 tarihinde kalp krizi geçirdiği belirtilerek şu ifadeler kullanıldı: “Abdullah Kalay saatlerce hastaneye götürülmedi. Adeta ölüme terk edildi. Devrimci
tutsakların saatler süren eylemi neticesinde Abdullah Kalay, ‘koma halindeyken’ yürütülerek ‘hastaneye’ götürüldü. Geç müdahale edildiği ve iki buçuk saat sonra hastaneye yetiştirildiği için kalbinde ağır tahribat oluştu. Kalbinin yüzde 65’i çalışmamaktadır. Ağır hastalığından dolayı infazının durdurulması ve tedavisinin dışarıda sürdürülmesi için Adli Tıp Kurumu (ATK)’na başvuru yapıldı. ATK hasta tutsaklara karşı ideolojik yaklaşmaktadır. Adli Tıp rapor verse bile ‘toplum için yararı’ değerlendirilerek tahliye edilmesi tamamen ortadan kaldırılmıştır.” Kalay’ın bir kez daha ATK’ya başvurduğu belirtilerek damarları tıkalı olmasına ve Wernicke Korsakof hastası olmasına karşın tahliye talebinin reddedildiği açıklandı.
Elif Kaya zorla çıplak aramaya maruz bırakıldı Raporda Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Elif Kaya’nın zorla çıplak aramaya tabi tutulduğu, Kırıklar 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutsakların yaşam alanlarının 24 saat kamerayla izlenmeye çalışıldığı, Tekirdağ 2 No’lu F tipi Hapishanesi’nde tutsaklara keyfi disiplin cezaları verilerek iletişim, mektup, açık ve kapalı görüş yasakları getirildiği, Sincan Kadın Hapishanesi’nde tutsakların sohbet haklarının gasp edildiği ifade edildi. Basın açıklaması sırasında “İçeride dışarıda hücreleri parçala”, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” , “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganları atıldı.
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
Kavgada ısrarın adı 20 Temmuz 2012 tarihinde yaralı olduğu halde yapılan yoğun işkenceler sonucu katledilen Ali Çelik, Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB)’nin çağrısıyla ailesi ve yoldaşları tarafından mezarı başında anıldı 20 Temmuz 2012 tarihinde yaralı olduğu halde yapılan yoğun işkenceler sonucu katledilen Ali Çelik, 20 Temmuz’da Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB)’nin çağrısıyla yoldaşları ve ailesi tarafından mezarı başında anıldı. “Ali Çelik yoldaş ölümsüzdür”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak”, “Halk savaşçıları ölümsüzdür”, “Gürkan yoldaş ölümsüzdür” sloganlarının atıldığı anmada YDAB adına basın açıklaması yapıldı.Ali Çelik’in mücadelesinin anlatıldığı açıklamada, sınıf mücadelesinin acı sürprizlerinin bilinciyle hareket edildiği belirtildi. Ali Çelik ağır işkenceler sonucu katledildi Basın açıklamasında Ali (Gürkan) Çelik’in yakalanması süreci şu ifadelerle anlatıldı: “Gürkan yoldaş Dersim/Ovacık’ın… Köyüne giderken, gece tarlalarını bekleyen köylüler tarafından (yanlışlıkla) kaza sonucu vurularak yaralandı. Yaralanan yoldaş, gerilla birliği tarafından güvenli alana götürülerek orada tedavi edilmeye çalışıldı. Ancak mevcut olanaklarla yoldaşın tedavisi mümkün olmadı. Dolayısıyla Gürkan yoldaş’ın tedavisinin yapılması için şehre götürülmesi zorunlu oldu. Gürkan yoldaş’ın alandan çıkarılıp güvenli bölgelere götürülerek tedavisinin yaptırılması için yoldaşlar gerekli girişimlerde bulunmuş, ancak düşmanın yoğun kontrollerine bağlı olarak yoldaşın yakalanma riskinin yüksek olması bu girişimlerden erken sonuç alamamayı koşullamıştır. Nitekim yoldaşın yaralanmasından yaklaşık bir hafta (6 gün) sonra alandan çıkarılması
mümkün olmuştur. Ne yazık ki, bu deneme de olumsuz sonuçlanmış ve yoldaş Erzincan’dan çıkarılırken yolda düşman tarafından yakalanmıştır. Gürkan(Ali) yoldaşımızı yakalayan düşman, yoldaşın yaralı olmasına bakmadan ve yaralı haline aldırmadan yoldaşımızı ağır işkencelere tabi tutmuştur. İşkencenin yapıldığı yüzündeki morluklardan kanıtlıdır. Ki, bu morluklar ailesi tarafından tespit edildiği gibi, Erzincan’da yatırıldığı hastane personeli tarafından da görülen morluklardır. Daha da somut kanıt şudur: Yoldaşımız arabayla yolculuk yapacak durumdayken, nasıl oldu da yakalandıktan kısa bir süre sonra (aynı gün) komaya girecek kadar sağlığı kötüleşti? Evet, yoldaşımız araçta yakalandı ve sağlığı ölümcül olmayıp ayakta durup gezebilecek düzey-
Üç MKP gerilla naaşı 1994 yılında ölümsüzleşen Mehmet Doğanoğlu, Daimi Kişin, Nihat Aydın’nın naaşı aileleri tarafından teslim alındı
Dersim’de iki değerli büyüğümüzü, iki partizan sevdalısı yaşamı aynı ay içerisinde yitirmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Zeynep Rüzgar ve Munzur Dermanlı’nın yaşamları önünde saygıyla eğiliyoruz.
DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU
1994 yılında Dersim’de şehit düştükten sonra güvenlik açısından gerilla alanlarında toprağa verilen Mehmet Doğanoğlu (Pir Ahmet), Daimi Kişin (Piro-şiar) ile Nihat Aydın (Taylan) isimli gerillaların cenazeleri aileleri tarafından alındı. 29 Temmuz 1994’te Ovacık ilçesi Ziyaret Köyü vadisi mevkiinde ölümsüzleşen MKP-HKO gerillalarının mezar yerlerinin
tespit edilip aileleri tarafından cenazelerinin alınmasından sonra, cenazeler Dersim Merkez’den Malatya Adli Tıp Kurumu’na getirildi. Burada yapılan incelemenin ardından cenazeler, kimlik tespiti için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Gerillaların kimlik tespit işlemleri hala devam ediyor.
Pir Ahmet, Piro, Talyan 1994 yılında ölümsüzleşmişti 29 Temmuz 1994 tarihinde Dersim’in Ovacık ilçesi Ziyaret Köyü vadisi mevkiine Erzincan tarafından avlanmak için gelen korucularla karşılaşan gerilla birliği, kendile-
16-31 AĞUSTOS 2013 Halkın Günlüğü
23
Ali Gürkan Çelik
TUTSAK PARTİZAN
HASTA TUTSAKLAR SERBEST BIRAKILSIN
S
deydi. Kısacası, Gürkan yoldaş işkence edilerek katledildi! Yakalandığı anda yaralı ama ölmeyecek kadar sağlıklıydı ve yarası kısa sürede ölmesine sebep olacak bir yara değildi.” Ali Çelik’in katili devlettir Basın açıklamasında Ali Çelik’in ağır işkencelerden sonra yoğun bakıma alınıp makineye bağlanmasına karşın haftalarca uyanamadığı, ailesinin girişimleri sonucu beyninde ödem ya da iltihaplanma oluştuğu belirtilerek ameliyata alındığı anlatıldı. Basın açıklaması şu ifadelerle sona erdi: “Ameliyat sonrası daha donanımlı ve uzman bir hastaneye sevk edilmesi gerektiği halde yoldaş bilerek ölüme terk edilerek sevki yapılmamıştır. Sevk işleminden sorumlu
olan il cumhuriyet başsavcısı-yetkili savcı söz konusu sevke izin vermediği gibi, Adalet Bakanlığı düzeyinde bulunulan girişimler de sonuçsuz kalmış, sevk gerçekleştirilmeyerek yoldaş açıktan katledilmiştir. İşkencede işlenen suç tedavi aşaması ile sevk aşamalarında tekrarlanarak Gürkan yoldaş faşist kinle açıkça katledilmiştir! İşkence suçu işlendiği gibi, sevk yapılmamak suretiyle tedavisinin engellenmesiyle de cinayet suçu işlenmiştir. Son bir kez daha huzurunuzda; Gürkan yoldaşın anısı önünde saygıyla eğilirken, O’nun şahsında devrim ve komünizm şehitlerini anıyoruz!”
ailelerine ulaştı rini fark eden (ilk başta avlanmak için gelen köylüler zannettikleri) korucuları uyarmak için korucuların bulunduğu alana hareket eder. Gerillaları fark eden koruyucular alandan kaçmaya çalışır. Diğer korucular kaçarken bir tanesi gerillaya fark ettirmeden kayalıkta saklanır. Saklandığı yere doğru giden gerillalar kayalıkta mevzilenen bu korucu tarafından Mavzer silahıyla vurulur. Keskin nişancı olan korucu saklandığı yerden gerillalara görüntü vermeyerek mavzerle belli bir mesafeden kendisine
doğru gelen Mehmet Doğanoğlu (Pir Ahmet), Daimi Kişin (Piro-Şiar) ile Nihat Aydın (Taylan)’nı vurur. Çatışma seslerini duyan ana birlik bölgeye gelerek kayalıkta gizlenen korucuyu saklandığı yerde etkisiz hale getirir. Yaşanan çatışmanın ardından şehit düşen üç gerilla, çatışmanın çıktığı bölgede diğer gerillalar tarafından defnedilir. Mezar yerlerinin tespit edilip aileleri tarafından alınan gerilla cenazelerinin kimlik tespit işlemleri İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda devam ediyor.
≫ cafer çakmak
adece ordu, polis değil, hapishaneler de devlet zorunun cisimleşmiş halidir. Gerici sistem ezilen sınıfları sadece yokluk, yoksulluk ve sefalete itmekle kalmaz, onları suça da iter. Çürütür ve emeğe yabancılaştırır. Suç üretildiği oranda sömürü alanları ve çürüme genişler. Toplumsal yabancılaşmayı aynı zamanda emekle insanlaşanların pratiklerinde bir çürüme olarak dışa vurur. Devlet kendisine itaate zorladığı insanların suç ortağı olmakla kalmaz, mekanizmalarını gerici sınıf hakimiyetinin tesisi için sonsuzca kullanır. Hapishaneler devrimci halk kitlelerine karşı bir öğütme aracı olarak kullanılır. Emperyalizme ve işbirlikçi kukla devlete komünist ve devrimci hareket meydan okur. Gerici düzeni yıkmak ve halk iktidarını yıkmak için ülkemiz özgülünde Halk Savaşı’ndan başka yol yoktur diyen komünistler, faşist diktatörlüğe, sınıfsal ve ulusal baskıya karşı savaşan devrimciler katledildi ve ağır işkencelerden geçirildi. Büyük baskı ve kuşatmalara alındı. Bu saldırı hapishanelerde daha şiddetli sürdürülüyor. Çünkü bu savaşın bir parçası da hapishanelerdir. Devrimcilerin teslim alınması, ıslah edilip devrim amacı ve düşüncesinden arındırılması için kullanılır. Teslimiyet ve dayatma saldırılarının boyutunu mücadele şartları belirler. 12 Eylül’de seksen, yüz kişilik koğuşlarda günlük işkenceyle teslimiyet dayatılıyordu. Bugün F Tipi tecrit sisteminde aynı amaç dayatılıyor. Araçlar ve yöntemler değişir ama sınıf amaçları asla değişmiyor. Komünistleri ve devrimcileri ortadan kaldırmak, olmadı içeride dönüştürmek ve teslim almak devlet için vazgeçilmez amaçtır. Bu nedenle devrimci onur ve tutsaklık ancak ağır bedellerle taşınabilir. Bu amaç kavrandıktan sonra devletin neden yüzlerce hasta tutsağı insanlık dışı koşullarda yavaş yavaş öldürdüğünü anlayabiliriz. Faşist devletin bütün kurumları, halka karşı sürdürülecek savaşa uygun şekillendirilmiştir. Yasaları da buna uygundur.Yargıdan adalet, parlamentodan halk için demokrasi beklemek ne kadar saçmaysa, Adli Tıp Kurumu (ATK)’dan bilimsellik ve ahlaki ölçülerle insani kararlar beklemek bir o kadar saçmadır. Çünkü tepeden tırnağa bürokratik ve rantçı faşist devlet, devrimci halk kitlelerine karşı savaşmaya devam ediyor. Hapishaneler devletin cisimleşmiş halidir dedik. Kaypakkaya Amed zindanında işkencede katledildi. Denizler hücrelerinden alınıp darağacına götürüldü. 12 Eylül’de onlarca devrimci katledildi. Buca, Ümraniye, Amed, Ulucanlar ve 19-22 Aralık Katliamları tarihe kazındı. Devlet devrimcileri katletmekten vazgeçmedi, vazgeçmez. Bütün saldırılara rağmen bedellerle bir direniş tarihi yaratıldı. F Tipi tecrit sistemi de devrimci eylem ve iradeyi kırmaya yetmedi. Çünkü halkın devrimci mücadelesi durdurulamaz. Tam da ‘marjinal’ lafının suyunu çıkarmışken, Gezi Parkı direnişiyle halk hareketi patlak verdi. Devlet devrimcileri hapishanelerde bitirmeye yönelse de başarılı olamadı. Devrimci mücadele sürdü,
Kürt hareketi daha da gelişip büyüdü. Hapishanelerde devletin öç alma ve imha etme siyaseti bütün hızıyla sürüyor. Bu nedenle sağlıklı koşullarda hasta tutsakların tedavisinin yapılması için bırakılmaları devletin insafına bırakılamaz. Çünkü devletin insafı, ahlakı ve duygusu olmaz olamaz. Dün olduğu gibi bugün de tüm haklar mücadeleyle alınır. Neredeyse tutsağı olan her parti ve örgütten 600’e yakın devrimci hasta tutsak vardır. 250’den fazlası ölümcül düzeydedir. 19-22 Aralık 2000 Katliamı’yla açılan F Tiplerinden günümüze 2100 tutsak hastalıktan tedavi edilmedi ve serbest bırakılmayarak katledildi. Hapishanelerden tabutlar çıkmaya devam ediyor. Basına yansıdığı gibi ölüm riski -siz buna katletme aşaması deyin- altında olan tutsaklardan biri de Abdullah Kalay’dır. Maoist tutsak Abdullah Kalay, hapishanede kalp krizi geçirdi. 3 saatte hastaneye götürüldü. Bu ölüme terk ediş onun kalbinde onarılmaz ağır hasara neden oldu. Doktorlar yaşamasına mucize dedi. Yaşamı var etmek için yeni direnmiyordu çünkü O 1996 ve2000 Ölüm Orucu direnişçisiydi. Ölüm Orucu direnişinden kalan hastalıklara kalp krizi de eklenmişti ve kalbinin % 65’i geri dönülemez şekilde işlevini kaybetti. Kalbinin sadece % 35’i çalışsa da tahliye edilmiyor. Hatırlanacağı gibi Abdullah Kalay ile aynı sağlık sorununa sahip Ergenekon davasından tutuklu bulunan Org.Ergün Saygun tahliye edilmişti. Abdullah Kalay’ın tedavi olma durumu ve hapishane koşullarında da yaşama şansı yoktur. ‘Devrimci tutsaklar onurumuzdur’ şiarına uygun olarak onurumuza sahip çıkacağız. Hasta tutsakların özgürlüğe kavuşturulması için mücadele yürütme görevini yerine getirmeliyiz. Örgütlenen kampanyalara, eylem ve etkinliklere katılmalıyız. Kampanyalar örgütlemeliyiz. Çabamızı ortaya koymalı ve bu anlamda örgütlenmeliyiz. İdam kaldırıldı ancak devlet tutsakları yavaş yavaş öldürüyor. Ölmek üzere olan hasta tutsakları bile bırakmıyor. Sadece ‘hasta’ tutsaklara değil, onları ölüm döşeğinde gören ailelerimize, aynı koşullarda yoldaşlarının adım adım ölüme gittiğine tanık olan yoldaşlarımıza da, bütün devrimcilere de, büyük işkenceler yapılmaktadır. İşkencelere ve katliamlara dur diyelim! ATK rapor vermiyor. Rapor verse bile savcılık “toplum için tehlikeli” diyerek hasta tutsakları bırakmıyor. Ağır hastalıktan dolayı, ring işkencesiyle Metris’e götürülen tutsakların tahliyesi reddedildi. Bütün hasta tutsakların özgürlüğü için ortak mücadeleyi yükseltelim. Abdullah Kalay’ın ve devrimci tutsakların katledilmesine izin vermeyelim. Bekleyerek değil, ancak mücadele ederek devrimci hasta tutsakların katledilmesini engelleyebiliriz. Bütün mücadele alanlarında sahiplenmeyi başardığımız oranda ancak görevimizi yapmış oluruz. Hasta tutsaklara özgürlük.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın SüreliYönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL
Gelê kurd li hemberî qırkirinan ber xwe dide Li Surî di navbera desthilat û dijitî(muxalefet)de pêvajoya lihevxistinê li salan paş xwe hişt û aloziya xwe ya mezin didomine. Him desthilata Esad him jî him jî êniya dijîtî nehiştine îstîkrarê. Muxalefet piştî debeşbûna navxweyî bêhêzbûn dijeû deshilatdar avantajek diyarî dest xistiye lê belê rewşek misoger nîn e. Geremolî û alozî didome. Di vê lewhê de gotina bandorbûna hêzên emperyalist bilêvkirinekê rast e. Desthilatdariya Esad jî hêzên dijberî Jî ji hêzên emperyalîst him jî êniyên emperyalîst pişt dibînin. Li sûrî dawînebûna pêvajoya lihevxistinê û berdewambûna aloziyê de pêkerên hesab û planên emperyalist in. Di vê dema pevçûnê de li êniya desthilatdaran de şahidiya valahiyekî deshidarî bû ,hê jî dibe. Di vê valahî de herema Kurdan (rojava) di devera xwe de înîsîyatîfa xwe îlan kirin. Ev pêşdestî di pileya xwe de statûyekî ‘serbixwe’ bi lêv dike û kurdên rojava vê statuyên xwe yên bi mafdarî ber bi xweserî ve hedef digirin, gavên wana diavejin. Em dikarin bibêjin Rojava di pratîkî de heremek
xweserî ye. Mîna xweseriya Kurdistana Başur, parçeyên din ên Kurdistanê xwedî heman mafê û pêşvetir jî damezrandina komara serbixwe ne, him jî bi perspektifa yekîtîya Kurdistan re xwedi damezrandina Kurdistana Mezin in. Ew mafa diyariya kesî yan jî hêzan nîn e, ew mafa li ser netewbûna kurdan mafekê xweza ye. Ji ber vê yekê kesên ku ji bo rêveberiyên xwe gav avitina kurdan qayil nabin û komkujî pêk tînîn û komplo li dar dixin, hêzên pêşverû, komelkujer û faşist in. Kurdên Rojava li dijî dewleta navendî yan jî desthilatdarê li gor mafên xwe yên hatibûn gespkirî statûyên xwe yên rewa pêk anîn. Çi heye ku, ji kurdên Rojava û rêveberiyên wan re êriş dikin û qirkirinan dikin ne dewleta Surî-Esad in, êrişkar pêşverûtiya El Nusra ye ji êniyên muxalefetê ye, giredaye El Kaideyê ye. Hêzek ku ji desthilata Esad re mûxalefet dike, ji kurdên rojava ku ji desthilata Esed ve veqetiya ne êrîşê wan dikin. Hêzen ku li ser navê azadî û demokrasî li dijî deshilata Esad mûxalefet dikin(mîna El Nûsra),ev jî tê nişandan ku wana di rastî de dijmînê azadî û demokrasî ne. Kurdên Rojava ji der maf û azadiyên xwe tiştek çênakin. Ji ber vê yekê hêzên li
hemberî bikaranîna mafên kurdan , mafên kurdan nas nakin komkujî pêk tînîn , gotinên wan ên azadî û demokrasî ji der rastî yê demogojiyek e. Ka em binêrin El Nûsra û hêzên ku paş wan in em dibînin karakterên wan ên pêşverû û faşist diyar e. Hêzên emperyalist di astekî de li paş El Nûsra ne, bi şênberî desthilata AKP û rêxistina El Kaîde li paş wan in. Wana baristaniya kurdên rojava û rêveberiyên wan nakin komkujî pêk tînîn,di binê vê rastiyê de xeyala û ramana damezrendina komara şerîî û peşverû heye. Bi taybetî AKP him ji El Nûsra him jî El kaide re destek dide,ezimandina endamên el kaide dike komplo û komkujiyên li dar dixe , ev jî li ser dijmintiya kurdan dertê. destek dayina komkujiyan tirsa xweseriya rojava ye, avabuna xweseriya kurdan bi bandorkirina kurdên bakur xofa wan ên mezin e. Desthilata AKP tehemûla xweseriya kurdên bakur nakin , ji ber vê yekê îlan kirina xweseriya rojava êrîşvaniya paşverû destek dide. Bi kurtasî, berovajî derewa ‘vebûna Kurdan’desthilataAKP di rastî de dijminbûna kurdan diyar dike. Duyemin hêzên li diji diktatoriya Esed mûxalefetê dikin ji der
peşverû û şeriatê armanca wan nîn e û derdikeve ku dijmina azadî û demokrasî ne. Hezên ku idayê têkoşina ji bo azadî û demokrasî dikin, li hemberî kurdan çer li dijî demokrasî û azadî pozîsyon digirin eşkere ye. Disan li ser gotina ‘vebun’, ‘aştî’ AKP demogojî dike , ji bo mafên xwe îlan kirina statûya kurdan, AKP bi komplo û komkujiyan di rastî de li dijî demokrasi û azadî û aştî û dijminbûna kurdan îspat dike. Erê bi pişgiriya AKP û El Kaide El Nûsra di Rojava de li dijî kurdan komkujiyên hov pêk tînîn. Zarok û gundiyan bêvijdan tên kuştin. Li hemberî vê kurdan li her serhildan îlan kirin, iradeya parastinekê hevbeş pêk anîn , berxwedanekê demokratik û bertekekê didin. Kurdistaniyên her çar parçeyan ji bo Rojava bêdeng neman , bi rexistinî û hevbeş vînekî pêk anîn, berxwedanekê rewa didin û hişmendiyekê netewî ya rast pêk tînîn. Vîn û helwesta kurdan bi tevahi demokratîk, rewa û mafdar e. Kurdên ku zeminê xwe mafdar û rewa ne(bi taybeti jî bi rêxistinî tev digerin) êrîş û komkujiyên El Nûsra ya peşverû ber bi paş ve dizivirin.