kapak_Layout 2 8/21/11 6:00 PM Page 1
Gerillaya karşı sınır ötesi harekat
GÜNCEL DEVLETİN YENİ YÖNELİMİ BELLİ OLDU
SF. 06-07
TOPYEKÜN iMHA
Türk devleti Hakkari’de aldığı ağır kaybın ardından Kandil’e hava saldırısı düzenledi. Savaş uçaklarıyla sivil ve gerilla alanlarını bombalayan Türk ordusu bölgeye havan ve öbüslerle bomba yağdırdı.
“Bıçak kemiğe dayandı. Bunun faturası ağır olacak” tehdidinde bulunan Erdoğan’la hem fikir olan hakim sınıflar, topyekün imha hareketini başlattı.
Hakim sınıflar koro halinde çağrı yaptı: ‘Taraf olmayan bertaraf olacak’
Halkın Günlüğü
20-30 AĞUSTOS 2011 Yıl: 1 Sayı:17 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
Suriye’ye ithal ”demokrasi” fDÜNYA 16-17 Suriye’de muhaliflerle Esad yönetimi arasındaki çatışmalar devam ediyor. Emperyalist devletler ve Türk devleti Suriye’ye baskı yaparak bir an önce “demokrasi”yi tesis etmesini söylüyor. Peki, Suriye halkı özlem duyduğu demokrasiye nasıl ulaşacak. Emperyalizm patentli “demokrasi”yle mi?
ABD’nin Şirinler sevgisi kültür-sanat Sf.18-19
Devrimci-halkçı yerel yönetimler
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
an açlık vlıek s in ın k a y ona asız cuk 12 msili vyeriyor. Yaşanan ygoıdr. o ç u ğ lu n u le oğ lü ›› Skoumraaklilı’dğaekçarşı yaşanmakmlıühceardgeün onlarca çkoacpuitkaölist devletler cılığıyla tan kay yalistve kuraklık mimarı olan empluernuyor. Uşakları alıra n a yor. u ›› Bsuahttaebsloenvugi göstaelarilrınerıingadrae nbti altına almaya çab olitik yeni talan p
N i M i K
i R E S E
fDOSYA 20-23
Demokratik Haklar Federasyonu tarafından Yerel Yönetimler Sempozyumu çalışmalarının somut adımları atıldı. Akademisyen, aydın, mimar ve sendikacılar, bu çalışmanın ilk adımı olarak Mazgirt ve Hozat belediyelerini ziyaret ettiler. Çalışmaları gözlemleyerek incelemelerde bulundular.
Hapishanelerde saldırılar sürüyor
Hakim sınıfların hapishanelerdeki saldırıları aralıksız sürüyor. Hak gasplarının sınırsızca ilerlediği, hapishane idarelerinin keyfiyetine kalmış “disiplin” cezaları, sürgün sevkler, hasta tutsakların ölüm hücrelerinde bekletilmesi, fiziki saldırılar,
onursuz aramalarının dayatıldığı daha bir yığın uygulama... Son bir ay içerisinde yaşanan ölümler, yaşam hakkının dahi gasp edildiğini bir kez daha gösteriyor. Tüm bunların karşısında ise devrimci tutsakların eylemleri ve dışarıda demo-
kratik kitle örgütleri ve siyasi kurumların yaptığı çalışmalar sürüyor. Devrimci-komünist tutsakların gazetemize ulaşan mektuplarında; devrimci-demokratik kamuoyuna duyarlılık ve sorumluluk alma çağrısı yapılıyor. sayfa 04-05
2-3_Layout 2 8/21/11 4:07 PM Page 1
02 güncel haber
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
Dersim’de toplu mezarlar Aliboğazı kırsalında 11 Nisan 1997 tarihinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren ve askerler tarafından toplu olarak gömülen 24 gerillaya ait toplu mezarın açılmasına başlandı.
Şiirimizin hiciv ustalığıyla bilinen üretken şairi Can Yücel’in mezarı faşistler tarafından saldırıya uğradı
Can Yücel’in mezarına saldırı Can Yücel’in Datça’da bulunan anıt mezarına faşist bir saldırı gerçekleşti. Organize saldırıda anıt mezar, balyoz kullanılarak paramparça edildi. Yücel’in defnedildiği mezarlıkta farklı inançlardan insanlara ait pek çok mezar bulunuyor ve bu nedenle mezarlık ‘hoşgörü mezarlığı’ olarak biliniyor.
12 Ağustos 1999 tarihinde aramızdan ayrılan Can Yücel’in bazı sevenleri tarafından her ölüm yıldönümünde mezarına şarap dökülüyordu. Bu senede Yücel için sevenleri tarafından şarap dökülerek yapılan anma ziyareti basına yansımıştı. Yapılan mezar ziyaretinin ardından 18 Ağustos’ta AKP İlçe Başkanı Ahmet Sedat Deniz yaptığı açıklamada şarapla yapılan anmaya dönük gerici bir üslup kullanarak, “Biz kimsenin içkisiyle uğraşacak değiliz. İstedikleri kadar içip istedikleri kadar sarhoş olabilirler. Ama bunu yaparken lütfen milletimizin inançlarına, geleneklerine, manevi duygularına küfretmeye, hakaret etmeye kalkışmalarına da sessiz kalacak değiliz. Bu olayın tekrarlanmaması için takipçi olacağız” demişti.
Dersim’in Çemişgezek İlçesi’nde 1990-1997 yılları arasında çıkan çatışmalar sonucunda şehit düşen gerillaların toplu olarak gömüldüğü yerlerde iki gülük kazı çalışmasının ardından 15 gerillanın kemiklerine ulaşıldı. Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararı üzerine Malatya Adli Tıp Kurumu uzmanlarınca Çemişgezek Jandarma Karakolu bahçesinin tel örgülerinin dibinde yapılan incelemenin ardından kazı işlemi Çemişgezek Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü personelleri tarafından yapıldı.
Kazı çalışmaları 3 ayrı bölgede yapıldı İki gün süren kazı çalışmaları üç ayrı yerde yapıldı. Yolçatı Köyü, Çemişgezek Jandarma Karakolu ve Gözlüçayır bölgelerinde yapılan kazı çalışmalarında gerillalara ait kemikler çıkıyor. 1997 yılında yaşanan çatışmalarda kolluk güçleri tarafından karakol bahçesine gömülen 24 gerilla cenazesinden 15 tanesine ulaşıldı. Gerillaların kıyafetleriyle gömüldüğü, kemiklerde işkence izleri ve kurşunlar olduğu görüldü.
Kazı alanında, Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı, Çemişgezek Cumhuriyet Başsavcılığı, Adli Tıp uzmanları bulunduruldu. Kazıların yapıldığı yere, gerillaların aile-
leri, Dersim’deki demokratik kitle örgütleri, Diyarbakır Barosu Başkanı Emin Aktar, Diyarbakır MEYA-DER, İHD temsilcileri, Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, BDP Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve ilçe belediye başkanları da geldi.
Sincan F Tipi’ Hapishanesi’nde Devletin F Tipi hapishanelerde devrimci tutsaklara karşı ‘ileri demokrasi’ adı altında uyguladığı işkence, yeni politikalarla sürüyor.
Can’ların canı acıtılıyor AKP İlçe Başkanı Ahmet Sedat Deniz’in yaptığı açıklamanın ardından mezara saldırı gerçekleşti. Mezarın yıkılmasından büyük üzüntü duyan Can Yücel’in kızı Güzel Yücel, saldırganlar bulunana kadar mezarın parçalanmış haliyle kalacağını söyledi. Güzel, “Tekrardan babamın öldüğü günkü acıyı, üstüne balyozla vurulduğunu hissettim. Nasıl kıyarlar, nasıl yaparlar? Biz ailecek mezarlık anması konusunda hassasız. Şarap meselesinin bir şova dönüştürülmesine karşıydık. İnsanları engellememiz de mümkün değil. Babamın canını acıttılar. Bu memlekette güzel Can’ların canı acıtılıyor. Kim yapmışsa o bulunana kadar öyle kalsın istiyoruz mezar. Bulunduktan sonra biz tekrar yaptırırız.” açıklamasında bulundu.
Devrimci-demokratik kurumlardan destek
Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan ve ilk cildi 2005 yılında yayınlanan Halil Gündoğan’ın “Metris’ten Munzur’a Bir Firarinin Öyküsü” kitabının 200 sayfalık taslağına hapishane idaresince ‘imha et’ kararıyla alıkonuldu. 2005 yılında çıkan ve 2006 yılında ikinci baskısıyla okuyucusuna ulaşan kitabının ikinci cildi için Halil Gündoğan’ın yazdığı taslağı fotokopiyle çoğaltmak ve bir nüshasını dışarı yollama çabasının sonucu olarak karşılaştığı uygulamalar da ‘ileri demokrasi’nin ulaştığı evreyi gözler önüne seriyor. Halil Gündoğan’ın kardeşi Kazım Gündoğan, yaşananları şöyle aktarıyor: “Hapishane idaresinin taslak metni ‘biz
çekmeyiz, ziyaretçilerine veririz onlar çeksin’ söylemleri üzerine abim, 20 Temmuz’da gelecek ziyaretçisine verilmek üzere 15 Temmuz’da idareye teslim ediyor. 20 Temmuz’da ziyaretine giden teyzesi dosyayı almak için epeyce uğraşıyor. Ancak kendisine “incelemeden veremeyiz” denilerek dosya verilmiyor. 27 Temmuz’da ise ziyarete giden dayısı dosyayı almak için uğraşmasına rağmen hapishane idaresi “inceleme daha bitmedi” diyerek dosyayı vermiyor.
İmhada yeni versiyon: “Mektubu yok et” Siyasi Tutsak Halil Gündoğan, ‘26 Temmuz’da Komisyonumuza gelen…’ şeklinde başlayan bir belgeyle neler olduğunu öğrenirken 05. 08. 2011 tarihinde “Disiplin Kurulu kararı”nın kendisine tebliğ edildiğini, karar tebliğ evrakında ‘Mektubu yok et’, ‘Karar tipi’ belirlenmiş biçiminde yazıyordu” diyor. Hapishane Müdürü Celalettin Konca, İdare Memuru Çiğdem Demir, Öğretmen Alev Birisbek, Psikolog Essin Ahmed, Sosyal Çalışmacı
İlyas Erdinç Yılmaz, Sorumlu İKBM A. Zeynel Çolak’ın üyesi olduğu Sincan 1 Nolu F Tipi Hapishane Müdürlüğü görevlilerin oybirliğiyle aldığı yok et kararı” nın tam metni ise şöyle: “Gereği Düşünüldü: Disiplin Kurulumuzca adı geçen hükümlü Halil Gündoğan’ın 26/07/ 2011 tarihinde ziyaretçisi Naime Öztürk’e vermek istediği 200 sayfa el yazısı dokümanın incelenmesi sonucunda, dokümanın tamamında terör örgütünü ve üyelerinin yasa dışı faaliyetlerini övücü nitelikte sakıncalı ifadeler bulunması sebebiyle 5275 sayılı Kanun’un 68/3 maddesi ve Tüzük’ün 91/3 ve 123. maddesine göre yukarıda yazılı sayfaların disiplin kurulumuzca sakıncalı görüldüğünden alıcısına verilmeyerek ALIKONULMASINA karar verilmiş olup; kararın adı geçene tebliğine, tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde infaz hakimliğine itiraz edebileceğinin hatırlatılmasına, itiraz edilmemesi halinde disiplin kurulu kararının kesinleşeceğinin ve mektup hakkında İnfaz Tüzüğü’nün 123/2 maddesine göre iş-
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 ABlok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
● MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● ● ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: devrimcidemokrasi_yunanistan@yahoo.com.tr ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DEUTSCHLAND e-mail: d.demokrasi@googlemail.com
2-3_Layout 2 8/21/11 4:07 PM Page 2
güncel 03
açılmaya başlandı Mezara “güvenlik” gerekçesi...
Dersim’in Mazgirt İlçesi Akpazar Beldesi Peri Mezrası’nda 12 Eylül 1996 tarihinde çıkan çatışmada yaşamanı yitiren ve çatışma bölgesine defnedildiği belirtilen PKK’li Ali Taştan’ın mezarı, 15 Ağustos nedeniyle açılmadı. Ailenin Malatya Özel Yetkili Başsavcılığı’na yaptığı başvuru üzerine açılma kararı verilen Zeri Dağı Kilise düzlüğüne gelen PKK’li Taştan’ın 4 kardeşi, ailenin avukatı Ali Hamamcı, MEYA-DER Genel Başkanı Hüseyin Kuğu, BDP Dersim yöneticileri ve civar köylüler, beklemeye başladı. Savcının bir türlü olay yerine gelmemesi üzerine olayı öğrenmek isteyen aile ve avukata, 15 Ağustos nedeniyle Mazgirt Jandarma Komutanlığı’ndan askerlerin çıkmama kararı aldığı, bu nedenle de savcıyı koruyamayacakları gerekçesiyle, savcının kazının yapılacağı bölgeye gelmeyeceği bilgisi verildi. Avukatların kazı için yeniden Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuracağı ve kazı için daha sonraki günlerde yapılacağı ifade edildi.
Ölüm orucu direnişi sonlandırıldı Çemişgezek’te, 14 yıl önce tank ateşiyle öldürülen kardeşi Ali Yıldız ve 23 gerillanın toplu mezarlarının açılması için 66 gündür ölüm orucu eylemini sürdüren Hüsnü Yıldız, mezarların açılmasının ardından ölüm orucunu bitirdi.
Kazı çalışmaları devam edecek Adli Tıp uzmanları doku bulma cihazı olan “Cibiyaret” ile “Sonar” adlı cihazların bulunduğu İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere birkaç üniversiteye yazı yazılacağını ve buralardan söz konusu cihazların temin edilmesinin ardından kazının yeniden başlatılacağını belirterek kazıyı durdurdu.
faşizm manzaraları lem yapılacağının hatırlatılmasına, kararın bir suretinin hükümlünün dosyasına, bir suretinin de açılan özel kartona konulmasına oybirliğiyle karar verildi.”
Kitap hapishanede de var Kitabın nüshalarına dair “suç” ve “sakıncalı” denilen konuların hepsi ve daha fazlasının şu anda kitabın 1. cildinde bulunduğunu, kitapevlerinin raflarında ve Sincan Hapishanesi dahil pek çok hapishanede serbestçe bulunduğuna dikkat çeken Kazım Gündoğan, şöyle konuştu: “O kitap hakkında hiçbir soruşturma ve engelleme kararı olmadığı halde “Mektubu yok et” kararı hukuksuzca ve keyfidir. İtiraz hakkımızı kullandıktan sonra, kararla ilgili hukuksal süreç derhal başlatılacaktır.”
İdaresi yetkilerini aşıyor Halil Gündoğan’ın avukatı Halil İbrahim Özdemir ise kitap taslağında iddia edilen “örgütü övme” suçuna dair hapishane yönetiminin ne görev ne de yetki ve yeterlilik sahibi olamayacağını belirtti. Özdemir şöyle konuştu: “Müvekkilimin basılmamış kitabı, tamamen hapishane idaresinin kendi siyasi ön yargısı ve subjektif bakışıyla değerlendirilmiş ve hakkında imha kararı verilmiştir. Normalde müvekkilime iade edilmesi gereken taslak, iade edilmediği gibi kendisine imha kararı tebliğ edilmiş. Bu karar AİHS’ye de aykırı, çünkü ancak basın savcılığı suç unsuru görürse mahkemeye eserin toplatılması talimatını verir. Mahkeme ise yargı sürecini başlatır. Fakat hapishane idaresi kendi yetkilerini aşan bir karar almış bulunuyor. Yargı sürecini takip edecek, neler olacağını hep beraber göreceğiz.”
ÖNCÜ KADIN
≫ rojda demir
PANİK BUTONUNUN PANZEHİRİ...
G
özleri taban tabana zıt yönlere bakan çekiç başlı bir köpek balığının olgunlaşmakta olan kafası gibi büyüyoruz.”
Kadının ‘adam gibi adam’ olmasını istiyor toplum. Kadın kendisini cinsiyet üzerinden tarife razı değil. ‘İnsan gibi insanım’ diye itiraz ediyor. Taban tabana zıt yönlere bakan iki insan misali kadınerkek ilişkilerine eril bakanın gözleri de, düşünceleri de, pratiği de kayıyor. Kadının eteklerine taşlar konulmuş, ayaklarına prangalar bağlanmış, kollarına zincir vurulmuş “özgür ol” diyor feodal düşüncenin kuşatılmış toplumu. ‘Kalıcı esir, emeği görünmez köle kadın’ kimliğinde sayması için bin yıllardır taşıdığı yükün altındaki ezilmişliğine bir de ‘panik butonu’ kelepçesi takıldı. Nasıl özgürleşecekse kadın? Bunca demir-kalaskütük kültü yığınıyla? Neredeyse sopayı, kazmayı, küreği arayacak?... ‘Sapına kadar erk’ekini de mumla arayıp bulacak karanlık köhne sistemin içine çekiliyor kadın. Taciz, tecavüz, işkencenin yoğunlaşmış dağıtıcısı devletin, yeniden yapılandırılması ve sivilleşmesi tartışıla dursun. Özgürleşmenin kurtuluş mücadelesinde ezilenlerin biriken devrimci, dinamik enerjisi devletin kırmızı kaplı “demokratik anayasa”sına garantili yazıla dursun. Kadına düşen ne olacak, anayasayla garantiye alınmış alarmlı buton kelepçeleri ve yeniden üretilen cinsiyetçi faşist Kemalist Türk devletinin “ölüm tuzağı”nda can veren kadın istatistikleri. Her gün daha fazla, daha acımasız, daha pervasız. Butonun işlevselliği de, ezen egemen sistemin özü, ancak halk savaşının gerçekleşmesiyle değişir. Panikli buton yerine seni ezen sisteme karşı namluya bas. Devlet hangi yöntemi parlatıyorsa, erkek egemen sistemin düş katilleri de aynı şeyi meşrulaştırıyor. Gerici burjuva feodal sistemin butona basan eli kanlı katillerin rolünü; elbiselerinin haki renginin değişmesi askeri rollerini değiştirmiyorsa; kadının da mevcut durumunu kontrollü kelepçeden tutalım da tenekeden pırlantaya kadar değerli maden takması değiştirmeyecektir. Kadının kurtuluşunun panzehiri de esasen devrimci savaşa cevap olabilme eylemidir. Öncüleşmeönderleşmede ileriye çıkabilmenin Maoist kadın iradesinin zorun zorla değişebileceğini kavramadır. Dahası demokratik halk iktidarı yürüyüşünde; demokratik kadın hareketlerinin birleşik, güçlü, örgütlü, iktidarı kuşatma perspektifiyle yürütülen halk savaşında militan-vurucu savaşçı kadın olabilmedir.‘Marjinalize’ gösterilen halk savaşı stratejisindeki konumlanıştır. Safımızı belirlememiz bugünün kararı değildir, tarihimizden de görüldüğü üzere, dün olduğu gibi bugün de daralmış çemberi yarma görevidir. Pratiğimiz belli, milyonlarca ezilen kadınla siyasi iktidar yürüyüşünün adımlarını sıkılamaktır. İradi kararlarla sürecin ileriye taşınmasıdır. Yeni demokrasi kuvvetlerinin örgütlü kenetlenişini ülke ezilen kadın kitlesiyle birleştirmektir. Emekli korgenerallerin, oramirallerin canlı bombalama sağanağında ‘siyasi
iktidarın sivilleşmesi’nden güçlü ordu güvenini yenileme paniği, ezenlerin içinde bulunduğu travmayı göstermektedir. Psikolojileri bozulmuş düşman ordusu, gerilla baskınlarındaki kayıpları nedeniyle kurtulanlar ya tımarhaneye gidiyor ya da intihara sürükleniyor. Hedefleri öldürmek ve saldırmak olan bu düşman ödleklerin haksız savaşa hayranlıklarını “eğitim gördükleri yerde vurulmalarından daha doğal, daha isabetli ve daha fantatistik bir şey olamaz” iştahıyla ifade edenlerin getirdiği sonuçtur kadın katliamları. Onların çözümü kazıdıkları hendeğe yuvarlanmadır. İktidarsızlıklarını silah zoruyla sürdürmenin haksız zorudur. Burjuva feodal sistemin parla(men)tosun’da vesayetle seçilmiş ‘tek kadın’ bakan, hamasi sözlerle “ne olmadığımızı anlatmıyoruz”un yerine “ne olduğumuzu anlatıyoruz”u epeyce reyting yapacak. ‘Kadın hareketlerinin içinden’ geldiğini söyleyen ‘kadın tabanından bakan’ gördüğü kadını ne kadar parlatacak(!) Geleneksel rolü taciz, tecavüz, işkence, şiddet, baskı ve ölüm olan burjuva feodal sistemin her gericiliğinden kopuşun yolu; iktidarlaşmadan kopmaktır. Sistemden gerçek kopuş; insanlaşarak özgürleşmek isteyen siyasal Maoist bilincin direnme ruhu ve halk savaşıdır. Bugün kadın adına herkes barış yolunda jet hızıyla gelişen savaşın ortasında yürüyor. Kadın açısından da durum her zamanki gibi. Eyvallahlarla, Allah’ın izniyle, peygamberlerin kavliyle ulu erkek tanrılara sığınmayacak kadın. İnsanlaşan özgür iradesiyle kimsenin onun yolunu açmasını da beklemez. Tarihinden ve mücadele pratiğinden edindiği yaşamsal değerlerini ileriye taşımak için araladığı gerçek özgürlük kapısından bir adım daha geriye dönmez. İkinci cins ezilmişliğini haksız emperyalist, feodal, faşist sınıf savaşımındaki tarafını belirlediği doğrultuda ilerleyerek kurtulacağına cüreti tamdır. Egemenler de düşmanlık adına da olsa ‘doğru’cümle kuruyorlar. Safımız bellidir, belli olmayanlara esasen iyi bir sesleniştir. Somalili kadının ve çocuğunun haksız emperyalist-kapitalist sistemin sömürü düzenini yaşatmak için vitrinleştiren fotoğraflarına hep birlikte iyi bakalım!.. Derisi kemiğine yapışmış, susuzluktan pörsümüş annelerin memelerine sarılmış o Afrikalı, Asyalı, Uzakdoğulu, Latin Amerikalı, Avustralyalı tüm dünya çocuklarımızın ve dahası en yakınımızdaki küçücük bedeni paramparça edilen Ceylan Önkol’umuzun gözlerinin içine içine bakalım. Ve gerçekten saflarımızı iyi belirleyelim. Gerçek özgürlük kurtuluş mu, kölece esirlik mi? Apoletlilerin taktığı ak-akçelerin saraylara kapatılan kelepçeli butonlu köle cinsi olmanın ötesinde. Savaştıkça özgürleştiğimizi, özgürleştikçe de kurtuluşa yakınlaştığımızı görüyoruz. Özgürleşen bir toplumla birlikte özgürleşen kadın, öz kültürel devrimlere erişir. Sevdası tüm gericiliğin yıkılmasıdır. Kadın özgürce zamana, zaman da onun cinsiyetçilikten koparıp attığı devrimci mücadele yatağına akar. Kazanan, hep mücadele eden ve devrimci çizgide değişen, değiştiren ve dönüştüren iradenindir.
4-5_Layout 2 8/21/11 4:09 PM Page 1
04 güncel
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
‘Duyarlı olan herkes Taleplerimiz haklı ve meşru olduğu kadar, karşılanması önünde yasal bir engel de bulunmayan taleplerdir fakat devletin ilgili kurumları taleplerimizi karşılama yönünde herhangi bir adım atmamış, hapishane idareleri ise işkence, sürgün ve disiplin cezası yağmuruyla yanıt vermiştir
Mihri Belli yaşamını yitirdi Ülkemizde devrimci demokratik mücadelenin öne çıkan isimlerinden Mihri Belli yaşamını yitirdi. Uzun süredir tedavi görmekte olduğu evinde yaşam mücadelesi veren Belli, 16 Ağustos tarihinde hayata gözlerini yumdu. Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komite üyesi, Türkiye Emekçi Partisi (TEP) Genel Başkanı, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ve Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) kurucusu Mihri Belli binlerce kişinin omuzlarında sonsuzluğa uğurlandı. Şişli Camii’nde toplanan binlerce kişi Mihri Belli’yi omuzlarına ala-
rak Feriköy Mezarlığı’na doğru yürüyüşe geçti. “Yüreğini ferah tut” pankartı arkasında toplanan kitle, “Mihri yoldaş ölümsüzdür”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm” sloganlarını atarken Mihri Belli’nin fotoğrafını taşıdı. Sloganlar ve alkışlarla Feriköy Mezarlığı’na gelen kitle Belli’nin cenazesini defnetti. Devrim şehitleri için saygı duruşu yapılan törende, Nazım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” şiiri okundu. Ardından Mihri Belli’nin yaşamı ve mücadelesine değinilen konuşmalar yapıldı.
Kayseri’de baz protestosu Kayseri Hoca Ahmet Yesevi Mahallesi’nde kurulan baz istasyonuna karşı mahalle halkı eylem yaptı. Eylemde “Baz istasyonları kaldırılsın, GSM’lerin kâr hırsına sağlığımızı kurban etmeyeceğiz.” şiarlı pankart taşındı. DHF temsilcisinin yaptığı açıklamada, baz istasyonunun ve zararlarının neler olduğu aktarıldı. Şimdiye kadar baz istasyonlarıyla ilgili kazanımla sonuçlanan eylemlerin ve davaların hatırladığıldığı açıklamada, örgütlü mücadeleyele bu baz istasyonunda kaldırılacağı vurgulandı. Açıklamada “Yerleşim alanlarının 4 km dışına kurulması gereken baz istasyonu mahallenin ortasına kuruldu ve çevresinde ilköğretim okulu, anaokulu ve sağlık
ocağı var.” denildi. Açıklamada baz istasyonunun insan sağlığına vereceği zararlar konusunda bilgilendirme yapıldı. Halkın büyük tepki gösterdiği eylemde “Baz yapma boşuna yıkacağız başına”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”, “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganları atıldı. Açıklamanın ardından mahalle halkı söz alarak baz istasyonunu mahallelerinin içerisinde istemediklerini yetkililerin biran önce bu soruna cavep olmaları gerektiğini ifade ettiler. Eylem mücadele kararlılığı vurgulanarak sonlandırılırken, eylem sonrası baz istasyonunun kaldırılması talebiyle imza kampanyası başlatıldı.
Ağırlaştırılmış müebbetlik tutsaklar bir açıklama yaparak, devrimci demokratik kamuoyunu duyarlı ve sorumlu olmaya çağırdı. 11 aydır içeride sürdürülen eyleme dair bilgi veren ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların açıklaması şu şekilde; “Ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların koşullarında iyileştirme yapılması amacıyla
06.09.2010 tarihinde başlattığımız eylemi, kesintisiz bir biçimde 11 aydır sürdürmekteyiz.
Ağırlaştırılmış müebbetlik tutsaklar açıkça gayri-insani koşullarda bir özel infaz rejimine tabi tutulmaktadır. Tekirdağ 1 ve 2 nolu F tiplerinde ise hapishane idareleri yasanın kendilerine tanıdığı uygulama yetkisini tutsakların azami derecede aleyhine olacak biçimde kullanmaktadır. Böylece adı konulmamış bir taammüden insan öldürme politikası izlemektedir. Ağırlaştırılmış müebbetlik tutsaklar hayatlarını sürdürebilmeleri için yeterli temiz hava, gün ışığı, sosyal iletişim ve yaşam alanından yoksun bırakılmaktadır. Bu koşulların iyileştirilmesi amacıyla gerçekleştirdiğimiz eylemimiz şu talepleri içermiştir. 1) Aynı ünitede kalan ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların, aksi yönde beyanları olmadığı sürece birlikte havalandırmaya çıkarılması; 2) 1 ile 3 saat olan havalandırma sürelerinin as-
Hapishanelerde saldırılar devam ediyor Hapishanelerde devrimci, demokrat, yurtsever tutsaklara yönelik saldırılara her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Sürgün sevkler ve fiziki saldırılar devam ediyor F tipleri başta olmak üzere hapishanelerde hak ihlalleri, işkenceler, keyfi yasaklamalar, saldırılar ve sürgün sevkler devam ediyor. Hak gasplarına karşı yapılmak istenen eylemler ise yine şiddetle bastırılıyor.
Bakırköy’de kadın tutsaklara saldırı Bakırköy Kadın Tutukevi’nde sağlık koşulları hapishanede tutulmasına uygun olmadığı halde ölüme sevk edilen görme engelli kanser hastası Hediye Aksoy’un, durumu hakkında bilgi almak isteyen kadın tutsaklar işkenceye maruz kaldı. Aksoy’un durumunu öğrenmek isteyen kadın tutsaklar, talepleri kabul edilmediği için kapılara vurarak hapishane yönetimini protesto etti. Kadınların protesto eylemi hapishane görevlileri tarafından işkence ile karşılandı. Konuyla ilgili açıklama yapan Avukat Sevinç Sarıkaya; “Yapılan tüm basın açıklamalarına ve duyurulara rağmen cezaevi idaresinin görme engelli ve kanser hastası Hediye Aksoy’un durumu için kayıtsız kalınmasına isyan eden kadın tutsaklar hapishane müdürüyle görüşme talebinde bulunmuş. Ta-
lebin reddedilmesi üzerine tutsak kadınlar kapılara vurmaya başlamış. O sırada hapishane müdürü görüşme talebini kabul ettiğini ancak kendisiyle ancak 3 kişinin görüşebileceğini bildirerek, 22 siyasi tutsak kadının bulunduğu B.5 koğuşunu açtırmış. Kadınlar aralarında kimin müdürle görüşeceğini belirlemeye çalışırken, birden koğuşa giren bütün hapishane görevlileri tarafından feci şekille darp edilmişler.” dedi. Yaşanan işkencenin ardından Çağdaş Hukukçular Derneği, BDP’li Kadınlar, Ezilenlerin Sosyalist Partisi ve Mücadele Birliği üyeleri, Bakırköy Hapishanesi önünde toplanarak hapishane yönetimini protesto etti. Eylemde işkencenin derhal durdurulması istendi. Protesto eyleminde “Hediye’ye özgürlük” pankartı ve”Yarın geç olabilir, harekete geçin”, “Biz sessiz kalmayacağız, sen de kalma”, “Jibo Hediye Aksoy Azadi” dövizleri taşındı.
İHD ve TUYAB’dan ortak eylem TUYAB (Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Birliği) ve İHD İstanbul Cezaevi Komisyonu hapishanelerde yaşanan saldırılara karşı basın açıklaması yaptı. İstanbul Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen kurum bileşenleri adına açıklamayı TUYAB temsilcisi Sema Gül okudu. Düşünmenin, sorgulamanın,
4-5_Layout 2 8/21/11 4:09 PM Page 2
güncel 05
sorumluluk almalıdır’ gari olarak 8 saate çıkarılması;
3) Haftada bir gün temizlik, çamaşır yıkama-kurutma, hücreyi havalandırma gibi ihtiyaçların karşılanması için havalandırma kapılarının tüm gün açık tutulması; 4) Gideri paralarımızın faiz gelirlerinden karşılanmak üzere, hücrelere mutfak dolabı ve bulaşık için lavabo yapılması. Taleplerimiz haklı ve meşru olduğu kadar, karşılanması önünde yasal bir engel de bulunmayan taleplerdir fakat devletin ilgili kurumları taleplerimizi karşılama yönünde herhangi bir adım atmamış, hapishane idareleri ise işkence, sürgün ve disiplin cezası yağmuruyla yanıt vermiştir. Saldırıları boşa çıkartarak 11 ay boyunca sürdürdüğümüz eylemimize rağmen ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların
koşullarında henüz bir değişiklik olmamıştır. Dolayısıyla taleplerimiz geçerliliğini aynen korumaktadır. Bununla birlikte eylemimize 15 Ağustos 2011 tarihinden itibaren şimdilik son veriyoruz.
Bilinmelidir ki; ileri sürdüğümüz insani, meşru ve yasal taleplerimiz karşılanmadıkça eylemlerimiz devam edecektir. Eylemimizin şimdilik son buluyor olması, ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakları kasten imha etme politikasını kabullendiğimiz anlamına asla gelmemelidir. Duyarlı ve demokrat kişiler, kurumlar bu soruna çözüm üretilmesi için sorumluluk almalı ve harekete geçmelidir. Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi DHKP/C, Direniş Hareketi, MKP, MLKP ve TKP/ML Davası Tutsakları adına Fikret Akar, Cihat Özdemir, Ayhan Güngör, Hasan Polat ve Nihat Konak
UFUK ÇİZGİSİ
“MÜEBBETLİKLERE” MEKTUP!
M
üebbetlik” yoldaşlar, siper yoldaşları; onurlu mücadelenizi, yaşamınızı ve haklı direnişi içten duygularımızla se-
lamlıyoruz.
11 aydır kararlılıkla süren ve daha da süreceğinden kuşku duyulamaz olan haklı mücadelenizi destekliyor, yanınızda olduğumuzu aynı samimiyetle bildiriyoruz. Makul ve bir o kadar da meşru olan insani taleplerinizi sahipleniyor; siyasi duruşunuzu, tavrınızı ve tamamen haklı olan mücadelenizi mücadelemiz olarak addediyoruz. Esaret koşulları içinde ikinci bir esaret olarak sizlere uygulanan özel baskı politikalarını, manevi ve fiziki işkenceleri, insani ölçüler ve değerlerle bağdaşmayan tecrit, izolasyon uygulamalarını, sinsi yöntemlerle yaşam hakkınıza kast eden faşist uygulamaları, “ceza” içinde “ceza” biçiminde maruz kaldığınız ağır koşullar ve faşist baskıları, siyasi kimlik, sosyal varlık ve doğrudan yaşamınıza yönelen burjuva- feodal kin ve intikamcı zihniyet geleneğini, bu geleneğin tarihsel olarak köhnemiş olan “ceza” mantığı ve hukukunu, her türlü saldırı ve insani normlar dışında nitelenen gayri insani yaklaşımlarını lanetliyoruz. Sevgili devrimci ve komünist “müebbetlik” tutsaklar; açıklamanızla susturulmak istenen sesinizi duyurdunuz. Sesinizi duyanların sınırlı olduğu maalesef doğru. Ancak duyması gerekenlerin duyduğunu söyleyebiliriz! Duymak istemeyen hasım muhataplar ise, kolay kolay duyacağa benzemiyor. Onlara duyurmasını becermek sizlerin de çabanız dışında gösterilecek çabaya bağlıdır, bunu biliyoruz! Kuşkusuz ki, sesiniz olmaya çalışan dinamikler var; bu açıdan ferah olmalısınız. Ancak bunun henüz çok yetersiz ve cılız olduğunu itiraf etmeliyiz. Bir şey daha belirtmeliyiz ki, sesinizi ve onurlu direnişinizi sahiplenmek bir görevdir ve bu göreve sahip çıkılması gerekmektedir!
haklarına sahip çıkmanın bin bir türlü araçlarla yok sayıldığı ve bastırıldığı ülkemizde en ufak bir ‘hak kırıntısı’ için mücadele edenlere saldırıların sürdüğünü açıkladı. F tipi hücrelerle tutsakları istediği baskı cenderesinde tutma yaklaşımlarının mücadeleyi durduramadığını anlayan devletin geleneksel saldırılarını arttırdığına dikkat çeken Gül; ‘Ağırlaştırılmış yüzlerce tutsağın hapishanelerde ölümle terbiye etme anlayışı sürmektedir. Bakırköy Kadın Hapishanesi’ndeki görme engelli ve meme kanseri Hediye Aksoy’un tedavisini geciktirerek, hastaneye ambulans yerine, ring aracıyla götürülmesi, bu süre içerisinde de küfür ve hakaretlere maruz kalmasına ilişkin; 16 Ağustos günü hapishane müdürüyle görüşme talebi karşılanmayan siyasi kadın tutsaklar kapı dövme eylemi yapmıştır. Eylemden sonra görüşmeye kabul edilen 3 temsilci kapıdan çıkar çıkmaz gardiyanların toplu saldırısına uğramış ve diğer tutsaklara da saldıran hapishane yönetimi 7 kişiyi yaralamıştır” açıklamasında bulundu. Tüm hapishanelerde tecrit ve tecride dayalı infaz sisteminin siyasi tutsaklar üzerinde estirdiği terörün Kürt ulusuna yönelik saldırıla-
rıyla paralel tarmandırılmak istendiği ve saldırılar karşısında devrimci, demokratik ve ilerici kamuoyunu duyarlılığa çağıran açıklama“İçeride dışarıda hücreleri parçala, Hediye Aksoy yalnız değildir, Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” sloganlarının ardından sonlandırıldı.
DGH faaliyetçisi Karadeniz’e sürüldü Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) faaliyetçisi İlhan Turan cezası kesinleşince Diyarbakır D Tipi Hapishanesi’nden Giresun E Tipi Kapalı Hapishanesi’ne sürgün edildi. Amed’de 2009 yılında Dicle Üniversitesi öğrencisi Aydın Erdem’in polis tarafından infaz edilmesine tepki gösteren DGH faaliyetçilerinin de bulunduğu birçok öğrenci gözaltına alınmıştı. DGH faaliyetçisi İlhan Turan’a “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” iddiasıyla 10 yıl 5 ay hapis verilmişti. Turan’ın hapsi 6 yıl 3 ay olarak kesinleşince, 25 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır D Tipi Hapishanesi’nden “kapasite dolu” denilerek toplam 15 kişiyle Giresun E Tipi Kapalı Hapishanesi’ne sürgün sevke götürüldü.
≫ bakış can
Siyasal gündem ve gelişmeler, direniş ve sesinizin duyulması veya duyurulması için gerekli zemini kısıtlamaktadır. Buna karşın, zulme karşı direniş en ağır şartlarda bile yankı bulmaya muktedirdir. Direniş ve haklılık öyle bir gerçek ki, hiçbir şartta yok sayılamaz, karartılıp üstü örtülemez inatçı bir doğaya sahiptir. En basiretsiz koşullarda, en gerici şartlarda ve en sinmiş-silikleşmiş zamanlarda bile, ezilenin çığlığı ille de karşılık bulan bir enerji, en kalın kabukları kırıp parçalayan keskin bir kuvvettedir. Bir şey unutulmamalıdır ki, toplumsal dinamiklerin nispeten kör ve sağır olduğu en koyu karanlık dönemlerde bile, direniş hakkından ve haklılığından taviz verilemez. Mücadelenin sabır ve kararlılıkla sürdürülmesi tek devrimci tutum ve yoldur. Gerici baskının söz konusu olduğu yerde, direniş her şartta geçerlidir ve zorunluluktur. Bundan tereddüt edilmemeli-edilemez, etmediğiniz direniş tavrınızdan açıktır. Öğüt verir duruma gelmenin rahatsızlığını hissederek bu sözlerimizi kesiyoruz. Zira direnişi en iyi yaşayanlar bilir. Yaptığınız şeyin doğruluğunu veya gerekliliğini sizlere anlatmak kadar anlamsız bir şey olamaz…
Karşı karşıya olduğumuz görev, direnişinize destek vermek, sahip çıkmak, sesinizi duyurmak, mücadelenizi kitlelere yaymaktır. Sınırlı koşullar ve en zorlu şartlarda sergilediğiniz onurlu direniş ve mücadeleyi (ki, son derece masum ve insanidir), mekan özgürlüğüne sahip olma avantajına sahip olan dışarıdaki dost ve yoldaşlarınızın bu cepheden yükseltmesi mümkündür. Elbette ki, direnişinize duyarlı olunup görevler üstlenilecektir. Fakat abartılı bir iyimserliğe düşmemek gerekir ki, devrimci-demokratik hareket büyük bir tasfiyecilik atmosferinin içinde önemli derecede erimeler yaşamaktadır. Militan devrimci duruş ve tavır oldukça cılız seviyelere inmiştir. Oldukça sınırlı güçler devrimci çizgi temelinde ısrarlarını korumakta, ancak büyük bir çoğunluk eğilimi yasalcılığa meyledip tasfiyeciliğin pençesine düşmüş, devrimci eylem ve pratiğe mesafeli duruma düşmüştür. Bu, maalesef bir gerçektir. Bu ne demektir? Dürüst ve gerçekçi olarak konuşalım ki, işin esası yine sizlerin omzundadır. Özneler sizlersiniz, sizin direnişiniz tayin edici olacaktır. Buradan kayıtsız kalınacağı sonucunu çıkarmamalısınız. Fakat, öznel beklentilere girmemeniz için gerçeği ifade etmenin daha doğru olacağını sizler de takdir edersiniz. İkinci olarak şu demektir: Mevcut şartlar geçici ve taktik bir süreci ifade etmektedir. Devrimci şartların olgunlaşması ve devrimci kuvvetlerin gelişmesi kaçınılmazdır. Geleceğe dair umutlarımız mistik değil, bilimsel zemin ve çelişki-gelişme yasasına dayanmaktadır. Toplumsal çelişkilerin devrimci dinamikleri besleyerek büyütmesi diyalektik kanundur. Kısacası, devrimci hareketin zayıf durumdan ciddi gelişmelerle daha güçlü evreye geçmesi tamamen mümkündür. Devrimci gelişmelerin nesnel şartları mevcuttur ve bu şartların devrimci dalgaya dönüşmesi zorunludur. Bazen, tarihi fırsatlar doğar ve patlamalar çığ gibi gelişir. Bu da ikinci gerçektir ki, bunda karamsar olmaya yer yoktur. Gerçek ne olursa olsun, hapishaneler sınıf mücadelesinin en dinamik mekanlarındandır. Hiç şüphesiz ki, sınıf mücadelesinde önemli bir rol de oynamaktadır hapishaneler. Sınıf mücadelesinin kesintisiz olarak sürdüğü belli başlı alanlardan biri genel olarak hapishaneler olmuştur. Öyle ki, kimi dönemlerde zindan direnişleri kıvılcım olmuş, dışarıdaki mücadelenin önüne geçmiş ve sürükleyici olmuştur. Bu, devrimci mücadele tecrübeleriyle sabittir. Devrim her cephede, her şartta zorlu ve acımasız mücadelelerde bizlere görev yüklemektedir. Ölüm hücrelerine kapatıldığımız en ağır şartlarda görevimize sahip çıktığımıza göre; devrim yenilmezdir. Stratejik zafer bizimdir. Dostlar, yoldaşlar; yıllardır yatıyor, daha yıllarca yatacaksınız belki... Ama zincirleri parçalayan, duvarları yıkan, özgürlüğe uzanan direnişimiz daima sürecek! Devrim bedel istiyorsa, komünistin ve devrimcinin bunda tereddüdü olmaz-olamaz! Bunu en iyi simgeleyenlerin başlıca simaları hiç şüphe yok ki sizlersiniz. Olanaklarımız ölçüsünde direnişinizle birlikte olacağımızı belirterek, onurlu direniş ve mücadelenizde başarılar diyor, başaracağımıza olan inancımızı paylaşıyoruz.
6-7_Layout 2 8/21/11 2:54 PM Page 1
06 güncel
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
Faşizmin ‘yeni dönem’ yönelimi İMHA BAŞLIYOR
Açılım, çalıştay, yeni anayasa tartışmalarıyla devrimci ve toplumsal dinamikleri sömürge çarkında eritmek ve devlet denetiminde tutmak için “milli birlik ve kardeşlik projesi” süreci ören Türk devleti, bu projenin ikinci aşamasıyla devrede
Demokrasi sosuna bezenmiş devlet faşizminin yeni rolü; ülke halklarını baskı altında tutacak “milli birlik ve kardeşlik projesi”ne karşı çıkanları yok etme olacak. Yeni süreçteki “devlet demokrasisi”ne entegre olmayan, devletin beyaz Kürtler platformu içerisinde olmayı reddeden, devletin önünü açtığı reformist parlamenter politik güzergahında yürümeyen tüm toplumsal dinamikler yeni süreçte faşizm kılıcıyla biçilecek ve etkisiz hale getirilecek.
Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölgede emperyalistlere sunacağı üstün uşaklık hizmeti nedeniyle emperyalistler tarafından şımartılan Türk devleti, AKP hükümeti eliyle tüm kurumlarını yeni savaş konseptine göre diyazn ederken, Kürt ulusal siyasetine, ezilen ulus ve halklara yönelik uygulanan politikalar önümüzdeki sürecin olgularını açığa vuruyor.
Kürt ulusal hareketiyle siyasal iktidarı hedef alan devrimci hareketin önde gelen örgütleri bu süreçte imha saldırılarının yine hedefinde olacak. Devlet bürokratları ve liberal tayfanın dile getirdiği savaş çağrısı da ilerideki sürecin koordinatlarını veriyor.
Ergenekon operasyonu, açılım, çalıştay, Kürtçe TV ve ‘sivil anayasa’ tartışmaları altında, ezilenleri baskı ve denetim altında tutmak için ördüğü yeni savaş konseptinin koordinatları başbakan ve şürekasıyla birlikte libarellerin ağzından okunmaya başlandı.
Demokrasi oyunları bitti topyekün imha başladı Türk devlet geleneğine eleştirel bakmasıyla övünen, halkın sorunlarına yabancılaşan devlet geleneğini bitireceklerini öne sürüp, ergenekon operasyonu, açılım, çalıştay ve yeni sivil anayasa girişimleriyle halkın demokratik düzene olan inancını kendi politik ekseni içerisinde eriten AKP hükümeti, bu sayede ABD emperyalizminin Ortadoğu projesi kapsamında Türk devletine biçtiği role ön hazırlık sürecini, fazla iç sorun yaşamadan tamamladı. Şimdi ise ülkemizde estirilen demokrasi rüzgarları yerini, toplumsal ve ulusal devrimci dinamikleri imha ve tasfiye sürecine itekleyecek devlet faşizminin yoğunlaşmış
Toplumsal dinamikleri tasfiye etmeye dönük ilk sürece entegre olmayan devrimci kuvvetler yeni savaş konseptinde imha edilecek. Bu savaş konsepti içerisinde Türk devleti, ezilen halklara ve devrimci kuvvetlere sıktığı kurşunlarla ülkede “demokrasiyi” tesis edecek saldırılarına bırakıyor. Yenilenen bütün kurumlarıyla merkezileşmiş, toplumsal muhalefeti etkisizleştirip ‘demokrasi’ oyunlarıyla belli bir kesimi denetimine almış Türk devleti, AKP hükümetinin bu süreçteki başrolüne güvenerek, devrimci dinamiklere ve özelikle gerilla savaşını yürüten devrimci güçlere karşı imha siyasetiyle yeniden
devreye girdi. AKP etrafında kümelenmiş liberaller devletin yeni süreçte özel silahlı birlikleriyle gerçekleştireceği katliam saldırılarını ve ezilen halklara sıkacağı kurşunların ülkede demokrasiyi tesis edeceğini pazarlamaya çoktan başladı.
Gerillaya karşı saldırı düzenleyen bir askeri birliğin gerilla tarafından imha edilmesinin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan İslami İşbirliği Teşkilatı toplantısında yaptığı konuşmasına da “Bundan sonra konuşulmaz, yapılır. Artık her şeyi olunca göreceğiz. Ramazan ile ilgili sabrımız bitmiştir. Bundan sonra söz değil uygulama zamanıdır. Teröre mesafe koymayanlar da bedelini ödeyecekler” tehdidiyle imha konseptinin ipuçlarını verdi. Yine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni sürecin imhaya dayalı olduğunu şu sözlerle aktardı: “Ama teröristler kesinlikle halkımızdan ayrı tutulup, onlara karşı devletin gücünün, herkesin gücünün üstünde olduğunu daima gösterebilecek durumdayız. Bunu da herkes görecektir”.
Burjuva feodal medya ve kalemşorleri görev başında Devetin imha konsepti içerisinde açılım ve çalıştayların ardından devreye soktuğu imha saldırılarını meşrulaştırma görevi ise tabii ki burjuva feodal medyanın ve onun yeminli kalemşörlerinin oldu. Haber Türk baş yazarı Fatih Altaylı imha konseptini argo kelimeler kullanarak dönemsel efendisine uşamlığa devam ediyor: “Ve terör örgütü adına konuşanlar yine ‘haklarımız’ falan diye konuya girip ‘diyalog’ diyecekler. Ulan serseriler, katiller. Sizden çok konuşmak isteyen biziz. Ama siz ‘yaşam hakkı’ diye bir şey duydunuz mu? İlk saygı onadır, ona, yaşam hakkına... Bilmem farkında mısınız, bu ülkenin aklı başında Kürt’ünün de, aklı başında Türk’ünün de sabrı tükendi. Bunu gördük ve anlattık. Anlamadınız. Keşke biraz aklınız, biraz izanınız olsaydı. Ama olsa zaten orada ne işiniz olurdu ki!” Taraf gazetesinin devlet ajanı yazarı Emre Uslu ise devlete hedef göstererek imhayı nereden başlatması gerektiğini bildiriyor: “Demokratik Özerklik modelinin Hakkâri ve Şırnak’ta halka
dayatıldığı iki örnek var önümüzde. Özellikle Hakkâri’de şehrin çevresinde, Türkiye sınırının içinde, yer alan PKK kampları adeta ‘ikna odaları’ gibi kullanılıyor. Halk o kamplara kaldırılıp sorgulardan geçiriliyor. PKK’ya karşı duruş sergileyenler sokakta infaz ediliyor, halk sindiriliyor. İşte Başbakan’ın Bayram’dan sonra yeni şeyler olacak dediği alan bu alan olacak. Başbakan öncelikle Hakkâri ve Şırnak çevresindeki sınır içindeki PKK kamplarını ve PKK’nın o alanlarda üst kurup halkı sindirmesini önlemek istiyor. Dolayısıyla operasyonların bu kampların kaldırılması ve bu alanlara hâkimiyet kurmak için yapılacağını beklemek gerek.” Star gazetesi yazarı Elif Çakır Başbakan Erdoğan’ın demokrasi adına attığı adımlara dikkat çektikten sonra, başlıyor PKK’ye lanet okumaya ve devletin imha konseptine şu şekilde zemin hazırlıyor: “Artık Kürt sorunu ve demokratik açılım konusunda her şeyi teker teker elimize alıp yeniden tanımlamak zorundayız. Çünkü PKK artık çok uluslu bir örgüttür ve kime hizmet ettiği meçhuldür. Buna rağmen
‘pusu kuranların’ yolu da pusulardan geçmek zorundadır.” Devletin yeni dönemdeki AKP eliyle yürüttüğü değişim projesinde akıl hocalığı yapan Star gazetesi köşe yazarı Sedat Laçiner’de, köşesinden imha konseptini “demokrasi” için yapıldığını şu şekilde meşrulaştırıyor: “Geçmişte şiddete karşı sadece şiddet vardı. Gözü dönmüş bir şekilde birbirini öldüren taraflar öldürmekten yorulmadılar... Yorulmazlardı da... Çünkü kontrolsüz ve hukuksuz şiddet, şiddeti besler. Devlet son 10 yılda çok değişti ve bu işin teröriste benzeyerek çözülemeyeceğini çok net bir şekilde anladı. Bu sayede en büyük eksikliğimiz olan barışçıl araçlar, yani Demokratik Açılım devreye sokuldu. Terörle mücadelenin hukuksal, siyasal, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarında dev adımlar atıldı, atılmaya da devam ediyor. Fakat bu kez de hukukun zorlayıcılığı ortada yok. Dileyen istediği gibi tehdit de ediyor, adam da öldürüyor. Devlet ağırlığını koyamayınca şiddet şımarıyor ve azgınlaşıyor. Daha da kötüsü şiddet haklı çıktığını sanıyor ve yapılan reformları
silahın gücüne bağlıyor. Bundan sonra yapılması gereken etkili ve hukuk içinde bir karışımı yakalayabilmektir. Sanılanın aksine bu karışım hukukun veya demokrasinin feda edildiği bir yol olmayacaktır. Tam aksine dünyanın en iyi silah kullananları dünyanın en güçlü demokrasileridir. Demokratik Açılım yoluna devam edecekse bu teröristlerin silahlarının gölgesinde değil, hukuk devletinin koruyuculuğu altında olacaktır.” Burjuva-feodal medyanın uşaklıkta sınır tanımadığı zaten bilinen bir gerçek. Bu ırkçı faşist söylemlerin sahipleri “demokrasi” istediklerini ispatlamaya çalışyor. Bu cümleleri okuduktan sonra şu sözü söylemek yanlış olmayacak: ‘biz demokarsiyi inşa edecektik ama ah şu Kürtler olmasaydı’. Demokrasinin önündeki en büyük engel olarak görülen Kürt ulusal hareketi ve Kürt ulusu bu satırlarda doğrudan hedef gösteriliyor ve imha için koşullar yaratılıyor. Kafatasçı, faşist, ırkçı, çağ dışı zihniyetin ağzından çıkan insanlık dışı söylem buna denk düşüyor.
6-7_Layout 2 8/21/11 2:54 PM Page 2
güncel
20-30 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü
07
Murat Karayılan:
Başbakan kendisini
kaybetmemelidir
MGK imha saldırısını ilan etti
Devlet, Kürt ulusal hareketine ve devrimci güçlere karşı gizliden gizliye sürdürdüğü imha saldırılarına ‘devam’ dedi. “Demokrasi” şovlarıyla gizlenen bu süreç; MGK toplantısında artık açıktan ilan edildi. MGK toplantısından “Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet’ ilkesinden hiçbir şart altında taviz verilmeyecek. Devlet otoritesi en güçlü şekilde hissettirilecek” tehdidi çıktı 15 asker öldü
Hakkari Çukurca’da gerillaya yönelik başlatılan operasyon, HPG gerillaları tarafından boşa çıkartıldı. Gerillaya yönelik imha operasyonuna çıkan askeri konvaya gerillalar tarafından yapılan mayınlı pusuda 15 asker öldü. Ölümlerin duyulmasının ardından devlet bürokratları ve burjuva feodal medya Kürt ulusal hareketine ve BDP, DTK’ya karşı linç kampanyası başlattı.
Kandile, Afganistan modeli saldırı
Türk devleti Hakkari’de aldığı ağır kaybın ardından Kandil’e hava saldırısı düzenledi. Savaş uçaklarıyla Kandil’de gerilla alanlarını bombalayan Türk ordusu ayrıca bölgeye havan ve öbüslerle bomba yağdırdı. 18 Ağustos günü başlayan saldırıda gerilla herhangi bir kayıp vermezken, bögede yaşan halk saldırıdan dolayı köylerni terk etmek zorunda kaldı.
MGK yeni süreci ilan etti: Topyekün imha İstifalarla değişen askeri komuta kademesiyle yapılan ilk MGK toplantısında “Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet ilkesinden hiçbir şart altında taviz verilmeyecek. Devlet otoritesi en güçlü şekilde hissettirilecek.” tehdidi çıktı. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının ardından yayınlanan bildiride devlet birkez daha gerçek niyetini açıkça ifade etmiş oldu. MGK’da, Kürt ulusunun haklı ve meşru taleplerini “terör” sorunu olarak ilan edilerek, ‘Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet” anlayışından asla vazgeçilmeyeceği tekrarlandı. MGK toplantısının ardından yayımlanan bildiride, hayatın olağan akışını olumsuz etkileyecek hiçbir gelişmeye izin verilmeden “teröre” en sert şekilde mukabele edileceğinin altı
çizilirken, her kesimin “terör” örgütünün eylemleriyle arasına mesafe koyması gerektiğine de vurgu yapıldı.
Devlet otoritesinin en güçlü şekilde hissettirileceğinin ifade edildiği bildiride gerillayla mücadelede yeni strateji ve yöntemlerle daha etkin, kararlı ve sonuç alıcı bir mücadelenin ortaya konulacağı belirtildi. Devletin, Kürt ulusunun haklı taleplerine saldırmasına karşı çıkan kesimlere de uyarıda bulunulan bildiride, “Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet” siyaseti arkasında toparlanma çağrısı yapıldı.
DTK: Geri adım atmayacağız DTK Koordinasyon Kurulu üyesi ve BDP Milletvekilli Ayla Akat Ata, DTK ve BDP’yi sürecin dışına bırakıp, tehdit ederek sorunu çözmenin ve başarıya ulaşmanın mümkün olmadığını söyledi. Akat Ata, “Bin 400 yüz kişi değil, tüm herkesi tutuklasalar dahi biz geri adım atmayacağız” dedi. Yaşanan gelişmeler ile AKP’nin toplumsal barış ve adaleti sağlama hedefi olmadığını ifade eden Akat Ata, “Başta Kürt halkı olmak üzere tüm demokratik çevrelerin ortak mücadelesi sonucu yaratılan kazanımları tasfiye ederek, biat kültürü ile kendine ait olanı yaratma arayışı içindedir. Ya bana tabi olursunuz ya da sizi yaşatmam anlayışıyla hareket etmektedir. “ dedi.
Demirtaş: Boyun eğecek halimiz yok BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, son yaşananların Silvan olayı ile başlamadığını seçim öncesinde planlandığına işaret ederek, rest çekmediklerini ancak boyun da eğmeyeceklerini söyledi. Demirtaş “yaşanacak her ölümden Başbakan sorumludur” dedi. Hükümetin savaş tercihinin iyi anlaşılması gerektiğine vurgu yapan Demirtaş, Başbakan’ın uzun yıllar-
dan beridir açılımdan bahsettiğini, ama elinde buna dair tek bir somut projesinin olmadığına dikkat çekti.
BDP: Bizi hedef gösterdiler BDP Genel Merkezi ise söz konusu haberin ardından bir açıklama yaparak, “Bu tür hedef gösterici, provakatif haber ve yayınlar karşısında kamuoyunu ve halkımızı dikkatli ve duyarlı olmaya çağırıyoruz” dedi.
Erdoğan’ın tehditlerine karşılık, güçlerinin sadece yüzde 5’ini harekete geçirdiklerini belirten KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, “Eğer biz savaş gücümüzün önünü açar, resmi savaş karar ve talimatını verirsek, Türkiye’yi alt-üst ederler. Başbakan kendisini kaybetmemelidir!” dedi. Karayılan, Öcalan’dan da üç haftadır haber alamadıklarını belirterek, “Eğer önderliğimize herhangi bir şey olursa o zaman Türkiye’de bir tek lider bile kalmaz” dedi. Kandile yönelik saldırı planlarının 12 Haziran seçimlerinden önce karar altına alındığını belirten Karayılan, “Kandil’e yönelik planların altında hareketin yönetimine darbe vurmak, suikast yapma amacı vardır. Basına yansıyan tutuklama haberlerini sadece yalanyanlış haberler, psikolojik savaş yöntemleri ve haberleridir, diyerek ele almamak gerekiyor. Konseptin çapı geniştir” dedi.
Öcalan’la görüşme talebi reddedildi PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 22 gündür görüşemeyen avukatların, 19 Ağuştos günü İmralı Adası’na gitmek için yaptıkları 7. başvuru “hava muhalefeti” gerekçesiyle reddedildi. Öcalan’la görüşmek için Bursa Cumhuriyet Savcılığı’na ve İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Hapishanesi Müdürlüğü’ne başvuran avukatların talebi yine reddedildi. “Hava muhalefeti”, “personel faaliyeti yok” ve “gemi bozuk” gerekçeleriyle 6 kez İmralı’ya gidemeyen Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının 7. başvurusu da “hava muhalefeti” iddiasıyla kabul edilmedi.
Başbakan’ın ardından şurekası da hedef göstermeye başladı Yeni Şafak Gazetesi Çukurca’da ölen askerlerin ardından attığı “Katil sizsiniz” manşetiyle BDP, ve DTK’yı hedef gösterdi. Faşist gazete “Kanlı tablonun baş sorumlusu demokrasi kılıfıyla her fırsatta teröre destek veren BDP oldu. Kandil’in sözünden çıkmayan, kardeşlik projesini sabote etmek için her yolu deneyen, canlı bombayı ‘şehit’ ilan eden BDP katliamların ortağı haline geldi” haberiyle Kürt siyasetçilerini devlet faşizminin hedefine koymak istedi.
8-9_Layout 2 8/21/11 2:55 PM Page 1
08 emek haber AKAN-SEL’de direniş sürüyor Mersin Limanı’nda aylardır süren direniş sonucu Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası’nda örgütlenen AKAN-SEL Nakliyat işçileri, sendikal örgütlenmelerine karşı patronun saldırılarını protesto ettiler AKAN-SEL patronu bir süre önce forklift bölümünde “daralma” gerekçesiyle sendika üyesi 5 işçiyi işten çıkarmıştı. Sendika ve patron arasında yapılan görüşmeler sonucu 5 işçi tekrar işe alındı. Ancak işçiler patronun elinde 17 kişilik bir listenin bulunduğunu ve işten atma saldırısı beklediklerini dile getirdiler. Patronun saldırılarına karşı 12 Ağustos’ta liman A kapısı önünde toplanan işçiler, liman genelinde kendilerine yönelik artan baskılara ve işten atmalara tepkilerini dile getirdiler. Liman içerisinde mesaide olan işçilerin de kapıya gelmesiyle iki grup kapı önünde buluştu. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemde işçiler adına TÜMTİS Mersin Şube Başkanı Savaş Gürkan bir açıklama yaptı. Gürkan yaptığı açıklamada liman işçilerinin örgütlenmesine yönelik saldırılar olduğunu, işçilerin yapılan saldırılara direnişle cevap verdiğini belirtti. 21 Temmuz’dan bu yana liman A kapısı önünde direnişte olan UĞURSAN’a bağlı NÇ Denizcilik işçilerinin onurlu mücadelesini desteklediklerini belirten Gürkan’ın açıklaması sık sık atılan “UĞURSAN işçisi yalnız değildir!” sloganlarıyla ve sınıf dayanışmasının yükseltilmesi çağrılarıyla devam etti. Basın açıklamasının ardından atılan sloganlarla eylem sonlandırıldı.
İşçi ölümleri devam ediyor İş güvenliği ve kontrolünün sağlanmadığı, taşeron çalışmanın yaygınlaştığı ülkemizde emekçilere can pazarı yaşatılıyor. Hemen her gün bir işçinin öldüğünü söylemek abartılı olmasa gerek. Son birkaç yılda yüzlerce kişi yaşamını yitirdi. Karabük Demir Çelik Fabrikası’nda çelik üretimi için kullanılan karbonmonoksit gazının sızması sonucu 24 işçi zehirlendi. 11 Ağustos’ta meydana gelen zehirlenmede Yılmaz Eyerciler ile Yalçın Derebaşı adlı iki işçinin durumunun ağır olduğu öğrenildi.
Tekstil imalathanesinde yangın Ankara’nın Kazan İlçesi’nde bir tıbbi tekstil imalathanesinin döşeme bölümünde meydana gelen yangında 1 işçi hayatını kaybederken 6 işçi yaralandı. İmalathanede çıkan yangının kısa sürede büyümesi üzerine dikişçi olarak çalışan Aysel Doğan (38) döşeme bölümünde mahsur kaldı. Doğan, arkadaşlarının tüm çabasına rağmen kurtarılamadı. İki çocuk annesi olduğu belirtilen Aysel Doğan’ın cesedi, olay yerinde yapılan incelemenin ardından Kazan Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Çıkan yangında yaralanan işçiler, Sincan, Kazan ve Ankara’daki çeşitli hastanelerde tedavi altına alınırken yangınla ilgili sözümona soruşturma başlatıldı.
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
Maden ocağında
kapıları
kilitlediler
Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Üzülmez Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağında çalışan işçiler, ocaklara giriş çıkışlar sırasında madene giriş kapılarının kilitlenmesine karşı eylem yaptı Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Üzülmez Müessese Müdürlüğü’neait maden ocağında işçiler ocaktan erken çıkmasın diye kapılar kilitleniyor. Bu durumun can güvenliğini ortadan kaldırdığını söyleyen işçiler protesto eylemi yaptı. Sabah vardiyasında (08:00-16:00) çalışan maden işçileri 1,5 saat ocaktan çıkmayarak madene giriş çıkışlar sırasında kapıların kilitlenmesini protesto etti. 2.vardiyada içeriye girecek madenciler işçi asansöründe bekledi. Yapılan
eylemin bitmesi sonrası giriş çıkışlar normale dönerken Genel Maden İşçileri Sendikası Eğitim Sekreteri Osman Tutkun yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: ‘’Üzülmez Müessese Müdürü yaklaşık 4 aydır kapıları kilitlemektedir. Bu, despot bir uygulamadır. Yaklaşık 4.5 aydır ‘işçiler ocaktan erken çıkmasın’ diye bunu yapıyorlar. Bu sabah ocağa inerken saat 07.30’da kapıları açıp, 07.45’de de kapat-
tılar. 15 dakikalık bir zaman diliminde o kadar işçi nasıl karta basıp da iş başı yapsın. İşçilerimiz iş çıkışı böyle bir eylem yapmayı düşündüler, biz de sendikacılar olarak destek verdik. Müessese böyle yönetilemez. İşçiler işçiliğini, sendikacılar da sendikacılığını yapsınlar. İşçilerimiz saygı bekliyor. Üretimi yapan işçileri köle gibi görüyorlar, sıkıntı bundan kaynaklanıyor. Bu tür haklı eylemlerin yanındayız, bu uygulamadan vazgeçilmesini istiyoruz” Bu maden ocağında birkaç gün önce yaşanan göçükte bir işçi hayatını kaybettiği düşünüldüğünde işçilerin madenlere kilitlenmesi, yaşanacak herhangi bir tehlikede ölümlere davetiye çıkaracak. Benzer bir olay Bursa’da Özay Tekstil patro-
Direniş Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde işçiler yeniden direnişe başladı. Hastane yönetimi tarafından verilen sözler tutulmayınca işçiler yeniden çadır kurdu. Direniş 200 günü geride bıraktı Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde işten çıkarıldıkları için direnişte olan taşeron sağlık işçileri, taleplerinin kabul edilmemesi üzerine direnişe devam etme kararı alarak çadırlarını yeniden kurdu. İşçilere destek olmak için Samsun SES, Genel-İş, BES alanda yerini alırken, İstanbul Taksim İlkyardım Hastanesi’nden gelen Dev-Sağlık İş üyesi işçilerle, Dev-Sağlık İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da Sam-
8-9_Layout 2 8/21/11 2:55 PM Page 2
20-30 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü
emek 09
EMEĞİN KÜRSÜSÜ ≫ dursun baştuğ GÖREVLERİMİZE SARILARAK SALDIRILARI GÖĞÜSLEYECEĞİZ
Ü
zerimizdeki ölü toprağı bizi hareketsiz kılıyor. Soluğumuzu tıkayıp nefes almada güçlük çekmemize neden oluyor. Nefessiz kalan bir siyasi hareket kendisini bitirir. Bu nefes kolektifin üzerindeki toprağın atılmasıyla ciğerlere dolacaktır. Bu durum her bireyin kolektif bilincin içerisindeki bizlik algısının bir parçası olmasıyla mümkündür. İnsanın birey olma olgusunda yaşadığı bizlik bilincinden uzaklaşması örgütsel bütünlüğü ve kolektif bilinci yok eder. Bu durum sürekli sorunların tartışıldığı örgütsel rotaya götürür ve bu ölü ruh hali sürekli krizlere neden olur. Kendini mevcut gerçeklikle sınırlayan bir örgüt dünyayı değiştirme iddiasından vazgeçmiş demektir. Bu örgütün faaliyetçileri de sürekli bir kriz halinde örgütsel sorunlarla cebelleşir. Örgütsel sorunlar elbette özelde tek tek faaliyetçilerin genelde ise örgütün üzerinde kafa yorması ve çözüm üretmesi gereken somut olgulardır. Ancak örgütsel faaliyetin bir bütününü değil küçük bir parçasını oluşturur. Sorunlara yaklaşımda çözüm gücü olma yaklaşımını sergilemek, doğruların yegane olmadığını hatırlamak ve başka fikirleri de önemsemek kriz durumunu ortadan kaldırır. Dolayısıyla örgütün kendini darlaştırdığı sürekli bir tartışma halinden çıkılır. Bu tür sorunlar olmakla birlikte durumun iyi olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Çünkü sorunları çözmede atıllıktan kurtulmak isteyen kolektif bir yönelimin varlığı kendini ağırlıklı olarak hissettiriyor. Dünyayı değiştirme yönelimi kendini bütünlüklü bir çatışmanın varlığına göre hazırlıyor. Sancılı bir doğum olacak. Ancak saldırılar göğüslenecek.
nunun işçileri atölyeye kilitlemesi sonucu yaşanmış ve 5 kadın işçi hayatını kaybetmişti. Maden ocaklarında iş güvenliği ile ilgili önlemlerin alınmaması sonucu ölümlerin giderek arttığı tartışmaları halen gündemdeyken işçilerin maden ocağına kilitlenmesi yeni iş katliamlarının önünü açıyor.
Madenlerde ölüm kol geziyor Bartın’da Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Üzülmez Müessese Müdürlüğü’ne bağlı maden ocağında meydana gelen göçükte 1 işçi hayatını kaybetti. Alınan bilgiye göre madenin 4.
ocağında çalışan Erdoğan Demirsoy, üretim yaptığı sırada tavandan kömür yığınının göçmesi sonucu kömürlerin altında kaldı, yanında bulunan bir işçi ise kaçarak kurtuldu. Mesai arkadaşları tarafından göçük altından yaklaşık 3 saat sonra çıkarılan 29 yaşındaki Demirsoy’un cesedi, Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Genel Maden İşçileri Sendikası Eğitim Sekreteri Osman Tutkun, gazetecilere yaptığı açıklamada, akşam saatlerinde ocağın eksi 230 kodunda meydana gelen göçükte 2006’da işe giren Demirsoy’un yaşamını yitirdiğini söyle-
di. Tutkun madencilerin hayatını kaybetmesiyle ilgili yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Yeraltındaki şartların ne olduğunu, madencilerin nasıl para kazandığını, nasıl alın teri ile emek harcadığını birinin görmesi lazım. Görmeyince, yaşamayınca anlaşılmaz. Dışarıdan, medyadan, televizyonlardan yaygara, palavra atmayla bu işler olmuyor. Gideceksin madencinin nasıl çalıştığını, nasıl ter akıttığını göreceksin. Biz bu acıları hep yaşıyoruz, madenci hep kanını canını, kolunu bacağını veriyor. Artık birilerinin hesap verme zamanı geldi. Bu hesabı biz soracağız acılıyız, öfkeliyiz.”
çadırı yeniden kuruldu sun’daydı. Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) direniş çadırının 11 Ağustos’ta kurulması sonrası bir saldırı girişiminde bulunarak direnişi engellemeye çalıştı. ÖGB’ler direnişteki işçilere saldırarak çadırı yıktı. Direnişteki işçilerle sendikacıların kararlı tutumu sonucu geri adım atmak zorunda kalan ÖGB çekildi. İşçiler Dev-Sağlık İş Genel Başkanı Çerkezoğlu’nun da aralarında bulunduğu sendikacılarla birlikte gün boyu çadırın önünde oturma eylemi yaparak saldırıyı protesto etti. 12 Ağustos’ta direniş çadırını yeniden kuran işçilerin direnişi devam ederken, başhekim işçilerin üzerine polis ve ÖGB’yi göndererek hiçbir yasal engel olmamasına rağmen çadırı kaldırmaya çalıştı.
İşçilerin kararlı tutumu sonucu polis ve ÖGB’ler geri adım attı. Çerkezoğlu’nun da aralarında bulunduğu bir heyet başhekimle görüşürken başhekimin taşeron firmalar karşısında hiçbir yetkilerinin bulunmadığını ve sorunu çözemeyeceklerini belirttiği öğrenildi. Heyette bulunan sendikacıların “Bir hastaneyi başhekim mi yönetir yoksa taşeron firma mı yönetir?” sorusuna “Benim hiçbir yetkim yok, ben Sağlık Bakanı mıyım, Başbakan mıyım?” diyerek hastanede nasıl bir yönetim anlayışının bulunduğunu gösterdiği ifade edildi.
Yeniden saldırı yapıldı 16 Ağustos sabahı çevik kuvvet ve ÖGB’ler, hastanede direnişlerini sürdüren işçilere saldırdı. İlk
saldırı işçilerin hastane bahçesine çadır kurmak istemeleriyle birlikte sabah yapılırken, işçiler bu saldırı karşısında geri adım atmayarak çadırı kurdu ve oturma eylemine devam etti. Çadırda iki kişi olmasına rağmen işçilere tekrar saldıran ÖGB’ler çadırı sökmek istedi. Çadırı dağıtan ÖGB’lerle işçiler ve işçilere destek veren sendikacılar arasında arbede çıktı. Dev Sağlık-İş Sendikası Samsun İl Temsilcisi Yüksel Aslan, eşi Selma Yılmaz Aslan Erhan Çömezoğlu ile Cemal Kömbe gözaltına alınarak İlyasköy Polis Merkezi’ne götürüldü. İşçiler, kendilerine saldıran hastanenin özel güvenlik görevlilerinden şikayetçi oldular.
Dünya gericiliği kendi uşak iktidarları ile birlikte dünya halklarına saldırıyor. Büyük bir yıkımın içerisine sürüklüyor. Sonrasında ise acınacak bir ruh hali yaratarak yardımlar topluyor. Kendi yarattığı yıkıntıyı dünya halklarına temizletmeye çalışıyor. Afrika, Latin Amerika, Güney Asya, Ortadoğu.... hepsi bu haydutların kar hırsı ve siyasal oteritesi uğruna yok ediliyor, insanlar haklarından uzak bir yaşama mahkum ediliyor. Bura devletlerinin uşak iktidarları, yeminli hizmetkarları da efendilerinin rahatı uğruna bu baskı aygıtının taşeronluğunu yapıyor. Işte bu gerçeklik içerisinde esas meselenin emperyalist gericiliği alt etmek olduğu ile yüz yüze getiriyor. Tabi onların uşak iktidarlarını da… Ülkemizin özgün koşullarının gerçekliğiyle düşündüğümüzde, bu mücadele uzun olmakla birlikte acil bir hal almış oluyor. Kısır döngüler içerisinde sürdürülen tartışmalar bizleri dar sınırlar içerisine hapseder. Tam da bunun için enerjimizi kısır tartışmalara ya da günübirlik işlere değil, dünya gericiliğine meydan okumaya harcamalıyız. Hakim sınıflar, kendi ortak senfonilerinde aynı ezginin notalarını çalıyor. Bizim ise bu senfoninin eskimiş, köhne enstrümanlarını parçalamak ve kafası örümceklenmiş müzisyenlerini de tarihin çöplüğüne göndermek gibi daha elzem bir işimiz var. Ve bu iş çok gecikmiş ivedi görevlerin yerine getirilmesini salık veriyor. Yeni demokrasi mücadelesinin gelişmesi bizim atacağımız teorik ve pratik adımlara bağlı. Dünya gericiliğine karşı gelişecek savaşın mütevazi birer parçası olmak, hasımlarımızla amansız bir ideolojik ve siyasi mücadeleye tutuşmak ve her gün yeni bir pratik adımla bulunduğumuz zemini güçlendirmek. Krizden ancak bu şekilde çıkılır. Yolumuz uzun ve meşakkatli. Mücadelenin araçlarını güçlendirmek ve yeni araçlar yaratmak zor ve büyük bedeller istiyor. Ancak bu bedelleri göze almadan gelişim olmayacağını da bilmek gerekiyor. Sadece bugünü değil yarını kurtarmaya çalışıyoruz. Özel mülkiyet dünyasının yaratmış olduğu mülkiyetçi, bencil, bireyci kirlenmiş iktidarlar, bugünün insanının vereceği mücadeleyle yıkılıcak. Şimdi daha fazla yoğunlaşmalı ve her zamankinden daha fazla çalışmalıyız. Her faaliyetçi bulunduğu alanda görevlerini büyük bir sorumluluk bilinciyle icraa etmeli. Etrafımızdaki siyasi atmosfer bu görevlerin yerine getirilebileceği objektif şartları fazlasıyla sunuyor. Bizlere düşen görev ise objektif olarak ortaya çıkan koşulları devrimin lehine çevirmek ve sınıf düşmanlarımıza karşı ideolojik ve siyasi mücadeleyi yükselterek yeni demokrasi mücadelesine kanalize etmektir. Devrim keyfi bir tercih değil. Zorunlulukların dayattığı nesnel bir gerçekliktir. Gücümüzü bu gerçeklikten ve tarihsel haklılığımızdan alarak büyük altüst oluşların zeminini hazırlamalıyız. Devrim iddiası büyük bir çağrıdır. Doğruları yaşamımızın içerisinde inşa etmek ve bunun için çaba sarf etmek bizi bu çağrıya götürecektir. Birilerinden değil kendimizden bir şeyler bekleyelim ve bulunduğumuz her alana devrimin kalelerini inşa edelim.
10-11_Layout 2 8/21/11 11:41 AM Page 1
10 güncel
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
Egemenlerin Somali sömürüsü ›› Her gün 800 kişinin öldüğü Somali’de, halk açlık ve kuraklık içinde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Emperya-
list-kapitalist sistemin yol açtığı felaket en çok çocukları etkiliyor. Somali’de her altı çocuktan biri beş yaşına girmeden ölüyor, 800 bin çocuktan, haftada 15’i gıda yetersizliğinden ölüyor. Günde 8 bebeğin ölmesi ise egemen sistemlerin kıtlık dehşetini ortaya koyuyor. Somaliler, çareyi başkent Mogadişu’ya ve komşu ülke Kenya’ya göç etmekte buluyor. Mogadişu’da son bir ay içinde kurulan 10 kampa 1.500 kişinin geldiği belirtiliyor. Petrol üzerinden başlatılan rant, kara kıtada Özel Temsilciler, Güvenlik Konsey’leriyle her alana açlık ve kuraklık politikası olarak, adım adım yayıldı. Emperyalizm askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, turistik, sağlık, eğitim kurumları aracılığıyla sömürüyü getirdi noktada; dünya ezilen emekçi halklarını ‘dost eli’yle ortak etme gayretkeşliğine başladı. Somali kıyılarındaki deniz ürünlerini tükettiğini unutacak kadar gözü dönmüş, yönetemeyen ‘mengele kafalıla’, tüm doyumsuzluklarını fırsata çevirerek her türlü kimyasal, nükleer, doğada tüketimi yıllar alan ve saniyede her yere yayılan zehirlerini ‘Somali çöplüğü’ne akıtanlar, bugün de taşeron olarak kuracakları ‘mobil sömürgeler’i için yeni hükümetlere bütçe yaratmak için “50 bin SMS kampanyası” için seferber olmuşlar… Nükleer, kimyasal denemelerin kuruttuğu topraklar kimin eseridir? Emperyalist-kapitalist sistemin maddi ve manevi meraklarının deneme sahası olan Somali’deki gerçekler yalanlarla kapatılamaz, sermayenin altın fırsatlarıyla açlık büyüyor kurutma işlemleri sürüyor. Somali’de çoğunluğu çocuk 12 milyona yakın insan ölüm sınırında açlığın yanı sıra son 60 yılın en kurak yılında yaşam mücadelesi vermektedir. Başta Kenya ve Etiyopya olmak üzere emperyalizmin sömürü dalgasında uygulanan baskı ve zulümden kaçarak sığınan mültecilere, kuraklaştırılmış topraklarında ‘insani vicdanını açan Somalilerden on binlerce kişinin de komşu ülkelerdeki mülteci kampları-
na kaçtığı da son gelen haberler arasında. Acilen gıda, su, barınak ve tıbbi malzemeye ihtiyaç var.
pıştırdıkları Somali halkının üzerinden sömürüyü yeniden üreterek derinleştirmektedirler.
Somali’nin başkenti Mogadişu ve Badbado kamplarındaki görüntü ‘modern çağın sınıflar savaşımı sona erdi’nin sınıf savaşımı fotoğrafı. Kenya yakınındaki Dadaab Kampı’ndaki gerçek ise esasen G20’lerin yan yana gelerek sürekli sırıttıkları pozların dünya ezilen halklarının yaşamındaki yansımasıdır. Ve sofralarındaki artıkları bile insan yararına kullansalar bugün “Somali”ye yardım” diye ortaya çıkan durumdan öncelikle kendileri kurtulmuş olacak. Ancak onların böyle bir planı yok, onlar açlık fotoğrafındakilerin sayısını nasıl arttırabiliriz, bu süreyi daha ne kadar uzatabiliriz hesabındadırlar.
Diğer yandan toplanan yardımların ve gidecek ekiplerin bölgeye güvenli ve zamanında ulaşılması noktasında şüpheler de yapılan açıklamalardan görülmektedir. Bir başka belirtilmesi gereken husus ise; Somali’ye ulaşan ‘kampanya’nın başına gelenleri New Orleans, Japonya tsunamisinde ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da 17 Ağustos Depremi’nden bilmekteyiz.
Emperyalizmin altın fırsatı Yaşam mücadelesi veren kıtlığın pençesindeki Afrika boynuzu için 120 Dolar yardım çağrısında, gerçekten kamptaki bir kadının: “İhtiyaç duyduğumuz yardımlar gelmediği için perişan durumdayız. Birleşmiş Milletler ve Müslüman ülkeler nerede? Lütfen bize yardım edin. Açlıktan ölüyoruz” çığlığı mı var? Bu çığlığın derin haykırışında özellikle 500 bin çocuğun hayati tehlikesi var. Yıl içerisindeki yardım miktarının da 500 milyon dolar olacağı tahmin ediliyor. Sömürücü egemen emperyalist-kapitalist sistemin “altın fırsat”ı olarak ifadesini bulan şey, aynı zamanda kendi çöküşüdür. Somali’deki gerçekleri görmezden gelerek, öldürdükleri çocuk, kadın ve derisini kemiklerine ya-
‘Emeğin küreselleştirilmesi’ safsatalarıyla başlattıkları dünya ölçeğindeki ucuz işgücü için Somali vb. ülkeler bulunmaz bir ‘sömürü fırsatıdır. Yer altı ve yer üstü, bütün doğal zenginliklerin ‘açlığı doyurma’ maskesini kullanarak gasbedilmesinin girişimidir. Emperyalist-kapitalist sistemin dünya ve ülke bazındaki siyasi, ekonomik ve diplomasi kurumlarının koordinasyonuna da baktığımızda tam bir uyum içerisindedirler. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO), Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nden Afrika Kalkınma Bankası, Afrika Birliği ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF)’na kadar yine Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF)’ndan Gelişmiş Sekizler (G8)’inden Dünyanın En Büyük 20 Ekonomisi (G20)sine kadar açlığın, kuraklığın, yoksulluğun ve sefaletin üreticisi emperyalist haydutların uzayan kollarıdır.
Türk “yardımsever”ler
Bir de buna paralel olarak aynı diplomasi içinde yerel ekonomiyi talan sevk ve idare birimleri vardır. Son zamanlarda Türkiye-Kuzey Kürdistan’da özelleştirme, taşeronlaştırma, kaynakları kurutma talanı içerisinde kurulan bakanlıklar, başkanlıklar, genel müdürlükler, müdürlükler, il özel idare bünyesindeki özel birimler, özel komisyonlar çok özel teşkilatlandırılmaktadır. Bunlar da okyanuslar ötesini yerelle birleştirme koordinatlarıdır. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın İzmir Arena’da açıkladığı iftarda “harcanacak paranın” bağış miktarıyla, Antalya, Alanya, Adıyaman devlet bürokrasisi, il özel idare ayniyat tutarının aynı miktarlarda olması çok dikkat çekici. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), ülke genelinde 200 milyona varan yardım kampanyası tutarını açıklarken, Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın Somali için 1 milyon bağış yaptığının reklamında bile bunu görebilirsiniz. Diğer yandan yıllarca ‘Türk’ü yardıma koşarken gösteren Türk Kızılay Genel Başkanı Tekin Küçükali’nin Somali’ye yardım kampanyası süresinde istifa etmesi hangi rantta anlaşamamanın sonucudur. Somali yardımı, sefaletin sebebi olan kişi kurum ve devletlerin sahibi sistemin, Somali’deki açlığın, kuraklığın yaralarını sarması gibi bir derdi yoktur. Onlar yani kan emici vampirler her şeyi baskı ve sömürü fırsatına çevirip, açlığın, yoksulluğun, kuraklığın, güvencesiz yaşamın kalıcılığını sürdürürler. ‘Somali’ye yardım kumpanyası’ malzemeleri başkent Mogadişu ve Badbado’daki kamplarda yaşayan ailelere ulaşmıyor, ulaştığında da kamptakilerin verdiği bilgiye göre, dağıtılırken gazeteciler fotoğraf çekiyor, sonra gelen BM’ler, devlet görevlileri ve kampanya görevlileri ayrıldıktan sonra yardımlar zorla ellerinden geri alınıyor. Ya da kamplardan bu yardımlar çalınarak büyük marketlerde satılıyor. Yine BM Dünya Gıda Programı (WFP) tarafından soruşturmanın iki aydır devam ettiği belirtildi. Dünyanın neresinde hangi kara parçasında olunursa olunsun, sömürücü hakim sınıfların kullandıkları yöntemler iktidarlarını korumak için aynı kara yüzler ve aynı kirli politikalarla yürütülür. Konuyla ilgilenen WFP’in 2008 yılından bu yana 14 çalışanın öldürülmesi de aynı sömürü düzeninin sistematik uygulamalarından birisidir.
10-11_Layout 2 8/21/11 11:41 AM Page 2
20-30 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü
gençlik 11
GENÇ YORUM ≫ sinan çakıroğlu KOMÜNİZM HEYULASI
B
üyük altüst oluşlara gebe bir toplumsal düzen olan emperyalist-kapitalist toplum formasyonu, tarihin ileri doğru adım atışının önüne geçmek istese dahi, bağrında taşıdığı çelişkilerin sonucu olarak çelişkili ve karmaşık bir seyir izler. Dönem dönem “durağan” bir etap yaşanıldığı düşünülse de, bu yaklaşım anti-diyalektiktir. Hareketin kendisi çelişkidir. Durağan hiçbir şey yoktur. Sadece güç dengesinden dolayı, çelişkilerin hasıraltı edildiği bilinir. Dünyada ana akım halde olan karşı devrimci cephe, neoliberal saldırılarla birlikte, sınıf mücadelesinin bittiğini haykırdığı günden beri gelişmelere bakalım. Etekleri zil çalan hakim sınıfların bizzat ve bire bir kendi merkezlerinde, devrimci durum olmasa da, devrimci duruma zemin hazırlayan patlamaların olduğu gözlemlenilmektedir. Uzlaşmaz sınıf karşıtlığının “pekiştiği” yalanı, “demokrasi” hülyalarının nüfuz alanlarında, sınıf perspektifi olmadan, ‘demokrasi istemiyoruz’ diye gençlik kitlelerinin ayaklanmalarına tanık olunmuştur.
YÖK’ü protesto eden
öğrenciler cezalandırıldı YÖK protestosu sırasında gözaltına alınan 45 öğrenciye, üniversite yönetimi tarafından yüksek meblağ para cezasının yanı sıra, okuldan uzaklaştırma cezası verildi Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi’nde geçen yıl YÖK protestolarında devlet malına zarar verdikleri gerekçesiyle 17 bin TL para cezası verilen 45 öğrenci üniversite yönetimi tarafından okuldan uzaklaştırıldı. Anadolu Üniversitesi İki Eylül Kampüsü’ndeki Yabancı Diller Yüksekokulu’nda geçen yıl 4 Kasım’da
YÖK’ü protesto eylemi sırasında çıkan olaylar sırasında 53 öğrenci gözaltına alınarak haklarında Eskişehir 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “Kamu malına zarar vermek” suçundan 8 aydan 6 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı. YÖK’ün kuruluşunun protesto edildiği eylemde kantinde maddi hasar meydana gelirken, bazı masa ve sandalyeler kırılmıştı. Kantindeki hasar nedeniyle öğrencilere toplam 17 bin 786 liralık fatura gönderen Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü hızını alamayarak 45 öğrenciye, okuldan uzaklaştırma cezası verdi. Cezanın okulların açılmasıyla uygulanacağını belirten öğrenciler, verilen cezaya bölge idare mahkemesinde itiraz edeceklerini açıkladılar.
Skandallar klasiği ÖSYM Öğrencilerin emeğinin ve ailelerin parasının tuzağı haline dönen ÖSYM, adından sıkça bahsettirdiği skandallara bir yenisini daha ekledi. LYS sonrasında öğrencinin yüksek açıklanan notu, sonuç belgesinde 200 puan düştü! Öğrencilerin yaşamının merkezine oturtulan ve birer at yarışı olarak görüldükleri üniversite vb. sınavlarda meydana gelen skandallara yenileri ekleniyor. Sınav öncesi ve sonrasında öğrencileri mağdur eden, aileler ve öğrencilerin kabusu haline gelen ÖSYM emeği de parayı da gasp ediyor. Dershanelere paralar döken sabahlara kadar ders çalışan öğrenciler ÖSYM’nin keyfiyetinin kurbanı olabiliyor. Kopyalar,
yanlış hesaplamalar vb. gibi olayların yaşandığı ÖSYM’nin son marifetiyse Uğur Burak Aydın adlı öğrenciye yapılan hatayla ortaya çıktı! YGS-2 puanı 403.717 olarak açıklanan öğrencinin puanı LYS sonuç belgesinde 243.717’ye, başarı sırası da 40 binincilikten, 276 bininciliğe geriledi. Bağcılar Dündar Uçar Lisesi öğrencilerinden Uğur Burak Aydın YGS’de aldığı puanın LYS belgesinde yaklaşık 200 puan düşürülmesi üzerine ÖSYM’ye itiraz dilekçesi yazdı. Aydın cevap alamazken tercihlerini eksik puan üzerinden yapmak zorunda kaldı. İşin peşini bırakmayacağını söyleyen Aydın mağdur edildiğini ifade etti. Herhangi bir cevap alamayan Aydın tercihlerini düşük puan üzerinden yapmak zorunda kaldı. Hakkının gasp edildiğini ifade eden Aydın, ÖSYM’den cevap alamazsa yasal haklarını kullanarak dava açacağını belirtti.
200 küsur yıldır, burjuvazinin “demokrasi” diktası altında sömürü ve baskı cenderesine boyun eğen Avrupalı ezilenler, son 10 yılda, çeşitli reaksiyonlar gösterdi. Bunların en önemlisi 2005 Kasım’ında Paris banliyölerinde gerçekleşti. Post-modern Bonaparte Sarkozy’nin İçişleri Bakanı olduğu dönemde başlayan isyan, “bitti” denilen sınıf çelişkilerinin, göçmen gençlik içerisinde patlamaya hazır bir bomba olduğunu teyit etti. İki kuzey Afrikalı gencin, polis tarafından katledilmesi sonrasında, Paris’te başlayan isyan, ilk önce Fransa’nın diğer bölgelerine ve devamında Belçika, Almanya ve İtalya’ya yayıldı. Birçok Avrupa şehrinde olağanüstü hal (evet abartısız olağan üstü hal) ilan edildi. AB emperyalist kampı, durum değerlendirmesi yaparak, isyanın başka yerlere yayılmaması için “önlemler” aldı. Önlemler sonucunda, binlerce otonomcu, anarşist, devrimci ve gençlik isyanına katılan genç tutuklandı. 2006 yılı itibarıyla, “açılım” yapan AB emperyalizmi (şu malum “açılım” hurafesi Avrupa’da da yaygın durumdadır) göçmen mahallelerine ekonomik yardımlarda bulunarak, dernekler ve çeşitli “sivil” toplum örgütleriyle, tek dişi kalmış canavara cila çektiler. Ama çelişkinin özüne dokunmadan ilerlediler. Velhasıl, 2008 dünya ekonomik buhranıyla birlikte, sınıf çatışmasının derinleşmesinden korkan emperyalist-kapitalist dünya gericiliği, göçmen emekçi-yerli emekçi çatışması yaratarak, kendi iktidarlarına meşruluk zemini yaratmanın yolunu seçtiler. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak yakın zamanda, Norveç’te bir katliam gerçekleşti. “Muhafazakar milliyetçi” adı altında, ‘islamafobi ve kültürel marksizme’ savaş açan birkaç cani, onlarca gencin ölümünde rol aldı. Bu olayın üzerinden birkaç hafta geçmişti ki, İngiltere’de polis, siyahi bir göçmeni katlederek, “demokrasi” şefkatiyle, yaşlı kıtayı ahtapot gibi saran emperyalist efendilerin gerçek yüzlerini saklayamamanın şaşkınlığıyla karşılaştılar. Londra başta olmak üzere, İngiltere’nin bir çok bölgesinde isyanlar patlak verdi. Yukarıda özetlediğimiz tabloda şunu söylemek istiyoruz. Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, demokratizm hayranı, sınıf uzlaşmacı cenahın istediği “özgürlükler dünyası” altında baskı ve sömürü altında inleyen, milyonlarca insanın ‘Ya Basta[i]’ demelerinin toplumsal koşulları, yaşadığımız coğrafyada binlerce kat daha derin! İnsanlığı bir uçuruma sürükleyen, kökleri özel mülkiyet dünyasında olan emperyalist-kapitalist barbarlığın yönetim biçimi olan “demokrasi” yalanına tav olmaya meyilli cephe, bizlere ‘hak-hukuk’ çerçevesinde hareket etmemizi salık veriyor. Başka bir dünyanın mümkünatına inanmayan, koşullara hapsolan fikir sefaletinin durduğu yer, sınıf realitesini görmeyen Descartes’çı ‘Toplum Sözleşmesi’nin ötesine geçemezler. Komünizm için yürüyen küçük azınlığı büyük hazırlığı, ezilen sınıflara rağmen değil bizzat onların içerisinde, onların da özneleştiği Halk Savaşı için toplumsal koşullar uygundur. Her ne kadar çeşitli nicel farklılıklar arz etse bile, Marks ve Engels yoldaşların işaret ettikleri Komünizm Heyulası, dünyanın her bir kara parçasında dolaşmaya devam ediyor. DEH’in (Devrimci Enternasyonalist Hareket) Millenyum Kongresi’nde, ‘21. Yüzyıl, Maoizm Önderliğinde, Halk Savaşları Yüzyılı Olacak!’ belirlemesi için yapılması gereken, sübjektif hazırlığın hızlandırılmasıdır. DEH’in yaşadığı sıkıntılar göz önünde bulundurulursa, bunun için çok çalışmamız gerekecek. Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın devrimci-komünist gençliğinin hazırlığı, bu yönlü olmalıdır. Uluslararası proletaryanın nihai zaferi ancak, bu şekliyle muzaffer olacaktır! [i] Artık Yeter ya da ‘Edi Bese’ karşılığı olan bu slogan, İspanyol devrimcileri tarafından kullanılır.
20-30 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü
Stratejik planlamalar güdümün ››
Havada uçacak olan demokrasi sözleri makyaj, faşist terör ise esas eğilim olacaktır. Elbette bu terörün büyük hedefi Kürt ulusal hareketi, ama genel hedefi devrimci hareket ve halk kitlelerinin tamamı olacaktır. Geniş toplumsal kesimler bu dalgadan payına düşeni alacaktır. Komünist hareketin bu şartlardaki görevi, kendi pozisyonunu alarak devletin terör dalgasına karşı (korunma da dahil) konumlanarak, Kürt ulusuna yönelik görevlerine sahip çıkmak olmalıdır. AKP hükmünü hissettiriyor! Seçimlerde seçmen oyunun 50%’sini alan AKP’nin kendisine öz güveni iyice pekişti. Arkasına aldığı büyük oy desteğiyle elini iyice rahatlatan AKP iktidarı, emperyalist dünyanın ve özelde de ABD emperyalizminin dikte ettiği devletin yapılandırılması görevinde, başlatmış olduğu projeyi hızlandırdı. Kürt ulusal hareketinin silahlı niteliğinin tasfiyesinde odaklanan tasfiye saldırısı, stratejik açıdan ve esas olarak silahlı mücadele ve sınıf hareketinin tasfiyesini, bir bütün olarak devrimci hareket ve mücadeleyi hedeflemektedir. Komprador bürokrat burjuva klikler arasında, seçimler sonrası oluşan dengede terazi tamamen AKP’li komprador kliğin lehine ağır bastı. Bir süredir yürürlükte olan yapılanma süreci zaten AKP lehine önemli birikimler yaratarak avantaja dönüşmüştü. Esas avantaj ise, sürecin AB ve esasta da ABD’li emperyalistlerin doğrudan tayin edip yönetmesi, bizzat sürecin arkasında olmasıydı. İktidarın komprador klikler arasında el değiştirdiği doğrudur. Fakat bu AKP’nin özel başarısı değil, bir bakıma AKP’ye hizmetleri karşılığı yapılan bağıştır. Komprador kliklerin yer değiştirmesi esasta emperyalist projenin ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşmiş-gerçekleştirilmiş olan iktidarın el değiştirmesidir. Gülen cemaati ve sermayesi ile AKP camiasının gücünü hiçleştirmek doğru olmasa da, Kemalist kliğin tasfiyesi, ordunun hizaya çekilmesi gibi ciddi gelişmeler devletin yapılandırılması projesinin rol oynadığı sonuçlardır. Bu proje de açıktan AB ve ABD emperyalizminin projesidir. Eklemek gerekir ki, hükümetin ele alınması, yargının dizayn edilmesi, polisin ele geçirilerek organize edilmesi, ordunun hem hukuksalyasal düzenlemeler yoluyla ve hem de pratik
uygulamadaki düzenlemelerde hizaya getirilmesi, devletin dizayn edilmesi-yeniden yapılandırılmasının unsurlarıdır. Dolayısıyla, ordu şahsında bugün yaşanan gelişmeleri şaşırtıcı bulmak, yadırgayarak karşılamak anlamsızdır. Devletin yapılandırılması süreci işletiliyordu ve bunun mantıki sonucu olarak ordu da dizayn edilecekti-ediliyor. Hükümetten, polisin ele geçirilmesine, yargının ve devlet bürokrasisinin denetime alınmasına kadar aşama aşama gelen süreç, ordunun ayar edilmesine gelecekti elbette. Bundan sonrası gelişmelerin aynı minvalde ilerleyeceği esas olasılıktır. CHP-ordu ortaklığının temsil ettiği Kemalist kliğin süreci ters çevirecek direnci kalmamıştır. Ergenekon operasyonu ve devamındaki darbe planları operasyonları, yargının biçimlendirilmesine dönük operasyonlar ve hatta futbol-şike operasyonları, hiç kuşkusuz ki orduya vurulan şamar Kemalist kliği derinden sarsmıştır. Ancak “TC” devleti ile Kürt ulusal hareketi arasındaki sorun tabiatı gereği bu kadar kolay derdest edilecek bir mesele değildir. Daha çetrefilli, daha zorlu, karmaşık ve güçtür. Her ne kadar karşılıklı olarak belli bir yumuşama eğilimi ve “pozitif” görünüm veren atmosfer taraflar arasında ortaya çıksa da, bu devlet tarafından sahte olarak sergilenen ve dolayısıyla da gerçek zemine oturmayan aldatıcı soyut bir atmosferdi. Oyunlarla ulusal hareketin teslimiyet manasına gelen kendi tasfiyesini onaylaması dayatıldığı için ve ulusal hareketin geriye de çekmiş olsa önemsediği talepleri, umut ve beklentileri karşılanmadığı için, ılımlı iklim havası sarpa sardı ve ulusal hareketin uzlaşma eğilimi bu iklimin sürmesine yeterli gelmedi. Devlet tarafından sinsice geliştirilen konseptler ve ittifaklarla hazırlanan tasfiye ve teslimiyet saldırısını
Halkın silahlı gücü devrimci kurtuluş yolunda ilerliyor!
geç de olsa gördü. Öcalan yaptığı açıklamayla hem devlete ve hem de PKK’ye gerekli gördüğü mesajı vererek ve açık kapı bırakarak çekildiğini açıkladı. Şartlar ileri sürmesi ve güçleri bir hafta içinde sınır dışına veya belli bir bölgeye çekerim açıklamasını yineleyerek, çekildiğini açıklamasına rağmen kapıyı açık bırakmıştır. Dolayısıyla sürece iradesi doğrultusunda müdahale etme anlamında gerilla eylem ve saldırılarını devreye sokarak kolay lokma olmadığını silahların diliyle göstermeye karar verdi. Mevcut görüngüler ve veriler ile yaşanan gelişmeler, Kürt ulusal hareketiyle T.C. devleti arasında sert ve çatışmalı bir dönemin daha yaşanacağına işaret etmektedir. Komünist hareketin buna uygun olarak konumlanması ise, bu sürecin gerekliliği ve ihtiyacıdır. Yaşanan çatışma sürecinin genel bir terör dalgası biçiminde sürmesi olasıdır. Şayet çatışma
Tamamen farklı nitelikte bulunan bir gelişme de Maoist hareketin Halk Savaşı yolunda ilerleyen gerilla savaşı siperlerindeki kayıpları oldu. Bu kayıplar komünist hareket ve gerilla savaşı açısından talihsiz gelişmelerdi. Bu kayıplarla birlikte, geniş kitlelerin kahraman savaşçılarının cenazelerini sahiplenmeleri ve görkemli kitlesel anma pratiği olumlu bir gelişmeyi ifade edi-
süreci keskinleşirse, AKP’nin terörü tırmandırması gündeme gelecektir. Bu durumda bir taraftan demokrasi lafzı dillerden düşürülmeyecek, öte taraftan baskı, şiddet-saldırı ve terör dalgası sürdürülecektir. Havada uçacak olan demokrasi sözleri makyaj, faşist terör ise esas eğilim olacaktır. Elbette bu terörün büyük hedefi Kürt ulusal hareketi, ama genel hedefi devrimci hareket ve halk kitlelerinin tamamı olacaktır. Geniş toplumsal kesimler bu dalgadan payına düşeni alacaktır. Komünist hareketin bu şartlardaki görevi, kendi pozisyonunu alarak devletin terör dalgasına karşı (korunma da dahil) konumlanmak ve Kürt ulusuna yönelik görevlerine sahip çıkmak olmalıdır. Diğer taraftan bu sürecin taktik restleşmelerden ibaret olup, belirli şartların olgunlaştırılması amacıyla devlet tarafından planlanmış olması durumudur ki, bu durumda çatışma sürecinin fazla tırmandırılmadan kısa tutulması mümkündür. Elbette bu şartta
yordu. Halk Savaşı’ndaki ısrarın halk kitlelerinin umudunu büyüten bir olgu olduğu ve gerilla savaşının devrimci etkisinin kitlelerde diri dinamiğe dönüştüğü bir kez daha ve parlak olarak açığa çıktı. Gerek halk kitlelerinin devrimci savaş kahramanlarını sahiplenme realitesinde açığa çıkan devrimci öz olsun ve gerekse de yukarıda özetlemeye çalıştığımız toplumsal
koşul ve çelişkiler toplamı olsun; bütün bu durum devrimci koşullar lehine olup, Halk Savaşı perspektifiyle gerilla savaşının büyütülmesi ihtiyacını açıkça ortaya koymaktadır. Toplumsal nitelikteki tüm çelişki-çatışkılara ve bunlarla karakterize olan siyasal-ekonomikideolojik bileşkedeki gerici sınıfgerici sistemine, devrimci açıdan müdahalede bulunmanın yolu ve
perspektif
de gelişen gündemin anatomisi Devletin Kürt ulusal hareketine yönelik tasfiye planı, gelinen aşamada imha hareketiyle birlikte daha bir hız kazanmış oldu. Devet, gerilla karşısında son dönemde verdiği kayıpların da baskılanmasıyla geniş kapsamlı bir imha hareketi başlattı
yemin etmediler. CHP, gerek devletçi karakteri gereği ve gerekse de baskılara göğüs gerememesi nedeniyle, kendisinden beklendiği gibi tavrından çark ederek yemin etti. Her ne kadar AKP ile yapılan görüşme protokolünü vesile edip çark etmesini izah etmeye çalışsa da, devlet kaygısı ve toplum nezdinde kendisini savunamamasıyla AKP karşısında direnememesi, geri adım atmasının gerçek nedeniydi. CHP’nin bu tavrına karşın, BDP daha tutarlı savunular ve kararlı duruş sergileyerek yemin etmedi. Ne var ki, BDP’nin de bu tavrını daha fazla sürdürmeyeceği ve yemin edeceği anlaşılmaktadır. AKP’nin ara seçime gitme kozu BDP’yi zorlayan unsur olarak yemin etmeye götürecektir. Dahası, BDP parlamentodaki pozisyonunu terk etmeyi kolayca göze alamayan gerçekliğiyle baskılara daha fazla dayanamayacak, parlamentodaki pozisyonunu korumak için geri adım atacaktır. Bu gelişmelerin görünen veya bahane edilerek sebep gösterilen PKK’nin gerilla eylemi gerçekleşti. Bu eylemde 13 asker öldürüldü. Çatışma alanında ölü askerlerden geriye kalan malzeme ve eşyalar yangından sonra oluşan görüntülerle birlikte kamuoyuna bilinçli olarak servis edildi.
belli taleplerin şartlı ve bir ölçüde karşılanmasını da gerektirmektedir. Karşılanacak talepler kapsamlı olmadığından ve hatta bazı taleplerin sürece bırakılması biçiminde el altından verilen sözlerle haledilmesi olasılığı, sürecin yeniden yumuşatılması olasılığını güçlendirmektedir. Ulusal hareketin temelde buna yatkın olması, çatışma sürecinin tırmandırılmadan tekrar “görüşmeler” iklimine çekilmesini mümkün kılmaktadır. Bir olasılık olarak Öcalan ile görüşmeler tekrar başlatılabilir, girilen çatışma atmosferi çok fazla uzatılmayacaktır. Ancak her halükarda kısa vadede de olsa, çatışma sürecinin yaşanacağı, yaşananlarla kanıtlıdır. Aynı biçimde AKP’nin mevcut söylem ve eylemi de çatışma yanlısı tondadır. Çatışma sürecinin nereye evrileceği, esasta anayasa çalışmalarına bağlı olarak ya da anayasa çalışmalarıyla birlikte rengini belli edecektir. Ancak esasta belirleyici olan faktör PKK’nin tavrı ve izleyeceği yol olacaktır!
en önemlisi de gerici-faşist sistemi yerle yeksan edip nihai amaç doğrultusunda sosyalist toplum perspektifiyle Yeni Demokratik halk iktidarını kurmak için en özlü görev Halk Savaşı’nı tüm gücümüzle geliştirmektir. Proletarya önderliğinde halk ordusu, devrimci kurtuluş yolunda ağır ve anlamlı bedeller pahasına ilerliyor, Halkın umudu olmaya devam ediyor. Onu des-
Gelişmelerin dili veya arka planları! AKP hemen yeni anayasa yapacağını deklare etti. Erdoğan kameralar karşısında bakanına talimatı verdi. Böylece birçok sorunu yeni anayasa yapma gerekçesine hapsetti, yeni anayasa yapmayı elini güçlendiren iyi bir avantaj ve koza çevirdi. Yeni anayasanın yapılmasını isteyen kesimler fiilen AKP’nin destekçisi durumuna düştü. Toplumdaki demokratik, ekonomik talepler ve diğerleri yeni anayasaya endekslenip ötelendi. Yeni anayasanın yapılmasının ilan edilmesi; toplumsal talep ve birçok istemin dondurulması manivelası olduğu gibi, muhalefet veya muhalif kesimlerin elini ayağını bağlayarak frenledi, beklentiye soktu… CHP ile BDP, seçilen milletvekilleri hapisten bırakılmadığı ve bazılarının milletvekillikleri düşürüldüğü için, milletvekillerinin parlamentoda yapılan yemin törenini protesto etti ve
tekleyelim, ona katılalım, onunla birlikte halk düşmanı karşı-devrimci sınıflara karşı savaşalım! Gerici sınıf iktidarlarını ve tüm sonuçlarını ortadan kaldırıp, demokratik, devrimci ve özgür bir toplum yaratmak, oradan da özgür bir dünyaya varmak için halkın silahlı gücünü büyütelim. Emperyalist dünya gericiliği ve onun tüm uzantılarını yenip ortadan kaldırmak
Diğer gelişmeler ise özet olarak şöyledir; KCK davasında devletin olumsuz tavrı sürdürülmektedir. Tahliyeler olmadığı gibi, davaya katılmayan avukatlara (Avukat atamayan Diyarbakır Barosu’na) dava açılıyor, KCK davasına baskı arttırılıyor. Yine, aynı gelişmeler paralelinde, Öcalan’ın şartlarının düzeltilmesini talep eden açıklamalar yapan BDP’li belediye başkanlarına, yöneticilerine dava açıldı. Çeşitli illerde Kürtlere yönelik linç saldırıları gündeme sokuldu. Kürt gençleri polis tarafından vurularak öldürüldü… Çatışmanın keskinleşme eğilimi ve buna dair öngörü ya da hazırlıklar, Öcalan ve M. Karayılan tarafından Kürtlere güvenlikli bölgelere çekilme çağrısı yapıldı. İran PJAK’a karşı kayıp vermekle birlikte, saldırılarını tırmandırarak Kandil’i tehdit edecek şekilde bombalama ve operasyonlara girişti. İran’ın bu saldırısı T.C. ile ittifak ve sağlanan konseptlere bağlı olarak geliştiği açıktır. T.C.’nin sınır ötesi operasyonu dillendirmesiyle de birlikte, Öcalan, Kandil’deki sivillerin güvenlikli
için, örgütlenelim, birleşelim ve savaşalım! Hakim sınıflarla proletarya ve geniş halk yığınları arasındaki iktidar sorunu ve bunun çeperindeki tüm sınıf çelişkilerin proletarya ve halklarımız lehine çözümüyle egemen ulus hakim sınıfları ile ezilen ulus ve azınlıklar arasındaki milli çelişkinin, ezilen ulus ve azınlıklar lehine çözümünde, taktik ve stratejik bakımdan
bölgelere alınmasını istedi. Bu durum AKP’nin niyetini gösterdiği gibi, PKK’nin de buna hazırlıklı olduğunu kanıtlamaktadır. Bu ve benzeri emarelere bakıldığında çatışmanın bir müddet daha sürme olasılığı güçlenmektedir. Fakat, perde arkasındaki hesap ve görüşmeler, gelişmeleri tayin eden asıl faktörler olacaktır. 18. Uluslararası Caz Festivali’nde Müzik festivalinde Kürtçe şarkı söyleyen Kürt sanatçı Aynur Doğan sahnede ırkçı-milliyetçi yuhalamalara maruz kalarak sahneden fiilen indirildi. Tüm dillere ses çıkarmayan Türk milliyetçiliği, Kürtçe şarkılara tahammül etmemiş ve adeta yeni bir Ahmet Kaya skandalı yaşatılmıştır. Bunda AKP’nin politikası ve kışkırtmalarının, PKK eyleminden sonra geliştirdiği saldırgan dil, hatta daha önce BDP’ye faşist diyecek kadar ileri giderek azgınlaşacağını gösteren tavrının rol oynadığını görmemek körlük olur. Kısacası, Kürt sorununda çatışmanın tırmanması ve çatışma sürecinin uzatılmadan yeniden yumuşaması olarak iki ihtimal de mümkündür. Selahattin Demirtaş’ın, basına düşen; “Ülkenin bayrağı tektir” biçimindeki jesti, PKK’nin stratejik yönelimi olan “barış çizgisi” ile birlikte düşünüldüğünde süreci yumuşatma emaresi olarak okunabilir. Ki, diğer emareler AKP iktidarında da bulunmaktadır. Fakat, esas eğilimi bir dönem çatışma sürecinin gelişeceği yönündedir. Özetlediğimiz olgular ve KCK’nın, “Öcalan özgür kalmazsa ateşkes olmaz” özetindeki açıklaması bunu göstermektedir. Kürt sorununa dair başka bir gelişme de, T.C.’nin Burkay’ı ülkeye getirtmesidir. AKP’nin PKK’ye yönelik tasfiye planı ve BDP’ye yönelik yaklaşımlarıyla Kürt ulusal hareketine karşı mevcuttaki genel yönelimi göz önüne alındığında, Burkay’ın getirilmesi önem ve anlam kazanmaktadır. Burkay, tasfiye planının bir parçası olarak devlet tarafından kullanılacaktır. Kürtler arasında ayrışma ve kendi içlerinde ikili bir durum yaratılacaktır. Her gün devlet bakanlarıyla televizyonlara çıkıp mesajlar vermesi bunu destekleyen resimdir. Burkay’ın gizli anlaşmalar sonucu ülkeye gelmesi, AKP bakanlarıyla kucaklaşıp poz ve mesajlar vermesinden anlaşılmaktadır. Ki, ideolojik-siyasi çizgisi de devletle kucaklaşmaya ve objektif olarak da olsa PKK karşıtı olarak konumlanmasını olanaklı kılmaktadır.
tayin edici devrimci gelişmeler; ancak ve ancak Maoist parti önderliğinde asgari devrim programı olan Yeni Demokratik Cumhuriyet hedefi ve azami devrim programı olan sosyalist devrim ile komünizme geçiş mücadelesi safhalarını kapsayan ve Yeni Demokratik Devrim’in özüne tekabül eden ya da Yeni Demokratik Devrim’de çözüm esası olan proleter sosyalist çözüm modeliyle mümkün olacaktır!
14-15_Layout 2 8/21/11 1:00 PM Page 1
ELEŞTİRİ SİLAHI
≫ emrah cilasun
MANİDAR ORTAKLIK: SAİD NURSİ -2aid Nursi, dış politika açısından da AKP için vaz geçilmez öneme haizdir. Çin, Hindistan ve Brezilya ile birlikte son yıllarda muazzam büyüme hızı gösteren Türkiye’nin, dünyanın dört bir yanında ama özellikle de bölgesinde, iktisadi hamleler öncesinde Fethullah Gülen Cemaati’ne bağlı Türk/İslam’ı içeren eğitim kurumları üzerinden girişimde bulunduğu görülmektedir. Örneğin bugün Afrika’da, Çin’in en büyük rakibi konumundaki Türkiye’nin, bu kıtaya, geçen yüzyılın başında Said Nursi tarafından önerilen İslam ve Türklüğü tanıtacak okullar üzerinden uzanıp, oluşturduğu alt yapı sayesinde ticari ilişkilere girişmesi oldukça tipiktir. (Alain Vicky, Le Monde diplomatique, 13.5.2011)
S
Tüm bu örnekler, AKP hükümetinin ve onun kadrolarının, Said Nursi’nin görüşleriyle birçok konuda aynı düşünce kalıplarına ve reflekslere sahip olunduğunu göstermekle kalmamaktadır. Aynı zamanda 21. yüzyılda Türkiye’nin yeni resmi ideolojisinin Said Nursi üzerine bina edilmek üzere olduğunu haber etmektedir. O halde kısaca da olsa, Said Nursi’nin hayat hikâyesini irdelemekte fayda vardır. Said Nursi (1876-1960) Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ise kuruluşundan itibaren takriben 40 yılına tanıklık etmiştir. Yakından irdelendiğinde, Nursi’nin hayatına oportünizmin yön verdiği görülmektedir. 1908 Jön Türk Darbesi öncesi ve sonrasında İttihat ve Terakki Fırkasının (İTF) bir üyesi olan Nursi, umduğunu İttihatçılarda bulamayınca, 31Mart 1909’daki dinci ayaklanmadan evvel İTF’den uzaklaşmış, şeriatçı bir fırkanın içinde yer almıştır. Nursi, dinci ayaklanma yenilgiye uğrayınca da şeriatçı partiyi terk etmiş ve ayaklanmayla hiçbir alakası olmadığını iddia ederek, İTF’den af dilemiştir. Said Nursi, 1. Dünya Savaşı’nda (1914-1918), doğrudan Enver Paşa’ya bağlı bulunan Teşkilat-ı Mahsusa’nın elemanı olarak aktif yer almış, savaşın çeşitli cephelerinde boy göstermiştir. Kâh bir denizaltı ile Libya’ya gönderilmiş; kâh Van’da dini eğitim verdiği talebelerinden oluşturduğu bir paramiliter güçle, Ermeni gruplara karşı savaşmıştır. 1916’da Rus ordusu tarafından esir alınmıştır. Said Nursi 1918’de, Rusya’daki iç savaş ortamından yararlanarak Moskova yakınlarında esir tutulduğu kamptan kaçıp, Polonya üzerinden Almanya’ya geçer. Said, Almanya’dan Avusturya’ya ve oradan da İstanbul’a geri döner. Said Nursi, 1919-1923 arası yaşanan iç savaş ve işgal şartlarında, ilkin İstanbul Hükümeti’yle arasını iyi tutar sonra Ankara Hükümeti’ne yanaşır. Fakat Mustafa Kemal ile anlaşamadığı için 1922’de Ankara’yı terk eder ve Van’a yerleşir. Yeni rejimle arasındaki çelişki antagonist olmadığı için, Nursi, Kürt olmasına rağmen, 1925’de Şeyh Said önderliğindeki Kürt isyanına katılmaz. Fakat bu isyanın bastırılmasıyla birlikte başlayan Takrir-i Sükûn Kanunu gereğince, şeriatçı kimliğinden ötürü, 1925-1950 arası dönemde çeşitli sürgün ve hapis cezalarına çarptırılır. 1950’de Türkiye’de başlayan çok partili dönemde Said Nursi, Demokrat Parti’yi açıktan destekler. Demokrat Parti hükümeti sayesinde mahkûmiyet ve sürgünden kurtulur. Soğuk Savaş’ın başlangıç yılları olan bu dönemde, Türkiye’nin NATO’ya, Bağdat-Paktı’na girmesini; Kore Savaşı’na katılmasını savunur. Said Nursi, Soğuk Savaş yıllarında, Türkiye’de adından sıkça bahsedilen Komünizmle Mücadele Derneği’nin de kurulmasına öncülük etmiştir. Bu dernek, Kore’ye asker gönderilmesine karşı gelen Tan Gazetesi’nin basılmasından, “Kıbrıs Türk’tür! Türk Kalacak!” mitinglerinin örgütlenmesine kadar birçok aktiviteyi örgütlemiş olmakla bilinir. (Bu derneğin Erzurum’daki şubesinin kurucuları arasında, Fethullah Gülen’in de bulunması küçük ama önemli bir detaydır) Nursi’ye göre, dinin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike ateizm ve Marksizm’dir. Bu büyük tehlikeye karşı Müslümanların ve Hristiyanların birlikte mücadele etmelerini savunan Said Nursi, Vatikan’la ve Yunan Ortodoks Kilisesi ile ilişkiye dahi geçmiştir. 1956’da tüm eserlerinin serbestçe yayınlanmasına hükümet tarafından onay verilmiştir. Mayıs 1960’da Demokrat Parti hükümetini devirecek olan askeri darbeden iki ay evvel Mart 1960’da Said Nursi, Urfa’da ölür. Said Nursi, dini bir lider olarak, yaşamının her safhasında ulusal ve uluslararası konjonktürü dikkate almıştır. Nursi, kendi dünya görüşünün temellerinin sorgulanmasına katiyen müsaade etmemiş, dünyadaki siyasi ve iktisadi şartları her zaman göz önünde bulundurarak kendisini takip edenleri yönlendirmesini bilmiştir.
14 güncel
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
Üstün Aydoğan’da İkitelli’de kaymakam tarafından kollanan gerici muhtarın vurduğu kardeşlerden Üstün Aydoğan da yaşamını yitirdi. Devlet destekli katliamı lanetleyen kitle, muhtara silahını iade eden kaymakamı yaşananlardan sorumlu tutarak istifasını istedi 28 Temmuz tarihinde İkitelli Mehmet Akif Mahallesi’nde çıkan tartışma sonucunda mahalle muhtarı Naim Kangal yanındakilerle birlikte Üstün Aydoğan’ı darp etmiş ardından muhtar silahını kullanarak Üstün Aydoğan ve kardeşlerinin üzerine kurşun yağdırmıştı. Hüseyin Aydoğan olay yerinde yaşamını yitirmiş, Üstün Aydoğan ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştı. Mahallede çeteleşme tutumu içinde olduğu ifade edilen muhtarın devlet tarafından kendisine verilen silahla bir çok vukuatının olduğu ortaya çıkmış ve belindeki silahın elinden alındığı devreye giren kaymakamın tekrardan muhtara silahı geri verdiği öğrenilmişti.
Halk yine sokaklara döküldü Vurulduğu 28 Temmuz tarihinden bu yana yoğun
bakım ünitesinde yaşam mücadelesi veren Üstün Aydoğan yaşamını yitirdi. Ölüm haberinin mahallede duyulması üzerine gece geç saatlerde Cemevi önünde toplanan İkitelli halkı, muhtarlığa doğru yürüyüşe geçti. Muhtarlığa yönelen kitle, muhtarlığın bütün camlarını kırdı. Ardından muhtara ait olan nalbur dükkânı tahrip edildi. Sloganlarla yürüyen kitle özellikle son zamanlarda ölümlere zemin hazırlayan polis ve kaymakamlığa tepkisini gösterdi. Gazi Mezarlığı’nda cenazenin defnedilmesinin ardından kitle tekrar İkitelli Cemevi önünde toplanmaya başladı ve saat 17.00’da yürüyüşe geçti. Polis barikat kurarak kitleye engel olmaya çalıştı. Ancak kitlenin kararlı duruşu karşısında polis oluşturduğu barikatı açmak zorunda kaldı. İkitelli halkı muhtarın nalbur dükkanına yönelerek tahrip etti. Buradan tekrar yürüyüşe geçmeye hazırlanırken polis saldırısıyla karşılaştı. İkitelli’de cinayetlerin yaşandığı saatlerde (Özellikle son olayda haber verilmesine ve olayın karakola çok yakın bir mesafede yaşanmış olmasına rağmen) ortada olmayan polis, halkın yapmış olduğu eylemi bastırmak için ise hemen saldırdı. Polis saldırısında gözaltına alınanlar oldu. Gözaltıların ardından Cemevi önünde toplanan tekrar kitle, gözaltına alınanların bırakılması için bekleyişe geçti. Gözaltına alınanların bırakılması üzerine mahalle içinde sloganlar atan kitle eylemi sonlandırdı.
Hacı Bektaş-i Veli Yürüyüş dergisi çıktığı gün yasaklandı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Yürüyüş dergisinin matbaada basıldığı aynı gün içerisinde büyük bir hızla toplatma kararı verdi. Derginin 14 Ağustos 2011 tarihli 281. sayısı çıktığı gün mahkeme tarafından toplatıldı Mahkeme, Yürüyüş dergisinin 281 sayısınde yer alan “Dayı, herkese ve her şeye rağmen devrime yürümektir”, “Devrimci için devrimci okul” ve “Çayandaki çadır direnmekten öte şansımız olmadığını öğretti” yazılarını gerekçe göstererek, “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde tüm nüshalarına el konulmasına, dağıtım ve satış yasağının uygulanmasına” karar verdi.
22. Uluslararası Hacı Bektaş-i Veli Anma etkinlikleri, CHP’li belediye başkanı ve gerici düzen partilerin gölgesinde geçti. Festivalin içinin boşaltılmasına karşı duruş sergileyen kimi Alevi örgütleri festival kapsamında alternatif etkinlikler örgütledi 16-18 Ağustos tarihleri arasında yapılan Hacı Bektaş-i Veli Anma etkinliklerine katılım yine düşük oldu. Geçmiş
yıllarda göre durgun geçen anma törenleri, gerek ziyaretçiler gerekse Hacıbektaş halkı tarafından artık eskisi kadar
14-15_Layout 2 8/21/11 1:00 PM Page 2
güncel 15
yaşamını yitirdi
MAYA
≫ arıf bilgin
HAK ADALET VE DEVRİMCİ TUTUM dalet, şimdilerde her zamankinden daha fazla insan zihnini meşgul eden bir konu oldu. Arapça olan bu sözcük, “hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe“ diye tanımlanır. “Hak“ ile “adalet“ birlikte söz konusu olan iki kavramdır. İnsan, insanlaşmaya başladığı andan itibaren bu ikisini kendi dillerinde üretti. “Hak“, “adalet“ sözcüğüne temel olan ilk sözcüktür. Öylesine ki dilimizde tanrının adlarından biridir; “hak“, aynı zamanda tanrı demektir. Bu durum, hakkın kutsallığını anlatır. Demek ki bizim Adanalıların haksızlığı “allahsızlık“la eşit görmeleri manasız değilmiş.
A
Elbette, bu kavramlar insanlar ve insanlar arası ilişkilerle ilgilidir. “Hak“, iktidar ve erk sahiplerinin dışındaki insanlarda bulunur, “adalet“ ise, güçlülere, iktidar sahiplerine ait olup onların hak karşısındaki tutumunu formüle eden, yasa ve hukuk, bu formülasyonun ayrıntılandırılmasından başka bir şey değil.
f Savaş Karkız’ın ailesi destek bekliyor Küçükçekmece ve İkitelli’de sistemin yarattığı yozlaşma ve çeteleşme yüzünden birçok kişi genç yaşta toprağa düştü. Dersim’li olan Savaş Karkız’da bunların arasında. 20 yaşandaki Karkız, parkta oturduğu sırada yanına gelen haplanmış bir grubun bıçaklı saldırısı sonucu yaşamını yitirmişti. Gazetemizi ziyaret eden Karkız ailesi bölgede yaşanan ölümlere dikkat çekerek, cinayeti işleyenler hakkında Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan ve 22 Ağustos saat 10:30’da görülecek davayı herkesi takip etmeye çağırdı. Karkız ailesi gencecik canlarının toprağa düşmesine neden olan bölgedeki çete vari örgütlenmelerin nasıl kollandığını toplumun bilmesi gerektiğini ve yeni canların toprağa düşmemesi için herkesin bu konuda duyarlı olması gerektiğini belirttiler.
anma törenleri sona erdi Festivalden notlar Anma etkinliklerinde Aleviler türbeye akın ederken demokratik kurumlar ve Alevi dernekleri de çeşitli altarnatif etkinlikler düzenleyerek, devletin Aleviler üzerindeki asimilasyon politikalarını ve belediye başkanını bu politikalardaki savunuculuğunu teşhir etti. Konserlere ve Belediyenin düzenlediği etkinliklere katılım azdı. Festivale katılan DHF ve DGH faaliyetçileri festivalde stand açarak, “Alevi çalıştayları” ve “demokratik açılım” aldatmacasının iç yüzünü aktardı. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD)’de devletin kendi Alevilerini yaratma politikasını protesto etti. DHF’nin de destekçi olarak katıldığı yürüyüş sırasında “Devletin alevisi olmayacağız, örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez, zorunlu din dersi kaldırılsın” sloganları atıldı. Hacı Bektaşi Veli Kültür Merkezi önünde bitirilen yürüyüş sonrası basın açıklaması okundu. Basın açıklmasının okunduğu sıralarda müzeye gitmek için alana gelen Kemal Kılıçtaroğlu protesto edildi.
ilgi görmüyor. Bunun nedeni ise geçmiş dönemlerde tören programının belediye ile beraber Alevi dernekleri hazırlarken, şu anda belediyenin tek başına düzenlemesi ve belediye başkanın törenin içini boşaltmaya dönük girişimleri. Gitgide içi boşlatılan Hacı Bektaş-i Veli anma törenleri, konserler ve devlet bürokratlarının konuşmalarıyla geçti.
PSAKD’den sonra Hacı Bektaş Platformu bir basın açıklaması gerçekleştirdi. AKP hükümetinin “Alevi açılımları” adı altında kendinden öncekilerin uyguladığı imha, inkar politikalarını daha da pervasızca uyguladığını vurgulayan açıklamada “sermaye düzenin son temsilcisi AKP Alevi açılımı adı altında kendinden öncekilerin uyguladığı inkar, imha asimilasyon politikasına, kendi Alevisini yaratma hakkını eklemiştir” denildi.
Tabii ki, “iktidar“dan, sadece devlete egemen olan bir güç anlaşılmaz, günlük yaşamda da, eşitsizler arasında, güçlüler ve zayıflar arasında da daima yaşanır; günlük hayatın küçük iktidar sahipleri de vardır. Ne var ki, en gelişmiş ve genelleşmiş haliyle devlet iktidarından söz ediyoruz. Devlet, aslında, en güçlülerin kendi kendine örgütlü gücü, iktidar aygıtıdır. Her aşamada iktidar, birtakım ayrıcalıklar ve araçlarla gerçekleştirilir.
“Hak“lar da, çok geniş bir yelpazeye yayılıyor ve kuşkusuz hepsi çok önemlidir, ama bazıları vardır ki, insanın, insan olarak varlığıyla ile ilgilidir, doğal ve kaçınılmazdırlar, bir iktidar biçiminin, adalet ve hukuk sisteminin de sınırlarını temsil ederler. Onlar ihlal edildiğinde, tıpkı doğa yasalarının ihlal edilmesi gibi bir durumla karşı karşıya gelinir. İnsanların doğuştan gelen haklarını sistemli ve bilinçli biçimde ihlal eden her iktidar günün birinde yerle yeksan olmaktan kurtulamaz. Biz sosyalistler, sömürü sisteminde baskı, zorbalık ve haksızlıkların kaçınılmaz olduğunu biliriz, sömürü var olduğu sürece, haksızlık ve haksızlığa dayanan bir adalet ve hukuk düzeni kaçınılmazdır. Sömürü ve ayrıcalıklı sisteme son verilmeden, gerçek anlamda hakka dayalı bir adaletin var olamayacağı insanlık tarihinden bilinen bir gerçektir. Ne var ki bu, her saat ve her fırsatta haksızlıkları, adaletsizlikleri protesto etmekten geri kalmayı gerektirmez. Sosyalistler, kime yapılırsa yapılsın bütün haksızlıklara karşı çıkmayı bir hayat prensibi olarak kavrayan insanlardır. Yalnızca kendilerine karşı yapılan haksızlığa karşı çıkan ama ötekilerin uğradığı haksızlıklara sesini çıkartmayan insanlar, bencil insanlardır ve sosyalist olamazlar. Ancak kime yapılırsa yapılsın bütün haksızlıkları sistemli ve içten bir kararlılıkla protesto ettiğiniz zaman, ezilen, baskı gören, hakları çiğnenen, sömürülen bütün insanların güvenini kazanabilir ve gerçek anlamda hakka dayalı bir adalet düzenini kurma şansı yakalayabilirsiniz. Yaşanan ağır toplumsal haksızlıklarla doğrudan ve anlaşılır biçimde ilişkilendirilmemiş hiçbir devrimci savaş ve eylem, ne kadar kahramanca, ne kadar özverilice, ne kadar devrimci nitelikte olursa olsun toplumsal dönüşüm süreçlerine etki edemez ve yığınlardan kopuk biçimde tükenir gider. Oysa bunlar doğrudan halkın yaşamıyla ilişki içinde gerçekleştiğinde, daha ilk anda büyük devrimci sonuçlar doğurabilirler. Haksızlıkları protesto ederken, bu haksızlıkların “çok büyük“ veya çok “küçük“ olmalarının bir önemi yoktur, onlar öz itibarıyla aynıdır. Hatta denilebilir ki, “küçük“ gibi gözüken haksızlıkların protestosu, devrimci toplumsal eylemin daha derinlemesine geliştirilmesi olanağını da taşıyor. Öte yandan hem kendimizi ve hem de devrimci toplumsal eyleme katılmak isteyen yeni insanları sağlıklı biçimde demokratik bir ruhla eğitme sonucunu da doğurur. Ülkemiz, günlük olarak yaşanan insafsız, acımasız haksızlıklar denizidir. Bu haksızlıklara her fırsatta karşı çıkmak, protesto etmek yalnızca demokrat olmanın gereği değil, aynı zamanda halkın demokratik eylemlerinin birleştirilmesinin de zorunlu bir yoludur. Tek tek özgün sorunlara dayalı tekil protestoların geniş çaplı büyük toplumsal eylemin bir parçası haline getirmeyi ancak devrimci politik bir parti başarabilir. O yüzden bu parti, günlük patlayıp sönen büyük-küçük bütün haklı protestolara katılmalı ve kucaklamalıdır. Boş büyük laflar etmektense gerçek işlerle iştigal etmek daha iyidir.
16-17_Layout 2 8/21/11 11:47 AM Page 1
16 dünya haber
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELEYİ YÜKSELTELİM Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin Demoratik Haklar Federasyonu (DHF) yazılı bir açıklama yaparak, “Özgür ve demokratik Suriye, ancak Suriye halkının devrimci mücadelesiyle yaratılabilir” dedi Demoratik Haklar Federasyonu (DHF) yaptığı yazılı açıklamayla Suriye’de yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Son zamanlarda Suriye’ye yönelik emperyalist saldırının zeminini hazırlayan burjuva-feodal medyanın başlıklarına dikkat çekilen açıklamada “Son haftalarda uluslararası burjuva medya kuruluşları tarafından ‘Türkiye, Suriye’ye müdahale etmeye hazırlanıyor’ başlıklı haberler servis edilmeye başlandı. Suriye’de ve diğer Ortadoğu ülkelerinde ardı ardına gelişen kitle hareketlerini, kendi kaldıracı haline getirmeye çalışan emperyalistler arasındaki çıkar dalaşları, Suriye üzerinde de yoğunlaşmaya başladı.” sözlerine yer verildi. ABD, Rusya ve Çin gibi emperyalist ülkelerin bölgede yaptığı çıkar hesaplarına değinilen açıklamada, “Emperyalistlerin ve onlara uşaklık eden Türkiye gibi gerici devletlerin, Suriye’de yaşanan olaylar karşısında “demokrasiden”, “özgürlüklerden”, “insan haklarından” bahsetmesi ise büyük bir aymazlık ve
sahtekârlıktır! Gerici dünyanın demokrasi ve özgürlük hayranlığı, doğal olarak kendi sınıf çıkarlarıyla alakalıdır. Suriye konusundaki demokrasi hayranlığı da buradan beslenmektedir. Fakat son aylarda da gördüğümüz gibi, ne Suriye ne de diğer gerici güçler demokrasi ve özgürlükler konusunda şampiyonluğu bırakmak istememektedir. Bu tartışmalar altında, karşılıklı tehditler eşliğinde devreye giren senaryolar, ABD, Rusya ve Çin arasındaki çıkar savaşının yönüne göre şekillenecek. Türk hâkim sınıflarının ABD uşaklığı, 8 Ağustos’ta Başbakanlık’ta; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın da katıldığı, “dış güvenlik konularının ele alındığı, genel bir bilgilendirme ve değerlendirme toplantısında” ve bu zirveyi takiben ABD Büyükelçisiyle Başbakanlık’ta yapılan toplantıda bir kez daha belgelendi. ABD Büyükelçisi Başbakanlık’tan ayrılırken, “Gündemdeki konuların üzerinden geçtik” şeklinde kısa bir açıklama yaptı. Üzerinden geçilenin, geçilmek istenenin Suriye halkı şahsında ezilen halklar olduğu ise ayan beyan ortadadır.” ifadeleri kullanılarak “DHF, hem Suriye gericiliğine hem de emperyalist barbarlığa karşı mücadelenin yükseltilmesi, Suriye halklarının bağımsızlık, demokrasi ve özgür bir gelecek hakkının savunulması için harekete geçmeye çağrısı yapmaktadır.” sözleriyle bitirildi.
Suriye’de katliam,
Dünya ve Ortadoğudaki gelişmeleri iki yönlü okumak mümkün. Bir tarafta emperyalist-kapitalist sistemin içerisine girdiği bunalım ve krizle birlikte başlattığı yeni saldırı ve savaş konsepti; diğer tarafta ise başta Ortadoğu ile Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere birçok yerde vücut bulan halk isyanları
Halkın dünya gericiliğine karşı gelişen tepkileri birçok yerde ortaya çıktı. Politik önderliklerin zayıf ya da hiç olmadığı bu isyanlar kendi diktatörlerini (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) yıkarken, yerine kurulacak olanı tayin etme noktasında ise bir savruluş yaşadı. Kimi yerlerde yeni uşak iktidarların tesisi sağlanırken, bazılarında ise daha işin başından bu yedeklenme gerçekleşti (Libya, Suriye). Bu halk isyanları emperyalist- kapitalist düzenin baş haydutluğunu yapan ABD ve AB güçleri, kendi krizlerini aşmak için bir kaldıraç olarak yönlendirme ça-
bası içerisinde. Bu çabaların bir versiyonu Suriye’de yaşanıyor. Mısır ve Tunus’ta başlayan isyanlar sonrası götürülen “demokrasi”, daha sonra Libya’ya transfer edilmeye çalışılırken, şimdi de Suriye’ye doğru yol alıyor.
Suriye’de aylardır yaşanan iç kargaşa ve Esad rejiminin uygulamaları üzerinden siyasi ve ekonomik hesaplar yapıldığını görmekteyiz. Tabii ki burada gelişen muhalif eylemler sırasında binlerce insan yaşamını yitirdi. Yine binlercesi yaşadığı toprakları terketmek zorunda, bırakıldı. Suriye yönetiminin tankı, topu, tüfeğiyle susturmaya çalıştığı muhalefet güçleri emperyalistler ve işbirlikçilerinin iştahını kabartıyor. Emperyalist saldırganlığın Ortadoğu’daki baş uşağı konumundaki TC. devleti ve onun bugünkü temsilcisi AKP Hükümeti sözde savunuculuğuna soyunduğu muhalif güçler için Suriye’ye ültimatomlar vermeye başladı.
Erdoğan: Katliama devam Kalemlerinden kan damlayan milliyetçi-muhafazakarların köşe taşlarını döşedikleri, burjuva feodal, gerici medyanın propaganda ettiği bir saldırı konseptinin meşru temelleri oluşturuluyor. Devlet ve onun siyasi erkinin daha düne kadar ‘komşu ül-
İngiltere’de etnik bir Geçtiğimiz günlerde siyahi bir genç İngiliz polisi tarafından sokak ortasında vuruldu. Çıkan olaylar günlerce sürdü. Bu olaya ilişkin İngiltere’de bulunan devrimci demokratik kurumlar bir açıklama yaparak, konuya dikkat çekti İngiltere’de geçtiğimiz günlerde siyahi bir gencin polis tarafından vurulması sonrası yaşanan isyan dalgası günlerce sürdü. Yaşanan isyan ve çıkan olaylarla ilgili Britanya Halk Meclisi, Fed Bir, KNK, Halkevi, Roj Women, Kurdish, DAYMER, Tohum
Kültür Merkezi, Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi ortak bir açıklama yaptı. Yapılan ortak açıklamada yaşanan isyanın gelişim süreci ve nedenleri üzerine duruldu. Yaşanan olayların çarpıtıldığı ve adli bir vaka gibi ele alındığı sözlerine yer verilerek, isyanın nedeninin politik olduğu ifade edildi. Metroplitan Polis Teşkilatının İngiltere’nin en büyük çetesi olduğunun ifade edildiği açıklamada, “Londra’da Türk ve Kürt göçmen emekçilerin de yoğun yaşadığı Tottenham’da başlayan ve aslında ezilen toplumun özellikle de ona mensup gençlerin sosyal ve ekonomik koşullarının bir patlama noktasına gelmesini içeren olaylar, daha sonra Enfield, Hackney, Edmonton, Islington başta olmak üzere Londra ve daha sonra da Londra dışında birçok şehre yayıl-
16-17_Layout 2 8/21/11 11:47 AM Page 2
dünya 17
EKSEN
İRAN BAĞLAMINDA SURİYE OLAYLARI uriye üzerinde ABD elebaşılığındaki emperyalizmin baskıları son günlerde ivme kazanmış gibi görünüyor. 5 aydır hemen hemen her gün Suriye hakkında görsel ve yazılı basında katliam haberlerini okuyoruz. Komşularla “sıfır sorun siyaseti” izlediğini iddia eden ve daha düne kadar kardeşlik edebiyatı yapan Türkiye’de olayları iç işi olarak değerlendirerek olaya müdahil oldu. Artan uluslararası baskılara karşı Esad ise “reform” telkinlerini ciddiye alıyormuş gibi yapıp geri adım atmamakta,otoritertotaliter rejimini devam ettirmekte ayak diretiyor.
S
ülkemizde ne? kelerle sıfır sorun’ ve ‘iyi ilişkiler’ üzerine ettiği sözler bir anda ayyuka çıktı. Emperyalist haydutlarından aldıkları talimatları bire bir uygulayan uşak hakim klik olan AKP hükümeti Suriye yönetimine karşı tehditler yağdırmaya başladı. Suriye’ye giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Şam yönetimine uyarılarda bulundu. Şam yönetiminin şiddet ve zor yöntemlerine ara vermediği sürecin ardından, Suriye sınırına sıfır noktada bir tampon bölge oluşturma söylentileri yayıldı.
Suriye’de yaşananları, Suriye’nin iç meselesi olarak değerlendiremeyeceklerini söyleyen Davutoğlu, yaşananların ardından ‘Türk sabrının tükendiği’ söylemlerine ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü Victoria Nulend’den gelen “sürpriz olmadı” değerlendirmesi işlerin organize işlediğini gözler önüne serdi. Bu gelişmelerin ardından ABD emperyalistlerinin olası bir müdahale için uluslararası camiaya Suriye’ye para akışını kesmeleri çağrısı da bunu destekler mahiyette. Suriye’deki sivil ölümlerini ‘şehit’ naralarıyla karşılayan TC. devleti yetkilileri, yaşananları sade-
ce bir mezhebin katledilmesi olarak propaganda ettiği bu süreçte tarihi siyasi hesapların da yapıldığının izlerini görmek mümkün. İktidar güçleri Suriye’deki etnik dengelerin değişme ihtimali karşısında açıktan Müslüman Kardeşler ve onun temsil ettiği mezhebin hegemonyasını oluşturma gayreti içerisindeler. Sözde insan haklarının yılmaz savunuculuğuna soyunan ve sivil katliamlara karşı olduğu tablosu çizen TC. egemen kliklerinin Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında genç-yaşlı, kadın-erkek demeden devletin imha silahlarıyla yok etme çabası her şeyi gözler önüne seriyor. Başta Kürt ulusu üzerinde uygulanan, sivil halkı hedef alan kitlesel kıyımları yaratan bu sistemin kendisi değil mi? Muamma götürmez bir gerçekle karşı karşıyayız. Sınır ötesi operasyon söylemlerinin başlamadan Türk jetlerinin kandil semalarında vurduğu kamplarda kimler ölüyor? Tabii ki başta sivil halk. Bu demek oluyor ki sınır komşusu olduğu Suriye’nin sivil ve silahsız halkı katlettiğini söyleyen ağızlara önce, “ya sen” diye sormak lazım.
çatışma yaratılıyor dı. Sorulması gereken soru gençlerin öfke patlamasına yol açan bu olayların gerçekte neden çıktığıdır.” denildi. Göçmen esnafın siyahilere karşı polis tatarafından kışkırtıldığı vurgusunun yer aldığı açıklamada, İngiltere’nin emekçi semtlerindeki işsizliğe ve bu semtlerde yaşayan halkın sosyal ve ekonomik durumunun kötürümleştiği ve burada yaşayanlara polis tarafından siyasi baskı kurulduğu dile getirilerek, “Küçük dükkanların yağmalanma eylemine karşı, dükkanını koruma içgüdüsüyle hareket eden ve yer yer gençlere saldırma eğilimine girildiğini görmekte-
yiz. Elbetteki esnafın kendi dükkanını koruması en doğal hakkıdır. Ancak bu tür eğilimler siyah, Kürt ve Türkleri karşı karşıya getirmemelidir. Bu tür eğilimler ezilen ve göçmen olan bizlerin, birbirine karşı önyargıların artmasına neden olmaktadır. Bizler Türkiyeli ve Kürdistanlılar olarak bu konuda duyarlı olmalı ve sistemin göçmenleri birbirine düşürmesi oyununa gelmemeliyiz. Ayrıca bizler polis tarafından öldürülen Mark Duggan’ın ölümünden sorumlu olanların bulunması, soruşturmaların bir an önce sonuçlandırılarak cezalandırılmalarını talep ediyoruz.” ifadelerine yer verildi.
≫ ahmet hacalişi k.
Oğul Esad bütün yaygaraya rağmen ABD’nin kendisini durdurmak için askeri güç kullanmayacağından emin. Keza Güvenlik Konseyi’nde kendisine yönelik ciddi bir yaptırım kararını, çatışan çıkarlar nedeniyle Çin ve Rusya’nın veto edeceğini de biliyor. Şimdiye kadar Arap coğrafyasındaki hiçbir katliama karşı devreye girmeyen Arap aleminden bir şey çıkmayacağı da ortada. Suriye’ye yönelik baskıları ABD ve Türkiye’nin insani kaygıları, rejimin otoritertotaliter niteliğinden vs. kaynaklanan tepkiler olarak görür, stratejik konumu ve İran bağlamından ayrı analiz edersek sağlıklı bir sonuca varmak mümkün olmaz. Suriye’nin, nüfusun % 7-10’unu teşkil eden Alevi-Nusayri azınlık tarafından 40 yıldır demir yumrukla yönetildiği, zenginliklerden bunların yararlandığı, Sünni Arap çoğunluğun ezildiği, katliamlara uğradığı doğrudur. Ancak Suriye’nin hedef olmasında Ortadoğu’daki güç dengeleri temelinde Hazar’dan Akdeniz’e kadar uzanan İranIrak-Suriye-Lübnan-Gazze hançerini parçalamak ve neticede Lübnan Hizbullah’ı ve İran’ı teslim almak stratejisi yatıyor. ABD’nin izlediği “İran’ın yalnızlaştırılması” stratejisi, Türkiye’nin de uzun vadeli çıkarlarıyla örtüşüyor. Ancak Esad’ın devrilmesinin ardından gelecek belirsizlikler ve özellikle de sınırlarımız ötesinde yerleşik Kürt’lerin konumları sebebiyle bugün için pek arzu edilmiyor. İran, bugün Ortadoğu’da, müttefikleri ve Körfez ülkelerindeki Şii azınlıklar kanalıyla büyük bir güce ulaşmış olup bölgede emperyalizmin çıkarlarını tehdit eder konuma gelmiştir. ABD’nin Şii eksenini kıramaması halinde ne Ortadoğu yeniden dizayn edilebilecek ne de İran teslim alınarak Orta Asya’da ABD aleyhine olan dengeler değişebilecektir. Akdeniz’e bir hançer gibi uzanan bu aksın en önemli unsuru, İran’ın 32 yıldır stratejik ortağı olan Suriye’dir. Hamas’ın kumanda merkezini Suriye’den koparıp Körfez ülkelerine kaydırarak ilk adımı atan ABD şimdi de Suriye’yi hizaya getirmeye çalışıyor. Ancak uzun bir süredir Suriye’yi eksenden koparmaya çalışsa da bugüne kadar başarılı olamadı. 2008’de Türkiye gözetiminde yapılan ve başarısızlığa uğrayan İsrail-Suriye görüşmeleri, Nükleer enerji/silah faaliyetleri nedeniyle BM yaptırımları bu amacı sağlamaya matuftu. Keza Lübnan dengelerinde önemli bir aktör olan Başbakan Refik Hariri cinayetinde ABD’nin Suriye’yi işaret etmesi de böyle bir şey olsa gerek. Buna karşılık İran da geri adım atmamakta direniyor. Suriye’yi direniş cephesinin bir parçası olarak görüyor,
ayaklanmanın arkasında ABD, Siyonist parmağı olduğuna inanıyor. Bir yandan Elit El Quds silahlı birliklerini ayaklanmayı bastırmak için Esad’ın yardımına gönderirken diğer yandan İran’ın Suriye’ye açılan kapısı Kandil üzerindeki baskısını da artırıyor. ABD ve İsrail, Suriye olayları başladığında uzun bir süre Esad sonrası belirsizlik nedeniyle kısa vadede iktidar değişiminde tereddüt yaşasa da son dönemde ileri bir adım atarak Esad’a iktidardan çekil çağrısı yapacak noktaya geldi. NİÇİN İRAN 1991 senesinde ABD’de kabul edilen ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ ile, “enerji kaynaklarına ulaşımı güvenceye almak, hasım güçlerin gelişimini,bunlar arasındaki olası koalisyonları engellemek” yaşamsal güvenlik çıkarı olarak kabul edildi. ABD’nin bu jeopolitik saptamaları Obama’nın, siklet merkezinin Ortadoğu’dan Pakistan’a kaydırılacağını açıklamasıyla birlikte değerlendirildiğinde Ortadoğu, Hazar ve Orta Asya’da giderek yükselen jeopolitik oyuncuya dönüşmekte olan enerji zengini İran oyununu anlamak daha kolay olacaktır. ABD-İran ilişkilerine, jeopolitiğine göz attığımızda İran’ın hangi nedenlerle emperyalizm için vazgeçilmez hedef olduğu anlaşılacaktır. İran coğrafi konumu nedeniyle 21. yüzyıl jeopolitiğinin sıklet merkezini oluşturan Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya’dan oluşan bölgenin merkezinde bulunuyor. ABD’nin İran’ı denetime almadan enerji zengini bölgeleri kontrol etmesi çok güç olacaktır. Enerji zengini körfez ülkeleri ve petrol terminali Basra Körfezi’nin anahtarı Hürmüz Boğazı’nı kontrol eden İran, jeopolitik konumuyla ABD için çok önemlidir. Muazzam doğalgaz rezervi ve petrol yataklarına sahip İran iştah kabartıcıdır. Irak’ta etkin Şii oluşumu ile güçlenen İran, Ortadoğu’da dengeleri sarsarak emperyalizme uşaklık yapan körfez ülkeleri ile Suudi Arabistan’ı aşındırıp ABD-İsrail çıkarlarını zedeliyor. Tüm bu stratejik, jeopolitik ve jeostratejik özellikleri sebebiyle İran ABD elebaşılığındaki emperyalizm için vazgeçilmez ve öncelikli hedeftir. 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak’ta yenilgiyi tadan ABD’nin, kaybolan prestijini telafi edebilmek adına bir mesaja ihtiyacı olduğu açık. Bunun için uygun hedef de İran’dır. Nitekim ABD’nin füze kalkanı, İran’a yapılacak bir saldırının ön adımlarından birini oluşturuyor. Bu savunma sisteminin ayaklarından birinin Türkiye’de kurulması olasılığı Türkiye’nin muhtemel bir savaşta cephe ülkesi olacağını, müdahale ihtimalinin güçlenmekte ve bu müdahalede ABD’ye yardımcı olacak Türkiye dahil bir cephenin şekillenmekte olduğunu gösteriyor. NOT: Sayın tutsak partizan: Eleştirilerinize eyvallah. Saygı duyarım. Ancak döneminde birtakım hataların yapılmış olacağını da düşünmekte fayda var. Benim size naçizane tavsiyem Kafkasya ve Orta Asya haritasını elinize alın, sınırlara ve sınırlar içerisindeki azınlık sorunlarına bakın. Sınırların nasıl suni şekilde çizildiğini göreceğinizi zannediyorum. Belki o zaman hak verirsiniz. Özgür şartlarda bu konuyu tartışabilmek dileğiyle dostça selamlar.
18-19_Layout 2 8/21/11 2:47 PM Page 1
18 yaşam
e Doğal -kartla
fişlenme devri
Ulaşımda son olarak kullanılmaya başlanan elektronik kartlarda cebimizdeki paraları başkalarının kasalarına akıtıyoruz ve üstüne bir de takip ediliyoruz. İETT elektronik kartlarla nerede olduğumuzu, ne zaman otobüse bindiğimizi, nereye kaçta gittiğimizi vs. takip edebiliyor. Peki ama neden?
araçların” değişimi için çaba gösteriyor? Bu durum kaçınılmaz olarak akla bu değişiklikten rant sağlayanları getiriyor. İstanbul’da milyonlarca kişi akbilini bırakıp bu kartlardan alacak. Büyük bir kısmı da almış durumda. Akbil kullanımına devam edilse de bunun da zaman içerisinde kaldırılma çalışmaları var. İETT akbillerin kaldırılmayacağını ifade etse de, çalışmalar akbil kullanımını azaltmak yönünde. Bu kartları almak da elbette ki karşılıksız değil! 10 lira ücret ödemeniz gerekiyor. Yeni kart alanlar 10, eski kartlarını değiştirenler ise şimdilik İETT “kampanyası” nedeniyle 6 lira ödüyorlar.
S
Bu kadar para kim için?
on günlerde İstanbullular için ulaşımı daha da çileli hale getiren bir uygulamaya geçildi. Ulaşımda son gelişme otobüslerdeki para uygulamasının kaldırılması. Sadece akbil veya elektronik kartla otobüse binilebiliyor. Haftada bir kez ya da her gün otobüs kullanın fark etmez, ille de akbil, özellikle de elektronik kart almak durumundasınız. Ya da tek geçişlik kartlardan alıp iyice kandırılmanın tadına varırsınız! Ücretli geçişlerin kaldırılması bir tarafa asıl “karışık” durum ise İstanbul’da 2010’da uygulamaya konan elektronik kart. Bilet devri, akbil devri şimdi ise elektronik kart devri başladı. Ulaşımda yapılan değişiklikler her ne kadar “vatandaşların yaşamını kolaylaştırmak için” dense de, altından rant ve tehdit çıkıyor. Bir taraftan yeni rantlar elde edilirken halkı yoksulluğa mahkum ettikleri gibi, diğer taraftan da herhangi bir tepki oluşturulmasını önlemek için de “güvenlik duvarları” yaratıyorlar. Ulaşımda son olarak kullanılmaya başlanan elektronik kartlar gibi. Cebimizdeki paraları başkalarının kasalarına akıtıyoruz ve üstüne bir de takip ediliyoruz. İETT elektronik kartlarla nerede olduğumuzu, ne zaman otobüse bindiğimizi nereye kaçta gittiğimiz vs. takip edebiliyor. Peki ama neden?
Elektronik kart neden gerekli oldu? Ulaşım akbil kullanılarak ve parayla sağlanıyordu. Ve birdenbire ortaya elektronik kart uygulaması çıktı. Başka illerde de uygulamaya konulan elektronik kartlarla ilgili İETT’nin kendince gerekçeleri var tabii! Fakat sık sık yapılan zamlarla iyice pahalanan ulaşım ücretlerine ilişkin bir çalışma yapmayan İETT, neden her fırsatta ulaşımda kullanılan bu “küçük
Milyonlarca kişi üzerinden hesapladığınızda devasa bir bütçe ortaya çıkıyor. Kliması çalışmayan, üst üste yolculukların yapıldığı, İETT şoförlerinin saat konusunda kafasına göre hareket ettiği, bedensel engelli insanlarımızın neredeyse yok sayıldığı, ulaşım koşulları düzeltilmediğine göre bu paralar nereye aktarılıyor? Peki son olarak sadece bu kart değişiminde elde edilen milyarlarca lira nereye kullanılıyor? Diğer taraftan sık sık ulaşıma zam geliyor ve büyük bir kazanç sağlanıyor. En son yapılan ulaşım zamları ile tam 1,75, öğrenci 1 lira oldu. Metrobüs ücretleri ise 2,10 lira yapıldı. Zamla aylık kart dolumlarında alınan ücret, tam 120’den 140’a, öğrenci ise 60’tan 70 liraya yükseltildi.
İETT yolcuları kategorize edecekmiş Elektronik kartlara geçmemiz zorunluluğunu İETT: “Taşınan yolcuların kategorize edilebilmesi, her yıl kart değişikliğini engellemek, bedensel engellilerin yoğun olarak kullandığı hatları tespit ederek ona göre ulaşım aracı koymak” gibi ifadelerle açıklıyor. İETT bedensel engellilerin yoğunluk güzergahını bizzat kendi merkezinden verdiği “özürlü kartları” ile kategorize edemiyor mu?
Akbilden elektronik karta ranta devam İstanbul’da kart uygulaması daha işleme başlar başlamaz sorunla başlamıştı. İlk kart kullanımlarında aktarmalarda fazla paraların alındığı ortaya çıktı. Kartta yaşanan “arıza” olarak adlandırılan bu sorun nedeniyle o dönem yapılan aktarmalar 21 kuruş iken elektronik kartta, zam olmamasına rağmen, 42 kuruş olarak ke-
sildi. Durumu fark eden halk şikayette bulunmuş ve fazla paraların iade edileceği söylenmişti. Elektronik kartlarla yakalanan ve yakalanacak olan devasa paraların kimlere gittiği aslında net bir durum. Başbakan Erdoğan’ın “Akbil Davası” hatırlanacaktır. O zaman acemiydi şimdi ustalık dönemi (!) İstanbul’da ulaşımı kolaylaştırmak için uygulamaya koyulan akbil sisteminin kurulmasından, uygulamasına kadar her aşamasına yolsuzluk yapılmıştı. Elektronik ortamda verileri değiştirerek veya silerek trilyonlarca lira İstanbullunun cebinden hortumlanmıştı. Erdoğan Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı sıralarda bu yöntemlerle akbilde büyük vurgun yapmıştı. Hükümet olduğu dönemlerde durumu daha profesyonele döken Erdoğan’ın belediyecilikteki son “çalışması” ise elektronik kart oldu.
Sadece rant yok başka şeyler de var Elektronik kartların en önemli özelliği içerisinde çip bulunması. Aylık olarak kullanılan tam ve öğrenci kartları, üzerinde isim gibi bilgiler bulunan kartlar, takip edilebiliyor. Sizin sabah evden çıktıktan sonraki ulaşım araçlarıyla yaptığınız tüm hareketten önce İETT’nin sonrasında ise artık neresi ne için isterse oranın haberi olabilir! Yani “doğal, gönüllü” bir fişlenme durumu. İleri “demokrasi” ülkelerinde bunlar kaçınılmaz, yoksa “demokrasi”de gerileme yaşanır (!) Bu kartlarla İETT’nin dediği gibi “kategorize” edileceğiz ama bu tam anlamıyla nasıl bir kategorizasyon. Toplumun her an gözetim altında tutularak, kontrol ve takip altına alınmasının tek yöntemi bu değil elbette. Mobese kameralarının yanı sıra, çipli kimlikler, elektronik toplu taşıma kartları, telefon dinlemeleri ve kim bilir daha neler çıkartılacak. Örneğin kimlikler için de kimi pilot bölgelerde bu uygulamaya başlandı. Burada sağlık bilgilerimiz de bulunacakmış. Peki parası olmayanın öldüğü ülkemizde kimlik kartlarımızın çiplenmesi ve ayrıca içerisine sağlık bilgilerimizin eklenmesinin faydası nedir? Sorunların nedeni kimlik kartlarında çip bulunmaması mı? Devlet “güvenli toplum” yaratmanın yollarını arıyor. Bireyi takip eden, dinleyen bir korku toplumu yaratılıyor... Özal’la başlayan bir iş bir fiş devri, Erdoğan’ın çipli devlet hapsine döndü.
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
Amerika Amerika bir dönem yasakladığı Şirinleri artık seviyor. Bir zamanlar komünist olan Şirinler Amerika’nın “küçük” müdahaleleriyle kapitalizmi sevdi. Tabi Amerika da Şirinleri... 1959 ve sonrasında gelen nesiller, gizemli ormanın derinliklerinde yaşayan mavi renkteki Şirinlerle tanışmışlardı. Çoğumuz mavi renkli yaratıkların hikâyelerini bilir. Ormanların derinliklerinde mantardan yaptıkları evlerde yaşarlar. Birçok karakterin olduğu şirinler toplum içerisinden insan tipinin birer karakter de var edilmesidir. Ressam, Müzisyen, Aşçı, Sakar, Somurtkan, Güçlü, Uykucu… Hepsinin adını almasına neden olan işleri ve kişilik durumları vardır. Onlar ormanlarında paradan, özel mülkiyetten uzaktırlar. Herkes kendi işini yapar ve ürettiklerinden aynı oranda pay alırlar. Yiyeceklerini ormandan var ederler. En çok yedikleri şey olan şirin çileği tarlalarından topladıklarını herkes paylaşır ve tarla kimsenin özel mülkiyetinde değildir. Birinin yaptığı iş diğerininkinden daha aşağı ya da önemli değildir. Ressam Şirin’le, Aşçı Şirin arasında fark yoktur. İkisi de ürettikleri ve yaptıklarıyla Şirin topluluklarının çıkarına çabalarlar. Tembel olma hakkı da Tembel Şirin’de somutlaşır. O çoğu zaman uyur ama asla o topluluktan dışlanmaz. Müzisyen Şirin’le arasında bir fark yoktur… Topluluğun tek kadını olan Şirine de oradaki diğer Şirinlerle aynıdır. Hiçbir şekilde dışlama ve kimse tarafından “değerlendirilmesi gereken” bir cins olarak görülmez. Onun da o topluluk içerisindeki yeri de diğerleriyle aynıdır. Mesela kimse ondan mutfak işi yapmasını, çocuk doğurmasını diğer erkek Şirinlere
18-19_Layout 2 8/21/11 2:47 PM Page 2
kültür sanat19
artık onları seviyor! her koşulda riayet etmesini beklemez. Doğada yaşayan hayvan ve çevreyle de oldukça barışık bir üretim ve yaşam tarzı vardır. Hayvanlarla, ağaçlarla olan bağ da Şirinlerin kendi arasındaki bağ gibi saygı, bağlılık ve minnet duygusuyla sürdürülür. Köprü yapılacaksa sadece ona yetecek kadar ağaç toplanır, hep daha fazla daha fazla derdi yoktur. Ve bu topluluğun en bilgesi olarak karşımıza çıkan, onların babası olarak ifade edilen Şirin Baba, yani birçokların deyimiyle ile Karl Marks “baba”, Şirinlerini korumak için daima özellikle Gargamel’e karşı bir mücadele içerisindedir Şirin Baba. Onun Şirinlere karşı sürdürdüğü düşmanlığı ve saldırganlığına karşı planlı, korunmacı ve koruyucu bir yaklaşım içerisindedir. O görünürde topluluk içerisinde en üst “rütbeli” kişidir. Fakat burada klişeler yıkılmıştır. Şirin Baba da diğerleriyle aynı eşitliktedir. Bilgileri ve hazırladığı “sihirlerle” onları kötü Gargamel’den korur. Kimseye “komutan”lık yapmaz.
Amerikalı Şirinler Ve Gargamel… O tüm bu sayılan yaşamların karşısındadır. Büyük ve güçlü olma hırsı olan Gargamel, kedisi Azman’la daima Şirinlerin peşinde onları yok etme çabasındadır. Onları yok etme ve zengin olma derdi güder. Bu tabloda Şirinler nasıl kolektif bir yaşam, “komünizm propagandası” yapıyorsa buradaki Garga-
mel’de kapitalizmi, kedisi de onun müttefiklerini temsil ediyor. Ve vizyona yeni bir Şirinler daha girdi! Bildiğimiz Şirinlerin dışında kalan bir Şirinler filmi.. Senaryoya göre Gargamel’in saldırısına uğrayan Şirinler açılan bir kapıdan günümüz dünyasına kapitalizmin-emperyalizmin göbeğine New York’a düşerler. Şirin Baba ile birlikte Şirine, Kahraman Şirin, Sakar Şirin, Huysuz Şirin ve Gözlüklü Şirin’le birlikte bu kente giden Şirinlerin arkasından Gargamel ve kedisi Azman da gider. Ve buradaki evli bir çiftle yolları birleşen Şirinleri bir kaçma kovalamaca ve eve dönmeye çalışma serüveni izler. Ve filmin verdiği başta sıralanan mesajların hepsi bir toz bulutuna karıştırılmış olarak “geçmişe” gömülür. Bir macera içine giren Şirinler kapitalizmin göbeğine atılır. Burada kapitalizme yaklaşımlar, hayranlık ve bu dünyayı gayet normalleştirme üzerinden seyredilir. Araçlara, binalara yaklaşım Şirinler için de çok normaldir artık. Garipseme vardır fakat yadırgama yok… Aileyle kurdukları bağın duygusallığı ve hareketli sahneler, kapitalizmin devasa gökdelenleri arasındaki koşuşturmacalar artık bir Holiwood aksiyonu olarak sunar Şirinleri. Şirinlerin yaratıcısı karikatürist Peyo, onları tam da bir tarafta ABD diğer tarafta SSCB’nin olduğu iki kutuplu dünyada ortaya çıkardı. Emperya-
lizmi her tarafta yaygınlaştırmak, sömürü ağını derinleştirmek ve genişletmek için oraya buraya saldırdığı bir dönemin içinde var olan Şirinler, doğalında Amerika’da yasaklanır. Değer olanları, halkın faydasına olanları alıp tüketmek ve zararsız hale getirmek kapitalizme katkı sağlar. Tüketmek, her şeyi her değeri… Şirinler de tabii bu yaklaşımın bir sonucu olarak vizyona taşındı. Onu tozlu raflardan çıkarmak, zararlı yanlarını tamamıyla atmak ve içini boşaltıp kuru aksiyonla, dramla, komediyle doldurmak daha işlevli bir yaklaşım(!) O ancak bu şekilde törpülenerek silinebilir. Filmde, birbirinden nitelik anlamında oldukça farklı olan Şirinlerin yaşamı ve New York’taki yaşam durumu karşısında Şirinler bir uyum sergiler. Devasa gökdelenler, oraya buraya koşturan insanlar ve mekanik araçlarla dolu bu kent içerisinde koşturan Şirinlerden Şirin Baba’nın ağzından şu cümleler dökülür “Dünyanız bana iyi fikirler verdi”… Bu sözcük tam olarak neyi kast eder. İki büyük farklı yaşam biçimi, yaşam görüşü içerisinde Şirin Baba kapitalizmden nasıl iyi fikirler edindi acaba? Ve dönüşün en anlam cümlelerinden birisi de “Daha Şirin, daha anlamlı ayrılıyoruz”. Belli ki Gargamel ile bunca mücadele yürüten Şirinler kapitalizmin en Gargamellerinden Amerika’yı çok sevdi! Amerika da artık onları seviyordur… Şirinler artık “büyük hayalet komünizm”in propagandasını yapmıyorlar…
ANTAGONİZMA YIKICILAR
V
≫ muzaffer oruçoğlu
arlığın ayak izlerine düşen kırıntılar, ayak izlerinden çıktılar, birleştiler, ateşe dönüştüler, Londra’yı bir ucundan yakıp yağmaladılar. Prensin şatafatlı düğününden sonra, Londra’ya, Chartist’lerin ve Oliver Twist’lerin kentine bu yakıştı. Sabit anlamlar ve değerler irkildi. Daha önce Paris’i aynı duruma düşürmüşlerdi. Yıkıcıların işi budur. Mülk ve devlet sahiplerini yıkmak. Özgün ve berrak, dolaysız ve yalın vuruşlarla yerleşik bilinci parçalamak. Böyle bir çağda, insanın en güzel eylemidir, yıkmak. Devlet, insanı ve doğayı sürekli yıkıyor, nesneleri ruhlarından koparıyor, her şeyi kendine benzetiyor. Yıkan, yıkılmalıdır. Sokağa çıkan yıkıcı, sadece devleti değil, kendini de o sokakta yıkıyor; ileri bir insana doğru yıkıyor. Tarihi yapanlar, seyirciler değil, yıkıcılardır. Yıkıcılık, insanla ortaya çıktı. İnsan var olduğu sürece, o da var olacak. İnsan, önüne çıkan engelleri yıkarak ilerler. İnsanın karşısına, kendisi bir engel olarak çıkar bazen. İnsan, kendisini yıkarak ilerler o zaman. Yıkıcılık, her saniyede, her yerde, durmaksızın işler. Bilimsel bir keşifte, bir diklenişte, yeni yazılmış bir şiirde, bir mayalanışta gülümser; ateş gibidir, kalıbı, ilkesi, tabusu yoktur. Yıkıcılar devrimi yapar ve terkederler; bu terkediş, devrim olmaktan çıkan devrimi yıkacaklarının bir işareti olarak belirir ve eninde sonunda sahneye çıkar, yıkarlar. Onlara kim önderlik ederse etsin, yıkarlar. İşleri yıkmaktır. Dağları tuneller halinde, köhne binaları ise taş taş yıkarlar. Uçurumları demir köprülerle birleştirirler. Yeraltı karanlığını yıkar, demiri ve kömürü çıkarırlar; onları da yıkar, yepyeni şeyler yaratırlar. Yıkılmayacak hiçbir şey yoktur, onların felsefesinde. Her şey, eninde sonunda yıkılmayı hak eder. Yıkıcılar, yıkılmaması gereken, secde ettikleri en büyük değerleri bile yıkarlar. Aileyi, devleti, mülkiyeti, inancı, vb. yıkarlar. Eriştikleri her amacı, yıkarlar. “Dinsizim” diyen, inandığı kendi dinini yıkmıştır. “Hiçbir şeyin kalıcılığına inanmıyorum,” diyen, inancı yıkmıştır. “Devlet, melanetin kaynağıdır,” diyen, devleti yıkmıştır. “Bir ölü gibi mülksüzüm ve her türlü mülkten nefret ediyorum,” diyen mülkü yıkmıştır. Yıkıcı, şartların ve dayanılmaz ihtiyaç zilletinin merkezinde durdu, eski Tanrı’yı yıktı, yeni Tanrı’yı yarattı, ona yabancılaştı, taptı ve döndü, onu da yıktı. Binlerce Tanrı’yı ve peygamberi yarattı, yıktı. Yıkıcı, yıkım arenasına, bazen kartal armasıyla, bazen haçla çıkar, bazen hilalle, bazen de kara, beyaz veya kızıl bir bayrakla... Onun işi yıkmaktır. O, dev bir ateş parçasının uzayda soğuması sonucunda ortaya çıktı. Kanında ateşin mizacı var. Yıkım arenasında o mizaçla hareket eder. Yıkıcı, dünyanın Türkiye kesiminde ikiye bölünmüş; şaşkındır. Sağ yanı Tanrı’ya secde ediyor, sol yanı Kemal’e. Mülk, dua, bayrak, vatan, devlet, iffet kubbesinin altında bendeleşmiş, yabancılaşmış, cüceleşmiş, hiçleşmiş. Yıkıcı, kendi gücünü hiçliyor, kendi emeğinin ürününü bir başkasının emek ürünü sanıyor, yapabileceklerini yapmaya cesaret etmiyor, boyun eğdiği güçlerden talep ediyor onu. Arap dünyasının yıkıcılarını, kendini görmeyen bir bilinçle izliyor ve bendeliğinden utanır gibi oluyor. Yıkıcı, doğuruyor, kum gibi parçalanıyor, çoğalıyor, dünyayı ses ve renk mahşerine çeviriyor. Küresel cinnet derinleştikçe ve de yıkıcı çoğaldıkça dünya ısınıyor; su kaynakları kuruyor, iklim dengesi bozuluyor, açlıktan, sel baskınlarından, kitleler halinde ölüm olayları ortaya çıkıyor. Dünyanın harareti ve yıkıcının, hayvanlarla birlikte kitleler halinde ölümü, küresel depresyonu ve yıkıcının potansiyel cinnet halini ve dolayısıyla yıkım gücünü derinleştiriyor. Dünyanın “huzurlu” kesimi, yaklaşan felaketi sezinledikçe, sokakları koruyacak demir kıtaları güçlendiriyor. Yıkıcılar, herkesi, en kabadayı aydınları bile korkutuyorlar. Kurallar, metaforlar, ilişkiler ağının yırtılacağından, kurulan şatoların dağılacağından, yaratıcılığın dumura uğrayacağından korkuyorlar. Yaşantıları ve eserleriyle yıkıcıların dünyalarına girmeyen aydınlarda bu korku daha derindir. Hayat, korkuyu hesaba katmıyor ve bildiğini okuyor; yıkıcıları eziyor, köleleştiriyor, yıkıma hazırlıyor ve yükselen ateşlerin içinde, onların geçirdikleri değişimleri zevkle izliyor.
20-21_Layout 2 8/21/11 12:01 PM Page 1
Halkın Günlüğü 20-30 AĞUSTOS 2011
Devrimci-halkçı yerel ››
“1. Devrimci ve Halkçı Belediyeler Sempozyumu” kapsamında, 11’inci Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin yoğun programı içerisinde, Dersim-Mazgirt ve Hozat Belediyelerinin çağrısıyla ilçelerde halkın da yoğun ilgisiyle, geziler ve toplantılar düzenlendi. Ülkenin çeşitli yerlerinden devrimci ve halkçı belediyeciliğin Dersim- Hozat ve Mazgirt özgülündeki mütevazi fakat demokratik haklar mücadelesinde önemli bir mevziye dönüşmeye başlayan çalışmalarını yerinde izlemeye gelen mimar, mühendis, şehir plancıları; kent mimarisi ve sosyolojisi alanında akademik çalışmalar yürüten aydın ve akademisyenler, sendikacılar, Mazgirt ve Hozat Belediye başkanları yapılan gezi ve toplantılara dair izlenim ve değerlendirmelerini gazetemizle paylaştılar.
Birlikte hareketin zeminleri yaratılabilir Engin Bozkurt – (ODTÜ Kentsel Politika Planlama ve Yerel Yönetimler) Dersim’de gerçekleştirilmeye çalışılan devrimci belediyecilik pratiklerini yerinde incelemek açısından gezi faydalı oldu. Bölgeye gitmeden önce düzenlenecek sempozyuma ilişkin kendi aramızda yaptığımız toplantılarda daha çok devrimci belediyeciliğin mevcut sistem içerisindeki sınırları ve olanaklarını tartış-
Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) tarafından öncülüğü yapılan “1. Devrimci ve Halkçı Belediyeler Sempozyumu”nun çalışmaları yapılan gezi, toplantı ve panellerle 11. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’yle somut olarak başladı
mıştık. Alanı görmek bölgeyi tanımayan birçok arkadaşımız açısından çok verimli oldu. Alanda yapılan gözlemler sonucu eleştirilmesi gereken belirli uygulamalar olmakla beraber, kent işletmeciliği mantığından farklı olarak kullanım değerine önem veren insan odaklı bir belediyecilik anlayışının teknik yetersizlikler, kıt kaynaklara rağmen sürdürülmeye çalışılması, toplumsal yaşama ilişkin her şeyin piyasalaştırıldığı bir dönemde önemli bir noktayı işaret etmektedir. Fatsa’dan günümüze devrimci belediyecilik pratikleri başta toplumsal muhalefet kesimleri olmak üzere birçok çevre tarafından tartışma konusu olmuştur. Fakat devrimci hareketin dünyada ve ülkemizde geldiği nokta göz önüne alındığında bugün içinde bulunduğumuz süreç, geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak biçimde devrimci ivmelenmenin düştüğü bir dönemdir. Genel sıkışmışlığı aşma noktasında bu tür yerellerde verilmeye çalışılan devrimci mücadele ve yönetsel kurumsal örnekler, birçok liberal çevrenin burun kıvırmasına rağmen ülkemiz toplumsal muhalefet güçleri açısından önemli deneyimler sunmaktadır. Bu çerçevede gerçekleştirilecek sempozyumun genel amacı, akademi ve farklı meslek disiplinlerinden çevrelerin sahip olduğu bilgi ve deneyimlerin, halk yararına kullanılmasını sağlayacak farklı mekanizmaları geliştirmek ve devrimci-halkçı yönetim iddiasında olan belediyelerin ve diğer toplumsal muhalefet kesimlerinin beraber hareket edebileceği zemini yaratmak olmalıdır.
Kaynak sorunu İsmail Kaygusuz – (Tüm Bel-Sen Ankara 2 No’lu Şube Sekreteri), Dersim –Munzur festivali kapsamında gerçekleştirilen bu çalışmada yer almak benim için çok farklı bir anlam ifade ediyordu. Yerel yönetim alanında faaliyet gösteren bir sendikanın yöneticisi olmam itibarıyla Mazgirt ve Hozat belediyelerini bir başka açıdan gözlemleme şansına sahiptim. Ben özellikle Mazgirt Belediyesi’ni anlamaya yönelik bir çaba içerisinde oldum. Gördüğüm kadarıyla Mazgirt Belediyesi halkçı-devrimci belediyecilik anlayışını pratikleştirme anlamında çok önemli bir mesafe
Bilindik soruların ve cevapların geçersizliğiyle karşılaştık Hakan Tanyaş – (Jeoloji Mühendisleri Odası Genel Merkez Yöneticisi) Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler Sempoz-
almış. Düzenli halk toplantıları ve halk meclisleri yerleştirilmiş. Bunu ilçede kaldığım süre içerisinde çok net gözlemledim. Belediyenin şu an içerisinde bulunduğu en temel sorun mali sorun. Daha önceki belediye yönetiminin rantçı yaklaşımı sonucu belediye büyük bir borç batağında devralınmış. Yaklaşık milyon (trilyon:) borç ve belediye taşınmazları üzerindeki haciz şu an belediyenin elini kolunu bağlamış durumda. İller Bankası’ndan aktarılan belediye payı 28 personelin giderlerinin yarısını dahi karşılayamıyor. Bu anlamda belediyenin çok acilen mali kaynak yaratma sorunu bulunmuyor. Tüm bu olanaksızlıklar içerisinde iki tane büyük parkın açılmış olması, halkın spor
yapabileceği bir tesisin kurulması büyük bir başarıdır. Halk belediyenin içerisinde bulunduğu bu durumu çok iyi biliyor ve belediyeye olan desteği tam. Sonuç olarak Mazgirt Belediyesi bu mali meseleyi aşarsa, halkçı ve devrimci belediyecilik anlayışında büyük bir örnek oluşturabilir. Bir umut yaratabilir. Tüm devrimci-demokrat ve aydın kesimlerin bu konuya kafa yorması gerekiyor. Biz Tüm Bel-Sen olarak bu konuda üzerimize düşen tüm sorumlulukları yerine getirmeye çalışacağız. İlk etapta bir halk kütüphanesi açılması için kitap kampanyası başlatmayı düşünüyoruz ve Kasım 2011’de gerçekleştirilmesi planlanan sempozyuma aktif ve somut katkılarla destek sunacağız.
20-21_Layout 2 8/21/11 12:01 PM Page 2
fDevrimci-Halkçı Yerel Yönetimler
dosya 20-21
yönetimler için ileri... dırdığı merak ve diğer taraftan sempozyuma ilişkin pek çok sorunun peşine takılıp, bu soruların cevaplarını bulmak için, görece hazır zihinlerle gittik Dersim’e. Tedirgin, karakolların ve soğuk yüzlü baraj gövdelerinin arasından girdik şehre. Munzur şenliği eşliğinde, sempozyuma ilişkin toplantıların ve gezilerin yapıldığı dört günlük bu kısa ziyarette, bu coğrafya için bilindik soruların ve dolayısıyla cevapların geçersizliğiyle tanıştık. Belki bu yüzden hariçten gazel okuyor gibi görünmemek için konuşmaktansa daha çok dinledik. Sempozyumun neden yapıldığı ya da benzeri pek çok öncüsünden farkının ne olacağı gibi sorular bizim için yerinde sorular gibi görünmekle birlikte, oradaki yaşam pratikleri ve yerel yönetim uygulaması tarafından çoktan yanıtlanmış durumdaydı ve asıl sorulması gerekenler çok daha ileri soruları, bu yaşam pratiğinin kendisi bizlere sorar noktadaydı.
Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler çalışmalarından
yumu’nun yapılacağı ve bizim de böyle bir çalışmaya katkı sunup sunamayacağımız bize ilk sorulduğu zaman kafamızda pek çok soru işareti belirmişti. Amacı-kapsamı neydi, bugüne kadar yapılan kent sempozyumu vb. çalışmalardan farkı ne olacaktı, kimlere ulaşmayı hedefliyordu ve bizim de içinde yer almamız durumunda sunabileceğimiz katkı ne olabilirdi? Varlık nedenini “Bilimi ve tekniği emperyalizmin ve sömürenlerin değil, halkın hizmetine sunmak” gibi temel bir ilkeyle ifade eden
1.
BÖLÜM
TMMOB gibi bir demokratik kitle örgütünün de üyesi olarak, meslek alanımızın sunduğu donanım, devrimci bir yerel yönetim mekanizmasına bir yerlerden temas edebilir, güç verebilirdi. Ancak bunun nasıl olacağına ilişkin bilinmezler çoktu ve bu durum her türlü iyi niyete rağmen planlıprogramlı bir çalışmanın hayata geçirilebilmesi noktasında ciddi bir engel olacaktı. Dolayısıyla bir taraftan, Seyit Rıza’sıyla, direniş ve katliam hikayeleriyle tanıdığımız bir dünyayla karşılaşacak olmanın uyan-
Umut ayakta kalsın diye… Taylan Özgür Yıldırım–(Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şube Yöneticisi), Baş eğmeyenlerin, göç ettirilenlerin ama hiç göçmeyenlerin, ölümlerin yenildiği şehir Dersim’de devrimci halkçı yerel yönetim çabasıyla Hozat ve Mazgirt belediyelerinin çalışmalarını yerinde inceleme fırsatını veren iradeye teşekkür ediyorum. Bu devrimci ve şeffaf yaklaşımı çok önemsediğimi belirtmek istiyorum.
Çok yönlü bir tecrit ve imkânsızlıklar içerisindeki bir belediyede, o belediyenin başkanı dertlerinin kaynak bulmak değil, halkla birlikte üretme ve birlikte yönetme olduğunu söylüyor ve bizlere de “yanımızda olun, destek olun” diyorken; orada yaşayan halk da “belediyecilik evlerin önüne asfalt dökmek değildir, bizim için belediye bu değildir” diyordu. Munzur Festivali Mazgirt’te belediye başkanı ve halkın birlikte kürek sallayarak inşaa ettiği bir park alanında yapılırken, sahneden “halk meclislerinizi oluşturun” diye sesleniliyordu. Dolayısıyla, şimdi buradan bakarak bir kez daha ne yapabileceğimizi düşünürken, bugün için bu pratiklerin tüm eksiklikleri ve yanlışlarıyla ne kadar ileri olduğunu gözden kaçırmamak ve her şeyden önce, Dersim’de kazanılmış devrimci belediyelerin ne kadar kıymetli olduğunu ciddi olarak anlamak gerekiyor. Bu belediyelerin önemi kavrandığında ise, mühendisler, mimarlar ve şehir plancılarının üzerine düşen sorumluluk, başka bir dünyanın mümkün olduğunu savunan herkes gibi, bu dayanışmaya katkı sunacak yöntemi geliştirmek, birlikte üretme ve yönetme kültürünün bir parçası olabilmek olacaktır.
Gezi boyunca gerek belediye başkanları gerekse yerel halkla yaptığımız sohbetlerde Dersim coğrafyasında hayata geçirilmeye çalışılan baraj projelerine, karakollaşmalara karşı ciddi bir duruşun mevcut olduğunu gördüm. Yine halkın kültürel ekonomik yaşamı üzerinde ‘yoksullaştır- muhtaç et, yozlaştır’ yaklaşımına karşı da ortak bir söylem var. Bu anlamda Hozat ve Mazgirt belediyeleri ile halkın bu sorunlar karşısındaki ilişkisi dikkate alınmaya değer. Her iki belediye açısından da halkçı- devrimci bir yerel yönetim söyleminin içinin boş olmadığı halkla ilişkileniş ve karar alma süreçlerinde devrimci bir tarzın olduğunu yeterince gösteriyor. Bu olumlu havanın yanı sıra mevcut
Bundan sonraki süreç pratiğe katkı sunmalı Demet Yücel – (ODTÜ Mimar) Devrimci Belediyecilik Sempozyumu hazırlıkları kapsamında Mazgirt ve Hozat Belediyeleri ile görüşmek, yerinde gözlemler yapmak üzere 4 gün boyunca Dersim’deydik. Bu süre boyunca bir yandan festival etkinliklerine katıldık, bir yandan da belediye başkanlarından bugüne kadar yaptıkları çalışmaları, geleceğe yönelik planlarını dinledik. Birlikte Mazgirt ve Hozat ilçelerini dolaştık, gözlem yaptık. Sempozyum ve sempozyum sonrası uygulamaya yönelik çalışmaların yerelle bağlar kurarak ve yerelle etkileşim halinde gerçekleştirilmesi açısından bu gezi bir ilk adım niteliğindeydi. Gezi boyunca yapılacak sempozyumun kurgusu üzerine, belediyelerin ihtiyaçları ve sıkıntıları çerçevesinde, tekrar tekrar tartışıldı. Yaptığımız gözlemler belediyelerin çalışmalarına ve ilçe yaşamına kendi uzmanlık alanlarımızda ne gibi katkılar yapabileceğimizi konusunda fikir vermesi açısından önemliydi. Uygulamalar sırasında yaşanan sıkıntılar, acil ihtiyaçlar nedeniyle uzun vadeli düşünülemeden hayata geçirilen projeler, deneyim eksikliklerinin yarattığı sorunlar, bundan sonraki sürecin pratiğe katkı koyacak biçimde örülmesi gerekliliğini gösteriyor.
imkan(sızlık)lar ve ülke dinamikleri açısından da, deneyim ve birikiminin oldukça yetersiz olduğu bu alanda katkı sunmak isteyen herkese kapıları açan, eleştiriyi ve yapıcılığı eksen alan bu çabayı ileriye taşımak kendine “ilericiyim” diyen herkesin görevi. Bu anlamda sempozyuma hazırlık çabasının ürünü olan gezi ve toplantılar kısa da olsa, daha şimdiden zengin bir birikim sağladı. Her giden bir parça yürek bıraktığı için Dersim’e ve her giden yüreğinde taşıdığı için onu Dersim’den öte milyonlarca Dersim vardır şimdi. Umudun adıdır Dersim ve umudumuz dimdik ayakta kalsın diye şimdi açığa çıkan enerjiyi ve gücü, tartışmalar ve somut çabalarla daha ileri taşıma zamanı.
22-23 _Layout 2 8/21/11 12:04 PM Page 1
dosya fDevrimci-Halkçı Yerel Yönetimler
Yaşanmış pratiklerle, yeni
››
Bizler faaliyet yürüttüğümüz her alanda yeni demokrasi perspektifiyle şekillendirdiğimiz politikaları örgütlerken, özellikle belediyeler gibi özgül bir alanda ortaya çıkaracağımız sonuçların sadece bizimle sınırlı bir etki alanının olmadığının farkındayız Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Dersim Yerel Yönetimler Komisyonu DHF geziler ve toplantılara dair yaptığı değerlendirmede şu ifadelere yer verdi: “11. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin düzenlendiği 28-31 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşen geziler, festival sürecinin yoğunluğunun getirdiği bir takım eksiklikler taşısa da bizce oldukça yararlı olmuştur. Gezi öncesinde hazırlanan planlamaya uygun olarak gerçekleşen toplantılar, geziler ve edinilen gözlemler gerek sempozyuma hazırlık, gerekse daha uzun vadede belediyelerimizle sürekliliği sağlanmış uzman ilişkilenmeler ortaya çıkarmış olması açısından önemlidir. Zira sosyalist bir iddiayla çıktığımız yolda hayata geçirdiğimiz pratiklerin görülmesi, doğrularımızın ortaklaştırılarak ileriye taşınması, eksikliklerimizin ise görülüp aşılması açısından bir “denetim” süreci işlevini de gördüğü kanısındayız. Bizler faaliyet yürüttüğümüz her alanda yeni demokrasi perspektifiyle şekillendirdiğimiz politikaları örgütlerken, özellikle belediyeler gibi özgül bir alanda
ortaya çıkaracağımız sonuçların sadece bizimle sınırlı bir etki alanının olmadığının farkındayız. Zira geçmişten bugüne devrimci hareketin bu alanda yeterli tecrübelerinin olmadığını ve güncel mevzilerimizin ise mütevazı olduğunu ve bunların bizlerin ortak mevzileri olması gerektiği fikrindeyiz. Elbette bu alan dair özgül programımız ve politikalarımız var ve bu program ve politikalar kendi gerçekliği içerisinde bu iki ilçede hayata geçirilmeye çalışılıyor. Ama gelinen aşamada genel anlamda yerel yönetimler alanında, özelde ise belediyeler alanında benzer iddialarla hareket eden diğer dost belediye, kişi ve kurumlarla da ortaklaşıp bu alanın bilgisini geçmiş pratikler ve güncel deneyimler ışığında sistematik bir hale getirme kaygısı içersindeyiz.” Mazgirt ve Hozat belediye başkanlarının çağrısıyla başlayan sürecin, gelinen aşamada bu çağrıya olumlu yanıt verenlerin emeğiyle genişleyerek devam ettiği vurgulanan açıklamada gerçekleştirilen gezi ve toplantıların yeni çalışmaların ufkunu açacağı, elde edilen somut verimin katlanarak artacağına işaret edildi.
Kolektivist üretimin yolları aranmalıdır İbrahim Gündoğdu – (ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi) Kentler, kentsel yatırımlar ve yerel yönetimler, Türkiye kapitalizminin toplumsal gelişim tarihi içerisinde son on yıllara kadar ihmal edilen ya da geride bırakılan bir alan idi. Öncelik, sanayileşme, kalkınma ve ilerleme idi; ve merkezi devlet yapılanması eliyle toplumsal kaynakların büyük bir kısmı bu alanlara yönlendirildi. 1980’li yıllardan itibaren bu paradigmada önemli değişiklikler oldu: kapitalist dinamikler geliştikçe piyasa, özel mülkiyet ve rekabet başat konuma yerleşirken, ekonomik kalkınmaya yataklık eden kentlerde belirgin-
leşen sorunlar ve ihtiyaçlar yeni rant ve birikim alanları olarak Türkiye kapitalizmine akıtıldı. Nihayetinde bu süreç günümüzde, merkezi devlet yapılanmasının toplumsal nitelikli hizmetlerden arındırıldığı ve kentleri/yerellikleri kendi başlarına ayakta kalma arayışlarına zorlayan politik iktidar yapılanmasıyla taçlanmakta. Bu tarihsel geçmiş içerisinde ve nedeniyle, sol-sosyalist gelenekler için de yerellikler merkezli karşı iktidar mücadelesi ve pratiği pek gündemde olmadı. Yerellikler genelde belirli bir toplumsal-coğrafi direniş ya da isyan mevzileri olmakla sınırlı kaldı. Açık konuşmak gerekirse, Türkiye sol-sosyalist hareketi tarihinden belirli ölçüde yaygınlaştırılmış siyasal katılım denemeleri (Fatsa-Ordu) ve kimi sosyal belediyecilik uygulamaları (Aliağa-İzmir) ötesine geçmiş herhangi bir karşı-yerel yönetim deneyimini göstermek pek mümkün değildir. Birkaç dönemdir bölgede belediye yönetimlerini yürüten Kürt hareketi açısından da, henüz billurlaşmamış bazı yerel yönetim pratikleri dışında, bu genel gerçeğin geçerli olduğu söylenmelidir.
Merkezi devlet sadece jandarma gücüyle var İşte bu nedenle, Dersim bölgesinin iki ilçesinde (Mazgirt ve Hozat) sosyalist bağımsız adaylarla kazanılan belediye seçimlerinin
ardından gelen devrimci-halkçı yerel yönetim için politikalar, stratejiler ve uygulamalar geliştirme çağrısı oldukça önemli gözükmektedir. Dersim, Türkiye kapitalizminin sözünü ettiğimiz coğrafi olarak Batı Anadolu yönünde gelişim sürecinin maliyetini ekonomik geri bırakılmışlık, politik baskı ve kültürel asimilasyon olarak en ağır biçimde ödemiş (ve ödemekte olan) bölgelerin başında geliyor. Dolayısıyla, bölgede belediye yönetimlerini kazanan toplumsal-siyasal hareketlerin önünde mali, idari, teknik ve beşeri boyutta birçok eksiklik/sorun bulunuyor. Örneğin Mazgirt, bölgenin diğer ilçeleri gibi merkezi devletin sadece jandarma gücüyle ‘elini’ uzattığı bir yer olmanın yanı sıra, bir taraftan en temel kentsel-fiziki altyapıdan ve araçlardan yoksun bırakılmışken, diğer taraftan köy boşaltmalar ve diğer kısıtlamalarla hayvancılığa dayalı temel üretim etkinliğini yitirmiş bir durumda. Hozat ise, temel fiziki alt yapının görece sağlanabildiği kentsel nitelikte bir yer olmasına karşın, konut, ulaşım ve sosyal donatı (eğitim, sağlık, spor tesisi gibi) alanlarının yetersiz kaldığı, belediyenin teknik kapasitesinin oldukça sınırlı olduğu bir yerellik. Bütün bunlara rağmen, hem ilk döneminde Mazgirt Bbelediyesi’nin hem de ikinci döneminde olan Hozat belediyesinin karar alma süreçlerini –henüz yerleşik kurumsal yapılanmalara dönüştüremezse
22-23 _Layout 2 8/21/11 12:04 PM Page 2
20-30 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü
22-23
deneyimlere
TUTSAK PARTİZAN
DEVRİMCİ SAVAŞ ÇAĞRILARINA YANIT OLMAK
M
ilitan marteryalizmin şiarı dünyayı değiştirmektir. Bu öylesine söylenmiş bir söz değildir. Değiştirmek çaba, ısrar, emek ve deneyim gerektirir. İnsan toplumsal olarak üreterek doğayı değişime uğratmakla kalmaz, ama aynı zamanda değişime uğrar, değiştirir. Değişim aynı zamanda eğitimdir. Devrim hareketi köklü değişim hareketidir. MLM bilimi ışığında emekle dünyanın dört bir yanında ısrar ve kararlılıkla sürdürülen değiştirme amacı kendi dünyasını yaratmaktadır. İşçi sınıfının iktidar yolunda bilimsel kıvılcımı Marx ve Engels tarafından çakıldı. Komünist mücadele yangını yeniden ve yeniden yaratmak için yanmaya devam ediyor. Kaypakkayacı hareket enternasyonal sınıf hareketinin bir halkasıdır. İdeolojik niteliğini, devrimci iktidar yolunda ortaya koyduğu savaşma ısrarında kavramak gerekir. Devrim sorunu iktidar sorunudur ilkesini taşımanın sorumluluğunu söz ve eylemle bütünleştirmenin gerekliliğini vurgularken, tarihinden güç almaktadır. Peki Kaypakkayacı hareket gücünü sadece kuramsal farkından mı almaktadır? Hayır!.. Yapılanlar gelecekte yapacaklarımızın teminatı ve göstergeleridir. 1972’de çakılan Nisan kıvılcımı yüzlerce şehidimizin tarihi deneyim ve dönüştürme ısrarıyla; teorik ve pratik çizgisiyle eğitmeye devam ediyor. Tarihimizi yeterince bilmiyoruz, yeterince yoldaşlarımızın, önderlerimizin bizlere bıraktıklarının farkında değiliz. On yıllardır bizleri dağlara taşıyan gücün ne olduğunu teorik olarak ifade edilmesi olanaklı, ama yeterli değildir. Amaç ve amaca ulaşmak için yeni bir dünyayı kurmaya başlayanların mirasını kavramak gerekir.
bile- halkın katılımıyla yürütme ve eldeki sınırlı imkanlarını toplumsal nitelikte ihtiyaçlara yönlendirme iradesi çok değerli. Mazgirt’te belediye binasının genişçe bir bölümünün ilçedeki öğrencilerin ihtiyacı üzerine Nazım Hikmet Kütüphanesi adıyla düzenlenmesi, belediye başkanının araç, ekipman eksikliği içerisinde halkla birlikte elde kazma kürek park ve çevre düzenlenmesine girişmesi, ya da Hozat’ta halk meclisi oluşturma denemeleri, sokaklarına devrimci değerlerin isimlerinin verilmesi, sanatın toplumsal-politik arzuyu ifade edercesine duvar resimleriyle kentsel hayata karışması heyecan verici. Yerelliklerin ve kentsel politikanın öneminin giderek arttığı bir dönemde, Mazgirt ve Hozat ilçelerinden yükselen bu heyecana el vermek, yardımlaşma ve dayanışma pratikleri geliştirmek solsosyalist güçlerin ilk elden yürütmesi gereken politika olmalıdır. Bu doğrultuda, bölgedeki belediyelerin çeşitli ihtiyaçlarının giderilmesine dönük kampanyalar organize etmek ya da dışarıda yaşayan Dersimlileri ve sol-sosyalist kamuoyunu bölgeye çekecek turizm girişimleri oluşturmak, toplumsal artı-değerin oldukça düşük olduğu her iki yerellik için önemli katkılar oluşturacaktır. Ne var ki, daha kalıcı ve sürdürülebilir bir devrimcihalkçı yerel yönetim iddiası, ideolojik-
kültürel pratiklerin, dayanışma ttkmtkmk ya da turizm eksenli ekonomik hareketliliğin ötesinde, yerel toplumsal üretim ilişkilerine belirli ölçüde müdahale olacak ve kolektivist biçimlerde dönüştürecek uygulamalarla gelişebilecektir. Çünkü ideolojik ve kültürel zeminde gelişecek politizasyon üretim ilişkilerine tahvil edilmedikçe zayıflayıp dağılacakken, turizm eksenli ekonomik hareketlilik oldukça kırılgan ve kolektivist olmayan bir toplumsallığa yol açacaktır. Bu çerçevede Mazgirt ve Hozat’ın bir taraftan daha geniş coğrafyalarda sol-sosyalist güçlerle dayanışma pratikleri geliştirirken diğer taraftan bölgenin sosyo-ekonomik gerçekliğini kolektivist üretim ilişkilerine doğru dönüştürmenin yollarını aramak gerekmektedir. Her iki yerellikte toplumsal artık değerin yetersizliği sol-sosyalist bir yerel yönetimin temel iddialarını önünde önemli maddi engel oluşturmasına karşın, hem yerel potansiyeli üretken biçimde geliştirip artı-değer yaratacak hem de oluşacak değeri toplumsal nitelikte hizmetlerin sunumuna yönlendirecek politikalar ve araçlar geliştirilebilir. Devrimci-halkçı bir yerel yönetim iddiası, bu politikalar ve araçlar üzerine kafa yormalıdır.
≫ cafer çakmak
Büyük bir fedakarlık inanç ve ısrarla yıllarca mücadeleyle oluşturulan değerler bütünü asla ve asla seyrederek, uzakta kalarak ve sadece yorumlayarak anlaşılamaz. Dönüşmek isteyenlerin güzergahı dönüştürmekten geçer… Ezilen ve sömürülen yoksul dünyanın kurtuluş yolunu görüp de durmak, bilip de yapmamak ahlaki olmadığı gibi boyun eğmek ve kirli gerici sisteme teslim olmaktır. Sınıf savaşımının kaçınılmazlığı zoru yıkmak için zora başvurmak gerektiğini söyler. Kaypakkayacı hareket kesintisiz mücadele çizgisiyle devrimci iktidar amacı uğruna bedeller ödemeye devam ediyor. Bizler mücadelede gerillalaşmak gerektiğini söylerken devrimcileşmekten, eğitimini dönüşerek dönüştürme yolunda ileri atılmaktan bahsediyoruz. Devrimci duruş ve tavır eskimiş, çürümüş olanı yadsıyarak doğar gelişir. MKP gerillaları Abidin, İsmail, Ozan’ın bizlere halkın iktidar bilinci ve pratiğinin bedellerle taşındığını hatırlatırken; en zor koşullar altında bile devrimci görevlerin sürdürülebileceğini, devrimci savaşı yükseltmemizi bizlere hatırlatmaktadırlar. Burjuva feodal sistemden kopmadan devrimcileşmek olanaksızdır. Abidin, İsmail ve Ozanlaşmak için köhnemiş düzene meydan okumak, başkaldırmak
ve boyun eğmeye son vermek gerekir. Bizler milyonlarız, sırtımızda geçinen egemen sınıfları yıkabilir, devrimci bir düzen kurabiliriz. Gerillalaşmak bu anlamıyla özgürleşmektir. Burjuva ideolojisinden kopuş; mücadele kararlılığında ileri bir adımdır. Ozan yoldaşın sınıf bilinci devrimci dönüşümün güzel bir örneğidir özünde. Babasının Ozan yoldaşa “Okulunu okumalı, bir diploma almalısın, zorlukları yaşamamalısın” dediğinde, Ozan’ın gerillalaşmış cevabı devrimci rotanın yalın ifadesidir: “Benim okulum orada değil, benim okulum burada, okuluma devam edeceğim, beni görmek istediğinde her zaman buradayım.” Parti bir okuldur. Yaşadıklarımız eğitim ve dönüştürmenin kendisidir. Farkındayız dönüşüm kanla yazılan, uğruna bedeller ödenerek yaratılan tarihin ve geleceğin kendisidir. Her alanda ve her fırsatta gelişme ve geliştirme görevini yapamayanlar özgürlük yürüyüşünü yeterince içselleştiremeyenlerdir. Halk Savaşı’nın ölümsüz Maoist gerillalarından öğrenelim. Kararlılığın yalın ifadelerinde geleceğin ışığı, geçmişin gücü vardır. Maoist Parti’nin dayandığı komünist öz MLM bilimsel ideoloji, proleter devrimci sınıfsal pratiktir. Savaş siperlerinde sıradan halk evlatlarının özverileri büyük emek ve kahramanlıklarının bütünleşmiş gücü parıldamaktadır. Bu nedenle her türden yalpalama, bulanıklık ve oportünist eğilimlere karşı güçlü devrimci ısrarını büyütme kararlılığını korumasının temelinde mücadeleyi can bedeli ileri taşıyan yoldaşlarımızın sayesindedir. İdeolojimiz doğrultusunda parti çizgisini ileri taşımak için önce amaçla bütünleşmek gerekir. Halk Savaşı, devrimci yaşamın engellenemez okuludur. Uzaktan bakmakla, duygusal yakınmalarla anlaşılamaz, geleceğe yön vermek için bütünleşmek iradesini göstermek gerekir. Özgürlük demokrasi, eşitlik ve barışı egemen gerici sınıflardan bekleyen tüm oportünist akım ve eğilimlere cevap gerillalaşmaktan geçiyor. Abidin, İsmail ve Ozan yoldaşların kısa mücadele yaşamlarının sürekli ileriye doğru bir seyir izlediğini, sınıf bilincinin harmanlanıp çelikten iradeye dönüştüğü dağlarda anlam bulması ve bizlere örnek olmasının önemini elbette özümseyeceğiz. Halk Savaşı’nın ihtiyaçlarına göre her alanda şekillenerek tüm çabalarımızla mücadelenin en ileri mevzilerini beslemenin anlamı; parti çizgisi, önderlik ve nihai amaçla bütünleşmek olduğunu asla unutmamalıyız. Bizim okulumuzun, mücadele alanları olduğunu Ozan, İsmail, Abidin’in gerillalaşan cevaplarıyla bir kez daha devrimci ısrar ve pratikleriyle anladık. Yoldaşlarımızın sözleri devrimci duruşlarıyla bütünleşti. Üç gerilla Maoist partinin onlarca yıllık savaş kararlılığının iradesi ve meşalesi oldular. Sol göğsünü parçalayan kurşunun açtığı yarayı bir onur nişanesi olarak gören komünist önder Cüneyt Kahraman’ın “Sol göğsümdeki derin yaram üzerine yemin ederim ki; faşizmi döktüğü kanda boğacağız” diyen kararlılığı dağlarda omuzlayan Ozan, İsmail ve Abidin, ölümsüz Halk Savaşçıları olarak devrim yolunda savaş çağrısı oldular. İleri atılalım!..
24_Layout 2 8/21/11 2:41 PM Page 1
Rojaneya Gel Fîgûranên heman fîlmê
›› Sazûmaniya dewleta Tirk ya siyasî bi sazkirinên nû û kûr ve bi awayekî
din berdewamiya wê didomînin. Bi taybetî jî dewleta Tirk ya Kemalîsta faşîst ku bi encamên polîtîkayên emperyalîstan hatiye sazkirin dîroka xwe li ser xwîna netewe, netewatî û kedkarên bindest dixwazê vebijîne.
G
Tê zanîn ku dewletên kapîtalîst-emperyalîst li gorî daxwazên xwe yên çavkaniyên enerjiyê û ji bo bazarên xwe yên cîhanê sazûmaniyê sîyasalê nû dikin. Li gorî vê daxwazê serûberên ku amade kirine 10’an sale amade dikin û bi lez xebatên bingehîn çêdikin. Pirsgirêkên ku li navbera wan da pêk bênê kêm kirin û destûrê ve xebata mekanîzmayê destpêkir. Ji bilî wan di çend xala de pirsgirêkên ku derketin jî bêtengezarî hat qedandin. Dewleta Tirk jî di nava vê mekanîzmayê de bi efendiyên xwe ve karê xwe têdixin cîh. Bi taybetî jî netewe û netewatiyan zordariyê dike û wana bi polîtîkayên bişavtinê ve dixwaze tune bike. Di vir de bi taybetî têkoşîna neteweyên Kurd ku werê ber çava baştir tê femkirin. Çimkî çînên serwêrên Tirk pirsgirêkên ku dewletên emperyalîst re dibin astêngî ji wan re tehemûl nakin. Çînên serwêrên Tirk û nûnerên wan armanca wan ewe ku têkoşîna neteweyên Kurd tasfiye bikin, li gorî vê jî tê diyarkirin ku bi daxwaz hemû bi hev re bi nokeriyê ve polîtîkayên emperyalîsta hembêz dikin. Çînên serwêrên Tirk vê dema hukûmeta AKP’ê û sazkirina cîhanê ya nû ve di nava xwe de nû ve saz dike û ji bo ku dînamîkên şoreşger tasfiye bike jî êrişên xwe zêde dike. Diroka şoreşiya welatê me ya 40 sal berê de têkoşîna bi gule, ji têkoşîna neteweyên Kurd re bûye mînak. Têkoşîna neteweyên Kurd ya ku 30 sale têkoşîna bi gule dide îro jî hatiye radeyeke giring û xwe rojevê de digire. Di vir de hewldana wî ewe ku mafên xwe yên neteweyî dest bixe. Çikas ji vê demê re bibejin dema çareseriya pirsgirêka ne jî tê
diyarkirin ku çareserî cihekî dûr rawestiyaye. Bi devê dewletê hat diyarkirin ku çareserbûna pirsgirêka neteweya bi hêla çînên serwêr ve nayê pejirandin. Hem gotinên serkanên AKP’ê hem jî yên partiyên pergalê din û gotinên burokrasiya dewletê di dema dawî de daxuyaniyên xwe zexm dike. Gotina Cemîl Çîçek ya “Hemû kes refên xwe diyar bike”, gotina Erdogan ya “Êdî sînorê tehemûla me zêdetir hatine derbasbûyîn”, gotinên parlamenterên AKP’ê ya “Pirsgirêk pirsgirêka ’terorê’ye. Emê vê pirsgirêke bi leşkerên profesyonel ve çareser bikin” evan îfadeyana anaxtara “çareserî” yê nîşanê me dide. Dîsa serkanê CHP’ê,
MHP’ê û odaxên îqtîdarê yên burokrasiya dewletê dehan car dîyarkirine ku wê nûneriya vê hest û ramanê bikin. Parastina vê sazûmaniya dewleta faşîst bi vê hest û ramanê ve nîşanê me dide ku wê bidome. Dawiya dawî de rewş hat diyarkirin ku di hêla dewletê ve pêşveçûyinek hem bi gotinan ve hem jî bi pratîkan ve tuneye. Armanca dewletê ewe ku vê polîtîkayê ve tevgerên şoreşger-komunîst û têkoşîna neteweyên Kurd tasfiye bike. Divê bê femkirin ku ev şerên ku hela peyvdarên dewletê ve hat îlankirin, li gorî konsepta nû amadekariya êrişên top yekun in.
Tu bi xêr hatî’demokrasî’(!)
Çînên serwêrên Tirk û nûnerên wan yên ku gotina ku malê dibêjin û rê de birve dikin, ji bo ku demokrasiyê transferê Sûriyê bikin dest bi xebata kirin. Esad ji ber çalaki-
yên berjewendiyan bi top û tivingê ve êriş bir ser wan, ji ber vê yekê hukûmeta AKP’ê ya ku dersa demokrasiyê dide Esad di welatê xwe de jî qetilkarê komkujiya ye. Di welatê me de nirxandina vê mijerê nîşanê me dide yên ku behsa vê demokrasiyê dikin çikas dûrê wê ernîgariyê û nercên civakê, sazûmaniya civakê nin. Kêra Erdogan jî gîhana
hestî dera hanê bisekine dirêjê Sûriyeyê bûye, nika jî hestiyê di wir de dibire.
Lê xebatên ji bo ‘demokratbûnê’. Serokwezîr Erdogan ‘demokrasi’ya ku ji bo welatê xwe wesandiyê hêla wê ya zêde jî ji bo Sûriyê dixe bazarê(!) Peyvdarê dewleta Tirk yên ku îmze avêtiye binê hezaran komkujiya ango Erdogan ji bo berdewamiya vê sazû-
maniyê sondveduxwe. Lê belê ji bo ku demokrasî were Sûriyê jî hewl dide(!). Bêgûman tê zanîn ku sedemên komkujiyên Sûriyê jî ‘demokrasi’ya Tirka ye. Ev demokrasiya ji bo gelê Sûriyê gelek baha bû. Reform bûne sedemên mirina sedan kesî(!) û berdewamiya reforma ve jî mirina hezaran kesî wê bibe(!)