SAYFA
2
SAYFA
Sendika.TV yay›nda Tekel direniflinden yapt›¤› canl› yay›nla bir ilki baflaran Sendika.tv 1 May›s’ta da canl› yay›ndayd›
Emeklilerin de haklar› var
8
Yaşasın Sosyalizm
Sa¤l›k hizmetleri ve ücretlerindeki kesintilere karfl› emekliler hak mücadelesinde
SAYFA
13
Son y›llarda önemli bir geliflme seyri kat eden yeni ilerici toplumsal hareketlerle birlikte, sosyalizm, yeniden somut devrimci bir seçenek olarak ortaya ç›k›yor. Güvencesiz çal›flmaya ve yaflamaya zorlanan iflçi s›n›f›n›n ve yoksul halklar›n direnifllerinde kararl› ad›mlarla kendi geliflme yolunu buluyor. ‘Biz ayn› gemideyiz!’, ‘Bölge gücü oluy-
S›rad›fl› direnifllerin tarihi ‹ktidara karfl› ezilenlerin kimi zaman modayla kimi zaman müzikle direniflinin tarihi
oruz!’, ‘Büyük Türkiye'yiz!’, ‘Ekonomi büyüyor!’ masallar›yla halk›n s›rt›na basarak sermayenin gemisini kurtaran AKP iktidar› h›zla inand›r›c›l›¤›n› yitiriyor. Y›llarca devlet bask›s›, sadakalar ve uzlaflmac› sendikal bürokrasiyle denetim alt›nda tutulan iflçi s›n›f›, güvencesiz çal›flt›rmadan do¤an militan enerjisiyle bütün kuflatmalar› ve yasaklar› k›r›yor.
SAYFA
15
Ligin iflçi tak›m› Kardemir 1. ligin yeni tak›m› Kardemir Spor’un baflar›s›n›n ard›nda iflçinin al›nteri var
Yoksul halk›n hak mücadeleleriyle, ezilen Kürt halk›n›n özgürlük talepleriyle ve sol hareketin devrimci çizgisiyle buluflarak, eme¤in davas›n›n ‘üç kuruflun davas›’ olmad›¤›n› gösteriyor. Yeni ilerici toplumsal hareketler, gerici kapitalist kuflatmay› yararak ve "reel sosyalizme iliflkin bütün önyarg›lar›" k›rarak 21.yüzy›l sosyalizmine yol al›yor.
2 May›s 2010 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 105
1 MAYIS SINIF HAREKET‹NDE DÖNÜM NOKTASI OLDU
Yepyeni bir hayat gelir Yüz binlerin kat›ld›¤› Taksim’deki 1 May›s kutlamas›na güvencesizli¤e karfl› geliflen yeni iflçi hareketleri damgas›n› vurdu
‹flçi s›n›f› siyaseti emek hareketini, Kürt hareketini ve solu buluflturdu. Bu buluflman›n yaratt›¤› enerji AKP ve uzlaflmac› sendikal çizgiyi etkisizlefltirdi
E¤itim emekçileri: ‘Önce güvence’ E¤itimSen’in iki koldan bafllatt›¤› ve Ankara’da sona eren Türkiye yürüyüflüne ifl güvencesi ve kamusal e¤itim talebi damgas›n› vurdu
Siirt’te ortaya ç›kan tecavüz ve istismar vakalar› alt›nda yatan derin toplumsal sorunlarla beraber de¤erlendirilmesi gereken bir olay S. 10
Sermaye stratejisi olarak ‹flsizlik
S. 12
Erdo¤an Baflkanl›k sistemini gündeme getirdi. Böylece kiflisel hezeyan›n› AKP’nin kamplaflt›rmaya dayal› seçim stratejisiyle birlefltirme baflar›s›n› gösterdi S. 4
Siirt son olsun
S. 8
Dosya konumuz, giderek büyüyen iflsizlik sorunu. Baflbakan iflsizlik karfl›s›nda kimin çözüm önerisine kulak veriyor?
Velev ki baflkan oldu
Su hakkı için birleşe birleşe Çernobil facias›n›n y›l dönümünde yap›lan mitinglerde binler yaflama düflman enerjilere ‘dur’ dedi S. 6
Ferda Koç / Sayfa 4
Süheyla E. Tezel / Sayfa 7
Sa¤lama
Sar›yer sarar›p solmadan
YOLA DEVAM Ve 1 May›s Taksim’de kutland›. Binler, on binler, yüz binlerle. Ülkenin her yerinde emekçiler meydandayd›... YOL YAZISI S. 3
İhaleye para var işçiye yok ‹flçilerin paras›n› ödememek için k›rk takla atan Nurol Holding milyon dolarl›k ihalelere kat›l›yor S. 9
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Hak-‹fl’in sosyal adaleti
Özge Yurttafl / Sayfa 10
Cesur kad›nlar olma zaman›
‘1915’ten önce vard›k’ Anadolu topraklar›nda yaflayan bir halk 95 y›l önce yok oldu! Bu yok olufltan kurtulanlardan biriyle 1915 olaylar›n› konufltuk S. 11
2
MEDYA 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
SEND‹KA.TV 1 MAYIS’TA CANLI YAYINLA AÇILDI
Kenar Notlar› Yaflas›n sosyalizm! on yıllarda önemli bir gelişme seyri kat eden yeni ilerici toplumsal hareketlerle birlikte, sosyalizm yeniden somut devrimci bir seçenek olarak ortaya çıkıyor. Güvencesiz çalışmaya ve yaşamaya zorlanan işçi sınıfının ve yoksul halkların direnişlerinde, kararlı adımlarla kendi gelişme yolunu buluyor. Reel sosyalizmin yenilgisinin ardından parlak vaatlerle çalınan zafer borularının kuru gürültüsü yavaş yavaş işitilmez oldu. Neoliberal yeni sömürgeciliğin çok boyutlu krizleriyle sokaklarda yükselen yoksul halkın öfkesi, boş vaatlerle yatıştırılamaz oldu. Milyarlarca dolara mal olan onca asimetrik terör teknikleri, sokaktan yükselen pratik eleştiriyi bastırmaya yetmiyor. Yine milyar dolarlık sadaka fonları, "güvencesizlerin" beklentilerini artık satın alamıyor. Neoliberal kapitalizmin insanlığın ilerici ufkuna hiçbir şey veremeyeceğine, halkın hiçbir kuşkusu kalmadı. "Biz aynı gemideyiz!" masallarıyla halkın sırtına basarak sermayenin gemisini kurtaran AKP iktidarı hızla inandırıcılığını yitiriyor. "Bölge gücü oluyoruz!", "Büyük Türkiye'yiz!", "Ekonomi büyüyor!" yalanlarıyla halktan fedakârlık isteyen AKP iktidarının, ucuz ve güvencesiz işçi çalıştırarak ve büyük işsiz kitleler yaratarak ortaya çıkardığı "büyüme bilançoları"nın yoksul halk için hiçbir anlamı yok. "Beraber yürüdük biz bu yollarda" teraneleriyle avutulan İslamcı kitlelerin en alt katmanları, neoliberal piyasalarda yolun ikiye ayrıldığını; lüks ciplere tahsis edilen tarafın aşırı harcamalarının toplu ulaşım zamlarıyla karşılandığını bugün daha net görebiliyor. Çürüyen "burjuva demokrasisi”ne şırınga edilen İslamcı liberal enerji, demokratik açılım bir yana, sömürge tipi faşizmin iktidarını yeniden yapılandırarak halkın bütünüyle bastırıldığı ve yönetim düzeneklerinden dışlandığı giderek derinleşen bir rejim krizine yol açıyor… Bu koşullarda, yıllarca devlet baskısı, sadaka fonları ve eriyen işbirlikçi-uzlaşmacı sendikal bürokrasiyle denetim altında tutulan işçi sınıfı, güvencesiz çalıştırmadan doğan militan enerjisiyle bütün kuşatmaları ve yasakları kırıyor. Yoksul halkın hak mücadeleleriyle, ezilen Kürt halkının özgürlük talepleriyle ve sol hareketin devrimci çizgisiyle buluşarak, emeğin davasının "üç kuruşun davası" olmadığını gösteriyor. Neoliberal kapitalizme karşı direnen yeni ilerici toplumsal hareketlerin bağrında gelişen bu yeni devrimci öznenin bayrağında 21.yüzyıl sosyalizminin talepleri yazılı. Uzlaşmacı ücret sendikacılığına ve sosyal dayanışma adına halka dayatılan sadakacılığa karşı ciddi bir direnç oluşturan bu talepler, gücünü neoliberal yeni sömürgecilik politikalarına karşı meşru, fiili, militan enerjisinden ve sosyalizmin toplumsal mülkiyet ilkesinden alıyor. Yeni ilerici toplumsal hareketler, gerici kapitalist kuşatmayı yararak ve "reel sosyalizme ilişkin bütün önyargıları" kırarak 21.yüzyıl sosyalizmine yol alıyor. İçinde geliştiği kitlenin niteliği, yeni sosyalizm anlayışına özgün renkler katıyor. Burjuva demokrasisinin ve sendikal bürokrasinin iflas ettiği koşullarda, doğrudan demokrasi ilkesiyle işçi sınıfının "aşağıdan" devrimci özgürleştirici enerjisini ve katılımcılığını ortaya çıkaran güvencesiz işçi hareketlerinin karar alma süreçleri devrimci-sosyalist bir demokrasi anlaşıyışının fidelerini büyütüyor. Kırsal üreticiköylü hareketleri, aynı zamanda doğayla barışık çevre hareketleri olarak gelişiyor. İşçi hareketlerinde ve yoksul halk hareketlerinde öne çıkan kadınlar ve Kürtler cinsel, ulusal, dilsel ayrımcılığa ve şovenizme karşı, sosyalizme, eşitlikçi ve çoğul değerler kazandırıyor…
S
Sendika.TV muhabirleri fiiflli-Taksim yürüyüfl kolundan röportajlarla canl› yayndayd›
Sendika.TV kameras› 1 May›s’ta sabah 7.00’den itibaren Taksim’den canl› yay›ndayd›
Emeği gören kamera “Sokağı ve Emeği Gören Kamera” sloganıyla yayın hayatına başlayan Sendika.TV, ilk gününde Taksim Meydanı’ndan ve ŞişliTaksim yürüyüş kolundan yapılan canlı yayınlarla 1 Mayıs coşkusunu ekranlara taşıdı. 1 Mayıs 2010’a kadar emek videolarıyla görüntülü emek ve hak mücadelesi haberlerini paylaşıma sunduğu uzun bir test yayını geçmişi olan Sendika.TV, Kapital’in 150. yılı sempozyumu ve Tekel direnişinden yaptığı canlı yayınlarla büyük ilgi toplamıştı. Bu uzun ve deneyimlerle dolu test yayını sürecinin ardından yenilenen arayüzü ve periyodik programların da yer aldığı bir yayın akışı ile yayın hayatına başladığını ilan eden Sendika.TV, açılış günü ve yayını için 2010 1 Mayıs’ını belirledi. ÖYLE B‹R TAKS‹M GÖRDÜK Alandan ve kortejlerden üç kamera ile yapılan çekimler internet bağlantısı ile Sendika.TV ve Sendika.Org ekranlarına yansıdı. Emekçiler, öğrenciler, aydınlar, sanatçılar yürürken Sendika.TV mikrofonuna konuştu. Timur Selçuk’un ve Ruhi Su Dostlar Korosu’nun yüz binlerce emekçi ile birlikte 1 Mayıs Marşı’nı seslendirişi, alanda dalgalanan renk renk bayraklar, yüzbinlerce sıkılı yumruk an an emeğin ekranına taşındı. Sendika.TV yayınını yalnızca binlerce kişi seyretti, çünkü potansiyel izleyici yüz binlerce emekçi ekranın değil kameranın önündeydi. Bu nedenle 1 Mayıs görüntüleri daha sonra yeniden izlenebilmek üzere Sendika.TV arşivine kaydedildi. Önemli miting ve toplantılardan canlı yayınların ve emek ve hak
Test yay›nlar› sürerken Tekel direniflini canl› yay›nlayarak bir ilke imza atan Sendika.TV, 1 May›s’ta Taksim’den ve yürüyüfl kollar›ndan yap›lan canl› yay›nla yay›n hayat›na bafllad›
mücadelelerinin görüntülü haberlerinin yanı sıra Sendika.TV’nin yayın akışında periyodik programlar da yer alacak. Dünyadan mücadeleler, engellilerin hak mücadelesi, ekonomi-politik, emek mücadelesi tarihi gibi bir dizi alanda haftalık programlar, işçi film ve videoları ekrana taşınıyor. İzleyici Sendika.TV’nin belirlediği akışın yanı sıra kendi önceliklerine göre yayın akışını ve ara yüzü de değiştirebiliyor. Eleştiri ve katkılarıyla "Sokağı ve Emeği Gören Kamera"ya omuz verebiliyor. 1 Mayıs gösterilerinin ardından İşçi Filmleri Festivali’nden
yayınlarla izleyiciyle buluşacak olan Sendika.TV, 3-4 Mayıs’ta Ankara’da düzenlenecek olan Laborcomm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı’nı da canlı yayınlayacak. SEND‹KA.TV NEY‹ AMAÇLIYOR Sendika.TV, emekçilerin ve toplumun tüm ezilen katmanlarının, tüm mağduriyet gruplarının, “medyatik” olmayanların yani ana akım medyada kendine yer bulamayanların gözcüsü ve sözcüsü olacak bir alternatif iletişim kanalı olmayı amaçlıyor.
Sendika.TV, izleyiciyi edilgenleştiren basit bir propaganda aracı olarak değil, kimi zaman Ankara’da direnişteki bir işçinin Bitlis’teki çocuklarına selam gönderdiği, kimi zaman İstanbul’daki bir Marksizm dersinin Ağrı’dan seyredildiği, kimi zaman Cochabamba’daki bir konferanstan Mamak’a mesajların gönderildiği bir ulak olmayı amaçlıyor. Sendika.TV, halkı kendi hayatına seyirci kalmamaya, egemen/anaakım medyanın hakimiyetine ve kurallarına meydan okuyarak iletişim hakkına sahip çıkmaya çağırıyor.
Sendika.TV, herkesin kamera kullanabileceği, kurgu yapabileceği ve gördüğünü haberleştirebileceği gerçeğini hatırlatıyor. Sendika.TV, egemen medyayı taklit etmeden, onunla yarışmadan, kendi yayın politikasını, dilini; halkın mücadelelerinin, hayatının, yok sayılan gerçekliğinin içinde oluşturmayı amaçlıyor. Sendika.TV, mikrofonunu ezilenlere uzatıyor, kamerasını ezilenlere ve ezilenlerin mücadelesine omuz verenlere çeviriyor. DÜNYANIN BÜTÜN ‹fiÇ‹LER‹ B‹RLEfiEB‹LS‹N D‹YE… Sendika.Org yayın hayatına başlarken neyi hedeflediğini şu sözlerle anlatmıştı: “Ülkemizde emekçilerin güncel ve tarihsel sorunlarının çözümüne, sendikaların kendilerini yenilemeleri ve demokratikleştirmelerine, birleşik bir sendikal hareketin yaratılmasına ve nihai olarak uluslararası emek hareketinin bir parçası olan yeni bir emek hareketinin inşasına katkı sunmak, bu amaçla elektronik ortamda temel bir referans, bilgibelge kaynağı ve bu sürece katkı vermek isteyen bütün aktivistler için bir tartışma platformu olmak. Teknolojinin olanaklarını dünyanın bütün işçilerinin birleşmesi için seferber etmek…” Şimdi halkın ve emekçinin medyasını oluşturma yolundaki bu çabalara Sendika.TV’yle yepyeni bir soluk gelmiş oldu. Yarı amatör bir ruh, özgücüne inanç, akçesiz üretim ve gönüllü emeğin paha biçilmezliğini öne çıkaran Sendika.TV "Sokağı ve Emeği Gören Kamera" sloganıyla sizi hem ekranın hem kameranın önüne, ama aynı zamanda yaşadıklarınıza seyirci kalmamak için kameranın arkasına da çeviriyor.
Marketlerin kanunu çalışmanın kanunsuzu Tez Koop-‹fl, kamuoyunda ‘Al›flverifl merkezlerinin hafta sonlar› kapat›lmas›’ tart›flmalar› olarak yer bulan ‘market yasas›n›’, a¤›r flartlarda çal›flan market çal›flanlar›n›n güvencesizli¤ini yasallaflt›rma ad›m› olarak de¤erlendiriyor beyazyakakosesi@gmail.com
Beyaz Mavi Yaka Hayat
‘A
lışveriş Merkezleri, Zincir Mağazalar ve Büyük Mağazalar Kanun Tasarısı’ kamuoyunda tartışılıyor. Tasarının mayıs ayında meclise gelmesi öngörülüyor. Hafta sonlarında alışveriş merkezlerinin kapatılıp kapatılmamasıyla ilgili tartışmalarla gündeme gelen tasarı, alışveriş merkezi çalışanlarının güvencesiz çalıştırılmasını yasallaştırma niteliği taşıyor. İş adamlarının istihdam sorununa “el attığı” görüşmelerde de gündeme gelen tasarı, ilk olarak Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından 30 Ocak’ta, bir alışveriş merkezi açılışında dillendirilmişti. Erdoğan’ın 30 Ocak’ta 212 Power Outlet’in açılışında, “Bakkal dükkanı olayı bitti. Ne yapacaklar? Belki marketler, belki süpermarketler halinde bunu aşmanın gayreti içinde olacaklar.” demesine bakkallar tepki göstermişti. Alışveriş merkezi çalışanlarının örgütlendiği sendikalardan Türkİş’e bağlı Tez Koop-İş Sendikası Genel Başkanı Gürsel Doğru, haftasonu alışveriş merkezlerinin kapatılıp kapatılmamasına ilişkin
tartışamaların tasarıda yer alan ve çalışanların durumunu ilgilendiren maddeleri gölgelediğini belirtiyor. Doğru, tasarının sendikaların görüş ve önerileri dikkate alınmadan ve insan faktörü düşünülmeden hazırlandığını söylüyor. Tasarı, işçilerin temsilini hiçe sayıyor. Tasarıda adı geçen “Değerlendirme Komisyonu”, çalışma saatleri gibi birçok düzenlemenin belirlenmesinde yetkili olarak tanımlanıyor. Tasarıda yer alan “Çalışma Saatleri” başlıklı 7. maddede iş günleri, haftasonu tatili, resmi tatil ve bayram günlerinde mağazaların açılış- kapanış saatlerinin Belediye Encümeni ya da İl Encümeni tarafından belirleneceği yazıyor. Gürsel Doğru, bu maddenin anayasanın özgür sözleşme yapma ilkesi başta olmak üzere ILO hükümlerine ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu, uygun düzenlemelerin toplu sözleşmelerle yapılması gerektiğini söyledi. “Dış görünüşü oldukça modern ve hijyen görünen market ve alışveriş merkezlerinin arkasında çok büyük sorunlar ve hak gaspla-
rı var.” diyen Gürsel Doğru, organize perakende sektöründe çalışma koşullarının son derece yoğun, stresli, yıpratıcı olduğunu ve çalışma saatlerinin uzun olduğunu söyledi. Sektörün yüzde 95’inin örgütsüz olduğunu belirten Doğru, kayıt dışı çalıştırmanın arttığını, çalışanların sigorta primlerinin yatırılmaması
ya da eksik yatırılmasının yaygın bir uygulama olduğunu söyledi. Doğru, son olarak sektörde sendikalı, güvenceli, insanca çalışma koşullarının uygulandığı bir düzenlemenin hayata geçmesi gerektiğini vurguladı. Tez Koop-İş sendikasına ulaşan sorunlara göre hafta tatilinin market çalışanlarına
cumartesi ve pazar dışındaki günlerde verilmesi, çalışanların sosyal ve ailesel ilişkilerini zayıflatıyor. Marketlerde çalışanlar, genellikle kentin yosul mahallelerinde oturuyor ve işveren ulaşım bedelini karşılamadığı için gece geç saatlerde evine dönen kadın çalışanlar saldırı, taciz, gasp gibi kötü durumlarla karşılaşıyor.
3
GÜNDEM 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Çanta değil özgürlük 2
3 Nisan’da TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’le görüşmek üzere meclise gelmek isteyen çocuklar yolda gözaltına alındı. Adana’dan yola çıkan çocuklar henüz Pozantı’dayken gözaltına alındı ve yaklaşık 12 saat gözaltında tutuldu. Erdoğan’ın sembolik olarak yerine geçen çocuğa ‘ister asarsın ister kesersin’ dediği saatlerde meclis önüne gelebilen çocuklar “Tutsak Kürt çocuklarına özgürlük” yazılı pankart açtılar. Üzerinde “Savaşa değil eğitime bütçe” ve “Koş Ali polis” yazan balonları gökyüzüne bıraktılar. TBMM Başkanı Şahin’in ‘hediye’ olarak gönderdiği çantaları ise yere attılar. Kürt çocukları çantaların içindeki boyamalara bakarken “Bunları hapiste mi boyayacağız?” dediler. Onlarca yılla yargılanan çocuklar, AKP’nin ikiyüzlü politikasını “Biz çanta değil özgürlük istiyoruz” diyerek teşhir ettiler. Türkiye 23 Nisan’a 276 çocuğun Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle tutuklu bulunduğu bir ortamda girdi. AKP, MHP ve CHP için çocukların sorunları birinci derecede önemli bir konu değil. AKP, bütün demokrasi sorunlarında olduğu gibi bu konuda da samimi davranmıyor, meclise gelen Kürt çocuklar önce gözaltına alınıyor, sonra çantayla kandırılmaya çalışılıyor. 2006 yılında 296 çocuğa dava açılırken 10’u mahkûm oldu.
2
3 Nisan’da, hapishanelerdeki çocukların serbest bırakılmasını isteyen Kürt çocuklar TBMM önünde eylem yaptı. TBMM Başkanı İbrahim Şahin’in çocuklara çanta verdi ancak çocuklar bu numarayı yutmadı
‹brahim fiahin çantalar›n› reddeden Kürt çocuklar, güvenlikçilere çanta toplatt› 2007’de 438 çocuk hakkında dava açıldı, 110’u mahkûm oldu. 2008 yılında ise 571 çocuk hakkında dava açıldı, 118 çocuk ceza aldı. AKP, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararı ve Terörle Mücadele Kanunu’nun 220/6 maddesi nedeniyle mağdur olan çocuk-
lar için herhangi bir somut öneride bulunmadı. Sorun bir yasa ile hemen çözülebilecekken AKP’nin gündemi anayasa değişikliği ile meşguldü. AKP milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Zafer Üskül, Adalet Komisyonu’nda bir tasarı
görüşüldüğünü belirtti. Söz konusu tasarı daha önce de görüşülmüş ancak AKP tarafından geri çekilmişti. MHP Başkanı Devlet Bahçeli, 23 Nisan vesilesiyle göstermelik bir girişimle çocuklar için af istedi. MHP, çocukların çocuk
mahkemelerinde yargılanması konusunda hiçbir olumlu görüşe sahip değilken yapılan af önerisi ilerleyen yıllar açısından hiçbir şeyi değiştirmeyecek. MHP, en başından beri çocukların mağduriyetiyle ilgili her türlü öneriye karşı çıkmıştı.
Anayasaya konut hakkı bakışı A
nayasa değişikliği tartışmalarına Dikmen Vadisi ve Mamak barınma hakkı büroları da katıldı. TBMM önünde 28 Nisan’da bir eylem yapan barınma hakkı büroları, anayasanın konut hakkını düzenleyen 57. maddesinin değiştirilmesini istedi. Basın açıklamasını okuyan Mamak temsilcisi Candaş Türkyılmaz AKP’nin anayasa değişikliği konusunda bir yandan ‘sivil anayasa yapıyoruz’ derken diğer bir yandan da insanca yaşam için mücadele eden halk kesimlerine baskı ve şiddet uyguladığını söyledi. Türkyılmaz şöyle konuştu: "Güvencesiz çalışmaya karşı direnen Tekel işçileri, AKP depremi yaşayan İzmit Arızlılı depremzedeler, siyanürle topraklarının zehirlenmesine karşı çıkan Ulukışla köylüleri, eğitim hakkı için sokağa çıkan liseliler, insanca bir yaşam için sesini çıkartan bütün halk kesimleri baskı ve şiddete maruz kalıyor. Ankara’da ulaşım zamlarının Danıştay tarafından iptal edilmesinden sonra, Başbakanın 'belediyeleri Danıştay yönetsin o zaman' sözleri, mevcut yargı ve anayasa kavgasının en temel nedenini göstermektedir." Basın açıklamasının ardından barınma hakkı büroları TBMM’ye konut hakkını düzenleyen anayasanın 57. maddesiyle ilgili değişiklik önerilerini sundu. Barınma hakkı bürolarının değişiklik önerisi şöyle: "Şu an mevcut olan anayasanın konut hakkını düzenleyen 57. maddesi -Barınma hakkı temel bir insan hakkıdır ve tüm yurttaşların barınma hakkı vardır. Devlet yurttaşların barınma hakkını güvence altına almakla yükümlüdür.şeklinde değiştirilmelidir."
Sınıftan kaçış
Sorumlular dışarda, protestocu gözaltında Çocuklara tecavüz ediliyor, sorumlular ortaya çıkarılmıyor ancak ‘sorumlular bulunsun’ diyen üniversiteliler gözaltına alınıyor, sorgulanıyor
S
iirt Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri, kentteki tecavüz ve cinsel istismmar olayları hakkında bir basın açıklaması yaptı. Devletin sorumluları gizlemesini protesto eden 200 öğrenci, sorumluların yargılanmasını istedi ve Siirt Valisi Necati Şentürk’ü istifaya çağırdı. Basın açıklamasını okuyan Barış Ataman isimli öğrenci okul çıkışında sivil polisler tarafından gözaltına alınıp sorgulandı. Siirt Öğrenci Kolektifleri, 28 Nisan günü Meslek Yüksek Okulu önünde bir basın açıklaması yaparak devletin kentteki tecavüz olayının üstünü örtmesini kınadı. “Kadınlardan ve çocuklardan elinizi çekin” yazılı pankart açan öğrenciler “Güvenşi bir gelecek istiyoruz”,
“Sorumlular derhal yargılansın”, “Kız kardeşimize dokundurtmayacağız”, “Cemaat yapıyor devlet koruyor” yazılı dövizler taşıdı. Açıklamada Siirt Valisi’nin "Bölücülük ve eylem yapmasınlar, fuhuş yapsınlar" sözlerini kınayan öğrenciler valiyi istifaya çağırdı. Siirt’te yaşanan tecavüzlerin ortaya çıkmasının ardından savcılık tarafından gizlilik kararı alınmasını da eleştiren üniversiteliler “Polisler, cemaat şeyhi, asker, AKP milletvekilinin yeğeni ve daha birçok kişi bu insanlık dışı eyleme katıldığı için mi gizlilik kararı alındı?” diye sordu. Olayı açığa çıkaran öğretmene teşekkür eden öğrenciler zanlılar cezalandırılana kadar olayın peşini bırakmaya-
F
caklarını söylediler. EYLEM SONRASI GÖZALTI Eylemin ardından, basın açıklamasını okuyan Barış Ataman iki sivil polis tarafından üniversite çıkışında zorla polis aracına bindirilerek gözaltına alındı. Kendisine “çocuklara tecavüz eden kişilerin isimlerini açıkladığı” için gözaltına alındığı söylenen Ataman'a karakolda Öğrenci Kolektifleri hakkında sorular soruldu. Ataman'ın gözaltına alınmasını protesto eden arkadaşları ise “Dışarıda suçlular ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar, bu olayları protesto edenler ise karakollara götürülüyor.” sözleriyle tepkilerini dile getirdiler. Siirt’te dördü kardeş, 7
ilköğretim okulu öğrencisi kıza 14-70 yaş arası onlarca erkek tecavüz etti. 10 Nisan’da Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla, kızların ifadelerinde adı
geçen erkeklerden 100’ü sorgulandı, 17’si tutuklandı, 25’i gözaltında. O günden beri bu olayla ilgili tek satırlık bilgi şehirden dışarı sızmadı.
otoğrafta can havliyle çalıların üstünden atlamaya çalışan adam Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu. Taksim’deki 1 Mayıs miting kürsüsünün tam arkasında... Kürsüye konuşmak için çıkmıştı ama konuşamadan inmek zorunda kaldı. Başkanı olduğu konfederasyona üye Tekel işçilerinden kaçıyor. Çünkü Tekel işçilerini direnişlerinde yalnız bıraktı ve polis saldırısı karşısında Türk-İş binasına girmek isteyen işçilere kapıları kapadı. Tekel direnişi boyunca işçilerin değil AKP’nin temsilcisi gibi davrandı. Yıllardır 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması için sarfedilen çabaların karşısında oldu. Ya Kadıköy’de ayrı miting örgütledi, ya birlikteymiş gibi davranıp son gün eylemden çekilme çağrısı yaptı. İşçiler işten çıkarmalarla, güvencesizlikle, ücret kesintileriyle cebelleşirken Kumlu “Al ver ekonomiye can ver” gibi sermaye kampanyalarında boy gösterdi. Çünkü o patronlara karşı mücadelenin değil uzlaşmanın “sendikacılığını” yaptı. Çünkü sınıf bunları unutmadı. Tekel direnişinde işçilerin tepkisi üzerine Türk-İş binasından korumalar eşliğinde kaçan Kumlu, 1 Mayıs’ta da Tekel işçileri ve güvencesiz işçiler kürsüyü işgal ettiklerinde kürsüden kaçmak zorunda kaldı.
Yola devam... e 1 Mayıs Taksim’de kutlandı; binlerle, on binlerle, yüz binlerle. Ülkenin her yerinde emekçiler ve emekten yana olanlar meydanlardaydı. Sadece bayramlarını kutlamadılar, sadece kaybettiklerini anmadılar. İşçi sınıfı ve onun ideolojisi alanlara taşındı. Siyasal, ekonomik talepleri taşındı. Toplumsal muhalefetin bileşenlerinin varlığı ve siyasal tercihleri de alanlardaydı. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün aynı zamanda tarihsel, mekânsal ve siyasal anlamıyla da bir bütün olduğu yeniden gösterildi. Her 1 Mayıs önemlidir, her 1 Mayıs özeldir. Her 1 Mayıs yeni bir tarih yaratır, tarihi yeniden canlandırır. 1 Mayıslar işçi sınıfının tarihe yayılmış mücadelesinin yeniden hatırlandığı ve hatırlatıldığı özel günlerdir. Söz konusu olan, sömürü ve zulüm karşısında emeğin ve özgürlüğün mücadelesinin tarihidir. Bu tarih bilincini, ne patronların baş temsilcisi TÜSİAD’ın kutlama mesajları ne de yıllardır emekçilere şiddet uygulatan AKP’nin ve Vali Güler’in yeni maskeleri unutturamaz, değiştiremez. Her 1 Mayıs’ta işçi sınıfının ideolojisi, sosyalizm yeniden ete kemiğe bürünür. 1 Mayısların tarihi sadece 77
V
katliamını hatırlatmaz bizlere. Anılarımızda 1886’da katledilen, idam edilen Şikago’lu işçilerden Mehmet Akif Dalcı’ya kadar kaybettiğimiz yüzlercesi vardır. Ancak onlar geçmişte bıraktıklarımız değil, bugün birlikte yürüdüklerimiz ve yarın da birlikte yürüyeceklerimiz arasındadır. Ve her 1 Mayıs, bu katliamlarının hesabının kapanmayacağının, geleceğe taşınacağının kanıtıdır. Her alan önemlidir; ama Taksim ayrıca önemlidir. Egemenlik kurmak için yasaklamayı, yasaklamak için katliam yapmayı amaç edinmiş zihniyeti yenilgiye uğratmak için önemlidir. Taksim, egemenlerin katliam suçunu işledikleri ve onlarca yıl işçi sınıfı mücadelesine barikat kurdukları yerdir. Ancak yeniden kanıtlandığı üzere, egemenler bu mücadelenin başarısını sadece geciktirilebilir. 1 Mayıs elbette siyasal mücadelenin bir parçasıdır. Egemenler ya da sınıfın bazı bileşenleri istedikleri kadar sınıfın mücadelesini engellemeye ve “sulandırmaya” çalışsınlar, sömürü ile emek arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi gideremezler. 1 Mayıs, işçi sınıfının siyasal varlığının ve siyasal çizgisinin en net gösterildiği gündür.Yığınsal bir güç değil, politik bir güç olduğunu göstermesi açısından değerlidir. Bugüne ve geleceğe dair
somut siyasal ve ekonomik taleplerle doludur. Bu yılki 1 Mayıs’ın iki kritik farkı mevcut. Kuşkusuz en önemlisi 33 yıl aradan sonra Taksim’in açılmış değil, açtırılmış olmasıdır. Taksim artık ve yeniden 1 Mayıs alanıdır. İstanbul’un en önemli meydanı işçi sınıfı mücadelesinin simgelerinden olmaya daha güçlü bir şekilde devam edecek ve katliamın sorumlularından hesap sorma cüretini de büyütecek. Diğer yandan 1 Mayıs 2010’un Taksim’de “olaysız” yaşanması, gerçek provokatörlerin kimler olduğunu da bir kez daha kanıtlamıştır. AKP hükümetinin ve Vali Güler’in daha önceki 1 Mayıslarda “provokatörler olay çıkaracak, biz o yüzden müdahale ediyoruz” yalanının yerine yeni yalanlar bulmaları gerekecek. Ancak yeniden hatırlatmakta yarar var; halka karşı işledikleri suçlar hiçbir zaman unutulmayacak. Hesabı ödemeyi sadece geciktirebilirler. İkinci kritik fark ise altı konfederasyonun bu 1 Mayıs’a ortak katılımı idi. Türkiye’de uzun yıllar Türk-İş ve Hak-İş gibi sendikalar 1 Mayıs’ı sosyalizmin yaygınlaşmasının bir aracı olarak gördü. Hatta kendi üyelerini korkutmak için bunu doğrudan söylediler. Sosyalizmden korkmalarının nedeni bağımsız sınıf sendikacılığı yapmamaları ve ser-
mayenin doğrudan/dolaylı etkisinde olmalarıdır. Yıllardır gerici ve faşist sendikacılar patronlara karşı işçi taleplerinin sözcüsü olmak yerine, patronlar adına işçi sınıfının mücadelesini bastırmak için yırtındılar. Ancak özellikle son birkaç yıldır taktik değiştirmiş durumdalar. Sınıfın ortak mücadelesinin içinde olmaya özen gösterir oldular. Bu durumu, sosyalizmin özdeşleştirildiği Sovyetler Birliği’nin dağılmasına ya da "aşağıdan" gelen baskılara artık tahammül edememelerine bağlamak eksik olacaktır. Söz konusu olan bir taktik değişikliğidir. Benzer bir biçimi AKP’nin 1 Mayıs’a yaklaşımında da görmek mümkün. 1 Mayıs’ı “emek ve dayanışma bayramı” ilan eden, CHP’nin “77 katliamını soruşturma önergesini” geri çevirip içine Sivas katliamını da katarak yeni önerge veren AKP, kendini demokrasi havarisi ilan etti. AKP, demokratlığına üç-beş tane liberalden başka kimi inandırabilir? Kendi kitlesi buna gerçekten inansa AKP’ye oy vermez. Doğrudan demokrasiye inanan ve uygulayan, demokratik hakları gerçekleştiren, kadın-erkek eşitliğini hayatın tüm alanlarında sağlayan, kul olmayı değil özgür iradeyi savunan bir AKP, gerici-tarikatçı tabanından nasıl oy alabilir? Temsilcisi AKP
olmak üzere, gerici ve faşist sendikacılar sınıfa karşı mücadelede “akıllarınca” yeni bir taktik geliştiriyorlar: Mücadelenin sözde en önünde gitmeye çalışarak, sınıf mücadelesini kontrol altında tutmak, farklı kanallara ve örgütlenme biçimlerine dönüşmesini engellemek. Buna bu dönem niye bu kadar ihtiyaçları var? Çünkü emekçilere tarihin en büyük saldırılarından birini gerçekleştiriyorlar ve bu saldırıyı daha büyütmek ve genişletmek amacındalar. Mülksüzleştirme, işsizleştirme ve güvencesizleştirme siyasetinin yıkıcılığı her geçen gün daha büyüyecek. Ancak bu böyle gitmez. Toplumsal muhalefet ve emek hareketi artık daha rahat. Taksim barikatının aşılması sadece manevi bir kazanım olmayacak ve tek bir alanla sınırlı kalmayacak. Sırada diğer yasaklı alanların açtırılması var. Kendi gücünün bir kez daha farkına varan işçi sınıfı yeni dönemde hedeflerini büyütecektir. Tekel işçilerinin başarılı direnişinin, sağlık emekçilerinin kazanımlarının üzerine eklenen Taksim zaferi yenileriyle ilerleyecektir. 1 Mayıs’ın “gelecek yıllarda daha coşkulu geçmesini dileyen” Vali Güler’i de "memnun edecektir", merak etmesin. “Emek hareketinin
birlik ve beraberliğini çok önemseyen”(!) Mustafa Kumlu’ya ise bu birlik ve beraberliğe ulaşmanın tek yolunun işçi sınıfının ideolojisinden, bağımsızlıktan, sarı-sendikacılığın tasfiyesinden geçtiğini de mutlaka kanıtlayacaktır. Yeni dönemin kuşkusuz en önemli hedefi güvencesizliğin ortadan kaldırılmasıdır. 26 Mayıs’ın içeriğini de bu hedef belirleyecek. Ancak unutulmamalı ki “hak mücadelesi”yle bütünleşmeyen tekil talepler eksiktir, sınırlıdır. Devrimcilere şimdi çok daha kapsamlı görevler düşüyor. Bu yıl mayıs ayının tamamı yoğun ve yorucu geçecek. Anayasa tartışmaları da yeni bir siyasi krizin büyüyeceğinin göstergesi. İkinci tur oylamanın sonuçlarının belirsizliği AKP’ye panik yaptırıyor. İstediği sonucu alsa bile sırada referandum ve Anayasa Mahkemesi’nin kararı var. Bunlarda sorun yaşamasa bile ciddi bir rejim içi kapışma artarak büyüyecek. Üstelik toplumsal muhalefet devrede bile değil henüz. Göstermelik birkaç adımla yetineceğe de hiç benzemiyor. Kumlu’nun hesabının boşa çıkması, işçiler tarafından kürsüden yaka-paça indirilmesi diğerleri açısından da ders olacaktır. O kürsülerde zaten tedirgindiler artık hiç rahat olmayacaklar. Taksim hakkımızdı, aldık. Yola devam…
4
GÜNDEM 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Sa¤lama KP’nin “Anayasa Reformu” kılıfındaki yargı operasyonu gündeme gelir gelmez, daha ortada Anayasa Komisyonu’ndan geçmiş bir tasarı dahi yokken “Sendika.Org” Aktüel Gündem yazısında “Hayır!”ı basıverdi. Tüh!.. Liberal solcularımızın eline kozu vermiş olduk… “Yeminli AKP düşmanları” olarak “Ergenekoncular”la aynı safa düşü düşüvermişiz… Efendim, aslında AKP’nin Anayasa taslağında bir kısım “iyi” unsurlar var imiş… Bunları ayırıp, yanlışlara karşı çıkmak varken “istemezükçülük” yaparak, darbecilerle, faşistlerle aynı safa düşüyormuşuz. Neymiş efendim bu “iyi unsurlar”; Parti kapatma güçleştiriliyor-muş; kamu çalışanına “toplu sözleşme hakkı” getiriliyor-muş; Geçici 15 kaldırılıp darbecilerin yargılanmasının ve 12 Eylül yasalarının Anayasa’ya aykırılığı iddiasının ileri sürülmesinin yolu açılıyormuş; Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı veriliyFerda or-muş; Yurtdışına çıkma yasağı mahkeme kararına Koç bağlanıyor-muş; … ferdakoc@ (“Ombudsmanlık” ve hotmail.com “Ekonomik Sosyal Konsey” müesseselerinin bu “iyiler” listesinde ne aradığını sormayalım bu seferlik) Bunlar verilse fena mı olur-muş!... AKP’nin yargıyı işgal planının yüzü suyu hürmetine verdiği “demokrasi rüşveti”ni cebe atsak da, sıra rüşvetin karşılığını vermeye gelince çamura yatsak olmaz mıymış! Düzen içi “muhalefet”in “zayıflaması” yalnızca fizik güç kaybıyla olmuyor, fizik güç kayboldukça düzen içi muhalefet akli melekelerini de yitiriyor. İktidarı “kendi içinde çelişkiye sürükleyip” çelmeleme hesapları yapıyor. Oysa ortada “rüşvet” filan yok. AKP, orduyla, üniversiteyle kol kola girerek, yargıyı kuşatarak, “sivil toplum”u fethederek iktidar konumunu güçlendirdikçe “taviz”in kenarından bile geçmiyor. “Memura toplu sözleşme hakkı”nı alın örneğin. Grev hakkı olmadan, “kararı kesin” “uzlaştırma kurulu”yla bağıtlanacak toplu sözleşmeler ile toplu görüşme arasında ne fark olacağını anlayan beri gelsin! Ya da hepimizin duygu telini titreten “Geçici 15’in kaldırılması”na bir bakalım. Anayasa’nın 90. maddesi zaten Geçici 15’in “12 Eylül yasalarını Anayasal denetim dışına çıkaran” hükmünü geçersiz hale getiriyordu. Getiriyor da ne oluyor peki! Hiç! Emekçilerle ilgili hangi çarpık yasa, “usulüne göre imzalanmış uluslararası sözleşmeler”e atfen devreden çıkarılabildi şimdiye kadar? İşledikleri bütün suçlar “zaman aşımı”na uğramış 12 Eylül haydutlarına bu değişiklikle de “dokunulamayacağı”nı söylemeye gerek yok! Ya da “parti kapatmayı güçleştiren” değişiklik önerisine bakalım. Evet “parti kapatmayı güçleştiriyor” öneri ama, çoğunluk partisinin kapatılmasını güçleştiriyor sadece, yani AKP’nin kapatılmasını güçleştiriyor! Bu sırtlanların seleflerinin HADEP’lilerin tutuklanmasında iki ellerini kaldırarak evet oyu verdiklerini ne çabuk unuttunuz! Bunların “çoğunluğu” ile Yargıtay başsavcısının “demokratlığı” arasında bir fark olabileceğini nasıl düşünebilirsiniz? Bunlar mı AKP’nin olumlu Anayasa değişiklikleri? Bunlar yalnızca “sis bombaları”. AKP, yargı operasyonunu “şekerlemeye” sarmıyor; sadece temel amacına ulaşmak için “sis bombaları” kullanıyor. Böyle bir durumda “CHP ile MHP de ‘hayır’ diyor-muş, kendimizi onlardan nasıl ayırt edecekmişiz” gibi “incelikler”e kafa yormak, “sisler içinde kaybolmak”tan başka bir işe yaramaz. Sendika.Org’un daha taslak Anayasa Komisyonu’ndan çıkmadan, “içgüdüsel” bir tutumla “Hayır!”ı bastırıvermesi, geçtiğimiz 7 yılda bu “üç kağıtçılar”ın ruhunu kavrayan bir muhalefet pratiğini yaşamış olmaktan kaynaklanmış olmalıdır. Ve “tam isabet” kaydeden bu “erken reaksiyon” 7 yıllık muhalefet pratiğimizin güzel bir “sağlaması” olmuştur.
A
78’liler katlimın tanıklarını arıyor
İ
nciraltı Katliamı, tanıkların bulunmasıyla birlikte tekrar yargıya taşınıyor. İzmir 78’liler Dayanışma ve Araştırma Derneği ile Devrimci 78’liler Federasyonu’nun girişimiyle 22 Nisan günü başlatılan süreç bir döneme ışık tutacak. Katliama tanık olmuş herkese ulaşmayı hedefleyen 78’liler, tanıkların ifadeleriyle hazırlayacakları dosyayı 18 Eylül’de İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na verecek. Devrimci 78’liler Federasyonu, tanıklıkları belgesel haline getirip katliamın toplumsal bellekte yer edinmesini de amaçlıyor. “İnciraltı’da öğrencilere ait yurt bloklarının çevresini jandarmalar sardı, yurt kapısının önüne kadar girip sirenlerini açık tutup, yurt bahçesinde şarkı söyleyip halay çeken 1000’in üzerinde öğrenciyi kuşattılar. Saat 21.00 sıralarında araçlarından inen askerler jandarma çavuşunun emriyle öğrencileri 3 dakika boyunca ateş altında tuttular ve o gece İnciraltı’nda 5 öğrenci yaşamını yitirdi onlarcası yaralandı.” Bu sözler 12 Haziran katliamını yaşayan bir tanığa ait. 12 Haziran 1980’de üniversite sınavlarına girmek için Türkiye’nin çeşitli yelerinden İzmir’e gelen öğrencilerin konakladığı İnciraltı yurtlarında sınav öncesinde moral gecesi düzenlenmişti. Öğrenciler, folklor gösterisi izlediği sırada içeri giren askerler öğrencilerin üzerine ateş açtı. 5 Öğrenci ve bir yurt personelinin 4 yaşındaki çocuğu hayatını kaybederken 32 öğrenci de yaralandı.
‘Velev ki başkan olsam’ Erdoğan, selefi Özal gibi başkanlık sistemini tartışmaya açtı. Böylece kişisel hezeyanlarını, kamplaştırma yoluyla AKP’nin seçim stratejisiyle birleştirmiş oldu
G
ündemin anayasa değişikliği tartışmalarıyla meşgul olduğu günlerde Başbakan Erdoğan’ın “başkanlık sistemine geçebiliriz” sözleri yeni bir rejim tartışması yarattı. Erdoğan, başkanlık sistemini Özal’a atıfta bulunarak dile getirirken cumhurbaşkanını halkın seçmesinin buna bir alıştırma olduğunu söyledi. Bu makamın sembolik değil güçlü bir makam olması durumunda sistemin daha güçlü bir şekilde çalışma imkânı yakalayacağını iddia etti. MHP bu sözleri “içi boş tartışmalarla gündemi değiştirmek” olarak yorumlarken Baykal, AKP’nin önümüzdeki seçimde iktidarı kaybedeceğini ve Erdoğan’ın kendisini Yüce Divan’dan kurtarma peşinde olduğunu iddia etti. Başkanlık sistemi tartışmaları Türkiye için yeni değil. Özal, “Türkiye’ye iki buçuk parti yeter” sözüyle az sayıda partinin yer aldığı bir siyaset arzuluyordu. Cumhurbaşkanlığı döneminde siyasi hayat giderek parçalandı ve egemenlerin politik temsil krizi ortaya çıktı. Özal’ın getirdiği çözüm önerisi başkanlık sistemiydi. Erdoğan’ın yaptığı öneri farklı bir amaca hizmet ediyor. Erdoğan, AKP’nin anayasa değişikliği sürecinde yaşadığı krizleri ve pek muhtemel referandumu AKP lehine çevirme uğraşı içinde.
YÖNTEM‹ GERG‹NL‹K Erdoğan, emekçilerin AKP’yi köşeye sıkıştırdığı her noktada farklı bir tartışmaya sarılıyor.
Başkanlık sistemi nedir?
B
Hatırlanacağı üzere Tekel işçilerinin, özellikle türbanlı kadın işçilerin mücadelesinin Ankara’yı salladığı günlerde Emine Erdoğan’ın türbanla Gata’ya alınmamasını gündeme getirmişti. AKP’nin günümüzde artık iyice teşhir olan halk ve emek düşmanı politikaları Erdoğan’ı bu gündem müdahalesine mecbur kılıyor. AKP, karşısında emek eksenli bir toplumsal muhalefet güçlendikçe onunla kamplaşmayı göze alamıyor. Bunun yerine Ergenekon, ordu, CHP, MHP veya başka bir egemen yapıyla kamplaşma yaratarak başarıya ulaşıyor. Kısa vadede referandum, uzun vadede genel seçimlerde
başarı hedefliyor. Erdoğan’ın liderliği partisinin iktidarı için en önemli güvencelerden. Öyle ki Erdoğan, AKP teşkilatından daha güçlü bir etkiye sahip. AKP’nin sorun yaşadığı her konu bir lider mitosuyla engelleniyor. Bu bakımdan AKP’nin politikası konusunda tereddüt yaşayan seçmenler ve AKP tabanı ve kadroları Erdoğan’da mutabakata varıyor. Erdoğan, bu ‘karizmanın’ varlığından emin olarak başkanlık sistemini tartışmaya açıyor. Bunu kendi kişisel hezeyanlarıyla birleştiriyor. Bir zamanlar cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturamamıştı ancak artık bu güce sahip. Fakat cumhurbaşkanlığını
şimdi olduğu gibi siyaset üstü bir sembolik koltuk olarak değil, gücü ve yetkileri elinde toplayan bir kuvvet olarak hayal ediyor. Öte yandan başkanlık sistemi önerisi tıpkı HSYK veya Anayasa Mahkemesi’nin üye sayılarının değişmesi konularındaki gibi halkın demokrasi ihtiyacına cevap vermiyor. Halkın işsizlik, yoksulluk gibi temel sorunlarıyla ilgili de değil. BDP milletvekili Akın Birdal bu durumu şöyle özetliyor: “Herkes işsizlik ve açlıktan kurtulmuş bir ülke görmek istiyor ama sayın başbakan, cumhurbaşkanı hatta başkan olmak istiyor. Asıl sorun eşitlikçi, demokratik bir toplumdur.”
aşkanlık rejimi, farklı çeşitleri olmakla birlikte asıl örneği olan ABD’de yürütme ve yasamanın sert ayrılığı esasına dayanıyor. Yürütme gücü tamamen parlamentodan farklı bir seçimle göreve gelen devlet başkanının elinde. ABD’de sistemin bir rejim krizine yol açmaması yürütmenin federal yöneticilerle paylaşılması, politikaya yön veren iki büyük parti, çift meclis ve güçlü yargı denetimi ile mümkün oluyor. Türkiye’nin şu anki rejimini andıran Fransa’daki yarı-başkanlık sistemi ise yürütmeyi cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu olarak ikiye ayırmasına rağmen cumhurbaşkanındaki geniş yetkiler sebebiyle yarıbaşkanlık olarak adlandırılıyor. Fransa’da cumhurbaşkanı, Türkiye’deki gibi siyaset üstü sembolik bir makam değil ve devlet iktidarına sahip. Başkanlık sistemlerinin bir istikrar krizi sonucu getirildiği Latin Amerika ülkeleri kuşkusuz Türkiye için daha yakın örnekler. Bu rejimler burjuva demokrasisinin sömürge tipi faşizme uyarlanan biçimleridir.
Anayasay› AKP, avukatl› ›n› medyas› yap›yor Darbe anayasasını bitirme iddiasıyla hazırlanan anayasa değişiklik paketi meclis gündemine geldi. Destek vermeyen herkesin Ergenekonculukla “yaftalandığı” maddeler sadece AKP’ye demokratik
U
zun süredir gündemde olan anayasa değişikliği oturumları başladı. Yüz saatten fazla süren anayasa değişikliklerinin ilk oturumu 29 Nisan günü sona erdi. Bu süre içinde yirmi yedi madde görüşüldü ve tüm maddeler kabul edildi. Görüşmelere CHP’li milletvekilleri dönüşümlü katıldı; ancak oy kullanmadı. BDP’liler sadece parti kapatmalarını meclise bırakan yasanın oylamasına beş vekille katıldı. Askeri yargının görev alanını düzenleyen on altıncı madde, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunu düzenleyen on yedinci
Mustazaf’a Gülen komplosu M erkezi Diyarbakır’da bulunan Mustazaflarla (Ezilmişler) Dayanışma Derneği, Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından “Hizbullah terör örgütünün amacı doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle kapatıldı. Mustazaf Der başkanı M. Hüseyin Yılmaz, kapatma kararı için “emniyet ve yargının komplosu” dedi. Ancak Yılmaz aynı açıklamanın satır aralarına hükümete yönelik eleştiriler de yerleştirdi. Yılmaz, kapatma kararıyla ilgili açıklamasında ilginç bir göndermede bulunarak “Hükümet, batıdaki İslami camiaya yönelik komploları görüyorsa, bize karşı yapılan komploları da görmek zorundadır. Eğer hiçbir şey yapmazlarsa kirli tezgahlara alet olacaklar.” dedi. Bu açıklamadan sonra AKP ve Gülen’e yakınlığı ile bilinen Bugün gazetesinden Adem Yavuz Arslan’ın 23 Nisan günü yazdığı yazı gelince “komplo” iddiaları yeni bir içerik kazandı. Yavuz Arslan “Bunlar film senaryosu değil” başlıklı yazıda “...Büyük bir kaos planı yürürlüğe kondu. Maksat önce
anayasa değişikliğini engellemek, sonrasında da seçime kadar siyasi dengeleri değiştirmek.” dedikten sonra “DHKP/C ve Hizbullah öne çıkan iki örgüt” diye ekledi. Güneydoğu’da ilginç toplantılar ve yürüyüşlerin olduğunu Söyleyen Arslan “Ellerinde Arapça flamalar taşıyan gruplar var. Domuz bağı ile bilinen örgütte hareketlilik yüksek.” diyerek tekrar Hizbullah’ı işaret etti. PKK’ye karşı devletin destekledigi Hizbullah aynı devlet tarafından tasfiye edilince Kürt illerindeki örgütlenmesini, dernekler üzerinden sağlamaya çalıştı. Mustazaf Der de bu derneklerin en güçlüsü ve yaygını. Kürt illerinde İslamcı söylemlerle örgütlenen dernek, Kutlu Doğum Haftası’nda ve “karikatür krizi” döneminde düzenlediği kitlesel mitinglerle adını duyurdu. Kürt illerinde etkili olmaya çalışan Gülen cemaati ve Hizbullah arasındaki gerginlik, 2009’da Hizbullah’ın Gülen’e karşı “Oynanmak istenen oyunu bozmak için elimizden gelen her çabayı göstereceğiz” içerikli bildirisiyle gündeme gelmişti.
madde ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev sürelerini belirleyen on sekizinci madde en çok tartışılan maddeler oldu. Bu maddelerin görüşülmesi sırasında mecliste sert tartışmalar yaşandı. Maddelerin tümü meclisten geçti.İkinci oturum 2 Mayıs’ta başladı. 12 Eylül anayasasını değiştirirken öne çıkan söylem “darbe anayasasından kurtulmak” oldu. Ancak parti kapatmalarının kaldırılmak yerine meclise sevk edilmesi ve seçim barajının korunması, yeni anayasanın ne kadar demokratik olacağını gösterdi.
TUTARSIZLIK MEDYASI Anayasa değişiklik paketi gündeme geldiğinden beri, AKP yanlısı medya diğer partiler ve toplumsal muhalefet üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Özellikle Taraf gazetesi, anayasa değişikliğine karşı olanları “Ergenekonculukla” suçlayıp, demokrasi düşmanı gibi gösteren yazılar yayımladı, değişiklikten yana olanları da demokrat olarak değerlendirdi. Taraf BDP’yi, anayasa paketine karşı diğer partilerle ortak hareket ettiği için “tabanına ihanet etmekle” suçladı. AKP medyasının diğer aktörleri de
Taraf gazetesini yalnız bırakmadı. Zaman gazetesinde Ümit Fırat BDP’nin, DTP’yi kapatan Anayasa Mahkemesi’ni “daha demokratik bir yapıya” kavuşturacak düzenlemeye karşı olmasının tutarsızlık olduğunu iddia etti. Yeni Şafak gazetesi BDP’nin değişikliğe karşı olmasını “statükocu” olmasına bağladı. Bu gazeteler AKP-MHPDTP’nin ortak hareket ettiği türban tartışmaları sırasında bu ittifakı yere göğe sığdıramamıştı. BDP’nin AKP’ye karşı diğer partilerle ittifak yapmasını tutarsızlık olarak yazan gazetelerin bu tutumu ayrı bir tutarsızlık örneği oldu.
Acıyı paylaşmaya ırkçı tepki 24 Nisan’daki ‘Bu acı hepimizin’ eylemi iktidardan muhalefete, herkesin ırkçılığını açığa çıkardı
2
4 Nisan 1915’te yaşanan olaylarla ilgili “Bu acı hepimizin” diyen Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi Taksim Tramvay Durağı’nda bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması öncesi Haydarpaşa Garı’nda denize karanfil bırakma etkinliğinde aralarında emekli orgeneral Edip Başer’in de bulunduğu bir grup faşistin sözlü tacizine uğrayan eylemciler Taksim’deki basın açıklaması sırasında da faşistlerin provakasyon girişimiyle karşılaştı. “Bu acı hepimizin” eylemi öncesinde NTV’nin sorularını yanıtlayan AKP’li milletvekilleri eylemi “utanç verici” olarak nitelendirmiş, Egemen Bağış ise “Olabilir ancak makul sınırlar içinde olmak şartıyla” demişti.
‘AS‹L TÜRK’ ARITMAN 16 Mart’ta mecliste Türkiye’de çalışan kaçak Ermenilerin sınır dışı edilmesi, İsveç’te tasarı lehine oy kullanan veya oylamaya girmeyen üç Türk parlamenterin Türkiye vatandaşlığının iptal edilmesini, Ermeni tasarısının kabulü yönünde
oy kullanan yabancı veya Türk milletvekillerinin Türkiye’ye girişinin yasaklanması önerilerinde bulunan CHP İzmir milletvekili Canan Arıtman 24 Nisan’da, “Türk’ün ne kadar asil ve darda olana nasıl el uzattığını” göstermek istediğini söyleyerek TBMM’de moya moya hastası bir Ermenistanlı genç ve annesi için oturma izni istedi. 24 Nisan 1915’te evlerinden ve iş yerlerinde gözaltına alınıp Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’ya doğru yola çıkartılan 220 Ermeni aydından 81 öldürülmüş, 139’undan ise bir daha haber alınamamıştı.
IRKÇI BBP BAYRAK YAKTI 24 Nisan’da gerçekleştirilen
anmaya karşı 25 Nisan’da BBP’li faşistler, Taksim Tramvay Durakları’nda toplanarak eylem yaptı. BBP’ler, yaptıkları eylemle 24 Nisan 1915’te yaşanan katliamı savundular. “Ermeni şaşırma sabrımızı taşırma” sloganları atan BBP’li faşistler, “1915’te giden gitmiştir, gittiği gün bitmiştir”, “Bize derler BBP, yeteriz tüm Ermeni'ye” yazılı dövizler taşıdı. BBP İstanbul Eğitimden Sorumlu İl Başkan Yardımcısı Muhittin Açıcı’nın okuduğu basın açıklamasından sonra topluluk tekbir getirerek Ermenistan bayrağını yaktı. Açıcı, yapılan uyarılara "Onlar da bizim bayrağımızı yaktılar!” yanıtını verdi.
5
DÜNYA 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
7 Havana / Küba
Bogota / Bolivya
Atina / Yunanistan
Dünya güvenceli iş istiyor D
ünyanın her yerinde alanlara çıkan emekçiler güvenceli iş, işsizliğe çözüm bulunması ve daha iyi bir yaşam için adil bir ücret talebiyle 1 Mayıs’ı kutladı. ENDONEZYA Dünyada kutlamalar Uzakdoğu ülkelerinde gerçekleştirilen gösterilerle başladı. Başta Endonezya olmak üzere, çok sayıda ülkedeki yüz binlerce işçi çalışma şartlarında iyileştirme istedi. Endonezya'nın başkenti Jakarta'da polis, Devlet Başkanlığı Sarayı önünde toplanan protestoculara tazyikli su ile saldırdı. NEPAL Nepal’de onbinlerce Maoist, başkent Katmandu’ya akın ederek mevcut hükümetin istifasını, Maoistlerin öncülüğünde yeni hükümet kurulmasını istedi. Dev gösteride yapılan konuşmalarda, yeni hükümetin yeni anayasayı hazırlamada başarısız kaldığı vurgulanarak,
Gazze’ye zehirli gaz M
ısır askerleri tarafından Gazze tünellerinden birine zehirli gaz atılması sonucu 5 kişinin öldüğü bildirildi. Hamas tarafından yapılan açıklamada, Mısır güçlerinin Mısır-Gazze Şeridi sınırının altından geçen tünellerden birini zehirli gazla doldurarak, 4 Filistinliyi öldürdüğü duyuruldu. El Cezire televizyonuna konuşan Filistinli bir yetkili ise olayın tünele gaz bombası atılması sonucu meydana geldiğini doğruladı. Yetkili, ölenlerin sayısının 5’e yükseldiğini belirtirken, olayda 8 kişinin de yaralandığını kaydetti. Refah kentinin güneydeki Salahaddin sınır kapısı yakınında meydana gelen olayda yaralananların durumunun ağır olduğu belirtildi. Olayla ilgili Mısır’dan henüz her hangi bir açıklama yapılmadı. Mısır-Gazze sınırındaki tüneller 2007'den beri İsrail ve Mısır'ın ablukası altında bulunan Gazze Şeridi için hayati önem taşıyor.
Beyrut’ta laiklik yürüyüşü L
übnan'ın başkenti Beyrut’ta yaklaşık 3 bin kişi 25 Nisan günü laik bir sistem için yürüdü. Mezhep ayrımcılığı yerine laik bir sistem oluşturulmasını isteyen göstericiler parlamentoya yürüdü ancak binaya 100 metre kala Lübnan askerleri tarafından durduruldu. Gösteride sık sık “mezhepçiliğe hayır, hepimiz Lübnanlıyız, laikliğe evet” sloganları atıldı. Protesto gösterisi organizatörlerinden Kinda Hassan, “Bakanların yeteneklerine göre değil inançlarına göre seçildiği, meclisteki sandalyelerin dinlere göre dağıtıldığı bir ülkede yaşamak istemiyoruz!” dedi. 18 mezhebin bulunduğu ülkede 15 yıl süren ve 20 yıl önce sona eren bir iç savaş çıkmıştı. Lübnan'ın 1943 yılında bağımsızlığını kazanmasından bu yana, devlet başkanı her zaman Maruni Hıristiyan, başbakan Sünni, meclis başkanı Şii oldu. Parlamento ve kabinede ise sandalyeler Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak bölünüyor.
Tüm dünyada gerçekleştirilen 1 Mayıs gösterilerinde işçiler, işsizliğe çözüm bulunması ve güvenceli iş talepleriyle meydanları doldurdu hükümetin derhal istifası istendi. YUNAN‹STAN Yunanistan'ın başkenti Atina'da hükümetin ekonomi politikalarına muhalefet eden sol partiler ve sendikaların çağrısıyla yapılan 1 Mayıs kutlamalarına binlerce kişi katıldı. Gösterilerde yer yer çatışmalar yaşanırken, eylemciler Yunan Devlet Televizyonu NET’e ait canlı yayın aracına da Molotof kokteyli attı. Anarşistler, Yunanistan İşçi Sendikaları Federasyonu (GSEE) ile Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) yetkililerinin bulunduğu alana da kırmızı ve siyah renkli boyalar attı. Polis, gruba göz yaşartıcı bombayla saldırırken, 5 göstericinin gözaltına alındığı
öğrenildi. Öte yandan, Mücadeleci İşçi Kolları Birliği (PAME), Yunan Parlamentosu’nun bulunduğu Sindagma Meydanı’ndan başlayarak, ABD Büyükelçiliği önünde son bulan bir yürüyüş düzenledi. KIBRIS Kıbrıs’ta işçi sendikası PEO tarafından organize edilen kutlamaya binlerce kişi katıldı. Mitingde konuşan PEO sekreteri, Kıbrıs Türk kesiminde yapılan seçimlerle Derviş Eroğlu’nun başa gelmesinin adadaki sorunların çözümünü daha da zorlaştıracağını söyledi. F‹L‹ST‹N Gazze Şeridi'nde, 1 Mayıs dolayısıyla düzenlenen gösteride binlerce Filistinli, İsrail ablukasını
protesto etti. RUSYA Moskova İşçi Sendikaları, sabah erken saatlerde yaklaşık 25 bin kişiyle Tverskaya Zastava Meydanı'ndan yürüyerek, Puşkin Meydanı'na doğru geldi ve kutlamalar burada gerçekleşti. ALMANYA Almanya’nın Berlin ile Hamburg kentlerinde 1 Mayıs öncesi akşam polisle eylemciler arasında yaşanan çatışmalar sırasında 50 kadar kişi gözaltına alındı. Almanya’nın başkenti Berlin’de 1 Mayıs gösterileri olaylı başladı. Nazilerin yapmak istediği yürüyüş, sol ve otonom grupların protestosu sonucu engellendi. Sabahın erken saatlerinde toplanan
binlerce kişi ‘Nazilere Geçit Yok’ sloganıyla gösteri yaptı. Öte yandan başkentte işçi sendikaları da sabahın erken saatlerinde düzenledikleri kitlesel bir yürüyüşle 1 Mayıs’ı kutladılar. On binlerce kişinin katıldığı yürüyüş, yapılan konuşmalarda, işsizliğe ve yaşanan ekonomik krize vurgu yapılarak, Merkel hükümeti eleştirildi. BOL‹VYA Bolivya devlet başkanı Evo Morales, geçen senelerde olduğu gibi bu yıl da ülkedeki bazı özel şirketleri kamulaştırma kararını 1 Mayıs’ta açıkladı. Morales, ülkede ikisi yabancılara ait üç özel elektrik şirketini kamulaştırdı. KÜBA Küba'nın başkenti Havana'daki mitinge her zaman olduğu gibi yüz binlerce kişi katıldı. Devlet Başkanı Raul Castro'nun katıldığı 1 Mayıs'ta göstericilerin çoğu kırmızı tişörtler giydiler ve kızıl bayraklar taşıdılar.
Yunanistan’a sermaye reçetesi B
orç batağındaki Yunanistan’ı kurtarmak amacıyla Atina’da toplanan AB Komisyonu ve Uluslararası Para Fonu (IMF) yetkilileri, Yunanistan Maliye Bakanı Yorgo Papakonstantinu’ya ilettikleri ilk istemler listesinde ‘reform’ adı altında çok sert önlemler alınmasını istedi. Reform listesinin ilk sırasında, çalışanların ve emeklilerin maaşlarının düşürülmesi ile kamu kuruluşlarında işten çıkarmalar yer aldı. IMF Başkanı Strauss-Kahn, ülkeye yapılacak mali yardımların miktarı konusunda net bir rakam vermezken, daha önce Alman parlamenterler tarafından dile getirilen ‘3 yıl içinde 100-120 milyar euroluk yardım’ hakkında da yorum yapmadı. Strauss-Kahn, yapılacak mali yardımların Yunan Hükümeti ile yapılacak müzakereler sonrasında netleşeceğini söylerken, iflasın eşiğindeki ülkeyi zorlu bir reform sürecinin beklediğini kaydetti. Diğer yandan kamu çalışanları, hükümetin kısıtlama politikalarını protesto ederek, AB ve IMF’nin dayattığı ekonomik önlem paketini kabul etmemesi için greve gitti. Kamu emekçileri konfederasyonu ADEDY 24 saatlik greve giderken Yunanistan Çalışanlar Cephesi PAME ise 48 saatlik greve çıktı. Doktorlar, hemşireler, öğretmenler, vergi dairesi ile liman işçilerinin iş
bırakması sonucu kamu hizmetleri felç olurken, on binlerce işçi öğle saatlerinde başkent Atina merkezinde yürüyüş yaptı. Hükümet, ekonomik krizden çıkmak için AB ve IMF’den fon almaya çalışırken, işçiler verilecek fonlar karşılığında yapılması istenen kısıtlamalara karşı çıkarak hükümetten dayatmaları reddetmesini istiyor. Kamu çalışanları
sendikası genel sekreteri İlias İliopoulos, “Bu kanlı önlemler Yunanistan’ın krizden çıkmasına yardımcı olmayacak. Trajik bir dönem başlıyor.” dedi. Borç batağındaki Yunanistan'ın özellikle Avrupa bankalarına yüklü oranda borcu bulunuyor. Ülkenin 302 milyar dolarlık borçlarının 75,7 milyarı Fransız, 64 milyarı İsviçre ve 43 milyarlık bölümü Alman
iklim 5 kıta
bankalarına ödemesi gerekiyor. Öte yandan, Yunanistan’ın 2009 bütçe açığı da tahminlerin üstünde çıktı. Avrupa Birliği İstatistik Ofisi verilerine göre, milli gelirin yüzde 12.9’u olarak tahmin edilen bütçe açığı yüzde 13.6 olarak gerçekleşti. Papandreu, verilerin ülkesinin bütçe planından sapacağı anlamına gelmediğini belirtse de piyasaların buna tepkisi sert oldu.
Cuntac›ya 25 y›l
A
rjantin’de askeri cunta döneminde Haziran 1982'den Aralık 1983'e kadar devlet başkanlığında bulunmuş olan General Reynaldo Benito Bignone hâkim karşısına çıktı. 56 kişinin işkenceyle katledilmesi suçlamasıyla yargılanan 82 yaşındaki Bignone insan hakları ihlallerine yol açan suçlara karıştığı gerekçesiyle 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bignone ve diğer askeri yetkililer, askeri cuntanın işkence merkezi olarak bilinen “Mayıs Kampı”nda gerçekleşen insan hakları ihlallerinin emrini vermekten yargılanıyorlardı.
Paraguay’da gerillaya operasyon
P
araguay devlet başkanı Fernando Lugo, beş eyalette olağanüstü hâl ilan edilmesini öngören bir kararnameyi imzaladı. Kararnamenin ardından 3 bin 300 asker ve 300 polisten oluşan birimler, Paraguay Halk Ordusu (EPP) adlı gerilla örgütüne karşı “Sükûnet Operasyonu” adı verilen bir operasyona başladı. 2004 yılında eski sağcı devlet başkanlarından Raúl Cubas’ın kızkardeşi Cecilia Cubas’ı kaçırmasıyla adı duyulan EPP, özellikle zengin işadamlarını kaçırarak aldığı fidyeleri ülkenin yoksul bölgelerinde dağıtmasıyla tanındı.
‹spanya'da iflsizlik Ekonomik krizin en fazla etkilediği ülkelerden biri olan İspanya’da Ulusal İstatistik Ensitütüsü'nün açıkladığı rakamlara göre, 2010 yılı ilk çeyreğindeki işsizlik oranı yüzde 20,05 olarak belirtildi. 1997 yılından bu yana işsizlik oranının ilk kez yüzde 20'nin üzerinde olduğu İspanya'da 2010 yılının ilk 3 ayı itibariyle 4 milyon 612 bin 700 işsiz bulunduğu bildirildi. Verilen bilgilerde 2009 yılı sonu itibariyle 4 milyon 326 bin 500 olan işsiz sayısının 2010'un ilk çeyreğinde 286 bin 200 kişi daha arttığı ifade edildi.
‘Ya toprak ana ölecek, ya kapitalizm!’ İ
klim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya Konferansı 2022 Nisan’da Bolivya’da gerçekleştirildi. And Dağları eteğindeki Cochabamba kentinde düzenlenen zirveye aralık ayında Kopenhag’da yapılan Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nden bekledikleri çözümleri alamayan dünyanın dört bir yanından binlerce çevreci, akademisyen, eylemci katıldı. 130 ülkeden temsilcinin katıldığı zirvede Venezüella lideri Hugo Chavez, Ekvador lideri Rafael Correa, Küba Başkan Yardımcısı Estaban Lazo ve Brezilya lideri Luiz Inacio Lula da Silva’nın da aralarında bulunduğu 30 bin delege bir araya geldi. Zirvenin açılışını Boliyva lideri Evo Morales yaptı. Açılışta yaptığı konuşmada "Ya toprak anaya sahip çıkacağız, ya da kapitalizm ölecek!" diyen Bolivya lideri, yiyeceklerin doğal olmamasını eleştirdi. "Er veya geç, halk baskısıyla, gelişmiş ülkeler iklime karşı işlenmiş suçları
Alternatif iklim konferansında toplanan binlerce kişi, iklimle ilgili kurallara uymayan devlet ve şirketlerin yargılanacağı uluslararası bir mahkemenin kurulmasını talep etti yargılamaya yönelik uluslararası iklim mahkemesi kurulmasını kabul edecekler" diyen Morales, mahkemenin yaptırım gücünün ülkeleri iklim ile ilgili herhangi bir protokolün hükümlerine uymaya zorlayacağını ifade etti. Toprağın haklarının insan haklarından daha önemli olduğunu belirten Bolivya Cumhurbaşkanı Evo Morales, toprağın korunması için bir "uluslararası hareket" başlatılacağını duyurdu. Morales, "Toprak Ana'nın" haklarını korurken, insan haklarını da korumuş olursunuz." dedi. Konferansa katılan Kanadalı yazar ve eylemci Naomi Klein, konferansta bulunan binlerce eylemcinin kendi hükümetlerinin öneri-
lerinde bulamadıkları bir şeyler bulduğunu ifade etti. BBC’ye konuşan Klein, “Burada ABD'den yüzlerce insan var. Amerikan kongresi, kömür ve nükleer sanayilerini desteklemekten bahsediyor. Bolivya hükümeti ise Doğa Ana'nın haklarından, iklim değişiminden sorumlu insanların yargılanacağı uluslararası bir mahkeme kurmaktan, ‘iklim borcundan’, kimin kime borçlu olduğundan söz ediyor.” diyerek, Kopenhag’daki iklim pazarlıklarının Kyoto Protokolü’nün bile birkaç adım gerisinde kaldığını söyledi. Konferans, gezegenin yaşamasıyla ilgili mücadelelerin asıl olarak toplumsal değişime odaklanması gerektiğini, çevreci
teknolojilerin tek başına bir çözüm getiremeyeceğini ortaya koydu. Konferansta, doğanın yaşama ve var olma, saygı duyulma, kendini insan tarafından rahatsız edilmeden var etme, su döngüsünü devam ettirme gibi haklara sahip olduğu kabul edildi. Üç gün süren konferans süresince 17 çalışma grubu toplanarak, altı sayfalık bir sonuç bildirgesi hazırladı. Sonuç bildirgesinde sera gazlarının 2020’ye kadar yüzde 50 azaltılması, ortalama küresel sıcaklığın en fazla 1 derece yükselmesi (Kopenhag’da 2 derece), atmosferdeki sera gazları oranın 300 ppm’ye indirilmesi talep edilirken, bu kurallara uymayan devlet ve şirketlerin yargılanacağı uluslararası bir iklim ve çevre adaleti mahkemesinin kurulmasına karar verildi. Katılımcılar ayrıca gelişmiş ülkelerden şu ana kadar neden oldukları zararı kapatmak için yılda 300 milyar dolar tazminat beklediklerini belirtti.
Coca-Cola'ya dava
L
atin Amerika’da bulunan dolum ve işleme tesislerinde sendikalaşmayı önlemek adına kontrgerillayı kullanmaya varan yöntemlere başvurduğu bilinen Coca-Cola şirketine, Guatemala’daki dolum tesislerinde sendikalaşmayı önlemek adına José Armando Palacios ve José Alberto Vicente Chávez adlı sendika temsilcisi işçilere karşı bir şiddet kampanyasını tahrik ettiği gerekçesiyle New York’ta dava açıldı. Guatemala, sadece yüzde 8’lik sendikalaşma oranı ve ağır çalışma koşullarıyla bir emek cehennemini andırıyor.
6
İNSANCA YAŞAM 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Su hakkı için birleşe birleşe A H KP’nin işi zor. Başbakan Hidroelektrik Santral’i (HES) projelerinde ardı ardına çıkan iptal ve yürütmeyi durdurma kararları üzerine HES düzenlemelerinin yeniden ele alınarak seçime kadar yasal sürecin bitirilmesi talimatını verdi. HES’ler ve termik santrallerle memleketi talan edilen binler Çernobil kazasının yıldönümünde yaşamı yok eden enerjileri durdurmak için yürüdü. ERDO⁄AN TAL‹MAT VERD‹ Başbakan Erdoğan mahkeme kararlarıyla iptal edilen HES projelerinin bir an önce devreye girmesi için Çevre ve Orman Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na talimat verdi. Mahkemelerin yürütmeyi durdurma ve projelerin iptali kararlarına gerekçe olan yasal düzenlemeleri ve boşlukları ortadan kaldırmaya yönelik talimatla 1600 HES projesinin bundan sonraki genel seçimlerden önce bitirilmesi hedefleniyor. Erdoğan’ın acelesinin nedeni AKP Hükümeti’ne verilen ödevler. 8 Nisan günü gerçekleştirilen Ekonomi Koordinasyon Kurulu Toplantısı’nda TÜSİAD hükümetten Hidroelektrik Santralleri, Pompalı Hidroelektrik santralleri, Jeotermal ve rüzgar enerjisinin kapsayan yenilenebilir enerji kaynakları kanunun bir an önce çıkartılmasını istedi. ‘KÖYLER DARDA KÖYLÜ ‹SYANDA’ Patronlar ve iktidar HES’lerin önündeki yasal engelleri kaldırmaya çalışırken halk cephesindeki gelişmeler bu konuda hükümetin işinin çok da kolay olmadığını gösteriyor.
idoroelektrik ve termik santrallerle memleketi talan edilen binler Çernobil’in yıldönümünde yaşamı yok eden enerjileri durdurmak için Mersin, İstanbul ve Sinop’ta düzenlenen mitinglerde buluştu
Çernobil’de yaşanan nükleer santral kazasının yıldönümünde Türkiye’nin farklı şehirlerinde binlerce kişi yaşama ve çevreye zarar veren enerji santrallerine karşı yürüdü. Sinop, Mersin, İstanbul’da yapılan mitinglerde binler, yapıldığı yerde canlılara zarar veren HES’leri ve termik santralleri protesto etti. HES’ler nedeniyle yüzyıllardır köylerine hayat veren akarsuların kullanım hakkının ellerinden alınarak sermayenin mülkü haline getirilmesine itiraz etti. İstanbul’da 25 Nisan günü
Kadıköy Meydanı’nda buluşan altı binden fazla eylemci “Derelerimiz özgür aksın, ormanlarımız ve topraklarımız enerji projeleriyle zarara uğratılmasın.” dedi. Karadeniz İsyandadır Platformu arkasında yürüyen Doğu Karadenizlilerin, Tunceli Dernekler Federasyonu (TUDEF) pankartı arkasında yürüyen Dersimlilerin ve Rıfat Ilgaz’ın hemşerisi Cidelilerin ana gövdesini oluşturduğu mitinge Amasralılar, Doğa-Der, Halkevleri, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, Hasankeyfi
Koruma Girişimi, Allianoi gönüllüleri ve onlarca farklı çevre hakkı örgütü katıldı. Geleneksel kıyafetleriyle yürüyen kadınlar, geleceklerine sahip çıkan çocuklar, bisikletli eylemciler, köçekler, tulumcular ve davul zurnalar eşliğinde yürüyen binler HES, termik santral ve baraj projelerine “isyan” dedi. Halkevleri mitingde, “AKP defolacak suyumuz özgür akacak” pankartı ile HES projelerinin sorumlusu olan hükümeti adres gösterdi.
GERZE’DE TAR‹H‹ M‹T‹NG Aynı gün Sinop Gerze’de düzenlenen mitinge katılan 20 bin kişi ilçeye yapılmak istenen termik santrale “hayır” dedi. Ankara, Samsun, İstanbul ve Sinop’un ilçelerinden gelen katılımcılar miting alanına sığmayarak Gerze’nin ara sokaklarına taştı. Mitingde konuşan Gerze Belediye Başkanı santral projesini durdurmak için var güçleriyle çalışacaklarını söylerken santralin yapılacağı Yaylık Köyü muhtarı Ahmet Tiryaki de projeyi başlatmamak
için sürdürdükleri direnişi “Kendi köyümüzde nöbet tutar hale geldik.” sözleriyle anlattı. Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un çağrısıyla 24 Nisan Cumartesi günü kentte bir miting düzenlendi. Nükleer santralin yapılacağı Akkuyu köylüleri, Niğde Ulukışla'da siyanürlü altına karşı mücadele eden Maden köylüleri, Hatay Erzin'de termik santrale karşı mücadele yürüten Erzinliler ve çevre hakkı mücadelesi veren Mersinlilerin buluştuğu mitingin adresi AKP il binası önüydü. Mersin Nükleer Karşıtı Platform adına dönem sözcüsü Sabahat Aslan yaptığı açıklamada Çernobil kazasını hatırlatarak bugün Karadeniz’de binlerce insanın radyasyona maruz kaldığı için hastalandığını ve hayatını kaybettiğini belirtti, “Akkuyu’nun Çernobil olmasına izin vermeyeceğiz.” dedi. PARÇA PARÇA B‹R‹KT‹RE B‹R‹KT‹RE Samsun Dereköy’e kurulmak istenen Akaryakıt Depolama ve Dolum Tesisi’ne karşı 24 Nisan’da Atakum’da eylem vardı. Köylüler düzenledikleri mitingle tesisin yapılmasını istemediklerini gösterdi. Mitingin ardından tesisin yapılması sonucu ölecek canlılar için temsili bir cenaze töreni düzenlendi. Antalya’dan da bir örgütlenme haberi geldi. Fethiye ve Kaş ilçelerini birleştiren sınırda, dünyaca ünlü Saklıkent Kanyonu’nun yanı başına kurulacak olan iki hidroelektrik santrali (HES) ve bir regülatöre karşı Fethiye ve Kaşlı köyler bir araya geldi. Köylüler bir platform kurarak HES’i durdurmak üzere bir mücadele başlattıklarını duyurdu.
Jandarma nezaretinde madencilik N
iğde’nin Ulukışla İlçesi’nde siyanürlü altın çıkartma çalışması yapmak için bölgeye gelen şirkete karşı eylem yapan köylüler, jandarmanın düzenlediği gece yarısı operasyonu ile gözaltına alındı. Gazetemiz, 103. sayısında Ulukışla Porsuk ve Hasangazi köylülerinin siyanürlü altın arayan maden şirketi Gümüştaş A.Ş.’ye karşı mücadelesini ele almıştı. İhaleyi kazandığı halde köylülerin mücadelesi sayesinde Porsuk bölgesine yaklaşık bir
yıldır tek bir çivi bile çakamayan Gümüştaş A.Ş çareyi zor kullandırmakta buldu. 22 Nisan günü iş makinelerini jandarma eşliğinde bölgeye sokmak isteyen firmayı durdurmak üzere direnişe geçen köylülerle jandarma arasında arbede yaşandı. Arbede nedeniyle köylüler yaralandı fakat direniş başarıyla sonuçlandı. Gümüştaş A.Ş çalışmalarına başlayamadı. Firma yetkililerinin geri dönmesinin ardından aynı
günün sonunda direnişi köylülerin yanına bırakmak istemeyen jandarma 10 köylünün evine gece yarısı baskını düzenleyerek direnişe katılan bazı isimleri gözaltına aldı. Gazetemizin gece yarısı operasyonu sonrası ulaştığı Hasangazi Köy Meclisi Başkanı Hüseyin Özçelik olayların 22 Nisan günü siyanürcü şirket Gümüştaş A.Ş’nin şantiye çalışması başlatmak için jandarma eşliğinde köye gelmesiyle başladığını aktardı. Özçelik, jandarma saldırısı son-
rası gerçekleşen operasyon nedeniyle köylerinde kadınlar öncülüğünde bir direniş başlattıklarını anlattı. Başta kadınlar olmak üzere ilçe halkının çocuklarını okula ve 23 Nisan kutlamalarına yollamadığını belirten Özçelik, arkadaşlarının ertesi gün serbest bırakıldığını ifade etti. Köy halkının bundan sonrası için ne beklediğini sorduğumuz Hüseyin Özçelik “Yaşanan olaylar sonrası Gümüştaş A.Ş’nin ilçemizden gitmesini bekliyoruz.” cevabını verdi.
‘Dere de çay da bizim’
Engelliye sınav parası engeli
K
M
emalpaşa Halkevi 26 Nisan Pazartesi günü suyun ticarileştirilmesi üzerine bir panel düzenledi. Düzenlenen panelde, Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Beyza Üstün ve Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Fuat Ercan “Akarsuya müdahale ve suyun ticarileştirilmesi” ve “Krize çare doğa ve insanlar mı?” konuları üzerine sunum yaptılar. Yaklaşık 250 kişinin katıldığı panelde suyun ticarileştirilmesinin sonuçları ve çay üretimine etkileri tartışıldı. Çay üreticisi kadınların yoğun ilgi gösterdiği panelde Hidroelektrik santrallere (HES) karşı tepkiler dile getirildi. Panelde Fuat Ercan sermayenin saldırı stratejisine karşı derelerine sahip çıkanlar ve çay üreticilerinin ortak mücadele etmesi gerektiğini belirtti. Beyza Üstün ise HES projeleri hakkında bilgilendirme yaptı. Panel sonunda söz alan çay üreticileri ise derelerine ve çaylarına sahip çıkmak için mücadele edeceklerini belirttiler.
Milli Eğitim Bakanlığı engelli personel alımı için açtığı sınava katılım payı olarak 110 TL isteyince engelli örgütleri isyan etti. Bakanlık engellilerden para almaktan vazgeçse de parayı almaktan vazgeçmedi illi Eğitim Bakanlığı, ‘özürlü memur alımı’ için yapılacak sınavdan para almaya kalkınca engelli yurttaşlar isyan etti. Sınava katılımı zorlaştıran 110 liralık sınav parası ve katılımı kısıtlayan koşullara yapılan itiraz sonucu bakanlık sınav parası almaktan vazgeçmedi ama parayı engelliden almaktan vazgeçti. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan “Kurum ve kuruluşlar bu kanuna göre çalıştırdıkları personele ait kadrolarda yüzde 3 oranında özürlü çalıştırmak zorundadır." hükmü nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı kadrosunda çalıştırılacak engelli vatandaşları belirlemek üzere sınav yapacağını duyurdu. Bakanlığın sınav için engellilerden 110 lira istemesi, adayların en az yüksekokul mezunu olması şartını ve 40 yaş sınırı getirmesi İstanbul’da bir eylemle protesto edildi. Görme Özürlüler Derneği, Altı Nokta Körler Derneği İstanbul Şubesi, Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi, İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği 21 Nisan günü Taksim Tramvay Durağı’nda MEB’i ve
yüzde 50'sinden, ve Radyo Televizyon Üst Kurulu gelirlerinin yüzde 15'inden elde ediliyor. Bakanlık para almaktan vazgeçmeyerek vatandaşın vergileri ve ödediği cezalardan kendine para aktarmış oluyor. AKP’nin bakanlarının kazandığı hayırsever imajı da cabası.
engellilere yönelik uygulamaları protesto etmek için bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada 8 milyon engellinin yaşadığı Türkiye’de devlet kurumlarındaki engelli kadroları boşken yüz binlerce engellinin işsiz olduğu belirtildi. Engelliler, AKP hükümetinin engelliler için açtığı 5 bin kişilik kadroyu yeterli bulmazken sınav parası uygulamasının pek çok engellinin sınava girmesini
engelleyecek bir durum olduğuna dikkat çektiler. K‹M‹N PARASIYLA K‹ME HAYIR Sınav parası uygulaması kamuoyunun tepkisini çekince Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu kısmi bir çözüm yöntemi buldu. Çubukçu engellilerden sınav parası almaktan vazgeçti, ama sınav parası almaktan vazgeçmedi. Devlet
Bakanı Hayati Yazıcı'dan paranın Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'ndan karşılanması için destek talep etti. Yazıcı’nın onayıyla sınavın masraflarını vakıf karşılayacak, sınav parası ödeyenlere ise ödedikleri para iade edilecek. Bakanın çözümü kulağa hoş gelse de hükümetin engelliler için lütfettiği parayı veren vakfın gelirleri, vergi tahsilatının yüzde 2,8’inden, trafik cezalarının
MESELE PARADAN ÖTE Sınav parası ve uygulamanın vakfa devrine ilişkin görüşlerine başvurduğumuz Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi’nden Mahmut Keçeciler, asıl itirazın sınav odaklı olması gerektiğini belirtiyor ve devletin para talebinin meselenin görünen yüzünü oluşturduğunu söylüyor. Keçeciler bakanlığın para almaktan vazgeçmesini ise “Bu bir zafer değil sadece bir göstergedir. Hakların nasıl kazanılabileceğine dair bir işarettir. Düşünsenize iktidar partisinin kendi eliyle yarattığı çaresizliği kendi eliyle sadaka yöntemiyle çözmeye kalkıştığını.” diyor ve soruyor: “Süreç böyle işlemiyor mu zaten? Haklarımızı budayıp sonra onları bize birer sadaka gibi sunmuyorlar mı?”
Borçka’da HES’e geçit yok
B
orçka Halkevi nisan ayı boyunca düzenlediği eylem ve etkinliklerle ilçede HES’lere karşı mücadeleyi örgütlemeye başladı. Halkevciler 5 Nisan günü düzenledikleri bir söyleşi ile HES’ler hakkında halkı bilgilendirme toplantısı yaptı. Düzenledikleri bir eylemle Halkevciler memleketlerini tehdit eden HES projelerine geçit vermeyeceklerini belirtti. Borçkalı Halkevciler 16 Nisan günü Halkevi’nin bulunduğu Mavi Çarşı’dan sloganlarla Bankalar Caddesi’ne yürüdü ve burada bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada HES projeleri kapitalizmin su üzerindeki yeni kılıfı olarak tanımlandı ve ilçelerinde nehir tipi HES’lerin yapılmaya başlanmasının bölge halkını rahatsız ettiği belirtildi. Borçka Halkevi HES’lere karşı yürüttüğü çalışmalarını sürdürmeyi düşünüyor. Halkevcilerin programı arasında Karcal Dağı’na bir kar tırmanışı yapılması da bulunuyor.
İstanbul’a rant köprüsü
U
laştırma Bakanı Binali Yıldırım 29 Nisan günü düzenlediği bir basın toplantısıyla İstanbul Boğazı’na yapılacak 3. Köprü’nün güzergâhını açıkladı. Garipçe Köyü ile Poyrazköy arasında olması planlanan ve boğazın Karadeniz çıkışına konuşlandırılan köprü İstanbul’un ormanlık bölgelerinden geçiyor. Güzergâhın açıklanmasının ardından 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu Yürütmesi bir açıklama yayımlayarak AKP hükümetini uyardı. Yeni köprü inşası kararıyla İstanbulluların insanca yaşama haklarının gaspedildiğine dikkat çekilen açıklamada projeyi engellemek için mücadeleye devam edileceği belirtildi. Öte yandan kamuoyuna Ülker başta olmak üzere AKP’ye yakın sermaye gruplarının “yeni belirlenen” güzergah üzerinde yatırımlar yaptığı yönünde bilgiler yansıdı.
Kartaltepe halkı baza karşı
İ
stanbul Sefaköy’de Kartaltepe Mahallesi halkı mahallelerine kurulan baz istasyonlarını kaldırtmak için bir araya geldi. Mahalleli, istasyonların kaldırılması için dilekçe topladı. İstanbul Küçükçekmece’de bulunan Kartaltepe Mahallesi’nde halk üç GSM şirketine ait baz istasyonlarının mahalleden kaldırılması için bir araya geldi. Mahallede bulunan tüm hanelerden istasyonların kaldırılması için imza toplandı. Toplanan imzalar Küçükçekmece Belediyesi’ne, Küçükçekmece Kaymakamlığı’na ve ilçenin telekomünikasyon müdürlüğüne teslim edildi. Her bir kuruma başvurmak için ayrı ayrı toplanan 700 dilekçeyi 14 Nisan günü ilgili kurumlara teslim eden Kartaltepe halkı önümüzdeki günlerde baz istasyonuna karşı mücadelenin bundan sonraki aşamasını tartışmak üzere bir araya gelecek.
7
İNSANCA YAŞAM 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Emeklilerin de hakları var Emekliler AKP’nin sağlık ve sosyal hizmet kısıntılarından en çok mağdur olan toplumsal kesim oldu OYA ERSOY
B
u ülkede 9 milyon emekli var. Emekli ücretleri açlık sınırının altında. Alınan ücretler her geçen gün artan faturalara gidiyor. Bir de buna özelleştirilen sağlık hizmetlerini eklediğimizde, bir insanın en fazla sağlık hizmetine ihtiyacı olduğu yaşlılıkta, artan sağlık harcamaları emeklilerin insanca yaşama koşullarını ortadan kaldırıyor. Bu durum uzun yıllardır gelen tüm hükümetler tarafından adım adım uygulanan neoliberal politikaların bir sonucu. 5 Mayıs 1994’de dönemin hükümeti Dünya Bankası ile bir kredi anlaşması yaptı. Pazarlık emekliler ve çalışanlar üzerine yapıldı. Emek örgütlerinin “Mezarda emeklilik yasası” olarak adlandırdığı yasa ile emeklilik yaşı yükseltildi, emekli olmak için ödenecek prim gün sayısı artırıldı. Emekli ücretleri 1994’den itibaren yapılan düzenlemelerle düşürülmeye başlandı. 19 Ağustos 1999 depreminden iki gün sonra Yaşar Okuyan tarafından Meclis’e sunulan emekli aylığını hesaplama sistemini değiştiren yasa teklifi kabul edildi. En yüksek dereceden emeklinin aylığı 600-700 TL’ye indirildi. Emekli ay-
lıkları arasında adaletsizlik yaratıldı. İşçi, memur ve Bağ-Kur emeklileri arasında yaratılan maaş farkının yanı sıra bugün sadece işçi emeklileri arasında onüç farklı ücret alan emekli grubu var. 10 Ekim 2007’de AKP Çorum milletvekili, Türk-İş’te sendika başkanlığı da yapmış olan Agah Kafkas’ın TBMM’ye sunduğu “emeklinin aylık hesap sistemini değiştiren” kanun teklifi bir ay içinde yasalaştı. Artık emekli aylıklarına ülkenin büyüme oranının dahil edilmesi uygulaması kaldırıldı. Emekliler bütçe dışına atıldı. Bundan sonra aylıklar 2013’de 1/3, sonraki beş yıl sonunda %50 azalacak. 1 Ekim 2008’de yürürlüğe giren Genel Sağlık Sigortası yasası ile emeklilerin sağlık hizmetine ulaşması için her geçen gün daha fazla para ödemesi gerekiyor. Emekliler haklarını kaybederken, sağlıkta dönüşüm programı ile kazananlar
ilaç tekelleri, özel hastane patronları oluyor. AKP hükümeti, uyguladığı politikaların sonuçlarını görüyor ve maniple edecek araçlar geliştirmeye çalışıyor. 2004 yılında Erdoğan’ın talimatı ile “Yaşlılar Koordinasyon Merkezi” kuruldu. Bu merkezin amacının yaşlı nüfusun sorunlarını çözecek politikalar üretmek olduğu iddia ediliyor. Merkezin 2009 genel kurulunda konuşan Erdoğan “Yaşlılara devletten ve devletin kurumlarından önce ailelerinin sahip çıkması gerekir.” dedi. Erdoğan, 9 milyon emeklinin insanca yaşam koşullarının sağlanmasını ailelerinin sırtına yükleyerek sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Her emekli evinin sürekli sohbet konusu haline gelen “Bu ay neden daha az maaş aldım? Bu ay ne kesintisi yapıldı acaba? Bir kere doktora gittim, bir tahlil yaptırdım, üç ilaç aldım, maaşımdan ne-
den bu kadar kesildi acaba?” soruları ve şikâyetleri emekli evlerinin temel gündemi haline geldi. Bir yandan da emekli maaşları düşmeye, sağlık hizmetinden yararlanmanın koşulları zorlaşmaya, faturalar artmaya devam ediyor. Bu sorunlarla boğuşan emeklilerin habersizce Tüm Emekliler Derneği’ne üye yapılarak maaşlarından dernek aidatı kesintilerinin yapıldığının ortaya çıkması üzerine, emekliler örgütlenmeye başladı. İlk olarak dernek yönetimi hakkında suç duyurusunda bulunmak için bir araya gelen emekliler bir yandan da kendilerinden habersiz kesilen aidatları geri almak için çalışıyor. Aidat kesintisiyle açığa çıkan emeklilerin sorunlarını konuşmak üzere 10 Nisan’da Okmeydanı Halkevi’nde bir forum düzenlendi. Emeklilerin karşılaştığı sorunların ele alındığı bu forumun sonunda bazı sorun alanları belirlendi.
Forumda emekli ücretleri arasında farkın giderilmesi için intibak yasasının çıkarılması, refah payından emeklilere pay verilmesi, insanca yaşayacak ücret talebi ve yaşamın sağlık hizmetine en fazla ihtiyaç duyulan döneminde parasız-nitelikli sağlık hizmeti verilmesi gibi taleplerin hükümetten acil talep edilmesi gereken başlıklar olduğu konuşuldu. Ekonomik krizin etkisiyle emeklilerin hayatının giderek zorlaştığı göz önüne alınırsa oldukça düşük olan emekli maaşlarının faturalara gitmesini engellemek için her haneye 18 m3 su, 140 m3 doğalgaz, 230 kw saat elektriğin parasız verilmesi talebi emeklilerin hak mücadelelerinin de ana gündemlerinden birisini oluşturuyor. Elbette ki bu taleplerin yerine getirilmesinin, emeklilik hakkını, sağlık hakkını, insanca yaşam hakkını gasp edenlere karşı mücadelenin yolu örgütlenmekten geçiyor.
Su bofla akm›yor, do¤aya yaflam veriyor Suyumuza göz dikenler Türkiye, kifli bafl›na düflen su tüketimi aç›s›ndan su fakiri bir ülke olmasa da artan nüfus oran› ile 30 y›l içerisinde su s›k›nt›s› yaflayacak ülkeler aras›nda yerini alacakt›r. Dünya Bankas› raporlar›nda içinde bulundu¤umuz yüzy›l›n petrol (genel olarak enerji) savafllar› kadar su savafllar›na da tan›kl›k edebilece¤i vurgulanmaktad›r. Dünya Bankas›, IMF, devletlerin su bakanlar› ya da bürokratlar› ve dünya su tekeli flirketlerden oluflan Dünya Su Konseyi önümüzdeki dönemde yaflanacak su s›k›nt›s›na dikkat çekmekte ve bu soruna dair “çözümler” üretmektedir. Tabi ki üretilen çözümler halk›n temiz suya ulafl›m›n›n garanti alt›na al›nmas›n› de¤il, k›t
olan bu kaynaktan nas›l para kazan›laca¤› üzerine flekillenmektedir. Dünya Su Konseyi'ne göre; Su da¤›t›m›, belediyeler eliyle de¤il özel flirketler taraf›ndan yap›lmal›d›r. Kamu, suyu yönetememektedir. Su birim ücretleri çok ucuzdur. Bu fiyat artt›r›lmal›d›r. Zira düflük olan bu ücret suda tasarrufu önlemektedir. Bu mant›k, piyasa kurallar› gere¤i “Kaynak ne kadar az ise ürünün fiyat› da o kadar çok olur.” üzerine kurulmufltur. Dünya Su Konseyi 3 y›lda bir Dünya Su Forumu ad›nda etkinlikler düzenlemekte. 4’üncüsü 2006’da, Meksika’da gerçeklefltirilen bu forumun ard›ndan tüm Latin Amerika’da su da¤›t›m flirketleri çok uluslu su tekellerine sat›lm›fl, su faturalar›n› ödeyemedi¤i için ya¤mur suyunu toplayan köylüler hapse at›lm›flt›. 5’inci Dünya Su Forumu geçen sene ‹stanbul'da gerçeklefltirilmifl, Türkiye dahil tüm Ortado¤u'nun tatl› su kaynaklar› üzerine planlar yap›lm›flt›r. Bu forumun ard›ndan baflta Do¤u Karadeniz olmak üzere ülkenin dört yan›nda binlerce küçük dere üzerinde hidroelektrik santraller yap›lmak istenmesi, su da¤›t›m flirketlerinin özellefltirilmesinin gündeme gelmesi tesadüf de¤ildir.
Baflbakan aç›klad› “Su akar Türk bakar atasözünü de¤ifltirece¤iz: ‘Sular bofla akmayacak elektrik üretecek.” Ard›ndan tüm ülkede flimdilik 1700'ü aflk›n hidroelektrik santral (HES) kurulmas› için pefli s›ra lisanslar verilmeye baflland›. Hidroelektrik santrallerin kurulmas›n›n enerjide d›fla ba¤›ml›l›¤› ortadan kald›raca¤› öne sürüldü. HES yap›lacak dereler bölgedeki halk›n su ihtiyac›n› karfl›lamaya, tarlas›n› sulamaya, de¤irmenini döndürmeye bile kimi zaman ancak yeterken nas›l elektrik üretilece¤i bir mühendislik sorusu. Cevab›ysa korkutucu: Dereler kaynaklar›ndan ç›kar
ç›kmaz borulardan geçiriliyor yani derelerin yataklar› ve do¤a ile olan bütün temas› kesiliyor. Kimi yerde yönleri de¤ifltirilerek birlefltiriliyor ve birlefltirilen bu derelerde santraller kuruluyor. fiantiye alanlar›, flantiye yollar› açmak için binlerce a¤aç kesiliyor. Barajlar›n yap›ld›¤› alanlarda inflaat molozlar› dere yataklar›na dökülüyor. Do¤aya karfl› büyük bir katliam yap›l›yor. Kurulmak istenen HES’ler ile elektrik üretilerek ülkenin enerji sorununun ve enerjideki d›fla ba¤›ml›l›¤›n çözülece¤i söyleniyor. Ancak Do¤u Karadeniz'de yap›lmak istenilen 300'ü aflk›n HES ile elde edilecek elektrik
enerjisi ülkenin enerji tüketiminin %2,5'unu geçmiyor. Peki %2,5 ‘luk enerji üretimi için bu do¤a katliam› niye? Çünkü HES kuracak olan firmalar lisans ald›klar›nda DS‹ ile 49 y›ll›¤›na ‘Suyun Kullan›m Hakk›’ sözleflmesi imzal›yor. Rize ‘de HES kurmak isteyen bir özel flirketin sahibi yerel televizyonda itiraf ediyor. “Biz bu dereleri para kazanmak için al›yoruz, yar›n elektrikten para kazanamazsak flifleleyip satar›z suyu.” fiiflelenmifl su sektörü tüm dünyada % 15’lik büyüme h›z›yla en h›zl› büyüyen sektör. Su tekellerinin kazand›¤› para petrol kazançlar›na yaklaflm›fl durumda.
Sar›yer sarar›p solmadan imas yani kutlu güzel su ırmağı: SARIYER. Yaklaşık 350 bin nüfusuyla Sarıyer Türkiye’nin 20 ilinden daha büyük, 12 iliyle de boy ölçüşür. “Sarıyer’i nasıl bilirsiniz?” diye çevirip sorsak insanlara yolda, acaba ne cevaplar gelir. Tahminim o ki doğal güzelliği, tarihi yapısı ve kültürüyle değil de büyük alışveriş merkezleri, iş gökdelenleriyle anılır, bilinir olmuş Sarıyer. Ha bir de 3. köprü hikayesi var değil mi? Fiyatlandırılacak, ranta açılacak yeni alanlar, sahil boyu dikilecek yeni yalılar ve villaları var. 26 mahallesi ve 8 köyü bulunan, antik çağdan bugüne varlığını, doğallığını koruyan bu şirin ilçe kaybolmak üzere. Yıllardır burada yaşayan 350 bini aşkın inSüheyla san yaklaşık 10-15 yıl içinde yaşam alanlarını yitirecekleri E. Tezel için Sarıyer’i terk etmek duSa¤l›k Hakk› rumunda kalacaklar. Buna Meclisi ne dersiniz karamsarlık mı, öngörümü, şomluk mu bilmem ama görünen köy de kılavuz istemez. Örneğin il büyüklüğündeki ilçede 2 tane devlet hastanesi var. Hadi gidin bakalım hastaneye burada yaşayanlar bilirler başlarına ne geleceğini, ya acilde 20. hastasınızdır ya da elinize sevk kağıdı tutuşturulmuş Şişli Etfal yolcususunuzdur. 22 sağlık ocağı varmış Sarıyer’de, ne olacak sağlıkta dönüşüm programımız var ya bu sağlık ocakları da yavaş yavaş kapanacak. Aaa tabi paranız varsa, ki yoksa ölün zaten, çoook güzel otel hastaneler var oraya gidersiniz. Bu otel hastaneler Amerikan filmlerinden fırlamış gibidirler, her şeyin en iyisi, en güzeli, en sağlıklısı, en temizi ve en paralısı ordadır, zaten küçük Amerika olduğumuz için bize de bu yakışır. Bu hastanelere giden yollar kavşaklar yapılır, ulaşımı rahattır yani. Devlet hastanelerine giderken trafik stresi ölmeyecek hastayı bile yolda öldürür. Sarıyer halkına değildir efendim yapılan özel hastaneler, özel üniversiteler, büyük alışveriş mekânları. Onlar imtiyazlılara.(Bakınız imtiyaz: Başkalarına tanınmayan özel, kişisel hak veya şart, ayrıcalık) Yaşadığınız yerde yolunuz, suyunuz, okulunuz, hastaneniz yoksa, yetersizse, var olana erişme imkânınız yoksa göçmekten gayri size ne kalır. İşte Sarıyer halkına reva görülen durum bu, yavaş yavaş ‘siz buradan gidin’ denmektedir. Bilir misiniz hala suyu olmayan köyleri mahalleleri vardır Sarıyer’in. Kimin utancıdır acaba, İstanbul’un ortasında, medeniyetin göbeğinde peh ! Bir kandırmacadır gidiyor. Özellikle mahrumiyet yaratılarak siz buradan gidin deniyor. Halk imtiyaz istemez. Halk adalet, eşitlik, hakça, özgürce, insanca yaşam alanı ister, ama bunu herkese ister. Sarıyer halkı da bunu istemekte, hak ettiğini yani. Şimdi ‘siz gidin’ deniyor ama halkın ezber bozması çoktur, tarih bu bozumlarla doludur. Sadece Sarıyerliler değil tüm İstanbullular bu ezberi bozar, bozacaktır da. Şehir herkesin, deniz herkesin, gök, toprak herkesin, sadece bazılarının değil. Yıllardır sözü verilen, yeri, imarı, projesi belli olan yeni devlet hastanesine Sarıyer mutlaka kavuşacak. Nasıl ki şehrin örgüsünü bozacak olan 3. köprüye karşı durmuş, platform oluşturmuş, engel koymuşsa aynı şeyi akmayan suyu, sözü verilmiş ama yıllardır yapılmamış hastanesi için de yapacaktır Sarıyer. Rivayet odur ki, ki gerçekten bizim için rivayettir, gerçek olmasını asla kabul edemeyiz, sözü verilen devlet hastanesi arazisine özel bir şeyler kondurulacak. Sağlığıma Engel Olma Platformu ve Sarıyerliler ilçesinin, hastanesinin arkasındadır. O araziye kondurulabilecek tek şey tam teşekküllü bir devlet hastanesidir. Nasıl bu kadar emin bir şekilde söylüyorum biliyor musunuz ? Basit dümdüz bir gerçekten: Hak verilmez alınır!
S
Do¤ayla bar›fl›k bir kaç öneri I Türkiye Elektrik ‹letim A.fi öngörülerinde aç›kl›yor: “Tüm Türkiye ‘de evlerde tasarruflu ampüllere geçilmesi durumunda % 45 oran›nda enerji tasarrufu yap›labilir.” I Sokak ayd›nlatmalar› günefl enerjisi ile çal›fl›r hale getirilebilir. Sokak ayd›nlatmalar› ülke enerji tüketiminin %12’sine denk geliyor. Sokak ayd›nlatmalar› günefl enerjisi ile çal›fl›r hale getirildi¤inde ciddi bir enerji tasarrufu sa¤lanabilir. I HES yap›lmas› istenilen dereler üzerine HES yerine akarsu tipi tribünler yap›labilir. Akarsu tipi tribünler derelerin üzerine kurulur. Akan su tribünden geçerek elektrik enerjisi ürettikten sonra su kendi yata¤›nda akmaya devam eder. Bu akarsu tipi tribünler sayesinde çok büyük miktarlarda enerji elde edilmeyecektir ancak elde edilen elektrik bölgedeki köyün elektrik ihtiyac›n› ücretsiz olarak karfl›lamaya yetecektir. I Akdeniz, Ege, Marmara, ‹ç Anadolu, Güneydo¤u Anadolu bölgelerinde evlerin üzerlerine günefl panelleri kurularak bir evin kendi ihtiyac›n› karfl›lamas› sa¤lanabilir. Yasal olarak 500 kw/h elektrik üretimi izne tabi de¤ildir. Böyle bir uygulama yüzlerce santral anlam›na gelir.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
8
EMEK 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Hak-‹fl’in sosyal adaleti şçilerin çalışma ve yaşam koşullarının her geçen gün biraz daha kötüye gittiği işçi sınıfının çıkarlarına siyaset yapan ele avuca gelir bir siyasal aktörün olmadığı, geleneksel sendikal yapıların bir çözülme sürecinde olduğunu az sayıdaki sendikanın yeni dinamikleri doğru okuyup büyüme potansiyeli taşıdığı bir ortamda birileri çıkıp emeksermaye ilişkilerinde “sınıf mücadelesi” yerine “sosyal-barış” lafını ediyorsa bu anlama gelir? Milli Gazete’nin 12 Nisan tarihli sayısında taşeron işçilerinin çok ağır koşullarda çalıştırıldığı ve sendikasız olmalarının bunda önemli bir rol oynadığı gündeme getirilmiş. Röportaj HAK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı ve Hizmet İş Sendikası Genel Başkanı Mahmut Arslan’la yapılmış. HAK-İŞ nihayet hastanelerde ve belediyelerde çalışan taşeron işçilerin farkına varmış. Taşeron işçilerin en çok ezilen kesim olduğu, bu alanda yasaların bile uygulanmadığından bahsediliyor. Peki bunun karşılığında HAK-İŞ ne öneriyor. Bir mücadele bayrağı açmaktan mı bahsediyor? Hayır. Çünkü HAK-İŞ’in sendika sözlüğünde “mücadele” diye bir kelime/kavram yok. Tufan Çünkü sendika yetkilisinin Sertlek kurduğu cümlelerde bu köle sömürüsüne sebep olanlara Dev Sa¤l›k-‹fl dair bir özne tarifi yok. Bütün Genel Sekreteri bu işler kendi kendine olmuş!... Peki bu sorunu nasıl çözmeyi istiyor ya da düşünüyor HAK-İŞ? Her şeyden önce taşeron örgütlenmesine dönük “özel ofisler” oluşturmuşlar ve bunlarla “yeni bir vizyon” geliştirmeye çalışıyorlarmış. Bu vizyonun stratejik cümlesi “beddua”. Taşeron firmada çalışanlar kötü çalışma koşullarının sorumlularına karşı beddua ediyormuş bu da çalışma barışını bozuyormuş. Mustafa Arslan’a göre “işçilerin bedduasının karıştığı hizmet ne ucuz, ne kaliteli ne de bereketlidir.” Bu nedenle din tüccarı sendikacımız, işverenlerin de bu “beddua”ya maruz kalmamak için hemen işçilerin çalışma koşullarında iyileştirmelere gideceğini düşünüyor. Öyle ya, çalışan da Müslüman patron da… Niye olmasın?.. Her ne kadar 20 yılı aşkın bir süredir işçilerimiz Müslümanlıklarını unutmadan yaşamlarını sürdürmeye devam ettiyse de anlaşılan HAK-İŞ kamu veya özeldeki patronlara Müslüman olduklarını hatırlatma turları yapacak. Gazetecinin “Nasıl olacak?” sorusu konusunda da kafası net HAK-İŞ’in Belediyelerdeki taşeronlaşmayla ilgili “Belediye başkanlarının iyi niyetli olması sorunu çözer.” demektedir. Ve en önemlisi, HAK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı, misyonlarının “sosyal barışı tesis etmek” olduğunu söylüyor. HAK-İŞ sosyal barışın nasıl tesis edildiğine dair bir fikri var da bilerek mi söylüyor yoksa moda laflardan biri haline gelen “sosyal barış”ın karşı konulamaz cazibesine o da mı kapılmış bilemiyoruz. Çünkü kapitalist düzende gerçek anlamda “sosyal barış” diye bir şey yoktur. Eğer “sosyal barış” demekle işçi haklarına saygılı bir kapitalist düzeni kastediyorsa bunun tek yolu işçilerin bir sınıf olarak sermaye sınıfı karşısında güçlü bir denge oluşturmasıdır. Yoksa bugün olduğu gibi sendikal örgütlerinin çözüldüğü, siyasal temsilcilerinin mumla arandığı bir dönemde ne Türkiye’de ne başka bir ülkede ne Müslüman bir coğrafyada ne de başka bir dinsel ortamda kimse işçinin gözünün yaşına bakmaz. Eğer aksini iddia eden varsa kapitalist sistem karşısında bir alternatif oluşturan sosyalist sistemin çökmesinden sonra bunun neden dünyanın hiçbir yerinde gerçekleşmediğini izah etmek zorundadır. Bu nedenle HAK-İŞ’in bahsettiği “iyi niyet”, “beddua”,“sosyal barış” gibi söylemlerin gideceği yer çok bellidir. İşçilerin dini inanç ve duyguları kötü niyetli kullanılarak hak arama mücadelesine girişen işçiler, HAK-İŞ’in değirmenine taşınacak ve etkisizleştirilecektir. Bir savaşta ya da mücadelede taraflardan biri teslim olduğunda da fiilen barış olur ki zaten 20 yıldır sermaye sınıfının koşulsuz egemenliğinin sürdüğü bu topraklarda böyle bir “barış” yaşanmaktadır. İşçi sınıfı şimdi “teslimiyet” bayrağını yırtıp yeniden mücadele bayrağını göndere dikmek istiyor. Tarihin bu davetine icabet edenlerin 21. yüzyılın sınıf mücadelesi tarihini yazanlar olarak not edileceği çok açıktır. HAK-İŞ’in aklına taşeron işçilerin düşmesi boşuna değil!
İ
Yeni 4/C kararı direnişi etkilemiyor D anıştay 12. Daire'den 4/C'nin yürütmesinin durdurulmasına red kararı çıktı. Kararın gerekçesi “telafisi güç veya imkansız zararların doğmaması.” Dava esastan devam edecek ve Anayasa Mahkemesi'nin kararına göre hüküm kesinleşecek. Bakanlar Kurulu Kararı’nın yürütmesinin durdurulması için kararın telafisi güç veya imkansız zararlar doğurması ve kararın yasalara aykırı olması gerekiyor. Tek Gıda-İş avukatlarından Gökhan Candoğan, kararın direnişteki işçiler açısından bir önem arzetmediğini belirtti. Danıştay daha önce 4/C’ye geçiş süresi ile ilgili kararın yürütmesini durdurmuştu. Gökhan Candoğan, 20 Nisan’da Danıştay’ın kararının, 4/C’ye geçiş süresini etkilemediğini ve Tekel işçileri açısından sürecin aynı şekilde sürdüğünü söyledi. Tekel işçilerinin Ankara’daki direnişi sürerken Danıştay 2. Dairesi, Tekel işçilerinin 4/C’ye başvuru sürelerini 30 günle sınırlayan kararın yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, daha sonra da 4/C'nin anayasaya aykırı olduğuna hükmederek, iptali istenen itirazın Anayasa Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermişti.
Eğitim-Sen: ‘Önce güvence’ Türkiye’nin dört bir yanından gelen Eğitim-Sen’liler karşılarına çıkan engelleri aşarak Ankara’da buluştu. On bini aşkın eğitim ve bilim emekçisi, güvenceli iş ve kamusal eğitim istedi, eyleme güvencesiz eğitimcilerin katılımı damgasını vurdu
E
ğitim-Sen, mücadele taleplerini İstanbul ve Şanlıurfa’dan başlattığı yürüyüşlerle 17 Nisan’da Ankara’ya taşıdı. On bini aşkın eğitim ve bilim emekçisi Kızılay Ziya Gökalp Caddesi’nde yaptığı fiili mitingle kamusal eğitim, güvenceli iş hakkı ve demokratik bir ülke istedi. Ankara’ya sabahın erken saatlerinden itibaren farklı illerden otobüslerle gelen eğitimciler Kurtuluş Parkı’nda toplanmaya başladılar. On bini aşkın kişinin katıldığı eylemde güvencesiz, sözleşmeli, ücretli öğretmenler, 50D'ye karşı mücadele eden akademisyenler, dershane öğretmenleri, fen-edebiyat fakültelerinde okuyan öğrenciler yürüdü. Eğitim-Sen’in internet sitesinden canlı yayınlanan eyleme KESK Genel Başkanı Sami Evren ve sendikanın MYK üyeleri, DİSK/Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Halkevleri MYK üyeleri, EDP Genel Başkanı Ziya Halis, EMEP Genel Başkan Yardımcısı Haydar Kaya, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Fevzi Gümüş, Alevi Bektaşi Federasyonu yöneticileri katılırken, HKP, Yurtsever Cephe, Genç Sen, ESP, Sosyalist Parti ve EHP pankartlarıyla mitingde yer aldılar. Ataması yapılmayan Öğretmenler Platformu, İşsiz ve Güvencesiz Eğitimciler Platformu, Eğitim Emekçileri Derneği de güvencesiz, esnek, kuralsız çalıştırmaya karşı iş güvencesi için Ankara’daydı. Tekel işçileri, İskenderun İSDEMİR işçileri ve İstanbul İSKİ işçileri, parasız eğitim ve güvenceli iş mücadelesi veren eğitim emekçilerinin yanında
ğitim-Sen Urfa ve İstanbul’dan başlayan iki kol üzerinden Ankara’ya ulaştı.
URFA KOLU Urfa’dan Ankara’ya ulaşan eğitim emekçileri Karaman girişinde engellemeye maruz kaldı. Karaman Valisi, il dışından gelenlerin olduğunu, Karaman’da vatandaş hassasiyetinin de son günlerde arttığını ve Sivas veya Maraş gibi bir görüntü vermek istemediklerini söyledi. Eğitimcilerin kente girmek istemeleri üzerine valilik temsili bir basın açıklaması yapılabileceğini söylese de eğitim emekçileri bunu kabul etmedi.
yer aldılar. Eğitim- Sen’in güvencesizler pankartı en renkli ve coşkulu kortejlerden biri olurken TÖB-DER pankartıyla mitinge katılan emekli öğretmenler, bir geleneğin EğitimSen’le sürdüğünü gösterdi. Fiilen gerçekleştirilen eylemde Milli Eğitim Bakanı’nın (MEB) makamında olmaması sebebiyle Eğitim-Sen temsilcileri Milli eğitim müsteşarlarıyla görüşerek hem taleplerini hem de talepleri doğrultusunda oluşturdukları bir dosyayı Milli Eğitim Bakanlığı’na iletti ve Bakanlığı toplu sözleşmeye davet
etti. Mitingde KESK Genel Başkanı Sami Evren ve Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç birer konuşma yaptı. Anayasa değişikliği konusuna değinen Evren, ezilenlerin, emekçilerin içinde olmadığı anayasanın kabul edilemeyeceğini söyledi. Eğitim-Sen Genel Başkanı Kılıç da yürüyüş taleplerinin tüm halkın ortak talepleri olduğuna işaret etti. ‘ANA EKSEN GÜVENCEL‹ ‹fi’ Eğitim-Sen eylemini Halkın Sesi için değerlendiren Eğitim-Sen
Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, “Eylemdeki talepler aynı zamanda Eğitim-Sen’in 1 Mayıs talepleridir. Eylemde öne çıkan önemli noktalardan biri de güvencesiz eğitim ve bilim emekçilerinin kalabalık ve coşkulu bir şekilde eylemde yer almaları oldu. Bu durum EğitimSen’in doğru bir politik noktaya temas ettiğini gösteriyor. İlerleyen günlerde TİS ve grev hakkı talebi gibi, kamusal eğitim talebi gibi “Güvenceli iş” talebi de artık Eğitim-Sen açısından ana mücadele eksenlerinden biri haline geldi.” dedi.
‘Herkes kendini güvenceli sanıyor’ E
ğitim-Sen Basın Yayın Sekreteri Serpil Açıl Özer, Eğitim emekçilerinin 17 Nisan eylemini Halkın Sesi’ne anlattı. Özer, eyleme şube katılımlarının ve güvencesiz eğitim emekçilerinin katılımının yoğun olduğunu ifade etti. Eylemin, Eğitim-Sen açısından güvencesiz çalıştırma biçimlerini tartışmaya açtığını söyledi. Eğitim alanındaki güvencesizleştirmelere dikkat çeken Özer, ücretli öğretmenliğin çok yaygın olduğunu söyledi. Özer, okulların
THY’de grev sesleri T
ürk Hava Yolları’nda 22. Dönem Toplu İş Sözleşmesi’nde resmi arabulucu süreci uyuşmazlıkla sonuçlandı. Arabulucu raporunun Hava-İş sendikasına tebliğinden itibaren 6 gün içinde uzlaşma sağlanamazsa Hava-İş greve gidecek. Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin, raporun kendilerine tebliğinden 6 gün sonra bir gelişme olmazsa grev kararını asacaklarını belirtti. Ayçin, “Biz grev kararını astıktan sonra 60 günlük süre var. Bu sürede ücret ve çalışma koşullarıyla ilgili iyileştirmeler yapılmadığı takdirde greve gideceğiz.” dedi. Arabuluculuk komisyonunda işverenle işçiler arasında anlaşmazlık çıkan konular şunlar: Çalışanların iş yükü, istihdam tasfiyesi, personel alımı, mevcut personeli kural ihlalleri yaparak çalıştırma, yıllık izinler, işçi haklarının korunması, işverence tek taraflı değiştirilebilen personelin haklarının sendikanın onayı ile değiştirilebilmesi, İş Kanunu kapsamında bulunmayan uçuş personellerin haklarının düzenlenmesi.
Engelleri aşarak geldiler E
inisiyatifinde olan ücretli öğretmenlik uygulamasının bakanlık tarafından denetlenemediğini ve Türkiye’de çalışan ücretli öğretmen sayısının bilinmediğini belirtti ve sözleşmeli öğretmenlerin sözleşmelerinin ertesi sene devam ettirileceğinin garantisi olmadığını hatırlattı. Özer, Eğitim alanında yaşanan güvencesizleştirmelerden kadrolu öğretmenlerin de kazanılmış hakların ellerinden alınmasıyla etkilendiğini ifade etti. Eğitim-Sen’in üyelerinin kadrolu öğretmenler olduğunu
ifade eden Özer, kamu alanında yapılan düzenlemelere önceden “Yok artık, o kadar olmaz.” diyen eğitimcilerin Tekel direnişi süreciyle artık “Olabilir, bizim de başımıza gelebilir.” şeklinde bakmaya başladıklarını ifade etti. Özer, eğitim alanında yaşanan güvencesizleştirme konusunda her kesimin kendisini güvenceli olarak adlettiğini söyleyerek şu örneği verdi: “Kadrolu öğretmen sözleşmeli öğretmene, sözleşmeli öğretmen ücretli öğretmene, ücretli öğretmen işsiz öğretmene bakıyor ve kendisini güvenceli
zannediyor.” Mitinge İzmir’den katılan güvencesiz öğretmenlerden Engin Yılmaz, eylemin KPSS dönemine denk gelmesine rağmen kalabalık geçtiğini söyledi. Aylık 350 liraya bir ilkokulda ücretli öğretmenlik yapan Yılmaz, güvencesizlerin, taleplerini daha yüksek sesle dile getirmesi gerektiğini söyledi ve bunun için Eğitim-Sen’in oluşturduğu Güvencesizler Komisyonu’nun daha belirgin hale getirmek üzere elinden geleni yapacağını söyledi.
‹STANBUL KOLU İstanbul kolunda ise “Yürütmem!” gerginliği vardı. İstanbul’dan Ankara’ya hareket eden eğitim emekçileri ilk engellemeyle Kocaeli’nin Gölcük İlçesi’nde karşılaştı. Gölcük girişinde araçlar polis tarafından durduruldu. "Gölcük ilçesinde yürüyüş yapmanıza izin vermeyeceğiz." diyen polislerin tavrı karşısında geri adım atmayan eğitimciler otobüslerin güzergâhını değiştirmedi. Polisin engelleme girişimleri de son bulmadı. Gölcük Gazi İlköğretim Okulu önünde araçlardan inen eğitimciler, polisin engelleme çabalarına karşı Anıt Park'a bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Eğitim ve bilim emekçileri basın açıklaması ardından Yalova'ya doğru yola çıkarken polisler eğitimcileri "Yalova'da sizi hiç yürütmeyeceğiz." sözleriyle tehdit etti. Eğitim emekçileri Yalova'ya geldiklerinde herhangi bir sorunla karşılaşmayarak basın açıklamalarını gerçekleştirdikten sonra Bursa'ya doğru harekete geçtiler. Bursa’da da polis engeli ile karşılaşan eğitim emekçileri burada da geri adım atmadı.
Güvencesiz işçiler ücretlerinin peşinde Ü
cretleri verilmeyen, insanlık dışı koşullarda çalışan güvencesiz işçilerin eylemleri giderek artıyor. İnşaat işçileri Kocaeli’nde ücret alacakları için şirketi bastı. Zonguldak’ta ise taşeron maden işçileri ücretlerini alamadıkları için iş bıraktı. ‹NfiAAT ‹fiÇ‹S‹ fi‹RKET‹ BASTI Kent Konut A.Ş’nin Kocaeli Karamürsel’de yaptığı toplu konut inşaatında çalışan işçiler, 5 ay boyunca ücretlerini alamadıkları için 26 Nisan sabahı Kent Konut'un yetkilileriyle görüşmeye gitti. Güvenlikçilerin içeri almadığı işçiler bina önünde oturma eylemi yaptı. Bir süre sonra şirket önüne gelen polis, işçilere muhataplarının
İşçiler belediyeyi TİS’e çağırdı
Kent Konut A.Ş olmadığını söyledi. İşçilerden Mehmet Sadık Tunç, “Biz 14 arkadaş Van'dan Kent Konut'un Karamürsel'de taşeron firmaya yaptırdığı konut inşaatında çalışmaya geldik. Ancak bizi işe alan firma 5 ay gibi bir sürede paramızı ödemeyince işi bıraktık. Bundan 1 hafta önce Kent Konut Müdürü Metin Kalafat geldi. Bize bu sorunumuzu çözeceğini söyledi. Ama hiçbir şey çözülmedi. Biz de kendisiyle görüşmek için buraya geldik. Bizimle görüşmek istemedi ve güvenlik tarafından kapı önüne çıkarıldık.” dedi. İşçilerin toplam alacağı 46 bin 700 lira. MADENC‹ OCA⁄A ‹NMED‹ Zonguldak'ta, Türkiye
2
1 Nisan günü İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) önünde basın açıklaması düzenleyen Tüm Bel Sen üyeleri toplu sözleşme haklarını kullanacaklarını söylediler. KESK Genel Başkanı Sami Evren, KESK MYK üyeleri, DİSK Belediye-İş üyelerinin katıldığı basın açıklamasında sık sık “Demokrat başkan yürekli davran”, “Üreten biziz yöneten de biz olacağız” sloganları atıldı. Basın açıklaması toplu sözleşme yapmak için belirledikleri takvimi açıklamasıyla son buldu. Belediye emekçileri 10 Mayıs’ta İBB
Taşkömürü Kurumu'na (TTK) bağlı Üzülmez Müessese Müdürlüğü'ndeki maden ocağında taşeron firmaya bağlı çalışan 140 maden işçisi, 2 aydır maaşlarını alamadıkları için iş bırakma eylemi yaptı. Maden ocağında, kömür üretimi öncesinde gerçekleştirilen galeri açma çalışmalarını üstlenen Star Madencilik A.Ş.'de çalışan işçiler, 22 Nisan’da gece vardiyası için ocağa girmedi. Bir yıl içinde 5'inci iş bırakma eylemlerini gerçekleştirdiklerini belirten işçiler, “Şirket, TTK'dan parasını alıyor. Ama bize paramızı vermiyor.” diyerek, şirket yöneticilerinden paralarının bir an önce verilmesini istedi.
önünde olacaklar ve tekliflerini sunacaklar. Olumsuz bir yanıt almaları durumunda 12 Mayıs’ta saat 8.30-10.30 arası İBB'ye bağlı birimlerde hizmet üretmeyecekler. 24 Mayıs’ta tekrar İBB önüne gideceklerini duyuran Tüm Bel Sen üyeleri tekliflerini yineleyecekler, olumsuz cevap tekrarlanırsa 25 ve 26 Mayıs tarihlerinde üretimi tamamen durduracaklarını açıkladılar. Kadıköy Belediyesi çalışanları toplu sözleşme hakkı ve demokratik, katılımcı yerel yönetim talebiyle 22 Nisan’da 10.00-
12.00 saatleri arasında iş bıraktı. İş bırakma eylemi sonrasında Kadıköy Belediye Başkanlığı önüne siyah çelenk bırakan belediye emekçileri, daha sonra bir basın açıklaması yaparak emekçilerin taleplerine duyarsız kalan belediye yönetimini protesto etti. Açıklamayı okuyan Tüm Bel Sen 3 No’lu Şube Başkanı Hasan Güzel, belediyelerde taşeronlaştırma ve özelleştirme uygulamalarının arttığına dikkat çekip toplu sözleşme ve grev haklarını alana kadar mücadele edeceklerini söyledi.
9
EMEK 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
İhaleye para var işçiye yok İşçilerin parasını vermemek için kırk takla atan Nurol, ihalelere milyon dolarları bayılmak için hiç tereddüt etmiyor
İşçileri kim üye yaptı?
Ç
emen Tekstil işçileri, Hak-İş/Öz İplik İş Sendikası'nın patronla iş birliği içinde üye kaydı yaparak DİSK Tekstil'in yetkisini düşürmeye çalışmasını bir basın açıklamasıyla protesto etti. Öz İplik-İş Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Kaplan da kendilerinin üyeliklerden habersiz olduğunu ancak, Çemen Tekstil patronu Kamil Çetinkaya ve fabrikadaki yöneticiler tarafından işçilerin gizlice Öz İplik İş'e üye yapıldığını söyledi.
ücretleri protesto ettikleri için işten atıldı ve direnişe geçti. Asrın projesi Marmaray’ın arkeolojik kazı bölümünde çalışan işçiler, şantiyedeki tuvaletlerin yetersizliğinden, yatırılmayan sigorta primlerinden bahsetmişlerdi. İşçiler valilikten TBMM’ye kadar her yere gidip sorunlarını anlattı, sürekli “çözeceğiz” vaatleri ile karşılaştılar. Fakat işçiler şantiyeyi işgal edince Marmaray projesini üstlenen şirketler şantiyeye gelip işçilerle görüşmek zorunda kaldı. İşçilerin tüm taleplerini kabul eden patronlar işçilerin direnişte geçen günlerinin tazminatlarını verecek kadar paralarının olmadığını söyledi.
İ
stanbul’da Ali Sami Yen Stadı’nın arazisi için TOKİ’nin açtığı ihaleyi Nurol Gayrimenkul ve Aşçıoğlu İnşaat ortak girişimi 416,5 milyon lira ile kazandı. 16 Nisan’da yapılan ihale 15 dakika sürdü. Ancak Seyrantepe Spor Kompleksi'nin maliyetinin öngörülenin üzerine çıkması nedeniyle daha fazla kaynak ihtiyacında olan TOKİ, Ali Sami Yen arsası için düzenlenen ihaleyi 29 Nisan günü iptal etti. Galatasaray, maçlarını Ali Sami Yen’den yeni yapılan Seyrantepe Stadı’na taşıma kararını aldıktan sonra Ali Sami Yen’in yıkılması ve stat arazisinin ihalesi gündeme gelmişti. İnşaatın gecikmesiyle ihale daha önce de iptal edilmişti. Arazi ihalesi 15 dakika sürdü; ama Marmaray işçileri paralarını alamadıkları için 4 aydır direniyor. İhaleyi alan firmalardan Nurol Gayrimenkul A.Ş.’yi bünyesinde barındıran Nurol Holding Marmaray projesini yürütüyor. Marmaray işçileri 16 Ocak’ta insanlık dışı çalışma koşullarını ve düşük
NUROL’UN ‹CRAATLARI Marmaray işçilerini insanlık dışı koşullarda çalıştırıp paralarını vermeyen Nurol Holding, inşaat, gayrimenkul, savunma sanayi, ticaret, finans ve turizm alanında faaliyet gösteriyor. Nurol İnşaat, Gürcistan, Libya, Suudi Arabistan, Cezair, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Rusya’da da iş yapıyor.
Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu HES’in yapımında da Nurol İnşaat’ın Cengiz İnşaat’la birlikte ortak imzası var. Nurol’un adı, Tekel’in alkollü içecek bölümünün özelleştirilmesinde de geçiyor. Nurol Holding’e bağlı Nurol Yatırım Bankası da Tekel’in sigara bölümünü alan firmanın danışmanlık işlerini yürütüyor. ABD’nin Afganistan işgali sonrasında bölgede askeri üsler yapmaya başlayan Nurol’un
internet sitesinde ABD şirketi BAE Sistems ve Nurol ortaklığı ile kurulan FNSS Savunma Sistemleri A.Ş.’nin Türkiye ve müttefiklerine 1988’den bu yana tank ürettiği yazıyor. Holding’in müttefik olarak gördüğü silahlı kuvvetler ABD müttefiki Suudi Arabistan ve BAE orduları. Marmaray’ın yapımını üslenen bir diğer şirket olan Gama Holding’in adı da Türkiye’deki önemli inşaat ve enerji projelerinde adı geçiyor. Gama
Holding bünyesindeki Gama Enerji, 2007’de ABD şirketi General Electric ile ortaklaşa GEAŞ’ı kurdu. Anadolu Enerji’nin de yüzde 80 hissesini devrettiği Gama Enerji, 13 adet HES’in yapımını üstleniyor. ‹fiÇ‹N‹N HAKKIYLA YAPILAN SERVET İşçilerin tazminatını vermeyen Nurol ve Gama İnşaat şirketlerinin yöneticileri aynı zamanda Forbes dergisinin
Örnek işadamı Çeçen Silikozise 45’inci kurban ot patronları iş K cinayeti işlemeye devam ediyor. İstanbul’da kot kumlama da sigortasız çalışan ve silikozis hastalığına yakalanan Murat Aydın 23 Nisan 2010’da yaşamını yitirdi. Evli ve üç çocuk babası olan Murat Aydın, kot kumlamada 10 yıl çalışmıştı. Kot üretim yerlerinde kotları parlatmak için hiçbir önlem alınmadan kumlama, taşlama, zımparalama ve kimyasal ilaçlama yapan işçilerden 2002’den bugüne kadar 45’i hayatını kaybetti.
Krizden çıkış çabasındaki AKP, gerilimde olduğu TOBB’a, ABD’nin Irak işgali sonrasında palazlanan ‘hayırsever’ işadamı İbrahim Çeçen’i örnek gösteriyor
B
aşbakan’ın “Her TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) üyesi, bir kişi istihdam etse işsizlik çözülür” lafının ardından büyük ticaret odaları başkanlarından küçük atölye sahiplerine kadar 1 milyonun üzerinde üyesi olan TOBB, bunun mümkün olmadığını söyledi ve AKP’yi sert bir dille eleştirdi. AKP ve TOBB arasında istihdam konusunda çıkan gerilimin altında sermayenin kendi içindeki çatışma yatıyor. Çatışmanın temelinde AKP’nin, 2008’de baş gösteren dünya finans krizinin Türkiye’de yarattığı etkiden kurtulma çabası yatıyor. AKP bunun için kendisine yakın sermaye gruplarını destekliyor. TOBB-AKP gerilimi sürer-
ken Erdoğan, 17 Nisan’da Antalya Havalimanı Yeni İç Hatlar Terminali ve AntalyaKemer-Tekirova yol tünelleri bölgesi açılışına katıldı. Erdoğan burada yaptığı konuşmada TOBB üyelerine işadamı İbrahim Çeçen’i örnek gösterdi. Başbakanın Antalya’daki açıklaması ve örnek olarak İbrahim Çeçen’i göstermesi tesadüf değil. İbrahim Çeçen’in başkanlığını yaptığı IC Holding’in AKP döneminde yaptığı yatırımların büyük kısmını enerji ve inşaat yatırımları oluşturuyor. Hızlı Tren projesi IC’nin en büyük yatırımlarından biri. ABD’nin enerji devi AES Corporation ile ortak olan IC’nin enerji alanında yaptığı yatırımların tümünü hidroelektrik santralleri yatırımları oluşturuyor.
AKP’nin “hayırsever” olarak tanımladığı Çeçen’in Antalya Havalimanı inşaatındaki ortağı Tayyip Erdoğan’ın yakın dostu Mehmet Cengiz’in yönetim kurulu başkanlığındaki Cengiz Holding. O da tıpkı IC gibi sırasıyla turizm, enerji ve maden sektöründe faaliyet göstermeye başlıyor. Hem IC hem de Cengiz Holding ABD’nin Irak işgali sonrasında Ortadoğu’da ABD’li şirketlerin taşeronları olarak boy gösteriyor.
‹stanbul’un topra¤› güvencesizlikse tafl› da direnifl Nisan ayı açlık sınırı 850 lira
T
ürk-İş, 2010 Nisan ayı açlık ve yoksulluk sınırını açıkladı. Türkİş'in verilerine göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için 2010 Nisan ayı itibariyle yapması gereken harcama tutarı (açlık sınırı) 852,50 lira oldu. Gıda harcaması yanı sıra giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamalarla birlikte toplam harcama tutarı (yoksulluk sınırı) ise 2.776,86 lira oldu.
‹stanbul’da 1 kilometrekare alan içinde devam eden 4 direnifl var. Hastane inflaat›n›n çat›s›na ç›kan Samatya Hastanesi inflaat iflçileri, günlerdir ‹SK‹ bölge Müdürlü¤ü önünde bekleyen ‹SK‹ iflçileri, ifle iade davalar›n› bekleyen Marmaray iflçileri ve tafleron flirketle sözleflme imzalamayan itfaiye iflçileri. TOPBAfi YALAN D‹REN‹fi GERÇEK Güvencesiz çal›flmak istemediler, polisin cop ve tazyikli suyuna maruz kald›lar. Y›lbafl›n› direnifl çad›r›nda geçirdiler. Onlar itfaiye iflçileri. ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi'ne ait B‹MTAfi bünyesinde çal›fl›rken tafleron Lapis-Makro flirketine geçmeye zorlanan iflçiler 2010’un ilk gününden itibaren direniflte. ‘‹flçiler direniflten vazgeçti.’ diyen Büyükflehir Belediye Baflkan› Kadir Topbafl, itfaiye iflçileri için "Bizimle
sözleflme imzalamayan 68 itfaiyeci baz› programlarda bana ka¤›tlar uzatarak 'Ne olur biz ettik siz etmeyin, çok kötü durumday›z, bizi kulland›lar' diyor." dedi. ‹tfaiye iflçisinin yan›t› gecikmedi: “Yalan!” Direniflteki itfaiye iflçileri 19 Nisan’da Taksim Gezi Park›'nda bir bas›n aç›klamas› yapt›. ‹flçiler, “Topbafl’›n itfaiyeyi tafleron flirkete devrederek dayatt›¤› kölelik koflullar›n› reddettik ve reddetmeye devam ediyoruz." dedi. ‹tfaiyenin, Deniz Feneri yolsuzlu¤unda ad› geçen Lapis-Makro’ya devrinden sonra hem belediye hem de flirket yetkilileri iflçilere “Ya iflten ç›k ya da yeni flirkette çal›fl" diye bask› yapm›fllard›. BÖYLE OLUR D‹REN‹fiÇ‹ ÇOCU⁄UNUN 23 N‹SAN’I Bir baflka direnifl de ‹SK‹
Helal olsun, et de ithal eder olduk B
İbrahim Çeçen’in yükseliş öyküsü, aslında iktidara her dönem yakın olmanın yükseliş öyküsü. 1969’da İçtaş İnşaat şirketini kurarak yola çıkan Çeçen, 1974’te sanayi alanına adım attı. 1980 sonrasında inşaat sektörünün yükselişinden nasibini alan Çeçen, 1994 yılındaki krizin ardından devlet eliyle desteklenen turizm sektörüne yatırım yapmaya başladı. 2001 krizinin ardından enerji alanına yöneldi.
iflçilerinin. ‹stanbul Aksaray’daki ‹SK‹ Genel Müdürlü¤ü önünde direnifllerini sürdüren iflçiler 22 Nisan’da pankartlar›n› indirmeye çal›flan güvenlikçileri püskürttü. 23 Nisan Çocuk Bayram›’n› çocuklar›yla birlikte eylemle karfl›lad›. “Türkiye Cumhuriyeti vatandafl›ysak
açıkladığı en zengin 100 Türk listelerinde yer alıyor. Nurol Holding yöneticilerinden Nurettin Çarmıklı 285 milyon liralık servetle 79, Erol Çarmıklı 275 milyonla 81 ve Mehmet Oğuz Çarmıklı da 275 milyon liralık servet ile 83’üncü sırada yer aldılar. Marmaray inşaatını yapan bir diğer firma olan Gama İnşaat yöneticileri de 370’er milyon liralık servetle listenin 58, 59 ve 60’ıncı sırasında yer aldılar.
aşbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla Et ve Balık Kurumu'na (EBK) canlı hayvan ve et ithalat izni verildi. 4 Mayıs'ta gerçekleştirilecek ihale ile et ithalatı yapılacak. İhale aynı zamanda sektöre girecek yabancı şirketleri belirleyecek. Et ithalatı yerli et üreticilere zarar verirken, yabancı et şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyor. Bir et üreticisi ürettiği etin kilosunu 9 liradan marketlere satarken büyük marketler bunu 30 liradan tüketiciye satıyor. Koç Holding yöneticisi Ömer Bozer, et ithalinin Türkiye’nin bindiği dalı kesmesi anlamına geldiğini söylüyor. Bozer, ithalatın et fiyatlarını kısa süreliğine düşüreceğini bir süre sonra da et piyasasını daraltacağını belirtiyor. Koç’un asıl
sıkıntısı ithalatla ülkeye girecek uluslararası et tekelleriyle rekabet edebilecek gücünün olmaması. Et ithalatı ilk defa Özal döneminde yapılmış ve büyük şirketlerin ithal ete yönelmesiyle yerli et üreticileri ithalattan zararla çıkmışlardı. 1980’den sonra uygulanan et ithalatının ve EBK'nın özelleştirilmesinin Türkiye’de hayvancılığı bitirdiği ve et üretimini yıllar içinde sürekli azalttığı EBK’nın kendi raporlarında yer alıyor. Özal dönemiyle birlikte sektördeki payı bilinçli olarak azaltılan EBK’nın, neredeyse hiç faaliyeti yok. Küçükbaş hayvan üretimi yok denecek kadar az olan EBK’nın büyükbaş hayvan üretiminde sektördeki payı ise yüzde 1 civarında.
‘Hakk›m›z› nas›l alaca¤›m›z› gördük’ güvenceli ifl bizim hakk›m›z” dedi. Çocuklar beraberinde getirdikleri balonlara taleplerini yazm›fllard›: “Babama ifl verin!” ‹SK‹’nin, kendisine ba¤l› tafleron flirketlerle sözleflmesini yenilemedi¤i için iflten ç›kard›¤› iflçiler 15 Mart’ta direnifle geçmiflti.
“Kazand›k ama sevinemedik. Paray› alsak da iflsiz kald›k ve paray› taksitle alaca¤›z. Benim için bu durum bir baflar› de¤il; ama yine de burada direndik ve hakk›m›z› ald›k. Bugünden sonra nerde bir direnifl var ben oraday›m, hakk›m›z›n nas›l kazan›laca¤›n› gördüm çünkü.” Bu sözler, direnerek tazminatlar›n› kazanan Tarifl iflçilerine ait. Çal›flmak için gittikleri fabrikalar›nda 1 Mart sabah› karfl›lar›nda polisi gören ve iflten at›ld›klar›n› ö¤renen Tarifl iflçileri tazminatlar›n› direnifllerinin 46’nc› gününde kazand›. 15 Nisan günü sendikac›larla Tarifl yönetimi aras›nda yap›lan görüflmede 345 iflçinin tazminat›n›n 3 parça halinde ödenmesi karar› ç›kt›. Karar iflçiler taraf›ndan oyland› ve kabul edildi. Diyarbak›r’daki tu¤la iflçilerinin grevi de beflinci gününde kazan›ma ulaflt›. Patronlar, iflçilerin yüzde 28’lik ücret art›fl› talebini kabul edince iflçiler grevi sonland›rd›. Kentteki tüm tu¤la iflçileri, 4 y›ld›r ücretlerine zam alamad›klar› ve sosyal güvencelerinin bulunmad›¤› gerekçesiyle 16 Nisan günü ifl b›rakm›flt›. Patronlar, iflçilere yüzde 7,5 zam önermiflti ancak iflçiler kabul etmemiflti.
10
KİBELE 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Cesur kad›nlar olma zaman› nce Siirt’te ardından Manisa’da ardı ardına ortaya çıkan çocuklara dönük tecavüz vakaları neredeyse tüm ülkede infial yarattı. Çocukların kimi zaman mağdur, kimi zamansa hem suçlu hem mağdur pozisyonunda olduğu tecavüz vakalarını çoğumuz insanlığa sığmayan bir davranış olarak niteledik. Haberleri duyan herkes bu ‘insanlık dışı’ olayı lanetledi, öfkelendi, belki de isyan etti. İlk duyduğumuzda hissettiğimiz öfke elbette anlaşılır ve makuldü. Fakat bu gibi olayların bir daha tekrar etmemesi için, dahası ortaya çıktığı andan itibaren tacizci ve tecavüzcülerin aklanmasına hatta korunmasına kadar varan resmi ve sivil kurumların tavrının tekrar etmemesi için duyduğumuz öfkeden öteye bir yerlere gitmek gerekiyor. Belki içimiz soğuduktan sonra doğru soruları sorarak doğru cevaplara ulaşmaya çalışmak gerekiyor. Türkiye’de çocuk istismarıyakıcı bir sorun. Birleşmiş Milletler raporuna göre halen çocuk evliliklerinin %30-35 oraÖzge nında olduğu bir ülkede yaşıYurttafl yoruz. Amargi kadın dergisinin derlediği bilgilere göre, ozgeyurttas@ Adli Tıp Kurumu ayda 100 ile gmail.com 120 arasında cinsel istismara maruz kalmış çocuğa bakıyor. Üstelik tahminler, yaşanan çocuk tacizi vakalarının sadece %10’unun yargıya ve dolayısıyla kuruma yansıdığı yönünde. Bu veriler ışığında Siirt’te yaşananların da yaygın bir toplumsal sorunun uzantısı olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, evet Siirt’te yaşananlar insanlık suçudur fakat politik bir kadın hareketi yaratma iddiasına sahip olan her kadın, yaşanan insanlık suçunun niteliğini, onu açığa çıkaran çok katmanlı toplumsal sorunları ve ezen, ezilen çelişkisini de gösterecek biçimde ortaya koyma sorumluluğuyla kaşı karşıyadır. Çünkü çoğu zaman yaşananlara ‘lanet okumak’, ‘kahretmek’ taciz tecavüz sorunu karşısında kadından yana bir çözümü açığa çıkartmaya yetmiyor. Olanlara isyan etmek ancak bu isyanın görünür olduğu somut eylem çizgisiyle beraber bir yaptırım gücüne de kavuşacak. Suçu bir ‘cani’ye yükleyerek işin içinden çıkamayız. Tecavüz vakalarının birçoğunun mağduru yoksullukla istismara açık hale gelen çocuklar oluyor. Siirt olayı hakkında verilen haberlerde tecavüz mağduru kız çocuklarının babasının hamallık yaparak geçindiği, kentin eşrafının ‘krakerden deftere’ kadar farklı şeyler vererek çocukları istismar ettiği, susturmaya çalıştığı bilgileri bu görüşü doğruluyor. Bu nedenle çocukların eğitimden sağlığa, sosyal yaşamdan beslenmeye kadar mağduru olduğu yoksunlukların giderilmesinin devletin görevi olduğunu bıkmadan usanmadan dile getirmeliyiz. Taciz ve tecavüz vakasının üstünün örtülmesine dönük tüm girişimlerin üzerine kararlılıkla gidecek kadar cesur olmak zorundayız. Tecavüzcülerin, kadınlara, çocuklara cinsel şiddet uygulayanların bu cüreti, erkek egemen toplumsal ilişkiler ve mağduriyetin üstünü örten gericilikten aldığını biliyoruz. Bu mekanizmaların ‘suç’luları korumak ve denetim mekanizmaları sayesinde bütün bir toplumu bu suça ortak etmek için de devreye girmesine şaşırmamalı, suskunluğu kadın militanlığından alacağımız güçle bozabilmeliyiz. Unutmamak lazım ki kadınların maruz kaldığı cinsel saldırıların ‘taciz’ olarak kavramsallaştırılması ve bir mağduriyet biçimi olarak tanımlanması, dahası bunun bir mücadele konusu haline getirilmesi kadın mücadelesinin özellikle de ikinci dalga feminizmin, kazanımlarından biridir. Şimdi Siirtli ağaların, beylerin, belediye başkanının yaptığı ‘sorun aramızda’ açıklamasından da anlaşılacağı gibi bir kez daha geçmişten ve kadın mücadelesinin birikiminden güç alarak taciz, tecavüz sorunun ‘aramızda’ bir sorun olmadığını toplumsal cinsiyetten, erkek egemenliğinden ve dinci gericilikten beslenen çok katmanlı çok boyutlu bir sorun olduğunu bilince çıkartmalıyız. Bu sorunu ele alırken insani duyarlılıklarımız ve sızlayan vicdanımız kadar kadınlık bilinciyle de hareket etmeli ‘özel alana’ değil kamusal alana dair bir konu için de mücadele ettiğimizi bilmeliyiz. Bu anlamda Ankara’da, Bursa’da, Eskişehir’de ve tecavüz vakalarının patlak vermesinin hemen ardından diğer illerde yapılan eylemler önemlidir. Olayın üstünün sessizce örtülemeyeceği ve Türkiyeli kadınların taciz tecavüz vakalarına karşı her geçen gün seslerini yükselttiklerini göstermesi bakımından anlamlıdır. Fakat aynı duyarlılığı çocukları, kadınları hedef alan taciz, tecavüz ve istismar vakalarının faillerine olduğu kadar onu açığa çıkaran gerekçelere dikkat çekilmelidir. Bu suçun kasabanın erk’ekleri arasında çözülerek üstü kapatılacak bir sorun değil, kadının özgürlük, eşitlik mücadelesinin bir parçası olduğu dile getirilmelidir.
Ö
Halkevci kadınlar 1 Mayıs’ta Taksim’deydi Halkevci Kadınlar Taksim 1 Mayıs’ına tüm coşkularıyla katıldı. Halkevleri kortejine kadın mücadelesinin rengini katan ve taleplerini taşılan kadınlar “Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı kadınlar yürüyor, mücadele sürüyor” pankartıyla alanda yer adılar. “Emeğimiz, bedenimiz bizimdir”, “Şiddete sessiz kalmayacağız”, “Güvenceli İş İstiyoruz”, “Eşit İşe eşdeğer ücret”, “Her ilçeye sığınma evi istiyoruz” dövizleri taşıyan kadınlar 4 acil talebini kortejin ana vurgusu olarak belirlemişiti. Eskişehir, Bursa ve Samsun’da da Halkevci kadınlar 1 Mayıs alanına kendi kortejleriyle çıktı.
Acıyı ‘bal’ eylemeyeceğiz S
iirt’te 7 kız çocuğu iki yıl boyunca 100 kişinin tecavüzüne uğradı. Kentte 2 yıl süren suskunluk, 14 yaşındaki ilköğretim okulu öğrencisi H.T’nin yaşadıklarını rehber öğretmenine anlatmasıyla bozuldu. İki yıl önce H.T’nin ablası S.T. tecavüze uğradı. Durumun sessizce yayılmasıyla çocuğa tecavüz edenlerin sayısı arttı. S.T. okulu bırakmak zorunda kaldı. Kardeş H.T’nin de yavaş yavaş büyümesi üzerine gözler onun üzerine çevrildi. H.T, şehrin esnafından, öğretmenine, imamına, tanınmış isimlerine, kendi sınıf arkadaşlarına kadar yaşları 14-70 arasında değişen onlarca kişinin taciz ve tecavüzüne maruz kaldı. Okulunun müdür yardımcısının tacizlerinden bunalan H.T, ablası ve kendisinin yaşadıklarını rehber öğretmenine anlattı. Rehber öğretmenin durumu aydınlatmaya çalışmasıyla açılan soruşturma genişledikçe mağdur ve suçlu sayısı arttı. H.T ve S.T ile birlikte 7 çocuğun sistematik olarak tecavüze uğradığı ortaya çıktı. Mağdur diğer kız çocuklarının ifadelerinin de alınmasıyla suçlular listesine 100 kişinin ismi yazıldı. Listede adı geçen müdür yardımcısı şehirden kaçtı. TECAVÜZLER ‹K‹ YIL G‹ZLEND‹ Savcılık, soruşturmayla ilgili “çocukların korunması için” derhal gizlilik kararı aldı. Failler listesinde AKP’li milletvekili yeğeni, seçim çalışmalarında AKP’ye yardım eden şeyh, şehrin tanınmış isimleri, polis ve askerler bulunuyor. Durum iki yıldır bir şehrin sırrı olarak biliniyor olmasına karşın bir soruşturma yürütülmüyordu. Mahalle muhtarı daha önceden valiliğe şikâyette bulunmuşsa da Siirt Valisi Necati Şentürk “Gösteri, bölücülük yapmasınlar da fuhuş yapsınlar” diyerek konunun üstünü kapatmıştı. Suçun üstü örtüldükçe suçlular kendisini akladıkça, yeni suçlar doğuyor. Bir yıl önce, Siirt’in Pervari İlçesi’nde 8 çocuk, 2 ve 3 yaşlarındaki iki çocuğa tecavüz etti. 8 çocuk, 2 yaşındaki çocuğu öldürdü.
Siirt’te bir kez daha şahit olduk. Tecavüzcüler gizleniyor, tecavüze uğrayan kadınlar, çocuklar yargılanıyor, öldürülüyor. Basına da Siirt’in balını yazmak kalıyor
SUSKUNLUK YEN‹ SUÇLULAR YARATTI Pervari’deki Atatürk Yatılı İlköğretim Okulu’nda okuyan 1314 yaşlarındaki 8 çocuk, 15 yaşındaki kız çocuğu D.S’nin çıplak fotoğrafını çekti. Ardından, kızdan onlara küçük yaşta bir çocuk getirmesini istediler. Kızın kabul etmemesi üzerine fotoğrafını ailesine göstermekle tehdit ettiler. D.S, bu korkuyla önce amcasının oğlu olan 2 yaşındaki E.S’yi, daha sonra da diğer amcasının kızı 3 yaşındaki A.S’yi çocuklara teslim etti. 8 çocuk teslim aldıkları küçük çocuklara sırayla tecavüz etti ve 2 yaşındaki E.S’yi havuzda boğarak öldürdü. ‘AL‹YE KAVAF ‹ST‹FA’ Tüm bu yaşananlar toplumda infial yarattı. 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda Ankara’da Halkevci
kadınlar meclis önünde tecavüz olayını protesto etti. Kadınlar, AKP ve cemaat ilişkileri tarafından korunan tecavüzcülerin cezalandırılmasını ve Aliye Kavaf’ın istifa etmesini istedi. 22 Nisan’da, Bursa’da Halkevci kadınlar Orhangazi Parkı’nda yaptıkları oturma eylemiyle kız çocuklarına yönelik tecavüz olayını protesto etti. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’nın ve Milli Eğitim Bakanı’nın suçu gizleyerek suça ortak olduğunu ifade eden kadınlar tüm kadınları kız kardeşliğin şemsiyesi altında buluşmaya ve mücadele etmeye çağırdı. Eskişehir ve İzmir’de de kadınlar öfkelerini eylemlerle gösterdi. Ankara Kadın Platformu çocuklara yönelik tecavüz olayıyla ilgili basın açıklaması yaptı. Platform adına açıklama yapan Çağrı
Yurttaş “Üzmez vakasında devlet kurumları nasıl ki suçluyu koruduysa Siirt’te de yine devlet kurumları, tecavüzü görmezden gelerek 7 kız çocuğunun 100 erkek tarafından cinsel istismara uğramasına göz yummuştur.” dedi. Ama olayların yaşandığı Siirt’te durum farklıydı. Susarak bu suça ortak olmaya zorlanan kent halkı ve yöneticileri ‘kol kırılır yen içinde kalır’ fikrini savunuyorlardı. Siirtliler, konunun basında geniş yer almasına, Siirt’in adının kirletilmesi gerekçesiyle tepki gösterdi. Siirtliler.net sitesinde yazılanlar tecavüz karşısında suskunluğun altında yatan gerçek nedeni gösteriyordu. Sitede “Bu namussuzluğu yapanlar varsınlar bir ömür boyu yargılansınlar kimin umurunda. Allah aşkınıza Siirtli kimliğinize kara bir leke vurulmadı mı?” diyen yazılar yazıldı. Herkesin kabahat
işleyebileceği, ama onun şahsında temsil ettiği camia ve aileyi kabahatli göstermenin namussuzluk olduğu söylenerek şeyhler, imamlar, AKP’liler, şehrin “saygınları” korundu. Suç, kabahate dönüştürülmeye ve toplumda bir istisna haline getirilmeye çalışıldı. “Kınıyoruz” eylemleriyle, fiilen işlenen ya da susarak ortak olunan suçun üstü “Tüm Siirtliler tecavüzcü değildir” naralarıyla örtüldü. Siirtliler ve vali, basını suçladı. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf, “Çocukları koruma altına aldırdık, görevimizi yaptık.” dedi. Kimisi zincirleme suçun işlendiği iki yıl boyunca mağdur kız çocuklarını suçlu gördü. Kimi “Yalnıza Siirt’te mi oluyor?” diye sordu. Haberi alanlar çok şaşırdı. Herkes tecavüz suçundaki rolünden sıyrıldı. ‘KEND‹ ARAMIZDA KAPADIK’ Pervari’de yaşanan olayların, basında yer almasıyla ilgili Recep Tayyip Erdoğan “1 yıl önce olmuş bir olay hakkında her türlü yasal yollar, ilgili bakanlıkların atması gereken adımlar, valiliğin atması gereken adımlar, hepsi atılmış ve bugün bu tekrar gündeme getiriliyor. Bu gazetecilik değildir.” dedi. Pervari Belediye Başkanı İsmail Bilen ise yaşananlarla ilgili “Küçük bir yer, hepimiz akrabayız, olayı kendi aramızda kapattık gitti. Kimse Pervari’nin huzurunu bozmasın.Yapacaksanız Pervari’nin balını haber yapın.” dedi. Pervari Belediye Başkanı’nın açıklaması yaygın bir erkek egemen tavıra işaret ediyor. Tecavüz mahrem alanda kalması gereken bir sorun değil aksine toplumsal bir sorun. Dünyada her 6 dakikada bir kişi tecavüze uğruyor. Türkiye’de 100 çocuktan 33’ü istismara, 13’ü cinsel istismara uğruyor. Durumun nedenlerinin başında ise yoksulluk, işsizlik ve aile içinde şiddet geliyor. Siirt, Türkiye ekonomik düzey sıralamasında 73. sırada yer alıyor. Kentte, kirli savaşın getirdiği koruculukla şiddet evlere giriyor. Siirt’te halkın sorunlarının üstü kentte yaygınlaştırılan cemaat, tarikat ağları sayesinde kapatılıyor.
Kadınlar eşit yurttaşlık için buluştu A
nkara’da Halkevci kadınlar “krize karşı dört acil talep” olarak belirledikleri güvenceli iş, parasız ve nitelikli kreş, kadına yönelik şiddete karşı sığınmaevleri, sağlık güvencesi ve sağlık ocağı talepleri için 1 Mayıs öncesi bir dizi etkinlik gerçekleştirdi. 21 Nisan’da, Dikmen’de Halkevci kadınlar, Mersin’de hamile olduğu için işten atılan Fatma Baytar’ın işe geri alınması için hastane yönetimine faks çekme eylemi yaptı. Dikmen Halkevi’nden PTT’ye ağızlarına yapıştırdıkları bantlarla sessiz yürüyüş yapan kadınlar, basın açıklaması yapmalarına engel olmaya çalışan güvenlik görevlileri ve PTT yetkililerine rağmen eylemlerini bitirdiler.
KADINLAR 1 MAYIS’TA TAKS‹M’DE Yapılan açıklamada Fatma Baytar’ın bir an önce işe devamının sağlanması ve Mersin Üniversitesi Hastanesi’nde kadın işçilere uygulanan baskıların durdurulması istendi. Ankara Dikmenli kadınlar eşit ve özgür yurttaş olabilmenin ön koşulu olan kreş, sığınmaevi, sağlık ocağı, güvenceli iş talepleriyle 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını ifade ettiler. Eylem, kadınların, Kadın ve aileden sorumlu bakan Aliye Kavaf’a, görevini yapmaya davet etmek üzere, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastane Başhekimliği’ne Fatma Baytar’ın işe iadesi için faks göndermeleriyle tamamlandı.
Efi‹TL‹K VE ÖZGÜRLÜK ‹Ç‹N SA⁄LIK HAKKI 20 Nisan’da, Mamak Mutlu Halkevi’nde kadınlar “Meme Kanseri ve Sağlık Hakkı” konulu bir söyleşi gerçekleştirdi. Dev Sağlıkİş Bölge Temsilcisi Sevinç Hocaoğulları ve Atatürk Hastanesi hemşirelerinden SES üyesi Hatun Bal’ın katılımıyla gerçekleşen söyleşide AKP iktidarının sağlık alanındaki piyasalaştırma uygulamalarının kadınları ne yönde etkilediği konuşuldu. Söyleşide kadınlar, meme kanserinin belirtileri, elle muayene yöntemleri ve kansere karşı alınması gereken önlemlerle ilgili bilgi aldı. Meme kanserinden en iyi
‘Kötü kadın’ filmleri geliyor 1
3. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali 6 Mayıs’ta başlıyor. Festival 6-13 Mayıs tarihleri arasında ‘İyi, kötü, kısa’ temasıyla Ankara’da gerçekleşecek. Festivalin “Her Biri Ayrı Renk” bölümünde Almanya, Fransa, Avusturya, ABD, Kanada, Hollanda, Meksika, İsviçre ve Türkiye’yi temsil eden 13 film Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği ödülü için yarışacak. Festival kapsamında düzenlenen yarışmada Türkiye’den Ceylan Özçelik, Fransa’dan Dominique Martinez ve Almanya’dan Kirsten Liese jüri üyeleri olacak. Jüri uluslar arası festivallerden ödüllü olan 13 film arasından kazananı belirleyecek ve festivalin kapanış töreninde kazanan film açıklanacak. Festivalde onur ödülü bu yıl “ideal iyi, uslu kadınları değil uyumsuz kadınları oynamayı seçtiği, 1961’de başlayan oyunculuk kariyerini bugüne dek taşıdığı” gerekçesiyle Lale Belkıs’a verilecek. Genç kadın oyuncuları yürek-
korunma yönteminin önleyici-koruyucu sağlık hizmeti olduğunu vurgulayan Hatun Bal, sadece parası olanın sağlık hakkından yararlanabildiğini söyledi. Bal, AKP’nin sağlık politikalarının kadınları dışladığını vurguladı. Halkevci kadınlar sağlık hakkının eşit ve özgür insanlar olarak yaşamanın temel koşullarından biri olduğunu, koruyucu, parasız, kamusal sağlık hizmetlerinin güvence altına alınması talebiyle, kadınları 1 Mayıs’ta Taksim’de olmaya davet etti. Mutlu Mahallesi’nde sağlık ocaklarının kapatılmaması için mücadeleye devam edeceklerini vurguladı.
Diyarbakır’da Kürt Kadın Konferansı Ezilen halkın, bir kez de kadın olarak ezilenleri, sorunlarını konuştu, çözüm için tartıştı
D
lendirmek, Türkiye sinemasında kadınlara yönelik güçlü, olumlu kadın rollerinin yazılmasını teşvik etmek amacıyla ilki 2009 yılında verilen Genç Cadı Ödülü için, bu yıl Uzak İhtimal filmiyle Görkem
Yeltan, Bornova Bornova’yla Damla Sönmez, Kıskanmak’la Nergis Öztürk, Başka Dilde Aşk’la Saadet Işıl Aksoy, Yahşi Batı’yla Demet Evgar, Ejder Kapanı’yla Berrak Tüzünataç yarışacak.
emokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) 24-25 Nisan’da Diyarbakır’da “Demokrasinin Geliştirilmesinde Kürt Kadınlarının Rolü” konferansı düzenledi. Kürt kadını, özgürlük mücadelesine giden yolda sorunlarını ve taleplerini tartıştı. Irak, Suriye, İran, Türkiye ve çeşitli ülkelerden 150 delegenin katıldığı konferansta Kürtlerin kimliklerinin reddi, devletin sürdürdüğü inkâr politikaları, Kürt kadınlarının karşılaştıkları sorunlar ve bunlarla mücadele yöntemleri, demokratik mücadele süreçlerinde kadının temsilinin rolü, toplumsal cinsiyetçiliğin aşılması için yöntemler tartışıldı. Konferansın açılış konuşmasını yapan Eski DEP Milletvekili Leyla Zana “Kürt kadınları ezilenlerin ve sessizliğin rengidir. Bugün biz
kadınların hem özel hem de tarihi günüdür. Bugün aynı zamanda Kürt kadınının rönesans günüdür.” dedi. Zana, konferansta kadınların yaşadıkları haksızlıkların yalnızca uğradıkları hak ihlallerinden oluşmadığını, aile içi şiddet, berdel, namus cinayetleri, cinsel şiddet, tecavüz ve anadil yasağı gibi konuların kadınların güncel sorunu olmaya devam ettiğini belirtti. Konferansa, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Milletvekilleri Sabahat Tuncel, Gülten Kışılak, Emine Ayna, Fatma Kurtalan, Sevahir Bayındır, Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, KDP Parlamentosu’ndan Aven Ömer, Emina Zikrin, İran Komünist Partisi’nden Sabriye Bahmani ile yazar Şirin Amedi ve çok sayıda gazeteci, yazar ve akademisyen katıldı.
YÜZ YÜZE
11
2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Hala umudu var kardeşimin ÖMRÜMÜZ
Ermenistan-Türkiye ilişkileri üzerine konuştuk. Tekir soruyarımızı yanıtlarken, tarihe ezenlerin değil ezilenlerin tarafından bakılması gerektiğini, şovenist düşünceleri ortadan kaldırıp, ezilen sınıflarla omuz omuza mücadele ederek demokratik, eşitlikçi ve özgür bir Türkiye’ye kavuşulabileceğini söyledi. Zartonk, eşitlik ve adaletin hakim olduğu bir gelecek için “Benim umudum var” diyor.
Türkiye’deki Ermeni Toplumu’ndan yola çıkarak her türlü ayrımcılığa karşı eşitlik, adalet ve demokrasi mücadelesine katkı sunmak için kurulan Nor Zartonk platformu üyesi Sayat Tekir’le, 1915 olayları ve Türkiye’deki Ermeniler üzerine bir söyleşi yaptık. Aynı zamanda Nor Radyo çalışanı olan Tekir’le, Türkiye’de Ermeni olmak, azınlık olmak, ötekileştirilmek ve
BURALI
OLDU⁄UMUZU
‹SPATLAMAKLA
GEÇT‹
1915’ten önce vardık, şimdi yokuz T E rmeniler 1915 sonrasında uzun süre kendi kabuklarında yaşadılar. Bu yalnızlık Hrant’ın cenaze törenindeki destekle yavaş da olsa aşılmaya başladı
ürkler ile Ermeniler yüzyıl önce birlikte yaşıyorlardı. Neden bir daha olmasın? Tarihimizle yüzleşerek daha özgür bir yaşam yeniden kurulabilir
ÇA⁄LA A⁄IRGÖL
H
rant Dink’in öldürülmesinden sonra bir tedirginlik hissediyor musunuz? Ben de zaman zaman Ermeni toplumunun diğer bireyleri gibi tedirginlik hissediyorum. Fakat bu tedirginlik beni pasifize etmiyor; aksine Türkiye’de bir şeyleri değiştirmek için mücadelenin gerekli olduğuna inandırıyor. Gelecek nesillerin bu tedirginliğe maruz kalmamaları adına Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin içinde olmalıyız. 1915’te Türkiye topraklarındaki Ermenilerin yaşadıkarıyla ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? İttihad ve Terakki’nin 1915’te Ermenilere karşı gerçekleştirdiği etnik kırımlar, soykırımdır. Soykırım kavramının babası kabul edilen Rafael Lemkin, kavramı oluştururken iki katliamı temel almış. Birincisi, 1915’te Osmanlı’da Ermenilere yapılanlar; ikincisi, 1933’te Irak’ta Süryanilere yapılanlar. Kavramsal yanını bir kenara bırakırsak, 1915’ten önce bu topraklarda Ermenilerin yaşadığını ve şu anda olmadıklarını söylemeliyiz ki bu bence çok önemlidir. 1915’te yaşanan hadiseler sadece Anadolu’nun homojenleştirilmesi projesi değil aynı zamanda sermayenin de Türkleştirilmesiydi. Bu bağlamda 1915’te yaşananları sınıfsal perspektiften de değerlendirmeliyiz. Cumhuriyet döneminde azınlıklara karşı yapılan keyfi ayrımcı uygulamalar da bu ırkçı faşist zihniyetin devam ettiğini gösteriyor. Ermeni Soykırımı Tasarısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Dünyanın diğer ülkelerindeki soykırım yasa tasarıları ile ilgilenmiyorum. Bu tasarılar Türkiye’de Ermeni soykırımı konusunda yukardan bir etki yapıyor. Bunun yerine Türkiyeli demokratik kitle örgütlerinin, üniversitelerin yapmış oldukları eylem, sempozyum gibi etkinliklere çok önem veriyorum. Her yıl 24 Nisan olayları tartışılıyor. Bu tartışmalara ilişkin ne düşünüyorsunuz? Tartışılır olması güzel bir yerde, tarihle hesaplaşılıyor. Türkiye kamuoyu, 24 Nisan olaylarıyla ilgili davranışları sertleşse de, ötekileştirme politikaları uygulansa da geçmişlerini merak ediyor. Gerçekler de meraklar sonucu ortaya çıkacak. Yakın geçmişe kadar bu tür tartışmalar neredeyse hiç yapılmıyor/yapılamıyordu. Bugün bunları ve Dersim gibi konuları konuşmak önemli bir gelişme olarak değerlendirilmeli. Çok farklı grupların Türkiye’deki Ermeniler adına konuşması hakkında ne düşünüyorsunuz? Herkes Ermeniler hakkında konuşabilir; fakat ırkçılık yapmamak kaydıyla kendi fikirlerini aktarabilir. Burada kritik nokta Ermenilerin kendi adlarına az konuşmalarıdır. Hrant Dink öldürüldükten sonra bu durum değişmeye başladı fakat yeterli düzeyde değil. Tabii bir de, Ermeniler adına konuşan, devlete şirin gözükme çabasında olan Ermeniler var. Bu misyonda olan insanların genelleme yapmadan öznel bir şekilde konuşmaları ve kendi rantları uğruna Türkiye toplumunu yanlış yönlendirmemeleri gerekir. Peki Ermeniler kendi adlarına
neden bu kadar az konuşuyor? Tarihsel trajedilerden ve baskılardan dolayı. Her 15-20 yılda bir gerçekleşen katliamlar/ayrımcı uygulamalardan ötürü tekrarlanan travmatik durumlarla karşılaşıyorlar. Bu da doğal olarak korku yaratıyor. Türkiye’de sayıları giderek azalan Ermeni yurttaşlarımızın ülkede söz sahibi olduğunu düşünüyor musunuz? Elbette Ermenilerin sorunlarını anlatmakta ve çözümler bulmakta sıkıntıları var. Ama bu sadece Ermenilere özgü bir sorun değil. Bu ülkede hakim ideolojinin kalıplarına sığmayan emekçilerin, eşcinsellerin, kadınların, çocukların, çevrecilerin, Kürtlerin, Alevilerin, Rumların, Lazların, Süryanilerin ve diğer din, dil, ırk ve mezheplere mensup halkların ülkenin geleceği hakkında söz hakkı, egemenlerce gaspedilmektedir. Türkiye’deki Ermeniler farklı etnik gruplara mensup yurttaşlarla bir kader ortaklığı hissediyor mu? Türkiye’de Ermeniler 1915 sonrasında çok uzun bir süre kendi kabuklarında yaşadılar. Kanımca bunun en önemli nedenleri gerek Türkiye’nin 1915 konusundaki inkar politikalarına gerekse cumhuriyet yönetiminde devam eden ayrımcı uygulamalara toplumsal bir tepki üretmemiş olmasıdır. Bu yalnızlık hissi Hrant’ın cenaze törenindeki destek ile yavaş da olsa aşılmaya başlanmıştır. Sanırım
Siz ısrarla “Buralıyım” derken birilerinin size sürekli “Buralı değilsin! Ya Sev Ya Terk Et!” demesi olumsuz bir davranıştır bugün kader ortaklığı durumu toplumun belli kesimlerince kavranmıştır. 1915 belgeseli engellerle karşılaşmıştı. Ankara’da yapılacak olan 1915 Sempozyumu’na yönelik baskılar da yaşandı mı? Ankara’daki sempozyum ve İstanbul’daki eylemler öncesi çıkan zorluklar bize bu topraklarda ötekinin acısına ortak olmanın bile ne yazık ki cesaret isteyen bir iş haline geldiğini gösteriyor. Ama tarih böyle cesaretleri gösterenlerin azmi ile değişmiştir. Bir şekilde farklı kimlikteki insanların dayanışması ile birçok konuda bu ortak acının paylaşılması hem yüreğimizi ferahlatıyor hem de
enternasyonalist bir devrime olan inancımızı kuvvetlendiriyor. Tüm ezilen halkların, kimliklerin ve sınıfların bir arada inşa edeceği ortak bir gelecek mümkündür. Bu gelecek için geçmiş ile hesaplaşmalı, tarihi ezenlerin değil ezilenlerin tarafından okumalıyız. Tayyip Erdoğan, “Obama hassasiyetimizi bildiğinden 1915 için ‘büyük felaket’ ifadesini kullandı. Ve bazı kesimlerin beklentileri suya düştü” dedi. Obama’nın ve Erdoğan’ın açıklamalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Obama’nın ve Erdoğan’ın açıklamaları benim için bir anlam taşımıyor. Bir yanda Afganistan’a diğer yanda da Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyon yapan 2 siyasetçinin 1915 gibi tarihi bir konudaki söylemleri, “Soykırım olmuştur” deseler bile samimi değildir. Önemli olan iki halkın barış yanlısı tutumlarıdır. Düzen partilerinin oy kazanmak için ucuz milliyetçi politikalara başvurduklarını biliyoruz. Bu bağlamda sınırların açılarak siyasetçilerin devreden çıkmasını ve halkların birbirlerini yeniden tanıyarak önyargıları kırmasını temenni ediyorum. Başbakan Erdoğan yine diğer bir açıklamasında “Ermenistan’da cinsi cibiliyeti belli olmayan aşırı uçlar aşırıya kaçan hareketlerde bulundu, şok oldum” ifadesini kullandı. Konuyla ilgili neler düşünüyorsunuz? Ermenistan’da Türkiye
bayrağının yakılması ya da Türkiye’de Ermenistan bayrağının yakılması Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecine darbe vurmak için yapılan eylemlerdir. Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklama beni ilgilendirmezken, TürkiyeErmenistan arasındaki normalleşme süreci beni gayet ilgilendirmektedir. İki ülkenin barış girişimleri yine iki ülkenin ırkçılarının eylemlerine kurban edilmemelidir. Türkiye ile Ermenistan ilişkileri normalleşebilecek mi? Hepimiz biliyoruz ki sermayenin dini, dili, ırkı yoktur; sadece çıkarları vardır. Bu çıkarlar bir normalleşmeyi zorladığında devletler arası ilişkiler elbette normalleşecektir. Bizim içinse önemli olan devletler arası ilişkilerin ötesinde halklara yıllarca belletilen kin ve düşmanlığı ortadan kaldırmak, milliyetçi hegomonyayı kırmak, halkların barış içinde bir arada yaşayabilmesi için çaba göstermektir. Asıl normalleşme bu başarıldığında gerçekleşmiş olacaktır. Hükümet 1915’te yaşananların bir soykırım olduğunu kabul edecek mi? Hükümetin kabul etmesinden ziyade bu soruyu soran ve bu yazıyı okuyanların 1915’te yaşanan katliamların soykırım olduğunun bilincine varmaları gerek. Hukuksal açıdan sorunlu olan bir kavramın vicdanlarda yarattığı anlam daha önemlidir. Hükümetin en azından 1915’te ölenler için bir özür dilemesi ve tarihle yüzleşmesi gerekmektedir. Biz tarihimiz ile yüzleşmedikçe görmekteyiz ki egemenler sadece azınlıklara değil Alevilere, Kürtlere, LGBTT’lere, sosyalistlere ve işçilere karşı birçok katliam ve cinayet işlemişlerdir. Tarihle yüzleşmeliyiz ki bir daha olmasın… Türk ve Ermeni halkları arasında barış ve dostluk rüzgarları esecek mi? Türkler ile Ermeniler yüz yıl önce bir arada yaşıyorlardı. Neden bir daha olmasın? Tarihimiz ile yüzleşerek, milliyetçiliği ortadan kaldırarak bir arada daha adil daha özgür bir yaşam yeniden kurulabilir. Gelecekten umutlu musun? Gelecekten umutlu olmasam sanırım şu anda bu röportajı benle yapıyor olmazdınız. Doğduğum memlekette eşitliğin, kardeşliğin ve adaletin gerçekleşmesine karşı umudum bittiği an, o memleketten gitme vakti de çoktan gelmiş olur. Sanırım bu vakit benim için hiçbir zaman gelmeyecek, zira Ermeniler gibi diğer ezilen sınıflar ve kimliklerle dayanışarak ve mücadele ederek Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olacağını düşünüyorum. Yeter ki her alanda birlikte bu mücadeleyi verelim...
Nor Zartonk: İnsan hakları herkesin hakkıdır Nor Zartonk platformunun faaliyetlerinin izlenebileceği bir internet sitesi ve Nor Radyo adında bir de radyosu var. Nor Zartonk’u kendi sitesindeki “Biz kimiz?” yazısından tanıyalım: *Nor Zartonk (Yeni Uyanış); Türkiye Ermeni Toplumu’ndan yola çıkarak, Türkiye halklarının entelektüel gelişimlerini sağlamaları yönünde çalışmalar yapar. İnsanların evrensel ve özgürlükçü değerleri benimsemelerine katkıda bulunur. Nor Zartonk toplumun sosyal ve kültürel gelişimine katkıda bulunup toplumsal barış ve huzurun gelişmesinde aktif rol alır. İnsanların gerek yaşadıkları toplumu gerekse yaşadıkları dünyayı yorumlamaları yönünde,
kendilerini geliştirmelerini sağlayan her türlü projeye destek verir. Nor Zartonk bireylerin eşitlik, adalet, demokrasi ve barışı temel değerler olarak kabul etmesine ve bölge ayrımcılığı yapmaksızın İnsan Haklarının bütün insanların hakkı olarak görülmesine katkıda bulunur. Nor Zartonk militarizme, cinsiyetçiliğe, homofobiye, ırkçılığa ve her türlü ayrımcılığa karşıdır. Nor Zartonk, yaşlıların gençler üzerindeki iktidarı olan gerontokrasiye karşıdır. Nor Zartonk her türlü bilim, sanat, kültür, eğitim spor faaliyetlerine destek olur ve projeler hazırlar. Imkanları dahilinde organize eder...”
Adana’daki eski bir Ermeni okulu
Ermeni, azınlık, öteki T
oplumda ötekileştirilmek hoş bir şey değil. Fakat bir yönden iyi bir şey çünkü olaylara daha geniş bir perspektiften bakabiliyorsunuz. Cumhuriyet ideolojilerini eleştirel bir şekilde ele alabiliyorsunuz. Makro/mikro düzeyde ayrımcılık uygulanması, devletin böylesine bir politika izlemesi hoş değil. Siz ısrarla “Buralıyım” derken birilerinin sürekli “Buralı değilsin! Ya Sev Ya Terk Et” demesi olumsuz bir davranıştır. Türkiye’deki insanlar devlet tarafından o kadar yabancılaştırılmış ki yüzyıllık komşularını tanımıyor. Ömrümüz buralı olduğumuzun ispatıyla geçti. Devletin kendi meşruiyetini “ötekilerin” düşman ilan edilmesi üzerinden kurduğu bir toplumda “öteki” olarak varlığını sürdürebilmek gerçekten zor bir zanaat. Bazen sadece isminiz bile günlük hayatta sistemin çarpıklıklarının şekillendirdiği onlarca soruyu defalarca, bazen masumca, bazen art niyetlice karşınıza çıkarıyor. Sistemin “ötekini” öğüten asıl mekanizması da bu zaten.
Tarihe ezilenin gözüyle bakın ükümet İslamcı değil de sol bir parti olmuş olsaydı, 1915 olaylarına karşı bakış açısı nasıl olurdu? Bunu kestirmek ne yazık ki güç, zira kendisini komünist olarak nitelendiren parti bile ısrarla soykırımcıları anlama ve yaptıklarına hak verme çabası gösteriyor. Bu durumu gördükçe ancak ve ancak solun enternasyonalist bir çizgide hareket etmesi gerektiğini anlıyoruz. Bu perspektifteki sol bir partinin iktidarda olduğu zaman şüphesiz ki sadece soykırıma değil diğer hak ihlallerine karşı da özgürlükçü bir bakış açısıyla bakacağını tahmin ediyorum. Ayrıca Ankara ve İstanbul’da sosyalistlerin gerçekleştirdiği eylemlerde bu ortak acının paylaşılması, hem yüreğimizi ferahlatmakta hem de enternasyonalist bir devrime olan inancımızı kuvvetlendirmektedir. Tüm ezilen halkların, kimliklerin ve sınıfların bir arada inşa edeceği ortak bir gelecek mümkündür. Bu gelecek için geçmiş ile hesaplaşmalı, tarihi ezenlerin değil ezilenlerin tarafından okumalıyız.
H
12
DOSYA 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Bu derdin dermanı çok: İşsizlik “Böyle 'emeği sömürerek, ben zengin oldum' demek olmaz. Çalıştıracaksın, hakkını vereceksin.” 10 Nisan’da İstanbul’da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na ait bir toplantıda konuşan Başbakan Erdoğan bir ‘One Minute’ şov daha gerçekleştirdi. 'İşsizlik, bana göre yapısal bir sorun değil, sanal bir sorun, insani bir sorun.” diyor ve TOBB yönetimine her fırsatta söylediğini yineleyerek: “1 milyon 300 bin üyeniz var, birer kişi işe alsanız, işsizlik 3 puan düşer.”çözümünü öneriyordu. Erdoğan basına açık toplantılarda işsizlerin ve mazlumların yüreğini titretirken bakanlar ve bakanlık müsteşarları sermaye temsilcilerinin bulunduğu kurullarda aldıkları
kararlarla sessiz sedasız işsizliği süreklileştirmenin yoluna bakıyor. Başbakan patronları emek sömürüsüyle suçladığı açıklamasıyla işsizliğin sorumluluğunu patronların sırtına yıkmak için hamle yapsa da sermayenin farklı fraksiyonları verdikleri yanıtlarla hükümetin sorumluluktan kaçamayacağını hatırlattı. Başbakanın açıklamasından bir hafta sonra çağrının muhattabı TOBB, “İlave 1 kişi bile alamayız. Aksine üyelerimizin dörtte biri işçi çıkartmaya hazırlanıyor.” diyerek Erdoğa’a yanıt verdi. TÜSİAD başkanı Ümit Boyner cevap olarak yaptığı açıklamayla işsizliğin egemenler arasında
yaşanan sınıf içi gerilim ve çelişkilere keskinleştirdiğini gösterdi. Boyner “İşsizliği giderecek önlemlerin alınması için de gerekli ortamın yaratılması gerekiyor, o da hükümetlerin görevidir. Sayın Başbakan’ın söylediği gibi herkes bir kişiyi işe alırsa, kulağa çok hoş geliyor ama sürdürülebilir değil.” dedi. Sermayenin bu iki örgütü işsizliğe çözüm için bazı yeni düzenlemeler istiyor. Bu düzenlemelerin niteliğine ilişkin ipucu yine Ümit Boyner’in konuşmasında vardı. “Yapısal işsizlik söz konusu, Başbakan ‘sanal işsizlik’ diyor ama…” Boyner’in açıklamasına bakılırsa sermaye işsizlik
karşısında bazı çözümler istiyor fakat bu çözümler işsizliği sonlandırmak için değil. Talepler kar yarışında avantaj için işsizliğin yapısal hale getirilmesine dönük. Sermaye işsizliği yaygınlaştırarak krizden çıkışını ve aşırı sömürüyü sistematikleştirmeyi hedefliyor. Patronlar hükümeti sorumluluk almaya davet ederken istihdamı artırmak için yatırım ortamının iyileştirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu sözde iyileştirme taleplerinin iki ayağı var: Kıdem tazminatını kaldırarak işten çıkartmaları kolaylaştırmak ve esnek çalışmanın yaygınlaştırılması. Üstelik bu talep farklı sermaye fraksiyonlarının ortak talebi.
Hükümet kime kulak veriyor? esnekleşmenin sağlanması için atılan adımlar sıralanırken çıkarılan yasalarla güvencesizliğin nasıl sistematikleştirildiği ortaya çıkıyor. Raporda “İşgücü piyasasının esnekliğini artırıcı tedbirler hayata geçirilmiştir.” spotuyla duyurduğu bölümde SSGSS’yi çıkartarak, İş Kanunu’nda İstihdam Paketi’yle değişiklikler yaparak esnek çalıştırmaya dair sağladığı ilerleme başarı olarak anlatılıyor. YOİKK övünmekte haksız sayılmaz. Türkiye’de sadece sağlık işkolunda 150 binden fazla taşeron işçi var. Mevsimlik çalışanların sayısı 409 bin, eksik istihdam edilenlerin sayısı ise 855 bin. Üstelik bu rakamlara kayıt dışı çalışanlar dahil değil.
İşsizlik yaygınlaşıyor. Milyonlar işsizlikle boğuşuyor, sermaye kıdem tazminatını kaldırarak ve esnek çalıştırmayı yaygınlaştırarak işsizliği büyütüyor, hükümet bu talepleri yerine getiriyor. Kurulan bu yeni düzende milyonlar işsizlikle terbiye ediliyor HAZIRLAYAN: ÖZGE YURTTAfi “…Eğer dışarıdaki insanlarımızın işsizliğini dert ediniyorsak ve elbirliğiyle bu sorunu çözelim diyorsak, o zaman iş piyasasını mümkün olduğu kadar esnekleştirmeliyiz. İşe giriş çıkışları kolaylaştırmalı, iş gücü piyasasındaki diğer katılıkları ortadan kaldırmalıyız'” Ömer Dinçer Çalışma Bakanı 18 Nisan 2010 İşsizlik sorunu yapısal bir sorun. Neoliberalizmin yarattığı esnek çalışma rejimi sermayenin aşırı sömürü mekanizmasını sürekli kılmak için işsizliğe yapısal ve kronik bir nitelik kazandırıyor. Neoliberal düzende işsizliğin yapısallaşması sermayenin düşük maliyet stratejisinin bir parçası ve aynı zamanda sonucu olarak ortaya çıkıyor. Düşük maliyet stratejisi emek maliyetini düşük tutma ve işi en yüksek verimle en az işçiye yaptırma yöntemleriyle hayata geçiyor. Maliyetleri düşürmenin ilk yolu işçi ücretlerini düşük tutmak oluyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) verilerine göre, 2009 yılında dünyada hayatını idame ettirmek için günde 1 doların altında para kazananların sayısı 40 milyon, günlük geliri 2 dolar olanların sayısı ise bir buçuk milyara yaklaşıyor. Düşük ücretle çalışmanın dünya ölçeğinde bu denli yaygın olmasının sebebi ise trajik bir biçimde işsizlik oranının yüksek olması. ‹fiS‹ZL‹KL‹ TERB‹YE Milyonlarca işsizin varlığı sınıf içi rekabeti derinleştirirken patronlar işsizlerin varlığını çalıştırdığı işçilere düşük ücret vermenin bahanesi haline
getirerek bu durumdan avantaj sağlıyor. İktisatçı Mustafa Sönmez’in ifadesiyle “resmi işsiz ordusu çalışan sınıfı açlıkla terbiye etmektedir.” Sermayenin işsizliği yaygınlaştırma stratejisi işsizlik sorununu sınıf mücadelesinin temel sorunların birisi haline getiriyor. “Türkiye'nin önündeki istihdam artışının en büyük engellerden birisi kıdem tazminatı ve işsizlik fonudur” Memet Şimşek 18 Nisan 2010 Patronların işsizlik sorununa çözüm bahanesiyle hükümeti köşeye sıkıştırmasının sebebi de işten çıkarmaları kolaylaştıracak ve esnek çalıştırmayı yaygınlaştıracak düzenlemeleri yapmasını sağlamak. Bu niyeti TÜSİAD ve TOBB hükümete her fırsatta iletiyor. Örneğin TİSK, TOBB ve TÜSİAD tarafından Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu’na (YOİKK) sunulan ortak raporda işten çıkarmaları kolaylaytıracak, işsizliği kronikleştirecek düzenlemeler isteniyor. Raporda “Temel olarak AB ülkeleri ve diğer OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye'deki kıdem tazminatı yükünün çok yüksek olduğunu ve bu durumun özel sektörün uluslararası rekabet gücünü olumsuz etkilediğini” savunuluyor. Çare olarak kıdem tazminatlarının yıllık 30 günlük değil 15 günlük ücrete göre hesaplanması isteniyor. Ekim ayında gündeme gelen bu öneri işçi sendikaları tarafından tepkiyle karşılanmış DİSK "Kıdem tazmi-
natı maliyet unsuru değildir. Kıdem tazminatı hakkı, ortadan kaldırılırsa işçi adeta ‘yevmiyeli ücretli' haline gelir.” demişti. DİSK’in itirazında kıdem tazminatı bağının olmamasının işten çıkarmaları kolaylaştıracağı ifade edilerek kıdem tazminatının olmadığı taşeron ve geçici çalışan işçilerin bu bağdan mahrum kaldığına dikkat çekilmişti. DİSK’in itirazı düşük maliyet stratejisi ve işsizlik ilişkisinin bir diğer yönüne de dikkat çekiyordu. Düşük maliyet için başvurulan bir diğer yöntem taşeron çalışmayı da kapsayan esnek (güvencesiz)* çalıştırma biçimleridir. Kıdem tazminatı gibi yükümlülüklerin olmadığı taşeron, part time çalışma ve ev eksenli çalışma biçimleriyle işsizlik, yaşamın bir parçası haline geliyor ve kronikleşiyor. Sermaye esnek çalışma modelini kalıcı hale getirerek karla orantılı olarak çalışacak işçi sayısını rahatça eksiltip
artırabilmektedir Yatırım ortamının iyileştirilmesi için yapılan çalışmalarda esnek çalışmaya ilişkin düzenlemeler sermaye örgütleri tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Esneklik çoğu ülkede istihdamı teşvik eden ve işsizliği önleyen bir araç olarak görülmekte, ayrıca çalışanların çalışma hayatı – özel yaşam dengesini kurmaları açısından yarattığı olumlu etkiler üzerinde durulmaktadır. TÜSİAD, TOBB, TİSK 23 Temmuz 2009 TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın 2009 Temmuz’unda yayımladığı Esneklik Konusundaki Ortak Görüş ve Önerileri metninde ‘Hızlanan küreselleşme, ivmesi sürekli yükselen teknolojik gelişme ve hem iç, hem de dış pazarlarda her geçen gün keskinleşen rekabet şartlarına uyum sağlamak
gerektiği belirtilmiş. Bunun için de çağrı üzerine çalışma, kısmi süreli çalışma, iş paylaşımı, geçici iş ilişkisi, evde çalışma, tele çalışma gibi atipik (esnek) çalışma türlerinin kanunla düzenlenmesi istenmişti. ‹fi GÜVENCES‹ KALKIYOR YOİKK toplantılarından çıkan kararlardan hükümetin bu konuda adım atacağına dair söz verdiği anlaşılıyor. Sermaye örgütleri ile bakanlık müsteşarlarından oluşan kurul, güvenceli iş açısından adeta cinayet işliyor. 2008 tarihli 5. Kurul toplantısında alınan kararlardan birinin “İş gücü piyasası reformlarına, iş gücü piyasasının esnekliğini daha da artıracak ve aynı zamanda iş gücünü koruyacak bir yaklaşımla devam edilmesi” maddesi de cinayete delil teşkil etmektedir. Yatırım Danışma Konseyi’nin yayımladığı 2009 İlerleme Raporu’nda
HEM BÜYÜME HEM ‹fiS‹ZL‹K VAR Kâr edebilmek için aynı işi eskisinden daha az işçiye yaptırma yöntemi işsizliği arttırtırken son günlerde basına sıkça yansıyan ‘ekonomik büyüme var fakat işsizlik tırmanıyor’ haberlerinin nedenini de açıklıyor. İktisatçıların istihdamsız büyüme adını verdiği bu durumun nedeni işverenlerin düşük maliyet için işi mümkün olan en az sayıdaki işçiye yaptırmasından doğuyor. İktisatçı Mustafa Sönmez krizden çıkışı müjdelediği öne sürülen fakat istihdam yaratmayan ekonomik büyümeyi şöyle değerlendiriyor: “2009’un ikinci çeyreğinden itibaren ise üretim görece toparlanmaya başladı ama bu, istihdam artırılarak, işten çıkarılanları yeniden işe alarak değil, tersine elde kalan işçilerle yapıldı. ...Kriz öncesinde 100 kişi ile yapılan üretimi, krizi fırsat bilerek 90 kişiyle yaptılar. Bu, teknoloji yatırımı kadar, elde kalan işçilerin daha uzun çalıştırılmaları, iş yüklerini artırmaları ile yapılır...” Sönmez başka bir yazısında bu durumu şu sözlerle özetlemekte: “İşçi işini kaybederken, sanayici patron, istihdam maliyetinden kurtularak kârlılığını korudu.” Dev Sağlık-İş sendikası yöneticilerinin yaptığı bir çalışmaya göre 1988’den 2008’e üretimin %185, üretkenlik %229 artarken; istihdamın %13, ücretlerin %35 gerilemiş olması da bu eğilimi doğrulamaktadır. *Esnek çalışma kısmi süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma, parça başı çalışma, evde çalışma ve uzaktan çalışmayı kapsar.
Neden sonuç ilişkisi İ
şsizlik sorunun büyümesi neden egemenler arası gerilimleri tetikliyor ve sınıf içi çelişkileri keskinleştiriyor? Bu sorunun cevabı işsizliğin sosyal, siyasi ve toplumsal sonuçlarında yatıyor. İşsizlik sonuçları itibariyle üç biçimde etki yaratan bir sorun. Bunlardan ilki yoksulluk ve yoksunlukla beraber gelen toplumsal çöküntü; diğeri yoksullar ve işsiziler üzerinde etkisini arttıran gericilik, ırkçılık ve milliyetçilik; Ama egemenler için en kötüsü doğru kanallarla buluştuğu zaman açığa çıkan devrimci güç. ‹fiS‹ZL‹K ÇÜRÜTÜYOR Kriz dönemlerinde ekranlardan evlerimize, sokaklardan yaşamlarımıza yansıyan cinayetler, cinnetler, intihalar, kadına yönelik şiddet vakalarının oranındaki artış, hırsızlık, dolandırıcılık ve benzeri kriminal vakaların oranındaki artış işsizliğin yarattığı öfke ve düşmanlığın sınıf bilinciyle buluşmamış yıkıcı gücünü gösteriyor. İşsizliğin artışa geçtiği son üç yılda işsiz kalarak tüm toplumsal değer ve statülerini yitirdiğine inanan erkeklerin öfkesi can alıyor. Türkiye’de her gün üç kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Kadına yönelik
İşsizliğin yarattığı toplumsal etki her durumda ‘yıkıcı’ bir niteliğe sahip. Olasılıklar çok: toplumsal çürüme, çözülme, ırkçılık, gericilik, intihar vakaları, ‘aşk’ cinayetleri şiddet vakaları hızla artıyor. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerindeki artış ‘kıskanç koca’, ‘çılgın aşık’ cinayetleri öfkeli ve işsiz erkeklerin elinden çıkıyor. Yoksunluk işsizleri ‘suç’lu olmaya itiyor. Küresel Perakende Hırsızlık Barometresi Raporu'na göre 2009’da perakende sektöründe hırsızlık oranı yüzde 6 arttı. Hürriyet gazetesinin emlak eki 2009 yılında Türkiye’de krizle beraber artan hırsızlık olayları nedeniyle son iki yılda alarm sektörünün hacminin 70 milyon dolara ulaştığı haberini yazdı. SEÇ‹M SONUÇLARI GÖSTER‹YOR İşsizliğin toplumsal sonuçları kendini çöküntü ve çürüme olarak gösterirken
siyasal sonuçları yerel seçim sonuçlarına ve artan linç girişimlerine de yansıdığı üzere ırkçılık ve gericilik oluyor. Doç. Dr. Metin Özuğurlu 2009 yerel seçimlerinin sonuçlarını Halkın Sesi’ne değerlendirirken “Yüksek metalaşmanın yaşandığı, işçileştirmenin yaygınlaştığı, krizin emekçilere doğrudan yansıdığı yerlerde açık gerileme var. AKP’den kopan oyların adresi konusunda farklılıklar var. Özellikle İç Ege’de MHP’ye yönelinmesi dikkat çekici.” demişti. Benzer biçimde işsizliğin ve tarımsal çözülmenin yoğun yaşandığı İzmir, Balıkesir gibi kentlerde ucuza çalışan Kürt göçmen işçilere dönük linç girişimleri de işsizlikle beraber şiddetlenen sınıf içi rekabetin ırkçılığı beslediğini ortaya koyuyor. SOSYAL PATLAMA DA NE? Egemenlerin her kriz döneminde bir canavarmışçasına dile getirdiği ‘sosyal patlama’ ise işsizlerin öfkesinin örgütlü muhalefetle buluştuğu zamanlarda ortaya çıkan sosyal hareketleri ifade ediyor. Örneğin Arjantin’de patlak veren ve hükümetler deviren barikat direnişlerinin ateşleyicisi işsizler olmuştu.
Esnek çal›flt›rma özünde sermayeye ait bir tan›m ve onun hareket biçimini ifade ediyor. Bu tür çal›flt›maya emek cephesi güvencesiz çal›flma diyor ve bu çal›flma biçimini kendi yaflam›na etkisini yans›tan kelimeyle ifade ediyor.
13
TARİH 2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
‹ N S A N L I K
Halk›n Sesi
B A S K I Y A
H ‹ Ç
S E S S ‹ Z
K A L M A D I
Sana boynumuzu eğeriz sanma Toplumda bireysel ya da kitlesel biçimde kendisini gösteren protesto eylemleri, yapılış şekline ilişkin olarak hayli çeşitlense de her koşulda direnişe yol gösteriyor GÖKSU CIKIT / ÖZEN TAÇYILDIZ
S
on dönemde devlet adamları, iş adamları yumurta atma eylemleri ile protesto ediliyor sıklıkla. Öğrencilerin, işçilerin, yoksulların ve kadınların elinde bir protesto aracına dönüşen yumurta ‘memura hakaret nedeni’ de olabiliyor, terör örgütü eylemi olarak da değerlendirilebiliyor. Nasıl oluyor da yumurta iktidar için bu denli ‘tehlikeli’ hale geliyor? Yumurtayı temizlemek ve yoluna devam etmek yetmiyor mu? Tarih boyunca çeşitli şekillerde süregelen iktidar protestoları kimi zaman bireysel eylemlerle kimi zaman da toplumun çeşitli kesimlerinin hareketlenmesi ile kendisini göstermektedir. Kapitalizmin ilk dönemlerinde sisteme karşı ilk tepki bireysel suç ve hırsızlıktı. Ardından Ludizm olarak adlandırılan makine kırıcılık ortaya çıktı. Ludizm, Sanayi Devrimi’nin ilk döneminde İngiliz işçi sınıfının kendi
yerlerini alan makinelere karşı ilk tepkisiydi. Fransa’da ise işçiler 18 saate varan uzun ‘çalışma günü’nü, ayaklarındaki tahta sabo ayakkabıları makinelerin dişlilerine yerleştirerek ‘sabote etmişlerdi.’ Aslında her dönem insanların ilk elden tepkileri, kendi hayatlarının içinden, ellerinin uzanabildiği yerden çıktı. Fransız işçi, ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp makineyi bozarken bir başkası da karşısındakine fırlatır. Kadınlar, en önemli ‘anne silahı’nı, terliği yiyip yemediğini sorar Üzmez’e, o olmadı, başka bir ‘kadın silahı’ şemsiye ile vurur. Her an herkes ‘eylemci’ haline gelebilir. Ancak bireysel çıkışlar gibi görünen bu eylemler aslında her zaman kitleselleşmeye adaydır. Simgeleşerek benzer tepkileri etrafından toplayabilir, daha geniş, kitlesel eylemler için kıvılcım olabilir. Diğer taraftan bu tarz karşı
Ünlü sanatç›lar›n bask›ya, faflizme karfl› verdikleri tepkiler de sanatsal olur. Picasso’nun Guernica tablosu böyle bir tepkidir. Ancak bu resmi Picasso de¤il, Naziler yapm›flt›r. çıkışlar sınıf hareketine evrilme potansiyelini de içinde barındırır. Hayatın içinde örgütlenen sınıf hareketleri ve onun mücadele biçimi aslında bu tepkilerin birikerek, katlanarak başka bir şekilde açığa çıkmasıdır. Günümüzde neoliberalizm tüm kamusal hizmetleri, doğayı,
çevreyi yani hayatın her alanını ve mekanını piyasa konusu haline getirirken bu direniş biçimlerinin çeşitlenerek artacağı ve daha geniş kitleleri kapsayacağı aşikardır. Çünkü, "İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur!"* *Gilles Deleuze, Fransız Filozof, (18 Ocak 1925 - 4 Kasım 1995)
‘40 paralık adamlar’ S
on dönem kitlelerce rağbet edilen protesto biçimlerinin en önemlisi ulaşım hakkı mücadelesinde kendisini gösterdi. İnsanlar, üst üste yapılan ulaşım zamlarını ödememek için turnikelerin üzerinden atladı, otobüste kart basmadı. Bu eylem biçimi özellikle de ‘beş parasız’ öğrenci milletinden destek gördü, öyle ki Ankara’da
otobüse kart basmayan yüzden fazla üniversite öğrencisi gözaltına alındı, belediye o üniversitelere otobüs göndermedi. Toplumun her dönem hareketli olan öğrenci kesiminin ulaşım hakkı mücadelesi yeni bir şey değil aslında, hatta tarihi 1924 yılına kadar gider. 1924 yılında İstanbul’da toplu taşıma işini yapan Belçikalılar’a bağlı Dersaadet Tramvay
Şirketi’nin öğrencilere indirim uygulamaması üzerine öğrenciler tramvaya her bindiklerinde 80 para olan tramvay ücretinin yarısını öder. Firma yetkilileri, her seferinde tramvay vatmanlarıyla sorunlar yaşayan öğrencileri polise şikâyet eder ve tramvaylara sivil polis yerleştirilir. 15 Kasım 1924'te yine bu kampanya çerçevesinde
Harbiye'de çıkan olaylarda tramvaya binen öğrencilerden tıpta okuyan ikisi, bir sivil polis tarafından vurulur. Bunun üzerine büyüyen öğrenci muhalefetiyle şirket binası Metrohan (Beyoğlu Tünel istasyonu) basılıp tahrip edilir. Ancak yüzde 50 indirim hakkı da kazanılarak ücret 40 paraya indirilir. Öğrencilere de '40 paralık adamlar' adı takılır.
Cuntaya başkaldıran notalar İ
spanya iş savaşının sürdüğü günlerde İspanyol hükümeti, Paris'teki 1937 Dünya Fuarı kapsamında kendilerine ayrılan bölümde sergilenmek üzere, Pablo Picasso'dan bir eser ister. Fuarın genel teması teknoloji olsa da hükümet için esas olan iç savaşa dikkat çekerek varlığını sürdürme çabasını göstermektir. Fuarda sergilenecek tablo da diktatör Franko ve onun faşist güçlerine karşı bir görsel protesto olacaktır. Picasso henüz eserini hazırlamamışken Franco'yu destekleyen Nazi Almanyası, İtalyanların da desteği ile yeni bir bombardıman tekniği denediği saldırıyla Kuzey İspanya’daki Guernica kasabasını bombalar. Kasabanın neredeyse yok olduğu saldırıda yüzlerce sivil ölür. Haber Paris'e ulaştığında bir milyon kişi katliamı protesto için sokaklara dökülürken, Picasso da ünlü eseri Guernica’yı hazırlar. Picasso’nun “askeri sınıfa duyduğu nefreti açıkça göstermekte” olduğunu ifade ettiği eseri, zaman içinde savaşın yarattığı trajedilerin ve savaş karşıtı düşüncelerin sembolü haline gelir. Dünyada pek çok ülkeyi dolaşan tablo, Picasso’nun isteği ile Franco iktidarı son bulana kadar İspanya’da sergilenmez. Ressamın sanatı aracılığıyla diktatörlüğü ve savaşı bir başka önemli protestosu da Paris'te bir Nazi subayının tabloyu kastederek sorduğu “Bunu siz mi yaptınız?” sorusuna verdiği “Hayır, siz yaptınız." cevabıdır. ‘SESL‹’ PROTESTO 12 Eylül Darbesine karşı ilk protestonun hemen ertesi gün, Meclis’te, hem de darbeci komu-
tanların gözü önünde yapıldığını bilir misiniz? Üstelik gayet ‘estetik’ bir biçimde. Darbeden bir gün sonra, Meclis’te Milli Güvenlik Konseyi’nin yemin töreni yapılacaktır. Tören milletvekillerininki gibidir. Generaller kürsüye çıkarak yemin edecekler, teamüller gereği, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da Beethoven’ın 5. Senfoni’sini çalacaktır. Tören planlandığı gibi başlar. Ancak generaller kürsüye çıkıp yemin ettiği esnada Şef Gürer Aykal yönetimindeki orkestra, 5. Senfoni yerine Beethoven’ın 3. Senfoni’sini seslendirir. Şef Aykal, darbeci generallerin yer aldığı bu tabloda fon müziği olarak, tıpkı generaller gibi diktatörlüğünü ilan eden Napolyon’a ithaf edilen 3. Senfoni’yi uygun görür. Beethoven, bu eserini ‘insanlığın kurtarıcısı, saltanatın
düşmanı’ olarak nitelendirdiği Napolyon’a ithaf etmeye hazırlanırken Napolyon diktatörlüğünü ilan eder. Napolyon’u “Diğer diktatörler gibi o da sıradan bir insan değil mi? Şimdi bütün insan haklarını ayakları altına alacak, yalnızca kendi ihtirasını tatmin edecek; kendini herkesten üstün görüp bir tiran olacak!” sözleri ile eleştiren Beethoven ithaf sayfasını yırtar. ‘Vücudu hala yaşadığı halde ruhu çoktan ölmüş olan bir büyük adamın hatırasına hürmeten’ ithafını yazdığı eserinin adını da ‘ruhsuz kahraman’ anlamına gelen Eroica koyar. Böylece 3. Senfoni ile darbeciler, hemen ertesi gün, MGK’nın tüm üyelerinin gözü önünde hem de yemin ederlerken Gürer Aykal ve ekibi tarafından protesto edilir. Komutanlardan MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık verilen
mesajı açıkça anlar ve derhal Aykal’a haber göndererek, “Bu eser bir daha çalınmayacak” talimatını verir. Yıllar sonra bu protestosu sorulduğunda “Hiçbir zaman orkestra şefi değneğini boşuna indirmez.” diyen Aykal, en zor zamanlarda bile bir karşı çıkış şekli olabileceğini gösterir. Bir başka darbe protestosu, dünyaca ünlü bir sesten gelir. 27 Mayıs’ta Milli Birlik Komitesi başkanı ve ardından da Cumhurbaşkanı olan Cemal Gürsel temsil izlemek için operaya gider bir gün ve o dönem Ankara Operası’nda görevli Pavarotti'nin görev aldığı temsili çok beğenir. Çevresindekilere, "Sanatçıları tebrik edeceğim, çağırın gelsinler" diyen Gürsel’in talebi Pavarotti'ye iletilir. Pavarotti, "Ben sanatçıyım, o bir diktatör. Ben politikacıların ayağına gitmem, o gelsin!" der ve Ankara Operası'ndan kovulur.
Moda: Direnişin vücut bulmuş hali Özellikle baskı dönemlerinde değişik türde eylem biçimlerine rastlanır. Giyim kuşamla yapılan eylemler bunlardan sadece biri
İ
nsanlar kimi zaman direnişi, eylemi kendi vücutlarında ortaya koyarlar. Özellikle baskı dönemlerinde, baskı odaklarına tepki olarak pek çok kez moda akımları başlar. Giyim-kuşamla başlayan bazı hareketler zaman ilerledikçe iktidarlar için can sıkıcı konuma gelir. Bu hareketlerden biri Nazi işgali altındaki Fransa’da görülür. Kendilerine “Zazular” diyen bir grup genç, Nazi baskısı altında egemen olan giyim tarzına baş kaldırır. Nazi baskısında kapalı giysiler giyilen dönemde, Zazular giyim tarzlarıyla hemen dikkat çekerler. Erkekler özgürlük sembolü olarak saçlarını kısa kestirmek yerine uzatıp zeytinyağıyla parlatırlar. Çok uzun, bol ceketler ve boyasız ayakkabılar erkeklerin kıyafetleri olur. Kadınlar, çok kısa etek, uzun topuklu ayakkabı giyer, çok büyük şapka takar ve hava nasıl olursa olsun şemsiye taşır. Sadece giyim tarzlarıyla bile göze batan bu gençler, Nazilerin Yahudilere “sarı yıldız” takma zorunluluğu getirmesiyle birlikte, faşist rejim için iyiden iyiye tehlikeli olurlar. Faşizmi teşhir etmek için, Yahudi olmasalar bile, sarı yıldızlar takmaya başlarlar. Kısa sürede halktan büyük destek görürler. Ne var ki Fransa’nın Nazi işgali altında olduğu dönemde kurulan Vichy hükümeti, gençlerin bu davranışlarından pek hoşnut değildir. İşgalci Naziler için hiçbir şey yapmak istemeyen, onları ülkelerinden kovmak isteyen bu gençlerden Vichy hükümetinin bazı beklentileri vardır. “Her an hizmete hazır” gençler ister Vichy hükümeti. Bir süre sonra “çok olmaya başlayan” bu gençler faşist Vichy hükümeti tarafından çalışma kamplarına gönderilir. Burada bir kısmı öldürülür ya da kaybolur. Fransa’daki Nazi işgalinin bitmesinden sonra Zazu akımı yavaş yavaş sona erer. ÖZGÜRLEfiEN “S‹YAH” SAÇLAR Kara Panterler üyesi Angela Davis’in arandığı
Angela Davis dönemde, Los Angeles’ta çekilen bir fotoğrafındaki saç şekli bugün bile devam eden bir akım başlatır. O günlerde politik bir mesajı olan “afro saç” modeli kısa sürede tüm “siyahlar” tarafından kullanılır. Türkiye’de bonus saç olarak bilinen saç modeli, o fotoğrafın çekildiği 11 Eylül 1970’ten sonra siyahların, beyazların esaretinden kurtulma sembolü haline gelir. Angela Davis’in yakalanıp hapse atıldığı günlerde afro saç modeli kitlelere yayılır. Malcolm X “afro saç” için: “Siyahlar sadece bir tarakla, geçmişin pahalı ve artık utanç verici yapaylıklarını (saç kremleri, saç düzleştiriciler, peruklar) atarak beyazların estetik kurallarından ve onların esaretinden kurtulmalıdır.” der ve siyahların bu saçı kullanmasını ister. Malcolm X, beyazlar gibi görünmeye çalışma çabalarının siyahların daha fazla ezilmesinden başka bir şeye hizmet etmeyeceğini belirtir. Afro saçla sokağa çıkmak artık siyahlar için çok önemlidir. Bu şekilde beyaz adama “sizin esiriniz değiliz” mesajı verirler.
TARZ YARATAN PANTERLER Siyahların özgürleşmesi için mücadele eden Kara Panterler de farklı giyim tarzlarıyla ilgi çeker. Kara panterlerin giyim tarzlarındaki her ayrıntı bir semboldür ve tümü iktidarı rahatsız edici cinstendir. Siyah eldivenlerin sol teki “siyah gücü”, sağ teki “siyah Amerikan birliğini” temsil eder. Giydikleri koyu mavi gömlekler kararlılığı ve mücadeleye bağlılıklarını temsil eder. Kafalarına taktıkları bereler Kara Panterler’in silahlı mücadele anlayışını simgeler. Giydikleri diğer her şey siyahtır. Afro saçın yayılmasından sonra özellikle Ronald Reagan’ın valisi olduğu Kaliforniya eyaletinde korkunç bir baskı başlar “Kendini komünizmi bitirmeye adayan” Ronald Reagan, Kara Panterler için “ırkçı örgüt” diyerek, bu saç modelini ırkçılığın kanıtı olarak göstermeye çalışır. Reagan, Angela Davis’in “Bu ülkenin işsiz kalmış politikacılara ihtiyacı var.” sözüyle bahsettiği politikacıların başında gelir.
SPOR BİLİM
14
2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
K A R D E M ‹ R
K A R A B Ü K S P O R
1 .
L ‹ G
fi A M P ‹ Y O N U
Başarı emeğin zaferi D. TONGUÇ CANKURT
K
ardemir Karabükspor, olağanüstü bir performans göstererek 1. Lig’in bitimine haftalar kala önce Süper Lig’e çıkmayı ardından da 1. Lig şampiyonluğunu garantiledi. İşçi sınıfının takımı olarak nitelenen Karabükspor’un başarısı, Hak-İş ve Hak-İş'e bağlı Çelik-İş tarafından sahiplenildi. Uzun zamandır Kardemir fabrikasında yetkili sendika olan Çelik-İş, başarıyı "emeğin zaferi" olarak tanımladı. Bu başarı gerçekten ‘emeğin zaferi’ mi? Dünyada solcu ya da işçi taraftarları ile bilinen, işçi sınıfını temsil ettiğine inanılan kulüplerden biri de Karabükspor olabilir mi? Günümüz futbolunda gerçek anlamıyla bir işçi sınıfı takımından bahsetmek oldukça zor. Karabükspor’un işçi takımı olarak belirtilmesindeki en önemli etken diğer kulüplerden farklı görünen mali yapısı. Karabükspor’un en önemli gelirlerinden birini Kardemir fabrikasında çalışan 3.500 işçinin aylığından kesilen 18 TL oluşturuyor. Bu sayede takım ayda 63 bin TL gelir sağlıyor. Diğer taraftan Kardemir fabrikasının ürün satışlarından binde 3’lük bir pay da takıma aktarılıyor. Ayrıca sendikanın ve Kardemir A.Ş’nin sponsorluk desteği var. Formanın önünde Kardemir, arkasında Çelik-İş reklamı var. Bu durum ‘göğsünde fabrika sırtında sendika’ sloganıyla belirtiliyor. Toplam olarak takımın yıllık geliri 7,5 milyon lira civarında. Kulübün başkanı Hikmet Feridun Tankut aynı zamanda Hak-İş’e bağlı Çelik-İş’in başkanı ve Hak-İş Genel Sekreterliği görevinde. Takımın işçi takımı olarak nitelenmesinin diğer nedeni Karabük’ün bir işçi kenti olması. 150 bin civarında nüfusu bulunan Karabük’te başta demir-çelik olmak üzere
Kardemir Karabükspor 1. Lig şampiyonu olarak uzun bir aradan sonra Süper Lig’e yükseldi. Takımın başarısında futbolcular ve teknik ekibin yanı sıra fabrika kenti Karabük’ün desteği ve Kardemir işçilerinin alın teri var
Karabüksporlu futbolcular zaman zaman fabrikaya gidiyor. Futbolcular›n bir k›sm› da iflçilerle birlikte 1 May›s’› Taksimde kutlad›. Nijeryal› Emmanuel Emmenike iflçilerin eme¤ine sayg› duydu¤unu söylüyor. ‹flçiler de flampiyonlukta al›n terlerinin olmas›ndan mutlu. çeşitli sektörlerle birlikte yaklaşık 10 bin işçi var. Karabük’te hayat demir-çelik fabrikası ekseninde şekilleniyor. Üretilen malın taşınma gereksinimi nakliyeciliğin bir hayli gelişmesine neden olmuş. Takımın taraftarları da demirçelikten etkilenerek gruplarına "Mavi Ateş" adını vermişler. fiAMP‹YON OLMAK GÜZEL AMA... Hak-İş Başkanı Salim Uslu, emekçilere ‘1 Mayıs hediyesi’ olarak Karabükspor’un şampi-
Eyjafjallajokull patlad› hava trafi¤i felç oldu ‹zlanda’daki volkanik patlama Eyjafjallajokull isimli buzulun üzerinde gerçekleflti. Buzulda 1.666 metre yükseklikte Buzul Ça¤›’ndan bu yana aktif olan bir volkan mevcut. Volkan en son 1821-1823 y›llar› aras›nda lav püskürtmüfltü. Aral›k 2009’dan itibaren volkanda ciddi bir sismik aktivite art›fl› gözlemlendi. 2010 Mart ay›nda ise volkan patlad›. K›sa bir durgunlu¤un ard›ndan nisan ay›nda bir patlama daha gerçekleflti. Patlamadan sonra volkan›n üzerinin buzla kapl› olmas›n›n da etkisiyle oldukça genifl ve yo¤un bir magmatik bulut oluflumu gözlendi. Bu bulutun içinde çeflitli maddeler bulunuyor ve özellikle yak›n bölgelerde asit ya¤muru oluflturma tehlikesi söz konusuydu. Ancak bu bulutlar yay›ld›kça yükselirler ve Stratosfer’e (ya¤mur bulutlar›n›n bulundu¤u hava katman›n›n bir üst katman›) ç›karlar. Stratosfer’de ya¤mur bulutu olmad›¤›ndan, bu safhaya gelindi¤inde asit ya¤murlar›ndan bahsedilemez. Yani asit ya¤muru tehlikesi geçmifl görünüyor. Ancak uçak-
lar stratosferde uçtuklar› için kül bulutu uçufllar aç›s›ndan risk oluflturuyor. Bu yüzden Avrupa’daki uçufllarda ciddi aksamalar yafland›, birçok havaliman› tamamen kapand›. Volkanlar magman›n (dünyan›n iç tabakalar›nda bulunan, yüksek bas›nç ve yüksek s›cakl›kla erimifl kayalar), yeryuvarla¤›n›n yüzeyinden d›flar› püskürerek ç›kt›¤› co¤rafi yer flekilleridir. Bir püskürmenin, yanarda¤›n alt›nda bulunan dünyan›n kabu¤una do¤ru magman›n hareket ederek bir "magma odac›¤›"n› iflgal etmesinin ard›ndan meydana geldi¤i bilinmektedir. Sonunda, odac›ktaki magma yukar› do¤ru itilir ve gezegenin yüzeyine lav olarak yay›l›r ya da yükselen magma civardaki yer flekillerinde bulunan suyu ›s›t›r ve patlamal› buhar ç›k›fllar›na neden olur. Bu ç›k›fllar ya da magmadan kaçan gazlar, kaya, kül, volkanik cam ve/veya volkanik külün kuvvetli bir flekilde f›rlat›lmas›na yol açar. Püskürmeler bazen, ak›nt› veya büyük patlamalar fleklinde olabilirler. Bir yanarda¤›n en flüpheli bölümü, genellikle kabaca
yonluğunu verdi. Ancak tablo Kardemir fabrikalarının özelleştirilmesi sonrası yaşananlar bakımından farklı görünüyor. 1994’te dönemin hükümeti tarafından kapanması kararlaştırılan Kardemir fabrikalarının kapanmaması için verilen mücadele farklı bir ‘özelleştirme yöntemi’ ile sonuçlanmıştı. Fabrika, işçiler, Karabüklü sanayiciler ve Karabük halkına ait Kardemir A.Ş’ye 1 TL’ye satılmıştı. Kardemir’e sahip Kardemir A.Ş’nin yönetim kurulundaki 7
Bilim: Aksi ispat edilene kadar... dairesel olan ve içindeki yar›klardan gaz, lav ve püskürtü fleklinde magma ç›kan krateridir. Bir kraterin boyutlar› ve derinli¤i bazen çok fazla olabilir. Bu tarzda çok büyük flekillere genellikle ‘kaldera’ denir. Baz› yanarda¤lar yaln›zca kraterlerden oluflurlar ve da¤lar› neredeyse hiç yoktur. Fakat ço¤u kez krater, inan›lmaz yüksekliklere ulaflabilen da¤lar›n tepelerindedir. Yanarda¤lar uyan›rken ve püskürmeye haz›rlan›rken her zaman küçük depremler ve sars›nt›lar (sismik hareket) gösterirler. Baz› yanarda¤lar sürekli düflük düzeyde sismik faaliyet gösterirler hatta bu faaliyetteki bir art›fl olas› bir patlamaya iflaret edebilir.
Hiçbir fley eyleme geçen cahillik kadar korkunç olamaz Konfüçyus
kişiden 4’ünün işçiler tarafından belirleneceği öngörülüyordu. Ancak Kardemir A.Ş zamanla fabrikadan kendi firmalarına ucuza mal satarak imtiyazlı satışlarla örtülü kazanç sağladığı kanıtlanan Yolbulan ve Güleç soyadlı iki zengin ailenin eline geçti. SPK’nın iki ailenin Kardemir'den 228 ve 284 bin liralık örtülü kazanç aktarımı yaptığını tespit ettiği ve toplam 582 bin TL'nin geri ödenmesini isteyerek, bu isimleri uyardığı ortaya çıktı. 1999 kriziyle başlayan süreçte işçiler hem
ellerindeki hisse senetlerinden hem de haklarından oldular. İşçilerin % 42’lik zam hakları Kardemir A.Ş tarafından yok sayıldı. 3 bin 500 işçinin 2006 yılından bu yana banka promosyon paraları da ödenmedi. Sendika ise bu hakların peşinde düşmedi. Tüm bunlar işçiler arasında ciddi bir huzursuzluk doğuruyor. Sendikanın, işçilerin haklarını korumaması ve sermaye sahipleri ile ortak hareket etmesi halkta ve işçilerde tepki yaratıyor. Karabüknethaber.com adlı internet sitesinin Mart
NASA’n›n güneflteki gözü NASA’n›n günefli gözlemlemek amac›yla gönderdi¤i uzay arac›n›n (SDO) çekti¤i ilk foto¤raflar bilim dünyas›nda heyecan yaratt›. Foto¤raflarda daha önce hiç görülmemifl ayr›nt›lar oldu¤u belirtiliyor. SDO bugüne kadar günefli gözlemlemek amac›yla yap›lm›fl en geliflmifl uzay arac› olarak gösteriliyor. NASA’dan Richard Fisher projeye iliflkin “SDO hayat›m›z› ve toplumumuzu etkileyen günefle ve onun dinamik süreçlerine iliflkin alg›m›zda de¤iflikliklere yol açacak. Bu proje bilim dünyas›nda çok büyük yank› bulacak, Hubble Uzay Teleskopu’nun modern astro-fizik üzerinde yaratt›¤› etkiyle k›yaslanabilecek ölçüde.” diyor. fiubatta f›rlat›lan SDO’nun görevi 5 y›l sürecek.
Volkanik Elektrik F›rt›nas› ‹zlanda’daki volkanik faaliyetin bilim insanlar› ve ilgililer aç›s›ndan en ilgi çekici yanlar›ndan bir tanesi de oluflturdu¤u volkanik elektrik f›rt›nalar›yd›. Normalde buz parçalar›n›n birbirine çarpmas›yla olan bu olay volkan›n püskürttü¤ü kaya parçalar›, kül ve buz parçalar›n›n birbirlerine sürtünmesinden oluflan statik elektrik sonucunda ortaya ç›k›yor.
2010’da 3.000 Kardemir işçisi ile yaptığı anket, işçilerin yüzde 80’inin Hak-İş’e bağlı Çelik-İş sendikasının yetkili olduğu fabrikada alternatif bir sendika istediğini ortaya çıkardı. Karabük’te ‘sermayeden yana sendika başkanı ve Franco gibi halkı futbolla uyutuyor’ ifadeleriyle Tankut’a yönelik tepki büyüyor. Öte yandan işçiler, sendika yöneticilerinin yakınlarını Kardemir’de işe sokmakla meşgul olduğunu vurguluyor. Sendika başkanından sekreterine birçok kişinin akrabası Kardemir’de işe girmiş. Çelik-İş Genel Eğitim Sekreteri Ruhi Ayhan’ın kızı Ziraat Mühendisi olmasına rağmen metal iş kolu olan Kardemir’de işe sokulmuş. İşçiler, yasa gereği sendikanın Amatör Şube Yöneticileri’nin işyerinde çalışması gerekirken yalnızca Kardemir’den maaş aldıklarını ve sendika şubesinde oturduklarını da iddia ediyorlar. Sendikanın işbirlikçi tavrına tepki gösteren muhalif işçiler ise işten atılıyor. 2009’un Ekim ayında ekonomik kriz bahanesiyle işten atılan 6 işçiden biri bu durumu şu sözlerle ifade ediyordu: “Sendikanızı değiştirmeyeceksiniz. Seçime girmeyeceksiniz. Girerseniz sizin de sonunuz bu şekilde olur’ şeklinde bizim üzerimizden 3 bin 500 kişiye gözdağı verdiler. Sendika kendisine muhalif veya her istediğine 'evet' demeyen insanları yavaş yavaş uzaklaştırmaya çalışıyor.” (Birgün, 10 Ekim 2009) İşçi takımı Karabükspor’u işçi takımı yapan Kardemir işçilerinin yaşadıkları ve sendikanın yaşananlar karşısındaki işbirlikçi tavrı ortada. Bu tavra rağmen işçilerin ve kent halkının Karabükspor’a verdiği büyük destek ve Süper Lig’e duyulan özlem bu başarının arkasında. İşbirlikçi sendikanın değil, işçinin desteği Karabükspor’un başarısını ‘emeğin zaferi’ yapıyor.
Kulüp ve Çelik-‹fl baflkan› Hikmet Feridun Tankut
Sendikacı değil patron K
ulüp ve sendika başkanı Tankut 24 Nisan’da Referans Gazetesi’ne bir röportaj verdi. ‘İşçi takımı şampiyon oldu, ne Türk-İş aradı, ne DİSK’ başlığıyla tam sayfa verilen röportaj Tankut’un sendikacılık anlayışını da ifşa ediyor. Tankut röportajda, futbolcuları sendikalı yapın sorusunu ‘biz metal iş kolundayız, futbolla ilgili sendika kurulursa neden olmasın’ sözleriyle geçiştiriyor. Tankut’un DİSK bünyesinde kurulan SporSen’den bihaber olması imkansız. Öte yandan 2009’un Ekim ayında işçilerin sendikaya muhalefet etmeleri nedeniyle işten atılmasında ekonomik kriz gerekçesinin bir bahaneden ibaret olduğunu da bu röportajdan anlıyoruz. Bir sendikacıdan çok sermaye sahibi gibi hareket eden ve Kardemir’den bahsederken ‘biz’ kelimesini kullanan Tankut, ekonomik krizi ‘ucuz atlattıklarını’ söylüyor: “Kardemir, krizden en az etkilenen işyerlerinden biri oldu. Biz de birçok reel kuruluş gibi geçen yılı zararla kapattık ama bu yılın ocak ayında yeniden kâra geçtik.” Tankut, göğsünde fabrika sırtında sendika sloganına da ihanet ediyor: “Çok cazip bir teklif gelirse Çelik-İş yerine bir reklam alabiliriz.”
Bilimsel düflüncenin do¤uflu-6: Cabir bin Hayyan Horasan’da 721 y›l›nda do¤du¤u, 808 y›l›nda Kufa’da öldü¤ü bilinmektedir. Ortaça¤ Avrupa’s›n›n kimya ve simyas›n› do¤rudan etkileyen Cabir bin Hayyan “kimyan›n kurucusu” olarak tan›nmaktad›r. Hayyan, fizikte ise bugün bile insan› hayrete düflürecek bilimsel çal›flmalar yapm›flt›r. Hayyan, maddelerin atomik yap›s›n› incelemifl maddenin en küçük parças› olarak adland›rd›¤› “el-cüz’ü la yetecezza” (atom) yo¤un bir enerji bulundu¤unu söylemiflti. Hayyan, bu en küçük parçan›n “parçalanamaz” olmad›¤›n› aksine bunun parçalanabilece¤ini söylemifltir. Hayyan’›n, “Parçalanma gerçekleflti¤inde öyle büyük bir güç ortaya ç›kar ki bir anda Ba¤dat’›n alt›n› üstüne getirir.” fleklindeki aç›klamas› “atom bombas›”n› yüzy›llar öncesindeki ifadesidir. Hayyan, yapt›¤› bilimsel çal›flmalarla yaflad›¤› dönemde etkin olan simyan›n etkisini s›n›rlam›fl ve modern kimyay› kurmufltur. Kimya alan›ndaki çal›flmalar› 17. yüzy›la kadar bu alandaki bütün çal›flmalar›n temelini oluflturmufltur. Kristalleflme, dam›tma, kalsinasyon (kavurma), sublimasyon ve buharlaflma gibi teknikleri kimyaya kazand›rd›. Sülfirik ve nitrik asit gibi birçok asidi ve sodyum karbonat ve potasyumu buldu. Zehir ve zehirli maddelerin kimyevi yap›lar› üzerinde incelemelerde bulundu. Bu konuda Kitâb-üs-Sümûm adl› eserini yazd›. Bitkilerden elde edilen bir boya ile derilerin nas›l boyanabilece¤ini ortaya koydu. Ateflte yanmayan k⤛t yapt›. ‹lk defa imbik yapt›. Çeflitli metallerin kullan›l›r hâle getirilmesi, çeli¤in gelifltirilmesi, su geçirmez kumafllar›n verniklenmesi gibi alanlarda birçok bulufl yapt›. Cisimleri üç s›n›fa ay›rd›, daha sonra yap›lan s›n›fland›rmalara rehberlik etti. Kimya târihçisi Leclerc; Histoire de la Medicine Arabe adl› eserinde, Câbir bin Hayyan’› ça¤›n›n en büyük alimi ve modern kimyan›n kurucusu olarak de¤erlendirmektedir. ‹slâm aleminde, ‹bn-i Sinâ, Fârâbî ve daha birçok bilgin, onun eserleriyle yetiflmifltir. Ünlü Frans›z bilim târihçisi M. Berthelot, Orta Ça¤larda Kimya Tarihi adl› eserinde flöyle demektedir: "Aristo’nun mant›k bilmindeki yeri neyse, Câbir bin Hayyân’›n kimya bilmindeki yeri de odur. Aristo, mant›¤›n kurucusu olarak kabul edildi¤i gibi, Câbir bin Hayyân da kimyan›n kurucusudur.”
KÜLTÜR SANAT
15
2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
Son mevsim: fiavaklar Yönetmen Kazım Öz'ün filmi "Son Mevsim: Şavaklar", 14 Mayıs'ta vizyona giriyor. Dersim bölgesinde yaşayan Şavak topluluğunun yok olmaya yüz tutmuş göçebe yaşam kültürlerini belgeleyen filmde Kürtlerin masalları, kültürleri ve dağları ana tema olarak öne çıkıyor.
Y. Kemal/ Yolda
Tenten’e dava
Güven Turan’ın hazırladığı Yolda, Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak, Süpürge, Keçi, Sinek, Hançer, Beyaz Pantolon, Halis Serkisof, Yeşil Kertenkele, Yolda, Kalemler, Avcı ve Hırsız adlı öykülerinden oluşuyor. Kitap, Yaşar Kemal’le ilk kez karşılaşacaklara büyük bir dünyanın kapısını aralıyor.
Popüler çizgi roman kahramanı Tenten’in Kongo macerası, ‘siyahları aşağıladığı’ gerekçesiyle yasaklanması için mahkemeye taşındı. Tenten’in yaratıcısı Herge, dönemin önyargılarını yansıtan Tenten Kongo’da adlı çizgi romanı için, yıllar sonra "gençlik günahım" diyerek özür dilemişti.
Kukla festivali bafll›yor 13. İstanbul Kukla Festivali, 4-16 Mayıs tarihleri arasında yapılacak. 15 ülkeden 25 topluluk, 75 gösterinin sahne alacağı festivalin açılışı, Molier'in "Cimri" oyunuyla yapılacak. Festival kapsamındaki "Dünya Kuklası" adlı sergi ise 21 Mart-16 Mayıs arasında gezilebilecek.
KARAGÖZ’LE fiARLO GÜVENCES‹ZL‹⁄E KARfiI BULUfiUYOR
Ve perde emek için açılıyor 5. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, bu yıl ‘güvencesizlik’ temasıyla yola çıkarak, emek filmlerini seyirciyle buluşturuyor; seyirci kalmamaya çağırıyor
İ
lki 2006 yılında gerçekleştirilen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, bu yıl yine emeğin filmlerini izleyicilerle buluşturacak. 1–9 Mayıs tarihleri arasında İstanbul, İzmir ve Ankara'da eş zamanlı olarak gerçekleştirilecek 5. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, daha sonra geçen yıllarda olduğu gibi kent kent süren ve bütün yıla yayılan uzun bir yolculuğa çıkacak. 'SEYİRCİ KALMA' Festivalin bu yılki teması güvencesizlik. 'Seyirci kalma' sloganıyla güvencesiz çalıştırma ve buna karşı yürütülen mücadelelere odaklanan festivalde, 46’sı yerli 24’ü yabancı olmak üzere 70 film ve Tekel direnişini anlatan 4 foto-röportajla birlikte yaklaşık 35 film ilk kez seyirci karşısına çıkacak. Festivalin İstanbul açılışı 2 Mayıs akşamı Beyoğlu Yeni Rüya Sineması’nda yapılacak. 2 Mayıs'ta saat 18.00'da Taksim Tramvay durağından Rüya Sineması'na gerçekleştirilecek açılış yürüyüşünün ardından etkinlik başlayacak. Oyuncu Levent Üzümcü’nün sunacağı, Nihat Behram’ın şiirleriyle, İlkay Akkaya’nın şarkılarıyla katılacağı
'Ürküyoruz derdimizi demekten' A
nkara’da işsiz kalan üç kardeşin yazdığı “Kriz teğet geçti, hamdolsun” türküsü hakkında savcılık tarafından soruşturma başlatıldı. Türküdeki "ürküyoruz derdimizi demekten" dizeleri böylece gerçek oldu. Ekonomik kriz nedeniyle işsiz kalan Kubilay Duman’ın yazdığı ve kardeşleriyle birlikte söyleyerek internette yayımladığı “Kriz teğet geçti hamdolsun” türküsü 300 binden fazla kişi tarafından izlenmişti. Türkünün gördüğü ilgi Erdoğan’ı rahatsız etmiş olacak ki, Başbakanlık avukatlarının şikayeti üzerine Cumhuriyet savcılığı hemen harekete geçerek IP adreslerinden üç kardeşin adreslerini buldu. Savcılık tarafından ifadesi alınan Kubilay Duman, "İki çocuk babasıyım, iki yıldır işsizim. Kardeşim Hüseyin askerden geldikten sonra iş bulamadı. Ablam Fatma da aynı durumda. Annemiz üzüntüsünden kanser oldu. O türkü bizim ağıdımız." dedi. Erdoğan’ın avukatları farkında mıdır bilinmez ancak bu topraklarda halk türküleri ve şiirlerinin protesto geleneği derin köklere dayanıyor. Taşlamalar, kaçakçı türküleri, eşkıya türküleri, silahlı ayaklanma türküleri hep zalim düzenlere başkaldırı içermiş ve ozanlar iktidarların zulmüne maruz kalmışlardır. Halk ozanlarımızın yerleştirdiği bu gelenek bugün hala devam ediyor.
gecede emek sineması çalışanları sahneye çıkacak. Festivalin açılış filmi 'Gördüğümüz Kendi Yüzümüzdür – TEKEL Direnişi' olacak. Geceye Türkan Şoray da konuk olarak katılacak. TEKEL DİRENİŞİ ÖZEL BÖLÜMÜ 'Tekelden Tanıklıklar' adıyla, festivalde bir bölüm Tekel direnişine ayrıldı. Direnişe dair birçok filmin ilk kez gösterileceği bu bölümde 6 film yer alıyor. 'Tekelden Tanıklıklar' bölümündeki filmlerden yönetmenliğini Ahmet Özer’in, senaryosunu ise Ahmet Telli’nin üstlendiği Gördüğümüz Kendi Yüzümüzdür – TEKEL Direnişi, Tekel direnişini ele alıyor. 1 MAYIS’IN 30 YILI Festival kapsamında bu yıl fotoğraf alanındaki etkinlikler büyük yer tutuyor. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD), Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi, Fotoğraf Vakfı, Red Fotoğraf, İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği ortak organizasyonuyla İstanbul, Ankara ve İzmir’de ‘1980'den 2010'a Emek Sineması'ndan Meydanlara 1 Mayıs'ın 30 Yılı’
sergisi açılacak. FESTİVAL ETKİNLİKLERİ Festival kapsamında bu yıl aralarında yönetmenlerle söyleşiler, paneller ve özel gösterimlerin de olduğu birçok etkinlik gerçekleşecek. Festivalin İstanbul ayağında John Cunnigham’ın sunuşunun ardından Madencilerin Anıları filminin gösterimi ve Güney Kıbrıslı konuk Lefteris Georgiadis ile söyleşi yer alırken Ankara ayağındaki etkinlikler, 3-4 Mayıs tarihlerinde Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ‘LaborComm/Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı’ öne çıkıyor. İzmir'de ise festival 8 ve 9 Mayıs tarihlerinde ‘Emek ve Hak Arama Mücadelesinde Fotoğrafın Dünü ve Bugünü Paneli’ne ev sahipliği yapıyor. Geçen seneki festivallerde olduğu gibi bu sene de görme engelliler için filmler olacak. Sesli betimleme yönteminin kullanıldığı Başka Dilde Aşk ve Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmleri, engellilere sunulacak. FESTİVAL YABANCI KONUKLARINI AĞIRLIYOR Festivalin bu yıl da yabancı
konukları olacak. İranlı usta yönetmen Macid Macidi ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden sendikacıbelgeselci Eleftherios Georgiadis festivalin bu yılki yabancı konukları arasında bulunuyor. İngiliz sinemacı John Cunnigham ise işçi sınıfı ve Ken Loach sineması üzerine bir seminer verecek. 1977 ve 2009 1 Mayıs'ını anlatan 'Yaşamak bir ağaç gibi' belgeselinin yönet-
menleri Pascale Boosten ve Eric Juzen de festivale katılacak. GÖSTERİMLER PARASIZ Festivalde gösterimler üç kentte belirlenen salonlarda düzenlenirken, birçok yoksul mahallede özel gösterimler gerçekleştirilecek. Tüm gösterimler her yıl olduğu gibi bu yıl da parasız olacak.
Andújar’ın Postkapital sergisi İstanbul’da Daniel Garcia Andújar’ın son 20 yılın toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel değişikliklerini bir araya getirdiği “Postkapital Arşiv 1989-2001” sergisi, 21 Nisan’da açıldı
D
aha çok kamusal alanda, özellike ırkçılık gibi toplumu etkileyen konu başlıklarında çalışmayı seven Daniel Garcia Andújar’ın “Postkapital Arşiv 1989-2001” adlı projesi, internet ortamından derlenmiş 250 binden fazla metin, işitsel ve görsel dosyanın bir araya getirilmesinden oluşuyor. Postkapital Arşiv, dünya genelinde son dönemde yaşanan toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel değişiklikleri, 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 11 Eylül 2001 saldırıları gibi iki önemli tarihi olay ekseninde ele alıyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından yaşanan gelişmeleri, postkomünizm değil post-kapitalizm unsurları olarak değerlendiren Andújar, kapitalist toplumların
karşıtlığın yokluğunda ne ölçüde değiştiği ve 1989 sonrasındaki uluslararası politika ortamında başka hangi yeni duvarların örüldüğü sorusuyla bizi baş başa bırakıyor.
Projenin düzenleyicisi Riva Vakfı, Andújar'ın çalışmasını "Kapitalizmin zafer iddiaları ve Batı demokrasileri, eski Yugoslavya’daki çatışmaları, Irak’taki savaş ya da daha yakın
tarihte ABD’de finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmaların gösterdiği üzere, barışı, güveni ve istikrarı sağlayamamıştır. 'Postkapital', 21. yüzyılın karmaşık ve çelişkili olgularını, temsili yapı çerçevesinde ele almayı amaçlayan bir çalışmadır; prelüdü Andujar tarafından 1989 ve 2001 olayları arasındaki zaman dilimi olarak gösterilen bir dönemin değerlendirilmesidir" sözleriyle tarif ediyor. Başak Şenova’nın küratörlüğünde düzenlecek sergi, 21 Nisan Çarşamba günü Riva Vakfı’nın Opal Çağdaş Sanat Mekanı’nda açıldı. Andújar, 22 Nisan günü “Postkapital’de gerçeklik algısı” üzerine bir konuşma yaptı. Sergi, 27 Haziran’a kadar açık kalacak.
Davul Çinçan Solo’suz kaldı (*) M
oğollar grubunun bateristi Engin Yörükoğlu, geçirdiği rahatsızlık sonucu 23 Nisan sabahı hayatını kaybetti. Moğollar grubunun kurucularından ve Türkiye’nin önde gelen bateristlerinden biri olan 65 yaşındaki Yörükoğlu, bir süredir akciğer kanseri tedavisi
görüyordu. Bodrum’un Kızılağaç köyünde yaşayan Yörükoğlu için burada düzenlenen törene, Yörükoğlu’nun sevenleri ve sanatçı dostlarının yanı sıra Kızılağaç köylüleri de katıldı. * Moğollar, ‘70’li yıllarda Anadolu turnelerinde hemen her yerde konser
verdi. Herkes, Engin Yörükoğlu’nun mutlaka her konserde verdiği bateri solosuna hayran kalırdı. Bateri solosu, Anadolu’da Çinçan Solo olarak adlandırıldı ve Moğollar bir yere ikinci kere konser için gittiklerinde “Yahu şu Çinçan Solo’yu bir daha yapın” talebiyle karşılaştılar.
Hayig: ‘Kula¤›nda Nehir U¤ultusu’ ilenleriniz bilir Mikail Aslan’ı. 1972 B yılında Dersim’de doğan Aslan, 10 yaşına geldiğinde ailesiyle beraber Kayseri’ye göç eder. Ancak bu göç Kayseri’de noktalanmaz. Daha sonra Türkiyeli her insanın başına gelebilecek zorunlu nedenlerden 1995 yılında Almanya’ya göç eder. 2001 yılına gelindiğinde Mainz kentinde iki yıllık hazırlıklardan sonra, Peter Cornelius Konservatorium’da Klasik Gitar Öğretmenliği okur. Konservatuara devam ederken bir yandan da müzik çalışmalarına, bestelere ağırlık verir. 1999 yılında, ana dili olan Zazaca dilinde okuduğu solo albümünü Agereyis (Dönüş) yayınlayarak Türkiye’ye bir nevi ‘dönüş’ yapar. Daha sonra sırasıyla Kilite Kou (Dağların Anahtarı), Miraz (Maya), Zernkut (Simya), Petag (Dersim Emeni Halk Şarkıları) albümlerini Hakan paylaşır dinleyenleriyle… Bayhan Bugünlerde başka bir yüzüyle karşılaşıyoruz Mikail Aslan’ın. Edebiyatçı bayhanhakan@ gmail.com yüzüyle bizimle bir kitabını, Hayig’i paylaşıyor. Kitap Türkçe – Zazaca yazılmış. Mikail Aslan kitabında (çocukluğunda can kulağıyla dinlemiş olacak ki) Dengbej duyarlığıyla anlatıyor destanları. Hayig: Farkındalık; ayık veya diri olan (cismin iç sesi, toprağa yakın, sarı renk) Zanox: Öğrenmiş olan, bilge (ruh veya bellek, kırmızı renk) Heydar: Bütünün sesi, Sahip (bütünsellik, sonsuzluk, mavi renk) (Kitaptan) Bize çağlar ötesinden seslenen, varoluşumuza tanıklık eden, onu sorgulayan mitsel bir destan kahramanıdır Hayig. Zanox, zamanın ruhu, belleği ve bilgesi; Heydar ise evrenin sesi, rengini gökyüzünden alan bir sonsuzluk yaratıcısı ve koruyucusudur. Zamanın ötesinde, onların dünyasında söz çok kıymetlidir. Az ama öz konuşulur. Bu yüzdendir ki gönül gözüyle dinlemek gerekir onları. Bütün efsaneler, varoluşun temelinde zifiri bir karanlığın olduğundan söz eder. Aynı efsanelere göre ses, yaşamın ilk belirtisidir. Irmağın uğultusunu duyacak bir kulağın varlığı doğal bir uyanışa, dirilişe, varoluşa işaret eder. Ve ardından ateş ve ışık gelir. Ateşi kutsal kılan, yaydığı ışıktır. Suyun, toprağın, gökyüzünün, dağların, ağaçların ya da ormanların ve elbette renklerin bir ruhu, bir dili vardır destanlarda. Zamanla, doğal bir dizge oluşturur bütün bunlar, varoluşa dair. Işık sudan, su topraktan, toprak yaşamdan ayrı düşünülemez. Tıpkı iyi, kötü, çirkin, güzel, bilge ve cahil gibi… Meseller verip insana arınmayı, durulmayı öğütler her zaman destanlar. Bazen masalın büyüsünü, bazen deyişlerin, avazın ve kılamın (çoğunlukla cenazelerde okunan ağıtlar için de kullanılan söz) gücünü kullanır derdini anlatmak için. Bir de anlatıcılar vardır destanları paylaşırlar, paylaşırken hep öğrenen, zamanla bilgeleşip yaşam yolunu bulan anlatıcılar… Mikail Aslan, müzisyen duyarlılığıyla içinden geldiği bu coğrafyanın ve aynı zamanda onun bir parçası olan Dersim’in kadim anlatıcılarını bizimle paylaşıyor Hayig’le.
Tiyatro Festivali başlıyor
İ
KSV tarafından bu yıl on yedincisi düzenlenen Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali 10 Mayıs Pazartesi günü başlıyor. 10 Haziran’a kadar sürecek festivalde bu yıl yurtdışından 9 tiyatro ve dans topluluğu seyirciyle ilk kez buluşacak. Festivalde 30’a yakın oyun, dans, performans ve özel gösteri yer alıyor. Festival kapsamında, 18 farklı mekânda sahnelenecek 90 gösterinin yanı sıra ünlü konukların katılacağı söyleşi ve atölye çalışmaları da gerçekleşecek. Festival, 10 Mayıs Pazartesi akşamı Hekate'nin Şarkısı oyunuyla açılacak.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
2 May›s 2010 / 13 May›s 2010
Halk›n Sesi
GEÇM‹fi GELECE⁄E TAfiINIYOR
Binler hakları için yürüdü
Taksim alan›na kat›lan tüm örgütler kortejlerini renkli flamalarla süslemiflti. 32 y›l sonra Meydan, yüz binlerce emekçi taraf›ndan iflçi s›n›f›n›n tüm çeflitlili¤ini ve zenginli¤ini yans›tacak biçimde donat›ld›
Sabahın bir sahibi var 1 Mayıs 1977’nin mirası yüz binlerce emekçinin Taksim Meydanı’ndaki görkemli buluşmasıyla teslim alındı. Geçmişin mücadele değerleri, güvenceli iş ve insanca yaşam kavgasıyla buluştu
‘
Öyle bir İstanbul gördük.’ 1 Mayıs 2010 Taksim kutlamalarında yüz binler 32 yıl sonra yeniden Ruhi Su’nun 1 Mayıs 1977 Taksim Mitingi için yazdığı ‘Şişli Meydanı’nda Üç Kız’ türküsünün nakaratını anımsadı. 2010 İstanbul 1 Mayıs’ı Türkiye sınıf mücadelesinin tarihinde açılan yeni bir sayfa oldu. Taksim Meydanı 30 yıllık kararlı bir mücadele ve bu uğurda kaybedilenlerin, bedel ödeyenlerin açtığı yoldan gidilerek kazanıldı. AKP hükümeti 7 yıldır izlediği yasakçı tutumdan geri adım atarken Süleyman Çelebi’nin konuşmasında söylediği gibi alanda buluşan yüz binler 32 yıllık yasağı tarihin karanlığına gömdü. KÜRSÜ SÖYLEYECEK SÖZÜ OLANLARIN Yıl boyunca farklı işkollarında yeşeren ve Tekel işçisi ile ivme kazanan güvencesizliğe karşı mücadele geleneksel sendikal hareketi sarsan temel bir güce dönüştü. Bu dönüşümün simge eylemi de bir mücadele günü olan 1 Mayıs’ın tarihsel anlamına uygun bir biçimde Taksim’de yaşandı. Tekel işçileri ve İtfaiye işçileri verdikleri mücadelede kendilerini yalnız bıraktıklarını düşündükleri Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’yu kürsüden indirerek kendi konuşmalarını yaptılar. Geçmiş yıllarda sendikal hareketin geleneksel kurumlarına ve onların gerici, solu dışlayan tavırlarına karşı devrimcilerin sıklıkla başvurduğu kürsü işgali eylemi bu kez sınıfın üstelik de doğrudan Türk-İş’in içinden güvencesizleştirilen Tekel işçileri tarafından
16
yapıldı. Mitingde Türkiye solunun onlarca yıllık mücadele birikimi, yeni dönemin mücadele örgütleri ve talepleriyle buluştu. Bu yıl 1 Mayıs sadece 2009 1 Mayıs’ından 2010’a yansıyanların değil işçi sınıfı mücadelesinin son otuz yılda elde ettiği kazanım ve değerlerin yansıdığı bir alan oldu. Mitingde, solun maruz kaldığı ulusalcı ve liberal saldırılar nedeniyle yaşadığı ayrışma sınıf mücadelesinin birleştirici etkisi karşında geri planda kaldı. İstanbul kutlamaları geleneksel sendikal hareketin, yeni ve güvencesizliğe karşı verilen sendikal mücadeleyle buluştuğu, işçilerin öğrencilerle, Kürt hareketinin emek hareketiyle, ulusalcı partilerin tabanının alanda yeniden ‘sınıf’ın siyasetiyle ve solla buluştuğu bir biçimde gerçekleşti. Bu büyük buluşmaya damgasını vuran temel talep güvencesiz ve ağır çalışma koşullarına karşı mücadele oldu. Taksim Meydanı’na giren ilk giren öncü eylemciler bu yıl sınıf mücadelesinin de öncüleri haline gelen Tekel işçileri oldu. Farklı şehirlerden gelen Tekel işçileri sabah 6.45’te Meydan’da pankart açarak 1 Mayıs’a selam durdular. Sabahın erken saatlerinden itibaren 1 Mayıs alanına akan binler, yürüyüş kolları olan Şişli, Şişhane ve Dolmabahçe’de buluştu. Saat 10.00’dan itibaren tüm kollar kortejler halinde harekete geçti. 1 MAYIS’IN S‹MGE ÖRGÜTÜ D‹SK Alanın en kitlesel grubu 1 Mayıs ve Taksim mücadelesini kararlı duruşuyla kazanan DİSK’ti. Şişli kolunun gövdesi olan DİSK korteji 1 Mayıs’ın simgesine
dönüşürken alana herhangi bir örgütle katılmayan binlerce kişinin adresi oldu. DİSK’in neredeyse tüm kortejlerinde Kemal Türkler’in resimleri, 1 Mayıs 1977’de hayatını kaybedenlerin isimleri ve Behice Boran’ın flamaları vardı. Geçmişin değerlerinin ve isimlerinin buluştuğu DİSK kortejinde güvencesiz ve gayri insani çalışmaya karşı mücadele eden Birleşik Metal-İş, Dev Sağlık İş, Limter-İş ve Sine-Sen kortejleri sınıf mücadelesinin güncel ve dinamik aktörleri olarak yer aldılar. TANIDIK YÜZLER VARDI Yıllarca verilen mücadeleden sonra kazanılan Taksim Meydanı’nda ünlü isimler de vardı. DİSK kortejinde yürüyen Tarık Akan, Rutkay Aziz, Genco Erkal, Halil Ergün, gibi isimlerin yanı sıra alana giren daha pek çok ünlü isim oldu. Aralarında Ferhat Tunç, Erkan Can, Nejat İşler, Şevval Sam, Edip Akbayram, Derya Alabora, Altan Erkekli, Moğollar, İlyas Salman, Menderes Samancılar, Bennu Yıldırımlar, Hilmi Yarayıcı, Hakan Yeşilyurt, İlkay Akaya, Aytaç Arman bulunduğu çok sayıda ünlü 1 Mayıs coşkusunu işçilerle birlikte Taksim Meydanı’nda yaşadı. Şişli kolunda yer alan KESK kortejinde kamu emekçilerinin yanı sıra taşradan gelen çok sayıda emekçi ve öğrenci de yürüdü. Halkevleri hak mücadelelerini alana taşıdığı oldukça kitlesel kortejiyle bu kolda yerini aldı. Coşkulu kortejiyle Çarşı taraftar grubu, kızıl flamaları ve kalabalık kortejiyle Halk Cephesi, halayların hiç durmadığı binlerce kişilik kortejiyle BDP bu kolun dikkat çeken katılımcıları oldu.
Mitingin gövdesini D‹SK korteji olufltururken, Halkevleri, TKP, Halk Cephesi kortejleri ve BDP korteji alan›n di¤er kitlesel kortejleri oldu. G‹R‹fiLER ÜÇ KOLDAN YAPILDI TKP kalabalık kortejiyle Hak İş ve Memur Sen’nin bulunduğu Dolmabahçe kolundan alana girdi. Bu kolda yer alan Memur Sen korteji 1 Mayıs alanına başörtüsüne özgürlük talebini taşımayı uygun(!) görmüştü. ÖDP ve EMEP ise Tekel işçileri, Türk İş ve CHP’nin bulunduğu Şişhane kolundan alana girdi. HKP, CHP, İP ve ADD’nin de yürüdüğü bu koldan alana yaklaşık 30 bin emekçi girdi. Kalabalık nedeniyle miting programı alana girişler tamamlanmadan başlatıldı. Timur Selçuk ve Ruhi Su
Dostlar Korosu 1 Mayıs marşını okudu. Mitingin tertip komitesi olan altı konfederasyon adına iki kadın işçi 1 Mayıs ortak bildirisini okudu. Kürsü programı ilk konuşmacı olan Türk iş Başkanı Kumlu’nun önce ıslıklarla ve yuhalanarak protesto edilmesi ardından sahneden indirilmesiyle kesintiye uğradı. Program tekrar başladığında Sami Evren ve Süleyman Çelebi birer konuşma yaptılar. İki konfederasyon başkanının ardından Tekel işçileri adına bir konuşma yapıldı. 26 Mayıs grevine sahip çıkılması çağrısı yükseltildi. Konuşmaların sona ermesinin ardından miting Grup Yorum’un ezgileriyle sona erdi.
Halkevleri, Taksim’deki tarihi 2010 1 Mayıs’ına hak mücadeleleri kortejleriyle katıldı. İstanbul’un, Ankara’nın, Adana’nın ve Kocaeli’nin yoksul mahallelerinden binlerce kişi “İnsanca Yaşam, Güvenceli İş” talebiyle alana çıkarken “AKP’ye kul, sermayeye köle olmayacağız” dedi. Halkevleri kortejinin önünde bu yıl beşincisi düzenlenecek İşçi Filmleri Festivali korteji yerini aldı. Bu sene ulaşım zamlarını durduran mücadelelerini alana taşıyan İstanbul’dan Halkevciler “Ulaşım’da soyguna son” pankartıyla 1 Mayıs’a katıldılar. Barınma Hakkı mücadelesi, Halkevleri’nin en canlı ve kitlesel kortejlerinden birini oluşturdu. Ankara’dan gelen Dikmen ve Mamak Barınma Hakkı Büroları konut hakkına dair talep ettikleri anayasa maddesini pankartlarına taşıdılar. Halkevleri kortejinde 3. Köprü’ye karşı mücadele yürüten Sarıyerliler de evlerine, ormanlarına sahip çıkacaklarını haykırdılar. Çoşkulu kortejiyle dikkat çeken Halkevci Kadınlar ise “Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı kadınlar yürüyor, mücadele sürüyor” pankartıyla mitinge katılırken “Ne sadaka ne ayrıcalık, parasız eğitim parasız sağlık” pankartıyla 1 Mayıs’a katılan Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi ise yürüyüş boyunca sloganları hiç susmayan bir topluluk olarak dikkat çekti. En önünde “Tek Yol Devrim” pankartının yer aldığı kortejde “Söz Yetki Karar İktidar Halka” pankartı ve “Yaşasın Sosyalizm” yazılı büyük bir flama da taşındı. Meydanda ‘Söz yetki karar, iktidar halka / Halkın Devrimci Yolu’ yazılı bir pankart açıldı.
1 Mayıs ülkenin her yanında 1 Mayıs Taksim ruhu farklı illerde düzenlenen mitinglerle tüm Türkiye’ye yayıldı. Emekçiler yasaklı meydanlara girdi, insanca yaşam için yürüdü
Yukar›daki foto¤raf ‹zmir’den. Alttakiyse Mersin Halkevi korteji
1 Mayıs 2010 tüm Türkiye’de coşkulu mitinglerle kutlandı. Bu yıl emekçilerin açtığı tek yasaklı meydan Taksim değildi. Batman, Mersin ve Sinop’ta yasaklı meydanlar mitinge açılırken, Samsun ve Artvin’de ise Halkevciler kentin yasaklı caddelerinden kortejler halinde yürüyerek mitinglerin buluşma noktalarına ulaştılar. Bu yıl ülke çapında düzenlenen mitinglere, güvencesizliğe ve işsizliğe karşı mücadele damgasını vurdu. Karadeniz’deki mitinglerde bölgenin yakıcı sorunu olan HES’lere karşı mücadele kararlılığı yansıdı. Halkevleri Artvin’de, Trabzon’da, Mersin’de, Bursa’da, Eskişehir’de, Niğde’de, Samsun’da, İzmir’de, Muğla’da, Niğde’de, Antalya’da, Sivas’ta hak mücadelesi veren binlerin buluştuğu kortejlerle 1 Mayıs alanlarındaydı. Ö⁄RENC‹ GENÇL‹⁄‹N D‹NAM‹ZM‹ ALANLARDA Bursa, Samsun ve Trabzon’daki kutlamalarda alanın en kitlesel gruplarını öğrenci gençlik oluşturdu. Bursa mitinginin en kalabalık kortejini Liseli Genç Umut oluşturuken Trabzon’da alanın neredeyse en kitlesel korteji yıl
boyunca sermayeye ve işbirlikçilerine göz açtırmayan KTÜ Öğrenci Kolektifleri oldu. KARADEN‹Z DERELER VE ÇAY ‹Ç‹N YÜRÜDÜ Karadeniz’deki 1 Mayıs mitinglerinde HES’lere karşı su hakkı mücadelesi çağrısı asıl vurguyu oluşturdu. Hopalı çay emekçisi ise yeni çay kanununa karşı öfkesini 1 Mayıs alanında gösterdi. Artvin merkezdeki kutlamalarda Ardanuç Bulanık Köyü ve Artvin Erenler Köyü’nden iki temsilci konularak HES’lere neden karşı olduklarını anlattı. Artvin Şavşat’ta 12 Eylül öncesi yitirilenlerin resimleri taşındı. Hopa’da ESP, Halkevi ve KESK şubelerinin düzenlediği mitingde çay emekçisi ‘dereler de, çay da söz de bizim’ dedi. Trabzonlular yağışlı havaya rağmen coşkulu bir miting gerçekleştirdi. Trabzon’daki mitingde Tekel işçileri de vardı. Samsunlular Ahmet Türk’e dönük ırkçı saldırının kentte yarattığı olumsuz havayı kırmak için mitingi emekçilere kapalı tutulan Çiftlik Caddesi’nden yapılan fiili yürüyüşlerle başlattı. Zonguldaklı emekçiler Madenci Anıtı’nda yaklaşık
3000 kişinin katıldığı bir miting yaparken, Sinop’ta kutlamalar geçmiş yıllarda emekçilere kapalı olan Sakarya Meydanı’nda yapıldı. ÇUKUROVA Antakya’da iki bin beş yüz civarında kişinin katılım gösterdiği mitingde “Halkın Hakları Var” pankartı arkasında yürüyen Halkevleri’nin coşkulu katılımı, sloganları ve sınav sistemini eleştiren karakteri ‘Sınav Mağduru’ Abuzer Testçözer büyük ilgi gördü. Mersin’de 1 Mayıs mitingi emekçilere yıllardır kapalı olan Cumhuriyet alanında yapıldı. Miting alanına öğrenci gençlik damgasını vurdu. Liseli Genç Umut, Öğrenci Kolektifleri, Dev-Lis ve Gençlik Muhalefeti alanın en coşkulu kortejleri oldu. GÜVENCEL‹ ‹fi ‹NSANCA YAfiAM ‹Ç‹N İzmir’deki 1 Mayıs kutlamalarına güvencesiz emekçiler damgasını vurdu. Tariş işçileri, Kent A.Ş. işçileri, Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçe işçileri ve Tekel işçileri, güvencesizleştirmeye ve taşerona karşı taleplerini haykırdı. Mitingde
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, işten atılan park ve bahçe işçilerinin protestosuyla karşılaştı. Bursalı emekçiler 1 Mayıs’ı Fomara Meydanı’nda yaptıkları mitingle selamladı. Mitinge katılan beş binden fazla emekçi özel istihdam bürolarının engellenmesini, kayıt dışı çalıştırmanın yasaklanmasını istedi. Halkevleri korteji su hakkı mücadelesi verenlerin ve güvenceli iş isteyenlerin adresi oldu. Antalyalı emekçiler kentte son yılların en kitlesel mitingini gerçekleştirdi. Halkevleri korteji ‘tek yol devrim’ pankartıyla alana girdi. Bu yıl Kürt emekçiler Batman’da düzenlenen mitingde buluştu. Mitingde Ahmet Türk’ün yaptığı konuşma ve hapisteki belediye başkanı Necdet Atalay’ın gönderdiği mesaj ulusal özgürlük mücadelesinin emek mücadelesiyle buluşmasının önemine vurgu yapıyordu. Niğde’de ilk defa Halkevleri pankartı açılırken kutlamaya katılan Hasangazi Köylüleri mitingde madenci şirkete karşı mücadele çağrısı yapıtı. Sivas’ta ise 1 Mayıs, Halkevi ve Öğrenci Kolektifi’nin de katılımıyla Mevlana Meydanı’nda kutlandı.