SAYFA
2
SAYFA
‘‹yi’ polislerin ‘iyi’ dizileri Arka Sokaklar, Umut Yolcular› ve di¤er polis dizileri, emniyet için halkla iliflkiler faaliyeti yap›yor
5
Köleli¤e karfl› grevdeler Fransa’da üç milyona yak›n emekçi Sarkozy’nin emeklilik yasas›na karfl› ‘grev’ dedi
SAYFA
11
‹ktidara ayk›r› sanatç›lar Tarih, yaflad›¤› döneme s›rt›n› dönen de¤il ‘burnunu sokan’ sanatç›lar› yaz›yor
SAYFA
14
Basketbol kazand› Heyecanla beklenen turnuva sona erdi. AKP de salondan nasibini ald›
17 Eylül 2010 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 115
Solun gücü ve birli¤i hak mücadelesinden geçiyor
Saflar belli yol belli
Referandumda sermayenin s›n›rs›z tahakküm projesi için sa¤›n birli¤i sa¤land›. AKP bu birlikten ald›¤› güçle gerici liberal dönüflümü sürdürecek
AKP karfl›s›nda ulusalc› bir blokun de¤il, dinamizmiyle CHP’ye bile a¤›z de¤ifltirten ilerici solcu bir kitle temelinin var oldu¤u görüldü
Sosyalistler ‘halk›n hay›r›’ etraf›nda birleflerek solun gücünün ve birlik temelinin hak mücadelelerinden geçti¤ini gösterdi
Referandum dosyası Referandumu egemen siyasetin yeniden biçimlenifli ve sosyalistleri bekleyen görevler aç›s›ndan inceledik S. 12/13
AKP, ateşkesi ateşle kesiyor Referandum sürecinde milliyetçi-floven kitle temeline yönelen AKP, Kürt sorununda yat›r›m›n› savafla yap›yor S. 4
Paralar haz›r m›? 15 milyondan fazla ö¤renci için ders zili çal›yor. Tek bir ö¤rencinin asgari okul ihtiyaçlar› için 3 bin TL harcayacak aileler ve e¤itim hakk› mücadelesi verenler için de zil sesi bafllang›ç oluyor S. 6
‘Evet’in ekonomisi Referandum öncesinde ‘demokrasi ad›na evet’ diyen patronlar ‘tamamen duygusal’ güdülerle hareket etmifl S. 9 Çuvallarla para bofluna harcanmad›, o kadar yalan bofluna söylenmedi... YOL YAZISI S. 3
Mehmet Tok / Sayfa 7
Tufan Sertlek/ Sayfa 8
Bitaraf olan bertaraf olur
Liberal ideolojik saplant›
Erdal’›n ceketi Deniz’in dara¤ac› Devrimci 78’liler Federasyonu’nun Ankara’da açt›¤› utanç müzesi 12 Eylül faflizmini teflhir etti. Müzede Erdal’›n ceketinden devrimcilerin hapishanelerde yapt›klar› resimlere kadar her fley var S. 15
Çi¤dem Çidaml› / Sayfa 10
Pisli¤in iktidar›
Seyyar ö¤retmen MEB ö¤retmen atamalar›n›n ertelenmesini güvencesiz istihdam› yayg›nlaflt›rmak için kullan›yor. Güvencesiz ö¤retmenlerin eylemleri sürüyor S. 8
Sevinç Hocao¤ullar› / Sayfa 16
Ad›mlar› art›rmak gerek
Hacettepe’de iflçi bayram› Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ndeki tafleron iflçiler maafllar›n›n ödenmemesine isyan etti. Dev Sa¤l›k‹fl ve SES öncülü¤ünde mücadele eden bin iflçi haklar›n› kazand› S. 16
Kent A.fi ifl sözünü ald› Neredeyse bir buçuk y›ld›r tavizsiz direnen Kent A.fi iflçileri ‹zmir Büyükflehir Belediyesi’nden ifl sözü ald› S. 9
2
MEDYA 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› ‘Bu kad›nlar›n bir huyu var: ortal›¤› dümdüz yapmak’ endisi “kadınları çok seviyor” (Ayşe Arman röportajı, Hürriyet, 11.10.2008); ama gündelikçi-temizlik işçisi kadınlara düşmanlık besliyor. Siyaset bilimi, çağdaş görsel sanatlar ve edebiyat eleştirileriyle tanınıyor. “Türkiye’nin Foucault’su” olarak haksız ve yakışıksız bir ün yaptı. İktidarın iflah olmaz eleştiremeni Foucault’nun kemikleri sızlasın, bizimki AKP iktidarına övgüler dizerken, gündelikçi-temizlikçi işçi kadınları eleştiriyor. (“'Kadın' bulmak zor iştir”, Sabah, 12.09.2010) Eleştirmek ne kelime, düpedüz çekiştiriyor, dedikodu yapıyor. Hasan Bülent Kahraman, yükselen yeni İslamcı-liberal entelektüel kuşağın en gözde temsilcilerinden biri. “Ağır entelektüel”. Sol kökenli. Şimdi ABD’de ve Sabancı üniversitesinde akademisyenlik yapıyor. “Bizim Çalık’ın Sabah Gazetesi’nde köşe yazıları yazıyor.
K
*** Kahramanımızın misyonu, sermaye üniversitelerinde, sermaye vakıflarında ve siyasal iktidarın gölgesinde yer yurt edinmiş bir organik entelektüel olarak, AKP iktidarına halkın gözünde inandırıcılık kazandırmak, kamuoyu ve kitle meşruiyeti yaratmaktır. Hani hep, AKP’nin seçim başarısının sırrı araştırılır ya, işte o sırrı biraz kurcaladığınızda altından bu tip yeni liberal-İslamcı entelektüeller çıkıyor. Halkın sağdan soldan faklı inançlarını, duyarlılık, özlem, beklenti ve gereksinimlerini çok iyi bilen iktidarın bu organik entelektüellerinin temel görevi, ideolojik çalışmalar ve manipülasyon yöntemleriyle iktidarın hegemonyasını genişletmek, halkla iktidarı bütünleştirmektir. Örneğin Kahramanımız, yazılarında, halka, İslamcı liberal AKP rejimini demokratik bir dönüşüm olarak tanıtmaktadır. (“Erdoğan neyi başardı”, Sabah, 15.09.2010) Bir zamanlar “ağır entelektüel”ken, Kahramanımız, şimdi hafif “iktidar adamı”na dönüşüyor. Her fırsatta “boş bulunup” ağızlarından kadın düşmanlığı ve işçi düşmanlığını kaçıran İslamcı liberal entelektüeller gibi o da satıraralarında “kadın işçi düşmanlığını”ele veriyor. *** Kahramanımız , evine gelen gündelikçi temizlik işçisi kadınları çekiştiriyor: “Bu kadınların” en büyük kusuru “hamile kalıp evi terk” etmeleri. “Sabah gelip evde kusan, otobüste bayıldığı için uzanıp iki saat uyuyan, kalkınca ‘Abi ben döneyim, hiç halim yok,’ diyen...” daha neler neler. Kahraman da tıpkı fason tekstil patonları ya da orta kademe radyoloji idarecileri gibi işçilerin kadınlık potansiyellerinin yol açtığı nitelikli işgücü kaybından yakınıyor. Kadın işçilerin kadınlık potansiyelleri patronlar için sık sık zararlı bir işgücü kaybına yol açmaktadır. Kahraman, iş kaybından doğan tepkilerini cinsiyetçi bir saldırganlığa vardırıyor. Kahramanımızın ideal gündelikçi hayali, kadınlık ve işçilikten doğan hak ve özgürlüklerden soyutlamış bir nesnedir. “Hatice iyi bir insandı, duyarlıydı” derken bile Kahraman, bir gündelikçinin patronunun istek ve beklentilerine karşı duyarlılığından söz ediyor. Ve bu duyarlılığın örgütlenmemiş olşundan şikayet ediyor. “Evlere 'gündeliğe' giden bunca sayıda insanın çalıştığı bir 'iş dalı'ndan söz ediyoruz. Bir sektör bu. Bir sendika alanı. Bunca büyük sayıda insanın emek ürettiği bir alanda bu işin örgütlenmemesi izah edilebilir mi? Düşünün, bir tek telefon edip ihtiyacınızı karşılayacağınız, size temizlikçi bulacak şirket, kurum, kuruluş yok.” Bir özel istihdam bürolarına çağrı yapmadığı kalmış Kahraman’ın. Sendikayı laf arasında şöyle bir geçirdiğine bakmayın, onun derdi işçilikten ve kadınlıktan doğan hakların örgütlenmesi değil, gündelikçi istihdamının esnek bir biçimde düzenlenmesi.“Türkiye modernleşti, ama hâlâ feodal dönemin şartları ve kurallarıyla yerine getiriyor. Hâlâ herkes birbirine elinde kadın olup olmadığını soruyor, hâlâ eş-dost ilişkisi devrede, hâlâ 'karakucak' usulü ilişkiler hâkim. Ne kadınlar kentli bir ailenin ne isteyip istemediğini biliyor ve ona göre davranıyor ne de hâlâ aileler çalışan kadından ne bekleyeceklerinin bilincinde… Ama nasıl taksi, nasıl temizlik, nasıl ter kokusu, nasıl fahiş fiyat sorununu çözemediysek, bu sorunu da çözemedik.” *** Kahraman, işi-çalışmayı, kadının cinsel yapısal bir özelliği gibi tanımlıyor. “Bu kadınların hepsinde başka bir huy vardır. Bir defa her şeyi 'toplamaya' meraklıdırlar. Toplamak, bir şeyleri bir şeylerin içine sokmak, ortalığı dümdüz, jilet gibi yapmaktır.” Gündelikçi işçilerin kafa emeğini yeniden üreten emeklerinin yok sayılması artık yabancılaşmanın boyutlarını aşarak cinsiyetçi bir ırkçılık noktasına varıyor. Aslında Kahraman, entelektüel yaratıcılığının toplumsal temelini sürekli onun ardını toplayan gündelikçi kadınların uczu ve güvencesiz emek sömürüsüne borçlu. Bunu biliyor. Rahatsızlığını kadın-sınıf düşmanlığı diliyle yansıtıyor. Yalnız, Kahramanımızın bilmediği bir şey var. “Kadınların her şeyi toplayan, ortalığı dümdüz, jilet gibi yapma huyu” gündelikçi-temizlikçi kadın işçi hareketlerinde de görülmeye başladığında, asıl o zaman ortalığın nasıl dümdüz, jilet gibi olduğunu görecek!
İyi polislerin iyi dizileri Ekranlarda popüler olmaya başlayan polis dizileri, adları işkence ve hak ihlalleriyle anılan polislerin imajını düzeltmeye yetmiyor
Ş
iddet, işkence ve yargısız infazlarla gündemden düşmeyen polislerin kamuoyu nezdinde imajını düzeltmek TV dizilerine düştü. Ekranda ‘iyi polis’lerin hikayelerini anlatan diziler yeni yayın dönemiyle beraber izleyici karşısına çıkmaya başladı. İNSAN HAKLARI HAK GETİRE Dördüncü sezonuyla Kanal D’de yayınlanacak olan Arka Sokaklar ‘iyi polis’ dizileri akımının en başarılı güncel temsilcilerinden birisi. Babacan bir amir önderliğinde farklı kişilik özelliklerine sahip bir polis ekibinin maceralarının anlatıldığı dizide sıklıkla insan hakları kavramının adı ‘terörizmle’ birlikte anılıyor. Polisler insanlığın iyiliği için ‘cani’ ve bunu çoktan ‘hak etmiş’ suçlulara işkence yapabiliyor. Böylelikle izleyici gözünde işkenceyi meşrulaştıracak gerekçeler bulunuyor, polislik mesleğine ise insani yanı ağır basan bir imaj çiziliyor. Dizinin yapımcısı Türker
İnanoğlu’nun sahibi olduğu Erler Film dizinin başarısından çok memnun olmalı ki ikinci bir polis dizisi çekmeye başladı bile. Zuhal Olcay’ın bir komiseri canlandırdığı Umut Yolcuları adlı dizi eylül ayıyla beraber Star’da yayınlanmaya başladı. Taş atan çocuklar vesilesiyle çocuk mahpusların gündemde olduğu bir dönemde yayına giren dizi çocuk suçları bürosunda çalışan polislerin ‘suçlu çocuklar’la maceralarını anlatıyor. Dizinin dört bölümlük yayın seyrinde şimdiden iki kere ‘terör örgütü’ ile karşılaştık. Birisinde Türkiye’de eşi görülmemiş bir olay anlatılarak çocuğunun çantasına bomba koymakta beis görmeyen cani terörist bir baba ve onun karşısında çocuğunu ondan çok düşünen, çocuğu için ondan daha çok endişelenen polisler gördük. Bu diziyi izleyip karakol köşelerinde, sokak başlarında çocukları darp eden, işkence eden hatta yagısız infazlarla katledenlerin polisler olduğuna inanmak çok zor olsa gerek.
Kanal D’de yay›nlanan Arka Sokaklar dizisinden bir sahne. Bu karede babacan polis amiri, atletik emniyet mensuplar›, aile babas› polis memuru. Dizideki fievket Çoruh’un canland›rd›¤› floven-militarist karakter bu tabloda yok Her iki dizide de polislerin gündelik sorunları, her insan gibi sıkıntıları olabileceği fikri sıklıkla işleniyor. Yaptıkları hatalar bu sorunlara bağlanıyor. Kötü davranışlarının haklı bir gerekçesi mutlaka oluyor. (Karısını öldüren suçluyu vurmak, kızına sarkıntılık eden çocuğu dövmek gibi...)
YANLIŞ SAAT BİLE GÜNDE İKİ KERE... Şimdi bu dizilere bir yenisi daha ekleniyor. Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi adlı dizi fragmanıyla solcu tezlere göndermeler yaparak etkili bir çıkış yapmaya çalışıyor. Dizinin tanıtım videosunda ‘biz zaten egemen sınıfın çıkarlarını
korumak için varız’ diyen komiser bundan sonra ne yaparsa yapsın en azından bir kez doğru bir şey söylemiş olacak. Bu da dikkatli izleyicilere kimlerin maceralarını izlediğini, kendini kimlerle özdeşleştirmeye yönlendirildiğini hatırlatmaya yeter.
Sabah güne yalanla başlıyor İ
stanbul Halkevleri, referandum süreci boyunca yaptığı manipülatif haberlerle öne çıkan Sabah gazetesini ve ATV’yi, sol ve emek düşmanı yayıncılığından dolayı protesto etti 7 Eylül günü Sabah-ATV’nin Balmumcu’daki binası önünde bir araya gelen Halkevi üyeleri, anayasa referandumu sürecinde yaptığı yalan haberlerle ‘evet’ çağrısı yapan Sabah’ı protesto etti. Bina önünde “Sabah yalan yazıyor” yazılı pankart açan Halkevciler, Sabah ve ATV’yi AKP’nin parti bülteni gibi çıktığı için eleştirdi. İstanbul Halkevi Başkanı Nuri Günay, burada bir basın açıklaması okudu. Eylem sonrası Halkevciler ATV yazısını AKP'ye çevirdi Günay, Sabah’ın ‘evet’ cephesinin referandum sürecinde yürüttüğü yalan kampanyasına aracı olduğunu belirterek, kendi işçilerini dahi
sendikalı oldukları için işten çıkaran bir gazetenin demokrasiden bahsetmesini manidar bulduklarını ifade etti. Günay açıklamasında; “Birden fazla sendikaya üye olma hakkı geliyor diye müjdeler verirken önce bir sendikaya üye olan işçilerinizi neden attınız, bunu hesabını verin. Siz herkesi aptal sadece kendinizi mi akıllı sanıyorsunuz?” dedi. SABAH’IN YALANLARI SAYMAKLA BİTMİYOR Sabah gazetesinde anayasa değişikliği ile ilgili çıkan haberleri örnek olarak sunan Günay, ayrıca gazetenin kamu yararını gözeterek özelleştirmelere dava açan Elektrik Mühendisleri Odası’na saldırdığı habere de dikkat çekti. Sabah gazetesinin patronu Çalık’ın çıkarları için gazeteciliği bir kenara ittiğini de vurgulayan Günay, Engin
Ardıç ve Emre Aköz gibi yazarların kadrolu küfürbaz olarak gazetede görev yaptığını dile getirdi. Nuri Günay, Sabah'ın, hidroelektrik santralleri konusunda da çarpıtmalara başvurduğunu belirtti. Günay, HES karşıtı bölge halkına, Derelerin Kardeşliği Platformu'na yönelik saldırgan haberler yapan Sabah'ı, Çalık'ın HES yatırımları için tetikçilik yapmakla suçladı. Günay sözlerini şu şekilde sonlandırdı; “Daha çok plan yaparlar. Bizler sizlerin ikiyüzlülüğünüzü, işçi düşmanlığınızı, doğa düşmanlığınızı, yalancılığınızı her platformda anlatmaya devam edeceğiz. Referandumda hayır diyecek, referandumdan sonra da karşınıza dikileceğiz. Başbakanın damadının yönettiği Çalık Grubu’nun kamu bankalarından neredeyse bedavaya elde ettiği bu tezgahta söylenen yalanların takipçisi olacağız.”
Bir ‘dizi’ güvencesiz çalışma örneği açılıyor. HaftaYeni diziler ekran- D izinınsezonu 7 gününü dolduracak çok dizi projesi hayata gelara merhaba kadar çiyor. Halk bu yılın favorisini ve ‘tutacağı’ diziyi arayadursun, bu bedelini emekçiler diyor. Bu parlak coşkunun ödüyor. Ağır çalışma koşulları set işçilerine 16ekranın perde yıldızlarından 18 saate varan uzun mesailerle arkasında yüzlerce veriyor.iş kazaları ile etkisini hissettiOyuncu Zuhal Topal’ın set işçisi ağır Kanal D’de yayınlanan Geniş Aile dizisinden ayrılmasının koşullarda nedenini uzun çalışma saatleri açıklamasından sonra, çalışıyor olarak dizi ekiplerinin çalışma koşulları
beyazyakakosesi@gmail.com
Beyaz Mavi Yaka Hayat
tekrar gündeme taşındı. Yalnızca TRT, Kanal D, ATV, Star, SHOW TV kanallarında yeni açılan sezon itibariyle 17 dizi başlıyor. Bu dizilerde çalışan binlerce emekçi ağır koşullarda çalışmaya başlayacak. Yapımcılar, Sine-Sen’in dizisinema emekçilerinin insanca koşullarda çalışması için sıraladığı talepleri yok sayıyor. SETLERDE DERTLERİN BİNİ BİR PARA Sine-Sen’in Sinema İş Yasası talepleri için hazırladığı taslakta diğer sanat dalları için de geçerli olmasını istedikleri önerilere yer veriliyor. Bunlardan bazıları dizi ekibinde yer alan tüm meslekler için, kritik konuların neler olduğuna işaret ediyor.
‘‘Her meslek grubu tanımını kendi yapmalı’ ibaresine yer verilen taslakta, on mesleki alanda (yönetim, sanat, görüntü, ışık, ses, oyuncu, set, yapım, post yapım, yardımcı alanlar) yer alan kişilerin çalışma koşullarının ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği söyleniyor. ‘Çalışma koşulları sinemanın özgün yapısına göre özel olarak düzenlenmeli, fazla mesai kavramı buna göre şekillenmelidir’ önerisine de yer veren Sine-Sen çok yaşanan bir başka soruna da dikkat çekiyor: ‘İş ve işçi güvenliği ile iş kazası kavramları sinemanın öznel koşullarına göre formüle edilmelidir.’ Dizi setlerinde çok görülen topluca işten çıkarma ve ücretlerin yatırılmaması veya geciktirilmesi durumları ile karşı karşıya kalan dizi emekçileri lehine düzenlemeler de isteniyor. En ufak geciktirme için ağır cezaların öngörülmesi talebi de Sine-Sen’in hazırladığı taslakta yerini buluyor. Dizilerde anlatılan zengin yaşamlar ekrana yansımayan emekçilerin ne denli ağır bir sömürüye maruz kaldığını örtüyor. Dizi yıldızlarının kazandığı milyonların aksine set emekçileri ücretlerini alamıyor. Bir dizide oynayan oyuncu sayısından iki üç kat fazla sayıdaki set emekçi-
lerinin yüzde doksanı sosyal güvenceden yoksun. Üstelik işçi statüsünde dahi görülmüyorlar. Bu nedenle güvencesiz çalışan birçok set işçisi dava açma şansı dahi bulamadan, uzun mesailer sonucu uykusuz kalmaktan kaynaklanan iş kazalarında yaralanıyor, hayatlarını kaybediyor. RANTI KANALLARA, ÇİLESİ EMEKÇİYE Öte yandan kanallar dizileri yurtdışına (özellikle Arap ülkelerine) satarak yeni bir rant alanı sağlıyor. Telif hakkı uygu-
lamasının olmamasından dolayı dizilerde çalışan emekçiler bu ek gelirden faydalanamıyor. İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası’nın hazırladığı rapora göre dizilerde milyonlarca dolar dönerken, dizi emekçileri günde 20-30 TL’ye çalışıyor, üstüne setlerde yatıp kalkıyor. Rapor, dizi bölümlerinin bir sinema filmi uzunluğunda olmasına ayrıca dikkat çekiyor. Başrol oyuncularının bölüm başına aldıkları ücretse 20 bin ve 30 bin TL arasında değişiyor.
3
GÜNDEM 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
12 Eylül AKP ile sürüyor Samsun’da, Cemaate yakın yayın organı Zaman’ın önceden duyurduğu operasyonda gözaltına alınan ve darbeleri protesto ettikleri için hapse atılan Halkevcilerin davası 21 Eylül’de Ankara’da Polis fezlekesi ve savcılık iddianamesinde darbe karşıtlığı da ‘terör suçu’ kapsamına alındı. 12 Mart 1971 askeri darbesine karşı yapılan bir etkinlik iddianamede ‘terörist eylem’ sayılıyor. Ayrıca öğrencilerin her yıl düzenlediği tanışma etkinlikleri, Mahir Çayan’ın yağlı boya tablosunu evinde bulundurmak, Turan Feyizoğlu ve Nihat Behram’ın yazdığı kitapları okumak, valilikten izinli pankartları asmak gibi kulağa komik gelen bazı suçlamalar da iddianemede yer alıyor. İddianamede yer alan çok sayıda ilginç suçlamadan bir diğeri ise Halkevleri’nin Tekel işçileri ile dayanışma etkinlikleri kapsamında valilikten izinli pankartların asılması hakkında yapılan telefon görüşmelerinin ‘örgütsel görüşme’ sayılması. Savcılık iddianamesi öyle karıştırılmış ki; Halkevi Samsun Şubesi’ne anahtar yapmak için fiyat soruşturması yapılması ‘terör örgütüne gelir elde etmek’ şeklinde sunuluyor.
S
amsun’da 1 Haziran sabahı evlere yapılan polis baskınıyla 13 kişi gözaltına alındı, aralarında Halkevi Şube Başkanı ve Öğrenci Kolektifleri’nden üniversitelilerin de bulunduğu biri çocuk 7 kişi tutuklandı. 21 Eylül’de duruşması görülecek davanın iddianamesinde “Deniz Gezmiş posteri asmak, Mahir Çayan’ın kitabını okumak ve yasal dergiler bulundurmak” gibi darbe dönemini aratmayacak suçlamalar, ‘terör örgütü üyeliği’ delili olarak gösteriliyor. OPERASYONDA CEMAAT PARMAĞI Halkevi üye ve yöneticilerine yönelik polis operasyonu gerçekleşmeden 6 gün önce Zaman gazetesi haberi ‘yanlışlıkla’ duyurmuştu. 26 Mayıs günü Fethullah Gülen cemaatine ait Zaman gazetesinde ‘Samsun’da terör propagandası yapan 3 kişi gözaltına alındı’ başlıklı bir haber yayımlandı. Haberde polisin bir operasyon düzenlediği, 3 Halkevi üyesini gözaltına aldığı yazıyordu. Ayrıca gözaltına alınanların 24 Nisan’da Ali Sabancı’ya yumurtalı protestoda bulunanlar olduğu da belirtiliyordu. Ancak Zaman’ın bu haberi ‘zamansız’ yayımladığı aynı gün ortaya çıktı. Cemaatin gazetesi, cemaatin polisinden aldığı bilgileri erken yayımlamıştı. Zaman’ın haberi 1 Haziran’da yapılan polis baskınlarıyla gerçeğe dönüştü. Gazetenin haberi erken vermesi ise Halkevleri tarafından cemaatin operasyonda etkin bir biçimde rol oynadığına yorumlandı. Zaman gazetesinin işaretini verdiği operasyon sonucu aralarında Halkevi Başkanı Halil Mert’in de bulunduğu 5 kişi halen Sincan F tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor.
BAŞBAKAN DA MI TERÖRİST? Terör örgütü üyeliğinden yargılanan 13 kişinin Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri çatısı altında yaptıkları tüm faaliyetler ‘terör eylemi’ sayılarak delil mahiyetinde mahkemeye sunuldu. Savcılığın delil olarak öne sürdükleri ise okuyanlara ‘deli saçması’ dedirtecek cinsten. Savcılık iddianamesinde Samsun 78’liler Derneği’nin yapmış olduğu Deniz Gezmiş anmasına katılmak ‘terör eylemi’ kapsamında sunuluyor. Bahsedilen anmaya katılan Halkevi ve Öğrenci Kolektifi üyeleri dışında dava açılan kimse yok. Bu iddia
akıllara Başbakan Erdoğan’ın referandum kampanyasının açılışında, darbeciler tarafından idam edilen devrimci Veysel Güney’i anmasını getiriyor. Erdoğan’ın Veysel Güney’i andığı konuşma, başbakanın demokrasi sevdası olarak değerlendirilirken, Samsunluların Deniz Gezmiş’i anması ‘terörist eylem’ sayılıyor. İddianamede demokratik protesto eylemleri de ‘terör’ suçlamasıyla mahkemeye sunuldu. Farklı tarihlerde gerçekleştirilen Süleyman Demirel, Abdullah Gül, Ali Sabancı gibi isimlerin protesto edilmesi iddi-
anamede ‘terör eylemleri’ olarak yer alıyor. Söz konusu demokratik protestolar hakkında daha önce dava açılmamış olması ise dikkat çekici. HANİ DARBELERLE HESAPLAŞIYORDUK… Savcılık ve polis, delilleri sunarken çarpıtmalara başvurmaktan da kaçınmamış. Kızıldere katliamı ile ilgili Kocaeli’de düzenlenen bir eylemin fotoğraflarını Samsun’da yapılmış gibi gösteren savcılık, Deniz Gezmiş’i anma etkinliklerinin tarihini de karıştırarak 6 Kasım olarak gösteriyor.
ASIL SUÇ AKP KARŞITI ODAK OLMAK Halkevleri avukatları, konuyla ilgili açıklamalarında iddianamede yer alan suçlamaların ve ‘delil’lerin, düzmece operasyonun gerçek niyetini ortaya koyduğunu belirtiyor. Avukatlar operasyonun gerçek niyetini; “Muhalif olanı baskıyla ve zorla susturmak, halkın örgütlenmesinin, hak mücadelelerinin önüne geçmek” olarak niteliyor. Bu yönüyle Samsun davası, referandum sürecinde demokrasi söylevleri veren AKP’nin maskesini düşürmek için bu davanın önemli olduğuna inanan Halkevciler davanın ilk celsesinin görüleceği 21 Eylül günü Ankara’da olmayı hedefliyor.
AKP’nin foyas› ç›kt› Referandum öncesinde AKP’nin dillendirdi¤i demokrasi söyleminin sahteli¤ini a盤a ç›karan birkaç eylem yafland›. Bu eylemlerin en çarp›c› olanlar›ndan biri 10 Eylül günü Sar›yer’de gerçekleflti. Tayyip Erdo¤an’›n konvoyunun geçifli s›ras›nda “AKP’nin yalan›na, sermayenin talan›na Hay›r” pankart› açan Halkevciler, baflbakan›n özel polisleri taraf›ndan öldüresiye dövülerek gözalt›na al›nd›. Sald›r›n›n ertesi günü Sar›yer Evlendirme Dairesi önünde bir araya gelen Sar›yer’liler AKP’yi protesto etti. Sar›yer’de referandum sürecinde ilerici sol güçler taraf›ndan yürütülen “Hay›r” çal›flmalar› kapsam›nda Sar›yer Halkevleri, KESK Tüm Bel-Sen, D‹SK Genel-‹fl ve ÖDP Sar›yer ilçe örgütü taraf›ndan düzenlenen eylem, Sar›yer’in ilerici güçlerinin 10 Eylül günü sald›r›ya u¤rayan Halkevcilere sahip ç›kt›¤› bir dayan›flma eylemine dönüfltü. Sar›yer’deki eylem politikas›n› sand›k üzerinden kuranlar›n de¤il, hak mücadelesi çizgisi üzerine infla edenlerin AKP’nin demokrasi foyas›n› a盤a ç›kard›¤› gösterdi.
Çuvallarla para boşuna harcanmadı, yalanlar demokrasi için söylenmedi eleneksel tekelci sermaye gruplarının AKP ile yaşadıkları sürtüşme halk oylaması yoluyla ‘çözülmüş’ oldu. AKP’nin yükselişi uluslararası sermaye ile AKP iktidarına dayanan yeni sermaye gruplarının geçici uzlaşısı ile sağlanmıştı. Yaşanan sermeye içi rekabetin öldürücü olmaktan çıkartılması her iki tarafın da yüksek nakdi çıkarlarının hayrına olduğu anlaşıldığında AKP kendisinin hala seçeneksiz olduğunu gösterdiği referandumu gündeme getirdi ve ispatladı. Referandumda “evet” galip geldi, yani sermaye AKP ile yola devam edecek. Referandum iki işi aynı anda gerçekleştirmek üzere kurgulanmıştı: Güven oylaması ve AKP’nin güvenliğini sağlama bağlayan yasal değişiklikler ile neoliberal yapılanmanın gereği olan acil değişiklikler. Ancak süreç böyle tarif edilerek paket toplumun önüne sunulmadı. Tarihsel kural işledi: egemen sınıfların çıkarları toplumun büyük çoğunluğunun çıkarları olarak sunuldu. Referandum kampanyası büyük bir yalan organizasyonu olarak gerçekleşti. Değişiklik 26 madde ile sınırlı olmasına karşın yalan 26 ile sınırlı kalmadı. Sağdan soldan devşirilmiş, aralarında solcu eskilerinin de bulunduğu toplumun okumuşlarından hatırı sayılır bir yalancı tanıklar ordusunun desteğiyle kurulan ‘hisseli harika yalanlar kumpanyası’nın desteğiyle de ciddi bir yalan üretimi gerçekleştirildi. Yurttaşların AİHM yoluyla devletten aldıkları tazminatların sanki AİHM’e ödeniyormuş gibi sunulmasından, kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı veriliyormuş gibi yapılmasına, oradan işçilerin SSK primlerini ve vergilerini çalıp ucuz kredi gibi kullanan patronları ‘cüz’i vergi borcu olan işveren’ler gibi sunmaya varana kadar 26’yı kat be kat aşan sayıda yalan üretildi. AKP gerçekte kendi belirlediği bir anda ve gündemle, toplumu bir
G
güven oylamasına sürüklemeyi anayasa değişikliği üzerinden yaparak önemli bir başarı elde etti. Aslında neredeyse hiçbir siyasal aktörün arkasında durup savunamayacağı ’82 Anayasası’na savaş açmasının asıl meşru temelini ise 30 yıl boyunca devrimcilerin bıkmaz usanmaz şekilde yürüttükleri mücadele oluşturmaktadır. 12 Eylül faşizmine karşı devrimcilerin üniversite gençliğinden işçi sınıfına kadar her alanda ağır bedeller ödeyerek yürüttükleri mücadele 12 Eylül Anayasası’na ciddi meşruiyet kaybettirmişti ve kimse tarafından savunulacak hali kalmamıştı. Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül Anayasası’na laf ettiğinde siyasi hayatı boyunca her tür kötülüğün kaynağı olarak gösterdiği devrimcilere atıf yapmak zorunda kalması bundandır; reformcu demokratlığından değil. *** Aslında bir anayasa oylamasından çok AKP’nin güven oylaması olan referandum, ülke çapında paranın gücünün konuşturulduğu bir kampanya oldu. U2 ve Bono’nun kim olduğunu bilmeyen Türkiye toplumu bir ay önceden izlemeye başladı. O’nun Rusya’da olduğunu ve Medvedev’le fotoğraf çektirdiğini öğrendi. Sonra ‘Fehmi Tosun’u unutma’ demiş olduğunu öğrendi gazetelerin manşetinden. Tabii sonra da bu insan hakları ve özgürlük savunucusu ‘büyük’ sanatçı, yine kendisi gibi ‘büyük’ insan hakları ve özgürlük savunucusu Tayyip Erdoğan’la görüştü. Birkaç gün sonra da “ABD Ulusal Anayasa Merkezi” Irak Savaşı’nda öldürülen yüz binlerce insanın katili Tony Blair’e ‘özgürlük madalyası’ verirken de aynı Bono törende, Blair ‘onuruna’ şarkı söyledi. Dünya basketbol kupası da 28 milyon TL’lik iyi bir fiyatla aynı propagandanın parçası haline getirildi. Referandum sonuçları üzerine çok şey söylendi ve söylenmeye devam edecek. Bunlardan en acıklıları İç Anadolu’da gericiliğin kalesi olan yer-
lerden çıkan evet oylarına bakarak buradaki demokrasiye olan tutku keşfedilirken uzun yıllar boyunca demokratların kalesi olan yerlerde çıkan hayır oylarına bakarak buraların askerci, otoriter yönlerinin keşfedilmesi oldu. Sivas’tan çıkan ezici ‘evet’ oylarının hangi ‘yakıcı’ siyasal eğilimi temsil ettiğini, her yıl 2 Temmuz anmalarında oraya gidenler çok iyi bilirler. Aynı şekilde Hopa’dan, Fındıklı’dan veya Tunceli’nden çıkan ezici hayır oylarının da hangi eğilimi temsil ettiğini de düzgün okumak için beyinlerin liberalizmle zehirlenmemiş olması yeterlidir. Sonuçlara bakılınca ilk göze çarpanlardan biri de MHP seçmeninin, neredeyse üçe bölündüğü görülüyor. Üçte bir evet, üçte bir sandığa gitmeme, üçte bir hayır! Bu MHP seçmeninin, AKP’nin geleneksel sağ seçmeni toparlama politikasına uyum gösterdiği anlamına gelir. Geleneksel sağ seçmenin temel ideolojik harcını da sol, Alevi ve Kürt düşmanlığının oluşturduğu unutulmamalıdır. AKP’nin, MHP kadrolarına ve kitlesine dönük başlattığı, tadı damağında kalan ‘operasyon’ seçim sürecinde de çeşitli yöntemlerle süreceğe benzemektedir. (Liberal işbirlikçiler aracılığyla sola dönük benzer bir operasyonun maskesi, devrimci gençliğin basit bir hamlesiyle düşürülmüştür) Türkiye tablosuna bir bütün olarak bakıldığında da sanayileşmiş, kapitalist ilişkilerin gelişkin olduğu illerde, dolayısıyla işçi sınıfının bütün örgütsüzlüğüne rağmen sınıf çelişkilerinin daha berraklaştığı yerlerde hayır oyları yukarı doğru tırmanırken; toplumsal yapıda feodal kültürün ve geri kapitalist ilişkilerin hakim olduğu bölgelerde evet oyları yukarı tırmanmaktadır. Hayır oylarının (oransal olarak) yükseldiği yerler arasına kapitalizmin HES’ler, termik santraller, madenler yoluyla çevreyi talan ettiği yerler ile küçük tarımsal yapıyı gerilettiği, yıktığı yerler de eklenmelidir. Referandum skorunun kazanan-
larından biri AKP iken diğerinin Kürt Hareketi olduğu görülebiliyor. Ancak bu skorların siyasal sonuçları doğrusal olarak gerçekleşmeyebilir. Herkes skordan maksimum faydayı elde etmek üzere yeni taktikler geliştirecektir. AKP başladı bile. Erdoğan’ın Burhan Kuzu’ya,“Burhan Bey hazırlıklara başla” talimatıyla başlayan yeni bir anayasa tartışmaları ise tam bir komedi. AKP her genel seçim öncesi alışkanlık haline getirdiği ‘beni seçerseniz yeni bir anayasa yapacağım’ oyununu tekrarlıyor! Yeni bir anayasa yapacak biri bu değişiklikleri neden yapar ki? Ayrıca ‘ileri ve katılımcı demokrasiyi’ sağlayacak yeni bir anayasa, ağırlıklı siyasal yapısı gericilik ve Alevi-Kürtsol düşmanlığı olan Orta Anadolu seçmenine dayanılarak yapılabilir mi? Mezhebini ve ırkını birinci aidiyeti olarak tanımlayan bu kitlenin otoriter çağrışımlarla başkanlık sistemi isteyeceği evrensel sosyolojik bir gerçekliktir. Medyanın yeni gündem ihtiyacı ile Erdoğan’ın manüplasyon ihtiyacı başkanlık sistemi tartışmasını gündemin başına oturttu. *** Kürt Hareketi, yaz başında eylemsizlik pozisyonunu bırakarak aldığı inisiyatifi referanduma gel gitlerle dahi olsa taşımayı başardı. Liberallerin ve kürt burjuvalarının AKP’ye ‘yakınlıkları’nın yarattığı olumsuz etki Öcalan’ın doğrudan müdahalesi ile dengelenebildi. Ancak ‘ulusal birlik çabalarının’ hareket yeteneğini ve yönünü nereye doğru sınırladığı, “14 STK”nın alelacele “evet” açıklamasıyla kendini gösterdi. Önümüzdeki dönem Kürt Hareketi’nde yol tartışmalarına Kürt yoksulları ve emekçileriyle, Kürt varsıllarının siyasal yönelimleri arasındaki çelişkiler damgasını vuracak. AKP’nin hangi tarafı güçlendirmeye ve öne çıkarmaya çalışacağı ortadadır. Bu süreçte bir yandan da Kürt Hareketinin ‘sol duyusu’nu daha ne kadar merkezde tutacağının sınandığı ve egemenlerin bunu libe-
rallerin ‘özel’ desteğiyle de kırmayı özel bir iş edindiklerini de izleyeceğiz. Referandum süreci boyunca Kürt Hareketi’nin AKP’den ciddi teminatlar aldığı herşeye rağmen misilleme yapmamasından rahatlıkla anlaşılabilir. Ancak, referandum boyunca rakiplerini PKK ile aynı tarafta olmakla itham etmekten kaçınmayan Tayyip Erdoğan pragmatizmine ne kadar güvenilebileceği çok yakında görülecektir. Bu pragmatizmin gerçek yüzü; Diyarbakır eski cezaevinin yıkılacağını söyleyerek alkış aldıktan sonra bunu, Kürtler için yapılan daha büyük ve daha modern cezaevinin bitmesinden sonra gerçekleştireceğini söylemesidir! *** Referandum süreci sol için de bir çok sonuç ortaya çıkaracaktır. Başta KESK olmak üzere sendikalar, ilerici emek örgütleri, sol örgütler, partiler aldıkları tavırların sonuçlarını yaşayacaklar. Ekilen biçilecektir. Ürün de alan olacak, ayrık otu deren de olacak. Hiç kimse başkasının kendi faturasını ödeyeceğini beklememeli. Bu söylediğimiz sürece sosyalist bir müdahale zemini yaratmak amacıyla bir araya gelen EMEP, ÖDP, TKP, Halkevleri için de geçerlidir. Boykotçu diğer sosyalist örgütler için de; AKP kampanyasına sola küfrederek katılanlar için de geçerlidir. Referandum boyunca ortaya çıkan önemli bir sonuç da burjuva siyasetlerin kitlelerin siyasal eğilimlerinde neredeyse hiçbir değişim yaratmadıklarıdır. CHP’nin hayır propagandası bir tane ‘evet’ oyunu ‘hayır’a çeviremedi. Oysa sosyalistlerin kendi hayırlarını anlatma olanağı yaratabildikleri her ‘evet’ büyük çoğunlukla ‘hayır’a dönüyordu. Özellikle hak mücadelesi veren kesimlerde bu çok kitlesel biçimlerde gerçekleşebiliyordu. Yukarıda anılan sosyalist örgütlerce oluşturulan ‘hayır cephesi’ solun ana akımlarının tutumunu daha görünür ve ayırdedilir hale gelmesi açısından etkili ve anlamlı
olmakla beraber bu örgütlerin toplam gücünü aşan bir sinerji yaratamadı. Daha önceki gündemlerle sınırlı denemelerimizden de bu sonuç bizim için öngörülebilir bir durumdu. Bu nesnellik bir süre daha bu tür birliklerin misyonlarının, gerçekçi hedeflere göre belirlendiğinde işlevsel ve anlamlı olacağını, ötesinin başarısızlık riski taşıdığını da gösteriyor. AKP referandumda yalanla elde ettiğini talana tahvil edecektir. Seçim ekonomisi uygulanması ihtiyacı bunu ne kadar zora sokar göreceğiz; ancak IMF’nin de dikkat çektiği, piyasaların da şahlanmasına sebep olan beklentileri ortadadır: Bütçedeki gelir artışı gider artışını karşılamıyor. Mali kuralın getirilmemiş olması seçim ekonomisi uygulanacağı ve harcamaların artacağı tedirginliği yaratıyor. İşçi ücretlerinin yükselmemesi yani dondurulması gerekiyor, bunun için ücretler üzerindeki vergi yükü kaldırılabilir yani ücret artışı devletçe finanse edilmelidir, emeklilik yaşı arttırılmalıdır. Bankacılık sektörü iyi gidiyor, dış borç ödemesi iyi gidiyor ikisi de riske edilmemeli vb. Onca yalan nedensiz söylenmedi. Çuvallarla para demokrasi için harcanmadı. Talana devam! Önümüzdeki dönem, genel seçimlere oradan cumhurbaşkanlığı seçimlerine uzanacak bir dönemdir. AKP’nin yalanları ve talanları karşısında gerçekleri açığa çıkartacak somut çatışma alanlarına dayanan bir çizgiyi sürdürmeye devam edeceğiz. İşçilerin güvencesizleştirmeden tetiklenen çatışma dinamikleri ve halkın hak mücadeleleri çizgisi bu dönemi karşılayacağımız mevzilerdir. Diğer demokratik hak ve özgürlükler bu eksende kitlesel ve gerçek ilerici karakterini kazanabilir. Kürt halkı da gerçek müttefikini burada bulabilir. Okular açılıyor. Eğitimin piyasalaştırılması yeni bir yılına giriyor. HES’ler çoğalmaya devam ediyor, taşeronlaştırma tüm hızıyla sürüyor, kentsel dönüşüm saldırısı yeniden hızlanıyor…
4
GÜNDEM 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
Büyük tehlikeye karfl› birleflik direnifl cephesi eferandum sonuçlarına göre AKP sağın hemen bütün güçlerini “tepeden” veya “tabandan” birleştirmesine karşın “evet” oyları (BDP’nin %6 olarak kabul edilebilecek boykot oyları hesaba katıldığında) %54.5’te kaldı. Buna MHP’nin “Hayır” veren %6’sını kattığımızda, referandum tablosu sağın %60’lık bir oy oranına sahip olduğunu gösteriyor. Oysa bir önceki seçimde Türkiye’deki “Sağ”, yani “milliyetçi-mukaddesatçı” denilen oyların oranı %70’i aşmıştı. Dolayısıyla referandumdan sol adına çıkarılacak ilk sonuç, “sağın durakladığı” olgusudur. Sağın duraklamasını tartışırken öncelikle altını çizmemiz gereken nokta, 20012008 arasında “muhafazakar sağ-merkez”in AKP ve MHP’den oluşan iki kanatlı bir yapıya dönüşmüş olduğu gerçeğidir. Sağın duraklaması bu kanatların ikisi için de geçerlidir. Referandumda MHP tabanından verilen “Evet” oylarının Ferda önümüzdeki süreçte AKP oyu Koç haline gelip gelmeyeceği şimdiden kestirilemez. Her koşulda ferdakoc@ hotmail.com iktidardaki sağın politikalarının ırkçı-otoriter bir doğrultuda gelişmesi kaçınılmazdır. Bu kestirimin doğru kabul edilmesi halinde Erdoğan’ın ilan ettiği yeni anayasanın ancak bir AKPMHP Anayasası olarak “yapılabileceği” de görülmelidir. Bu sonuç bir başka gerçeğin de kanıtıdır: Gündemdeki “Anayasa Reformu”, neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının “değişen ve gelişen” ihtiyaçlarını karşılamayı, ’82 Anayasası’nın bu ihtiyaçlar bakımından içerdiği elverişsiz unsurlarından temizlenmesini hedefleyen bir “siyasal uyum” programından ibarettir. Neoliberal yeni sömürgeciliğin “yeni Anayasası”nın AKP-MHP koalisyonunda ifadesini bulan “sağ çoğunluğa” yaptırılması da “eşyanın tabiatına” uygun olanıdır. Dolayısıyla referandum, “Türkiye’deki Kürt sorunun çözümünün ABD’nin ve dolayısıyla AKP’nin politik programında birincil bir amaç olarak yer aldığı” biçimindeki tasavvurların gerçek dışılığının da göstergesi olmuştur. Sol oylardaki “yükseliş”in önemli bir unsurunun CHP oylarındaki toparlanma olduğu bir başka gerçektir. CHP’nin %30’lar seviyesindeki nispeten “kalıcı” oy tabanının Baykal yönetiminin simgelediği ırkçıdevletçi-sermaye yanlısı politikalarla “dağıldığı” biliniyor. Bu dağılmanın arkasındaki gerçek, CHP’nin Kürtler, Aleviler, ilerici aydınlar, işçiler ve yoksul halk içindeki desteğinin uğradığı büyük erozyon bulunuyordu. Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’nin bu “kayıplarını gidermeyi” hedefleyen bir “söylem”e yönelmesinin, CHP’nin “dağılan” geleneksel tabanında belirgin bir kıpırdanmaya yol açtığı görülüyor. Ancak “sosyal demokrasi”deki bu “toparlanma” eğiliminin Kürt Hareketi’ndeki, güvencesiz işçi hareketindeki ve halkın hak mücadelelerindeki gelişmelerle olumlu bir ilişki kurmaya yönelir “gibi görünmesinden” kaynaklandığı ortadadır. CHP Kürtler’e, işçilere ve halka sırtını döndüğü ölçüde dağılmış ve tükenme noktasına gelmiştir. Buna karşılık Kürtler, işçiler ve yoksul halk ırkçılığa, neoliberal yeni sömürgecilik politikalarına karşı direnişlerini sürdürmekte inat etmişler ve bu direnişe özgü politik alternatifleri inşa etme yoluna da girmişlerdir. CHP’yi yeniden sol söylemlere zorlayan da bu politik-toplumsal mücadele sürecidir. “Söyleyene değil, söyletene bakılmalıdır.” “Söyletenler”in referandum sürecindeki politik performansları ise şimdilik “ayrı ayrı” başarılardır. Kürt Hareketi, bölgedeki “boykot” oranlarıyla Kürt sorununda çözümün muhatabının Kürt halkı olduğunu göstermeyi ve AKP’nin “Kürt sorununun çözümünü sağlayacak tek güç” olduğu yalanını açığa çıkarmayı başardı. Referandum sonuçları, Kürt Hareketinin “boykot” tutumunun referandum sonucunu olumsuz etkileyeceği, hayır oylarını erozyona uğratacağı yönlü eleştirilerin tam olarak yerinde olmadığını da gösterdi. “Fırat’ın batısında” ise Halkevleri-ÖDP-TKPEMEP’in oluşturduğu “Halkın Hayırı Var” inisiyatifi, her şeyden önce Türkiye solunun onlarca yıllık mücadele içinde üretilmiş temel konumlanışını bugünün siyasi mücadelesine taşıyan sağlam bir omurga oluşturmayı başardı. Bu “omurga”, ilerici emek, meslek ve halk örgütlerinin “Hayır” siyasetini sosyalist bir pozisyondan kavramalarında önemli bir rol oynadı. Sosyalistlerin ilerici kitle örgütleriyle kurduğu bu diyalog, çok kısa bir süre içinde referandum sürecindeki “sol tez”i biçimlendirdi. Sürece “itirazımız yalnızca iki maddeye” diyerek başlayan CHP, referanduma bir ay kala “hayır”larının arasına “yerindelik denetimi”, “birden fazla sendikaya üyelik hakkı”, “kamu çalışanlarına grev yasağı” gibi unsurları da almak zorunda kaldıysa, bunda “Halkın Hayırı”nın belirleyici bir rol oynadığının teslim etmek gerekir. Referandum sürecinde “sol” politikaları kendi gerçeklikleri içinde cisimleştiren bu iki inisiyatif merkezinin “Kürtlerin Hayırı” ile “Halkın Hayırı”ndan yola çıkarak MHP’leşen AKP’ye (veya AKP-MHP koalisyonuna) karşı birleşik bir “Direniş Düzeni” üretmeleri, solun ve Türkiye’nin geleceğini biçimlendirebilir. Bu noktadaki en önemli engel ise Türkiye sosyalist hareketindeki ( “sosyal şoven tortu”nun bir ifadesi olan) ve Kürt Hareketi’ndeki (“ilkel-milliyetçi tortu”nun bir ifadesi olan) “sınıf mücadelesi” ile “kimlik mücadelesi”nin birbirini reddeden iki ayrı doğaya sahip olduğu yanılsamasıdır. Bu yanılsama ancak pratikte ve bilinçli pratikle aşılabilir. AKP’nin MHP tabanına genişleyerek veya MHP koalisyonu ile Anadolu gericiliğini “bütünleştirmesi” büyük bir tehlikedir. Ancak bu “Büyük Tehlike” gelişirken, Türkiye Sol’unun dağılan “doğal temeli”ni, sosyalist aydınları, işçileri, Kürtleri, Alevileri ve yoksul halkı bir araya getiren bir “Diriliş Dinamizmi”nin yaratılmasının olanaklarını da önümüze koymaktadır.
R
AKP Kürt ezberini bozmadı P R eferandum sonucunda Kürt illerinde boykotun kazanması Kürtlerin barış çabasını ortaya çıkarsa da AKP, imha ve inkardan şaşmıyor
KK’nin 13 Ağustos’ta aldığı eylemsizlik kararı 20 Eylül’de sona erecek. Eylemsizlik kararı alınırken KCK’nin öne sürdüğü; operasyonların durdurulması, polis operasyonlarıyla tutuklanan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması ve seçim barajının düşürülmesi taleplerinden hiçbirine karşılık verilmedi. Eylemsizlik sonrası siyasi iktidarın adım atmaması, üstüne bir de askeri operasyonları sıklaştırması 20 Eylül sonrası için yeni bir çatışmalı dönemin başlayabileceği sinyalleri veriyor.
AKP, B‹R BARIfi fiANSINI DAHA HARCADI Gerillanın eylemsizlik kararı aldığı dönem referandum süreciyle çakıştı. Görece çatışmasız geçen süreç referandumun gündemdeki ağırlığı nedeniyle geri planda kaldı. Habur girişinin ardından “açılım”da frene basan AKP, eylemsizlik sürecinde de tercihini barış için değerlendirmek yerine savaşı derinleştirme yönünde kullandı. Referandum kampanyası sırasında Başbakan Erdoğan’ın yapacağı Diyarbakır mitingi öncesi Kürt Hareketi’nden gelen beklentileri AKP panikle karşıladı. Mitinge daha günler varken AKP sözcüleri, Erdoğan’ın önemli bir mesaj vermeyeceğini duyurarak Kürtlerin beklentilerini boşa çıkardı. Erdoğan da Diyarbakır’da kulağa hoş gelen ancak içerik olarak Diyarbakır Cezaevi konusundaki mesajları dışında yeni bir şey söylemeyerek Kürt sorunu konusunda iktidarın olumlu bir projesi olmadığını gösterdi. Habur girişleri sonrası Kürt Hareketi’ni tasfiyeyi temel alan “açılım”ı sertleştirerek savaşı tırmandıran AKP, ‘eylemsizlik’ kararı sonrasında yaptıklarıyla önümüzdeki dönemde de aynı çizgiyi izleyeceğini gösteriyor. Eylemsizlik kararı sonrası askeri operasyonların ivme kazanması da bunun bir göstergesi. AKP’nin barış talebine asıl cevabı, eylemsizlik halindeki 9 gerillanın öldürülmesine kadar uzanan askeri operasyonlar oldu. Hakkari’de 9 PKK’linin
öldürülmesi, eylemsizlik halinin fiili olarak geçersizleştirdi. Ancak Kürt Hareketi barış talebini 20 Eylül’e kadar eylemsizlikle sürdüreceğini, sadece savunma amaçlı eylemler yapacağını belirtiyor.
BOYKOTUN MESAJI VE AKP Kürt Hareketi’nin referandumda boykot çağrısına Kürt illerinde yaşayan milyonlarca insan kulak verdi. Referandumun bölgedeki sonuçları, 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi Kürt halkının ‘kimi’ temsilcisi olarak gördüğünü gösterdi. Boykotun başarısı Kürt halkının, savaşın sona ermesi için bir an önce Kürt Hareketi’nin muhatap alınması ve Kürt sorunu konusunda siyasi iktidarın derhal adım atması isteğini tekrar ortaya çıkardı. 2009 yerel seçimlerinin ardından bu tablo bir kez daha ortaya çıkmış, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek “Ermenistan sınırına dayandılar artık” uyarısı yapmıştı. Çiçek’in açıklamaları üzerinden 2 hafta geçmişti ki, yüzlerce Kürt
Anadilde K eğitim için boykot
ürt hareketinden referandum sonrasında bir boykot da anadilde eğitim talebiyle geliyor. Kürt Dili ve Eğitimi Hareketi (TZP-Kurdî), anadilde eğitim ve Kürtçenin resmi dil sayılması talepleriyle bir haftalık okul boykotunu da içeren kampanya
siyasetçinin tutuklandığı KCK operasyonu başlatıldı. Kürt halkının referandumu boykot ederek aynı iradede ısrarcı olması üzerine, “boykot için halkı tehdit ettiler” gerekçesiyle Kürt siyasetçilere dönük operasyonlar devam ettiriliyor. Referandum sonrası operasyonların ve baskının artması, AKP’nin yerel seçimler sonrasında olduğu gibi Kürt hareketine dönük saldırılarını yoğunlaştıracağına işaret ediyor. Ayrıca AKP, referandum kampanyasında kendi yanında saflaştırdığı Kürt sermaye örgütlerini ön plana çıkartarak kendine muhatap alacak alternatif ‘Kürt’ temsilciler yaratma çabasında. AKP’nin milliyetçi-muhafazakar bir parti olarak Kürtlere bakış açısını gösteren açıklama ise yeni anayasayı yapması beklenen Burhan Kuzu’dan geldi; “Kürtlerin anadilde eğitim yapması hiçbir biçimde olmaz; Kürtçe anadilde eğitim olursa arkasından devlet gelir. Zaten Kürtçe eğitim insanlar için hiçbir işe yaramaz, niye öğrensinler?”
başlattı. TZP-Kurdî, 19-24 Eylül tarihleri arasında anadilde eğitim isteyenlerin çocuklarını okula göndermemesini istedi. Kampanya kapsamında ilk ve ortaöğretimin başlayacağı gün kitlesel yürüyüşler düzenlenecek. Sonrasında ise anadilde eğitim ve
‘OPERASYONLAR DURDURULMALI’ Kürt hareketi, barış talebinin sınırlarını sonuna kadar zorlasa da, 20 Eylül’e kadar devletin adım atmaması halinde silahlı mücadeleyi derinleştirme uyarısı yapmaktan da kaçınmıyor. Eylemsizlik sonrası gelişmeleri Akşam gazetesine değerlendiren Abdullah Öcalan, 20 Eylül’e kadar bir gelişme olmazsa aradan çekileceğini ifade etti. Asker ve gerilla cenazelerinin Türkiye’nin dört bir yanına gitmeye devam edeceği yeni bir çatışmalı dönemin eşiğindeyken, toplumsal muhalefet de barış için aktif çaba gösterme gayretinde. TTB, KESK, DİSK ve TMMOB, 15 Eylül’de ‘operasyonlar durdurulsun, eylemsizlik sürdürülsün’ çağrısı yaptı. Ayrıca Türkiye Barış Meclisi (TBM) de “Operasyonlar dursun, müzakere başlasın” talebiyle 18 Eylül’de Ankara’da kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirecek, ardından da Meclis’te yapacağı görüşmelerle barış için adım atılmasını isteyecek.
Kürtçe’ye anayasal güvence için dilekçe toplanacak. Kampanyayı BDP de destekliyor. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş okul boykotuna destek vereceklerini söyleyerek, kendi çocuğunu da 5 gün boyunca okula göndermeyeceğini belirtti.
Darbeciler yargılanacak; ya darbe? R
eferandum sonucunda gerçekleşen anayasa değişikliğiyle birlikte geçici 15’inci maddenin kaldırılmasının ardından 13 Eylül günü Türkiye’nin birçok yerinde darbeciler hakkında suç duyuruları yapıldı. Suç duyurularının adresi cumhuriyet başsavcılıkları oldu. EDP’lilerden DSİP’lilere Hak-Par’lılardan BDP’lilere birçok kişi darbeciler hakkında suç duyurusunda bulundu. Van Genç İşadamları Derneği Başkanı Kadri Salaz “Mağdur” olduğunu belirterek suç duyurusunda bulunurken, birçok gazeteci ve yazar da suç duyurusunda bulunanlar arasında yer aldı. Kenan Evren ve Milli Güvenlik Kurulu’nun başı çektiği suç duyurusu listesinde dönemin kuvvet ve sıkıyönetim komutanları, dönemin başbakanı Bülent Ulusu, dönemin MİT sorumluları Hanefi Avcı ve Mehmet Eymür, dönemin valileri Nevzat Ayaz, şimdiki Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Hayri Kozakçıoğlu, Saffet Arıkan Bedük ve Mehmet Ağar gibi isimler yer aldı. 13 Eylül günü yapılan suç duyuruları ağırlıklı olarak 12 Eylül darbesinin askeri sorumluları ve bürokratlarına yapıldı; YÖK, HSYK gibi kurumlar suç duyurusu listelerinde yer almadı. 12 Eylül’ün toplum yaşantısındaki etkisini kalıcı hale getiren neoliberal politikaların öncülleri ile 12 Eylül düzeninin palazlandırdığı işadamları, sivil toplum kurumları, işveren örgütleri ve bu örgütlerin temsilcileri hakkında herhangi bir suç duyurusu yapılmadı. 12 Eylül’ü ve darbecileri savunan gazetelerin, dergilerin, köşe yazarlarının da suç duyurularında adları yoktu. Suç duyurusunda bulunanlar, 12 Eylül darbesini sevinçle karşılayan ve “Şimdiye kadar işçiler sevindi, artık sevinme sırası
bizde” diyen Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) Başkanı Halit Narin’i, Kenan Evren’e tebrik mektubu gönderen Vehbi Koç’u, darbeyi selamlayan Fethullah Gülen’i de es geçti. Darbecilerin hakkında suç duyurusunda bulunabilmenin önünü açan geçici 15’inci madde kaldırılsa da yargılanma süreci iktidar açısından bazı çelişkileri ve fırsatları içinde barındırıyor. Örneğin, hakkında suç duyurusunda bulunulan Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün yargılanıp yargılanmayacağı AKP’nin öne sürdüğü ‘demokrasi’ açısından bir sınav niteliği taşıyor. Bir diğer önemli nokta da yargılanma süreçlerinin uzamasının AKP tarafından politik bir araç olarak kullanılması olasılığı. AKP, uzayan Ergenekon davalarını bir politik araç gibi kul-
lanmış hatta Yüksek Askeri Şura kararlarını etkilemişti. Öte yandan 12 Eylül’ün birkaç simge ismini yargılamak 12 Eylül’ü yargılamak anlamına gelmiyor. Anayasa değişikliği 12 Eylül’ün toplum üzerinde uyguladığı askeri, ekonomik, ırkçı baskının ve şiddetin kurumlarının özünü değiştirmiyor. Fişleme, kimlik kontrolleri, keyfi gözaltılar, Kürt halkına yönelik imha ve inkar politikaları sürüyor; eski DGM’nin işlevini gören özel mahkemeler, Alevilere dönük Sünnileştirme operasyonunun sembolü zorunlu din dersleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı varlığını koruyor. Emekçileri zapturapt altına almak için ortaya çıkarılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile disiplin yönetmelikleri baskıcı ve yasakçı özünü korumaya devam ediyor.
Katalunya dünyaya örnek KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan El Mundo gazetesine verdiği röportajda, İspanya’nın en geniş otonomisine sahip olan Katalunya statüsü elde edildiği takdirde silahları BM’ye teslim edeceklerini açıkladı. Karayılan, bölgesel otonomi alanında aradıkları modelin İspanya modeli olduğunu ifade etti. Kendi anayasasına sahip olan Katalunya Özerk Bölgesi, doğal kaynakların işlenmesi, enerji üretimi ve dağıtımı gibi konularda öncelikle kendi yasalarıyla, daha sonra da İspanya devletinin yasalarıya hareket ediyor. Katalan Anayasası’nın giriş bölümü özerkliğin dayandığı noktayı açıklıyor: “Bu yasa … bölgenin kurumlarını ve İspanya’nın diğer bölge ve uluslarıyla olan özgür dayanışması çerçevesinde, devlet ile olan ilişkisini tanımlar. Bu dayanışma tüm İspanya halklarının özgün birlikteliğinin garantisidir.” Belirtildiği gibi Katalunya’nın özerkliği, Katalanları diğer İspanya halklarından kopmasının değil, tam tersine onlarla bir arada yaşamasının dayanağı. Anayasada Katalunya’nın resmi dili Katalanca olarak belirtiliyor, enerji üretimi ve dağıtımı, madenleri çıkarılması ve işlenmesi diğer bölgeleri etkilemediği sürece Katalunya Özerk Hükümeti’ne veriliyor. Anayasaya göre Katalunya Özerk Hükümeti özerk polis kuvvetleri oluşturabiliyor. Özerk polisler genelde merkezden bağımsız olarak çalışıyor. İspanya devletinin alarm ilan etmesi durumunda merkezi hükümetin atadığı görevlilerin emrine girebiliyorlar. Özerk bölgenin kendi radyo, televizyon ve gazetesini kurup işletme hakkı da bulunuyor. Hükümet sağlık mevzuatını belirliyor, kendi yargı kurumlarını tayin ediyor. Katalunya halkını temsil eden parlamento, halk tarafından dört yıl için seçiliyor.
12 Eylül protesto edildi 1
2 Eylül 1980 askeri faşist darbesi Devrimci 78’liler Federasyonun çağrısıyla 30’uncu yılında Ankara’da gerçekleştirilen mitingle protesto edildi. Ankara 78’liler Derneği Başkanı Hüseyin Esentürk katılımcılar adına açıklama yaptı. 12 Eylül’ün yaratmış olduğu köhnemiş rejimden ancak emekçi halkın hesap sorabileceğini belirten Esentürk, “Kendisini daha da özgürleştirecek bir ülkeyi halklarımız kuracak ve onun teminatı olan anayasayı da halklarımız yapacak” dedi. Zonguldak’da Liseli Genç Umut, 12 Eylül askeri faşist darbesini ve anayasasını kınayan bir eylem yaptı. AKP’nin 12 Eylül düzeninin devamcısı olduğunu da belirten liseliler, eşitlikçi ve özgürlükçü anayasayı Türkiye halklarının kendi elleriyle yazacağını dile getirdi. 12 Eylül askeri faşist darbesinin 30. yılında, Kadıköy’de darbecilerin yargılanması talebiyle bir miting düzenleyecek. 78’liler Girişimi’nin yanı sıra çok sayıda demokratik kitle örgütü ve siyasi parti de mitinge katılacak. Miting 19 Eylül Pazar günü Kadıköy Meydanı’nda gerçekleşecek.
5
DÜNYA 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
‘Reform’a karşı grevdeler 7 5
iklim kıta
Fransa’da 3 milyona yakın emekçi Sarkozy’nin emeklilik yasasına karşı ‘grev’ dedi
F
ransa’da emeklilik yaşını 60’tan 62’ye çıkaracak olan yasaya karşı emekçiler sokaklara döküldü. 10’u aşkın sendika ve sol muhalefetin çağrısıyla 24 saatlik greve çıkan emekçiler büyük bir katılımla hükümeti uyardı. Kamu emekçilerinin yoğun katılım sağladığı grev gününde başta başkent Paris olmak üzere pek çok şehirde hizmetler durma noktasına geldi. Trenler, otobüsler, tramvaylar sefere çıkmadı. Üniversiteler dahil tüm eğitim kurumları, kamu daireleri ve bankalar grev süresince açılmadı. Enerji işçileri ev içi kullanımını engellemeyecek kadar elektrik ve doğalgaz çıkışına izin vedi. Hastaneler acil hastalar dışında hasta kabul etmedi. Havaalanlarında çalışan emekçilerin de grevde olması nedeniyle gün boyunca yapılması gereken uçuşların dörtte biri iptal edildi. Almanya - Fransa arasındaki hızlı tren seferleri de yapılamadı. Sarkozy’nin emekçilere dönük en büyük saldırılarından biri olan emeklilik yaşının yükseltilmesi daha önce de gündeme gelmişti. 24 Haziran’da yapılan emeklilik reformu karşıtı eylemde de 2 milyona
yakın emekçi sokaklara çıkmıştı. Emekçilerin tüm tepkilerine rağmen geri adım atmaya yanaşmayan Sarkozy ise yasanın yürürlüğe girmesi halinde 70 milyar Euro’luk bir gelir elde edileceğini savunuyor. Sarkozy yasanın Fransa’da yaşlanan nüfus ve bütçe açığıyla mücadele etmek için gerekli olduğunu da iddia etti ve Fransa’nın Avrupa’daki en düşük emeklilik yaşına sahip olduğunu söyleyerek bu durumun değişmesi gerektiğini ileri sürdü. YASA KÖLELİK GETİRECEK Yasa sadece emeklilik yaşını 60’tan 62’ye çıkarmıyor. Emekli olmak için ödenecek prim gününü 40.5 yıldan 41.5 yıla çıkarıyor. Emekli aylığı bağlanma yaşı da 65’ten 67’ye çıkarılıyor. Fransız hükümeti daha önce kamu harcamalarının kısılacağının sinyallerini vermişti. 2008’de patlak veren küresel ekonomik krizin faturasını emekçilere ödetmeye niyetlenen Fransız hükümeti daha önce de 7000 öğretmenin atamasını durdurmuştu. 100 milyar Euro’luk tasarrufa gitmeyi planlayan Fransız hükümetinin önümüzdeki günlerde kamu harcamalarını daha da kısması bekleniyor. CGT Sendikası
Irkç›l›k t›rman›yor
F Genel Sekreteri Bernard Thibauld yaptığı açıklamada beklenenden çok daha fazla sayıda emekçinin greve katıldığını belirtti. “Hükümet bizi görmezden gelirse eylemlerimizi sürdürürüz” diyen Thibauld, milyonların sokağa dökülmesiyle birlikte Sarkozy’nin bu reformu geçiremeyeceğinin bilincine varmasını beklediklerini dile getirdi. CFDT Genel Başkanı François Chereque ise emeklilik reformuna karşı mücadele etmekten başka şansları bulunmadığını dile getirdi. Emekçilerin tüm taleplerine karşın Sarkozy ve Başbakan
François Fillon şimdilik geri adım atmayacaklarını söylüyor. Sadece ağır işlerde çalışanlara yönelik bir iyileştirme yapabileceklerini açıklayan Fillon, tasarının mutlaka geçmesi gerektiğine inan-dığını söylüyor. Sarkozy 8 Eylül’de yaptığı açıklamada 18 yaşından küçükken işe başlamış olanların emeklilik yaşının 60 olarak kalması konusunda hükümete talimat verdiğini açıkladı. İyileştirmenin çok az kişiyi kapsadığını ve taleplerine yanıt alamadıklarını belirten sendikalar, Sarkozy’nin “görmezden gelme”
hamlesine “23 Eylül’de genel grev” çağrısıyla yanıt verdi. 15 Eylül’de oylamaya sunulacak olan yasa tasarısının geçmesi durumunda 23 eylül’deki grevin 7 Eylül’dekinden de büyük olabileceği tahmin ediliyor. Fransa’da yapılan kamuoyu yoklamalarında da grevlere büyük destek var. Halkın yüzde 62’si grevlerin devam etmesi gerektiğini ve yasanın geri çekilmesi gerektiğini belirtiyor. Halktan gelen baskılara Sarkozy ve kurmaylarının vereceği yanıtın hükümetin geleceğini tayin edeceği konuşuluyor.
ETA ‘bağımsızlığa’ silah bıraktı “
Bağımsız ve sosyalist” bir Bask ülkesi kurmak için 1959’da faşist diktatör Franco rejimine karşı kurulan ETA, 3’üncü kez silahlı saldırıları durdurma kararı aldığını açıkladı. AB, ABD ve pek çok dünya ülkesinin “terör örgütleri” listesinde üst sıralarda olan örgütün silahlı eylemleri durdurma çağrısı “inandırıcı değil” şeklinde yorumlandı. İspanya hükümeti ETA’nın silahlı eylemleri sonlandırmasını “zaten darbe vurmuştuk, zayıflamışlardı, mecbur kaldılar” şeklinde yorumlayarak, ETA’nın çözüm önerisine kulak vermek yerine durumu siyasal bir zafere dönüştürme çabasına girdi. BASK ÜLKESİNİN SAVAŞÇILARI 1968’e kadar kültürel hakların korunması için mücadele veren örgüt bu tarihte İspanyol gizli polisinin şefi Meliton Manzanas’ı öldürerek ilk silahlı eylemini gerçekleştirdi. Bu
olaydan sonra Bask halkına ve ETA’ya dönük baskılar arttı. 1973 yılında yakalanan Basklı militanların idam edilmesi üzerine dönemin başbakanı ve Franco rejiminin simge isimlerinden biri olan Amiral Carrero Blanco’yu öldüren örgüt tüm dünyada bilinir oldu. Bu eylem baskıları bir kat daha arttırsa da ETA artık İspanya’daki iç politik dengeleri değiştirmişti. Bask halkının taleplerine kulak tıkanamayacağı o günden sonra dillendirilmeye başladı. Franco rejiminin ardından 1978 yılında İspanya Anayasası değişti ve 1979’da Bask bölgesine geniş özerklik tanındı. O günden beri Bask ülkesinin kendi parlamentosu, kendi polisi, bayrağı ve marşı bulunuyor. Ancak ne polis güçleri ne de parlamento merkezi hükümetten tam bağımsız olarak hareket edebiliyor. ETA da mücadelesini bu noktada veriyor ve Bask ülkesinin tamamen bağımsız olmasını talep ediyor.
Açıkgöz medya Küba’yı ‘yine’ yendi A
BD’li gazeteci Jeffrey Goldberg Küba devriminin önderi Fidel Castro’yla yaptığı söyleşiden sonra tüm dünyaya “müjde”yi verdi. Goldberg laf arasında Fidel’e “Küba modelinin hala ihraç edilebilir bir model olduğuna inanıyor musunuz” diye sormuş ve Fidel de “Küba modeli artık Küba için bile işlemez halde” demişti. Toplamda 3 saati aşan bir röportajdan sonra yapılan bir konuşma sırasında Fidel’in söylediği bu söz tüm dünyada “Küba’nın yenilgiye gittiğinin bir başka kanıtı” olarak manşetleri süsledi. Jeffrey Goldberg’in patlattığı bu “bomba” haber Türkiye’de de “Küba’nın ‘kader’e boyun eğmesi” olarak ilan edildi. Ancak olay ana akım medya için burada kapandı. ‘İŞE YARAMAYAN KAPİTALİZMDİR’ Küba’nın “içler acısı” hali dünyaya duyurulduktan birkaç gün sonra Fidel,
Havana Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada duruma açıklık getirdi. Goldberg’in sözlerini çarpıttığını belirten Fidel, ABD’li gazetecinin yorumu karşısında çok eğlendiğini ifade etti. Tüm dünyaya yayılan sözlerinin tam tersi bir ifade içerdiğini dile getiren Fidel, “Ne dünyanın herhangi bir yerinde ne de ABD’de işe yaramayan kapitalizmin kendisidir. Böyle bir sistemin Küba gibi bir ülkede işleyeceğini kim düşünebilir ki” dedi. Fidel’in bu açıklamasını kardeşi Raul’ün son zamanlarda yaptığı değişiklikleri destekleme adına yapmış olabileceğini “belli sebeplerden ötürü” düşünemeyen “açıkgözlü” ana akım medya bu açıklamaları pek tabii ki görmedi. Kısa bir süre önce de çıkan yeni yasalar nedeniyle Küba ana akım medya tarafından yine! kapitalizme boyun eğdirilmişti.
İngiltere’de emekçiler birleşiyor Avrupa’da hükümetler el birliğiyle emekçilere saldırıyor. Emekçiler de ‘birlikte mücadele’ diyor
T
üm dünyada olduğu gibi İngiltere’de de hızla süren kamu sektörünün tasfiyesine karşı İngiltereli emekçiler birleşiyor. Küresel ekonomik krizin faturasını emekçilere kesme görevinin İngiltere’deki uygulayıcısı Cameron hükümetine karşı büyük ve uzun süreli bir grev dalgası kapıda. Kamu sektöründe yaşanan işten çıkarmaların ardından, sendikalar konfederasyonu TUC’un yıllık toplantısında “ortaklaşa, yerel, ulusal eylem, grevlerin destek-
lenmesi ve koordine edilmesi” kararı çıktı. Toplantıda konuşan TUC Genel Başkanı Brendan Bardan, David Cameron’un ülkeyi “daha karanlık, daha korkutucu” bir yer haline getiren bir hükümete başkanlık yaptığını ifade etti. 6 Eylül’de dünyanın en geniş metro ağlarından biri olan Londra metrosunda greve giden ve kentte ulaşımı durma noktasına getiren RMT’nin Genel Başkanı Bob Crow yaptığı konuşmada “Bir arada
durursak kazanırız. Ya sürüneceğiz ya da ayağa kalkıp dövüşe-ceğiz” dedi. TUC toplantısında kesinleşmiş bir eylem takvimi belirlenmedi. Alınan karar sendikaları birlikte eylem yapabilmeye her an hazır olmalarını sağlıyor. 20 Ekim’de açıklana-cak olan bütçe ve ekonomik eylem planına göre grevlerin başlayabileceği öngörülüyor. BBC çalışanları da alınan grev kararı dolayısıyla, kurumun emeklilik reformuna karşı 48 saatlik
Adı pek çok silahlı eylemle anılıyor olsa da ETA’nın özellikle bombalı eylemlerde can kaybını en aza indirmeye çalıştığı da biliniyor. 2006’da Madrid Havaalanı’na yapılan bombalı saldırı öncesinde polisi arayarak bomba patlatacaklarını söylediler ve havaalanının boşaltılmasını istediler. İspanyol polisinin gevşek davranması sonucu 2 kişi hayatını kaybetti. Bu eylem aynı zamanda ETA’nın 2005 yılında ilan ettiği ateşkesin de sonu olmuştu.
ransa’da Romanlara yönelik uygulanan ırkçı sınırdışı etme politkasına yönelik tepkiler artarken bir ırkçı saldırı haberi de Slovakya’dan geldi. Başkent Bratislava’da 30 Ağustos’ta Romanların yaşadığı bir evi elindeki tüfeklerle basan Lubomir Harman’ın Slovak Neonazisi olduğu ortaya çıktı. 7 Roman’ın öldüğü, 14’ünün yaralandığı saldırıdan sonra basın, ölen kişileri uyuşturucu çetesi ilan ederek katili aklamaya çalışmıştı.
Portillo hesap verecek
G
uatemala’da 2000-2004 yılları arasında devlet başkanlığı görevinde bulunan Alfonso Portillo, kamu kaynaklarını zimmetine geçirip yolsuzluk yaptığı için tutuklanmıştı. Portillo Savunma Bakanlığı bütçesindeki paraları ABD ve Avrupa’da bulunan gizli hesaplarına geçirmekle suçlanıyor. 2004 yılında görev süresi biter bitmez Meksika’ya yerleşen ve hakkında 2008 yılında arama emri çıkarılan Portillo’nun ülkenin güneyinde bulunan çiftliğine yapılan baskınla yakalandığı öğrenilmişti. 58 yaşındaki Portillo’nun 9.2 milyar doları zimmetine geçirdiği tahmin ediliyor.
BASK ÜLKESİNİN BAĞIMSIZLIĞI İÇİN İspanya’daki siyasi atmosfere göre politika belirleyen ETA’nın bu son silah bırakma ilanının altında da 2011’de Batasuna’yı seçimlere sokabilme amacının yattığı belirtiliyor. Silah bırakmayı duyuran militanların da “yeni bir politik dönem” vurgusu yapması Bask ülkesinin bağımsızlığı yolunda ETA’nın başka yollar deneyeceğini gösteriyor.
Kutupta talan başladı Rusya ve Norveç aras›nda 40 y›ld›r devam eden Kuzey Kutbu s›n›rlar› konusundaki ihtilaf 15 Eylül’de imzalanan bir anlaflmayla sona erdi. S›n›rlar konusunda anlaflmaya varan iki ülke kutup bölgelerindeki petrol ve do¤algaz rezervlerine ulaflmak için hemen kollar› s›vad›. Küresel ›s›nmayla birlikte buzullar›n erimeye bafllamas› 1970’li y›llardan beri bölgedeki petrol rezervlerine kimin sahip olaca¤› konusunda tart›flmalar yarat›yordu. Nisan ay›nda yap›lan ön anlaflmadan sonra s›n›rlar› kesin olarak ay›ran anlaflmay› imzalayan Rusya ve Norveç kutuplar›n talan›n› da resmi olarak bafllatm›fl oldu. 26 A¤ustos’ta Kanada, Kuzey Kutbu’nda askeri bir tatbikat düzenlemifl ve gövde gösterisi yapm›flt›. Kutuplardaki enerji kaynaklar›n›n bir baflka taliplisi olan Rusya’da hemen bölgeye uçaklar›n› yönlendirmifl ve bölgedeki ilk “it dalafl›” yaflanm›flt›. ‹lerleyen zamanlarda enerji kaynaklar›n›n paylafl›lmas› konusunda ABD, Kanada ve Japonya’n›n da daha fazla söz sahibi olmak için devreye girmesi ve bölgede yeni gerilimlerin yaflanmas› da muhtemel görünüyor.
Fidel’den eylem ça€r›s›
K
üba Devrimi önderi Fidel Castro, 2006 yılından bu yana ilk defa Küba halkını kitlesel bir protesto yürüyüşüne çağırdı. Havana Üniversitesi'nde 10 binden fazla kişiye konuşan Castro, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'in İran'a karşı yükselttiği gerilimi kınayarak Küba halkını "olası nükleer savaşı" protesto etmeye davet etti. Fidel Castro ağustos ayında Küba Ulusal Meclisi'nde yaptığı kısa konuşmada da ABD'nin bir "nükleer soykırım"a hazırlandığını ifade etmişti. Fidel son zamanlarda yazdığı yazıları yine bu konuya ayırmıştı.
Tah›l ihrac› yasak
S
on 130 yılın en kurak dönemini yaşayan Rusya’da tahıl ürünleri ihracatına yönelik getirilen yasakların süresi uzatıldı. Yasağın gelecek yılın buğday hasadı bitimine kadar devam edeceği açıklandı. Daha önce açıklanan ihracat yasağı tarihi 2010 yılının sonu olarak belirtilmişti. Tarım Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise Rusya’nın yeterli stoğa sahip olduğu açıklandı. Dünyanın en büyük dördüncü tahıl ihracatçısı olan Rusya’nın bu kararı dünyadaki diğer üreticiler arasında endişe yaratmıştı.
6
İNSANCA YAŞAM 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
‘Paralar hazırsa başlayalım’ On beş milyondan fazla öğrenci için ders zili çalıyor. Tek bir öğrencinin asgari okul ihtiyaçları için 3 bin lira harcayacak olan aileler ve eğitim hakkı mücadelesi verenler için de zil sesi başlangıç oluyor
R
eferandum tartışmaları sonuç analizleri ile sürüyor. Fakat Türkiye’de hayat devam ediyor. 20 Eylül Pazartesi günü 15 milyondan fazla öğrenci ve yüz binlerce öğretmen için ders zili çalıyor. 1.5 milyondan fazla birinci sınıf öğrencisi 14 Eylül Salı günü ‘okula uyum programı’ kapsamında öğretmenleri ve sınıflarıyla çoktan tanıştı bile. Milyonlarca veli ise şimdiden yıl boyunca yapılacak okul ve eğitim masrafını nasıl karşılayacağını düşünmeye başladı. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Eğitim Sen) yeni eğitim öğretim yılının arifesinde velilerin sırtına yüklenen okul masrafarına ilişkin çıkardığı bilanço bu kaygıları haklı çıkarır nitelikte. Ders kitabından kullanılan kaleme, müze gezisinden ayakkabıya kadar 40 farklı ihtiyaç kaleminin oluşturduğu bilanço en düşük okul harcaması tutarının 3 bin 131 TL’yi bulduğunu gösterdi. AKP VELİLERE 4.5 KAT FAZLA MASRAF GETİRDİ Eğitim emekçileri okullarda toplanan ‘zorunlu bağışlar’, aylık maliyeti 150 TL’yi aşan servis fiyatları ve kantin masraflarının harcama kalemleri içerisinde ağır toplar olduğunu belirtirken harcamaların maliyetinin öğrencinin ailesinin sosyoekonomik durumuna, devam ettiği okula göre arttığını ifade etti. Rapor, yasak olduğu halde okullarda ‘bağış’ adı altında velilerden alınan paraların yoksul mahallelerde 50 TL’den başladığını, okulun bulunduğu semte göre bu rakamın arttığını ortaya koydu. Eğitim Sen raporunun bir diğer çarpıcı sonucu ise eğitimde
ticarileşme ve piyasalaşmanın önünü açan AKP hükümeti döneminde velilerin yaptığı eğitim harcamalarındaki artış oranı. Sendikanın verilerine göre 2002–2003 eğitim öğretim yılında bir öğrenci velisinin yaptığı eğitim harcaması ortalama 720 TL iken, 8 yıllık AKP iktidarı sonrası bu rakam ortalama 3.131 TL’ye yükseldi. Başka bir ifade ile velilerin cebinden eğitim harcamaları için çıkan para son 8 yıl içinde yaklaşık 4,5 kat arttı. Halkın Sesi, çocukları için okul hazırlığında olan velilerle görüştü. Araştırmalara konu olan bu masrafları ve sorunlarını bir de onlardan dinledi. OKULU VELİLER BOYADI İzmirli Arzu Çelik 45 yaşında bir çocuk annesi. Kızı Nurhayat bu yıl ilkokul 2. sınıfta okuyacak. Konak Gültepe semtinde Seyfi Gülmezoğlu İlköğretim Okulu’na devam eden Nurhayat’ın annesi Arzu’yla kızının eğitimi, hayat pahalılığı üzerine sohbet ettik. Arzu’nun geliri aylık 200-300 TL arasında değişiyor. Ev işlerinde çalışarak geçiniyor. Kızı Nurhayat’ın masraflarını babasının karşıladığını belirtiyor. Okul konusunda Seyfi Gülmezoğlu İlköğretim Okulu’nda okuyan öğrencilerin velilerinin birçoğu gibi bir hayli dertli olduğunu söylüyor. Arzu bize yıl boyunca okulun velilerden para istediğini aktardı. Fotokopi, masa örtüsü, aidat gibi kalemlerde ödedikleri paranın kendi gelirini aştığını söylüyor. Verdikleri paranın karşılığında okulda bir dizi eksiklik ve sıkıntıyla karşılaştıklarını belirtiyor. Arzu, verdikleri paraların yanında geçen yıl okulu boyadıklarını da
Su yoksa oy yok E
anlatıyor ve ekliyor: “Bu yıl daha neler olacak görmedik ama okulun lavabolarının kokusundan şikâyetçi olunca müdür ‘gelin temizleyin o zaman’ diyormuş.” Bu yıl yapılan bir başka değişiklik de okulun formalarının değiştirilmesi olmuş. Önlük yerine forma giydirilmesi tasarlanıyormuş. Arzu bunun ek masraf olduğunu dile getiriyor: “Bu okulun kötü olduğunu biliyorum ama başka seçeneğim yok. Başka bir okulun masraflarına yetişemem. Bir de ikametgâh soruyorlar artık biz burada yaşıyoruz başka bir yerde okuyamaz kızım” diyor.
Okulun öğrenciler karşısındaki ilgisizliğinden şikayet eden Arzu verilen eğitimin niteliğinden ayrıca şikayetçi. PROJE MASRAF DEMEK İstanbul Okmeydanı’ndan Hikmet Yılmaz az bir gelirle çocuklarını okutmaya çalışan yüzbinlerce veliden birisi. Altı çocuk annesi olan Hikmet çalışmıyor. Eşi şoför. Fakat günlük çalışabildiği bir işe sahip değil. Bu emekçi ailesinin üç çocuğu okula gidiyor. Masraflar konusunda Hikmet şunları söylüyor: “Okul masrafları çok fazla. Yarısını karşılayamıyoruz.
Edanur okula yeni başladı masrafı 200 TL’yi geçti ama eksikler henüz bitmedi. Bu paraya 1. sınıf için ne gerekiyorsa aldık okul önlüğü, ayakkabı, çanta, defter v.s. masrafları karşılayamıyoruz. Okullarda sürekli proje ödevleri veriliyor bunlar da çok fazla masraf oluyor. Ayrıca çocuklar çok zorlanıyorlar, yapamıyorlar.” Hikmet Yılmaz kızlarının okulunda kayıt ya da farklı masraflar bahanesiyle sürekli para istendiğini anlatıyor. Kızı Eda’nın okulundan 25 TL almışlar, söylediklerine göre fotokopi kâğıdı ve tebeşir
parasıymış. Geçen sene diğer kızından sürekli aidat parası istemişler “Ama vermedik” diyor. Hikmet’e “Çocuğunun okulunu imkanı olsa değiştirmek ister misin?” diye sorduğumuzda şöyle cevap veriyor: “Maddi açıdan rahat olsak tabiî ki de iyi bir okulda okumalarını isterdim ama ne olursa olsun önemli olan okumaları.” Aileler yoksulluğa, eğitimde paralılaştırma uygulamalarına göğüs gererek çocuklarını okula gönderiyor. 2010-2011 eğitim öğretim yılı başlıyor. Ders zili eğitim hakkı mücadelesi verenler için de çalıyor.
rzurum’da derdi adına yansıyan Susuz Köy, köylerine su hizmeti getirilmediği için referandumda boykota gitti. Erzurum'un Tekman ilçesine bağlı Susuz Köyü'nde yaşayan 340 kişi su ihtiyacını yıllardır köy içerisinde bulunan çeşmeden karşılıyor. Kayakamdan başbakana kadar her düzeyde başvuru yapan köylüler seslerini duyuramayınca referandumda sandığa gitmeme kararı aldı. Susuz Köyü’nde kurulan 1064 No’lu referandum sandığından sadece 2 oy çıktı. Oy verenler ise köylüler değil sandık görevlileriydi. Geriye kalan kayıtlı 117 seçmen ise sandığa gitmek yerine çeşme başına giderek su kuyruğuna girdi. Boykot eylemlerini Doğan Haber Ajansı’na anlatan köyün muhtarı Metin Demir, “Köy halkı 21'inci yüzyılda olmamıza rağmen hala su ihtiyacını köyün içinden akan çeşmeden temin ediyor. Artık bıktık usandık. Çeşmede kavgalar çıkıyor. Tüm bunları başbakana mektupla anlattım. Bu sorunlamız giderilmediği takdirde referandumu protesto edeceğimizi söyledim ama hiçbir cevap gelmedi. Biz de sandık başına gitmedik. Sorunlarımız giderilmediği takdirde diğer seçimleri de protesto edeceğiz” dedi.
Aksu Ege mahallesi hattı eylemlere yol oldu için kara U haber Aksu üzerine kurulması planlanan hidroelektrik santraline mahkeme onay verdi. Uzun süredir HES’lere karş› mücadele yürüten Aksu köylüleri tedirgin. Aksu köylüleri dereleri üzerine yap›lan HES’ler için uzun süre mücadele vermiş, konuyu yarg›ya taş›m›şt›. Erzurum 1. İdare Mahkemesi, İspir’in Aksu Deresi üzerinde yap›m› devam eden Aksu ve Yedigöller Hidroelektrik Santralleri için ÇED raporuna gerek olmad›ğ›na karar verdi. Köylüler Çevre Bakanl›ğ› ve HES’leri yapan şirket hakk›nda Erzurum 1. İdare Mahkemesi’ne 16 Haziran’da dava açm›şt›. YABAN HAYATI ZARAR GÖRECEK Aksu Vadisi, 2005 y›l›nda Bakanlar Kurulu taraf›ndan “Yaban Hayat› Geliştirme Sahas›” olarak ilan edilmişti. Kaçkar Dağlar›’ndaki Verçenik Tepesi’nden doğan Aksu Deresi, vadi boyunca akarak Çoruh Nehri’ne kar›ş›yor. Aksu Köyü’nde ise 5 bin kişi yaş›yor. Bölgede çevrecilerin belirlemelerine göre korunmas› gereken çengel boynuzlu dağ keçileri, boz ay›, k›rm›z› benekli vaşak, su samuru, k›rm›z› benekli alabal›k gibi hayvan türleri bulunuyor. Çevre örgütleri, HES yap›m›n›n bölgedeki yaban hayat›na kal›c› zararlar vereceği yönünde uyar›lar yap›yor. Fakat enerji sermayesi bu uyarılara kulak asmıyor.
laşım hakkı mücadelesini başarıya götüren doğrudan eylem biçimleri ulaşım hizmetine dair her sorunda halk tarafından kullanılmaya başlandı. Ankara Mamak’ta bulunan Ege Mahallesi halkı geçen kış olduğu gibi bir kere daha duraklarda kendilerini saatlerce bekleten belediye otobüslerini protesto etmek için parasız ulaşım hakkını kullandı. Ege Mahallesi halkı 4 Eylül akşamı Kızılay’da bulunan durakta saatlerce otobüs bekleyince Ankara’da Büyükşehir Belediyesi’nin ulaşım hizmetlerinden sorumlu kurumu olan EGO’ya bağlı otobüsleri protesto etti. Durakta bekleyen halk saatler süren bekleyişin ardından öfkelenerek Kızılay’ın en işlek caddelerinden biri olan Ziya Gökalp’i trafiğe kapattı. Saatlerce otobüs gelmeyen durağa çevik kuvvet hızla geldi. Polisler belediyeye öfkelenen halka
coplarla saldırdı. Fakat ulaşım hizmetindeki aksaklıklar nedeniyle mağdur olan Ankaralılar geri adım atmayarak eylemlerini sürdürdü. Bunun üzerine polis geri çekildi ve mahalleliler gelen otobüslere parasız binmeye başladı. Ankara Büyükşehir Belediyesi eylem haberinin hemen ardından bölgeye 3 otobüs gönderdi. Halk, belediye otobüslerine parasız ulaşım haklarını kullanarak binmek istedi. Otobüsün şoförü ilk başta otobüse binmek istemedi ancak halk referandum propagandası için bir önceki gün (3 Eylül’de) AKP tarafından Gençlik Parkı’nda düzenlenen iftara yolcu taşımak için EGO otobüslerinin parasız hizmet verdiğini hatırlattı. Mahalleliler kendilerinin de aynı hakka sahip olduğunu belirterek otobüslere parasız binmeye devam etti. Bu itiraz üzerine şoför aracı hareket ettirmek zorunda kaldı. Ege
Suda borç kesintisi Suyun kamusal bir hak olmaktan ç›karak yoksullar›n eriflmekte zorlanaca¤› bir meta haline gelmesi k›rsal bölgelerde etkisini hissettirmeye bafllad›. Bursa’n›n Mustafakemalpafla ilçesine ba¤l› U¤urlup›nar ile ‹ncealip›narl› köylüleri, iki köye su pompalayan TEDAfi’a ait motorlar›n elektrik paras›n› ödeyemeyince susuz kald›. Borçlar› taksitlendirilen köylüler, paralar› olmad›¤› sürece suya eriflemeyecekleri yeni bir sisteme geçerek kontör yüklenen ak›ll› sayaç kullanmaya bafllad›. Yaklafl›k 26 bin liral›k borç sebebiyle susuz kalan toplam 170 hanelik iki köyün borçlar›n›n bir k›sm› kaymakaml›k taraf›ndan
ödendi. Borçlar›n›n bir k›sm› da 6 takside bölünen köylülerin evlerine Köylere Hizmet Götürme Birli¤i taraf›ndan kontörlü sayaç tak›ld›. U¤urlup›nar Köyü Muhtar› Erol Tarlak, iki köye tek pompadan su bas›ld›¤›n› belirterek, “Toplam 170 hanelik iki köyde su paralar›n› düzenli olarak toplayamay›nca borcumuz artt› ve suyumuz kesildi” dedi. Bursal› köylülerin yaflad›¤› sorun tar›m›n tasfiyesiyle yoksullaflan köylülerin temel ihtiyaçlar›n› dahi karfl›layamaz hale geldi¤ini gösterdi. Suyun üretim faaliyeti için de kullan›ld›¤› tar›m bölgelerinde ise piyasalaflt›rma uygulamalar› yeni çat›flma alanlar›ndan biri olacak.
Mahallesi halkı hem belediyenin aksattığı ulaşım hizmetine tepkisini gösterdi hem de kararlı duruşu ile otobüse parasız binme hakkını kullanmış oldu.
EGE MAHALLESİ HALKI BUNU HEP YAPIYOR Uzun süredir pahalı ve kötü ulaşımla karşı karşıya kalan Ege Mahallesi halkının bu ilk eylemi değildi. 10 Şubat 2010’da işlerinden çıkarak eve gitmek için otobüs durağında beklemeye başlayan Ege Mahallesi halkı bir buçuk saatlik bekleyişin ardından gelen otobüse isyan etmişti. Otobüsün geç gelmesine tepki gösteren mahalleliler otobüse kart basmadan binmişti. Otobüsün şoförü kontak kapatmış, polis otobüsü bir saat boyunca bekletmiş ardından da otobüse balık istifi binen yüzün üzerinde mahalleliyi karakola götürmüştü.
Rektör Özen gözü kara çıktı Y
asadışı ‘zorunlu’ bağış toplayan Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Vakfı, daha önce Vakıflar Müfettişi tarafından uyarılmasına ve davalık olmasına rağmen uygulamayı sürdürüyor. Öğrenciler ve veliler tepkili. Karadeniz Teknik Üniversitesi, kurduğu vakıf aracılığıyla kayda gelen öğrencilerden 100 TL zorunlu bağış topluyor. Bağış vermeyen öğrencilerin kaydını yapmayan KTÜ yönetimi, Vakıflar Müfettişinin üç aylık incelemeleri sonucu uyarılmasına rağmen yasadışı olarak para toplamayı sürdürüyor. REKTÖR DE YARGILANACAK Kentte üç ay boyunca incelemelerini sürdüren müfettişin raporuna göre; KTÜ yeni kayıt yaptıranlardan 100, eski
Yasadışı ‘zorunlu bağış’ toplayan Karadeniz Teknik Üniversitesi bu uygulaması nedeniyle davalık olmasına rağmen para toplama ısrarından vazgeçmiyor öğrencilerinden 25 TL toplayarak 2.5 milyon TL gelir elde etmiş. KTÜ’nün 3 yıl boyunca öğrencilerden zorla para toplayarak yaptığı ciro ise 5.7 milyon TL. İşin ilginç olan bir tarafı ise bu kadar para toplanmasına rağmen, vakfın banka hesaplarında bakiye görünmemesi. İddiaya göre rektör vakıf adına öğrencilerden aldığı parayı yeni kurduğu “Kamu Üniversitelerini Güçlendirme ve Dayanışma Derneği”ne aktardı. Ayrıca müfettiş, KTÜ Vakfı’nın topladığı parayı amacına uygun kullanmadığı ve vakfın ağır ihmalle bilerek zarara uğratıldığı gerekçesiyle
yargılanmasını talep ediyor. Vakıf müfettişinin soruşturma açılması için YÖK’ten izin istediği KTÜ yöneticileri; Rektör İbrahim Özen, Rektör Yardımcısı Necati Tüysüz, vakıf yöneticileri Ersan Bocutoğlu, Hikmet Karaçam, Kamil Yazıcı. Müfettiş raporu Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne de intikal ettirildi. Geçtiğimiz yıl KTÜ’nün zorla bağış toplaması KTÜ Öğrenci Kolektifi’nin durumu kınaması ve basına taşıması sonucu gündeme gelmiş, bunun üzerine KTÜ yetkilileri “Parayı zorla almıyoruz, öğrenciler kendi isteğiyle yatırıyor. Zaten
parayı da öğrencilerimiz için harcıyoruz” açıklaması yapmıştı. Bu yıl ise KTÜ yönetimi üniversitelilerin şikayetini önlemek için zorunlu bağış makbuzunun kopyasını vermiyor. KTÜ ÖĞRENCİ KOLEKTİFİ: ‘PARAYI İADE EDİN’ Zorunlu bağış uygulamasını ilk gündeme taşıyan KTÜ Öğrenci Kolektifi, bu yıl artık tamamen ayyuka çıkan yolsuzlukla ilgili Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nde basın toplantısı düzenledi. Daha önce zorunlu bağışa karşı yürüttükleri mücadele sebebiyle defalarca soruşturmaya uğradıklarını belirten üniversiteliler, KTÜ yönetiminin hala kayıt parası topladığını ifade etti. KTÜ Öğrenci Kolektifi, üniversite yönetimini derhal bu uygulamadan vazgeçmeye ve toplanan paraları iade etmeye çağırdı.
7
İNSANCA YAŞAM 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
KPSS krizini fırsata çevirdiler Ö
ğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından 10-11 Temmuz’da yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) kopya çekildiğinin ortaya çıkartılması hem sınav endeksli atama anlayışının sorgulanmasına hem de sınavları hazırlayan kurum olan ÖSYM’nin tartışılmasına neden oldu. 1 milyon 300 bin kişinin girdiği sınavın öğretmenlik atamasına başvuracak adaylar için yapılan eğitim bilimleri oturumunda kopya çekildiği ortaya çıktı. 11 yıllık sınav tarihinde bu alanda tüm soruları doğru cevaplayan tek bir kişi bile çıkmamışken 2010 yılında gerçekleşen eğitim bilimleri sınavında 350 adayın 120 sorunun tamamının doğru cevaplaması, yüzlerce adayın ise 110’dan fazla net yapması sınava giren binlerce eğitimciyi şüphelendirmişti. Başını Atanamayan Öğretmenler Platformu’nun çektiği eğitimciler sınavda kopya çekildiği iddiasını ortaya atmıştı. ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan ilk etapta bu iddiaları reddetmiş Milli Eğitim Bakanlığı ise kopya iddialarına kulak asmayarak KPSS’deki eğitim bilimleri sınavından alınan puana dayalı olarak yapılacak ağustos ayı öğretmen atamalarını ertelemeyeceğini açıklamıştı.
K
PSS skandalı Milli Eğitim Bakanlığı’na ders olmadı. Bakanlık sınav yoluyla atamadan vazgeçmek yerine sınavı kendilerinin yapmaya hazırlandığını duyurdu
GERİ ADIM ATMAK ZORUNDA KALDILAR Fakat ağustos ayının son haftası sınav sorularının mail yoluyla adaylara servis edildiği ispatlanınca devreye savcılık girdi. Kopya iddialarının geçerlilik kazanması üzerine MEB öğretmen atamalarının
sonuçlarının açıklanacağı 31 Ağustos’tan bir gün önce atamaları ertelediğini duyurdu. Yapılan adlipolisiye incelemede ÖSYM başkanının iddia ettiğinin aksine kopya şüphesini güçlendirecek ve Yarımağan’ın açıklamasını çürütecek deliller bulundu.
SINAVA BAKANLIK EL ATIYOR Bu gelişmeler üzerine MEB bundan sonraki yıllarda öğretmenlerin göreve başlaması için kendi bünyesinde sınav yapmaya hazırlanıyor. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu 4 Eylül’de yaptığı açıklamada “Bireysel öğretmenlik,
fizik öğretmenliği, beden eğitimi öğretmenliği gibi alanların KPSS’yi geçmesi mümkün değil...”, “…Doğrusunu isterseniz bir öğretmenin kendi alanında yeterliliğinin ölçülmesinin ben kafi olacağını düşünüyorum. Bu konuda da çalışmalarımız var” dedi. Bakanlık kaynakları Milli Eğitim Bakanlığı’nın kendi bünyesinde bulunan Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün yapacağı sınavla öğretmen adayları alımında uygulanacak puanların belirleyeceğini belirtti. Milli Eğitim Bakanlığı’nın her branş için alacağı öğretmenleri ayrı sınava tabi tutmayı düşündüğü söyleniyor. Güvenilirliği zedelendiği için ÖSYM’nin elinden alınan sınavın, gerici kadrolaşmanın davalarla, sürgünlerle aşikar hale geldiği Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılması yeni sorunları da kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Kopya ve diğer sınav usulsüzlüklerinin altında yatan kısıtlı sayıda öğretmen kadrosuna rağmen sayıları 300 bini aşan işsiz eğitimcinin varlığı sorunu çözülmedikçe sınav ve sınava ilişkin usulsüzlükler de ortadan kalkmayacak. Bakanlık öğretmen açığını kapatmak ve işsiz eğitimcilere güvenceli iş olanağı sağlamak yerine krizi fırsata çevirmeyi tercih ediyor.
ÖSYM: Sorun değil sonuç H
ükümet KPSS skandalının faturasını ÖSYM’ye çıkararak sorumluluğu kendi üzerinden atmaya çalışıyor. Bu krizde ÖSYM’nin payı olmakla beraber ÖSYM’nin sınav odaklı bir sistemde sınavlar hazırlayıp uygulamaktan öte işlevi olmayan bir kurum olduğu unutulmamalı. KPSS’de kopya iddiaları sınavı düzenleyen kurum olan Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’ni (ÖSYM) tartışma konusu haline getirdi. İddiaların ardından başlatılan incelemede geçmişe dönük beş yıllık süre içerisinde aralarında üniversiteye giriş, Akademik Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavları’nın da bulunduğu farklı sınavlarda da kopya çekildiği tespit edildi. Sınavı düzenleyen ÖSYM’nin değiştirilmesi ya da kamu peroneline dönük sınavların bu kuruma yaptırılmaması önerileri gündeme geldi. SINAV SİSTEMİNİN BİR ÜRÜNÜ Tüm eğitim sisteminin hatta kamuda atama kriterinin merkezi sınav sistemine dayandığı Türkiye’de, ÖSYM de sınav odaklı sistemin yaratığı bir kurum. Bir suçlu aranıyorsa suçu insan hayatını sınava endeksliyen piyasacı eğitim ve istihdam politikalarının bir
ürünü olmaktan öteye gitmeyen ÖSYM değil Milli Eğitim Bakanlığı ve bugüne kadarki hükümetlerin eğitim politialarında aramak gerekir. ÖSYM’nin bağlı olduğu Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) Başkanı Yusuf Ziya Özcan 8 Eylül’de Amasya’da basına verdiği beyanatta şu sözleri sarf etti: “ÖSYM çok uzun zamandan beri pek bir şey yapılmadan devam eden bir kurum. Bu bize iyi bir fırsat diye düşünüyorum. ÖSYM’nin yapısını yeniden ele alıp ona yeni bir şekil vermek için çalışmalarımızı başlattık.” Özcan aynı açıklamada ÖSYM’nin, iş yükü çok ağır bir kurum olduğunu ve sadece akademik türden sınavları yaparken, daha sonra devlet memurları ile ilgili sınavları da yapan bir kurum haline geldiğini belirterek “Bu durum kurumun adıyla bile uyuşmuyor” dedi. Özcan’ın çözüm için yaptığı öneri hükümetinkiyle uyumlu oldu: “Mesela öğretmen sınavlarını Milli Eğitim Bakanlığı’na verilip sadece akademik üniversiteyle alakalı olanları ÖSYM’nin yapması uygun olur diye düşünüyoruz.” Yapısından şikayetçi olunan ÖSYM nasıl bir kurum. Kurumun değişimi nelere bağlı? ÖSYM farklı üniversitelirin
ayyip Erdoğan’ın bu sözleri patron örgütüne karşı söylediği varsayıldı. Oysa söz patronlara söylense de yoksullara karşı uygulandı, özellikle de Kürt yoksullarına. Nasıl mı? Referandum sırasında ve sonrasında gazete ve ajanslara düşen birkaç başlığa göz atalım. “Yani Başbakanın partisi ve ona bağlı hükümet organları kırsal bölgelerde özellikle oy kullanmayanların ‘yeşil kart’ları iptal olabilir; aldıkları sosyal yardımlar kesilebilir; yarın bir gün KÖYDES projeleri aksayabilir, diyorlar.” (Sabahattin Demirtaş)
“Bitaraf T olan bertaraf olur!”
“…sandık başına giden hemşehrimin bir kısmının yeşil kartın iptal olur, gelen para cezasının ödeyemem kaygısı ve endişesi ile gittiğini de biliyorum… (Osman Baydemir)
Konuk Yazar DR. MEHMEK TOK HALKEVLER‹ SA⁄LIK HAKKI MECL‹S‹
“Genelde siz [=Başbakan], yerelde de il milletvekilleriniz, referandumda, ‘Evet oyu vermezseniz hizmet ve yardımlar kesilir’ diyerek vatandaşı tehdit ederek oy istemektedirler.” (Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz) Diyarbakır'ın Lice ilçesi Yasaklı
öğrenci almak için yaptığı sınavların merkezi olarak yapılması amacıyla 1974’te Üniversitelerarası Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezini (ÜSYM) olarak kuruldu. Bu tarihten sonra kurumun gelişimi Türkiye’de eğitim sisteminin sınav odaklı yönelimiyle paralel oldu. 1981’de hazırlanan bir kanunla kurumun adı Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) oldu. ÖSYM’ye geçişle o tarihe kadar tek olan üniversite sınavı iki basamaklı hale getirildi. 1987’de sosyal bilimler, fen bilimleri gibi alan ayrışmasına giderek öğrenciler istedikleri alandan sınava girmeye başladı. 1999’a kadar böyle süren sınav sistemi eğitimde neoliberal dönüşümle beraber yaz boz tahtasına dönmeye başladı. GÖZLERİ BÜTÇESİNDE ÖSYM, eğitim sisteminde dönüşümü hayata geçiren kurumlardan birisi. Bu dönüşümü odağında yer aldığı sınav sistemi aracılığıyla gerçekleştiriyor. Kurum bugün sadece akademik sınavlar yapmıyor, Tıpta Uzmanlık Sınavı, Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavı’nın da aralarında olduğu 14 sınavı hazırlıyor ve adaylara uyguluyor. Kopya skandalı sonrası gün-
(Tute) Köyü'nde AKP Lice İlçe Başkanı Mehmet Kayası'nın köylülere oy kullanma yönünde baskılar uygulaması üzerine BDP müdahale için köye heyet gönderdi. Van’ın Muradiye İlçesi'ne bağlı Babacan Köyü muhtarını çağıran Muradiye İlçe Seçim Kurulu Hâkimi'nin, boykot çıkması halinde köydeki yeşil kartların iptal edileceği yönünde tehditte bulunduğu belirtildi. Erzurum'un Tekman ilçesinde, ilçe kaymakamı, bir yüzbaşı, Seçim Kurulu hakimi ve ilçe müftüsünün ilçe merkezinde tek tek sandıkları dolaştıktan sonra ilçeye bağlı köylere gittiği ve burada da köylülere, sandıkların boykot edilmesi halinde, köy yollarının yapılmayacağı, suyun verilmeyeceği, yeşil kartlarının iptal edileceği yönünde tehditlerde bulundukları bildirildi. (Ajanslar) Öykü 2010 yılına özgü değil sadece. Temmuz 2007’de genel seçim kararı alınır. Hükümet daha önce mayıs ayında yeşil kart onayı olmayanları iptal edeceğini açıklamıştır. Süre 2 ay uzatılır ve seçim sonrasına bırakılır. Hükümet seçim sonrasında 31 Ağustos’ta 14 milyon yeşil karttan 5 milyon 341 bini iptal eder.
deme getirilen değişilik önerileri kurumun özerkliğini zedeleyecek nitelikte. YÖK’e bağlı olan ÖSYM’de kurumun başkanı YÖK tarafından belirleniyor. Bu başkanın birlikte çalışacağı yönetim kurulu ise kendisi tarafından oluşturulup YÖK’ün onayına sunuluyordu. Fakat yeni düzenleme devlet personel dairesi,
Dikkat edilirse Kürt nüfusun ağırlıkta olduğu illerde “yeşil kart” şantajı yapılıyor. Bu durumu açıklamak için birden çok sebep sayılabilir. Ancak, “Yoksulluğun ve yoksunluğun insanların özgür, hür iradesi üzerinde nasıl bir etkisinin olduğunu bir kez daha görmüş bulunuyoruz.” (Osman Baydemir) Şimdi biraz da rakamlar… “Doğu ve Güneydoğu halkının yarısının sosyal güvencesinin kaynağının ‘yeşil kart' olduğu tespit edildi. Buna göre Bitlis halkının yüzde 59.07'sinin, Hakkari halkının yüzde 53'ünün, Muş halkının yüzde 47.78'inin, Van halkının yüzde 47.39'unun, Siirt halkının yüzde 44.59'unun, Bingöl'ün yüzde 42.22'sinin, Diyarbakır'ın yüzde 45.25'inin, Kars'ın yüzde 43.24'ünün, Iğdır'ın yüzde 43.14'ünün, Mardin'in yüzde 43.03'ünün, Erzurum'un yüzde 34.78'inin, Şanlıurfa'nın yüzde 41.72'sinin sosyal güvencesi yeşil kart üzerine kayıtlı görünüyor.” (ANKA) Ya şimdi… 2011 seçim hazırlıkları Genel Sağlık Sigortası (GSS) yasasına göre 2010 Ekim’inde yeşil kart ortadan kalkacak ve SGK, aylık kişi başına düşen geliri asgari
akademi, MEB’den önerilecek adaylar arasından YÖK tarafından seçilecek. Kurumun sınav gelirleriyle oluşan yüksek bütçesi de burada ağız sulandıran bir diğer unsur. YÖK 2008 yılında çıkarılan bir yasa ile kurumun sınavlarda elde ettiği gelirlerinin yüzde 25’ini kendine aktarma hakkı kazanmıştı.
ücretin üçte birinden yani 243 liradan fazla geliri olanlardan Genel Sağlık Sigortası primleri kesecekti. Ve hükümet yeşil kartların iptali uygulamasını 2012'ye kadar uzattı. Halkın “Hayır”ından halkın hakları mücadelesine… Tabii ortada garip bir tablonun olduğunu kabul etmeliyiz. AKP, uyguladığı neoliberal gerici politikalarla kamusal hizmetleri piyasalaştırıp güvencesiz çalıştırmayı norm haline getirirken hem yoksulluğu yaygınlaştırıyor hem de ortaya çıkan yoksulluktan beslenmeye çalışıyor. Bu tabloyu geri çevirmek için yürütmeliyiz halkın hakları mücadelesini, diğer bir deyişle insan yerine konma mücadelesini. “...Bir kez daha söylüyorum kendi açımdan kimlik, dil, kültür ne kadar önemliyse, ekonomik kalkınma, yoksullukla mücadele de en az bu kadar önemlidir. Referandumun bir sonucu da benim açımdan budur.” (Osman Baydemir) Görüldüğü gibi halkın hak mücadeleleri neoliberal gericiliğe karşı sınıfsal bir eksende direniş imkanı sağlarken, Kürt yoksullarının kimlik mücadelesi ile de bütünleşebilme potansiyeli içeriyor.
Festivadi başlıyor K
ısa adı “Festivadi” olan Dikmen Vadisi Halk Festivali’nin ikincisi, 20 Eylül 2010 Pazartesi günü akşam saatlerinde Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu önünde açılış konseri ile başlıyor. Bu yıl 2026 Eylül tarihleri arasında bir hafta boyunca gerçekleştirilecek etkinliklerde Ankaralılar Vadi halkı ile buluşacak. İlki geçen yıl 15-21 Haziran’da düzenlenen Festival bu yılda Dikmen Vadisi halkının mücadelesini Ankaralılarla paylaşmasına olanak sunacak. 20 Eylül Pazartesi akşamı Barınma Hakkı Çocuk Korosu ve Mustafa Özarslan konseriyle başlayacak olan Festivadi çok sayıda tiyatro topluluğunu ağırlayacak. Hemen her gün farklı bir grubun performans sergileyeceği Festivadi’ye katılanlar film gösterimleri ve hak mücadelesi verenlerin buluşmasına da tanıklık edebilecek. EZGİNİN GÜNLÜĞÜ DE ORDA OLACAK Festivadi kapsamında 25 Eylül Cumartesi akşamı Ezginin Günlüğü konseri yapılacak. Festival çocuklar için de Vadiyi şenlendirecek. Çocuklar için oyunların yer aldığı programda yine 25 Eylül günü uçurtma şenliği yapılacak. 26 Eylül Pazar günü yapılacak pikniğin ardından festival meşaleli yürüyüşle sona erecek. FESTİVAL PROGRAMINDAN 21 Eylül Salı, saat 19.30, Açık Hava Sineması; "Gördüğümüz Kendi Yüzümüzdür" (Tekel direnişi) 22 Eylül Çarşamba, saat 19.00, Tiyatro Gösterisi “Hakikat” Özgür Tiyatro 23 Eylül Perşembe, saat 18.30, Direnişte Kadın Hikayeleri 24 Eylül Cuma, saat: 15.30, Ritim Atölyesi “Davulum Masalı; Masadan Davullu” Saat 18.00, Çocuk Oyunu; "Hokus Pokus Bir Öykü” Tiyatro Tempo Saat 19.00, Halk Dansları Gösterisi ODTÜ öğrencileri Saat 19.30, İllüzyon ve Animasyon Gösterisi Saat 20.00, Direniş Ateşi Başında Şiir Dinletisi Mehmet Özer, Ahmet Telli, Zerrin Taşpınar, Abdullah Aydın 25 Eylül Cumartesi, saat 15.00, Panel “Direniş ve Sanat” Saat 17.00 Uçurtma şenliği Saat 19.00 Halk konseri; Grup Suskun, Ezginin Günlüğü 26 Eylül Pazar, saat 11.00 “Hak Mücadelesi Verenler Buluşuyor” Ataması yapılmayan öğretmenler, HES'lere karşı direnenler, Arızlılı depremzedeler, Altıncı şirkete karşı direnen Ulukışlalılar, Mamak Barınma Hakkı Bürosu.
‘Termik santrale hayır’ demek için
Ü
ç ayrı termik santral yapılması planlanlanan Sinop’ta halkın santralleri durdurmak için yürüttüğü mücadele sürüyor. Termik santrale karşı mücadele edenlerin buluşması için 26 Eylül Pazar günü bir halk konseri gerçekleşecek. Gerze ilçesinde Aylin Aslım, Birol Topaloğlu, Bülent Ortaçgil, Ezginin Günlüğü, Fuat Saka, Gökhan Birben, Grup Gündoğarken, Moğollar, Taner Öngür&Serap Yağız ve Şevval Sam’ın katılacağı konser Uğur Mumcu Meydanı’nda olacak. Konseri termik santrallere karşı mücadele eden Gerze Belediyesi düzenliyor.
8
EMEK 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
Liberal ideolojik saplant› deoloji kelimesini gündelik dilde “bakış açısı”, “dünya görüşü” olarak kullanırız. Bu, ideolojiye İolumlu bir anlam yüklüyor. Ancak bir de olumsuz anlamda kullanılır. Şöyle deriz: “İdeolojik yaklaşıyorsun” Bununla “aslında durum öyle değil ama sen kendi fikrini gerçekle yer değiştirmeye zorluyorsun” demek isteriz. Eski politik metinlerde bu anlamıyla ideolojinin “yanlış bilinç” olarak kullanıldığını biliyoruz.. “Yanlış bilinç”i gündelik dilde “ideolojik saplantı” olarak kullanırız. Zira eğer kişi veya örgütparti vb. savunduğu fikirlerin gerçek hayatla ilişkisine bakmaksızın at gözlüğü takmış gibi kendi bildiğini okumaya devam ederse ideolojik saplantı içinde olduğu söylenebilir. Kuşkusuz buradaki en önemli husus ideolojinin bilimle ve diyalektik yöntemle ilişkisinin kopmasıdır. Referandum sonucunu değerlendiren Ahmet Altan gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı yazıyla bu saplantıyı ne kadar derinden yaşadığını gösteriyor. Hem de tersini iddia ederek. Altan 14 Eylül tarihli yazısında “Gizli ve açık taraftarlarının büyük desteğine rağmen Kemalist rejim halkın güçlü sillesiyle sallandı. Aslında bu kaçınılmazdı. Kemalizm, artık bu ülkenin yaşamını sınırlandıracak güce Tufan sahip değil, gürbüzleşen, Sertlek gelişen, zenginleşen bir Türkiye elbette kendine daha geniş, Dev Sağlık-İş daha ferah, daha özgür bir yapı Genel Sekreteri yaratacaktır” diyerek gelişmelerin daha “ferah” ve “daha özgür” bir Türkiye yaratacağına olan inancını vurguluyor. Yazısının devamında ise “Yetmiş milyon nüfuslu, adam başına milli geliri on bin dolara yaklaşan, yılda otuz milyon turistin geldiği, ihracatı yüz milyar doları geçen, yüzlerce televizyon kanalına sahip bir ülke, insanların yaşam biçimine, düşüncesine, inancına karışan bir sistemle yönetilemezdi, kendine demokratik bir sistem yaratacaktı” diyerek Türkiye’nin dinamiklerinin toplumu zorunlu olarak böyle bir tercihe yönelttiğini ifade ediyor. Altan ülkenin gelişme dinamiklerinin önündeki engelin Kemalizm olduğunu ve bu referandumla Kemalist rejimin sallandığını ileri sürüyor. Bütünüyle öznel olan bu iddiaya cevabı Kemalistlere bırakarak biz daha nesnel bazı tespitler üzerine oturtulan fikirler üzerinde duralım. Altan, “…gelişen, gürbüzleşen, zenginleşen” bir Türkiye’den bahsediyor. Ahmet Altan hiç Taraf gazetesi, evi ve akşamları takıldığı mekanlar dışında Türkiye’nin herhangi bir yerine gitmiş mi hayatında. Hadi işçi edebiyatı yapmayalım. 600 milyon asgari ücrete çalıştırılan milyonlarca işçiden bahsetmeyelim, işsizlerden ve işsizleri bahane ederek milyonlarca çalışanı son derece zor şartlarda çalışmaya mahkum eden kapitalist düzenden de bahsetmeyelim. Mesela Ahmet Altan bir gün yanına ekonomi muhabirini de alsın KOBİ diye tarif edilen işyerlerinin yoğunlukta olduğu sanayi sitelerine gitsin. Oradaki işyeri sahipleriyle konuşsun. Onlara sadece “Son 30 yılda yaşadığınız en kötü dönem hangi yıllar” diye sorsun. Bakkal Ahmet’e, kasap Şükrü’ye, yıllardır küçük kamyonetiyle nakliyecilik yapan Yılmaz amcaya sorsun. Çorum’daki çiftçiye, Güneydoğu’da hayvancılık yapan tüccara, Ordu’daki fındık üreticisine, Rize’deki çay üreticisine sorsun. Hiçbirinde “gürbüzleşen” “zenginleşen” bir Türkiye fotoğrafı göremeyecektir. Ve bir de neymiş, “adam başına milli geliri on bin dolara yaklaşan” bir Türkiye imiş! Ahmet Altan bu gelirin nasıl dağıldığına ilişkin hiçbir kaygı taşımıyor. Toplam milli üretimin ne kadarı nüfusun ne kadarına gidiyor kısmı liberallerin ilgi alanı dışında. Artan toplam milli gelirin altında giderek yoksullaşan büyük kitlelerin onlar için hiçbir önemi yok. Çünkü eşitlik ve adalet kavramları onların fikir dünyasında yer almıyor. Ama soyut bir özgürlük anlayışının peşinden gitmeye bayılıyorlar. AKP’nin etnik ve dini özgürlükler konusundaki hamaseti gözlerini kamaştırıyor ama bir kez olsun “8 yıldır tek başına iktidardasın somut olarak ne yaptın” diye düşünmeye cesaret edemiyorlar. Niye bu anayasa değişikliğinde vatandaşlığın etnik temele dayandırılmasından vazgeçilmiyor, niye zorunlu din dersleri kaldırılmıyor soruları onlar için önemli değil. Sorulduğunda Tayyip Erdoğan’ın ağzıyla konuşmaktan utanmıyorlar. “Eee her şeyin bir sırası var, onun da zamanı gelecek.” Ahmet Altan soyut bir “kahraman toplum” öznesi yaratıyor. İddiaya göre bu toplum özgürlükçü ve demokratik bir sistem arayışında önündeki bariyerleri yıkmaya çalışıyor. Bahsedilen toplumsal dokunun yani milliyetçi-muhafazakar dokunun bu ülkenin 80 yıllık tarihinde bütün demokratik-özgürlükçü-eşitlikçi gelişmelerin önündeki temel bariyer olduğu gerçeğini görmek bile istemiyor. Şimdiye kadar hangi özgürlükçü talebin arkasında durmuş bu toplum? Mesela Kürtlerin eşitlik talebini desteklemiş mi, Alevilerin eşitlik talebini desteklemiş mi? Hayır. Referandumda en çok özgürlüğe ihtiyacı olan bu iki toplumsal kesimin “evet” dememesi ve fakat diğer milliyetçi muhafazakar topluluğun blok halinde “evet” demesinin üzerinde neden hiç düşünmek ihtiyacı hissetmezler? Çünkü bu ülkede kendisine liberal diyenlerin gerçek hayatla hiçbir ilişkileri yoktur. Kağıt üzerinde yazıp çizmeye bayılırlar. Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarına bakarak onun siyasetini değerlendirmek zorundadırlar. O’nun demokrasi ve özgürlük söyleminin Anadolu’daki, büyük kent mahallerindeki izdüşümlerinden haberleri bile yoktur. Kendilerini gerçek bir taraf olarak var edemeyişleri sorununu dün Özal’ın bugün Erdoğan’ın kuyruğuna takılarak çözmeye çalışıyorlar.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
Seyyar öğretmenler çağı T
ürkiye’de her yıl üniversite bitirip diplomasını alan binlerce öğretmen işsizler ordusuna katılıyor. Bugün Türkiye’de 300 binin üzerinde işsiz, atama bekleyen öğretmen bulunuyor. Öğretmen adaylarına kendi verdikleri eğitimi yeterli görmeyen Milli Eğitim Bakanlığı üstüne Kamu Personeli Seçme Sınavı’nı (KPSS) dayatıyor. BAKANLIĞA GÜNDOĞDU Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, 30 Ağustos günü son KPSS ile yapılması planlanan 30 bin öğretmen atamasını kopya rezaleti nedeniyle ertelediğini duyurdu. Yeni eğitim öğretim yılı arifesinde 30 bin öğretmenin atamasının yapılmaması MEB verilerine göre bile 70 bin öğretmen açığının bulnduğu okullar için büyük eksiklik. MEB, her yıl emekli olan ya da meslekten ayrılan öğretmen sayısına aldırmaksızın daha az sayıda öğretmen kadrosu açıyor. Bu eksikliği ise kendi yarattığı yedek işgücü ordusuyla karşılıyor. Yüzbinlerce işsiz eğitimci düşük ücretler karşılığında ve iş güvencesinden yoksun bir biçimde ücretli öğretmenlik yapmak zorunda bırakılıyor. Ders başına 6 TL ücret alan ücretli öğretmenlerin sigortası da çalıştıkları gün kadar yatıyor. Üstelik iş güvencesi de müdürün iki dudağı arasında. MEB bu istihdam biçimini yaygınlatırmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Her yıl daha fazla ücretli öğretmen çalıştırmayı hedefleyen AKP hükümeti son yapılan KPSS’yi fırsata dönüştürdü. Kopyayı bahane eden Milli Eğitim Bakanı atamaların yapılamamasın yarattığı sıkıntılara karşı çareyi ücretli öğretmenlerde buldu. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, kopya soruşturmasının sürmesi sebebiyle atanamayan 30 bin kadroya yapılacak öğretmen atamasını erteleyerek, açığı ücretli öğretmenlikle kapatabileceklerini söyledi.
M
EB, öğretmen atamalarının ertelenmesini, güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak için değerlendiriyor. Öğretmenlerin eylemleri sürüyor
8 Eylül günü ‹zmir’de Eski Sümerbank önünde gerçeklefltirdi¤i eylemle onbinlerce ö¤retmenin atama bekledi¤ini ve en k›sa sürede kadrolu bir flekilde atamalar›n›n yap›lmas›n› talep ettiler.
Çubukçu’nun önerisi birkaç gün sonra İstanbul Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nde uygulamaya geçti. ‘KAPI KAPI DOLAŞIN İŞ BULUN’ Müdürlük, Türkiye'de ilk defa görülen bir uygulamaya imza attı. Ücretli öğretmenlik için her yıl ağustos ayında başvuruları almaya başlayan Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü bu yıl 1 Eylül'e kadar hiçbir açıklama yapmadan başvuru almayacağını duyurdu. 1 Eylül günü Kartal Milli Eğitim Müdürlüğü’ne ücretli öğretmenlik için başvuran öğretmenler; pedagoji, eğitim psikolojisi ve meslek onuruyla bağdaşmayan bir şekilde
‘okul okul gezip iş aramalarını salık veren’ bir duyuru ile karşılaştı. Kartal Milli Eğitim Müdürü Eyüp Atasoy imzası ve 27 Ağustos tarihli duyuruda şu ifadelere yer verildi: “2010-2011 Öğretim yılında ilçemizde ücretli ve vekil öğretmen olarak görev almak isteyenler, ilgili okul ve kurumlara müracaat edeceklerdir. Buna bağlı olarak Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne (telefonla, faksla, maille, form doldurmak suretiyle vb.) müracaat edilmeyecektir.” MÜDÜR KAYMAKAM EL ELE Eğitimde taşeronlaştırmanın bir adımı olan bu duyurunun üzerine İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri ile görüşmeye giden güvence-
siz öğretmenler MEB'den bu uygulamanın kaymakamlığın tasarrufu ile gerçekleştiğini ve bu konuda muhatabın kendileri değil kaymakamlığın olduğu yanıtını aldılar. Daha sonra güvencesiz öğretmenler, kaymakamlıkla yapılan görüşmelerde öğretmenlerin okul okul gezip iş aramaları yönündeki uygulamanın kaymakam başkanlığında toplanan müdürler kurulu toplantısında müdürler tarafından önerildiği ve müdürlerin yüzde 90'ının bu uygulamayı desteklediğini öğrendiler. Güvencesiz öğretmenler bu duruma karşılık Eğitim-Sen 5 No’lu şubede bir araya gelerek neler yapabileceklerini tartıştı. İşsiz ve güvencesiz öğretmenler
Kartal'da dağıttıkları bildirilerle sınavsız-koşulsuz atamaların yapılmasını, KPSS gibi meşruluğu olmayan bir sınavın derhal kaldırılmasını, eğitim emekçilerini, öğrencileri velileri hep birlikte eğitim hakkına sahip çıkmak için bir araya gelmeye çağırdı. İZMİR’DE EYLEM Güvencesiz eğitimciler İzmir’de de eylemdeydi. 8 Eylül’de eski Sümerbank önünde eylem yapan AYÖP üyeleri, “Özlük hakları olmadan sendikasız sigortasız düşük ücretle çalışmak, dershanelerin emek sömürücülüğü altında ezilmek kaderimiz olmamalıdır” dedi.
MEB, kopyayı fırsat biliyor KPSS’deki kopya skandal› ve Milli E¤itim Bakan› Nimet Çubukçu’nun kopya soruflturmas› sebebiyle atamas› yap›lmayan 30 bin ö¤retmenin yerine ücretli ö¤retmen atanaca¤›n› duyurmas›n›n ard›ndan Atamas› Yap›lmayan Ö¤retmenler Platformu (AYÖP) üyesi ö¤retmenler süreci Halk›n Sesi’ne de¤erlendirdi. AYÖP’lüler öncelikle s›nav›n iptal edilmesi gerekti¤ini söylüyor. Konuyla ilgili yönetmelik-
te, kopyan›n bir kifli ya da grup taraf›ndan çekilmesi durumunda kopya çekenlerin s›navlar›n›n iptal olaca¤› belirtiliyor. Ayn› yönetmelikte sorular›n s›zd›r›ld›¤›n›n anlafl›lmas› durumunda ise s›nav›n iptal edilmesi gerekti¤i yaz›yor. S›nav›n iptal edilmesi gerekti¤ini söyleyen AYÖP’lüler, Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n kopya rezaletini f›rsata çevirmeye çal›flt›¤›n› da belir-
Metal patronları saldırganlaşıyor M
etal emekçileri üzerinde sendikalı oldukları için süren baskı ve tehditler referandum yaklaştıkça arttı. İşveren baskıları işçilerin sendikalarından istifa etmeye zorlanmasıyla başlıyor, işten çıkarmaya kadar devam ediyor. Ağustos ayında 7’si Kocaeli Gebze’de bulunan Mutaş Demir Çelik’te ve 22’si de Düzce 1. Organize Sanayi’de bulunan Mas-Daf Metal’de olmak üzere 29 metal işçisi Birleşik Metal-İş’e üye oldukları için işten çıkarıldı. İki işyerinde de işçiler, işverene direnişle cevap verdiler. İki işyerinde de işveren, işçilerin “ekonomik daralma” sebebiyle işten çıkarıldığını söyledi fakat işten çıkarmanın ardından yeni işçileri işe almaya çalıştı. Yine 4 Kasım 2009’dan
bu yana direnişlerini sürdüren Düzce’deki Nema Makine’de çalışan işçilerinden Mustafa Yılmaz, işverenle ortak olan Türk Metal sendikasının adamları tarafından 31 Ağustos’ta saldırıya uğradı, saldırı sonucu yaralandı. Buna rağmen Nema Makine işçilerinin direnişi sürüyor. Nema işçilerinin direnişi boyunca işveren, işçileri Türk Metal sendikasına üye yaparak direnişi kırmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştı. Daha sonra Türk Metal üyelerinin direnişteki işçilere yönelik sözlü tacizleri başlamıştı. İşten çıkarılan işçilerin yanı sıra birçok metal işçisi BMİS’ten istifa etmeye zorlanıyor. Son olarak Kocaeli’nde bulunan Marmara Siegener Galvaniz işçileri,
tiyor. Devletin ücretli ö¤retmenlerle adeta bir yedek iflgücü yaratt›¤›n› belirten AYÖP’lüler bu süreçte s›nav olmadan da ö¤retmen atamas› yap›labilece¤ini gördüklerini ifade ediyor. 30 bin ücretli ö¤retmen atanacak olsa da ücretli ö¤retmen say›s›n›n 100 bine yaklaflt›¤›n› belirten AYÖP’lüler ücretli ö¤retmenlerin ders bafl›na ald›klar› yetersiz ücretle kölelik koflullar›nda çal›flt›r›ld›¤›n› belirtti.
Kamil Kinkır’ı kaybettik
1
işveren tarafından BMİS’ten istifa etmeye zorlanıyor. İşyerine sendikanın girmesiyle başlayan saldırılar karşısında işverenin söyledikleri ve işçilerin cevabı ibretlik: İşveren: “Sendikadan istifa etmezseniz 15 arkadaşınız işten
atılacak. Hem ben her türlü özgürlüğü hakkı vereceğim size, sendikaya ne gerek var!” İşçi: “Madem hak ve özgürlük verecektin 6 yıldır neden vermedin, hem özgürlük ve haktan yanaysan sendika seni neden rahatsız ediyor?”
Sendikalıya referandum baskısı Referandum iflverenlerin ve AKP’nin sendikal› iflçilere yönelik bir bask› arac›na dönüfltü. Adana Seyhan Kaymakaml›¤› 6 Eylül günü okullara bir yaz› göndererek 12 Eylül’de yap›lacak referandumda görev yapacak ö¤retmenlerin sendika bilgilerini istedi. Bu bilgilerin nerelerde ve niçin kullan›laca¤›na dair her hangi bir aç›klama yap›lmazken Kaymakaml›¤›n iste¤i, KESK Adana fiubeler
Platformu taraf›ndan 7 Eylül’de protesto edildi. KESK Adana fiubeler Platformu yapt›¤› aç›klamada, kaymakaml›¤›n gönderdi¤i yaz›n›n ö¤retmenleri huzursuzlu¤a sevk etti¤ini ve sand›k görevini iade etmek isteyen ö¤retmenlerin oldu¤unu söyledi. KESK, karar›n iptal edilmesi ve emekçilerin sendikal bilgilerinin baflkalar›na servis edilmemesi gerekti¤ini belirtti.
1 Eylül 2010 günü yaşama gözlerini yuman Kamil Kinkır bütün ömrünü işçi sınıfı hak ve özgürlük mücadelesine adamış bir işçi önderiydi. Kamil Kinkır, 1955 yılında Adapazarı’nın Akyazı ilçesinde doğdu. Ailesinin taşındığı İstanbul’da 1977 yılında işe başladığı AKSAN Alüminyum fabrikasında Türkiye Komünist Partisi ile tanışıp sınıf mücadelesinin ön saflarında patronlara, faşistlere ve karşı devrimcilere karşı militan bir öncü işçi olarak yerini aldı. Kamil Kinkır, 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra da mücadelesine ara vermedi; TKP saflarında sınıf mücadelesine devam etti. 1983 yılında faşist cunta sınırlı sendikalara izin verince Kinkır, Maden İş Sendikası üyelerini Otomobil İş Sendikası’nda örgütlemeye başladı ve AKSAN işçilerinin Otomobil İş’e geçmesine öncülük etti. Sendikanın 1984 yılında yetkiyi almasıyla, AKSAN İşyeri Baş Temsilcisi seçildi. Kamil Kinkır, 12 Eylül sonrası yapılan ilk büyük NETAŞ grevinin başarıya ulaşması için toplumsal dayanışmayı ören aktif bir militandı. 1990 yılında Otomobil İş Sendikası Kartal Şube Sekreterliği’ne seçildi. Kinkır, 1995’te Birleşik Metal İş’in (BMİS) Genel Sekreterliğine getirildi. 1997 Kasım’ında ayında yapılan Genel Kurul’da Sendika Genel Başkanlığı’na seçildi. 1997- 2000 yılları arasında BMİS Genel Başkanlığı yapan Kinkır, paylaşımcı kişiliğiyle sendikada önemli izler bıraktı. Genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra da sendikada görev yapmaya devam etti.
9
EMEK 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
AKP’nin ‘Evet’ ekonomisi A
nayasa değişikliği referandumundan ‘Evet’ çıkmasının ardından sermaye örgütleri bir bir sonucu selamlayan açıklamalar yaptı. Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Başkanı Rızanur Meral sonuçları demokrasi adına olumlu bulurken, Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) Başkanı Mustafa Koca, referandum sonuçlarını ‘milat’ olarak değerlendirdi. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Cihad Vardan ‘Bir an önce, yasa değişikliklerini uygulamak gerekir’ dedi. Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve TÜSİAD’ın girişimleriyle kurulan Türkiye Girişim ve İşdünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) başkanları ise referandumdan sonra yaptıkları açıklamalarla yeni bir anayasa yapılması için bir an evvel çalışmalara başlanması gerektiğini söyledi. Sermaye örgütlerinin yanı sıra holding patronları da referandum sonuçlarını sevinçle karşıladı. Referandum öncesinde ticaret ve sanayi odaları ile sanayici ve işadamları dernekleri basın toplantıları düzenleyerek açık bir şekilde ‘Evet’ oyu vereceklerini açıklarken TÜSİAD ve TÜRKONFED net bir şey söylememişti. Holding patronlarının neredeyse tamamı referandum sonucundan memnun olsalar da referandum öncesinde birçoğu ‘Evet’ oyu vereceklerini, ticari kaygılar sebebiyle dillendirmemişlerdi. Örneğin LC Waikiki patronu Vahap Küçük, marka değerinin düşmesi endişesiyle ne diyeceğini açıklamamıştı. SANKO’NUN HES HESABI Sanko Holding patronu Abdülkadir Konukoğlu, referandum öncesinde ‘Evet’ oyu vereceğini davası süren Rize İkizdere’deki Cevizlik Hidroelektrik Santrali’nin Başbakan Recep Tayyip
R
eferandum öncesinde açıktan ‘Evet’ oyu vereceğini dillendiren işadamları ve patronların ‘Demokrasi adına ‘Evet’ söylemlerinin altından kar ilişkileri çıkıyor Galip Ensario¤lu (Kürsüde) ve ‘Evet’çi STK temsilcileri
Erdoğan tarafından 13 Ağustos günü açılışının yapılmasının ardından açıklamıştı. Cevizlik projesinin devamı olan ve yine Sanko’ya ait Kalkandere HES’e de bölge halkı dava açmıştı. Sanko’nun Tokat Erbaa’daki HES projesi de Danıştay tarafından 23 Şubat 2010’da durdurulmuştu. 2006 yılında enerji sektörüne adım atan Sanko’nun devam eden çoğu davalık 10 HES projesi var. KENTSEL DÖNÜfiÜME ‘EVET’ Sanko’nun yanı sıra halihazırda İstanbul’da devam eden 10 projesi
bulunan Dumankaya İnşaat patronu Ali Dumankaya ve Ağaoğlu İnşaat patronu Ali Ağaoğlu da referandumda ‘Evet’ diyeceğini açıktan duyurmuştu. Yatırımlarını bir süre askıya aldığını belirten Alarko Holding patronu İshak Alaton ise ‘Evet’i yeterli bulmadığını ve iki kere ‘Evet’ diyeceğini açıklamıştı. Referandum sonucunu olumlu karşılayan Çalık grubu da bünyesindeki gazete ve televizyonlarını referandum sürecinde ‘Evet’ propagandasının bir aracı olarak kullanmıştı. AKP’ye yakınlığı ile bilinen Çalık grubunun
İstanbul Tarlabaşı’nda yürüttüğü ve hukuki problemleri bulunan kentsel dönüşüm kapsamında 28 Ağustos günü yıkım başlamıştı. ENSAR‹O⁄LU’NUN EVET’‹ TAMAMEN ‘DUYGUSAL’ Holding patronlarının yanı sıra Galip Ensarioğlu başkanlığındaki Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Yönetim Kurulu üyeleri referandum öncesinde ‘Demokrasi ve askeri vesayetin kalkması için Evet’ diyeceklerini açıklamıştı. Ensarioğlu’-
Havuç - sopa tasarrufu A
KP’nin ‘seçim ekonomisi programı’ referandum süreci boyunca yoğun bir şekilde uygulandı. Esnafa vergi affıyla başlayan, kamu emekçisine beklenilenden fazla zam verilmesiyle devam eden mavi boncuk dağıtma politikası, uygulanan ekonomik programa düzülen methiyelerle devam etti. Başbakan, ekonomiyi övme sürecinde, her fırsatte ekonomiyi büyüttüklerini ve istikrar kazandırdıklarını dile getirirken hükümet, referandum sonrasına yönelik ekonomik manevralarını da hızlandırdı. AKP, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimlerin yapılacağı referandum sonrasını düşünerek Mali Kural’ı da tamamen rafa kaldırdı. Erdoğan, 8 Eylül günü yaptığı bir açıklamada iktidarları döneminde uyguladıkları ekonomiyi savu-
narak IMF reçetelerinden herhangi bir farkı olmayan Mali Kural’a gerek olmadığını söyledi. Başbakan, ‘Biz zaten kendimiz uyguluyoruz’ diyerek Mali Kural’ı rafa kaldırdıklarını duyurdu. Mali Kural, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ı suskunluğa iterken, diğer AKP’li bakanlarla Babacan arasında bir görüş ayrılığı yaşanmasına sebep olmuştu. Başbakanın ekonomi alanındaki AKP icraatlarını övmesi 11 Eylül’e kadar sürdü. Övgünün yerini ekonomik tehdit aldı. Başbakan 11 Eylül günü katıldığı bir televizyon programında referandumdan ‘Hayır’ çıkması durumunda hükümetin ve ekonominin travma yaşayacağını söyledi. Başbakan, referandumdan ‘Evet’ çıkması durumunda ise ekonominin sıçrama yaşayacağını öne sürdü.
nun ‘Evet’inin altından diğer sermaye örgütlerinin ‘Evet’ deme sebeplerinin benzerlerinden biri çıktı. Fırat Haber Ajansı, Ensarioğlu’nun bir yıl içinde Dicle Üniversitesi’nden 3 milyon 982 bin TL'lik ihale aldığını ortaya çıkardı. İl Özel İdaresi’nin merkezi bütçeyle gerçekleştirdiği Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi inşaatı Ensarioğlu tarafından 15 Aralık 2010’da bitirilmek üzere 15 Şubat 2010’da alındı. Öğrenci yurdu olarak başlayan inşaat daha sonra Edebiyat Fakültesi olarak değişti ve Ensarioğlu bünyesinde faaliyet gösteren Arsa İnşaat adlı taşeron şirkete devredildi. O BUNU HEP YAPIYOR Galip Ensarioğlu daha önce de, ticari çıkarını ‘demokrat’ bir söylemle gizleme yoluna gitmişti. 2009’daki yerel seçimlerde Demokrat Parti’nin belediye başkanı adayı olan Ensarioğlu daha sonra AKP’li Mahmut Kaya’ya karşı DTSO’nun başkanlığına seçildi. AKP’nin Diyarbakır milletvekili adayı olan Ayşegül Jale Saraç’ın Dicle Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanmasının ardından Ensarioğlu’nun üniversiteden aldığı ihaleler artış gösterdi. Ensarioğlu daha önce de Dicle Üniversitesi’nin birçok inşaatını yapmıştı. Ensarioğlu, üniversiteyle ticari ilişkilerini geliştirirken bir yandan da Diyarbakırlı kitle örgütlerinin kurduğu üniversitedeki olası usulsüzlüklere karşı kurduğu İzleme Komisyonu’nda yer aldı. 2009 yılının Haziran ayında komüsyonun üniversitedeki anti demokratik uygulamalara karşı yaptığı açıklamaya destek veren Ensarioğlu’nun komisyondaki varlığı ilk arsa ihalesine kadar sürdü. Ensarioğlu 2010’un ilk günlerinde “Üniversiteyle aramda Onkoloji hastanesi yanında önemli bir arsa ilişkim var. Bu ilişkiyi tehlikeye atmak istemiyorum” diyerek komisyondan çekilmişti.
İthal et için bayram bahanesi E
t fiyatlarının düşürülmesi gerekçesiyle başlatılan et ithalatı, fiyatları ucuzlatmıyor. Et fiyatlarını düşürmek için getirilen kasaplık canlı hayvan ithalatı izni bir kez daha genişletildi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 14 Eylül günü canlı hayvan ithalatına ilişkin tebliğini yeniledi. Tebliğe göre, Kurban Bayramı’na yaklaşırken et ihtiyacını karşılamak gerekçesiyle kurbanlık hayvan ithalatına da izin çıktı. İthalat, 19 Kasım 2010 tarihine kadar yapılacak ve hayvanlar, sadece Trakya Bölgesi’nde hayvan pazarları ve kurban toplama merkezlerine
sevk edilecek. 75 ile 80 bin arasında büyükbaş hayvan, Kurban Bayramı öncesinde yurtdışından getirilecek. Et fiyatlarının artışını önlemek için ilk hayvan ithalatı nisan ayında et fiyatlarının ucuzlatılması için gündeme gelmiş ve mayıs ayında canlı hayvan ithalatı gerçekleşmişti. İthalat, et fiyatlarına etki etmeyince 17 Temmuz günü özel sektöre de hayvan ithalatı yetkisi verilmişti. Canlı et ithalatına rağmen et fiyatları ucuzlamazken, etin ucuzlayacağı söylentisi küçük üreticinin elindeki hayvanları satmasına sebep oldu.
Büyüme masalları başladı
T
ürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2010’un ikinci çeyreğinin ekonomik büyüme rakamlarını açıkladı. TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisi, nisan-mayıshaziran aylarında yüzde 11 büyüdü. Ancak, büyüme rakamları sonucunda kriz öncesi dönemin kişi başına düşen gelir miktarı yakalanamadı. Öte yandan sıcak para girişine bağlı ekonomik büyüme işsizliğe yine çare olmadı. İlk çeyrekte ekonomi yüzde 11,7 büyümüş işsizlik yüzde 14 civarında kalmıştı.
Gıda fiyatı artışları sürecek
E
nflasyon ağustos’ta yükseldi. Enflasyonun yükselmesinde gıda fiyatlarının artışı etkili oldu. Ağustos ayı boyunca süren orman yangınları sebebiyle Rusya’nın bir yıl boyunca tahıl ihraç etmeyeceğini açıklamasının ardından tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tahılın zamlanacağı ve buna bağlı olarak gıda fiyatlarının artacağı bekleniyor. Benzer bir durum Pakistan’daki selden zarar gören pamuk tarlalarından dolayı tekstil ürünleri için de öngörülüyor.
Belediyeleri korkutan işçiler ‹zmir Büyükflehir Belediye Baflkan› Aziz Kocao¤lu,ifllerine özlük haklar›yla birlikte geri dönmek için 1 May›s 2009’dan bu yana mücadele veren Kent A.fi. iflçilerine istihdam sözü verdi. Eylemler sonucu k›dem ve ihbar tazminatlar›n› alan iflçiler Mart ve Nisan 2010’da ifle iade davalar›n› kazanmaya bafllam›fl ancak; Karfl›yaka Belediyesi iflçileri ifle almam›flt›. Aziz Kocao¤lu’nun verdi¤i söze göre 276 Kent A.fi. iflçisine, Büyükflehir Belediyesi’nin açt›¤› park ve bahçeler ihalesinde öncelik tan›nacak. Aziz Kocao¤lu’nun (8 Eylül günü) Kent A.fi. iflçileriyle birlikte yapt›¤› aç›klamaya göre iflçiler 15 gün sonra yap›lacak ihaleden sonra ifllere yerlefltirilecek. ‹flçiler yeni yerletirilecekleri ifllerde ilk maafllar›n› 2011’in Ocak ay›nda alacaklar. ‹flçiler, Büyükflehir Belediyesi bünyesindeki ‹zelman ve ‹zenerji’de bulunan herhangi bir iflkolunda özlük haklar›yla birlikte istihdam edilecekler. Halk›n Sesi’ne konuflan Kent A.fi. iflçilerinden Hüseyin Ball›kuyu, uzun süre direndiklerini ve karara sevindiklerini;
ancak bir yandan da kayg›l› olduklar›n› söyledi. Ball›kuyu flu flekilde konufltu: “fiimdiye kadar bir çok defa ‘Sorunlar›n›z çözülecek’ denildi ama ortada flu ana kadar somut olarak çözülmüfl sorun yok. Biz ifle bafllay›p param›z› alana kadar verilen tüm sözlere temkinli yaklaflaca¤›z.” K›saca Kent A.fi. direnifli
2009’un yaz aylar›nda ‹zmir’e yolu düflen varsa, iflçi önlü¤ü ile imza toplayan iflçileri mutlaka görmüfltür. Onlar Kent A.fi iflçileri. ‹zmir’e ba¤l› Karfl›yaka Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren Kent A.fi.’de çal›fl›rken 30 Nisan 2009 günü “ekonomik daralma” sebebiyle iflten ç›kar›lan iflçiler 1 May›s 2009’da Karfl›yaka Örnekköy’deki flantiye önünde direnifle geçti. ‹flçiler ayn› anda ifle iade davalar› açt›. Örnekköy flantiyesinde aileleriyle birlikte direnen iflçilere ‹zmir kenti sahip ç›kt›. ‹zmir muhalefeti hergün direnifli ziyaret ediyor, ESHOT floförleri de kendi aralar›nda toplad›klar› paralar› Kent A.fi. iflçisine veriyordu. ‹flçiler uzun süre park ve
Kent A.fi. iflçileri ortak karar alarak yapt›klar› eylemlerle meflru ve militan bir direnifl çizgisini de ortaya koydu.
bahçeler ihalesini alan Altafl iflçilerini flantiyeye sokmad›, içeri giren iflçiler ise çöp kamyonlar›n› çal›flt›ramad›. Karfl›yaka Belediyesi, direniflin bafllamas›ndan 3 ay sonra çevik kuvvet vas›tas›yla yapt›¤› ve onlarca iflçinin yaraland›¤› operasyonlarla çöp kamyonlar›n› alabildi. 2009’un yaz aylar›nda Karfl›yaka’n›n çöpleri gecikmeli olarak topland› ve
Karfl›yaka Belediye Baflkan› Cevat Durak, iflçilerin direniflini kamuya zarar olarak göstermeye çal›flarak kamuoyu tepkisini maniple etmeye çal›flt›. Durak, güvenlik masraflar›n›, bak›m› yap›lmayan parklar›n masraflar›n›, olmayan ya da yap›lamayan betonlama, asfaltlama gibi hizmetlerin yap›lamamas›ndan do¤an masraflar›, y›pranma, çöp arac› kiralama, belediyeye
al›nan personelin masraflar›n› Kent A.fi. iflçilerinin direniflinden do¤du¤unu iddia etti. ‹flçiler 17 Eylül -17 Ekim 2009 tarihleri aras›nda ‹zmir’den Ankara’ya yürüdü. Ankara’da CHP Genel Merkezi önünde çad›r kurdu. 4 Kas›m’da Ankara’daki eylemlerini bitiren ve ifl sözü alamayan iflçiler 18 Kas›m’da ‹zmir CHP ‹l binas›n› iflgal etti. Deniz Baykal’› pet flifle f›rlatarak karfl›layanlar, ‹zmir Büyükflehir Belediye Baflkan› Aziz Kocao¤lu’nu 2 Eylül’deki konser öncesinde konuflturmayan Karfl›yaka Belediye Baflkan›’n›n yan›nda olup kendilerini ziyarete gelen Belediye-‹fl Karfl›yaka Bölge temsilcisini yumurta ya¤muruna tutan da yine Kent A.fi iflçileriydi. Kent A.fi iflçilerinin güvencesizlefltirmeye ve tafleronlaflt›rmaya karfl› verdi¤i mücadelede ortaya koydu¤u eylemler daha sonra iflten ç›kar›lan park bahçe iflçilerinin eylemlerine de yans›d›. Art›k nerede olursa olsun ‹zmir’deki belediyeler iflten ç›kard›¤› tafleron iflçilerin eylem yapmalar›ndan kayg› duymaya bafllad›.
Kriterlerde isim var, insan yok
C
NBC-e Business dergisi, ‘Türkiye’nin en yaşanabilir kentleri’ araştırmasının üçüncüsünün sonuçlarını açıkladı. Bir ekonomi dergisinden beklenildiği gibi liste, ekonomi ağırlıklı kriterler başta olmak üzere eğitim, sağlık, kent yaşantısı, sanat, güvenlik kriterleri doğrultusunda hazırlanıyor. Ancak hizmetlere erişebilirlik, kadınlar, engelliler, çocuklar, yaşlılar gibi unsurlar kriter olarak değerlendirilmediği için gerçeğe aykırı sonuçlar çıkıyor.
10
KİBELE 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
S›radan pisli¤in iktidar› Büyük yalan kampanyası bitti. Dağı taşı, TV programlarını yalanlarla doldurma çalışmalarına şimdilik ara verildi. Yalan, bu ülkenin onurlu sosyalistleri tarafından kısmen etkisiz kılınsa da, sonuç verdi: AKP, referandumdan “gericilik ittifakını” yenileyerek çıktı. Hayatımızın yeniden biçimlendirilmesinde “kurucu” bir rol üstelenecek olan bu ittifakın yalanları belki birkaç aylığına, seçimlere kadar, sokaklarda pis pis yüzümüze sırıtmayacak. Ama son bir aydır sokakları dolduran “gerici pislik”, toplumsal hayatın her alanında, en kuytu eviçlerinde yankılanmaya, çoğaltılmaya devam edilecek. Ve kadınlar bu sıradan gerici pisliğin kurbanları, taşıyıcıları ve düşmanları olmayı sürdürecek. Yenilenen gericilik ittifakı bu düzenin “büyük ağabeylerine”; büyük sermaye güçlerine, piyasacı cemaat örgütlenmelerine ve liberal medya borazanlarına yaslanıyor. Ama büyüklerinden güç alan küçük ağabeyler; ortalama gerici, Çi¤dem muhafazakâr, ırkçı ve cinsiyetçi Çidaml› “erkeklik” ve bu erkekliğin hâkimiyeti altında kurulan cigdem@ kadınlık, bu ittifakı her seferinde sendika.org yeniden üreten en sağlam tutkallardan birisi olmayı sürdürüyor. Kuşku duyan varsa “Orta Anadolu gericiliğinin” tipik sosyal kişiliğini incelesin. Anayasa paketinin “kadınlarla ve diğer zayıf sosyal katmanlarla” ilgili 10. maddesi, hâkimiyet alanı Orta Anadolu illeriyle sınırlı olmayan bu tipik gerici erkekliğin anayasal iktidarını simgelemektedir. AKP’nin başarısı büyük sermayenin saldırı programını iktidara taşırken, sömürü ve egemenlik ilişkilerinden beslenen sınıfsal, ulusal ve cinsiyetçi gerici düşünme biçimlerinin sıradan ve yaygın düşünsel iktidarından yararlanabilme becerisindedir. “AKP’nin yalanı”, basit yalan değildir; gerçeğin, sıradan gerici düşünme biçimleri tarafından ters yüz edilmesi ve yalanın egemenlik ilişkilerinin doğrusu haline getirilmesidir. Bu yüzden “AKP’nin yalanı, sermayenin talanına” en iyi biçimde hizmet edebilmektedir. Bu yalan, Anayasanın kadınlarla ilgili 10. maddesinde karşımıza “pozitif ayrımcılığın” ezilen sınıflar ve katmanlar için dönüştürücü politik anlamının altını oyan bir kadın düşmanlığı olarak çıktı. Başbakanın “kadınlara özel ayrımcılık” vaat ederkenki “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” sözlerini bizler şahsın boşboğazlıklarından birisi saydıysak da, kişisel olarak beni durumun gerçeğine uyandıran, pazarda kadın bildirisi dağıtırken aynı sözlerle çemkiren pazarcı esnafı oldu. “Kadın-erkek eşitliğine inanmayanların anayasasına Hayır” diye bağıran bir grup kadının yüzüne “Ben de kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum ama anneme-karıma çok iyi davranıyorum” diye bağıran delikanlı tezgâhçı başbakanı taklit etmiyordu. Tersine pazarcıya kendisini iktidara taşınmış hissi veren, başbakanın ağzından yankılanan sıradan gerici fikirlerinin iktidarıydı. Bu gerici ittifak, 13 Eylül günü, kadın düşmanlığının en yenilenmiş biçimine anayasal iktidar bahşetmiştir. Anayasanın 10. maddesi, bunu, pozitif ayrımcılık ilkesinin bütün ilerici anlamını ters yüz edip yalana dönüştürerek becermiştir. “Pozitif ayrımcılık”, insani varlıkları bakımından eşit olan ancak sınıfsal, ulusal ya da cinsiyetçi egemenlik biçimleri yüzünden tarihsel olarak ikincil ve ezilen cins, ulus ya da sınıf, yani iktidar sahiplerinden “aşağı insanlar” durumuna düşürülmüş olan insanların durumunda köklü bir dönüşüm yaratabilmenin politik aracıdır. Tüm iktidarı ezilenlerin ellerine vermeyi öngören “proletarya diktatörlüğü” bu yüzden “pozitif ayrımcılık” ilkesinin en ileri ve ilerici tarihsel biçimidir. Şimdi ise tarihsel olarak kadın mücadelesinin en önemli politik araçlarından birisi olan bu ilke, “fıtrat gereği erkeklerle asla eşit olmayacak olan aşağı kadın cinsine şefaat göstermenin” anayasal aracına dönüştürülmüştür. Pozitif ayrımcılığı ezilenlerin eşitlik mücadelesinin ilerici bir politik mücadele aracı olmaktan çıkartıp tersine eşitsizliği teyit eden gerici bir iktidar aracına dönüştüren bu “yalana” evet diyen ya da açıkça hayır diyemeyen “kadın örgütlerine” kutlu olsun! Sıradan pisliğin iktidarını onayladınız. Anayasal iktidarı sağlamlaştırılan yeni kadın düşmanlığının emekçi düşmanlığının özgün bir biçimi olduğu görülmelidir. “Asla eşit olamayacaklara açılan şefaat kapısı” şimdilik, iktidarın yoksul siyasetinin göbeğindeki kadınlara odaklansa da, 10. Madde emekle sermaye arasında yaratılmak istenen yeni politik ilişkilerin ön modelini içermektedir. “Kadınlar, yoksullar, güvencesizler, engelliler” yani piyasacı İslam’ın seçilmiş kullarıyla asla eşit olamayacak “toplumsal artıkları” eşitlik mücadelesinden vazgeçirip şefaat kapısına kıstırmayı hedefleyen gerici pislik cephesi kendisini İslamcı sendikalarıyla, liberal STK’larıya, DB’ci hayır kurumlarıyla inşa etmektedir. Kadınlar cinslerini ezeli eşitsizliğe mahkûm etmeye çalışan bu kadın düşmanlığı cephesini yaran öncümilitan kollardan biri haline gelmenin hazırlıklarını yoğunlaştırmalıdır.
Tacizciyle uzlaşmalıymış! Yargıtay 5. Ceza Dairesi cinsel taciz suçu işleyen sanık hakkında verilmiş olan mahkumiyet kararını “Bu tür suçlarda uzlaşma girişiminde bulunulması gerekir” gerekçesi ile bozdu. N.G. hakkında bir kadına ‘edep ve iffetini rencide edecek’ sözler söyleyerek ‘laf atma’ suçunu işlemekten verilen mahkûmiyet kararı TCK’nın 105. maddesinde geçen “Bir kimseyi cinsel amaçlı taciz eden kişi hakkında mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adli para cezasına hükmolunur” ibarelerine rağmen bozuldu. Kararda uzlaşma yoluna gidilebilmesi için sanığın suçunu kabul etmesinin gerekmediği de belirtildi.
Yaş 65; artık dinlenebilir miyim? T
K
GÜVENCES‹ZLER ‹Ç‹N EMEKL‹L‹K HAYAL Bu soru esnek çalıştırma, ücretsiz aile işçisi olarak çalışma ve kayıt dışı çalışmanın, üzerinde en çok etkili olduğu halkın kadın yarısının emeklilik problemini ve sosyal güvencesiz çalışma koşullarını tekrar hatırlatıyor. Kesintisiz veya tam zamanlı çalışmayan ve kreş açma zorunluluğu olan işyerlerinin kadın eleman işe almayı tercih etmemesi, cinsiyetçi iş bölümü ve algı gibi
nedenlerle işsizlikleri erkeklere oranla çok daha uzun süren kadınlar için emeklilik bir hayal. Bu durum yaşam boyu çalışmayı, en azından yaşam boyu iş aramayı lüzumlu kılıyor. Yaşlılık aylığı hakkı kazanmak için gerekli görülen 15 yıldan beri sigortalı olarak çalışma şartı da kadınlar için yaşlılıkta ikinci bir yoksulluk unsuru. Öte yandan kayıt dışı çalıştırmadan en çok etkilenen yine kadınlar. Türkiye’de son bir yılda
TUBA GÜNEfi ürkiye İş Kurumu’nun (İŞKUR) “yaş gruplarına göre başvuru ve işe yerleştirmeler” istatistiğinin 2010 Temmuz verilerine göre iş bulmak için başvuru yapanlardan 280’i 65 yaş üstü işsizler. Bunlardan 101’ini kadın işsizler oluşturuyor. Aynı verilere göre, İŞKUR, 65 yaş üstü işsizlerden 10’unu işe yerleştirdi. Ancak, bu sayı içerisinde kadın işçiler yer almıyor. Son on yılda kadın işsizliğinin ikiye katlandığı düşünülecek olursa ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in Mart 2009’da sarf ettiği “İşsizlik oranı kadınların iş araması yüzünden artıyor” cümlesi hatırlanacak olursa kadınların işgücüne katılma talepleri gerçekten de toplamda işsizliğin boyutlarını gözler önüne seriyor. Kadınların taleplerine karşın, iş gücüne katılım oranları, 2000’de yüzde 26,6, 2004’te 25,4 olarak görülüyor. Ancak İŞKUR’un “Yaş gruplarına göre başvuru ve işe yerleştirmeler” istatistiğinde dikkat çeken; 65 yaş üstü 280 kişi ve bunun içindeki 101 kadın işsiz. Asıl soru şu: 65 yaş üstündekiler niçin iş arar? 65 yaş üstü bir kadın neden çalışmak ister?
ayıt dışı ve kesintili çalıştırmayla, ücretsiz ev işçiliği ile kadınlara emeklilik yolu kapatılıyor. Kadın, 65 yaşında bile çalışmaya zorlanıyor
istihdam edilen kadınların yüzde 72’si, erkeklerin 35,7’si kayıt dışı çalıştırıldı. S‹GORTALI ÇALIfiAN DA EMEKL‹ OLAMIYOR Kadınların emekli olmalarına olanak sağlamayan saydığımız bu çalışma modellerinin yanında, emeklilik hayali kuran ve sigortalı çalışan kadınlar da, emeklilik yolunu uzatan, hatta emeklilik hakkını satın almaya kadar götüre-
bilen düzenleme ile karşı karşıya kalıyor. Bu engellemelerden ilki SSGSS’nin kadınların kazanılmış haklarını elinden alıp onları bir adım geriye götürmesi, ikincisi doğum borçlanması ile aslen hak edilmiş emekliliğin satın aldırılması. SSGSS ile kadınların kazanmış olduğu erken emeklilik hakları ellerinden alınıyor ve emeklilik yaşı erkeklerle eşitlenerek 65’e çıkarılıyor. Emekliliğe hak kazan-
abilmek için prim ödeme zorunluluğu 9 bin gün prime çıkarılıyor. Sigortalı kocası ölen kadının evlenme ödeneği alması yoluyla da evlenmeden sigortalılığın devam etmesi imkânsız hale geliyor. Yasa, ev kadınları, güvencesiz çalıştırılan kadınlar ve kayıt dışı tutulan kadınları ise görmüyor. Emeklilik yaşının kadınlar için 65 olacağı günlere doğru giderken, o gün anlamsız ve etkisiz kalacak olan bir başka düzenleme de bugün kadının ev içi emeğinin üstüne para koymayı ve erken emekliliği bu şekilde elde etmeyi öngörüyor. Kamuoyunda “Doğum borçlanması” adıyla geçen bu düzenlemeye göre kadınlar doğum sonrasında çalışamadığı günler için prim ödeyerek erken emekli olabiliyor. Yapılan yeni düzenlemenin halka müjde olarak sunulmasının nedeni de doğum borçlanmasında esneklik kararı. Yeni düzenlemeyle kadınlar her bir çocuk için iki yıl borçlanabilecek. Böylece kadın evde çocuk bakımı yükünü rahatlıkla üstüne alacak. Yalnızca kadına bu “hakkın” verilmesinin cinsiyetçi iş bölümünü artırması da cabası. Sonuç olarak, kadının ev içi emeğinin ücretlendirilmemesi, kesintili ve güvencesiz çalışmaya mahkûm edilmesi de, sigortalı ve güvenceli olarak görülen çalışması da birbirinden farksız sonuçlar doğuruyor. Kadınlar 65 yaşında ve iki kere yıpranmış bir halde hala çalışmaya itiliyor. Ancak İŞKUR verilerine göre çalışma talebi karşılanmıyor. Bu durum bir kez daha aynı konuya dikkat çekiyor: Kadınlar toplumun en güvencesizleri...
Ev işçileri istediğini biliyor, ya yazarlar? Yazarlar ev işçilerini karalayadursun, onlar mesleklerinin taleplerinin ve mücadelelerinin görünür olmasını istiyor
S
ibel Arna’nın ev işçileri konusunda yazdığı ve DİSK Genel-İş’e bağlı Ev İşçileri Kadın Komisyonu tarafından büyük tepki alan yazısından sonra Hasan Bülent Kahraman’ın “Kadın bulmak zor iştir” başlıklı yazısı da ev işçisi kadınların tepkisine yol açtı. Kahraman’ın ev işçilerinin sigortalarının, güvencelerinin olmadığını belirterek başladığı yazısı ev işçisi kadınları hayal kırıklığına uğrattı. Konuyla ilgili bülten yayımlamaya hazırlanan DİSK Genel-İş’e bağlı Ev İşçileri Kadın Komisyonu’ndan Gülhan Benli ile görüştük. Onları en çok kızdıran yerden başladı: “YAZMA B‹L‹YOR, OKUMA B‹LM‹YOR” Kahraman’ın “Evlere gündeliğe giden sayısının, kaç kişi olduğunu tahmin bile edemem... Bunca insanın çalıştığı iş dalından söz ediyoruz. Bir sektör bu. Bir sendika alanı. Bunca büyük sayıda insanın emek ürettiği bir alanda bu işin örgütlenmemesi izah edilebilir mi?” cümlelerine “Yazmayı biliyor, ama okumayı bilmiyor. Bizim sendika faaliyetimizi nasıl görmezden gelir. Koskoca DİSK’i nasıl göremez bir gazeteci. İşine gelmediği için görmemiş de olabilir. Ama biz bir buçuk seneden fazladır çalışma yürütüyoruz. Sağır sultan duydu. Bu tavrı için, köşesinde tekzip yayımlayarak, bizden özür dilemesini istiyoruz” diyerek cevap verdi. Kahraman, yazısında, gündelikçi
kadınları arkadaş vasıtası ile bulup evinde çalıştırdığını anlatıp, bunun için temizlikçi bulacak şirketin olmayışından şikâyet ederken, Gülhan Benli, Kahraman’ın nasıl olup da duymadığını sorduğu şirketlerden söz etti. Ancak bir farkla; “Onun görmediği o şirketler, işveren lehine sözleşmelerle bizi güvencesiz çalıştırıyor. Biz o şirketlerin dayattığı sözleşmelerdeki maddelere göre 15 gün önceden işten ayrılmak istediğimizi belirtmek durumunda kalabilirken, işveren istediği her an bizi işten atabiliyor.” Kahraman’ın bu tür bir şirketi tanımlayış biçimi “Bu kadınlar kimlerdir, kimleri eve sokuyoruz? Herhangi birisinin bir uyuşturucu işi olsa, farkında olmadan sizi de bulaştırsa ne yaparsınız” şeklinde işveren bakış açısından olmasına rağmen, Benli yine başka bir noktaya dikkat çekiyor: “Çalıştığımız evler kimindir, nedir, ne değildir biz de bilmiyoruz. Çalıştığımız evlerde tacize uğruyoruz, cinayetlere kurban gidiyoruz. Mafya evinde mi hırsızın evinde mi çalışacağımızı bilemiyoruz. Yazarın asıl sorgulaması gereken bu!” Benli yaptığımız görüşmede mesleğin tümünün kadın işçilerden oluşmasından kaynaklı ortak yaşadıkları bir sorun olarak hamilelikte izin sorununa da değindi. Kendilerine verilmeyen ve kazanmaya çalıştıkları bir hakka yönelik saldırılardan söz etmesinin nedeni ise Kahraman’ın hamile kadınlarla ilgili yazdığı şu sözler:
“Sabah gelip evde kusan, otobüste bayıldığı için uzanıp iki saat uyuyan, kalkınca ‘abi ben döneyim, hiç halim yok’ diyen, evdeysem ve yemek söylemişsem, gelen yemek karşısında yeniden midesi kalkanlar…” Kahraman’ın yazısında kilit konu olarak yer verdiği ailelerin ev işçisi kadınlardan, ev işçisi kadınların ailelerden ne istediğini bilmediği düşüncesine Benli’den net yanıt geldi: “Onlar ne istediklerini bilmiyor, doğru. Ama biz ne istediğimizi biliyoruz.
Önce can güvenliğimizi istiyoruz. Sosyal güvence ve işçi statüsünde görülmek istiyoruz. Kahraman zahmet edip araştırsaydı, bizim ne istediğimizi yaptığımız çalışmalarda görebilirdi.” Benli son olarak, daha önce de Sibel Arna ve Hasan Bülent Kahraman gibi ev işçilerini aşağılayan kendi deyimiyle maymun edilmek istenen yazıların var olduğunu ve yaptıkları çalışmalarla bunları görünür kılmayı başardıklarını belirtti.
Kadın gözüyle İstanbul Filmmor Kad›n Kooperatifi, “Ev ‹fllerine Hapsolmayal›m, ‹stanbul’a ç›kal›m” diyerek, kad›nlar›n diledi¤i saatte ‹stanbul sokaklar›na dökülebildi¤i zamanlar›n hayalini 20 Eylül’de bafllayacak bir sergi ile paylaflacak. Kad›nlar›n sinema, foto¤raf, tasar›m atölyelerinin ard›ndan ürünleri ile ‹stanbul’un geçmifli, bugünü ve kendi bekledikleri ‹stanbul’u anlatacaklar› sergide, otuzdan fazla kad›n
sanatç›n›n eseri sergilenecek. Etkinlik kapsam›nda sinema atölyesinin haz›rlad›¤›, Erguvan, Lila ve Mor filmlerinden oluflan üçleme Üç Etek, ‹stanbul’a Ç›kal›m sergisi için haz›rlanan foto¤raf, tasar›m ve filmlerin nas›l oluflturuldu¤una dair renkli kareler yakalanabilecek bir belgesel film gösterilecek. Kad›nlar›n ‹stanbul hayali ve kad›n gözünden gerçek ‹stanbul,
‹stanbul sokaklar›nda flu tarihlerde sergilenecek: n 20-28 Eylül, Bak›rköy, Özgürlük Meydan›, Kad›n Meclisi Soka¤›, n 1-10 Ekim, Beyo¤lu, Taksim Meydan› ve Cihangir Park›, n 15-24 Ekim, Ka¤›thane Meydan›, n 1-6 Kas›m, Tuzla Meydan›.
11
TARİH 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
T A R ‹ H S E L
‹ L E R L E M E N ‹ N
E S T E T ‹ K
G Ü C Ü
İktidara aykırı sanatçılar G i ktidar, her alanda olduğu gibi sanat ve sanatçıyla ilişkisinde de mesafesini kendisi belirlemek istiyor. Kendi müsaade ettiği meselelerde görüş bildirmesine ya da kendisini onaylamasına herhangi bir itirazı yok
ÖZEN TAÇYILDIZ Ne zaman siyaseti kendisine ‘iş’ edinmemiş birisi memleket meselelerine dair bir çift laf etmeye kalksa, bırakın pratiğe dökmeyi, hemen cevabı yapıştırılır: “Sen işine bak, bilmediğin işlere burnunu sokma.” Siyaset, ‘siyaset yapmak’ o kadar soyut ve hayattan kopuk kurgulanıp kitlelere de teknik bir iş gibi anlatılır ki kimi zaman insanlar, hem sorumlu hem de hak sahibi oldukları
durumlardan aynı gerekçelerle uzak durmaya çalışırlar. Özellikle de sanatı ve sporu kendisine iş edinmiş insanlar bu ötelemeden paylarını fazlasıyla alırlar; sanata ve spora ‘siyaset karıştırılmaması’ istenir. Oysa hayat, ekonomik, siyasal ve sosyal yapısı ile bir bütün. Dolayısıyla toplumsal hayatı yaratan insanın, bu bütün içinde bir meselenin kendi işi olup olmadığını tartışarak o işin dışında kalması makul görünmüyor.
Tarih de bize toplumsal ilerlemenin bu alanları soyutlayıp, birbirinden ayırmadan mümkün olacağını gösteriyor. Bugün pek çok bilimin temelini oluşturan, dünya toplumlarına önemli zenginlikler sunmuş Eski Yunan medeniyetinin yaratıcısı insanların aynı anda matematikçiastronom-şair-filozof olmaları tesadüf değil. Öte yandan önemli sanat eserleri de, Locke’un Tabula Rasa’sı gibi boş bir levhadan oluşmuyor. Yaşadığı toplumu hisseden,
elin görün ki hayat öyle ilerlemiyor, tarih, yaşadığı döneme sırtını dönen değil ‘burnunu sokan’ sanatçıları yazıyor. Bu duyarlılıkla verilen eserler, geçmişi aşarak bugüne ulaşıyor
nabzını tutan, değiştirmeye çalışan, onu eserinde biçimlendirmeye çalışırken kendisi de biçim alan sanatçıların ürünü oluyor. Dolayısıyla yaşadığı toplumun bir parçası olarak her insanın, toplumu, dolayısıyla kendisini ilgilendiren her meselede söz hakkı olduğu gibi böyle bir sorumluluğu da var. Son sözü kimin söylediği kimi zaman değişiyor belki ama bizim de cümlelerimizin olduğu hakikatini değiştirmiyor.
Sovyet futbolcular Şili’nin sesini duydu Ş
ili’de 1970-1973 yılları arasında devam eden sosyalist Allende hükümeti dönemi, halkın sanat ile yakınlaştığı, sanatçıyı tanıma fırsatı bulduğu bir dönemdi. Bu yakınlaşma, enstitülerde yürütülen sanatsal faaliyetlerde olduğu gibi, gündelik yaşamın içinde de kendini gösteriyordu. Şili Üniversitesi’nin bale salonları evsizlere açılıyor, ozan Victor Jara’nın da içinde bulunduğu pek çok sanatçı, yoksul mahallelere sırtında un taşıyordu. Ancak 11 Eylül 1973 tarihinde, ABD desteğiyle General Pinochet önderliğinde Allende hükümetine yönelik bir darbe gerçekleşti. Darbeden hemen sonra ise geniş çaplı gözaltılar, tutuklamalar başlatıldı. Toplananların sayısı o kadar fazlaydı ki, karakollar, hapishaneler hepsini almaya yetmedi. Darbenin ertesi günü, içlerinde Victor Jara’nın da bulunduğu binlerce kişi Santiago Stadyumu'na getirildi. Jara, stadyumdakilere güç verebilmek için gitarının tellerine dokundu ve orada yazdığı bir şarkıyı söyledi: "Beş bin kişiyiz/Kimbilir kaç kişidir/Bütün şehirlerde ve bütün ülkede/Tohum eken ve fabrika işleten/Yalnız burada onbin el" Gitarın sesini duyan bir asker dipçiğiyle Jara'nın ellerine vurarak parmaklarını kırdı ama
Victor Jara susturamadı. Bu sefer var gücüyle Venceremos marşını söylemeye başladı Jara. Stadyumdaki onlarca ses de Jara'nın sesine katılıyor, Venceremos diye haykırıyordu. Tutuldukları stadyumda binlerce kişiyle bir direniş başlatan Jara’nın generallerin karşısına çıkartılması uzun sürmedi elbette,
elleri ve dili kesildi. Yetmedi, kurşuna dizildi. Darbeden iki ay sonra, 21 Kasım 1973’te Şili ulusal futbol takımı aynı stadyumda Dünya Kupası elemeleri için Sovyetler Birliği ile karşılaşacaktı. Sovyet sporcular, binlerce yurtseverin işkence gördüğü Santiago
Stadyumu’nda herhangi bir spor karşılaşmasına katılmayacaklarını bildirdi. Sovyet Futbol Federasyonu’nun FIFA’ya çektiği telgrafda netti: “Şili’de faşist bir ayaklanma sonucunda meşru hükümetin devrilmiş olduğu ve ülkede kanlı bir terör ve baskı rejiminin hüküm sürdüğü herkesçe bilinmektedir. Santiago Stadyumu futbol müsabakası oynanabilecek bir mekân olmaktan çıkarılmış, Şilili yurtseverlerin işkence gördüğü bir toplama kampına dönüştürülmüştür. Sovyet sporcuları Şilili yurtseverlerin kanıyla bezenen bir stadyumda spor karşılaşmasına çıkmayı reddeder.” FIFA ise stadyumu incelemek üzere Şili’ye bir heyet gönderir. Heyet incelemeleri sonucunda “stadyumun çimlerinin futbol oynamaya elverişli; sahanın ölçülerinin teknik standartlara uygun ve seyircilerin tribünlerinin düzenli ve temiz” olduğuna dair bir rapor verir ve Santiago Stadyumu’nda “politik tutukluya rastlanmadığını, sadece hüviyetleri tespit edilememiş olan bazı şahısların alıkonulduğu”nu belirtir. Sovyet takımı bu şartlar altında Şili’ye gitmez, o stada girmez ve “mağlup” kabul edilir. Sovyet sporcuların girmek istediği o stadın bugünkü adı ise Victor Jara Stadı.
‘Yalnız ressam değil insan olmak istiyorum’ F ransız ressam Gustave Courbet (1819-1877), sanat tarihinde olduğu kadar yaşadığı dönem ülkesinde gelişen tarihsel olaylarda da özel ve önemli bir yere sahiptir. Anarşizmin kuramcılarından, “mülkiyet hırsızlıktır” tezinin sahibi Proudhon’un dostu, bir bakıma öğrencisi olan Courbet, bütün 19. yüzyıla, 20. yüzyılın da önemli bir dönemine damgasını vuran realizm akımının isim babasıdır, sanatı protestoya dönüştürmesiyle ünlüdür. Emekçileri simgeleyen “Taş Kıranlar” ya da “Ornans’ta Cenaze” tablosunda olduğu gibi gündelik hayata yer veren, klişeleşmiş güzellik anlayışının dışına çıkan Courbet, yaşadığı dönemin akademik kalıplarına karşı duruşu ve konulara yaklaşım biçimi oldukça tepki çekmiştir. Gelen eleştirilere cevabı ise “Töreleri, düşünceleri, yaşadığım dönemin özel-
I. Napolyon’un zaferlerini kutsayan Vendome Sütunu 1871 y›l›nda söküldü ancak komün da¤›t›l›nca sütun tekrar yerine oturtuldu. liğini yansıtmak yalnızca bir ressam değil; aynı zamanda bir insan olmak kısacası canlı sanat yapmak istiyorum” olur. Uzun dönem eleştirilen Courbet’in tarzı 1870 yılına gelindiğinde artık akademi tarafından da kabul edilir. Hatta İmparatorluk Onur Madalyası’yla ödüllendirilir. Madalyayı red-
deden Courbet, bunu bildiren mektubunu da “Nezaketten yoksun Courbet” diye imzalar. Gerekçesini de şöyle açıklar: “Devlet, sanatta bilgisizdir. Devlet ödül verdiğinde, halkın beğenisine tecavüz etmiş olur, müdahalesi moral bozucudur. Sanatçının gücünü kötüye kullanmasına sebep olduğu için
öldürücü, sanatı, resmi beğenenlerin içine hapsettiği ve alabildiğine kısır bir sıradanlığa mahkûm ettiği için de ölümcüldür. Demek oluyor ki devlet sanattan elini çekmelidir. Bizi özgür bırakmalıdır, ressamları rahat bıraktığı zaman, onlara karşı bütün görevini yerine getirmiş olur.” Ertesi yıl Paris’te, hem
bir savaşa sürüklendikleri Prusya iktidarına hem de kenti onlara teslim etme niyetindeki burjuvaziye karşı şehirlerine sahip çıkarak, bir öz yönetim kuran komün yönetimi kurulduğunda Courbet, Kültür Bakanlığı’nın yetkisini devralan Sanat Birliği Başkanlığı’nı üstlenir. Müze ve sanat yapıtlarının korunması görevini alır. Alman bombardımanına karşı önemli anıtların yanında önemli birtakım koleksiyonları yağmalanmaktan korur. Napolyon’un zaferleri onuruna dikilmiş, bir militarizmin anıtı olan Vendome Sütunu ise komüncülerce yıkılır. Komün bastırılınca, diğer devrimciler gibi Courbet de tutuklanır. Altı ay hapis sonrası serbest kalır. Ancak anıtın yıkılmasından sorumlu tutulup yeniden yapımının tazminine mahkûm edilince ülkeyi terk eder, 31 Aralık 1877’de de İsviçre’de ölür.
Bombardıman altında itfaiyeci bir müzisyen Senfonileri, konçertoları, opera ve oda müzikleriyle ve hemen her yapıtındaki belirgin imzasıyla tarihsel bir dönemin simgesi kabul edilen Rus besteci Shostakovich'in, yaşadığı dönem gereği müziği kadar iktidarla ilişkisi de ilginçtir. Pek çok besteci ve müzisyen devrimden sonra Rusya’dan ayrılarak müzik hayatını Batı’da sürdürürken Shostakovich ülkesinden ayrılmamış, Sovyetler Birliği’ndeki her türlü toplumsal gelişmeyi yaşamış dolayısıyla yakın geçmişte önemli bir döneme tanıklık etmiştir. Shostakovich, kimi zaman SSCB iktidarı tarafından baş tacı edilmiş, ülkesinin sanat elçisi olarak dış dünyada kabul görmüş; kimi zaman da yine aynı iktidar tarafından ağır eleştirilerin hedefi olmuş, işçiye köylüye seslenmemekle suçlanarak cezalandırılmıştır. 1906'da Saint Petersburg'da dünyaya gelen Shostakovich kariyerine başladığında, ortaya çıkan ilk besteleri ilgiyle karşılanır. 1926'da mezuniyet sınavı için bestelediği 1. Senfoni, ona 20 yaşında bir ün sağlar. 1928'de ise Sovyet müziğinin elçisi olarak yarı resmi bir görev ile onurlandırılır. Dünyayı dolaşıp Rus müziğini tanıtacaktır. Buna karşılık yöntemleri, kişisel bir müzik dili yaratmaya başlaması nedenleriyle eleştirilerin de hedefi olur. O ise, 1931'de New York Times'a verdiği bir demeçte kendisini devrimci-halkçı olarak tanımlayarak içinde ideoloji taşımayan müzik düşünemediğini söyler. Bu demeçle, Batı dünyası onu "komünist besteci" olarak anmaya başlar. Takip eden yıllarda eserleri, batı müziği etkisinde kalmış burjuva eserleri olarak kabul görür ve sahnelenmesi engellenir. 1934 yılında yazdığı Mtsenks’li Lady Macbeth operası 1936 yılına kadar sahnelenir. Ancak 1936’da Stalin’in operayı izlemesinin ardından Shostakovich, Pravda’da çıkan “Müzik Değil Karmaşa” başlıklı, imzasız bir yazıda içinde anlaşılır
hiçbir melodi olmadığı ve Sovyet değer yargılarına ters düştüğü gerekçesiyle ağır bir dille eleştirilir. Bunun ardından Shostakovich, formalist yani biçimci olmakla suçlanmıştır ki formalizm, burjuva ideolojisi ile eş anlamlı olarak görülmektedir dolayısıyla devrim karşıtı bir halk düşmanı olarak nitelendirilir. Ancak 1937’de yazdığı 5. senfonisi ile büyük bir başarıyla kendini tekrar kabul ettirmiştir. Pravda bu kez övgü dolu bir yazı yayınlar ve “sosyalist gerçekçiliğin senfoni müziğindeki örnek eseri” olarak adlandırılır. 1941 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar Rusya’ya girip Leningrad’ı kuşattığında Shostakovich, gözlerinin zayıf olması nedeniyle orduya katılamayıp itfaiyede görev alarak savunma cephesine bizzat katılır. Bu dönem yaptığı “Leningrad ve halkına, zafere, hümanizme ve insanlığa hitaben” yazdığını belirttiği ve savaş dönemini anlatan 7. Senfoni sadece Sovyetler’de değil; İngiltere ve ABD’de büyük ses getirir. Ancak 8. Senfoni 1943’te seslendirildiğinde Shostakovich, devrim ve Sovyet düşmanı olarak ilan edilmiştir. Çünkü 7. Senfonisi savaşın zor günlerinde, yaklaşan zaferi müjdeleyerek sonlanırken bu senfoni Almanların bozguna uğramaya başladığı dönemde trajik ve melankolik atmosferde olmuştur. Bunun üzerine senfoni, Sovyet Besteciler Birliği tarafından seslendirilmesi uygun olmayan eserler arasına alınmıştır. 1948 yılında çıkarılan kararnamede formalist olmakla, Sovyet politikasına ters gitmekle ve Batıya yaranmaya çalışmakla suçlanmış ödül alan eserleri bile sansürlenmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda iktidarla tekrar yakınlaşır, Partiye kayıt olur, Besteciler Birliği’nde birinci sekreter olur. Shostakovich’in iktidarla olan bu gelgitli ilişkisi 1975’te ölümüne dek sürer. Öldüğünde ise resmi bir cenaze töreni düzenlenir, başsağlığı bildirisi yayımlanır.
12
REFERANDUM 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
Sandığın g öst e rdiği emen Referandum sonuçları eg önemli an siyasetin aktörleri açısınd nin ‘evet’ göstergeler içeriyor. AKP’ nlar, CHP başarısının altında yata n bayrağını siyasetinin sınırı, ırkçılığı ki erime ve AKP’ye kaptıran MHP’de ile evet ekKürt hareketinde boykot lama geliyor? senindeki yarılma ne an ın etkisi Referandum sonuçların n ne gibi siyasetin egemenleri içi sonuçlar doğuruyor?
Bir dönüm noktası olarak Referandum 2010 Referandum sonuçları AKP’nin toplumsal dayanağını güçlendirdiğini gösteriyor. Bu güç onun gerici neoliberaldönüşüm sürecinin kurucu aktörü olmaya devam etmesini sağlayacaktır
Sağ, AKP etrafında kenetlenirken Sol açısından referandum sonuçları toplumsal çelişkiler üzerin kurulacak muhalefet çizgisinin gerekliliğini ve önemini bir kez daha gösteriyor
Galip demokrasi mi otoriterleşme mi? aradı. AKP Ramazan öncesinde Öcalan’la görüşüp ateşkes sağlayarak tırmanan çatışmalar konusunda elini rahatlattı ancak; sağ tabanı ürkütmemek için Kürtlerin siyasal ve kültürel beklentilerine yönelik vaatlerde bulunmaktan özellikle kaçındı.
A
KP Anayasa değişikliği referandumunda neyi başardı? Bu soruya ‘dar anlamda iktidar partisinin kendisi’, ‘temsil ettiği sınıfsal çıkarlar’ ve ‘oyunu aldığı toplumsal kesimler’ açısından ayrı ayrı yanıtlar verilebilir; ancak siyasetin ve devletin yeniden şekillenme sürecinin temel belirleyeni sınıfsal egemenlik ilişkileri olduğundan, önceliği sınıfsal analize vermek gerekiyor. AKP kurmaylarının referandum öncesinde destek tavrı açıklamayan sermaye örgütlerine, “Sermayenin önündeki engelleri kaldırıyoruz, bu anayasaya en çok onların destek vermesi gerekir” diye çıkışması, değişiklik paketinin sınıfsal içeriğine ilişkin önemli bir itiraftı. Sivilleşme ve demokratikleşme söylemleriyle Anayasa’ya yapılan müdahale, 12 Eylül 1980 darbesiyle emekçi sınıfları baskı altına alarak start verilen neoliberal dönüşümün devlet içindeki ayakbağlarından da kurtulması girişimiydi. Yani referandumla onaylanan, sermayenin ihtiyaçları uyarınca neoliberalizmin anayasanın temel felsefesi haline gelmesi ve sermaye politikalarını kararlılıkla uygulayacak otoriter bir yürütmenin kurumsallaşması, yani gerici, faşist, neoliberal rejimin kemikleşmesiydi. KİTLE PARTİSİNDEN DEVLET PARTİSİNE Referandumu aynı zamanda AKP’nin bir zaferi haline getiren ve geniş katılımlı bir referandumda yüzde 58’lik bir seçmen desteği sağlayan toplumsal politik dinamikler de bu temelde değerlendirilmelidir. Akademisyen Şebnem Oğuz, referandum öncesinde Sendika.Org’da yayımlanan
Erdo¤an her ne kadar mitinglerde tek adam görüntüsü sergilese de AKP’ye güç veren birden çok toplumsal kesimden oluflan bir ittifak. Referandum sonuçlar› sermaye-cemaat iliflkisine dayanan bu ittifak›n bünyesine Kürt burjuvazisi ve liberalleri de eklemlemeyi baflard›¤›n› gösteriyor. makalesinde şöyle diyordu: “Otoriter devletçilikte iktidardaki siyasi partilerin rolü, kendi tabanlarının sınıfsal çıkarlarını devlet düzeyinde temsil etmek yerine, yürütme organında cisimleşmiş olan “devlet çıkarlarını” (günümüzde neoliberalizmi) kendi tabanlarının ve toplumun geniş kesimlerinin nezdinde temsil etmeye dönüşür. Poulantzas bu süreçte iktidara gelen (gelebilen) kitle partilerini ‘tamı tamına devlet partisine dönüşen
egemen kitle partisi’ sözleriyle tanımlar. İşte AKP’nin bugünkü konumu tam da budur.” AKP, politik İslamcı köküyle neoliberal proje arasında bir bağ kurabilmiş; kuruluşu ve sekiz yıllık iktidarı süresince, neoliberalizmin gerektirdiği iktidara dönüşerek bir devlet partisi haline gelmiştir. Neoliberalizmin devlet içindeki engellerini ayıklayan bu süreci “Kemalist rejim, halkın güçlü sillesiyle sallandı” diye yazan Ahmet Altan, referandumu
dar anlamda AKP ve politik İslam açısından bir zafer haline getiren şeyi de açıklamaktadır. Politik İslam, Kemalist devletle hesaplaşmasını neoliberalizme hizmet ederken bulmuştur. Bir başka deyişle politik İslam projesi neoliberal dönüşüm projesiyle örtüşmüştür. AKP, bu projeye meşruiyet ve kitle desteği ararken de ikili bir propagandaya başvurdu; meşruiyeti “sol söylemde”, kitle desteğini “Türk-İslamcı şoven dil” ve “sağ popülizmde”
Kendi değilse de fikri ve kitlesi iktidar AKP’nin, referandum sonucunda sa¤ taban›, geçmiflin Milliyetçi Cephe siyasetini and›r›r biçimde etraf›nda toplamay› baflard›¤› görüldü. AKP, referandum kampanyas›n› milliyetçimuhafazakar tabana seslenen sa¤ bir söylem üzerine kurdu ve MHP taban›ndan kendisine do¤ru bir kopma yaratma hedefiyle hareket etti. Erdo¤an, referandum mitinglerinde MHP’yi CHP’nin kuyru¤una tak›lmakla elefltirdi. MHP’lilere seslenerek partilerinin Komünistlerle, PKK’yle ayn› safa düfltü¤ünü söyledi. MHP’nin siyasi çizgisine dönük d›flar›dan elefltirilerin yan› s›ra faflist hareketin bir di¤er siyasi partisi olan BBP’yle kurdu¤u ittifak, ‘ba¤›ms›z ülkücüler’ olarak adland›r›lan grubun destegi AKP’nin istedi¤ini elde etmesini sa¤lad›. Oylar›n da¤›l›m› MHP seçmeninin önemli bir k›sm›n›n ‘Evet’ dedi¤ini gösterdi. Oylar›n da¤›l›m› 2009 yerel seçimlerinin
sonuçlar›yla k›yasland›¤›nda MHP’nin erime yaflad›¤›n› gösteriyor. Örne¤in Kastamonu’da 2009 y›l›nda MHP yüzde 49.3, AKP yüzde 38.7, CHP yüzde 8.6 oy alm›flt›. Referandum sonuçlar›na bak›ld›¤›nda kentin yüzde 62.77’si evet, yüzde 37.23’ü hay›r oyu vermifl. MHP aç›s›ndan benzer bir erimenin Bart›n, Karabük, Aksaray, Erzurum, hatta MHP’nin kalesi say›lan Osmaniye’de bile yafland›¤› görüldü. Bu erimede AKP’nin MHP’li seçmene dönük stratejisi kadar MHP’nin izledi¤i siyasi çizginin de etkisi var. Görünen o ki MHP seçmeni referandum kampanyas›n› Kürt aç›l›m›n› hedefe koyan ve ‘Habur Sendromunu’ hat›rlatarak ‘Hay›r’ isteyen Bahçeli’yi yeterince ikna edici bulmam›fl. Elbette bunda anayasa de¤iflikli¤i ile bu karfl›tl›¤› ba¤daflt›ramamak ya da Kürt düflmanl›¤›na dayanan türden milliyeçili¤i art›k inand›r›c› bulmamak gibi tutumlar da etkili olmufltur.
A
Kürt hareketi kavşakta
Bu nedenle sa¤ seçmenin AKP etraf›ndaki birli¤inin MHP’ye alternatif olabilecek yeni bir milliyetçi-muhafazakar söylemin temellerini atmas› beklenebilir. Öte yandan MHP’nin, seçmen bas›nc› ile AKP ile uzlaflan bir siyaset izlemesi ya da aksine AKP’ye karfl› muhalefeti sertlefltirmesi iki muhtemel seçenek olarak yer al›yor. Tabii partinin yönetici kadrolar›n›n ak›beti de parti içi muhalefet ve demokrasinin gücüne ba¤l› olarak de¤iflecektir. Bu de¤erlendirmelerle yola ç›kmadan önce somut durumu hat›rlamakta yarar var. Referanduma ait her konuda farkl› görüflleri savunanlar›n üstünde birleflti¤i tek konu MHP’nin seçimin ‘gerçek kaybedeni’ oldu¤u. Fakat Bahçeli’nin oylama sonuçlar› aç›kland›ktan hemen sonra yapt›¤› erken seçim ça¤r›s› MHP kurmaylar›n›n durumun ay›rd›na varmad›¤›n› gösteriyor.
KP dışında referandumda hedeflediği sonuca ulaşan tek aktör BDP oldu. Hakkari, Diyarbakır, Şırnak, Van, Batman gibi Kürt illerinde seçmenin yarısından fazlası sandığa gitmedi. Boykot özellikle BDP’nin 2009 yerel seçimlerinde yüksek oranda oy aldığı 10 ilde etkili oldu. Seçim stratejisini ‘bizi yok sayanları 12 Eylül’de yok sayacağız’ çağrısı üzerine oturtan BDP, açılım sürecinde kendileri açısından ikna edici bir gelişme olursa bu tercihten vazgeçebilecekleri yönündeki açıklamalarıyla bir süre kafa karışıklığı yaşadı, yaşattı. Fakat boykot tavrından taviz vermeyen hareketin bu siyasetinde başarılı olduğu görüldü. Hakkari’de seçmenin yüzde 94’ü sandığa gitmezken BDP’nin kalesi Diyarbakır’da boykot yüzde 67’lik bir katılımla gerçekleşti. Üstelik bu kentte 2009 Yerel Seçimleri İl Genel Meclisi oylamasında DTP yüzde 59, 44, AKP ise yüzde 31,50 oranında oy almıştı. DTP’nin
ardılı olan BDP’nin oy oranının arttığı görülüyor. Artış ve boykota katılım oranı ana akım medya tarafından bile BDP’nin tartışmasız başarısı ve Kürt seçmenin siyasi iradesi olduğu kabulünü sağladı. KÜRT BURJUVAZİSİNİN ÇIKIŞI Boykota katılım oranının yüksek olması Kürt hareketinin başarısına işaret ederken referandum sürecinde Kürt burjuvazisinin evet çıkışı, AKP’nin Kürt hareketini sınıf temelli bölme projesinin de bir ölçüde başarılı olduğunu gösterdi. Bölgede seçime katılanların oy oranlarının ezici biçimde ‘evet’ çıkması da cemaatlerin ve feodal ilişkilerin etkisiyle açıklanabilir. Bu ayrışma bir hesaplaşmaya zemin hazırlayabilir. Hesaplaşmanın yönünü Kürt hareketi içindeki sınıfsal çelişkiler belirleyecek. Bu noktada burjuvazinin sınıfsal karakterinin temel niteliklerinden birinin çıkarları doğrultusunda hızla yön ve tutum değiştirmek olduğu
SÖYLEMDE SOLCU İCRAATTA SAĞCI AKP değişikliği paketini en geniş kamuoyu ve muhalifleri önünde savunurken 12 Eylül’le hesaplaşma ve demokratikleşme söylemlerini öne çıkardıysa da kitlesiyle başbaşa kaldığında 12 Eylül’ün resmi ideoloji haline getirdiği Türkçü-İslamcı dile sarıldı. Böylece hem değişiklik paketinin anti-demokratik ve emek düşmanı özünü maskelemeyi hem de en geniş sağcı tabanı birleştirerek kendi politik projesinin destekçisi haline getirmeyi başardı. Çok yönlü boğucu propaganda, manipülasyon, popülizm ve saldırganlık bu sağ siyasetin doğal gereklilikleriydi. Emek düşmanı ve baskıcı politikalara toplumsal onay-rıza sağlayacak olan bu sağ kitle temeli, gerici-neoliberal rejimin geleceği açısından da gerekli olduğundan, Erdoğan’ın kurduğu sağ birliğin tek bir seçimlik olmadığı anlaşılmaktadır. Bu da Erdoğan’ın referanduma giderken dediklerinin ve yaptıklarının referandumdan sonra yapacaklarının göstergesi olacağı anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla AKP emek düşmanı, anti-demokratik ve Kürt hareketini tasfiyeye yönelik politikalara hız verecek, bu süreçte meşruiyet ve kitle desteği sağlamak için de liberallerin yalancı tanıklığından ve sağ söylemden azami ölçüde faydalanmanın yollarına bakacaktır.
CHP’nin ‘Hayır’ sınırı R
düşünüdüğünde ayrışmanın mutlak bir durum olmadığı söylenebilir. Yine de bundan sonrası için Kürt hareketinin hem iç hesaplaşmasında hem de genel siyasal stratejisini belirlemesinde savaşın devam etmesi ya da müzakere sürecinin başlaması gibi ‘dışsal’ koşullar belirleyici olacaktır. Fakat Kürt hareketinin tasfiyesi ve Kürt burjuvazisinin bir ittifak unsuru haline getirilmesini öngören açılım projesi hesaba katıldığında, ikinci durumun tercih edilmesinin Kürt hareketini neoliberal asimilasyona sürükleyebileceği görülüyor. Boykot siyasetinin Kürt illeri dışında çok da etkili olmadığını söylemek gerek. BDPnin ‘batı’ya göç etmiş ve bundan da öte işçileşmiş, kent yoksulu haline gelmiş Kürt seçmenle bağlarının ‘doğu’daki kadar kuvvetli olmadığı söylenebilir. Bu seçmenin BDP’nin içinde bulunduğu siyasal kavşakta emek eksenli bir yön çizmesine etki edebileceği söylenebilir.
eferandum sürecine Kılıçdaroğlu rüzgarıyla giren CHP, sonuçta kaybeden tarafta yer alsa da etkili olduğu illerde hayır oylarının yüksek çıkmasıyla ve Kılıçdaroğlu’nun etkili kampanyası nedeniyle bu süreçte gücünü korudu ve kısmen de artırdı. Referandum kampanyası CHP’nin politik çizgisindeki değişimin de görünür hale geldiği bir süreç oldu. Kılıçdaroğlu sermayeyi rahatsız etmeyen iş-aş-yoksulluk söylemini bu kampanyada da kullandı; ancak paketin içeriği ile bu söylem arasında bağ kurma noktasında sıkıntılı bir manzara çizdi. Kılıçdaroğlu’nun halkın taleplerini içeren söylemleri, daha önce CHP ile yollarını ayıran Mustafa Sarıgül, Rahşan Ecevit gibi kimi aktörler tarafından destek bulurken sosyal demokratları da etkiledi. CHP’nin yüzde 30’luk geleneksel tabanı, Baykal dönemindeki ırkçı-milliyetçi söylem sebebiyle dağılmış ve yüzde 19’lara kadar düşmüştü. Kılıçdaroğlu, CHP’nin geleneksel tabanını hareketlendirmesine rağmen politik söylemini netleştirmedi ve anayasa değişiklik paketinin içeriği konusunda net bir söylem tutturamadı. Bu durum kampanya döneminde CHP tarafından kullanılan “İşçiyi ve işvereni köleleştiren anayasaya Hayır” gibi pankartlar ve referandum mitinglerinde yapılan konuşmalara karşı parti içinden yapılan farklı yöndeki açıklamalarla açığa çıktı. Kılıçdaroğlu, son mitinglerine doğru tüm maddelere karşı olduğunu açıklarken MYK’daki Gürsel Tekin’in “iki madde dışında hepsine evet” açıklaması; Kılıçdaroğlu “türban sorununu biz çözeriz” dediği sırada CHP’li Avcılar Belediye Başkanı’nın rahibe benzetmesiyle gerilim yaratan afişler astırması bu tür farklılaşmaların örneği oldu. Bu ‘hayır’ kampanyasının tutarlılığının da zedelenmesine yol açtı. Politik söylemin netleşmemesi, CHP’nin çizgisini bir kez daha içeriksiz bir AKP karşıtlığına daralttı. Bu karşıtlık, AKP’ye oy vermiş ancak anayasa değişikliğinden zarar görecek olan kararsız nitelikteki seçmenin AKP’ye kenetlenmesine yaradı.
13
REFERANDUM 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
S A N D I K T A N
S O L A
Ç I K A N
G Ö R E V
Sosyalistlere ihtiyaç artıyor Ezilenler cephesinde birliğin sağlanması, iktidarın açık ajanlığını yapan liberal safranın atılması ve AKP karşısında emek eksenli bir çizginin ilerici muhalefet güçleri tarafından birleştirici zemin olarak kabul edilmesiyle mümkün nicel katkılarıyla kıyaslanamayacak bir nitel katkıda bulunmuş oldu.
R
eferandum sonuçlarına göre AKP’ye karşı çıkanların sağdan büyük ölçüde arındığı ve esas olarak kendini solda ifade eden toplumsal kesimler olduğu görülüyor. Bununla birlikte, CHP seçmeninden Kürt hareketine uzanan bir yelpazedeki bu kesimlerin AKP’ye karşı çıkışını halkın bağımsız çıkarları temelinde ifade eden yalnızca sosyalistler ve ilerici emek örgütleri oldu. SOSYALİSTLERİN HAYIRI Sosyalistler ve ilerici emek örgütleri, referandum sürecinde AKP’nin anayasa değişikliğine karşı halkın çıkarlarını temel alan bir eleştiri getirerek “Hayır” tavrı içinde CHP’den bağımsız bir pozisyon oluşturdular. Halkevleri, EMEP, ÖDP ve TKP’nin ortak yürüttüğü “12 Eylül Anayasasına da AKP Anayasasına da Hayır” kampanyası, bu bağımsız sosyalist konumlanışın görünürlük kazanması ve siyasetin ekseninin sola kaydırılması noktasında önemli bir görevi yerine getirdi. Dörtlü dışında Sosyalist Parti, TBİP, İşçi Cephesi ve Ürün gibi bazı sosyalist gruplar da hayır tavrını benimsedi. İlerici emek örgütleri arasında ise DİSK ve TMMOB ile merkezi karar açıklamayan Türk-İş ve KESK’e bağlı pek çok sendika da ‘hayır’ dedi. Anayasa değişikliğinin özelleştirmeleri, kamusal zenginliklerin talanını, temel hizmetlere yönelik zamları kolaylaştırmak ve emekçilerin siyasal ve ekonomik mücadele kanallarını daraltmak için yapıldığını dile getiren sosyalistlerdi. CHP ise, değişiklik paketi eleştirisini HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin mevcut halini koruma kaygısına daraltmış, başka itirazlarının bulunmadığını dile getirerek içeriksiz bir AKP karşıtlığını öne çıkarmıştı. Sağ siyasetin etkisi altındaki halk kitlelerini ikna etme şansı olmayan ve otomatik olarak AKP cephesine iten
Sosyalistlerin ‘12 Eylül Analasas›’na da AKP Anayasas›na’da Hay›r’ mitingi CHP siyaseti karşısında sosyalistlerin emek eksenli muhalefeti, oy sayılarıyla sınırlanamayacak bir etkide bulundu. Egemen siyasetin “yüzde 70 sağ yüzde 30 sol” denklemi ile malul yukarıdan cepheleşmesine sıkışmayan ve emeğin çıkarlarını temel alan bir başka cepheleşmenin henüz çok mütevazı bir aşamada da olsa mümkün olduğu görüldü. Bunun somut örnekleri HES’lere karşı doğaya ve su haklarına sahip çıkan Karadeniz halkının ya da Barınma Hakkı Bürolarının,
idari yargının bundan böyle kamu yararını gözetmesini imkansız hale getiren değişiklik maddesine karşı ‘hayır’ı; Dev Sağlık-İş’li işçilerin sendikal hakları ve iş güvencesini savunan ‘hayır’ı vb. ile yaratıldı. Bu süreçte CHP tüm tutarsızlığına karşın zamanla söylemini değiştirip söz konusu iki madde dışındaki maddeleri de sosyalistlerin argümanlarıyla eleştirmeye başladı. Yani ‘hayır’ diyen sosyalistlerin bağımsız konumlanışı, siyasetin eksenini sola kaydırmış ve
ÇATIŞMA BİTMEDİ SERTLEŞECEK AKP’nin hem bir güvenoyu olarak değerlendirdiği hem de neoliberal politikaları önündeki engellerden kurtulduğu değişikliğin ardından, antidemokratik ve emek düşmanı uygulamaları tırmandıracağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Üstelik referandum itibariyle AKP projesine destek veren kitleler, şoven bir söylemle bir araya getirilmiş ve AKP’nin genel seçime kadar taşımayı tasarladığı bu kitleyi kaybetmemesi Kürt hareketi karşısında çatışmacı bir çizgi izlemesiyle mümkün olacaktır. Yani önümüzdeki dönem AKP, siyasetini daha da sağa çekerek; emekçileri, Kürt hareketini ve tüm demokrasi güçlerini karşısına alacaktır. Bunu da, referandumun hemen ardından uzlaşı mesajları veren TÜSİAD’ından Kürt burjuvazisine egemen sınıfları yanına çekerek ve yine liberallerin meşrulaştırma çabaları eşliğinde yapmaya çalışacaktır. Sermaye gruplarının referandum sonrası adeta bayram ilan ederek askıya aldıkları milyar dolarlık projeleri başlatacaklarını açıklaması, liberallerin bu açık talan sürecini “demokratikleştik, yetmez daha fazlasını istiyoruz” yalanlarıyla karşılaması yeterince açıklayıcıdır. Bu sermaye saldırısının sosyalistlerin önüne koyduğu görev de, otoriterleşmeyi demokratikleştirme diye yutturmaya çalışan liberalizmin panzehiri de emek eksenli mücadeledir. Egemenler cephesinde aynılar aynı yerde toplanmaktadır. Ezilenler cephesinde birliğin sağlanması ise iktidarın açık ajanlığını yapan liberal safranın atılması ve AKP karşısında emek eksenli bir çizginin ilerici muhalefet güçleri tarafından birleştirici zemin olarak kabul edilmesiyle mümkündür.
Solun ortak duruşu umut verdi Cumhuriyet gazetesi yazarı Ergin Yıldızoğlu referandum sonuçlarını Halkın Sesi’ne değerlendirdi. Yıldızoğlu sosyalistlerin egemenler tarafından bir güç olarak algılandığına dikkat çekti Yazar Ergin Yıldızoğlu’ndan referanum sonuçları hakkında görüşlerini bizimle paylaşmasını istedik. Yıldızoğlu’nun sandık sonuçları hakkındaki izlenimleri şöyle: Referandum süreci, Türkiye’nin siyasi coğrafyasında, 1970’lerden bu yan görülmeyen bir netleşme yarattı. Bir tarafta, ABD ve AB tarafından da desteklenen “Evet” cephesi (siyasal İslam ve masasının altına sığınmış liberaller)karşısında, CHP ve sosyalist hareketten oluşan hayır cephesi. MHP tabanının büyük ölçüde tasfiye
olduğunu gösteren sonuçlara bakarak, milliyetçi ideolojinin etkisinin kırıldığını, siyasi manzaranın çok büyük ölçüde netleştiğini söyleyebiliriz. Referandum, hemen tüm ulusalcı hareketlerde bir aşamada kaçınılmaz olarak yaşanan bir süreci Kürt hareketi içinde de tetikledi, Kürt hareketi üzerinde ayrıştırıcı bir etki yarattı. Sermaye -toprak ağalığı kesimi, BDP’nin kendilerini bağlamadığını açıklayarak “Evet” kampına katıldılar. BDP’nin boykotu başarılı oldu, ama tüm potansiyellerine ulaşamadı. Şimdi Kürt
egemen sınıflarının, BDP’nin liderliğindeki ulusalcı entelijansiyaya karşı bir hegemonya atağının başladığını düşünüyorum. Saflaşma ekonomik değil de ideolojik kültürel etkenler üzerinden, Siyasal İslam muhafazakarlığı ile Liberal “pasif nihilizm”inin oluşturduğu reaksiyoner kesimle, Aydınlanma geleneğinin “hakikat rejimine” (dünya yeniden inşa edilebilir!) bağlı Cumhuriyetçi ve sosyalist kesim arasında şekillendi. BDP’nin ideolojisi, söylemi ve hedefleriyle, ulusalcı bir hareket olarak, ikinci kampa
ait olduğunu, eğer buna uygun siyasi bir çizgi izleyemezse, 30 yılda oluşturduğu kimliğinin siyasal İslam’ın cemaat söylemi altında bir kuşak sonra eriyip gidebileceğini düşünüyorum. Sosyalist hareketin, hayır ve boykot kanatlarıyla, yapının önlerine koyduğu seçenekleri redderek referandum sürecinden başarıyla çıktığını düşünüyorum. Sosyalist hareketin belli bir eylem birliğini, eş güdümü ve dayanışmayı sağlaması, aktif bir hayır kampanyası, kendi içinde seviyeli bir tartışma yürümesi de önümüzdeki
süreç açısından umut verici bir gelişme oldu. Tüm bu nedenlerden dolayı 1980’den bu yana sosyalist hareket ilk kez ülke siyasal coğrafyasında, egemen güçler tarafından önemli bir güç olarak algılandı. Şimdi sosyalistlerin bu güçlerinin ayırtına varmaları gerekiyor. Kürt hareketinin de başlayan bölünmeyi görmezden gelerek, sağa kaymaya boyun eğmek yerine, daha halkçı ve eşitlikçi bir özellik kazanmaya çalışırken, tek gerçek, güvenilir dostunun Türkiye sosyalist hareketi olduğunu artık kavraması gerekiyor.
Aynılar aynı yere Referandum 2010, siyasi aktörler açısından bir dönüm noktası olduğu kadar Türkiye’de liberalizmin bundan sonraki macerası için de önemli sonuçlar doğurdu. Liberal sol ile sosyalist sol arasında Ergenekon davası ile başlayan ayrışma süreci, anayasa değişikliği için kurulan ‘Yetmez Ama Evet’ inisiyatifinin varlığı ve izlediği siyasetle artık geri dönülemez bir noktaya ulaştı. Başını ÖDP’den ayrılan ‘Özgürlükçü Sol’un çektiği Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), Başbakan’ın teşekkür konuşmasında kendine yer bulan DSİP, “askeri vesayet rejimine ve 12 Eylül Anayasası’na karşı” AKP’nin Anayasasını desteklemek için azılı sol düşmanı Nazlı Ilıcak, Abdurrahman Dilipak gibi isimlerle yan yana geldi. Bununla da yetinmeyerek anayasa değişikliğine ‘hayır’ diyen sosyalistleri ‘darbecilikle’, ‘statüko yanlısı olmak’la suçladı. Liberallerin Evet cephesine ilhak etmesi üç boyutlu bir etki yarattı: Bunlardan ilki anayasa değişikliğinin içeriğine dönük AKP çarpıtmalarına inandırıcılık kazandırmak. İkincisi ilkiyle de ilintili olarak seçim sonuçlarının da gösterdiği üzere verdikleri desteğin ve söylemlerinin, gerici şoven bir tarihsel ittifakın demokratik atılım hareketiymiş gibi sunulmasına hizmet etmesi. Üçüncüsüyse geçmişte ismi sol ile anılan aydın ve sanatçıların ‘evet’ demesinin etkisiyle sol tabanda kafa karışıklığına yol açmış olmaları. Girilen ittifakın ana gövdesini oluşturan islamcı-sağ geleneği demokrasi bayraktarı
ilan eden liberaller anayasa değişikliğini ‘askeri vesayet rejimini tasfiye edeceği’, ‘darbecilerle hesaplaşmaya olanak tanıyacağı’ için desteklediklerini duyurdu. AKP’nin değişiklik paketinin içeriğini çarpıtarak kamu çalışanına toplu sözleşme hakkı verdiği, birden çok sendikaya üyelik olanağı getirerek sendikal hakları genişlettiği, kadın-erkek eşitliğinin yasal zeminini oluşturduğu gibi 26 ayrı yalan, bu cephenin çabalarıyla gerçekmiş gibi sunuldu. Anayasa değişikliğinin demokratik bir dönüşüm olduğu fikrinin kanıksanmasında sol liberallerin gayreti yadsınamayacak kadar çoktu. Anayasa değişikliğinin demokratik bir içeriğe sahip olduğunu iddia eden bu cenah ‘Evet’ tavrını bir demokrasi mücadelesi cephesi ilan etti. Liberaller AKP’yi bu cephenin öncü kuvveti olarak ilan edince yılların İslamcı-faşist siyasi güçleri birden demokrasi kahramanı oluverdi. Alanlarda geleneksel sağ söylemi terk etmeyen Başbakan’ın seçim sandığına sağda birlik olarak yansıyan söylemi bile bu imajı sarsamadı. Üstelik liberaller ‘demokrasi savaşına’ tutuşurken savaşta her yol mübahtır diyerek sola saldırdı. Tarihsel ve teorik çarpıtmalar yaparak ‘hayır’ tavrının altını oymaya çalıştı. Evet cephesine destek veren ve geçmişte sol cephe içerisinde yer alan isimler ve siyasi oluşumların bu tavrı AKP’nin fikri hegemonyasını güçlendirirken sol tabanda kısmi de olsa bir kafa karışıklığına yol açtı. Referandum sonucunu demokrasinin zaferi ilan eden liberaller, AKP’ye hizmeti sürdüreceklerini gösteriyor.
Ekonomi de yalan R
Yumurtan›n kerameti
“Yetmez ama Evet” grubu, ‹stanbul’daki panelinde Ö¤renci Kolektifleri taraf›ndan yumurta f›rlat›larak protesto edildi. Eylemler sonunda grup, kör fliddete maruz kald›klar›n› iddia ederken; yumurta, solcu kimli¤i ile bilinen ayd›n ve yazarlar›n AKP’li ayd›nlar olarak tescillenmesini sa¤lad›.
eferandumun hemen ardından gelen “İMKB tarihi rekora imza attı” haberini, Türkiye İstatistik Kurumu’nun, yılın ikinci çeyreğinde ekonominin yüzde 11,7 büyüdüğü açıklaması takip etti. Bu açıklamalar yatırımcıların da keyfini yerine getirdi ve yandaş medyanın “Yüzde 58’lik referandum zaferinin arkasında yüzde 11’lik ekonomik büyüme var” söylemiyle “Ekonomi iyiye gidiyor” izlenimini yaymasına zemin oluşturdu. TÜİK’in açıkladığı büyüme rakamları AKP ve yandaşlarına ekonomi açısından olumlu bir yıl geçeceğini anlatırken ekonomi uzmanı Mustafa Sönmez’e göre
durum o kadar iyi değil. SÖNMEZ UYARIYOR Büyüme rakamlarını 2009 yılındaki rakamlarla kıyaslamanın yanıltıcı olduğunu defalarca belirten Sönmez, sağlam bir kıyaslamanın kriz öncesine bakılarak yani bugünü 2008 rakamlarıyla kıyaslanarak elde edileceğini söylüyor. Bu rakamlara göre 2010’un ilk altı aylık büyümesi 2009’daki kaybı telafi etmiyor. Sönmez, ülkeye sıcak para girişiyle yaşanan büyümenin istihdamı artırmadığını belirtiyor ve cari açığın çığ gibi artacağına işaret ediyor. Sönmez, sıcak para girişinin kamçıladığı ithalata dayalı ihracat artışın etkilediği
gelir vergilerinde yaşanacak artışın bir süreliğine bütçenin fazla vereceğini söylüyor. Sönmez’e göre AKP, referandum öncesinde yaptığı kamu emekçisinin maaşlarına beklenenden fazla zam yapması, esnafın borç kredi faizini düşürmesi gibi icraatları referandumdan sonra da tekrarlayacak. Referandum öncesinde mali kuralı rafa kaldıran AKP’nin 2011 yılındaki seçimi gözeterek bütçe açığını büyütmeyi göze alan politikalar izleyeceğini söyleyen Sönmez, hükümetin çığ gibi büyüyen cari açık konusunda ciddi sıkıntılarla karşılaşabileceğini söylüyor.
14
BİLİM-SPOR 17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
Türkiye’de basketbol kazandı Heyecanla beklenen turnuva sona erdi. Takım oyununun öne çıktığı turnuvada ABD şampiyon oldu. AKP de salondan nasibini aldı. Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül salonu yuhalanarak terk etti heyecanı artıran en önemli etken şüphesiz takım oyununun öne çıkmasıydı. Bireysel yeteneklere dayalı oyun oynamaya çalışan takımlar topu iyi paylaşan, yardımlaşan takımlar karşısında direnemedi. Öyle ki bugüne kadar bireysel yeteneklerle öne çıkan ABD takımı bile turnuvada önceliği takım oyununa verdi. Turnuvaya damgasını vuran oyuncular da bu takım oyununun içinden çıktı.
A
ylardır heyecanla beklenen Dünya Basketbol Şampiyonası sona erdi. Seyir zevki olarak hemen herkesi tatmin eden şampiyonada ABD şampiyonluğa erişti. Uyguladığı başarılı takım oyunuyla turnuvada sivrilen ve sürpriz yapan Türkiye ise final maçında ABD’ye yenilerek ikinci oldu. C Grubu’nda mücadele eden Türkiye grup maçlarını zorlanmadan tamamladı. Fildişi Sahilleri, Çin, Rusya, Yunanistan ve Porto Riko’yla karşılaşan Türkiye tüm maçlardan galibiyetle ayrıldı. Türkiye ikinci turda D Grubu’nu dördüncü olarak tamamlayan Fransa’yla karşılaştı. Dünyanın en başarılı basketbolcularından biri olan Tony Parker’dan yoksun olan Fransa’yı da kolayca geçen Türkiye çeyrek finalde Slovenya’yla karşılaştı. Slovenya karşısında da takım oyunu ve seyirci desteğiyle galip gelen Türkiye adını yarı finale yazdırdı. Yarı finale kadar çok zorlanmadan gelen Türkiye dünya basketbolunda söz sahibi olan Sırbistan’la karşı karşıya geldi. Basketbolda çok önemli bir yer tutan Yugoslav ekolünün günümüzdeki en güçlü temsilcisi olan Sırbistan özellikle dünyanın en zeki oyun kurucularından biri olan Teodosic’i durdurmakta çok zor-
landı. Her türlü savunma karşısında çıkış yolu bulan Teodosic’in asistleri ve sayılarıyla tüm maçı önde götüren Sırbistan maçın sonlarına doğru konsantrasyon sorunu yaşayınca Türkiye adını finale yazdırdı. Finalde ABD’nin yıldız oyuncularının takım oyunu ve geçen yılın NBA sayı kralı Kevin Durant’e engel olamayınca maçtan 81-64 mağlup ayrıldı ve ikinci oldu.
TAKIM OYUNU KAZANDI Turnuvanın en büyük favorilerinden olan İspanya’nın Katalan yıldızı Pau Gasol’un yokluğunda ne yapacağı merakla bekleniyordu. Son dünya şampiyonu Katalan oyun kurucusu Navarro’nun önderliğinde grubu 2. sırada tamamlayan İspanya, çeyrek finalde Teodosic’i durduramadı ve elendi. FIBA sıralamasında 1. sırada bulunan Arjan-
tin en büyük yıldızı Ginobili’nin yokluğunda çeyrek finalde, turnuvada beklenenin üstünde performans gösteren Litvanya’ya elenmekten kurtulamadı. Turnuvadaki en büyük hayal kırıklığı şüphesiz Almanya oldu. Uluslararası turnuvalarda genelde başarılı olan Almanya oyun olarak hiçbir şey ortaya koyamayınca turnuvayı 17. sırada tamamladı. Turnuvada seyir zevkini ve
SALONDAN AKP’YE UYARI Turnuva aynı zamanda AKP karşıtı eylemlere de sahne oldu. 2 Eylül’de İstanbul’da oynanan ABD-Tunus maçında Öğrenci Kolektifleri “AKP’nin yalanına üniversite HAYIR diyor” yazılı pankart açtı. Salonda bulunanlar da öğrencilere destek verdi. Yaka paça dışarı çıkarılan öğrenciler “Eylemimiz AKP’ye ve sahibi ABD’ye uyarımızdır” dedi. AKP karşıtı eylemlerin en ses getireni ise final maçından sonra yaşandı. Ödül töreni için sahaya inen Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan seyirciler tarafından uzun süre yuhalandı. Eylem sırasında ve maç çıkışında Erdoğan ve Gül’ü protesto edenler gözaltına alındı. Tam da referandum günü AKP demokrasisi bir kez daha sahaya indi ve turnuva sona erdi.
İtalya’da futbolcular grevde ‹talya Birinci Futbol Ligi Serie A’da 5’inci hafta müsabakalar› oynanmayacak; çünkü futbolcular greve gidiyor. Serie A Futbolcular Birli¤i (L’Aic), Serie A Birli¤i’nin uygulamaya koymak istedi¤i yeni sözleflme flartlar›n› protesto amac›yla 24-25 Eylül’de karfl›laflmalar›n yap›lmayaca¤›n› duyurdu. Grev karar›n› birlik ad›na aç›klayan AC Milan'›n 34 yafl›ndaki savunma oyuncusu Massimo Oddo, 5. hafta maçlar›nda forma giymeyeceklerini belirtirken; yeni getirilen sözleflme flartlar›yla oyuncular›n herhangi bir meta gibi al›n›p sat›labilece¤ini, bu durumun insan haklar›na ayk›r› oldu¤unu ifade etti. Oddo, grev karar›n›n haklar› gözden geçirilinceye kadar devam edece¤ini söyledi. Oyuncular, imzalad›klar› kontratlar›n sonuna kadar devam etmesini sa¤layan mevcut sözleflme sistemin sürmesini talep ediyor. Kulüpler ise performanslar›ndan memnun olmad›klar› futbolcular›n sözleflmelerini son y›l›nda baflka kulüplere satmak ya da maafllar›n› düflüremek istiyor. Serie A Baflkan›, ülkenin ekonomik bir krizden geçti¤ini, kulüpleri ve futbolcular› ekonomik aç›dan koruyabilmek için böyle bir karar ald›klar›n› söylüyor.
BİLİM Bilimsel düflüncenin do€uflu -16: Chatelet Emilie Chatelet k›ymeti az bilinen bir bilim insan›d›r. Yaflad›¤› dönemde kad›n olmas›n›n ona yükledi¤i sorunlar› büyük bir cesaretle aflmas›n› bilmifl, bilim ve düflünce dünyas›nda önemli bir yer edinmifltir. 1706 y›l›nda Fransa’da do¤mufl ve henüz 43 yafl›ndayken hayata veda etmifltir. Babas›, XIV. Louis'in bafl dan›flman› ve özel elçisi olan Émilie Chatelet, küçük yafltan itibaren, eskrim, binicilik, jimnastik gibi derslerin yan›nda s›k› bir e¤itim almaya bafllad›. 12 yafl›na geldi¤inde, Latince, ‹talyanca, Yunanca ve Almanca'y› ak›c› bir dille konuflabiliyor ve çevirmenlik yapabiliyordu. Felsefe, matematik, edebiyat ve bilimsel konularda e¤itim almas›na karfl›n, danstan hofllan›yor, arp çal›yor, opera flark›lar› söylüyordu. 19 yafl›ndayken aile bask›s›ndan ve s›k› disiplinli e¤itim çal›flmalar›ndan kaçarak evlendi. Efli arac›l›¤›yla Frans›z yazar ve filozof Voltaire ile tan›flan Chatelet, ünlü yazarla birlikte kiliseyle devletin ayr›lmas› ve devletin gücünün s›n›rlanmas› ihtiyac› gibi konularda çal›flmalar yapt›. 20 yafl›na geldi¤inde e¤itimini sürdürmek amac›yla, Frans›z Bilimler Akademisi'ne baflvurdu ancak cinsiyeti nedeniyle reddedildi. Bu akademi, ilerleyen y›llarda Chatelet'in Tabiat Üzerine Tezler adl› kitab›n› yay›mlamay› üstlenmifltir. Chatelet'in en önemli eserlerinden biri, Isaac Newton'›n Principia (Prensipler) kitab›n›n Frans›zca'ya çevirisidir. Fransa'n›n, Newton'› tan›mas›nda, Chatelet'nin bu çevirisi büyük önem tafl›r. Newton’a göre; hareket eden cismin enerjisinin kütlesi ile do¤rudan orant›l› olmad›¤› düflüncesinin tersini savunan Emilie du Chatelet, kütle ve h›z›n›n karesi ile orant›l› oldu¤unu kan›tlad›. Einstein’in teorisini destekleyen bu düflünce bilim dünyas›nda ilgi gördü. Kad›n olmas›ndan dolay› sürekli olarak gölgede b›rak›lmak istenen Chatelet’in bilim ve felsefe alan›ndaki mücadelesi ayn› zamanda erkek egemen toplumun kendisini s›k›flt›rmak istedi¤i cendereyi k›rma mücadelesi de oldu. Hayat›n›n son günlerinde bu bask›ya afla¤›daki konuflmas›yla isyan ederek kad›n haklar› mücadelesinin de etkin bir savunucusu oldu¤unu gösterdi. “Beni kendi meziyetlerimle ya da meziyetlerimin olmamas› ile de¤erlendirin, fakat, beni flu büyük generalin, bu büyük bilginin, Fransa’da parlayan bir y›ld›z veya meflhur bir yazara eklenti olarak görmeyin. Ben kendi do¤rumla tüm söyledikleri ve yapt›klar› ile sadece kendisine karfl› sorumlu olan bütün bir kifliyim. Henüz karfl›laflmam›fl olmama ra¤men benden bilgisi daha fazla olan metafizikçi veya filozoflar olabilir. Ancak, onlar da befleri zaafiyetleri olan insanlard›r. Dolay›s›yla, tüm faziletlerimin toplam›n› ald›¤›mda, itiraf etmeliyim ki, kimseden afla¤› kalmamaktay›m."
Darwin çizgi dünyasında Marks’ın Kapital’inden sonra Charles Darwin’in Türlerin Kökeni adlı eserinin çizgi romanı çıktı Yordam Kitap, Marx'ın temel eseri Kapital'in manga (çizgi roman) uyarlamasından sonra bir başka çığır açıcı klasik olan Türlerin Kökeni'nin mangasını yayınlıyor. Kapital Manga gibi yine Japon yayınevi East Press tarafından hazırlanan Türlerin Kökeni Manga, Darwin'in yaşam öyküsünü, Galapagos Adaları'na uzanan ünlü yolculuğunu biyoloji biliminde devrim yaratan Türlerin Kökeni ile iç içe anlatıp öyküleştiriyor. Bu vesileyle Türlerin Kökeni’nin, insanlığın ve evrim teorisinin tarihindeki yerini hatırlatmakta fayda var. Evrimsel biyoloji çalışmaları 19’uncu yüzyılın ortalarında başladı. Fosil kayıtlarındaki incelemeler bilimcilerin çoğunluğunu organizmaların değiştiği konusunda ikna etmişti. Ancak bu değişimlerin
arkasındaki mekanizma, Charles Darwin tarafından doğal seleksiyon teorisi ortaya atılana kadar belirsiz kaldı. Darwin’in 1859’da yayımladığı çalışması Türlerin Kökeni yeni evrim teorilerinin geniş bir kitleye ulaşmasını sağladı. 1930’larda Darwinci doğal seleksiyon Mendelci kalıtım ile birleştirilerek modern evrim teorisinin temelleri atıldı. Darwin, teorisini açıkladığında doğal olarak dini kesimlerden çok tepki aldı çünkü insanların da evrimin ürünü olduğunu ileri sürüyordu. Darwin, Türlerin Kökeni’nde fosil kayıtlarında araformların bulunması gerektiğini belirtmişti. Ancak 19. yüzyılda fosiller arasındaki boşluklar çok fazlaydı ve bu teorinin inandırıcılığını olumsuz yönde etkiliyordu. Kambriyen dönem (günümüzden 495 milyon ile 545
Evrimsel tarih için Darwin’den bu yana ço¤unlukla “yaflam a¤ac›” metaforu kullan›l›r. Yaflam› boyunca böyle bir flema çizmeyen Darwin, bu görevi gelecek kuflak bilim insanlar›na b›rakt›.
milyon öncesi) öncesine ait hiçbir canlı fosili bulunamıyordu. Teorideki bir başka eksiklik de kalıtsal özelliklerin nasıl bir mekanizma ile ve ne ile nesilden nesile aktarıldığı sorusunun o dönemde henüz yanıtlanamamış olmasıdır. Bu soruya daha sonra Mendel’in çalışmaları ışık tutmaya başlayacaktı. Darwin sadece evrimin mekanizması üzerine değil, yaşamın tarihi üzerine de kafa yormuştu. Darwin daha 1830’lardaki notlarında türlerin atalarından farklılaşarak türleşmelerini ağaç benzeri şemalar çizerek anlamaya çalışmıştı ve her grup canlı için böyle bir şema çizilebileceğini savunuyordu. Büyük bir ihtimalle insanların primatlardan geldiğini biliyordu ancak bunu söylemeyi gelecek kuşaklara bırakmıştı.
DENEME - YANILMA - ÖĞRENME GEREKL‹ MALZEME 3 saydam cam bardak, 3 saydam plastik bardak, 3 farkl› tipte toprak (örne¤in, kum, bitki topra¤›, akvaryum kumu), Ölçme kab›, Viflne suyu
Farklı tür topraklar suyu nasıl temizler? Dünya suyunun çok azı tatlı sudur. Dünyadaki tatlı suların büyük kısmı da buzul şeklindedir. Bu bilgiler bile, tatlı su kaynaklarını korumamız, su tüketiminde bilinçli olmamız gerektiğini göstermeye yeterli. Tatlı su kaynakları, göller, nehirler, dereler ve yeraltı sularıdır. Bu suların neden temiz olduğunu merak ediyor musunuz? Köylerde çeşmelerden akan ve tüm köyün içme suyu olarak kullandığı suyu düşünün. Nasıl olur da kayalar içinden çıkan bu su temiz oluyor? Büyüklerinize sorun. Küçükken bir dereden su içmiş olabilirler. Bugün buna her zaman cesaret edemezler. Nedeni basit. İnsan nüfusu arttıkça, atıklarımız da çoğalıyor ve tatlı su kaynakları daha çok kirleniyor. Yeraltı suları, kirliliğin söz konusu olmadığı durumlarda çoğunlukla temiz olur. Doğanın milyonlarca yıldır suyu arıtmak için kendine özgü yöntemleri var. Kaya ve toprak katmanları, süzgeç gibi davranarak, birçok yabancı madde ve bak-
terileri tutar. Sudaki canlılık etkinlikleri sayesinde oluşan oksijen de, ölmüş canlıların parçalanmasını sağladığından suyun temiz kalmasında rol oynar. Suyun içindeki kimyasal maddeler, suyosunları tarafından tutulur ve su yumuşar. Sözünü ettiğimiz yöntemlerden ilkine aklınız takılmış olabilir. Hatta toprağın suyu nasıl temizlediğine şaşırmış da olabilirsiniz. Basit bir deney yaparak bunun nasıl gerçekleştiğini inceleyelim. HAYDİ BAŞLAYALIM Amacımız, kullanacağımız üç farklı toprağın suyu nasıl temizlediğini gözlemlemek. Deneye başlamadan önce, kullanacağınız plastik bardakların cam bardakların içine rahatça oturup oturmadığını kontrol edin. Bu, işinizi kolaylaştıracak. Çevrenizden üç farklı toprak çeşidi bulun. Bunların dokusunu inceleyin. Biz, deneyimizde kum, bitki toprağı ve akvaryum kumu kullandık. Saydam plastik bardakların altını
bir kalem yardımıyla delin. Her birine farklı bir toprak çeşidi koyun. Daha sonra bunları diğer cam bardakların içine yerleştirin. Ölçme kabına vişne suyunu doldurun. Eşit miktarlarda vişne suyunu sırayla üç farklı toprağa dikkatlice dökün. Vişne suyunun topraktan süzülerek zamanla cam bardakta biriktiğini gözleyeceksiniz. Cam bardaklarda biriken vişne suyunun rengine dikkat edin. Cam bardakların her birindeki vişne suyunun rengini birbirleriyle ve ölçme kabındaki vişne suyunun rengiyle karşılaştırın. Bitki toprağında süzülen vişne suyunun renginin berrak, neredeyse saydam olduğunu göreceksiniz. Kumdan süzülen vişne suyunun rengi biraz daha koyu, akvaryum kumundaysa en koyu olacak. Toprağın dokusu önemli. Kum ve kumdan daha iri tanecikli olan akvaryum kumu bitki toprağına göre hafif olur. Bunlar, vişne suyunu çabucak sızdırır. Killi toprak ağıdır, suyu uzun sürede sızdırır. Killi toprak bulup onu da deneyin.
KÜLTÜR SANAT
15
17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
Halk›n Sesi
Chabrol hayata veda etti Fransız yönetmen Claude Chabrol 80 yaşında yaşamını yitirdi. Fransız Yeni Dalga hareketinin kurucularından Chabrol, ilk filmi 'Yakışıklı Serge'nin ardından Le Boucher, Une Affair de Femmes, Madame Bovary, La Femme Infidéle gibi çok sayıda önemli filme imza attı.
Temas› ‘çocuk’
Mübadele müzesi
Beşinci SineMardin Uluslararası Film Festivali başlıyor. Festivalin bu yılki teması "Çocuk". 17 23 Eylül tarihleri arasında Mardin ve Suriye'nin Halep kentinde eş zamanlı olarak yapılacak festivalde çocuk filmleri, gezici tır sahnesiyle Mardinli çocukların mahallelerine götürülecek.
Türkiye'nin ilk mübadele müzesi Çatalca'da açılıyor. Mübadele öncesinde Rum mahallesi olan ve bugün kurul kararıyla koruma altındaki Kaleiçi'nde yer alacak. Müzeyle birlikte binalar tarihi dokuyu koruyacak şekilde restore edilecek, meydan yaşayan bir Rum mahallesi görüntüsüne kavuşacak.
Alt›n Aslan Coppolo’ya 67. Venedik Film Festivali sona erdi. Festivalde Altın Aslan ödülü ünlü yönetmen Francis Ford Coppola'nın kızı Sofia Coppola'nın ''Somewhere'' adlı filmine verilirken, genç Türkiyeli yönetmen Seren Yüce'nin Çoğunluk filmi 'Geleceğin Aslanı' ödülüne layık görüldü.
Erdal’ın ceketi, Deniz’in darağacı ABDULLAH AKBIYIK
D
evrimci 78’liler Federasyonu, Ankara’da 3-15 Eylül tarihleri arasında Çağdaş Sanatlar Kültür Merkezi'nde açtığı Utanç Müzesi'yle 12 Eylül faşizmini teşhir etti. 12 Eylül 1980 darbesinin demokrasi tarihine çaldığı karayı, ölen insanların hayat hikayeleriyle ve fotoğraflarıyla anlattı. Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki müzeyi görmeye gelenler darbeyle ilgili mektup, işkence aletleri, devrimcilerin giysileri gibi bir çok önemli ayrıntılara da tanık olabildiler. Müze açık olduğu süre boyunca binlerce kişi tarafından ziyaret edildi. Müzenin amacına ulaştığını belirten 78'liler Federasyonu, bu projenin daha kalıcı olması için çalışmalara başladıklarını belirtti. Ankara 78'liler Derneği Başkanı Hüseyin Ertürk’ün verdiği bilgiye göre serginin temel hedefi 12 Eylül'de yaşananları tüm gerçekliğiyle halka anlatma, sergi sayesinde daha fazla tanığa ulaşmak. Katılımcılar işkence aletlerinde sistemin vahşetini, devrimcilerin mektuplarında onların direncini, halkın geleceğine dair umutlarını ve bağımsız özgür bir ülke taleplerini gördüler. Çağdaş Sanatlar Kültür Merkezi konferans salonunda her gün iki akademisyenin sunumuyla paneller ve konferansların gerçekleştirildiği etkinlikte müzik dinletileri, fotoğraf sergileri, mahkeme yazışmaları da sunuldu. Sergide Denizlerin asıldığı darağacının bir örneği ve 18'ine değmeden asılan Erdal Eren'in ceketi de günyüzüne çıkarılıyor. Darağacının orijinali şu anda Ulucanlar cezaevinde. AKP’li Altındağ Belediye Başkanı, 78’liler Federasyonu'na darağacını sergilenmek üzere alabileceklerine dair söz vermiş, ancak bu haber gazetelerde manşetten yer bulunca darağacını vermekten vazgeçmiş. AKP’nin darbe karşıtlığıyla ilgili bu çarpıcı anekdot da sergide yer alan verilerden biri. ÖLÜR MÜ YIĞIT OLANLAR Serginin girişinde Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in darağacında söylediği son sözler sizi karşılıyor. Üç ta-
ne ağaç parçası ve bir ip nasıl da öldürme fiilinin baş mimarı haline gelebiliyor. Ve Filistin askısı; kollarınız arkadan bağlı, kollarınız tüm vücudunuzu taşıyacak şekilde havada kalıyorsunuz. Ve nedense coca-cola markalı şişeler, mahkumu boğmak için kullanılan naylon poşetler... Dünyanın her yerinde darbelerden sonra kurulan tezgahlar ve araçların aynı olması, sermayenin ve şiddetinin sınırının olmadığı ve tezgahları kuranların aynı kişiler olduğu hakkında ipuçları veriyor. Bu topraklar üzerinde mücadele etmiş bütün devrimciler sizi bekliyor müzede. Soner İlhan, Hıdır Aslan, Necdet Adalı, Mazlum Doğan, Erkan Uzuneminağaoğlu ve diğerleri. Hepsi müzede toplanmış ve bütün insanlığa şu mesajı veriyorlar “Görün bu düzenin vahşiliğini, caniliğini.” Aklıma o sırada Grup Yorum’un Ertuğrul’a Ağıt parçasının “Ölür mü yiğit olanlar Ertuğrul benzer diriye” dizeleri geliyor. Gerçekten de bu ülkenin yiğit çocukları ölmemişti. Utanç müzesinde toplanmışlardı ve 12 Eylül faşizmini tüm insanlığa teşhir ediyorlardı.
Bono’ya seyirciden tepki B
eklenen U2 konseri 6 Eylül günü Olimpiyat Stadı'nda yapıldı. 30 yıllık repertuarından çok sayıda şarkıyla dinleyenleri coşturan grubun Türkiye ile ilgili mesajları ise dinleyicileri kızdırdı. Grubun solisti Bono, AKP'yi öven mesajlar vermeye kalkınca seyirciden büyük tepki gördü. Oysa Bono’yu biraz daha yakından tanıyanların bildiği üzere sanatçının dünyadaki siyasi liderlerle yakın ilişkileri var. ABD Başkanı George W. Bush, mevcut Başkan Barrack Obama, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, Rusya lideri Dimitri Medvedev, eski Papa II. John Paul, eski Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela, eski Britanya Başkanı Tony Blair Bono’nun görüştüğü isimlerden sadece bir kısmı. İktidarlarla kurduğu ilişkiye karşı hayranları sanatçının ‘yardımsever’ hareketlerin öncülüğüne soyunduğunu söylüyor. Bono LiveAid gibi yardım organizasyonlarında, Live8 gibi yoksul ülkeler yararına düzenlenen projelerde yer alsa da bu projeleri kapitalizmin halkla ilişkiler faaliyeti olarak niteleyenler olduğunu da bilmek gerekiyor.
ERDAL’IN CEKETİ Müzedeki ilgi çekici eşyalardan biri de Erdal Eren’in idama götürüldüğü sırada üzerinde bulunan ceketi. Ceketi gördüğünüzde 12 Eylül’e karşı olan nefretiniz büyüyor ve anlıyorsunuz devrimcilerin mücadelelerinin büyüklüğünü. O küçük cekete sığmayan büyük hayaller ve ondan korkanları. DEVRİM FİKRİ HAPİSHANELERİ BİLE ÖZGÜRLEŞTİRMİŞ 12 Eylül'ün hatıralarından biri de içleri ağzına kadar dolu hapishaneler. Darbecilerin yaratmaya çalıştığı tüketim ruhuna karşı devrimciler hapishanelerde de hayatı üretmeye başarmışlar. Müzede devrimcilerin hapishanede yapmış oldukları resimler, heykeller, şiirler de sergileniyor. İşkencelere rağmen hayal etmekten vazgeçmemişler. “Hayal etmek her şeydir… Özgürlüğün olmadığı yerde en büyük dirençtir” demesini iyi bilmişler.
Halkevleri ve FHKC'den dayanışma etkinliği H
alkevleri ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) “Ortadoğu Halklarıyla Kardeşlik ve Dayanışma Buluşması” etkinlikleri başlıyor. Buluşma, Mahmud Abbas ve Benyamin Netenyahu'nun ABD kontrolündeki "barış" görüşmeleri devam ederken çözümün "Ortadoğu halklarının ortak mücadelesinden" geçtiğine vurgu yapmayı amaçlıyor. 29 Eylül-3 Ekim tarihleri içerisinde gerçekleşecek etkinlikler dizisinin üç günü Suriye’de, iki günü ise Türkiye’de gerçekleştirilecek. SURİYE’DE ÜÇ GÜN Etkinliğin Suriye programı 29 Eylül tarihinde başlıyor. 1 Ekim’e kadar sürecek Suriye ziyaretinin ilk gününde Hama şehrindeki tarihi su değirmenleri gezisinin ardından Halep’e varılacak. Unesco Dünya Mirası Listesindeki Halep'te yapılacak şehir turunda; Hıris-
tiyan Mahallesi, surlarından kentin bütün mahalleri ile gören Halep Kalesi, Souq El Medine, Kapalıçarşı görülecek. Gezinin ikinci gününde Şam’a hareket edilecek ve Şam yakınlarında, epeyce yüksekte, kayalara sırtını dayamış bir kasaba olan ve inanışa göre Meryem’in Hz. İsa'yı alarak Romalılardan kaçırıp 12 yıl yaşadıkları Malula kenti görülecek. Kent halkı ilk Hıristiyan dili olan Arami'ce konuşuyor ve halen Hıristiyan inancını sürdürüyor. Burada kendilerini Hz. İsa'ya adamış rahiplerin ilahiler okudukları Saint Takla Manastırı da ziyaret edilecek. İnanışa göre Kabil'in Habil'i öldürdüğü yer olan Kasyon Dağı da ikinci gün görülecek yerler arasında. Gezi programının son günü Suriye'nin Kuneytra kenti başlayacak. Resmi olarak Açık Hava Savaş Müzesi olarak adlandırılan şehir, İsrail
sınırında bulunuyor. 1967 yılındaki Suriye-İsrail savaşına (Altı Gün Savaşı) kadar yaklaşık 50 bin kişinin yaşadığı hastanesi, okulu, kilisesi, camiisi olan Kuneytra kenti bugün, savaşın bütün izlerini hala duvarlarında taşıyan harabe bir yerleşim alanı görünümünde. Kuneyra kentinin ardından Mimar Sinan tarafından yapılan ve arka bahçesinde son Halife Vahdettin ve yakınlarının mezarı bulunan Süleymaniye Medresesi, Tarihi Hamidiye Çarşısı, Sıtti Zeynep Cami ve Askeri Müze gezilecek. Gezinin son durağı ise Şam'da bulunan FHKC mülteci kamplarından birinin bulunduğu Müheyyama kasabası olacak. Saat 17.00’deki Kardeş Türküler konserinin ardından Antakya’ya hareket edilecek. Suriye ziyareti için araçlar Antakya’dan 1 Eylül günü sat 12.00’de hareket edecek. Suriye'ye vize uygula-
masının kalkmasıyla sadece pasoport yeterli olurken Suriye sınırında 15 TL yurtdışına çıkış vergisi ödenecek. Etkinliğin diğer ayrıntılarına dair Halkevleri şubelerinden bilgi alınabilir. ANTAKYA’DA ORTADOĞU GÜNLERİ Halkevleri tarafından hazırlanan Antakya programı ise 2 Ekim tarihinde Kardeş Türküler ve FHKC Müzik Grubu El Avde’nin vereceği konserle başlayacak. Konser 2 Ekim tarihinde saat 19.00 Antakya Açık Anfi Tiyatroda gerçekleşecek. 3 Ekim tarihinde ise Antakya Kültür Merkezi’nde FHKC Dış Siyasi İlişkiler Temsilcisi Abu Ahmed Fuat, yazar Faik Bulut ve Sendika.Org yazarı Ali Ergin Demirhan’ın katılımıyla bir söyleşi gerçekleşecek. Aynı gün tiyatro ve film gösterimleri de yapılacak.
Dünya sineması seyirciyle festivalde buluşuyor S
onbahara girerken film festivalleri, dünyanın önde gelen festivallerinde gösterilen ve ses getiren filmleri seyirciyle buluşturuyor. İstanbul’da İKSV’nin düzenlediği Filmekimi için geri sayım başladı. Bu yıl dokuzuncusu düzenlenen ve 8-14 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek festivalin programında otuza yakın film yer alıyor. Festival kapsamında 67. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünün sahibi olan, Sofia Coppola’nın Somewhere filmi de sinemaseverlerle buluşacak. Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanan Taylandlı yönetmen Apichatpong Weerasethakul’un son filmi de Filmekimi programında yer alıyor. Altın Palmiye kazanan ilk Tayland filmi olan Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives, metafizik konuların yanı sıra animizm ve reenkarnasyona da göndermeler yapsa da aslen şefkat hakkında. Adana’da Altın Koza Film Festivali 20 Eylül’de başlıyor. Haziran ayında düzenlenmesi planlanan festi-
valin, İsrail’in Mavi Marmara gemisine saldırısı bahane edilerek Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından ertelenmesi sinema çevrelerinde tepkiyle karşılanmıştı. Festivalin bu yıl onur konuğu ünlü Yunan yönetmen Theo Angelopoulos. Festival kapsamında Ulusal Öğrenci Film Yarışması ve Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması da gerçekleştirilecek. Festivalde Geleneksel Yaşam Boyu Onur Ödülleri ise oyuncu Müjde Ar ile sinema eleştirmeni Atilla Dorsay'a verilecek. Festival hazırlıklarının başladığı bir diğer il de Antalya. Bu yıl 47.si düzenlenecek Altın Portakal Uluslararası Film Festivali 4 Ekim’de başlıyor. Festivalin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda bu yıl 15 film yarışacak. Ayrıca bu yıl Türk ve dünya sinema arşivinde saklı kaldıkları tozlu raflardan yıllar sonra çıkarılıp restore edilen, sinemanın ilk dönem örneklerinden dört film izleyiciyle buluşacak. Fimlerden ilki Türk sinema tarihi kaynaklarında adı geçmeyen “Enis Aldjelis, Doğunun Çiçeği.” Çekiminden 93 yıl sonra Türkiye’de ilk defa gös-
terilecek film, İstanbul’da çekilen ilk yabancı film olma özelliğini de taşıyor. Sessiz olan filme Baba Zula gösterimi sırasında canlı performansı ile eşlik edecek. Bir diğer gün yüzüne çıkan film ise Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Kara Lale Bayramı.” Muhsin Ertuğrul’un 1918-1921 yılları arasında Almanya ve Rusya’da çektiği söylenen ve bugüne kadar bir- iki fotoğrafı dışında herhangi bir kaydı bulunmayan filmin Flamanca arayazılı bilenen tek kopyası Hollanda Eye Film Enstitüsü arşivinde bulundu. Sinema dünyasının uzun yıllardır peşinde olduğu ve artık hiç bir kopyasının var olmadığına inanılan Sam Wood imzalı 1922 yapımlı film “Beyond The Rocks” da festivalde izleyiciyle buluşacak. Bu bölümde gösterilecek son film ise Clarence G. Badger’ın yönettiği “The Floor Below” . “Kadın Charlie Chaplin” olarak isimlendirilen Mabel Normand’ın oynadığı ve kayıp olan 1918 yapımı bu film de “Beyond The Rocks” gibi kayıp olduğuna inanılıyordu. Film, Hollandalı bir koleksiyoncunun arşivinde, ölümünden sonra bulundu.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
17 Eylül 2010 / 30 Eylül 2010
16 Halk›n Sesi
Taşerona çare sendika
Hacettepe’de işçi bayramı Ankara’daki Hacettepe Hastanesi’ndeki taşeron işçiler, maaşlarının ödenmemesine isyan etti. Dev Sağlık-İş ve SES öncülüğünde iki gün iş bırakma eylemi yapan bin işçi haklarını kazandı
H
acettepe Üniversitesi hastanelerinde çalışan yaklaşık bin taşeron sağlık işçisi dört yıldır süren maaş çilesine isyan etti. Bayramın yaklaştığı, okulların açılmasına kısa bir süre kaldığı bir dönemde bir buçuk aylık maaşlarını alamayan işçiler kararlı iş bırakma eylemleri ile haklarını elde ettiler.
Üzerinde eski bir elbise, aya¤›nda y›rt›k bez ayakkab› ve elinde ald›¤› asgari ücreti. Modern denilen köleli¤in, modern olmayan halinin en bariz örne¤idir Hacettepe Üniversitesi hastanelerinde çal›flan tafleron sa¤l›k iflçileri. Yoksullu¤un vermifl oldu¤u çaresizli¤i kullanan bir flirketin elinde ücretlerini dahi düzenli alamayan iflçiler…
KIVILCIM ATEfiLEN‹YOR Dört yıldır süren maaşların düzensiz yatırılmasının biriktirdiklerinin üzerine, bayramın ve okulların yaklaştığı bir dönemde bir buçuk aydır maaşlarını alamayan işçiler Devrimci Sağlık-İş ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) öncülüğünde 6 Eylül günü bir eylem yapma kararı aldı. Ellerinde düzenli ücret alma talebini belirten bir pankartla yemekhane önünde toplanmaya başlayan işçilerin eylemine kendilerinin bile beklediğinin üzerinde bir katılım gerçekleşti. Taşeron firma yetkililerinin, işçilerin fotoğraflarını çekerek ve “biz sizi tehdit etmiyoruz” söylemiyle tehdit etmelerine aldırmayan 700 işçi haklarını almanın yolunun yemekhane önünde toplanıp hep birlikte eylem yapmaktan geçtiğini gördü. Yemekhane önünde gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından alandan dağılmak istemeyen işçiler hep beraber eylem alanında karar alarak yaptıkları basın açıklamasını bir anda iş bırakma
eylemine çevirdiler. İş bırakma eylemiyle hastanede üretilen sağlık hizmetinin aksamasına sebebiyet veren işçiler, sağlık hizmetinin asli ve vazgeçilmez unsurları olduklarını gösterdiler. Yemekhane önünden kalkarak Rektörlük binasının önüne giden işçiler burada üniversite genel sekreter yardımcısıyla görüştüler. Rektörlük, işçileri koordinatörlük bölümüne yönlendirdi. Koordinatörlükle görüşen işçiler 7 Eylül günü saat 11.00’e kadar paraların yatırılmasını; aksi takdirde tam gün iş bırakma haklarını kullanacaklarını belirttiler. ‘BU ‹fi BUGÜN B‹TECEK’ Saat 11.00’e kadar bekleyen işçiler tekrar yemekhanenin önünde toplanmaya başladılar. Her bölümden beşer onarlı gruplar halinde gelen işçiler adeta sel olup aktılar. Hizmet üretimden doğan güçlerini kullanan sağlık işçilerinin eylemi sonucunda yemek dağıtılmadı, evraklar taşınmadı, hastane temizlenmedi. Hastanelerinde böyle bir sorunun yaşanmasına daha fazla dayanamayan “Yönetim” işçi temsilcileriyle görüşerek “Bundan sonra her ayın yedisinde maaşınız şirket tarafından yatırılacak. Eğer yatırılmazsa Hacettepe Üniversitesi olarak ertesi gün parayı biz kendi elimizle yatıracağız. Şu an yarım maaşınız yattı, alacağınız bir buçuk aylık maaş da bayramdan sonra yatacak” dedi.
İşçi temsilcileri bunu yemekhanenin önünde toplanan işçilere iletti ve orada bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantı sonucunda hep beraber karar alan işçiler maaşlarının bayramdan sonra yatırılması önerisini kesinlikle reddetti ve hep bir ağızdan “Bu iş burada bugün bitecek” sloganını atmaya başladı. ‘ÖRGÜTLÜ ‹fiÇ‹LER YEN‹LMEZ’ Mesai bitimine kadar iş bırakma eylemi yapan işçiler ertesi gün sabah 07.00’de tekrar buluşmak için hastaneden ayrıldı. O günün akşamında şirket bütün işçilere “Yarın maaşlarınız yatacak” haberini verdi. Sabah 07.00’de çocuk hastanesi önünde toplanan işçiler burada toplantı yaparak “Maaşlarımız ister yatsın ister yatmasın bundan sonra ücretlerimizin düzenli yatması için sendika üyesi olmamız gerekli” dediler. İşçiler, öğle paydosunda yemekten çıkarak Devrimci Sağlık-İş’in yemekhanede kurduğu üye masasına akın ettiler ve yüzlerce işçi toplu bir şekilde sendika üyesi oldu. Bu sırada maaşlarının yattığı haberini alan işçiler örgütlü bir mücadele ile haklarını alabileceklerini gördüklerini belirttiler. Bundan sonraki mücadelelerinin, “Taşeronu Hacettepe’den süpürmek” olduğunu belirten işçiler hep beraber mücadeleyi büyütme sözü verdiler.
Görünmeyen kahraman, ortak mücadele Hacettepe Hastanesi’nde tafleron iflçilerin eylemlerinin kazan›ma ulaflmas›nda Dev Sa¤l›k-‹fl ile SES’in hastanede yürüttü¤ü ortak mücadele etkili oldu. Halk›n Sesi’ne konuflan SES Ankara fiubesi Örgütlenme Sekreteri fiinasi Dursun, iflçilerin ifl b›rakma eylemi s›ras›nda SES üyelerinin büyük k›sm›n›n aktif bir rol ald›¤›n› ifade ediyor. Dursun, eylemler bafllad›¤›nda iflçileri yapt›klar› eylemin hakl›l›¤› ve meflrulu¤u konusunda cesaretlendiren SES üyelerinin ifl b›rakma eyleminden dolay› hastalar›n zarar görmemesi için kan tafl›ma, hastalara yemeklerini verme gibi aciliyeti olan iflleri yapt›klar›n› söylüyor. Dursun, iflçilerle SES
Adımları artırmak gerek
Sevinç Hocao¤lu DEV SA⁄LIK-‹fi ‹Ç ANADOLU BÖLGE TEMS‹LC‹S‹
üyelerinin ortak örgütlenme deneyimlerine 3 y›ll›k bir faaliyetin sonucunda ulaflt›klar›n› belirtiyor. Dursun, ortak örgütlenmenin temelinde sa¤l›k ifl kolunun bir bütün olmas›n›n yaratt›¤› nesnel koflulun oldu¤unu ifade ediyor ve bunu flu sözlerle anlat›yor: “Tafleron iflçi benim yan›mda çal›fl›yor, temizlik yap›yor, hasta bak›m›n› yap›yor, bir sürü ifl yap›yor ama o arkadafl›m mutsuz. Maafl alm›yor ya da kredi kart›n›n taksitini yat›racak paras› yok. Bu huzursuzluk iflyerine yans›yor ve kadrolu arkadafl›m›z ister istemez taraf oluyor. SES de oradaki arkadafllara bu taraf oluflu anlat›yor.” Dursun, eskiden tafleron flirket bünyesinde çal›flan
‘Bu iş bugün burada bitecek’ sloganları arasında basit bir tepki eylemini aşarak hak alma mücadelesine yönelen Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri işçilerinin direnişi güvencesizleştirmeye karşı biriken tepkilerin hak mücadelesine dönüşme seyrine ilişkin pek çok veriyi bir kez daha gözler önüne serdi. Direnişin en değerli yanı ise uzun süredir ücretleri düzensiz yatmasına rağmen örgütlü bit tepki göstermediği için örgütlenemez denilen işçilerin örgütlenebileceğini; eylem sırasında (kendiliğinden) hocaların yuhalanmasıyla da görünür olan kadrolu-güvenceli memur ile güvencesiz işçiler arasındaki geriliminin ortak mücadeleye, tecrübesizliğin direniş ustalığına dönüşebileceğini ve bir durumdan diğerine geçişteki iradi müdahalenin rolünü göstermesiydi. Söze ‘Hacettepe işçileri 4 yıldır ücretlerini düzenli alamıyor’ diye başlayınca ilk soru ‘4 yıldır bir şey yapmamışlar mı?’ oluyor. Ülkenin en büyük hastanelerinden biri olan ve 1000 taşeron şirket işçisinin çalıştığı Hacettepe’de işçilerin ücretleri 4
iflçilerin u¤rad›klar› haks›zl›klar karfl›s›nda flirketi sorumlu tuttuklar›n› ancak ilerleyen süreçte Dev Sa¤l›k-‹fl’in mücadelesinin de etkisiyle as›l iflverenin hastane yönetimi yani üniversite yönetimi oldu¤unu gördüklerini söylüyor. Örgütlenme süreçlerinin bafl›ndan beri Türk Sa¤l›kSen’lilerin ç›kard›klar› “Yasa d›fl› örgüt” söylentileriyle de mücadele ettiklerini belirten Dursun, bu süreçte birçok MHP’li iflçinin devrimci bir sendikaya üye olmada çekince yaflad›¤›n› belirtiyor. Dursun, MHP’nin de¤il sendikan›n kendi haklar›n› savundu¤unu gören iflçilerin çekincelerini aflt›¤›n› söylüyor.
yıldır çoğu zaman ikişer ay geriden ödeniyordu. Bu durum karşısında işçiler tamamen tepkisiz değildi. Ücret ödemelerinin aksadığı aylarda işe geliş yol paralarını bile hastanede çalışan kadrolu arkadaşlarından borçlanan işçiler tepkilerini bugüne kadar yol parası bulamadıkları gerekçesiyle işe gitmeyerek veya bu dönemlerde iş yavaşlatarak gösterdi. Kimileri tazminatlarından da vazgeçerek işten ayrıldı. Sendikanın olmadığı dönemlerde sıkça tekrarlanan eylem denemeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Her başarısızlık birbirlerine olan güvenlerini zedelerken bir yandan da bu işi sendikalı olarak yapmaları gerektiğine dair silik bilinci pekiştirmeye başladı. Ama sendikalı olmadılar. Bu sırada gözlemlediler, biriktirdiler… Bu döngü 4 yıl boyunca devam etti. Hak gasplarının ve ücret düzensizliğinin örgütlü bir tepkiye dönüşmemesinin pek çok gerekçesinin yanında Hacettepe’nin bir güvencesiz işçiler ‘barınağı’ olması önemli bir rol oynadı. Çoğu daha önce yüksek ücretli ancak sigortasız, günlük çalışma süresi 12
saati bulan çalışma koşullarından kaçan veya art arda gelen krizlerde işini kaybedip, işyerlerini kapatan erkek işçiler ve özellikle kadın işçiler için bir sığınaktı Hacettepe. Çoğu ek iş yapan işçiler Hacettepe’yi sigorta, ek işleri para kaynağı olarak gördüler. Ücret ödemelerindeki düzensizlik güvencesizleştirilerek Hacettepe’de yolları kesişen işçiler için uzun süre katlanılabilir oldu. Ancak temmuz ayı ücretinin yarısının ve ağustos ayı ücretinin ancak bayramdan sonra yatırılacağı bilgisi, bayrama en azından ceplerinde birkaç kuruşla girme beklentisi olan işçilerin hoşnutsuzluklarının patlamasına neden oldu. Bu, işe yürüyerek gidip gelen, karı koca farklı vardiyalarda çalışıp çocuğa bakıcı parası vermemek için Kurtuluş Parkı’nda birbirlerine çocuk teslim eden işçilerdeki hoşnutsuzlukları artırıyordu. Yıllardır kendini farklı biçimlerde ifade eden hoşnutsuzluklar bir patlama şeklinde tepkiye dönüştü. Üç gün boyunca yalnızca ücretini bayramdan önce almayı hedefleyen işçiler bir araya geldiklerinde bir şeyleri başarabildiklerini gördüler. Şimdi sendika üyelikleriyle
ücret güvencesini, iş güvencesini kazanıp kazanamayacaklarını sorguluyorlar. Büyük bir iştahla haklarını soruyorlar öğrenmeye çalışıyorlar. Sendikamızın taşeronlaştırmaya karşı yürüttüğü mücadelenin yanında SES işyeri temsilcilerinin ve üyelerinin soruna ve taşeron işçilerin örgütlenmesine duyarlılığı da vardı ve bu, direnişin temel direklerinden biriydi. SES üyeleri direniş boyunca, işçilere kendi sendikal deneyimlerini aktararak işçilerin korku ve kaygılarını aşmalarında yardımcı oldu; onları cesaretlendirdi. SES üyelerinin birçoğu işçilerle birlikte iş bıraktı. İş bırakamayan üyeler ise servislerde şeflerine karşı işçileri savundu ve sadece hayati önemdeki işleri (kan taşıma, hastalara yemek verme) yaparak işçilere acil-yaşamsal sağlık hizmetlerini aksatmadan başarıyla nasıl direnileceğini gösterdi. İşçiler SES üyeleriyle ortak bir mücadele örgütlerken diğer memur sendikalarının üyelerinin çoğunlukta olduğu birimlerde işçiler eyleme katılmamaları ve adında ‘devrimci’ olan bir sendikaya üye olmamaları için
“Geçici ‹flçi Kartlar›n› At›yoruz, Yeni ‹fl Hukukumuzu Yarataca¤›z!” Bu sözler, Adana Balcal› Hastanesi’ndeki ilk eylemlerde o dönemin Dev Sa¤l›k-‹fl Genel Baflkan› Do¤an Halis’e ait ‹lk eylemler Aral›k 2005’te Çukurova Üniversitesi Balcal› Hastanesinde örgütlenmeye bafllayan Dev Sa¤l›k-‹fl sendikas› üyesi 250 iflçi, hastane yönetimi ve Rektörlü¤ün uzun zamand›r oyalama ve iflçilerin sesini duymazdan gelme tavr›na karfl›l›k 4 May›s 2006’da ifl b›rakt›. Dicle Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’nde tafleron flirket arac›l›¤›yla çal›flt›r›lan iflçiler, sendikal bask›lara karfl› bafl kald›rd›. ‹flten at›lan iki arkadafllar›na sahip ç›kan iflçiler, bir saat ifl b›rakarak, “Baflhekim istifa” slogan›yla 8 May›s 2007’de baflhekimli¤in önüne yürüdüler. Hileyi bozdular Dev Sa¤l›k-‹fl’in mücadelesi sonucu Adana Çukurova Üniversitesi T›p Fakültesi Balcal› Hastanesi’nde y›llard›r tafleron flirketler arac›l›¤›yla çal›flt›r›lan 1100 sa¤l›k çal›flan› 13 Ocak 2010’da Çal›flma Bakanl›¤› karar›yla as›l iflveren olan hastanenin iflçisi olarak tescil edildi. Ayn› flekilde 26 Mart 2010’da da Bursa’daki Uluda¤ Üniversitesi Hastanesi’nde çal›flan 1262 sa¤l›k emekçisinin de as›l iflvereninin üniversite hastanesi oldu¤u tespit edildi. Direnifl ve kazan›m Okmeydan› E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi’nde Dev Sa¤l›k-‹fl sendikas›na üye olduklar› gerekçesiyle iflten at›lan ve direnifle geçen 18 tafleron sa¤l›k iflçisinin mücadelesi 45 günün sonunda 16 Kas›m 2009’da zafere ulaflt›. Kartal Kofluyolu Kalp ve Damar Hastal›klar› Hastanesi, sendikal› olduklar› için iflten ç›kard›¤› iflçilerin direnifline 35 gün dayanabildi. 1 Temmuz 2010 günü iflçiler ifllerine geri döndü.
uyarılıyordu. Hak gasplarının olduğu her yerde (kimi zaman biz göremesek ve umudumuzu kessek de) tepkiler birikiyor. Bizlerin bu tepkilerle temas edemediği; fiilen temas etsek de örneğin hastanelerde kamu çalışanlarının sendikalarının ve üyelerinin mücadele birikimini kendi yanı başlarındaki güvencesiz işçiye aktaramadığı her yerde, Hacettepe örneğinde olduğu gibi düzen sendikaları işçilerin tepkilerini boğmaya yelteniyor ve boğuyor… Ücretlerin yatmamasına karşı bir tepki olarak başlayan eylem bugün sendika üyelikleriyle devam ediyor. İşçilerin talebi artık, bir defalığına ücretlerin vaktinde yatmasından öte ücretlerin düzenli yatırılması oldu. Hacettepeli taşeron işçiler iş güvencesi gibi daha ileri talepleri de gündemlerine almaya başladı. Tabii bu bir başlangıç. Hacettepe işçileri kendi kısır döngülerine son vermek ve güvenceli çalışma hakkı için yalnızca bir adım attılar. O adımı attıklarında yanlarında birlikte yürüdükleri ve birlikte yürüyecekleri sendikaları vardı.