Oyun tekrar kuruluyor Devlet burjuvazinin dinamik kolektif bir aygıtı ve emekçilere yönelmiş silahıdır. Gülen grubunun devlet organlarında tuttuğu özel yer, kritik sorunlarda yürütmeyi doğrudan kendi komutası altına alma çabası gerek AKP’nin arkasındaki sermaye koalisyonu gerekse de devlet olanaklarından eskisi kadar faydalanamayan kurumsallaşmış sermaye grupları açısından rahatsızlık vericidir. Sorun, cemaatle kurduğu ittifak döneminde burjuva demokrasisini en geri düzeyde tutma stratejisinde ilerlerken biriktirdiği toplumsal sonuçların seçim sürecine girildiği önümüzdeki iki yıl açısından AKP’yi de sıkışmış bir durumda bırakmış olmasıdır. Bu çatışmayı daha da sertleştirecektir.
''13
yaşasın
sosyalist
işçi demokrasisi Sayı: 40 Aralık 2013 1 TL
ULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİNE KARŞI BİRLEŞELİM!
23 Kasım Eğitim-Sen eylemi Eğitim alanındaki saldırıların yoğunlaştığı ancak buna rağmen Eğitim Sen’in eğitim işçileri ile örgütlülük bağının zayıfladığı bir dönemde 5 binden fazla eğitim işçisinin eyleme gelmesi ve alanda olması önemliydi.
" 13
Eğitimde sarsıntılar büyüyor Türkiye’de Eğitim Sisteminin kapitalizmin ihtiyaçları çerçevesinde dönüşümü devam ediyor. Bu dönüşüm öyle bir anda olmuyor ve adım adım zamana yayılarak, günün ihtiyaçları çerçevesinde sürdürülüyor. Yasa taslağına eğitim işçileri bu gözle bakmalı, var olan tartışmaya kayıtsız kalarak değil, sınıfsal bir politika geliştirerek dahil olmalıdırlar.
Kıdem tazminatları olanlarımızın bu hakkı gasp edilmek, olmayanların aynen çalışmaya devam etmesi istenmektedir. Kadınların daha fazla çocuk işçi doğurarak önce ulusa ucuz işgücü üretmesi, en güvencesiz, en ucuz, eşitsiz çalışma koşullarına boyun eğmesi sürgit devam etsin istenmektedir. Kürt, göçmen, genç işçilerin ezilmesi devam etmekte, parçası oldukları işçi sınıfının en altında, en ucuza çalıştırılmaları strateji düzeyine yükseltilmektedir. Sermayenin
"4
25 Kasım’da kadınlar her yerde yeni birikim ve emek kontrol stratejisinin ta kendisi olan bu yeni köleciliğe karşı bağımsız eylemdeydi toplumsallaşmış ve siyasallaşmış, sosyalist 25 Kasım Kadına Yönelik devrimci bir sınıf stratejisi gerekir. Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Artık yeter! Edi bese! Günü çok sayıda kentte İşçi sınıfının birliği, onuru, canı ve geleceği yapılan coşkulu kadın için biz işçiler, tüm emekçiler biraraya eylemleriyle gündemleşti. gelerek bir ses verelim; grev grev, barikat barikat, fabrika-ofis-atölye her yerde hep "5 birlikte gücümüzü gösterelim.
"Çalışmak Sağlığa Zararlıdır" İşçi sağlığı ve güvenliği koşullarının ülkemize özgü bir “3. Dünya” tipi çalışma rejiminin sonucu olarak geri olduğu, ileri kapitalist ülkelerde “daha güvenli çalıştırma” olduğu zannedilir, oysa gerek bilimsel veriler, gerekse aktarılan somut deneyimler durumun böyle olmadığını, burada bazı yönlerden geriye doğru bir eşitlemenin geçerli olduğunu gösteriyor. Örneğin kanser hastalıkları teşhislerinde mesleki kanser vakalarının tespiti ülkemizde % 0 (yüzde sıfır)! Fransa’da ise sadece % 0,5. Oysa bu rakamın en az %6 ila 10 arası olduğu tahmin edilmekte. Kapitalizm kanser ediyor, ancak işçilerin bunu belgelemesi ve hesap sorması olanakları her iki ülkede de inanılmaz derecede geri bıraktırılmış, bloke edilmiş durumda. Veya bizde çok sık görülen ve yine kestirme bir yaklaşımla “doğu toplumlarına özgü” zannedilen “kan parası” uygulamasının Fransa’da da olduğunu öğrenince şaşırmayın. "6
2
işçi meclisi
Dünyanın Yörüngesi mi, Gerçekler mi, biz mi Değiştik? Bir dünyada yaşıyoruz ve düşünün ki idealistler haklı. Eğitim bir siyanür ve tüm süreç içimizdeki cevherin açığa çıkarılması çabası. Kavga zaten bizde olanın bizce malum hale getirilmesi kavgası. Kendinden başlayıp kendinde sona eren bir insan. Bir keşişin damla almayacak su bardağı, Colleho’nun beyhude gezdirdiği simyacısı, bir dervişin inzivası… Bu kadar hızlı dönmeseydi dünya, -değişimin yönünü yakalayan değişime yön de verebilirifadesi puslu bir dilden dökülen beylik bir laf suçlamasını hak edebilirdi. Madem ki hala ne yaşadığımızı anlamaya çalışıyoruz, mesela Gezi‘den sonra yeni öznelerle yeni tümceler yaratıyoruz, körlüğümüzle yüzleşmemek için de şaşkınlığımızı gemleyecek geçmiş dönem alıntıları bulup “biz demiştik”in resmi geçit törenlerini gerçekleştiriyoruz, tüm bu ön cümlelerden idealist olduğumuz vehmine kapılmadan bu kadar hızlı dönen dünyayı anlamanın varolmaya dair bir zorunluluk haline dönüştüğünü söyleyebiliriz.Dünyanın yavaş döndüğü zamanlarda, mesela Cengiz‘in torunlarının, bin yıldır kullandıkları yaylarıyla, tırısta değil aheste sürdükleri atlarıyla yağma için arşınladıkları sırada Anadolu’da, Yunus, Taptuk Emre Dergahı’nda ben piştim dedi ve düştü yollara. Meğilini dinlemeye değil anlatmaya verdi. Her gittiği köyde acı yıkım ona hoş geldin dedikçe, acılı yüreklere bir merhem aşk! çalıverdi. Yunus gönül adamıydı ya Anadolu’nun sevgiye değil, kurup atlılarını yağmacı sürüsüyle cenk etmeye ihtiyacı vardı. Zaman geçti, hızlandı dünya. Bin yıl sonra aynı sokaklarda, doldurduğumuz heybelerimizle bizler düştük yollara. Meğilimizi dinlemeye değil anlatmaya verdik. İşten atılan işçilerin yanında, grev çadırlarında, yıkılmasın diye gecekondu sokaklarında barikat ateşlerinde anlatacak o kadar çok şeyimiz vardı ki. Okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz öyküler bizimle yeniden yeniden canlanıyordu. Yunus elindeki feneri, ölen çocuğu başında bir ana yas tutmasın, kamburu çıkan ihtiyar son öküzü de alınırken elinden yağmacıya dik durmasın diye insanların gözüne tutuyordu, biz ise – kara deryalarda bir fenersin- şiarını dilimize dolayıp hiçbir karanlığın perdesinde kaybolmasın diye gerçeğin tam da üstüne. Dünyanın yörüngesi mi, gerçekler mi, biz mi değiştik bilmiyorum ama elimizdeki fener gerçeğin bir bölümünü açığa çıkarır oldu. 70 bin kişilik Tandoğan eylemini gördük, %95'inin sanayii işçisi olduğunu göremedik ki adına esnaf eylemi dedik. Oysaki patronların kar hesabıyla katıldıkları eyleme işçiler 3 aylık ücret alacakları ve yılların sınıf kiniyle katılmıştı. Ahmed Arif’in kapitalizme adım atan Diyarbekır’in şairi olduğunu bildik, ama her halkın iki sınıf olduğunu, her mevsim yollara hesapsız saçılanın Kürt işçileri olduğunu, “Şırnak’ta 3 işçi Kömür Ocağında Göçük Altında Kaldı” haberlerinin Kürdistan‘ın da işçilere cehennemleştiğini bir türlü bilemedik.
Hiç de tanıdık gelmeyen simaların gezi alanına geldiğini gördük ama küçük burjuva diye yaftaladığımız kesimlerin işçileştiğini, proletaryanın saflarını alabildiğine genişlettiğini, Gezi‘ye taşan öfkenin bir kısmının da penceresiz odalarda saatsiz esarete alınan beyaz yakalıların biriktirdiği öfke olduğunu göremedik. Cami-Cemevi projesinin ne anlama geldiğini anladık ama Cemevlerinin de her türlü dogma gibi işçi sınıfını özgür düşünceden muaf tutacağını bir türlü göremedik. Anlamakla yetinmeyip karşı çıkmamız gereken şeyleri onaylamaya başladık. İnançlı bir gençlik yetiştirmek istediklerini ağızlarından duyduk. İspanya’da bir eylem, öğrenciler, okullarda eğitim vermeye değil bizi terbiye etmeye çalışıyorlar dövizleriyle çıkıyorlar sokağa. Bu tanıdık tınıyı, Erdoğan‘ın ek iş olarak İspanya Başbakanlığı yaptığı için değil, Kapitalizmin dünyanın her yerinde en doğal sınıf reflekslerimizi mutasyona uğratma çabasından kaynaklı duyduğumuzu bir türlü anlamadık. Gerici olan burjuvaziydi ya her şeyi AKP’ye yıkarak AKP’nin de bir parçası olduğu asıl düşmanımızı unutur olduk.Boyner’le empati kuranlarımız bile oldu bu iklimde. Kendi kararlarını vermek isteyen yüz binler aktı sokağa. Gün gün, saat saat hesabını sordular geleceksizlik, belirsizlik sarmalının yaşamlarındaki izdüşümünün. Ertelenemeyecek kadar gerçekti eylemlerin sürekliliğini sağlayan bu istekleri. KESK grev, eylem kararlarını tüm eleştirelere rağmen üyeleriyle tartışarak değil genel merkezlerde almaya devam ederek uyduramadı kendini bu hızla dönen dünyaya. DİSK direnişçiyi , örgütsüz milyonlara değil kendi örgütlülüğünün bile sınırlı bir kısmına daraltarak sırt döndü, özgürlüğe, örgütlülüğe , kendi kararlarını vermeye aç olan sesin, hayatın her alanında sesi boğulanlar olduğunu göremedi. On binlerce işçinin çalıştığı yüzlerce organize sanayi bölgelerine gitmedi bu ses. Buralara birer sendika irtibat bürosu açmak ve bir yöneticiyi sorumlu kılmak çok yaratıcı bir öneri olmasa gerek. Burjuva blok geziyi sandıktaki
bir reaksiyona sönümlendirmek gayretindeyken, sosyalistlerin bir bölümünün de farkındalığından öte buna ayak uydurması, iç karartıcı. Sınıfın değişen yapısını görmeyenler değişmeyen heybedeki sloganlar ve taktiklerle kitlelere gider, daha doğrusu heybenin götürdüğü yere gider. O heybede bir banka bölge müdürünün canlı iç ağ ile tüm çalışanların gözü önünde aşağılanması, gelinim sen anla misali tüm çalışanların kota ve hedeflerin tutturulması için mobinge tabii tutulması yoktur. Altına bez bağlama eylemi yapan market çalışanları, veli tarafından işten çıkarılan dershane öğretmeni, Malatya‘dan Ankara’ya yürüyen çağrı merkezi çalışanı yoktur. Suriyeli işçiler öle öle girerler o heybeye. Gürcüler, Çinliler henüz yer bulamamıştır kendine. Velhasıl dünya olanca hızıyla dönerken, İngilizcenin 1 milyon kelimeyi aştığı bir lugatta Gezi gibi kavramların yanında yönetişim gibi kavramlarda kendine yer buluyor. Performansın, rekabetin işçiyi işçiye kırdırdığı, sokağında birey olarak sokağa, alana çıkan insanların tam da iki sınıfın çarpışma alanı olan işyerlerinde özgüvensizleştiği, tutuklaştığı bir zamanda sokağın özgürlüğe çağıran ezgisini yaşamımızı ürettiğimiz her yere taşımak zorundayız. Sosyalizmi konjonktürleştiren, geçmiş dönemin ihtiyaçlarıyla, bugün ki insanı tanımlamaya çalışan, hayat dışılaştığı oranda idealistleşen bir kötürümlükle aramıza mesafe koymalıyız. Komünizmin özgürlük dünyasından bugüne bir yol açmak zorundayız.
Bir İşçi Meclisi okuru
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 40- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 244 56 70 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
3
işçi meclisi
Ulusal İstihdam Stratejisine karşı birleşelim! Bizim bir işçi sesine ihtiyacımız var. Siyasette her şey var, bir bu yok! Bu stratejilerin, burjuvazinin bu taktiklerinin, tekellerin, sermayeleşmiş cemaatlerin, bu hükümet ve devletlerin, bu sömürü, bu yok sayma, bu çürütme, çalışırken öldürme ve süründürmenin bir karşılığı elbet olacaktır. Siz hükümetlerin ülkeyi yönettiğini mi zannediyorsunuz? Hayır, yanılıyorsunuz! İçerisinde yaşadığımız ve parası olmayana sıkı sıkıya kapalı, fakirlerin zorla-yalanla-medyayla ve elbette paranın gücüyle yönlendirildiği siyasi sistemde hükümetler ülkeyi yönetmez. Hükümetleri sermaye yönetir. Dünyayı dev bir banka-borsa-finans ağıyla sarmış av peşindeki bir avuç tekelci dev sermaye grubunun çıkarları, çeşitli milliyetlerden hükümet ve devletlerin orta ve uzun vadeli hareketini belirler. Ülkeleri işte bu küresel sermayeyle bağlantılı olarak, söz konusu ülke sınırları içerisinde “bu alanda sömürü önceliği benim” diyerek bayrak dikmiş olan tekelci burjuvalar yönetir. Ne bu hükümet ne bu devlet işçi ve emekçilerin değildir, olamaz. T.C. devleti ve hükümetinin sahibi TÜSİAD’ı ve MÜSİAD’ıyla küresel sermayedir! Yeni kölecilik stratejisi olan Ulusal İstihdam Stratejisi bunun kanıtıdır! Strateji, bir ulusun veya uluslar topluluğunun, barış ve savaşta benimsenen politikalara destek vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik ve askerî güçleri bir arada kullanma yeteneğidir. Ulusal İstihdam Stratejisi işçi ve emekçilere karşı açılmış bir savaştır! Sermayenin yeni birikim ve emek kontrol strateSiyasi, ekonomik, psikolojik ve hatta askerî bir burjuvazinin taleplerini işçilere dayatmak için jisinin ta kendisi olan bu yeni köleciliğe karşı babütünlük taşımaktadır. hazırolda beklemektedir. Çalışma Bakanı, kapitağımsız toplumsallaşmış ve siyasallaşmış (sosyalist İşçi ve emekçilerin dikkati seçim atmosferinde list çalışmaya devlet adına burjuvazinin çıkarları devrimci) bir sınıf stratejisi gerekir. din-ulus-cinsiyet-mezhep politikalarıyla meşgulgereği nezaret eden kişidir. Bir süredir “yönetiArtık yeter! Bizim bir işçi sesine ihtiyacımız var. ken, hükümet tarafından uygulamaya sokulan şim” hedefiyle sözde “herkesi memnun edecek Siyasette her şey var, bir bu yok! Bu stratejilerin, kapsamlı ve bütünlüklü siyasi bir saldırıdır. Bu bir çözüm peşinde” patronlarla sendikaları aynı strateji, her şeyden önce burjuvazinin işçi sınıfına masa etrafında toplayarak görüştürmektedir. AKP burjuvazinin bu taktiklerinin, tekellerin, sermayeleşmiş cemaatlerin, bu hükümet ve devletlerin, saldırısıdır. çizgisindeki sendikalar zaten patronlar ve hüküAynı zamanda ekonomik bir saldırıdır, evet. “İsmet ne derse “evet” diyen hainlerdir. Yıllardır sınıf bu sömürü, bu yok sayma, bu çürütme, çalışırken tihdam” dendi mi, bunun ekonomiyle ilgili olduişbirlikçiliği yapmış Türk-İş sendikaları bir göster- öldürme ve süründürmenin bir karşılığı elbet olacaktır. ğunu herkes anlar. Oysa gazetelerde “ekonomi” melik açıklama dahi yapamayacak derecede sus denip geçilen şey, milyonlarca işçinin işsizlik sanpustur. DİSK yetersizdir. Siyasi partiler susmakta- Artık yeter! Edi bese! İşçi sınıfının birliği, onuru, canı ve geleceği için cısı, kıdem tazminatlarının gaspı, taşeron çalıştıdır. Medya zaten işçi körüdür. rılması, burjuvazi açısından yok ve yük sayılması- Ulusal İstihdam Stratejisi bu arada sessiz sedasız biz işçiler, tüm emekçiler biraraya gelerek bir ses verelim; grev grev, barikat barikat, fabrika-ofisdır. Karşıtlık kamu-özel arasında değil, proletarya uygulamaya sokulmaktadır. atölye her yerde hep birlikte gücümüzü göstereile burjuvazi arasındadır. Arkadaşlar, kıdem tazminatları olanlarımızın bu lim. Saldırının psikolojik ayağında görece güvenceli hakkı gasp edilmek, olmayanların aynen çalışUlusal İstihdam Stratejisine karşı birleşelim! bir işe sahip olan işçiler, işsizlik ve taşeron işçilikle maya devam etmesi istenmektedir. Sigortalı gösPatronlara mahkum değiliz, kendi kendimizi tehdit edilmekte, öte yandan taşeron işçilerin güterilenlerin aylık sigorta gün sayısı düşürülmek, yönetebiliriz: Yeni köleciliğe karşı birleşik işçi venceli işlerde çalışanlara haset duyguları kaşınsigortası olmayanların aynen çalışması istenmekplatformlarını oluşturalım, işçi meclislerinde örmaktadır. tedir. Kadınların daha fazla çocuk işçi doğurarak gütlenelim! Oysa bu stratejiyle sırtı yere getirilmek istenen bir önce ulusa ucuz işgücü üretmesi, en güvencesiz, bütün olarak işçi sınıfıdır. en ucuz, eşitsiz çalışma koşullarına boyun eğmesi Kahrolsun ücretli kölelik düzeni! Onlar kadını-erkeği, genci-yaşlısı, Türkü Kürdü, sürgit devam etsin istenmektedir. Kürt, göçmen, Neoliberal kapitalizme karşı “kamucu” kapitalizm sendikalı-taşeronu, beyaz-mavi yakalılarıyla bir genç işçilerin ezilmesi devam etmekte, parçası değil, üretim ve yönetimin toplumsallaştırıldığı bütün olarak işçi sınıfına düşmandır. oldukları işçi sınıfının en altında, en ucuza çasosyalizm! Devlet ve hükümet, silah ve yasa gücüyle lıştırılmaları strateji düzeyine yükseltilmektedir.
Ulusal İstihdam Stratejisinin başlıca halkaları: Kadrolu işçilerin kıdem tazminatı hakkının gaspı, Taşeron köleciliğinin esas işlere ve uzmanlık alanlarına yaygınlaştırılması, kamu emekçilerinin de iş güvencesinin kaldırılarak esnek ve güvencesiz çalıştırılması, Özel İstihdam Büroları ile Modern Köle Tüccarlığının resmileştirilmesi,
Çağrı üzerine çalışma, kısmi zamanlı çalışma, uzaktan çalışma, geçici çalışma, evden çalışma, ödünç işçilik gibi esnek, güvencesiz, en düşük ücretli kölece çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması, Kadınlara en güvencesiz ve düşük ücretli çalışma + çok çocuk doğurma + hasta, yaşlı, sakatlara da bakma dayatması + erkek, aile, devlet baskı ve şiddetinin artması
Lise ve üniversite öğrencilerinin cep harçlığına çalışması ve genişletilen staj, proje, uygulamalı eğitim, intörn gibi adlar altında vahşice sömürülmesi, Kadın, Kürt, genç, öğrenci, göçmen, engellilerin en alt, en kötü, en güvencesiz, en düşük ücretli işlerde yığınsal olarak kölece çalıştırılması, Lise ve üniversite diplomalarının iş bul-
mada bir kenara atıldığı, iş bulma ihtimalinin daha yoğun yeterlilik sınavları, performans ve sertifika sistemine bağlandığı Mesleki Yeterlilik Sistemi, SGK, emekli, dul, yetim maaşları, işsizlik sigortası, yeşil kart gibi sosyal hakların gaspedilmesi, yoksulların dilenci parasına geçici çalışma programlarında çalışmaya zorlanması…
4
işçi meclisi
Devrimci, demokratik, duyarlı kamuoyuna çağrımızdır Tecrit saldırısı sürüyor. Bedeller pahasına koruyup büyüttüğümüz insani-devrimci kimliğimiz tecrittredman saldırganlığının yeni biçim ve araçlarla takviye edilmesi yoluyla tahrip edilmek isteniyor. Dışarıda stadyumları, okulları, sokakları, meydanları, dağları, sanayi havzalarını, hatta evlerin içini dahi gözetim altına alıp, izleme ve dinleme merakında olan, her itirazı polis şiddetiyle bastırmaya çalışan AKP hükümeti, içeride ise havalandırma çatılarına yerleştirdiği kameralarla röntgencilik yapmaya, yaşamımızı gözetim ve denetim altında tutarak tecriti koyulaştırmaya girişmiştir Devrimci tutsakları hücrelere sokup, tecrit-tredman zulmüne tabi tutarak ideallerinden ve kimliklerinden soyunduramayan egemenler; şimdide havalandırma çatılarına, havalandırmayı ve hücrelerin yatakhane bölümünü görecek şekilde kameralar yerleştirerek, tecriti yaşamımızın her anına yayarak en mahrem an ve alanlarımızı bile gözetime alarak bu amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Bu uygulama her şey bir yana röntgenciliktir, tacizdir. İnsanların spor yapmasını, volta atmasını, sohbet etmesini, gülmesini, ağlamasını, yatıp-kalkmasını, sözün kısası yaşamının her anını izlemek ahlaki bir soruna işaret etmektedir. Egemenlerin ve tecrit sisteminin yaşadığı çürümeyi göstermektedir.
Bunu ilgililere defalarca ifade etmemize rağmen yanıtsız bırakıldık. Son aşamada fiilen çözme girişimlerimiz ise saldırıyla karşılandı. 4-5-6 Kasım günlerinde uygulamaya konan kamera sistemini etkisiz hale getirmek için harekete geçtiğimizde (kameraların objektiflerini boyamak, kapatmak, yönünü değiştirmek, ya da kırmak gibi) hapishane
edildi. Halil Şahin adlı arkadaşımız yüzü-gözü morartılana kadar dövüldü. Arkadaşımızın işkenceyi belgeletmek için revire çıkma talebi reddedildi. Erol Zavar adlı arkadaşımız saldırı sırasında ve sonrasında astım ve kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı. Yeni ameliyat olmuş ve yaralı olan Hüseyin Özarslan ve Serdar Polat arkadaşlarımız kendilerine bakamayacak durumda olmalarına rağmen ısrarla tek tutuluyor. Dahası sohbet spor gibi etkinlikler iptal edilip, bu ağırlaştırılmış tecrit uygulamasının dozu arttırılarak yaşamımız cehenneme çevrilmek isteniyor.
Devrimci tutsaklar olarak, bu pervasız saldırganlığa boyun eğmeyecek, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da siyasi ve insani kimliğimizi korumak için direneceğiz. Tüm duyarlı, devrimci,demokrat kişi ve kurumları bu süreçte yanımızda görmek istiyor; özünde insan onurunu ve devrimci idealleri hedefleyen bu saldırganlığa karşı harekete geçmeye, sesimize ses katmaya çağırıyoruz. Sincan 1 Nolu F Tipinden KDÖ, DHKP-C, MLKP, TKP/ML, Direniş Hareketi davaları tutsakları idaresi tarafından hücrelere baskınlar düzenlendi. Tüm devrimci tutsaklar tek kişi kalacak biçimde hücrelere dağıtıldı. 24 saat boyunca havalandırma kapıları açılmadı. Yiyecek, giyecek, içecek, temizlik malzemeleri gibi temel insani gereksinimleri karşılanmadı. Hücrelere düzenlenen baskınlar sırasında ve sonrasında bir çok arkadaşımız darp
(Düzeltme: 39.Sayımızda “Kameralar sökülsün, psikolojik tacize son” başlığı ile yer alan yazı imzasız olarak çımıştır. “Sincan 1 Nolu F Tipinden KDÖ, DHKP-C, MLKP, TKP/ML, Direniş Hareketi davaları tutsakları” imzalı olacaktır. Düzeltir, özür dileriz. )
Kıdem tazminatının gaspına karşı eylem Devrimci Proletarya‘nın da bileşenlerinden biri olduğu Kıdem Tazminatının Gaspına Karşı Dayanışma Forumu 29 Kasım’da Gümuşsuyu’ndaki Türk-İş binası önünde eylemdeydi. Eylemciler 12.30'da Türk-İş önünde biraraya geldi. “Kıdem tazminatı hakkımızı vermeyeceğiz.” pankartı açıldı. “Fona devir hırsızlıktır”, “Kıdem tazminatı hakkımız, vermeyeceğiz”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganları yükseltildi. Forum bileşenleri adına basın açıklaması okundu. Sermayenin işçilerin elinde kalan son iş güvencesine saldırdığı söylenen açıklamada saldırının patronların üzerindeki kıdem tazminatı basıncının ortadan kalkması, işçi kıyımının önünün açılması ve ücretlerin daha da düşmesi anlamına geleceği vurgulandı. Kıdem tazminatı saldırısının Ulusal İstihdam Strateji Belgesi’nin ilk adımlarından biri olduğu ifade edilirken saldırının özel istihdam büroları, kiralık işçi uygulaması, taşeronlaştırma ile birleştiği ve bütünlüklü saldırıya bütünlüklü sınıf mücadelesiyle yanıt verilebileceği öne çıkarıldı. Açıklamanın son bölümünde sendikalara
çağrı yapıldı. “Bu noktada görev başta işçi sendikaları olmak üzere işçi sınıfının tüm bileşenlerine düşmektedir. Çağrımız önce
likle sendikalarımızadır. İşçi sınıfının en büyük örgütlü sendikal gücü olan Türk-İş konfederasyonu bu büyük saldırı karşısındaki gaflet uykusundan uyanmalıdır. Zaman zaman hükümetin işçi bürosu gibi bir görüntü veren ve gerçekler ortada olduğu halde kıdem tazminatı hakkının fona devredilerek gasp edilmesine yeşil ışık yakan Hak-İş sınıfa ihanet çizgisinden vazgeçmelidir. Hak gasplarınakarşı eylemlere başlayan DİSK ise bu mücadeleyi daha geniş kesime yayarak birleştirici bir rol üstlenmekle yükümlüdür. Bu talep ve uyarılarımız doğrultusunda sendika yöneticilerinin tavır ve uygulamalarının takipçisi olacağız. Bununla birlikte sendikalarımıza yaptığımız uyarılarla yetinmeyerek işçi sınıfının geniş kesimlerini gerçeklerle buluşturmak ve mücadeleye sevk etmek için güçlerimizi birleştirerek çalışmalarımızı devam ettireceğimizi kamuoyuna duyurmayı bir görev biliyoruz.” sözlerine yer verildi. Eylem, alkış ve sloganlarla sona erdi.
5
işçi meclisi
Kadınlardan Kadıköy’de coşkulu eylem 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü‘ne yönelik İstanbul Kadın Dayanışması tarafından Kadıköy’de coşkulu bir eylem gerçekleştirildi.
Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık konusunda Türkiye, dünyanın en geri ülkelerinin arasında bulunmakta, 2010 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda Kadınlar 12:00'den itibaren boğada toplanmaya Türkiye 134 ülke arasında 126. sırada yer başladı. 13:00'te yürüyüş başladı. “Kadın düşman- almaktadır. Erkek şiddetinin katlanarak lığına, şiddete ve AKP’ye meydan okuyoruz” devam ettiği, kadınların tacize, tecavüze ortak pankartı arkasında yaklaşık 2000 kadın yüuğradığı bu topraklarda, 2013’ün ilk on rüdü. ayında erkekler 842 kadını öldürdü, 148 kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi. Ortak pankartla birlikte Acıbadem dayanışması, 170 kadını yaraladı, 123 kadın ve kız Deniz Gezmiş Parkı forumu, Koşuyolu Yaşam çocuğuna taciz etti. Gücünü sistemden Parkı‘ndan kadınlar da kendi pankartlarıyla katıl- alan, AKP’nin cesaretlendirdiği ve dedılar. rinleştirerek sürdürdüğü bu zihniyet; AKP’nin eril yargısıyla haksız tahrik Kadınlar dayanışma tarafından hazırlanmış ortak indirimi alarak, serbest bırakılıyorlar. dövizleri taşıdılar. İşçi Kadın Meclisi “Kadının AKP’nin ve yüz yıllık erkek egemen devkurtuluşu Sosyalizmde“, “Gezi’den geliyoruz, ‘kız- letinin kadın düşmanı politikaları her lı-erkekli’ direniyoruz“, “Şiddete karşı İşçi Kadın gün beş kadını öldürmeye devam ediyor. Meclislerinde örgütlen“, “Jin, Jiyan, Azadi“, “Be jin jiyan nabe“, “Ne baba evi ne koca evi, özgürlük Biz kadınlar! Eşitlik olmadan özgürlüsokakta“, “Ucuz işgücü olmayacağız/doğurmağün, özgürlük olmadan eşitliğin olmayayacağız“, “Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son!” cağını, bir bütün olmadığı sürece gerçek dövizleriyle alandaydı. bir özgürlükten söz edilemeyeceğini biliyoruz. Her gün onlarca kadın cinayeti Yürüyüş sırasında Kampüs Cadıları Kadıköy İsişlenirken, yüzlerce kadın tacize ve tecakeleye yakın bir yerde bulunan Hosta‘dan kadına vüze uğrarken, 4+4+4 eğitim sistemiyle yönelik şiddeti kınayan bir pankart astı. Hosta eve kapatılan kız çocuklarının ve çocuk gelinlerin yöneticileri pankart asan kadınlara sert bir şekilde sayısı her gün artarken, kıyafeti nedeniyle kadınmüdahale edip pankartı toplayınca kitle yuhalalar işlerinden olurken, erkek şiddeti ile hayatını malarla Hosta’ya yöneldi. kaybeden binlerce kadın varken, “kadın istihdam paketi” adı altında kadınlar evlere ve toplumsal Kapıları kapatan Hosta yönetimine kadınların ce- cinsiyet rollerine hapis edilerek Kadınların esnek, vabı sert oldu ve kapı zorlanarak açıldı. İçeriye gi- güvencesiz, ucuz iş gücü olmalarını sağlanırken ve ren kadınlar pankartı yeniden astılar ve Hosta’nın bunun için taşeronlaşma yaygınlaştırılırken,, kürcamlarına dövizleri dizdiler. Kadına yönelik şidtaj hakkı kadınların elinden alınırken, kaç çocuk dete karşı mücadele günü için yapılan eylemde doğurulacağına 3 ile 5 arası talimatı verilirken, kadınlara şiddet gösteren Hosta yönetimine de kızlı – erkekli aynı evde kalınmasına Başbakan kakadınlar en sert şekilde cevap vermiş oldu. rar verirken, hamile kadının sokağa çıkması ‘ahlaksızlık’ olarak nitelendirilirken, siyasal İslam’ın Yürüyüşe “Kadına yönelik şiddete son!“, “AKP iktidarda kalma mücadelesini besleyen birer araç elini kadınlardan çek“, “Emeğimiz, kimliğimiz, be- olmaya baş kaldırıyoruz. denimiz bizimdir“, “Üç çocuk değil, iş istiyoruz“, “Yaşasın kadın dayanışması“, “Her yer Taksim, Biz kadınlar! Kadın katliamlarının hesabını soraher yer direniş“, “Bu daha başlangıç, mücadeleye cağız, hukuksuz yargılama süreçlerinizin takipçisi devam“, “AKP’den hesabı kadınlar soracak” sloolacağız, bizleri eve hapseden erkek egemenliğine ganlarıyla devam eden kadınlar yürüyüşlerini mahkûm eden yasalarınıza itaat etmeyeceğiz, Beşiktaş İskelesi’nde sonlandırdı ve basın açıklabizden gasp etmeye çalıştığınız hayatlarımızın masına geçildi. İlk sözü üniversiteli kadınlar aldı. ve haklarımızın sonuna kadar peşinde olacağız. Son dönemde gündemde olan “kızlı erkekli” öğBu topraklarda yaşayan kadınlar olarak eşitlik ve renci evleri ve karma eğitim meselelerine değinen özgürlük mücadelemizi sürdüreceğiz. En korktuüniversiteli kadınlar, “kızlı erkekli kalmaya devam ğunuz yerde, sokakta meydan okuyoruz, sokakları edeceğiz” dedi. Karma eğitimin de sonuna kadar terk etmeyeceğiz. savunacaklarını ifade ettiler. Son olarak üniversiteli kadınların onların en korktuğu yerde sokakta Biz gezi direnişinin ön saflarında yer alan “direolacağını ve gericiliğe izin vermeyeceklerini benen” kadınlar olarak diyoruz ’ki; bize dayatılmak lirttiler. Üniversiteli kadınlardan sonra İstanbul istenen baskı ve zorbalıklara, boyun eğmeyeceğiz. Kadın Dayanışması’nı temsilen bir kadın basın AKP’ye ve Kadın Düşmanlığına Karşı Susmuyometnini okudu. Metinde; ruz. Meydan Okuyoruz Diyerek Birleştik, Dayanışmayı Büyüttük ve Bugün Bu Meydanı Doldur“25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti Trujillo duk. BU DAYANIŞMAYI VE MÜCADELEYİ Diktatörlüğü’ne karşı mücadele eden MİRABEL BÜYÜTEREK SÜRDÜRECEĞİZ… kardeşlerin sistem tarafından tecavüz edilerek katledilmesinin yıl dönümüdür. 1981'de Dominik’te Başbakana sesleniyoruz! Bedenimizden, Emetoplanan Latin Amerika Kadın kurultayında 25 ğimizden, Hayatımızdan, Kılık KıyafetimizKasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışden, Kızlı-Erkekli oturmamızdan “SANANE” ma ve Uluslararası Mücadele” günü olarak kabul ARTIK SUS! Çünkü artık kadınlar konuşacak; edilir. Bu gün, tüm Dünya’da kadınlar; neoliberal Mahallelerden, Üniversitelerden, İşyerlerinden, politikalara karşı, küresel olarak uluslararası diParklardan,Kadınlarla Birleşik Bir Mücadeleyi renişleri örgütlemekte, Kadına yönelik şiddete, Örecek… yoksulluğa, savaşa, muhafazakâr, baskıcı, ataerkil, ırkçı ve kapitalist sistemlere karşı başkaldırıyı örYaşasın Kadın Dayanışması, Yaşasın Mücadelemektedirler. miz!”
Lüleburgaz’da 25 Kasım KESK temsilcilikleri tarafından Lüleburgaz’da “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” nedeniyle bir basın açıklaması düzenlendi. Kongre Meydanı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasına yaklaşık 150 kişi katıldı. Kadın emekçiler burada da kırmızılar giyerek alanda yerlerini aldılar. Saat 12.45 sularında başlayan açıklamada kadına şiddetin toplumsal bir sorun olduğuna dikkat çekildi ve Türkiye’de son altı ayda 26 bin kadının şiddete uğradığı için polise başvurduğu ve sadece son 180 günde ise 130 kadın cinayeti işlendiği açıklandı. Özgü Sert’in okuduğu açıklamada şu ifadelere yer verildi; ‘Erkek egemen zihniyet, kurduğu devletçi sistemle kadının emeğini, bedenini, kimliğini sömürmeye devam ediyor. Başkaldıran, bu düzeni reddeden kadınlar ise en insanlık dışı yöntemlerle susturulmaya, itaat etmeye zorlanıyor. Ülkeyi 12 yıldır ‘kadın erkek eşit değildir’ diyen bir başka diktatör yönetiyor. Ülkemizde kadına yönelik şiddet her yıl artarak devam ediyor. Her gün ortalama 5 kadın en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor.’ “Kadına uzanan kollar kırılsın” sloganıyla biten eylemin ardından Eğitim-Sen eylemine yapılan saldırı kınandı.
6
işçi meclisi
“Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” Sahte bayraklı armatörlerin ve dünya çelik tüccarlarının yüksek çıkarları için bugün, Hindistan’da Alang sahiline çekilmiş gemileri sökerken, belki iki, belki on, belki altmış işçi ölecek. Burada bahsi geçen, iş ölümleridir, bu ölümlere neden olan riskler gibi ‘kabul edilebilir’ görülürler; sorumluları için ise, hiçbir mahkûmiyet söz konusu değildir. “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” isimli kitabı 2012 yılında Türkçeye Ayşe Güren’in çevirisiyle kazandırılan Annie Thébaud-Mony, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin Makine Mühendisleri Odası’nda düzenlediği etkinliğe katıldı. Annie Thébaud-Mony Ulusal Sağlık ve Tıp Araştırmaları Enstitüsü’nün (INSERM) onursal başkanı, halk sağlığı uzmanı, sosyolog ve yazar. Ayrıca, 13. Paris Üniversitesi Mesleki Kanserler Bilimsel İşbirliği Topluluğu’nun (GISCOP) yöneticisi, asbest kullanımına karşı uluslararası düzeyde mücadele eden birliklerin oluşturduğu Ban Asbestos Ağı’nın da sözcüsü ve halk sağlığını koruma amaçlı Henri Pézerat Derneği’nin başkanlığını da halen yürütüyor. Annie Thébaud-Mony en son 2012 yılında Fransız hükümetince kendisine verilen Legion D’Honneur nişanını, işçi sağlığı alanındaki her türlü işin kolektif yapıldığı ve devletin bu alanda metalaştırıcı dinamikleri destekleyici politikaları olduğu temellendirmesiyle açık bir mektup yazarak kabul etmemesiyle dikkat çekmişti. Onun katılımıyla 18 Kasım 2013 Pazartesi akşamı düzenlenen ‘Çalışmak Sağlığa Zararlıdır’ başlıklı söyleşi ve forum özellikle büro-ofis-akademi ve tıp alanında çalışan emekçilerin yoğun bir ilgisine sahne oldu. Saat 19.00’da başlayıp yaklaşık 4 saat süren etkinliğe 200’e yakın işçi ve uzman katıldı. Etkinliğin ilk bölümünü Annie Thébaud-
Mony’nin Aslı Odman’ın ardıl çevirisiyle yaptığı konuşma oluşturdu. “Dünyanın her yerinde, rekabet gücü adına, çalışma hayatı öldürüyor, yaralıyor, binlerce kadını ve erkeği hasta ediyor. Sağlıklarına ciddi biçimde zarar verdiğini bilseler de, bu insanların, geçimlerini sağlayabilmek için bu tür işlerde çalışmaktan başka çaresi yok… Sağlık Sigortası Fonu’nun ve Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre bugün Fransa’da, iş kazalarından günde iki, amyanttan (asbest) sekiz kişi ölüyor ve iki buçuk milyon çalışan her gün işyerlerinde kanserojen kokteyllerine maruz kalıyor, milyonlarca kadın ve erkek bir insanın fiziksel ve ruhsal olarak dayanabileceği sınırların ucuna itiliyor; kısacası, çalışma hayatı yaralıyor, öldürüyor ve hasta ediyor. Öldüren gerçekten çalışma hayatı mı yoksa yönetim kurullarının oval masalarında çalışma organizasyonunun nasıl olacağına karar verenler mi? Sahte bayraklı armatörlerin ve dünya çelik tüccarlarının yüksek çıkarları için bugün, Hindistan’da Alang sahiline çekilmiş gemileri sökerken, belki iki, belki on, belki altmış işçi ölecek. Burada bahsi geçen, iş ölümleridir, bu ölümlere neden olan riskler gibi ‘kabul edilebilir’ görülürler; sorumluları için ise, hiçbir mahkûmiyet söz konusu değildir.” (Çalışmak Sağlığa Zararlıdır) Konuşmanın ve forumun ses kayıtlarının geniş bir özetini önümüzdeki günlerde sitemizden paylaşacağız. Ancak şimdiden şunu söylemek mümkün: Kapitalist çalışma rejimi küresel niteliğiyle Fransa’daki işçi sınıfı ile buradaki işçi sınıfının çalışma ve işçi sağlığı-güvenliği
koşullarını birbirine sanılandan çok daha fazla yakınlaştırmış durumda. Kestirme bir değerlendirmeyle işçi sağlığı ve güvenliği koşullarının ülkemize özgü bir “3. Dünya” tipi çalışma rejiminin sonucu olarak geri olduğu, ileri kapitalist ülkelerde “daha güvenli çalıştırma” olduğu zannedilir, oysa gerek bilimsel veriler, gerekse aktarılan somut deneyimler durumun böyle olmadığını, burada bazı yönlerden geriye doğru bir eşitlemenin geçerli olduğunu gösteriyor. Örneğin kanser hastalıkları teşhislerinde mesleki kanser vakalarının tespiti ülkemizde % 0 (yüzde sıfır)! Fransa’da ise sadece % 0,5. Oysa bu rakamın en az %6 ila 10 arası olduğu tahmin edilmekte. Kapitalizm kanser ediyor, ancak işçilerin bunu belgelemesi ve hesap sorması olanakları her iki ülkede de inanılmaz derecede geri bıraktırılmış, bloke edilmiş durumda. Veya bizde çok sık görülen ve yine kestirme bir yaklaşımla “doğu toplumlarına özgü” zannedilen “kan parası” uygulamasının Fransa’da da olduğunu öğrenince şaşırmayın. Annie Thébaud-Mony konuşmasında bunun somut örneklerini sıralıyor. Forum bölümünde Annie’ye sorulan sorular ve deri-bilişim-banka işçilerinin, işyeri hekimleri, avukatları İSG uzmanlarının canlı ve çarpıcı katkılarıyla devam eden etkinlikte birçok katılımcı ‘Çalışmak Sağlığa Zararlıdır’ kitabını yazarına imzalatma ve kendisiyle sohbet etme şansını da yakaladı.
Ankara’da kadınlar şiddetin her türlüsüne karşı sokaklarda 25 kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü İşçi Kadın Meclisi, Ankara Kadın Platformu ile birlikte, saat 12.00 de Kolej meydanında buluşup, Ziya Gökalp Caddesi’ne doğru kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdik. Birçok kadın örgütünden oluşan kortej oldukça renkliydi. “Dewlet ka hilweşe ji peşberi me jin tén… Devlet bi yıkıl karşımızdan kadınlar geliyor..” yazan büyük pankartın arkasından yürüyen kadınlar rengarenk dövizlerle taleplerini dile getirdiler. Erkek egemen kapitalist sistem içinde hergün ezilen ve sömürülen kadınlar için sokağın özgürleştirciliği bir kez daha ortaya çıktı. Hep bereber şiddetin her türlüsüne karşı en devrimci talepleriyle Kızılay sokaklarını inleten kadınlara çevreden de ilgi oldukça büyüktü. Mücadelenin her alanından oluşumlar oradaydı. Kürt kadınlar yöresel kıyafetleri ve Paris’te katledilen üç Kürt siyasetçi kadının fotoğraflarıyla, genç kadınlar AKP’nin son dönemki gerici politikalarına ilişkin dövizlerle, işçi kadınlar güvenceli iş talepli dövizleriyle, LGBTİ bireyler de yaşamın her alanında şiddete maruz kalmaya, tacize, tecavüze karşı dövizleriyle yürüyüşte yer aldı. İşçi Kadın Meclisi olarak bizler de “Zamanda, Mekanda, Yaşamda Özgürlük”, “Sermayeye Ucuz İşgücü Doğurmayacağız”, “Susma, Şiddeti, Tacizi Teşhir Et”, “Devlet Tecavüzcüyü Koruma Yargıla” ve “Çocuk Gelin Dediğin Pedofili” yazan dövizlerle ve taleplerimizin yer aldığı rengarenk gömlerklerimizle yürüyüşe katıldık.
Son dönemde özellikle tutsak kadınlara yönelik fiziksel ve psikolojik taciz ve şiddeti Elif Kaya nezdinde protesto ettik. Yürüyüş boyunca kortej düzeni olmadan, dağınık bir şekilde gidilmesine, sloganların sürekli birbirine karışmasına rağmen, renk ve hiç azalmayan coşku kadınların sokağa olan özlemlerini bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Özlemini duyduğumuz günleri ve mevsimleri bugünlerden başlayarak sokaklarda, evlerde, iş yerlerinde, yaşamımızın her alanında ilmek ilmek ördüğümüzü gösterdik. Kadına yönelik şiddetin had safhaya geldiği ve sermayenin bize ucuz iş gücü olmayı dayattığı bu sömürü düzeninde özellikle son dönemde gelen Kadın İstihdam Paketi ile de birlikte her gün bir kez daha köleleştirilmeye, öldürülmeye karşı örgütlenerek yarınlara yürüme kararlılığıyla meydanlardaydık. Gezi’nin etkisinin bugün de hissedildiği meydanda “Bu
daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganı hem kadınların üzerindeki baskıya artık yeter dediği bugünlerde daha gür bir şekilde atıldı. Alana gelindiğinde Gezi protestoları’nda polis şiddetine maruz kalan, komadan ve üç beyin ameliyatından sonra yeniden aramıza dönen Lobna Allami ve hala komada olan Berkin Elvan başta olmak üzere tüm direnişçilere selam edilerek Kürtçe ve Türkçe olarak basın açıklaması okundu.
İşçi Kadın Meclisi
7
işçi meclisi
Berlin'de 25 Kasım Etkinliği Berlin´de “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” vesilesi ile yapmış oldumuz etkinliğe yaklaşık olarak 40-45 kişi katıldı. Kısa bir açılış ve selamla konuşması sonrası ´´İçimdeki Yangın´´ adlı filmi izledik. Kısa bir aradan sonra film bağlamında günümüz koşullarında kadınların karşıya karşıya oldukları sorunlar üzerinde sohbet ettik. ´´Kravatlı´´ bir toplantıdan ziyade, herkes doğallığında kendini ifade etti. Avrupadaki göçmen işçi ve emekçi kadınların yaşadıkları sorunların farklı boyutlarından örnekler verildi: ´´..hem göçmeniz, hem kadınız, hem çalışanız, hem de evde hizmetimizi yapmak zorundayız, biz de ne yapacağımızı nasıl yaşayacağımızı şaşırdık..´´ ´´..filmde de gördük ki savaş koşullarından, töre, gelenek ve göreneklerin baskılarından her zaman kadınlar ve cocuklar en cok zararı görüyor, hadi buralarda savaş yok diyelim ama Avrupa’nın
göbeğindeyiz ama aynı gelenekler, aynı töreler, erkeklerin baskısı devam ediyor, buna bir dur demek lazim..´´ ´´.. ben her gün iş ve işçi bulama kurumunun kapısına gidip gelmekten, kağıt getir götürmekten bıktım, yaşım ileri oldugu icin,dil yetersiz oldugu icin iş bulamıyorum, erkeğin eline bakmak insanın zoruna gidiyor..´´ Bir erkek arkadaşımız da görüşlerini paylaştı.´´…aslında tüm bu sorunlar bir sistem sorunu, bizim hesap soracağımız bir tek yer var, kapitalistlere tüm öfkemizi yöneltmektir, sınıf mücadelesidir sorunumuz..´´ Mültecilerin mücadelesi ve özellikle son günlerde karşı karşıya kaldıkları ciddi devlet saldırıları sohbetimizin bir başka konusu oldu.Yaklaşık bir buçuk yıldır çadırlarda ve işgal okulunda kalan mülteciler, pis koşullari bahane edilerek bu mücadele merkezleri devlet tarafından dağıtılmak isteniyor.
Etkinligimizden kısa bir süre önce devletin müdahale girişimi oldu ve kitlesel bir karşı koyuşla şimdilik saldırı geri püskürtüldü. Konu ile ilgili gelismeleri paylaşmaları için mülteci kampından arkadaşlarımızı da davet etmiştik.
sonra kısa bir ara verdik. Emrah ve Devid arkadaşlarımız müzik ve melodileri ile etkinliğimize destek ve dayanışmalarını sundular. Turgay’n sazı eşliğinde hep beraber söyledigimiz türkülerle etkinliğimizi sonlandırdık.
Bu alandaki mücadelenin aktif örgütleyicilerinden olan Turgay Ulu ve bir grup arkadaş geldi. Grubun gelişmeleri aktarması ilgiyle dinlendi. Bir arkadaşımızın ingilizce çevirisi ile karşılıklı soru-cevaplarla belli bir doygunluga geldikten
Devrimci Proletarya olarak Berlin’de yaptığımız ilk etkinliğimizi gerek hazırlık aşamasında gerekse etkinlik sırasında pek çok arkadaş desteği ile gerçekleştirdik.
Hava-İş’te yönetim değişti
Hacettepe işçilerinden yol kapatma eylemi
Hava-İş içerisinde etkili olan ve delege seçimlerinde 95 delege çıkartan Gökkuşağı Hareketi delege arkadaşlarının işten çıkartılma ile tehdit edildiği gerekçesi ile Genel Kurula katılmadı. Gökkuşağı Hareketi’nin bu tavrı bir tarafta Güç Birliği ekibinin işine yaradığı belirtilerek eleştirilirken bir tarfatan da “her iki tarafla da örtüşmeyen yapısıyla “sadece yönetime gelmek” fırsatçılığı peşinde olmamıştır” denilerek tavrı desteklendi. Ayçin’in kaybetmesi “sol”un kaybetmesi şeklinde okunan bir taraf ise “300 oyun içinde Ayçin, Gökkuşağı ve İşçi Komitesi’nin Hacettepe Hastanesi’nde işten çıkarılan ve 28 167 oyu vardı Ayçin’in koltuk sevdasından bir gündür direnişte olan taşeron sağlık işçileri yol kapatma eylemi gerçekleştirdiler. araya gelinemedi” yorumları yapılıyordu. Hava İş 27.Olağan Genel Kurulu 7-8 Aralık tarihlerinde gerçekleştirildi. Genel Kurulun ilk günü grupların konuşmaları ile geçerken 2.gün seçimler yapıldı. Atilla Ayçin’in konuşması sırasında Reform Harekiti’nden delegeler salonu terk etti. 300 delegeden 211 delegenin oy kullandığı seçimde Türk İş ve THY yönetiminin desteklediği AKP’ye yakın “Reform Hareketi” öncülüğünde oluşan ve Değişim Grubu ve Emek Meclisi’nin oluşturduğu Güç Birliği 206 geçerli oyun 133'ünü alarak Hava İş yönetimini kazandı. 133 oy alan Ali Kemal Tatlıbal Hava İş’in yeni Genel Başkan’ı oldu. Atilay Ayçin’in listesi ise 73 oyda kaldı.
Hava-İş Sendikası Genel Kurulunda işçi sınıfının örgütlenme ve hak alma mücadelesinin önünü açan, bu yolda kararlı şekilde yürüneceğini belirten programların yarışı olmadı tabi. Yine son gece yapılan kulis pazarlıkları ile koltuklar pay edildi.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan ve iş yavaşlatma eylemi yaptıkları gerekçesiyle işten çıkartılan Devrimci Sağlık-İş Sendikası üyesi taşeron sağlık işçileri direnişlerinin 28. gününde yol kapatma eylemi yaparak direnişlerini büyüteceklerini söylediler.
Ne Ayçin nede taze yönetim sendikada farklı bir yol izleyecektir. Birisi AKP birisi CHP’ye bel bağlamış, 5 yıldızlı otellerde kurulan masalarda sözleşmeler imzalandı, imzalanacaktır.
İşçiler adına konuşan Devrimci Sağlık-İş Örgütlenme Uzmanı Ethem Akdoğan “Yıllardır emeğimizle çalıştığımız hastaneden hakkımızı istediğimiz için işten atıldık.
Şimdi hava işçisine düşen örgütlenerek, taban insiyatiflerini oluşturarak sendika bürokrasinin karşısına çıkmak ve o koltukları onlara dar etmektir.
Ancak şunu bilsinler ki; Hacettepe işçileri direnmeye devam edecek ve kazanan biz olacağız. Hakkımızı alana kadar direnmeye devam edeceğiz” dedi.
8
işçi meclisi
Yeni Köleciliğe Hayır! UİS, gerçekte sermayenin kendi imgesinden yarattığı modern barbarlığın ne olduğu, nereye gittiğinin en çıplak ifadesidir. Yeni kölecilik programıdır. Ancak “yeni kölecilik” demek, yeni bir işçi sınıfı da demektir. Ulusal İstihdam Stratejisi, tümü birbiriyle bağlantılı 4 temel politika eksenine sahiptir. Bunlar; 1-Eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi, 2-İşgücü piyasasının esnekleştirilmesi, 3-Kadınların, gençlerin ve dezavantajlı grupların istihdamının artırılması, 4-İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi, olarak tanımlanmaktadır. Sendikalar ve sol, bugüne kadar ve halen sadece 2. maddeyle sınırlı bir muhalefet yürütmektedir. 2. maddenin, taşeronluk, özel istihdam büroları, kısmi zamanlı çalışma, geçici çalışma gibi en parçalayıcı çalıştırma biçimlerinin yaygınlaştırılması ve temel çalıştırma biçimi haline getirilmesi itibarıyla UİS’in en vahşi yanlarından birini oluşturduğu doğrudur. Ancak UİS’de salt bunlarla sınırlı bir direniş de, mevcut çalışma biçimlerini ve elde kalan kısmi hak ve güvence sahibi işleri savunmakla sınırlı kalmaktadır. UİS, başta eğitim ve aile olmak üzere tüm toplumsal kurum ve ilişkileri sermayenin azami birikim ve tahakküm stratejisinin dolaysız bileşeni haline getirmekte, buna göre baştan aşağıya yeniden düzenlemektedir. Kadınları, kürtleri, gençleri, öğrencileri, yoksulları, engellileri, göçmenleri çok daha yığınsal olarak en ezici sömürü çarkları içine çekmektedir. Sosyal güvenlik ve yardım sisteminden geriye kalanı da budayıp, yoksul ve muhtaçlara yardım şartını bile dilenci ücretine kölece çalışmaya bağlamaktadır. UİS, gerçekte sermayenin kendi imgesinden yarattığı modern barbarlığın ne olduğu, nereye gittiğinin en çıplak ifadesidir. Yeni kölecilik programıdır. Ancak “yeni kölecilik” demek, yeni bir işçi sınıfı da demektir: Muazzam genişleyen, muazzam çeşitlenen, muazzam karmaşıklaşan, fakat yalnız acı çekmekle kalmayan, adım adım mücadeleye de giren, zaten başka bir şansı da olmayan bir işçi sınıfı. Neoliberal kapitalizmin azımsanmayacak bir öz deneyimine sahip, fakat asıl şimdi kapitalizmin en saf biçimiyle yüzyüze gelmekte olan işçi sınıfı. İrili ufaklı öz savunma dinamikleri gelişmekte olan, belli bir kesimi Haziran Direnişi deneyimine de sahip olan işçi sınıfı. “Ulusal İstihdam Stratejisi”, adı üstünde bir Stratejidir. Türkiye’de en az 20 yıllık geçmişi olan; her kriz devresinde ekonomik olduğu kadar toplumsal-siyasal kapsam ve şiddet vitesini büyüten; burjuvazinin küresel mali oligarşik neoliberal dönüşüm harekatının üretim ilişkileri ekseninden temelini oluşturan; en aman tanımaz stratejilerinden biridir. Aslen, sermayenin yeni küresel temelinden neoliberal despotik birikim stratejisinin ta kendisidir. Bu strateji, önümüzdeki haftalarda Meclise gelecek kıdem ve taşeronluk düzenlemeleri, özel istihdam büroları, kadın istihdam +3 çocuk paketi, mesleki yeterlilik düzenlemeleri gibi daha sivriltilmiş dişleriyle de tamamlanmış olmayacaktır. Sermayenin toplumsal emeği sömürmesi ve ezmesinde her kapsam genişlemesi ve şiddet yükseltimini bu doğrultuda dur duraksız yeni hamleler izleyecektir. Hükümet programı 2014 yılında UİS’e dönük yasa ve düzenlemelerin yoğunlaştırılmasını öngörmektedir. UİS Belgesi de zaten 2 yılda bir güncellenerek süregidecek,
dibi olmayan bir karaktere sahiptir. Burjuvazinin sınıf stratejisinin karşısına, ancak onu kökünden yıkmaya dönük ve her saldırı hamlesinin açığa çıkardığı mücadele dinamiklerini de bu yönde değerlendiren, uzlaşmaz karşıt sınıfının tüm yönlü ve bütünsel bir mücadele programı ve stratejisi, iç örgüye sahip dinamik taktikleri ile çıkılabilir. İşçi sınıfının en büyük sorunlarından biri, burjuvazinin artan saldırganlığına karşı gelişme eğilimi gösteren öz savunma mücadelelerinin çoğunlukla verili durum ve kırıntıları korumaya ve geriye dönük, kesitsel, kesimsel, içe kapalı kalması, giderek daralan bir zemine sıkışması; bağımsız sosyalist sınıf mücadelesi program ve stratejisine sahip olmamasıdır. Sermayenin yeni birikim stratejisi olarak UİS, yalnız belli bir işçi kesimini değil, eski ve yeni tüm işkollarını, coğrafi bölgeleri, işçi kitlelerini ve kesimlerini kapsamaktadır. Dahası yeni proleterleştirme süreçlerini toplum sathında azami genişletmekte ve hızlandırmakta, durmaksızın yeni işçi kitleleri yaratmaktadır. Kamu ve büyük sanayi işçileri, kamu çalışanları ve beyaz yakalı işçiler, kobi işçileri, taşeron işçiler, kadınlar, gençler ve öğrenciler, kürtler, göçmenler, işsizler, kent yoksulları… tümü UİS’in kapsamında ve hedefindedir. Sanayi işçileri için kıdem, taşeronluk, ÖİB vd düzenlemeler, kamu çalışanları için “kamu personel rejimi”, beyaz yakalılar için “performans ve mesleki yeterlilik düzenlemeleri”, kadınlar için “kadın istihdam+3 çocuk paketi”, gençler ve öğrenciler için “gençlik istihdam strateji belgesi”, taşeron ve güvencesiz işçiler için “yeni taşeron işçilik düzenlemesi”, “kısa çalışma ve toplum yararına çalışma programları”, “ev eksenli çalışma programları”, mevsimlik tarım işçilerine dönük düzenlemeler, göçmen işçilere yönelik düzenlemeler, Kürdistan’a dönük proje ve programlar, vb. Sermayenin neoliberal despotik birikim stratejisi olarak UİS, ekonomik, toplumsal, siyasal, ideolojik bir kapsam ve bütünlüğe sahiptir. Ekonomik boyutu keskindir. Sömürü tabanını toplum sathında genişletmeyi ve sömürü şidde-
tini derinleştirmeyi, ücretleri ve sosyal hakları azami düşürmeyi, çalışma temposu ve saatlerini azami artırmayı hedeflemektedir. 2008 krizinden bu yana zaten ücretler dibe vurdu. KOBİ’lerde haftada 72 saat çalıştırma yaygınlaştı. İş cinayet ve kazaları, meslek hastalıkları patlama yaptı. Güvencesiz işlerde, üç beş ay çalıştırıp işten çıkarma, işçilerin ücret, kıdem ve diğer hakedişlerini ödememe, asgari ücretin altında veya cep harçlığına çalıştırma, sigorta yapmama veya eksik yapma gibi uygulamalar yaygınlaştı. Gündemdeki UİS paketleri ise bunu standart haline getirecektir. Çok daha düşük ücretlerle daha uzun saatler işçi çalıştırmak genişleyecek, ücret ve hak gaspları yaygınlaşacak, iş katliam ve hastalıkları yeni bir patlama yapacaktır. Ücretin bir bölümünü ve geriye kalmış son iş güvencesi eşiğini oluşturan kıdem tazminatı topun ağzındadır, taşeronluk yaygınlaşacak ve esas işlere de girecek, modern köle tüccarlığı resmileşecek, haftada 60-72 saat ve üstünde geçici, güvencesiz çalışma temel biçim haline gelecektir. Bunlar UİS’in işçi sınıfının hem geleneksel hem de yeni kitlelerini mücadeleye iten /itecek olan en sivri dişleri arasında yer almaktadır. Gezi sonrasında işçi sınıfının ekonomik-sendikal öz savunma mücadelelerini Gezi’nin karşısına koyup küçümseyen ve inkar eden bir yaklaşım tarzı da sol içinde yaygınlık kazanmış ve işçi sınıfına yabancılaşmayı derinleştirmiştir. Günümüzde daha da daralmış ve basıklaşmış ekonomik-sendikal mücadelenin (verili çalışma ve yaşam koşullarını koruma ve kısmen iyileştirme mücadelesinin) kendi başına UİS’in tüm yönlü saldırı ve kuşatmasını yarmaya yetmeyeceğini, dahası sendikalizm ve bürokratizm sınırlarını aşamayacağını biliyoruz. Bununla birlikte, tahammül eşiğini zorlayan çalışma koşullarının yaygınlaşan öz savunma talep ve mücadele dinamikleri, neoliberal üretim ve emek organizasyon ve disiplin biçimlerine karşı mücadele dinamikleri… olmadan ve dikkate alınmadan yığınsallaşan bir hareket de yaratılamaz. Bir sermaye birikim stratejisi olarak UİS, ekonomik olduğu kadar toplumsal planda da dev çaplı saldırgan ve sarsıcı bir boyuta da sahiptir. Küresel temelden neoliberal sermaye birikiminin engeli haline gelen ulus, kamu, yerel yöne-
9
işçi meclisi
tim, kent, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, aile kurumlarının tümü toplumsal sarsıntı ve çatışmalarla yeniden düzenlemektedir. “Ulusal istihdam stratejisi”nin ulusallığının en fazlası, gerçekte dünya çapında sayısız ülkede eşgüdümlü olarak uygulanan küresel mali oligarşik dönüşüm programlarının Türkiye bileşeni olmasıdır. Kürt sorununun neoliberal reformist çözüm süreci ve Güney Kürdistan’la Türk-Kürt burjuva ittifakının ekonomik-siyasal entegrasyon sürecinin hız kazanması da ezilen ulus sorunun almakta olduğu yeni boyutu göstermektedir. Sermaye birikiminin küresel temele geçişinin gelinen evresinde UİS, işgücü formasyonunun da küresel yeterlilik/performans standartlarına bağlanmasını kapsamaktadır. Kamu-özel, işçi-memur ayrımları geriye doğru kaldırılmaktadır. “Kamu” kısa erimde ortadan kalkmayacaktır, ancak kamu alanında da güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması hızlanacak, memur statüsündekilerin büyük bölümü işçi statüsüne geçirilecek, geriye kalan “kamu” da özel sektör ve azami karlılık işleyişine daha fazla tabi kılınacaktır. Yeni yerel yönetim özerkliği yasa tasarısı, Kürt sorunu gibi nedenlerle yıllardır askıdadır. Bununla birlikte UİS, mesleki eğitim, yüksek öğretim ve işgücünün İl İdareleri ve sermayenin o ilde bulunan kolları, OSB’ler vb tarafından yerel yönetim ve düzenlemesini de kapsamaktadır. Emekli, dul, yetim maaşları, işsizlik, yeşil kart ve çeşitli sosyal yardım düzenekleri ile geçinmeye çalışan büyük bir nüfus vardır. UİS’in temel politika ayaklarından “sosyal politika düzenlemeleri”, her türlü sosyal güvenlik, dayanak ve yardımın olabildiğince budanıp ve daraltılıp bu büyük nüfusun olabildiğince geniş kesiminin çalışmaya zorlanmasını kapsamaktadır. Bu önemli bir toplumsal sarsıntı dinamiğidir. SGGSS’de balayı dönemi bitti, bir sarsıntı dönemi açılıyor. 2014'ten itibaren GSS/SGK kapsama alanı köklü biçimde daraltılıyor, “ek ödeme” dayatması yüzde 200'den başlıyor. Diğer taraftan GSS/SGK zorunlu tutulmamasına karşın milyonlarca kişi kayıt yaptırmadı, kayıt yaptıranların büyük bölümü de primlerini ödeyemedi. Bu sağlık ve SGK sisteminde ciddi bir kriz demektir. Burjuva devlet, yasal zorunluluk addettiği halde kayıt yaptırmayanları ayda 200 liradan, kayıt yaptırıp primlerini ödeyemeyenleri ayda 30-120 liradan “borçlu” addediyor ve “haciz” işlemlerini başlatabileceği türünden tehditler savurmaya da başladı. SGGSS dönüşüm ve dayatmasındaki fiyasko, Hükümetin bir dönem için en büyük kitlesel çekim etkenlerinden olan, sağlık sistemindeki kriz ve toplumsal gerilim dinamiğini de büyütecek. Bu da hızla yönelmemiz gereken kritik bir sınıfsal-toplumsal sarsıntı ve mücadele dinamiğidir. Kent, salt üretimin yapıldığı ve yaşanan yer olmaktan çıkmış, kendisi dev çaplı bir üretim sektörü (inşaat, altyapı; kentsel dönüşüm) haline gelmiştir. Giderek büyüyen mega projelerle, doğa yıkımıyla, insanlara soluk alacakları yer bırakmamasıyla, trafik-ulaşım kriziyle, kitlelerin toplandığı her yerde artan sermaye ve devlet tahakküm ve kontrolüyle… bir yandan sermaye için çok kritikleşen bir birikim ve egemenlik alanı, diğer yandan da sınıfsal-toplumsal çatışmaların büyüdüğü temel bir muharebe alanı haline gelmiştir. UİS’in öncelik verdiği inşaat, sağlık, eğitim, turizm, finans, büro, mağazacılık gibi sektörler de tümüyle bu kapsamdadır (yeni kentsel işçi kitleleri, özellikle de kadınlar, gençler, kürtler, vd). Kent ve yerel seçimler konusu-
nu ayrıca ele alacağız. Neoliberal muhazakar eğitim sistemi ve aile kurumu, sermayenin yeni birikim stratejisinin/ UİS’in en temel dayanaklarını ve dolaysız bileşenlerini oluşturmaktadır. Burjuva hükümetin gençler ve kadınlara karşı son dönemde neomuhafazakarlık ve baskı düzenlemelerini artırmasının önemli bir etkeni kuşkusuz Gezi korkusudur. Bununla birlikte temel bir etken de, gençlik ve eğitim ile kadın ve ailenin sermayenin yeni birikim stratejisinin/UİS’in en stratejik dayanakları ve dolaysız bileşenleri olmasıdır. UİS’e eğitim ve aile merkezli sermaye birikim stratejisidir, bile diyebiliriz. Bu yüzden eğitim ve aileyi doğrudan sınıfsal-toplumsal/siyasal mücadele konusu haline getirmeyen, kapitalist eğitim ve aileye cepheden vurmayan bir UİS politikası, daha baştan dar, basık, etkisiz kalmaya mahkumdur. Eğitimde özellikle 4+4+4(+4)’ten itibaren hızlanan yeniden düzenlemeler neredeyse tamamen UİS çerçevesindedir. Mesleki eğitimde yeterlilik sınavlarına geçiş başlatıldı. Hemen ardından 700 Meslek Yüksek Okulu’nun yeterlilik incelemesine alınacağı ve tamamının veya büyük bölümünün kapatılacağı açıklandı. Dersane sarsıntıları da büyüyor. Yeterlilik/performans/ verimlilik ve ölümüne rekabet sistemleri (“standartın altında kalan gider”) artık orta ve yüksek öğretim öğrencilerinden kamu çalışanlarına kadar tüm sınıfın ortak bir sorunu ve bileşik mücadele cephesidir. Yeterlilik/performans sistemlerine dönük birincisi, öğretim üyeleri, öğretmenler, yüksek öğretim ve meslek lisesi öğrencilerinin birleşik mücadelesini hedefleyen, ikincisi tüm sınıf bileşenleri ve öğrencileri kapsayan özgül çalışmalarımız da olmalı. Aile politikaları da özel bir hız kazandı. Kürtaj kısıtlamaları, liselerde evliliğin serbest bırakılması, “kızlı-erkekli” evlere baskı, gençlere evlilik ve çocuk yapma teşviki/baskıları, vb. Hükümetin 2014 programının 3 temel ayağından birini de, yine“aileyi kurtarma ve pekiştirme”, evlilik, aile kurma, çocuk yapma (ve boşanmaları kısıtlama, vd) doğrultusunda ideolojik, kültürel, siyasal, toplumsal baskı ve manipulasyon kampanyası oluşturuyor. Kadın istihdam + aile ve 3 çocuk paketi de aile restorasyon politikaları ve baskıları ile doğrudan bağlantılı ve merkezinde
Sermayenin yeni birikim stratejisi ve UİS neoliberal burjuva demokratik rejimlerin basık şekilleniş ve tutuluşunun etkenlerinden biridir. Sermayenin yeni temelden azami sömürü organizasyonu, toplumsal emek ve işçi sınıfı üzerinde azami egemenlik, tahakküm ve kontrol düzenlemelerini de kapsar. yer alıyor. Bu süreç aile kurumunun kriz, çelişki ve sarsıntılarını da kaçınılmaz olarak artıracak. Bunun üstüne gitmeliyiz. Bu yüzden -özetle- başta aile, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve kent (zaman-mekan) konuları ve bütünlüğü içinde, UİS’i salt ekonomik değil, toplumsallaşmış bir sınıf (ve sistem) karşıtlığı ekseninden ele alarak yürütmeliyiz. Bir sermaye birikim stratejisi olarak UİS, en sonu, ekonomik ve toplumsal olduğu kadar derin bir siyasal kapsama sahiptir. Sermayenin yeni birikim stratejisi ve UİS neoliberal burjuva demokratik rejimlerin basık şekilleniş ve tutuluşunun etkenlerinden biridir. Sermayenin yeni temelden azami sömürü organizasyonu, toplumsal emek ve işçi sınıfı üzerinde azami egemenlik, tahakküm ve kontrol düzenlemelerini de kapsar. Burjuvazi ve mali oligarşisinin toplumsal emek ve işçi sınıfı üzerindeki diktatörlüğü, çalışma ve yaşamın her alanındaki azami kontrol, gericilik ve dizaynı sermaye birikim stratejisinin ayrılmaz bileşenidir. UİS, neoliberal despotik azami sömürü stratejisidir. El koyarak, yağmalayarak, her türlü fiziksel-toplumsal sınırın ötesinde iş saatleri, çalışma temposu ve kıyıcılık gibi ilkel birikim öğelerini de içeren bir sermaye birikim stratejisi, baskısız ve zorsuz gerçekleştirilemez. Hem işyerlerindeki idari, teknolojik baskı ve kontrol anlamında, hem de çalışma zamanı dışındaki (okullardan maçlara, sosyal medyadan evlere kadar giren) devlet baskı, kontrol ve müdahalelerine kadar!. Burjuvazi ve küresel mali oligarşisinin bir yandan kriz vb nedeniyle bu paket ve düzenlemele-
10
işçi meclisi
ri bir yandan kriz vb nedeniyle bu paket ve düzenlemeleri bir an önce geçirme itkisi vardır. Fakat diğer yandan neoliberal yıkım ve saldırıların dünya çapında işçi sınıfı ve kitlelerde yarattığı tepki birikimi, son yıllarda sınıfsaltoplumsal eylem ve hareket dalgalarının güç dengelerini kısmen farklılaştırmış ve mevcut rejim ve hükümetler üzerinde basıncı artırmış olması vardır. Bu yüzden küresel mali oligarşinin bizzat Türkiye Ulusal İstihdam Strateji Belgesinde de yer alan biçimde, işçi sınıfı ve kitlelerin tepki ve eylem dalgalarına kat çıkabilecek UİS paketlerinin “yönetişim”le, sendikalar vb.yle “uzlaşma”yla, kontrollü biçimde geçirilmesi şart koşulmuştur. AKP Hükümeti’nin istese tıpkı 2003 İş Yasası ve SGGSS gibi onbinlerin direnç ve protestosuna karşın çat diye geçirebileceği UİS’in en sivri uçlarından kıdem gaspı ve taşeronluk düzenlemesini daha kontrollü ve esnek götürmeye çalışmasının ve kimi sabunlamalar yapmasının asıl nedeni budur. Diğer etkenler, Gezi’nin yarattığı basınç ve seçim sürecidir. Ancak Hükümetin UİS paketlerinde kimi esneklikler göstermesi, görünüşte kimi hak kırıntılarıyla birlikte geçirmeye çalışması, bizi gevşetmemeli. UİS adı üstünde bir stratejidir, hükümetin gösterdiği kimi taktik esneklik ve manevralar da onu realize etmek, derinleştirip genişleterek sürdürülebilir hale getirmek, direnç noktalarını kuşatıp kırmak içindir; devamı da her düzeyde ve ilk fırsatta gelecektir! Bu yüzden, işçilerin çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarına karşı savaşımı bir bütündür. Sermaye, devlet ve toplumsal gericilik birikimi ve baskılarına karşı savaşımı bir bütündür. İşçilerin sınıf kini, onuru ve özgürlük savaşımı bir bütündür. UİS’e karşı sınıf kini ve onurunu öne çıkartacağız (köle tüccarlığı, 12 saatlik işgünü, emekgücünün aşırı değersizleştirilmesi ve aşağılanması, ezilmesi, kolayca imha ve tahrip edilebilir en değersiz metaya indirgenmesi, kadınların, gençlerin, öğrencilerin, kürtlerin, engellilerin, göçmenlerin ikinci sınıf işçi sayılması, vb.). İşçi sınıfının sınıfsal (proleter sosyalist) özgürlük ve demokrasi mücadelesini öne çıkarmalıyız. Düşünce, söz, basın, sosyal medya, toplantı, örgütlenme, eylem, zaman, mekan özgürlükleri için savaşım (işyerlerinde ve yaşamın her alanında, okullar, merkezi meydanlar dahil) UİS faaliyetinin ayrılmaz bileşenidir. UİS’e ve bürokratik sendikalizme karşı proleter demokrasi mücadelesini (kadın, kürt, genç, öğrenci, çocuk, göçmen işçilerin de fiili hak eşitliği, doğrudan katılım ve yer alışını da içeren biçimde) öne çıkaracağız. Bağımsız işçi komiteleri, meclisleri, platformları, bağımsız yeni tipte sınıf sendikaları… Sosyalist işçi demokrasisini, üretim ve yönetimin toplumsallaştılmış birliği itibarıyla temel bir propaganda konusu haline getirmeliyiz. İşçi sınıfının bağımsız fiili söz, toplantı, örgütlenme, eylem, işyeri, sokak, meydan demokrasisi! Burjuvazinin mali oligarşik diktatörlüğüne karşı
proleter sosyalist devrimci demokrasi!
tadan kalkmamaktadır. Neoliberal despotik sermaye birikimi temelinden ve içinden derinNeoliberal despotik bir sermaye birikim stratelemesine yeniden üretilmektedir. Sarsılan ve jisi olarak UİS’in temel bir politika ekseni, eskisi gibi yönetemez hale gelen erkek, Türk, ezilenlerin yığınsal işçileştirilmesidir: Kadınlar, yetişkin (gentokrasi) egemenliğini sermaye gençler, çocuklar, öğrenciler, kürtler, engelliler, birikiminin yeni temelinden biraz incelterek yoksullar, göçmenler… Ezilenlerin ve ekonomik, yeniden tahkim eden geri düzeyde neoliberal burjuva demokrasiyle daha da yakıcılaşmaktadır. Fakat daha doğrudan bir sınıf karakteri de kazanmaktadır. Kadınların, gençlerin, öğrencilerin, Kürtlerin, Alevilerin, engellilerin, göçmenlerin, lgbtlerin asgari demokratik hak ve eşitliklerinin tanınmamasının, dahası mevcut durumlarının yeni temelden restore edilmesinin, öne çıkartacağımız belirleyici etkenlerinden biri, sermayenin ezilen kesimlerden işçilerin ezilmişliğini de azami sömürmesine dayanan birikim stratejisi, yani burjuvazi ve mali oligarşik diktatörlüğünün ta kendisidir. Bu proletarya-burjuvazi uzlaşmaz karşıtlığının tüm toplumsal, siyasal, kültürel olarak aşağı konezen-ezilen ilişkilerinin de temeline yerleşip umda addedilenler, bu durumlarında ciddi bir içine nüfuz ederek yeniden şekillendirmesinin değişim sağlanmadan ve kolektif hak ve özgürde ifadesidir. Proletaryanın muazzam genişlemiş lükleri tanınmadan, yığınsal olarak en esnek, en ve yükselmiş bir temelden, toplumsallaşmış ve siyasallaşmış (tek kelimeyle: sosyalist) proletarya Proletaryanın, burjuvaziye karşı olduğu gibi olarak yeniden oluşumunun en stratejik dinakendi içinde de çetin bir proleter demokrasi miklerinden biridir. mücadelesi eğitiminden geçmesi gerekmeAncak bu düz bir süreç değildir. Öncelikle: ktedir. Bir yandan işçi sınıfının kendi içinde Çoğunlukla kendilerini işçi olarak görmede çok yaygın ve köklü biçimde varolan mekte, işçileşmeleri sistem ve egemenlik/ cinsiyetçi, şoven, ulusalcı, dinci, mezhep- bağımlılık ilişkileri tarafından da perdelenmekte, çalışmaları önceki işbölümü ve ilişki biçimlerçi, gentokratik, imtiyazcı, gerici eğilimlere indeki bağımlı, eşitsiz, azgelişmiş, geri ve aşağı karşı, diğer yandan geniş ezilen kitlelerin addedilen durumlarının uzantısı sayılmaktadır. genişleyen sınıf bileşeni haline gelmesi- Bu yüzden kadınların, Kürtlerin, gençlerin, yle kendi içine taşınan ezilenci, burjuva- öğrencilerin, göçmenlerin geniş çaplı işçileşmesi ve sınıf bilinci kazanması ve örgütlenmesi üzerküçük burjuva demokratist ve bulanık ine sistematik bir ajitasyon-propaganda önem toplumsalcı eğilimlere karşı köklü bir ide- kazanmaktadır. İkincisi, daha mücadeleci kesimolojik-siyasal mücadele vermesi zorunludur. lerinde de ekonomik-sendikal planda işçilik bilinci ile toplumsal-siyasal plandaki (cinsel, ulusal, dinsel-mezhepsel, vd) kimlik bilinci birbirinden güvencesiz, en kölece ve en düşük ücretli vahşi ayrıksıdır. (Çalışırken dar işçilik bilinci, yaşamda sömürü çarkları içine çekilmektedir. Ezilenlerin dar demokratik kimlik bilinci.) Bu bağdaşmazlığı alt koşullardan işçileşmesi, genellikle bir konum yaratan birini ötekinin düz uzantısı olarak gören artışı ve bağımlılıktan özgürleşme sağlamadığı eskimiş yaklaşımlardır. gibi, yaşamlarında karşı karşıya oldukları zorluklar, engeller, angaryalar, kısıtlamalar, gerici Oysa yaşanan tarihsel-diyalektik bir karşılıklı baskı ve saldırılar da artmaktadır. Ancak her geçiş, hem birbirini yadsıma hem de özümseyşeye karşın yığınsal işçileşmenin toplumsallaşma erek dönüştürme sürecidir. Kadınlar, Kürtler, ve özgürleşme basıncını artırması, biri ötekini gençler, öğrenciler, göçmenler geniş çaplı pekiştiren sermaye-ezilme kıskacında daha işçileşirken; işçi sınıfı da ancak toplumsallaşarak patlamalı bir hal almaktadır. ve siyasallaşarak dönüşen daha gelişkin bir sınıf oluşumu temelinden özümseyip yeniden Bu, UİS’e derin siyasal-toplumsal karaktereksenleştireceği bu genişleyen bileşenlerinin ini veren bir diğer kritik savaşım konusudur: özgül mücadele derinlikleriyle zenginleşebilir. İşçi sınıfının (cins, ulus, din-mezhep, yaş vd temelinde) parçalanarak ezilmesi, ezilenlerin Proletaryanın, burjuvaziye karşı olduğu gibi işçileşmesi. UİS, ezme-ezilme ilişkilerini serkendi içinde de çetin bir proleter demokrasi maye birikiminin genetiğinde kökleştirmekte, mücadelesi eğitiminden geçmesi gerekmekyapısallaştırmaktadır. Tüm diğer ezilme, tedir. Bir yandan işçi sınıfının kendi içinde de bağımlılık, eşitsizlik ilişkileri daha dolaysız çok yaygın ve köklü biçimde varolan cinsiyetçi, ve derinlemesine ücretli kölelik ilişkisi ile şoven, ulusalcı, dinci, mezhepçi, gentokratik, kaynaşmakta, ondan bağımsız ele alınamaz hale imtiyazcı, gerici eğilimlere karşı, diğer yandan gelmektedir. geniş ezilen kitlelerin genişleyen sınıf bileşeni haline gelmesiyle kendi içine taşınan ezilenci, Kadınların, gençlerin/öğrencilerin, kürtlerin, burjuva-küçük burjuva demokratist ve bulanık göçmenlerin, lgbtlerin geniş çaplı işçileşmesiyle, toplumsalcı eğilimlere karşı köklü bir ideolojikezilme bağımlılık ve eşitsizlik ilişkileri orsiyasal mücadele vermesi zorunludur.
11
işçi meclisi
Fabrika gibi okul: Yılda 1,5 milyon ciro gelir sağladı
haber; eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasının sonucunda geldiği noktayı, meslek liselerinin burjuvazi için öneminin ne olduğunu ve nasıl işlevlendirildiğini-işlevlendirilebileceğini, çocuk işçiliğinin boyutlarını, eğitimin ticaretheneye dönüştülmesini net bir şekilde görmemizi sağlıyor. Burjuvazi uzun zamandır eğitim konusu gündeme geldiğinde meslek lisesi maddesini ön plana almakta, meslek eğitimin yeterli olmadığını vurgulanmaktadır. Ucuz işgücü yaratma, esnek çalışabilen elemen bulabilme, nitelikli kalifiye eleman yetişme noktasında meslek liselerini daha da geliştirmek için çaba sarf etmekte ve çalışmalar bu yönde yoğunlaştırılmaktadır.
İnegöl Meslek Yüksekokulu bünyesinde bulunan Mobilya ve Dekorasyon Alanı ikinci sınıf öğrencileri, seri üretimle Uludağ Üniversitesi’nin bütün mobilya ihtiyacını karşıladılar. 3 yıl evvel seri üretime başlayan Mobilya ve Dekorasyon Alanı, İnegöl Meslek Yüksekokulu’na her yıl 1,5 milyon TL gelir sağlıyor. Elde edilen parayla okula makine alınırken, personel giderleri de karşılanıyor. Mobilya fabrikalarına giderek staj yapmak yerine okulda haftada 16 saat bu dersi alan öğrenciler üretimleri ile göz kamaştırıyor. Seri üretim yapan öğrencilerinin her birine her gün için 20 TL harçlık veriliyor. Uludağ Üniversitesi’nin bütün ofis mobilyalarını ürettiklerini aktaran İMYO Müdür Yardımcısı ve Öğretim Görevlisi Barış Çayır, “Okul sıraları, ofis mobilyaları, dolaplar ve benzeri mobilyaları öğrencilerimizle üretiyoruz. Ürün kataloglarımızı da hazırlıyoruz. Üniversitedeki tüm birimler taleplerini yıl başında bize iletiyor. Biz bu doğrultuda seri üretim yapıyoruz. Bu yıl 1,5 milyon TL’lik ciro elde ettik” diye açıklamıştır. Haber dikatli bir gözle okunmadığında bir eğitim kurumundan değil de bir fabrikadan bahsedildiği izlenimini uyandırıyor. Ama aslında
Atılan adımlar sonucunda eğitim kurumu olan okulun yerini fabrikalar ve işletmeler almıştır. Eğitim kurumu yöneticisinin yerini patron edasıyla konuşan ve temel amacı kar etmek olan fabrika/işletme müdürü almıştır. Yine öğrencilerin yerini de ucuz ve ücretli kölelik koşullarında çalışan işçi öğrenciler almıştır. Bütün bunlar burjuvaziye yetmemektedir ve daha fazlasını istemektedir. Burjuvazinin yol haritası oluşturan önümüzdeki dönem atılacak adımları planlayan Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesinin maddelerinden bir tanesi de eğitim konusudur. Eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi meselesi kölece Çalıştırma Stratejisinin temel eksenlerinden birini oluşturmaktadır. Stratejisi Belgesinde “Türkiye’de eğitim sisteminin en önemli eksikliği ekonominin ihtiyacına uygun insan gücü sunamamasıdır…. Bu kapsamda özellikle – öğrencilerin iş dünyası ile temasının başlıca aracı olan- stajların etkin bir şekilde uygulanamaması önemli bir eksikliktir.” denmektedir. Bugün geldiğimiz noktada eğitim, okul öncesinden başlayarak sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda işgücü üreten bir banda indirgenmek istenmektedir. Öğrenciler 9. sınıftan itibaren teknik işgücü çalıştırılmakta, aynı zamanda okulda ve işyerlerinde öğrenci emeğinin fiili sömürü süreci de başlamaktadır. Sömürüden elde edilen cirolarda yukarıdaki haberde gördüğümüz gibi yaratılmaya başlanmıştır.
2013 Kasım ayında en az 128 işçi yaşamını yitirdi… İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak yazılı, görsel, dijital basından takip edebildiğimiz ve emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ışığında tespit edebildiğimiz kadarıyla Kasım ayında en az 128 işçi hayatını kaybetti… * 31 inşaat işçisi arkadaşımız (23’ü düşme nedeniyle), 18 tarım emekçisi arkadaşımız, 13 şoför arkadaşımız, 13 tekstil/deri işçisi arkadaşımız, 12 ticaret/büro sektörü çalışanı arkadaşımız ve 10 maden işçisi arkadaşımız can verdi… * Trafik kazaları adı verilen iş cinayetleri nedeniyle 49 işçi, ezilme/göçük nedeniyle 35 işçi ve düşme nedeniyle 26 işçi can verdi… * Resmi olarak hiçbir mesleki kanser tanısı olmayan ülkemizde deri işçisi Yılmaz Pehlivan İstanbul Zeytinburnu’ndaki tabakhanelerde çalışırken yakalandığı akciğer kanseri sonucu can verdi… * Tekstil sektöründe iki toplu işçi katliamı yaşandı. 5 Kasım’da Şanlıurfa’nın Bozova İlçesi’nde tekstil işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu 7 işçi can verdi… 7 Kasım’da Gaziantep’te trikotaj ve konfeksiyon üretimi yapılan 3 katlı Hacı Büyükbeşe İş Merkezi’nde çıkan yangında ise 5 işçi can verdi. Elektrik Mühendisleri Odası’nın ön
raporuna göre binada yangın merdiveni, söndürücüleri ve acil durum çıkışı yoktu, bina üretim yapılmasına uygun değildi… * 8 yıldır ataması yapılmayan 33 yaşındaki öğretmen Alim Koç, Aydın’da intihar etti. Alim, kapitalist sistemin eğitim/istihdam politikaları sonucu ataması yapılmayıp aramızdan ayrılan 37. arkadaşımız… * Direnişçi FENİŞ işçisi arkadaşımız Nizamettin Önelge, yaşamını sürdürebilmek için günlük yevmiye alarak çalıştığı inşaatın 5.katından düşerek can verdi… Nizam’ın ölümü üzerine FENİŞ direnişçisi arkadaşları İstanbul ve Kocaeli’nde birçok protesto eylemi düzenledi… * 10 kadın işçi can verdi… 13 Kasım’da 42 yaşındaki ev işçisi Rukiye Şimşek İstanbul Bostancı’da 4.katta cam silerken düşerek can verdi… * 4’ü Suriyeli ve 1’i Çinli olmak üzere 5 göçmen işçi can verdi… Hacı Mehmet Dolihammor, Bilal ., Üveysi Derihamar, Vaisa Dail Hamiossa ve Qighu Li… * 13 yaşındaki Orhan Sürer Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’nde çalıştığı inşaatın 7. katından düşerek, 16 yaşındaki Hasan Bakdur Şanlıurfa’nın Akçakale İlçesi’nde pamuk
tarlasından eve dönerken jandarma akrebinin ezmesi sonucu, 14 yaşındaki Muharrem Dursun ve 17 yaşındaki Salih Eroğlu Gaziantep’te konfeksiyon atölyesinde çıkan yangında ve 17 yaşındaki Gökhan Örüç Konya Selçuklu’da inşaatın 11. katında balkona mermer döşerken düşerek can verdiler… * 13 ölüm İstanbul’da; 12 ölüm Şanlıurfa’da; 6’şar ölüm Gaziantep ve Kocaeli’nde; 5’er ölüm Adana, Bursa, Konya ve Muğla’da; 4’er ölüm Ankara, Eskişehir, Kayseri, Ordu ve Zonguldak’ta; 3’er ölüm Antalya, İzmir, Manisa ve Nevşehir’de; 2’şer ölüm Aksaray, Ardahan, Bartın, Bitlis, Bolu, Kahramanmaraş, Kütahya, Samsun, Tokat ve Yozgat’ta; 1’er ölüm ise Aydın, Bingöl, Burdur, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Karabük, Karaman, Kastamonu, Kırklareli, Malatya, Mersin, Niğde, Sakarya, Şırnak, Tekirdağ, Trabzon ve Belgrad’da yaşandı… “Köleliğe Karşı #Direnİşçi” kampanyasını sokaklarda haykıran; THY’de, Yatağan’da, Punto Deri’de ve ülkemizin dört bir yanında direnen işçi sınıfımız kazanacak… İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!
İstanbul İSİG Meclisi
12
işçi meclisi
Dershaneler Hangi Sınıfın Penceresinden Tartışılıyor Kim neden tartışıyor, neyin mücadelesini veriyor ve hangi sınıfın bakış açısı ve argümanlarıyla tartışıyor sorusunu sormamız ve cevaplamamız gerekiyor. Bir dershane tartışmasıdır gidiyor. Son 10 yıldır iktidarı elinde bulunduran iki burjuva güç bugün bir iktidar mücadelesine paylaşım savaşına tutuşmuş durumda. Ellerinde tuttukları silahlarla, argümanlarla bu savaşı sürdürüyorlar.Yönetimi paylaşan iki burjuva güç arasındaki siyasal mücadele, eğitim konusu üzerinden tartışılıyor. Filller tepişirken biz çimenlerin de iktidar mücadelesinde taraf olmamızı istiyorlar ve kendi taraflarına yedeklemeye çalışıyorlar. Bu noktada işçi sınıfı, eğitim işçileri, öğrenciler,işçiöğrenciler, veliler olarak kim neden tartışıyor, neyin mücadelesini veriyor ve hangi sınıfın bakış açısı ve argümanlarıyla tartışıyor sorusunu sormamız ve cevaplamamız gerekiyor. Tüm tartışma eğitim üzerinden sürdürülmesine rağmen eğitim işçilerinin sorunları, eğitimin piyasa koşullarına terki, paralı eğitimin yaygınlaştırılması ve pazar payının artması, dershane öğretmenlerinin
yaşadığı sıkıntılar, eğitimin yeniden yapılandırılması ve yapılandırılırken sömürü katsayısının artması gündeme geldiğinde tartışmayı sürdürenlerin bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hemen ortaklaşacaklarından emin olabiliriz. Eğitim konusu bu kadar tartışılırken sessiz kalmak, müdahil olmamak, ya da sınıf cephesinden net cümleler kurmamak, meydanı burjuvaziye terketmek anlamına geliyor. Tartışmayı sınıfsal bir eksene çekmek; eğitim işçileri, dershane öğretmenleri, veliler kısacası işçi sınıfı cephesinden tartışmaya müdahil olma görevi ile karşı karşıyayız. Bu cepheden sorular sormaya başladığımızda ve irdelediğimizde işçi sınıfı açısından konu açıklığa kavuşacaktır. Tartışma yürütenlerin gerçek yüzleri ortaya çıkacaktır. Bunlar engerekler ve çıyanlardır Bunlar aşımıza göz koyanlardır Tanı bunları Tanı da büyü Bunlar 23 Kasım’da Ankara’da eğitim işçilerine gaz ve tazyikli suyla saldıranlardır. Bu saldırıyı birlikte organize edenlerdir. Birlikte gerçekleştirenlerdir. Bunlar eğitimin yeniden yapılandırılması ve yapılandırılırken eğitimin paralı hale gelmesinin koşullarını hazırlayanlardır. Bun-
lar sömürü söz konusu olduğunda bugüne kadar ortak davranmışlardır ve davranmaya devam edeceklerdir. Bunlar; dershaneler yaygınlaşır, dershaneler üzerinden büyük paralar kazanılır, dershaneler tekelleşirken bu pastadan birlikte yararlanmışlardır. Dershane öğretmenleri kölelik koşullarında çalıştırılır, staj adı altında ücretsiz çalışma dayatılır, sigortaları yatırılmaz, ücretleri ödenmez, sözleşme şartları uygulanmazken sesleri hiç çıkmamıştır. Sınıf çıkarları gereği çıkmayacaktır da. Bunlar; okullarda yüz binlerce öğretmen açığı olmasına rağmen, 300 bin tane ataması yapılmayan öğretmenin atamasını yapmayanlardır. Ataması yapılmayan 38 tane öğretmeni intihara sürükleyenlerdir. Bunlar; dershane parasını ödeyemediği için intihar eden
gencecik bir öğrenciyi politik malzeme yapmaya çalışanlardır. Bir ölümün üzerinden bile rant sağlama arayışı içindedirler. Bunlar; performans yeterlilik kriterlerini eğitimde yaygınlaştıranlar, mesleki yeterlilik sistemini getirmeye çalışanlar, angarya çalıştırmayı bir çalışma biçimi haline getirenlerdir. Öğretmenleri tahsildar durumuna düşürenlerdir. Tanı bunları.
Devrimci Proleter bir öğretmen
23 kasım Öğretmen eylemlerinden notlar 23 Kasım günü Eğitim Sen üyesi binlerce eğitim işçisi“Meslek onurumuza ve haklarımıza sahip çıkıyoruz ve eğitimde yaşanan dayatmalara hayır demek için” Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı önünde basın açıklaması yapmak istedi. Hükümetin eğitim işçilerine cevabı gaz ve su sıkmak oldu ve sert bir polis müdahalesiyle karşılaştılar. Sabah saaatlerinden itibaren Tandogon meydanında toplanan eğitim işçileri kortejler oluşturarak Kızılay’a doğru yürüyüşe geçtiler. Kızılayda eğitim işçilerinin önü polis barikatı ile kesildi. Polis barikatının önünde GMK bulvarını trafiğe kapatan eğitim işçileri sloganlar eşliğinde bir süre beklediler ve barikatın açılmasını talep ettiler. Eğitim işçilerinin barikata doğru yürümesinin ardından zaten saldıracağını anons eden polisin gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırısı başladı. Yoğun bir gazla ve tazyikli suyla saldıran polis GMK bulvarını ve ara sokakları adeta gaz bulutuna boğdu. Saldırı sonunda yararlananlar ve baygınlık geçirenler oldu. Saldırının şoku atlatıldıktan sonra tekrar GMK bulvarında toplanılmaya başlandı. Bir süre sonra bulvar eğitim işçileri ve destek verenler tarafından dolduruldu ve daha canlı sloganlar atılmaya başlandı. Sloganlar devam ederken Eğitim Sen yönetim kurulu tarafından yapılan açıklama ile eylemin sonlandırıldığı duyuruldu ve eylem bitirildi.
*Eğitim alanındaki saldırıların yoğunlaştığı ancak buna rağmen Eğitim Sen’in eğitim işçileri ile örgütlülük bağının zayıfladığı bir dönemde 5 binden fazla eğitim işçisinin eyleme gelmesi ve alanda olması önemliydi. *Ankara- İstanbul- İzmir gibi büyükşehirlerden gelen Eğitim Sen şubelerinin kortejleri yok denecek kadar azdı. Bazı İç anadolu ( ÇorumManisa) illerinden gelen kortejlerin canlı ve kitlesel olması dikkat çekiciydi.Kürt İllerinden gelen eğitim işçileri daha canlı ve daha istekliydiler. Rojava sloganlarında ve dövizlerinde temel gündem maddeleriydi. *Ataması Yapılmayan Öğretmenler eylemde yerlerini alarak seslerini duyurmak istediler. Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu olarak pankart açtılar ve eyleme katıldılar. Ataması Yapılmayan öğretmenlerin eylemi Güvenpark’ta gece boyunca oturma eylemi şeklinde devam etti. Bu günde eylemlerini sürdürecekler. *Eğitim Sen Ankara 1 Nolu Şube üyesi Aslı Akdemir’in başına gaz bombası isabet etti ve beyin travması geçirdi.Eğitim-Sen Konya Şube Başkanı Cebrail Bektaş’ın isabet eden gaz kapsülü nedeniyle bacağı kırıldı. Eğitim-Sen Kırıkkale Şube BaşkanıYüksel Şahin vücuduna aldığı darbeler nedeniyle yaralandı ve gözünde görme bulanıklığı oluştu. * Polisin ilk saldırısının ardından eğitim işçilerinin ve destek verenlerin tekrardan YKM önünde toplanmasına ve dağılmamasına rağmen Eğitim Sen yönetimi klasik geriye çekici tutumuyla basın açıklaması yaparak eylemi sonlandırdığını açıkladı. Bu karar eğitim işçileri tarafından tepkiyle karşılandı. Bu rağmen dağılmayan kitleyi dağıtmak için bazı Eğitim Sen yöneticileri ellerinde megafonlarla eylemin bittiğini duyurmaya çalıştılar. Eğitim Sen yöneticilerine bazı eğitim işçileri müdahale etti; “polisin dağıtamadığı kitleyi siz dağıtmaya çalışıyorsunuz” diye tepki gösterdi.
13
işçi meclisi
Eller yeniden dağılıyor, oyun tekrar kuruluyor Gülen cemaati bir sermaye grubudur. Bu sermaye grubu dini bir sosyal tabana, bu tabanın kendi içerisinde bir hiyerarşiyle ağ biçiminde örgütlenmesine dayalıdır. Nurcu akım içerisinden 12 Eylül faşizminin desteğiyle ayrışarak kitlesel bir nitelik kazanmış, bu dönemde ana örgütlenme stratejisini gençliğin kazanılması üzerine kurmuş ve yatırım tercihlerini de bilinçli olarak bu yönde kullanmıştır. Politik strateji olarak açık çarpışmaya girilmeksizin, kadrolar yetiştirilerek çeşitli devlet organlarında yer tutma ve eğitimmedya araçlarını çeşitlendirerek ilerleme yolu seçilmiştir. Faşizmin toplumsal yapıdan başlayarak çözüldüğü ve neoliberal kültür ve değerlerin hâkim olduğu 90’ların ikinci yarısından itibaren üzerine oturduğu küçük burjuva ve emekçi örgütlenme tabanını yönlendirebilme gücünü daha açıktan sergilemeye başlamıştır. Neoliberal sivil toplum örgütlenmesi adı altında siyaset sahnesinde ağırlığını arttırmaya başlamış, aynı dönemde özellikle eğitim alanında yaptığı küresel sermaye yatırımlarıyla Türkiye burjuvazinin çıkarları açısından aktif bir rol oynamaya aday olduğunu göstermesine karşın, çeşitli siyasal partilerin flörtlerine rağmen özellikle ordu yüzünden devlet katında hedeflediği kabul ve rızayı görememiştir. Kendince o kesitte güç olarak değerlendirdiği hangi aktör varsa onunla para kaynaklarının akıtılması dâhil korkunç pragmatist bir ilişki kurmaya devam etmiş, siyasette rüzgâra göre ABD, İsrail, ordu, AB, şu veya bu parti fark etmez her biriyle ittifak kurmaya açık olduğunu vurgulayan, “business” yapmak isteyen sermaye gruplarına has bir omurgasızlık sergilemiştir. Tüm bunları yaparken dinin bir kılıf olarak kullanılmaya devam etmesini sağlamayı başarabilmesi, grup CEO’sunun dinmeyen ve herşey için akmaya hazır gözyaşı pınarlarının demogojik etkisi bir yana, esasen kendi içerisinde kurduğu sermayeleşmiş ilişkiler ağının bir sonucu ve gerekliliğidir. 2000’li yıllarda artık küresel bir sermaye grubu haline gelmeyi başarmış hareket, devlet bürokrasisinde, ordu ve poliste kilit görevler üstlenmeye başlamış, 80’li yıllardan beri yaptığı stratejik kadro yatırımının meyvelerini toplayabilecek bir birikime kavuşmuştur. İllegal temele dayalı, şebekeleşmiş bir ağ şeklinde örgütlenmiş, yurtdışındaki lider kadroyla iletişimi kuryeler aracılığıyla
Rumbala
Karşı saldırı çok güçlü, rumba la rumba la rumba la, direnmek zorundayız, Ay Carmela! Ay Carmela! Sondan başa okumayı seven biri “Çin tarihi aynı zamanda iç savaşlar tarihidir” der desem, yöntem olarak tümevarmak isteyen biri “bir çok halk aynı potaya, yüzyıllarca süren savaşların sonunda doldurularak, Çin’i oluşturmuştur.” der desem; çizdiğim bu karşıtlık Çin tarihine karşı ufak bir ilgi uyandırır diye düşünüyorum. Karşıtlıkların derinleşmesi, biraz da olsa depremleri yaratan plakaların birbirine bindirmesini andırıyor. Kabaca plakaların direnci ve birbirine olan hareketi depremi oluşturuyor. Şimdi kısıtlı jeolojik bilgimle varsayımsal bir okuma yapayım. Dünya oluştuğundan bu yana bu plakalardan gelen, gidene yer verseydi ne bu kırılmaların meyvesi dağlar oluşurdu ne de sudan çıkıp da evrimleşebileceğimiz bir kara parçası. Ve yahut insanın insanla olan çelişkisi bu kadar derin olmasaydı illaki de o fener olurdu, hatta çok daha güzeli olurdu ama ismi İskenderiye olmazdı. Bu karşıtlığa ilişkin güzellemeden sonra, popüler! internet haber sitelerinin 20 Kasım tarihli haberlerinden bir demet sunayım da bu güzellemenin
sağlanan çekirdek gücün, kendisini çevreleyen medya sermayesiyle birlikte sahip olduğu kadrosal gücü siyasete daha doğrudan tahvil etmesi esasen AKP ile kurduğu ittifakla beraber mümkün olmuştur. Polis istihbaratın ele geçirilmesiyle birlikte, özel yetkili yargı bürokrasisinin devreye sokulmasıyla ordu üst yönetiminin darbelenerek burjuva demokratik sınırlara zorla hizalandığı 2007 sonrası Ergenekon, Balyoz, keza sonrasındaki KCK operasyonlarının doğrudan yürütücüsüdür. Devlet içerisinde oynadığı bu tarihi rolün ardından Oslo görüşmeleri sonrası MİT krizinden bu yana daha açık biçimde AKP ile çelişkileri açığa çıkmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak son dönemde polis istihbaratındaki gücü darbelenmiş, tek tabanca gittiği medyada karşısına belli ölçüde bir AKP medyası oluşturulmuş, son dershane operasyonuna karşılık olarak o da AKP karşıtı belge bavullarını yayınlamaya başlamıştır. Devlet burjuvazinin dinamik kolektif bir aygıtı ve emekçilere yönelmiş silahıdır. Gülen grubunun devlet organlarında tuttuğu özel yer, kritik sorunlarda yürütmeyi doğrudan kendi komutası altına alma çabası gerek. AKP’nin arkasındaki sermaye koalisyonu gerekse de devlet olanaklarından eskisi kadar faydalanamayan kurumsallaşmış sermaye grupları açısından rahatsızlık vericidir. Dolayısıyla buna bir balans çekilmesi anlaşılabilir. Sorun, cemaatle kurduğu ittifak döneminde burjuva demokrasisini en geri düzeyde tutma stratejisinde ilerlerken biriktirdiği toplumsal sonuçların seçim sürecine girildiği önümüzdeki iki yıl açısından AKP’yi de sıkışmış bir durumda bırakmış olmasıdır. Bu çatışmayı daha da sertleştirecektir. Türkiye burjuva-
nedeni kendini eleversin diyorum. Haber 1-Denizlili patronun ise 2 talihsizliği var ki birincisi Suriyeli göçmenlerin hala Denizli’nin yolunu bulamaması, ikincisi UİS’İn yaratacağı katmerli köleliğin henüz tasmasını boynumuza geçirmediğinin farkına varmayıp o koşulların işçisini araması. Haber 2- TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, “Maalesef şimdiye kadar kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim yaptırılmasını büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlış önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek” dedi. Haber 3- O müdür serbest kaldı. Yanında çalışan iki kadının tacizle suçladığı Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü Şeref Çalışır cinsel istismar suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Çalışır 50 bin tl kefaletle serbest bırakıldı. Haber 4- İmam ve kardeşi, kız kardeşlerine tecavüz etti. KARS’ın bir köyünde imam 28 yaşındaki A.B. ve 25 yaşındaki M.B., Erzurum’un Yakut ile İlçesi’nde oturan kız kardeşleri 21 yaşındaki H.B.’ye tecavüz ettikleri iddiasıyla tutuklandı.
zisinin küresel kapitalizmle bütünleşmiş biçimde tarihinin en aktif dönemini sıçrama-gerilemetekrar yükselme-sıkışma döngüleriyle beraber yaşadığı bu son dönemin öne çıkan burjuva politik aktörlerinin güç kaybederek, daha alt bir denge düzlemini kabul ederek, uyum sağlayamayacak ölçüde köksüz, yeni türedi ve hırslı bir yapıya sahip olmalarıyla da iyice çetrefilleşmektedir. Daha geniş ve temel planda, sermaye her etkin yönetim-yönetişim çabasını, iç kavgasını ve sıkışmayı açma yönelimini işçi ve emekçi sınıfları seyreyle gözüm uzaklığında politika dışı tutma nafile çabasıyla, şu veya bu sermaye kesiminin ağzından mobilize etme yoluyla yürütür. Bu politik temaşa sürgit durağan devam etmez, her yeni politik gündemle işçi sınıfı içerisinde sınıf bilinçli kesimlerden başlayarak sermaye hükümdarlığına karşı bir tepki mayalanır ve çeşitli biçimlerde öyle veya böyle dışa vurur. Keza Türkiye’deki Kürt, kadın, genç, Alevi vb. kesimlerin talep ve beklentileri dinsel bir söylem ve yaklaşımla kolayca liberalize edilerek sistem içi çözüme kavuşturulamayacak ölçüde derindir. Gezi bunu herkese ABD, AB, AKP, Gülen, CHP vs. ellerinde kim ve emekçilere karşı kullanılan hangi alet varsa hepsine bir kez daha hatırlatmıştır. Eller yeniden dağıtılmakta, oyun tekrar kurulmaktadır.
Haber 5- “Lütfen kimse bize susun artık demesin” ifadesini kullanan Osman Şimşek, dershane konusunun “oldu-bittiye getirileceği” endişesi taşıdıklarını vurgulayarak, “susmayacağız” mesajı verdi.”Mesele millet, hizmet ve emanettir. Onun için, lütfen kimse bize “susun artık” demesinNasıl yorumlamak lazım bilemiyorum. Gençliği ahlaki sapkınlıklardan! kurtarmak için dindar nesil yetiştirecekler bunu anladık. Bu işin neferlerinden az torpillileri imam, çok torpillileri ilçe milli eğitim müdürü oluyor onu da anladık. İnsanlar paylaştıkça birbirine saygı duyar bunu biliyoruz. Bu tehlikeli ilişkiyi ortadan kaldırmak için karma okullar kalkmalı, onu da anladık. Vakit gazetesinin 77 yaşındaki yazarı Hüseyin Üzmez’in 14 yaşındaki kıza tecavüzünden de 7'sinden 77'sine aynı tip insan yetiştirmek de yol aldıklarını da biliyoruz. Bir tarafta da muta evliliğinin tarihin tozlu raflarından günümüze taşınıp devasa dinsel genelevlerin kurulduğunu da biliyoruz. Bütün bunlardan anlıyoruz ki mesele millet, hizmet ve emanettir! Sözün özü, karşı saldırı çok güçlü, direnmek zorundayız.Direnmeye değer bir yaşamı kurmak zorundayız.Rumba la rumba la rumballa!
14
işçi meclisi
İşten atılan öncü BOSCH işçisiyle söyleşi: BOSCH’ta esneklik saldırısı ve Ulusal İstihdam Stratejisi Ulusal İstihdam Stratejisinin en saldırgan uygulamalarından biri bugünlerde BOSCH fabrikalarında yaşanıyor. BOSCH’ta Türk Metal’in bulunduğu ambar, lojistik, kalite kontrol, bakım kısımlarından başlayarak taşeronluk hızla yaygınlaştırılıyor. BOSCH fabrikalarında esnek çalışma, fabrikanın pazar günü dahil hiç durmadığı, her vardiyanın tek tatil gününü hafta içinde ayrı günlere kaydırıp farklılaştıran “7'li vardiya sistemi” ile yeni bir veçhe daha kazandı. Mühendislerde uygulanan performansa dayalı çok kademeli maaş-prim sistemi, işçilerde de 4 kademe biçiminde uygulanmaya başlandı. BOSCH, ayrıca Rexhort fabrikasını da boşaltıp Bursa’dan başka bir yere taşıma kararı aldı. BOSCH, sendikal yetki sorunu bahanesiyle, 4 yıldır işçilerin TİS hakkını gaspetmiş durumda. Sendikal yetki davası Yargıtay’a taşındı, bilirkişi raporu 3. kez ertelendi, yıllardır ücret zammı alamayan işçiler, işten ayrılmaya zorlanıyor. BOSCH’ta daha önce spor, kültür, sanat faaliyetlerine ayrılan ödenekler, bu tür faaliyet ve etkinliklere katılan işçilerin ücretli izin hakkı da, Birleşik Metal üyesi işçilere kaldırılmış durumda. BOSCH, Türkiye’de esnek, güvencesiz, kuralsız istihdam ve çalışma biçimlerinin en az olduğu, en standart büyük sanayi fabrikalarından biriydi. Son aylarda büyük bir hız kazanan esnek, güvencesiz, parçalayıcı, katmanlaştırıcı çalıştırma saldırıları ise, hiç kuşkusuz BOSCH işçilerinin sendika değiştirme mücadelesi ve örgütlülüğüne büyüyen bir karşı saldırı niteliğinde. MESS yönlendirmesinde yapılan saldırılar, işçilerin bu mücadeledeki fiili kazanım ve deneyimlerini yok etmeyi, işçilerin moral gücünü kırmayı hedefliyor. Birleşik Metal’in işten atılan öncü BOSCH işçilerinin İstanbul’daki çadır eyleminden sonra tabanda halen var olan mücadele istem ve dinamizmini tümüyle sendikal yetki mahkemesine endekslemesi, ilk davanın da Birleşik Metal aleyhine sonuçlanması, MESS ve BOSCH patronlarını karşı saldırı cesaretini ve pervasızlığını artırdı. İlk elde daha kolay uygulayabilecekleri Türk Metal üyelerinin bulunduğu bölümlerden taşeron uygulaması genişletilmeye başlandı. Taşeronun giderek yaygınlaşması, Rexhort fabrikasının kapatılıp taşınması kararı, esnek vardiya ve performansa dayalı katmanlaştırma sistemleri, BOSCH işçilerinin tepkisini çekmesine karşın, Birleşik Metal bu kez de Yargıtay’a taşıdığı ve bilirkişi raporlarının geciktirilmesiyle sündürülen davanın sonucunu beklemekle yetiniyor. Oysa BOSCH’taki esneklik harekatı; 1- BOSCH işçilerinin Türkiye’de büyük sanayide yaşanan son dönemlerin en fazla yankı yaratan ve halen sıcaklığını koruyan mücadelelerinin yarattığı iç ve dış etkinin boğulmasını hedefliyor olması; 2- Ulusal İstihdam Stratejisi denilen Yeni Kölecilik saldırısında, BOSCH’un büyük sanayide pilot saldırı halkası olarak seçilmesi, açısından kritik önem taşıyor. Bu yüzden dırılarının
BOSCH’taki esneklik gündemleştirilmesi,
salfiili
mücadele ve sınıf dayanışmasının geliştirilmesi, hem BOSCH’taki mücadelenin stratejik metal sektörü açısından, hem de Yeni Kölecilik saldırısına karşı pilot bir mücadele mevzisi olması açısından temel önemde. BOSCH’taki son durum ve Yeni Kölecilik Paketleri üzerine, işten atılmış olan öncü BOSCH işçilerinden Metin Gürgün ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. İşçi Meclisi: İstanbul’daki çadır direnişinizden sonra BOSCH’taki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsun? Metin Gürgün: İstanbul Maslak’taki çadır direnişini bitirip tekrar Bursa’ya döndüğümüzde, BOSCH işçileri oldukça hareketliydi. Hem mücadele heyecanı devam ediyordu. Hem de Birleşik Metal’in açtığı davadan beklenti vardı. İşçiler hareketliydi. Fakat bu hareketlilik değerlendirilmedi. Dava da Birleşik Metal aleyhine sonuçlandı. Yaratılan beklentiye karşın mahkeme işçilerle alay edermiş gibi 5 dakika sürdü. Aleyhimize sonuçlandı. İşçiler bir boşluğa düştü. Bir süre sonra sorgulamalar da başladı. İşçilerde güvensizlik arttı. Onca mücadeleye karşın bir sonuç alamamak, yıllardır ücret zammı almadan çalışmak, belirsizliğin devam etmesinin olumsuz etkileri var. Geçen ay 200′e yakın işçinin işten ayrıldığı söyleniyor. Ama her şeye karşın bir denge de var. İşveren taşeronlaştırmada Birleşik Metal tabanının olduğu yerlere giremiyor. Türk Metal’in olduğu yerleri kemiriyor.
ronlaştırıyor. Rexhort’u da boşaltıyor, Bursa’dan taşıyacakmış. Esnek çalışma diye 7′li vardiya sistemine geçti. Hafta içi tek gün tatil var ama artık fabrika hiç durmuyor. Eskiden pazarları çalışma olmazdı. Şimdi herkesin değişik tatil günü var. İşçilerin birbirini görmesi bile daha zor oluyor. Bu uygulamaları zemin oluşturup adım adım hayata geçiriyor. Rexort kapanacak mı diye sorulduğunda, bu yönde bir çalışma var ama belli değil, dedikodulara inanmayın diyor. Ortaya atıp nabız yokluyor. Kar diye bir sorunu pek yok. Durmadan farklı yerlerden arazi alıyor, yeni yatırımlar planlıyor. Ama davadan sonra işçilerin boşluğa düşmesini fırsat bildi. Mücadele gücünü kırmaya, olabildiğince yıpratıp altını oymaya, geriye itmeye çalışıyor. Esneklik uygulamaları tepki yaratmıyor mu?
Patron bu durumu fırsat bilerek, taşeronu sokuyor. Örgütlülük ve mücadele kazanımlarına karşı bir intikam ve işçiyi yeniden kontrol altına alma çabası diyebilir miyiz buna?
İşçiler ne Türk Metal’i ne Birleşik Metal’i artık pek ağzına almıyor. Sendikalara bir güvensizlik oluştu. Yalnız Birleşik Metal’in örgütlülüğü değil, Türk Metal daha fazla geriledi. Mahkeme sonuçları Yargıtay’dan geri döndü. Bir türlü bilirkişi raporu gelmiyor. Üçüncü kez ertelendi. Sendika başvuruları, yenisi başlayacak şimdi, Mart’ta. İşveren MESS’in desteği ve yönlendirmesiyle, sendikalarla istediği gibi oynuyor. Sendikalara güvensizliği de taşerondu, esneklikti, sermayenin bozulan oyununu yeniden kurmasının parçası. Ama sendikalara güven yok diyorsam, işverene hiç yok. Eskiden Türk Metal’e güvensizlik vardı ama BOSCH işvereni işçisinin hakkını verir, iş güvencesi var, taşeron almaz, vb denirdi. İşçi yıllardır zam bile alamayınca, işverenin neler çevirdiğini görünce, işverene de tepki büyüdü. Şartlar kötüleşiyor. Çalışma koşulları kötüleşti, ücretler çok düştü, baskılar arttı, her an kapının önüne konulabiliriz psikolojisi de arttı.
Evet, sendika bulunmamasından yararlanıp taşeron gibi biçimleri sokmaya başladı. Ambar kısmına taşeron soktu. Kalite kontrol ve bakım kısımlarına da taşeron sokuyor. Lojistiği de taşe-
BOSCH’ta şu ana kadar ki mücadele açısından en büyük eksiklik neydi sence? Bir dizi hata, bir dizi eksiklik oldu. Şu anda mücadele sürdüğünden hepsini açmak iyi olmaz.
15
işçi meclisi
Şimdilik şu kadarını söyleyeyim. En büyük eksiklik eğitim, sınıf bilincinin verilmemesi. İşçi başına gelince tepki gösteriyor ama her zaman her yerde kendi sorununa sahip çıkmayı, örgütlenmeyi, bilerek mücadele etmeyi de öğrenmeli. Bazı öne çıkan işçi arkadaşlar da kişisel hareket ettiler. Biz bile bir takım şeyleri çok sonradan öğrendik. İşçinin eğitimi çok yarım kaldı. Sendika salt yetkiyle uğraştı. Bir anlamda kendi önünü de kesmiş oldu. Bak BOSCH işçisi yetkiydi, mahkemeydi, onlarla uğraşıyor, taşeron, esneklik kendi başına gelince tepki var. Ama Kıdem Tazminatı Hakkı gidecek onun farkında bile değil. Yeni Kölecilik Paketleri, kıdem tazminatı hakkının fona devredilmesiyle sınırlı değil, biliyorsun. Hem sen şimdiden kıdem tazminatı hakkı gaspedilmiş bir işçisin. BOSCH’ta da uygulanan taşeron esas işlere, imalata da girebilir hale gelecek. Özel İstihdam Büroları var. İş tanımı olmadan çalışma var. Ücretsiz fazla mesai var. Kadınlara güvencesiz çalışma artı 3 çocuk dayatması var. Çalışmanın sertifakaya bağlanması var. Kıdem ötelense bile, eski işçiler eldekini korumaya bakıyor, bunları hiç bilmeyen genç işçilere anlatmak gerekiyor. Benim kıdem tazminatı davam sürüyor. İşsizlik parası bile alamadım. Bu işler ne kadar mahkemeyle çözülür, bilmiyorum. Önemli olan bu haksızlığa uğrayan işçilere sahip çıkılması. Eski işçiler, benim ailem var, emekliliğim yaklaşıyor, bu işlere bulaşmayayım diyor. Doğrudan elindekine bir tehdit gelmeyince, durumu idare etmeye bakıyor. Gençlerde daha farklı bir potansiyel var. Gezi’de gördük. İşçilik konuları öne çıkmadı ama mücadele istekliliği var. Gençlere asıl sınıf bilinci, hak bilinci eğitimi verilmesi gerekiyor. Onlar daha kötü koşullarda işe başlıyor. Eskisi gibi, işte uzun kalma şansları da azalıyor. Güvencesizlik çok artıyor. Kıdemin kalkması, olüm demek. Bu saydıkların asıl onları etkileyecek. Gençler bu işin başındalar ve onlara ulaşılması, eğitim verilmesi gerekiyor. Bu esneklik diye yaptıkları, işçiliğin öldürülmesi demek. İşçiler buna dur demezse, belki 2-3 yıl sonra hepsi mücahirlere dönecek. Aç kalacak, işveren önüne kaç kuruş atarsa, 12 saat çalış derse, ona razı gelecek. Şu an 1200 lira alıyorsa, 800 liraya mahkum olacak. Daha az para, daha çok emek. İşçi ayarlama servisleri devreye girecek. Üç beş kuruş ücretin kalanını da onlar cebe indirecek.
Diyor ki 3 çocuk yaparsa kadın, erken emekli edeceğim. 3 çocuk için 6 yıl prim borcu yapacak, ancak 2 yıl erken emekli olabilecek. Doğum izinleri, erken emeklilik yalan. Hepsi göz boyama. Kadın işçinin doğumdan sonra işe dönme güvencesi nerde var. Birçok kadın işçiyi biliyorum, doğum izni yok, neredeyse işyerinde doğum yapacak. Hamile kalırsa işverenden saklıyor, işten atılmasın diye. Çocuk başına yardım parası bile yok. İşten atılıp hakkını mahkemede aramaya çalışsa, mahkeme 3 yıldan önce çözümlenmez. Al işte bizim durumumuz, bizi yıllarca mahkemede süründürüyor. Hani kazayla kazansan da yetki almış olmayacaksın, her şey taşeronlaşıyor bu arada. Part time çalışma emsal çalışmanın 3′te ikisi diyor. O işyerinde haftada 60 saat çalışılıyorsa 40 saat part time olacak, yarım ücret alacak. Bunlar gazetelerde yazmıyor tabii. Gazetelerde işçiye müjde diye yazıyor, insanlar okuyor ama ne olduğunu anlamıyor. CHP’nin de bu konularda hiçbir açıklaması yok. Kendisi de işveren ondan. Sendikaların bile bu konulardan haberi yok. Kendi tabanlarına bile anlatmıyorlar bunları. Başbakan ucuz işçilik olsun, daha çok çalışsın, tazminatsız atılsın, kalkınalım diyor, onlar kalkındıkça işçi batıyor.
Muhacirler derken Suriyeli göçmen işçilerden mi bahsediyorsun?
Kadın işçiler, genç işçiler, göçmen işçiler, taşeron işçiler, büro işçileri, artık dağ taş her yer işçi. Bu ulusal istihdam paketleri de daha çok, daha güvencesiz işçi kitleleri yaratıyor. Ama eski biçimler yetmiyor örgütlenmeye…
Doğu Anadolu’da Antep’te Suriyeli göçmenleri zaten 500-600 liraya çalıştırıyorlar. Suriyeli göçmenler Bursa’da da o civarda çalışıyor. Doğulu bir arkadaşım var, Bursa’da çalışıyor, Suriyeliler her yerdeki işlerde asgari ücretin altında çalışıyor, bize iş kalmadı diyor. Bu devletin resmen politikası. Hükümetin oyunu. Ücreti düşürsün, emeği çalsın. Kadın istihdam ve çok çocuk paketine baktın mı?
Bana sendikaya gittiğimizde şöyle derlerdi. Burası sendika değil sendika sizsiniz. Biz bilmiyorduk, onlar biliyor yönetiyordu. Ben artık biliyorum. Ben anlatıyorum, genç arkadaşlara. İnsanların hak arayışına başlaması gerekiyor, nasıl savunur, nasıl alır, bunu öğrenecek. Ben BOSCH’tan sonra kara listeler yaptılar, büyük fabrikalarda iş bulamadık. Şimdi küçük yerde çalışıyorum ama mücadele devam ediyor. Hayır senin hakkın yok dendiğinde benim deneyimim var. Sendika bina değil. Gencimize sor, bilemez. Çünkü öğretilmemiş. Tabandan örgütlenilecek, bir araya gelinecek.
Abdi İbrahim’de Eylem Abdi İbrahim İlaç Firması’nın ‘sanal satış yaparak haksız kazanç elde ettikleri’ gerekçesiyle tazminatlarını vermeden işten attığı işçiler, Maslak’ta şirkete ait Abdi İbrahim Tower önünde eylem yaparak Türkiye’nin en büyük ilaç tekellerinden biri olan Abdi İbrahimi protesto ettiler. Patronun suçlamalarını kabul etmeyen işçiler, kravatlarını, çantalarını, kalemlerini ve dövizleri şirketin bahçesine fırlattı. İşçiler, Abdi İbrahim firmasının merkezi önünde toplanarak “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları attı. İşçiler adına basın açıklamasını Aygün Öztürk okudu, “haklarımız ve onurumuz için bir araya geldik, görevi sadece ilaç tanıtımı olan çalışanlar hukuki dayanak olmadan işten çıkarıldı.
Firma sahibi patron Nezih Barut’un ana akım gazetelerinden birinde yer alan demecinde, Türkiye’de ilaç hammaddesinin kalitesinin düşmesinin işten çıkarmaların başlamasına neden olacağını söylemişti, 400’e yakın çalışanın işten atılmasının asıl nedeni şirketteki küçülmedir, ancak tazminat vermemek için uydurma gerekçeler üretildi”. Açıklamanın devamında; İnsan sağlığına hizmet eden Abdi İbrahim’in çalışanlarına uyguladığı satış baskısı, çalışanların içinde bulunduğu ağır stres yükü ve sağlıksız çalışma ortamı nedeniyle bugünlere geldiğini belirten Öztürk, “Firma, elde edilen bütün başarılarda ben, tüm başarısızlıklarda sen felsefesini benimsemiş, çalışanına verdiği değeri işsizlik, kölelik, geleceksizlik olarak pekiştirmiştir” dedi.
hada büyütüleceği söylenerek sonlandırıldı. Eylemde şu sloganlar atıldı:
Eylem sloganlar vedirenişin da-
Direne direne kazanacağız! Keyfi işten atmalara son! Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!
Londra'da dayanışma ve öfke büyüyor
Londra Üniversitesi’ndeki işçiler ve öğrencilerin ortak eylemleri polis saldırısına, mahkeme yasaklarına rağmen güçlenerek büyüyor. İngiltere’de öğrenciler üniversitedeki polis saldırıları ve baskılarını ve eğitimde özelleştirme politikalarınakarşı eylemler yapmışlardı.
Geçen haftada öğrenciler okulda çalışan işçilere yönelik eşitsizliği protesto için okul işgali gerçekleştirmişti. Polis Londra Üniversitesi’nde yapılan grevle dayanışma işgaline saldırmış, 41 öğrenciyi gözaltına almıştı. Saldırının ardından polisin öğrencileri yumrukladığı ve yere yatırdığı öğrencilere sert şekilde müdahale ettiğinin görüntüleri ortaya çıkmıştı. Londra Üniversitesi yönetimi ise acil bir mahkeme kararı çıkararak, önümüzdeki altı ay boyunca üniversite içerisinde eylemleri yasaklamıştı. Üniversite yönetimi bu kararın ‘üzücü’ olduğunu söylemiş, ancak eylemlere izin verilemeyeceğini açıklamıştı. Yasaklara ve polis şiddetine isyan eden öğrenciler bu kez Londra’nın merkezi yerlerinde eylemler düzenlediler. Yapılan eylemlerde polis ve eğitimin ticarileştirilmesine karşı sloganlar atılır-
ken, polis bu sefer eylemlere müdahele etmedi. Eylemlerde Ağustos 2011’de Tottenham’da polis tarafından öldürülen Mark Duggan’ın resimlerini taşıyan öğrenciler polisin işlediği cinayetlerini de teşhir ettiler. Öğrenciler eylemler sırasında “Polis üniversiteden çık!”, “Üniversiteler bizimdir!”, “İşçiler ve öğrenciler birleşin ve mücadele edin!” sloganlarını attılar. Londra Üniversitesi’nde, diğer kadrolu çalışanlarla üç alanda, eşit hastalık ödeneği, eşit tatil ve eşit emekli maaşı talep eden öğretim görevlileri ve işçiler greve çıkmış, öğrencilerde işgalle grevi desteklemişti. Grev, üniversitenin 170 yıllık tarihinde kadrolu olmayan çalışanların gerçekleştirdiği ilk grev olma özelliği taşıyordu.
ABD’de fast food grevi ABD’de 2011'de beyaz yakalıların başını çektiği “Wall Street’i işgal Et” eylemlerinden sonra, şimdi de fast food işçileri ayakta. Sendika ve ücret artışı talebiyle başlayan kampanya 100 kente yayılan gösterilere dönüştü.Fast food işçilerinin makul ücret talebiyle işverenlerle masaya oturabilecek bir sendika istemeleriyle başlayan mücadele dinamiği, ülkenin geneline yayılan bir protesto hareketine dönüştü. Asgari ücretli diğer sektör çalışanlarının da desteklediği fast food işçileri, Mc Donald’s, Burger King, KFC, Wendy’s ve Taco Bell gibi zincir restoranların önlerinde ortalama 8,94 dolar olan saatlik ücretlerinin 15 dolara yükseltilmesi için eylem yaptNew York’ta bir Mc Donald’s şubesine giren yaklaşık 100 işçi, “7,25 dolarla yaşayamayız” diye sloganlarla işgal ettiler. Polis tarafından dışarı çıkarılan işçiler bir süre daha eylemlerini Mc Donalds önünde sürdürdüler. New York'lu fast food işçileri saat 16.00'da da Foley Meydanı’nda bir gösterisi gerçekleştirdi.
Mavi renkli tişörtler giyen eylemciler pankartlar taşıyarak, sloganlar attı. Eylemcilerin hazırladıkları ışıklı pankartlar yoğun ilgi gördü. “Adalet istiyoruz, şimdi istiyoruz” sloganları atan eylemciler, “Kavgamız yaşanabilir bir ücret için” ve “7,25 dolarla yaşanmaz, saatlik ücret için 15 dolar istiyoruz” yazılı pankartlar taşıdı
ABD’de fast food sektöründe yaklaşık 3,5 milyon kişi çalışıyor. Asgari ücretin saatinin 7,25 dolar
Fast food işçilerine düşük ücretli başka iş kollarında çalışanlar, bazı sanatçılar, aktivistler ve Wall Street’i İşgal Et oluşumundan destek geldi.Polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı eylemlerde,işçilere destek veren farklı sektörlerden işçiler kıyafetlerine mesleklerini tanıtan yazılar astılar. İşçiler Atlanta’da ise gösteri yapmak için Burger King’i hedef seçti. Fast food işçilerinin bir süredir devam eden eylemleri nedeniyle California, Connecticut, Rhode Island ve New Jersey’de asgari ücret artışına gidilmişti.
olduğu ülkede fast food çalışanları ortalama 8,94 dolar kazanıyor. İşçiler almış oldukları saatlik ücretin 15 dolara yükseltilmesini istiyor. Fast food sektöründeki tekellerin yılda yaklaşık 200 milyar dolarlık bütçeye sahip oldukları biliniyor.
İtalya'da işçiler meydanlarda Londra Üniversitesi’ndeki işçiler ve öğrencilerin ortak eylemleri polis saldırısına, mahkeme yasaklarına rağmen güçlenerek büyüyor. İngiltere’de öğrenciler üniversitedeki polis saldırıları ve baskılarını ve eğitimde özelleştirme politikalarınakarşı eylemler yapmışlardı. Geçen haftada öğrenciler okulda çalışan işçilere yönelik eşitsizliği protesto için okul işgali gerçekleştirmişti. Polis Londra Üniversitesi’nde yapılan grevle dayanışma işgaline saldırmış, 41 öğrenciyi gözaltına almıştı. Saldırının ardından polisin öğrencileri yumrukladığı ve yere yatırdığı öğrencilere sert şekilde müdahale ettiğinin görüntüleri ortaya çıkmıştı. Londra Üniversitesi yönetimi ise acil bir mahkeme kararı çıkararak, önümüzdeki altı ay
boyunca üniversite içerisinde eylemleri yasaklamıştı. Üniversite yönetimi bu kararın ‘üzücü’ olduğunu söylemiş, ancak eylemlere izin verilemeyeceğini açıklamıştı. Yasaklara ve polis şiddetine isyan eden öğrenciler bu kez Londra’nın merkezi yerlerinde eylemler düzenlediler. Yapılan eylemlerde polis ve eğitimin ticarileştirilmesine karşı sloganlar atılırken, polis bu sefer eylemlere müdahele etmedi. Eylemlerde Ağustos 2011’de Tottenham’da polis
tarafından öldürülen Mark Duggan’ın resimlerini taşıyan öğrenciler polisin işlediği cinayetlerini de teşhir ettiler.