Ya yeni bir yaşam için dövüşeceğiz, ya çürüyeceğiz! Rejim krizinin asıl dinamiği Haziran Direnişi’dir. Ezilen cins, ezilen ulus, gençlik sorunlarının kazandığı yeni kapsam ve derinliktir. Görülmemiş biçimde değersizleştirilen ve nesneleştirlen toplumsal emeğin sessiz yanardağıdır. Asıl sorun burjuva iktidar çatışmalarını yorumlamak değil, onun tam da iyice pejmürdeleştiği ve kırılganlaştığı koşullarda kitlelerin burjuvaziden her türlü pislik ve alçaklığının hesabını sormak ve kökünden ortadan kaldırmak için kendi bağımsız sınıfsal istemleriyle harekete geçmesidir. ''12
yaşasın
sosyalist
işçi demokrasisi Sayı: 41 Ocak 2014 1 TL
ARTIK YETER, DEFETMELİYİZ HEPSİNİ!
Böyle geçti 2013… 2013 yılını geride bıraktık. Geride bıraktığımız yılın öncü işçilerin gözünden İşçi Meclisi'nde işlediğimiz gündemlerini bir kez daha hatırlayalım: Lenin gençleri baharın gelişini müjdeleyen kırlangıçlara benzetir. Bu yıla damga vuran Haziran Direnişinin gelişi, 2013 Ocak ayından belli oldu. "3
Özel istihdam büroları 2003 tarihli İş Yasası ile Özel İstihdam Büroları’nın önü açılınca, küresel tekelci kapitalist köle tüccarlığı şirketleri de Türkiye işgücü piyasasına girdi. Manpower, Randstad, Adeco gibi her biri çok sayıda ülkede milyonlarca işçiyi kendine bağlayıp pazarlayan küresel tekeller şubelerini açıp faaliyete geçti. " 14
Artık yeter, defetmeliyiz hepsini! Bunlardan hesabı, şu veya bu burjuva iktidar partisinin seçim yoluyla iktidar değişikliği değil, devlet içi hegemonya çatışmalarının karşısına devleti yıkmayı hedef koymuş, sermaye gruplarının rekabetinin karşısına bir sınıfın yiyip semirip diğerinin yok sayıldığı aşağılık sermaye ilişkisini bitirmeyi hedef koymuş işçi sınıfı sorabilir ancak! Rüşvete, yolsuzluğa, AKP-Cemaat çatışmasına karşı seyirci kalmayalım, sokağa çıkalım!
Burjuva siyaset sahnesinde kimseye yedeklenmeden işçi sınıfının bağımsız duruşunu sergileyelim! Bu sistemi iliklerinden oluk oluk akan tüm pisliğiyle birlikte tarihin çöplüğüne yollamak için örgütlenelim, birlikte mücadele edelim, içeriden çelişkileriyle çözülen AKPCemaat sistemini biz işçiler, emekçiler hep birlikte çökertelim! Artık yeter, defolun gidin! Burjuvazinin küresel kölelik sistemine karşı sosyalist devrim, sosyalist bir dünya istiyoruz! Vermeyecekler, alacağız, biz kazanacağız!
Fiili ve güce dayalı birikim ve yönetim biçimi
Siz hiç bu yolsuzluk tartışmasında, onun asıl kaynağını oluşturan canlı emek üzerindeki vahşi artıdeğer sömürüsünü sorun edinen gördünüz mü? Yoktur. Siz hiç bu tartışmada, başbakan, bakan, danışman, genel müdür vb mevkilerini keyfi kullanma haklarının kaldırılmasını ve olağanüstü genişletilmiş yetkilerinin sınırlandırılmasını, devlet yönetiminin basitleştirilmesini, bürokrasinin olabildiğince sınırlandırılmasını, kitlelere yürütme ve devletten bağımsız kendi öz organlarını yaratma hak ve olanağının verilmesini savunana rastladınız mı? Yoktur.Oysa asıl sorun, yürütme aygıtıyla, bürokrasisiyle, baskı aygıtlarıyla, geniş kitlelerin “geçim-seçim” bağımlılığıyla bu aygıtın kökten yıkılmasıdır. " 10
Devrimci Proletarya 4. sayı çıktı Gezi Direnişi yazılarından oluşan Devrimci Proletarya 4.Sayı “Derken karanfil elden ele, Haziran Direnişi” başlığı ile yayınlandı. Devrimci Proletarya’nın Gezi özel sayısını devrimciproletarya.net sitesi aracılığıyla temin edebilirsiniz.
"2
2
işçi meclisi
Yaşamın orta yeri Öfkenin, hatıralarındaki dansı sona erince , bir şeyler yapma istencinin son kırıntılarını da cellata teslim edip, yeniden hayalini kurmaya başladı yılbaşında gelecek büyük ikramiyenin. Kahveci kumandanın bir tuşuyla haber kanalından müzik kanalına geçerken, Yıldırım dahil tüm kahve de trilyonluk hayallerinden el sonu ödenecek çay parasını karşı tarafa yıkmanın hesaplarına geçiverdi. Soğuktu bu memleket ve tüm soğuk memleketler gibi burada da evi ısıtmaktan daha kolay değildi bir kahveyi ısıtmak. Karayel seyirtti mi havanın kararışına yakın, erken kapanırdı bu 3 vardiya yaşanan kentin tek vardiyalık kahvesi. Yıldıray daha da sıktı kabanını, içeri sızacak bir tutam soğuk hasmıydı artık. Hem de öyle böyle bir hasım değil. Son işten çıkarmaların işçilerin rapor çetelesine göre yapıldığı söylentisini kış başlamadan vardiya şefi üfürmüştü kulaklarına. Biraz sonra evdeydi ya, doğmayı bekleyen üçüncüsüyle beraber soğuğa, en az açlık kadar mukavemetsiz bu evi, kahveci Rasim usta gibi kilitleyip gidemezdi ki. Ayşe ilk çocuktan 6 ay sonra yeniden başladı tekstile. İkinci çocukla beraber de artık daimi bir işsizdi. Bu kentte şaşırılmazdı 10 yıl tekstil-
de çalışıp, üçüncü çocuğa hamile olan, 27 yaşında bir kadının kırklı yaşlarda göstermesine. Ve gene şaşırılmazdı ev toplantılarının ardından gelen kaymakamlık yardımlarına. Büyük çocuk üşüdüm dedi, küçüğü dilsiz daha ama anlatıyor üşüdüğünü, yaklaşarak harlanmayı bekleyen sobaya. Geçen sene Mart’ı çıkardılar tüm yutkunkunmuşluklarının meyvesi kaymakamlık kömürüyle. Bu sene kış çetin ve bu çetin kışta arttırılan her torba kömür Şubat sonu doğacak bir çocuk için. Yıldıray buza kesen nasırlı ellerini, yarım yanan sobada çözüp, çocukların önce büyüğünü sonra küçüğünü kaldırıp omuzlarına günün yorgunluğundan arınmak istedi. Doğacak Sinan’ı kıskanan büyük kızın içli içli ağlamasından sonra, hep bu sırayla sevmeye başladı ailesini. Ve şimdi Ayşe ve Sinan’daydı sıra. Dünkü tartışmaları olmasaydı, aç olduğunu hatırlayana kadar sürdürdüğü sevgi sunusuna çoktan başlamış olacaktı. Durumu anlamak için, tınısına şefkat yüklediği bir cümle savuruverdi fedakar hayat yoldaşına: “Ayşe, zenginler paraları büyüdükçe, biz de çocuklarımız büyüdükçe mutlu oluyoruz.” Ayşe duymazdan geldi. Gittiği ev toplantılarında boğulduğunu hisseder ve güç bela ayakta tut-
Derken karanfil elden ele Haziran Direnişi Keşke yalnız bunun için isyan etseydik Ankara’da bir grup öğrenci Haziran Direnişi sırasında bir video hazırladı: “Keşke yalnız bunun için kırsaydım seni.” Camları kırılmış bir panonun önüne geçen gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, öğrencisinden işçisine, birçok eylemci panoyu kastederek “bunu ben kırdım, çünkü…” diye başlayan cümleler kuruyor. Video, devrimci kitle şiddetinin meşruluğunu Cemal Süreya’nın “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni” dizesine atıfla anlatıyor. Bir genç kadın geçiyor kırık panonun önüne “Bunu ben kırdım, çünkü ses çıkarmak istedim”, bir başkası “Bunu ben kırdım, çünkü üstüne yazdığım yazıları siliyorlardı” diyor. Bir erkek öğrenci tuzla buz olan panonun camlarını eline alıyor “Bunların hepsini ben kırdım, çünkü bunların hepsi çok güzel”, bir başkası “Bunu ben kırdım, çünkü polisle yakan top oynarken aramıza girmesini istemedim”, öteki “Bunu ben kırdım, çünkü gaza geldim” diyor ve bu sırada her taraftan “gaz”a gelmenin görüntüleri giriyor. “Bunu ben kırdım, çünkü baretim sağlam mı merak etmiştim”, “Bunu ben kırdım,
çünkü canım sıkılıyordu”, “Bunu ben kırdım, çünkü barikata eşya lazımdı”, “Bunu ben kırdım, çünkü kuşlar içinden geçebilsin istedim”… Cemal Süreya’nın yirmi şiirinin hepsi “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni” dizesiyle biter. Her bir şiir farklı bir temayı ele alır. Ama en nihayetinde dönüp dolaşıp bu son dizeye bağlanır, sanki tek bir şiir olur. Şair sevmiştir; kuşlar toplanıp göçtüğü için de, “konsolun üstünde noksan bir gümüş kutusu” için de, “eşiklere oturmuş bir dolu insan” için de, iki çay söylemiştir, biri açık olduğu için de ve daha bir dolu şey için… Öyle bir sevgidir ki bu, her şeyde kendini var eder, çoğalır. Yani dünyanın, kendisinin ve sevgilisinin her hali, her anı için sevmiştir ve sevmektedir. Evrensel bağıntılılık ilişkisi devrededir ve yaşamın kendisi onun sevgisini koşullamaktadır. Biz de bu kitapta, tıpkı şair gibi yaşamın her haline ve zamanına dokunarak “Keşke yalnız bunun için isyan etseydik” diyoruz. Birçok yönden bu isyanın nedenlerini ve zorunluluğunu (burjuvazi-proletarya çelişkisinin yaşamın her
tukları bu viranede özgürleştiğini düşünürdü. Ne de çok benziyordu, 3 kelimeyle yaşanılan bir vardiya sonrasında, kadınlar servisinin cümbüşünde hissettiği anlara bu eve dönüşler. Bugün apar topar gerçekleşen ev toplantısında başbakanın mertliği ve namusluluğu konuşuldu uzun uzun. Daha 2 saat öncesinde kimse duyacak kaygısı taşımadan hepiniz hırsızsınız diye bağırdığı bu evi başka biriyle paylaşma düşüncesini hazmedemiyordu. Biraz önceki sağırlığının nedeni bu daracık özgürlük alanının da Yıldırayın abisi de olsa başka bir aileyle paylaşılıp yok olacağı korkusuydu.Yoksa en az Ayşe de Yıldıray kadar biliyordu, ne yaparlarsa yapsınlar bu sene kış çetindi ve kaymakamlık kömürü Mart’a kadar ancak yetecekti. Biraz sonra Ayşe ile Yıldıray yemek masasına oturacaklar. Uzun uzun sustuktan sonra da iki evi birleştirmenin mevzusunu açacak Yıldıray. Ayşe belki ağlayacak belki haykıracak. Kaç tane Ayşe kaç tane Yıldıray var çevremizde bilmiyorum. Onları yemek masasında bıraktıktan sonra işçi sınıfı ya devrimcidir ya da hiçbir şey sözündeki hiç kelimesine takılmış buluyorum kendimi. Zafer Yüksel -http://zaferyuksel77.tumblr.com - zaferyuksel77.tumblr.com
Devrimci Proletarya 4. Sayı Çıktı Devrimci Proletarya’nın 4.Sayısına Şu adreslerden ulaşabilirsiniz; Pina Yayım-Basım: İstiklal cd. Balo sk. Kat:2 No:32/8 Taksim/İSTANBUL Harmes Sahaf: Meşrutiyet Cd. Sahne Sk Aslıhan Pasajı (Galatasaray Lisesi Karşısı) Taksim/İSTANBUL Kibrit Kitapevi: Meşrutiyet Cd. Sahne Sk Aslıhan Pasajı (Galatasaray Lisesi Karşısı) Taksim/İSTANBUL Soho Cafe: İstiklal Cd. Süslü Saksı Sk. no:7 Taksim/İSTANBUL
anına nüfuz etmesiyle birlikte) anlatıyoruz. Direnişin zayıf karnını ve taşıdığı dinamikleri, hareketin gelişim seyrini enternasyonal sınıf mücadelesinin -küresel isyan ve direniş dalgasının- bir parçası olarak değerlendirmeye, devrim ve komünizmin gündeki madditoplumsal temellerini çözümlemeye çalışıyoruz. İsyan ve direnişin zorunluluğuyla yeni bir yaşam ihtiyacı ve özlemimizin yakıcılığının birbirine nasıl bağlandığını… Bunun geleceğe devreden yönünü… Geleceğe çevirelim yüzümüzü. İnsanın tüm yetileriyle özgürce kendisini geliştirebileceği zamanlara… “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”
Maya Kitabevi: Hatboyu Cd. Pendik İş Merkezi Zemin kat No:19 (İstasyon ve eski simit sarayı karşısı) Pendik-İstanbul. Ezgi Kitabevi: Altıparmak Yahşi Bey Mahallesi Bozkurt Caddesi Osmangazi – BURSA Dost Kitapevi: Konur SK No: 4 Kızılay/ANKARA İlhan İlhan Kitapevi: Karanfil Sokak 30/3 Kızılay/ANKARA Kitapsan: Kıbrıs Şehitleri Cd. Alsancak/İZMİR Baran Kitapevi: Yeraltı Çarşısı No:36 Dersim Ayrıca posta@devrimciproletarya.net adresinden istenebilir.
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 41- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 244 56 70 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
3
işçi meclisi
Böyle geçti 2013…
Lenin gençleri baharın gelişini müjdeleyen kırlangıçlara benzetir. Bu yıla damga vuran Haziran Direnişinin gelişi, 2013 Ocak ayından belli oldu. Eylem dalgası ODTÜ öğrencileriyle açıldı. Başbakanın göğe uydu yollayan büyük ülke propagandası, gençliğin militan çatışmalı eylemlerinin karşısında çözülerek gölgede kaldı. 2013 sermaye ve devleti için kolay geçmeyecekti… 2013 yılını geride bıraktık. Geride bıraktığımız yılın öncü işçilerin gözünden İşçi Meclisi'nde işlediğimiz gündemlerini bir kez daha hatırlayalım: Lenin gençleri baharın gelişini müjdeleyen kırlangıçlara benzetir. Bu yıla damga vuran Haziran Direnişinin gelişi, 2013 Ocak ayından belli oldu. Eylem dalgası ODTÜ öğrencileriyle açıldı. Başbakanın göğe uydu yollayan büyük ülke propagandası, gençliğin militan çatışmalı eylemlerinin karşısında çözülerek gölgede kaldı. 2013 sermaye ve devleti için kolay geçmeyecekti… Türkiye’nin bölgesel güç olma çabalarındaki sürtünme ve tıkanmalar Şubat ayından itibaren daha görünür olmaya başladı. Suriye’deki savaşın etkileri büyük bir göç dalgasıyla kendisini duyurdu. AB sürecini iyiden iyiye yavaşlatmış hükümet Ortadoğu’da Sünni kampın sözcülüğüne soyunma çabalarını arttırdı. Mart ayına önce çığlıklaşan kadın eylemleri, ardından 21 Mart Newrozunda Öcalan’ın silahlara veda açıklaması damga vurdu. Türkiye burjuvazisi ve sermayesiyle açıktan görüşmelere başlayan PKK kimi reformlar karşılığında çekilme ve ileride silah bırakmaya hazır olduğunu duyurdu. Eşzamanlı olarak devlet “akil insanlar” toplantılarıyla bir halkla ilişkiler kampanyasına girişti. Nisan ayından başlayarak devlet sokak eylemlerine karşı bastırma politikasına girişti. Kent aktivistleri, sanatçılar, taraftar grupları, siyasi partiler, gençler, doruğu 1 Mayıs’ta işçiler olmak üzere tüm muhalif sınıf ve kesimlere vahşi sokak saldırıları gerçekleşti. Yine Mayıs ayında El-Kaideci güçlerce gerçekleştirilen ve 52 kişinin öldürüldüğü Reyhanlı patlamaları sonrası Hatay halkının acı ve öfkesi polis copu ve gazıyla bastırılmaya çalışıldı. Kitle hareketinin birikimli saldırılara yanıtı Gezi patlaması oldu. Gezi Direnişi 80 ile yayılan müthiş kitleselliği ve militan öfkesiyle burjuvazi ve devletine, özellikle onun icracı hükümetine bir tokat gibi indi. AKP ve liderinin hegemonik gücü büyük bir yara aldı. Türkiyeli emekçiler dünya çapında neoliberal politikalara ve sonuçlarına karşı sokaklara inen kitle hareketi dalgası içerisinde onurlu direnişleriyle yerlerini aldılar. Haziran direnişin ayı oldu. 17 gün boyunca Taksim-Gezi ve ülkenin merkezi meydanları özgürlüğü soludu. Bedeli Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş ve Medeni Yıldırım’ın kaybı, onlarca sakat, binlerce yaralıydı. Hükümet Akdeniz oyunlarıyla, sezaryen ve alkol yasaklarıyla boş yere gündemi kendi belirlediği sınırlara çekmeye çalışıyordu. Gezi vahşice boşaltılmasına karşın eylemler ve forumlar yaz boyunca devam etti. Hatay’da 9 Eylül’de gerçekleştirilen eylemde, polisin attığı gaz fişeğinin başına gelmesiyle çatıdan düşen Ahmet Atakan hayatını kaybetti. Eylül ayında ODTÜ’nün içinden geçen yol için kesilen ağaçlar, yeni protestolara ve polisle çatışmalara sebep oldu. Eylül’ün diğer gündem maddesi ise İstanbul’un Olimpiyat adaylığı oldu. 2020 Tokyo’ya kaptırıldı, Erdoğan Gençlik ve Spor Bakanını tokatladı, AKP hükümeti bir kez daha anlatacak bir başarı hikâyesinden yoksun kaldı. Ekim ayında “demokratikleşme paketi” ve Marmaray’ın açılışı üzerinden tabanının moralini yükseltmeye çalışan hükümet her ikisinde yine umduğu başarıya ulaşamadı. 2013 yılında yokuş aşağı gidiş başlamıştı bir kere… Kasım ayında öğrencilerin ve kadınların eylemlerine hükümetin yanıtı yapay “öğrenci evi” ve “kızlı – erkekli
yaşam” tartışmaları oldu. Neoliberal muhafazakâr gericiliğin toplum mühendisliği projesinin dikişleri artık kitlelerin gözünde eskisi kadar sağlam görünmüyordu. Yılın Gezi’den sonraki en çarpıcı siyasal gelişmesi Aralık ayında dershaneler gündeminden sonra yokuş aşağı hızlanan sermaye grupları arası devlete hâkimiyet çatışması ve Türk burjuva siyasal tarihinin en kapsamlı yolsuzluk-rüşvet davasının açılarak dört bakanın istifası ve on yıldan beri ilk kez Erdoğan’sız AKP projelerinin dillendirilmeye başlanması oldu. 2013 yılının sonuna geldiğimizde burjuva siyasette anayasa projesinin ertelendiğini, üç seçim dönemine girilen süreçte burjuva çarşının iyice karıştığını ve karışacağını, sıcak günlere doğru ilerlediğimizi görüyoruz. Mısır’da Sünni Müslüman Kardeşlerin iktidarı kaybettiği, Suriye’de tarihin gördüğü en gerici İslamcı komandoların Esad rejimini bir türlü deviremediği, İran’ın oyuna yeniden döndüğü koşullarda sermayenin AB çıpasını boşlamış AKP hükümeti, içeride önce Gezi direnişinin, ardından devlette yer edinmiş küresel bir cemaatin saldırılarının etkisiyle bocalıyor. Geleneksel tekelci sermaye mevcut toplumsal rahatsızlığı da okuyarak, ustalık döneminde fazla rahat davranarak iç ve dış politikada din ve muhafazakârlığa daha çok yaslanan bir neoliberal içerme siyasetine kaymış olan AKP ve arkasındaki sermaye gruplarına zamana yayılmış bir ayar çekmeyi gündemine aldı. Erdoğan hükümetinin elindeki tek yol, sahip olduğu baskı-zor-medya-kitle güçleriyle buna karşı direnmek; öte yandan işçi ve emekçi kitlelerin sisteme olan güvenini tesis etmek için hükümetin yıpratılarak değiştirilmesi kolay olmadığı gibi riskli de bir yol. Sermaye çevrelerinin de bundan başka bir seçeneği yok, bu süreçte iktidar alternatifi olarak CHP’yi palazlandırmak zorundalar ve bu da zaman alacak. Anayasa tıkanaklığında da kendisini göstermiş olan ve cemaatin çelmelemeleriyle son yargı-yürütme tartışmalarıyla daha bariz görünen şu ki, neoliberal demokrasinin kurumsal yapısındaki kriz derinleşiyor. 2013 yılında uluslar arası, sınıflar arası ve sınıf kesimleri arası güç ve paylaşım mücadeleleri arttı. Yeni yılda bir burjuva siyasal krizle atbaşı giden ekonomik bir krizle karşı karşıyayız.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre, 2013 yılında 103'ü kadın en az 1235 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi, onbinlercesi yaralandı. Bu “olağan” rakamlar aslında tüm bir yılın hikâyesinin gözlerden saklanan, gizli özeti durumunda. Yeni bir emek kontrol rejimine geçişin yarattığı, alttan alta mayalanan olağanüstü bir tepki var. Kürt, kadın, genç, ezilen mezhepten emekçi kitlelerin ve bir bütün olarak işçi sınıfının neoliberal yıkıma karşı öfkesi ve demokrasi ihtiyacı arttı. Geçtiğimiz yıl bu ihtiyaç kendisini sokak eylemleriyle gösterdi, burjuva sınıf kesimleri arası çekişmeden doğan her yeni siyasal gelişme de suya yazılmıyor, işçi sınıfının bilincinde bir yer ediniyor. Sistem bunun yeni bir yaşam esiniyle buluşmasını engellemek için çeşitli araçları devreye sokacak. Burjuva siyaset girilen seçim süreciyle işçi ve emekçilerin 2013 yılında sokaklardan ses veren demokrasisini, burjuva seçim hesaplarına tahvil ederek sisteme güveni pekiştirmenin peşinde. Onlar bunu hedefliyorlar. Bizler ise sınıfın özlem ve ihtiyaçlarının burjuva seçim sandıklarına sığmayacağını biliyor, bunu söylüyoruz. Yeni bir yaşam ihtiyacını, sosyalizmin güncelliğini, komünist bir devrimi savunuyor, gücümüzü bunun için biriktiriyoruz.
4
işçi meclisi
Yolsuzluğa karşı sokak eylemleri Ankara
İstanbul
leye Devam”, “Her Yer Taksim Her Yer Direniş, Hırsız Var!”, sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Taksim tarafından barikat kuran polis TOMA’lar ve gaz bombalarıyla kitleye saldırdı. 18.30'dan itibaren İstiklal Caddesi’nde direnişi kalabalık gruplar halinde yarım saat kadar sürdüren binlerce kişi, polis saldırısının yoğunlaşması üzerine sokak aralarına çekilip eylemi sürdürdü. Polis bir çok noktada göstericileri geriletmek için tazyikli su ve gaz bombası kullanırken, sokak aralarındaki gruplara ise yoğun plastik mermi sıktı. Polisin saldırısına rağmen İstiklal Caddesi ve ara sokaklar Gezi sloganlarıyla inledi. Taksim ve Tünel, Galatasaray yakınlarındaki gösterilerinin ardından bu noktalarda yığınak yapmış yüzlerce çevik kuvvet sokak aralarına da girerek eylemcilere saldırırken saatlerce eylemcilerin dağılmasını sağlayamadı.,
İstiklal Caddesi’nde toplanan yaklaşık 10 bin kişi, “Hükümet İstifa”, “Bu Daha Başlangıç Mücade-
Polisler TOMA, gaz tazikli su ile saldırdı eylemcilerde havayi fişek taş barikat ile cevap verdi. İstik-
Ankara’daki devrimci, demokrat ve yurtseverler saat 19:00'da Güvenpark’ta yolsuzluk skandalına ve hukuksuzluklara karşı “Artık Yeter, Eyleme Sokağa Hesap Sormaya, Hükümet İstifa!” şiarıyla sokaklardaydı. Bileşenleri arasında Devrimci Proletaryanın da olduğu Ankara Dayanışmasının çağrısıyla toplanan kitle, basın açıklaması sonrası AKP il binasına yrüyüşe geçti. AKP il binasında protestosuna devam etmek isteyen kitleye Mithat Paşa Köprüsü’nde polis müdahade bulundu. Kitle ise polise havai fişeklerle karşılık verdi. Polis müdahalesinden sonra kitle ara sokaklara dağıldı.
lalin gaza boğulduğu TOMA ile saldırıldığı zaman başta İmam Adnan, Mis, Balo, Ayhan Işık, Sadri Alışık sokakları olmak üzere bir çok yan sokak direniş alanına dönüşüyordu. Taksim Meydanını ve Gezi Parkını ablukaya alan polis İstiklal Caddesi’ndeki eylemcileri uzun süren çatışmöalara rağmen dağıtamadı. Gruplar toplanıp slogan atıyor, hızla yer değiştiriyor. Yer yer polise havai fişek de atılıyor. Gezi şehitlerinin ismi okunup kitlesel “Burda!” sloganıyla selamlanıyor. Devrim Şehitleri Ölümsüzdür, Her Yer Taksim Her Yer Direniş sloganları atılıyordu. Polis İstiklalde kurulan barikatı aşamayınca iş makinası getirdi. TOMA’dan sıkılan su çamur sarısı ve sudan yükselen gaz hapşurtuyor, burun akıtıyor ve kusmalara neden oluyordu. İstiklal Caddesinde devameden çatışmalar saatin ilerlemesi ile Sıra Selviler ve Tarlabaşı’na doğru kaydı ve eylemciler buralardan dağıldılar.
“Ulusal İstihdam Stratejisi ve Sınıf Mücadelesi” etkinliği gerçekleştirildi İşçi Meclisi tarafından düzenlenen Panel-Söyleşi dizisinin ikincisi olan Ulusal İstihdam Stratejisi ve Sınıf Mücadelesi Panel-Söyleşisi Taksim’de İsmail Beşikçi Vakfı’nda gerçekleştirildi. Etkinlik Birleşik Metal-İş Sendikası Toplu İş Sözleşmesi uzmanı İrfan Kaygısız‘ın sunumu ile başladı. Kaygısız yaptığı kapsamlı Ulusal İstihdam Stratejisi sunumunun ardından salondan gelen soruları yanıtladı. Bir sağlık işçisi tarafından sorulan soruda sendikaların etkisizliğine vurgu yapılarak işçilerin kendi arasındaki bölünmüşlüğü (doktor, hemşire taşeron vb) sorununun nasıl giderilebileceği soruldu. Cevapta ise “saldırıların kapsamlı ve bütünselliği yaşanarak da görülüyor. Bu öne çıkarılarak birleşik mücadelenin önü açılabilir” değinildi.
Kaygısız’ın sunumunun ardından Devrimci Proletarya temsilcisi bir sunum yaptı. Sunumda UİS saldırısı açımlanırken bu saldırılar karşısında nasıl pozisyon alınabileceği üzerinde duruldu. Daha sonra Almanya’dan Ver.di Sendikası‘ndan bir sağlık işçisiyle Skype bağlantısı kurularak Avrupa’da daha önce Agenda 2010 ve Hartz 4 adıyla yaşanan benzeri saldırılar ve bunlara karşı yürütülen mücadele deneyimi paylaşıldı. Etkinlik sağlık işçileri, eğitim işçileri, beyaz yakalı işçiler, sanayi işçileri, büro işçileri, kadın işçiler, işçi öğrencilerin katılımı ile gerçekleştirildi.
Cerrahpaşa’da Direniş Cerrahpaşa Üniversite Hastanesinde çalışan işçileri, hastane bahçesinde çadır kurarak direnişe başladı. Dev Sağlık-İş Sendikası öncülüğünde hastane bahçesinde bir araya gelen işçilere Kocamustafapaşa Dayanışması, EğitimSen Üniversiteler Şubesi, İstanbul Tabip Odası ve hastalar ile hasta yakınları destek verdi.
günü rotasyona tabi tutularak üniversitenin Beyazıt Kampüsü’ne gönderildik. 1 Ocak günü yeni şirketin Beyazıt Kampüsüne gelmesi üzerine
İşçilerin ardından söz alan Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri Gürsel Kaya ise “Hastane yönetimi kolay olan şeyi yapmıyor. Kolay olan hukukun gereğini yerine getirip arkadaşlarımızı işe geri almaktır. Hastane yönetimi bizi kavga etmeye zorluyor” dedi.
Hastane yönetimi işçilerin çadır kurmasına izin vermeyeceğini belirterek özel güvenlik elemanları ile işçilere müdahale etmeye çalıştı. işçiler basın açıklaması yaptıktan sonra özel güvenlik saldırısına rağmen çadırlarını kurdular. İşçiler, basın açıklamasın da, “Bizler yıllardır İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yemek hizmetlerinde çalışan ve akıl almaz bir gerekçe ile işsiz kalan 10 işçiyiz. Yıllardır çalıştığımız Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bir kısmımız 29 Eylül’de, bir kısmımız ise 20 Aralık
yapılmamız talebiyle defalarca hastane yönetimi ile görüştük. Bu görüşmelerde hastane yönetiminin sorumluluk almaması üzerine sorun çözülemedi. İşimizi, ekmeğimizi geri almak için tek yol direniş oldu” dedi.
kendi işyerimiz olan Cerrahpaşa Kampüsü’ne geri geldik. Fakat şirket hiçbir gerekçe göstermeden bizlere işbaşı yaptırmadı. Sendikamız ve temsilcilerimizle beraber sorunu çözmek ve işbaşı
eylem sırasında işçiler , “Emeğimize, geleceğimize sahip çıkıyoruz. Atılan işçiler geri alınsın” pankartı açarak, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları attı.
5
işçi meclisi
Direnişteki Punto Deri İşçileriyle Forum Devrimci Proletarya’nın da içinde bulunduğu Kıdem Tazminatı Dayanışması 2 Ocak 2014 Perşembe günü saat 12.30’da İstanbul Zeytinburnu’nda direnişlerini sürdüren Punto Deri işçilerinin direniş çadırında “Direniş Alanında İşçi Forumu” başlığıyla bir forum gerçekleştirdi. 156 gündür direnişte olan işçilerle birlikte grev alanında gerçekleştirilen forumda ilk elden direnişe nasıl başlanıldığına dair ön bir konuşma gerçekleştirildi. Konuşma da pek çok hak gasbının ve sendika mücadelesinden kaynaklı
patronlara karşı gelen işçi arkadaşların işten atılmalarına neden olduğu anlatılırken günde 16-17 saat çalıştırıldıkları için ancak enerji haplarıyla ayak kalınabileceğini söyleyen işçiler bir süre sonra koşulların daha da ağırlaştığını tatil haklarının da gasp edildiğini anlattı.
bir dernekleri olduğunu, işçilerin ise dağınık yapısından kurtulup patronlara karşı örgütlü ve birleşik bir mücadele sağlayarak kurtulacağımız vurgulandı.
Forum esnasında; Kendi ellerinden çıkan kürkleri, yorgan takımlarını 50-60 bin eurodan satıldığını ancak işçinin haklarına geldi mi kesenin ağzını kapatan patronların deri sektöründe örgütlü olduklarını, Punto Deri İş patronun başkanlık yaptığı
Şeker Piliç’de, 2014'ün ilk gününde 181 işçi işten çıkarıldı.
"Tasarruf gereği işten çıkarıldınız!"
Şeker Piliç tarafından yapılan açıklamada, işçilerin tasarruf gereği işten çıkarıldığı belirtildi. 1958'de kurulan Şeker Piliç, geçtiğimiz yılın başında üretime ara verdiğini açıklamış, ardından iflas ertelemeye başvurmuştu. 4 ay boyunca maaşlarını alamayan işçiler ise ocak ve şubat aylarında bir dizi eylem gerçekleştirmiş ve haklarını elde edebilmişti. Şirket, mayıs ayında ise günlük 40 bin adet kapasiteyle yeniden üretime başlama kararı almıştı.
Roboski: “Kusursuz” katliam 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan Roboski katliamına Genel Kurmay’dan takipsizlik kararı çıktı. 2011'de katliamcı devletin sistematik olarak gerçekleştirdiği katliamlardan birisi daha Kürt ulusuna yönelik gerçekleştirilmişti. Tarihe Roboski Katliamı olarak geçen bu vahşete Askeri savcılık tarafından “TSK personelinin bahsi geçen TBMM ve Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdiklerini, görevi yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı anlaşıldığından soruşturma konusu bu olay hakkında 353 Sayılı Kanunu’nun 107. maddesi uyarınca şüphelilere ve müdafiler olaydan zarar görenlere ve vekillerine ve Genelkurmay’a tebliğinden itibaren 15 gün içinde
askeri veya sivil askeri makamlara veya bizzat askeri savcılığa sözlü veya yazılı müracaatla itiraz etmeleri halinde itiraz incelemesi en yakın Askeri Mahkeme sıfatıyla Hava Kuvvetleri Askeri mahkemesinde yapılmak üzere kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.” denilerek takipsizlik kararı verildi. Kararı ilk olarak katliamda ailesinin pek çok ferdini kaybeden Ferhat Encü Twitter üzerinden duyurdu. Haberi BDPli Meral Danış Beştaş, “Kararı aldık, karar doğrudur” diyerek doğruladı. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, Askeri Mahkeme’ye itirazda bulunacaklarını ve Anayasa Mahkemesi’ne başvuracaklarını söyledi. Askeri Savcılığı’nın Roboski katliamına ilişkin takipsizlik kararına Roboskili aileler sert tepki gösterdi. Katliamda yaşamını yitiren Cemal Encü’nün annesi Hazal Encü, kararı öğrendiklerinden beri ağladıklarını belirterek,
“Bu sabah 34 kez daha bizi katlettiler. Sabahtan beri ağlıyoruz, bu yargıçların hiç mi vicdanı yok, hiç mi Allah’tan korkuları yok. Bu devletin uçakları değil miydi katliamı yapan? Nasıl ‘biz karar veremeyiz’ diyorlar. Bu ülkede hiç mi vicdan sahibi yargıçlar yok. Onlar istedikleri için kapatmaya çalışsınlar. Biz bu katliamın hesabını sormaya ant içtik. Biz çocuklarımızın hesabını er ya da geç soracağız” şeklinde konuştu. Aileler, Başbakan Erdoğan’a seslenerek, “İnşallah bu verdikleri haksız kararlar yüzünden devletiniz yıkılır” dedi. Katil devletin sistematik olarak uyguladığı katliamların takipçisi bizler olacağız! Roboski Katliamında katledilenlerin çoğu genç ve çocuktu, onların adlarını tarihe gömemeyecekler! Hesabını soracağız, unutmayacak, unutturmayacağız, unutursak kalbimiz kurusun!
Roboski’de katledilenleri unutursak, insan kalamayız! 2011'in sırayı 2012'ye devretmeye hazırlandığı son günlerde bir tarafta akıllar da geride kalan yılın anıları canlanırken bir taraftan da yeni yılın planları yapılmaya, hayalleri kurulmaya başlanmıştı. Ta ki 28 Aralık gecesinde Roboskî’den gelen ve yüreklere ateş düşüren habere kadar. Devlet katliamlarına aşina olan bu coğrafyada defalarca katliamlara uğramış Kürt halkının evlatları yine katledilmişti. Ama bu seferki bir başkaydı. Kaçağa giden Roboskili köylülerden otuzdörtü savaş uçakları ile bombalanmıştı. Köylülerin bombalarda parçalanan bedenleri kaçağa gittikleri katırlarınki ile karışmıştı. Farklı bir sabaha kalkılmıştı ve dünkü hayaller, planlar yerini Roboski’ye bırakmıştı. Devletten hesabı sorulmalı, Roboski’nin üzerinin örtülmesine izin verilmemeliydi. Zira PKK gerillalarını katletmeye alışık
devlet bu katliamı da “PKKlilere yönelik bir operasyon” diyerek üzerini örtmeye çalıştı. Burjuva basında hemen pozisyon alarak yalana ortak oldu ve
“Sınırda PKK ile yaşanan çatışma” şeklinde haberler geçmeye başladı. Ama kısa sürede sosyal medyadan
yayılan haberler bu yalanın daha fazla sürmesine izin vermedi. Devlet yine bir katliama imza atmıştı ve bu sefer mızrak çuvala sığmıyordu. İnsan hakları heyeti, katliamı “yargısız infaz” olarak değerlendirdi ve olayın toplu bir katliam olduğu görüşüne vardıklarını söylediler. Ardından TBMM’de Uludere Alt Komisyonu kuruldu. Ama Roboskili ailelerin “Devlet failleri açıklasın! Zira büyük bir gerçek var;
faili biliyoruz, faili tanıyoruz!” talebi aradan geçen 2 yıla rağmen bir yol almış değil. Bugün yine hesap sorma bilinciyle anıyoruz 34 ölümüzü. Katil belli: TC, sınırötesi harekat emrini verme yetkisi olan Başbakanı, vur emrini uygulamaya geçiren Genelkurmay başkanı ve bu emri uygulayan Hava Kuvvetleri Komutanı… Katil bu kirli savaş aygıtının yukarıdan aşağıya bir parçası olan herkes… Biz hesap sormadıkça katillerden, Kürt halkı özgürleşmedikçe Roboski’de parçalananların düşleri de vatansız kalacak. Roboski’de katledilenleri unutursak, insan kalamayız! Unutursak, hesap sormazsak sosyalist olamayız!
6
işçi meclisi
Ulusal İstihdam Stratejisi Lizbon stratejisidir! AB 2020 stratejisidir! AB 2020 stratejisinin çıkış noktası, küresel sermayenin yaşadığı kriz ve sıkışma, Avrupa´da işgücünün yaşlanması ve iklim değişikliği gibi hızlı gelişmeler. AB 2020´nin başarıya ulaşmasının tek yolunu şöyle ifade ediliyor; “Her ülke kendi ev ödevini kendi ülke koşullarına göre hızla hayata geçirmek zorunda. Küresel düşünün, yerel hareket edin!”, Türkiyedeki adı, Vizyon 2023! Küresel sermayenin rekabet savaşı giderek şiddetleniyor. AB ülkeleri, Lizbon Stratejisi ile 2010 yılında rekabette öne geçmek için bir takım hedefler koydu.Türkiye de bir aday ülke olarak bu süreçten etkilendi. Bu yazının amacı Lizbon Stratejisinin hedeflerini ortaya koymak ve özellikle bu rekabet savaşında Türkiye´nin Ulusal İstihdam Startejisi ile küresel sermaye savaşındaki “ulusal” rolüne bakmak. Nedir Lizbon stratejisi 2000´de Lizbon´daki Avrupa Konseyi toplantısının sonuç bildirgesinde şunlar yer aldı: “…bilgiye dayalı ekonominin parçası olarak istihdamı, ekonomik reformları ve toplumsal uzlaşmayı güçlendirmek üzere yeni bir stratejik hedef üzerinde anlaşmaya varmak…” Bu amaç doğrultusunda üye ve aday ülkeler için 2010 ve 2020 yılını hedefleyen onar yıllık, stratejik saldırı programlarını bellirlediler. Her ülkenin Ulusal boyutta ve AB düzeyinde bir çok ekonomik ve sosyal reform gerçeklestirmesi hedeflendi.
değişikliği gibi hızlı gelişmeler. AB 2020´nin başarıya ulaşmasının tek yolunu şöyle ifade ediliyor; “Her ülke kendi ev ödevini kendi ülke koşullarına göre hızla hayata geçirmek zorunda. Küresel düşünün, yerel hareket edin!”, Türkiyedeki adı, Vizyon 2023! Bunun işçi sınıfı için anlamı; “ödünç iş ilişkisi”, “çağrı üzerine çalışma”, “tele çalışma”, “geçici işçilik”, “kısmi süreli sözleşme”, “esnek ve güvencesiz çalışma”, vb görünür görünmez istihdamsızlık. Standart iş ilişkilerinin parçalanması, işçilerin bu yeni “atipik” istihdamsizlık ile atomize edilmesi, örgütsüzleştirilmesi, toplu hareket etme gücünün parçalanması, grev ve toplu sözleşme gücünün ortadan kaldırılması. İşçilerin, sermaye için “verimlilik” adı altında, “double” sömürülmesi, işsizlerin istismar edilm-
Bu “istihdam” politikasıyla işsizlik oranlarında düşüş olduğunu gururla söylüyorlar. İşsizlik sayısında kısmi bir değişim var ama nasıl? Haftalık tam çalışma ile 40 saat çalışanın yerine, haftalık 15-20 saat çalışan işçiler alınarak, 1 € job ile çalıştırılarak, mini job çalıştırma ile sahte bir söylem tutturuyorlar. İşsizlikten ”Working Poor” (bir İş´e rağmen yoksulluk) toplumsal bir yaygınlık ve derinliğe ulaştı.
Bir diğer stratejik hedef; “..daha çok sayıda ve daha iyi iş ve daha büyük bir toplumsal uzlaşmayla, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilecek, bilgiye dayalı dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi durumuna gelmek”. Lizbon Stratejisinin arka planında; İstihdam: Türkiye işçi sınıfına dayatılan “Ulusal İstihdam Stratejisi” taşeron, kısmi zamanlı, esnek-güvencesiz çalışma, aynı anda bir kaç işte çalışma, evde çalışma, çağrı ile çalışma gibi atipik istihdam. Ekonomik reform: Düşük ücret, kıdem tazminatının kaldırılması, sosyal hakların budanması, işçiye yapılan harcamaların kısıtlanması, işçinin işgücünü satan özel istihdam bürolarının ücretin yarısına el koyması. Sosyal uzlaşma: İşçi-patron işbirliği, (Partnerschaft) aynı gemideyiz edebiyatı, sarı sendikalarla işbirliği. Alınan tüm kararların uygulanma biçimi ve sonuçları, yılık toplantılarda değerlendiriliyor. Türkiye üye olmadığı halde bu toplantılara katılıyor. 2010 yılı programının hedeflerine, 2020 yılına kadar yeni ve daha kapsamli bir saldırı stratejisi ile çıktılar ve kısa sürede sonuçları Avrupa´da ciddi kitlesel patlamalara yol açtı. AB genelinde 23 milyon kişi işsiz kaldı.
çalıştırmaya geçmesi ve işten atılmayı koruyan koşullarda gevşek davranmalarını patronlar buyurdu. Schröder o zamanlar mecliste şunu söylüyordu; “Sosyal sistemimizi tamir etmeliyiz, devletin üzerindeki yükü hafifletmeliyiz, maaş yan ödemelerini düşürmeliyiz, kişisel sorumlulukları her kişi kendi üstüne almalı.” İşçi Acentaları, İstihdam Büroları mantar gibi çoğalıp, hızla rekabete başladılar. Yarı zamanlı kısmı çalışma, plansız, belirsiz saatler ve günler, bir önceki ya da aynı gün işe çağrılma, evin iş ofisine çevrilmesi, kişisel çalışma şart ve sözleşmesi vb. İşçi ücretlerinin yarısına bu istihdam büroları el koyuyor, izin parası, yol parası ödemiyor, hasta olduğunuz durumda zaten kapı önündesiniz. İş kaybı korkusundan işçiler yarı sağlıklı çalışıyor. Alman burjuvazisi kendini kurtarmak için, işçi sınıfını, genci, yaşlısıyla kadınıyla kat be kat sömürüp yoksullaştırdı. ´95 te çalışanların %15´i düsük ücretli iken, 2013´te bu oran %22 ye çıktı.
esi, işçilerin insan onuruna yakışmayacak koşullarda çalıştırılması, işçi simsarlığına yol açılması, işyeri kavramının ortadan kalkması, dolayısıyla sınıfsal aidiyet ve dayaışma duygusunun artadan kalkması, iş güvencesinin ortadan kalkması, işyerinde aynı işi yapan farklı statüde iki işçi grubunun oluşması, kadrolu “çekirdek işçi” ve atipik “çevre işçi”nin karşı karşıya gelmesi. İşçilerin düşük ücretle çalıştırılmaya mahkum edilmesi, Bu stratejik saldırı programı Almanya´da işçi sınıfını nasıl etkiledi?
Lizbon Startejisi’nin saldırı programının arzulanan hedefe tam olarak ulaşamaması, Avrupa Komisyonunu yeni bir saldırı planı yapmaya götürdü. ”AB 2020” olarak adlandırılan yeni bir strateji. 2010 Planı her ne kadar hedeflenene tam olarak ulaşamadıysa, küresel krizi geçici de olsa atlatmalarını sağlamış ve AB 2020´nin zeminini olgunlaştırmıştı.
Almanya, Lizbon Stratejisinden aldiğı ´ev ödevini´ sıkı bir ´Alman disiplini´ ile hızla hayata geçiren ülkelerin başında geliyor. AGENDA 2010 adı altında Ulusal İstihdam Programını hazırladı. Bunun çekirdek Reform adı ise Hartz 4. Buna göre: Devlet ve patron üzerindeki yük azaltılmalı, sosyal haklar budanmalı. Bakım ve sağlık harcamaları kısıtlanmalı, göz, diş ve protezler için yapılacak ödemelerin ya kaldırılması ya da çok az ödenmesi. Çocuk, yaşlı ve özel bakım ihtiyaçları olanlara yapılan yardımların kısılması, ücretlerin düşürülmesi. İşgücü maliyetinin düşürülmesi.
AB 2020 stratejisinin çıkış noktası, küresel sermayenin yaşadığı kriz ve sıkışma, Avrupa´da işgücünün yaşlanması ve iklim
Esnek çalışmanın temel çalışma modeli olması; Beş kişiye kadar işçi çalıştıran bütün işyerlerinin hemen taşeron ve kısmı zamanlı işçi
Almanya işçi sınıfının yaşam standartlarında ciddi bir kayba yol açtı.Tatile gidemediklerinden, Noel´de eskisi gibi armağan alamadıklarından yakınıyorlar. Aşagıdaki temel ihtiyaçlardan en az dördünü karşılayacak geliri olmayan resmi olarak yoksul sayılıyor. Kira, su, elektrik vb. sabit ödemeler, evin ısıtılma gideri, beklenmedik durum harcamalarını ödeyebilme, iki günde bir bir öğünde balık, et ya da eş değerde protein, yılda en az bir hafta başka bir yerde tatil yapma, bir araba, çamaşırmakinası, renkli televizyon ve bir telefon. Bu standartları artık ellerinden alındı. Bu nedenle esnek ve güvencesiz ´prekär´ çalışmayı, sadece iş yaşamındaki kayıplarla sınırlı düşünemeyiz, yaşamın da geleceksiz, güvencesizleştirilmesi ve atomize edilmesidir. Tam bir sosyal izolasyon; eş, aile, arkadaş, aşk ilişkilerinin tarumar olması, krize dönüşmesi. Zaman ya işte ya da yolda geçiyor ama, elinize para da geçmiyor, her şey buharlaşıyor. Emek buharlaşıyor, zaman buharlaşıyor, aidiyet buharlaşıyor, dayanışma buharlaşıyor, sevgi buharlaşıyor. Geriye kalan ise yorgun, solgun yüzlerle ortalıkta koşuşturan, akışkan ama iz birakmayan ´insan´ görünümünde makina parçaları. Avrupa sosyal devletinde insan manzaraları bunlar ve yakın gelecekte Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı tablosuda bundan farklı olmayacak.
7
işçi meclisi
Burjuvazi ve reformizmin “akıl dolu” stratejisi!
Her şeyin kendi denetiminde olduğunu sanan AKP Hükümeti, burjuva iktidar bloğunun çatlamasıyla, devleti eskisi gibi yönetemez hale geldiğini görüyor. İstenen bakan kellerini vermek zorunda kaldı. Burjuvazinin ağırlıklı kesiminin en azından şimdilik, AKP’yi, ABD17 Aralık operasyonu ve sonrasınAB eksenine çekip ehlileştirme dıda AKP’ye ve arkasında durmaya şında, toptan bitirme gibi bir hedefi devam eden sermaye kesimlerine yok. verdiği başlıca mesaj şuydu: “Halen, yeni bir iktidar bloku oluşuncaya İkincisi. Önceki burjuva iktidar blokadar, irtifa kaybeden bir hükümet ğu dağılmak ve AKP ile ciddi sorun olarak kalmana izin veriyorum. yaşayan burjuva kesim ve güçler Fakat artık iktidar değilsin. Ve seni ağırlık kazanmakla birlikte, yeni giderek sıkıştıracağım, başının bir burjuva iktidar bloğu da henüz üzerinde de Erdoğan operasyonuoluşmuş değil. Küresel mali oligarşi, nu Demokles kılıcı gibi tutacağım, ABD, AB, TÜSİAD, TUSKON-Cebana biat etmeyip debelendikçe, maat her biri kendi içinde de, birdaha fazla batacaksın.” biriyle de ciddi çelişki ve sorunlar yaşıyor. Türkiye kapitalizminin arHer şeyin kendi denetiminde oldutan kırılganlık göstergeleri ve siyasal ğunu sanan AKP Hükümeti, burgüç çatışması ve krizin, bir ekonojuva iktidar bloğunun çatlamasıyla, mik krizi de tetikleme riski, hepsidevleti eskisi gibi yönetemez hale nin ödünü patlatıyor. TÜSİAD’ın "TKP, CHP-Cemaat ittifakına mal ettiği ve “akıl dolu” diye alkışgeldiğini görüyor. İstenen bakan ağırlıklı eğilimi, Türkiye’yi yeniden ladığı stratejinin gerçek sınıfsal (burjuvazinin ağırlıklı kesimi) ve kellerini vermek zorunda kaldı. Bin- ABD-AB eksenine oturtmak, yeni siyasal (yeni bir burjuva iktidar bloğunun oluşması ve yeni siyalerce polisi görevden alarak ve fiili bölge politikasına geçiş yapmak, savcı atamaları yaparak durumunu küresel-bölgesel entegrasyonu deset dizaynı) karakterini gözlerden gizliyor. " toparlamaya çalışırken, başlı başına rinleştirmek olmakla birlikte, embir iktidar kuvveti ve siyaset dizayn- peryalist hegemonya krizi ve bölgecısı haline gelmiş yargı duvarına sel jeo-stratejik güç ve rant kavgaları kümet ve siyaset dizaynında da yer stratejinin gerçek sınıfsal (burjutosladı. Doğrudan Erdoğan ve aileve belirsizliklerin de derinleştirdiği kapma hesabıdır. vazinin ağırlıklı kesimi) ve siyasal sine dönük operasyonu engellemiş biçimde, Türkiye burjuvazi içinde (yeni bir burjuva iktidar bloğunun görünse de, bu çoktan kamuoyuna de aynı zamanda hem bir hegemon- TKP’den Kemal Okuyan, bu takti- oluşması ve yeni siyaset dizaynı) deşifre edildi ve başının üzerinde ya hem de “konsept” krizi yaşanıyor. ği izah edip alkışlıyor: karakterini gözlerden gizliyor. YazıDemokles kılıcı gibi sallandırılmaya lıverdiği bu burjuva siyasetten parsa devam edecek. Üçüncüsü. Kitlelerden ve Haziran “…Şu anda hem Cemaat hem toplayıp, burjuva parlamentarist seDirenişi tarzı büyük çaplı tarihsel de CHP lideri, Tayyip’i “ölüm çim hesaplarına girişiyor. TKP’nin AKP şimdi, önceden hazırlanıp sokak inisiyatifinden duydukları çizgisi”nde tutarak yol alıyor. Erdobu “akıl dolu” zaman kazanma son MGK toplantısında sergilenen korkudur. Asıl kitlelere karşı bugün ğan toparlanmaya kalktığında yeni stratejisi, asıl burjuvaziye yeni iktisenaryoyla, cemaatin işi diye lanse çok daha fazla ihtiyaç duyacakları bir hamleyle onu sarsacak ve eskiye dar bloğu ve siyaset dizaynını oluşettiği Ergenokon ve Balyoz davaladevletin tüm temel kurumlarıyla, dönülmesini engelleyecek ama bek- turmada ihtiyaç duyduğu zamanı rının yeniden görülmesi vaadiyle, ordusu, polisi, yargısı, yürütmesi, leyecekler.AKP’nin iç dengelerinde kazandırma ve onun eteklerinde bir orduyla bağını güçlendirmeye ve yasaları, dini vb ile böylesine yıpdeğişim bekleyecekler. Şu sıralar yer tutma stratejisinden ibarettir! onu Cemaat ve yargıya karşı korandığı ve itibar kaybettiği koşullar- aldığı darbelerin ve yerel seçimlerde İşçi sınıfına ve kitlelere söylenen, numlandırmaya çalışıyor, hatta Erda, iktidar krizinin kitlelerin sokak üç büyük kentte yaşanacak çöküşün savaşmayın, düzenin krizini deringenokoncularla ittifak arıyor. inisiyatifini büyütecek bir kırılma ve iktidar partisini istenen rotaya soka- leştirmeyin, sizin için burjuvazinin boşluğa dönüşmesinden korkuyorcağını hesaplıyorlar. bir seçim seçeneği yaratmasını ve Peki, burjuvazinin ağırlıklı kesimlar. Bunun için kitlelerin tepkisini bizim de bunun kuyruğundan neleri epey hırpaladıkları AKP’yi AKP’yi yıpratacak ancak seçimlere Böylece CHP’nin de içinde yer alamalanmamızı bekleyin’dir! Taksim tümden paketlemekten neden geri ve adım adım yeni iktidar dizaynına cağı bir hükümet modeli için uygun Dayanışması’nın taban basıncı ve duruyorlar? CHP, hatta Cemaat bile tahvil edilecek sınırlarda, kontrol koşullar ortaya çıkacak. Cumhurbinbir nazlanmayla yaptığı Taksim “Hükümet derhal istifa etmeli” dialtında başkanlığı Çağrısı’nı bile engellemeye çalışan, yemiyorlar. TÜSİAD, AKP’ye karşı tutmaya daha “yumu- ta 11 Ocak’a miting koyanların, işçi belli bir tutum almaya başlamakla çalışıyorşak” bir forsınıfını en baştan devre dışı bırakbirlikte, alt perdeden açıklamalarla lar. Bumülle çözümaya ve kitlelerin sokak inisiyatifini yetiniyor. ABD’nin, Koç’un, Cemanun için lecek.Bunun olabildiğince gemleyip ayakkabı atin elinde AKP’nin kirli, karanlık, CHP’ye için ağırdan kutusundan bozma seçim sandıklakanlı icraatlarına dair; kitlelerin, ve BDP’ye almak durına tahvil etmeye dönük, pek “akıl Kürt halkının gözünü karartmabakmak rumundalar. dolu” stratejisidir bu! sına yol açacak çok daha korkunç yeter; tuErdoğan radosyaların da bulunduğu biliniyor. tumları hat durursa! İşçi sınıfının bu süreçteki bağımsız Bunlardan imtina edip, bağzı yolGezi’detaktiği, burjuvazinin ağlarını yenisuzluklarla sınırlı tutuyorlar. kinden Hiç çekinme- den örmesi için ona ihtiyaç duydubile daha den söyleyeğu en kıymetli zamanı kazandırmak Ellerinde AKP’ye alternatif olabilemızmız yim, bu kirli ve ona kriz yönetimi için destek cek güçlü, istikrarlı, iş bitirici, geniş ve “bekle bir ittifak, olmak değildir ve olamaz! Bizim kitleler açısından da çekim oluştugör”cüdür. kirli bir strasorunumuz, tam tersine burjuva rabilecek bir başka hükümet adayı CHP ve tejidir. Ama iktidar-rejim krizini büyütmek, halen yok. CHP’yi tercih edecek ol- BDP’nin yörüngelerindeki ulusalcı akıl doludur. Stratejinin asıl sahiple- burjuvazinin en çok korktuğu sossalar ve bunun için yeniden dizayn ve liberal reformistler, sendika ve ri hesabına! Bizim ise bazı açılardan yo-ekonomik bir krize doğru deetmeye çalışsalar da, CHP halen bu meslek örgütleriyle (HDP, TKP, işimize gelir. Erdoğan’ın sonunu rinleştirmek, onun seçeneksizliğini, kapasiteden oldukça uzak… Yerel DİSK, KESK, TMMOB vb) ile hazırlasa da, seçenek üretemediği geleceksizliğini açığa çıkarmaktır. seçimler, özellikle de İstanbul Sarıbirlikte tüm yaptıkları, AKP’nin için henüz noktayı koyamayan halk güllü yeni CHP’nin önüne rüştünü irtifa kaybederek yerinde tutulacağı, güçlerinin toparlanması için zaman Yeni bir seçenek ise burjuva seçim, ispat etmesi için konulmuş durumsadece yapacağı karşı saldırıların kazanılır.” (Kemal Okuyan, sol.org. düzen ve reformizm kapanlarının da. Bir dönem Esad sonrası için bertaraf edileceği bir süreçte, zaman tr, “Kirli İttifak”) dışından ve tam karşıt eksenden, söylendiği gibi, Erdoğan sonrasının kazanmak, ve burjuva parlamensokaklardan, alan faaliyetleriyle, ne olacağı burjuvazi açısından da ter seçim hesabı ile belediyeler ve TKP, CHP-Cemaat ittifakına mal aşağıdan, savaşarak, fiilen inşaa edioldukça belirsiz ve riskli. Bu yüzden parlementoda, ve ola ki yeni hüettiği ve “akıl dolu” diye alkışladığı lebilir ve güç toplayabilir.
8
işçi meclisi
Artık yeter, defetmeliyiz hepsini!
Hangi sermaye kesiminin, hangi sermaye grubunun hangi devlet ihalesini alacağına, kentsel dönüşüm planından kimin nasıl faydalanacağına, hangi bankanın, hangi finans sermaye kesiminin kasalarının dolacağına, önceliğin kimde olduğuna karar verme işinin, yani hükümet etmenin kaidesinde rüşvet ve yolsuzluk yatar Türkiye’deki burjuva siyaset sahnesinde ellerin yeniden dağıtıldığına, oyunun baştan kurulduğuna dikkat çekmiştik. Dershaneler konusunda alevlenen Gülen grubu ile AKP arasındaki çatışmanın son aşaması, üç bakanın oğullarını da kapsayan, inşaat ve bankacılık sektörleri ve İran’la ticarete uzanan rüşvet operasyonu oldu. Önce gerçekler: 1) 90'lı yıllarda Türkiye’deki siyasal istikrarsızlık ve burjuva partiler arası koalisyon dönemlerinde ortalık yolsuzluk haberlerinden geçilmezdi. Yolsuzluk ve rüşvet dosyaları hükümetlerin değiştirilmesinde temel enstrümanlardan biri olarak kullanılırdı. Aslında “yolsuzluk” adı verilen “yolunu bulma” burjuva siyasetinde kuraldışı değil, kural olandır. Buna rağmen burjuvazinin seçilmiş temsilcileri ve atanmış bürokratları kendilerinin rüşvet almadıklarını, yolsuzluk yapmadıklarını iddia ederler. Oysa iş tanımları bunu emretmektedir! Hangi sermaye kesiminin, hangi sermaye grubunun hangi devlet ihalesini alacağına, kentsel dönüşüm planından kimin nasıl faydalanacağına, hangi bankanın, hangi finans sermaye kesiminin kasalarının dolacağına, önceliğin kimde olduğuna karar verme işinin, yani hükümet etmenin kaidesinde rüşvet ve yolsuzluk yatar. Aksi halde, yani rüşvet ve yolsuzluk olmasa, burjuva devlet mekanizması nasıl “hakkaniyetli” davranabilir!? İş insanları her yatırımlarında gerekli izin ve teşvikleri, ihale ve ayrıcalıkları elde etmek amacıyla resmi görünür bedelle beraber gayri resmi bir bedeli toplayarak toplam bir harcama kalemi hesabı yaparlar. Dünyanın her köşesinde, her türden siyasal rejimde bu bir “business” meselesidir ve eşyanın tabiatı kadar doğal bir girişimcilik kuralıdır. Dünyanın bütün köşelerindeki bütün canlıdinamik liberal toplumlarda bazı iş insanları, iş grupları, sermaye kesimleri elbette kayırılır. Kayırılmanın kendisinde burjuvalar açısından bir sorun yoktur; rüşvet vs. ile yapılan yatırımın geridönüşü olarak burjuva için bu, anasının ak sütü kadar helal bir alışveriştir. Kayırılmakta önceliği yitirenler, resmi (yasal izin, ihale ve ayrıcalıklar) ve gayriresmi (rüşvet, yolsuzluk vs.) yatırımlarına rağmen önlerindeki şans kapısı kapatılanlar, hatta önüne taş koyulanlar feryadı her zaman basacaklardır elbette. Sermaye gruplarının organik parçası olan medya üzerinden yapılan bu feryad-ı figan hükümetler tarafından bir yere kadar yönetilebilir. Örnek AKP’nin 2000′li yıllardaki pratiğidir. Esasen MÜSİAD grubuyla daha doğrudan siyasi bağlantılara sahip olan hükümet, TÜSİAD, AB ve ABD menşeili sermaye gruplarının desteğini arkasına almış, Gülen sermaye grubu TUSKON’la ittifakını sağlamlaştırmış, ordunun ve ulusalcı zevatın geriletilmesinde yargı operasyonlarıyla rolünü oynamıştır. Ancak bunun ardından ilerleyen süreçte gelinen aşamada, AKP’nin özellikle anayasa referandumundan sonra aldığı yüksek oy yüzdesi sonrası gerek bölge politikalarında küresel ve bölgesel sermaye gruplarıyla, gerekse bu küresel burjuvazinin içerideki parçası TÜSİAD’la çelişkileri daha fazla açığa çıkmaya başlamış, “bir başarı hikayesi kalmayan” hükümetin reaksiyonu devlet ve hükümet etme araçlarının elinde olmasının, kendi medyasını görece sağlamlaştırmasının ve sahip olduğu finansal sermaye enstrümanlarının özgüveniyle
Devletin derini-paraleli yok, kendisi var! Burjuvazinin devletinde, küresel-yerel, küyerel sermaye gruplarının devlet katında temsil edilme ve ayrıcalıklar-öncelikler mücadelesi var. Bunlardan derinine-paraleline karşı olmayı başa yazıp, buna öncelik verenlerin giderek nasıl bir devlet ve sermaye savunuculuğuna savrulduğu ve savrulacağı da açık dümdüz gitmek olmuştur. AKP’nin sıkışması, Erdoğan’ın “tek adam” muhabbeti, buna dünya basınında, TÜSİAD’ın basındaki amiral gemisi Hürriyet’te, Gülencilerin tetikçi medyasında özelllikle Gezi direnişi sonrası artan tepkiler vs. hep bunun sonucudur. Türkçesi “acık da bana ver!”dir. “Çevir kazı yanmasın, aman işçiler uyanmasın!”dır. 2000'li yıllarda neredeyse (o da Almanya merkezli) Deniz Feneri operasyonu haricinde bir tek yolsuzluk, rüşvet iddiası dahi basında çıkmazken, AKP’nin şimdi birden zembereğinden boşalmışçasına küt diye bakanların oğullarından, kentsel dönüşümden darbelenmesini mümkün kılan arkaplan işte budur. 2) Konunun “yargının bağımsızlığı” falan gibi burjuva demokratik kavramlarla tartışılması kadar abes bir şey olmaz. Güçler ayrılığı prensibi, bazı kurumsallaşmış burjuva demokrasilerinde, o da dünyada pek nadir ve kuraldışı olarak görülen bir üst burjuva uzlaşmayla doğmuş bir yönetim ilkesidir. Bu ilke, esasında burjuva anayasa ve yasalar çerçevesinde ortak kurallar çerçevesinde anlaşmış sermaye güçlerinin arızi ve geçici bir uzlaşmasının sonucudur. Tarihin gördüğü en dinamik ve alçak toplum olan burjuva toplumda teoride var olan, pratikte uygulanmayan bir ilkedir. İflah olmaz burjuva liberal ideologların yok-ülkesindeki yok-ilkesidir yargı bağımsızlığı! Burjuva yargı burjuva siyasetten bağımsız falan değildir, esasen işçi ve emekçi sınıfların sermaye egemenliğine biat etmesini zorunlu kılan uygulayıcı bir kuvvettir yargı. İşinden atılan, iflas eden, kredi kartı borcuyla mahvolan, kocasından dayak yiyip boşanmak isteyen, okulunda pankart açan, anadilini, kendi kaderini tayin hakkını savunan, burjuvaziye karşı sosyalist siyaset yapan, Gezi’ye katılan, burjuvaziye her gün sermaye olup üç kuruş için hırsızlık yapmak zorunda bırakılan… kadınerkek-eşcinsel-Kürt-Türk-genç-yaşlı işçi ve emekçiler karşılaştıkları sorunların yargı tara-
fından çözümü için mahkemeye “düştüklerinde” görerek bizzat deneyimlerler yargının hangi sınıfın aleti, aracı, enstrümanı olduğunu… Tekil deneyimlere ancak üçüncü sayfa haberlerinde vahvahlanarak açık, herkesi kesen sınıfsal sorunlara ise kapalıdır burjuva medya, öte yandan burjuvazi içi güç ve sermaye savaşımlarının aracı olarak yargının oynadığı rol onun sayfalarında daha açık görünür. Kimse yargı ve emniyette çöreklenmiş Gülen grubu son operasyonun tetiğini çekti diye, AKP’nin “mazlum” pozuna girmesinde haklı olduğuna bizi inandırmaya çalışmasın, yemezler! Biliniyor, AKP siyasi olarak arkasında durduğu Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarını “yargı bağımsız, ne yapalım” diyerek gerekçelendirdi. Haydi şimdi de öyle desinler, bakalım, bekliyoruz! Öyle mi diyecekler, yoksa savcı ve emniyet müdürlerini görevden mi alacaklar, onu görelim beraberce! Gülencilerin ve hatta utanmadan CHP-MHP vs.nin “yargı bağımsız, kabulleneceksiniz” demeleri kadar saçma bir şey yok! Allahaşkına, cemaatin yargı ve emniyetteki kadrolarını AKP’nin emrine vererek hep birlikte ordu ve Kürtlere yaptıkları operasyonların ardından, bu kez hükümete operasyon çektiğini görmeyen var mı: Yok! Yazılanlar, çizilenler ortada, medyadaki pozisyon alışlar çok açık, herkes işçi sınıfını medya okur-yazarlığı olmayan, ahmak bir sınıf zannediyor, ama öyle değil, her şey ayan beyan ortada, görüyoruz! Bu yüzden yok “yargı bağımsızlığı”, yok “milli irade, demokrasi” vs. gibi köhnemiş argümanlarla yürütülen bu kavganın esasen sermaye grupları arası bir reorganizasyon sürecinin hamleleri olduğunu görelim. 3) Paralel devlet argümanı. Saçma! Sizin sözde “yargı bağımsızlığı” ilkenize göre savcıların yürüttüğü polis operasyonlarından burjuvazi adına seçilmiş bakanlarınızın, başbakanınızın vs. zaten haberdar olmaması gerekiyor, sizin ki-
9
işçi meclisi
tabınızda böyle yazıyor… “Bizden habersiz bizi hançerlediler” diyorsanız, bu savcıların daha önce sizinle beraber başkalarını hançerlediğini kabul ediyorsunuz demektir! “Cemaatçi kadrolar paralel devlet kurdu” sözüyle devlet bürokrasisi dışında bir iç hiyerarşiye sahip, kendi imamları eliyle, her kişinin beş kişiden sorumlu olduğu bir organizasyonu kastediyorsanız, bunu daha önce yazan-çizen emniyetçilerin, ulusalcı cenahın, bazı liberal demokrat gazetecilerin cezaevine sokulmasına onay veren, bunun avukatlığını yapan, “yargı bağımsız” diyen, “onlar gazeteci değil, kitap da bombadır” diyen yine sizdiniz! Burjuvazi içi çatlakları kendi ulusal çıkarları için “kullanma” kafasıyla sık sık “kullanılmaya hazır” görüntü çizen, haklı mücadele taleplerine karşın ideolojisini liberalizme teslim etmiş PKK-BDP-HDP çizgisindeki partilerin de çabasıyla geçmişte yaygınlaşan “derin devlet” diye bir kavram vardı. Şimdi yine aynı argümanlara kapılacak liberal demokrat gruplar için çekici olabilecek bu söylemi duyanlar, eski “derin devlet” tanımı ne kadar doğruysa, bugün de “paralel devlet” tanımlamasının o kadar doğru olduğunu bilmeli. Devletin derini-paraleli yok, kendisi var! Burjuvazinin devletinde, küresel-yerel, küyerel sermaye gruplarının devlet katında temsil edilme ve ayrıcalıklar-öncelikler mücadelesi var. Bunlardan derinine-paraleline karşı olmayı başa yazıp, buna öncelik verenlerin giderek nasıl bir devlet ve sermaye savunuculuğuna savrulduğu ve savrulacağı da açık. Gülengillerin, küresel temelde örgütlenen ve küresel sermaye eğilimlerinin kokusunu alan bir aktör olarak ABD-AB sermaye çevrelerinin son dönemdeki AKP rahatsızlığının arkaplanında bu operasyona girişme cesareti bulduğu ne kadar açıksa, buna karşı AKP’nin de “seçildik, biz milli iradeyiz” diyerek devlet gücüyle bastırarak pozisyon alacağı o kadar açık. Burjuva siyasette büyük balık küçük balığı her zaman yutar, bu kesimlerden birinin yanına yekdiğerini zayıflatmak için konumlananlar gözlerini açtıklarında bulundukları yere nasıl geldiklerini anlamayacak kadar dönüşmüş olurlar, onlara şimdiden geçmiş olsun! 4) İlk sonuçlar: a) Erdoğan’ın AKP hükümeti Türkiye’nin gördüğü en yiyici hükümettir. Son on yılda Türkiye burjuvazisi ve devletinin biriktirdiği ve geçmişe oranla çok yüksek olan sermaye yığınından paylarını sistematik olarak başbakanın doğrudan yönetimi ve üleştirmesi altında almışlardır, almaktadırlar. Bunlar “fakir babası” falan değil, işçi ve emekçilerin sırtından geçinen asalaklardır. Bunlar dayandıkları ve palazlandırdıkları, kendileriyle beraber büyüyen sermaye kesimlerinin sahibine şükreden asalak memurlarıdır. Bunlar villalarda, köşklerde, konutlarda, otellerde, mecliste akrabalarıyla, yedi sülaleriyle birlikte semiren, şişen, fazlasıyla ve orantısız büyüyen saprofitlerdir. Artık burjuva medyada da yedikleri haltlar görünmeye başlamıştır. Bu kan emici asalak siyaset erbabının suyu ısınmıştır. b) Gülen cemaati veya TUSKON adlı serma-
Rüşvete, yolsuzluğa, AKP-Cemaat çatışmasına karşı seyirci kalmayalım, sokağa çıkalım! Burjuva siyaset sahnesinde kimseye yedeklenmeden işçi sınıfının bağımsız duruşunu sergileyelim! Bu sistemi iliklerinden oluk oluk akan tüm pisliğiyle birlikte tarihin çöplüğüne yollamak için örgütlenelim, birlikte mücadele edelim, içeriden çelişkileriyle çözülen AKPCemaat sistemini biz işçiler, emekçiler hep birlikte çökertelim! Artık yeter, defolun gidin! ye grubu dini bir sosyal tabana, bu tabanın kendi içerisinde bir hiyerarşiyle ağ biçiminde örgütlenmesine dayalı ve devlette güç olmaya odaklanmış bir küresel şirkettir. Bu şirketin dini-imanı, gözyaşı ve feryadı para ve güç sahibi olmaya odaklıdır. Türkiye tarihinde neoliberal dönemde palazlanmış bu grup ABD-AB-İsrailTÜSİAD’dan gelen sinyallerden kendisine görev çıkartarak AKP ile koalisyonunu bozmuştur. On yıl sonra medya-yargı-polis ablukası bozulup AKP’ye karşı bir yolsuzluk operasyonu yapılıyorsa bunun arkasında onlar vardır. c) Burjuvazi içi bu kavgada son ABD seyahatinin ardından CHP, daha açık biçimde Gülen grubunun öküz ölünce ortaya döktüğü pisliklerden AKP’ye vurarak faydalanma peşindedir. Yaklaşan yerel seçimlerde AKP’ye karşı CHP’ye oy vererek işçi sınıfının koşullarında bir değişiklik bekleme hatasına düşenler, bu burjuva partinin alçakça ve pragmatist biçimde Gülencilerle flörtüne daha açıktan şahit olacaklardır. d) Gülen sermaye grubuna, AKP’ye, TÜSİAD’a, küresel finans kapital odaklarına, emniyet-yargı-meclisi-ordusuyla bir bütün olarak burjuva devlete, yolsuzluk ve rüşvet düzeni kapitalizme, açılacak bavullardan çıkacak karşılıklı pislikleriyle bu yalan dünya düzenine, bir bütün olarak hepsine ve tek tek her birine nefret duymayan bir işçi sınıf bilincine sahip değil, kapitalizmin insanlığını ayaklara altına almasına izin vermiş demektir. Paylaşamadıkları, uğruna birbirle-
rine düştükleri iktidar işçi ve emekçi kitlelere hükmetmenin, kölece çalıştırmanın iktidarıdır. Paylaşamadıkları, uğruna birbirlerine düştükleri, ayakkabı kutularından saçılan paralar işçi ve emekçi kitlelerden çalınmış, üzerine oturulmuş paralardır. Bunlardan hesabı, şu veya bu burjuva iktidar partisinin seçim yoluyla iktidar değişikliği değil, devlet içi hegemonya çatışmalarının karşısına devleti yıkmayı hedef koymuş, sermaye gruplarının rekabetinin karşısına bir sınıfın yiyip semirip diğerinin yok sayıldığı aşağılık sermaye ilişkisini bitirmeyi hedef koymuş işçi sınıfı sorabilir ancak! Yolsuzluklarınızla, rüşvetinizle, yargılı yargısız infaz operasyonlarınızla, iktidarınız-devletiniz, gazınız, kurşununuz ve ideolojik yönlendirme araçlarınızla bir bütün olarak kapitalist iktidarınızı çöpe göndermek için Haziran Direnişi’nin sadece katılımda değil, çizgisinde de işçi-emekçi ağırlıklı proleter versiyonlarını yaratmaya, bu yoldan ilerlemeye ihtiyacımız var. Rüşvete, yolsuzluğa, AKP-Cemaat çatışmasına karşı seyirci kalmayalım, sokağa çıkalım! Burjuva siyaset sahnesinde kimseye yedeklenmeden işçi sınıfının bağımsız duruşunu sergileyelim! Bu sistemi iliklerinden oluk oluk akan tüm pisliğiyle birlikte tarihin çöplüğüne yollamak için örgütlenelim, birlikte mücadele edelim, içeriden çelişkileriyle çözülen AKP-Cemaat sistemini biz işçiler, emekçiler hep birlikte çökertelim! Artık yeter, defolun gidin! Burjuvazinin küresel kölelik sistemine karşı sosyalist devrim, sosyalist bir dünya istiyoruz! Vermeyecekler, alacağız, biz kazanacağız!
10
işçi meclisi
Fiili ve güce dayalı birikim ve yönetim biçimi
Türkiye’nin yakın tarihinden çok iyi bildiğimiz gibi, bugüne kadar tüm burjuva rejim krizleri, bu burjuva devlet makinesinin daha da azmanlaşması ve yetkinleştirilmesinden başka bir sonuç vermemiştir.
Rüşvet, yolsuzluk, kara para ve düpedüz gasp… Bu tür akbaba taktikleri ile hükümetin burjuvazinin belli kesimlerine dağıttığı rant miktarının en az 150 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Hükümetin engellemeye çalıştığı ikinci, üçüncü, dördüncü dalga yolsuzluk operasyonlarının menzilinde 480 kişi, yüze yakın devlet kurumu ve büyük özel şirket var. Kamu bankaları, çok sayıda belediye, çok sayıda devlet kurumu, vakıf, inşaat-müteahhitlik tekeli, ATV-Sabah, Çalık Holding, Turkuaz Holding, Al Baraka Türk… Zorlu Center’dan hızlı trene, İstanbul’daki 3. Havaalanına kadar gidebilecek çok sayıda rant projesi… Burjuva güçler çatışmasının gelişim doğrultusu, yalnız Erdoğan ve AKP’yi silkelemekle kalmıyor. Burjuvazi içi dengesizleşen güç, iktidar ve paylaşım ilişkilerini zorla yeniden düzenleyecek gibi görünüyor. Hükümet derhal istifa etmelidir. Başta üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, nükleer santral, HES’ler, AVM’ler olmak üzere tüm rant projeleri durdurulmalı ve iptal edilmelidir. Neoliberal kapitalizmin kuralı: Kuralsızlık Bunun bağzı burjuva güç odaklarının bağzı burjuva güç odaklarına çektiği bir operasyon olduğunu, operasyonu yapanların “daha temiz” olmadığı unutulmamalıdır. Örneğin yolsuzluk dosyalarında çok sayıda şirket vardır. Fakat nedense Koç’un Koç Üniversitesi arazisini nasıl gaspettiği, TÜPRAŞ’ı nasıl çerez parasına yuttuğu yoktur! “Asıl sorun ise, içinde yaşadığımız toplumda bizzat kapitalizmin iyiye vahşi bir hal almış oluşudur. Vahşi siyasetçiler harcamalarda usulsüzlük yapar, vahşi bankacılar hazine kasasında kalan ne varsa soyup soğana çevirir; şirket yöneticileri, hedge fonu yöneticileri, girişim sermayesi dehaları dünyanın servetini yağma eder; telefon ve kredi kartı şirketleri hepimize ne idüğü belirsiz birtakım ücretler fatura eder; büyük şirketler ve zenginler vergi ödemediği gibi, bir yandan da kamu finansmanının merasında otlanır; esnaf herkesi kazıklar; dolandırıcılar ve göz boyama üstatları ise şirketler ve siyasiler aleminin en üst katlarında üçkağıt çevirmektedir.” (David Harvey, Asi Şehirler) Harvey’in “vahşi kapitalizm” dediği, neoliberal kapitalizmin normalize ettiği kuralsız, fiili, denetimsiz işleyiş biçimidir. Yolsuzluk operasyonunun arka planında olduğu bilinen küresel mali oligarşik güçler, dünya çapında tekelci sermaye birikiminin bu en pervasız biçimini düzenleyenlerin ta kendileridir. Burjuva operasyon güçleri açısından ise, sorun dev çaplı asalaklığın tekelci sermaye birikimin ayrılmaz bileşeni olması değil, bu dev çaplı rantları kimin kime dağıtacağıdır. Gırtlaklaşan burjuva güçlerin hepsinin çıkarı, dev çaplı gaspçılığın ayrılmaz bileşeni olduğu fiili ve güce dayalı tekelci sermaye birikiminin aynen, hatta daha büyük rant projeleriyle devam etmesindedir. Hiçbiri sistemi sorgulayamaz, sisteme dokunamaz! Siz hiç bu tartışmada, sermaye hareketleri üzerindeki her türlü denetimin kaldırılmış olmasını sorgulayan birini gördünüz mü? Yoktur! Dev çaplı gaspçılık, yalnızca AKP Hükümetinin
marifeti değildir. Mali oligarşik azami kar yasasının temel işleyişinin kaçınılmaz bir ifadesidir. Dünya çapında birçok ülkede son 10-15 yılda “yönetebilir demokrasi” adı altında işbaşına gelen “istikrarlı, güçlü” hükümetler nezdindeki yönetsel güç merkezileşmesinin başlıca işlevlerinden biri de, her türlü denetimden azade, fiilileşmiş azami sermaye birikimi yükseltimiydi. Neoliberal sermaye birikimi neyse neoliberal demokrasi de odur: Hiçbir yasa, ilke, norm ve denetim tanımayan, fiili ve güce dayalı birikim ve yönetim biçimi! Kapitalizmin mutlak genel yasası “Bir kutupta sermaye birikimi, diğer kutupta, kendi emeğini başkalarına sermaye olarak üretenlerin safında sefalet birikimi.” (Marx, Kapital) Kapitalizmin mutlak genel yasasının emperyalist kapitalizmin günümüz evresinde hangi yeni ve dehşetli biçimleri aldığını da, bu vesileyle görüyoruz. Gaspedilen yalnızca kamu arazileri, doğa, işçi ve emekçilerin yaşam alanları, yağmalanan yalnızca devlet bütçesi ve kamu kurumları değildir. Bir kutupta 150 milyar dolara yakın bir gasp varsa, diğer tarafta sosyal hak ve güvencelerin tasfiyesi, ücret ve maaşların emekgücü değerinin de altına bastırılması, işsizlik, esnek, güvencesiz, günde 12 saat kölece aşırı çalışma vardır. Bir tarafta kuralsız sermaye birikimi varsa, diğer yanda kuralsız vahşice sömürülme vardır. Bir tarafta gaspçı sermaye birikimi varsa, diğer tarafta toplumsal emeğin görülmemiş biçimde gasp ve darp edilmesi vardır! Küçük burjuvazi işin yalnız rüşvet, yolsuzluk, yağma kısmını görüyor. Bunlar gayrımeşru ilan edilirken, milyonlarca işçi üzerindeki vahşi artıdeğer sömürüsü normalize ediliveriyor. Oysa ortada dev çaplı yağma ve asalaklılığın olabilmesi için bile, dev çaplı bir karşılıksız emeğin olması gerekir. Her türlü yolsuzluk ve yağmanın temeli, artıdeğer sömürüsüdür. Sömürünün olmadığı yerde asalaklık da, yolsuzluk da olmaz. Kar, faiz, rant, spekülasyon vb üretilmiş artıdeğerin bölüşümü ve daha az elde merkezileşmesine ilişkindir. Kar oranlarının düşme eğilimi vurgunculuk ve asalaklağı katmerlendirir, fakat bu da dönüp artıdeğer sömürüsünü azamileştirir. Bir kutupta milyarlarca dolarlık rant varsa, diğer kutupta bu karşılıksız emeği yağmalananların daha çok karşılıksız emek harcamalarını buyuran Ulusal İstihdam Stratejisi vardır. Siz hiç bu yolsuzluk tartırşmasında, onun asıl kaynağını oluşturan canlı emek üzerindeki vahşi artıdeğer sömürüsünü sorun edinen gördünüz mü? Yoktur. Küçük burjuvazi ise halen yolsuzluğun, rantın, asalaklığın, çürümenin olmadığı bir “düzeltilmiş kapitalizm” hayaliyle kendini avutmaktadır. Göğe çıkmış yağmacılığa, emeğinin görülmemiş biçimde sömürülmesi temelinden karşı çıkacak ve kökünden son verecek tek sınıf proletaryadır.
Siz hiç bu tartışmada, başbakan, bakan, danışman, genel müdür vb mevkilerini keyfi kullanma haklarının kaldırılmasını ve olağanüstü genişletilmiş yetkilerinin sınırlandırılmasını, devlet yönetiminin basitleştirilmesini, bürokrasinin olabildiğince sınırlandırılmasını, kitlelere yürütme ve devletten bağımsız kendi öz organlarını yaratma hak ve olanağının verilmesini savunana rastladınız mı? Yoktur. Mızrak çuvala sığmaz hale gelince, sorun burjuvazinin bu devasa mali oligarşik sınıf diktatörlüğü aygıtında değil, ah tabii ki “onu kötüye ve kendi çıkarına kullananlardadır”! Sanki bu azami kar ve azami egemenlik aygıtı, bu kan ve asalaklık makinası “herkesin yararına” kullanılabilirmiş gibi! Kitlelerin tepkisinin ve burjuva güçler çatışmasının şiddetine göre, biraz temizlik ve yeniden düzenlemeler yapılır, fakat bu asalak ur şişmeye ve kitlelerin üzerine kabus gibi çökmeye devam eder. Türkiye’nin yakın tarihinden çok iyi bildiğimiz gibi, bugüne kadar tüm burjuva rejim krizleri, bu burjuva devlet makinesinin daha da azmanlaşması ve yetkinleştirilmesinden başka bir sonuç vermemiştir. Oysa asıl sorun, yürütme aygıtıyla, bürokrasisiyle, baskı aygıtlarıyla, geniş kitlelerin “geçim-seçim” bağımlılığıyla bu aygıtın kökten yıkılmasıdır. Toplumu yalnızca burjuvazinin ve onun özel arpalığından yetişip ona arpa dağıtan ve bu hizmetleri karşılığında cebini onlar kadar dolduran “yüksek şahsiyetler”in yönetebileceği düşüncesi, en gerici önyargıdır. Soyarak yönetmenin ve yöneterek soymanın uzmanı olmuş burjuvazi ve mali haydutluğunun körüklediği bir önyargıdır bu: “Ayaklar baş olamaz!” Onları bu kadar pervasızlaştıran da bu saçmalığa inanmaları ve tüm yaptıklarının yanlarına kar kalacağını sanmalarıydı. Haziran Direnişimiz işte bu gerici önyargının sarsılmaya başlamasıydı. Biz ise tam buradan ilerlemeye devam edeceğiz.
11
işçi meclisi
CHP’nin ev ödevi ve reformist sol CHP, İstanbul’da “İktidara Hazırlık Merkezi” adını verdiği seçim merkezinin açılışında ilk kitlesel gövde gösterisini yaptı. Sarıgül ve Kılıçdaroğlu’nun otobüsü ve binlerce araçlık konvoyunun yol boyunca onbinlerce kişi tarafından “sevgi gösterileri” ile karşılandığı organizasyon TÜSİAD medyasından tam puan aldı:
hükümete tepkilerini, özellikle de Gezi’yi burjuva neoliberal düzen ve seçimlere soğurup, kendisine yedekleyip yedekleyemeyeceği!?…
“Bu coşkuda, insanların bakışlarına ve vucut dillerine yansıyan bir de hırs vardı ve bu hırsın sonucu açığa çıkan, CHP’nin pek alışık olmadığı bir enerji…” (Kadri Gürsel, “Sarıgül ve CHP’nin Enerji Patlaması”, Milliyet)
“(CHP’deki bu değişimi-bn) neye bağlamak gerekir? Birincisi, Sarıgül faktörünün CHP tabanını aşarak yarattığı bir güç ve enerji kaynaşmasına… İkincisi, muhalif seçmenin AKP iktidarından bıkkınlığın neden olduğu bir pozitif öfkeye… Üçüncüsü, yolsuzluk ve rüşvet skandalının da etkisiyle AKP’nin inişe geçtiği ve artık sandıkta yenilmez olmadığı algısının güçlenmesine… Dördüncüsü, ‘Gezi’ fenomenine. Türkiye’de Gezi’nin en çok etkileyip dönüştürdüğü parti CHP’dir.” CHP ev ödevini yapıyor Gürsel’in saydığı bu halkalar, zaten burjuvazi ve mali oligarşisinin CHP’nin önüne “hükümet olma ihtimali” için koyduğu aslen iki halkada toplanabilecek ev ödevidir: CHP’nin ANAP’ın ve AKP’in ilk dönemlerinde olduğu gibi, burjuvazinin farklı kesim ve akımlarını (liberal, dinci, kemalist, faşist, sosyal demokrat) neoliberalizm temelinde sentezleyip bir uyum ve sinerji yaratıp yaratamayacağı; kitlelerin önceki dönem ve
CHP ev ödevini yapmaktadır: İstanbul’da Sarıgül’ün, Adana’da Aytaç Durak’ın, Ankara’da MHP’li Mansur Yavaş’ın, Antalya, Bursa, Hatay, Uşak’ta AKP’lilerin aday gösterilmesi… CHP’nin ANAP, AKP benzeri bir burjuva postmodern koalisyon partisine dönüştürülmesinin ifadesidir. Kılıçdaroğlu’nun bizzat Sarıgül tarafından organize edilen kitlesel karşılama törenlerini Gezi’nin devamı olan bir “halk depremi” olarak lanse etmesi, Sarıgül’ün Kılıçdaroğlu tarafından da sahiplenmeye başlayan “Ötekisi olmayan İstanbul ve Türkiye” sloganları ise ev ödevinin ikinci halkasının ifadesidir. Reformist sol da CHP’nin peşinden Peki, CHP ile dirsek teması içindeki reformist sol’un CHP’deki bu gelişmelere karşı tutumu nedir? Tek cümleyle şöyle özetlenebilir: CHP’nin “sağa kaydığını” söyleyerek, onun boşluğunu doldurmak! Yani “CHP’nin sağı kayışı” ile aslında
“Che ve Ulrike, ne konuşuyorsunuz" öyle?” Che ile Ulrike… İkisi de devrim yolunu seçmiş, ikisi de yepyeni bir hayata gözlerini açmış…
Oysa, Ulrike sapasağlam bir beyinle dimdik ayakta kalmaya çalışıyordu. Ve o, hep öyle yaşayacak…
Che ve Ulrike, öldürüldükten yıllar sonra yeniden dünyaya gelirler.
Bilmeyenler bu iki devrimcinin hayatını mutlaka araştırsınlar. Çünkü, iki ayrı yüreğin çığlığı kulaklarını hiç rahat bırakmayacak. “Biz ölmedik, buradayız, yaşıyoruz”… Zor olacak ama bir gün mutlaka güzel günler gelecek…
Che “motorsiklet günlükleri”nin etkisiyle anlatılıyor oyunda. Heyecanla, umutla, mutlulukla… Zafer Diper, çok da güzel oynuyor Che’yi. Oyunun ortasında iki devrimcinin de belgeseli gösteriliyor aynı zamanda. Bu, aslında dirilişin ve direnişin oyunu, içeride ya da dışarıda nasıl hayatta kalınacağını anlatan… F tiplerinin insanı insanlıktan çıkaran, yalnızlaştıran, yabancılaştıran bembeyaz örtüsü… Bugün de aynı saldırı daha da büyüyerek sürmüyor mu? Nazan Diper çıkıyor işte burada karşımıza, Ulrike rolünde. “Ulrike, çıldırmış” dediler. “Ulrike, intihar etmiş” dediler.
TKP, “Sol Cephe” adı altından, aslen, CHP’nin “sol” olarak lanse ettiği burjuva ulusalcı kanadına oynuyor. Halkevleri, CHP’yi “sosyal demokrat adaylar” çıkarmamakla, bu aday tercihinin CHP’nin parti tabanının tercihi olmamasıyla, CHP’li belediyelerin “sol/ sosyal demokrat politika” yapmamasıyla eleştiriyor.
“İstanbul çıldırmış olmalı. Birçok siyasinin mitingini, toplantısını izlemiş biri olarak diyebilirim ki, İstanbul Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk başbakanlığından bu yana böyle bir karşılama töreni görmemiştir.” (Pınar Aktaş, Milliyet)
Küresel tink tank organlarının gediklisi Gürsel, şöyle devam ediyor:
kendi sağa kayışlarını, sosyal liberal demokrat pozisyonlarını realize etmek!
Dört kişilik bu muhteşem oyunu Zafer Diper yazmış ve yönetmiş. Kendisi, bizim tiyatro’nun kurucusu. Ayrıntılı bilgiye grubun internet adresinden ulaşabilirsiniz: www.bizimtiyatro.net Bir Devrimci Proletarya okuru
HDP, CHP’yi “AKP yerine kendi hegemonyasını kurmaya heveslenmekle” eleştiriyor. “Hegemonik olmayan” bir radikal (yani: postmodern/sosyal liberal) bir demokrasi koalisyonu öneriyor. Cemil Bayık’ın son konuşması, “kendilerini devlete yanaştırmak isteyen AKP’ye de CHP’ye de karşı çıkacak, devlet dışı komünal demokratik toplum” olarak tanımladığı Alevilere, CHP’nin Alevi tabanına oynuyor. TKP, Halkevleri, ÖDP Ankara’da CHP’nin MHP’den gelen Mansur Yavaş’ına karşı ortak “sol aday” çıkarma girişimi oluşturdular. Halkevleri temsilcisi, ortak “sol aday” girişimini de, “CHP’nin sosyal demokrat politikayı tercih etmemesi ve sol aday çıkarmaması” ile gerekçelendirdi! Burjuvazi ve mali oligarşisinin yalnız AKP değil CHP üzerinden de yürüttüğü siyaset ve toplum mühendisliğinin reformizm de bir parçası haline gelmiş durumda. İşçi sınıfı, sosyalizm, kavram olarak bile tümüyle terkedilmiş durumda. CHP’nin “sağa kayış”ı da, liberal oportünist bir görecilikle, sosyal liberal demokrasinin “sol” olarak realize edilmesi için kullanılıyor. Sınıf ve sosyalizm referanslarının kaldırılması da, “sağsol”, “hegemonik olan/olmayan” söylemleriyle postmodern ultra pragmatist ve göreci siyasete kapıları ağzına kadar açıyor. Reformizm CHP ve burjuva muhalefetin kovuklarından yaptığı siyasetle onun boşluklarını yamamaya soyunuyor!
12
işçi meclisi
Ya yeni bir yaşam için dövüşeceğiz, ya çürüyeceğiz! Mevcut Hükümeti asıl eskisi gibi sürdürülemez hale getiren Haziran Direnişi’dir. Milyonların eskisi gibi yönetilmek istemediğini fiili sokak demokrasisiyle, meydan işgalleriyle ilan etmiş olmasıdır. Asıl Gezi’den sonra burjuva güçler çatışması derinleşmiştir. Polis ve yargının Hükümete çektiği operasyonların başlaması siyasal-toplumsal bir rejim krizinin işaretidir. Roboski, MİT krizi, Reyhanlı, Haziran Direnişi, en sonu “şok operasyon”… Dünyada da durum pek farklı değil. Küresel kriz devresinin başından itibaren çok sayıda ülkede siyasal-toplumsal sarsıntılar ve güç çatışmaları birbirini izliyor. Sınıfsal-toplumsal isyan ve direniş dalgaları adeta birkaç kez dünyayı dolaştı. Birçok ülkede burjuva güçler arasında iktidar mücadeleleri kendini gösterdi. Küresel mali oligarşik güç odakları arası hegemonya mücadeleleri arttı. Sınıflar arası, sınıf kesimleri arası, küresel güç odakları arası güç mücadeleleri, bazen ardışık bazen iç içe biçimler kazanarak gelişiyor. En son Ukrayna, İtalya, Arjantin’de toplumsal-siyasal hareket, güç çatışmaları ve sarsıntılar yaşandı. Tümünün gösterdiği: Toplumsal üretici güçlerin gelişimi mevcut üretim ve iktidar ilişkileri ile bağdaşmaz hale gelmiştir. Büyüyen ihtiyaçlar, değişen dengeler artık eski kabuğuna sığmamaktadır. Rejim krizi, rejim ne kadar konsolide edilmeye çalışılırsa çalışılsın, eskisi gibi sürdürülemez demektir. Sınıflar arası, sınıf kesimleri arası, uluslararası güç mücadeleleri temelinde bir üstyapı sarsıntıları döneminden geçilmektedir.
2Türkiye açısından kesin olan şudur: Küresel güç odakları arasındaki çelişkiler üzerinden konum artışı politikası yapmaya çalışırken arada sıkışıp zemin kaybeden, bölgesel dış politikasında saldırgan yayılmacı güç yükseltimi politikası yapmaya çalışırken duvara toslayıp konum kaybeden, Koç’u hedefe koymaya çalışırken TÜSİAD’dan “bize anlatacak bir başarı hikâyen kalmadı” tokadını yiyen, Cemaati siyasaltoplumsal-ekonomik mevzilerinden geriletmeye çalışırken ondan ağır bir operasyon yiyen, fakat asıl onlardan çok farklı ve karşıt çıkarlara sahip işçi emekçi ağırlıklı Haziran Direnişi tarafından sonunun başlangıcı ilan edilmiş, Kürt halkının büyüyen güvensizlik ve tepkisini, gençlerin, kadınların, alevilerin nefretini kazanmış AKP Hükümeti’nin giderek eklemlerinin çatırdadığı ve irtifa kaybettiği, eskisi gibi yönetemez olduğu kesindir. Önümüzdeki 3 kritik seçime doğru giderek daha şiddetlenecek gibi görünen güç çatışmaları ve rejim krizi sarsıntıları içinden seçimleri kazanacak olsa bile, kazanacağının
en fazlası rejim krizinin derinleşmesi olacaktır.
3Toplumsal ihtiyaçlar, küresel, bölgesel, iç siyasal güç dengeleri: Hükümet ve rejim eskisi gibi sürdürülemez, demektir. Bir şeylerin değişeceği, değişmek zorunda olduğu kesin gibidir. Fakat önemli olan şunlardır: a- Bu değişim, hangi sınıfsaltoplumsal güçlerin çıkarları doğrultusunda ve inisiyatifinde gerçekleşecektir? Proleter ve yarı-proleter kitlelerin gerçek sınıfsal özlem ve ihtiyaçları doğrultusunda ve tarihin öznesi olmasıyla mı? Yoksa çürüyen burjuva güç odaklarından birinin ötekini faka bastırıp, kitleleri daha iyi sömüreceği ve ezeceğini “kanıtlamış” olarak burjuvazinin mali oligarşik sınıf diktatörlüğünü tahkim etmesiyle mi? b- Bu değişim, nasıl gerçekleşecektir? İşçi ve kent yoksulu kitlelerin Haziran Direnişi’nin yolundan, fiili grev ve eylemleri, fiili ve aşağıdan sokak demokrasisiyle mi? Yoksa burjuva güç odaklarının, biraz saray darbe ve entrikaları, biraz burjuva seçim sandıklarıyla, kitleleri de birbirine karşı yedekleyerek mi? c- Bu değişim, ne tür bir değişim olacaktır? Kitlelerin gerçek sınıfsal özlemleri doğrultusunda köklü bir siyasal-toplumsal değişim mi? Yoksa tıpkı Susurluk-28 Şubat veya Ergenokon operasyonlarından sonra olduğu gibi bir iki göstermelik “temiz eller” tadilatından sonra, asıl operasyon işçi sınıfına, Kürt halkına mı çekilecektir?
4AKP-Cemaat arası güç, iktidar ve paylaşım kavgası rejim krizinin yalnızca görünen ve şu an öne çıkan yüzüdür. Arka plan “stratejik derinliği”nde, küresel, bölgesel, ülke içi burjuva güç odaklarının eşitsiz, düzensiz, kesintili ve çatışmalı gelişimleri, değişen güç dengeleri içinde birbiriyle değişen çatışma ve ittifak kombinasyonları, Türkiye’yi, Kürdistan’ı, bölgeyi kimin nasıl dizayn edeceği vardır. Fakat rejim krizinin asıl temeli ise, çıkarları bu burjuva güçlerle taban tabana karşıt olan, işçi sınıfının, Kürt işçilerin, işçi ve işçileşen kadın ve gençlerin, kent yoksullarının karşılanmayıp tüm bu burjuva güçlerin elbirliğiyle bastırılmasında ortak oldukları sınıfsal-toplumsalcinsel-ulusal özgürlük ihtiyaçlarıdır.
Kuşkusuz bu sınıf bilinçli işçilerin, burjuva güçler çatışmasına ve burjuvazinin dökülen kirli çamaşırlarına “yiyin birbirinizi” deyip seyirci kalacağı anlamına gelmez. Burjuva hükümet ve rejimin eskisi gibi yürütülemez ve yönetemez hale gelmesi yetmez. Hükümet ve rejim krizinin şiddeti ne olursa olsun, kitleler kendi bağımsız sınıf güçleriyle hesabını sormadıkça, burjuvazinin içinden çıkamayacağı durum yoktur.
Kuşkusuz bu sınıf bilinçli işçilerin, burjuva güçler çatışmasına ve burjuvazinin dökülen kirli çamaşırlarına “yiyin birbirinizi” deyip seyirci kalacağı anlamına gelmez. Burjuva hükümet ve rejimin eskisi gibi yürütülemez ve yönetemez hale gelmesi yetmez. Hükümet ve rejim krizinin şiddeti ne olursa olsun, kitleler kendi bağımsız sınıf güçleriyle hesabını sormadıkça, burjuvazinin içinden çıkamayacağı durum yoktur. Kitlelerin kendi bağımsız sınıf güçleriyle harekete geçmedikçe, tüm o dev çaplı devlet bürokrasisi, polisi, ordusu, banka holding ve borsaları aslen yerinde durdukça, gerçekleşecek hiçbir değişim ve tadilat, şu veya bu burjuva iktidar kombinasyonu ve yeniden dizaynı, bu yeniden dizayn kitlelerin daha fazla sömürülme ve ezilme düzenlemesinden başka bir şey olmayacaktır. Mevcut Hükümeti asıl eskisi gibi sürdürülemez hale getiren Haziran Direnişi’dir. Milyonların eskisi gibi yönetilmek istemediğini fiili sokak demokrasisiyle, meydan işgalleriyle ilan etmiş olmasıdır. Asıl Gezi’den sonra burjuva güçler çatışması derinleşmiştir. Cemaat, TÜSİAD şu bu burjuva güçler yalnız bunun üstüne oturmaya çalışanlar, onun üzerinden kendi çıkarlarını realize etmeye çalışanlar, asıl onun burjuva hükümet ve rejimde açtığı gedikleri burjuva çıkarları doğrultusunda restore etmeye çalışanlardır.
Rejim krizinin asıl dinamiği Haziran Direnişi’dir. Ezilen cins, ezilen ulus, gençlik sorunlarının kazandığı yeni kapsam ve derinliktir. Görülmemiş biçimde değersizleştirilen ve nesneleştirlen toplumsal emeğin sessiz yanardağıdır. Asıl sorun burjuva iktidar çatışmalarını yorumlamak değil, onun tam da iyice pejmürdeleştiği ve kırılganlaştığı koşullarda kitlelerin burjuvaziden her türlü pislik ve alçaklığının hesabını sormak ve kökünden ortadan kaldırmak için kendi bağımsız sınıfsal istemleriyle harekete geçmesidir.
5Sınıfsal-toplumsal-cinsel-ulusal özgürlük istemiyle sokaklara! Burjuvazinin çürüyen demokrasisine karşı yaşasın kitlelerin fiili sokak demokrasisi! O devasa asalak ur; burjuva devlet aygıtı ve bürokrasisi, asalak bankaları ve borsaları, sömürücü holdingleri ve plazaları yerinde durdukça hiç bir şey temiz olamaz. “Temiz eller” işçilerle gelecek. Roboski, Reyhanlı katilleri, Gezi’yi 6 canımızı katlederek 100'lercemizi sakatlayarak bastırmaya çalışanlar, işçi katilleri, kadın katilleri, Kürt halkının katilleri, Alevileri yakanlar, tümü hesap verecek! Bu eziyet, kan ve irin düzeni, temelindeki kapitalist mali oligarşik sınıf diktatörlüğü ile birlikte hedefe konulmalıdır. İşçiler, ezilen cins, ezilen ulus, gençler için gerçek fiili siyasal-toplumsal özgürlüğün olmadığı yerde, hiçbir şey temiz olamaz!
13
işçi meclisi
ÇHD’li avukatların mahkemesinde 3 günlük ilk raund ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay’ın da aralarında olduğu 9’u tutuklu 22 avukatın yargılanmasına Silivri’deki İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 3 günlük ilk raundu sona erdi. Mahkeme, bir yıldır tutuklu olan ÇHD‘li avukatlardan Güçlü Sevimli, Naciye Demir, Betül Vangölü Kozağaçlı ve Şükriye Erden‘in tahliyesine karar verdi. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay‘ın ile Ebru Timtik, Barkın Timtik ve Günay Dağ‘ın tutukluluk halinin devamına karar verildi. Bir sonraki duruşma 15-16-17 Nisan 2014‘e ertelendi. Avukatların Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP-C) üyeliği ve yöneticiliğiyle suçlandığı, Savcı Adem Özcan tarafından hazırlanan 624 sayfalık iddianame 19 Temmuz’da kabul edilmişti. İddianamede, dokuzu tutuklu 22 avukat sanık olarak yer alıyor. “Selçuk’tan, Taylan’dan, Şükriye’den ve diğer yoldaşlarımızdan öğrendik karakolda, mahkemede dik durmayı! Size Diyarbakır zindanlarından sesleniyorum: Nerede olursan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi, dokuzu tutuklu 22 avukat, 11 ayın ardından mahke- ol, içeride, dışarıda, derste, sırada dayan! meye çıkarıldı. reddeden bir kişinin İspanyol engizisyonunda letinin sözde var olduğunu, fiilen uygulamada Tarihi bir özellik gösteren davada ÇHD’li avuyargılanmasını anlatarak, şunları söyledi: “Çok olanın ise başka bir hukuk olduğunu anlattı. katlar duruşma salonuna “Devrimci avukatlar ünlü bir avukat tutmuştu. Korkunç engizisyon Tanay, Terörle Mücadele Kanununu örnek verdi. onurumuzdur” sloganları eşliğinde girdi. Davada yargıçları karşısında tanrıyı ve kralı reddettiğini Türkiye’de bu kanunun uygulanması ile toplumda tutuklu avukatları binin üzerinde avukat savuncesaretle tekrarladı ve avukatı da onu çok ikna yaratılan “parodi” halini örnekledi. “Terör örgütü du. edici bir şekilde savundu. Ancak sonuçta yine de hesaplarınızı kontrol altına aldı” denilerek insanidam edildi. Dikkatinizi çekerim, avukatı değil ların dolandırıldığını hatırlattı ve “sistemin bir “Bir sabah 340 gündür kapalı tutulduğumuz hüc- kendisi idam edildi” canavar yarattığını” söyledi. relerden çıkarılarak silahlı birliklere teslim edildik. Ellerimizi bağladılar. Kapalı kamyonetlere Klan hukukunun aksine modern ceza hukukunda Tanay, iddianamede avukatların katıldıkları işçi bindirip otoyol kenarındaki bu büyük kampüse suçun şahsiliği ilkesi olduğunu hatırlattı ve müeylemleri ve 1 Mayıs gibi gösterilere katılmalarıgetirdiniz. Şimdi sıra bizde!” diyerek sözlerine vekkillerinin işledikleri suçlar nedeniyle kendinın suç olarak gösterilmesini de ele aldı. Tanay, başlayan Selçuk Kozağaçlı, konuşmasını kapitalerinin cezalandırılmak istendiğine dikkat çekti. iddianameyi hazırlayan savcıya ve kabul eden lizmin, yoksulluk üreten ve buna dayalı olan bir Kozağaçlı, “Biz bu insanları tanır mıydık? Evet mahkeme heyetine şunu hatırlattı: “Biz asker sistem olduğunu anlatarak sürdürdü. Dünyada tanırdık. Müvekkilden daha yakın bir ilişkimiz değiliz. Avukatız. Avukat siyaset yapar, halkını açlık nedeniyle her saniye ölen insanların sayısıvar mıydı? Vardı. Büromuza gelip kahve içmişlik- düşünür. Askeri ve kamu personeli için yasak na ilişkin çarpıcı rakamları paylaştı ve yoksulların leri var mı? Var. Memleket meselesini konuşmuş hükümler vardır. Ancak biz bunların dışındayız. direnişlerini anlattı. Ardından da “Biz sosyalistiz, muyduk? Evet, konuşmuşluğumuz da var. Ama, Bizim için yasak yok” dedi. meselelere şöyle bakar ve şöyle kavrarız” diyerek, ‘Biz şu karakolu bombalayalım mı?’ diye bize sordevletin, kapitalist toplumdaki niteliğine ilişkin madılar. Ya da bombaladıktan sonra gelip, ‘Çok Duruşmanın söz alan Diyarbakır Barosu eski konuştu. Dünyadan, Türkiye’den bugünden ve ta- güzel bombaladık, çok iyi yaptık’ demediler” diye Başkanı Mehmet Emin Aktar, “Antik Yunan’da rihten hatta “tarih öncesinden” onlarca örnekler konuştu. Kozağaçlı soruşturma sürecinde yaşa‘avukat’ demek ‘dost’ demektir. Bugün yargıladıvererek bunu açıkladı. Kozağaçlı, “düzeni yargınan hukuk ihlallerini anlattı: “Örneği görülmedik ğınız bizim dostlarımız” dedi. ladığı” konuşmasında ayetler de şiirler de okudu, şekilde, bir hazırlık soruşturması sırasında İstanmitolojik öyküleri ve tragedyaları sıraladı. bul Cumhuriyet Başsavcısı çıktı ve hazırlık soruş- Avukatlık yaparken bir seçim yaptıklarının altını turmasına ilişkin basın açıklaması yaptı. Olacak çizen Aktar, “Kontrgerillanın, işkencecilerinde Haklarında hazırlanan iddianameye, katıldıkları şey değil. Orada, ‘Avukat saldırmadık. Bunlar avukatlığını yapabilirdik ama biz seçim yaptık, DHKP-C mensuplarının cenazelerinin suç delili küçük bir grup terör örgütü üyesi’ dedi. Kozağaç- tercih ettik. Beraber adaleti aradığımız arkadaşolarak konulmasına değindi. Meslek yaşamı bolı, mahkeme heyetine, “Hukuk devletine inanan larımız şu an orada. Bu eşitsiz duruma son verin; yunca 400 kadar müvekkillerinin hapiste eziyet sizsiniz. Ben bu konuda zaten karamsar ve inanç- ya onları verin ya da bizi de alın” diye konuştu. gördüğünü, cezaevi katliamlarında öldürüldüsızım. Hukukunuza uyacak mısınız, uymayacak ğünü, toplu mezarlara gömüldüğünü söyledi. mısınız?” diye sorular yönelterek, şunu söyledi: Şırnak Barosu Başkanı Nuşirevan Elçi, “ArkaKozağaçlı, “Biz Türkiye’nin dört bir yanında “Siz hukukunuza uymazsanız sizi her köşe başın- daşlarımızı bırakın, çünkü Roboskîli aileler, faili işkencelerde, cezaevi katliamlarında öldürülen, da bir halk ayaklanması bekliyor olacaktır.” meçhul cinayetlerde yakınlarını kaybeden bu toplu mezarlara gömülen insanların avukatıyız. avukatları bekliyor” dedi. Bu ülkenin halkları katledildi. Niye iddianameye Selçık Kozağaçlı‘nın ardından sözü Ebru Timtik sadece 3 cenazeyi koydunuz? Buradaki avukatlar aldı. “Savcı para beklentimiz olmamasını algıÖzgürlükçü Hukukçular Derneği adına Av. Sinan 400'ten fazla örgüt mensubunun cenazesine katıl- layamıyor” Kendilerinin hiçbir parasal beklenti Zincir, “Biz avukatlığı sizden öğrendik, ceza yardı. Biz onların avukatıydık, kömürleşmiş bedenolmadan sistemin mağdur ettiği kişilerin avukat- gılamasını sizden öğrendik” diyerek konuşmaya lerini ellerimize teslim ettiler, gece yarılarında, lığını üstlendiklerini ve iddianameyi hazırlayan başladı. bedenlerindeki işkence izleri tespit edilemesin savcının bunu algılayamadığını kaydeden Timtik, diye aileleriyle beraber onları gömmeye zorlan“Bizim bir komünümüz var. Burada herkes ihtiAvukat Zincir, şöyle konuştu: “Selçuk’tan, dık. Ailelerin yasını tutacağı bir mezarın yerini yacı oranında buradan alır. Açsak hepimiz açızTaylan’dan, Şükriye’den ve diğer yoldaşlarımızdan bilsin diye uğraştık, toplu mezarlar açtırdık; yine dır. Toksak hepimiz tok. Savcının bunu anlamaöğrendik karakolda, mahkemede dik durmayı! de yapacağız. Eğer yargılanmamızın sebebi bunyacağını biliyoruz. Biz, yeni bir insan yaratmaya Size Diyarbakır zindanlarından sesleniyorum: larsa asla hizaya girmeyeceğiz” diye konuştu. çalışıyoruz. Nerede olursan ol, içeride, dışarıda, derste, sırada dayan! Kozağaçlı daha sonra 15. yüzyılda tanrıyı ve kralı Daha sonra söz alan Taylan Tanay, hukuk dev-
14
işçi meclisi
Özel İstihdam Büroları:
Çalışma ilişkisinde köklü bir değişim Ulusal İstihdam Stratejisi paketleri kapsamında Hükümet, Patron örgütleri ve sendikalardan oluşan “Üçlü Danışma Kurulu”nun 14 Aralık’taki toplantısında Hükümet, “geçici iş ilişkisi (ödünç işçilik/özel istihdam büroları), uzaktan çalışma ve evden çalışma” yasa tasarılarını ortaya koydu. Tasarının kiralık geçici iş ilişkisine sözde sınırları, hiçbir sınırın ve denetimin olmamasıdır. Hangi durumlarda ve hangi işlerde kiralık geçici işçi kullanılabileceğine dair muğlaklık aynen sürdürülmektedir. Küresel işçi simsarlığı tekelleri 2003 tarihli İş Yasası ile Özel İstihdam Büroları’nın önü açılınca, küresel tekelci kapitalist köle tüccarlığı şirketleri de Türkiye işgücü piyasasına girdi. Manpower, Randstad, Adeco gibi her biri çok sayıda ülkede milyonlarca işçiyi kendine bağlayıp pazarlayan küresel tekeller şubelerini açıp faaliyete geçti. Bunlar arasında en hızlısı Randstad. 43 ülkede işçi simsarlığı yapıyor. 2012 cirosu 17.2 milyar dolar. En yüksek karlarla büyüdüğü ülkeler ise Hindistan, Brezilya, Meksika, Endonezya, Güney Afrika, Polonya, Türkiye gibi yeni gelişmiş kapitalist ülkeler. Randstad Türkiye Genel Müdürü Altuğ Yaka, “Türkiye’de İstanbul’dan sonra İzmir’de 2. şubemizi açtık. Özel İstihdam Şirketleri arasında ilk 4′e girdik. Son 4 yılda tüm faaliyet yürüttüğümüz ülkeler arasında en hızlı büyüyen Türkiye’deki şubelerimiz” diyor. Randstad bölge direktörü Kajetan Slonina ise Türkiye’de yeni yasanın çıkmasını iştahla beklerken Polonya örneğini veriyor: “Polonya’da geçiçi iş ilişkisiyle ilgili kanun çıkmadan önce piyasada dönemsel eleman çalıştırmak gri bir alandı. Şirketler dönemsel eleman kullanıyorlardı. Fakat çekingen davranıyorlardı. Kanun 2004’te çıktı. İzinler, kıdemler, ihbar hakları yani elemanla bazı yükümlülükler ÖİB’lere geçti. Ciddi bir büyüme yaşandı. İlk yılda 2004’te Polonya’da kayıtlı dönemsel eleman 54 binken, kanun çıktıktan 9 yıl sonra 500 bini geçti. Kanun çıkmadan önce 70’e yakın ÖİB varken şu anda 4 bin ÖİB var. Randstad Polonya’nın kanundan önce sadece 16 tane şubesi vardı. Bugün 74 tane şubemiz var.” Randstad Yönetim Kurulu Üyesi Leo Lindelauf, “Hollanda’nın nüfusu 17 milyon kişi. 600 şubemiz var. Türkiye’de yasa çıktıktan sonra 15 yıl içinde binlerce şubemiz olabilir.” diyor. Türkiye’de şu anda 312 Özel İstihdam Bürosu var. Son 9 yılda 250 bin kişilik kiralık geçici iş ilişkisi bu Özel İstihdam Bürolarının denetiminde gerçekleşti. Bu demektir ki, daha yasa çıkmadan yeni istihdamın yüzde 3-4 civarında bir bölümü Özel İstihdam Büroları aracılığıyla ve denetiminde gerçekleştiriliyor. Polonya örneği üzerinden düşünürsek, Türkiye’de de benzer bir yasal düzenleme yapıldığı durumda, önümüzdeki 10 yıl içinde Özel İstihdam Bürolarının sayısının 312′den 10 bine, bu Bürolara bağımlı çalışan işçi sayısının 250 binden 3-4 milyon kişiye, yeni istihdam içinde kiralık geçici iş ilişkisi yüzde 30-40′a, toplam işçiler içinde ÖİB’lere bağımlı kiralık işçi oranı yüzde 20′ye doğru yükselecektir. Çalışma ilişkisinde köklü değişim
Kiralık geçici işçi ilişkisi, kapitalist iş hukuku ve çalışma ilişkisinde işçinin kendi emekgücünü sa-tarken varolan biçimsel özgürlüğünü bile yok eden köklü bir değişime yol açmaktadır. Geleneksel çalışma sözleşmesi, işçinin belli bir işyeri, zaman ve işte, belli bir patrona, belli koşullarda çalışmasını bağıtlar. Kiralık geçici işçilik ise, işçi açısından tüm bu “belli”leri tam bir belirsizliğe dönüştürmektedir. İşçinin hangi işyerinde, hangi işte, hangi patrona, hangi koşullarda, ne kadar süre çalışacağı tek yanlı ve mutlak olarak patronların keyfine tabi hale gelmektedir. İşçinin burjuva iş hukuna göre özel mülkiyeti olarak kabul edilen kendi emekgücünün (çalışma yeteneğinin) satışı üzerinde varolan biçimsel hak ve iradesi bile ortadan kaldırılmaktadır. İşçi-patron arasındaki çalışma sözleşmesine, işçiyi kiralayan patronun yanısıra bir de kiraya veren patron dahil olmaktadır. İşçinin emekgücü (çalışma yeteneği) kendisi tarafından değil, bağlı olduğu Özel İstihdam Bürosu Patronu tarafından kiraya verilmektedir. İşçinin “belli bir ücret karşılığında başkasına işçi vermeyi meslek edinmiş bir işveren tarafından sırf başkasına ödünç verilmek üzere işe alınma”sı durumu söz konusudur. İşçinin asıl işvereni, ÖİB’dir. İşçi ile asıl işveren; asıl işveren ile ödünç alan işveren; işçi ile ödünç alan işveren arasında olmak üzere” son derece karmaşıklaşmış ve kaypaklaşmış 3'lü bir iş ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Çalışma sözleşmesi, son derece karmaşık, bulanık, her türlü hileye açık 3'lü sözleşmeye dönüşmektedir. Asıl değişim ise, çalışma sözleşmesinin işçi ile belli bir patron arasında olmaktan çıkmasıdır: İşçiyi kiralayan ve kiraya veren iki patron arasındaki ilişkiye dayalı hale gelmesidir. İşçinin nerede, nasıl, ne kadar ve kime çalışacağına biçimsel karar verme özgürlüğünün yerine, yalnızca iki patron arasındaki sözleşmeyle tayin edilenleri “yazılı olarak onaylama hakkı” geçirilmektedir. Yeni yasa tasarısının şart koştuğu işçinin “yazılı onayı”nın, iki patron arası anlaşmayla çalınan minareye geçirilen bir kılıf olduğunu herkes bilir. Zaten başka türlü çalışma olanağı bırakılmamış işçinin, kendi adına patronlar tarafından alınmış kararları onaylamama şansı yoktur. Geleneksel burjuva hukuku, işçinin emekgücünü (çalışma yeteneğini) işçinin özel mülkiyeti saydığından, işçinin kendi emekgücü üzerindeki irade ve tasarruf hakkını, biçimsel de olsa tanımak zorundadır. Başka deyişle, işçiyi kendi emekgücünün özel mülkiyetine sahip -biçimsel de olsa- bir “özne” olarak tanımak zorundadır. Kiralık geçici çalışma ilişkisi ise, aslen işçiyi kiralayan ve kiraya veren iki patron arasındaki ilişki olup, işçinin kendi emekgücü (çalışma yeteneği) üzerindeki biçimsel irade ve haklarını bile devre dışı bırakmaktadır. İşçinin kendi emekgücü (çalışma yeteneği) üzerindeki “özel mülkiyet” hakkını alabildiğine sınırlandırırken, patronların işçinin emekgücü üzerindeki kontrol, yönetim ve sömürü hakkını alabildiğine genişletmektedir. İşçinin çalışma ilişkisinde biçimsel de olsa “hak ve irade sahibi özne” olarak tanımlanması tümüyle ortadan kaldırılmaktadır. Canlı emekgücü, patronlar arasında istedikleri gibi alıp satacakları, istedikleri gibi oradan oraya sürecekleri, istedikleri gibi oynayacakları, sıradan bir metaya, herhangi bir nesne derekesine indirgemektedir.
Kiralık geçici çalışma ilişkisi ise, aslen işçiyi kiralayan ve kiraya veren iki patron arasındaki ilişki olup, işçinin kendi emekgücü (çalışma yeteneği) üzerindeki biçimsel irade ve haklarını bile devre dışı bırakmaktadır. İşçinin kendi emekgücü (çalışma yeteneği) üzerindeki “özel mülkiyet” hakkını alabildiğine sınırlandırırken, patronların işçinin emekgücü üzerindeki kontrol, yönetim ve sömürü hakkını alabildiğine genişletmektedir. Çalışmanın karşılığı ödenen kısmına da bir kapitalist daha giriyor Kiralık işçilik düzenlemesi, işçinin çalışmasının karşılığı ödenen (ücret) kısmı ile ödenmeyen kısmı (artı-değer) arasındaki ilişki de değişmektedir. Yeni yasa tasarısında, Özel İstihdam Bürosu, kiraya verdiği işçiden ücret talep edemez denmektedir. Özel İstihdam Bürosu, işçileri kiralama “hizmeti”nin karşılığını diğer patronlardan almış görünür. Gerçekte ise, kiraya verdiği işçilerin sosyal haklarını ve ücretlerinin bir kısmını cebe indirir. Kiralık işçinin karşılığı ödenen kısmına da bir kapitalist daha girer. İşçi ücretini de bir kapitalistle paylaşmak durumda kalır. Böylece işçinin çalışmasının karşılığı ödenen kısmının da bir bölümü ödenmez hale gelir, işçinin ücret ve hakları küçülürken, karşılıksız el konulan emeği büyür. Özel İstihdam Bürosu, kiraya verdiği işçinin fiili ücretinden yasal bir komisyon almakla kalmaz. İşçinin kiraya verildiği patronun yasal olarak ödemek zorunda olduğu gerçek ücret ve hakların da önemli bir bölümünü cebe indirir. Kiraya verilmiş işçi, çalıştığı işyerinden kendisi için gerçekte ne kadar ücret ve sosyal hak ödenmiş olduğunu bile, çoğunlukla bilmez. Kendisini kiraya veren ve kiralayan patron arasındaki sözleşmeyi çoğunlukla göremez bile. Asıl işvereni Özel İstihdam Büro-su’dur; işçinin kıdem, ihbar tazminatları, sosyal hakları ve ücretlerini de ödeyen odur. İşçiyi kiraya verdiği patronların yasal olarak öde-
15
işçi meclisi
mek zorunda oldukları gerçek ücret ve haklarının -işçiye verdiği fiili ücretten aldığı komisyonun ötesinde- yüklüce bir bölümüne de ÖİB’in karşılıksız el koyar. Böylece kiralık işçiler, kat kat bir sömürü ve soyguna maruz kalır. İşçi kadrolu işçi olsa bile zaten emeğinin büyük bölümüne karşılıksız olarak el konacak, sömürülecektir. ÖİB’e bağlı çalışan işçilerin ücret ve hakları ise, aynı işleri yapan kadrolu işçilerin yarısı ile üçte ikisi arasındadır. Ancak işçi, kiraya verildiği patron tarafından ödenen bu daha düşük ücret ve hakları da alamaz. Bunların da yüklüce bir kısmına, işçinin kiraya verildiği patron ve işçi ile ayrı sözleşmeler yapan ÖİB patronu tarafından el konur. En sonu işçinin eline ulaşabilen ücretin de bir kısmı, ÖİB’in aldığı komisyon olarak kesilir. Özel İstihdam Büroları ve yeni rolleri Özel İstihdam Büroları, ilk elde küçük bir komisyon karşılığında, iş arayan işçilerle işçi arayan patronları buluşturan pek masum “iş ve işçi bulma” aracıları gibi görünürler. Fakat Özel İstihdam Büroları geliştikçe ve az sayıda elde yoğunlaştıkça, mütevazı aracılar olmaktan çıkıp, işgücü piyasasını kontrol altına alıp yeniden şekillendiren, işçilerin artan bölümünü emirlerinde bulunduran, çalışma ilişkilerini de değiştiren büyük köle tüccarlığı tekelleri haline gelirler. Özel İstihdam Büroları’ndaki bu dönüşüm, bankaların dönüşümüne benzer. Bankaların ilk eldeki işlevi de, küçük atıl tasarruflarını borç vererek değerlendirmek isteyenlerle, borç alarak faal sermayeye, yani kar getiren sermayeye dönüştürmek isteyenler arasında “aracılık” gibi görünür. Bankalar her çeşit atıl para tasarruflarını toplayıp, bunları kapitalist işletmecilerin emrine sunarlar. Fakat bankalar gelişip az sayıda elde yoğunlaştıkça, bir yanda para sermaye tekeli ile diğer yandaki üretim araçları tekelinin denetimini kaynaştıran, mali sermaye tekellerine dönüşürler. Bankaların rollerindeki bu dönüşüm, kapitalizmin kapitalist emperyalizme dönüşmesinin önemli bir dinamiğini oluşturmuştur. Günümüzde ise bankalar, aşırı üretim krizi koşullarında, üretici ile tüketici arasında aracılıktan başlayıp, tüketici kredileri ile tüketim piyasasının da kapitalist sınıfın isterlerine göre kontrol edilip yönetilmesinde yeni bir rol daha edinmişlerdir. Bankaların gücü, işçi ve emekçilere daha çok tüketmeleri borç verip mali olarak da köleleştirmeyle daha da artmıştır. Kapitalizmin beylik hikâyesidir. Bizzat kendi eşitsiz, düzensiz, kesintili, çelişkili gelişim ve krizleri, yeni sermaye değerlendirme ve tekelleşme alanlarına çevirir. Bu da kaçınılmaz olarak yeni dengesizleşme ve krizlere dönüşür. Özel İstihdam Bürolarının ilk ve asıl işlevi, atıl emekgücünü faal emekgücüne, kapitalistlerin hızla değişen esnek işgücü ihtiyaçları temelinde, değişen sermayeye, kar getiren emekgücüne dönüştürmektir. Ancak Özel İstihdam Büroları da geliştikçe ve daha az sayıda elde yoğunlaşıp merkezileş-tikçe, mutavazı aracılar olmaktan çıkarlar. Bir ya da birçok ülkedeki toplumsal emekgücünü kontrol eden ve kapitalistlerin hızla değişen esnek işgücü isterlerine göre yönetip şekillendiren, dev çaplı köle tüccarlığı tekelleri haline gelirler. Özel İstihdam Bürolarının yeni rolleri, artık işsize iş ve patrona işçi bulma aracılığı değil, tekelci kapitalizm ve mali oligarşisinin bir bileşeni olarak, toplumsal emekgücünü azami değersizleştirme, azami sömürülmesini sağlama, azami tahakküm ve dakik kontrol, yönetim ve yeniden disayn etmedir.
Dünya çapında yarısı ABD ve AB ü l kel e r i nd e olmak üzere 100 bin Özel İstihdam Bürosu vardır. Bu sayı, özellikle işsizliğin de, patronların esnek işçi talebinin de yoğun olduğu orta-ileri gelişmiş kapitalist ülkelere doğru hızla artmaktadır. Hepsi 10 kadar küresel kiralık işçilik tekelinin elinde toplanmaktadır. Özel İstihdam Büroları, geçici, ödünç, kiralık işçilik ilişkisine karşı savaşımın ilk şartı, kapatılmaları, yasaklanmaları, kaldırılmaları için savaşmaktır. Yalnız yeni tasarı kökten reddedilmekle kalmamalı, 2003 tarihli İş Yasası’ndaki ÖİB ve ödünç işçilik düzenlenmesinin kaldırılması da istenmelidir. ÖİB’ler tasarı yasalaşırsa patlamalı biçimde, yasaAB’de yasal yüzde 10 sınırına karşın, işgücünün laşması ötelenirse de giderek hızlanan bir fiilikle yüzde 20'si kiralık işçi tekellerinin denetiminde- yaygınlaşmayı sürdürecektir. Taşeronluk sistemi dir. örgütlenme ve fiili mücadelelerle belli ölçülerde ÖİB’ler küresel mali oligarşik “Aktif İşgücü Piya- yıpratılmışdır, fakat taşeronluğun en sivri biçisası Programı” çerçevesinde hareket etmekte ve mi olan ÖİB’ler konusunda da içinden dışından “Ulusal İstihdam Stratejisi” benzeri işgücü dü- güçlü bir teşhir ve fiili mücadele deneyimlerinin zenlemesinin vurucu gücünü oluşturmaktadır. geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması önemlidir. BuYasal düzenlemelerden sonra pıtrak gibi tüm gün metal, sağlık, temizlik ve giderek hangi işkolu ülkeye yayılmakta, hızlı bir yoğunlaşma ve mer- olursa olsun, taşeron ve ÖİB işçilerini örgütlemekezileşmeyle, her biri 100 binlerce işçiyi “portfö- den bir başarı çok zor hale gelmiştir. ÖİB’lerin yünde” toplayan dev çaplı kiralık işçi tekellerine Bursa, İzmit, Çorlu, Antep gibi büyük sanayi havdönüşmekte, küresel tekel zincirlerine bağlan- zalarında, plaza ve büro havzalarında, üniversitemaktadır. Meslek liseleri, üniversiteler, meslek ve lerde (öğrenci ajansaları) yoğunlaşma alanlarınsertifika kurslarına vb dal budak sarıp işgücünü da, bizzat ÖİB’leri kaldırma hedefiyle örgütlenme daha kaynağında kontrol altına alıp sevk ve idare ve mücadele mümkündür. Belli meslek, işkolu ve eder hale gelmek-tedirler. Öğrencilerin, kadınla- alandaki ÖİB işçilerinin çok sayıda işe girip çıkrın, kafa emekçilerinin yıkıcı ve değersizleştirici maları, birbirlerini ve çok sayıda işyerinden başka işçileştirilme süreçle-riyle, azami kar nesnelerine işçileri tanımaları da, bunu olanaklı kılmaktadır. çevrilmesinde önemli bir rol oynamaktadırlar. Üçüncüsü ÖİB’ler, artık belli bir sabit iş, meslek, Yine, ücretsiz aşırı mesai, parça başı işçilik, pro- işyeri, işkolu, zaman, mekan tanımının bile olmaje temelli işçilik, mevsimlik işçilik, kısmi zamanlı dığı veya belirsizleştiği, tekelci ÖİB’lerin bünyeçalışma, çağrı üzerine çalışma, uzaktan çalışma, sinde çok çeşitli kesim, nitelik, emek formlarınevden çalışma gibi en keskin esnek, güvencesiz, dan onbinlerce işçinin olduğu, büyük metal fabrikuralsız çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılıp te- kasında çalışan temizlik işçisinden, hastanede çamel hale getirilmesinde büyük bir rol oynamak- lışan makine bakım onarım teknisyenine, plazada tadırlar. çağrı merkezi işçisinden, AVM’deki satış işçisine, işyerindeki iş sağlığı ve güvenliği hekime, üniÖzel İstihdam Bürolarına karşı savaşım versitede çalışan öğretim üyesine kadar bulunur. Özel İstihdam Büroları, geçici, ödünç, kiralık işçilik ilişkisine karşı savaşımın ilk şartı, kapatılmaları, yasaklanmaları, kaldırılmaları için savaşmaktır. Yalnız yeni tasarı kökten reddedilmekle kalmamalı, 2003 tarihli İş Yasası’ndaki ÖİB ve ödünç işçilik düzenlenmesinin kaldırılması da istenmelidir. Her türlü köle tüccarlığı, işçi simsarlığı, hangi ad altında olursa olsun (Özel İstihdam Bürosu, Öğrenci Ajansı, İş Danışmanlığı, elçilik, dayılık, vd) suç sayılmalı ve ağır cezalara mahkûm edilmelidir. Sendika bürokratları tarafından ÖİB’lerin şu kadar sözde sınırlama ve bu kadar sözde düzenleme ve denetileme ile kabulu pazarlığının yapılması da işçi sınıfına karşı işlenmiş suçtur.
Bu yüz-den ÖİB’ler aynı zamanda kaçınılmaz olarak işçi sınıfının toplumsallaşması ve toplumun işçileşmesinin dinamikleridir. On binlerce farklı kesim, vasıf, meslek, işkolu, eğitim düzeyinden işçinin tek bir patrona ve aynı işçinin çok sayıda farklı patrona çalışıyor olmasıyla, çalışma ve işsizliği iç içe geçirmesiyle, işkolu, meslek, işyeri örgütlenmesi gerekliliğini ortadan kaldırmamakla birlikte, bunların bölge örgütlenmesiyle, sınıf bütününden gelen örgütlenme biçimleriyle birleştirilmesi zorunlu-luğunu ortaya koyar. ÖİB bünyesinde örgütlenme de ancak toplumsallaşmış ve siyasallaşmış bir sınıf örgütlenmesi olabilir.
Goodyear işçileri eylemde Amiens-Nord’daki Goodyear fabrikasının üretimden sonrumlu müdür Michel Dhelly ve insan kaynakları müdürü Bernard Glesser fabrika işçileri tarafından rehin alındı. Genel Çalışma Sendikası’nin (CGT) Amiens-Nord sekreteri Frank Jurek de işçilerle birlikte iki yöneticinin yanındaydı o sırada. Jurek, “İki yönetici ile toplantı odasındayız” açıklamasında bulundu.
bulunmasını istediklerini de belirtti. Alıcının bulunmaması durumunda da işçilerin yüklü bir tazminatla ayrılmasının da talepleri arasında yer aldığını sözlerine ekledi.
“Müzakere masasına dönmek istiyoruz” açıklamasında bulunan Jurek, gönüllü gidiş planı ya da bir alıcının
Goodyear yetkilileri, fabrikanın 31 Ocak’ta kapanacağını açıklasa da işçiler hala eylem ve etkinliklerini sürdürüyor!
CGT, 2012 yılında kabul edilen gönüllü ayrılma planının iyileştirilmesini istiyor. Cumartesi günü işçilerle bir araya gelen sendikanın bölge temsilcileri, “Hukuki süreç başlatırsak her şeyi kaybederiz. Onun için de taktik değiştirmemiz gerekiyor” biçiminde bir karara gitti.
Bir aklamada İngiltere’den İngiltere de sokaklar tekrar ısınacak! İngiltere de 3 yıl önce polis kurşunuyla ölen Mark Duggan için yapılan eylemler İngiletere’nin her köşesine yayılmıştı. Katil polis 3 yıl sonra jüri tarafın suçsuz bulundu. Bu karara Mark Dugga’nın kuzeni Carol Duggan’ın yaptığı açıklamada; “Halkın çoğunluğu onun infaz ediliğini biliyor. Son nefesimize kadar adaletin yerini bulması için ve benzer infazlara kurban gidenler için mücadele edeceğiz. Pes etmiyoruz. "Adalet yoksa huzur da yok” dedi.
Bizler, dün Roboski de bugün İngiltere de burjuva iktidarının kolluk kuvvetleri tarafından katledilen onlarca insanın ölümlerini sayarken, onlar bu katliamları meşrulaştırma yoluna gidiyor. Burjuva demokrasisi kendi katillerini kanatları altına alırken Dünya’nın neresinde olursak olalım biz işçi ve emekçilerin üzerine kurşun ve bomba yağdırmaya devam ediyor. Katil devlet hesap verecek! Kahrolsun Burjuva demokrasisi!
İtalya'da işçiler meydanda İtalya’da, ekonomik krize karşı alınan kemer sıkma önemleri geniş
kitleler tarafından protesto edildi. “Forconi Günü” adı altında, başını işçi, kamyon şoförü ve çiftçilerin çektiği emekçiler, Venedik’ten Sicilya adasına kadar İtalyanın birçok kentinde meydanları doldurdular. Eylemlerin en gergini ise ülkenin kuzeyindeki Torino kentinde
yaşandı. “Hırsızlar!” şeklinde slogan atan emekçiler, kemer sıkma politikalarına duydukları öfke Piyemonte Bölge Valiliği’ne taş attılar ve polisle çatıştılar. Öfkeli emekçiler ayrıca polisin saldırılarına ses bombaları ile karşılık verdiler. Torino sokaklarında çıkan çatışmalarda, aralarında polislerin de olduğu 14 kişinin yaralandığı,
19 yaşındaki bir göstericinin de tutuklandığı kaydedildi. İşçiler ve gençler, Torino’da Porta Nuovo isimli ana istasyonunu yarım saat boyunca işgal etti ve demiryolu ulaşımını engelledi. Torino’daki eylemin bir bölümünde, kitle ile karşı karşıya kalan polislerin kasklarını çıkartarak eylemcilere destek vermesi, göstericiler tarafından da alkışlarla karşılandı.
Berlin yeni yıla mücadele çağrısıyla girdi Burjuva fraksiyonlari arasinda yasanan kavgayı protesto etmek icin Türkiye’de yapılan eylemlerin paralelinde 30.12.2013 tarihinde Berlin’de Türkiyelilerin yoğun yaşadığı Kreuzberg semtinde Türkiye İş Bankası önünde canlı bir eylem gercekleştirildi. Eylemin hedefinde, emekçilere binbir sıkıntı yaşatan burjuvazinin iç kavgasının deşifre edilmesi vardı. Eylem çagrısında, bu kavganın, ekonomik düzeninin yeniden şekillendirilmesine, burjuva grup çıkarlarının çakıştığına dayandığı ifade edildi. İşçiilerin ne Erdoğan çetesinin, ne Gülen cemaatinden hiç birşey ümit etmedikleri, bizler için tek alternatifin mevcut sistemi, kapitalizmi meclisiyle, bürokrasisiyle, parlamentosuyla toptan yıkıp kendi iktidarımızı kurmamız olduğu vurgulandı. Afişlerde “Bankaların, borsaların ve holdinglerin egemenligini yıkalım”, “Zamanda ve mekanda
özgürlük“ gibi açıkçaa kapitalizmi hedefe koyan ve yönelimi komünizme doğru saptayan sloganlar yazılıydı. Bu açıdan, Berlin’de sınıf ve sosyalizm vurgusu net olan nadir eylemlerden bir tanesi oldu. Yaklaşık 50 kişinin katıldığı eylemde bildiriler, şiirler ve dayanışma mesajlari okundu ve ağırlıklı olarak Gezi direnişinde öne çıkan müzikler çalındı. Bir arkadaş Nazım ustanın kaleminden unutulmaz şiirler, diğer bir arkadaş ise Ahmet Atakan’ın ölümü üzerine kendisinin yazdığı bir şiiri okudu. Devrimci mülteci hareketi adına Turgay Ulu konuştu. Turgay, mültecilerinin devletten hic birşey beklemediklerini, ve kendi alternatiflerini sokaklarda mücadele yöntemiyle kurduklarını vurguladı. Al-
man antifaşist mücadele grupları adına Arı konustu. Hem Türkiye’de Gezi süreciyle beraber gelişen geniş bir mücadelenin, hem 30 seneden beri Kürdistan’da yürütülen bir mücadelenin olduğunu hatırlattı, bu mücadelelerinin el ele geçmesi gerektigini söyledi. Eylemde Roboski katliamı da anıldı, bu katliamın devletin, ordunun emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştiği hatırlatıldı. Roboski katliamının faillerinden hesap sorulmadıkça barışın olmayacağı vurgulandı. Konuşmaların arasında sıkça “Her yer Taksim, her yer direnis“, “Yaşasın uluslararası dayanışma“ gibi Almanca ve Türkce sloganlar atıldı. Eylemin örgütlenmesinde özellikle genç arkadaşların öne çıkması dikkatlerden kaçmadı.