∇kaybolmaya tahayyülle direnmek ∇lezbiyenlik ve feminizm ∇aids ve ben ∇incubus & succubus ∇aileye açılmak ya da açılmamak
AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ HAZİRAN 1999 YIL 5 SAYI 58 KAOS GL ilga üyesidir.
Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 Internet Adresi : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e-mail : kaosgl@ilga.org
İÇİNDEKİLER
SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) Kitapsan (Çakmak Plaza, Çakmak Cad.) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi Yaprak Kitabevi ANTALYA Kelepir Kitabevi (Cumhuriyet Cad.) Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Kelepir (Sönmez İşhanı) BALIKESİR Kelepir Kitabevi (Şan Sinemasının Karşısı) İZMİR Kabile (Konak) İletişim (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto Pandora Kitabevi Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) AFM Müzik Kitabevi (Beyoğlu, Fitaş Sinemaları Pasajı) İletişim Kitabevi (Avcılar) ANKARA Dost, Bilim&Sanat, İmge İlhan İlhan, Kelepir (Konur 2) Kitabevleri
Eski sayılar Ankara ve İstanbul İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı) Dizgi: Atilla Karakış, Yeşim, Uğur, Cem, Tezer, Murat Düzelti: Gay’e Efendisiz Kapak: Özcan
Kaybolmaya Tahayyülle Direnmek ...........................................................................................................3 Lezbiyenlik ve Feminizm...........................................................................................................................5 Kimi Sevdiğin Değil, Kim Olduğun Önemli (Derivative Duo çevirisi).........................................................6 Annelerimiz… Babalarımız… ve Biz .........................................................................................................7 Aileye Açılmak ya da Açılmamak............................................................................................................10 Anne'ye ...................................................................................................................................................12 Aşkı Öldürdük .........................................................................................................................................13 AIDS ve Ben ...........................................................................................................................................14 Eşcinselliğin Tarihi ..................................................................................................................................16 Eşcinsel Hakları Tarihçesi.......................................................................................................................17 Çok Zor Değil ..........................................................................................................................................19 Beden Masalları - İncubus & Succubus ..................................................................................................20 Beytü'l-Gazel...........................................................................................................................................23 Uyuşturucunun Diğer Adı: Ölüm .............................................................................................................25 Ve Sürgün Edildiler İlkin..........................................................................................................................26 Dünyayı Değiştirmek İstedik, Biz Değiştik...............................................................................................31 İletişim.....................................................................................................................................................32 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................34 İngiltere Notları (Lambda) .......................................................................................................................37 KAOS GL'den - GL Kitaplığı....................................................................................................................38 Haberler .............................................................................................................................................39-40
KAOS GL DERGİSİ TÜRKİYELİ EŞCİNSELLERİN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM ZEMİNİ OLUP SÖZÜ OLAN HERKESE AÇIKTIR. ABONELİK İÇİN Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 7.000.000.-TL, 6 AYLIK 3.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 1 3 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İS İNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .
TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R
DERGİLER KAPALI ZARF İÇİNDE GÖNDERİLİR
SAPPHONUN KIZLARI : Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) İnternet adresi: http://www.geocities.com/WestHollywood/Chelsea/9070/ İstanbullu lezbiyenlere ulaşmak için : Duygu Zafer PK 470 80221 Şişli / İstanbul TURK-GAY (S.V.D.) : Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA LAMBDA İSTANBUL : P.K. 103, Göztepe/İSTANBUL (e-mail: turkiye@qrd.org) Fax: 0.212.224 37 92 LAMBDA İSTANBUL Her Pazar saat:18.00'de İstiklal Cad. Bekar Sokak, Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nda (Sappho Bar'ın üst katı) toplanıyor.
Göçebe sürekli yer değiştiren değil, kaybolmaya ve yokolmaya direnendir. Gilles Deleuze
Sol işaret parmağımın tırnağı üzerine, işbilir sandık görevlilerinin özenle yaydıkları ve haftalardır çıkmamakta direnen –adı üstündeçıkmaz boyaya her bakışımda, “Ne kadar azmışız yahu” diye söylene söylene sabahladığım seçim gecesini hatırlıyorum. Yaşadığım ruh hali, destek verdiğim aşkın ve devrimin partisinin beklediğimiz oy oranının çok çok altında kalmasından kaynaklandığı gibi, asıl olarak daha o geceden itibaren katil kurtların ulumalarının göklere kadar yükselip, üç hilal şeklinde üstümüze yağmasındandı. Duyduğum dehşet zaten hep az olduğumuz ve artık artamayacak mıyız sorusu/hayalkırıklığının yanısıra yaşadığım sokaklarda, okullarda1 karşılaştığım, yanımdan geçen, bazen gülümseyen, bazen omuz bazen de laf atan onca insanın arasında katilleri, tek kimlikliliği, kısaca faşizmi bu kadar çok destekleyenin de olmasındandı.2 Yüce halkımız, Perihan Mağden’in de söylediği gibi, bize. her şeyin daha ne kadar kötü olabileceğini tüm maharetleriyle gösterdi. “Devlet” Bey, artık derin devletle el sıkışabilir3, bize de seyretmek düşer. Düşer mi? Seçimi izleyen hafta boyunca arkadaşlarımla yaptığım konuşmalar da yeterince can sıkıcıydı. Özellikle de ak güvercin sevdalısı bir arkadaşım, oy verdiğim partiyi öğrendiğinde, yüzüne sinir bozucu bir gülümse iliştirip, gevrek gevrek alaycı bir sesle “Hayalcisiniz siz, romantiksiniz!” dedi. Aklısıra sıkı bir hakaretti bu onun için. Rasyonel aklın ve öznenin karşısında, tahayyülün savunulabilecek herhangi bir tarafı yoktu(!) Zaten gerçeklikle karşılaştığında her tahayyül imkansızlığın kelepçesini boynuna geçirmiyor muydu?! Hayalcilikle ilgili tüm bu söylenenler, benim durduğum yerden bana hiç anlamlı görünmüyor. Yaşadığımız yenilginin ardından tahayyül gücü üstüne tekrar radikal bir biçimde düşünmemizin ve akıl ile tahayyül arasındaki ezeli ve ebedi sınırı kaldırmaya çalışmamızın hem halet-i ruhiyemizi değiştireceğini hem de tahayyülün sunduğu 1 ODTÜ yurtlarından tarihinde ilk defa MHP’ye inanılmaz (niye inanmayacaksak?) derecede çok oy çıktı. 2 Seçim sonuçları üstüne yapılan yorumlarda, MHP’nin oy artışının nedenleri üstünde durulurken söylenen “light” yorumlar beni hiç tatmin etmiyor. Görünen o ki, çokkimlikli, çokkültürlü yaşamı bu halkın önemli bir bölümü desteklemiyor. 3 Seçimden sonra çıkan Leman dergisinin üçüncü sayfasındaki bir karikatürde, Devlet Bahçeli “Merhaba ben Devlet” diyerek Mehmet Ağarın elini sıkmaktadır. Ağar da kendisini tanıtır: “Merhaba, ben de derin devlet"
imkanlarla yeni ve ucu açık direnme odakları Murat YALÇINKAYA oluşturabileceğimizi savunuyorum. Bu yazıdaki asıl Ankara meselem de sözünü ettiğim tekrar düşünmeyi başlatabilmek. Ama bu tartışma yazısı için Kaos GL dergisini seçmem nedensiz değil. Üç yıldan beri araya uzun ayrılıklar girmiş olsa da Kaos GL dergisi ve grubuyla ilişki içindeyim. Dergiden ve gruptan geçen sene politik nedenlerden dolayı elimi eteğimi çektikten sonra, eşcinsel bir birey olarak bu oluşumu “dışarıdan” desteklemek ama dergiye yazı yazmamak ve toplantılara katılmamak konusunda karar almıştım. Kararımın haklılığı haksızlığı bir yana, bu dergide beni tekrar sözümü söylemeye iten nedenler dergiden ayrı düşmemin nedenleriyle örtüştüğü gibi kimi açılardan da farklılıklar taşıyor. Özellikle de son bir yıldır dergide yayınlanan yazıların niteliğinin gözden kaçmayacak denli önemli dönüşümler geçirmesi… Aşki hezeyanlar ve inşaat işçileriyle olan erotik (porno?) maceralarla ilgili olan yazılarda ve birçoğunda artık toplumla/sistemle uzlaşma isteğinin fısıltıdan çark edip, gücünü ve hacmini arttırdığını düşünüyorum. Yaşadığımız aşk ilişkilerindeki deneyimleri, ya da cinsel ilişkilerimizle ilgili ilginç(?) olayları önemsemediğimden değil bu karşı çıkışım. Tüm bu yazılarda, geçmişte ve bugünde mevcut şeyler karşısında eleştirel ve mesafeli bir tavır almak yerine, mevcut olanla uzlaşmaya, mevcut olana tahammül göstermeye alttan alta bir çağrı olduğunu düşündüğüm içindir ki4 bu yazıları okurken rahatsız oluyorum. Aslında benim yazımın da, sözünü ettiğim yazılarla buraya kadar bir ortaklık taşıdığı iddia edilebilir. Seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan yeni (ne kadar yeni olduğu da tartışılır)duruma matem dolu göndermeler yapıp durduğum söylenebilir: faşizm gümbür gümbür geldi, mahvolduk, yapacak birşey yok, tahammül edelim. Ki eleştirdiğim Kaos yazılarında da buna benzer bir hava var: Cinsel özgürlük bir hikayedir, debelenip durmanın anlamı yok, barımız var, chatimiz var, tahammüle devam. Ama ben bunun ötesine geçmemizin hepimiz için daha hayırlı olacağını düşünüyorum: Tahayyül etmenin yaratıcı ve kurucu kudretiyle, yaşadığımız gerçekliği şimdiye kadar olduğundan daha farklı bir şekilde tasvir ederek zihnimizi yaratıcı 4
Sözünü ettiğim yazıların neler olduğunu açıklamayı , asıl tartışmayı başka bir zemine taşıyacağından gereksiz buluyorum. Ayrıca tek tek yazıların üstünden gitmek bütüne ilişkin eleştirel mesafemizi kısaltır endişesini de taşıyorum. Şimdilik.
KAOS GL 58 / 3
Türkiyeli eşcinseller için ortak bir program, ortak bir söylem geliştirmek gibi totaliter bir yaklaşımı barındırmamaya özen göstererek, farklı muhalif seslerin kendilerini duyurabildikleri, kendi hikayelerini kendi dilleriyle anlatmaya gönüllü olanlara açık bir yapı oluşturmak, üstümüze çöken bu matem ve kıyamet havasını dağıtmamızda bize çok yardımcı olacaktır.
kılmanın bize birçok imkan sağlayacağını düşünmemiz gerekiyor. Kişisel olanın politik olduğu söylemini seneler sonra olsa da batıdan alıp benimseyip “toplumsal bir birey halinde toplumsallaştırılmış olmakla birlikte, bu toplumsallaşma dayatmasına sürekli direnmek”5 için tahayyül gücümüzü kullanmamızın bizi özgürleştireceğini düşünüyorum. Eskiyi, verili olanı sorgulama kapasitemizi, “insan ruhunun indirgenemez bir boyutu” olan tahayyül gücümüzü kullanarak geliştirebiliriz. Tahayyül gücü ve toplumsal kurumlandırıcı tahayyül hakkında yazan Cornelius Castoriadis radikal tahayyülü şöyle tanımlar: Radikal tahayyül, hayalde canlandıran ve kendini canlandıran, hayalde canlandırarak ve kendini canlandırarak var olan bir başkalık ve daimi bir başkalık yaratımı olarak, anlamlandırma veya anlamların canlandırılması ya da mevcuda taşınması olmak sıfatıyla kendileri olan ve kendileri gibi olan imgelerin yaratılması olarak belirir. Radikal tahayyül toplumsal-tarihsel ve ruh/gövde olarak varolur. Toplumsaltarihsel olarak, anonim kolektifin ucu açık ırmağıdır; ruh/gövde olarak, tasavvur/duygulanım/maksat/niyet akışıdır. Bu toplumsaltarihsel içinde önerene, ortaya koyana, yaratana, varlığı çıkarana, terimin birincil anlamında toplumsal tahayyül ya da kurumlandırıcı toplum diyoruz. Bu, ruh/gövde içinde, ruh/gövde için önerene, yaratana, varlığa çıkarana, radikal tahayyül diyoruz.6 Dünyayla ve kendimizle kurduğumuz ilişkide tahayyül sözkonusu olduğunda hep sözü edilen gerçekliğin kaçırılabilme olasılığı “tahayyül öznesinin eleştirel bir farkındalık göstermeye muktedir olmasıyla bertaraf edilebilecektir”7.İnsani eylemlerin bireysel karakterleri olarak verili olanın içinde yaşamak, kendimize çektiğimiz duvarların ötesini düşünmekten kolay geldiği için, imgelerle zenginleşen dünyadan çok rasyonelliğin cansıkıcı kofluğunda yaşamayı tercih ediyoruz. Sonra ard arda gelen kıyamet teorileriyle katlanılması zaten bir hayli zor olan bu hayatın içinde debeleniyoruz. Toplum denilen kurgu içinde sesi kısılmış, bunun da ötesinde Fatih Ürek, Aldo gibi karikatürleştirilmiş örnekleri dışında yok sayılan, cinsel kimliğini açıkladığında tüm hakları elinden alınan, 5 Castoriadis, C. (1999), “Radikal Tahayyül Gücü.Ve toplumsal Kurumlandırıcı Tahayyül,” Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek içinde, der. Robinson G., Rundell;J., Ayrıntı Yayınları. 6 Castoriadis, C. (1999), “Radikal Tahayyül Gücü.Ve toplumsal Kurumlandırıcı Tahayyül,” Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek içinde, der. Robinson G., Rundell;J., Ayrıntı Yayınları 7 Rundell, J. (1999), Yaratıcılık ve Yargı: Akıl Ve Tahayyül Gücü Üzerine, aynı kitap içinde.
KAOS GL 58 / 4
kendi sözünü söylemekten alıkonulan8, eşcinseller için -diğer tüm sesi kısılan ve baskıya maruz kalanlar için olduğu gibi- toplumsal kurumlandırıcı tahayyül gücü üstünde durmak elzem görünüyor. Yaşadığımız gerçekliğe, daha önce değindiğim gibi, eleştirel ve mesafeli bir tavır almak, bundan sonra da ne isteyeceğimiz konusunda bize ipuçları sağlayacaktır. Kendimizle, insanlarla ve iktidarla kurduğumuz ilişkileri her boyutta tekrar gözden geçirmemiz ve Foucault’nun Dostluğa Dair’de ifade ettiği gibi, cinsel seçimlerden hareketle yaşam tarzları oluşturmanın olanakları üstünde durmamız gerekir diye düşünüyorum. Eşcinselliğin bize sunduğu olanakları kullanarak yeni ilişki biçimleri üstünde düşünmek, “kurumlaşmış hiçbir ilişkiye benzemeyen yoğun ilişkilerin oluşmasını” sağlayabilir. Yeni ilişkiler, yeni bir yaşam tarzı, yeni bir kültür ve yeni bir etik anlamına gelecektir. İşte tam da bu noktadan sonra söylenecek her söz bir direnme odağı olarak verili olanın sınırlarını zorlamayacak mıdır? Kaos GL dergisi, yeni bir yaşam tarzı ve kültürünün tartışılabileceği, eşcinsellerin birbirleriyle yatmak dışında da “iletişim” kurabilecekleri bir alan olma potansiyeline sahiptir. Ancak görünen o ki, dergiden çoğunlukla ortak olarak çıkan ses, muhalefetin, yaratıcı tahayyül gücünün sesi değil. Türkiyeli eşcinseller için ortak bir program, ortak bir söylem geliştirmek gibi totaliter bir yaklaşımı barındırmamaya özen göstererek, farklı muhalif seslerin kendilerini duyurabildikleri, kendi hikayelerini kendi dilleriyle9 anlatmaya gönüllü olanlara açık bir yapı oluşturmak, üstümüze çöken bu matem ve kıyamet havasını dağıtmamızda bize çok yardımcı olacaktır. Kimse kimseye kazanacağız diye garanti verebilecek durumda değil. İlk değiştirmemiz gereken belki de hayatla ve kendimizle kurduğumuz ilişkinin hesabını tuttuğumuz bakkal defterleridir. Zaten bu yazı da, tahammülün tahayyüle teamüden cinayetinde katil zanlısı olmak istemeyenlere yapılmış açık bir çağrı olarak okunmalıdır. Adorno’nun Minima Moralia’da imkansız olarak nitelendirdiği görevin gerekliliği belki de bunu zorunlu kılıyor: “Başkalarının iktidarının da kendi iktidarsızlığımızın da bizi aptallaştırmasına izin vermemek”.
( myalcink@yahoo.com ) 8
Sözünü söylemeye niyetli görünen insanlar çok az sayıda olsa da… 9 Hikayelerimizi anlatırken kullandığımız dilin ne kadar bizim dilimiz olduğundan şüphe duyduğum gibi, hikayelerin de “bizim” hikayelerimiz olduğu konusunda şüpheler taşıyorum
Yaşadığımız bu topraklarda kendine özgü politik, dinsel, cinsel bir akım yaratamamış halkımız ithal ettiğimiz fikir akımları (izmler) tinsel inanışlar çerçevesinde yaşamını sürdürürken elbette küçük, farklı azınlıkların kısık çıkan seslerini duymayacak, hatta onları yok sayacaktır. Bu açıdan, bu derginin önemli bir zemin olduğu kanaatindeyim. Ayrıca burda politik kuram üretmeye çalışarak, mevcut durum üzerinde düşünmek, nasıl değişebileceğini, bunun nasıl gerçekleşebileceğini düşünmenin ilgisizliği ve edilgenliği yok edeceğini düşünüyorum. Feminizm ve lezbiyenliği birbiri içinde eriyen, birbirini destekleyen iki unsur olarak görüyorum. En azından böyle olması gerekir. Herşeyden önce feminizmi bir cümleyle tanımlamak gerekirse "feminizm; hem kolektif hem de bireysel eylemlere yer veren ve dünyadaki her düzeydeki güç ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan bir eylem felsefesidir." Özellikle kadın ve erkek arasındaki güç ilişkilerini, kadının herşeyini sorgulayan bir anlayış olarak görebiliriz. Bu açıdan erkek dünyanın bir eşitlik durumunda zincirlerinden daha fazlasını kaybedecekleri kesindir. Bunun yanısıra lezbiyenlik, yaşam alanlarını çoğaltabilmesi açısından, feminist bir bakış açısıyla yoğrulduğunda ataerkil heteroseksist dünyaya darbe vurabilecek bir güç olabilir. Çünkü lezbiyenlere ve gaylere yaşama şansı vermeyen, ataerkil-heteroseksist olan bu yapıdır. Lezbiyenler arasında yaşanan bir duygusal arkadaşlığın eğer bir şekilde feminizmle tanışılmadıysa cinsiyetçi-toplumsal roller içine sıkışıp kalmasına neden olan, iki kadın arasında yaşanan bir aşkta bile birini egemen erkek rolüne sokan bu sakat anlayıştır. Bu açıdan lezbiyen kadınların feminizmle tanışıp, kadınlık bilincini geliştirmeleri, ilişkiler içinde ve toplumsal yapı içinde duruşlarını önemli biçimde etkileyeceğini düşünüyorum. Türkiyeli feminizm 80'li yılların sonuna doğru eylemsel ivmesini yükselttiğinde, adını duyurmaya başladığında, batılı feministler artık mücadelelerini bir noktaya getirmiş, hatta bir durgunluk içine bile girmişlerdi. Bu yönden Türkiye'de 15-20 yıllık bir geçmişi olan feminizmin çoğu konuda eksik kaldığı, kitleselleşemediği aşikar. Özellikle lezbiyenlik konusunda. Türkiyeli feministlerin batılı lezbiyen yazarların kitaplarını okudukları, deneyimlerini gözledikleri bilinen bir gerçek.
Bu konuda çok açık olmasalar da (lezbiyenlik GÜL onların kendi tercihi, bana yönelmedikçe, aslında İstanbul yönelirse ne yapacaklarını hep merak etmişimdir!) mantığıyla çok sempatiyle bakmasalar da özellikle bir antipati duymadıklarını düşünüyorum. Zaman zaman bazı platformlarda tartışılsa da feministheteroseksüel kadınların bilinçaltında hetero ilişkinin en ideali olduğu görüşünün varolduğunu düşünüyorum (her kesimde olduğu gibi). Bir feminist kadın arkadaşımın "Gerçi biz kimlerin lezbiyen olduğunu biliyoruz" söylemiyle sanki bu bir açık, sakat noktaymış gibi söylemesi hayli dikkatimi çekmişti. Belki de eksiklik feminist olup lezbiyenliğini açık açık dillendiremeyen kadınlardadır. Eğer feminist hareket içinde bile böyle korkularımız varsa daha gidilecek lezbiyenlik ve feminizm için çok yolumuz var demektir. Yine de lezbiyen kadınları en iyi anlayacaklar, yaşadığımız bu toplumda mürekkep yalamış, heteroseksüel feminist kadınlar olduğu gerçeğini de kaçırmamak gerekiyor. Aynı zamanda heteroseksüel kadınlar bilmeliler ki (aslında lezbiyenler de) kadın duyarlılığına sahip bir lezbiyenlik, cinsel yönelimden öte politik tercihlerdir. Politik olmasının en büyük sebebi heteroseksüel ilişkiler zaten nihayetinde politiktir, güç ve hükmetmeye dayanırlar. Ve erkeklerin
KAOS GL 58 / 5
giremeyeceği tek alan 'lezbiyenlik'tir. Bu açıdan feminist kadınlar ve lezbiyenler, lezbiyenliği düşünürken erkek egemenliğinin bir uzantısı olan ataerkil hetero dünyanın dönüştürülmesinde önemini anlayabilmelidirler. Bunlardan başka lezbiyen kadınlar arasındaki ilişki biçimine de feminist bir bakış açısıyla değinmek istiyorum. Bunu yapabilmek için ilk önce heteroseksüel kadınların ilişki biçimini değerlendirmek gerekiyor. Hetero kadınlar bugüne kadar belki bundan sonra da genel olarak kendi sorumluluklarını yüklenememe, birey olamama nedeniyle varoluşunu bir erkeğe aşk yoluyla yükleyerek, doğumundan bu yana içselleştirdiği eziklik psikolojisini hükmedilen pozisyonuyla gayet güzel yerine getirir ve buna AŞK der. Aşkta değişmeyen riskler vardır. Birincisi; bağımsızlığını ve denetimini yitirmeniz; ikincisi, sevdiklerimiz bizden sevgilerini esirgeyerek (terk ederek, başka birini severek) bize acı çektirme gücünü vermemizdir. Kadınlar bunu biraz daha fazla abartarak yaşar. Bu açıdan feminist/lezbiyen kadınların amacı yaşamın her alanında özerklik olduğuna göre, özerklikle uyuşan da arkadaşlık olsa gerekir. Çünkü arkadaşlık iki tarafın gönüllü birlikteliğiyle oluşan, iki insanın da çıkarlarını gözeten akılcı bir ilişkidir. Aşk ise genelde tek tarafta vuku bulur, görelidir, karşıtlıklar içerir ve çoğu zaman akılcı değildir. Bu noktada lezbiyen kadınların arasında yaşanan duygusal beraberlik, arkadaşlıktan ayrı değil; hatta arkadaşlığın önemli bir ifadesi olmalıdır. Bir lezbiyen kadın, başka bir kadın ile duygusalerotik ilişkiye geçmeden de çok yakın ve sevgi dolu bir arkadaşlık kurabilir. Ancak iyi bir arkadaş olmadan kadınların sevgili olabilmeleri oldukça zordur. İşte bu ilişki biçiminde kadının rolünü devamlı sorgulaması gerekir. Andrea Dworki'nin belirttiği "Erkeklere özgü saldırgan, rekabetçi, niceliğe önem veren ve sahiplenmeye eğilimli bir cinsel duyarlılığa sahip olmakla ne özgürlük ne adalet yalnızca eşitlik sağlanır". İlişkilerimizi bu yönden sorgulayıp, kadın bedeniyle bir erkek gibi düşünmenin, ilişkiyi böyle yaşamanın bize hiçbir şey kazandırmayacağını, yalnızca asıllarının kötü bir müsvettesi olacağımızı bunun da bizden çok şey kaybettireceğini görmemiz gerekir. Toplumsal yönüyle ilişkilerimiz bundan dolayı çok önemlidir. Olaylara böyle bakmasını becerebilirsek lezbiyen kadınların feminist duyarlılıkla kendilerini, durumlarını daha iyi analiz edebilecek, sorgulayıp dönüştürebilecek bir noktaya gelmemeleri için hiçbir engel olmadığını düşünüyorum, yalnızca istemek yeterli. Bizi saran bu koşullardan önyargılarla değil, bilgilenip-değiştirerek kurtulabiliriz.
KAOS GL 58 / 6
It’s Not Who You Love, It’s Who You Are (Kimi Sevdiğin Değil, Kim Olduğun Önemli) Taraçada annemin yanına oturdum Endişeyle sesimi temizledim. Sonunda “anne, ben lezbiyenim” diyebildim. Her zaman onun sevgisini hissettiğim halde Beni dışlamasından korktum. Ama bana söylediği şuydu: Sen benim çocuğumsun Ve seni hep sevdim, Büyüttüm, bildiğim herşeyi öğrettim. Artık büyüdün, umabileceğim kadar olgunsun, Ve kendi yolunda giderken sana güveniyorum. Sana içtenlikle neşe ve mutluluk dilerim. Ama yıldızını izlerken, hatırlar Gay olsun olmasın, bu fark etmez Kimi sevdiğin değil, kim olduğun önemli. O konuştuktan sonra Kararsızca oturdum orada, Yetişkin olmaya hazır mıyım Kendi başıma, yapayalnız? Aklımdan geçenleri okudu sanki Açıkladı beklentilerini O anlamlı ses tonuyla: Arkadaşlarını seçtiğin gibi seç aşklarını, Aileyle tanıştırmak için eve getir onları, Onurlandırın aşkı saygı duyarak birbirinize, Yaşayıp sevebilirsin asaletle. Sana içtenlikle neşe ve mutluluk dilerim. Ama yıldızını izlerken, hatırlar Gay olsun olmasın, bu fark etmez Kimi sevdiğin değil, kim olduğun önemli.
Müzik: Massenet, Manon, Gavotte Söz: Derivative Duo Çeviren: Anıl / Ankara
1
Ailelerimiz, her zamanki konumuz. Yaşımız ilerlese de, çocuk sahibi olsak da, aile değerleri, onların gözünde yapıp etmek zorunda olduklarımız, bizden beklentileri aynı boğuculuk ve şaşırtıcılıkları ile devam ediyor. Zaten bunun için bile deyimleri var: “Sen bizim için hâlâ çocuksun”. Ve en büyük klasikleri: “Çocuğun olunca, anlarsın!”. Annebabaların hissettiklerinin gerçekten böyle bir şey olduğuna yürekten inanıyorum, her zaman çocuklarının iyiliklerini arzuladıklarına da tüm kalbimle inandığım gibi. Ama onların bu iyi niyetli duyguları, kimsenin hayatını kolaylaştırmıyor, aksine uyumsuz çocuklar için hayat boyu bir kavga, karşılıklı huzursuzluk, güvensizlik. Kimdir bu uyumsuz ve kavgacı, ailelerini daima hayal kırıklığına uğratan çocuklar: yaşam tarzı olarak “aile terbiyesinin” dışına çıkanlar, güneş battıktan sonra hâlâ eve gelmeyip “kim bilir nerelerde sürtenler”, evlenmeyi düşünmediği halde sevgili edinenler, çok fazla telefonla konuşanlar, üniversitede ailesinin istediği bölümü son tercih olarak bile yazmayanlar, “çenesi durmayıp” annesine babasına “laf yetiştirenler”, ailesinin hoşlanmadığı kişilerle arkadaşlık edenler…. ve elbette eşcinseller…. Annelik, babalık zor zanaat. Bu dalga geçme cümlesi değil. Gerçek söylüyorum. Ezici bir çoğunluğunun, çocuk sahibi olsam mı, olmasam mı, diye bile düşünmeden edindikleri çocuklarına olan zorunlu sorumluklarına karşılık, karşılarında koca bir düşman dünya var. Bu çocukları trafik kazalarından, kötü (!) insanlardan, mutsuz (?) bir gelecekten korumak zorundalar. Ve bunun yollarından emin olamadıkları, bu arzularını kendi hayatları için bile nasıl sağlayacaklarını tam olarak bilemedikleri için, hayatın felsefi anlamda bozuk olduğunu, tarih çarpı coğrafya kadar yaşam biçimi olabileceği gerçeğini göremedikleri için karşılarına kendi “inandıkları” değerlerin dışında yaşamaya çalışan bir çocuk çıktığında dehşete düşüyorlar, ne yapacaklarını şaşırıyorlar. İstiyorlar ki çocukları, kendi kurmaya çalıştıkları şeye (o şey her ne ise) can-ı gönülden inansın ve o şekilde yaşasın. Çocukları, onların bu yaşama karşı
oluşturdukları kendi güvenli (!) doğrularına uygun Yeşim T. BAŞARAN yaşayan ve dolayısıyla başına muhtemelen daha Ankara az kötülük gelecek ve emeklerini boşa çıkarmayacak bir hayat sürsün ve onların da gözü arkada kalmasın, o her şeylerini adadıkları çabaları çöpe gitmesin. Kendi yaşam tarzlarının biricik gerçek ve olması gereken şey olduğunu düşündüklerinden, çocuklarının bunun dışında davranma olasılıkları bile yüreklerinin ağızlarına gelmesine yetiyor. Bize sunulan hayattan politik kopuşum çocuk yaşlarıma dayanır. Derslerde “ben öğretmen olsam böyle yapmazdım, bunlar salak” diye düşünürken, evde de kendimi tuvalete kapatır (en güvenlisi) ve “çocuğum olunca ona böyle davranmayacağım, şunları yapacağım, bunları yapacağım… onlar kendi çocukluklarını unutmuşlar, ama ben kendiminkini unutmayacağım… Yaşasın çocuklar” diye hayal kurardım. Hatta hayata benim benimseyebileceğim gibi bakan büyükler gördüğümde, “işte çocukluğunu unutmamış biri daha…” diye sevinçle el çırpan bir teori bile oluşturmuştum. Ümitle ailemden kurtulup, tek başıma yaşayabileceğim günleri beklerdim. Hala ara sıra yaşadıklarımı hatırlayıp anarşizmi, feminizmi ve diğerlerini boş verip, inanmam
Yazıdaki “çocuk” kelimesi yaş sınırlandırması olmaksızın, annebaba karşısında onların çocuğu konumunda olan bireyleri tanımlamak için kullanılmıştır. 1
KAOS GL 58 / 7
gereken değerler sisteminin infantizm olması gerektiğini düşündüğüm olur (aslında bence hiçbiri birbirini dışlamıyor ama, duygusal anlarıma verin işte…) Tüm isyanlarım aslında küçük şeylerden olurdu. Örneğin, arkadaşımın doğum gününe niye gidemiyorum, hatta bırakın doğum gününü, ders çalışmaya bile niye gidemiyorum ve benzeri nedenler. Ama tabi yaşım ilerledikçe yarattığım sorunlar daha da karmaşıklaştı, ben dahi özenle oluşturduğum sorunların, ailemde yarattığı depresyonu takip edemez oldum… ilk başkaldırım… Kendileri hakkında doğumlarından önce kurulmaya başlayan hayalleri karşılayamayan beceriksiz (!) çocuklar (yaş önemli değil, anne-baba sahibi olmak yeterli), aslında köklü bir tarihi olan politik bir hareketin aktivistleri olduklarının farkında olmadan, gözlerini dünyaya açtıkları günden beri zorlu bir mücadele içindedirler. Genellikle çocuklar yapıp ettiklerini, ailelerinden saklamaları gerektiğini deneyimleri veya öngörüleri sayesinde keşfederler, fakat bu zaten kendilerine öğretilen en önemli şeyin (ki muhtemelen kendilerinin de arkasında durdukları şeyin) “yalan söylememe gerekliliğinin” çiğnenmesidir. İlk günah buradan başlar (zaten arkası da gelir ☺). Aileler, kendi değer sistemleriyle daha bu ilk noktada çelişirler. Çünkü, ya istediğin, düşündüğün gibi yaşayıp yalan söyleyerek beklentileri yıkacaksındır, ya da istediğin, düşündüğün gibi yaşayıp kendini gizlemeyerek… Bu karar yaşamın bize dayattığı en zor kararlardan biri. Yalan söyleyerek mi eve geç gitmelisin, yalan söylemeyerek mi? Sevgilinin, aşık olduğun kişinin, aşık olduğun cinsiyetin kadın olduğunu söylesen mi, yoksa sevgilinin evlenmeyi planladığın bir erkek (tabii ki yalan) olduğunu mu söylesen. Aileler takipçi zihniyetleri dolayısıyla bizi, ya bizimle ilgili gerçekleri onlara anlatmak, ya da yalan söyleyerek olanları geçiştirmek zorunda bırakırlar. Aslında yalanlar söyleyerek de, söylemeyerek de olayları rayına oturtmak çok güçtür. Çünkü, ailelerimizi ne kadar sığ bulsak da anlamsız toplumsal korkularla beslenmiş hayal güçleri pek geniştir. Evde kalmadığımız bir akşam gerçeği söylemiş bile olsak (gerçekten de arkadaşımıza ders çalışmaya gitmişizdir), onların akıllarına ilk gelen kare küçükken cumartesi akşamları, şimdi ise gündüzleri televizyonu açtığımız her an izleyebileceğimiz sanat faciası, fakat bize iyi çözümleme olanakları sağlayan türk filmleridir. Tepede yanıp sönen farklı ışıklarla bezeli bir top, barları seven insanlar olsak bile anlamsız bulacağımız şekilde dans eden insanlar, bıyık altından gülerek bizi izleyen, tek işleri bizim
KAOS GL 58 / 8
hakkımızda kötü tuzaklar kurmak olan, kim olduğu belirsiz kişiler, vs’dir –ki bırakın türk filmlerini geçenlerde televizyonda, ailelere bu tarz korkunç hayaller kurdurmayı amaç edinmiş bir “dikkat” programı gördüm. Bizi korumaya çalıştıkları, ama bir yandan da nasıl oluyorsa onların değerlerini besleyen toplum böyle bir şeydir. Ayrıca bizim hayatımızı, günlük tutmuyorsak eğer, bizim bile farkında olmadan geçirdiğimiz günleri, unuttuğumuz anılarımızı, onlar bilir ve unutmazlar. Edinebildikleri parçalı bilgilerin boşluklarını, hayal güçleri ile akıl edemeyeceğimiz şekilde doldururlar. Onların hayal ettikleri bizim hayatta istesek bile karşılaşamayacağımız denli karmaşıktır. Örneğin, benim ailem onlara ilk görünür şekilde isyan ettiğim zamanlar, “bizim ona para vermememizi (çocuklarını böyle tehdit ederler ya hep) umursamadığına göre, demek ki zengin birilerini bulmuş, ve onlar kim bilir kızımızı nasıl kullanıyorlar?” biçiminde bir soru senaryosu hazırlayıvermişti. Ya da geçenlerde onlara lezbiyen olduğu gerçeğini açıklayan bir arkadaşımızın ailesi, bizi (yani çocuklarının arkadaşlarını), tüm amaçları çocuklarını kötü yola düşürmeye çalışıp, ondan istifade (!) etmeyi planlayan bir çete olarak düşündü. Başka bir arkadaşımızın ailesi de sapphonun kızları’nın toplantılarını kastederek, kendince en kibar biçimde “toplantılarda ne yaptığımızı, yoksa birbirimizi sevdiğimizi mi” sordu; tabii bizim konuşacak neyimiz olabilir ki, biz lezbiyenler olarak sadece cinsellikten müteşekkiliz, dolayısıyla toplanmamızın tek amacı cinsel ihtiyaçlarımızın tatmini olabilir. Aile, insanları birbirlerini kontrol edecek küçük insan grupları. Sivil polislik yani. Kurulmuş olan ailenin siyasi görüşü, bilgi düzeyi, yaşam tarzı sonradan gelenlerin sınırlarını, etkinlik alanlarını belirliyor. Ve genelde bu kurallar dizgesi ailenin babasının yaşamının temellerine göre şekilleniyor. Geriye kalanlar, yani bu kurallara (aile düzeni, aile bağları, toplumun beklentileri, “elalem ne der”ler) uyması gerekenler bazen zaten bu kuralları benimsemiş insanlar olabilirken, bunların boğuculuğundan nefret edip, yaşamını başka şekillerde sürdürmek isteyen kadınlar ve çocuklar da olabiliyor, ama onların varlıkları kuralların değişmesine yetmiyor, çünkü aile demokrasiye göre bile işlemiyor. Uyumsuz aile üyelerinin kolları tehdit, dayak, harçlıkta kesinti gibi caydırıcı etmenlerin yanısıra, yaşamdaki sınırlarının ve olanaklarının o çatı altında ve ancak o şekilde olabileceği -biraz doğru- önbilgisiyle bağlanıyor. Bizden önceki kuşakta “babanın yanında bacak bacak üstüne atamamak” gibi bir sorun vardı. “Bacak bacak üstüne atmak” gibi anlamsal hiçbir içeriği olmayan bir davranış bile, aile büyüklerinin
yanında yapılmaması gereken bir edim olarak belirlenebiliyor ve insanlar özenle buna dikkat edebiliyorlar. İnsanlar kendilerine “onları üzmek istemiyorum” gibi yalanlar söylerlerken daha dikkatli olmalılar. Çünkü özgürlük isteminin karşısında birilerinin, sırf senin özgür olman ve dilediğin gibi yaşaman dolayısıyla üzüleceklerse, ve bu sırf sen şans eseri hayatının ilk ve en yardıma muhtaç yıllarını tamamen onların seçimi (ya da düşüncesizliği mi demek lazım) dolayısıyla onların yanında geçirerek, onların yardımıyla (ki bunu da sen onlardan talep etmezsin, toplum düzeni –hani şu elalam- öyle buyurur da ondan) yaşamış olmandan dolayı onların senin üzerinde gördükleri bir hak ise, bırakın üzülsünler. Çünkü onları bu nedenle mutsuz olma noktasına getiren koşullar özgürlüğünü isteyen bireyin tamamen dışında olduğu “elalem” koşullarıdır. O nedenle aileye uyumsuz bireylerin özgürlüklerinden feragatleri veya yalan söylemeleri, aslında ebeveynlerin üzülme olasılıkları onların da insan olmasından öte, onların “o” insanlar olması ve senin “nasıl olur da onlara böyle bir şey yapmış” olmanla ilgilidir. Yani aslında ebeveynin hayatını zehir eden “elalem”, yarattığı bu bireysel savunma mekanizması ile de uyumsuz bireyin kendi özgürlüğü uğruna uğraşmasını engeller. Gerçekçi ve sanal tehditler, korkular üzerinden yürüyen temel efendi-köle ilişkisi, toplumdaki en küçük sivil polis birimi. Herkes “elalemden”, birbirinden korkuyor ve bu küçük ölçekli polis birimi, kocaman bir polis kurumu haline geliyor. Heteroseksist toplumda doğal olarak, çocuk doğururken onların eşcinsel olma olasılığını akıllarına bile getirmiyorlar. Eşcinselliğimiz yüzünden (de) ailelerimiz korkulu rüyalarımız. Elbette çocuklarının eşcinselliklerini kabul edebilen, anlayabilen ebeveynler de var, ama “elalem”ciler, çocuklarına söylemeden önce de söyledikten sonra da acı çektiriyorlar. İşte o zor karar anı: gerçeği mi söylemek, yalan mı; aileye açılmak ya da açılmamak. Herkes için geçerli bir formül yok. Yalan söylemeyi tercih edenlerin
ailelerine söyleyebilecekleri yalanların da formülü yok. Bu konuda insanların alacakları tavırlar, karşılaşabilecekleri ve göze alabileceklerinin değerlendirmesinden ortaya çıkar. Ama eşcinselliğin, özellikle lezbiyenliğin görünür olmadığı bir toplumda, ailelerimizin muhtemelen karşılarına çıkan ilk eşcinseller biz olacağımızdan, ve de eşcinsellik onlar için yaşamlarının tamamen dışında, asla ne olduğunu anlayabilecekleri, sıradanlaştırabilecekleri bir olgu olmadığından ailesine açılmayı düşünenlerin işi oldukça zor. Kaos’un çok eski sayılarından birinde, ailesine açılmayı planlayan insanlara bir kaç öneri yayınlanmıştı. Özetle ailesine karşı eşcinselliğini daha fazla gizlemek istemeyen insanların, onların karşılarında güçlü olmaları, ailelerin kafalarındaki bütün anlamsız soruları yanıtlayacak güce sahip olmaları, eşcinselliğin ne kadar olağan bir şey olduğunu, eşcinsellerin de tuvalete, okula, işe gittiğini anlatabilecek sabra, sakinliğe sahip olmaları gerekiyor; ailelere kavga ederek hiçbir şey anlatılmıyor, kavgayla olan sadece ilişkilerin yıpranması. Ailelerin görmeleri gereken çocuklarının eşcinsellikleri ile ne kadar da barışık olduğu, bunun olabileceği, onun yaşamdaki mutluluğu dolayısıyla kendisine çizdiği hayatta rahat bırakılması gerektiği, çocuğunu desteklemesi ve ona güvenmesinin hem kendisi, hem de çocuğu için ne denli, geliştirici, özgürleştirici olduğunu görmesi. Bir ailenin eşcinsellik konusundaki tavrı bu şekilde olduğu takdirde bir polis kurumu daha yıkılmış olur. Ailesine yalan söylemekten vazgeçenlere iyi şanslar, bu politik mücadelelerinde hepimiz için bir şeyler yapmış olduklarını düşündüğümden onları destekliyorum.
KAOS GL 58 / 9
HÜLYA O akşam eve biraz geç gelmiştim. Ankara Kapıdan girdiğimde annem beni
mutfağa çağırdı. Karşılıklı oturduk. Ablam da vardı. O günün sabahı beni M’in teyzesi aramış. Neden aradığını sordu annem. Ben bilmediğimi söyledim. Halbuki eşek gibi biliyordum onun bizim eşcinselliğimizle uğraştığını. -“Kızın kötü bir huyu mu var niye rahatsız ediyorlar bizi?”, dedi annem. -“Yooo”, dedim. -Sence kötü olmayabilir. Onlarca kötü bir davranışı var mı? -Bilmem ki…Çok iyi bir insan aslında. -Kız hasta falan mı? -Hayır. Sadece eşcinsel. -İyi. O zaman senin ayarttığını düşünüyorlardır. Sen üniversitedesin, o daha lisede ya o yüzden. Ama ben senin öyle olmadığını biliyorum. Daha önce böyle bir düşünce sende de vardı, geçti. Onunki de geçer. Sen de bir ara dergiler okuyordun. Meraktı, geçti işte. Bak, şimdi ne güzel erkek arkadaşın var. (ben ablama bakıp nabız yokluyorum, söyleme diye işaret ediyor) Değil mi? -(cevap vermiyor, yere bakıyorum) -Yoksa sen de mi öylesin? -Evet anne. -Ama senin erkek arkadaşın var. -O da eşcinsel. -Onun için mi çıkıyorsunuz. -Hayır. Bu sadece siz anlamayasınız diye kurgulanmış bir yalandı. Biz hiçbir zaman çıkmadık onunla. -(kısa bir sessizlik) Aslında bu çok doğal. Ama ben senin erkekleri sevmeni istiyorum. Bir doktora gidelim mi? -Hayır. Bu durum değişmez bunu sen de biliyorsun. -Yine de bir gidelim. İleride çok sıkıntı çekeceksin. -Tedavisi çok ağır. Kaldıramam. (duygu sömürüsü yapıyorum)
KAOS GL 58 / 10
-Ben hep yanında olacağım (sarılıyor). -O zaman ben bir araştırayım. Gideriz. Ama tedaviyi bilemem. -Peki. Çok sevinmiştim. Annemin bu kadar iyi karşılamasını beklemiyordum. Bayağı bir gelişme vardı. Yine de güvenmemek lazımdı. Çünkü iki gün sonra bir telefon daha geldi. M’in teyzesi bize gelmek istiyordu. Annem cumartesiye erteledi. Mutfaktan bağırdı: -Kızım buraya gel, biraz konuşalım. -Evet anneciğim? -Hemen yarın bir doktora gidiyoruz. Senin düzelmen için. -Anne ben hasta değilim. -Hayır, değişmek zorundasın. -Ben böyle mutluyum. Değişmek istemiyorum. İstesem de değişemem zaten. Bunu sen de biliyorsun. -Bunun bir yolu olmalı. Doktorlar onca sene boşuna mı okuyorlar. (ağlamaya başlıyor) Sevgilin var mı? -Maalesef yok. -İyi ama ileride cinsel isteklerin olacak. Bunları nasıl karşılayacaksın? -(cevap vermiyorum) -Erkeklerle karşılaman gerekiyor. -Kızlar olmazsa erkekler de olmaz. O zaman aseksüel olurum. -Sen bilirsin. Ama mutlaka isteklerin olacak. Çocuğun olmayacak mesela. -Çocuk zaten istemiyorum. Yine de tıp iyice ilerledi. Kadın kadına da çocuk yapılabiliyor artık. -(çok kötü baktı) -Şaka canım… -Tabii ki şaka. Peki okulunu bitirince bir iş sahibi olacaksın. Ayrı evin olacak. Yalnız mı yaşayacaksın? -Hayır, kızarkadaşımla. -(bir süre sessizlik) Yavrucuğum, sen neden eşcinselsin? -Sen neden heteroseksüelsin?
-(şaşırıyor) Doğal olan bu. Dünyanın %99’u heteroseksüel. Eğer sizin yaptığınız normal olsaydı %99’u eşcinsel olurdu. -Doğada örnekleri var ama. Bazı hayvan türlerinde de görülebiliyormuş. Ayrıca Amerikan Psikiatri Derneği’nin hastalık sınırlandırmasında da yer almıyor. -Gene kitap gibi konuşuyorsun. Ben okumadığım için bilemem. Ama bana söz vermeni istiyorum. Değişeceksin. -Bunun için söz veremem anne. Zil çaldı. Kurtuldum. Babam gelmişti. O beni bilmiyordu. Annem de söylemeyi düşünmüyordu. Cumartesi günü de evdekilere tembihlemiş telefonu açmayın diye. Telefon edip öyle geleceklerdi, M’in teyzesi, annesi vb… Annem beni seviyordu. Yaşasın!… Bir hafta sonrasında BaharAnkara vardı. Ben piknik için izin almaya çalışıyordum. Annem araya girince izni aldım. Tabii yine yalan söylemiştim. Okulun pikniği demiştim. Ne okul ama?… O hafta sonu da çok güzeldi. Aylardır planlıyordum. Mutlaka orada olacaktım. Ve de oldum zaten. BaharAnkara’dan cesaret alıp adımlarıma devam ettim. 27 Nisan gecesi M’in intihara kalkıştığını öğrendik. Ölmesini istemiyorduk. Bir büyüğümüzün M’in ailesini arayıp haber vermesi gerekiyordu. Ağlayarak annemin yanına gittim. Gene mutfağa. Olayı söyledim. Tam konuşurken telefon çaldı. H arıyordu. Annemle konuştular. Sonra annem ailesini arayıp haber verdi. Ve nihayetinde bana döndü: -Şimdi kızın başına bir şey gelirse sizi sorumlu tutacaklar. Hapse gireceksiniz. -Anne, o kendisi geldi toplantıya. -Sen oraya da mı gidiyorsun? -Evet. Oradan tanışıyoruz zaten. -Kızın başına birşey gelse manşetlere çıkacaksınız. -Önemli değil. Okulda herkes beni biliyor zaten.
-Niye bu kadar açıksınız? Ya başınıza bir şey gelirse? -…. . -Hani bana söz vermiştin, değişecektin? -Ben söz vermedim anne, yalan söyleme! -Hayır, söz verdin. -Doktora gelirim demiştim sadece. -…. . -Bak anneciğim, Hacettepe’de Ahmet Göğüş, Aylin Uluşahin, Ankara tıp’da Mehmet Sungur var. Hangisine gitmek istersin? -Ben tedavi olmayacağım. Sen olacaksın! -Biliyorum…. . -Onlar da mı eşcinsel? -Eşcinsel olsaydı hemen giderdik. -…. . -Ben artık değişemem anne. Sana şimdiye kadar hep yalan söyledim. Artık söylemeyeceğim. Geçen hafta sonu okulun pikniğine gitmedim. BaharAnkara vardı, Türkiyeli eşcinsellerin ikinci buluşması. Oraya gittim. Pazarları Kitap Topluluğu’na değil Sapphonun Kızları’nın toplantısına gidiyorum. -Toplantılarda ne yapıyorsunuz? Birbirinizi mi seviyorsunuz? -Hayır anne, konuşuyoruz. Broşürümüz de çıkacak yakında. Ayrıca geçen sene ben okulda söyleşi de düzenlemiştim. -Siz bu kadar çok musunuz? -Evet, sadece görülmüyoruz. -(yüzünde şaşkınlık ve hüzün) Ben bunları zaten biliyordum. -Neyi? -Senin böyle bir eğilimin olduğunu. Ama değişeceğini sanmıştım. Ama ne olursa olsun sen benim kızımsın. Seni herşeyinle seviyorum. -Ne komik değil mi anne. Ben senin beni kabullendiğini, sen de benim tedaviyi kabul ettiğimi düşünüp çok mutlu olmuştuk. Ertesi gün H’ın okul çıkışına gittim. Tehdit ettiler çocuğu diye. Beraber yürüyorduk. H durdu. M’in teyzesini
(onların okulunda öğretmen) görmüş. Ben kolundan çektim, gidelim diye tutturdum. Gelmedi. İlla beni tanıştırmak istedi. M’in teyzesi “kim bu? Niye çekiştirip duruyo seni” dedi. H da “Tanıştırayım. Hülya. ”dedi. Kadın garip garip baktı: -Demek Hülya sensin. -Evet. H’a döndü: -Sözünü unutmadın, değil mi? -Hayır. Ne zaman halledebilirsiniz? -En geç pazartesi yeni okuluna başlarsın. Yalnız ailenin de bilmesi gerek. -Zaten okul değiştirmeyi düşünüyordum. Oradan H’ın evine sonra da Kızılay’a gittik. M iyiymiş. Biz aradığımızda çoktan hastaneye götürmüşler. H’ı dersanesine bıraktım. Orada da şüpheleniyorlarmış. Beni kızarkadaşı diye tanıştırdı. Sonra eve döndüm. M’in babası annemi aramış. Uyarısı için teşekkür edip böyle bir şey olmadığını söylemiş. Ben anneme gerçeği anlattım ve H ile aramızdaki diyaloğu da. H, ”M’e bir şey olursa ben de peşinden giderim. Sen de gelir misin?”, demişti. Ben de “Ben ailemi seviyorum. Gelmem.”, demiştim. Annem çok korktu. Bir daha böyle bir şey yaparım diye. Zaten kaç yıldır benim yüzümden uyuyamıyormuş. ”Ölmemi mi istiyorsun?”, dedim. ”Bir dahaki sefere kaldıramam”, dedi. Sonraki gün, yani 29 Nisan’da beş kişi buluşup Sapphonun Kızları’nın broşürünü matbaadan almaya gitmiştik. Çok mutluyduk. O sevinçle eve gittim. Geç kalmıştım. ”Matbaadaydık o yüzden geç kaldım”, dedim, ”topluluk bülteni çıkarıyoruz da”. Neyse bu sefer yalan değil eksikti. Biraz azar işittim. Sonra mutfağa gittim. Annem de geldi: -Gene lezbiyenlerin işi değil mi? -Eveeet.
Ertesi gün okula gitmemi istemediler, ne zaman döneceğim belli olmuyormuş diye. Sabahtan anneme broşürü okuttum. ”Dergi çıkartmayacak mısınız”, dedi. ”Hayır”, dedim, ”Kaos var ya zaten”. Başka bir şey demedi broşür hakkında. O gün iyi ki de okula gitmemişim. Çünkü akşamına M’in annesi aradı. Kızı okuldan kaçmış. Benimle görüldüğü söylenmiş. Babam “Dışarı hiç çıkmadı bugün o”, dedi. Benimle görüştü. Yeşim’in telefonunu istedi. Vermedim. Annemi istedi telefona sonra. Telefonda şöyle dediğini duydum: -Çocuğunuzun eşcinsel olmasından rahatsız olmuyor musunuz? Ben rahatsız oluyorum. Sizinle dertleşmek istiyorum. Babam da yanımızdaydı. O duymamıştır. Annem de sözü uzatmadı. ”Pazar buyrun” dedi. Annem babamı da haberdar etmek istiyordu anlaşılan, halbuki sonuçlarının ne olabileceğini pekala biliyordu. Ben dayanamadım. Babam öğrenmesin de ne olursa olsun diye M’i aradım. Annesi zar zor konuşturdu bizi. En azından onun müdahale şansı doğuyordu. Pazar oldu. Annemler onların gelmesini istemiyorlardı. Kavga çıkacağını düşünüp telefon ettiler. Babam, ”Bizim kızımız sizin kızınızla görüşmüyor daha niye rahatsız ediyorsunuz bizi?”, diye bağırdı. M’in annesi benim M ile bir gece önce telefonla görüştüğümü söyledi. Babam çok şaşırdı. ”Evet görüştüm”, dedim. Annem çok sinirlendi: "Ben sözümü tuttum niye sen tutmadın, bundan sonra okul bitene kadar ders dışında bir yere gidemezsin. ”dedi. “Abartıyorsunuz”, dedim. ”Dua et, düşüncelerine karışmıyorum”, dedi. Bu da geçer bir gün elbette. Dün yasağa rağmen dışarı çıktım. Bir şey demediler. Bugün 9 mayıs Pazar, anneler günü. Annemin ve bütün eşcinsel annelerinin anneler günü kutlu olsun.
KAOS GL 58 / 11
Tezer KANIK Ellerimi gecenin koynunda ısıttığım bazı saatlerde Ankara çocukluğumdan kalma bir topacın hızlı dönüşündeki o tek boyuta inmişliğine takılırım. Kısa pantolonumun altında dizlerim hala yara-bere içinde mi bilemem. Okul çıkışlarında kendimden bile büyük çantamı, elimde abaküsümü çamurlu yollardan koşarak eve giderken nasıl yağmurdan korumaya çalıştığım gelir aklıma. Sonra da beni şemsiyesiyle yarı yolda acele adımlarla karşılayıp sarmalayan annem!... Islak çamaşırlarımı çıkarıp ellerimi koynunda ısıtırken o bakışlarındaki şefkati yıllarca hep aradığım gelir aklıma...
Bilinci dünyayı sığdıramayacak kadar büyük bir çocukken annemin nasıl da bilincimle bütünleşmiş olduğunu farkediyorum. Kundakta bir bebekken o ilk tadını duyumsadığım insan sıcaklığı, kadın sıcaklığı hâlâ aradığım kadın sıcaklığından ne kadar uzak olabilir ki ? Yeni anlamlar yüklediğim dünyanın sorularına kırık-dökük yanıtlar veren annemin o algılayışlarındaki anlamlar benim ilk anlamlarımdan ne kadar kopuktu ki ?... İlk sevgilimdi annem, ilk kadın sıcaklığı, ilk dokunuş, ilk öpücük... ilk... Kendi bedeninden beni oluştururken, benim içinde büyüyüşümü hissederken ne düşünmüştü ki ?... Ya içinden canlı bir varlık çıktığında ?... Oysa dünya çok kötüydü kimilerine göre!... Öylesine çirkef, öylesine rezil bir dünyaydı ki bu; çocuk doğurmak ancak sorumsuz insanların harcıydı... Oysa gökyüzü yine maviydi, denizler yine
KAOS GL 58 / 12
coşkun, aşk yine vazgeçilmez... Kadın doğurmadan önce düşünmeliydi çocuğunun bu dünyaya gelmek isteyip-istemeyeceğini... Düşünmeliydi para kazanmak için gece-gündüz çalışmak ve bir dolu yolsuzlukla uğraşmak gerektiğini... Acı çekeceğini, “beni niye doğurdun ki” diyeceğini, ona lanetler estireceğini, mutsuz olacağını... Oysa içiçeydi dünyada mutlulukla-mutsuzluk, acıyla-sevinç, hüzünle-umut... Terazinin sadece bir kesesine olumsuzlukları doldurup bırakılırsa hayat anlamsızlıktan ibaret olurdu tabii ki!... Kurumlaşmış ilişkilerden dolayı sevmedim ben annemi... Milyarlarca kadın içinde tesadüfen onun rahmine düştüğüm için sevmedim. Bana terazinin öbür ucunu da doldurup yaşama şansı verdiği içindi ilk sevgilime olan sevgim!.... Kendi olanaksızlıklarından olanaklar yaratma çabasıydı emeğe saygımın ilk adımı!... Onu rededişlerime rağmen gözlerindeki o hiç eksilmeyen şefkatti insanlığımın aşka inanmışlığı... İlk kavgamdı, ilk nefretimdi, ilk kırgınlığımdı... Ama ilk kadınım, ilk kadınlığımdı annem!... Kolay değildir tek kişilik dünyamızdan bir dünya yaratmak ve sarmalamak o dünyayı tüm umudumuzla... Kolay değildir böyle bir dünyada kurabilmek umudu, kolay değildir gökyüzünün mavi, bahçedeki gülün sarı olduğunu... Öylesine indirdik ki kötülükleri dünyamıza evimizin içi bile kapkara şimdi... Karanlık ezerken benliğimizi kolay değildir dilimize bir türkü takıp güneşe bakabilmek!.... Hele hele sevmeyi unuttuğumuz dünyamızda inandıklarımızı bulup bunu bir başka bilince vermek çok daha zordur dostlar!... Hakveriyorum böyle bir karanlığa yeni bir canlı getirmek istemeyenlere!... Ama inandığım pek çok şey arasında hâlâ varlığını koruyan bir şey var ki; o da, düşe-kalka ilerlediğim çamurlu yollarda öğrendiğim yaşama savaşının, insan olma çabasının yarınlara daha umutlu bakabilme gücümü varladığıdır... Gökyüzünün mavisini, aşkın sıcaklığını görebilmesi için kendimi ikilemek mutluluğunu yaşamak ve yüreğimi gözlerime taşıyıp başka bir beyine (hem de yeni oluşmaya çabalayan) sunmak ve tüm yanılgıların inadına ona özgürlüğü iliştirmek -bana rağmen- güzel olsa gerek!...
Sonunda aşkı da öldürdük. Hayırlı uğurlu olsun. Zaten ilkel bir duyguydu. Bakışmalar, gülümsemeler, uzun uzun konuşmalar... Bunların hepsi aşkın bize getirdiği zorunluluklardı, birer vakit kaybıydı. Tüm isteği bir parça et, bir gecelik dokunmalar olan bizler için ağır geliyordu açıkçası. Kendimizi sevmeye anca fırsat bulabiliyorken başka birini sevmekle uğraşmak, onun gözlerine bakmak zorunda olmak... Şimdi düşününce iyi ki öldürdük şu aşkı diyorum. Nasıl mı öldü? Hemen anlatayım. Dün gece şu her zaman gittiğimiz gay barda öldürdük. Birkaç arkadaş bi araya geldik, yüklendik biraz. Zor olmadı. Zaten pek halsiz ve güçsüzdü. Çok yıpranmış görünüyordu. Tanıyamadık bile ilkönce. Arkadaşlardan yaşlı bir tanesi farketti. "Aaa, şu Aşk değil mi? Ne kadar değişmiş, çökmüş!" Birileri itiraz etti "hadi canım, aşkın bu et pazarında ne işi var!" Ama gelmişti işte, kimbilir neden düştü yolu. Kimse söylemedi mi acaba orasının onun için tehlikeli bir yer, bu insanların aşk şarkıları eşliğinde sallanmalarının sadece birer aldatmaca olduğunu. Neyse, zavallı Aşk eline tutuşturulmuş bir duble votka portakalla köşeye sinmişti. "Zavallı" diyorum, ben bile acımıştım. Galiba son bir umutla bu mekanın kapısından girmişti ve etrafta kendine ihtiyacı olan birilerini arıyordu. O da belki "gaylerin çok duyarlı ve duygusal insanlar olduğu" masalına inanıp gelmişti. Evet, ben de kanmıştım bir zamanlar. Ben de o mekana o yüzden gelmiştim ilk. Bizim gözlerimizde korkuyla karışık parıltılar vardı. Sonunda aşkı bulmuştuk ve bizi sonsuza kadar rahat bırakmasını garantileyebilirdik. Eşcinsel tarihe isimlerimiz kahraman olarak yazılacaktı. Heyecanlanmıştık. İşte aşkı köşeye kıstırıp öldürmeyi başaran adamlar! Nasıl yaptınız? Zor oldu mu? Acı var mıydı? Muhtemelen bir iki eski kafalı romantik çıkıp yaptığımızın ne kadar kötü birşey olduğunu söyleyecek ve ufak tefek protesto gösterileri olacak. Amaaan, sanki umurumuzdaydı. Ağır adımlarla yaklaştık Aşk`a. İlk başta biraz ürkektik, acaba hala bizi etkileyebilir mi düşüncesiyle temkinli yaklaşıyorduk. Tehlike olmadığını anlayınca tüm hainliğimizle çevresini sardık ve onu bıçaklarcasına süzdük baştan aşağıya. Kafasını kaldırıp bize bakamıyordu. Önce ben başladım: - Biliyor musun, dün gece adını bile bilmediğim bir adamla yattım, saatlerce çılgınlar gibi seviştik ama tek bir kelime etmedik, sabah da yine yüzlerimize bile bakmadan ayrıldık. Ha ha ha!
Bir başkası atıldı: - Hey, sayın Aşk, ben bu bardakilerin yarısıyla Uğur ALPER yattım ama çoğuna selam bile vermiyorum, İstanbul isimlerini ise sadece mastürbasyon yaparken hatırlıyorum. Biri elindeki sigarayı Aşk`a doğru sallayıp yüzüne dumanı üfledikten sonra: - Senin yüzünden birine aşık olmuştum, deli gibi seviyordum... Ne demekse! Sonra bir gün burayı keşfettim, arkasından parkları, ucuz şarap ve dışkı kokan arka sokakları. Buraları daha çok sevdim. Seks uyuşturucu gibi birşey, anlıyor musun? En ucuzu da burda. Bak şöyle bir etrafına, tek amaç etrafında toplanmış bir sürü erkek. Bu güdü o kadar güçlü ki! Başka ne böyle büyük bir birlik yaratabilir? Zavallı Aşk bunları duydukça sindiği köşesine daha da bir saklanıyor, ezilip büzülüyordu. Gözlerindeki yaşlara aldırmadan hunharca devam ediyorduk, bundan da büyük bir zevk alıyorduk: - Hani şu 9 yıl önce birleştirdiğin bir çift vardı, hep övünürdün. Ayrıldılar biliyor musun? Ayrılıklarını da gelip burda kutladılar ve ikisi de ayrı insanların evine gitti gecenin sonunda. Biz de onların bu alternatif gerdek gecelerini kutlayıp sabaha dek eğlendik. - Duyduğuma göre seni hayal kırıklığına uğratan sadece gayler değilmiş ha! Heterolar da evlilik kurumunu kaldırıyorlarmış artık işlevini yitirdi diye. Zaten evliliğin aşkla ne alakası var diye hep merak etmişimdir. Ama sen buna da üzülmüşündür. Adın artık sadece don markası olarak kalacak! Aşk bunları duydukça sarsılmaya, titremeye başladı. Elindeki votka portakal bardağı yere düştü. Kahkahalar arasında hıçkırıkları duyulmuyordu. Bizse çok ama çok eğleniyorduk. Arada da mekanımıza yeni düşenleri kesmeyi ihmal etmiyorduk. O büyük Aşk gözlerimizin önünde küçüldü, küçüldü ve neredeyse kayboldu. Biri nabzına bakıp galiba öldü dedi. Biz de zafer çığlıklarıyla kadehlerimizi tokuşturduk ve kahkahalar attık. Makyajlarımızı tazeledikten sonra da kendimizi tekrar müziğin ritmine bıraktık ve "Aşkın Kanunu" isimli güzide şarkıyı hep bir ağızdan söyledik. O gece Aşk`ın Taksim Hastanesi`nin acil servisine kaldırıldığı gibi bir söylenti var. Bir hayırsever kaldırıp götürmüş olsa gerek. Ama bence öldü, kesin hastanenin morgundadır. Eğer kazara ölmemişse ve bir yerlerde görürseniz en kısa zamanda bizim bara tekrar gelmesini söyleyin lütfen. Ama yok canım, biz öldürdük onu...
KAOS GL 58 / 13
Serkan EGE Onunla ilk tanışmamız gay arkadaşımın; birisiyle gitmek için başından savmak isteğiyle getirip İstanbul koliye benimle tanıştırması ve çekip gitmesiyle olmuştu. O ilk geceden aklımda kalan ise saatlerce konuşmamız ve gece yatmadan önce aklımda kalan bembeyaz dişler idi. (Bu yatma onun ile değil, gece evde yalnız uykuya dalmadan önce). Sonraki haftalar ise etkisine yavaş yavaş girdim. (Meraközleme-hasret zinciri). Çıkmaya başlamamız ise üç ayı bulmuştu. Güzel bir ilişkiydi, eli ise bugün dahi yakar. İlişkilerde süreklilerde: Sevgi mutlaka vardır. Ancak illa ki bir taraf daha fazla sever. O ilişkide ben şanslıydım. Az seven bendim. İstediğimi söyler, yapardım. Nasıl olsa terk edemezdi. Çeker giderdim. Nasıl olsa arardı. Nasıl olsa aradığımda, buluşalım dediğimde itiraz edemezdi. Vicdanen rahattım çünkü; şanslı olduğum veya olmadığım ilişkilerimde de karşımdakine farklı davranmazdım. Çok içten kopup gelen sevgi sözcüklerine ise yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Sürekli ilişki, aşksevgi arıyorsan ve Taksim'de arıyorsan akıllara zarar sabır göstermek zorundasın. Benim özelliklerimden biri ise bulmaya harcadığım enerjinin aynısını kurtulmaya çalışmak için de harcamam. İlk yatışımızın ertesi günüydü. Ben yine içiyordum, o ise sanki içeri girene çıkana fazla bakıyordu. Bakma dedikçe, bakmıyorum, diyordu ve ben içiyordum. Sohbetin geldiği yer ise geçmişte yaptıklarımızdı. O hatayı hep yaparım ve hâlâ da yaparım. Yeni sevgililerinize, eski sevgililerinize yaptıklarınızı anlatmayın, karşınızdaki hem sizin ne mal olduğunuzu anlayacak, hem de başına gelecekleri tahmin edecektir. (kendine pay biçmek). Anlattıkları o güne kadar anlattığı şeyler değildi. Otostoplar, çarklar, similyalar, süpetler, koliler vb. Oğlum … Boku yedin sen, bir orospuyu sevmişsin, dedim. Aklıma AIDS geldi. İçtim. Aklıma mikrop kapmış olabileceğim geldi, tepem attı. Kendimi; evinde namuslu oturan kocasını bekleyen, koca ki; pavyonlardan çıkmayan ve gelip karısına bulaştıran kederli çilekeş kadına benzetiyordum. Döndüm, yüzüne; ulan şerefsiz insan sevdiğini düşünmez mi, sende kesin AİDS vardır, bana da bulaştırmışsındır, dedim. Dondu kaldı. (İyi oldu, sağa sola bakar mısın; intikam!). Senin böyle orospu olduğunu bilseydim, elimi dahi sürmezdim, dedim. Sen de istedin, dedi. (Vay kaltak). Bilseydim yatmazdım, iyi pazarladın kendini, ama haksızlık bu, ben senin yaşadığın seksin onda birini yaşamadım ve daha başlangıçta yaşayacaklarımı
KAOS GL 58 / 14
yok ettin, hem de sorumsuzca, vurdumduymaz, şuursuzca, basit yaşadığın pislik bir hayatın mikrobunu bana bulaştırarak. Bir de aşıksın, öyle mi, dedim. Kes be, senden bana bulaşmadığını ne bileyim, dedi. Ben senin gibi adi değilim, üç kere test yaptırdım, sen kaç kere yaptırdın, dedim. Cevap veremedi. İçtim, içti. Konuşmadık. Kalktı, beni dolmuşlara kadar uğurla, dedi. Uğurladım, kuru bir iyi akşamlar, dedi. Bindi ve gitti. Test filan yaptırmamıştım, yalandı. Maksat yanımdayken sağa sola bakmasının intikamını almaktı. Ohhhh, almıştım. Bitmezdi. Hâlâ seviyordum, ben bitiremezdim. O ise eşşekler gibi seviyordu. Aklıma bile takmadım. Eve gidip yattım, mışıl mışıl uyudum. Ertesi gün telefonunu bekledim. Tam kötü şeyler aklıma gelmeye başladığı sırada aradı. Nasılsın, iyi misin, iyiyim, sen? Ne yaptın bugün… filan derken; hastaneden geldim, dedi. Hayrola, dedim. Test için kan verdim, dedi. Ne testi, dedim. AİDS, dedi. Akşam için randevulaştık, kapattı. Kapattı ve benim hayatımın en kötü 3 gününü başlattı. AIDS'e çok duyarsız biri değildim ama demek ki hâlâ bana bulaşmaz rahatlığına sahipmişim. Akşam buluştuğumuzda; aptal, tut ki AIDS'lisin. Ne faydası var, bilip bilmemenin, ömrünün son beş yılını ızdırapla yaşayacaksın, daha kötü, dedim. (o yıllarda bu üçlü ilaç tedavisi yoktu). Seninle yaşamadıktan sonra hiçbir önemi yok. O testi yaptırmazsam beni bırakırsın, bırakmazsan bile elimi bile tutmazsın, dedi. (Aklıma geldi; ben araba kullanırken hiç tedirgin olmayan tek insandı. Dayama gaz TEM'de giderdim. Boğazda virajlara kısaltarak girerdim. Sormuştum, niye hiçbir şey demiyorsun, cevabı; keşke kaza yapsak, senin ile ölsem, idi. Ve sürekli sorardı, bu kadar mı gidiyor bu külüstür? 170 veya 180'dir o anda hızımız. Bazen düşünüyorum da, hayatıma çok güzel insanlar girdi. AIDS Savaşım Derneği'ne de gitmiş. Bültenler falan almış. Onları verdi. Akşam, gece okudum. Cahil olduğumu anladım ve kesin AIDS'tim ben. Benim için ne zaman öleceği tarihi bile öğrenmekten korkmayan bir insana haksızlık yapmıştım. Benim de test yaptırmam gerekirdi. Ama cesaret… Ertesi gün gidecektim Çapa'ya. O, sonuçları iki gün sonra alacaktı, ben de bir gün sonra. (Yıl 1996). Okudukça öğreniyordum. Onda çıkarsa, bende kesin çıkardı. 3 ay ile 2 yıl sürebilen bir zaman riski vardı. Yaptıkları test AIDS virüsüne karşı vücudun ürettiği karşı koyma belirtileri idi.
Bunu da antikor arayarak yapıyorlardı. Antikorların oluşması ise 3 aydan 2 yıla kadar uzuyordu ama genelde AIDS virüsüne karşı oluşan antikorlar üç ayda kanda görülüyordu. Olayın teknik kısmını yazmıyorum. Bu bilgileri bulabilirsiniz. Memur olduğum için asıl ismimi veremezdim. Bırakmayabilirlerdi. Başka bir isim bulmalıydım. Kimlik isterlerse, basıp kaçacaktım. Memurum diye korkuyordum. Kuruma bildirseler, rezil olurdum. İşten çıkarırlardı. Eve ne diyecektim? Böyle boktan bir durum; ölsen bir türlü, yaşasan bir türlü. İbne hastalığıydı. Kime ne anlatacaksın. Çok kötü bir psikoloji. Hepsini yazsam çok sürecek. Yazmasam belki birilerine ders olur. (Taksim'de kimse korunmuyor diyebilirim. Ben rastlamadım. Turistler ile yatan jigololar hariç). Ama kesin olan bir şey, bunları yaşamaya değmez. Broşürü okuyup, yattığım insanları düşününce, artık AIDS olduğuma inanmıştım. Kâbustu bu ve uyanma şansım yoktu. Ne aptaldım ben. Prezervatif hoşuma gitmiyor diye kullanmamıştım ve şimdi onu kullanmamak veya kullanmak gibi bir şansım bile yoktu. Sahte adımı söyledim, kimlik istemediler, HIV yazdılar bir kağıda. Çok az bir para verdim, şimdinin 2 milyonu filan, kan vermek için içeri girdim. Bir kız, bir erkek vardı. Masanın üstünde en az yüz tane içine kan alınmış tüpler vardı. Kız benim kağıdıma baktı ve enjektörü, kağıdı fırlattı attı. Çocuk ne oldu, dedi, kağıda baktı. Kıza, eldivenlerini yine almadın değil mi, bunu ben alıyorum, bir daha almam bak, dedi. Durumun vahameti nasıl da ortada. O saate kadar en az yüz kişinin tahlili için kan almışlardı eldiven kullanmadan ve bir tane HIV testi için panik yapıyorlardı. Ve ben daha HIV + bile değildim. Kaldı ki AIDS olmuş olsam neler yapacaklardı. Sonuçlar iki gün sonra idi. O iki gün emin olun uyuyamadım. Gözümde ne aşk, ne sevgi, hiçbir şey yoktu. O bültenlerde AIDS'li bir hastanın anıları vardı. Üstünden 3 yıl geçti, hâlâ unutamıyorum. "Deniz eskisinden güzel gözüküyor."
bana bulaşmış olur, dedi. Yanınızda mutlaka taşıyın, dedi. Bunlar kulağıma küpe oldu, oldu ama test sonucu ne olacak? Son pişmanlık fayda etmiyordu. Kesin bulaştığını biliyordum. 93'ün sonu, 94'ün başı olabilir. Değirmen'e takıldığım yıllardı. Gecenin bir vakti (Orası 01:30'da kapanır), bir genç çocuk girmişti içeri, elinde AIDS'ten korunma yollarını anlatan broşürler vardı. Onları masalara bırakıyordu. Ve ben, biz onun arkasından gülüyor, dalga geçiyorduk. Ben ne eşektim. O bizim kurtarıcımızdı ve ben dalga geçmiştim. Elini öpmemiz gerekenlerin kıymetini bilememiştim. Önce sevgilim aldı test sonucunu; temizdi. Ertesi gün beraber gittik benimkini almaya. Üç günlük uykusuzluk, heyecan… Sahte ismim ile istedim sonucu. Kağıda bakamadım. Sevgilime uzattım, bak, dedim. Ben bakamıyorum. Aldı, okudu. Yüzüne baktım, yüzünün rengi kireç gibi oldu, suratı asıldı.
AIDS Savaşım Derneği'ne gittik. Doktorun adını hatırlayamıyorum (Cumhur gibi bir şey), oturdu, bizimle sigara içti, konuştuk. Çok akıllı zannediyordum kendimi, o doktora da minnet borcum var. Ona, AIDS'li olduğumu öğrensem bana ne faydası var, diye sorum. Kimseye bulaştırmayacaksın ve ayrıca yeni bir virüs almayacaksın. Nasıl olsa bulaştı, farketmez dersen ve yeni bir virüs alırsan vücudun o virüs ile de uyum zorluğu çekecek, kalan ömrün iyice kısalacak, dedi. Korunursan, herkes AIDS olduğunda sen ölmemeye değil, bulaşmamasına çalışacaksın, dedi. Tek eşlilik çözüm, dedim. Ben evliyim, ama karımla prezervatifsiz yatmıyorum, dedi. O beni kandırabilir veya ben arabama bir kadın alıp yatıp, sonra pişman olabilirim, ama virüs
KAOS GL 58 / 15
YENER M.Ö. 3000-2000 yılları arasındaki döneme değin İstanbul inen eşcinsellikle ilgili en eski yazılı belgeler eski Mısır, Sümer ve Hitit uygarlıklarından kalmadır. Bazı Sümer tapınaklarında tanrı kültün hizmetine verilmiş kutsal fahişelerin yanı sıra eşcinsel fahişeler vardı.
Eşcinsellik konusunda özel bir önemi olan iki eski Doğu halkı vardır: Hititler ve Yahudiler. M.Ö. 1400’lerden kalma bir Hitit yasa derlemesinde erkekler arasında evliliğe izin veren bir madde belirlenmiştir. Yahudiler ise eşcinselliğe karşı yürüttükleri şiddetli mücadeleyle tanınırlar. Batı uygarlığının eşcinselliği mahkum etmesinin temelinde önce Museviliğin, daha sonra Hıristiyanlığın ölümsüzleştirdiği bu mücadele yatmaktadır. Akdeniz uygarlığında eşcinselliğin göreli olarak daha serbest olduğu, sosyal açıdan kabul gördüğü, hatta bazı boyutlarıyla yüceltildiği bir ülke de
Yunanistan’dı. Burada pederastik (erkeklerle genç erkekler arasındaki) ve lezbiyen aşklar gelişip serpilmiş, edebi, sanatsal ve hatta felsefi saygınlık kazanmıştı. Eski Yunan sanatının büyük bölümünde eşcinsellik bir esin kaynağıydı. Çıplak erkek figürleriyle başlayan bu akım M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda heykel sanatıyla yüceltildi. Ve bir daha eşine ulaşılamayan bir yoğunluğa vardı. Eski Yunan şiirinde de eşcinselliğe dayanan esinin büyük yeri vardı. Eşcinsellik Yunan mitolojisinde de çok önemli bir yere sahipti. En önemli eşcinseller Tanrı Apollon ile, Hermes ve Aphrodite’nin oğlu Hermaphroditos’dur. Eşcinsel imgelerle dolu olan Salmakis efsanesinin en büyük kahramanı da Hermaphroditos’dur. Roma uygarlığının Cumhuriyet döneminde eşcinsel ilişkiler sert bir baskıyla karşılaşıyordu. Ama bu baskı yalnızca bir Roma yurttaşı söz konusu olduğunda uygulanıyor, eşcinsellik bütünüyle yadsınmıyordu. Çin’in bütün eski tarihi boyunca, özellikle Han hanedanı döneminde (M.Ö. 220-206) eşcinsellik tipik bir olguydu. Bu olgunun aynısını Göktürklerde de görüyoruz. Fakat biraz farklı olarak Göktürklerde, her savaştan önce askerlerin tümünün eşcinsel ilişkiye girmesi sağlanıyordu. Çünkü eşcinsel ilişki sırasında erkeğin gücünün askere geçeceğine yani bir askerin iki erkek gücüne sahip olacağına ve dolayısıyla düşmana karşı daha güçlü olacaklarına inanıyorlardı. Ortaçağ Arap uygarlığında erkekler arasında eşcinsel ilişkilerden esinlenen olağanüstü bir şiir geleneğinin geliştiğini görmekteyiz. Bu konuya ilişkin birçok anekdot vardır. Binbirgece Masalları okunduğunda, Arap toplumunda eşcinselliğin konumuna ilişkin bir düşünce edinilebilir. Arap ülkelerinde erkekler arasında eşcinselliğe ait gelenekler günümüze değin sürmüştür. Hıristiyanlığın eşcinselliği yasaklamasına karşın, Batı ülkelerinde de ortaçağ boyunca eşcinsel ilişkilerin, çok yaygın olmamakla birlikte, sürdüğü anlaşılmaktadır. Papa ve kardinallerin yasakları, mahkeme kararları ve infazlar bu yasak aşkın her şeye karşın varlığını sürdürdüğünü kanıtlamaktadır. Rönesans 15. ve 16. yüzyıllarda eşcinselliğin Eski Yunanistan’ı anımsatan bir biçimde canlanmasını getirdi. Rönesans Avrupası’nda eşcinsel olan ya da bu eğilimi heteroseksüel ilişkiyle birlikte sürdüren pek çok ünlü kişi vardı. Aynı durumun günümüz için yani modern çağ için de geçerli olduğu söylenebilir.
KAOS GL 58 / 16
19. yy.da eşcinsel haklarını savunan pek az hareket vardı. 1897'de eşcinseller Berlin'de Bilimsel Yardımlaşma Komitesi adlı bir birlik kurdular. Komite eşcinsellere eşit haklar verilmesini savunan yayınlar yaptı ve toplantılar düzenledi. Almanya, Hollanda ve Avusturya'da yasaların değiştirilmesi için kampanya yürüten komitenin, 1922'de 25 dolayında şubesi vardı. Komitenin kurucusu Magnus Hirschfeld, 1921-35 arasında bir dizi uluslararası kongre düzenleyen Dünya Cinsel Reform Birliği'nin etkinliklerine de destek sağladı. Hitler'in 1933'te iktidara gelmesiyle birlikte Alman eşcinsel hareketi sona erdi. Eşcinsellerin, hakları için eyleme geçtiği ilk ülkeler arasında İngiltere de vardı. 1914'te Edward Carpenter ve Hevelock Ellis, propaganda ve eğitim amacıyla İngiliz Cinsel Psikolojisi Araştırmaları Derneği'ni kurdular. 1966'da Amsterdam'da kurulan ve kısa zamanda eşcinsel eylemciliğinin önemli merkezlerinden biri durumuna gelen Kültür ve Dinlenme Merkezi (COC) Avrupa'da hâlâ etkinliğini sürdüren önemli eşcinsel örgütleri arasındadır. ABD'de erkek eşcinsellerin ilk önemli örgütü 195051 yıllarında Los Angeles'ta Henry Hay ve dört arkadaşı tarafından kurulan Mattachine Derneği idi. Daha sonra pek çok kentte şubeler açan dernek, adını ortaçağda, maskeli oyuncuların yer aldığı bir Fransız kumpanyasından, Mattachine topluluğundan alıyordu. Hay ve arkadaşları bu adı kullanarak eşcinsellerin toplum içinde eğilimlerini "maskelemek" zorunda kaldığını vurguluyorlardı. 1955'te San Fransisko'da kurulan ve adını Pierre Louys'nin eski Yunan şair Sappho'yu çağrıştıran Chansos de Bilitis'inden (1894 Bilitis'in Şarkıları)ndan alan Bilitis'in Kızları ABD'nin ilk önemli lezbiyen örgütüdür. Militan eşcinsel eylemciliğinin başlangıcı için kesin bir tarih verilebilir. 28 Haziran 1969'da Greenwich Vilage'deki Cristopher Sokağında bulunan ve eşcinsellerin gittiği Stonewall Inn adlı bar New York kenti polisi tarafından basıldı. Barda bulunan 200 kadar eşcinsel, eskiden olduğu gibi durumu kabullenmek yerine ellerine geçirdiklerini fırlatarak polise direndiler. Kırkbeş dakika süren direniş sonraki gecelerde yinelendi. Bu olayı çeşitli protesto toplantıları izledi. Eşcinsel özgürlüğünü savunan örgütlerin sayısı özellikle 1970 ve 1980'lerde hızlı bir şekilde artış gösterdi. ABD'deki kentlerin yanısıra başka ülkelerdeki pek çok kentte de her yıl Haziran ayının sonlarında
kutlanan Eşcinseller Gurur Haftası'nda "Stonewall" DENİZ ya da Christopher Sokağı olayları anılır. Oscar İstanbul Wilde'ın adını söylemeye cesaret edemeyen aşk olarak tanımladığı eşcinsellik 20. yy. sonlarına doğru açık biçimde dile getirilmeye başlamıştır. Eşcinsel hareketlerin etkisi ve siyasal baskı uygulayabilme gücü ülkelere göre farklılık gösterir. Örneğin erkekliğin abartılı biçimde vurgulandığı toplumlarda erkek eşcinselliğine yönelik baskı ve engellemeler daha yoğun olduğundan bu hareketler cılız kalmakta ya da hiç ortaya çıkamamaktadır. Toplumsal ortamın, farklı yaşam biçimlerinin bir arada gelişmesine elverişli olduğu, bireyler üzerinde merkezi denetimin zayıfladığı toplumlarda ise eşcinsel hareket belli bir güce erişmiş ve çeşitli kazanımlar sağlanmıştır. Örneğin ABD'nin Illinois eyaleti 1961'de yetişkinler arasında birbirinin rızasıyla girilen eşcinsel ilişkileri yasaklayan yasaları kaldırmış ve onu bazı başka eyaletler yarış edercesine izlemişlerdir. İngiltere'de de benzer bir yasa 1967'de kaldırılmıştır. Eşcinsellerin işe alınması konusunda ise özellikle öğretmenlik ya da dışişleri gibi "duyarlı" alanlarda eşcinsellerin kötü örnek olacakları ya da kendilerine şantaj yapılabileceği gibi gerekçeler öne sürüldüğü için, ayrımcı uygulamaların kaldırılması yönünde fazla bir ilerleme sağlanamamıştır. Avrupa ülkelerinin bazılarında yasalarda eşcinsellikten söz edilmez ya da eşcinsellik suç kapsamına alınmaz. Bununla birlikte yazılı yasalar ile fiili yasal durum arasında çelişkiler görülmektedir. Ayrıca Norveç'te eşcinsellere karşı cinsel ayrımcılığı yasaklayan bir yasa çıkarılmıştır. Türkiye'de eşcinseller 1980'lerin sonlarında eşitlik istekleriyle örgütlenmeye başlamıştır. Eşcinsellerin uluslararası simgesi pembe üçgendir. Diğer simgeler arasında Yunan alfabesinden alınma Lambda (λ) harfi de bulunmaktadır.
KAOS GL 58 / 17
Okulda arkadaşlarıma anlatırken, bir muhabirle röportaj yaparken toplumun hangi kesiminden olursa olsun, bir heteroseksüel kişiyle eşcinsellik üzerine söyleşirken hepsinin son sözleri: “Ne diyeyim, işiniz çok zor” olmuştur.
almasını sağlayacaktır. Diğer bir deyişle, COŞKUN eşcinsellerin özgürleşmesi heteroseksüellerin de İstanbul özgürleşmesini sağlayacaktır. Bunun dışında eşcinsellik, acil aşı bekleyen, tedavi gerektiren, insanları tüketen bir hastalık değildir.
Onlarla konuşurken bazı sorularını cevaplamış oluyorum belki ama, o soruların yerine pek çok yeni soru işaretleri oluşuyor kafalarında, besbelli.
Belki de eşcinselliğin, içinden çıkılmaz bir kaos olduğunu biz anlatıyoruz karşımızdakine.
Zaten kendi cinselliğini sorgulamamış, cinsel kavramlar üzerine hiç kafa yormamış, belki de kendi cinselliğini dahi özgürce yaşayamayan bu kişilerden ayaküstü, eşcinselliği anlayabilmelerini beklemek fazlaca iyimserlik oluyor. Sohbet sırasında iyice kafası karışan bu sayın heteroseksüel arkadaşım da, sohbet sonunda nasıl bir yorum getireceğini bilemiyor ve sadece “işiniz çok zor” diyerek, “işte, ne diyeyim, Allah kurtarsın” gibilerinden bir yorumla durumu idare etmeye çalışıyor. Ben ise, bütün bu kendimi anlatabilme gayretlerimin sonucunda zaten bitkin düşmüşken, bir de “ömürboyu hapis olmuş” mahkumlara yapılan türden bir teselli tam bir soğuk duş etkisi yapıyor üzerimde. O insanların, bu teselliyi iyi niyetleriyle yapıyor olmaları ise durumu daha da vahimleştiriyor. Düşünüyorum da; tercih etmemelerine rağmen, sadece, “bakireliğini koruyabilmek” için, gençlik ateşini anal ilişkilerle söndürmek zorunda olan genç kızların hatta, mastürbasyon yaparken kazayla bakireliğini kaybeden ve bu nedenle intihara kalkışan kızların, 25 yaşlarında henüz eline karşıcins eli değmemiş, flört olayını beyaz perdeden seyretmekle yetinen, üniversiteli gençlerin, kırsal kesimde ise ilk tecrübelerini keçilerle, atlarla ve eşeklerle paylaşan delikanlıların, görücü usulü ile evlendiği kişiden ne çıkacağını gerdek gecesine değin öğrenemeyen ve o gece tanıştığı “o nesne”ye bir ömür boyu katlanmak zorunda kalan, ve yıllarca manukyan’ı vergi rekortmeni yapan heteroseksüel insanlarımızın durumları çok mu kolay bu ülkede acaba? İşsizlik, enflasyon gibi ekonomik problemler, kent sorunları, insan hakları ihlalleri ve demokrasinin eksikliği aynı toplumda yaşayan her insanı etkileyen, cinsel kimliğe endeksli olmayan sorunlardır. Eğer biz bazı problemleri bazen daha derinlemesine hissediyorsak bu bizim zaafiyetimiz değil, toplumdaki bazı insanlar gibi başımızı kuma sokmak istemeyişimizdendir. İsteklerimiz insan hakları kapsamındadır ve toplumdaki bazı yoz tabuların yıkılması sadece eşcinsellerin değil, aynı zamanda heteroseksüellerin de rahat nefes
Eşcinselliğin hep negatif yanlarını dile getirmemiz; renginden dolayı aşağılandığı konusunda kendini şartlandırmış olan bir zencinin bitmeyen müzmin şikayetçiliğini çağrıştırmıyor mu? Belki de iç dünyamızdaki bitmemiş çatışmaların dışa yansımasıdır bu. Oysa eşcinsellik güzelliktir. Kişini kendini inkar etmemesi, kendini sevmesidir. Dünyaya alternatif bakıştır. Kemikleşmiş, şartlandırılmış heteroseksüel düzene bireysel bir başkaldırıdır. Kötü olan nefrettir, ayrımcılıktır. Sevgi hangi insana yönelik olursa olsun, kutsaldır. İnsanlara eşcinselliğin zengin ruh halini, dizginlenemez heyecanlarını ve zaman zaman bir volkan gibi patlayan sevinçlerini de anlatabilmeliyiz. Dünyada hiçbirşey tam ak veya tam kara değildir. Eşcinselliğin kendine özgü problemleri tabi ki olacak fakat eşcinsellik bir eşya değil ve zorlukları varmış, yani defoluymuş diyerek gidip bunu değiştiremeyeceğimize göre, “Eşcinsellik zordur” demenin de pratikte hiçbir faydası yok. Bu durumda yapmamız gereken mevcut kimliğimizle, mutluluğa ulaşmada çok gerekli olan azmimizi, moralimizi ve özgüvenimizi sarsacak söylemlerden kaçınmaktır. Sadece problemlere takılıp kalmak, ve pembe üçgenin ışıltısını görmemek büyük bir kayıptır. O pembe ışıltı kaynağını kalplerimizden almaktadır. Kendimizle barışıklığımız arttıkça kendimizi daha çok sevdikçe ve nihayet “teşekkürler anne!” diyebildikçe, o pembe rengin ışıltısı heteroseksitlerin bağnaz baskılarını kıracaktır. Bu biraz bilinçlenmek ve biraz özgüvenle çok da zor olmayacaktır.
KAOS GL 58 / 19
*
"O iblisler uçucu maddelerine karşın erkeklerle birleşebilirler, çünkü cennetten indiklerinde hava kadar somuttular." Haham Hiya (Zohar, "Bereshith," 1.54a-57b; "Leviticus," 5.76b-77a)
Şarmut A. İKARUS 1. "Bu gece düşünde beni gör," dedi Lili, Şarmuta'ya. Ankara Şehvet iştahını giderecek erkekleri geceleyin fel fecir
arayan, bulduğunu baştan çıkaran ve onlardan bıktıktan sonra da onları çeşitli insan artıklarına çeviren Sabah Yıldızı da denen Sümer tanrıçası İştar'ın bir sureti olan Lilith'in Gılgamış tarafından reddedildiğini, bunu müteakip İştar'la giriştiği ağız dalaşında İştar'ın albenisine kapılan arkadaşı Enkidu'yu yitirdiğini, Lilith'in Musevi Orta Çağ inanç belleğinde Adem'in ilk karısı olduğunu, kısır olduğundan yeryüzüne ve kalbine gelmiş ilk erkek tarafından reddedilmiş olmayı hazmedemeyince intikam almak üzere tozu dumana kattığını ve Adem'le birleşmesinden de bir iblisler, cinler soyunun doğduğunu bilmiyordu Şarmuta. Şarmuta, düşünde Lili'yi görmek ve kendiyle ilgili bir şeyler daha keşfetmek üzere koydu yastığa başını. Ertesi sabah anımsamayacağı rüyasında Lili Şarmuta'ya şu soruyu sordu: "Şarmuta, bana gördüğün rüyayı anlat." Lili'nin düşünü görür Şarmuta. Kız gibi olduğu için oğlanlar Lili adını takmışlardır ona. On bir yaşındadır, okul yeni tatil olmuştur, amcasının yazlık evinin yakınında yeşil çimenler üzerindedir bütün çocuklar, mendil kapmaca oynamaktadırlar, mendili tutan "emmoğlu" Ereşkigal'dir. Kısaca Ereş derler ona ki o ilk baştan çıkarıcıdır. Ereş, Lili'nin kız oyunları sevdiğini bilmektedir, bu bilgi rüyada bilinç düzeyine kaydolmuş olabilir diye düşünür Lili. Ereş, Lili'nin bu meyli ile dalga geçecektir, mendil kapmak için yarışmak üzere su mavisi gözlü Miko Razon'u seçer Lili'yle mendil önünde eşleşsin diye. Lili, Miko'nun mavi gözlerine dalar, düşer, düşer o mavide… kahkahaları duyar, kendine gelir, Miko mendili çoktan kapıp gitmiştir. Ereş sinirlenir. Lili kızarır. Miko şaşkın bakar. Gece, Lili karşı somyada yatan Ereş'e iyi geceler der ve su mavisi bir düşe yatar. Miko'yu görür düşünde. Önce uzun uzun yüzerler masmavi denizde. Miko öper onu dudaklarından sonra. Uzun uzun öpüşürler, kumlar üzerinde birbirlerine sarılır saatlerce öpüşürler. Öpüşmeyi sevmeyi böyle öğrendiğini yerleştirir dimağına Lili. Miko, zariftir, kibardır onun gibi. Tam aradığı gibidir Miko. Aşkla doludur. Sevecendir üstelik. Lili, tuhaf bir sıcaklık duyar sağ avcunda. Kulağına sinek değmiş gibi yatakta sola döner, duvara doğru, düşüne devam etmek üzere. Pencereden içeri sızan ay ışığının aydınlattığı popo kıvrımlarının Ereş'in yeşil gözlerinden kaçmadığını bilmeden düşüne geri dönmeye çalışır. Az önceki
KAOS GL 58 / 20
tuhaf sıcaklık arkasındadır bu kez. Sırtüstü döner yatakta. Miko ve kumsal neredeydi? Aynı sıcaklığı dudaklarının üstünde hisseder bu kez. Dudaklarının üstüne bastırmaktadır biri, ağzını açmaya çalışmaktadır. Miko böyle yapmaz. Gözleri açılır Lili'nin. Ereş, başucunda dikilmiştir ve penisini de Lili'nin ağzına sokmaya çalışmaktadır. Ay ışığı Ereş'in yeşil gözlerinden Lili'nin gözlerine yansıdığında düşle gerçeği karıştıran Lili, canının yanıyor olmasına şaşırsa da Miko'yu kucaklar alaca aydınlıkta, sabah yıldızını görür, canının yandığını bir tek sabah yıldızı duyar. Miko olamaz bu can yakan ama bu ilk sevişme olmalıdır da. Gece oyununu oynamıştır. Ereş, Lili'nin ilk incubus'u olur. Ama Lili acıyı, varoluşun özünden ayıklanması gereken ve varlığa içkin kötülük kavramıyla özdeş diye kazır belleğine. Acı yok. Bundan böyle aşk olacak, olacaksa acısız olacaktır. Diğer oğlanların "Lili yar, lili yar, balınan şeker misin, Lili, Lili de lili yar," diye alay etmelerine hiç mi kulak asmaz Lili. Ereş ise o gece olanlardan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmayı yeğler. Birbirleri için ilk olduklarını unutmazlar ama Ereş, görünürde erkekleri tercih etmez bir daha ama gece uyurken aynı mekanda uyuyan bir güzel varsa, kız oğlan seçmeden incubus'laşır. Uyuyanın her an uyanıp da onu yakalama olasılığı, yakalasa dahi bile bile teslim olacağı baştan belliymiş çünkü kimse Ereş'in haşmetli erkekliğini bir kez tadmadan edemezmiş. Lili ise Miko'ya aşıktır, onun su mavisi gözlerine, bunu bilmektedir. Bunu bilmek, iyilik gibi, zarafet gibi varlığa içkin olmalıdır, erdemlerin erdemi gibi. Miko'nun doğumgününde en güzel armağanı Lili almıştır. Miko'nun tutkusunu öğrenmiştir daha önce ve ona kendi elleriyle rengarenk bir uçurtma yapmıştır. "Seninle binsek şu uçurtmaya da gözlerin gibi şu mavi deryada kaybolsak," demiştir Lili ama Miko uçurtmanın albenisinden Lili'nin fısıldadıklarını duymamıştır. Böyle başlayan arkadaşlık ortaokul, lise boyunca sürmüş, üniversiteye gelince de Lili, babasının onun için aldığı evi Miko'yla paylaşmaya başlamıştır. Miko'nun ona cinsel arzu duymayışı onu rahatsız etmemektedir. Miko'nun onunla aynı evi, zamanı paylaşıyor olması Lili'ye yetmekte, farkına varmadan da bir ev kadını gibi davranmaktadır. Bu Miko'yu sıkar. Lili'nin geceleyin onun odasına gelip üstünü örtmesinden, banyoya kapıyı vurmadan girmesinden, "sırtını keseliiiiim miii?" diye sesini yaya yaya konuşmasından, her fırsatta ona dokunmasından, kaçta evden çıktığının, kaçta geldiğinin hesabını vermekten, kız arkadaşlarını hor
görmesinden dolayı kendini hep gözaltında hisseder, bunalır. Bedelini ağır ödeyeceğini anladığı anda "ibne misin, nesin?" diye bağırarak kapıyı çarpar, Serdar'ın evine taşınır. Serdar'ın devasa bir küllük kullanacak denli çok sigara içmesine aldırış etmez. Nihayet, iki erkek, bir evi erkekçe paylaşmaktadırlar işte. 2. "Sen de beni gör rüyanda," dedi Şarmuta Lili'ye. Rolleri değiş tokuş ettiklerini, İsa'nın gerçek tanrı ve insan, karşı-İsa'nın ise gerçek şeytan ve insan olduğunu da Lili bilmiyordu. Lili'nin bilmediği bir şey daha vardı. O da, Martin Luther'in SOFRA SOHBETİ (TISCHREDEN, 1566) adlı yapıtında şeytanın incubus ya da succubus şekline girip yaşını başını almış orospularla cinsel arzularını doyurmak için birlikte olabileceğini kabul etmekle birlikte, sadece Tanrının yaratıcı olduğunu varsaydığı için şeytanın çocuk sahibi olamayacağına inandığından, halbuki şeytanın bir cana, bir ruha sahip olmayan bir çocuksu yaratık, bir "massa carnis" doğurtabileceğinden haberi yoktu. Lili de bunları bilmeden koydu yastığına başını o gece. Karabasana dönüşeceğini ertesi sabah uyandığında anlayacağı rüyasında Şarmuta Lili'ye şu soruyu soruyordu ilkin: "Lili, bana gördüğün rüyayı anlat." Şarmuta'nın düşünü görüyordu Lili. Lili, Miko'nun fol yok yumurta yokken dellenip çekip gitmesini hayırsızlık, vefasızlık diye niteler ve "Zaten o benim aşkıma layık değildi," der ama Miko'yu aklından çıkaramayacaktır. Serdar'ı o da tanımaktadır ve bir akşam geçerken uğramış gibi yapar. Serdar ve Miko'nun yanında Şarmuta diye biri vardır. Onunla tanışır. Lili, Serdar'ın oğlanlara ilgi duymadığını bilmektedir, Miko'nun da ondan böyle çabuk kurtulabileceğini sanmaması gerekmektedir. Şarmuta ise çok cana yakındır. Olgun bir erkektir. Üstelik Serdar ile tuhaf bir candostlukları vardır. Şarmuta, Miko'nun kıvırcık saçlarına, traşlı ensesine, küçük poposuna bakmıştır. Bunu farkeden Miko da su mavisi gözlerinin yeşilini yere düşürüp tırnaklarını yemeye başlamıştır. Lili, Şarmuta'nın bakışlarından Miko'nun rahatsız olduğu şeklinde yorumlar olan biteni. Adresler, telefonlar değiş tokuş edilir. Lili, ertesi gün Şarmuta'yı arar: "Şarmuta, dünkü sohbet çok güzeldi, acaba size email yoluyla da ulaşabilir miyim?". Kısa süre mesaj yollarlar birbirlerine. Lili, daha fazla sabredemez. Aşksızlık ve Miko'dan yaşadığı düş kırıklığı yüzünden orospuluğu bile düşünür olmuştur da Şarmuta'yla bir konuşayım da ondan sonra demiştir kendi kendine. Bunları anlatabileceği, içini dökebileceği biridir Şarmuta. Son mesajında, "Size, itiraf edeceklerim var," der. İtiraf ciddi bir iş der Şarmuta, e-mail'le ya da telefonla olacak iş değildir, hele aynı şehirde otururken. Yarın akşam gelsene, der Şarmuta. Pasta alır Lili giderken. Şarap almıştır oysa Şarmuta. Pasta sabaha kalır. Bunu sabahleyin anlar Lili.
Havadan sudan sohbet kısa sürer. Salondaki kanepede ortalarında bir küllük vardır sadece ve sigara, beyaz şarap ve fındık fıstık eşliğinde sohbet koyulaşmaya başlar. Şarmuta tahmin etmektedir ne itiraf edeceğini Lili'nin ama madem itiraf etmeye gelmiştir Lili başlamalıdır konuşmaya. Lili'nin itirafta nazlanmak gibi bir niyeti de yoktur zaten, pat diye söyleyiverir "Ben geyim," diye. "Bana yardım edin, öğütlerinize ihtiyacım var." Şarmuta gülümser, "Kelin ilacı olsa, kendi başına sürerdi," diye karşılık verince de çok gülerler. Gülmekle başlayan dostluk sürer. Gülmekle başlayan sevgi ilişkisi daim olur, aynı şeye gülebilen iki kişi düşman olamaz. Durup durup gülerler kanepedeki itirafa. Lili, başlangıçta Şarmuta'ya cinsel, herhangi cinsel bir ilgi duymadığı halde, giderek onunla beraber olmaktan hoşlandığının farkına varır. Lili, Şarmuta'ya Miko'ya bir zamanlar aşık olduğundan da söz eder. Şarmuta onun tam da aradığı bir can yoldaşı olmuştur. Bir akşam şarabı fazla kaçırırlar, Şarmuta Lili'nin dudaklarına yapışır. Lili bundan çok hoşlanır ama gene de gitmek ister, ama Şarmuta'nın arzulu öpüşlerine teslim olur. İlk sevişmelerinde Şarmuta Lili'ye karşı kibardır, sevecendir. Lili, acısız bir aşkın yolda olduğunu düşünmeye başlar ama sevdiği, sevişmekten de hoşlandığı Şarmuta'ya aşık olmadığının da farkındadır. Şarmuta onun her derdiyle ilgilenmektedir. Üstelik Şarmuta'nın gözleri de yeşile yakın bir eladır. Su mavisi değildir ama olsun, diye düşündüğünü daha sonra kendine itiraf edebilecektir Lili. Bu ilişki bağımlılığa dönüşmeye başlamıştır. Aşk "gibidir" aralarındaki. Şarmuta da ona aşık olmaya başlamış gibi görünmektedir. Lili'nin doğum gününde aldığı pahalı bir koku ile Şarmuta Lili'yi arzuladığını, o bedeni istediğini, o bedeni alırken nasıl bir koku taşımasını istediğini belli etmiştir, bu bardağı taşıran ilk damla olur. Lili, bağlanmaktan korkmaktadır ama kokuyu da sürer. Pahalı kokularıyla çılgınca sevişmeye başlarlar. Lili yataktaki öteki bedene sevgiyle aşkla neler yapabileceği konusunda çok şey öğrenir bu sevişmelerden. Uyumaya karar verirler. Bu kaçıncı
KAOS GL 58 / 21
(*) Kıyamet edebiyatında, ilk dinsel metinlerde Yunan geleneklerinde adları anılan ve cin peri tayfasından kötücül emelli iblisler İncubus ile Succubus karşı cinsten insanları rüya ya da karabasanlarında ele geçirip onlarla sevişir, onları bunaltır, umarsızlık ve dehşet içinde bırakırlarmış. Her ne kadar böylesi "şeytani" mahlukatın cinsiyetsiz oldukları kabul edilse de, "Succubus" terimi 11. yüzyılla birlikte bu ikilinin dişisini nitelemek üzere kullanılagelmiştir. Orta Çağ'da ise, erkek olduğu varsayılan "incubus ile cinsel ilişkiye geçmek şeytanla iştigal etmekle eş anlamlıymış. 18 yüzyıldan bu yana da bu mahlukat daha çok simgesel anlamlar kazanarak kullanılmış.
sevişmemiz ama hâlâ bana girmeye çalışmadı, diye düşünmekten kendini alıkoyar Lili. Gece yarısı üzerinde bir ağırlıkla ve canı yanarak uyanır. Şarmuta, onun donunu indirmiş poposunun kıvrımlarını yalayıp kaba etini ısırmaktadır. Şehvetle ve şarapla sarhoş Şarmuta, Lili'nin endişelerini okumuş gibidir, bir süre her yanını yalayıp ısırdıktan sonra Lili'yi yüzükoyun çevirir ve ona girmeye çalışır. Ses etmez Lili. Şarmuta, "istemiyorsan söyle," der ama Lili onu reddederse Şarmuta'nın kalbi kırılacaktır. Ses etmez çünkü Şarmuta'nın yeşile kaçan ela gözleri vardır. Ses etmez çünkü Şarmuta çok iyi bir insandır. Lili için çok şey yapmıştır. Onların aşkı belki de Gılgamış ile Enkidu arasındaki aşk gibi olacaktır, bunu destanı okuduktan sonra anlayacaktır. Şarmuta önemlidir. Şarmuta bu düşünceyi duyar. Şarmuta da ona acı vermiştir. Lili rüyasında, sevdiği insanların rüyalarını görebilme yeteneğiyle donandığını ve onu incitecek, onun kalbini kıracak kişinin başına bir iş geleceğini öğrenir. İntikam peşindedir diye adı çıkması bundandır, ama aslında o bunu istememiş, bu yetenek ona bahşedilmiştir. Ertesi gün, bir mektupla Şarmuta'ya hayatındaki yeri bildirmeye karar verir Lili. Şarmuta'nın onun canını daha fazla yakma olasılığı vardır ve Lili, "haylaz iblisim benim" diye çağırdığı Şarmuta'nın başına bir felaket gelsin istemez. Şarmuta ile birleşmesi yüzünden bu kötücül yetenekleri doğurduğuna inandığını farketmesi, Şarmuta'yı da yitirdikten sonra düşecektir Lili'nin aklına. Şarmuta'nın da aynı yeteneklerle donandığını bilmiyordu. Rüyanın sonlarıydı, içindeki incubus'un çığlıklarını duydu: "Öyle bir yetenekle donan ki Şarmuta sadece ama sadece sende olduğu için çalsın kapını bedeli bana çektirdiğinin. Sen de benim en sevdiğim yanını yitir Miko, dilerim kapısını çalacağın her kimse aşk için görmesin benim sevdiğimi." Bu ses ürküttü Lili'yi. Bir sigara yaktı. Sigara içmeye böyle başladı. Antiseptiktir, bol bol kabak çekirdeği yiyeceksin, demişti biri Miko'ya. Öyle yaptı Miko. Lili'yi hepten defterden silmiş Miko, Şarmuta'nın ve Serdar'ın rüyalarına yatmadan önce bilemezdi damağında kalacak son tadın acı olacağını, bir kase dolusu kabak çekirdeğini afiyetle çıtırdatıp yuttuktan sonra, tam da yeter bu kadar dediği anda, son kabak çekirdeğinin çoktan kendi kendine çıtlamış ve onu çiğneyip yutmaya hazırlanan ağza ve mideye zehir zıkkım bir acı salacak tek istisna olacağını, bilemezdi. Boğazı yanıyordu uyandığında. "Bu gece düşünde beni gör," diyordu Lili Şarmuta'ya. Şarmuta bu düşü kaç kez görmüştü. Her yeniyetmenin onun bedeninden bir şeyler almasına, bedeninde bir iz bırakmasına alışmıştı. Lili, Şarmuta'yı göze aldığı sürece var olacağını, onun ağusunu abu hayat bellemezse, onun irinini zemzem
KAOS GL 58 / 22
saymazsa aynı karabasanın anti-kahramanı olacağını düşünemezdi. Yeniyetme Lili, ne düş ne de karabasanla öğrenebilirdi. Lili, kendi succubus'unun bedelini ödeyip incubus olana ve yalnızca kendini göze alacak bir başka iblisle yaşamayı göze alabilene değin bedendeki acı tad Miko'nun damağında kalacaktı. Ölümlüleri geceleyin soğurmanın değeri o gecede kalır. Aslolan kendi türünle aşkı gerçekleştirebilmektir, demişti Şarmuta. Ertesi sabah Şarmuta, göğsünün orta yerinde sancıyla ve böcek gibi bızzzt diye öten kapı zilinin sesinin neden birden böylesine yükseldiğini anlayamadan fırladı yatağından. Kapıya gidene kadar dehşetle anladı ki tüm evrene gürültü hakim olmuştu. Kapıyı açtığında karşısında elinde gri bir çarşaf altın dişli gülümsemesi yüz kaslarına zımbalı bir çingene duruyordu. "Çarşafçı geldi hanııı…abi, benim adım İştar, çarşaflarım var, bak şu maviye, sen böyle mavi gördün? Lavantası da yanında hediyemdir ha, yatarsın sevdicaanla üstüne… dalarsın mis gibi düşlere…" "Bağırma be kadın!" Kapıyı çingenenin yüzüne kapatır kapatmaz banyoya koştu Şarmuta. Kulağına bulabildiği kadar pamuk tıkadı, musluktan gürül gürül çağlayanlar gibi akan suyla yüzünü dehşet dolu gözlerini aynada görene dek yıkadı. Gözlerinin gri olduğunu ilk kez görüyor gibi bakıyordu. Lili, o gözlerde mezar gördüğünü söylemişti, aslında gördüğün toplu mezar, diyememişti Şarmuta. Lili, o mezara bu yaşta girmek istemeyecek, su mavisi gözlü yeni bir incubus aramaya karar verecekti, bir gün kendisi bir yeniyetmenin incubus'u olana dek. Telefonun sesini sonuna kadar kıstı Şarmuta. Gene de ortalığı inletiyor gibi çalıyordu allahın cezası. Telefonun öteki ucundaki fısıltı tonlamalarıyla zorla konuşuyor gibiydi. "Merhaba Şarmuta. Ben Miko Razon. Fısıltıyla konuşuyorum gibi gelebilir ama ses tellerime bir şey oldu. Dün gece Lili'yi gördüm rüyamda. Rüyamda seninle sevişmemi izliyordu. Çok kızdı. Ağzını ağzıma dayadı. Soluk soluğa uyandığımda pencereden gördüğüm bir sabah yıldızıydı ve sesim çıkmıyordu. Doktor, bundan böyle hep kısık sesle konuşacağımı söylüyor. Kimse duymuyor sesimi. Yarın gece bize gelsene, ama sen ara Serdar'ı, davet ettir kendini. Onunla dostluğunuza gıpta ediyorum. Beni beğendiğini biliyorum, ben de olgun erkeklerden ve erkek gibi görünen erkeklerden hoşlanıyorum, seni görünce sağ bacağımı sallamaya başlamam bundan. Umarım duyuyorsundur dediklerimi. Serdar yakında yurt dışına gidecek. Yepyeni bir başlangıç yapabiliriz… Alo?… Boşa konuşuyorum, beni duyuyor olamazsın." Bağırma. Çok iyi duyuyorum seni," dedi Şarmuta. "Yarın görüşürüz."
Lise birinci sınıfta işine gönül vermiş bir öğretmenimizle birlikte başladı edebiyat sevdam. Aynı zamanda edebiyat kolunda okuyor olmamız nedeniyle haftalık ders saati sayımız da yüksekti. Müfredatta yer alan herhangi bir ders olmasının ötesinde güzel sanatların bir dalı olarak edebiyatı anlayıp özümsediğimi söyleyebilirim. Çok başarılı yazılar yazamıyor olmam fikir ve eleştirilerimi açıklama hakkıma engel değil diye düşünüyorum. Daha agresif bir savunma yapmak gerekirse iyi yemek yapmasını bilmiyor olmak yapılan yemeğin iyi olup olmadığını anlamaya mani teşkil etmez. Bir nazım biçimi olarak “gazel”den bahseden öğretmenimiz dersin bir yerinde “çocuklar, gazelin en güzel beytine de beytü'l-gazel ya da taç beyti denir” dediğinde sessiz bir homurdanmayla karşıladım bunu. Bir şiirin en güzel dizesi ya da beytine kim, nasıl, neye göre karar verecekti? Edebiyat öğretmenlerinin bir işgüzarlığı olsa gerek diye düşünmekten kendimi alamadım. Öğretim yılı boyunca da hiçbir gazelde beytü'l-gazel bulamadım, bulunanların da beytü'l-gazel olduğunu kabul etmedim. Şiirin en güzel dizesi olamazdı. Ve bir yılı aşkın bir süre sonra, lise ikinci sınıfta Fuzuli’nin bir gazelini işlerken jeton düştü, henüz daha şiir okunmadan kararımı vermiştim. En güzel dize buydu, o şiir ne kadar uzarsa uzasın şair daha güzel bir iki satırı yazamazdı. Zirve tekti, ikincisi olamazdı. Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı. Yalnızlık bu dizelerden daha yalın, daha terennüm edilebilirdi. Gönlümün ateşinden başka benim için yanan bulunmaz, Sabah rüzgârından başka da kapımı açan bulunmaz. Yıllar var ki beytü'l-gazel tadında yazılmış mısralara pek rastlamadım. Rastladıysam da yerimden sıçratacak, aklımı başımdan olacak tarzda değil. Patlayıcı madde ne denli etkili olursa olsun herşey fitili tutuşturan o ilk ateşe bağlıdır. Koskoca samanlık yanıp kül olabilir ama yine de o ilk kıvılcıma gerek vardır. Şiirin sizi ateşlemesi de beytü'l-gazel kalitesindeki dizelerle olur. Fitili tutuşturacak ilk alevi bir düz yazıda keşfedeceğim aklıma gelmemişti doğrusu. Dergide Şarmut A. İkarus’un yazılarını ilgiyle okuyorum. Dalıp gidiyorum sık sık, bir dumanın gri yükselişinde uçuyorum bu satırları okurken. Bir de önerim var. Sigara içerken okuyun Şarmut’u. Yemeğin sosunun da tamam olduğunu göreceksiniz.
Nisan 99’da “Şehre bir kedi getiriyordu” “beden İBRAHİM masalları” Bir düz yazıdan çok şiir tadında akıp Ankara gidiyordu yazı. Akıp giden suların çağıltısında bir avuç köpük ışıldadı birden gılgamıştan Köroğlu’na pek çok destan kahramanının bir göz yanılsaması süresinde yakalayabildiği bir ab-ı hayat köpüğü. Sen erkime tahakküm eden bir mecaz oldun. Aşk böyle anlatılırdı işte. Anlatılmazdı da daha doğrusu söylenirdi. Çünkü “anlatma” içinde bir zorlayıcılık, belli bir şeyin anlaşılması için bir uğraş, gereksiz bir gayretkeşlik vardır. Halbuki “Söylerseniz” serbestsiniz demektir, kim ne isterse onu anlar. Onun için sormayın ne demek isteniyor diye. Ne hissediyorsanız onu anlayın. Aşkın kriteri burada sizin için özel olduğunu düşündüğünüz insanı bir test edin bu ifadenin ışığında. Erkinize tahakküm eden bir mecaz olabilmiş mi olamamışsa eğer sıradan birisidir en fazla biraz özelliği olan birisidir, ama “çok özel” değildir. Tellerinizde gezinmiştir belki ama, bamtelinizi bulamamıştır. Isıtmıştır belki sizi ama, kanınıza giren, damarlarınızda dolaşan bir alev olamamıştır. Şeytani bir parıltıdır belki ama, ruhumuza tecavüz eden bir iblis olamamıştır. Sevgidir belki duyumsadığınız ama aşk değildir. Aşksa bile tutku eksik demektir. Erkinize tahakküm eden bir mecaz değilse yatağınızı paylaştığınız bir alt sınıftaki güzel çocuk olsa ne farkeder, mahalle kasabının çırağı olsa ne değişir, üst katta oturan Fitnat hanım teyzenin kocası öğretmen emeklisi Hidayet bey amca olsa ne olur? Fitnat hanım teyzeyi özellikle andım. Sahi sizi rahatsız eder mi sevgilinizin Fitnat hanım teyzenin eşi olması ya da genel müdür sekreterinin nişanlısı olması? Hatta ne bileyim akşam evinize dönerken boş arsada top oynayan sevimli yumurcak Alican’ın bankada müşteri hizmetleri yetkilisi olarak çalışan babasına ne dersiniz? Seksapelitesi yüksek, kurum çalışanlarının kırılıp geçtiği sekreter bayanın nişanlısı, filanca kafede kıza verdiği randevuyu iptal edip benim merdivenlerimi arşınlıyorsa niye rahatsız olayım ki! Akşam yemeğine gelemeyeceğini telefonla eve bildiren müdür yardımcısı Gima’nın önünde yeni yetmelerin arasında beni bekliyorsa, elini tutma heyecanım, dersane öğrencisinin vereceği sarsıntıdan az mı olacaktır sanıyorsunuz... Sen erkime tahakküm eden bir mecaz oldun diyebilirsin; var mı bunun öbür tarafı sevgili Şarmut, ne dersin?
KAOS GL 58 / 23
Etraf karanlık, soğuk, ürkütücü. Hayat anlamsız. Midemde ağrı, başımda ağırlık. Nefessiz kalıyorum. Az önce senin yanından geldim. Güzel ellerine çok sevdiğin, sevginin çiçeği olan kırmızı gül tutuşturdum. Bir daha sordum, neden? Neden? Evet, küçük sevgili, bugün ölümünün ikinci yılı. Kendime kızgınlığımın ikinci yılı. Hep kendime acaba diyorum, acaba biraz daha uğraşsaydım herşey farklı olur muydu. Yoksa artık kabullenmeli miyim benim yaptıklarımın daha fazlasının mümkün olmadığını, uyuşturucunun sonunun her zaman (çoğunlukla) ölüm olduğunu. Evet, küçük sevgilim bugün ölümünün, altın vuruşla intiharının ikinci yılı. Hatırlar mısın, sevgin beni kurtaracak demiştin. Sevgim seni kurtaramadı. Sevgimiz bizi kurtaramadı. Biz sevgimizi kurtaramadık. Sen yanımda dahası hayatta yoksun. Ben, birlikte geçirdiğimiz günleri düşünüyorum. Her zaman sanki herşeyi planlamışçasına benden sonra da seveceksin derdin. Doğru senden sonra da sevdim, sevildim ama senin böylesine erkenden gitmeni, bu şekilde gitmeni kabullenemiyorum. Daha çok küçüktün, güzel kara gözlerin daha çok bakacaktı dünyanın güzelliklerine, aydınlık beynin daha çok düşünecekti ve daha çok kitaplar okuyacaktın. Biz seninle sevginin bir başka boyutunu, hüznün ve acının egemen olduğu bir boyutunu yaşamıştık. Uyuşturucunun ellerinden hep kurtarmaya çalıştım seni. Sense bana her zaman iyi olduğunda geliyordun. Bak ben iyiyim diyordun. Oysa çok kötü günler geçirdiğini biliyordum. Sırf benim üzülmemem için kriz anlarını ve hasta olduğun zamanları hep saklıyordun, göstermiyordun. Ben sana mutsuzluktan başka bir şey veremem deyip bir ay ortadan kaybolmuştun. Sonra geldin ve bana, güzel dudaklarının öpüşlerini özledim dedin. Öylesine çok mutlu olmuştum ki. Hep sen beni buluyordun. Bana telefon numarası ve adres vermedin. İstemedin nerede nasıl yaşadığını bilmemi. Evet, araştırmadım da, çünkü, sana verilmiş sözüm vardı. Senin için en önemli şey verilmiş sözlerin yerine gelmesi ve güvendi. Güvenini sarsamazdım. Senin ilk kadınındım ve son oldum. Bir kadınla hayat ne güzel derdin, seninle hayat ne güzel. Güzel olması yetmedi küçüğüm yetmedi. Seninle ilişkimize 1-0 yenik başladık zaten. İçimde geleceğe dair birşeylerin yeşermesine izin vermedin. Olumlu yönde senden hiçbir elektrik alamadım. Bir umut seni tedaviye ikna ettiğimde
belirmişti içimde. Ama, tedaviye başlamadan gittin. Duygu ZAFER Beni sensiz en önemlisi kendini sensiz bıraktın. İstanbul Hayat senin yanından öylesine hızla geçiyordu ki yetişemiyordun. Üniversiteyi bıraktın, uyuşturucu kullandığın öğrenildiği için işten çıkarıldın. Günlük yapman gerekenleri bile yapamıyordun. Yüzün her zaman yorgun, soluk, göz altların morarmış bir haldeydi. Düşüncelerin, konuştukların ve yaptıkların hep çelişki içindeydi. Hep bıkkınlık vardı üzerinde. Hatırlar mısın seni hep ben yıkardım, saçlarını tarardım, tırnaklarını keserdim. Tüylerini bile ben temizlerdim. Nasılda utanmıştın vajinanın tüylerini ilk kez temizlediğimde. Her şeyinle ilgilenirdim. Çünkü senin bunlarla uğraşacak beden ve zihin durumun yoktu. Hayatında sevişmenin bile yeri yoktu çoğunlukla. On bir aylık ilişkimizde sayılabilecek kadar az sevişmişizdir. Bundan hiçbir zaman şikayetçi olmadım, çünkü isteksizliğinin elinde olmadığını biliyordum. Eroin duygularını, düşüncelerini ve bedenini elinden aldığı gibi cinselliğini de almıştı. Sonunda da tüm yaşamını aldı. Evet, bugün gözlerinin sonsuza dek kapanışının ikinci yılı. Ben uyuşturucuya, bunu meydana getirenlere, ticaretini yapanlara ve seni alıştıranlara lanet olsun diyorum. Herkesi uyuşturucu konusunda duyarlı olmaya çağırıyorum. Hiçbir şey uyuşturucuya başlamak için sebep değildir. Bir kere denemekten bir şey olmaz demek, ben alışmam diye düşünmek sonun başlangıcıdır. Büyük bir şanssızlıkla bu kötü maddenin eline düşen insanlara da, iyileşmek için ellerinden gelen herşeyi yapmaları konusunda, çok sevdiğim birinin ölümünü görmüş bir insan olarak yalvarıyorum. Ve çevrelerindeki insanlardan da, onlara sevgi, ilgi ve sabır göstermelerini diliyorum. Lütfen. Küçük sevgilim, bu yazımı sana ithafen yazdım. Şunu bil ki seni çok özlüyorum. Bana verdiğin küçük pembe ayıcığı senmişsin gibi okşuyorum. Bir kez daha elveda kara gözlüm.
KAOS GL 58 / 25
ŞENER Ve sürgün edildiler ilkin. Ardından yine rahat İzmir bırakılmadılar, öldürüldüler. Halen toplumda
varlığını sürdürmeye çalışıyorlar gizli gizli, herkese herşeye inat, direnirken aşkla, sevdayla, umutla çirkin yaşamın hezeyanlarına!.
Eğildim: mosmor olmuş gözlerini, utançla masanın üzerinde sürekli oynattığı ellerinin üzerine dikmiş eşcinselin yüzünü görmeye çalıştım. Buluştuğumuz yer, pek fazla müşterisi olmayan, şehrin en merkezi yerine, Alsancak'a biraz uzak kalan sıradan bir kafeydi. Elimi çantama götürüp, ses kayıt cihazını çıkarttım. Kontrol ettim ve masanın yoksul görünüşlü örtüsünün üzerine, O'na yakın bir yere ellerinin hemen yanı başına koydum. "İzin verirsen görüşmeyi kaydetmem gerekiyor..." Başını yavaşça kaldırıp kaçamak bakışlarla yüzüme baktı, ardından alt dudağını parmağının ucuyla silip, onayladı. Gencecik biriydi karşımdaki. Belki de henüz çıkmıştı çocukluktan. Ama onun ağzını burnunu kana bulayan, acımasızca döven, kendini savunmak adına yalnızca elleriyle yüzünü korumaktan başka bir şey bilmeyen bu çocuğa baktıkça, darmadağın olmuş yüzünün kocaman gözlerine daldıkça, hiç de yaşıtları gibi bir çocuksulukla karşılaşamadım. Gözlerindeki acılı, bir o kadar da derin ifade, çok görmüş geçirmiş biri olduğunun en büyük kanıtıydı aslında. Bal rengiydi gözleri. Uzun, güzel kaşlarını şişliklerden sıyrılmış olarak hayal ettiğimde canım çok daha sıkıldı. Çok hoş bir yüzü vardı. Uzun bakımlı elleriyle sürekli oynuyordu. Sessizliği gidermek istemiyordum. Sanki yıllarca O'nunla bu kafede hiç sıkılmaksızın, yoksunmaksızın, başka bir şey düşünmeksizin kalabilirdim. Ama işim, sorumluluklarım izin vermezdi buna. Çalıştığım gazeteye yetiştirmek zorunda olduğum bir makale vardı. Patronum şehrin göbeğinde, durup dururken kendisine saldırılan ve hunharca dayak atılan bu gencin hikayesini kamu oyuna duyurmakla görevlendirmişti beni. Polis kayıtlarını incelemek için gelirken uğramıştım emniyete. Dosya ile ilgili bilgi veren komiser, bıyıklarının altından bir küfür sallamıştı olay için. "Haşat etmişler çocuğu, haşat"... Klasik birkaç soruyla başladım görüşmeye. Ben sordukça, o cevap verdikçe, inceliyordum O'nu. Sesi tuhaf yankılar uyandırıyordu bende. Hırıltılıydı biraz. Az çıkıyordu sesi. Yorgun, ürkek bir ceylan yavrusuydu sanki.
KAOS GL 58 / 26
"Anlat bakalım" dedim, "Hayatını en başından anlat. Hiç müdahale etmeyeceğim. Neyi nasıl istiyorsan öyle anlat. Her ne olursa olsun, sadece dürüst olmanı istiyorum senden. Dürüstlük çok önemli, anlaştık mı?" Kafasını salladı yine. İçim sızlıyordu O'nu böyle görünce. "Onsekiz yaşındayım. Hemen hemen ondokuz. Orta halli bir ailenin en küçük oğluyum. Küçükken geçirdiğim rahatsızlık dolayısıyla uzun bir tedavi süreci geçirdim, belki de bu yüzden ailem çok üzerime düştü. Hele annem... (Gözlerini uzak bir noktaya dikmişti konuşurken, annesinden söz ederken gözleri doldu) Neyse, bulunduğumuz şehre henüz gelmiştik ben ilkokula başladığımda. Herşey, şehrin kendisi kadar yabancıydı bana. Korkuyordum, Yabancı yeni olan herşeyden. İlkokulun küf kokan kocaman, soğuk binası kadar yabancı kaldı okul ortamı bana. Hiç arkadaş edinemedim. Zaten konuşmayı pek sevmeyen, içe dönük bir yapım vardı. Öğretmen sorduğu zaman yanıtlardım O'nu. Sınıftakiler de öyle hatırlarlardı varlığımı, öyle sessiz olurdum ki bazen, insanlar sınıfta benim varlığımı tamamen unuturlardı, yani ben ise evden okula okuldan eve... Odamda kitap okurdum daha çok. Düşler kurardım. Nedenini bilmediğim bir seziyle diğerlerinden farklı olduğumu düşünürdüm. Hatta gurur duyardım bu yüzden... İlk okulu başarıyla bitirip, orta okula kaydoldum. İlk arkadaşım dediğim kişiyle yan yana getirmişti kader beni. Mert bir çocuktu. Sessizdi O da benim gibi. Arka sıraların birinde otururduk. O zaman zaman birşeyler karalardı derslerde. Resim yapmayı seviyordu, yetenekliydi üstelik. Derken o olayla hayatımın yönü değişti. Aşk ile... Teneffüslerde beraber dolaşırdık. Bir de; O bana yaptığı her resmi ya da karikatürü gösterir beğenip beğenmediğimi sorar, beğenirsem sevinir, beğenmezsem yırtıp atar, yeniden çizerdi, taa ki ben beğenene kadar... Yakındık, ama pek de konuşmazdık. Bir gün beni evine çağırdı. Ailesi de tanımak istiyordu beni. Benden söz etmiş ailesine. Tereddüt ettiysem de, kırmamak için O'nu kabul ettim, davetini. Aslında yeni tanışıklıklardan yeni insanlardan kaçmışımdır hep. Şehrin elit tabakasının oturduğu bir yerdeydi. Zenginlerdi. Gösterişli evlerinin önünde durup çekinerek zile bastım. Aslında gelemeyeceğimi, acil bir işimin çıktığını söyleyip kapıdan dönmekti düşüncem. Ama izin vermedi O, buna. Kapının zilini çalar çalmaz açtı, hemen içeri aldı beni. İçerisinin
görüntüsü, şaşaası, şaşırtıp etkilemekten çok, daha da ürkütmüştü beni. Hemen odasını göstermek için elimden çekip sürükledi. Annesiyse benim için bir şeyler hazırlıyordu mutfakta. Elmalı turtayı yalnız kendisi yaparmış... Odasında bir sürü şey vardı. Onun yaşındaki çocukların istedikleri türden şeyler. Ve bir de resim sehpası... Sehpanın üzeri siyah bir örtüyle kapalıydı. Elimi hâlâ bırakmamıştı nereye giderse sürükleniyordum ben de. Resim sehpasının önünde durduğumuzda, yüzüne bakıp, "Sürprizimi açıklama zamanı geldi şimdi" dedi. Örtüyü kaldırdığında kendi portremle yüzyüze geldim. Birkaç hafta önce benden istediği vesikalık resim, sehpanın hemen yanına tutuşturulmuştu. Ne diyeceğimi, nasıl tepki göstereceğimi bilmiyordum. Sadece çok çok tuhaf hissediyordum kendimi. Ağlamak istersin de sevinçten, ağlayamazsın ya... Neyse, annesi elindeki elmalı tartlarla girdi içeri. Oturduğumuzda, oğlunun en iyi arkadaşı olan benimle tanışmaktan mutlu olduğunu söyledi. Cana yakın bir kadındı, kaprisli, ilgisiz ya da klasik zengin kadınlara benzemiyordu. Gençliği ve güzelliği etkileyiciydi. O güne değin hiç kimseyle o denli konuşmayan ben, susmaz olmuştum okuduğum kitapların etkisini görebiliyordum. Türkçem, kelime haznemin genişliği kurduğum cümleler, hatta yaptığım espriler arkadaşımdan ve annesinden çok beni şaşırtmıştı. Çok güzel bir gündü. Akşam üzeri beni otobüs durağına kadar bırakmak için arkadaşımla çıktık. Annesiyle de kanımız iyice kaynamış ve arkadaş olmuştuk. Yine geleceğime söz vererek ayrıldım. Durakta, koltuğumun altına sıkıştırdığım portremle, arkadaşımın gözlerinin içine bakıp teşekkür ettim. Sanırım ben, o an aşık oluvermiştim O'na. Nedenini bilmeden, sorgulamadan, bir karşılık beklemeden... O ise, rahat yaşamının içinde pırıl pırıl parlayan altın kalbiyle sevdiği bir dostunu mutlu etmiş, böylece daha da mutlu olmuştu kendince... Derslerimi, okuduğum kitapları, ilgi alanımdaki herşeyi elimin tersiyle bir yana atıp, sadece onu düşünür olmuştum. Bütün bir zamanımı düşleyerek, düşünerek geçiriyordum artık. Okula gitmek için erkenden kalkıyor dakikaları sayıyordum, eve dönmek ise işkence halini almıştı benim için. Haftasonları yalnız cumartesileri, onunla birlikte geçiriyorduk zamanı. Sinemaya, tiyatroya gidiyor, O'nun çok sevdiği resim sergilerini dolaşıyorduk birer birer. Ben şiir yazmaya başlamıştım bu sıra. Tabii, şiirlerim aşk üzerine ve O'naydı tamamen... İçimde yeşeren bu çok hoş duygunun sarhoşluğunu yaşarken yalnız kitaplarda okuduğum aşkın nasıl bir şey olduğunu da öğrenmiştim artık. Ama ne denli acı olabileceğini bilmiyordum henüz. O ise, kendisine duyumsadığım tüm bu duygulardan habersizdi. O'nun için varsa yoksa
resimdi. Tutkundu resme. Bir de ben tabii. En yakın dostu. Bir gün yine onlardaydık. Evde kimse yoktu. Ailesi, vefat eden bir aile büyüğünün cenaze töreni için İstanbul'a gitmişti. O'nun yeterince büyük olduğunu ve benim de O'nunla kalacağımı düşünerek, hizmetçi kıza da izin verdiler. Öyle ya, annesinin deyimiyle koca adamlardık, kendimize bakabilirdik, tabii eve de. Dolapta hazırlanmış yemeği oturup yedik ekran başında. Salak bir türk filmiydi ve biz trajik bir öyküsü olan aşk filmini kahkalarla seyrediyorduk. Oturduğumuz koltuk üç kişilik salon koltuğuydu, Yanyana bir yandan kucağımızdaki tabaklardan atıştırıyor, bir yandan filme gülüyor, bir yandan da birbirimize bakıp kahkahalar atıyorduk benim gördüğüm şu sahneyi sen de gördün mü gibilerinden. Sonra, onun ağzının hemen kıvrımında, alt dudağının kenarında ketçap izini gördüm. Parmağımın ucuyla sildim. O, bir garip baktı bana. Belki de dudağının kenarındaki izi yavaşça silerken yüzümdeki ifade şaşırtmıştı O'nu. Ben yine filme dönerek seyretmeyi sürdürdüm. Ama O hâlâ bana bakıyordu. Hissediyordum bunu. Gülmeyi de kesmiştik. Hava gittikçe garip bir elektiriklenme ile doluyordu. O, elindeki tabağı ve benim sehpanın üzerine bıraktığım tabağı da alıp mutfağa koydu. Geriye elinde bir meyve tabağı ile döndü. Elma yedi önce. Konuşmuyorduk, susuyorduk. Gizli bir anlaşma varmış gibi aramızda. Sonra meyveler de bitti. Uykumuz gelene kadar susup sadece televizyonda ne kadar saçma şey varsa seyrettik. Yatma zamanı geldiğinde O'nun odasına gittik. Bana pijamalarından birini verdi kendisi ise şort giydi. Annesinin gitmeden önce benim için hazırladığı yatağın üzerine kurulup oturdu. Konuşmak istiyordu benimle. Bende onun yatağına oturdum. Karşılıklı oturduk. Ben, ne konuşmak istiyorsun? Diye sordum; aslında bu gecenin diğer gecelere benzemeyeceğini iliklerime kadar sezerek... Gecelerden daha da karanlık, ışıl ışıl gözlerinin tüm yakıcılığını hissediyordum yüzümde. Kızarmış olmalıydı yüzüm. "Seni konuşalım istiyorum" dedi bana. "Kızlarla neden ilgilenmiyorsun?" böyle bir soru kafamın üzerine düşüveren yüz tonluk bir beton yığınının uyandırdığı şoku uyandırdı bende. Sanırım hakkımda sandığımdan daha fazla şey biliyordu. "Onları çekici bulmuyorum" dedim. O'na yalan söylemek, O'nu kaybetme pahasına bile olsa çok daha incitirdi beni. O'na her zaman dürüst, ve ne isterse o an hiç düşünmeden yapabilecek kadar sevgi ve saygı duyuyordum. Sustu uzun bir süre. "Peki, erkeklerden mi hoşlanıyorsun" Aslında "oğlanlar" demişti hatırladığım kadarıyla. Susma sırası bendeydi. "Sadece birinden" dedim. Artık O'nun yüzüne bakamıyordum. Onun yanında
KAOS GL 58 / 27
yakalayabildiğim (başka kimsenin değil) rahatlık da yok olup gitmişti. Kendi içime dönüvermiştim yeniden. Sessiz bir sağır uçuruma yuvarlanan ben... Yüzüm kucağına dönük, ellerim birbirini boğuyordu. Kalkıp yanıma yatağına geldi, yanıbaşıma oturdu. Ağlamak üzereydim. Önü uzun saçlarımın perçemlerini kaldırdı eliyle "bana söyleyebilirsin Ferhat mı?" diye sordu. Ferhat; okulun en popüler çocuğuydu. Yakışıklı, başarılı, zengin... Okulun bütün kızları ya O'na hayrandılar ya da aşık. Ferhat ise nedendir bilinmez, benimle takılır dururdu. Görünce selam verir, ardımdan iyi dersler diye bağırır, her hangi bir tanışıklığımız ya da konuşmamız olmamasına rağmen, yakın arkadaşımmış gibi izlenim uyandırırdı. Bunun nedenini daha sonra anlayacaktım. İntihar girişimimin hemen sonrası, ziyaretime geldiğinde.
KAOS GL 58 / 28
O da eşcinselmiş. Biz gayler birbirimizi hemen anlarız. Ne kadar gizlesek de başkalarından, bir kez göz göze gelmek yeterlidir... Tabii ben bu konuda oldukça beceriksizdim o sıralar. Ferhat ise yanında sürekli hoş, güzel kızlar bulunduran ama onlarla sadece arkadaşlık eden ve yine sonradan öğrenecektim. Üniversiteli biriyle birliktelik yürüten biri... İşte o zaman ağlamaya başladım. Önce sessiz sessiz ardından engel olamadığım hıçkırıklarıma yenik düşerek... O, teselli etmeye çalışıyordu beni. Gözyaşlarımı siliyordu. Bir yandan da özür dileyerek. "Yakışıklı çocuk ama" dedi, gönlümü almaya çalışan ses tonuyla. Ben O'na, sorusunun yanıtını vermeye fırsat bulamadan ağlamaya başladığımı ve O'nun da bunu "evet" olarak algıladığını o zaman farkettim. "Hayır" dedim, aşık olduğum o değil. Ağlamam dinmişti. Sadece arada bir hıçkırık tuttuğundan düzensiz nefes alabiliyordum, o kadar... Bu kez şaşırma sırası ondaydı. "Kim o zaman? Dedi. "Hayvanın biri" dedim. "Kendini beğenmiş, züppenin teki." Yüzü endişeyle gerildi "Sana bir şey yapmadı ya?" Bana olan ilgisi, beni koruma içgüdüsüyle gösterdiği tepki çok hoşuma gitmişti. "Hayır yaptı" dedim. "Ne yaptı, sana zarar vermedi ya, onun cesedini sürüklerim öyle bir şey yaptıysa." Hoşuma gitmişti davranışı, devamı gelsin istiyordum. Sürdürmeye karar verdim oyunu. "Hayır, bana ne yaparsa yapsın, O'na kimsenin zarar vermesine izin vermem. Hem korkma canımı yakacak bir şey yapmadı." Sakinleşti biraz ama yüzündeki gerginliğin ötesinde, gözlerinin içinde kıskanan insanın ifadesini görebiliyordum. "Sana O'nu anlatacağım" dedim. Gözlerimi uzak bir yere dikerek anlatmaya başladım O'nu O'na. Gerçi daha çok kişilik özelliklerinden sözediyordum ve elbet bende uyandırdığı, bende bıraktığı etkiden. O ise beni dinledikçe daha bir geriyordu yüzünü sinirle. Hatta O'nunla bir çok defa buluştuğumu, okula gelmediğim üç gün onun evinde kaldığımı aslında hasta filan olmadığımı söylediğimde ellerini yumruk yapıp sıktı. Bana da kızgındı. Kızgınlığının asıl nedenini ben sadece sezebiliyordum. O ise O'na söylemediğim için kırıldığından olduğunu söylüyordu. "Beni tanıştıracaksın o herifle. Bir de ben göreyim, sana uygun mu değil mi anlarız o zaman" elinden tutup kaldırdım O'nu yataktan ve ben önde O arkada, Onu
doğruca banyoya götürdüm. O şaşkın ama karşı çıkmaksızın takip etti beni. Aynanın hemen önünde durdurup onu "al işte, tanışmak istediğin herif"... O gece O'nun odasında O'nun yatağında sarılarak uyuduk. Koyun koyuna. Uyuyana kadar birbirimize duyduğumuz aşktan, sevgiden sözedip durduk. Uyandığımızda bir birimize sarılıp biraz daha fazla sarılı kalmak için uzun süre çıkmadık yataktan. Sonrası... Öyle yoğun bir aşk yaşar ve paylaşır olmuştuk ki birbirimizle, herşey toz pembeydi. Çiçekti, çiçektik... Baharlar kıskanıyordu yüreğimizdeki kıpırtıyı. Ve tam bir buçuk yıl devam etti bu ilişki. Kavgalarımız oldu elbet. Ama kıskançlıktan, birbirimizi çok sevmekten. Başka da anlaşamadığımız hiç olmadı. Uzun uzun planlar kurardık geleceğimizi ortak kılmak adına. Hatta komik gelecek ama Hollanda'ya gidip evlenmeyi bile düşledik. Durdu. Gözlerinden sicim gibi süzülen gözyaşlarını sildi elinin içiyle. "Bir saniye, kaset bitmek üzere onun arkasını çevirmek zorundayım. Bu arada yine bir neskafe daha alır mısın?" başını salladı evet anlamında. "Sonra O'nun ölümü. Ani bir kalp krizi gibi geliveren, hayatımı karartan, acıya demirleyişimin başlangıcı. O'na çarpıp kaçan arabayı, arabanın sorumsuz şöförünü, açılan davayı, perişan olan ailesini, annesinin çöküşünü... anlatmak çok kolaydır ya hani, ama yaşamak, ahh, yaşamak! Yaşamadan kimse bilemez ne olduğunu. Cinsel kimliğimden ötürü aşağılandım, alçaltıldım, alay edildim, dışlandım, soyutlandım, kendimi sağır bir sessizlik içine gömdüm, insanlardan kaçtım dinen, toplumsal olarak, ailevi olrak sürekli bir aşağı pozisyonda görüldüm, ezildim acılar çektim, hor görüldüm ama hiç birisi beni bu denli çok yıpratmamış, canımı bu denli çok acıtmamıştı. Biz eşcinseller, çok şeye katlanıyoruz. Hiç haketmediğimiz muamelelere, tavırlara muhatap ediliyoruz, her günümüz bir öncekinden daha kötü geçebiliyor. Kendimizi saklamak zorunda kalıyoruz. oynamak zorunda bırakılıyoruz, sürekli kendimizden ve kişiliğimizden taviz vermek durumunda kalabiliyoruz. Tüm bunlara sadece sevgiyle ve aşkın gücüyle katlanabiliyoruz aslında. Başka türlü kimse katlanamaz. O, sevgim, tek dayanağımdı benim. Ailemden; mevcudiyetimi borçlu olduğum kişilerden bile daha yakındı bana. Sadece cinselliği paylaşmak değil, seks değil mesele. Yanında omuzuna güvenle yaslanabileceğin birinin olduğunu bilmek... yaşama ancak o zaman karşı koyabilir ve tüm acılara karşı çıkabilirsin... Ve yaşam, onu da çok görmüştü bana. Elimden almıştı O'nu. İlk hafta tüm ömrüme yetecek denli gözyaşı döktüm. Vücudumdaki su
miktarı yalnızca gözyaşlarım için kullanılıyordu. Haftanın başında O'nu kaybedeli tam altı gün olmuştu, O'nun yanına gitmek ve zaten hiçbir zaman tam anlamıyla kendimi ait hissetmediğim şu çirkin yaşamdan kurtulabilmek için bir avuç dolusu ölüm davetiyesiyle uykuya yattım. Evde kimse yoktu. Beni kurtaran, annesi oldu. Beni görmek için okula gitmiş, okuldan adresimi almış ve evi bulmuş. Olaydan beri annem dahil kimseyle tek kelime konuşmuyor, çekildiğim dünyamda, odamda, ölümün gelip beni almasını bekliyordum. Annem, evde unuttuğu bir şeyi almak üzere dönmüş eve. Ve kapıda O'nun annesiyle karşılaşmışlar. Uzun uzun çalan kapının açılmadığından şüphelenen annem doğruca O'nun annesiyle benim odama geliyorlar ve beni yarı-ölgün hastaneye yetiştiriyorlar. İçtiğim antidepresanlar, güçlü uyku haplarıydı. Beynimde garip tehlikeli bir komplikasyona neden olabilirmiş doktorların söylediğine göre, tabii yarım saat daha geç kalınsaymış... Bir hafta kendime gelemedim. İlk iki gün koma halinde yatmışım zaten. Sonra yavaş yavaş açıldı belleğim. Ve hastaneden çıktım. Yaklaşık altı ay kadar önce... O, eşimdi benim. Beni tamamlayan diğer parçaydı. Böyle konuşurduk. Tanrı, insanları yarım yaratır. Her iki yarıya da karşılıklı olarak birkaç parça koyar ki, parçalar birbirlerini arasınlar ve bulunca da bir araya gelip, birbirlerini bütünlesinler, tamamlasınlar. Benim kayıp ve eksik parçalarım O'ndaydı O'nunkiler ise bende. Bulmuştuk birbirimizi, düğümü çözmüştük. Söyleyin lütfen, hangi heteroseksüel artık böylesine bir aşk yaşayabiliyor, böylesine bir yoğunluğu sığdırabiliyor yüreğine yaşamına?... O, özeşimdi benim öyle de kalacak O'nsuz bir yaşamı sürdürmek siyah-beyaz ucuz bir filmde basit bir figüranı canlandırıyormuşum gibi anlamsız ve bayağı geliyor bana. Hiçbir şeyi önemsemiyorum artık. Hiç kimseyi de. Uzayda boşlukta seyreden herhangi bir atık, boş; köşeye fırlatılmış işlevini tamamlamış, kirli bir bez parçası gibiyim... Bana saldıran beni döven, içinde zaten sevdiği adamla birlikte ölmüş olan ruhtan geri kalan şu tıfıl vücuda, zarar verme ilkelliğini gerçekleştiren zavallılara gelince, evinin hemen arka mahallelerinden birinde oturuyorlar. Şahsen tanışmıyoruz ama dedikoduyu bilirsiniz. Eklemeler abartılar, kendinden bir şeyler katmalar. Ölen sevgilimin ardından intiharımı, cinsel kimliğimin böylesine bir alakasızlıkla deşifre olmasını kullandılar. Ailem O'nun annesi dahil kimse böyle bir ihtimal üzerinde durmadı. Oysa sorsalar saklayacak değildim. Gururla, başım yukarıda savunur, avaz avaz açıklardım ilişkimi. Sevdiğim adamı, onunla yaşadıklarımı, şu çocuk yaşta denilebilecek bir dönemde aşkı, aşkın
KAOS GL 58 / 29
evrenselliğini nasıl, ne denli derin yaşadığımı. Sormadılar, ben de söylemedim. Beni hırpalayanlardan biri, birkaç kez önüme geçmiş, sorgulamaya kalkmıştı beni. Bir keresinde, gerinerek "Ben de iyiyimdir yatakta. Belki de O'ndan bile daha iyi.. Denemek ister misin?" diye sormuştu. Bir kaşımı havaya kaldırarak sözdüm karşımdaki iğrenç mahluğu. Yanına kadar sokulup, "Ben erkeklerle yatıyorum, çocuğum" dedim. "Hem hayvanlar ilgi alanıma girmiyor..." diye ekleyerek. Kızgınlığını, duyumsayabiliyordum. Kendisi gibi, komplekslerinden kaba güç kullanarak kurtulmaya çalışan ilkel beyinli bu mahluk, bulabildiği diğer serserilerle iki gün önce, olayın geçtiği saatte buldular beni. Önce bir kuytu kenara çekmek istediler, başaramayınca da insanların gözü önünde hırpaladılar beni. Canımın acıması umurumda değildi. İsterlerse öldürsünlerdi beni. Vururken bana, bir yandan da "ibne" diye bağırıyorlardı. Kalabalık toplanıp, sosyal patlama olarak nitelendirilen bu vahşeti uzaktan, ilgiyle, merakla en kötüsü de hayvani bir iştahla seyrediyordu. Yere kapanana kadar sayısız yumruk yedim. Karşılık olarak hiçbir tepkide bulunmadım. Yalnız ellerimle, kaldırdığım kollarımla yüzümü korumaya çalıştım hepsi o kadr. Suskundum ve ne diyeceğimi bilemiyordum. Mensubu bulunduğumuz insan türüne ait iki bireydik. İkimiz de insandık. Duygularımız, düşüncelerimiz, fiziksel yapılarımız vs ayrı olsa da, birbirimizden sonuçta, özde aynıydık, insandık! Bu dünyada herkesin, herkes kadar, herkes gibi yaşamaya mutlu olmaya hakkı vardı. Kim, bize yargılama, kendimiz dışındaki birini ya da birilerini yargılama aşağılama, dışlama, alay etme, dövme tartaklama, zarar verme vs hakkını veriyordu ki? Kim, var olan canlıların arasındaki en üstün varlık olan insan, kendi türünden birine böylesine bir çirkinlik yapma hakkını kendinde bulabiliyordu? O'na zarar verenlerle aynı türden olduğum, aynı coğrafyayı paylaştığım, aynı havayı teneffüs ettiğim için utanıyordum. Suçlu, sadece onlar değildi çünkü. Suçlu bakkal amcaydı, sokaktaki sarı çizmeli memed ağaydı, suçlu, bu ülkenin avukatı, hakimi, manavı, işcisi, köylüsü, politikacısıydı. Suçlu,
KAOS GL 58 / 30
toplumdu. Ön yargıydı. Yargıydı. Yargılamaktı. Kim, kime, nasıl davranması gerektiğini, nasıl hissetmesi gerektiğini öğretebilir ya da dayatabilirdi? Herkes farklı doğmaz mıydı? Her insan farklı değil miydi? Tanrı, eğer isterse bütün insanları aynı kalıpta, fabrikasyon ürün gibi yaratamaz mıydı? Kim, kendisinden farklı düşünüyor, hissediyor, yaşıyor diye suçlayabilir diğerini bunu akıl mantık alır mıydı?... Araştırdıkça görecektim ve kendimden iyice utanacaktım mensubu olduğum insan türü adına. Vahşet, işkence, zulüm... Yahudilere yapılan soykırımdan eşcinseller de almıştı payını. Eşcinsellere yaptıkları işkencelere, zulümlere, saldırılara meydan veren, susan kalabalık, en az bu insanlık dışı eylemleri gerçekleştirenler kadar suçlu değiller miydi? Şu an dünyanın en çok okunan yazarından birini örnek vermek gerekiyorsa, Oscar Wilde, salt cinsel kimliği yüzünden sürgün yemiş, hapse atılmamış mıydı? Toplumun riyası, iki yüzlülüğü bu kadarla da sınırlı değildi kuşkusuz. Ülkemde, travestiler, transeksüeller dayak yiyip bulundukları şehirlerden başka şehirlere sürülmemişler miydi? Gazetelerde, belki de en kolay av oldukları için kimseyi incitemeyecek denli yumuşak, zararsız oldukları için öldürülmüyorlar mıydı eşcinseller? Kimliklerini en yakınlarından bile saklamak işkencesini yaşamıyorlar mıydı? Tüm bunları yapanlarla, yapılanlara tepesiz , duyarsız kalanlar aynı suçun ortaklığını üstlenmiyorlar mıydı? Peki, zulüm eden ve zulüm görenler arasında, fiziksel, duygu ve düşünce farklılığından öte nasıl bir fark vardı? Her iki taraf da insan değil miydi?... Suskundum ve ne diyeceğimi bilemiyordum. Ama kararlıydım. İnsan olmanın gereği neyse yapacaktım. Doğrusu neyse... makalemi tamamladığımda, patronum beni odasına çağırdı. Uzun uzun yüzüme bakıp sordu, eşcinsel olup olmadığımı. "Belki öyleyim, belki de değilim. Bu neyi değiştirir ki?" diye sordum. "Bak, severim seni. Ama, iş yerimde sapıkları çalıştıracak kadar da değil." "Öyleyse" dedim, "Hayır, eşcinsel değilim. Ama.. Ama ben de severim sizi bilirsiniz. Ancak faşist fikirli ve ilkel bir patronu kabullenecek kadar da değil. İstifa ediyorum!..." Yaklaşık, üç aydır işsizim. Biraz biraz biriktirdiğim para da bitmek üzere. Sanırım, hayata bakış açımı değiştiren ve beni daha bir "İnsan" kılan bu olayın bana kazandırdığı bana kaybettirdiğinden çok daha önemli. Ben, insan yanımı kazandım! Kaybettiğim iş ya da paraya gelince... Telafisi mümkündür. Bu gün olmazsa yarın ama kaybedeceğimiz insan yanımız, tıpkı zaman gibi, telafisi olmayan tek şey sanırım... (12 Ekim 98/ Bayındır...)
herkesin meşrebine uygun düşmeyen bir film. Tunca ARSLAN-Radikal, 13 nisan
Yüzyılın son yılını yaşarken, pekçok insanın dünyayı değiştirememekten kaynaklanan bir hayıflanması olduğunu tahmin ediyorum. İki dünya, pekçok bölgesel savaşı atlatan yüzyılın ilk yarısı dünyayı olanca hızıyla yok etmeye çabalarken ikinci yarıda insanlar bu hızlı yokoluşun farkına vardılar ve ikinci çeyrekte birtürlü anlaşılamayan gençlik ideallerini söylemeye başladı. Geçtiğimiz yıl otuzuncu yaşına giren 68 hareketi, zamanını düşünsel anlamda etkilemiş olmakla kalmayıp, müziğin de evrensel birleştiriciliğinden faydalandı. Binlerce genç insan wootstock konserleri için bir araya geldiklerinde tek amaçları güzel melodiler dinleyip, özgürce yaşamak değil, diğer insanların da en az kendileri kadar geniş özgürlüklere sahip olmaları idi şüphesiz. Düşünen ve söyleyen bu kitle dünyayı değiştirebilmek adına hareket ederken sistem içerisinde her zamanki yıldırıcı tepkilerle karşılaştıkları kesin. Uzun saçlı erkekler, sınırsız seks anlayışı, önlenemez arzularıyla genelgeçer kuralların fazlaca dışındaki insanlar gidebildikleri yere kadar gittiler. Nelerin değiştiği, nerelere adım atıldığı konusunda kişiye ait öznel yorumları açmazsak eğer, yüzyılın son günlerinde bu hasbelkader gidişin içerisinde, o dönemin etkisinde kalan insanların '' kusura bakmayın kendimi yazdım'' demeleri ister istemez değiştirmenin zorluğunu çağrıştırıyor bize. Senaryosunu yazdığı filmi velvet goldmine'da todd haynes bize yukarıdaki tam saptamaları adeta ezberletircesine, gerizekalı bir çocuk edasıyla anlatmaya gayret ediyor. Velvet goldmine bir dönem filmi, diğer bütün dönem filmleri gibi tariflenme, kategorilenme sorunları yaşatıyor bize. Geçtiğimiz dönemde izlediğimiz reis çelik filmi hoşçakal yarın, filmdeki ana karakter deniz geçmiş fenomeni nedeniyle eleştirmenleri esnek yorumlar getirme konforundan alıkoymuştu. Yine turgut yasalar'ın ilk uzun metrajı leoparın kuyruğu hiç şüphesiz yerini bulamayan ve tartışılamayan dönem filmlerinden biri oldu. Son olarak yılmaz güney'in yol'u da yansıttığı seksen sonrası cunta dönemine ışık tuttuğu için film olarak asli görevlerini yerine getirmeden, tartışılamadan salt anlattıkları dönemin kapsamları ve soru işaretleriyle salonlardan ayrıldılar. Brintanya'da giderek bir müzik akımı olmaktan çok fikri duruş olarak algılanmaya başlayan rock, yetmişli yıllarda formalizme kayan anlayışı ahlaki kuralları zorlayan yapısıyla tartışılan bir efsane haline gelir. Biseksüellik, eşcinsellik gençler arasında modadır, sokaklarda insanlar televizyon kameralarına, eşcinsel olmadıkları halde eşcinselmiş gibi davrandıklarını söyleme lüksüne sahiptir ve dolabın dışına çıkmak dalgalarla yayılan bir hareket haline gelir. Fişeği ateşleyen glam rock akımının tasarımcısı cain flyn'dır. Yüksek topuklar, işlemeli kıyafetler ve seksi sınırsız bir ifade aracı olarak kullanan müzisyenler başta ahlakçı tepkiler alsalar da, bu akım kısa zamanda kitlesini genişletir. Dönemin
formal etkisini Türkiye de zeki müren'le bulduğunu unutmamak gerekli.. Filmin aslında çok mizahi bulduğum giriş sekansında yönetmenin ''tanrı gökte parlayan yıldızları yarattı, insanlar yerdekilerini'' metaforu sık tekrarlarla baştaki etkisini yitiriyor. Büyülü bir broş var ki neredeyse bütün idollerin yakasında görüyoruz film boyunca. Aynı broş'un bir evin kapısına bırakılan oscar wilde'ın yakasında da yer alıyor olması eşcinsel idoller metaforunu güçlendiriyor olmalı. Kendi istediği müziğini yapmak isteyen brain slade karakterinin naif yükseliş öyküsü başlı başına bir kolaja dayanıyor. Film boyunca pekçok kült filmden göndermelere rastlamak mümkün. Yönetmen bu yaklaşımı glam rock'ın bir kolaj müzik türü olduğu iddiası ve bu fikri sinemaya aktarma şekli ister istemez zayıf kalıyor. Brain slade efsanesi etrafında şekillenen filmde, sahnede sözde bir suikaste kurban giden slade'in hikayesini on yıl sonra gazetesine yazmakla görevlendirilen arthur ile gelişmeler anlatılıyor. Bilinmeyense arthur'un dönemden fazlaca etkilenip kendini açık etmekte zorlanan bir eşcinsel olduğu. Baştan sonra flash-back seansları halinde devam eden anlatım yorucu ve yorucu olduğu kadar da müzik akımını işleyen öyküde müzik - görsellik ikileminde. Film temelinde eşcinsel alt kültürü işleyen, akımın müzikle ilgili boyutuna sünger çekip idollerin cinsel hayatlarına yönelen ve döneme kapalı ahlakçı bir sorguyla yaklaşan dile sahip. Karakterlerin küçük yaşta eşcinselliği çağrıştıran imgelerle karşılaşması, erken cinsel deneyim yaşaması, eşcinsellerin pedofili olması, kadın olmaya öykünme gibi bazı talihsiz göndermelerin gönderme olmaktan çıkıp bu metinlerin katı bir gerçeklikle aktarımı şüphesiz filmin heteroseksist yaklaşımını ele veriyor. Ekolün yaratıcılarından david bowıe'nin döneme imzasını atan şarkılarının, filmin müzikleri için kullanımına izin vermemesi de filmdeki ana karakterle anılmama isteğinden geliyor olmalı. Ayrıca bir dönem birliktelikleri gündeme gelen david bowıe ile mick jager ikilisinden david bowıe'nin böylesi atıflarla dolu filmde anılması, kırık filminde jager'ın eşcinsel bir karakteri canlandırılması sinemanın elverişli coming-out ortamının güçlü bir emaresi olsa gerek. Glam rock'ın rock müzik içerisinde seyrinin uzun süreli olmaması, dönem süresince gençlerin giyim tarzlarındaki değişimlerin moda - gelgeç bir eğlence, neredeyse özenti olarak sunulması, yaşanılan cinsel kimliğinde bir o kadar özenti olarak yorumlanmasına son derece açık. Film akımın genel seyrinden çok belgesel anlatım çabası, ewan mcgregor, jonathan rhys meyers, toni colette gibi, iyi oyuncuların aracılığı, gösterişli sahne kostümleri ile bir dönem filmi. İnsanların yeryüzünde insanların yarattığı yıldızların nasıl kaydığını görmek istiyorsanız ve coming-out olmakla ilgili korkularınız varsa güzel müzikler dinleme isteğinize olanak yaratın ve filmi görün.
ŞAKİR İstanbul
KAOS GL 58 / 31
İletişim İletişim köşesinde ücretsiz yayınlanmak üzere kısa mesajlarınızı adreslerimize iletebilirsiniz: Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci ANKARA / Fax: 0.312.363 90 41 / e-mail:kaosgl@geocities.com (Bundan böyle mesajlarınız aksini belirtmediğiniz takdirde 3 ay boyunca yayınlanacaktır.)
26 yaşında, üniversite mezunu bir gayim. 20 yaş ve üzeri gay arkadaşlarla yazışmak ve tanışmak istiyorum. Hakan: P.K. 1233, 01122 Cemalpaşa ADANA Üniversite ikinci sınıftayım. 22 yaşında, kendine güvenen ve seven biriyim. Beni benim kadar sevecek, 28-35 yaş arası gaylerle tanışmak istiyorum. Berk Güven (Muğla): 0.532.362 84 19 Orta yaşlı, üniversite mezunuyum. İstanbul'da çalışıyorum. Arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Caner:0.532.486 41 90 Sarışın, mavi gözlü, 20 yaşındayım. Eşcinsel arkadaşlardan telefon bekliyorum. Orhan:0.216.383 35 94 27 yaşında, esmer, uzun boyluyum. Arkadaş arıyorum. Murat:0.532.324 19 12 18-22 yaşlarında, global düşünen, sigara kullanmayan, sınırsız özgür, seyahat edebilen arkadaşlar; 133'ten 2510838 numaralı çağrı cihazıma mesajlarınızı bekliyorum. Erdal. Gencim, yeni dostluklar için beni arayın. Bülent:0.532.397 88 83 İstanbul'dan bir gayim. Mesajlarınızı bekliyorum. Ayhan: Ayhan24@hotmail.com Bana yazar mısınız? Mustafa Karakuş:P.K. 431 Antalya 33 yaşında, gayim. Muhabbeti severim. Ertan:0.532.516 32 19 Ben Fatih. Hollanda'da yaşıyorum, Türkiyeli gaylerden mesaj bekliyorum. e-mail:etic@XS4all.nl posta:Fatih Özden, Tak Van Poortvlietstraat 3A 3038NV Rotterdam-HOLLANDA Genç esmer arkadaşlardan telefon bekliyorum. Diva:0.532.665 15 11 Beyaz tenli, genç ve güzelim. Esmer, orta yaşlı arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Bülent:0.532.367 47 83
25-35 yaş arası arkadaşlara merhaba. Mehmet:0.532.396 38 39 Ben Birol. Beni akşamları arar mısınız? 0.212.613 46 13 Lütfen beni akşamları arayın Eray:0.212.696 61 00 Ben Savaş, görüşelim. 0.532.431 05 15 Esmer, genç bir mühendisim. Ertuğrul:0.532.483 70 88 Arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Bülent:0.532.541 03 83 Cumartesi-Pazar 12:0018:00 arası telefonlarınızı bekliyorum. Lütfen hafta içi aramayın. Kaangir (İstanbul):0.542.241 41 06 30 yaşında, 1.80 boyunda, kumral ve tekstille uğraşan biriyim. Mustafa:0.532.313 20 99 Mersin'de oturan bir gayim. Beni arayın, arkadaş olalım. Murat:0.532.633 85 29 25 yaşında, müşteri temsilcisiyim. Ahmet:0.532.564 92 27 Travestiyim. Beni arayın. Deniz:0.542.427 04 01 Doktorum. Beni arayın. Dr.Sadık:0.542.722 68 58 27 yaşındayım. Yeni dostluklara açığım. Kenan:0.532.345 67 12 23 yaşında, esmerim. Genç gaylerle tanışmak istiyorum. Caner:0.542.586 30 32 25 yaşında, iri yapılıyım. Eşcinsel arkadaşlarla tanışmak isterim. Osman:0.532.573 62 88 26 yaşındayım. Arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Tansu:0.542.634 77 98 Ciddi arkadaşlarla dostluğu severim. 28 yaşında ve esmerim. Tolga:0.532.346 06 13 Gencim, sırdaşım. Ciddi eşcinsel arkadaş arıyorum. Murat:0.542.311 58 77 Esmer, 1.65 boyunda, 23 yaşındayım. Üniversite öğrencisiyim. Çok iyi Fransızca bilirim. Genç gay arkadaşlarla tanışmak isterim. Ahmet:0.532.392 25 40
Genç bir müzisyenim. Ciddi ve düzeyli dostluklar ve arkadaşlıklar arıyorum. Murat:0.532.521 11 31 Eşcinsel arkadaşlardan telefon bekliyoruz. Samimiyiz, 20'li yaşlardayız, İstanbul'dayız. Burhan& Bülent:0.532.541 03 83 30 yaşındayım. Yeni arkadaşlıklar için çekinmeden arayabilirsiniz. Ayhan:0.542.245 33 14 40 yaşında, üniversite mezunuyum. Eşcinsel arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Mehmet:0.542.216 85 98 28 yaşındayım. Eşcinsel arkadaşları selamlıyorum. (Lütfen 18:00'den sonra arayınız.) Metin:0.212.641 31 43 37 yaşında, esmerim. Yalnızlığımı paylaşacak arkadaşlar arıyorum. Ali:0.532.416 13 90 26 yaşındayım. 40-50 yaş arası olgun ve dürüst arkadaş arıyorum. Sebo:0.532.416 95 17 33 yaşındayım. Almanya'dan yeni döndüm ve arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Hüseyin:0.532.573 80 30 30 yaşında, esmerim. Sırdaşım, dostluğa önem veririm. Lütfen 18:00'den sonra arayın. Bekir:0.212.253 31 04 26 yaşındayım. Genç eşcinsel arkadaşlarla tanışmak ve arkadaş olmak istiyorum. Ufuk:0.535.715 87 20 29 yaşındayım. Hayatın güzelliklerini eşcinsel arkadaşlarla paylaşmak istiyorum. Cem:0.532.382 17 20 Biz iki eşcinseliz. Neşeli, enerjik, çılgın insanlarız. Genç ve orta yaşlı arkadaşlarla arkadaş çevremizi genişletmek istiyoruz. Kıvanç&Metin:0.212.241 69 42 25-36 yaş arası, eğitimli, olgun beylerle arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Alp:0.532.471 22 87
Gencim, hayallerim ve fantezilerim sınırsız. Yüreği özgür olmak için çarpan arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Ali:0.532.374 58 99 29 yaşında, sırdaş ve güvenilirim. Paylaşımdan zevk alan arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Cahit:0.212.531 07 89 26 yaşında, kumral, yakışıklı, dostluğa önem veren bir gencim. Genç gay arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Murat:0.535.711 95 14 22 yaşında, esmerim. Halil:0.532.636 40 18 İnce, uzun boylu, bakımlı ve gencim. Bahar:0.535.712 23 65 Hallo! My Name is GABRIEL and I’m 31 years old. I’m 74 weight and 174 cm high, blond hair and brown eyes. I live in Mantova a small, but beautiful town in the North of Italy. I work in a hospital, like doctor and in my private surgery. I’d like to find a boy or a man that can make me happy. A man to build something for the future. Gabriel Anzaldi: Via pavese 92, 46047 Portomantovano (Mantova) ITALY Bazı sevinçlerin düşlerini kurarız. Çoğunlukla da altında eziliriz bu düşlerin. Gerçekleşebilecek sevinçleri yaşayabileceğim, içinde güzellik ve içtenlik taşıyan gay, lezbiyen, biseksüel tüm dostların mektuplarını bekliyorum. Hakan: P.K. 1129, Ulus ANKARA Ben Aşkın, 28 yaşında, kumral, kahverengi gözlü, çok hoş bir gayim. Saygıya, sadakate, dürüstlüğe çok önem veririm. Aşık olmak, sevmek istiyorum. Henüz vakit varken o insanı bulmak istiyorum. Ararsanız sevinir, hepinize cevap veririm. Aşkın: 0.532.356 34 70 Güneşten kurulan köprüyle merhaba. Erkek tenini seven, samimi bir insanım. Seviyeli, temiz, aşk arayan gizlilik içinde bir ilişki istiyorum.
Ankara’dayım. Mecnur: 0.532.547 09 99 Gençler ve kendini genç hissedenler, beni arayın. Dilaver (İstanbul):0.532.631 89 75 33 yaşındayım. Arayın görüşelim. Mustafa: 0.532.282 64 28 26 yaşında, kumral, 1.85 cm. boyunda, ela gözlü bir eşcinselim. Parapsikolog, okültist (medyum)um. Mistik karakterde biriyle birşeyler paylaşmak ister misiniz? Fotoğraf göndermenizi özellikle istiyorum. Mehmet Nizamoğlu: Anafartalar Mah. Yaprak Sitesi, Sancak Apt. No:29, Belsin KAYSERİ. Tel:0.352.326 06 74 (Akşam 19’dan sonra) Arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Yasemin: 0.532.687 26 09 25 yaşında, kumralım. Burhan: 0.542.267 77 44 German Blonde Man, muscular, slim and strong body, looking for a friend. Write! Blonde deutscher Typ; muskelös, gutgebaut möchte Freund Kennenlernen. Peter Werner Muehlbauer, P.O.B. 440222- D-80751 München/ DEUTSCHLAND Yeni dostluklar oluşturmak için bana yazmanızı bekliyorum. Ali Rıza K., Burmanstr. 12/3 1091 53 Amsterdam/HOLLANDA 28 yaşında, güvenilir ve sırdaşım. Osman: 0.532.374 58 99 Ben Serkan. 23 yaşında üniversite mezunu yakışıklı bir gencim. 30 yaşını aşmamış Mersin ve Adana çevresinden gay arkadaşlar lütfen bana yazınız. e-mail: e075125@hotmail.com Gökhan Ekmekçioğlu: Sivas Cad. No:59/31 KAYSERİ Tel: 0.532.497 67 28 16 yaşında, Belçika doğumlu bir gayim. Gay arkadaşlarla tanışmak ve yazışmak istiyorum. Murat: 2004 Sokak, No:11/4, Karşıyaka İZMİR
Özellikle Ege ve İzmir civarından arkadaşların telefonlarını bekliyorum. Hüseyin: 0.542.623 30 55 Gencim. Esmer, bıyıklı, 3540 yaşlarında beylerle tanışmak istiyorum. Kaan: 0.532.592 78 54 Orta yaşlı esmer arkadaşlar beni arayın. Azize: 0.542.517 52 30 25-35 yaş arası, kirli sakallı, esmer yakışıklı beyler, arayın, arkadaş olalım. Suat: 0.542.317 27 25 Arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. 23-30 yaş arası; telefonlarınızı bekliyorum. Metin: 0.542.236 40 16 23 yaşında üniversite öğrencisiyim. Ankara’daki gaylerle tanışıp görüşmek ve diğer illerdeki gaylerle mektuplaşmak istiyorum. Sinan: P.K. 153, 06592, Cebeci/ANKARA Bir eşcinselim ve benim gibi tüm gay arkadaşlarla tanışıp buluşmak istiyorum. Telefonum 24 saat açıktır. Murat Sönmez: 24 Nisan Caddesi, Koç Plaza, No:4, Kat:3, Daire:4, Okmeydanı İSTANBUL Telefon: 0.535.711 49 55 31 yaşındayım. Erkeksi çekicilik, kadınsı tavırlar içinde olmamak ve mutlak bir güvenilirlik sizin için de önemliyse görüşelim. İzmir’den Atila: 0.532.244 12 95 İstanbul’dan 35 yaşında, neşe dolu bir insanım. Arkadaşlarla telefonlaşmak istiyorum. Sercan: 0.216.349 29 34 20 yaşında üniversite öğrencisiyim. Adana ve Mersin civarından ya da mesafeyi engel saymayan gay arkadaşlar arıyorum. Özellikle uzun süreli duygusal düşünen, gizli olup efemine olmayan, temizliğe önem veren arkadaşların telefonunu bekliyorum. Emre: Mersin: 0.532.493 60 39 Berkant (İstanbul): 0.216.449 18 43 Aşık olmadan asla! Yüksel: 0.532.567 02 84 Tunç: 0.532.473 63 54 Yener: 0.532.723 82 67 Sarışın ve gencim. Genç arkadaşlarla telefonlaşmak istiyorum. Erol: 0.532.741 76 82 Gencim, güzelim, çılgınım. Yeni arkadaşlıklar için beni arayın. Bülent: 0.532.517 11 12 33 yaşında bekarım. Bay ve bayan arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Emin: 0.532.274 92 97 26 yaşında bekarım. Gırgır ve şamataya bayılırım. Ercan: 0.532.367 31 48 Önce yürekler bir olmalı, sonra bedenler. Sizi bekliyorum erkek olup da erkek sevenler. Yusuf CAN:0.542.596 50 39 I'm a belgian gay and I like to get in touch with turkisch men
who want sex or love affairs with foreign gays. Henri DELHEM: P.B.254, B1210 BRUSSELS BELGIUM Symp. Deutsch-Inder, 45y. in MUENCHEN/D, sucht grosse, stark gebaute, u. sehr stark behaarten TUERKISCHEN Freund zu besuchen u. Mehr. Du solltest, sehr aktiv u. Humorvoll sowie sehr maskuliner Typ sein. GERMAN-INDIAN, 45y. in Munich, in search of active Turkish friend for visits. You must be v. active top, tall and v. hairy if possible. I do not smoke, am srt. Acting and handsome with good sense of humour. Can host and expect from you the same. E-mail: rguha@eso.org Tel.fax (++4989)96201227 evenings. REBONTO GUHA in MUNICH. Yalnızlık Allaha mahsus. Musti: 0.532.673 02 08 Kim bu gözlerindeki yabancı, yaralar beni yüreğimden; hani ben olacaktım yalancı, başının tacı. Ertuğrul: 0.532.646 66 83 I'm looking for gay, bisexual or transexual penfriends in Turkey. I'm 35/178/70, living in Bilbao (Basque country) and I like Türkiye. Please write in french, spanish or english. Xabier AROTZ, Loteria, 2, 6, ERD. 48005 BİLBAO İSPANYA Erkekler de yanar, hem de nasıl yanar! Ama siz yanmayın. Selçuk: 0.532.422 85 08 LAMBDA-İSTANBUL Danışma Telefonu: "Yalnız Değilsiniz!":0.212.233 49 66 (Salı, Perşembe günleri 19.0021.00 arası; diğer zamanlarda telesekreter mevcut) ILGA (International Lesbian and Gay Association) e-mail: ilga@ilga.org internet adresi: www.ilga.org IGLHRC (Uluslararası Gay Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu) e-mail:
iglhrc@iglhrc.org fax: +415-255-8662 Amnesty International (Af Örgütü) e-mail: amnestyis@amnesty.org internet adresi: www.amnesty.rog The Advocate (The National Gay & Lesbian Newsmagazine-USA) internet adresi: www.advocate.com İNSAN HAKLARI DERNEĞİ Genel Merkez Tel&Fax: 0.312.425 95 47 Ankara Şube Tel:433 74 81 Fax:435 76 15 İstanbul Şube Tel:0.212.244 44 23 Fax:0.212.251 41 55 Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı http://www.archimac maarun.edu.tr-organizationkek GACI (Kadın Kapısı Haberleşme Bülteni) Tel:0.212.293 16 05 0.212.293 16 06 Fax:0.212.293 10 09 e-mail: ikgv@prizma.net.tr Eşcinsellik ve İslam gaymuslims@yahoo.com Cinsel Hastalıklar Tedavi Merkezi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Aile Planlaması, İnfertilite Araştırma Merkezi (Üroloji Polikliniği
içinde) 34303 Cerrahpaşa İSTANBUL AIDS Danışmanlık Hatları Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi (HATAM) 0.312.310 80 47 Türkiye Aile Planlaması Derneği 0.312.431 18 78-431 56 98 Sağlık Bakanlığı Ücretsiz Bilgi Hattı 0.800.314 79 79 AIDS Savaşım Derneğiİstanbul 0.212.231 07 60 Positive Nation (Britanya'nın HIV Magazini) e-mail: editor@positivenation.co.uk internet adresi: www.positivenation.co.uk Unutmayalım! Güvenli seks sadece AIDS’ten değil, birçok cinsel hastalıktan korunmanın yoludur.
Mektuplarınız için adresimiz: Ali ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci ANKARA KAOS GL 58 / 34
Gökhan / Kayseri Sınav yoğunluğu yüzünden gezi ertesi biraz geç yazdım. Kaos'u bu ay zor bekledim. Tabii gelir gelmez bir hurra kitapçıya. Bir iki arkadaş "biz almayalım, sizden iletişim sayfasının fotokopisini çekelim" dediler. Buna çok sinirlendim. Ve günde 500.000 TL nereye vermiyorsunuz ki, diye çıkıştım. Herkese aldırdım ve şu an burada kalmadı. Biraz geziden ve şenliklerden bahsedeyim, yani bende bıraktıklarından, aklıma her geldiğinde inanın göğsüm kabarıyor. Hayatımın en güzel günüydü, partnerimle öpüşürken, bas bas bağırırken, ip atlarken hesap vereceğim, çekineceğim diye kaygım yoktu. Şimdi o dağı, o gün orada yaşanılanlardan sonra düşünüyorum, ne kadar öksüzdür şimdi. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Burada, Kayseri'de hayat yine bombok. Okulda başıma gelen olayları, daha önce anlatmıştım. Şu an pek bir problem yok. Ama beraber yiyip içtiğim arkadaşlarım bir yerlerden "onun yanında görülmeyeceksin" diye uyarılmış. Bu yüzden okulda beni gördüklerinde vebalı görmüş gibi kaçıyorlar. Ne diyeyim kendi zavallılıklarına, mutsuzluklarına, adiliklerine yansınlar. Bu insanlar okuyacak da ülkeye faydalı bir insan olacak ha? ……… / Hatay Bir süre önce televizyonda TUTKUNUN ŞAİRLERİ filmini izlemeğe başlarken bir misafirimin gelmesi üzerine maalesef ilmi izleyemedim. İşin doğrusu ciddi anlamda da rahatsız oldum. Fakat., Aradan bir süre geçince filmin tekrarının verileceğini öğrenince sevincimi anlatamam. Belki bugüne kadar eşcinsel bir aşk birliktelik anlamında izleyeceğim 3. film olmasından belki de o aşkın içinde yer aldığımı
hayal etmemden bilmiyorum ama çok sevindim. Filmin yönetmeni Agnieszka Holland aktörleri ise Leonardo Di Caprio ve David Thewlis. 1995 yılında çevrilen filmin çalışması ise duygusal ve drama. Konusu ise 1871 yılında şair Verlain’ın (David Thewlis) 16 yaşındaki şair Rimbaud’a (Leonardo Di Caprio) olan aşkı ve bu aşkın dramatik öyküsüdür. Verlain zengin birinin kızı ile evli ve bir çocuk beklemektedir. Rimbaud’un taşradan gönderdiği şiirlerden etkilenerek O’nu yanına çağırır. 16 yaşında birini karşısında gördüğünde ise şaşırır. Rimbaud ise yaşının çok üstünde bir tutkuya ve yeteneğe sahiptir. Bir o kadar da uçuk. Kısa bir süre içinde Verlain Rimbaud’a aşık olur ve karısı ile çocuğunu terkeder ve beraber yaşamağa başlarlar. Rimbaud hırçın, hayalperest ve uzak dünyaları keşfetmeyi seven uçarı biridir ve Verlain’i beraberinde sürükler. Uzun ve tutkulu sürece bir beraberlik ve aşk yaşarlar. Bu arada kocasının kaybettiğini ve Rimbaud’tan kopamayacağına inanan Verlain’i karısı boşar ve boşarken de eşcinsel ve ahlak dışı bir yaşam sürdüklerini iddia ederek kocasını 2 yıl hapse mahkum ettirir. Verlain cezasını çektikten sonra ilkin Rimbaud’a koşar. Fakat artık Rimbaud bu birlikteliğin yürümeyeceğini ifade eder ve ayrılırlar. Bu sorunlar ilişkiyi bitirmiştir. Aradan yıllar geçer Rimbaud’un kızkardeşi İsabelle Verlain’i bulur. Ve Rimbaud’un yakalandığı hastalık yüzünden bir bacağını kaybettiğini (dizindeki tümör nedeni ile) acı çekerek yaşadığını ve hastalığı tüm vücudunu sarınca da öldüğünü ifade eder. Verlain’den ahlaka aykırı şiirleri varsa vermesini ister.
Verlain ise Rimbaud’dan geriye kalan TUTKU DOLU ŞİİRLERİ VERMEZ. Ve film bu şekilde bana göre dramatik bir sonla biter. Doğrusu filmden çok etkilendim. Ve iki erkeğin tutku dolu aşkına hayran kaldım. Filmlerde de olsa böyle bir aşkın varlığına inanmak bile bir mutluluktu benim için. Sonra daldım, düşündüm. SEVGİ en büyük ilaç insana buna bir kez daha inandım. Sevgi dolu mutluluk dolu yaşamlar bizlerin olsun. Özkan / Adana Beni, her şey ne kadar da küçük bir ayrıntıda saklıymış, diye düşünmeye iten hep görmekten korktuğum ama görmeden yapamadığım zehirli bir yılanı günden güne süzmekti bedenimin, beynimin en can alıcı kıvrımlarına. Bir acıyı benimsemiş olmanın yaşattığı nankör duyguların hiç birini yaşamamış olmayı istemezdim demiyorum ancak istemek keşke bu kadar çabuk katılmasaydı anlamını yitirenler kervanına. Şimdi zincirinin bir halkasını oluşturmak, bilinçaltının bir yerinde (kenarında) yerimi aldığımı bilmek ve usulca kıvranıp kalmanın orda, içimde oluşturduğu paylaşılmaz huzurundan dolayı yanılgı sonrası elde edilen tecrübeler misali küçüldüğümü hissediyorum topraklarında. En börtü böceği seviyorum topraklarında yaşayan. Hayat can alıcı bir dönüm noktasında renk değiştiriyor, şekil değiştiriyor sözlerindeki büyünün tesiriyle. Tanımlamak şimdi seni öyle zor ki!… Belki bir başka bedene yaşattığın hazların toplamından çıkmış olduğunu zannedebilirsin tüm düşüncelerimin buna söyleyebileceğim tek şey keşke bu kadar basit olsaydı. Elbette bir başka bedende şekillenmeye
çalışmanın tarifi mümkün olmayan acılarını da tatmıştım bu kadar yorulmadan ve anlamadan önce bir şeyleri. Mutluysan mutluyum eğer mutluluğum mutluluğunun tamamlayıcısıysa çok daha mutluyum. Asıl sorun (evet bir sorun var hem de koca bir sorun), birileri bizi hâlâ hayat üzerinde oynanan oyunun vazgeçilmez piyonları olarak görmeye devam ediyor. Bizi bize satıyor, bizi bize öldürtüp, birbirimiz üzerinde kazandığımız zaferden bizim adımıza keyifleniyor. Sarı saçlı bebek almadan seni kollarına zindanındaki o çocuk bu denli kırgın ya da umutsuz değildi. Dökülen yaprakların yürürken üzerinden çıkardığı her bir çıtırtı bin metrekare görüntü şekillenen gözlerimde. Ve sen yolun sonunda açmayı başarabilirsen o kapıyı, aşabilirsen hayalsi kısıtlayıcılarını bir defa bak gözlerime. Olur mu? Kaangir / İstanbul Oysaki çok güzel saklamıştım seni kalbimde… Seni sevmiştim oysa, biliyorum sen de sevmiştin, titreyerek öpen, seven, sevilen o küçük esmer oğlancığı… Ama yapamadın, kabullenemedin yaşananları, sevgiyi, aşkı… Seneler sonra aradım seni. Gözünde hiç değerim kalmamış. Seni böyle heteroseksüel eğilimlere saptıran her saniyenin, her dakikanın, her insanın Allah belasını versin. Neden seni aradım hâlâ bilmiyorum. Hâlâ sarışın güzel aşkım olduğunu umduğum için mi? Yoksa tam anlamıyla bütünleşmek için mi? O zamanlar küçük esmer oğlanın bedeni böylesi birleşmeye hazır değildi. İyi ki de hazır değilmiş. Aylarca sonra buldum telefonunu. Aramakla-aramamak arasında parmaklarım bir gitti, bir geldi. En sonunda başardım son numaranı tuşlamayı.
KAAN: İyi akşamlar, şey Cenk ile konuşabilir miyim? CENK: Buyrun, ben Cenk. K: Merhaba Cenk... C: Merhaba, şey hatırlayamadım… K: Ben Kaan… (SESSİZLİK…)
C: Hatırlamadım! K: Biraz düşün… Düşünürken merkez apartmanının bodrumunu, sizin evin salonunu, o salondaki sallanan koltuğunuzu, annenlerin yatak odasını, yataklarını hatırla… C: Sana hatırlamıyorum, dedim. Bir daha arama burayı. K: Hatırlıyorsun!!! C: Hatırlanacak insan var, hatırlanmayacak insan… Telefonumu nereden buldun bilmiyorum ama bir daha arama, yoksa senin… Telefonu kapattım… Ve tekrar aradım… K: Cenk, neden korkuyorsun ha neden?! Bir zamanlar nasıl severdin ha, nasıl sevişirdin… Heteroseksüel düzene yenik düşmüşsün. Benim gitmem heteroseksistleştirmiş seni, o düzenin parçası yapmış, yazık… Bir erkek, eşcinsel değilse bu kadar iyi sevmez, öpmez, öpemez… Sen kabullensen de kabullenmesen de eşcinselsin, tamam mı? Cenk!!! C: Bu sözleri iyi dinle… Böyle bir şey hiçbir zaman olmadı orospu çocuğu, eğer burayı bir daha ararsan senin ağzına sıçar, anandan doğduğuna pişman ederim. Tamam mı? K: Tamam ama söylediklerimi sen de dinle. Tamam hatırlama beni. Hatırlamaman, tanımaman yaşadıklarını beyninden si-
lecekse tamam. Ama şunu bil, sana boşuna değer vermişim. Sokağın ortasında bir it ölüsü görsem kenara çekerim, ama senin leşin olsa gördüğüm, üstüne tereddüt etmeden basar geçerim. Ayrıca orospular bile senden şereflidir. Asla bir ibne olmanın onurunu ve gururunu yaşayamayacaksın yazık… Görüşmemek üzere hoşçakalma, kendine iyi de bakma. Cenk, karşılaşmayız umarım Cenk… Allah belanı versin Cenk!!! Yine de sağol küçücük yaşıma ve bedenime rağmen cinselliği keşfetmemi sağladın. Ben o küçücük yaşımda kendimle barıştım. Ama adı yoktu o zaman… Şimdi adını da buldum. İbneyim tamam mı ibne!!! İnadına hem de senin, Cenklerin, Keremlerin inadına ibneyim. Senin ibneliğini kabullenmeyip, böylesi bir şereften ve onurdan yoksun olman büyük kayıp adına üzüldüm… O küçük esmer oğlancık büyüdü Cenk… Annesini bile yanına alarak böylesi bir yolda; güvenle, başı dik ve onurla yürüyor. Sabırsızlıkla bekliyor sevgilisiyle el ele tutuşup yürüyeceği, evleneceği günü. Bir gün
KAOS GL 58 / 35
eşcinsel hareket patlayıp, kabul gördüğünde büyük acılar yaşamama sebep olan Cenk'e, Cenklere tükürmek için ağzımda biriktiriyorum tükürüklerimi… M. S. / Adana Sabahları uyanırken aman Tanrım ben bu ülkede mi yaşıyorum sorusu harbi harbi kafamda büyük bir yer etti. Her şey o kadar laçkalaşıyor ki, her şey, her yer ve herkes bence çok çıkarcı, ama zaten öyle olması da gerekiyor. Biz nereye gidiyoruz? Bu ülkenin sonu ne olacak? Ben tarihe bakıyorum da son Osmanlı yıllarını görüyorum. Yeni rejim yanlıları ülkeyi içten içe kemiriyor. (Tabi bu şartlar şu an hepimiz için mükemmel ama o zamanlar da biz şimdi nasıl şeriatı istemiyorsak onlar da cumhuriyet rejimini istemiyorlardı). Şimdi bu ülkede büyük bir asayişsizlik var. Ve en yakın örneği ÖSYM'nin sınav sorularını çaldırması. Zaten BM'ye üye olan TC hiçbir şartı yerine getirmezken sınav zedeleri baştan kaybetmeye mahkum etti. BM'nin insan hakları evrensel bildirgesinin 26. maddesinde yükseköğrenim tam bir eşitlikle herkese açık olmalı der. (AOÖB puanı sayesinde bu madde Türkiye'de geçerli değil diğer 30 madde gibi). Ayrıca hepimizin kurtuluşu için geçerli hiç kimsenin özel yaşamına karışılamaz ve herkes
KAOS GL 58 / 36
görüşlerinde serbesttir maddesi bu ülke insanının duymayı isteyeceği en son şeydir. Hâlâ onlar kurbağa vakıfları ile kumar oynayan kadınları savunma derneğinde olan insanlar için uygulanan maddelerdir. Din ve cinsiyet tabusu ne zaman yıkılacak? İnsanlar ne zaman birbirlerine saygılı olursa işte o zaman her şey bir bir yoluna girecek ve tüm insanlar için mutluluğun anahtarı bulunmuş olur. Bugün ben vicdan özgürlüğümü kendim isteyerek seçerim ve kullanırım. Bunu kimse alamaz ve söyleme gereksinim de yoktur. (…… orijinal metinden okunamıyor!) zorla evlendirilenler ve o gece hiçbir şey yapamadan orada kalakalmak bir çok eşcinselin yaşamının en feci anıdır. Bunu bir çok kişi de yaşamıştır. O zaman felaketler, acılar, yıpranmalar üst üste gelir. Kendini koruyan, sağlıklı bir beyin yapısına sahip olan insan kötü günleri atlatır. Ya iradesi zayıf olanlar; onlar için yaşam zaten çekilmez olur ve bir şekilde de bu diyardan göçerler. Ne vahim. Bu yüzden herkes toparlanmalı ve en azından özgürlük için savaş vermeliyiz. Bundan yüzlerce yıl önce olduğu gibi. Hâlâ bir sonuç yok ama belki bir gün olur. Eftal / Kayseri Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba. Elimde mevcut eski Kaos'lara yeniden gözattım ve daha önce okumadığım bölümleri okudum ve sonrasında yeniden yazmaya karar verdim. Beni etkileyen yaşanmış ve yaşanan aşklardan, birlikteliklerden kesitler okudum. Benim yakın çevremde uzun süreli beraberlik yaşayan gayler yok ama bana hep çok uzak ütopya gibi gelen hikayeler var duyduğum. İnsan gay de olsa, lezbiyen de her şey sadece seksle sınırlı olmamalı diye düşünüyorum.
Gözardı edilmemesi gereken fakat bunu ısrarla yaptığımız duygularımıza, sevgiye, aşka ne oldu Allah aşkına? Biz sevemiyor muyuz ölümüne? Aşkla çarpmıyor mu bizim yüreklerimiz? Sizi bilmiyorum ama benimki öyle. Belki sırf sevgi uğruna yaşanacak sımsıcak bir aşk beraberliği adına mazbut sayılacak bir hayat sürdüm ama bu arada hayat merkezimin arkamda olmadığını öğrendim. Elbette bir çok erkekten etkilendim, hatta istedim de çoğunu ama hiçbir zaman her önüme gelenle yatacak kadar yürekli olamadım. Çünkü bir takım değerlerim vardı korumak zorunda olduğum. Kendime saygılı idim ve hepsinden önemlisi bedenim çok değerli ve özeldi, sadece adını bildiğim birine veremeyeceğim kadar. Maceralarını dinlediğim arkadaşlarım var ve dergimizde okuduklarım. Kimseyi kırmak ya da eleştirmek değil amacım. Ama onlarınkini "cahil cesareti" olarak yorumluyorum. Onlar da beni "fani dünyada dünya nimetlerinden faydalanmama"yla. Ankara'dan Ali Ferhat'ınki gibi ya da Parisli Amcanın 45. sayıda yayınlanan mektubu gibi ya da; Siyah'tan Duygu'ya, Duygu'dan Siyah'a yazılan mektuplar gibi örneklerin daha sık yaşanmasını diliyorum. Söylemek istediğim bir başka şey de; malum sinemalara, hamamlara veya barlara, cafelere giderek başımızın göğe erip ermediği, tabi ne amaçla gidildiği önemli. Bugüne kadar düzeyli bir ilişki, aşk temelli bir birliktelik yaşama düşüncesiyle bekledim ve biliyorum ki türümün son örneği değilim. Aktif ya da pasif, gay ya da lezbiyen herkese bekledikleri gibi bir ilişki diliyorum. Taşıdığım cinsel kimliğin onuruyla herkese "onurlu" ilişkiler ve onurlu bir yaşam diliyorum.
1997 ve 1998 yıllarında, Lambda İstanbul’u temsilen ILGA-Europe’un yıllık konferanslarına katıldım. Aşağıda, katıldığım iki konferansla ilgili bilgiler vermeye çalışacağım. Örgüt hakkında daha fazla bilgi almak için ILGA’nın resmi web sitesi www.ilga.org adresinde ziyaret edilebilir. ILGA-Europe konferansları, yıllık düzenleniyor. Konferansın o yıl nerede gerçekleşeceği, iki önceki yılın konferansında aday ülkeler arasında seçim yapılarak belirleniyor. Seçimlerde, ILGA-Europe’un, yönetmelikleriyle belirlediği, yıllık konferansların sahip olması gereken standartların sağlanıp sağlanamayacağı büyük rol oyuyor. Bu standartlardan bazı örnekler, şunlar olabilir: Mümkün olduğunca çok burslu katılımcı sağlamaları, özellikle lezbiyen katılımını artırmak için çocuk bakım olanaklarının sağlanması, konferansın yapılacağı yerin, yerel homofobiden etkilenmeyeceğinin garanti edilmesi, iletişim engelliler için çeviri olanakları, konferansın gerçekleşeceği mekanın standartları… ILGA, 1997’ye kadar, dünya çapında örgütlenmiş bir uluslararası kuruluştu. 1997’de yapılan dünya konferansında, ILGA’nın bölgelere ayrılmasına, bu bölgelerin kendi yönetim kurullarının ve ILGA World yönetim kuruluna iki temsilci göndermelerine karar verilmiş. Dünya konferansı iki yılda bir yapılıyor. 1997 ILGA-Europe konferansı Londra’da, bir konferans kompleksinde gerçekleşti. Bu konferans, ILGA-Europe’un ilk konferansıydı. Biraz ilk konferans olmasından dolayı, biraz da düzenleyici örgüt olan UNISON’a düzenleyici örgüt olduğunun çok geç haber verilmesinden dolayı, katılımın çok yüksek olamadığı bir konferanstı. Konferansın en önemli gündem maddesi, yeni bir örgüt olan ILGA-Europe’un yönetmeliklerinin oluşturulmasıydı. Bu amaç için bütün konferans boyunca devam eden bir dizi toplantı yapıldı. Bu toplantılar dışında, daha ikincil konulara odaklanan iki farklı toplantı türü vardı. Bunlardan birincisi, kapanış toplantılarında, konferansa rapor sunmakla yükümlü olan ve kapanış raporlarına ekler yapma yetkisine sahip olan toplantılardı. Bu toplantılar, ILGA yönetmelikleriyle ilgili olmasa da örgütün işleyişiyle ilgili olan toplantılardı. İkincisi ise, konferansa rapor sunmakla yükümlü olmayan ve kapanış raporlarına ek önerilerinde bulunabilen toplantılardı. Bu toplantılar daha "sosyal" konularda
ve daha çok konferansa katılan çeşitli örgütlerin KUTLU temsilcilerinin fikir ve deneyim alış-verişine İstanbul odaklanmıştı. Bu toplantıların önerilerin kapanış raporlarında yer alabilmeleri için kapanış seanslarında onaylanması gerekmekteydi. Konferansın başlangıcından önce, mektupla aday gösterilen yönetim kurulu üyesi adayları, kapanış seanslarında oylama ile seçildi ve gelecek konferansa kadar, yönetim kurulunu oluşturdular. 1998 ILGA-Europe konferansı, Avusturya’nın Linz kentinde, bir otelde, HOSI-Linz örgütünün ev sahipliğinde gerçekleşti. Bu toplantı, önceki yıl Londra’da yapılan konferansla karşılaştırıldığında, katılımın hem sayıca, hem de ülkece çok daha yüksek olduğu bir konferanstı. Toplam katılımcı sayısı 120 kişinin üzerindeydi. Bu 120 kişinin yaklaşık 30 kişisi burslu katılımcılardan oluşuyordu. Konferansa katılan ülkelerden, evsahibi Avusturya’dan sonra, en yüksek temsilci sayısına sahip olan ülke, yaklaşık 15 kişi ile Britanya idi. Konferansın yapısı, 1997 konferansıyla aynıydı. İçeriği ise, katılımcı sayısıyla orantılı olarak daha yoğundu. Dolayısıyla çok daha fazla toplantı vardı. Örgütün işleyişiyle ilgili olan toplantılarda, yönetim kurulunun tamamlanan yılda neler yaptığı ve gelecek yılda neler yapması gerektiği konuşuldu. Londra’da kararlaştırılan örgüt yönetmeliğinde yapılması önerilen değişiklikler değerlendirildi ve oylandı. ILGA-Europe konferanslarında oy kullanma hakkına sahip olabilmek için, bir üye örgütü temsil etmek gerekiyor. Üye örgütlerin yıllık aidatlarını ödemiş ve gönderdikleri temsilcilere örgüt adına oy kullanabileceklerini belirten bir mektup vermeleri gerekiyor. Sadece gay ve sadece lezbiyen örgütler birer, karışık örgütler ikişer oy hakkına sahip oluyor. Örgütleri temsil eden en az iki kişinin konferansta bulunması, konferansın iyi takip edilmesi ve konferans sonucunda oylamada isabetli kararlar verebilmek açısından pratik bir fayda sağlıyor: Aynı anda birden fazla toplantı gerçekleştiği için, bir kişi konferansı yeterince takip edemiyor ve dolayısıyla sağlıklı kararlar almakta zorlanıyor. Konferansa katılan temsilcilerin, sadece 3-4 gün içinde olup biten ve çok hızlı gelişen olaylara ayak uydurabilmeleri için, bütün bir yıl içinde, Avrupa’da olup biten olaylardan, ILGAEurope yönetim kurulunun yıl içinde yaptıklarından ve konferans ajandasından haberdar olmaları gerekmektedir.
(1997 yılında Lambda, yazıda bahsedilen konferansa davet edilmiştir. Bu davet üzerine Lambda, Kutlu arkadaşımızı Lambda'yı temsilen, İngiltere'ye yollamıştır. Okumuş olduğunuz yazı Kutlu arkadaşımızın konferansla ilgili bilgi ve izlenimlerini içermektedir.)
KAOS GL 58 / 37
KAOS GRUBU PAZAR TOPLANTILARI Haftalık Pazar toplantılarımız devam ediyor. Sakal Sahaf Cafe, Olgunlar Sokak 12/2 Her Pazar saat 20.00'de başlayan toplantılarımıza bekliyoruz.
TEŞEKKÜR Adana’dan bir okurumuz 5.000.000.-TL’lik posta pulu katkısında bulunmuştur. Çeşitli kurum ve şahısların abonelikleri için göndermiş olduğu 50 dolardan dolayı Lambda’ya teşekkürler. Manisa'dan Serdar arkadaşa göndermiş olduğu 35.000.000.-TL'lik posta pulu için teşekkür ederiz. Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı'na göndermiş oldukları 99 ajandası ve bültenleri için teşekkür ederiz. İSTANBUL KARTAL'dan APS! İstanbul Kartal'dan Nisan'ın ortalarında APS yollayan arkadaş, APS'n elimize ulaşmadı! Çünkü değerli postane görevlileri APS'yi kaybettikleri gibi bu durumdan bizi Mayıs'ın başında haberdar ettiler. Eğer APS'n BaharANKARA buluşması ile ilgiliyse zaten artık her şey için çok geç. Herhangi bir yazı veya benzeri bir ürün idiyse lütfen bize tekrar gönder. TEMMUZ-AĞUSTOS SAYISI Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Temmuz-Ağustos sayımızı birleşik çıkaracağız. 80 sayfa olmasını planladığımız bu çift sayımız 1.000.000.-TL'den satılacak. Yayınlanacak yazılar dosyamızda biriken bütün şiirler bu sayıda yer alacak. YENİ SATIŞ NOKTASI KAOS GL'nin satıldığı iller ve kitapçılar ikinci sayfamızda yer alıyor. Bunlara bir yenisi eklendi. İstanbul Avcılar'daki İletişim Kitabevinde de artık KAOS GL bulabileceksiniz.
sapphonun kızları'ndan HABERLER Dergimizin geçen sayısında coşku ile yazılmış yazılarda okuduğunuz gibi, 23-25 Nisan Bahar Ankara günleri kurduğumuz hayallerin gerçekleşebilir olduğunu bizlere gösterir nitelikteydi. Ev sahipliğini Kaos GL ile birlikte yapan sapphonun kızları olarak bizler de, elimizin ulaşabildiği tanıdığımız lezbiyen kadınları şehrimize davet etmiştik. İstanbul’dan katılım oldu. Piknik sonrası, arkadaşlarımızın birinin evinde iki şehrin (ve bir Bolu) lezbiyen kadınları, lezbiyen ve gay hareketine dair düşünce ve deneyim aktarımında bulunduk. Ardından gelen etkinliklerle iyice kaynaştık ve artık birbirimizden haberdar yaşıyoruz. Dileğimiz İstanbullu lezbiyen arkadaşlarımızın da yakında bir grup kurmaları. İstanbul’da henüz adı olan, tanımlı bir lezbiyen grubu olmamakla beraber, İstanbul’daki diğer lezbiyenlere ulaşmak isteyen lezbiyen kadınlar, derginin ikinci sayfasının altında İstanbul için de bir adres bulabilecekler. Kaos GL'nin geçen sayısında dağıttığımız broşürden bahsetmeye gerek yok heralde. Temel anlamda lezbiyenlikle ilgili önyargılardan bahseden broşürümüzü Kaos’un yanısıra, Ankara ve İstanbul’da ulaşabildiğimiz mekanlarda dağıttık. Ama yine bahsedelim, broşürümüzü Derivative Duo adındaki bir lezbiyen müzik grubunun CD satışları sayesinde çıkarmaya çalıştık. CD satın almak isteyenler lütfen Kaos’a ulaşsınlar. Ayrıca, ODTÜ Bahar Şenlikleri çerçevesinde 14 Mayıs 1999 günü “Lezbiyenlik ve Feminizm” başlıklı bir söyleşimiz oldu. …Veee… sapphonun kızları artık bir yaşında. 13 mayıs 1998 ilk toplantımızın tarihi idi. Artık bir yılı geride bıraktık… Ne diyelim… Nice yıllara…
Yaşadığı il, ilçe vb. yerlerde KAOS GL'nin satılabileceği kitabevleri vb. merkezlerin olduğunu düşünen arkadaşların ve de elden satabilecek arkadaşların bizimle HAMAMCI ÜLFET, Ahmet Rasim iletişim kurmalarını bekliyoruz. Arba Yayınları, İstanbul, 1987
19 Haziran 1999 Cumartesi günü Lambda-İstanbul tarafından Büyükada'ya bir gezi düzenlenecektir. Amacımız, BaharANKARA'daki ruhu bir parça da olsa yeniden yakalamak! Aya Yorgi'ye çıkılması düşünülmektedir. Katılmak için tek yapmanız gereken, 19 Haziran Cumartesi sabahı saat 10:15'te Bostancı Vapur İskelesi'nin önünde bulunmak. En azından birimizin elinde, Kaos GL dergisi olacak. Görüşmek üzere! Lambda-İstanbul
KAOS GL 58 / 38
"Ahmet Rasim (1865-1932) Türk edebiyatının en özgün yazarlarından biridir. Elli yıla yaklaşan yazı yaşamı boyunca keskin bir gözlemci dikkatiyle hep İstanbul'u anlatmış, bu büyük kentin toplumsal yaşamını canlı kesitler halinde ustalıkla yansıtmıştır. Hamamcı Ülfet'te de toplum hayatının bugün bile pek fazla deşilmemiş bir yönüne cesaretle eğilmektedir. Eskiden "Muaşakat-ı Nisaiye" (kadın kadına aşk) denilen sevicilik olayının günümüzden 80 yıl önceki görünümünü onun renkli anlatımından izlemek sanırız daha da ilginçtir."
Hayvanlar dünyasında eşcinsellik Hayvanlar alemindeki eşcinsel davranış biçimleri, bilim adamlarınca aslında 18. yy'dan bu yana inceleniyor. Ancak konu bugüne kadar pek açıklığa kavuşmadığı gibi, araştırmalar da hep yüzeysel kalmıştı. Amerikalı biyolog Bruce Begamihl, davranış bilimcilerin hayvanlardaki eşcinselliği dikkate almadığından yakınıyor. Bu tür davranışlar, şimdiye dek çoğunlukla, basit bir selamlaşma, üstünlük ifadesi veya saldırganlık olarak yorumlanmış. Begamihl, "Biological Exuberance" (biyolojik taşkınlık) adlı eserinde, sayısız fotoğraflarla çeşitli hayvan türlerindeki eşcinsel davranışları açıklayarak, davranış biyolojisindeki bu tabuyu yıkmaya çalıştı. Bagemihl'in yıllar süren araştırması sonucunda topladığı malzeme kesinlikle kayda değer.
Firmadan talep edilen tazminatın neden bu kadar yüksek olduğu yolundaki soruyu ise Curry'nin avukatı Benedict Morelli yanıtladı. Curry'nin 45 milyar dolar değerinde bir uzman olduğunu belirten Morelli, ‘‘45 milyar dolar değerinde biri için milyon dolarlık dava açamazsınız’’ dedi. Morgan Stanley yetkilileri, geçen nisanda genç uzmanı işten attıktan dört ay sonra Curry'nin şirket bilgisayarlarını kullanarak ırkçı ve eşcinsel e-mail'ler yazdığı iddiasıyla polise başvurdular. Curry tutuklanarak hapse girdi. Ancak Manhattan Bölge Savcılığı yapılan soruşturmadan sonra Curry aleyhindeki suçlamaları düşürdü. Savcılık şimdi Stanley Morgan ile Curry aleyhinde ihbarda bulunan C. Joseph Luethke adlı şahısla ilgili soruşturma yürütüyor. Philadelphia gerçek oldu
"Eşcinsel evlilikler" lezbiyen davranışlar sergileyen gümüş martılarında da görülür. Üremek için erkek martıyla zoraki çiftleşmeye giren dişi martı, yumurtasını hemcinsiyle büyütmeyi tercih eder. (Cumhuriyet Bilim Teknik, Sayı: 633 / Radikal, 7 Nisan 1999)
Morgan Stanley'de, eşcinsel dergiye poz verdiği için işten atılan yatırım uzmanı Christian Curry'nin başına gelenler, ünlü aktör Tom Hanks'in başrolünü oynadığı Philadelphia'yı hatırlatıyor. Hanks, filmde bir avukatlık firmasında çalışırken AIDS olduğu için işten atılan bir avukatın hukuk mücadelesini anlatıyordu. Filmde, eşcinsel avukatı oynayan Hanks, açtığı tazminat davasını kazanıyor ve avukatlık firması milyonlarca dolarlık tazminat ödemeye mahkum ediliyordu. (Hürriyet, 21 Mayıs 1999)
Wall Street'te 1 milyar dolarlık çıplak poz davası
İran'ın Transeksüeli
New York'un en büyük yatırım bankası Morgan Stanley'in, ‘‘Eşcinsel dergiye poz verdiği için’’ işten atılan uzmanı Christian Curry, banka aleyhinde 1 milyar dolarlık tazminat davası açtı. Curry, ‘‘Beni hem siyah olduğum için, hem de eşcinsel olduğumu düşündükleri için attılar’’ dedi.
İran'da 21 yaşında genç bir kız cinsiyet değiştirerek erkek oldu. Buşehr'de yaşayan Maide adlı kızın, Şiraz'da geçirdiği operasyonla erkek olduğu bildirildi. Adını Muhammed olarak değiştiren Maide'nin doğumundan beri cinsiyetinin "kuşkulu" olduğu, 14 yaşında yapılan bir sonografi ile çifte cinsiyetli olduğunun anlaşıldığı belirtildi. Ailesi ise çocuklarının 20 yıldır acı çektiğini belirtirken, "Şimdi Allah bize bir erkek çocuk verdiği için mutluyuz" dedi. (Radikal, 11 Mayıs 1999)
Tam 450 hayvan türü, eşcinsel davranışlar sırasında görüntülenmiş.
Geçtiğimiz yılın nisan ayına kadar genç bir yatırım uzmanı olarak Morgan Stanley Dean Witter şirketinde çalışan Christian Curry, yolsuzluk yaptığı iftirasıyla işten çıkarılıp hapse atılması sonucu şöhretine leke sürüldüğünü öne sürerek, uğradığı zararın tazmin edilmesini istiyor. Tamamen bağnazlık yüzünden işten atıldığını ve taciz edildiğini belirten Curry, başına gelenlerden ötürü iş bulamadığı için 1.35 milyar dolarlık tazminat talebinde bulunuyor. 1998 yılı nisan ayından işten atıldığı günden beri rahat yüzü görmediğini söyleyen Curry New York'ta düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu: ‘‘Yolsuzluk yaptığımı iddia ettiler. Ancak beni işten atmalarının nedeni rengimin siyah olması. Ayrıca bir eşcinsel dergisinde çıplak fotoğraflarım yayınlandığı için benim de eşcinsel olduğumu düşündüler.’’
Lola'ya Torino'da Büyük Ödül Kutluğ Ataman'ın önce Berlin'de, sonra İstanbul'da festivalde görücüye çıkan "Lola ve Bilidikid", İtalya'nın Torino kentinde yapılan uluslararası film festivalinde Büyük Ödül'ü (Grand Prix) kazandı. 18. İstanbul Film Festivali'nde seyirci oylarıyla belirlenen Halk Ödülü'nün de sahibi olan film, Berlin'de Panorama bölümnün açılış filmi olarak gösterilmiş ve Teddy Bear Özel Ödülü almıştı. Üç ay önce Almanya'da gösterime giren "Lola", halen kapalı gişe oynuyor. Filmin yakında ABD ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde gösterime girmesi bekleniyor. (Radikal, 4 Mayıs 1999)
KAOS GL 58 / 39
Kan davası'nda beraat Siverekli Müzeyyen Işıkgöz ve bebeği Rukiye'nin doğum sırasında verilen kanla AIDS'e yakalanması üzerine Işıkgöz ailesinin Kızılay Kan Merkezi görevlileri aleyhinde açtığı ceza davasında sanıklar beraat etti. Mahkeme, sezaryen ameliyatında test edilmemiş kanı kullanan Dr. Osman Konyalı hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. (Radikal, 11 Mayıs 1999) 15 milyarlık AIDS parası Kızılay'dan verilen "mikroplu" kanın sezaryenle doğum sırasında kullanılması sonucu iki bireyi AIDS olan Işıkgöz ailesinin açtığı davada Kızılay ve Sağlık Bakanlığı 15 milyar lira manevi tazminata mahkum oldu. Mahkeme, maddi tazminatı reddetti. Kızılay, daha önce de İzmirli üç yaşındaki Yiğit Oyal'a "mikroplu kan vererek AIDS'e yakalanmasına yol açtığı" için 30 milyar lira tazminat ödemeye mahkum edilmişti. (Radikal, 12 Mayıs 1999) Mandela ve Williams'ın Filmi Nelson Mandela ile Kuzey Afrika'yı geçerek yaşamını riske atan eşcinsel, İngiliz tiyatro yönetmeni Cecil Williams'ın yaşamını konu alan film, Cannes Film Festivali'nde gösteriliyor. Mandela ve Williams, Kuzey Afrikalı siyahların hakları için mücadele ederken, Kuzey Afrika yönetiminin en çok istediği kişi olan Mandela, Williams'ın kuaförüymüş gibi seyahat ediyordu. İkilinin 1962 yılında yakalanıp hapse atılmasının ardından İngiltere'ye dönen Williams'ın anısını unutmadı Mandela. Onun ırk ayrımcılığına karşı verdiği mücadeleye karşılık olarak, yönetime geçince ülkesinde eşcinsel hakları konusunda dünyanın en anlayışlı yasaları kabul ettirdi. Cecil Williams'ın direnişteki rolü gizli tutulduğu için ismi uzun süre örgütteki üst düzey yöneticiler dışında hiç kimse tarafından bilinmedi. Kısa süre önce Kuzey Afrikalı gazeteci ve eşcinsel hakları savunucu Mark Gevisser, Williams'ın yaşamını araştırmaya başladı. Araştırma sonucunda ortaya çıkan öykü, bir İngiliz şirketi tarafından satın alınarak "The Man Who Drove With Mandela" adlı filmin senaryosu için kullanıldı. Williams'ı Corin Redgrave'ın canlandırdığı 82 dakikalık filmde, Kuzey Afrika'daki mücadelenin görüntülerine ve Nelson Mandela ile yapılan söyleşilere de yer veriliyor. 1906 yılında dünyaya gelen Williams, 1928 yılında Johannesburg'a giderek
öğretmenlik yapmaya başladı. Önce antifaşist eylemlere katıldı, daha sonra siyah ve beyaz oyuncuların bir arada rol aldıkları oyunlar yönetti. Danny Kaye ve Lourence Olivier gibi oyuncular, dostları arasında yer alıyordu. Eşcinselliğin tabu olduğu dönemlerde eşcinsel olduğu için dövülmüştü. Mandela, Etiyopya'daki askeri eğitimden geri dönerken yanında Williams da vardı. 5 Ağustos 1962 günü yakalanmışlar, ancak Williams kısa sürede serbest bırakılmıştı. Kuzey Afrika'dan ayrılan Williams, 197 yılında Kuzey Londra'da yaşama veda etti. Irkçılık karşıtı ve eşcinsel hakları konusundaki mücadelelerin sembolü haline gelen Williams'ın yaşamını konu alan film, Kuzey Afrika'daki Eşcinsel örgütleri yararına 24 Mayıs'ta Londra'da gösterilecek. (Cumhuriyet, 20 Mayıs 1999) Maço Futbol Âlemine Neşter Britanya yönetimi maço zihniyetin hakim olduğu futbol dünyasını eşcinsellikle yüzleşmeye zorluyor. Spor Bakanı Tony Banks, sporda eşcinsellik fobisiyle mücadele etmek için, eşcinsel futbolcuları cinsel eğilimlerini açıklamaya çağırdı. BBC'ye yaptığı açıklamada, birkaç yıldız sporcunun eşcinsel eğilimlerini açıklamasının bu soruna el atmak için iyi bir başlangıç olacağını söyleyen Banks, "Eğer bu konuyu tartışmazsak, insanlar böyle bir sorunun var olmadığını iddia eder" dedi. Ancak bir futbolcunun eşcinselliğini açıklayıp sahaya çıkmasının büyük bir cesaret gerektirdiğini kabul etti. Banks'ın açıklaması, Liverpool'lu Fowler'in Chelsa'lı La Saux'a eşcinsel olduğunu ima eden hareketi yaptığı son LiverpoolChelsa maçının ardından geldi. Geçen yıl Nottingham Forest'in "21 yaş altı takımı"nda oynayan eşcinsel siyahi golcü Justin Fashanu, kendini asarak intihar etmişti. İntiharı, Fashau'nun eşcinselliğine yönelik önyargılara bütün çabalara rağmen direnememesine bağlanmıştı. İstatistiklere göre, Britanya'da bir çok eşcinsel futbolcu ve taraftar bulunuyor. (Radikal, 16 Mayıs 1999) Eşcinsellere Nafaka Hakkı Kanada eşcinsel haklarında devrim yaptı. Kanada Üst Mahkemesi eşcinsel çiftlerin de resmi nikahlı çiftler gibi nafaka hakkından yararlanabilmesinin önünü açtı. Ontario'daki yerel mahkemenin bu yöndeki bir başvuruyu reddetmesini ele alan üst mahkeme, heteroseksüel "eş" kavramını yeniden değerlendirerek, nafaka hakkının eşcinsellere de uygulanmasında anayasal bir engel bulunmadığını açıkladı. Bire karşı sekiz oyla alınan karar, yürürlükteki aile yasasının da değiştirilmesini gerektiriyor. (Radikal, 23 Mayıs 1999)
500.000.-TL