KaosGLD77

Page 1

G E Y

V E

L E Z B İ Y E N

EŞCİNSELLERİN

A R A Ş T I R M A L A R I

KURTULUŞU

D E R G İ S İ

N İ S A N - M AY I S

HETEROSEKSÜELLERİ DE

2 0 0 3

15

ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR

www.kaosgl.com

LezbiyenveGeylerin Sorunları Ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları


LezbiyenveGeylerin Sorunları A

ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları

SEMPOZYUM

23 - 24 MAYIS 2003, ANKARA Eşcinselliğin yaşanılışı ve adlandırılışı, toplumdan topluma, farklı zamanlarda farklı şekiller almıştır. Pek çok toplumda anılmayan veya yok sayılan bu gerçeklik, her şeye rağmen varolagelmiştir. Toplumsal kurumların eşcinsellik realitesini ele alma ve denetleme ihtiyacı, din ve hukuk kurumlarının yanısıra, tıp ve özellikle de psikiyatrinin kendi yaklaşımları çerçevesinde bir takım sınıflandırmalar altında ele almalarına yol açmıştır. Bu kurumların kendi alanlarından hareketle, eşcinselliği günah, suç ve psikoseksüel bir bozukluk/sapma olarak değerlendirmelerine karşılık, eşcinsel bireyler, sanayileşme ile ortaya çıkan toplumsal değişmeler sürecinde, büyük şehirlerde birbirlerini bulmaya başlamışlardı. Süreç içinde ortaya çıkan gey ve lezbiyen özgürlük hareketi, kurumların kuşatmasını kırarak, eşcinselliği, bireysel ve psikoseksüel bir olaydan öte sosyal bir gerçeklik olarak yaratmış ve kurmuştur. Üzerinde yaşadığımız topraklarda aynı cinsten insanların cinsel açıdan birbirlerine yönelmeleri yüzyıllardan beri bilinen ve yaşanılan bir gerçek. “Gey ve lezbiyen olmak” ise Türkiye'de doksanlı yıllarda sosyal karşılığını bulmaya başladı. Salt bir cinsel edimden öte bir kimlik olarak kurulan eşcinsellik, toplumsal hayatın her alanında yer alan gey ve lezbiyen bireylerin örgütlenmeleriyle kamusal alanda görünür olmaya başladı. Toplumsal bir realite olarak kendini var eden eşcinselliğin, doğru algılanması ve tanınması, Türkiye toplumunun değişimi ve evrimi sürecinde acil bir tartışma ihtiyacı olarak kendini dayatmaktadır. Toplumsal hayatta heteroseksüelliğin merkezi belirleyiciliğinin, gey ve lezbiyen bireylerin hayatlarının her alanında çeşitli sorunlara yol açtığı görülmektedir. Gey ve lezbiyenlerin toplumun diğer kesimleri ile girdikleri iletişim ve etkileşimin toplumsal barışı kurma yönünde evrilmesi, sorunlara doğru yaklaşım ve eşitlikçi ve özgürlükçü çözüm arayışları ile mümkün olacaktır. Bunun gerçekleşmesi için gey, lezbiyen ve heteroseksüel bireylerle birlikte uzmanların katılımıyla sorunların ele alınması ve çözüm arayışlarının ortaya konulabilmesi için bir sempozyum yapılacaktır. Katılımlarınızı bekliyoruz. KAOS GL


NISAN -MAYIS 2003

Iki Aylik Dergi ISSN 1302-5015 Sahibi: Ali Erol Sorumlu Yazi Isleri Müdürü: Abdurrahman Bahsisoğlu Grafik Tasarim ve Uygulama: Özgür, Özcan. Baski: Ayrinti Basimevi Adres: Selanik Caddesi 48/8 Kizilay - ANKARA Yazisma Adresi: Ali Özbas, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Tel & Faks: 0 312 418 87 15 E-Mail: dergi@kaosgl.com Internet Adresi : www.kaosgl.com 15. Sayi Yayin Kurulu: Ali Erol, Ali Ferhat, Burcu Ersoy, Koray, Umut Güner. Ön Kapak Resmi: Emir Birant Arka Kapak Fotoğrafi: Murat

ABONELIK IÇIN Yurt içi 1 yillik (6 sayi) abone bedeli: 20.000.000.-TL. Yurt disi 1 yillik abone bedeli: 50 ya da 50 $. Please, transfer 50 or 50 $ as 1 year subscription period to the following bank account: T. Is Bankasi Mesrutiyet Subesi (ANKARA) Ali Özbas no:4213 0544328. Dekont ya da fotokopisini mutlaka Ali Özbas P.K. 53 Cebeci/Ankara adresine postalayiniz. Tek sayilik isteklerde 3.500.000.-TL’lik posta pulu gönderiniz. Tutsaklara ücretsiz gönderilir.

içindekiler KAOS GL'den ................................................................................ 2 Kaos Kültür Merkezi’nden Haberler – Umut Güner. .................. 3 Escinsel Gruplardan Haberler....................................................... 5 8 Mart – Yüksel Mutlu ................................................................... 6 Sempozyum’a Dair ........................................................................ 7 Toplum Tarafindan Baskilaniyoruz – Yesim Basaran .................. 9 Bu Kültürde Escinsel Olmak - Söylesi ..........................................10 Neden Lezbiyenim – Ingrid Rivera-Dessuit ................................17 Lezbiyen ve Gey Hareketi ... – Peter Drucker ...........................19 Escinsel Hareket, Anaakim Oluyor – Micheal Bronski .............22 Efendinin Dili - Salih Canova ......................................................25 Sefkatli Kalpler Kimin Için Atiyor? – Umut Güner .....................27 Anlatmayi Vaat Ettiğim Ruhumun Tarihidir .................................28 “Normal”, “Doğal” Kavramlari... – Salih Canova ....................32 (Es)cinsel Biyoloji - Ilke .................................................................34 Escinselliğin Nedenleri – Koray..................................................36 Escinsel Kuramlar – Cihan Sondoğaç ........................................37 Sinema: Saatler – Yusuf Eradam ................................................40 Kitap: Emil Tode ve “Sinirda Bir Ülke” Üzerine .........................44 Gözüm Abla .................................................................................46 3 Kadin 1 Öykü - Arzu ................................................................50 Hamamin Kubbesinden Sizan Isik Seli – Emre Fidel Aktas ......52 Haberler ........................................................................................55 Bize Gelenler................................................................................56

Ilân Kosullari : Arka Kapak Tam Sayfa Renkli: 750.000.000 TL Ön Iç Kapak Tam Sayfa Renkli: 600.000.000 TL Arka Iç Kapak Tam Sayfa Renkli: 500..000.000 TL Iç Sayfa Tam Siyah Beyaz: 350.000.000 TL

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 1


Merhaba,

Dergimizin kapağinda da görüldüğü üzere “Lezbiyen ve Geylerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari Sempozyumu” çalismalari son gaz devam ediyor. Geçen sayimizda ön duyurusunu büyük bir heyecanla orta sayfa güzeli olarak basmistik. Elden geldiğince gelismelerden okurlarimizi ve dostlarimizi haberdar etmek amaciyla, neden bir sempozyum düzenlemeye giristiğimizi, çalismalarin ne asamada olduğunu anlatan bir yaziyi da bu sayimizda basiyoruz. Gündemin savasla bu kadar mesgul olduğu bir dönemde, Kaos GL grubu olarak biz de savas karsiti eylemlere katiliyoruz. Ama savasi üreten zihniyete, sadece “savasa hayir” demekle direnilmeyeceğinin bilincinde olan tüm diğer toplumsal hareketler gibi, genel toplumsal baris perspektifimizi koruyarak, kendi mücadelemizi sürdürmeye çalisiyoruz. “Escinsel hareket anaakim oluyor” adli çeviride escinsel hareketin savasa karsi tutumunun escinsel politika için anlamina değiniliyor. Bu sayida, geçen sayimizda ilk kismini verdiğimiz “Bu kültürde escinsel olmak” adli söylesinin, Psikolog Mahmut Sefik Nil’in sunumu ardindan yapilan tartisma kismini yayinliyoruz. “Kurtulusun yeniden kesfi” adli çevirinin, ülkemiz ve benzeri “bir türlü Bati olamayan”, ama Bati’yi her hareketinde referans almaya alismis olan ülkeler escinsel hareketlerin, Bati’dan farkli olarak yasadiklari sorunlar ve çözüm önerileriyle ilginizi çekeceğini umuyoruz. Geçen sayimizda “Tartisma” üst basliğiyla yayinlanan, Kadir’in “Bir bilene sorduk; bes bilene yolladi” yazisini yayin kurulu politikasi gereği, kisisel değinmelerinden dolayi, haberdar ettiğimiz Çoskun Durmus’un cevabiyla birlikte yayinlamistik. Tartismak üzere gönderilmis bir yazinin, okurlara ulasmadan önce, cevabiyla birlikte yayinlanmasinin yanlis olduğunu düsünüyor, yayin kurulu olarak okurlarimizdan özür diliyoruz. Sempozyum hazirliklarinin her adimi bizimle yürümek isteyenler www.kaosgl.com adresinden sempozyum sayfasini takip edebilirler. Okurlarimizla sempozyumda bulusmak dileğiyle, Koray

Tartismaya Çağri: Kendimiz için kullandiğimiz kelimeler Derginin yayina hazirlandiği her sayida, zaman zaman da tartismalarimizda hangi kelimeyi neyin karsiliği olarak kullandiğimizla ilgili tartismalar yasiyoruz. Buna karsin, birçok kavramin Türkçe söylenisi ile ilgili tutarli bir tavir sergilediğimiz söylenemez. Uzunca bir süredir, “gay” yerine kullandiğimiz “gey” kelimesi, bizim disimizda birçok dergi, kitap, yayinevi ve yazar tarafindan da kullanilir oldu. Buna benzer sekilde birçok kelimenin üzerinde durulmayi hak ettiğini düsünüyoruz. Bu sayida da görülebileceği gibi, “ibne”, “queer”, “ötecinsel”, “transgender” ve belki de escinsel terimleri üzerine tartismamiz gerekiyor. Sizleri önümüzdeki sayida bu konuyu dergide yazili olarak tartismaya çağiriyoruz. KKM Cumartesi Söylesileri kapsaminda, 19 Nisan’da bu konuyu ele almayi kararlastirdik. Katkilarinizi bekliyoruz. Kaos GL Yayin Kurulu KAOS GL: Escinsellerin Kurtulusu Heteroseksüelleri de Özgürlestirecektir. Ilk sayisi 20 Eylül 1994'te fotokopiyle çoğaltilarak yayin hayatina baslamis olan Kaos GL dergisi, aradan senelerin geçmesiyle birlikte önemli biçim değisiklikleri yasadi: sayfa sayisi artti, matbaada basilmaya basladi, renkli kapağa geçildi, görsel malzemeleri zenginlesti... Ancak ilk çiktiği günden beri heteroseksizme, homofobiye ve her tür ayrimciliğa karsi çikan muhalif sesinden ödün vermedi, değisikliğe uğramadi. Kaos GL, cinsel politika çerçevesi içerisinde, kisisel olanin politik olduğundan yola çikarak, escinsel kurtulus hareketine dair yazilarin, kuramsal tartismalarin, kisisel deneyimlerin, öykülerin, siirlerin yer aldiği, okuyuculariyla beraber üretilen bir dergi oldu. 2 ayda bir yayinlanan Kaos GL'nin yillik abonelik bedeli 20.000.000 TL'dir. Abonelik bedelini asağidaki banka hesap numarasina yatirdiktan sonra dekont fotokopisine adresinizi de yazarak posta adresimize gönderdiğiniz veya faks çektiğiniz takdirde aboneliğiniz baslatilacaktir. Abone olduğunuzda dergi istediğiniz adrese, gönderenin ve derginin kimliği belli olmayacak sekilde, kapali zarf içinde ulastirilir. Banka Hesabi: Türkiye Is Bankasi Mesrutiyet Subesi / Ankara Ali Özbas, No: 4213 0544328 Posta Kutusu: Ali Özbas, P.K. 53, Cebeci/Ankara Adres: Selanik Caddesi 48/8 Kizilay / Ankara Hergün 14:00 – 18:00 saatleri arasinda açiğiz. Tel / Fax: +90.312. 418 87 15 dergi@kaosgl.com www.kaosgl.com

sapphonunkizlari@hotmail.com bir zamanlar sadece kadinlar olarak tartismaya, paylasmaya ihtiyaç duyduğumuzdan sapphonun kizlari adinda lezbiyen feminist bir grup kurmustuk. ardindan daha önce de açikladiğimiz nedenlerle bu grubu feshettik, ama mücadeleden vazgeçmediğimizi de belirtmistik. simdi sapphonun kizlari içinden bazi kadinlar baska kadinlarla birlikte kaos gl içerisinde, kadinlara ait özerk bir alani da koruyarak heteroseksizme ve ataerkilliğe karsi mücadele etmeye, tartismaya devam ediyor. iletisim açisindan bir sorun olmasin diye, grubu feshetmemize rağmen e-mail adresimizi korumus ve bize yazan kadinlari yanitsiz birakmamistik. buna hâlâ devam ediyoruz..

KAOS GL Subat – Mart 2003 Sayi 14 Sayfa 2


Kaos Kültür Merkezi

Kaos Kültür Merkezi’nden Haberler Umut Güner Kaos GL grubu olarak, üç senedir Kaos Kültür Merkezi’nde bir seyler yaratmaya çalisiyoruz. Dergi de, kütüphane de, Kültür Merkezi de, kendimize dair bir seyler yaratma ihtiyacindan doğdu. Kaos Kültür Merkezi’ni üç senedir, kendi kaynaklarimizla ayakta tuttuk. Müzik setini bir arkadasimiz alirken, iki arkadasimiz salonun perdelerini yaptiriyor ve bütün bu küçük küçük adimlar birlesince, bir Kültür Merkezi ve kütüphane meydana geliyor. Simdi Kaos Kültür Merkezi ve kütüphanesi, gerçekten basli basina sorumluluk alinmasi ve ilgilenilesi gereken isler haline geldi. Film gösterimleri yapilan yerin ayni zamanda kütüphane olmasi nedeniyle, zaman zaman zorluklar yasiyorduk. Bu yüzden kütüphaneyi yan odaya tasidik ve daha kullanisli bir kütüphaneye dönüstürdük. Kütüphane olusturma fikri ilk ortaya çiktiği zaman, hepimiz kendi kitaplarimizi getirmistik ve yapilan bireysel bağislarla zenginlesmeye devam etti. Dergimizin ‘Bize Gelenler’ bölümünde tanittiğimiz üzere yayinevlerinden de bağislar aldik. Kütüphanemiz, bireysel veya kurumsal kitap bağislarinizi bekliyor. Haftada bir yapilan Kaos GL grubu teknik toplantilarini, iki haftada bir yapilacak koordinasyon toplantilari seklinde yapmaya karar verdik. Çünkü sempozyum çalismalari, yayin kurulu, web sitesi, kütüphane, Kaos Kültür Merkezi ve etkinlikleri için sorumluluk alan arkadaslarin kendi aralarinda toplanmasi gerekiyor ve bu toplantilarin yaninda -ki hepimiz ayni zamanda birkaç komisyonda görev aliyoruz- haftada bir toplanmak yerine, on bes günde bir, komisyonlarin raporlarini sunacaği ve değerlendirmelerin yapilacaği koordinasyon toplantilarini yapmaya karar verdik. Varolan komisyonlarin

yaninda, yeni komisyonlar da olusturduk (Kaos Kültür Merkezi Etkinlikleri, Web sitesi, Dergi, Kütüphane, STK’larla Iliskiler, Uluslararasi Iliskiler, Bütçe, Örgütlenme komisyonlari seklinde). Bu komisyonlari olustururken, daha fazla inisiyatif kullanma, daha çok söz üretme, birbirimize danisarak is takibi konularinda anlastik ve böylece komisyonlarin esgüdümlü çalismasini planladik. Örgütlenme Komisyonundaki arkadaslar tarafindan, Türkiyeli Escinsellerin 9. Bulusmasi olan Güztanbul’da ortaya çikan “Escinseller Ne Istiyor” metni doğrultusunda, BaharAnkara hazirliklari baslatildi. BaharAnkara ile ilgili ayrintili bilgiyi, gelecek sayimizda okuyabilir; ayrica web sitemizden de takip edebilirsiniz. Diğer komisyonlarla ilgili ayrintili bilgileri de gelecek sayimizda okuyabilirsiniz. Peki bunun disinda neler yaptik... Italyan kanali Jimly Tv’nin, Türkiye’deki escinsel harekete dair hazirladiği programin sorularini, Istanbul’da cevapladik. Program, escinsellerin ülkelerinde yasadiği sorunlar, escinsel harekete dair sorular ve kisisel

tanikliklardan olusan bir içerik tasiyordu. Sunuculuğunu gey, lezbiyen ve bir transeksüelin üstlendiği program, çok beğenilmis ve simdiye kadar yayinlanan bölümleri, hep olumlu tepkiler almis. Program kaydini, Kaos GL arsivi için

istedik ve ayrica kendilerini sempozyuma davet ettik. Her ayin son Pazar günü yaptiğimiz Kaos GL Için Dayanisma yemeği organizasyonunu, Subat ve Mart aylarinda da gerçeklestirdik. Pazar gününü bizimle beraber geçiren dostlara, emeğini esirgemeyen arkadaslarimiza ve özellikle Selçuk, Ulas, Ali Özbas ve Asli’ya bir kez daha tesekkür ediyorum. Yemek organizasyonu sayesinde, hem kendi yaptiğimiz yemekleri dostlarimizla birlikte yiyerek sohbet ediyoruz, hem de Kaos Kültür Merkezi giderlerini karsilamak için bir vesile oluyor. Ve en önemli noktasi da, Kaos GL’nin pratiğine dair gerçekleri paylasma firsatina ulasmamiz. Sempozyum çalismalari doğrultusunda hazirladiğimiz sempozyum ön duyuru afisinin giderlerini karsilamak için, dayanisma yemeklerinin uzantisi olarak, Asli ve Filiz’in yaptiklari çiğköfteleri, yine dostlarla birlikte yediğimiz bir organizasyon gerçeklestirdik. Alanlardaydik... 22 Aralik’taki mitingden sonra, 1 Mart ‘Savasa Hayir’ mitingine de Istanbul’dan gelen arkadaslarla beraber katildik. Sihhiye’ye geldiğimizde 63 kisi idik. Bu bizim için gerçekten önemli bir sayi idi. Savas karsiti pankart ve dövizlerimiz ellerimizde, bizim yanimizda yürüyen heteroseksüel arkadaslarimizla beraber alandaydik. Ilk kez “Kaos GL Escinsellerin Sesi” pankarti ile 1 Mayis’a katildiğimizda, herkesi sasirtmistik. 1 Mart 2003’e gelene kadar, 9 Kasim 2001, 1 Mayis 2002, 22 Aralik 2002 eylemlerinde yer aldik ve artik medyaya “renklendirici” olarak yansimamaya basladik. Ilk 1 Mayis mitingden sonra, mitingde dağitilan

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 3


Dosya adi bildiri ve simdiye kadar olan pratiğimizle, mitingin öznesi olduğumuzu anlatabildik.

1 Mart sabahi saat 09:00’da Kaos Kültür Merkezinde bulustuğumuzda yirmi kisi idik ve hep birlikte metroyla AKM’ ye gittik. Bu mitingde, “Kadinlar Birbirlerine Doğru Yürüyor Kampanyasi"ndan kadin arkadaslarimiz da bizimle beraber yürüdüler; Alanur ve Günes’in esleri ve Alanur’un halasi da aramiza katildi. Yasemin de, “Miting alaninda gezindim ve Kaos’la yürümek istedim” diyerek yanimizda yer aldi. Heteroseksüel dostlarimizin bizimle beraber yürümesi, içinde bulunduğumuz hareketin doğru bir kanaldan gelistiğini gösteriyor. Subat – Mart Cumartesi Toplantilari kapsaminda, “Lezbiyenler Vardir”, “Iltica Etmek Yerine Mücadele Etmek”, “Niye Murathan Mungan Ask Siirleri Yaziyor Hiç Düsündünüz mü?”, “Karma Topluluklarda Lezbiyen Örgütlülüğü”, “Militarizm; Savas ve Escinseller”, “Bütün Kadinlar Heteroseksüel mi?”, “KKM’de Film Izlemenin Anlami”, “Neden Sempozyum Yapiyoruz”, “Kültürel Kimlik Olarak Escinsellik” konularini tartistik. Söylesilerimizi, Mart ayindan itibaren saat 17:00’ye aldik. Gelecek iki ayin programini derginin içinde bulabilirsiniz. Simdiye kadar etkilesime geçtiğimiz sivil toplum kuruluslariyla, KKM’de ortak sohbetler düzenlemeyi düsünüyoruz. On sene boyunca bir çok sivil toplum

kurulusu ile etkilesime geçmis olsak da, birlikte yapacağimiz toplantilarla bu etkilesimi yayginlastirmak istiyoruz. Kaos Kültür Merkezi’nde her Pazar Saat 14:00-16:00 arasinda yapilan Kadin Toplantisi kapsaminda, bu ay iki sunum gerçeklesti. Ilke’nin “Escinsel Biyoloji” konulu sunumunun metnini, derginin bu sayisinda okuyabilirsiniz. Yine her Pazar saat 14:00 ile 16:00 arasinda yapilmaya devam eden, üniversiteli öğrencilerin LeGaTo toplantilari kapsaminda, bahar döneminde uygulanmak üzere planlanan anket çalismasinin geri bildirimlerini dergimiz sayfalarinda bulabilirsiniz. STK’larla iliskiler komisyonundaki arkadaslar, dergimizin protokolden dağitimi yaninda Ankara’daki bazi kafelere de biraktilar. Ardiç, 4. Kat Kitapliği, Sokak Cafe’de de Kaos GL dergilerini okuyabileceksiniz. Yoğun bir sekilde devam eden sempozyum çalismalari kapsaminda, sempozyumun ön duyurusunu dağitirken o kadar çok insanla iletisime geçtik ki, hiç tahmin etmediğimiz gelismeler yasadik. Örneğin, sempozyum çalismalari doğrultusunda görüstüğümüz Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden Doç. Dr. Figen Çok, bizleri dersine davet etti. 28 Mart 2003 Cuma günü, geleceğin rehber danismanlariyla escinselliği tartistik; siz bu derginin sayfalarini karistirirken muhtemelen biz, anaokulu öğretmeni olacak kisilere escinselliği anlatiyor olacağiz. Derse Ali Ferhat, Burcu Ersoy,

Tuba Özkan ve ben, beraber katildik. Yöneltilen sorular, escinselliğimizle barisma süreçlerimiz ve ailelerimizle yasadiğimiz sorunlardan, escinsellikle ilgili önyargilara kadar bir çok konuya iliskindi. Öğrencilere, Parmak gazetelerini, Lambdaistanbul’un Siddet Brosürünü, Kaos Kültür Merkezi’ni tanitan ve iki aylik Kaos Kültür Merkezi etkinliklerinin yer aldiği brosürleri dağittik. Bunun yaninda, Nisan ve Mayis aylarinda, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Yüksekokulu’nda, Aile ve Sosyal Hizmet Dersi kapsaminda, “Gey ve Lezbiyen Aileler”, Özürlülük dersi kapsaminda ise, “Escinsel Özürlüler” konulu derslere katilacağiz. Meslek yasamlarinda escinsel bireylerle doğrudan iletisime geçebilecek öğrencilere, escinselliğin bizler tarafindan anlatilmasini önemli olduğunu düsünüyorum. Birlesmis Milletler Kadinlara Karsi Ayrimciliğin Önlenmesi Komitesi(CEDAW)’ne sunulmak üzere, Ülke Bölge Raporunun hazirlanacaği, Türkiye’den birçok kadin grup, kurulus ve bağimsiz kadinlarin katilimiyla Ankara’da, Nisan ayi sonunda gerçeklestirilecek toplantiya Kaos GL adina Burcu Ersoy katilacak. Hem toplantinin içeriği, hem de 400 kadinin bir arada olacaği bir ortamda, escinsel kadinlarin sorunlarinin da dile getirilmesi açisindan önemli bir toplanti olacağina inaniyorum. CEDAW toplantisi ile ilgili bilgi aktarimini gelecek sayimizda okuyabilirsiniz.

Kaos Kültür Merkezi, her gün saat 14.00 ile 18:00 arasinda açik; bu saatler içinde gelirseniz, birlikte sohbet edebilme sansi da buluruz. Kaos Kültür Merkezi, escinsel, heteroseksüel ayirt etmeksizin, bir seyler yapmak isteyen herkese açik bir mekan. Kaos Kültür Merkezi, Kütüphane ve Kaos GL Dergisi sizi bekliyor.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 4


Haberler

LEGATO'dan Haberler

Lambdaistanbul’dan Haberler

Onuncu Yili Bitirirken … “Motorize Homolar Geliyor” manseti ile yayinlanmisti bir gazetede, yapilmak istenen Cinsel Özgürlük Etkinlikleri… Ardindan da valiliğin iptal karari, yurt disindan destek amaci ile gelen insanlarin yurtdisi edilmeleri vs. seklinde devam etti süreç. Ardindan da engellenen bu etkinliği organize eden insanlar Lambdaistanbul adinda bir grup olusturdu. Simdi bu grup 10. yilini doldururken bir dizi etkinlik planlaniyor. 10 Yil Onur Etkinlikleri ve Escinsel Onur Yürüyüsünü organize eden grup toplantilarini yapmaya basladi ve etkinlikler ana hatlariyla olusturulmaya baslandi. • Üniversite salonlarinda gerçeklestirilecek panel veya söylesiler • Escinsel Onur Yürüyüsü • Basin açiklamasi • Televizyon Programi • Meydan veya sokaklarda açilacak sergiler • Escinsel Onur Partisi • Film ve belgesel gösterimleri (Özellikle Türkiye’nin ilk escinsel belgeseli olan “LGBT Belgeseli”) • Tiyatro Bunlardan en önemlisi süphesiz ki “Escinsel Onur Yürüyüsü” olacak. 10 yil önce engellenen yürüyüs bu sene tekrar düzenleniyor. Ilk defa 1 Mayis organizasyonunda, ardindan Savas Karsiti gösterilerde kendi talepleri ile meydanlara çikan escinseller bu sene kendi organize ettikleri yürüyüs ile meydanlara çikacak. Yürüyüs “Lambdaistanbul 10. Yil Yürüyüsü” değil “Escinsel Onur Yürüyüsü” olacak. Amaç tüm Türkiye’deki escinsellerin ve escinsel dostlarinin bu yürüyüse katilmasini sağlamak. Tarih olarak da 29 Haziran Pazar olarak düsünüldü.

Pembe Üçgen Izmir Escinsel Kültür Grubu

Pembe Üçgen Izmir Escinsel Kültür Grubu olarak yaklasik iki aydir Bornova Toplumsal Arastirmalar Vakfi’nda toplaniyoruz. Pazar günleri saat 14:0019:00 araliğinda gerçeklestirilen toplantilarin 14:00-16:00 arasindaki ilk dilimini Kadin Kolu çalismalari olusturuyor. Son iki ay içerisinde yasadiğimiz önemli bir gelisme yavas yavas kemiklesen katilimcilar arasinda bir isbölümüne gitmek oldu. Grubun isleyisindeki çesitli aksakliklari ortadan kaldirmak, verimliliği artirmak ve diğer gruplarla bilgi alisverisi ve iletisimi kolaylastirmak adina bir takim alt hizmet birimleri olusturduk. Basin-Yayin, Hukuk, Eğitim, Kültür-Sanat, Dis Iliskiler vb. basliklar altinda sekillenen bu birimler sayesinde daha sağlikli isleyen bir yapiya kavustuğumuzu düsünüyoruz. Geçtiğimiz ay içerisinde “Feminizm” ve “Escinsel Mitler” baslikli iki adet sunum gerçeklestirildi. Bunun yani sira makale haftasi olarak belirlediğimiz her ayin son haftasini Kaos GL’nin basini çektiği çesitli kaynaklardan elde ettiğimiz makaleler üzerinde tartisarak geçiriyoruz. Sinirli da olsa Izmir de gerçeklesen bir takim kültürel faaliyetlere topluca katiliyoruz. Bu kapsamda dört film gösterimine katildik. Kültürel faaliyetlerden söz açilmisken grup içerisinde bir kütüphane ve film arsivi olusturmayi hedefliyoruz. Eğitim ve KültürSanat birimleri bu konuda çalismalara basladilar. Yabanci kaynaklardan elde ettiğimiz bir takim makaleleri çevirmek ve okuyucular ile bulusturmak gibi bir projemiz de var. Her seyden önce Izmirli escinseller olarak biz de artik variz diyebiliyor, hatta güçlü bir sekilde ayağimizi yere vurabiliyoruz. Izmir’de güzel seyler oluyor! Pembe Üçgen Izmir Escinsel Kültür Grubu Iletisim Adresi: pembeucgenizmir@yahoo.com

LEGATO PARTI 02 Legato üyeleri, çesitli STK’larin katilimcilari ve GL dostlari yirmi bir subatta Legato Parti 02 için Tepebasi Douche Pera'da bir araya geldi. Ünlü sanatçi Gökhan Kirdar'in performanslariyla katildiği gecede bir çok konuk dj ve çesitli sovlarda sahne aldi. Iki yüzü askin kisinin katildiği parti tam alti saat sürdü. Geceden elde edilen gelir Legato'nun çesitli çalismalarinin finansmaninda kullanilacak. GL Kütüphanesi Kuruluyor Legato üyeleri geçtiğimiz ay yepyeni bir projeyi hayata geçirmek için bir alt grup olusturdu ve Legato'nun Lambda Istanbul isbirliğiyle kuracaği Istanbul Escinsel Kütüphanesi'nin hazirlik çalismalari basladi. Escinsel içerikli kitaplar ve escinsel yazarlarin kitaplari basta olmak üzere çesitli dallarda bir çok kitabin bir arada bulunacaği kütüphane Lambda Istanbul'un Istiklal Caddesi'ndeki merkezinde kurulacak ve herkese açik olacak. Projeye destek olmak için info@elegato.org adresine mail atabilirsiniz. Sabanci Üniversitesi’nden Davet Sabanci Üniversitesi 31 Mart-4 Nisan tarihleri arasinda gerçeklestirilecek olacak olan "Cinsel Sorumluluk Projesi" ne Legato'yu katilimci olarak davet etti. Legato üyeleri tarafindan olumlu karsilanan etkinlikler dizisi çerçevesinde açilacak olan standlarda öğrencilere Legato'nun tanitilmasinin yani sira organizasyon komitesi ve Legato isbirliğiyle çesitli performanslar ve oyunlar da gerçeklestirilecek.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 5


Kadiniz, Savasi Durduracağiz Yüksel Mutlu IHD Ankara Sube Kadin Komisyonu adina “Baris Için Sürekli Kadin Platformu” katilimcisi

Bir 8 Mart’i daha geride biraktik. Bu yilki 8 Mart mitingini Ankara’da ilk kez “Baris Için Sürekli Kadin Platformu”, ‘KADINIZ, SAVASI DURDURACAĞIZ’ siari ile organize etti. Ana tema da savas karsitliği idi. Sabah saatlerinde Toros Sokak’ta büyük bir coskuyla toplanildi ve 11.30 sularinda Abdi Ipekçi Parki’na doğru yürüyüse geçildi. Tecridi protesto etmek amaciyla ağizlarini siyah bantla kapatip kendilerini zincirleyerek katilmak isteyen bes kadinin alana girmesine izin verilmedi, bunun üzerine zincirler birakilip Türkçe, Kürtçe müzik ve sloganlar esliğinde Abdi Ipekçi Parki’na gelindi. Yürüyüs sirasinda atilan, “Yasasin 8 Mart”, “Yasasin

Halklarin Kardesliği”, “Biji Asiti”, “Cinsel, Ulusal, Sinifsal Sömürüye Hayir”, “Gülüsü Çalinmis Kadinlar Için Baris, Simdi, Hemen, Her yerde” sloganlariyla alana gelindiğinde 1500-2000 kadar kadin toplanmisti. Hazirlanan metin, Türkçe ve Kürtçe okundu. Metinde, kadinlarin savas karsitliği, ülkemizde yillarca yasanan savastan sonra her türlü baski ve saldiriya, tecrit, imha, inkar politikalarina karsi mücadele edilmesi gerektiği, baris taleplerinde israrli olan Kürtlerin görmezden gelinmesine karsi, savasin aci, yikim, fuhus, tecavüz, yoksulluk, zorunlu göç olduğu, kimsenin dilinden, dininden, renginden, kimliğinden dolayi aci çekmesini istemediğimiz; haykirisimiz, çiğliklarimizi ve yüreklerimizi birlestirmek, mücadele etmek kararliliği

vurgulandi. Biz kadinlar, sunu biliyoruz: Yakin veya uzak, savasin yüzü aynidir. Bu savas bizim savasimiz değil, savaslar kadinlara baska bir yüzünü daha gösterir; bu da tecavüzdür, kadinin siddete daha açik hale gelmesidir. Mitingde ayrica, geçen 8 Mart’ta Baris Için Sürekli Kadin Platformu tarafindan baslatilan “Kizkardesim Için” kampanyasinin israrla yürütülmesi karari alindi. Can Senliği’nin tiyatro gösterisinden sonra, kadin sanatçilarin canli müzik performansi esliğinde halaylar çekildi. Ve kadinlar, her günün 8 Mart olmasi dileği ile alandan ayrildilar.

“Yasami dönüstürmek elimizde; kadinlar isterse yer yerinden oynar.”

Ankara’da 8 Mart Etkinlikleri Ali Ferhat

ATO’da, “21. yy da Türk Kadini” konulu bir panel düzenlendi. Ön koltuklarinda erkeklerin olduğu panelde, tiyatro sanatçisi Ayten Gökçer, cumhuriyet dönemi boyunca kadinin konumu itibariyle geriletildiğine dikkat çekti. Yine bir, 8 Mart Kadinlar Günü Erkek Etkinliği, Büyüksehir Belediye

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 6

Baskani Melih Gökçek, Altinpark’ta kadinlarla bulustu. Katilimcilar arasinda erkekler neredeyse kadinlardan çoktu. 8 Mart’a entelektüel bakis; Baskent Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, “Edebiyatta ve Sanatta Kadin” konulu bir panel düzenledi. Çankaya Belediyesinin katkilariyla Yüksel Caddesinde

düzenlenen senliğe sokaktan geçenler ilgi gösterdi. Baris Için Sürekli Kadin Platformunun Abdi Ipekçi Parkinda düzenlediği “Kadiniz, Savasi Durduracağiz” mitingine, siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluslari, dergi çevreleri ve bağimsiz kadinlar katildi.


Sempozyum

Lezbiyen ve Geylerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari

Sempozyum’a Dair... Düzenleme Kurulu

Neden sempozyum yapiyoruz? Türkiyeli Escinsellerin 9. Bulusmasi Güztanbul’da “Escinseller Ne Istiyor?” basliği altinda “Escinsel Hareketten Beklentiler” kismi da yer almisti. Buradan birkaç maddenin altini çizince neden bir sempozyum yaptiğimiz daha iyi anlasilir diye düsünüyoruz.

“Escinsel Özgürlük Hareketinin evde, sokakta, okulda, isyerlerinde , sendikalarda, bulunduğumuz her alanda yayginlastirilmasi. “Dayatilan toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanmasi ve asilmasi” “Escinsellikle ilgili kültür ve sanat faaliyetlerinin zenginlestirilmesi ve yayginlastirilmasi, bu alanda çalismalarin desteklenmesi.” “Escinsellere dair gerçek bilgi ve deneyimlerin yasama aktarilmasinin olanaklarini sağlamak için bağimsiz escinsel medyasinin ve iletisim ağlarinin güçlendirilmesi ve yayginlastirilmasi.”

Ilk bakista sadece bunlar gibi gözükse de bütün taleplerimizin bir sekilde bu sempozyumda dile getirebileceğimizi düsündük. Yasal düzenlemeler, çalisma hayati, toplumdan beklentiler konusunda da bu sempozyumun önemini vurgulamaya gerek yok sanirim. Lezbiyen ve Geylerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari Sempozyumu ile neleri hedefliyoruz?

Daha fazla escinsel bireye ulasmak istiyoruz.

Escinsellikle ilgili bilgiye ve diğer escinsellere ulasabileceğimiz çok fazla

kanal yok. Sempozyumun bu noktada katki sağlayacağini düsünüyoruz. En azindan sempozyum duyurusu bütün üniversitelerde yapildi. Sempozyum sonrasinda olusacak sempozyum kitabi bütün kütüphanelere gönderilecek. Sempozyum escinsel bireylerin kendine güvenlerini arttiracak, bilinç yükselmesini sağlayacak ve toplumsal açilmalarina katkida bulunacak.

Lezbiyen ve geylerin sorunlarinin toplumun değisik kesimlerinin katilimiyla kamuoyu önünde tartisilmasini istiyoruz.

Lezbiyen ve geyler ile ilgili sorunlari simdiye kadar biz escinsel düsmani olmayan herkese anlatmaya çalistik. Bunun yaninda bu alanda bize rağmen söz söyleyen insanlar oldu. Bu sempozyumla toplumun değisik kesimlerini bir araya getirmeyi ve escinsel bireylerle beraber escinsellerin sorunlarini ve çözüm arayislarini tartismalarini istedik. Bu alanda çalisan, söz üreten kisilerin bir araya gelmesini sağlamayi, farkli alanlarda çalisan insanlar ve escinsel bireyler arasinda iletisim kanallari kurmak ve mevcut kanallari genisletmeyi hedefledik.

GLBT alaninda çalisan akademisyenlerle escinsel bireyleri bir araya getirmek istiyoruz.

GLBT alaninda çalisma yapan akademisyenlerin çalismalarini sunabilecekleri bir ortam yaratmak ve bu alanda çalismak isteyen akademisyenleri cesaretlendirmek baslica amaçlarimizdan biriydi. Bilgi günümüzde sadece akademi de üretiliyor ve akademiye hapis oluyor

gibi bir yanilsama var. Biz escinsel bireyler olarak bize dair üretilen bilgilere ulasmanin imkanlarini yaratamiyoruz. Bu sempozyumla bunu olanakli hale getirmis olacağiz. Simdiye kadar yapilan arastirmalar hakkinda bilgi sahibi olabileceğimiz gibi bundan sonra yapilacak arastirmalara yön verme imkanimiz olacak.

Sivil Toplum Kuruluslari ve özellikle insan haklari alaninda çalisan sivil toplum kuruluslari ile etkilesimi arttirmak istiyoruz..

Sivil örgütlenmelerde, özellikle de insan haklari örgütlerinde çalisanlar escinsellerin yasadiklari sorunlarin algilanmasi ve escinsel bireylerin haklari konusunda duyarlilik gelistirmeye davet edilmis olacaklar. Türkiye’deki sivil toplumun escinsellik realitesini doğru algilamasi sağlanacak ve artik görmezden gelme yerine birlikte çalisma yollarini yaratmalarina olanak sağlanacak. Escinsel örgütlerle tanisacak diğer sivil toplum örgütlerinin çalismalarinda bu farkindalikla hareket etmeleri sağlanacak. En azindan bu sempozyum sayesinde sivil toplum kuruluslari özellikle de insan haklari alaninda çalisan kuruluslar escinsellerin sorunlarina yaklasimlarini sorgulama firsati bulacaklar.

Politika ve hizmet gelistiren kurumlarin bizi görmezden gelmesinin önüne geçeceğiz. Escinsellik konusunda, yok saymaya dayali resmi devlet politikasinin destekleyici ve koruyucu

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 7


Sempozyum

temelde yeniden düzenlenmesine girisilmesini istiyoruz. Kamu kurum ve kuruluslari ile iletisime geçilerek, bu organlarin bu konuda politika olusturmasini; bu politikalarin kurum ve kuruluslarin hizmetlerine yansimasini, ayni zamanda sivil toplumu da etkilemesini sağlamak için çalisilacak. Escinselliğin karanlik yerlerde ve yasak bir sekilde yasandiği ve sadece cinsellikten ibaret olduğuna dair veyahut üst sinif hastaliği ya da kapitalizmin artiği olduğuna dair yalanlarin gerçek olmadiği ortaya konmaya çalisilacak. Iki senedir alanlarda diğer toplumsal örgütlenmelerle birlikte yerini alan escinsellerin sorunlarini ve çözüm arayislarini kamunun önünde tartismasi escinselliğe dair inanislarin sorgulanmasini sağlayacak. Bu sayede escinseller, aileleri, yakinlari, arkadaslari, GLBT alaninda çalisan akademisyen ve arastirmacilar, psikiyatrlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanlari, rehber ve psikolojik danismanlar, pedagoglar, avukatlar, polisler, öğretmenler kendilerini ve kurum politikalarini sorgulayacaklar. Sempozyum fikri nasil doğdu? Ilk sempozyum yapma fikri Güztanbul sirasinda Kaos Kültür Merkezi’ni ziyaret eden, Danisma Kurulu üyemiz Istanbul Üniversitesi Adli Tip Kurumu Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Sevki Sözen tarafindan diye getirildi. Dr. Nursen Turan Müsellim ile birlikte yaptiklari çalismanin sonuçlarini birlikte organize edeceğimiz bir panelde tartisabileceğimizi söyledi. Ikincisi ise Helsinki Yurttaslar Derneğinin Kampanya ve Lobi eğitimi toplantisinda Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ilhan Tomanbay sempozyum önerisini bizimle paylasti. Ilhan Tomanbay, üniversitenin olanaklari kullanilarak beraber bir sempozyum organize edilebileceğini söyledi. Biz de Kaos GL grubu olarak yaptiğimiz toplantida 8. Yil Etkinlikleri tarzinda etkinlikleri organize edebildiğimizi ve bunun altindan kalkabileceğimizi düsünerek, böyle bir sempozyumun artik yapilmasi gerektiğine karar verdik. Çağdas Sanatlar Merkezini neden seçtik? Sempozyum yapmaya karar verdiğimizde tabi ki aklimiza gelen ilk

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 8

soru yer ve zamandi. Zaman sorusu tek basina anlamli olmakla beraber düsündüğümüz yerle ilgili değisebilirliği de vardi. Sempozyumun toplumsal dönüsüme katkisi olmasini hedefliyorduk. Bunun için de sempozyumun yapilacaği yerin önemli olduğunu, herkesin çok rahat ulasabileceği bir yerde olmasi gerektiğine karar verdik. Bunun için en uygun yer de Çankaya Belediyesi’ne ait olan Çağdas Sanatlar Merkezi idi. Yapilan görüsmeler doğrultusunda bizim istediğimiz tarihte mekani kullanabileceğimizi öğrendikten ve bu çalismalari sürdürürken olusturduğumuz Danisma Kurulu üyeleri kesinlesince duyuruyu yapmaya basladik. Peki simdiye kadar sempozyumla ilgili neler yapildi? Internette, web sitemizde (www.kaosgl.com) önduyuru metninin yer aldiği bir sempozyum sayfasi tasarladik. Bu sempozyum sayfasindan gelismelerden haberdar olabileceksiniz. Ayrica Kahkaha.com, Uçan Süpürge, Legato, Minidev, Eshcinsel.net, Lambdaistanbul, Anadolu Ayilari ve Türkiye Ayilari sempozyum duyurusunu web sitelerine yerlestirdiler ve adres defterlerinden duyurdular.

Ön duyuru kitapçiğinin dağitimi:

Çukurova Üniversitesin dağitimini sosyal psikolog Doç. Dr. Üstün Öngel, Bilkent Üniversitesini Uluslararasi Iliskiler Bölümünden arastirma görevlisi Sule Toktas, Koç Üniversitesini Doç. Dr Fuat Keyman, A.Ü. Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesine Prof. Dr. Yusuf Eradam, A. Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesine Doç Dr. Figen Çok, Anadolu ve Osmangazi Üniversitelerine Nazim ve Elif, Bilgi Üniversitesini Cihan, Mimar Sinan Üniversitesini Serdar, A. Ü. Iletisim Fakültesine Günes, Gazi Üniversitesi Mimarlik bölümüne Kerem dağitti. Hacettepe Üniversitesin'e, ODTÜ'ye, A.Ü. Siyasal ve Hukuk'a Kaos GL üyeleri dağitti. Diğer üniversitelerin sosyal bölümlerinin baskanliklarina da üst yazi ile gönderdik. Radikal ve Cumhuriyet gazeteleri tüm yazarlarina kitapçiklari kendi iç dağitimlari ile ulastiriyor. Amargi Kadin Akademisi ve Lambdaistanbul da sempozyum kitapçiğini düzenli olarak dağitiyorlar.

Bunun yaninda sivil toplum örgütlerine dağitim halen devam ediyor.

Uluslararasi katilim:

ILGA Genel Sekreteri ve UNISON Sendikasi Dis Iliskiler Koordinatörü Kürsat Kahramanoğlu ve Avrupa Birliği Ingiltere parlamenteri Michael Cashman ile iletisim kuruldu. Sempozyuma katilacaklari kesinlesti. (Derginin basima hazirlandiği tarih itibariyla) kesinlesen konusmacilar: Adnan Akçay, Alanur Cavlin Bozbeyoğlu, Ali Erol, Ali Özbas, Aksu Bora, Ayse Düzkan, Burcu Ersoy, Feray Salman , Kürsat Kahramanoğlu, Iskender Savasir, M. Sevki Sözen, Mehmet Bekaroğlu, Melek Göregenli, Micheal Cashman, Nilgün Küçükkaraca, Pinar Ömeroğlu, Pinar Selek, Özlem Dalkiran, Üstün Öngel, Yesim Basaran, Yildirim Türker, Yusuf Eradam,

Sempozyumda ön plana çikan konular:

Avrupa Birliği’ne Girme Sürecinde Insan Haklari Olarak Gey ve Lezbiyen Haklari Çalisma Hayatinda ve Sendikalarda Gey ve Lezbiyen Isçi ve Memurlarin Sorunlari Escinsellere Yönelik Siddetin Sosyokültürel Boyutlari ve Yasal Süreç Erkekliğin ve Kadinliğin Toplumsal Kurulusu ve Değisimi Popüler Kültür ve Medyada Escinselliğin Öteki Olarak Sunumu Toplumsal Bir Hareket Olarak Escinsel Kurtulus Hareketi Escinsellik, Travestilik ve Transeksüellik


Escinsel Hareket

Toplum Tarafindan Baskilaniyoruz... Kaleme Alan: Yesim T. Basaran

Kaos Kültür Merkezi Cumartesi Söylesileri Kapsaminda yapilan “Neden birlik olmaliyiz,” “Neden örgütlenmeliyiz” sorularina cevap aradik. Escinseller olarak toplumda karsilastiğimiz sorunlari ortaya koyunca sanki “neden” sorularinin yaniti da kendiliğinden çikiverdi. Toplantida on bes kisiydik. Birbirinden farkli birbirine benzeyen on bes kisi! Belki de ilk basta sorunlarimizin ortak olduğunu düsünmüyorduk ama ortaya atilan fikirlerle birlikte, konustukça, ne kadar ortaklastiğimizi fark ettik. Iste bunlardan bazilari; Escinseller olarak toplumda baskilaniyoruz! Herkes heteroseksüel! Bize heteroseksüelmisiz gibi davraniliyor ve biz yok sayiliyoruz, yasamin her alani ve her aninda, eğitim kurumlarindan tutun da barina kadar her yer heteroseksüel yasama göre düzenleniyor ve herkese heteroseksüelmis gibi davraniliyor. Biz de heteroseksüelmis gibi davranmak zorunda kaliyoruz. Okulda, isyerinde, askerde, otobüste, evde hatta bazen aynanin karsisinda rol yapmak zorunda kaliyoruz. Escinsel olduğumuz anlasildiğinda, kendi söylemlerimizde,veya escinselliğimiz bilinmediğinde bile, iyi escinsel imaji yaratmaya çalisiyoruz. Iyi escinseller de var mesaji vermek zorunda kaliyor, kendimize yabancilasiyoruz. Yasamin her aninda baskilaniyoruz ve bunlar bizim özgüven gelistirmemizi olumsuz yönde etkileyebiliyor. Kendimizi gerçeklestirmemize engel olunuyor! Toplum escinsellere arizali gibi davraniyor. Bizim kendimizle barisip escinselliğimizle birlikte ve

bütün olarak kendimizi sevmemize engel oluyor. Toplum bize escinselliğimizden utanmamiz gerektiğini öğretiyor. Cinsel yönelimimizden dolayi sürekli kendimizi sorgulamak zorunda kaliyoruz. Escinsel olduğumuzu anladiğimiz andan itibaren sürekli, ben neden böyleyim, neden hemcinsimden hoslaniyorum, gibi düsüncelerle kendi varliğimizi yadirgama noktasina geliyoruz. Escinsellikle ilgili hiçbir seye ulasamiyor, hiçbir sekilde escinselliğe dair bilgi, doküman, yardim gibi ihtiyaçlari yasam pratiğinde bulamiyoruz. Ve escinselliğimizi taniyamiyoruz, kendimiz gibi escinsellere ulasamiyor, tek olduğumuzu düsünüyoruz. Sira arkadasimizin veya kuzenimizin escinsel olabileceğini düsünemiyoruz. Kendimizi yalniz hissediyoruz Escinselliğimizle ilgili sürekli insanlari bilgilendirmek zorunda kaliyoruz, sürekli bu konu ile ilgili gerekli gereksiz her soruya cevap vermek zorunda kaliyoruz. Escinsel gettolar yaratip dar mekanlarda sinirli özgürlükler yasamak zorunda kaliyoruz. Ve dar mekanlara hapis oluyoruz. Toplum tarafindan asağilaniyoruz. Askerde, okulda, evde, televizyonda yani yasamin her alaninda salt escinselliğimizden kaynakli asağilaniyoruz. Escinsel olduğumuz anlasildiği zaman ailemizden, arkadas grubumuzdan, isyeri ve yakin çevremizden dislaniyoruz, çevremizdekilerce ötekilestiriliyoruz. Sirf escinselliğimizden kaynakli sözel, fiziksel, cinsel taciz ve siddete uğruyoruz. Sadece sokakta değil kamu kurum ve kuruluslarinda da tacize uğrayabiliyoruz ve hatta dayak yiyoruz! Her gün yüzlerce arkadasimiz

siddete uğruyor. Kolay lokma gibi algilaniyoruz, üstümüze baski kurulabileceği düsünülüyor. Cinsel meta olarak görülüyoruz! Escinsel olduğumuz için cinselliğin bizimle kolay yasanabileceği düsüncesiyle bize yaklasiliyor. Erkekler lezbiyenliğe fantezi olarak yaklasiyorlar. Seks hastasi olarak algilaniyoruz ve escinselliğin sadece cinsellikten ibaret olduğu düsünülüyor. Toplum bizi marjinallestiriyor. Bizim de doktor, avukat, öğretmen, isçi, hamal olabileceğimizi unutuyor ve bizi ötekilestiriyorlar. Bizi uzakta varsayiyor, yani basinda olabileceğimizi düsünmüyorlar. Escinsel imaj karikatürize edilerek topluma sunuluyor ve escinseller straight(heteroseksüel) eğlence kültürünün komikleri oluveriyor. Escinsellerin sorunlari ve varliklari günümüz kosullarinda yok veya gündem disi sayiliyor. Değersizlestirmeyle karsilasiyoruz. Aile baskisina uğruyoruz, escinselliğimizi yasamamiza engel oluyorlar, duygusal, fiziksel siddete uğruyoruz ya da en iyi tavir olan yaramaz çocuk tavriyla karsilasiyoruz. Escinselliğimize bakilmaksizin karsi cinsle evlenmeye zorlaniyoruz. Her an issiz kalma ile yüz yüzeyiz. Salt escinsel olduğumuz için isten atilma ihtimalimizin çok yüksek olmasi nedeniyle her an bu korkuyla yasiyoruz. Bütün bunlara rağmen sinirli özgürlüklerle avunup kimi zaman özgür olduğumuzu zannediyoruz.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 9


Sunum

Türkiye’deki erkek escinsellerdeki depresyon ve anksiyete düzeylerinin heteroseksüel erkeklerdeki depresyon ve anksiyete düzeyi ile karsilastirilmasi amaci ile, Uzm. Psk. Erdinç Öztürk ve Prof. Dr. Gülsen Kozacioğlu’nun yapmis olduğu bir arastirmadan hareketle, Kaos GL Kültür Merkezinde 29 Eylül 2002’de tarihinde Psikolog Mahmut Sefik Nil tarafindan sunum gerçeklestirilmistir. Arastirma sonuçlarina göre; erkek escinsellerdeki anksiyete ve depresyon düzeyi heteroseksüel erkeklerden anlamli bir biçimde yüksek çikmistir. Bu yüksekliğin nedeni, arastirma sorulari ve yöntemi ile ilgili olarak yapilan söylesinin devami asağidadir.

Tartisma

Bu Kültürde Escinsel Olmak - 2: Çekingenlik ve Saldirganlik Sarmalinda Escinsel Hayatlar

Dinleyici: Escinsel olduğunu yakin çevresine açtiktan sonra hâlâ insanlarin % 44’ünde anksiyete oraninin olmasi aslinda bu isin sadece yakin çevreye açilmakla ilgili bir sorun olmadiğina dair bir ipucu veriyor bence. Bunu yorumlar misin? Mahmut: Burada karsilastiracağimiz kontrol grubunda % 41’lik bir oran var. Bu oran anksiyetenin ne kadar yoğun yasandiğini gösteriyor. Yariya yakin. Eğer bu kontrol grubundan elde edilen değerler bu topluma genellenirse toplumsal olarak ne kadar yaygin bir oran olduğu görülebilir. Sonuç olarak yakin çevresine açilmis olanlarda anksiyete orani % 44 yani “escinsel olduğumu söyledim, oh bende anksiyete kalmadi, bende depresyon kalmadi” demek mümkün değil. Her ne kadar escinsel olduğunu insan açiklasa da bir toplumu dönüstürmek, bir açiklama ile sağlanmadiği için, anksiyete devam ediyor fakat hafifliyor. Insanin kendini artisiyla, eksisiyle bir topluma ilan edebilmesi, kabul görmese bile dolayli, açik yalan söylemek zorunda kalmamasi çok önemli.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 10

Örneğin bir sevgilin var ve onunla birlikte ailene gidebilmen, onu açiklayabilmen önemli olan. Yani ailenin yanina giderken sevgilini içinde götürebilirsin ama içinde götürmek ayri, yaninda götürmek ayri. Sonuç olarak bu basit bir alan. Herkesin yasayacaği sosyal alanda sen partnerin ile beraber var olamiyorsun. Onunla ilgili yasamis olduğun sorunu, kardesinle, annenle, babanla paylasamiyorsun. Ne yasayacaksin, daha gergin, daha huzursuz olacaksin. Sürekli ağzini kapali tutmak zorunda kalacaksin. O yüzden bu % 44 bana normal geliyor. Yani bu toplumda nerdeyse yariya yakin oranda bu var. Fakat escinsellerde depresyon düzeyi çok yüksek. % 15, oysa kontrol grubunda % 7. Yani escinsel olduğunuzu söylediğinizde toplum dönüsmediği için maalesef sorunlar devam ediyor. Yani bir toplumsal dönüsüm, toplumsal sayginlik, var olunabilecek bir kültür alani yaratilamadikça anksiyete ve depresyonlar yasanmaya devam edilecek. Dinleyici: Bu açiklamalardan sonra escinsel olusunuzdan pisman misiniz

sorusunun da anlamsizliği ortaya çikmiyor mu? Çünkü kendi çevresine açildiğinda anksiyete düsüyor ise dolayisi ile o pismanliğin nedenlerini ortaya koymaktansa, realiteyi bir kenara birakip, pisman misin değil misin, evet mi hayir mi sorusu, ne derece gerekli. Çünkü realiteden bir kere koptuktan sonra sonuç her zaman yaniltacaktir. Örneğin Yahudi olmayi insan seçemez ama Yahudi olduğu için, nazizm dönemimde Yahudi olduğu için tanrisina lanet okuyan en az bir Yahudi yok mudur? Buradan hareket ettiğimizde, escinselliğin baskilandiği, escinselliğini yaratmasi ve bulmasina olanak taninmayan bir ortamda bir escinselin yasadiği sorunlari escinsel olduğun için pisman misin sorusu ile karsilamak bana pek de normal gelmiyor. Mahmut: Zaten bu arastirmayi yapanlar da büyük ihtimalle bu heteroseksist gözlüklerini çikarmis değiller. Fakat daha büyük bir sorun Psikologlar Derneği’nin bunu yayinlamis olmasi. Sonuç olarak bu kaynak literatüre girmis durumda. Escinsel bir hastasi olan heteroseksüel


Sunum

bir psikolog bu arastirmanin sonuçlarindan fazlasiyla etkilenecektir. Bana gelen kisiyi ki bana gelis nedeni escinsellik disinda bir sey olsa bile, ben oraya indirebilirim. Yani bunlar beni değistirecektir. Diyelim ki ikili iliskileri üzerinden bana geliyor. “Bir türlü düzenli iliski kuramiyorum” diyor. Ben de ‘sen escinsel olduğun için, kendi cinsine yöneldiğin için bunu yapamiyorsun’u yasayabilirim ve hastama da bunu öğretebilirim. Oysa heteroseksüellerde de ayni sorun vardir ve iliskilerin uzun süreli olmamasinin nedeni partnerlerdeki yanlisliklar değil bizdeki yakinlik kurma sorunudur. Mesela ben bu arastirmayi göz önüne alabilirim ve bu arastirma sonuçlari beni değistireceği için onun escinsel olusuna göndermede bulunabilirim. Dinleyici: Pismanlik sorusu bana anlamsiz gelmiyor aslinda. Mahmut: Anlamsiz değil. Bu sorulan bir sey ve gayette güzel yanit vermisler. Dinleyici: Arastirmacilarin zihniyetini ortaya çikartan bir sey. Escinsellik bir tercih olmus olsaydi, tercih edilebilir de, tercih edilmeyebilir de. Ama escinsellik doğal bir sey, insanin seçiminin disinda olan bir sey olduğu için insan “keske olmasaydim” diyebilir. Baskilanan bir kadinda keske erkek doğsaydim diyebilir. Aslinda sorunun sorduğu da bu. Yüksek oranda pisman olduklarini, yani keske escinsel olmasaydim eğer pismanlik kelimesini bir kenara atarsak. Bu oran zaman içersinde değisebilir.Yasanan olumsuzluklarin ortadan kalkmasiyla tersine de dönebilir. Mahmut: Baska bir sey de olabilir. Saçlarim söyle olduğu için pismanim, gözlerimin renginden dolayi pismanim, sonuç olarak insanlar bu duyguyu yasiyorlar. Fakat galiba escinsel olustan pisman olmak burada yanlis bence. Yani bu sistemde escinsel olmakla ilgili bir sey vurgulanabilir gibi geliyor bana. Böylelikle daha yansiz olunabilirdi, daha az yönlendirme yapilmis olabilirdi. Dinleyici: Bence soru çok problemli. Örneğin her sosyoloji kitabinin basinda evet deme eğilimi veren bir sey anlatilir. Yani burada kendiliğinden o eğilim

nedeni ile evet orani en az 3-5 puan yükselmistir. Yani bu soruyu escinsel olmaniz nedeni ile ne düsünüyorsunuz gibi açik uçlu bir soru haline getirseydiniz pismanin diyenlerin orani düsebilirdi. O kadar bariz bir sey ki sorunun yönlendiriciliği. Bence soru yanlis. Yakalanmak istenen noktayi yakalamak değil burada amaç bir noktaya ulasmak. Mahmut: Yönlendirici, kapali bir soru. Insanlarin % 68’i soruya böyle bir yanit vermisler. Dinleyici: Kesinlikle arkadasa katiliyorum. Tabii ki burada soru yönlendirici, pismanlik kelimesinin, yani iradeniz ile tercih ettiniz sorusunun cevabi ancak “pismanim, tercih etmistim

ama pismanim” seklinde ortaya çikar. O yüzden bu sözcüğün bilerek yanlis kullanilmis olmamasini düsünemiyorum. Ben escinsel değilim, ilk defa böyle bir toplantiya katiliyorum, gazeteciyim. Fakat üzerinde çalismakta olduğum bir kitap var o vesileyle de ilgileniyorum soruyla. Kesinlikle bilimsel değil, objektif bir arastirma değil bu çünkü bir manipülasyon var. Hatta bu manipülasyondaki amaç escinselliği mahkum etmek. O yüzden arastirma hakkinda ben süpheye düsmüs bulunuyorum sadece o sorudan dolayi. Mahmut: Arastirmayi yapanlar Çapa Tip Fakültesin Psikiyatri Ana Bilim Dali’ndan uzman psikolog, bir de Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nden bir profesör doktor.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 11


Sunum Ulusal Psikoloji Kongresi’nde bir sunum olarak sunulmus ve Psikologlar Derneği’nin kongreyle ilgili kitabinda 1998 yilinda yayinlanmis. Su an bir çok psikologun elinde bir kaynak olarak var. Avrupa’da da ayni sorun yasaniyor. DSM dediğimiz bir standardizasyon var. Semptomlari, belirtileri tamamen ayiriyorsun. DSM’de bütün hastaliklarin isimleri var. Teshis koyma ölçütü. Bütün dünyada ki psikiyatri ya da ruh sağliği alaninda çalisanlar tanilarini, teshislerini buna göre koyuyorlar. DSM-4 bu yüzden bağlayici. DSM-3’de escinsellik bir sorun olarak vardi ama DSM-4’de yok. Fakat DSM-4’ten çikmis olmasi kafalarimizdan da çiktiği anlamina gelmiyor. Örneğin haftaya terapiye baslayacağim 11 yasinda bir çocuk var. Efemine davranislari var. Bu çocuğun annesiyle telefonda konustum. Kadina diyecektim ki yarim saat beni konusturtmadin. Bu çocuğun nedeni sensin. Çünkü baba suskun, anne alabildiğine çok konusuyor, muhtemelen aile içinde de çok baskin. Bu da arastirmadaki sonucu animsatiyor. Kadina “biraz sus da çocuk heteroseksüellessin” diyeceğim herhalde ben. Ve ben bu çocuğu heteroseksüel yapmak için tedaviye baslayacağim. Çünkü bu çocuk efemine davranislarindan dolayi sürekli olarak toplum içersinde elestiri ve alaya maruz kaliyor. Belki mesleğine bağli, DSM-4’e bağli bir doktor da bunu söyleyecektir. Evet efemine davranislar değisebilir fakat eğer çocuk gey ise bunun için yapilacak hiçbir sey yok. Galiba bu merkezli bir bakis açisi daha doğru geliyor bana. Dinleyici: Peki her escinsel çocuk tedavi edilebilir mi? Mahmut: Edilemez çünkü escinselliğin herhangi bir tedavisi yok, çünkü bir hastalik değil. Sadece efemine davranislari değistirme anlaminda bir yaklasim mümkün. Mesela bu olayda, baba aile içinde daha görünür olabilirse sanirim çocuk taklit etme, özdeslesme anlaminda yeni davranislar öğrenebilir. Zaten diğeri için yapilacak bir sey yok ve erotik obje dediğimiz, cinsel heyecani uyandiran nesnede bir değisim yapmak çok zor.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 12

Bunu ancak insan kendi sürecinde ancak kendisi ayarlayabiliyor. Neden ortaya çiktiği belli değil. Biraz önce dediğim gibi ayni anne babadan gelen iki tane çocuk fakat bir tanesi escinsel diğeri değil. Ilk çocuk veya son çocuk escinsel olabiliyor. Sürekli olarak her sey değisiyor. Gerçekten de efemine davranislar göreceği baskiyi dolayisi ile toplum içersinde yasayacaği anksiyeteyi ve kendini ifadesini alabildiğine zorlastiracak. Bunlar üzerinde bir program uygulanabiliyor. Fakat onun disinda bir sey yapilamaz. Dinleyici: Peki arastirmanin sonuç kisminda ne deniyor, neye bağlanmis? Mahmut: Bir seye bağlamamislar. Kendi sinirlarinin ya da sinirliliklarinin alabildiğine farkindalar. Birkaç noktayi açiğa çikarmislar. Avrupa’da ya da Amerika’da yapilmis olan birkaç arastirmayi referans olarak almislar. Sonuç olarak bizim arastirmamiz sinirlidir, elli kisilik bir grubun bütün Türkiye’deki, bütün bir kültürdeki escinselleri simgelemesi tabii ki mümkün değildir. Ama sonuç olarak bir arastirma yöntemi olarak yapilan simdilik budur demisler. Arkasinda da eklemisler; öğrencilerde yapilabilir, kirsal kesimdeki escinsellerde bu çalisma tekrarlanabilir, yas düzeylerine göre değistirilebilir. Sonuç olarak bu bir giris çalismasidir demisler belki devamini getirecekler. Bilmiyorum. Aslinda çok bariz ortaya konulacak bir sonuç yok. Dinleyici: Diyelim bir çok grup üzerinde yaptilar bu çalismayi ve escinsellerde anksiyete ve depresyonun yoğun olduğu çikti ortaya. Ondan sonra ne yapacaklar. Yani escinsellerin pismanlik düzeyini mi indirmeye çalisacaklar, toplumu mu değistirmeye çalisacaklar? Mahmut: Ikincisi daha mantikli geliyor, ama bunu yapamayacaklarina göre ya da yapmak istemeyenler de olacağina göre farkli programlarla veyahut ta ilaç tedavisiyle anksiyete ve depresyon düzeylerini düsürmek, gizli ve kaçak alanlarda yasamayi önermekten baska yapilacak bir sey yok. Travesti birisi hikayesini anlatmisti. Su an kendi hayatini sürdürüyor. Ailesi onun escinsel olduğunu öğrendiğinde

bir psikologa götürmüs. Sansi varmis. Psikolog demis ki yavrum sen deli misin niye ailene söylüyorsun. Git istediğini yap, mutlu ol, ailenden de sakla bunu. Sen devam et, ben ailene senin iyileseceğini, bunun geçici olduğunu söyleyeceğim. Sen rahatla. O doktor bu sekilde yaklasmis. Ama ben taniyorum ki çok hin doktorlar var. Çok azimli doktorlar var. Benim kendi meslektaslarim. Hakikaten her seyi birakip, sadece bu konu üzerinde duran doktorlar var. Tamamen bunu değistirmeye çalisan psikologlar ben taniyorum. Yapilacak hiçbir sey yok. O biraz daha gidilen doktor ile ilgili gibi geliyor bana. Dinleyici: Pismanlik katsayilarini ölçen bir soru vardi bir de açilma oranlarini ölçen bir soru vardi. Bu ikisinin çaprazlandiği bir soru yoktu sanirim. Istatistiksel olarak anlamsiz olacağimi düsünülmüs. Mahmut: Bilemiyorum. Zaten bir çok soru sorulabilirdi. Bir çok sey yapilabilir. Eklemeler yapilabilir. Fakat onlar sadece bu kadarinda kalmislar. Sunu da ekliyorlar açikçasi, escinsellerin sosyal bir alanda bir araya gelmeleri onlari rahatlatacaktir. O zaman sorun tamamen kisinin kendisini ifade etmesine engel olan, toplumsal kurallardir. Ve bu kültürde escinsel olmak, hakikaten sunumun basliğindaki gibi bir saldirganlik, bir çekingenlik, sürekli olarak iki uçta gidip gelmeyi ortaya çikartabilecektir. Dinleyici: Sunumunda escinsellerin bir kültürünün olmadiğini söyledin. Iste heteroseksüeller birbirleri ile nasil iliski kuracaklarini biliyorlar; evlenme kurallari, bosanma kurallari, miras kurallari. Bizim için ise böyle bir sey yok. Bunun sonucunda sürekli iliskilerimiz olmuyor. Toplumun baskisinin yaninda çekingenlik ve saldirganliğa yol açanin bu kültür yokluğu olarak bahsettin. Bu bana uzun süreli iliskiyi fazla ideal olarak kabul ettiğini düsündürdü. Ayni zamanda varilacak bir nokta ifadesi bizim için. Bu bence olayi çok fazla sikicilastiriyor gibi. Escinsellerin varliğini bir serüven gibi görüyorum. Bu serüvenlerin sonucunda, puan toplamak için heteroseksüellere ne kadar benzersen, uzun süreli bir iliski kurarsan ve rahat


Sunum

bir insan olursan, anksiyete ve depresyondan o kadar siyrilirsin ve serüven olan durusunda çok sikici olurmus gibi geliyor. Mahmut: Kesinlikle haklisin. Onu bir örnek olarak verdim. Heteroseksüeller ayrildiklari zaman neredeyse bütün mahalle seferber olur. O onun elinden tutar, baristirir, o bir seyler yapar, sudur budur. Aile kurumunun devam etmesi için uğrasilir. Iyi bir sey midir aile kurumu bilmiyorum. Sonuç olarak bir insanin yetismesinde iki tane insana ihtiyaç vardir. Onlar da bir araya gelirler ve bu bir insani yetistirirler. Biyolojik espri doğumdan sonra da devam eder ve çocuğun yaratim süreci anne baba tarafindan ilerletilir. Gerçekten de bir escinsel kültürün olusmadiğini düsünüyorum ben kendi adima. Bir ucu iliskilerimize gidiyor, bir ucu sokakta yürüyüsümüze gidiyor. Bir ucu arkadaslik uçlarimiza gidiyor. Çünkü kültür nedir; kültür trafik isiklari gibidir. Kirmizi yandiğinda durursun, yesil yandiğinda geçersin. Kültür aslinda çoğu kez daha öncesinden belirlenmis kaliplardir ve senin nasil davranacaği, bir küçücük isaretle aslinda çok sey söyleyebilme kolayliğidir ayni zamanda. Belki escinsel kültür yeni yeni olusacak. Ilerisi için ben umutluyum. Kendi aralarinda bir ortak dilleri, ortak bir ifadeleri, ortak bir kültürleri olacak ve belki de heteroseksüellesmeden de, onlara benzemeden de bunu olusturacaklar. Ama Türkiye’de bu yok. Dolayisi ile bundan her sey etkileniyor. Uzun süreli bir iliskiye de ihtiyaç var güzel bir seydir, sürekli bir partner iyidir. Ama sonuçta her sey bundan etkileniyor diye düsünüyorum. Kendini ifade ediste kültürün içindeki kaliplarla ilgili bir sey. Yani tek basina, ben varim, anksiyetem su, depresyonum bu demek mümkün değil çünkü kültür ile bunun çok yakin bir iliskisi var. Ve escinseller bu kolaylastiriciliktan maalesef yoksunlar. Dinleyici: Ama bu ayni zamanda tümüyle belirlenmislik ve kurulmusluk anlamina da geliyor. Yani çocuğa annesi ve babasi ne yapacağini sonuna kadar söyler ise aslinda özgürsüzlüğün öylede bir rahatlaticiliği da var. Hiçbir seyi sen belirlemek zorunda değilsin. Her sey zaten sana

veriliyor. Senin yapacağin, edeceğin sonuna kadar belirli. Bu açikçasi insana bir rahatlik sağlar ama “sen seçimini yapacaksin, ben sana bir sey söyleyemem” dediğin noktada bu bir gerilim olarak döner. Çünkü sen yanlis da yapabilirsin, doğru da yapabilirsin ve yanlis yaptiğinda bedelini ödeyecek olanda sensin. Yani sonuçta basardiğinizda tek basiniza basarmis olacaksiniz ve bence değeri çok daha fazla diğerine göre. Mahmut: Ben de öyle düsünüyorum. Söylemis olduğun sey, karar vermeyle ilgili, “sorumluluk almak”, var olussal terminolojiye bakarsak bir zeminsizlik duygusu olusturuluyor diye ifade ediliyor yani eğer insan tek basina karar almak zorundaysa, tek basina karar vermek zorundaysa, kültürel ya da maniple edici desteklerden yoksunsa, sorumluluğu birine atamiyorsa tam anlamiyla bir zeminsizlik duygusu yasandiğini ifade ederler. Çünkü karar verme hayatin, en önemli olaylarindan bir tanesi. Insan doğarken, ölürken ve karar verirken yalnizdir gibi bir hatira defteri sözü de var aklimda kalmis olan. Bu önemli. Dediğin doğru. Özgürlestirici çünkü, neden bu açilma süreci insanlarin anksiyete ve depresyonlarini azaltir, ben sadece kendi sahsi fikrimi söyleyeceğim. Küçüklükten beri insanin yasamis olduğu bir döngü var. Nasil bir döngü bu. Önce bir zor eylem var. Bu eylemle karsilasinca olusan bir savunma mekanizmasi var. Bu zaten anksiyete yaratiyor. Bir gerginlik yaratiyor. Bir stres yaratiyor. Arkasindan bu zor eylem basarildiği zaman ego gücünde bir artis var, kendine güvende bir artis var. Neredeyse tüm yasamsal alanda bunu tecrübe ederiz. Gerçek düsüncemizi, gerçek kendiliğimizi açiklamamiza rağmen kiyametin kopmadiğini görmek güçlendirir bizi. Dinleyici: Basta hiçbir neden escinselliğin nedenini tek basina açiklayabilecek değil demistiniz. Daha sonra tartismanin bir yerinde engellenemez bir sey escinsellik dediniz. Benim biraz kafam karisti. Yani engellenemez dendiğinde bana genetik bir sey gibi geliyor. Genetik olup olmadiği çok tartismali bildiğim

kadariyla. Tek yumurta ikizlerinde farkli cinsel kimliklerin olusabildiği de biliniyor. Mahmut: Söyle bir parantez açalim mi? Mesela diyelim ki % 10 gibi bir rakam sürekli telaffuz edilir ya belki de bu oran değismistir. Yani bu otuz kirk sene önceki bir arastirmanin sonucu. Oran yükselmis olabilir. Aniden görünür olmaya basladilar. Fakat su var tek yumurta ikizleri üzerinde yapilan arastirmalar da oran daha yüksek. Yani mesela tek yumurta ikizlerinde oran %50’lere yükseliyor, fakat çift yumurta olanlarda % 20’lere falan düsüyor. Bağlantisiz kardeslerde % 10’a iniyor gibi. Sonuç olarak genetik bir faktör veyahut ta genetik bir neden escinsellik için telaffuz ediliyorsa o zaman heteroseksüellik için de edilecek demektir. Dinleyici: Toplumsal, psikolojik, genetik birçok nedenin bir ürünü diye hissediyordum ve o noktadan da engellenemez meselesi. Bu Avrupa’da da tartisilan bir sey olduğunu biliyorum. Yani tercih mi, zorunluluk mu meselesi. Sanki zorunluluk deyince bana bir savunma noktasi gibi geliyor. Yani “napayim kardesim ben baska çarem yok”. Mahmut: Az önce bir baska dinleyicinin dile getirdiği sorumluluk almamayla ilgili, dis kontrole yansitma diye bir sey var. Burada da bir çok insanda vardir. Yani suçu tanriya, kadere, anneye babaya, ekonomik düzeye yüklemekle ilgili olan bir tutum. Biliyoruz ki dis kontrol odakli olduğumuz alanlarda kontrolü sağlamadiğimiz için senin söylemis olduğun kader kurbanini oynuyoruz. Ama oynuyoruz. Evet, söylediklerin böyle bir sey çikartiyor escinsellere. Mesela ilk duyduğunda çok rahatlamis olabilirsin, o zaman bu benim kanimda varmis, diyerekten. Ama sadece rahatlarsin. Hiçbir sey değismez. Fakat bu dediğim gibi tartismali. Öyle olursa yani escinsellik genetik ise heteroseksüellik de genetik oluyor. Bunun bir nedeni bulunursa, o zaman heteroseksüelliğin de nedeni bulunacaktir mutlaka. Yani bir diğerini doğuruyor. Biri diğerini biçimlendiriyor gibi düsünüyorum. Ikisi karsi karsiya durduklari sürece. Ne zaman ki bu

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 13


Sunum farklilik ortadan kalkabilir, birbiri içinde eriyip bütünlesebilirler o zaman galiba birbirini var edebilecekler diye düsünüyorum. Dinleyici: Su an escinsel olan bir kisinin geçmisinde yasamis olduğu heteroseksüel bir iliskisi ya da ara sira böyle geçen dönemler olabilir mi, bir bilginiz var mi? Mahmut: Olabiliyor, aslinda su cümleyi seviyorum. Yarin kimseye vaat edilmez. Yarin hakikaten ne olacağini kimse bilemez. Kesin bir sey yok. Heteroseksüel insanlar escinsel deneyimler yasayabilirler. Escinseller heteroseksüel deneyimler yasayabilirler. Ille de biseksüeller diye bir yere koymak da gerekmez. Sonuçta o kadar özel, o kadar aninda yasanan ve birden bire de ortaya çikiveren bir durum ki kimse zannederim bunu bir diğerine vaat edemez. Ve de oluyor, duyuyoruz. Dinleyici: Bunun temelinde genetik bir neden yatiyorsa escinsel bir insan devamli escinsel kimliği tasimasi gerekiyor diye düsünüyorum. Mahmut: Yasayan insanlar biliyorum, uzun da yasayanlar biliyorum. Fakat hâlâ kendilerini escinsel olarak adlandiriyorlar. Yani bilmiyorum, bir sey demek gerekir mi? Insanlar bunlari yasiyorlar. Cinsel davranislar vaat edilmiyor. Birden bire ortaya çikiyor, yasaniliyor. Ama hâlâ ne olarak gördüğü bence önemli. Istediği seyi yasayabilir insan. Ama kendini ne olarak görüyor, ne olarak adlandiriyor, ne olarak tanimliyor benim için bu daha önemli. Dinleyici: Kültür konusunda kurallarin önceden belirlenmis hali demistin ama ayni zamanda kültür değisen dönüsen de bir seydir. Sanirim az önceki arkadaslardan biri kimlik derken sanirim orada edimle kimlik arasindaki ayrimi vurgulamamiz gerekiyor. Çünkü ister genetik olsun, ister sosyal çevre olsun, ister diğer bilesenlerden, parçalardan kaynaklaniyor olsun, kisinin kendi cinsine dönük olma hali ile kisinin kendi cinsine dönük olma halini bir kimlik olarak kurmak arasindaki farki bizim belirlememiz ve altini yeniden çizmemiz gerekiyor. Birincisini geçiyorum. Ikincisi

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 14

yani kisinin kendi cinsine dönük olma hali ayni zamanda bir kimlik yaratmaya da tekabül ediyor diye düsünüyorum. Belki burada bizim iradi bir müdahalemiz, bir seçimimiz olabilir. Kendi cinsimize dönük olma halini bir kimlik olarak kurarken, mevcut heteroseksüel kültüre eklemlenmek için yollar mi arayacağiz. Yoksa mevcut heteroseksüel kültür disinda bir kültür mü yaraticağiz. Yoksa kisisel olarak benim tercihim olan mevcut heteroseksüel kültürü daha ilerici, daha özgürlükçü bir süreçte dönüstürmek için mevcut iliskilere müdahale mi edeceğiz sorusu önümüze çikiyor. Benim tercihim son söylediğim yönünde. Yani yeni bir escinsel kültür yaratmak, ya da geçmisteki escinsel kültürleri aramaktansa, içinde yasadiğimiz heteroseksüel formatlara göre sekillenmis kültürü nasil escinsellerin ve heteroseksüellerin esitlik içersinde yasayabileceği bir kültüre dönüstürebiliriz ve bunun yolunu yöntemini nasil yaratabiliriz diye düsünüyorum. Burada bir soru da sormak istiyorum bu kültürün disinda. Anksiyete, depresyon, pisman olma hali dendi. Eskiden psikiyatriye radikal elestiri benim kisisel tercihimdi çünkü escinsellik hastalik deniyordu. Oysa biz ne diyorduk, escinsellik hastalik değildir ama escinseller de hasta olabilir. Yani escinseller paranoyak değildir ama bir escinsel de paranoyak olabilir. Ve onun su ya da bu olma hali içinde yasadiği kosullarla ne derece sekillendiği önemli. Escinsel olmasi onu hasta ya da sorunlu hale getirmez diyorduk. Ama söyle bir durum var. Simdi görüyoruz ki, ilk çocuk olma, son çocuk olma, ailenin tek erkek çocuğu olma gibi birçok açi telaffuz ediliyor dolayisi ile daha önceki sosyal çevreci yaklasimin tezlerinin çok da geçerli olmadiğini yasayarak gördük. Ama bununla birlikte, artik bu topraklarda da bir escinsel hareket doğuyor, escinsellerin soluk alabileceği alanlar yaratiliyor ama pek çok escinsel bir sekilde o sorunlarini çözme yoluna giderken, o ilk ne yapacağim ben saskinliğindan sonra bir yol yordamla sorunlarini çözme mücadelesini yasarken, pek çok escinsel de Kaos Kültür Merkezi’ne rağmen, Kaos GL Dergisi’ne rağmen, LambdaIstanbul’a rağmen, vs. vs. ye

rağmen o üç günlük hayati kendine zehir etmek için özel çaba harciyormus gibi geliyor bana. Burada nasil oluyor da o sarmalin disina çikamiyor, nasil oluyor da kendisi ile barisma, escinselliğini kurma, yaratma sürecine katilmaktan kendini alikoyuyor. Bu gerçekten sadece ve sadece heteroseksist kültür ve baskici toplumla açiklanabilecek bir sey midir? Mahmut: Değil gibi geliyor bana yani sadece bu değil. Az önce bir sey söylemistim ya, eğer terapi almiyorsaniz iliski alanlari üç tane; kendimle, çevremle ve evrenle iliski mekanizmamiz var. Evrenden kastim esyayi kullanis biçimi. Söyle bir sey geliyor aklima. Üç günlük dünyada, Kaos GL su an bir parantez gibi duruyor, bütün bu heteroseksist ortamda, nefes alinabilecek bir yer. Insanlar bir araya gelebiliyorlar, birbirlerine kendilerini ifade edebiliyorlar. Dertlesiyorlar, söylesiyorlar, ayriliyorlar, söyle oluyorlar, böyle oluyorlar. Buna rağmen bir kendine ihanet süreci sadece cinsel kimliği ile ilgili olamaz, çünkü bu bir tarz. Onun diğer alanlarinda da bu vardir. Yani ailesiyle iliskilerinde, kendisi ile iliskilerinde. Olayi bu sekilde görüyorum. Bir de diğer taraf var, çekingenlik, saldirganlik. Hep iki tane uç belirledik. Bir tanesi kaçma seklinde olabilirken, bir tanesi de yine onun kadar kendine uzaklasma anlaminda zoraki kahramanlik denen bir baska durum daha var. Diyelim ki kisi escinsel, bunu yirtarak yasayabiliyor. Escinsel hatta fazlasini yasiyor. Hatta daha fazla escinsel oluyor. Hatta escinsel olmanin rantini veya puanlarini topluyor. Bu sadece escinsellikle ilgili değil, her alanla ilgili insanin tutumlari var, tavirlari var. Fakat sunu biliyorum. Hasta bana geldiği zaman elimdeki sihirli değneği bazen evde unutuyorum. O yüzden iyilestiremiyorum. Ilk dikkat ettiğim sey su; benimle nasil iliski kuruyor, kendini bana nasil ifade ediyor. Açik mi, nasil oturuyor. Kendini anlatirken hangi kelimeleri seçiyor. Ve biliyorum ki onu iyilestiren sey, onun benimle kurmus olduğu iliskinin içeriği. Ben onu kabul ettiğim için, ön yargisiz kabul ettiğim için, her ne kadar bunun için para aliyor olsam da. Orada


Sunum

kendini daha rahat ifade edebiliyor ve süreçte de kendini daha rahat ifade edebiliyor ve barisma süreci hizlaniyor. Baska türlü değil. Örneğin; Kaos GL’nin böyle bir fonksiyonu veya Lambdaistanbul’un böyle bir fonksiyonu olduğunu biliyorum. Buraya sessiz sessiz, sakin sakin, yari korkarak gelen insanlar burada kendilerini ifade ederken aslinda sokakta da kendilerini ifade etmeyi, kendilerini kendilerine ifade etmeyi, evrene ifade etmeyi de öğreniyorlar. Ama su üç günlük dünyada zehir ediyor diyorsun. Sen buna hayret ediyorsun. Ama bu sadece burayla ilgili değil. Buradakini görüyorsun. O zehir eden kisinin zaten hayatin tüm alanlarinda benzer bir tavri olmali. Dinleyici: Yani yapilacak bir sey yok mu? Mahmut: Yapilacak bir sey hem yok hem de var. Hizlandiramazsin. Kendini kabul etmek, kendinle barismak, bir olgunlasma sürecidir. Aklima Horney geliyor. “nedir patoloji, ya da insan nasil kendini kabul eder?” sorusuna söyle bir yanit veriyor ki bu çok bağlantili: “kendini kabulün önündeki engeller kaldirilirsa, insan doğal olarak, kendisiyle, evrenle ve çevresiyle bütünlesme eğilimindedir” hatta mese palamudunu örnek veriyor. Bir mese palamudunun büyümesi gibi bu doğal bir seydir. Yani yapilabilecek bir tek sey var. Buraya da ayni görev düsüyor çünkü ben biliyorum Lambda, Kaos yeri geldiğinde sosyal alanda escinsellere karsi resmen bir terapist gibi, onlarin kendini kabul etmesi anlaminda çok büyük imkânlar sunuyorlar. Yapilacak olan ne? Buna devam etmek. Baska hiçbir sey değil. Kisi ne zaman geliseceğini, veyahut ta o engeli ne zaman terk edeceğini, ne zaman artik bir engele ihtiyaci olmadan da var olmaktan korkmadan yasayabileceğini anlamasi tamamen bireysel bir sey. Bu yüzden yapilacak bir sey yok. Ama yapilacak bir sey var. O da bu imkanlarin burada duruyor olmasi. Burada duracak ve insanlar birbirlerini kabul edecek, yan yana geleceksiniz, içinizdeki çestili mesleklerden insanlar elinden geleni herkes yapacak. Ama zorlayarak değil. Zoraki kahramanlik kötü çünkü örneğin

üç gün buraya gelecektir, ayni seyi hastalarimda da yasiyorum. Örneğin çok iyi bir hasta, her söylediğimi ağzimdan aliyor, doktor dedi yaptim, annemle konustum, babamla konustum. Hep dikkatimi su çekiyor, niye bunlari ben söyleyince yaptin? Ben söylediğim için mi yaptin, kendin istediğin için mi yaptin? Önce zoraki kahramanlik yapiyor, üç gün sonra enerjisi bitiyor ve beni birakip gidiyor. Aslinda kendini birakip gidiyor. Bu olacaktir. Böyle düsünüyorum. Hem var hem de yok. Dinleyici: Arastirma erkek escinsellerle ilgili bir arastirma. Kadin escinsellerle ilgili arastirma var mi duyduğunuz ya da size gelenler oluyor mu? Onlara karsi tavriniz nasil oluyor. Mesela kadin escinseller, lezbiyenler toplumda kadinin da görünmezliğinden dolayi bir lezbiyen görünmezliği de var. Peki psikolojide de böyle mi yani kadin escinsellere toplumun genel önyargisi gibi geçici bir dönem gibi mi bakiliyor? Mahmut: Geçici bir dönem nasil? Dinleyici: Toplumda genel bir önyargi vardir. Escinsel bir kadin lezbiyen olduğunu söylediğinde ya kadinlardan da hoslaniyor, erkeklerden hoslanmamasinin imkani yok, erkeksiz yapamaz ya da bu geçici bir fantezi dönemi gibi bir sey. Mahmut: Böyle elimde kesin bir sey yok. Lezbiyenler ya da kadin escinseller üzerine yapilmis bir arastirma yok, bireysel bir deneyimim de yok. Olsa da nasil olurdu bilmiyorum. Fakat o geçici fantezi psikolojide çok fazla telaffuz edilen bir sey. Penis kiskançliğini temel alan Freud, evet çok elestirildi falan ama bazen de doğruyu söylemistir Freud ve halen kabul görüyor. Freud ile ayrildiğimiz nokta sadece kadinlarda olduğunu düsünmesi herhalde. Yani böyle bir sey elimde yok. Sonuç olarak insanlar lezbiyenleri biraz daha fantastik algiliyorlar. Porno filmlerin bas kahramanlari. Herhalde fantezi dünyalarinda nasil algiliyorlarsa disariyi da o sekilde algilamak istiyorlar. Inanmiyorlar veya inanilir bulmuyorlar, ama bu görüsün süreçlerinde her halde lezbiyenlerde kendilerini daha iyi ifade edeceklerdir.

Yani bunu yikacaklardir ama ben isterdim bir lezbiyenle öyle bir çalisma yapmayi isterdim. Dinleyici: Biraz önce bir arkadas sormustu, escinsel bir birey heteroseksüel bir iliski yasayabilir mi diye. Ben escinselliğimi 16,17 yasinda kesfettim. Bir kadindan hoslandiğimi fark ettim. Ondan öncesine kadar erkeklerle iliskim oluyordu. Özellikle cinselliği kesfetme asamasinda. Arkadaslarim gelip anlatiyorlardi erkek arkadaslariyla yaptiklarini. Tam olarak da bilmiyorum ama cinsel merakinda uyandiği yillar herhalde onlar. Ve hiç baska alternatifinde olabileceğini düsünmüyordum ben. Bir kadinlar olabileceği aklimin uzundan dahi geçmiyordu. Etrafimda hiçbir örnek yoktu. Hiç duymamistim böyle bir örneği. O yüzden de erkeklerle iliskim oluyordu ama bir hafta sürüyordu, ilgi duymuyordum, suydu buydu. Peki burada bir anda kesfetmemi, yani erkek egemen toplumun baskisi, etrafimda görmemek, bilmemek. Ama bir de kendimi bildim bileli lezbiyenim diyorum, kendimi bildim bileli böyleydim diyorum. Yani bu bir anda çikabilen sonradan olma gibi bir sey de değil. Mahmut: Üniversitedeyken kendisini kesfeden ve üniversiteye gelene kadar kadinlarla iliskisi olan escinselle bunu konusmustum. Peki dedim iliskilerden sonra ne hissediyordun. Iğrençlik basiyordu dedi. Kendimi iğrenç buluyordum. Yani bosaldiktan sonra ya da iliski bittikten sonra. Çok enteresan. Tabii bu genellenmez tabii ama onun partneriyle de konustum. Senin hissettiğin bir farklilik var miydi dedim onunla beraber olurken. Garip bir sekilde kendini tutma vardi ve iliski bittikten sonra bana yönelik bir saldirganliği vardi. Mütemadiyen bunu adlandiramiyorum ama kendini ne zaman ki ortaya koydu, partner olamayacağimiz ortaya çikti. Su anda iliskimiz gayet iyi dedi. Bazen sunu düsünüyorum, insanin ömrü her halde bunun içinde verildi diye düsünüyorum ben. Ne olmadiğini anlamakla geçiyor gibi. Bana öyle geliyor. Çünkü bir sey olduğumu düsünüyorum, sonra o seyi tecrübe ediyorum. Bana uymuyor ve onu atiyorum. Bazen yerine ne

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 15


Sunum koyacağimi bilmeden baska bir sey olduğumu zannederek hep ne olmadiğimi zannederek aslinda. Bazen insan böyle yasiyor. Senin yasadiğin süreç gibi olabiliyor. Iste doğrusu budur, herkesin bir erkek arkadasi var, benim de bir erkek arkadasim olmali diyerek oradan devam ediyorsun. Fakat öbürü olmadiği için onu test etmenin, iste doğru nedir, yanlis nedir diyerek. Ama bazen böyle olmuyor. Dinleyici: Belki bu noktaya da kültürel olarak bakmak gerekebilir. Örneğin kisisel olarak ben de kendimi bildim bileli escinselim. Ama ilk iliskim 21 yasimda oldu. 21 yasimdan önce de ben escinseldim. Simdi bu ne anlama geliyor. Iste buradaki cinselliğe dair mekanik sorulari ben anlayamiyorum. Çünkü ayni kültürde yasiyorsak bu tür mekanik sorular sorulamaz diye düsünüyorum. Simdi örneğin bizim gey kusaği diyebileceğimiz bir kusak olustu. Ve bu kusak 30’unu geçti, 35’ine doğru yol aliyor. Ve bu kusaktan bir kadinla evlenen bir iki gey arkadas disinda henüz çikmadi. Yani onlarca, yüzlerce kisiden bahsediyorum. Bu bir kültürdür örneğin. Bizden önceki kusak istese de, istemese de bir sekilde zorunlu olarak, bir sekilde isin kolayina kaçtiklari için hemen toplumsal beklentilere cevap vermek için bir kadinla evleniyorlardi. Tümü devam ediyor muydu, hayir bosaniyorlardi ama kültürel gelisme ile birlikte, escinsellerin kendilerini escinsel olarak ifade etme olanaklarini yaratmalariyla birlikte yeni bir gey kusaği ortaya çikiyor. Bu yeni gey kusaği herhalde bu saatten sonra olağanüstü bir değisiklik olmayacaksa artik evlenmeyecek. Yani ömür boyu bekar mi kalacak, iki yillik, üç yillik, kirk yillik iliskiler mi sürdürecek bu hayat ne getirir anlaminda bir sey onu geçiyorum. Ama artik evlenmeyecek. Ne anlama geliyor bu. Böyle bir olanak olduğu halde bile isteye evlenmiyorlar. Ve pek çok olumsuz dayatmaya rağmen evlenmiyorlar. Dolayisi ile escinsel kimliğe sahip bir kisi eğer erkekse bir kadinla birlikte olmus mudur, olmamis midir. Yani olabilir. Bundan sonra da olabilir. Çünkü Türkiye sadece Ankara’dan, ya da Beyoğlu’ndan ibaret değil ki. Bunun köyü var, metropolü var. Susu var, busu

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 16

var. Ve insanlar o yasadiklari sosyoekonomik ve kültürel kosullardan istemediği pek çok sey yapmak zorunda kalabilir. Mahmut: Diyorsun ya yüzlerce, onlarca kisi var ve artik evlenmeyecekler. Belki bunlarin bir kismi burada değisime uğradi, kendini daha rahat ifade etti. Hayata karsi artik daha cesurlar. Örneğin söyle bir kaygi var; heteroseksüellerin bir rahatliklari var, ürüyorlar. Yaslandiklari zaman çocuklari onlari terk edebilir, çocuklari onlardan önce ölebilir ama bir rahatliği var üremenin. Ölümsüzlük, ölüme karsi korkularinizi azaltiyor veya yaslilikla ilgili olan anksiyeteyi çocuklarin varliği ve sayisi hafifletiyor. Böyle bir rahatsizlik var. Evlenmeyerek bunu göze almis oluyoruz. Fakat buraya gelen insanlar, escinsellerin çok küçük bir kesimi. Kirsalda veya Beyoğlu ya da Ankara veya Istanbul fark etmez, nerde bu %10 ben merak ediyorum. Onlarin hiç birisi ortada değil. Fakat neredeler, hakikaten yoklar. Is ciddiye bindiği zaman gerçekten var olmak ve sapkani önüne koyup ben buyum demek escinsellikle ilgili bir çok alanda bir çok insan için çok zor. Yani hep o gizli kaçakli ortamlarda var olmaya alistiran bir toplum var. Toplum veyahut ta kültür bizi neye sürekli olarak iteliyor; çekingenliğe, itaat etmeye. Binlerce, yüz binlerce yillik insanlik tarihinde sürekli itaat, sürekli isyandan kaçinmamizi öğütleyen dinler ve kültürler var. Dolayisi ile aslinda bu bir çesit saldirganlik gibi de algilaniyor. Senin kendini ifade etmen, düzene karsi çikman. Nerede bu insanlar bilmiyorum. Sayi bu kadar değil onu biliyorum. Dinleyici: Kusaklar belki kaybedilebilir ya da gözden çikarilabilir. Çünkü oraya yine kültürel açidan dönecek olursak, yanlis hatirlamiyorsam geçen yil birkaç seçilmis okulda cinsellik dersi üzerine özel bir eğitim programi baslamisti. Ama burada zaten bir çok üroloji kitaplarindan bildiğimiz birkaç seye birkaç madde eklediler. Birkaç organin seklini eklediler ve geçistirdiler. Ama bunun devami geldiğinde kaçinilmaz olarak söyle bir madde eklenecek bu derslere diye düsünüyorum ben; “bazi

erkekler erkeklere yöneliyor, bazi kadinlar kadinlara yöneliyor”. Buna dair 15,16,17 yasindaki gençler hocalarina bu sorulari sorduklarinda ne olacak. Bu sorulara ister olumlu, ister olumsuz olarak cevap vermek zorunda kalacaklar. Ve iste o cevaplar verilmeye baslandiğinda yeni bir çatisma alani ortaya çikacak diye düsünüyorum ben. Mahmut: Ben bu sorularin hep sorulduğunu biliyorum. Ama kesinlikle bu geçistirme mekanizmasi çalisacak. Örneğin bir lezbiyen öğrenci vardi, simdi hatirladim. Nasil da unutmusum, hakikaten bir lezbiyen görünmezliği var. Ve biz onu bastirdik. Okul idaresi bu olayin bastirilmasini istedi. Bayan öğretmenlerden birine asik olmus, ona mektuplar yaziyormus. Çok da duygusal, güzel bir kizdi. Böyle bir soru sormasina izin dahi verilmedi bizim servisimizde. Yani bu sorular sorulabilir dediğin gibi ileride. Ama ondan önce din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarina Alevilik girecek. O da yok. Bu tamamen düzenin kendi varliğini sürdürebilmek için bir diğerini yok sayma politikasi değistikçe bunlar da değisecektir. Ve üstüne üstelik ben o cinsel eğitim derslerinin o kadar sağliksiz, o kadar saçma ve nerdeyse çocuklarin beynini iyice bulandiran dersler olduğunu biliyorum çünkü bir kere dersi anlatan utaniyor. Tahtada kocaman bir vajina var, çocuklar kikir kikir. Biz okulda nasil yapiyoruz, kizlari bir yere ayiriyoruz, erkekleri bir yere ayiriyoruz. Sanki bir rahibe okulundaymisiz gibi. Yan yana gelmelerine izin vermiyoruz çünkü saçma sapan sorular soruyorlar. Fakat bunlar yavas yavas olusacak gibi geliyor bana. Belki bir yüz sene sonra.


Yasamin Içinden

Neden Lezbiyenim Ingrid Rivera-Dessuit Çeviren: Aysegül

Ben bir lezbiyenim. Anneyim. Renkli derili bir kadinim. Gerçek ve görünürüm. Her zaman böyle görünür değildim. Simdi görünürüm, çünkü yirmi yasinda dolaptan çikmayi seçtim. Benim için yaratilmis kutudan disari çiktim. Heteroseksüel iliskinin normal, diğer cinsel yönelimlerin sapkin, ahlaksiz ve iğrenç nitelendirilmesi fikrinden disari çiktim. Yillarca bu fikir hayatimi yönetti ve neredeyse yok ediyordu. Çünkü, toplumun nasil biri olmamiz gerektiği, kadin ve erkek olmanin ne anlama geldiği, “normal”in ne olmasi gerektiği hakkinda gönderdiği mesaji yillarca kabullendim. Kimse bir sapkin olarak görünmek istemez, ben de farkli değildim. Dolayisiyla ben de, milyonlarca lezbiyen ve gey gibi, heteroseksüel kutuya uymak için çok büyük çaba gösterdim. Tanidik olanda, eğer yerine getirilmiyorsa, güvenlik vardir. Fakat, alistiğim hayatin fiziksel güvenliği, sonunda benim için duygusal tehlikeye dönüstü. Uzun yillar boyunca süren aci çekme ve boğusmadan sonra, daha fazla dayanamadim. Dolaptan disariya, isiğa atladim. Disari çiktim, açildim! Erkeklerin beni koruyacaklari ve kollamalari gerektiği fikrinden disari çiktim. Kendi gerçekliğimi görmemi veya anlamami engelleyen kalin sisten disari çiktim. Beni yok etmek üzere olan inkardan disari çiktim. Açilmak, hayatimin en önemli seçimlerden biriydi. Baski ve fiziksel siddet korkusuna rağmen duygularimi onurlandirmamin ve kim olduğumu öğrenme sürecini baslatmamin kesinlikle gerekli olduğunu hissediyordum. Genç bir kizken, lezbiyenin ne olduğu hakkinda herhangi bir fikrim yoktu. Her zaman kadinlara asik oluyordum. Çocukluk cinsel gelisim oyunlarimin birçoğu kizlarlaydi. Doğru ve iyi hissettiğim için, kendime bu tür duygular hissetmeye izin vermistim. Büyüdükçe anladim ki, yapilmasi beklenen doğru sey, “bu” değildi. Bütün arkadaslarimin ya erkek

arkadaslari vardi ya da buna özlem duyuyorlardi. Benim yoktu. Akranlarimin normalliğine can atiyordum, bu nedenle bir erkek arkadasim olmaliydi. Erkek çocuklarindan nefret etmiyordum. Onlara karsi kötü bir sey hissetmiyordum. Hatta onlarin arkadasliklarindan zevk aliyor ve eski erkek arkadaslarimla derin dostluklarim oluyordu. Açiklama bulamadiğim asklar, fanteziler, bir kadina herhangi bir sekilde yakin olma ihtiyaci, hayatimin gerçekliğinden o kadar uzaktaydi ki, bu gereksinimlerimi karsilayabileceğim bir yol göremiyordum. Böylece karar verdim. Bilinçsizce, erkeklerle iliski kurmaya ve kizlarin ancak hayal kurmasinin uygun kaçacaği düslere dalmaya karar verdim. Benden büyük bir adamla tanistim, çok genç yasta evi terk ettim ve hamile kaldim. Bu adamla hayatim tamamlanmamis ve sikinti vericiydi. Dis görünüsü olusturmak için kullanilan enerji akiyor, kuvvetten düsürüyor ve sonunda da dayanilamayacak hale geliyordu. Iliskimiz boyunca kadinlara ilgi duymaya devam ettim. Derin duygular. Görmezden gelemeyeceğim duygular. Ne anlama geldiklerini veya onlarla nasil bas edeceğimi bilmiyordum. Sonuç olarak, erkek arkadasimla iliskim çatirdamaya basladi. Uyusturucu bağimliliği, duygusal ve fiziksel tacizin her biri iliskinin çöküsünde bir rol alirken, beni suyun üstünde tutan, kendim olma ve bir kadini sevme ihtiyacimdi. Durumun tehlikeli olmasina rağmen -ki sadece benim için değil, doğmamis çocuğum için de- ayrilmam gereken zamandan daha uzun süre onunla kaldim. Bu hayat, bana doğru olduğu söylenen hayatti. Bana söylenen hayat, “normal”di. Taciz kadar kötüydü ve bundan çikis yolu görmüyordum. Yasadiğim yalandan kaçacak herhangi bir yol göremiyordum. Bir süre sonra saskinlik, öfke ve aci, varolusumun bir parçasi haline geldi. Hayatimi sona erdirme düsüncesi, her gün aklimdan geçiyordu. Bazi günler bu düsünceler, vücudumu

zayiflatacak kadar yoğundu. Adsiz olani uyusturmak için zayiflatmaya yeter –hepsi aciyi tüketir- fakat sona erdirmeye yeterli değil. Dünyaya getireceğim çocuğun hayatini düsünme gereksiniminin yönlendirdiği yavas bir eğitim süreci ve özyönetim ile yalan ve tacizden kurtuldum. Fakat 17 yasinda ve hamileyseniz, hiç kolay değil. Küçük adimlarla basladim. Önce destek, eğitim ve sağlik hizmetleri sunan bir gençlik merkezinde GED (Genel Eğitsel Gelisim) ve Lamaze (çocuk doğurma) dersleri aldim. Bu tecrübe, bir değisime ihtiyacim olduğunu gösterdi ve değistirmek için cesaret verdi. Erkek arkadasimi terk ettim ve kim olduğumu anlama süreci basladi. Gidecek bir yerim yoktu, siğinma evlerinde yasamaya basladim. “Kendim olma” seyahatim, beni New York caddelerinden uzaklastirip Massachusetts’e yeni bir hayata yöneltti. Yardimla geçinen yalniz bir anne olarak, ucuz bir apartman dairesi buldum ve devlet üniversitesine yazildim. Bu değisimimin baslangiciydi. Üniversitede, hayatlari yillarin görünmezliğinde uzaklastirilmis çesitli insanlarla tanistim. Ilk defa, cinsel yönelimimi kabul eden escinsel veya escinsel-dostu insanlarla tanistim. Sosyallesmek için erkeklerle kurduğum tek yönlü iliskiler bitti ve ben artik yeni bir kadindim. Sonunda kim olduğumu kabul etmeye baslamistim, ben lezbiyendim. Bir gün aniden açildim. Önce kendime açildim. Ayna karsisinda yüksek sesle söyledim. Bağirdim. “Ben lezbiyenim!” Ardindan kizima, arkadaslarima, öğretmenlerime ve aileme açildim. Sorular ve ölmek için yapilan dualarla geçen tüm bu yillardan sonra, basitçe kendimi kabul etmek bana iç huzuru vermisti. Kendimi bir sonraki adim için hazirladim, toplum ve aile onayi. Anneme söylemek zor bir isti. Çok güç kabul etti. Bana olan sevgisine dair güvence verdi, ama nasil lezbiyen olduğumu anlayamadiğini söyledi. Lezbiyenin ne olduğunu tam olarak anlamadan, yüzünde allak bullak bir

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 17


Yasamin Içinden

bakisla “erkeklerle çikiyordun ve bir kizin var” dedi. “Lezbiyen olduğunu kabul edemem ama, sen benim kizimsin” diyerek gönülsüzce söz verdi ve ben kendimi sansli hissettim. Bütün hayatimi kendimden kaçmakla geçirmistim, fakat artik gerçekle yüzlesmeye kararliydim. Ailem beni psikiyatra göndermeye çalisti, fakat en azindan bir dereceye kadar hayatimda kaldilar. Onlar lezbiyen olduğumu bilirken, hiçbir zaman bunun hakkinda konusamadim. Annem, “neden escinseller hayatlarini gözümüze sokarlar ki?” diye sorardi. Insanlara kocasi olduğunu söylediği zamanlar, böylece heteroseksüelliği garanti altina aliniyordu. Her gün “hayatimi baskalarinin gözüne sokmak” ile hayatimi gizlemek seçimleri arasinda karar vermek zorunda olduğumu anlamadi. Jinekoloğum “evli misin?” diye sorup ardindan doğum kontrol kullanmadiğim için beni azarlardi. Yabancilar, kizimi yetistirmeme yardim edecek iyi bir genç erkek bulmam gerektiğini söylerdi. Bütün günlerim mücadeleyle geçiyordu. Her gün bir baskasina daha açiliyordum. Her gün bir baskasini eğitiyordum. Gururla söyleyebilirim ki, en iyi öğrencim, on yasindaki kizim Amanda oldu. Bu mücadelede o hep yanimdaydi. Toplumun, annesinin bir escinsel olduğunu kabullenme acizliğinden dolayi, çok derinden yaralandi. Homofobi canini acitiyor. Arkadaslarina söyleyip söyleyemeyeceğine karar vermesi gerekiyor. Onu kabul edecekler mi? Aileleri bize gelmelerine izin verecek mi? Önyargidan dolayi, birkaç arkadas ve çocuk bakicisi kaybetti. Bu önyarginin korkunç etkileri hakkinda baskalarini eğitebilmek için, önce kendimi eğitmeye azmettim, beseri bilimleri bitirdim ve sosyoloji mastiri yaptim. Yardim parasindan kurtulup New York’a geri dönebildim. Eve döndüğüm için çok mutluydum. Amanda’yi Brooklyn’de özel bir okula kaydettirdim, akranlariyla birlikte okula gideceği için çok heyecanliydim. Heyecanim kisa sürdü. Birçok nedeni vardi: Siniflar çok kalabalik, öğretmenler parasiz ve hayal kirikliğina uğramis, okul ise dağiniklik içinde kaybolmustu. Daha da kötüsü, diğer

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 18

çocuklar “top”, “sevici”, “zenci” gibi hakaretler ve alaylar savuruyorlardi. Sadece homofobi değil, irkçilik da bir sorundu. Kizim, akranlari tarafindan tehdit edildi ve incitildi. Her gün okula gitmek, onun için bir mücadele haline geldi ve kendini diğer insanlardan tecrit etmeye basladi. Sansima, mutlu olduğum bir okul buldum. Amanda’yi kayit ettirmeden önce, okul müdürüyle tanistim ve ikilemimizi anlattim. Çocuğumun güvenliğinin sağlanacaği teminatiyla

memnun oldum ve rahatladim. Kizimin okuldaki ilk günü heyecan vericiydi. Nefessiz kalarak en üst kata uzun bir uçus yaptik ve bir sekilde düs kirikliğina uğradim. Çocuğumun siniftaki tek Siyah çocuk olduğunu fark ettiğimde “yine mi?” diye düsündüm. Onun Massachusetts’teki okul günlerini düsündüm, tekrarliyorduk. Çocuklarin birbirlerinin ardindan içeri yürümelerini seyrederken, tanidik bir yüzü görünce, yüzünün aydinladiğini gördüm; bir Siyah kiz daha! Ardindan iki kisi daha, diğer renkli derili çocuklarla beraber geldiler. Simdi kizim mutlu, sağlikli, iyi insanlarla çevrilmis, eğitimli ve toplumsal konulardan haberdar bir fert. Ebeveynleri hakkinda soru sorulduğunda, gururla, “iki annem var!” diyor. Escinsellik onun için bir sorun değil, ama toplumsal cehalet öyle. Partnerim Shantal’la, dört yil önce, New York’taki “Escinsel Onur Haftasonu”nda tanistim. Görür görmez birbirimize asik olduk. Birkaç bulusma ve Massachusetts ile New York arasinda gidip gelmelerden sonra,

birlikte oturmaya karar verdik. Iliskimizin ikinci yilinda, Shantal’la bağlilik töreni yaptik. Hayatimin en mutlu günlerinden biriydi. Evli heteroseksüel çiftlerle ayni haklardan yararlanmamamiza rağmen, sevgimizi arkadaslarimizla ve ailemizle paylasmak ihtiyaci hissettik. Törenimiz biricikti. Shantal, Amanda ve ben, birbirimize söz verdik. Bağliliğimizin çocuğumuzu da içine alan bir aile bağliliği olduğunu siddetle hissettik. Bağliliğimizi ve birlikteliğimizi göstermek için, üzerinde birbirine sarilmis üç kadin sembolü bulunan yüzükleri birbirimize taktik. Shantal’in soyadi Dessuit, Amanda ve benimki ise Rivera. Ettiğimiz yeminin ardindan soyadlarimizi birlestirmeye karar verdik. Biz Rivera-Dessuit ailesiydik. Toplumun engelleri ve kurumsal baski bizi sersemletiyor; fakat, biz bu süreçte kendimizi eğittik ve öğrendik. Dokuz yil önce açilmaya basladiğimda, hayatimi esitliğe adadim. Üniversitede LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender) grubu ve topluluğu kurdum. O günden beridir, escinsel haklarini kamuya anlatmak için çesitli kuruluslarda çalistim; simdi, “Ulusal Gey ve Lezbiyen Is Gücü”nde (Siyaset Enstitüsü) “Irksal ve Ekonomik Adalet Girisimi”nin basindayim. Bu girisim, yaygin LGBT kuruluslarinin gündemine, ekonomik ve irksal hak önceliklerini eklemek ve LGBT seçmenleri hakkinda, irk ve fakirlik üzerine çalisan, escinsel olmayan sivil toplum kuruluslarinin eğitilmesi için çalismaktadir. Ailemin, genç ve yasli LGBT insanlarinin ve genel olarak tüm toplumun, baskinin her türünden kurtulmasi için bütün gücümle çalisacağim. Aileme, bütün mücadeleler ve ayrimci davranislar arasindaki bağlarin önemini göstermek için uğrasacağim. Zamanla değisecek ve zamanla anlasilacak. Toplumun, LGBT insan haklari mücadelesinde çok uzun bir yolu var ve bugüne kadar çesitli basarilar elde edildi. Baskilarin toplumu nasil fethettiğini ve böldüğünü, iliskileri anlayincaya kadar, hiçbir zaman özgürlesmis birlesik cephe olmayacağiz. Bana neden lezbiyen olduğumu sormak, neden gözlerimin kahverengi olduğunun sorulmasi gibi. Çünkü benim gerçekliğim bu. Çünkü ben buyum. Kaynak: Ebon y, Mart 2001


Escinsel Hareket

Güney Afrika, Brezilya, Meksika, Çin gibi bir çok dikkatimizi çekmeyen ülke gey/lezbiyen hareketinde karsilasilan sorunlar, kazanimlari ve çözüm önerilerini bir araya getirmeyi basarmis bir kitabin (Different Rainbows, Gay Men’s Press, 2000), editörünün kitabin sonuna yazdiği bölümü, çok az da olsa kisaltarak çevirmeyi uygun gördük. Yine de uzun sayilabilecek olan yaziyi, ikiye bölerek yayimliyoruz.

Kurtulusun Yeniden Kesfi: Lezbiyen/Gey Hareketi Için Stratejik Sorular I. Bölüm Peter Drucker Çev: Koray

Üçüncü Dünya ülkelerindeki ayni cinsten birliktelikler ileri kapitalist ülkelerdekinin tipatip benzeri değildir. Üçüncü Dünya’da yasayan LGBT, Kuzey Amerika ve Bati Avrupa’da gey/lezbiyen alt kültürlerinden genellikle fazlasiyla haberdardir, bilinçli olarak etkilenmektedir, hatta bilinçsiz bir sekilde kaynastiklari da söylenebilir. Bununla birlikte bu ülkelerde erkeklerle birlikte olan erkekler ve kadinlarla birlikte olan kadinlarin kendilerine özgü, sinirlari az ya da çok belirgin gelenekleri, gerçeklikleri, cinsellikleri ve kimlikleri vardir ki bunlar bazen ne kendilerince ne de disardan görenlerce “gey” ya da “lezbiyen” olarak görünürler. Üçüncü Dünya ülkelerinde birçok kisi ayni cinsle birliktelik yasadiği halde escinsel kimliğe sahip olmayabilmektedir. Birçoklari da bu kimliğe sahip çikmakta, sesini yükseltmekte, ortaya çikmakta, bir araya gelmekte, kamusal görünürlüğü olan lezbiyen/gey hareketleri olusturmaktadir. Bu yazida, farkli sorunlara iliskin daha farkli yollarla mücadele eden bu hareketlerin karsilastiği stratejik sorulara yanit aramaya çalisacağim. Basliktaki “kurtulusun yeniden kesfi” (reinventing liberation) ifadesi bile kendi basina akla çesitli sorular getirmekte. Kurtulus (liberation) 1960’li /70’li yillara dayanan geçmise sahip bir kelime. Paris, New York, Bueonos Aires ve Mexico City’de

gey ve lezbiyenlerce siyah ve kadin kurtulus hareketleriyle, Vietnam, Filistin ve Güney Afrika’daki ulusal kurtulus hareketleriyle özdeslesmek amaciyla tercih edilmisti. 1960’larin sonlarinda ve 1980’li yillardan sonra, Üçüncü Dünya ülkeleri de dahil olmak üzere, insanlar “haklar” “bütünlesme” “emansipasyon” gibi kelimeleri “kurtulus”tan daha sik telaffuz eder oldular. Birçoklarina göre, baskinin genel olarak kinanmasi geçmiste kalmis, her istismara, her ayrimciliğa ayi ayri odaklanmanin zamani gelmistir. Aktivistlerin çoğu mücadelenin eksenini kurtulustan hak mücadelesine kaydiran bu değisiklikte hemfikirdi. Bugünlerde kurtulus kelimesi kullanildiğinda, “haklar” kelimesinin kulağa daha radikal gelen müphem karsiliğindan fazla bir anlam ifade etmiyor. Peki Sao Paulo, Manila ve Johannesburg’da strateji tartismak isterken “kurtulus” kelimesini diriltmeye çalismanin gereği nedir? Üçüncü Dünya için “haklar” yerine “kurtulus” ifadesini yeğ tutmak için üç sebep öne sürebilirim. Kurtulusun üç anlamindan bahsedebiliriz: tam bir esitliğe ulasmak, bir toplumun her alaninda kisinin kendini ifade edebilmesi ve tüm toplumun cinselliğinin dönüstürülmesi. Bati Avrupa’da, özellikle basta giden anaakim lezbiyen/gey örgütlerinde kurtulusun bu üç yönü giderek daha az dikkate değer görülmeye baslandi. Avrupali bir çok LGB’nin yasalar önünde esitliği toplumun her alaninda esitlik gibi hissetmelerini sağlayacak

güvenli is ve yasamlari var. Halen açik bir gey/lezbiyen varliğini hos görmeyecek kiliseler, barlar, aileler ve mahalleler varsa da, bunlarin disinda “gey gettolar” ve buralarin disinda daha hosgörülü mahalleler ve isyerleri açikça gey/lezbiyen yasamlarin sürdürülebilmesine olanak vermektedir. Drag queenler, sadomazosistler ve nesillerarasi iliskilerden hoslananlar genel olarak escinsellere taninan bu hosgörüden mahrum birakilmislarsa da, bir çok gey ve lezbiyen bu sekilde hayatini sürdürebilmektedir. Son otuz yildir Bati Avrupa ve Kuzey Amerika’da egemen hale gelen bu serbestlikten uzun vadede gey ve lezbiyenlerin mutlu olacaklari ile ilgili süphelerim var. Buna simdiden karsi çikan birçok grup var zaten. Her halükarda, Üçüncü Dünya’da benzer bir basariya bile ulasmak çok olasi görünmemektedir. Bu ülkelerde de bu modelden çok etkilenmis kisiler ve örgütler varsa da, sinirliliklarla ilgili sorulari görmezden gelmek kolay değildir. Öncelikle, bu ülkelerde yasayan gey ve lezbiyenlerin önemli bir çoğunluğu birakin ebeveynlerinden ayri yasamayi, bar ve diskolara gitmelerine yetecek kadar dahi maaslar alacaklari is imkanlarina sahip değillerdir. Yasal olarak, çalisma, ev edinme haklarindaki esitlik, buna maddi gücü yetmeyecek olanlar için çok anlam ifade etmiyor. O zaman özellikle bu ülkelerde sorulmasi gereken soru: Escinseller ekonomik ve toplumsal esitliği nasil sağlarlar?

KAOS GL Nisan – Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 19


Escinsel Hareket

Ikincisi, ekonomik nedenlerle büyük gey gettolarin olusmasi olasi görülmemektedir. Genellikle toplumsal siniflasmalara ve kurumsallasmis dine sirtini dayayan hosgörüsüzlük, merkezdeki ticari mekanlarin sinirlari disinda daha da baskindir. O zaman su soru daha çok önem kazaniyor: LGBT aileleri ve içinden geldikleri toplum tarafindan tamamen kabullenilip bütünlesebilir mi? Son olarak, bu ülkelerde ayni cinsler arasinda cinsellikler fazlasiyla çesitlidirler. Bu çesitlilikten sadece “erkek gibi” geyler ve “kadin gibi” lezbiyenler için kabul görmenin kazanilmis olmasi, istenenin çok altinda bir zaferle sonuçlanacaktir. Üstelik bu beraberinde transseksüel ve travestiler gibi diğerlerini de marjinalize etmeyi getirebilir. O halde: halihazirda var olan ayni cinsler arasi cinsellikler bu ülkelerde görünür hale gelip kabul görebilirler mi? Yazinin geri kalaninda, kurtulusla ilgili her bir soruya yanit aramaya çalisacağim. Nasil bir esitlik? Ileri kapitalist ülkelerde, lezbiyen/gey haklarindaki ilerlemeler, cinsel kültürde diğer değisikliklere (doğum kontrolü, kürtaj, evlilik öncesi cinsellik gibi) paralel seyretmistir. Bu değisiklikler nispeten istikrarli kapitalist demokratik düzende gerçeklesmistir. Üçüncü Dünyadaysa, siklikla sosyal ayaklanmalar sonucunda ulasilmis, diktatörlük sonrasi dönemde mücadele verilmektedir. Çok partili, seçimlerin ve diğer demokratik uygulamalarin görülebildiği ülkelerde bile, bağimsiz toplumsal hareketlerin karar verme sürecinde etkili olmasi çok zor ya da pratik olarak imkansiz görünmektedir. Yetmis yil boyunca tek parti iktidarinin siyasi iktidara ve toplumsal hareketlere egemen olduğu Meksika’da, bunun LGBT açisindan sonuçlari söyle özetlenebilir: polis istismari, otoritenin yozlasmis olmasi, yasal ölüm cezasi. Benzer sorunlar Latin Amerika ülkelerinde de görülmektedir: polis istismari, cinayet ve iskence, “ahlaksiz davranis”, “küçüklere kötü örnek olma” suçlari. Birçok Üçüncü Dünya ülkesinde en önemli politik kararlar, seçilmis idarecilerce değil de, IMF ve Dünya Bankasi yetkililerince verilir. Bu

KAOS GL Nisan – Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 20

politikanin bu ülkeler halki için önemsiz olduğu anlamina gelmez. Aksine, issizliğin bu kadar yüksek olduğu durumlarda, resmi bir ise sahip olmak büyük bir fark yaratabilir. Kasabalar, etnik gruplar, genis aileler, bir bölge halki bütün olarak bir partinin arkasinda yer alip, kendi partilerini isbasina getirmek için ellerinden geleni yapabilirler. Siyasetin bu sekilde yürümesi, görünürde demokratik olsa da, bireylerin kisisel inançlari ve fikirleri, toplumsal konumlari ve cinsel kimlikleri doğrultusunda politikayla iliski kurmasina imkan vermemektedir. Yani insanlar hükümeti değistirebilirler, ama herhangi bir toplumsal ya da yapisal değisikliğe neden olamazlar. Ilk kez çok partili seçime giren politikacilar kendilerini, kurtulus hareketi içinde olduklarindan çok daha fazla, kemiklesmis seçkinlere ve toplumsal önyargilara sarilmis bulabilirler. Bir örgütlenme olusturmaya yetecek kadar demokratik alan birakilan ülkelerde LGBT örgütlemesi imkansiz değildir, ama zafer kazanmak için bunun ötesinde oturus bir demokratik yapilanmaya ihtiyaç vardir. Bağimsiz basin ve seçimlerin ötesinde, aktif vatandasliğa, sivil topluma firsat veren bir politik kültür gereklidir. Bu alanda derece farkliliklari bile çok sey ifade eder. Politik tarihi ve kültürüyle iliskili olsa gerek, çok daha müreffeh bir ticari merkez olan Bangkok’a göre, fakir bir ülke olan Filipinler’deki Manila, çok daha politik gey topluluklara sahiptir. Türkiye bir askeri diktatörlükten yeni çikmis ve tam olarak etkisinden arinmamis olsa da, gey/lezbiyen örgütlenmeler kendilerine bir alan yaratabiliyorlar, ama çok partili seçimlere sahip olan Misir ve Pakistan’da benzer bir örgütlenme hayat bulamiyor. Üçüncü dünya’da, ne zaman minimal de olsa demokratik alan açilirsa ve hareketli bir sivil yasama imkan taninirsa gey ve lezbiyen hareketlenme için iyimser olmak gerekiyor. Bu fakirlesmenin ve gelismemisliğin sürüp ağirlastiği durumlarda bile böyle oluyor. Üçüncü dünya ülkeleri arasinda en çok lezbiyen/gey hakkinin kazanildiği Güney Afrika 1980’lerde henüz üstesinden gelemediği ekonomik ve

toplumsal kriz yasadi. Kismen bunun da sonucu olarak 1990’larda irkçi rejimin de sona erdiği bir demokratik dönüsüm geçirdi. Bu süreçte toplumun önemli kesimlerinde hareketlilik yasandi, siyah LGBT de bunlardan biriydi. Mücadele sirasinda olusmus olan gey ve lezbiyen örgütlenmeleri irkçi rejim sona erdiğinde bir arada tutmak kolay olmadi. Bu hareket, LGBT’ye Afrika’da esi benzeri olmayan kazanimlar ve dünyada cinsel yönelime dayali ayrimciliği yasaklayan ikinci anayasayi (diğeri Ekvador’da) kazandirdi. Mark Gevisser, anayasanin önemiyle ilgili olarak bir drag queenin sözlerini söyle aktariyor: “Bana saldirabilirsin, soyabilirsin, tecavüz edebilirsin, bana saldirdiğinda ne yapacağim? Anayasayi yüzüne mi sallayacağim? Ben hiç kimseyim, siyah bir ibneyim sadece... ama biliyor musun? anayasadaki değisikliği ilk duyduğumdan beri, kendimi özgür hissediyorum”. Sodomi yasaği da dahil, ayrimci yasalar kaldirildi, ayni cinsten iliskiler göç basvurularinda dikkate aliniyor. Gerilerde bir yerlerde gey ve lezbiyen haklarina direnç sürüyor ve kazanimlarda geri dönme tehdidi halen sürüyor. Tüm bunlara rağmen, Güney Afrika’daki yasal düzenlemeler, Birlesik Devletler’deki gey ve lezbiyenlere parmak isirttiracak durumda. Üçüncü dünya ülkelerinde ortaya çikan gey lezbiyen hareketleri Güney Afrika’dakine benzer esit haklari elde etmek için mücadele ettiler. Porto Rico, Nikaragua, SriLanka ve Hindistan’da sodomi yasalariyla mücadele halen devam ediyor. Bazi durumlarda bu ayrimci yasalarin kaldirilmasi büyük çapta eylemleri gerektirmeyip, lobicilik ve örgütlenmelerle olabilmektedir. Diğer talepleri gerçeklestirmek ise daha zordur. Simdiye kadar, ayrimcilikla ilgili uygulamalara anayasal yasak getirme çabalari Brezilya’da, diktatörlüğün sona ermesinden sonra gey/lezbiyen hareketinin sivrilivermis olmasina rağmen, basarisiz oldu. Fiji’de benzer çabalar büyük bir dirençle karsi karsiya. Birkaç Bati Avrupa ülkesinde elde edilen birliktelik/beraberlik haklari anayasal esitlik vaadine rağmen Güney Afrika’da, Isçi


Escinsel Hareket

Partisi’nin desteğine rağmen Brezilya’da, 1991’de escinsel hareketin taleplerinde açikça ifade edildiği halde Hindistan’da elde edilemedi. Güney Afrika’dakine benzer kazanimlar bile aslinda tam gey/lezbiyen esitliğinin gerisinde kaliyor. Genel olarak derin sosyal ve ekonomik adaletsizliklerin hüküm sürdüğü bu ülkelerde lezbiyen/gey esitliğinin de sinirlari var. Güney Afrika lezbiyen/gey hareketi bile yakin zamanda elde etmis olduklari bu zaferin anlami ve içeriği ile ilgili sorularla boğusuyor. ANC tarafindan 1950lerden 1980lere kadar vaat edilen demokratik değisimler, topraği elinden alinmis olan siyahlara toprak, beyazlarin lehine olan ekonomik adaletsizliğe son vermeyi de içeriyorsa da,bunlar henüz gerçeklesmedi. Bir odada sekiz kisinin uyumak zorunda kaldiği siyah bölgelerinde “gey olmaya yer yok”. Bu ülkelerde tam bir lezbiyen/gey esitliği daha genel bir anlamda toplumsal olarak yoksulluk ve bağimliliktan kurtulmaya bağli. LGBT iliskilerini sürdürebilecekleri evlere, fuhusa mahkum olmalarini engelleyecek is güvencesine ihtiyaç duyuyor. Erkekler arasinda cinselliğin bulasmanin en önemli yolu olduğu ülkelerde sağlik sistemi genel olarak elden geçirilmeden AIDS ile mücadele etmek mümkün müdür? Sosyal devletin sağladiği güvencelerden mahrum bir LGBT, gerektiğinde ailesine yüz çevirebilecek midir? Üstelik 21. yüzyilin baslarinda, her nasilsa kazanilmis olan haklar ve sosyal destekler de piyasa ekonomisinin saldirisi altindadir. Üçüncü Dünya ülkelerinde lezbiyenlerin özgürlüğü ve esitliği kadinlarinkine paralel seyreder, Böylece kadinlar evlilik disinda seçeneklere sahip olabilirler ve ekonomik olarak erkeklere bağimli olmazlar. Birçok lezbiyen/gey aktivistin Latin Amerika’da 1970’lerde sosyalizm, feminizm ve lezbiyen/gey kurtulusu arasindaki iliskilere dikkat çekmesinin sebebi budur. Otonomi ve Ittifaklar LGBT’ler demokrasinin hemen her hareket alaninda tekrar tekrar dislandiklarini gördüler: demokratik

olduğu varsayilan kuruluslardan, minimum demokratik haklardan, hatta demokrasi savasimindan bile. Anayasalarla herkesin örgütlenme ve gösteri yapma hakki tanindiğinda bile, yetkililerce örgütlenmelerine izin verilmedi, gösterileri de vahsi polis saldirilarina maruz kaldi. Bunlar da LGBT’nin demokratik hayata dahil olabilmek için kendilerini örgütlemek için israr ettiler; demokrasinin savunucusu gibi görünen varolan diğer örgütlenmelerden bağimsiz olarak. Bu anlamiyla bağimsizlik, otonomi, uzun süre Latin Amerika’da genel olarak feministlerin özellikle de lezbiyenlerin kafasini uzun süre mesgul etti. Varolan kuruluslar LGBT’lerin hayatinda da herkesinki kadar etkin olduklari için, LGBT’lerin bu kuruluslarla uyum sağlamasi, etkilesime girmesi hatta bu kuruluslarda aktif rol almasi olasidir. Bu da bazi problemleri ve tehlikeleri beraberinde getirir. LGBT bu kuruluslarda yer aldiklarinda, onlara karsi LGBT’yi korumali, LGBT içinde o kuruluslari temsil eden kisi olmamalidir. Dünya Bankasi ya da Hollanda hükümeti bir toplumsal hareketi desteklediğinde, devlet kurumu olsun olmasin, bu yardim yapan kuruluslarin bir takim talep ve sartlari olacaktir. Ama tüm bu kuruluslari görmezden gelerek bir LGBT topluluğu hayal etmek gerçeğe denk düsmez ve de LGBT’nin acil ihtiyaçlarini karsilamaya yetmez. Nihai hedef bu kuruluslari dönüstürmek olmali, sadece formalite icabi değil samimi olarak ve gerçekten demokratik kuruluslar yaratmak olmalidir. Ama lezbiyen/gey hareketleri genellikle bu kadar büyük ölçekli sosyal ve kültürel değisimlere yol açabilecek toplumsal ağirliğa tek baslarina sahip değildirler. Daha genis ve güçlü demokratik ve radikal hareketlerle isbirliği yapmalari çikarlarina olacaktir. Güney Afrika’da escinsellerin haklarini almalari daha kapsamli bir politik ve toplumsal değisimin parçasi olarak mümkün olmustur. Meksika’da, yetmis yillik parti-devlet rejimi hüküm sürmeye devam ettikçe lezbiyen/gey hareketin varliğini ortaya koymasi çok mümkün görünmemektedir. Rejime karsi savasmakta olan radikal demokratik güçlerse gey ve lezbiyen haklarina

desteklerini açikça ifade etmislerdir. Benzer sekilde Endonezya’da gey lider Dédé Oetomo LGBT gruplarina hosgörüsüne karsin istenen değisiklikleri gerçeklestirmeyen Suharto rejimine karsi radikal Halkin Demokratik Partisi’ne yakinlasmistir. Hindistan’da escinsel haklarinin önündeki en büyük engel, “geleneksel, sosyal sinif” partileridir; eğer bir gün escinseller bir zafer kazanacaksa, bu güçlere karsi gelisen radikal demokratik hareketin basarisi olacak. Pakistan ve Misir gibi Müslüman ülkelerde, Islam köktenciliğiyle demokratik ve radikal bir sekilde mücadele etmek gereklidir. Tüm bu ülkelerde gerçek demokratiklesme, önemli bir kitle olan yoksullarin örgütlenebilmesi sonucunda gerçeklesebilecek olan kökten toplumsal değisimle mümkündür. Üçüncü Dünya ülkelerinde gey ve lezbiyen kurtulusu anayasal demokratik mekanizmalarla elde edilen yasal haklarla değil, diktatörlük, irkçilik, köktencilik ve yoksullukla mücadele veren toplumsal güçlerin birlikte yol açacaği dönüsümle gerçeklesebilecektir. LGBT bu savasima katilmanin gerekliliğinin farkina varmis olsa da, diğer radikal ve demokratik güçlerin LGBT’den müttefiklere gönüllü olmasi beklenemez. Bu da devlet kurumlarindan bağimsiz çalismanin yani sira escinsel örgütlenmelerin diğer kuruluslardan da bağimsiz bir örgütlenmesi olmasi gerekliliğini ortaya koyar. Bağimsiz gey/lezbiyen örgütleri olmazsa olmazdir. Özellikle de lezbiyenlerin kendi lezbiyen örgütlenmelerini olusturmalari gerekmektedir. Ya da üç sekilde daha genis bir hareketin içinde görünmez hale gelirler: sol, demokratik, insan haklari mücadelesinde gey olarak, karisik gey/lezbiyen örgütlenmelerde lezbiyenler olarak, feminist örgütlenmelerde lezbiyenler olarak. Otonom topluluk ve örgütlerle çalismanin, değisime yol açabilecek toplumsalliğa sahip daha genis hareketlerle dirsek temasini sürdürülerek yürütülmesi gerekir. Otonomi ve ittifaklarin bir arada düsünülmesi gerekir.

KAOS GL Nisan – Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 21


Kuzey Amerika

Bu yazi, Gey “Goes Mainstream” basliğiyla 16 - 23 Ocak 2003 tarihli haftalik Boston Phoenix gazetesinde yayinlandi. Boston Phoenix, ABD’deki New England bölgesinin en büyük haftalik gazetesi. 253.000 kisiye dağitiliyor ve 600.000’den fazla okuru var. Gazetede sanat, yemek, pop kültürü, politika, moda, gey ve lezbiyen meseleleri, kitap gibi birçok konuya yer veriliyor.

Escinsel Hareket, Anaakim Oluyor Olgun bir escinsel hareket, genis bir toplumsal değisim politikasi içeren kökenine geri dönüyor

Michael Bronski* Çeviren: Öner Ceylan

Herkesin aklindaki seyin, Irak’la olasi bir savas olduğuna dair bir kusku vardiysa da, “Will ve Grace” dizisinin geçen haftaki bölümünün açilis esprisiyle bu kusku silindi. Karen’in, yemek yedikleri restoranin yakisikli sahibiyle asiri bir sekilde kiristirmasi üzerine, Grace sorar: “O adamla çikmaya mi çalisiyorsun?” Karen, o en güzel “oyuncak bebek” sesiyle yanitlar: “Tatlim, Bush baskan olup da Irak’i isgal etmek üzere olduğumuzdan beri hiç kimseyle çikmadim.” Replik, dis politikayla “camp” duyarliliğinin kesisimini mükemmel yakalamis (eminim bu kesisimden haberiniz yoktu). Böyle bir esprinin, televizyondaki tek ibne sitkomunda yapilabilmesi, ilginç bir fenomenin bir parçasi: örgütlü ibne camiasinin çoğu kisimlari, olasi savasla ilgili tavir aliyor. Bu 1991’de, 1. Körfez Savasi’nda olmamisti ve o zamandan beri nadiren oldu. (Örneğin iki yil önce, bazi gey gruplar idam cezasina karsi tavir almislardi.) Ironik olarak, bu gey hareketinin olgunlasmasina isaret etmekle kalmiyor, genis toplumsal değisime yönelik kökenlerine bir dönüsü de gösteriyor. Camianin baskan (baba) Bush’un Irak’a karsi ilk savasina nasil

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 22

tepki verdiğini düsünün. O zamanlar, Ulusal Gey ve Lezbiyen Birimi (NGLTF) savasa karsi sert bir açiklamada bulundu. NGLTF’nin gey ve lezbiyen meseleleriyle ilgilenme zorunluluğu göz önüne alindiğinda, savasin, NGLTF’nin ilgilenmesini gerektiren uluslararasi bir toplumsal adalet meselesi olduğunu belirtti. NGLTF’nin bakis açisina göre, Körfez Savasi, yalnizca silahli kuvvetlerdeki lezbiyenlerin ve gey erkeklerin yasamini değil, sağlik bakimi ve AIDS arastirmalarina yönelik yasamsal yurtiçi harcama programlarini da olumsuz etkileyecekti. NGLTF, böyle bir tavir alan tek ulusal gey grubuydu ve dar çizilmis bir “gey meselesi”nin ötesine geçtiği için gey basini ve camiasi tarafindan derisi yüzüldü. Birkaç yerel taban grubu (ACT UP’in bağimsiz örgütlenmis subeleri gibi) da bunu yapti. Ancak genel olarak NGLTF savasa karsi durusunda yalniz kaldi. “Gey” olmayan meselelere bulastiği için gruba yapilan bağislarda hatiri sayilir bir düsüs oldu. Ikinci baskan Bush’a ve, muhtemelen, Basra Körfez’indeki ikinci savasa hizli saralim. NGLTF yine savas hakkinda bir karsi tutum sergiledi. Ancak su diğer örgütler de benzer bir durus belirtti: Kulübe

Cumhuriyetçileri (Escinsel Cumhuriyet Partililer), Metropolitan Cemaati Kilisesi, Eflatun Yesiller Grubu (ABD Yesiller Partisi’nin içinde gey ve lezbiyen meselelerini savunan bir grup), Sikago Siddet Karsiti Ağ (CABN, Sikago’nun gey gazetelerinde tavrini duyuran bir dizi ilan yayinlamis bir ibne tabandan (halk) savunma grubu). Bu gruplara, bir dolu açik ibne söhret de katildi ve Irak’la olasi bir savasa karsi açikça karsi çiktilar. Bunlarin arasinda, R.E.M.’in solisti Michael Stipe, Indigo Girls topluluğundan Amy Ray, müzisyen Ani DiFranco, ve oyuncu Lily Tomlin vardi. Belli ki çok sey değisti. Su savas karsiti bildirilerin diline ve tonuna bakin. Iste CABN’in 15 Aralik tarihli, savasa karsi bildirisi: “Yeni bir ABD savasi, zaten ölçeği küçültülmüs sosyal hizmet programlarindan gerekli fonlari kaydirarak, dolayli olarak buradaki camiamizdaki insanlari öldürecek. Örneğin, HIV+ insanlarin evlerini kaybetmesini önleyen programlar ve baska hayat kurtaran hizmetler, hali hazirda, su anki ekonomik duraklama sirasinda ciddi kesintilerle karsi karsiya, çünkü sisirilmis bir askeri bütçeye herseyden çok öncelik veriliyor. Yalnizca bu sene,


Kuzey Amerika

Horizons Camia Hizmetleri ve Howard Brown Sağlik Merkezi’nde (Chicago’nun iki önemli escinsel STK’si) müthis kesintiler gördük, üç AIDS hizmet kurulusu, tasarruf amaciyla birlesip teke indi, ve AIDS’li azinliğa erisim için ayrilmis olan 2,5 milyon dolarlik Illinois (Ilinoy) eyalet bütçesi yok edildi.” Bildiri, Ilinoy’un en önde gelen escinsel aktivistleri tarafindan imzalandi. Imzalayanlar arasinda eyaletin açik escinsel eyalet temsilcisi Larry McKeon, saygin ötecinsel (transgender) aktivist Miranda Stevens-Miller ve sehrin siyah GLBT cemaati olan Açik Kapi Kilisesi’nin papazlari Alma Crawford ve Karen Hutt da vardi. Ayrica, eyaletteki en etkin lobi grubu olan Equality Illinois (Esitlik Illinoy)’daki pek çok aktivist de bireysel olarak imza attilar. Yesiller Partisi’nde resmi statü kazanabilmis olan tek grup olan Eflatun1 Yesiller Grubu’nun, Bush yönetiminin Irak’la savas çabasini madde madde çürüten metni, 70’lerin savas karsiti bildirilerini animsatiyor: “ABD Yesiller Partisi Eflatun Grubu, Irak ve halkina yapilacak bir askeri saldiri ya da savasa, su nedenlerle karsi durmaktadir: “Irak halkinin kendi kaderini tayin hakki vardir; bu hak, tarihi emsal ve uluslararasi yasalar tarafindan garanti altina alinmistir. Baskan George W. Bush, Irak’tan ABD’ye yönelen açik ve mevcut bir tehlike olduğunu göstermeyi basaramamistir. Yurtiçi ve uluslararasi görüs, Irak devletine askeri müdahaleye kuvvetle karsidir...” Ve böyle devam ediyor. (Eflatun Yesiller Grubu’nun bildirisinin tamamini internette

www.lavendergreens. org adresinden

okuyabilirsiniz. Bu bildiri, ordunun, “baris zamanlarinda gey, lezbiyen, biseksüel ve ötecinsel bireylerin açik bir sekilde orduda hizmet etme hakki”ni elinden alan “Sorma, Söyleme” politikasina değiniyor. Ordunun, savas zamanlarinda

gey personelin terhisini askiya aldiğini, “böylece gey, lezbiyen, biseksüel ve ötecinsel bireylerin ABD için ölmelerine izin verdiği”ni iddia ediyor, ama bu doğru değil. Aslinda ordunun, terörle savas sirasinda süren ve Arapça konusunda usta olan gey dilbilimcilerin ihraciyla sonuçlanan “Sorma, Söyleme” politikasi, gey ve hetero gözlemcilerden pek çok elestiri aldi.) 5 Ocak günü, Metropolitan Cemaati Kiliseleri (ulusal bir gey ve lezbiyen Protestan cemaatleri grubu), “Irak’la olan Çatismaya Barisçil bir Çözüm için Çağri”sinda söyle diyor: “Samimi bir sekilde hep birlikte barisi desteklemeliyiz. Bu politik iliski ya da milliyetçi sadakat meselesi değildir. Daha ziyade, Tanri’nin dünyasina mahvedici sonuçlari olabilecek, son derece manevi bir konu. Tanri’nin evreninin aklina, kalbine ve iradesine girmeye çağrildiğimiz son derece manevi bir konu.” Ilk Körfez Savasi’nda çok daha dikkatli olan NGLTF bile 30 Aralik’ta, 12 Aralik günü Ulusal Kiliseler Konseyi tarafindan yayinlanan bir bildiriye imza atti. “Amerika’yi Güvende Tutun: Savassiz Kazanin” baslikli bildirinin bir bölümü söyle diyor: “Biz, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarina sahip olmasina izin verilemeyeceği inancini paylasan vatansever Amerikalilariz. Irak’in etkin bir biçimde silahsizlandirilmasini sağlamak için siki BM silah denetimlerini destekliyoruz. Önce davranip Irak’i istila etmenin Amerikan ulusal çikarlarina zarar vereceğine inaniyoruz.”

“Amerika’yi Güvende Tutun” bildirisi, genis bir yelpazeden ilerici gruplari biraraya getirmeyi basardi. Bunlardan yalnizca bazilari, sirf “gey” meselelerine odaklanmis gruplardi. Ulusal Kadin Örgütü, Toplumsal Sorumluluk Yanlisi Fizikçiler, Gökkusaği/PUSH Koalisyonu, Çalisma Meziyetleri, ve Yeni Yönler için Kadin Eylemi, örneğin, hep birden imzaladilar. Böyle bir koalisyon bize geçmisimizi hatirlatiyor ve geleceğimize isaret edebilir. Pek çok yönden, escinsel camianin, dar bir alana sürgün edilmis bir escinsel kralliği disindaki ulusal konularda politik taraf olmadaki bu yeni istekliliği, köklerine dönüse isaret ediyor. 1969’da, Stonewall Isyanlari ertesinde Escinsel Kurtulus Cephesi ilk kurulduğunda, escinsel kurtulusu genis tabanli, alttan gelen, bugün bizim “gey meseleleri” dediğimiz seylere odaklanmayan bir mücadeleydi. Hareketin o ilk günlerinde, Vietnam’daki savasla mücadele, üreme haklari ve feminizm konusunda mücadele de, escinsellerin haklari için mücadele kadar önemliydi. Hatta, baslangicinda, escinsel kurtulus hareketi, “gey haklari” fikriyle daha az ilgiliydi; düzlemi, yaygin bir toplumsal değisimi destekliyordu. Teori suydu; ezilen ibneler de ezilen pek çok gruptan biriydi ve söylendiği gibi “Herkes özgür olmadan kimse özgür değildir.” Diğer gruplar da aktivizme ayni sekilde yaklasiyordu. Kara Panterler’den Huey Newton, örneğin, escinsel kurtulusu kucaklayan, müthis olumlu bir makale yazmisti. Diğer bazi gruplarin homofobiyle sorunlari olsa da (ilk basta bazi feminist gruplar, gey ve lezbiyenlerden, özellikle de lezbiyenlerden, müthis rahatsizdi), escinsel kurtulus hareketi toplumsal değisim için

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 23


Kuzey Amerika

mücadelede diğer gruplarla güç birliği içinde çalismayi politik olarak taahhüt etmisti. Ancak devrime giden yolda komik birsey oldu. Hareket büyüdükçe, ve giderek daha fazla genç ve yasli insan açilmaya basladikça, hareketin politik ve toplumsal parametreleri dönüstü. Bununla birlikte, hedefleri de dönüstü. Küçük bir grup genç, karsikültürel2, politik köktenci (radikal) tarafindan kurulmus olan escinsel kurtulus hareketi, daha tutucu hale geldi. O zaman bir hayli gerginliğe neden olan bu durum, bir yandan da çok mantikliydi: bir hareketin bilesenleri ne kadar genis olursa, politik hedefleri de o kadar sulandirilmis olur. Kurulusunu izleyen bir yil içinde, escinsel kurtulus hareketi, escinsel haklari hareketine dönüstü ve böylece de özel, (ve bazilarinin iddiasina göre sürekli daralan) ve yalnizca özellikle “escinsel” olarak tanimlanmis konularla uğrasan bir politik gündemi oldu (isyerinde ayrimcilik karsiti yasalar, anal seks3 yasasi reformu, “escinsel” aileleri koruyan yasalar). Bu konularin çoğu (escinsellerin genis bir kesimini etkilediği halde), giderek daralan bir kisim çoğu beyaz, orta sinif, ve (baslangiçta) erkek bilesen tarafindan destekleniyordu, ve bu hiç de sasirtici değildi. Sonuç olarak, escinsel politik çalismanin ulusal alani, daha genis politik gündemle giderek daha az ilgilenir oldu. Diğer gruplarla (insan haklari, feminist, emekçi, çevreci) güç birliği genellikle ihmal edildi. Escinsel meselelere olan tekil odaklanma, 1980’lerin sonlarinda değismeye basladi. Bu kismen AIDS salginina ve ACT UP ve Ibne Ulusu (Queer Nation) gibi gruplarin yükselisine bir yanitti. Ancak homopolitik manzara da içinden değisiyordu. Tabii, Lezbiyen ve Geylerin Aileleri ve Arkadaslari4 gibi, Gey, Lezbiyen ve Hetero Eğitim Aği5 gibi, Escinsel bir Ortamda Yaslanan Büyükler gibi, önceden hiç hayal edilmemis gruplarin giderek artan çesitliliği söz konusuydu. Ancak ayni zamanda harika fikir genisliği içeren, çoğu yerel, tabana dayali, ve gayet

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 24

politik (hem sağda hem de solda) gruplar da vardi. Aslinda yasadiğimiz escinsel6 politik dünya o kadar genis tabanli ki, anarsist punk’tan Amerikan Devrimi’nin Kizlari gibi muhafazakara, devleti reddeden liberallerden, vegan ve PETA esinli Dünya Ticaret Örgütü karsiti gürültülü kalabaliklara kadar bir dizi düsünceyi içeriyor. Ve spektrumun orta-sol kisminda bu gruplarin çoğu, güç birliği olusturmaya derinden bağli. Yani bugünlerde gördüklerimizin bir kismi, daha önceki bir örgütlenme tarzina bir dönüs. Bu, büyüyen, escinsel haklarini daha genis bir politika içine yerlestiren bir harekette artik yer etmis bir tarz. On yil önce Metropolitan Cemaati Kilisesi’nin, Körfez Savasi’na karsi çekinmeden konusacak politik vizyonunun olmasi düsünülemezdi; grup o zaman savastan yana olduğu için değil, ama o zamanki zorunluluğu, kamu düzeni hakkinda bildirilerde bulunmaktan yana olmadiği için. Ve tabii o zamanlar, Ilinoy eyalet temsilcisi McKeon gibi politikacilarin, açik escinsel olarak seçilmis bir yetkili olarak savas karsiti dilekçeler imzalamasi kesinlikle çok siradisi olurdu. Hareketin olgunlasmasinin bir baska göstergesi ise, savas hakkinda durus alan her escinsel grubun, savasa karsi olmadiği. Log Cabin Cumhuriyetçiler, merkez sağ ulusal ibne gruplarin en önde geleni, Bush yönetiminin Irak politikasini destekleyen tutumunu yüksek sesle dile getirdi. Log Cabin Cumhuriyetçiler’in halkla iliskiler yöneticisi Mark Mead, “Teröre karsi savasi destekliyoruz, ve Irak’ta rejim değisikliğini de o savasin bir parçasi olarak görüyoruz. Daha fazla masum Amerikali sivilin öldürüldüğünü görmek istemiyoruz.” dedi. (Tüm bunlari söyledikten sonra, ülkenin en büyük escinsel haklari lobi grubu olan Insan Haklari Kampanyasi, savas hakkinda bir tutum göstermedi. Hatta grubun, yalnizca “escinsel” sorunlara değinmek gibi bir politikasi var.) Hem Log Cabin Cumhuriyetçiler, hem de Ulusal Gey ve Lezbiyen

Birimi, “escinsel” olmayan bir kamu düzeni meselesinde bir durus belirttiğinde, bu, escinsel örgütlenmede yeni bir gün demektir. Bu, son otuz küsur yildir büyük küçük ibne gruplari yönlendirmis olan escinsel örgütlenme paradigmasindan, dikkate değer bir kopus. Bu yeni dalga ibne aktivizmi de açikça gösteriyor ki, radikal gruplarin 1960’larda iddia ettiği gibi, eski hamam, eski tas, artik yetmiyor.

*Michael Bronski, son olarak, St. Martin's Press’ten çikan, 2003 tarihli “Pulp Friction: Uncovering the Golden Age of Gay Male Pulps” kitabinin yazaridir. Kendisine mabronski@aol.com adresinden ulasilabilir. Yazinin özgün ingilizce halini asağidaki adresten okuyabilirsiniz: http://www.bostonphoenix.com/boston/ne ws_features/other_stories/documents/026 53048.htm Ç.N. “Lavender” sözcüğü, lavanta çiçeği, eflatun anlamina geldiği gibi, argoda escinsel erkek anlamina da gelir. Ç.N. countercultural Ç.N. sodomy Ç.N. PFLAG (Parents, Families, and Friends of Lesbians and Gays) Ç.N. GLSEN (Gay, Lesbian, and Straight Education Network): Ortaokul ve liselerde escinsel olan ve olmayan öğrencilerin ve öğretmenlerin örgütlenmesi. Ç.N. Burada “queer” sözcüğü kullanilmis. 1

2 3 4

5

6


Yasamin Içinden

Efendinin Dili Salih Canova

canovasalih@hotmail.com

‘’Alamanya’ya gitmissun orada evlenmissun tam yedi sene oldi evune dönmemissun...’’

Çocuktum... Orta Anadolu’nun sonsuz bozkirlarina yayilmis sicak bir yaz günüydü, yillar önce bir yük treninin üçüncü sinif vagonlarinda günlerce sürmüs bir yolculukla bir isçi olarak ‘gurbet ellere’ gitmis olan teyzem, paraya ve zenginliğe doymus bir ‘Alamanci’ olarak dönecekti gittiği yerden. Köyümüzün üzerinden geçen her uçan tasitta – buna sonradan birer savas uçaği olduğunu öğrendiğim uçaklar ve helikopterler dahil- yerini aldiğini diğer çocuklari kiskandira kiskandira iddia ettiğim teyzem nihayet geliyordu. Beni teyzemden çok, bana diğer çocuklar içinde büyük bir ayricalik edindirecek ‘futbol topu ve forma’ ilgilendiriyordu. Annemin hepsi hemen hemen birbirinin ayni mektuplarindan birinde teyzeme söz ettiği ve teyzemin de yine hepsi hemen hemen birbirinin ayni mektuplarindan birinde getirmeye söz verdiği futbol topu ve forma. Teyzem kerpiç evimizin kapisinda belirir belirmez elindeki büyükçe bavulun metal kilitlerinden yansiyan gün isiğini ve o günden bu güne bir daha ayni hizla çarpmayan kalbimin çelimsiz çirpinislarini animsiyorum herseyden çok. Sonrasindaysa köyde büyük sükse yapmami sağlayan ve benim üzerimden çikarmayi israrla reddettiğim formanin o bavulun içinden bana doğru süzülüsünü...

‘’Hadesten teharet... Necasetten taharet...’’

Teyzemin bir ay boyunca bizde kaldiği o sicak ve uzun yaz günlerinden bir de Teyzemden sik sik duyduğum ve anlamini bilemediğim, anlamini ancak annemle teyzemin hararetli sohbetlerinden çikarmaya

çalistiğim bir sözcük kaldi; ‘gavur!’... Teyzem anneme bol bol gavurlarin geleneklerinden bahsediyor, annemde ilk kez bir beyaz adamla karsilasan yerli kabile sefi saskinliğinda teyzemi dinliyordu. Ve sürekli gavurlarin ‘taharetsiz’ gezdiğinden, bu nedenle onlardan bir sey almanin ya da onlara bir sey vermenin haram olduğundan dem vuruyordu. Yillar sonra yasadiğim ülkenin entelektüellerinin ağzina sakiz olacak ‘öteki olmak, ötekilestirmek’ kavramlariyla ilk kez karsilastiğimi nereden bilebilirdim ki, küçücük bedenimi kaplayan saribeyaz formamin ve evimizin en nadide parçasi gibi koruduğum futbol topumun doyulmaz coskusunu yasiyorken? Ve yine yillar sonra annemin ‘taharetsiz’ gezmekle suçladiği ‘gavurlar’in klozet adi verilen oldukça rahat ve sağlikli tuvaletleri, bizim üç-dört briketle çatilmis,çukurlari ardina kadar açik tuvaletlerimizden, bizim yosun tutmus bir musluk ve salça tenekesinden bozma bir masrapa ile ‘taharet’ almaya çalistiğimiz tuvaletlerimizden yaklasik yüz yil önce icat ettiğini bir kütüphanenin tozlu raflari arasinda gezerken öğreneceğimi nereden bilebilirdim? Annem önce bir kadin, sonra yoksul bir kadin, sonra zorla evlendirilmis yoksul bir kadin, sonra zorla evlendirilmis eğitimsiz ve yoksul bir kadin ve en son da zorla evlendirilmis ve eğitimsiz ve yoksul ve Kürt bir kadin olarak bir ötekilik abidesiydi adeta. Bu toplumda yasayan ötekilerin büyük bir çoğunluğuna bulasan ve bulasmasiyla ötekileri toplumsal hiyerarside bir konum edinmek gibi sanal bir yanilgiya sürükleyen ‘efendisinin diliyle konusma’ virüsü tüm ötekiliklerine rağmen anneme de bulasmis ve ‘ilkokul aydinliği bile gösterilmemis’ zavalli annem

edindiği bu dil sayesinde hiç tanimadiği hiç bilmediği uluslarin insanlarinin tuvalet aliskanliklari ve tuvalet temizliği konusunda ‘gavurlarla’ birlikte yasayan teyzemle sohbet edebilecek kadar fikir edinebilmeyi basarmisti. Çünkü ‘rüyalarini bile baskalarinin diliyle görmeye mahkum edilmis’ annemi resmi tarihlerini bir savaslar tarihi olarak yazdiran efendileri tarih boyunca birer tehdit olarak gördükleri ve hiç durmadan ülkelerine seferler düzenledikleri ‘gavurlar’ hakkinda böyle bilgilendirmisti. Aynen üniversite kantinlerine dolusmus bir yiğin sinav yorgunu geleceğin mimari genci escinseller hakkinda bilgilendirdikleri gibi.

‘’Okul yolu ‘düz’ gider...’’

Dört yilimi Keynes’in birkaç teorisiyle ekonomi öğrettiğini zanneden bu bilgi yuvalarindan birinin kantininde escinsel olduğumu bilen bir yiğin insanin annemin gavurlara bakisindan devsirme bakislari esliğinde çay içerek geçirdim. Ve kantine her girisimde birilerinin taharetli miyim değil miyim diye donumu koklaya koklaya bana baktiğini hissettim. Çünkü onlar, o diğer masalarda oturanlar, onlar hayatin seçilmis kusursuzlari, onlar geleceğin banka müdürleri, borsa simsarlari annemi gavurlar hakkinda bilgilendiren efendilerinin dilinden edinmislerdi escinselliğe dair dillendirebildikleri her seyi... Bu dili olabildiğince güzel konusmaya çalistiklari için midir bilinmez yanimda hangi erkek arkadasimi görseler, hangimizin diğerimizi düzdüğü konusunda bahislere tutusuyorlardi. Çünkü onlar hayati ‘düzen’ in tam da için de yasiyor ve düzen adini verdikleri düzensizlikleri içinde her gün binlerce kez düzülüyordu. ‘Tanju’dan Top’a’ ,

KAOS GL Nisan - Mayis Sayi 15 Sayfa 25


Yasamin Içinden

‘Tekerlek’ten Nonos’a’ oldukça genis (e zengin bir dilimiz var) bir tanimlama yelpazesi içinde gezdirdikleri ben ve benim gibileri onlarin ‘düzgün’ bakislari düzmedikçe nasil çekebilirlerdi ki bizi kendi düzenleri içine? Nasil onlarin ‘homojen’ dünyasinin bir parçasi haline getirilebilirdik baska türlü?

‘’Yüz mumluk ampul karanliği’’

O küçük köyden hiç çikamayan ve yasamin oradan baska hiçbir yerde akmadiğini sanan zavalli annemden üniversite kantinlerine yiğdiklari bir yiğin insana kadar koca bir ülkeyi böyle bir anlayisin kiyisina getiren efendiler, ben kütüphanelerin tozlu raflarinda klozetin ne zaman bulunduğunu öğrenirken, anneme yillarca taharetsiz olduklarini öğrettikleri gavurlarin kurduğu ekonomik ve sosyal birliğe girmek için ‘bir ipte on cambaz’ oynatmaya çalisiyorlar. Amblemi bu ülkede yillarca deliliğin, akildan yoksunluğun simgesi haline gelmis ve soluk isiklar saçan bir ‘ampul’ olan bir partinin ezici iktidariyla sarsilan memleketin temsil koltuklarina oturan yeni temsilcilerimizin ilk isi daha kendi ülkelerinde bile ekonomik ve sosyal birliktelik yakalayamamisken ivedilikle Avrupa Birliği’ne girme yolunda adimlar atmak olabiliyor. Takdir edersiniz ki ‘müreffeh’ bir ulus olmamizin yolu her durumda ve her kosulda batili olmaktan geçiyor. Ama 80 yillik tarihinde bir ‘batilliklar’ müzesi açacak kadar yoğun katliam ve kiyim yasayan memleketimizin gavurlarin bokuna, ibnelerin (zengin bir dilin bir göstergesi daha) götüne dair çözümlemeler bile yapilamamisken ‘batililasmasina’ dair kanallar nasil açilabilecek bilen varsa beri gelsin. (Belki de biraz dikkatle kiçlarini aynalara dönseler yalvar yakar içlerine girmeye çalistiklari gavurlardan tek eksiklerinin taharet aliyor oluslari nedeniyle kiçlarinda birik(e)meyen bir tutam ‘’bok’ olduğunu görecek ve yillarca haram kildiklari bu bok sorununu gidermek için bir seferberlik baslatip memleketin bütün barajlarinin kapaklarini kapayacak

KAOS GL Nisan - Mayis Sayi 15 Sayfa 26

ve bütün tuvalet kağitlarini toplayacaklar.Dikkatsizlik iste!!!)

‘’Ben de isterem!!!’’

Son günlerde Kaos GL’nin iletisim listesinden takip ettiğim ve baska gruplardan edindiğim bilgilere bakilirsa kimi escinseller yillardir çabalarini uzaktan izledikleri, kendi tertemiz hayatlarini kirletmemek için çabalarina hiç ama hiç ortaklik etmedikleri, hatta ve hatta efendilerinden edindikleri bir dille toplanip toplanip grup seks yaptiklarini (ki böyle bir sey varsa lütfen birileri beni haberdar etsin, gerçi olsa Gözüm Ablam’in gözünden kaçmaz ve biz abaza kullarindan katilim amaçli bir bilgilendirmeyi eksik etmezdi ama) iddia ettikleri escinsel gruplardan iltica taleplerinin kabul edilmesi, bin bir zorlukla (!) çektikleri kliplerinin televizyon kanallarinda yayinlatilmasina destek olunmasi gibi taleplerle yardim istiyorlar. Oysa daha düne kadar bizler onlar için ‘1 Mayis alanlarina yatak odalarini tasiyan bir yiğin götü boklu’ escinseldik. Oysa daha düne kadar toplaniyor toplaniyor hiçbir sey yapamiyor, kendi entelektüel egolarimizi tatmin ediyorduk. Oysa daha düne kadar barlarda hamamlarda gösteremediğimiz partner bulma çabalarimizi ve hünerlerimizi gösterecek alanlar yaratma kaygisiyla bir araya geliyorduk. Hangi kaygan zeminde duruyorlar ki bu yardim dilenen ‘sistem mağduru’ escinsel kardeslerimiz bu kadar kolay savruluyorlar pistin bir ucundan diğer ucuna? Anlasilan ampul kafalilarin iktidarinin Avrupa Birliği’ne girme çabalari bu escinsel arkadaslarimizin bireysel kurtuluslarina hazirlayacaklari zemin için alternatifleri görmelerini sağlayan güzel bir örnek olmus. Ama ne yazik ki ‘taharetsiz gavurlar’ in ampul iktidarindan esirgediği kabulu biz ‘götü boklu’ escinsellerin cinsel kimliklerimizin ortakliği nedeniyle kendilerinden esirgemeyeceğimizi düsünüyorlarsa yanildiklarini bilmelerini isterim. En azindan kendi adima bu böyle. Çünkü bu cinsel kimlik ortakliği onlarin akillarina

gelmeden önce, onlar kurtuluslarini ‘barlarinin ve hamamlarinin’ kuytu köselerinde ararken biz ‘götü boklu eylem heveslilerinin’ aklina gelmis ve onlari birlikte mücadeleye davet etmistik. Onlar o zamanlar yukarida siraladiğim ve pek de nazik olmayan bahanelerle bizleri reddetmislerdi. Öyleyse biz nezaketi elden birakmadan bu arkadaslarimiza ‘yaz boyunca ne çaldilarsa kis boyunca da onu yemelerini’ tavsiye edelim derim ben. Bilmem siz ne dersiniz? Yeri gelmisken uzun süredir issiz olduğum ve bu ülkede kendime uygun bir ‘is’ bulma umudumu yitirdiğim için (keske kantinde çay içme ‘’is’’ini o kadar abartmasaydim da derslerime devam ederek bir seyler öğrenseydim, belki bir ‘’is’’e yarayabilirdim simdi) issizliğimin bende yarattiği depresif ruh haline yüreği dayanamayan zavalli annem, televizyonda seyrettiği Sarah ve Musa örneğinden hareketle is aramayi birakmami ve sarisin ‘gavur’ kizlarindan birini tavlayarak kapaği ‘Alamanya’ ya atmami tavsiye ediyor. Teyzemin anneme anlattiğina göre bugünlerde bir çok Türk genci bu yolla gidiyormus oralara ve oralarda issizlik sorunu yokmus, parasi da bayaği kiymetliymis hani. Zavalli anneciğim Avustralya Dolari’nin Alaman Marki’ndan daha değerli ve delikanli oğlunun da bir g.tveren (e yok ki dilin kemiği,hayat biter escinselliğe dair tanimlamalar bitmez) olduğunu öğrense yakisikli Avustralya erkeklerinden birini tavlayarak kapaği Sidney’e atmami önerir miydi merak ediyorum açikçasi?... Alem kadindir valla su annem yapar mi yapar!!!


Basin Açiklamasi

Sefkatli Kalpler Kimin Için Atiyor? Umut Güner

Sefkatli Kalpler Derneği ile tanismamiz çok ilginç bir sekilde oldu. Melike Hepdemir Lambdaistanbul’la iletisime geçmis ve bizi aradi. Sosyal Hizmet uzmani olduğunu escinsellere yönelik bir rehabilitasyon merkezi açmak istediğini söyledi. Istanbul’a gittiğimde kendisiyle Lambdaistanbul’un ofisinde görüstük. Melike Hepdemir escinsellere, travestilere yönelik bir rehabilitasyon merkezi açacaklarini dile getirdi. Rehabilitasyon merkezi açacak kendini escinsel bireylere adamis hayirsever bir uzmana göre oldukça bilgisizdi. Rehabilite kelimesinden ne anladiğini sorduk. Escinselliğin tedavi veya rehabilite edilemeyeceğini escinsel bireylerin toplumun baskisindan kaynakli yasadiklari sorunlarin ancak çözülebileceğini belirttik ve bu konuda anlasmistik. Melike de aslinda rehabilitasyon merkezinden çok siğinma evi projesi olduğunu söyledi. Sonra bu ise nasil karar verdiklerini sorduk. Güya bir escinsel arkadasimiz Sefkatli Kalpler Derneği’nin sefkatli kollarina siğinmis ve Melike Hanim hayatinda ilk defa bir escinsel görmüs. Gerçi Melike Hanim biraz daha konusunca bunun onun hayatinda gördüğü ilk olmadiğini son üç senedir Istanbul’da bir lezbiyen çifte hiç kimse ev vermediği için onlarin kirasini ödediğini, bir gey arkadasa sarkintilik eden otobüs soförü ile kavga ettiğini söyledi. Simdi hatirlamiyorum ama buna benzer birkaç öykü daha anlatti. Klasik bir dinleyici için “aman Allahim bu kadin bizim iyilik meleğimiz” ve “bu kadin bizim için yaratilmis” denilebilir, ama Melike Hanim arada öyle sivri ve akil almaz seyler söylüyor ki her söylediğini üzerine psikolojik ve sosyolojik çözümlemeler yapilabilir. Melike Hanim’la görüsmemizden Lambdaistanbul’daki arkadaslar da ben de hosnut olmadik. “Sefkatli kalpler”ine gidelim, dedik. Iki saat sonra bulusmak üzere ayrildik. Iki saat sonra aradiğimizda Melike Hanim’in Petek ve Pelin isimli travesti arkadaslarin evinde bizi beklediğini öğrendik. Ee bir deli kuyuya bir tas atmis kirk

akilli çikartamamis hesabi, biz de Melike Hanim’in arkasindan Erdal’la beraber Pelinlerin evine gittik. Son derece iyi dösenmis güzel bir ev ama Melike Hanim yanlis bir hazirlik yaptiği için “sizin bu sartlarda böyle bir evde yasamaniza dayanamiyorum!” dedi. Pelinler ve biz kadin Pelinlerin yasam standardi kiskandi diye düsündük. Melike Hanim’la ilgili o güne dair bu en son travesti olayini hatirlamiyorum. Melike Hanim bu kadar anlatmayi ve medyayi seven bir kadin nasil oluyor da bu konuyu anlatmayi unuttu. Biz ona escinselliği tedavi edilemeyeceğini sadece bireyin escinselliğinden kaynakli toplum tarafindan baskilanmasi sonucu ortaya çikan sorunlarin tedavi edilebileceğini anlatmaya çalistik ve psikiyatri ve psikolojinin bu konuya yaklasimlarina dair okumasini önerdik. Melike Hanim’in okumaya zamani yoktu, escinsellik gibi popüler ve cilali medyaya iyi malzeme olan bir konu hakkinda saçmalamasi yeterdi, medyanin Melike Hanim’i popüler yapmasi için... Bu görüsmeden sonra Melike Hanim bir travestiyi iyilestirmis sekilde karsimiza sikti. Maskeli iki insana nisan yüzüklerini takiyor. Melike Hanim’in ve sefkatli kalbinin böyle bir atraksiyon yapacağini tahmin etmistik ama bu kadar fütursuzca hareket edeceğini düsünmemistik... Türkiyeli escinsel örgütler ve olarak yayinladiğimiz basin açiklamasi: Biz asağida imzasi bulunan sivil toplum örgütleri, 16 Mart 2003 tarihli gazetede yayinlanan "Travestiyi erkekliğe döndüren ask teklifi" baslikli haberdeki anlayisi kiniyoruz. Bugün toplumumuzda bilinçli ve giderek artan bir biçimde travestileri yok etme politikasi güdülüyor. Travestilik, transseksüellik ve escinsellik bir varolus biçimi olarak değil, yok edilmesi gereken bir sapma, bir hastalik olarak algilaniyor. Travestiler ve escinseller en doğal haklarindan mahrum ediliyor. Travestiler yasamsal ve kültürel ihtiyaçlarini karsilayamiyor; otobüse binemiyor, yolda hakarete ve asağilamaya uğramadan yürüyemiyor, keyfi gözaltina aliniyor, iskenceye,

saldiriya, taciz ve tecavüze uğruyor, öldürülüyor ya da intihara sürükleniyor. Toplum travestilere ve transseksüellere is vermiyor. Bu nedenle travestilerin pek çoğu seks isçiliğine itiliyor. Travesti kimliğine sahip herkes seks isçisi olarak damgalaniyor. Bugün Sefkatli Kalpler Derneği travestileri evlendirerek onlari kurtarma misyonu üstleniyor. Oysa kimliğimizden vazgeçtiğimizde değil, bize yönelik toplumsal zihniyet değistiğinde yasadiğimiz sorunlar çözülecek. Kimliğimiz meslek değildir. Kisiliğimizin bir parçasidir. Karsicinsel, yani heteroseksüel yönelim nasil değistirilemiyorsa, travestilik ve escinsellik de değistirilemez. Erkek egemen zihniyet kadini ve kadina benzeyen herkesi eziyor, sömürüyor. Bugün yani basimizda korkunç bir savas yasanirken, istilaci ordular için yapilan ilk düzenleme güneydoğuda açilmak istenen yeni genelevler oluyor. Savas acilarinin üzerine bir de cinsel sömürülerin eklenmesine hayir diyoruz. Buradan bütün travesti ve escinsellere sesleniyoruz. Escinsellik, travestilik ve transseksüellik, ayip, yanlis ya da sapkin değildir. Cinsel yöneliminiz ya da kimliğiniz mutluluğunuzun önünde bir engel olamaz.. Saklanmak ya da değismek zorunda değilsiniz. Hepinizi sivil toplum kuruluslariyla dayanismaya, escinselleri ve kadinlari ezen erkek egemen zihniyetle mücadele etmeye çağiriyoruz. Basta demokratik toplum örgütleri, sendikalar, yerel yönetimler, sosyal hizmet kuruluslari olmak üzere tüm duyarli kisi ve kuruluslari escinseller, travestiler ve transseksüelleri kimliklerinin disina itmeye çalisan bütün davranislarin karsisinda durmaya, sorunlarin çözümünde bizimle isbirliği yapmaya çağiriyoruz.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 27


Yasamin Içinden

"...anlatmayi vaat ettiğim ruhumun tarihidir" (J.J.Rousseau/Itiraflar)

NIHAL- “Su gezegende basina böyle bir hal gelebilecek son insan kimdir?” diye sorsalar, bir adim öne yürür; “ben” derdim. Soru su vakitten üç ay önce sorulmus olsaydi, vereceğim yanit, bu olurdu kuskusuz. Üç ay nedir ki? Asik olmak için yetersiz bir süre mi? Hayir. Ask, bir bakislik süreye de siğabilir kimi zaman. Peki, otuz yillik bir ömrün kemiklesmis yargilarini “tarihin çöplüğüne” atmak için de yeterli bir süre mi, üç ay? Bu garip sorunun yaniti, benim durumumda, evet. Fizikçiler zamanin göreceliliğini formüllestirirken, o vakte siğdirilmis olaylari mi esas alirlar acaba? Her sey o kadar kendiliğinden oldu ki, duygularimi sorgulama firsatim olmadi bile. Hatta bu yönde bir istek de belirmedi içimde. Sadece teslim oldum. Dev bir dalgaya. Bilincimin üzerindeki kara örtüyü sessizce kaldiran, o oldu. Arzu. Aci veriyor, bu isim dudaklarima değdiğinde canim yaniyor. En yakin arkadasim. Bana, bakislarimin değistiğini söylediği o anda ne yanit vereceğimi bilememis, sonra toparlanip “nasil yani?” diyebilmistim. “bilemiyorum, daha koyu belki, daha kapali, daha yabanci. Evet değistin sen, taniyamiyorum” Sözlerine yanitim koyu, karanlik, kapali ve yabanci bir bakis olmustu yine. Yalniz ona değil, kendime de yabancilasmis biriydim artik. Ne söyleyebilirdim ona; bu gün de bilemiyorum. Beni bulunduğum sira disi konuma tasiyan hikayenin basi, iki buçuk sene öncesine dayaniyor. O yil, ülkenin bildik krizlerinin birinde bankadaki isimden olmustum ve ben de issiz üniversite mezunlari istatistiklerinde yerimi almistim. Annemin isten çikarilisima neredeyse sevindiğini hatirliyorum. “Olsun kizim, canin sağ olsun demisti” ilkin. Sonra, beklediğim önerisini yapti:” Bu durumda yanimiza tasinman iyi olur. Nasil idare olacaksin? En azindan bir is buluncaya kadar” Oysa, ailemden ayri bir ev tutmak, yasamimin en büyük zaferi

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 28

olmustu. Babamin laf çarpmalarina, annemin sessiz protestosuna rağmen -onlarin kirgin ve kizgin tavirlarini tercihimin ödenmesi gereken bir bedeli sayip- yapacağimi yapmistim. Öfkelerinin çok uzamayacağini umut ederek. Yalniz yasamaya basladiğimda yirmi yedi yasindaydim. Is yerime yakin olmayi bahane ederek, bizimkilerden bir hayli uzak bir semte yerlesmistim. Yasamimi özgürce sürdüreceksem, anne babamla mahalle komsusu da olmamam gerekirdi. Böyle düsünmüstüm. Ilk aylarda annemin bana sağladiği konforu aradiysam da, yine de kendi dünyamla bas basa kalmaktan haz duyuyordum. Eh, iki yil sonra tasimi tarağimi toplayip ailemin yanina geri dönmem yakisik alir bir sey değildi artik. Yalniz yasama ayricaliğimdan vazgeçmeyecektim. Bu yüzden bir hayli sikinti yasayip babamdan borç istemeyi de gururuma yediremediğimden, bankadan kredi çekmek zorunda kalmistim. Günlerimi is ilanlarina bakarak geçiriyordum; haftada birkaç is basvurusu yaptiğim da oluyordu. Kendime verdiğim sözü tutacak, moralimi bozmayacaktim. Kararliliğim sayesinde yedinci ayin ortalarinda is buldum. Daha önce çalistiğim bankaya kiyasla küçük bir isyeriydi, patronun her zaman yan odada olduğu, duvarin gerisindeki varliğini havanin her milimetre küpünde hissettirdiği bir apartman kati. Olsun, ilk günlerdeki mutluluğumu anlatamam. Sekiz saat bilgisayar ekraninin fosforlu isiğina baktiktan sonra bile, neseyle herkese “iyi aksamlar” diyebiliyordum. Saatlerce hareketsiz kalmaktan belim, sirtim tutulsa da, boynum da eğrilik bas gösterse de, umudum beni iyilestiriyordu. Isyerinde toplam on iki kisiydik. Önceleri, Arzunun da ötekilerden ayrilir bir yani yoktu, siradandi. Mesai arkadasliğimizin disina tasiyamamistik iliskimizi. Ilk yilim daha çok kendi düzenimi kurmakla geçmisti. Kredi borcumu ödemem, eve

zevkime uygun esyalar almam gerekiyordu. Hafta içiyse eğer, bir an önce kendimi eve atmak isterdim; yorgunluktan. O nedenle, aksamlari disari çikma isteğim olmazdi pek. Hafta sonlarini da, ailemle geçirmeyi adet edinmistim. Annem, benim için en sevdiğim yemeklerden kurulu sahane bir sofra hazirlardi. Istekilerle gündüz geçirdiğim vakti yeterli sayiyordum. Hayatin tümüyle rastlantilara bağli olduğunu iddia edenler hakli olabilirler mi? Erhan’in bizde ise baslamasi, ilerde hayatimi yörüngesinden çikartacak olaylarin baslangici oldu. Zararsiz, iyi birine benziyordu Erhan, komikti. Ve tanismamizin ikinci ayinda gelip “sana asiğim; beraber olabilir miyiz?” dedi. Onun teklifine “evet” derken, evden ise, isten eve rutinlesmis günlerime biraz renk geleceğini düsünüyordum. Bu yüzden, sözü pek uzatmadan olumlu yanit verdim. Zaten, benim disimda isteki herkesin ya sevgilisi vardi ya da evliydiler. Belki bunun yarattiği ruh hali de, Erhan’a “evet”imi kolaylastirmis olabilir. Sevgili olusumuz, bizi, kisa bir süre için de olsa ilginin odaği haline getirmisti. Öyle ya, on-on bes kisinin -ne yana dönülürse dönülsün- birbirlerinin suratini gördüğü kapali bir yerde, aslinda çok siradan seyler bile heyecan yaratabilir. Evet, çok iyi hatirliyorum; sürekli etrafina bir seyler anlatan; her zaman kendi havasinda olan Arzu da, masasindan kalkip yanima gelmis, yüzünde isil isil bir ifadeyle “hayirli olsun Nihal hanim, Erhan’i size kaptirdik galiba” demisti. Açikçasi, bu sözleri beni sasirtmisti, çünkü her aksam is çikisinda onu almaya gelen yakisikli bir adamla el ele çikarlardi. Onun garipliklerinden biriydi böyle konusmasi da. O dönemde, Arzu’yla ilgili düsüncelerim, onun kendine hiçbir seyi dert etmeyen, pek az seyi ciddiye alan biri olduğu yönündeydi. Bu özellikleri onu hos sohbet kilsa da, asiri neseyi kuskuyla


Yasamin Içinden

karsilayan biri olduğumdan, Arzu’yu da anlasilamayacak insanlar sinifina sokuvermistim. Acaba ona bu neseyi veren neydi? Dünyada pek çok seyin yolunda gitmediğinden haberi var miydi? Eğer her seyin farkinda olarak nesesini koruyabiliyorsa, ona saygi duyardim. Çünkü, dünyanin kötülüklerine rağmen nesesini korumasi onu değerli kilardi. Ama onu tanimiyordum. Bu yüzden, aslinda dünyayla ilgisiz, yalniz kendi keyfini önemseyen biri olma ihtimalini de göz ardi edemezdim. Bu kusku, onunla arkadaslik etme isteği duymama engel oluyordu. ARZU- Neler olduğunu bilmiyorum. Ama Nihal’in sinirleri bozuldu. Olur olmaz seylere kiziveriyor. Bazen, onu kizdiracak ne yaptiğimi anlamiyorum bile. En çok, Metin söz konusu olduğunda çabuk parliyor. Oysa, arkadasliğimizin basinda Metin’le iyi anlasirlardi. Hatta kimi küslüklerimizde, bizi baristirmak için o araci olurdu. Evet, Nihal son aylarda çok değisti. Onun gibi akli basinda, sakin biri nasil böyle sinir küpü olabilir, anlamiyorum. Geçen gün söylemek zorunda kaldim. Beni korkutan sey, bakislari. Metin, eskiden de rahatti ve Nihal’in yaninda sarilir öperdi beni. Bu yeni bir durum değil ki. Ama son defasinda, Metin’le öpüsmemize kizip aniden kalkip gitti. Sinema salonundaydik ve film baslayali on dakika kadar olmustu. “Filme sayginiz yoksa, etraftakilere sayginiz olsun” dedi ve çikti. Metin de sinirlendi tabii. Arkasindan “kaçik” dedi. Ikisinin arasinda kaldiğimda çok üzülüyorum. Çünkü, ne Nihal’in, ne Metin’in üzülmesini isterim ben. Her ikisini de çok seviyorum. Nihal’le tanisikliğimiz, iki yildir var. Ise yeni basladiği günlerde birkaç girisimim olmustu, arkadas olabilir miyiz diye? Ama basaramamistim. Soğuktu tavirlari. Bazen, beni küçümsüyor mu diye düsündüğüm de olmustur. Çünkü, esprilerime güldüğü nadirdi. Duymamis gibi yapardi. Herhalde

beğenmediğinden. Tabii sonralari yakinlastiğimizda bunu sordum ona. “Hatirlamiyorum” dedi. Inanmadim ya. Bu konularda çok kibardir. Yani, karsisindakini beğenmiyorsa, bunu söylemez. Benim Metin’le iliskimin basladiği yildi, birbirimize deli gibi asiktik o zamanlar. O yüzden, ben de ona bir kez teklifte bulunur, israr etmezdim. Mesela, istekilerle hep birlikte yemeğe mi gidilecek; “hadi Nihal, bu kez olsun sen de gel; çok eğleneceğiz” derdim. Bahane

göstermezdi bile. Sadece, “bu aksam olmaz” derdi. Ne sinir bozucuydu o tavri. Tabii biz de, sonunda vazgeçtik onu oraya buraya çağirmaktan. Ilk yil böyle geçiverdi. Sonra Erhan geldi; bilgisayar programcisi olarak bizde ise basladi. Erhan, daha ilk günden göz koymustu Nihal’e. Kadinca bir sezgiyle anlamistim bunu. Gerçekten iki ay geçti geçmedi Nihal’le beraberlikleri basladi. Önceleri iyi anlasan bir çifttiler. Disardan bir bakisla görüntüleri buydu yani. Benim Nihal’le can ciğer arkadasliğim, aslinda bu dönemde değil de; onlarin aralarinin kötü olduğu günlerde basladi. Çünkü o günlerde, morali çok bozuktu Nihal’in. Bazen odadan çikar, Erhan’in yanina

uğradiktan sonra, gözleri kipkirmizi dönerdi. O güne kadar bana mesafeli davranmis olsa da, birinin üzüldüğünü görmeye dayanamam. Neler olup bittiğini sorardim, konusurduk. Çok yakin bir arkadasi olmamasindan belki. Nihal bir seyi anlatmadan önce kendi yorumlamasini yapar; olayi daha sonra anlatir. “Ne oldu?” derim mesela, “Komik kiskançlik gösterileri” der yalnizca. “Ne yapti yine?” derim bu kez. “Söz vermisti ama tipik erkek egosu iste, siskin ve kadini kendi mali sayan.” Ondan böyle seyler duyardim sik sik. Bağimsizliğina asiri düskün biridir çünkü. Ama gerçekte ne olup bittiğini anlamam için, birkaç soru daha sormam gerekir. “Neye kizdi bu defa?” “Ona karsi saygili değilmisim. Herhalde, bir çocuk gibi onun sözünü dinlemem gerektiğini düsünüyor.” Sonunda yeterli ön açiklamayi yaptiğina inandiğinda, olup biteni anlatirdi. “Etek boyu, kolsuz, askili elbiseler vs...” Acaba, bu açiklamalari yapmazsa, benim anlayamayacağimi mi zannediyor, bilmiyorum. Bazen beni eğitmeye çalistiğini düsünüyorum. O, benim öğretmenimmis gibi. Aslinda sikayetçi değilim bundan. Dedim ya, onun düsüncelerini beğeniyorum. Çok sey biliyor, çok okuyor. Ama, benim fikirlerime de daha çok değer vermesini isterdim. Çok isterdim. Onun hosuna gitsin diye Kate Millet’in Cinsel Politikasi’ni bile okudum. Okumaya çalistim yani. Çünkü yarim kaldi. Günlük kosturmadan firsat bulamiyorum kitap okumaya. Metin de değismemi istemiyor aslinda, o olduğum gibi kalmamdan memnun. “Cinsel Politika” yazisini görünce kitabin kapağinda “Ne bu?” dedi, “Erkek düsmanliği mi?”. Üçümüz is yerinin altindaki bir kafeteryaya inmistik, Nihal’in yaninda söyledi bunu. Hatta özellikle söylediğini düsünüyorum. Nihal’i kizdirabilmek için. “Neden öyle diyorsun?” dedim hemen. Nihal söze karismadan yanitlamak istedim. “Kadinlara yapilan haksizliklari anlatan

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 29


Yasamin Içinden bir kitap neden erkek düsmanliği yapsin?”, ama Nihal de altta kalmadi tabii. “Yoo” dedi. “Metin hakli, bu tür kitaplarda erkek düsmanliği yapilir elbette. Hem Arzu söyler misin, kadinlari ezenler kim, uzaylilar mi? Tabii ki kitabin elestirisi erkekçi zihniyete.” Onlarin bu soğuk savaslari beni yoruyor. Dört-bes ay öncesine kadar ne iyiydik halbuki. Nihal, Erhan’la iliskisini bitirmeye çalisiyordu. Metin, ben, o, haftada en az üç aksam disari çikardik; ya filme, ya konsere, ya bara. Metin de gazeteleri düzenli takip eder ve politik gelismelerden haberdardir. Ikisinin sohbeti iyi olurdu bu yüzden. En çok anlasamadiklari konu, küresellesmenin sonuçlarinin iyi mi, kötü mü olduğu? Tabii Metin borsaci olduğundan liberallikten yana, sonuna kadar. “Küresellesme sayesinde bizde de demokrasi yerlesecek, baska türlü bizim yasalar değismez. Halkin umurunda değil çünkü, zorla değistirecekler bizi” der coskuyla. Nihal, bu görüslerin karsisinda. Karsit görüslü iktisatçilarin yazilarinda verdikleri bilgileri siralar; doksanlardan bu yana zengin batinin geliri daha da artmis, üçüncü dünya ise yoksullasmis. Küresellesme, yoksul ülkelerin zengin batiya tek yönlü bağimliliğiymis. Avrupa’nin derdi, kendi pazarini artirmakmis. Onlar kendi tarimlarini desteklerken, bize “bunu yapmayin” diye baski uyguluyorlarmis. Onun sözlerinden çikardiğim sonuç, durumumuz hiç de iyi değil. Neden saklayayim, Nihal’in söyledikleri daha inandirici geliyor bana. Ayrica güvenirim ona, haksizliklara dayanamaz. Metin kendi maasi artmazsa kizar, söylenir mesela, ama baskalari bunu yapsa “Bakalim hak ediyorlar mi bu maaslarini?” der. Kendine dokunmayan yilan bin yasasin durumu yani. Onun her zaman kendini düsünmesi canimi sikiyor bazen. Iliskimizde de ayni seyi yapmiyor mu? Eğer Metin’in isi varsa, mutlaka “çok önemli” oluyor ve programimizi değistiriyoruz sik sik. Ama mesgul olan ben isem; “n’olacak canim, ayarlayiver” diyor. Ona böyle davranmamasi gerektiğini mutlaka söyleyeceğim. NIHAL- Erhan. Bu gün bile, arada sessiz telefonlarim olur. Ben, arayip da konusamayan bu huzursuz ruhun Erhan olduğuna inanirim. Ancak onun için yapabileceğim bir sey yok. Insan ancak kendi isterse iyilesebilir. Onunla bir uyum

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 30

yakalamamin zor olacağini biliyordum. Onun benden zayif olduğunu da. Tüm o abartili davranislarin, öfke krizlerinin gerisinde ne yapacağini bilemeyen zavalli bir çocuk gölgesi seçiyordum. Ama ne çocuk! Bir seksen boyunda, doksan bes kiloluk, insan irisi bir çocuk. Bir defasinda, üniversiteden bir arkadasimla karsilasmistik. Onu da masamiza davet ettim. Doğal olarak sicak davrandik birbirimize. O neler yapiyordu, ya ben? Aradiğimizi bulabildik mi? Eskilerden görüstüklerimiz kimler var, neler yapiyorlar filan. Geçmise dayali bu konusmaya dahil olamamak onu sinirlendirdi tabii. Hiç bir yere geç kalmadiğimiz halde, geç kaldiğimizi bahane ederek kabaca müdahale etti konusmamiza. Ben de, “Sen git, geç kalma istersen. Biz Mehmet’le biraz daha oturacağiz” deyiverdim. Aklima geldikçe hala gülümsüyorum. O an ki saskinliğina yani. Bir hafta küs kalmisti bana. Ayni isyerinde olusumuz da durumu zorlastiriyordu. Çünkü, sorunlarimizi oraya da tasiyorduk. Erhan’la topu topu birkaç aylik bir iliskim varken, beni bu kadar mülkiyetinde saymasi sinir bozucuydu. Baska pek çok kadinin, çok sevildiğini düsünüp belki hosnut olabilecekleri bu durum, benim için çok ağirdi. Onun demir dökümlü kaliplari, dar ve bunalticiydi. Ailesiyle ne zaman tanisacağimdan, daha az dikkat çekmek adina kapali giyinmeme kadar, yiğinla saçmaliklar. Doku uyusmazliğiydi yasadiğimiz. O yüzden, yillar sonra değil sadece aylar sonra ortaya çikiverdi anlasmazliklar. Ve hiç kusku duymadan kararimi verdim; iliskimizi sona erdirecektim. Tabii bu umduğum kadar kolay olmadi. Kabullenmek istemedi. Önce reddetti ayrilmayi. Sonra yalvarmaya basladi. Üçüncü asamada, uzak kalmaya çalisti benden. Ve son dönemde, ağir bir depresyona esir düstü; artik geri dönüssüz olduğumuzu anladiğinda. Öte yandan Erhan’la iliskim, zihnimde bir devrime yol açmisti. Daha önce Kaktüs, Pazartesi gibi kimi kadin dergilerinde okuyup asilandiğim bir seydi erkekçi zihniyet. Ancak Erhan o kadar tipik bir örnekti ki; onun sayesinde bu asinin tuttuğunu anlamis oldum. Çünkü, onun korumacilik, kollamacilik adina yaptiği her davranista, bir insanin ötekine yönelik terörünü görüyordum. Eğer yeniden onunla birlikte olmazsam,

yapacaklarindan sorumlu olmayacağini söylerdi. Ne sahane bir mantik? Erhan’in akli selimden uzak bu tavirlarina rağmen, hiç değilse ilk haftalar hayli çaba sarfettim. Kendine gelebilmesi için. Öz değerini yitirmemesi için. Onun, kendini koy verip otuz dört yillik ömrünün çözümsüz birakilmis sorunlariyla birlikte üzerime çöküvermesini istemiyordum. Iste endise içinde yasadiğim o günlerde, Arzu’yu gördüm. Daha önce göremediğim biçimde. Önceleri vurdumduymazlik saydiğim seyin, aslinda onun sorunlara karsi gelistirdiği bir çesit savunma mekanizmasi olduğunu anladim. Arzu nesesini koruyarak, belki içgüdüsel olarak kendini sağaltmis oluyordu. Çünkü, onun da pek çok sorunlari vardi. Mesela, uzun süredir ailesiyle görüsmediğini öğrendiğimde çok sasirdim. Bu ayni zamanda, Metin’e karsi asiri bağimliliğini da açikliyordu. Çok erken yaslardan itibaren, kendi ayaklari üzerinde durmak zorunda kalmis biriydi o. Saatlerce konustuğumuz günlerdi. Sürdürdüğü konusma perhizini yillar sonra nihayet bozan iki kesis gibi kana kana, çağlaya çağlaya konusuyorduk. Aklimizda ne varsa. Bazen bu da yetmiyor; bilinçalti labirentinin çikmazli koridorlarinda belli belirsiz, mor-siyah, kaygi uyandirici ne kadar ani, hayal toplasmissa; bütün bunlari ancak birbirimize anlatabilirmisiz gibi günlerce, haftalarca, aylarca konusuyorduk, konustuk. Her sey çok yeniydi. Hiç ummadiğim bir anda, sanki eksik yönümü bulmustum. Ben derinliğine düsünür, görünürde varolmayani çözmeye çalisirken, daracik bir sahanin sondajiyla cebellesen biri gibiydim. Arzu ise, genis sahalara hakim bir ufka sahip, varolani görebilen biriydi. Soğuk mantiğimi bir parça olsun isitabilmek için, onun duygusalliğina ihtiyacim vardi. Çok uzaklari gözlemekten, burnunun dibini göremeyen, ruh üsümesi yasayan bendim. Kopuk olan, saskin olan, aranan da. Ölçülü olan, ne yaptiğini bilen, cesur olansa O’ydu. Ağlamaktan ve gülmekten gocunmayan, anlayamadiği insanlara karsi da sefkatli olabilen yine o. Zamanla, ona duyduğum hayranlik somut bir nitelik kazandi. Zihinsel olandan bedensel olana dönüstü. Ilkin saçlarinin parlakliğini farkettim. Basini oynattiğinda ya da bana doğru çevirdiğinde, parlak isiltili bir halka da onunla beraber hareketlenirdi. Elleri neredeyse saydamdi, tutulduğunda kirilip


Yasamin Içinden

inciniverecek camsi bir maddedenmis gibi. Arzu’nun kim ya da ne olduğunu ise, ancak bakislarindan çözebilirdim, bazen -onu kizdiran bir sey olduğunda- vahsi bir kus süzülüp yerlesirdi bakislarina; bana sevgiyle baktiğinda ise, masum bir güvercinin tatli bakislari. ARZU- Metin’le on gündür görüsmüyoruz. Sebep, Tekirdağ’a, Metin’lerin yazliğina gideceğim yerde, Nihal’le kalmis olmam. Yazlik meselesini daha önceden kararlastirmistik, ama vazgeçtim. Hep ayni seyleri yapip durmuyor muyuz sanki? Nihal “hafta sonu gitme, üstelik sikilacağini söylüyorsun” deyince, kararimi vermis oldum. Hem yazlik da bos değilmis zaten; Metin’in kardesi, onun sevgilisi, ortak bir arkadaslari falan filan. Tabii “gelmiyorum” deyince, müthis bir kavga çikti aramizda. Metin beni, Nihal’in etkisinde kalmakla suçladi. Ve kendi basina gitti. Döndükten sonra da aramadi. Bes kez telefon açtim ona, ama cevap vermedi. Nihayet az önce mesaj çekmis; “seninle konusup karar vermemiz gereken seyler var, yarin görüselim” diye. Söyleyeceklerini tahmin edebiliyorum. Nihal’le iliskime sinir getirmemi isteyecek. Bendeki değisim, onu rahatsiz ediyor. Gerçekten ben de sasiriyorum. Eskiden olsa, Metin’le en küçük tartismamiz sonrasinda büyük üzüntü çeken ben olurdum, aramiz düzelinceye kadar uyku tutmazdi beni. Ama simdi, o kadar huzursuz değilim. Ayrica, hafta sonunu Nihal’le geçirmis olmaktan da pisman değilim. Cuma gecesi sinemaya gittik. “Annem Hakkinda Her sey” i izledik. Filmden çok etkilendim. Kadinin oğlunun öldüğü sahnede kendimi tutamadim, ağladim. Nihal’in de gözleri doldu ama ağlamadi. Sonra benim ağladiğimi fark edince de gülümsedi, “sulu göz” dedi. Metin’le bu tür bir filme gidemezdim. O, daha çok aksiyon filmlerini seviyor. Gittiğimiz duygusal filmler de, tipik amerikan filmleridir iste. Julia Roberts’li, Richard Gere’li masallar, prensle prensesin sonunda kocaman evlerde oturabildikleri sinir bozucu filmler. Hani, basindan sonu belli cinsinden. Diyaloglar bile hep ayni gibi. Cumartesi gününü Nihal’in ailesiyle geçirdik. Anne babasi çok tatli insanlar, beni de kizlari gibi seviyorlar. O evdeki aile sicakliğini seviyorum. Kendi ailemle görüsmüyorum. Babamin çocukken bana yasattiği kimi seyler -hatirlamak istemem hiç- ve

annemin de beni korumamasi yüzünden. Metin’in ailesiyle de iyi olamadim bastan beri. Bir türlü, beni oğullarina yakistiramadilar. Belki, basimda anne baba görmemelerinden.. Her neyse. Nihal’in annesi Melek Teyze’yi çok severim. Bana gururla kizinin okul birinciliği belgesini gösterdi. Nihal bazi seylerden söz etmeyi sevmez. Annesine de sitem etti; “sanki kaç kisilik okuldu orasi, küçücüktü” filan dedi. Melek teyze de ona, “Sen karisma” dedi. Sürekli didisir gibiler. Ama sevgileri apaçik ortada yine de. “Çok sanslisin” dedim Nihal’e. “Annen de, baban da iyi insanlar. Her anne baba, illa çocuğu için yasamaz. Üzgün halim dokundu ona, “canim benim” deyip sarildi. Kendimi onun yaninda iyi hissediyorum. Basima kötü bir sey gelmezmis gibi. Gelse de, o bir çare bulurmus gibi. Ona da söyledim böyle hissettiğimi. Çok sevindi. Pazar günü bende kaldik. Nedense olur olmaz seylere gülüp durduk o gün. Televizyon seyrettik, müzik dinledik, bulasik yikadik, hatta kimi esyalarin yerini değistirdik. Çok eğlenceli oldu bu. Nihal, “bu dolap ne zamandir burada duruyor?” diyordu. “Eh, on yildir filan orada durur o dolap”. “Tebdil-i mekanda ferahlik vardir” deyip gözümüze kestirdiğimiz yeni kösesine tasiyorduk dolabi. Sonra, küçük süs esyalarina da yeni yerler beğendik. Tabii esyalar yer değistirince odanin biçimi de değisti; baska bir hava geldi eve. Nihal’in bu konuda bir teorisi vardi; onun deyimiyle “esyalarin koordinatlariyla” oynayarak zihnimizi de pasifize olmaktan koruyabilirmisiz. Hatta, insanin elinden kazara bir sisenin düsmesi ve kirilmasi bile, bu açidan bakilirsa fena değilmis. Dünyayi donuk bir sey sanmamak için. “Her sey değisir, değismeyen tek sey değisimdir” diyen filozofu –adi dilimin ucunda ya- saygiyla andik. O gece ikiye kadar uyumadik. Balkonda oturduk, konusacak ne çok sey buluyorum onunla. Hem çoğu, dise dokunur seyler bile sayilmaz. Uçuk kaçik. Aklimiza ne gelirse. Sansürsüz. Insanin aklindan geçenleri “ne der, ne düsünür?” endisesi tasimadan

anlatabileceği birini bulmasi ne güzel. Ertesi gün ise gitmeyecek olsak, sabahlardik herhalde. Hafta sonu boyunca Metin’i çok az düsündüğümü fark edip sasirdim. Nihal’le paylastiklarimiz çoğaldikça, Metin’le siğ bir iliskim olduğunu daha iyi görüyorum. Neden bu kadarina razi oldum ki? Yoksa bir erkekle ancak bu kadar mi paylasilabilir? Kadinlarin birbirlerini daha iyi anladiklari doğru sanirim. Nihal yalniz kadinlarin değil, erkeklerin de hemcinsleriyle daha iyi anlastiklarini, daha fazla eğlenebildiklerini söylemisti. Gerçekten Metin de benimle asla konusmadiği kimi konulari ancak erkek arkadaslariyla konusur. Yalniz futbol meselesi de değil ama. Ancak söyle bir sey de var; bes kadin bir erkek bir arada olsa, kadinlar o erkeği de dikkate alarak konusurlar. Ama bes erkek, bir kadinsa; erkekler ya o kadini dislarlar ya da belden asaği esprilerine baslarlar. Böylece iki seçenek birakirlar; somurtup oturmak ya da o aptal esprileri komik buluyor gibi davranmak. Bazen Metin’in arkadaslariyla, bu durumlari yasamak zorunda kaldim. Arkamdan, “espriden anlamiyor” dediklerine eminim. Bence onlar da, ince düsünceden yoksunlar. Hatta saldirganlar. Birbirlerine karsi bile...

devam edecek

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 31


Escinsel Hareket

“Normal”, “Doğal” Kavramlari ve Escinsellik Asağidaki mektup Kaos GL’nin önceki sayilarinda çikan ve benimle yapilmis ‘Kürt ve Escinsel Olmak’ baslikli söylesiden hareketle yazilmis bir mektuba cevaben yazilmistir. Mektubu gönderen kisiden izin almadiğim için onun mektubunu buraya almayi uygun görmedim. Yanitladiğim noktalar gelen mektup konusunda yeterli fikri verir zannediyorum. Mektubu gönderen kisi su anda cezaevinde bulunuyor. Escinsel hareketin ve escinselliğin anlasilmasini kolaylastirmak adina bir adim olabilirse ne mutlu...

Salih Canova

Sevgili Mahmut, Kaos GL dergisini okuyup değerlendirmeye çalisarak bana bu satirlari yazma olanaği yarattiğin ve birbirimizi hiç tanimiyor olsak da yasam gerçeklerimizi paylasmak ve birlikte üretmek adina bir olanak sağladiğin için tesekkürler. Escinsellik ve escinsel mücadeleye dair genel görüslerini ve benimle yapilan röportaja dair fikirlerini tüm samimiyetinle yazdiğin için de ayrica tesekkür etmek istiyorum. Öncelikle mektubunda değindiğin noktalardan hareketle escinsellik konusunda -konuya yabanci olduğunu belirttiğin içinseni kisa da olsa bilgilendirmenin yararli olabileceğini düsünüyorum. Escinsellik bir insanin duygusal, düsünsel ve cinsel yönelimlerinin sadece kendi cinsine dönük olmasina verilen addir. Insanlik tarihinin baslangicindan bu yana hemen hemen bütün toplumlarda bir sekilde varolduğu ve gizli ya da açik yasandiği da bilimsel bulgularla kanitlanmistir. Amerikali

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 32

arastirmaci Alfred Kinsey'in 10 yil boyunca Amerika'nin hemen hemen tümünü kapsayici bir biçimde yürüttüğü ve yaklasik çok sayida denekle çalistiği bir arastirmanin sonuçlarina göre escinsellik her toplumun hemen hemen tüm katmanlarinda % 10 oraninda görülmekte ancak çesitli toplumsal baskilar nedeniyle yasanmamaktadir. Ayrica psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud' da escinseliği insan cinselliğinin bir çesidi olarak tanimlamis ve escinsel bireylerin heteroseksüel (sadece karsi cinsle birlikte olan kisiler) bireylerden cinsel partner disinda herhangi bir farklilik ve sapma göstermediklerini söylemistir. Tüm bu bilgiiler isiğinda Amerikan Psikiyatri Derneği 1973 yilinda DSM adi verilen psikolojik ve psikiyatrik rahatsizliklar ve tani listesinden escinselliği çikarmis ve escinsellerin hasta olduğu yönündeki genel kaniyi bilimsel olarak reddetmistir. Bu kisa ve genel bilgilendirmeden sonra escinselliğe dair görüslerini yanitlamak

istiyorum. Mektubunda en çok ilgimi çeken nokta escinselliği ele alirken ve tespitlerini yaparken yararlandiğin yer yer de kanit olarak sunduğun iki kavram; Normallik ve Doğallik... Ilk olarak normallikten hareketle bu iki kavrama dair görüslerimi açiklamam yararli olur zannediyorum. Escinselliği bir normal anormal, döngüsü içinde ele almis olman ne yazik ki bastan yaniltici bir bakis açisina yol açmis. Herhangi bir kavrama anlamini yüklerken veya bu kavrami tanimlamaya çalisirken kavrami kendi özünden yakalamak yerine herhangi bir kavramdan hareketle tanimlamaya, kavramaya ve anlamaya çalismak ne yazik ki içinde yasadiğimiz sosyal, kültürel ve politik sistemlerin bize öğrettiği bir yaniltici bilgilenme yolu. Bizler de her ne kadar bu sistemlerin karsisinda olduğumuzu iddia etsek de bu sistemlerin etkilerinden kolay kolay siyrilamiyoruz. Hemen hemen tüm toplumlarda belli bir oranda görüldüğü ve hastalik olmadiği bilimsel olarak


Escinsel Hareket

kanitlanmis bir olguyu görülme oraninin azliğina göre anormal olarak belirlemek bu çerçevede de heteroseksüelliği normal cinsellik biçimi homoseksüelliği de anormal cinsellik biçimi olarak tanimlamak kanimca tartismayi bastan az olani anormallestirmek gibi hatali bir noktadan baslatmaya neden olur. Normal olan çoğunlukça benimsenmis olan değil, insana ait ve yasanilmasi insanca olandir. Doğallik kavramina gelince; doğallik da normallik gibi egemen zihniyetlerin kendi amaçlari doğrultusunda tanimladiği bir durum olmaktan öte herhangi bir olgunun doğada var olup olmamasini tanimlar. Bu anlamda doğal olan doğada var olandir. Ve escinsellik de doğada varolduğu için doğaldir diyebiliriz. Insan cinselliği diğer canlilarin cinselliğinden farkli olarak düsünsel bir süreç de içerir bu nedenle insanin cinsel yapilanmasi diğer hayvanlarda olduğu gibi salt dürtüsel değildir. Insan cinselliğine dair kategorilendirmeleri yaparken ve yasanilan cinsellik biçiminin ne kadar doğal olduğunu belirlerken salt fizyolojik yapidan hareket etmek, insanin düsünsel sürecinin bu cinsellik biçimini yapilandirmasindaki etkiyi göz ardi etmek, bizi yanlis sonuçlara götürür. Insan yasaminda cinsellik diğer hayvanlarda olduğu gibi salt üremeye dönük değildir, düsünsel bir süreç de içerdiğinden insan için cinsellik sosyallesmede de büyük bir rol oynar. Ayrica doğadaki diğer canlilardan farkli olarak insan cinselliği hazzi da içerir. Cinselliği mektubunda vurguladiğin gibi düsünsel yanindan siyirip salt üremeye yönelik olarak ele almak escinselliği anlamamizi zorlastirir. Egemen sistemler cinselliği toplumsallastirip bir iktidar araci haline dönüstürürken ve insanlari böylece baski altina alirken en çok ‘üreme’ olgusundan beslenmislerdir. Oysa üremeyi böylesi önemseyen sistem üreme islevini yerine getirebilen

milyonlarca insani ve canliyi yok etmekte geri durmamistir nedense. (Ayrica escinseller üreme islevini yerine getiremeyecek fizyolojik bir sorun tasimazlar. Sadece cinsellikleri kendi cinsleriyle yasalar bu da fizyolojik olarak üremeyi getirmez.) Insanlar için cinsellik varolmanin bir parçasi ve hazza dayali bir eylem olduğundan escinselliği doğaya uygun olup olmadiği noktasindan değil, insana ait bir durum olmasi noktasindan bakmak gerekir. Tersinin iddia etmek gözleri görmeyen insanlari veya kisir diye tabir edilen ve üreme islevini yerine getiremeyen insanlari, boylari kisa olan vb. insanlari da anormal ya da doğadisi olarak tanimlamak gibi Nazizme özgü bir algilayisa götürür bizi. Önemli olan escinselliğin insan cinselliğinin doğasina uygun olup olmadiği değil insana ait bir durum olarak yasaniyor olmasi ve insanca olmasidir. Kafalarimizda doğal ve normal diye tanimladiğimiz insan tipolojileri olusturmak ve bu tipolojinin disinda kalan diğer insanlari doğadisi ve anormal olarak ilân etmek ve bu insanlara kendilerini olduğu gibi var etme ve yasama hakki tanimamak en basta etik değildir. Çünkü ben kisisel olarak etik ya da doğal ya da normal tanimimi bir belirlenmisliğe uygun davranmak üzerine kurmuyorum. Bence etik olan, doğal olan, normal olan bir durumun bir baska duruma uygunluğunun orani değil herhangi bir durumun insana ne ölçüde uyduğu ve insani ne kadar insanlastirdiğidir. Bu çerçevede de escinselliği salt bir cinsellik biçimi olarak algilamak yerine insanin varolma biçimlerinden biri olarak görmek gerekiyor. Escinselliğe bir sevme biçimi olarak bakiyor olmamin nedeni de budur. Escinsellik salt iki insan arasindaki cinsel iliskiyi değil, ayni cinsten insanlarin birbirine duyduğu aski da tanimlar. Ancak egemen sistem

escinselliği de tüm diğer kendisine uygun bulmadiği varoluslar gibi yanlis bir biçimde tanimlar. Escinsellik bir cinsel edimden öte iki insanin, ayni cinsten iki insanin birbirine duyduğu sevgiyi ifade eder öncelikle. Son olarak dergide yayimlanan röportajima dair görüslerine cevaben birkaç sey söylemek istiyorum. O röportajda ‘ben escinselim’ demekle her seyin bittiğini değil asil her seyin bunu söyleyebilmekle basladiğini, insanin önce kendisini kabullenmesi ve bu noktadan sonra sisteme eklemlemek üzere kurguladiği kisiliğini reddederek kendine uygun ve diğer insanlari da kapsayan daha adil, daha özgür bir dünya istemine iliskin yeni bir kisilik kurgulamasi gerektiğini söylemeye çalistim. Sanirim röportajin samimi havasi ve ayrica benim tümüyle kisisel ve yine samimi yanitlarim böyle bir algiya neden olmus. Bana zaman ayirdiğin için tesekkür ediyor ve daha fazla zamanini almamak için burada noktalamak istiyorum. Ancak yazismaya devam etmek istersen bu beni çok sevindirir. Çünkü çok farkliymis gibi görünse de özünde ayni olan bir ezilmisliğin ve mücadelenin insanlari olarak birbirimizle paylasabileceğimiz çok sey olduğunu, tüm genel-geçer yargilardan siyrilarak birbirimizi anlamaya çalismaya ihtiyacimiz olduğunu, bunun en basta insani bir sorumluluk olduğunu düsünüyorum. Sevgiyle

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 33


Tartisma

(Es)cinsel Biyoloji Ilke

Düsünsel gelisim(im) açisindan gerekli olduğuna inanarak^ escinsellik üzerine yapilan bilmsel arastirmalarin bir kismini inceleyip, arastirma süreçlerinde escinsellik hakkindaki negatif düsünceleri kismen de olsa yok eden, fakat kesin yargilara varilamayan bu arastirma bulgularini, ilgi çekici olduklari düsüncesiyle özetleyerek sizlere aktarmaya çalistim. Otoritelerin sahip olduğu, "birçok escinselin, yasamlarinin çok erken bir döneminde, escinsellik eğiliminin sekillenmesinde kalici bir etki yapan cinsel deneyim bulunduğu" görüsüne karsin Freud, kisinin içindeki bir seylerin yardimi olmaksizin çesitli kazara etkenlerin, escinselliğin ortaya çikmasini açiklamaya yetmeyeceğini düsünmektedir. Escinselliği, "cinsel sapmalar" adi altinda da olsa inceleyen Freud. var olan bilgilere dayanarak escinselliğin kökeni hakkinda yeterli açiklama yapilamayacağini görmüs ve cinsel içgüdünün nesnesinden bağimsiz ve kökeninin, nesnesinin çekiminden kaynaklanmayabileceği sonucuna varmistir. Escinselliğin sadece nesnesel ve psikolojik nedenlere bağlanamamasi üzerine, konuya daha bilimsel ve deneysel olarak yaklasilmis ve escinselliğin kisinin içinden gelen diye nitelendirilen biyolojik nedenleri bulunmaya çalisilmistir. Arastirmalarin, escinselliğin doğustanliği konusunda aydinlatici olabilmesi için, gelisimin erken dönemlerine önem verilmis ve deneklerin bu kritik evrelerde maruz kaldiklar hormona! sendromlar incelenmistir. Bunlardan biri, testosteronun alici (receptor) molekülündeki kalitimsal bir bozukluğun sonucu olan androjen kayitsizliği sendromu (androgen insensitivity sendrome ) dur. Tüm diğer hormonlar gibi kana karisan testosteronun da etkili olabilmesi için, hücrenin yüzeyinde bulunan bir receptor ile birlesmesi gerekmektedir. Sendromu gösteren kisinin testislerince üretilen testosteron hedeflenen dokudaki bozukluk nedeniyle etkisiz kalir. Testosteron isareti gitmesi gereken

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 34

dokular tarafindan alinmadiğindan bu kisiler disilik organiyla doğar.Testisler normalde testosteron ile birlikte östrogen de salgiladiklarindan bu kisilerde göğüs olusumu ve ergenlikte vücudun yuvarlaklasmasi gözlenebilir. Normal kadinlik organina sahip olduklarindan ailelerince "kiz çocuğu"gibi büyütülürler; "gerçek" cinsiyetleri ise ancak, genç yetiskinler olarak adet görmeme ya da kisirlik süphesiyle tibbi bir muayeneye tabi tutulmalarindan sonra anlasilir. Görünüste her bakimdan kadin olan bu kisilerin cinsel eğilimleri üzeride yapilan bir arastirma, erkeklere eğilim gösterdiklerini ortaya çikarmistir. Genetik açidan erkek olan bu kadinlarin, erkeklere ilgi duymalari bu kisilerin escinsel olarak siniflandirilip siniflandirilamayacaği konusunda soru isaretleri yaratmistir fakat otoritelerce ortak ve kesin bir sonuca varilamamistir, (ss.164) Cinsel "tersine dönüs" olarak siniflandirilan ve genetik bozukluk olarak görülen baska bir durumsa congenital adrenal hyperplasia ( CAH:congenital virizing adrenal hyperplasia) dir. Böbrek üstü hormon bezleri olan adrenal bezler, diğer önemli görevlerinin disinda, teslislerden daha az miktarda da olsa her iki cinste de testosteron salgilar. CAH, adrenal bezlerin anormal büyüme ya da baska bir tür genetik bozukluk nedeniyle anormal miktarda testosteron salgilamasiyla ortaya çikar. Embriyonun gelisme döneminde kana karisan adrenal testosteronla, genetik disilerde klitorisin büyümesiyle erkek organini andiran bir cinsel organ gelisir, (genetik erkekler, bu durumdan ender olarak etkilenirler). Testosteron miktari ve salgilanma zamanina bağli olarak bunlardan baska pek çok farkli durumlarla karsilasabilinir. Bu çocuklarin hangilerinin kiz, hangilerinin erkek olarak daha mutlu ve sağlikli yasayacaklari üzerinde arastirmalar yapilmis ve genetik cinsiyetlerinde kalip kadin olduklarinda daha mutlu olduklari fakat yasitlari gibi es ve anne olmak yerine spor ve açik hava faaliyetleriyle ilgilenen enerjik erkek tavirli kizlar olduklari görülmüstür. Yetiskinlik dönemine kadar götürülen bu arastirmada kizlarin beklenenden daha

fazla bir kisminin kadinlara cinsel ilgi duyarak lezbiyen olduklari gözlerim ist ir.(ss. 165-166) Bir baska grupsa gebelikte synthetic hormone diethylstnbestol tedavisi gören annelerin çocuklaridir. l'-MÖ ve 50"lerde, geçmiste bir dizi düsük yapmis kadinlarda, dokuz ayin sonuna kadar gebeliği sürdürecek plasenta hormonlarinin eksikliğini desteklemek üzere DES(Diethylstilbestrol) ve diğer sentetik hormonlar kullanilmaktaydi. DES testosterona benzer bir hormon olmasina rağmen cinsel organlarin gelisimde kayda değer bir etkisi olmadan yalnizca beyni etkilemektedir yani kisilerin sinir sistemlerinin yüksek seviyede testosterona mani/ kaldiğini düsünebiliriz. Gelisimleri sirasinda DES' e maruz kalan kadinlar üzerinde yapilan arastirmada escinsel ve biseksüel fantezi ve davranislarda kesin bir artis saptanmistir. Bir raporda beklenenden 10 kat daha fazla kadinin kendilerini lezbiyen veya biseksüel olarak gördükleri belirtilmistir.(ss. 167) Bu iki arastirma da escinselliğin hormonal olduğunu destekler nitelikte sonuçlar vermistir. CAH tasiyan kizlarda ve gebelik sirasinda DES tedavisi görmüs annelerin kiz çocuklarinda beklenenden fazla oranda ortaya çikan escinsellik, yüksek düzeyde testosteronun beyin gelisimini etkilediğini, cinsel ve cinsel olmayan davranis kaliplarinda farkliliklara yol açabileceğini göstermistir. Diğer bir vaka ise genetik olarak belirlenen bir hormon sorunu, 5-alpha reductase(testosteronu, prostat bezlerini uyaran dihyrdrotestosterona çeviren indirgeyici bir enzim) eksikliği sendromudur. Bu sendrom genetik olarak erkek olan bir kisinin genital bölgesinin normal gelisimi için gerekli olan bir enzim eksikliğidir. Kisinin cinsel organi kadinlik organina benzediğinden aileleri tarafindan kiz çocuğu olarak yetistirilirler, fakat ergenlikte salgilanmaya baslayan testosteron nedeniyle bu kiz çocuklari erkek çocuklarina dönüsür: sesleri kalinlasir, kas ve yağ dağilimi eril modele uyar ve klitorisleri büyüyerek penis boyutunda bir organa dönüsür. Yapilan arastirmalarda bireylerin kiz olarak yetistirilmesine rağmen ergenlikte erkek kimliğini benimsedikleri ve cinsel eğilimlerinin


Tartisma

kadinlara yönelik olduğu gözlemlenistir. Yani 5-alpha reductase eksikliği sendromunun görüldüğü kiz çocuklari, ergenlikte heteroseksüel erkek çocuklarina dönüsmektedir.(ss.!67) Bu kisilerin normal testosteron seviyelerine sahip olduklarini göz önünde bulundurursak arastirmalar bize cinsel kimliğin, beyinin maruz kaldiği hormonlar sonucunda, "doğum öncesinde" belirlendiğini ve bu etkinin kiz çocuğu olarak yetistirilme ile engellenemeyeceğini göstermistir. Yararli da olsa, hormonlarin beyin üzerindeki etkisi hakkinda eksiksiz bilgi veremeyen bu arastirmalar, arastirmacilari yapisal ve islevsel olarak beynin escinsellikteki rolünü incelemeye yönlendirmistir. Yapisal farkliliklarin incelendiği arastirmalarda, kadin ve erkek hipotalamus (beynin hormonal sistemler arasinda ayarlayici ve dönüstürücü görevini üstlenen -cinsel fonksiyonlardan da sorumlu- bölümü) unda fakliliklar gözlenmistir ve erkek escinsellerin hipotalamus hücrelerinin kadinlarinkine benzediği görülmüstür.(erkek hipotalamusunun hücre çekirdeği büyük, kadin ve erkek escinsellerin hücre çekirdeği ise küçüktür.) Erkeklerin beynini kadinlarinkine göre daha büyük olduğu göz önüne alinarak yapilan arastirmalarda ise erkek escinsellerin beyninin çesitli bölümlerinin -anterior commuisure(beynin ön tarafi) gibi- ortalama boyutlarinin kadinlarinkine esit olduğu ortaya çikmistir. Yapisal açidan kadinlarin ve escinsel erkeklerin beyinlerinin benzerlik gösterdiği görülse de, lezbiyenlerin beyin yapisi hakkinda herhangi bir açiklama yapilmamistir.(ss.l94-195) Islevsel açidansa konu; 1985 yilinda bir grup escinselin archives of neurology(nöroloji arsivleri) dergisine, escinsel nüfusun büyük bir çoğunluğunun solak olduğunun fakat bu konun bilimsel olarak henüz arastirilmadiğini yazdiği mektubu üzerine incelenmistir. Yapilan arastirmalarda gay ve lezbiyenler arasindaki solaklik oraninin genel nüfusun solaklik oranina bakildiğinda beklenenden daha fazla olduğu ortaya çikmistir. Bazi eril hormonlar nedeniyle solakliğin kadinlara nazaran erkeklerde daha sik rastlandiği görülmüstür. Genel nüfusun %35 iyle karsilastirildiğinda arastirilan lezbiyenlerin %69 unun yazi yazma, dis firçalama, dikis dikme gibi aktivitelerde sol el kullandiği görülmüstür. Bu sonuç lezbiyenlerde eril

hormon seviyelerinin yüksek olmasi nedenine bağlanmistir. Kuramsal olarak erkek escinsellerde de hormon seviyesinin düsük olduğu varsayildiğindan solaklik oraninin heteroseksüellere göre daha az olmasi beklenirken arastirmalar bunun "tam tersi" sonuç vermistir. Erkek escinsellerde ki solaklik orani heteroseksüellerinkinden fazladir ve bu sonuç lezbiyenler üzerinde yapilan arastirmadan çikarilan, eril hormonlarin solaklikla ilgli olduğu sonucunun tam tersidir. Bunun üzerine escinsel ve heteroseksüel erkeklerin yanallasmis olduğu bilinen beyin islevlerindeki farkliliklari ortaya çikarmak amaciyla yapilan arastirmalarda beklenen sonuç alinmis olsa da bu seferde heteroseksüel kadinlar ve lezbiyenlerin beyinlerinde islevsel fakliliklar olmadiğini kanitlarcasina ayni performansi göstererek, beklenenin tam tersi bir sonuç verdiği görülmüstür. Bazi bilim adamlari escinsellik üzerine kurduklari tezlerini desteklemesi amaciyla çeliskili sonuçlan kismi olarak kabul etseler de, bu arastirmalar sonucu kesin bir yargiya varilamamistir.(ss.187-193) Doğum öncesi gerçeklesen hormonal sürecin bedende cinsel eğilimin disinda hemen hemen baska hiçbir etkisi olmamasindan yola çikilarak cinsel eğilimleri disinda gay ve lezbiyenlerin, heterosksüel kadin ve erkeklerden çok belirsiz (ancak çok titiz ve karmasik arastirmalarla ortaya konabilecek) farklari olduğu sonucu çikarilmistir. Hormonlar ve beyin üzerinde yapilan arastirmalar sonucunda kesin bir yargiya ulasilamamasinin üzerine, ayni hormon sinyallerinin beynin ilgili bölgelerinde fakli kisilerde "fakli okunabilir" olmasindan kaynaklandiği kabul edilmis ve arastirmalar, bu fakliliklari yaratan esas kontrolör: "genler" üzerinde sürdürülmüstür. Escinselliğin genetik olusuyla ilgili arastirmalar yapilmis ve olumlu sonuçlanan deneyler bazi bilim adamlarinca escinselliğin ahlaki bir bozukluk olmadiğinin göstergesi olarak kabul edilmistir. Ikili sarmalin incelenmesinden önce, arastirmalar daha çok gözlemsel olarak sürdürülmüstür. Bu gözlemlerden en genis çaplisi 1991 yilinda Micheal Bailey ve Richard Pillard tarafindan yapilmistir. Arastirmada, genetik bilgileri tamamen ayni olan tek yumurta ikizleri, genetik bilgileri kiz ve erkek kardeslerinki kadar benzeyen çift yumurta ikizleri ve evlat edinilmis kardeslerin escinsellik uyum oranlari

incelenmistir. Deneyler, erkeklerde; tek yumurta ikizlerinde %50, çift yumurta ikizlerinde %24, evlat edinilmis kardeslerde %19, kadinlarda; tek yumurta ikizlerinde %49, çift yumurta ikizlerinde %16, evlat edinilmis kardeslerde isi %6 escinsellik uyum orani gözüktüğü seklinde sonuçlanmistir. Kadin ve erkek cinsel eğiliminin kalitimsal unsurlar tarafindan somut bir sekilde etkilendiği görülmüstür . Fakat denekler, gay topluluğun yayinlari araciliğiyla bulunduğu için, arastirilan gurup tüm escinselleri değil yalnizca escinsellere yönelik sürekli yayinlari okuyanlarin temsilcisi olarak kabul edilmistir ve evlat edinilmis kardeslerdeki uyum oraninin çift yumurta ikizlerininkine yakin olmasinin da bu deneklerden kaynaklandiği düsünülmüstür.(ss.210-213) Ikili sarmalin incelenmesinden sonra 1993 yilinda Ulusal Sağlik Enstitüsü'nden Dean Hammer'in önderliğinde bir grup genetik bilimci, escinselliğin belirli bir kromozomun belirli bir bölgesine bağli olduğunu gösteren arastirmalar yapmistir. Deneklerin aile geçmisleri ve soyağaçlari incelenerek ailede baska escinsellerin varliği arastirilmis ve escinsel erkeklerin %13.5 inin escinsel bir erkek kardesi bulunduğu, siklikla anne tarafindan bir dayi ya da kuzenin escinsel olduğu ve %7.5 oraninda da baba tarafinda bir amca ya da kuzeni escinseldir olduğu bulunmustur. Erkeklerin(XY) X kromozomunda ( ki bu anneden gelendir) bulunan bir genin ortak olduğu düsünülerek 40 escinsel erkek kardes bulunmustur. (Escinselliğin ailenin baba tarafindan gelmediği ve birden fazla lezbiyen akrabasi bulunmayan kardesler seçilmis ve özelliğin baska türden bir aktarimla kusaktan kusağa geçebileceği aileler elenmistir.) Bu kardeslerin X kromozomlarindaki DNA isaretleyicileri incelendiğinden uzun kolunun ucunda bulunan Xq28 denen bir alanda X kromozomunun, 40 çiftin 33'ünün DNA isaretleyicilerinin ortak olduğu görülmüstür. Bu sonuçlar; bazi erkeklerdeki escinselliğin X kromozomunun bir ucundaki gen ya da genlere bağli olduğunun kaniti olarak kabul edilmistir.(ss.215) Sonraki bir arastirma 32 çift escinsel kardes üzerinde gerçeklestirilmis ve kardeslerin önemli bir çoğunluğunda (32 çiftin 23ünde) Xq28 isaretleyicisinin ortak olduğu bulunmustur. Bir raporda da kardeslerin ikisinin escinsel diğerinin heretoseksüel olduğu 11 aileden 9unda heteroseksüel erkek kardesin escinsel kardeslerde ortak bir Xq28 isaretleyicisine

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 35


Tartisma sahip olmadiği bildirimisitr. (son iki arastirmada kiz kardeslerin lezbiyen olduğu aileler de yer almis ancak Xq28 ile lezbiyenlik arasinda bir bağlanti bulunamam istir.)(sy.216) Tüm bu arastirmalara rağmen, cinsel eğilimin gelismesini kalitim yalnizca kismen açiklayabilmistir. Incelenen ailelerin birçoğunda genetik etkinin X kromozomuyla iletildiği açikça görülmüsse de escinsel erkek kardeslerin olduğu ailelerin tümünde ayni kalitim modeli görülmemistir. Bu da erkek escinselliğinde Xq28 geninden baska genlerinde rol oynadiğini göstermektedir.(ss.218) Lezbiyenliğin genetik açidan henüz yorumlanmamis olmasi üzerine herhangi bir açiklama yapilmamistir fakat, genetik etkinin tasindiği X geninin kadinlarda(XX) hem anneden hem de babadan geliyor olmasinin arastirmalari zorlastirdiği düsünülebilir. Escinselliği, fakli yollarla da olsa, tamami "cinsel biyoloji" adi altinda inceleyen bu arastirmalardan kesin bir sonuç çikarilamamasinin en büyük nedeni, belki de arastirmacilarin escinselliği sadece "CINSEL" olarak görüp incelemis olmalaridir. Ve belki de görülmelidir ki; "Genel olarak tam gelismis bir escinseli heteroseksüele çevirmenin basarisi ancak bunun tam tersini gerçeklestirmek kadar vardir. Yalnizca sağlam pratik nedenlerden dolayi tam tersi hiçbir zaman denenmemistir.(S. FREUD)" Kaynaklar: Francis Mark Mandimore' un Escinselliğin Doğal TarihifSarmal Yayinevi, 1999, ss. 159-218) adli kitabindan derlenmis olup, S. Freiid ' u n Cinsellik Üzerine kitabindan ve genel biyoloji kitaplarindan yardim alinmistir.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 36

Escinselliğin Nedenleri Tartismalarina Iliskin Koray

Özelikle biri escinsel olduğunu açikladiğinda ya da escinselliğin suç, günah, sakatlik, ahlaksizlik, sapma olup olmadiğinin tartismasi yapilirken gelinir escinselliğin nedenlerini sorgulamaya. Böyle zamanlarda genellikle, ya saldiri ya da savunma da yer alir insanlar. Ama tüm bunlarin disinda, insana dair meraka sahip olan insanlar için, insanin nasil öfkelendiği, neden bazi seyleri sevdiği, bazilarini sevmediği, kiminin neden kisa kiminin neden uzun olduğu gibi ve tabi ki, kimin neden ve nasil bir diğerini cinsel ve duygusal olarak çekici bulduğu hoslandiği ile ilgili sorular ve cevap denemeleri, arastirmalar önemlidir. Insanlar soru sorarken bazen ve cevap verirken hemen her zaman kendilerince birtakim ön kabuller, önyargilar ve kendi ufuklariyla sinirlidirlar. Ama bu soruyla değil de yöntemle ilgili kuskulanmamiza yol açmalidir. Escinselliğin nedenleri ile ilgili olarak yapilan tartismalar da, bu konudan önce tartisilmakta olan ve halen de tartisilmakta olan birçok baska konuda olduğu gibi, indirgeyici bir yaklasimla yürütülebilmekte. Bir tarafta biyolojik belirleyenlerin kisiyi escinsel yaptiği, genlerin, kalitimin, hormonlarin, beyin yapilarinin ve beyinde önemli bazi kimyasallarin olduğu öne sürülmekte. Diğer tarafta ise bu yönelimin edinilmesinde psikolojinin, insanin çevresinin, toplumsal kosullarin rol oynadiği öne sürülür. Birbirinin reddiyle giden bu iki yaklasimin disinda bütüncül yaklasim denilen, biyopsikososyal yaklasim; escinsellik ve benzeri diğer olgularin gelisimine tüm bunarin farkli derecelerde etkili olduğunu öne sürer; ve hiçbir faktörü diğerinin tamamen reddi uğruna görmezden gelmez. Bu konuya değinen artarda birkaç yazi Kaos GL’de yayinlandi, bu sayida, biyolojik bakis açisiyla konuya yaklasan bir yazi yayinliyoruz (Bkz. bu sayi, “Escinsel Biyoloji”). Bu tür yazilari okurken, bu bilgileri değerlendirirken, escinselliğin tek bir faktörler, tek bir genle, tek bir yapisal

değisiklikle, ya da baba ya da annenin etkisi gibi tekil belirleyenlerce ortaya çikamayacak kadar karmasik bir olgu olduğunu akilda tutmak, nedenleri açiklamaya çalisan arastirma sonuçlarini sorgusuz gerçek kabul etmemek gerekiyor. Özellikle hormonlarla ilgili bahsedilen birçok bulgunun, cinsel yönelimden çok cinsiyetle ilgili ikincil özellikler denilen, meme büyüklüğü, saç dökülme biçimi, cilatalti yağ orani, killilik ve ses tonu gibi özelliklerle ilgili olduğu gözden kaçmamalidir. Yani hormaonal dengesizliklerle, erkeklikle ilgili hormonlarin az olmasiyla erkekler gey, çok olmasiyla kadinlar lezbiyen olmaz. Daha az killi ya da daha çok killi olabilirler, ama cinsel yönelim hormon düzeyiyle değisen bir sey değil ve escinsellerin hormon düzeylerinde bir anormallik yok. Yazida bu kisimda en çok değinilen sey çift cinsiyetlilik ki, escinsellikle bu durumun bir ilgisi yok. Genetik ya da diğer biyolojik süreçlerin açiğa çikarilmasi, escinselliğin ahlaki, dini, yasal durumuyla ilgili bir değisikliğe yol açmaz. Bu tartismalarda her iki taraf da bu bulgulari kendi lehine kullanabilir zira. Geçen sayidaki denemesinde Üstün Öngel’in (Bkz. Kaos GL, sayi 14, “Escinsellik Üzerine Bir Deneme”) değindiği kimlik olarak escinselliğin gelisiminde kültürel ve sosyal süreçlerin isler olduğu, escinselliğin bu kadar farkli sekillerde yasandiği kültürümüzde kabul edilmesi kolay bir önermedir. Ve gerçekten de yeterince arastirildiği söylenemez. Ama bu biyolojik etkenlerin görmezden gelinmesini neden gerektirsin, anlasilmiyor. Bir bilginin baski araci olarak kullanabileceğinden yola çikarak, o bilgiye ulasmamaya çalismak, çok gerçekçi bir yaklasim olmasa gerek. Herhalde bu konuda daha çok arastirma yapilmasi, yazilip okunmasi gerekiyor. Escinselliğin nedeniyle ilgili iki cümlede özetlenebilecek bir sonucu bekleyenler varsa, kendilerini daha zor, karisik süreçlerle karsilasmaya hazirlaya dursunlar.


Escinsel Kuramlari

Boğaziçi Üniversitesi-Mithat Alam Film Merkezi’nde "Vücut" Temali Bir Dizi Sunum Çerçevesinde C.S'in "Hedwig and The Angry Inch" filmiyle ilgili yaptiği sunum öncesinde gerçeklestirdiği "Queer Teori’nin Kisa Tarihi” sunumu....

“Queer Teori”nin Kisa Tarihi Cihan Sondoğaç

Öncelikle kuramin ismi üzerine biraz konusmak istiyorum. “Queer Teori” terimsel olarak daha önce türkçeye, “Kaçiklik Kurami” olarak çevrildi. Halbuki “Queer” tam olarak kaçik anlamina gelmiyor. Daha doğrusu kelimenin anlamlarindan birisi acayip, tuhaf, garip olsa da, bu ismin kullanimindaki asil vurgu kelimenin argo olan diğer karsiliğindan yana. Bu argo karsilik ise “homoseksüel”. Nitekim “Queer” yaygin olarak bir asağilama, bir küfür olarak kullanilirdi.(ta ki queer teori ortaya çikana kadar!) Yani bizdeki “ibne” gibi. Bir farkla, ibne genelde erkekler için kullanilan bir sözcüktür. Hos, queer theory’nin de erkek-merkezci olduğu yolunda bazi görüsler var ama, biz lezbiyenleri de kapsadiğini varsayalim. Bu arada bizde yaygin olan escinsel kültür, “gey ve lezbiyen” kimliğini sahiplenip, kendini genel olarak öyle adlandirmaktadir.(bkz. Lambda, Legato,... ) Ama simdi adini hatirlamadiğim bir kadin dergisinde sasirtici bir röportajla karsilasmistim. Röportajin yapildiği “gey” topluluk kendilerini “ibne” diye adlandiriyorlardi. Ama neredeyse hakkinda baska hiçbir sey hatirlamadiğim bu toplulukla ilgili bilgimiz, spekülatif düzeyi asmiyor. Fena bir kullanim olmazdi, ama birkaç web sitesi disinda kamusal alanda yeterince kabul gören bir kullanim olmadi(kimliği sahiplenmek anlaminda söylüyorum) ve akademik düzeyde de fazla kabul görmedi. Ama oraya hiç girmeyelim dilerseniz. Bir küçük ayrintiya daha değinmek istiyorum; “ibne” özellikle “pasif”

escinselliğe yönelik kullanilir. Buradaki “pasif”, cinselliği eyleme dökmeyen, onu sadece kurgusal düzeyde yasayan anlamina gelmemektedir süphesiz. Heteroseksüel hegemonya böylesi dramatik bir ayrim yapma ihtiyaci duymustur. Escinselliği kendi tanimlari ve normlari ile anlamaya çalisan düzen için, penetre eden ve edilen çok önemlidir. Çünkü bunun üzerinden rol dağilimi yapacak ve escinselliği algilayacaktir. Bu algilama sürecini de, escinsellikle anlik bir özdesim kurma olarak okuyabilir miyiz? Bu bağlamda bu bir ayrinti değil, çok temel bir noktadir. Öte yandan bunun tartismasini yapmak, bu yazinin boyutlarini asan bir çaba olur. Çok ilginç bir baska nokta ise, kültürümüzün “aktif” escinseli tanimlamayan veya onu da kapsayan bir kavram üretmeye gerek duymamis olmasidir. Belki kültürümüzdeki heteroseksist kurgunun böyle bir kavram için ayrilmis bir yeri bile yoktur. Belki sadece “erkek” bu anlami karsilamaktadir? Bu basit örnek bile, cinselliğin dille ne kadar iç içe olduğunu göstermeye yeter. Demek ki, bir cinsellik okumasi, dilin kendisinin okunmasini da gerekli kilar veya cinsellik mücadelesi, dilsel mücadeleden ayri tutulamaz. Herneyse, “ibne”nin tuhaf bir yani yoktur, belirsizlik içermez; düpedüz ibnedir yani. Bu noktada “queer”dan ayrilir, çünkü “queer”da bir bilinmezlik, bir anomali de vardir. Bu bağlamda “sapik” ya da “sapkin”, “queer”in karsiliğina daha uygun alternatifler gibi görünmektedir. Terimsel olarak “sapik” ile “sapkin”in ayni anlama gelmediği süphesiz doğrudur; ama burada ‘günlük dil’

düzeyinde düsünmeye çalisalim, nitekim “queer” bu düzeyde bir kelime idi. Sonuç olarak ben “sapkin” karsiliğini kullanmayi tercih edeceğim. Queer Teori ya da yeni adiyla “sapkin kurami”nin belirli bir kavramsal çerçevesi, bir metodolojisi yoktur. Yani her bir durumda, dönemde kendini “normal”e, normallestiriciye göre tanimlar. Normal ne ise, sapkin da onun ziddidir. Cinselliğin belirli zaman ve uzamda kurumlasmis somut biçimleri insan etkinliğinin bir ürünüdür, Böylece kendi içsel siyaseti; kendi tahakküm ve direnis biçimleri vardir. Bu noktada, “sapkin”in üzerinde durduğu, kaygan gibi gözüken zemini Foucault’nun direnis ve iktidar üzerine olan meshur yaklasimiyla açiklayabiliriz belki:

“Direnissiz iktidar iliskisi diye bir sey olamaz. Aslinda direnis çok daha gerçek ve etkindir, çünkü iktidar iliskilerinin icra edildiği odağin ta kendisinde meydana gelmektedir. Iktidara karsi direnisin gerçek olmasi için hariçten gelmesi gerekmediği gibi, direnisin iktidarin yoldasi olmasi da herhangi bir hayalkirikliği yaratmaz...” (foucault ve kaçiklik kurami,s.20). Iktidar ve direnisin böylesine siki-fiki olduğu bir anlayis çerçevesinde, “sapkin kurami” acaba iktidarin bir adim önüne geçmeye mi çalismaktadir? Nitekim sapkin kuraminin doğrudan önerdiği ya da bu kuramla özdeslesmis alternatif bir cinsiyet, bir cinsel kimlik de yoktur. Çünkü örneklere bakildiğinda görülür ki kurulmus bir kimlik üzerinden olusturulan bir cinsel direnis(belki baska alanlarda da geçerli olabilir bu) bir ölçüde heteroseksüel

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 37


Escinsel Kuramlari

hegemonyaya dahil edilmis ya da sistem içi bir konum elde edebilmistir. “Sapkin kurami”nin devamli basvurduğu kaynaklardan biri olan “cinselliğin tarihi”nin açtiği yoldan gidersek, bu iddianin anlasilmasi kolaylasabilir. Foucault cinselliğin tarihi adli eserinde iktidarin cinsellik düzleminde yasaklayici, kisitlayici ve düzenleyici olduğu kadar üretici olduğunu da savunmustur. Hiristiyanliğin confession(=itiraf, günah çikarma) geleneğine eklemlenen batinin cinsellik bilimi klinik sorgulamalar/sorusturmalarla cinselliği ve cinsel hazzi bedenlere içkin olan bir konumdan çikarmis, cinsellik bilgisini belli bir çerçevede üretmistir. Zaman içinde normlar olusmus; böylelikle normal olanla, olmayan da birbirinden ayrilmistir. 19. yüzyilda, batinin cinsiyet teknolojilerinin en ünlü anormali herhalde escinseldir. Çünkü escinsel kapitalist sistemin ihtiyaçlarina güzel cevap verebilecek bir “tür” değildir. Ama sistemin türlestirmis olduğu “escinsel” tamamen çaresiz midir?

“19. yüzyil psikiyatrisinin, içinde bulunduğu hukuk ve edebiyatin sergilediği görüntünün escinsellik, dönmelik, oğlancilik ve ‘ruhsal hermafrodizm’ türü ve bunlarin alt türleri üzerine bir dizi söylemi yaratmakla birlikte, bu ‘sapikliklar’a yönelik toplumsal denetimlerin güçlenmesine de neden olduğu süphesizdir. Oysa ‘ters’ söylemin olusumuna neden olduğu da bir gerçektir: Escinsellik kendi adina konusmaya baslamis, mesruiyetinin ya da ‘doğalliği’nin onanmasini talep etmis, bu amaçla, ötekilerle neredeyse ayni jargonu, tibbi açidan mahkum edilmesine yol açan ayni kategorileri kullanmistir.”(aslen cinselliğin tarihi, foucault ve kaçiklik kurami,s.21) Yani

iktidarin söylemi ayni zamanda, direnis için bir karsi söylem olusturma imkani doğurur. Nitekim anormal olarak kurgulanan escinsel özneler, kimliği sahiplenerek ortak bir dava etrafinda birlesirler. Süreçte, bu özneler ve gruplar 70’lerden baslayarak kendilerini gey ve lezbiyen

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 38

olarak tanimlamaya basladilar. Bu dönemde hareketin asil amaci, tahakkümün sebebi olarak görülen toplumsal sistemin dönüstürülmesiydi. Ama 70’lerin sonlarina doğru, gey / lezbiyen politikasi “etnik model” denilen yaklasima benzeyen bir tavir aldi. Bu anlayisa göre gey ve lezbiyenler, diğerleriyle esit ama onlardan farkli bir azinlik grubu olarak görüldüler ve sistem içi bir konumdan, hukuksal hak ve adalet talebine giristiler. Escinselliğin daha genis çevrelerce kabullenilip “hos görülmesini” sağlayan ve halen etkin olan bu hareketin; ne yazik ki kendini sisteme hos gösterme gibi bir kaygisi oldu. Escinselliğin popüler kültürdeki “asağilayici” temsillerine karsi çikarken ve kendilerinin aslinda ne kadar da “siradan” olduklarini göstermeye çalisirken gözden kaçirdiklari nokta, sistemin hos görmeyeceği ya da sapkin bulacaği tarzda bireyleri dislamis olduklariydi. 80’ler boyunca gey ve lezbiyen hareket, kendi içinde siddetli tartismalara sahne olurken, bu durum alt kollarin ortaya çikmasina da neden oldu. Böylece gey / lezbiyen politikasi bir taraftan daha genis bir kabule ve esitliğe giden yolda büyük adimlar atarken, diğer taraftan da içsel çatismalari yüzünden kolektif bir kimlik olusturma idealine ulasamadi. Ama zaten Foucault’nun cinselliğin tarihinde de belirttiği gibi direnis için dayanak noktasi olarak cinsiyeti almak bir hata olacaktir; çünkü politikanizin kurguladiği ideal cinsiyet mutlaka bir takim birey ve gruplari, en azindan sado-mazosizm gibi cinsiyete bağimli olmayan bazi pratikleri dislayacaktir. Yeniden tarihe dönersek, AIDS’in ortaya çikmasi gey lezbiyen tarihinde çok önemli bir gelisme olmustur; çünkü yaygin olarak sadece escinsellere özgü olduğu zannedilen bu hastaliğin tanri tarafindan escinsellere gönderilen bir ceza olduğunu bile düsünenler vardi. Nitekim bir süreliğine escinselliği “hos görmüs” toplum, yeniden “hosgörüsüz” yüzünü göstermistir onlara karsi. Bu noktada bazi gruplar, bu anlayisa karsi çok etkileyici eylemler yapmislar ve

harekete büyük bir ivme kazandirmislardir. Bu gruplarin basinda “ACT UP!” ve “Queer Nation” vardir. Bu bilgilerin çoğunu aldiğim kitap olan “Foucault and Queer Theory”nin basliklarindan bir tanesi, sapkin politikanin ilk örnekleri sayilabilecek bu hareketleri çok güzel özetlemektedir: “We’re here, we’re

queer, get used to it!” yani “Burdayiz, sapkiniz, buna alis!”.

Eğer pratikten, teorik alana geçecek olursak; “sapkin”i söyle tanimlayabiliriz. Kuramsal olarak sapkin; normal veya normal olanla(bu ister heteroseksüellik, ister gey / lezbiyen kimliği olsun) devamli çatisma halindedir. 80’lerin sonlarina doğru netlesmeye ve somutlasmaya basladiği düsünülen kuramin temelinde; Lacan’in kararsiz ve merkezsiz (decentered) psikanalitik kimlik modelleri, Derrida’nin ikili kavramsal ve dilsel yapilara yönelik yapisökümü ve Foucault’nun söylem bilgi ve iktidar modeli olmak üzere birçok postyapisalci teorisyenin fikirleri vardir. Öncelikle Foucault, Cinselliğin Tarihi adli çalismasinin birinci cildinde, bizi ilgilendiren nelere değinmistir, bunlari özetlemeye çalisayim. Foucault’ya göre klasik çağdan önce iktidar, insan yasami üzerinde, onun ölümüne karar vermek ya da hayatta kalmasina izin vermekten yana kullaniliyordu. Ama klasik çağdan bu yana batinin iktidar mekanizmalarindaki değisikliğe isaret eder Foucault; iktidar artik gücünü, yasami kontrol altina almaya çalismakta kullanmaya baslar. Savaslar da daha önce hiç, 19. yüzyildan bu yana yapilanlar kadar kanli olmamistir. Söz konusu olan, eskisi gibi hükümdarlarin kendi çikarlari için bir insan topluluğunun ölümüne karar vermesi değil; bir biyolojik nüfusun yasami pahasina, bir baska nüfusun ölümüdür. Ama iktidar yasam üzerindeki iradesini yalnizca diğer nüfuslarin soykirimi olarak kullanmaz. Yasam üzerindeki bu iktidar, 17. yüzyildan bu yana iki farkli kutup üzerinde yoğunlasmistir.

“Kutuplardan biri ve söylendiğine


Escinsel Kuramlari

göre ilk olusani, bir makine olarak ele alinan bedeni merkez almistir: Bu bedenin terbiyesi, yeteneklerinin güçlendirilmesi, güçlerinin zorbaliği, yararliliğiyla, itaatkarliğinin kosut gelismesi, etkili ve iktisadi denetim sistemlerinin bütünlesmesi, bütün bunlar, insan bedeninin anatomiksiyasal disiplinlerini belirleyen iktidar yöntemleriyle sağlanmistir. Biraz daha sonra 18. yüzyil ortasinda olusan ikincisi, tür-beden’i, yasayan varliğin mekaniğinin etkisinde olan ve biyolojik süreçlerin dayanağini olusturan bedeni merkez almistir: Bollasma, doğumlar ve ölüm orani, sağlik düzeyi, yasam küresi ve bunlari etkileyebilecek tüm kosullar önem kazanmistir.”(cinselliğin tarihi,s.143)

Bu bağlamda karmasik bir cinsellik yapilandirmasi olusturulur; “çünkü

cinsellik yasamin bütün siyasal teknolojisinin gelistiği iki eksenin birlesme noktasinda yer alir. Bir yandan beden disiplinlerine bağlidir, yani talim-terbiye, güçlerin çoğaltilmasi, ya da tasarrufu gibi yöntemlere. Öte yandan, doğurduğu tüm bütünsel sonuçlarla nüfus düzenlemesine bağlidir.”(cinselliğin tarihi,s.149)

Cinselliği bu sekilde çözümleyen Foucalt, cinsellik söyleminin seslendiği adresi de sorgular. Gerçekte cinsiyet, cinselliğin köklerini aldiği kaynak midir, yoksa cinsellik yapilandirmasi sirasinda ortaya çikan karmasik bir düsünce midir? Ona göre cinsellik, çok gerçek bir tarihsel görünümdür ve kendi islerliği için spekülatif bir öğe olarak cinsiyet kavramini da o ortaya çikarmistir. Cinsiyet kavrami, yapay bir bütünlük çerçevesinde anatomik bölümleri, biyolojik islevleri, davranislari, duyumlari ve hazlari bir araya toplamayi sağlamis; ve bu birliğin / bütünlüğün en doğal, en içimizden gelen ve her firsatta kesfedilmesi gereken evrensel bir sir olarak görülmesine sebep olmustur ki bu sir da cinselliktir. Simdi öne çikan kuramcilardan biraz Butler’a odaklanalim. Ilginçtir, kendisi sapkin kuramcisi olduğunu kabul etmez ve öncelikle bir feminist

olduğunu söyler ama belki de alanda en etkili olmus eserleri de o vermistir. Görüslerine geçmeden önce anahtar terimlerinden “performativite(performativity)” üzerinde biraz duralim: Britanyali

filozof J.L. Austin’in, törensel sözlerin bir eylemi harekete bağlayici bir güç uyguladiğini öngören söz edimleri(speech-act) kuramindan türetilmis bir terimdir. Buna örnek olarak, mahkeme kararlarinin yüksek sesle okunmasi ya da evlilik töreni gösterilebilir. Performativite kavrami, belirli davranis kaliplarinin ritüel seklinde tekrar edilmesini gerektiren düzenleyici bir rejimin sonucu olarak, toplumsal cinsiyetin nasil üretildiğini açiklamak üzere kullanilmistir.

Butler, toplumsal cinsiyetin bireyin doğal kimliği olarak sahiplendiği performatif bir etki olarak savunmakta; bu noktada kendisi de bir toplumsal cinsiyet kategorisi olan “kadin” a dayali bir feminist politikayi savunanlarla ters düsmektedir. Herhangi bir kimliğe dayali olan politikanin; mevcut düzenin ikili yapisini tekrar etmekten öteye gitmeyeceğini söylemektedir. Ona göre toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetin kavramsal kültürel bir uzantisi olmayip, insanlararasi iliskilerin normu olarak mevcut heteroseksüalite çerçevesinde yapilandirilmis söylemsel bir pratiktir. Zorunlu heteroseksüellik escinselliğe yönelik bir tabu üretimi ve dislama sürecine girerek biyolojik cinslere eklenmis, görünürde istikrarli bir toplumsal cinsiyet modeli ortaya çikarmistir. Belki bunlardan, biyolojik bir cinsiyet olmadiği; sadece performatif bir toplumsal cinsiyetin varolduğu sonucu çikarilabilir. Ama Butler cinsiyeti inkar etmez, onun da bir norm olarak kurulduğuna iddia eder. Foucault’nun “cinselliğin tarihi”nde belirttiği gibi, bedenimiz doğal bir “cinsiyetlendirmeye” sahip değildir. Beden cinsiyetine, birtakim iktidar iliskilerini gelistirip devam ettirmek için cinselliğin üretiminden yararlanan bazi kültürel süreçler boyunca kavusur. Beden, tarihin onun üzerine kültürel değerleri yazdiği ya

da bastirdiği bir yüzey gibidir, Foucault’ya göre. Butler’a göreyse bu, bedenin göstergeden önce bir maddeselliği olduğunun imasidir ki o bunu sorunsal bulur ve bedeni “gösterici ” bir pratik olarak okumanin yollarini arar. Cinsellik gibi beden de analiz edilmenin ötesinde olmak yerine, inceleme konusu olabilen bir soykütüğe sahip olabilmektedir. Kimlik etkileriyse, Butler’a göre özne ile ötekinin farklilasmasi ve fiktif bir iç çekirdeğin olusturulmasi ile üretilmektedir. “Toplumsal cinsiyet

etkisi belirli bedensel eylem, jest ve hareketlerin stilize tekrari arciliğiyla ve bir ‘zamansal toplumsallik’ olarak yaratilir.(gender trouble, s.141)

Toplumsal cinsiyet kimliğimiz gerektirdiği için bazi sekillerde davranmayiz; davranissal kaliplar araciliği ile bu kimlikleri kazaniriz ki toplumsal cinsiyet, normlarini bu sayede sürdürür. Tekrarlanma süreci, daha önceden kurulmus olan bir dizi anlamin, bir kereliğine yeniden hayata geçirilmesi ve yeniden deneyimlenmesiyle isler ve bu da, bu anlamlar dizisinin dünyasal ve ritüellestirilmis mesruiyet biçimidir. Performativiteyi, performans göstermek olarak okumak çokça düsülen bir hatadir. Performans göstermek, yani dolaptan elbise seçer gibi toplumsal cinsiyet seçip hayata geçirmek... Bu, Butler’in toplumsal cinsiyet tanimina da aykiridir. Bu yanlis anlamanin gerekçesi, yazarin yikici ve parodik bir toplumsal cinsiyet performativitesine örnek olarak “drag”i vermesi olabilir. Söyle der bir söyleside Butler “Ben

“drag”i performativite için bir örnek olarak önerdim, ama o performativite için bir paradigma olarak alindi.(...) Ama hayir, “drag”in toplumsal cinsiyetin yikimi için bir paradigma olduğunu düsünmüyorum.”(radical philosophy ltd, 1994) Ayrica bir

ayrimin daha altini çizer, performansda bir özne ön kabulü vardir ama performativite tam da özne kavramini sinar.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 39


Sinema

Beddua Saatler’i: Hayatin Ritüelleri ve Tercih Yusuf Eradam

Bir zamanlar Ankara Üniversitesi’ne de gelip edebiyat dersleri veren Michael Cunningham’in ayni adli ve bol ödüllü romanina dayanarak yapilan Saatler herkesin izlemesi gereken bir tutunamayanlar, tutunmaya çalisanlar ve tutunmaya karar verebilme sürecinden geçenler filmi. Hayatin gözüne gözüne bakarak yasayabilme cesaretini gösterebilmenin filmi. Ayni zamanda yirminci yüzyilin basinda bilinçakisi tarzinda yazan hayatina kendisi son veren Virginia Woolf’a ve onun basyapiti sayilan Mrs. Dalloway’e bir saygi filmi. Bu yüzden de çiçeklerle imge olarak kafamiza yerlesen “Hayat çok güzel!”

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 40

coskusunu yasayarak mi kucaklasak, yoksa intihar ederek kalanlarin kafasinda bu gerçeğin dank etmesini mi sağlasak sorusuna gelen üç farkli yanitin filmi Saatler. Filmin olay örgüsü üç kadin etrafinda dönüyor ve de bu yüzden birbirinden kopuk üç öykü riskini tasiyor olmasina karsin yazar, senarist ve yönetmen gerçek ve kurmaca dünyalar içinde birey olmak isteyen ama buna izin verilmeyen bir ortamda, hala Viktoryen ilkeleriyle insanlarini boğan Ingiltere’nin Richmond gibi küçük bir kasabasinda Birinci Dünya Savasi ardindan (yil 1923) bir roman (Bayan Dalloway)yazmaya çalisan ve yasamak zorunda kaldiği bir hayati sürükleyen Ingiliz kadin, yani durmadan sigara içen ve iki kez intihari denemis Virginia Woolf ve roman karakteri Clarissa Dalloway harmanlamasi birinci kadin: (Nicole Kidman); hülyalar beldesi Kaliforniya’da Ikinci Dünya Savasi ardindan gelen ve Sylvia Plath gibi gizdökümcü sairleri üreten ve tüketen 50’li yillarin (yil 1951) bunalticiliğinda biri Richard, diğeri de karninda iki çocuğa sahip ve aile denen bu hücreyi terketme

çabalari içinde uğunurken saplantili bir sekilde Bayan Dalloway romanini elinden düsürmeyen ikinci kadin Laura (Julianne Moore), ve 2001 yili New York’unda editörlük yapan ve Bayan Dalloway’in hayatinin neredeyse aynisini yasayan üçüncü kadin Clarissa Vaughan (Meryl Streep). (Roman karakterleri ile film karakterleri arasindaki bu isim benzerlikleri bu kadar değil. Clarissa’larin Richard’lari ve asik olduklari Sally adli kadinlar var). Richard’in annesi Laura, New York’a Richard öldükten sonra çikagelir, tipki romanda (aslinda Sally Seton’dan baskasi olmadiği anlasilan) Lady Rossetter’in beklenmedik ziyareti gibi. Hayatimiz beklenmedik ziyaretlerle değisebilir ve daha önce bir epigraf olarak kulandigim John Lennon’un özdetisinde de vurguladiği gibi “hayat biz bir seyler planliyorken, oluverendir.” Üç kadin da giderek açik seçiklesen ve cinsel kimliklerini daha özgürce yasayabildikleri de göstererek en çok bunalandan en az bunalana doğru sürdürmeye çalisirlar hayatlarini ve ait olmadiklari bütünden sirasi ile intiharla ayrilmak, evini terkedip Kanada’ya yerlesip bir sürgün hayati yasamak ve son olarak da kendisi ile uzlasip askina ve hayata yeni bastan sarilmak


Sinema

tercihlerini yaparlar. (Filmi henüz görmeyenlerden özür dilerim) Woolf’un romanini, yani Clarissa Dalloway’in aksiyonu az duygu ve düsünce hayatini isleyen öyküsünü, okuyan Laura’nin annesine asik oğlu Richard Brown 2001 yilinda ünlü ve ödüllüdür ve de AIDS’e yakalanmistir ve on yildir Sally ile lezbiyen hayati yasayan Clarissa Vaughan’in olmazsa olmaz dediği eski aski ya da can dostudur. Az aksiyonlu olmasina karsin karakterlerin bellek didiklemeleri ve tercihlerini ne yolda kullanacaklari ve siradan insanlarin tercihleri kendileri yapmadiklari hayatlar sürüklerken yasadiklari bunalimin gerilimi beni Schindler’in Listesi ya da Amerika ile Ingiltere’nin kol kola girip Irak’a saldirmalari kadar gerdi. Film, bilinçakisi tekniğine sadik kalirken üç kadinin hayatlarini birbirlerine bağlayan ayrintilarda aslinda hepimizin bir ortak bilince ait olduğumuzu söylemek ister gibi. (Ama stream of consciousness tekniğindeki stream sözcüğünün irmak olduğunu da animsarsak Woolf’un irmakta intihari daha da manidar olur, hatta “bu kadar düsünce kendine-kiyasi bir yola getirebilir insani” sonucuna bile varabiliriz.) Üç kadin da tipki Woolf’un romanindaki gibi parti vermek telasinda. Bu telas yapaydir. Aslinda Aids’li Richard’in ağzindan döküldüğü üzere parti vermek “sessizliği örtmeye” çalismaktan baska bir sey değil. (Kim kimdir biraz karismis olabilir ama filmdeki kadinlara döneyim ve Woolf’un ve Cunningham’in romanlarini bir kenara birakayim bir süreliğine.) Neredeyse 20. yüzyilin tamamina bir yalnizliklar ve savas sonrasinda korku içinde yasayan bireylerin çağidir damgasini vuran ve karakterlerinin değismez gibi görünen yazgi ve hücre ya da kozalarindan çikip özgürlesme çabalarinin filmidir bu. Kronolojik siralamada ilk kadin (Woolf) kardesi ve çocuklari için kek yaptirir hizmetçilerine ve hizmetçi yumurtanin sarisini beyazindan ayirmaz; ikinci kadin (Laura) oğlu Richard ile birlikte kocasinin doğum günü için kek yapar, üçüncüsü ise siir

ödülü alan arkadasi için düzenlediği parti için kek yapar, ama sinir krizi geçirip mutfak zeminine çökmeden önce yumurtanin sarisi ile beyazini ayirmayi ihmal etmez. Üç kadin da ayrintilarda dikkatlerini kendilerinden baska yerlere odaklamak öğretilmis yalniz kadinlardir. Bu yüzden de ait olduklarini hissettikleri bir denk bulmak gereksinmesi ile asiklardir: Woolf kizkardesi Nessa’ya (Vanessa), Laura rahim kanseri olmasindan endise ettiği komsusu Kitty’ye, Clarissa ise on yildir birlikte yasadiği Sally’e göstermelidir bu gereksinmeyi. Bu film bu yüzden de hayata siki sikiya bağli olma çabalari içinde verilen öpücüklerin değismeyen sahiciliği ama değisebilen yazgisi ile de ilintilidir. Bu yüzden de filmin tamami bir bütün teskil etmemis diyen internet elestirmeni Butterworth’e katilmiyorum. Üç kadinin yazgisinin aslinda birbirinden farkli olmadiği hayatlarinin ayrintilarinin harmanlanmasiyla anlatilmis(üçünde de çöp kutusuna bir seyler atilir, kapilar pencereler açilir kapanir, merdivenlerden birileri iner ve disari çikar, birbasina oturduğumuz odalara birileri girer, çiçekler alinir, çiçekler yerlestirilir vb.). Yazgiya bağlanabilirliğini belki elestirel bir bakis açisindan görebiliriz ama yine de Emily Dickinson’in da “Presentiment” (Önsezi) —ki bu sözcük filmde de telaffuz edilir—günesin ertesi gün yeniden doğacağini bile bile çimenin

günbatiminda sasirmasi) siirinde de belirttiği his, bir seyler olacak önsezisi hep vardir; bunu hissederiz üç kadinin yasaminda, onlar da hissederler ama bunu değistirmek adina yapabileceğimiz bir sey yoktur. Kötü seyler olduktan sonra aldiğimiz derse göre verdiğimiz karardir önemli olan. Ya kaliriz, ya gideriz çünkü Woolf’un da kocasina dediği gibi “huzur hayattan kaçarak bulunmaz.” Ne paradokstur ki filmde de, gerçek hayatinda da Woolf huzuru ölümde (intiharda) bulmustur. Belki de bu yüzden filmin basinda kendisini irmağin akintisina biraktiğinda ironik bir sekilde bir ayakkabisi ayağindan düser ve ancak ölümde huzur bulacaği imasi ve ona düsürdüğü ayakkabisini ancak karanliklar prensinin getirebileceğini ve Woolf’un modern çağin külkedisi olduğu iletisi ulasir izleyene. Ama 19. yüzyilin özellikle ikinci yarisindan modernizme “sirayet eden” bu hastalik, yani yenilgilerde galip olan yabancilarin, bu anti-kahramanlarin, Madame Bovary, Edna Pontellier benzeri kendilerine (benliklerine) aymis aydin kadinlarin tutunamayip doğal olarak ayiklanmayi kabullenip çekip gitmeleri, bu edilgenlikten kahramanlik ve trajik yücelik yaftasina siğinma aptalliği dayatilmiyor filmde. Dayatilimiyor ama ille de intihar etmeyin, hayatta kalmayi tercih edin diye de kör gözümüze ahlak kumkumasi parmaği da sokulmuyor doğrusu. Üç kadinin da birey olduklari ve bireysel kararlarini aldiklarini düsünüyoruz film bittiğinde. Laura, toplumun ona ne diyeceğine aldirmadan önce intihari deniyor ve nefis bir okyanusun otel odasini basma

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 41


Sinema sahnesinden uyanarak hayati tercih edip gidiyor yad ellere. Onun bu karari tipki Almadovar’in Konus Onunla’sinda olduğu gibi baska bir seye dönüsüyor (minimalist müziğin ünlü ismi Philip Glass müzikleri yapmis ve belki de bu yüzden “Metamorphosis” adli parçasini kullanmis, ne dersin sinema tutkunu dostum Çağdas Asan?) ve yasli Laura 2001 yilinda New York’a oğlunun arkadasini ziyarete geldiğinde hem bu tercihinin doğru olduğunu anliyor ve ödülünü aliyor (Clarissa’nin genç kizi Julia ona sarilinca anliyoruz bunu) hem de Clarissa’nin ölenle ölünmemesi gerektiğini. on yildir birlikte yasadiği arkadasinin bir “ucuz teselli” ve hayatinin önemsiz olmadiğini anlamasini sağliyor. Böylece, sevdiklerimiz için hayatta kalmaya çalismaktan çok kendi tercihlerimizle kendimiz için hayatta kalmamiz bir tercih olarak gösteriliyor. Sonra nasil olsa hayati bir sekilde birakacağiz ve “geldiğimiz yere gideceğiz” zaten. Woolf’un hassas yeğeni küçük kizin dediği gibi eğer “nereden geldiğinizi animsamiyorsaniz” ben söyleyeyim: üçüncü kadinin filmin sonunda animsadiği o mutluluk anindan gelmis olabiliriz kararina varmak sizin tercihiniz) Bu yüzden de, intihari yücelten değil, intihari yeğleyenlerin de yasama sevinci ile dolu olduklarini ama Thoreau’nun da dediği gibi insanin kendisine koyduğu kisitlamalar, yasaklar yüzünden hayati hücre hapisliğine dönüstürdüğümüzü de söyleyen bir film Saatler. Bu hücreye uyanan bireyin hücrede geçecek saatlerine tahammül etse mi etmese mi tercihini yapabilmenin de filmi. Woolf’u düsünecek olursak,

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 42

yazma edimi ile de ilgili bir seyler söylüyor film. En az iki sahnede, sizofren olduğu ima edilen Woolf yazarken karar verip tercih yaptiğini anlatacak sekilde dalip gidiyor. Bu kadinlari nesnelikten çikarip kendi kararlarini kendileri verebilecek özerk bireyler olduklarini ve kendilerini yeniden yaratabilecekleri yüzlerine, ellerine ve genellikle otururken ve bacak bacak üstünde düsünmeleri sirasindaki yakin plan çekimlerde gösterir film. Amelie’deki ressam gibi, ya da Salinger’in Çavdar Tarlasindaki Çocuk adli romaninin kahramani Holden gibi camdan insanlardir fakat kirilip dağilmak ya da yekpare durmak kararini kendileri vereceklerdir. Ya da üçüncü kadin gibi baskalarinin öykülerini yayina hazirlarken, kendi öyküsünü de yasamali ve “Bana bugün yasadiğin bir öyküyü anlatsana” dendiğinde kem küm etmemelidir. Aksi takdirde pencereden atlayip hayattan çekip gitmekten baska bir çözüm yolu yok gibi gelir insana. Richard pencereden atlayinca dramatik ironi ve hayat ironisi birlesir ve sahne 1951’deki doğumgününe ve pasta etrafindaki üç kisilik partiye geçmesiyle gelen alkisla belirlenir. Alkis yasamiçinde-ölüm ve ölüm-içinde-yasam muammasinin getirdiği umarsizliğin altini çizer. Woolf’un Mrs.Dalloway romaninda Septimus Smith de kendisini tümüyle terkedilmis hissettiğinden pencereden atlar, filmde de öyledir ama gay ve AIDS’li sair Richard Brown (Ed Harris) Clarissa için hayata tutunmaya çalismaktadir, bu yüzden de intihari kendisi için alinmis en doğru karardir, çünkü intihari ile ona odakli bir hayat

sürdüren ve kendisini ihmal eden Clarissa’yi da serbest birakmistir ama sözel ironi ile “Birak gideyim” der Richard, “Ben gideyim de sen de kendi hayatini yasa artik” alt metniyle. Richard’in pencere önünde ellerini ağzinda kavusturduğu sahne dekadan bir gey-tanri asaleti ile trajik bir yücelik iletiyor izleyiciye, kuskusuz katarsisten geçebilenlere ve aklimiza Philadelphia filminde Tom Hanks’in Maria Callas’in sesi esliğinde birbasina odasinda dönüsünü getiriyor. (Gel gelelim, geyler önünde sonunda Aids olurlar alt mesajini elestirmeye baslarsam bu yazi uzar gider; hele sol yaninizda oturan gafil hars hars kolesterol yüklü gevrekleri ve kolalari da boğazindan indirirken ve de üff çok yavas bu film diyerek dikkatinizi dağitirken iyice asabilesir bu deneme) Bir tren kimileri için hep kaçar, önemli olan trenleri kaçirdiğimizin farkina varip varmadiğimizdir. Woolf’un Mrs. Dalloway romaninda, Cunningham’in Saatler romaninda, bu romanlardan yararlanarak yapilan bu film, üç kadin trenin kaçtiğinin farkina varip ya istasyondan eve dönüp intihari, ya da ailesini, mutsuz yuvasini ve çocuklarini terkeden bir anne damgasini yemeyi göze alip hayati bir sürgün gibi yasamayi, ya da bir an önce silkelenip bindiği trende hayatin gözünün içine bakmayi öğrenmesi gerektiğini asilayan bir film. Çünkü sonunda ayni hayati birakiversek de ortak bir ruhun, benzer ya da ayni ritüelleri paylasan, ortak sevinç ve kederleri yineleyip duran, ayni faziletlerle insanlasan, ayni yanlislarla çirkeflesen insanlariz. Güzeliz ve reziliz. (Beauty and the Beast benzeri temalar nereden çikiyor saniyorsunuz?) Insan bir yüzyil boyunca ayni yazgiyi değisik zaman ve mekanlarda farkli saatlerde yasamis olabilir ama (‘Wittengstein der ki’ diye ikide bir bana ‘insanoğlunun iyiye doğru değismeyeceği’ ahkâminin saltik bir gerçeklikmis gibi sunulmasinin tersine) bu film iyimserdir çünkü alt metinde insan ask ve hayat bağlamlarinda ayniliklari yineliyor olsa da hiç değilse (teselli?) bazi ilerlemeler olabilir. Woolf’un intiharindan 1951’deki kadinin sürgünü yeğleme cesaretine, oradan da sevdiği kadini sevdiğini anlayip onunla belki bir iki on yil daha yasamayi göze alan New York’lu editöre doğru bir ilerleme olmustur.


Sinema

Filmin döngüsel kurgusu da bunu söyler, Woolf’un suya girip kendisini irmağa birakmasi ile baslayan film, tipki bir saatini tamamlamis gibi yine suda biter. Woolf bilir zamani gelmistir Yönetmen Stephen Daldry ve senarist David Hare (70li yillarda sosyalist Ingiliz tiyatrosu incelerken yapitlari ile tanistiğim bir oyun yazaridir) birlikteliği ortaya bir basyapit çikarmis. Film izleyicilerine konan yas siniri 13. Bu yastan küçük çocuklara “siddetle ebeveyn rehberliği” salik veriliyor afiste, “kimi sahneleri ve keskin dili” yüzünden. Keskin dil deyince aklima Allen Ginsberg’in “al atom bombani bilmem nerene (kiçina) sok” dediği siirini örnek alarak basladiğim uzun bir korku ve utanç siiri armağan edeceğim Amerikali ve Ingiliz yazar, sair ya da akademisyen dostlarima. Bize yolladiklari Huckfinn, Joseph Andrews, ya da en mavi gözlü Breedlove gibi masum ve ayriksi ve de tutunamayan karakterlerle kafamizi artik karistiramayacaklar. Bu yil sinemalarda gördüğüm en dürüst film Saatler ve Frieda. Ama ayni Amerika ve Ingiltere’nin onlarin tarihini her zaman desteklemis diğer sömürgeci devletleri de arkasina alarak Orta Doğu çevirdikleri petrol filmi gördüğüm en asağilik film. Anglo-sakson mirasin her yani kana ve petrole bulanmistir artik. “Çiçekler! Ne güzel, ne güzel bir gün!” diyebilmeyi çok isterdim bugünlerde. Hayat Güzeldir filminin sonunda Nazilerden kurtulan Yahudi çocuk ile annesinin alegorik ödülü tankin içinden “Hi boy, come here” diyen Gary Cooper ispiyoncusuna benzeyen yakisikli bir asker çikmisti ve simgeler ve imgelerden olusan belleğimde o tank özgürlük ile ayni anlami tasiyordu ve Yahudiler bunca aci ve kederin ödülünü Amerika’nin manevi evladi olmakla aliyorlardi (kendi yazgilarini baskalarina yasatmak üzere, ne yazik ki!) Aslolan bu mu? Bir ideoloji cinnet geçirecek ve “ötekinin” canina okuyacak, sonra bir kurtarici gelecek ve canavardan onlari kurtaracaktir. Bu masali çok yasiyoruz ve artik gerçek yasamin bir matrix olduğuna inanmaya ve bizlerin de Yüzüklerin Efendisi gibi bir kabusun karakterleri gibi görmeye basladik. Hal böyle ise, o zaman Anglo-sakson canavarlarin ser ikiz kuleleri ne zaman yikilacaktir? Dünya bu illetten kurtulduğunda kurtaricimizi elimizde

çiçeklerle mi karsilasak acaba? Hani malum, Iraklilar Amerika’yi yilin en “kral” sarkisinin da dediği gibi “ellerinde çiçekler” ile karsilamadilar ya. Korku ve utanç içinde daha ne kadar bakabilir ki insan aynaya? Iste yazmakta olduğum siirin özü bu. Dilerim Amerika ve Ingiltere ve onlara çanak tutanlar onca kiyimdan çöle döndürdükleri dünyamizda savastan sonra yasayacaklari “saatlere” tahammül edemezler ve tipki Septimus gibi artik ise yaramaz olduklarini anladiklari anda kendilerini karsilarina gelen ilk pencereden asaği atarlar. Benim bedduam böyle. Amerika ve Ingiltere’nin insanlik tarihi boyunca dünyaya yazdiklari serri izleme yas siniri kaç olmali sizce? Bence, çocuklara Amerika ve Ingiltere’yi doğal felaketler gibi öğretmeli

ve hayati karsilarken ve tercihlerini sevinç içinde kendi iradeleri ile yapmalarini öğretirken boyunlarina bir düdük asip kurtarici beklemek yerine ellerinde sopa hazir beklemeleri öğretilmeli. Belleğimizdeki Anglo-sakson imgeleri silinip yerine küresellesme karsiti, baris, kardeslik ve ütopya imgeleri yerlestirilmeli. Saatler “mutluluğa iliskin bir fikir sahibi olmak” gerekliliğinin de filmi. Benim mutluluk fikrim de ütopyalarda gezinir. Önemli dip not: Filmi Metropol Sinemalari’nda izlemeyin. Ses düzenleri yillardir berbat, havalandirmalari yok, perdeler yamuk ve görüntü net değil. Basyapitlar burada iskenceye dönüsüyor.

Fotoğraf : Yusuf Eradam

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 43


Emil Tode ve “Sinirda Bir Ülke” Üzerine Derleyen: Serdar Soydan

1999 yilinda, Egemen Öztan’in çevirisi ile Iletisim Yayinlarindan çikan kitabin, arka kapakta yer alan tanitimda; “Estonyali bir üniversite öğrencisi, "Doğu Avrupa'nin Kültürel Entegrasyonu Projesi" çerçevesinde, Fransiz siirinin baslica örneklerini Estonca’ya çevirmek üzere Paris'e gelir. Çok geçmeden iki dil arasindaki sinir, genç edebiyatçiya asilamaz gibi görünecek ve kendini simdiki zaman ile geçmisi arasinda sikismis hissedecektir. Bu yeni ve yabanci dünyada, tanistiği Fransiz bir meslektasi ile girdiği ask iliskisi, iç dünyasini da örseleyecek, sarsacak ve yeniden kuracaktir. Egzotizmin karsilikli çekimi üzerine kurulu bu escinsel ask, genç adami yasananlarla halüsinasyonlarin birbirine girdiği bir ruh haline sürükleyecektir. Bu iliskiye bir son verme isteği, onu sevgilisini öldürmeye kadar götürdüğünde, acaba sinirin hangi tarafindadir, gerçeklikte mi, hayalde mi?” diye anlatiliyor romanin konusu. 1993 yilinda Estonya’da basilan roman, kisa sürede dikkatleri üzerine çekmis ve birçok dile çevrilerek dünyanin pek çok yerinde basilma sansina erismis. Romanin birçok ilki var: Estonca yazilmis ve basilmis ilk gey temali roman olusu, 1991 yilinda toplanan, Litvanya, Letonya ve Estonya’dan olusan Baltik Assamblesi’nin 1994 yilinda vermeye basladiği edebiyat ödülünü almaya hak kazanan ilk roman olusu ve biz Türkiyeliler için, Estonca’dan Türkçe’ye çevrilen ilk roman olusu. 1962 Tallinn

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 44

doğumlu yazarin ilk romani. 1985 yilinda, bir siir kitabi ile edebiyat dünyasina giren yazar, o tarihten “Sinirda Bir Ülke” nin basilisina kadar, iki siir kitabina daha imza atmis. 1993’ten bugüne ise iki roman ve bir siir kitabi eklemis bibliyografisine (Son romani “Prenses” [1997] de, bir çok escinsel gönderme içeriyor/mus). Roman ayrica, Estonya Ulusal Edebiyat Ödülü ve Stockholm Tupilak Ödülü’nü (1996) de kazandirmis asil adi Tőnu Őnnepalu olan yazara. Yazarin bu son ödülü almasinin ardindan, Alman gey aktivist Colin de la Motte-Sherman ile, 1996 yilinin ağustos ayinda yaptiği röportajdan, kitabini ve kendisini anlattiği bazi bölümleri aktarmak istiyorum. C.M-S: Romaniniz hakkinda biraz bilgi verir misiniz? Emil T: Roman Paris‘te yasayan anlaticinin, Angelo adinda birine gönderdiği mektuplardan olusmakta. Anlaticinin cinsiyeti belirsiz, ki bu Estonca’da çok zor bir sey değil. Anlaticinin mektuplarindan, Fransiz siirini ufak bir Doğu Avrupa ülkesi diline çeviren bir çevirmen olduğunu anliyoruz. Ayni zamanda evinde kaldiği profesörü zehirleyerek öldürdüğünü öğreniyoruz -ama bu net değil-. Anlatici, Angelo’ya kitap boyunca Doğu Avrupa’da geçen çocukluğunu ve büyüme dönemini anlatiyor. C.M-S: Estonya’da basilan ilk gey romani yazmaniz sebebi ile Tupilak (Iskandinav gey&lezbiyen kültür ve sanat isçileri birliği) ödülünü aldiniz. Bu doğru mu, romaniniz Estonya’da/Estonca’da yazilan ve basilan, açik olarak

escinselliği konu alan ilk roman mi? Emil T: Sunu söyleyebilirim ki, ana amacim bir “gey roman” yazmak değildi, bir roman yazmakti -ki öyle yaptim. Ama nasil olduysa, “gey roman” yaftasi yapistirildi romanima. Romanlari böyle siniflandirmanin ve isimlendirmenin doğru olduğuna inanmiyorum. C.M-S: Bir romani bu sekilde nitelendirmenin yanlis olduğunu mu düsünüyorsunuz? Emil T: Yani yanlis değil, ama bu edebiyat okumanin ya da algilamanin en iyi yolu olmasa gerek. Bu yolla, ancak kendimize bir getto yaratacağimiza, ayri bir topluluk olusturacağimiza inaniyorum. Bir insan bu topluluğun üyesi olabilir ya da olmayabilir. Topluluktan olmayanlar fazlasiyla elestirici, içeridekilerse tapinakta ibadet eden inananlar konumunda. Bu, romani bir gey roman olarak okumak istemeyen insanlarin, romandan soğumasina ya da kopmasina yol açiyor hem. Estonya’da bu konuda bir tartisma da yasanmisti. C.M-S: Tartismaya sebep olan neydi? Emil T: Romanin escinsel temasinda ziyade, Estonya basininda, -yayinlanmasinin hemen ardindan baska dillere çevrilip bir çok ülkede basilan- romanimin ülkeyi yurt disinda temsil etmesinin doğru olup olmadiği üzerine bir tartisma yasandi. Bir kesim, böyle “pembe” bir kitabin, Estonya'yi temsil etmesinin doğru olmayacağini düsündü, ama bu çoğunluğun fikri değildi. 1994 yilinda, hem Estonya Ulusal Edebiyat Ödülünü, hem Baltik Parlementerler Assamblesi’nin ilk kez verdiği ödülü aldi romanim.


C.M-S:Yazarlarin genel olarak kendi yasam deneyimlerinden yola çikarak yazdiklari söylenir, bu sizin romaniniz için de geçerli mi ? Emil T: Tabii ki, ama tamamen otobiyografik de değil. Böyle olmasi da gerekmiyor hiçbir zaman. Yani, karakterlere ve olaylara uygun olmali kosullar ve çok otobiyografik bir noktadan yola çiksaniz bile, bazi seyler değisiyor. Baskalarininkinden farkli ve renkli olmadiğini düsündüğüm hayatimi anlatmak için yazmadim bu romani. Tabii karakterleri iyi tanimam ve onlara inanmam gerekir, ama hikayeyi ilgi çekici kilan olay örgüsünün nasil kurulduğudur. C.M-S: Yani, romani kafanin içinde tasarliyorsunuz? Emil T: Tamamen. Hatta bazen, yalnizca kafalarimizin içinde yasadiğimizi düsünüyorum hayati. C.M-S: ”Sinirda Bir Ülke” Estonca yazilmis ilk roman mi ? Emil T: Hayir, tam olarak değil. Ikinci Dünya Savasi sirasinda, sürgün olduğu Stockholm’de bir roman yazan ve bastiran biri daha var. Ama, toplumda bu konuda tartisma yaratan ilk eser benimki. C.M-S: Nasil bir aileden geliyorsunuz? Emil T: Normal bir aile. Annem muhasebeciydi, babamsa agronomist. Tallinn’in varoslarinda, küçük bir evde yasardik. C.M-S: Aileniz gey olmanizi kolay kabullendi mi ? Emil T: Bunu hiç tartismadik. Ikisi de oldukça yasli insanlar ve benim escinselliğimi kabul etmis görünüyorlar. Kitaplarimi ve hakkimda ya da kitaplarim hakkinda gazetelerde çikanlari okuyorlar. Ama bu konuyu hiç konusmadik, konusacağimizi da sanmiyorum. C.M-S: Neden?

Emil T: Bunun konusulacak bir yani yok. Gidip “anne, baba ben escinselim“ dememin kimseye bir faydasi olacağini düsünmüyorum. Biliyorlar, kabulleniyorlar; çünkü oğullarini seviyorlar. C.M-S.: Estonya’daki “siradan” gey ve lezbiyenlerin durumu ne? Emil T: Escinsel olarak yasamanin entellektüeller için daha kolay olduğuna inaniyorum. Ülkemde escinselliği yasaklayan ya da asaği gören bir yasa yok ve bu konu gazetelerde açik bir sekilde tartisilabiliyor, ama birçok ailenin konu hakkindaki düsünce ve inanislari çok “eski moda”. Bilmiyorum, aslinda bazi açilardan benziyorum sanirim öyküsü anlatilana, daha doğrusu öyküsünü anlatana. Benim hayatimda da yasanmis, yasanan ve yasanacak olan anlarin büyük izi var. Insanlarin da -belki gereğinden fazla- önemi var hayatimda. Ama bu hangimiz için böyle değil ki? Kendinden kaçis, doğduğu topraklardan nefret edis... Çok temel, çok derinde yatan sorunlar var... kolay adlandirilamayacak; varolussal... Karakteri sevemedim. Açikçasi bu yüzden, yazmaya oturana kadar canim çikti. Belki kendimle daha barisiğim, -ki bu neyi değistirir ya da karakteri, yani kendisi ile benim kadar barisik olmayan bir insani sevmememi gerektirir mi beraberinde?- belki değilim de, yalnizca öyle olduğumu saniyorum, belki... Roman olarak ele alindiğinda ve yazarin sair olduğu bilgisi de eklediğinde buna, insan, siirsel bir bütünlüğe ulasildiğini söyleyebiliyor -ki siiri yaratan salt

biçim değil; bakistir. Yani, burada anlaticinin anlattiği seye, hayatina, baktiği noktaya vardiriyorum lafi... Kendini tam olarak tanimlamamis, bu sebeple belki de, yasadiği seyleri yasadiğindan ya da tüm bu hatirladiği seyleri yasayanin kendi olduğundan emin olamayan Angelo’ya da değinmek lazim. Anlaticiyi anlamak kadar, mektuplarin yazildiği insani, Angelo’yu tanimlamak da önemli, romanin çözümlenmesinde. Angelo kim? Ideal erkek, sevgili, arkadas ya da hepsinden fazlasi mi? Ideal... Bu yüzden varla yok arasinda hatta -ki bu varla yok arasinda olus bile, anlaticinin/yazarin gerçekten kopuk, varla yok arasinda durusuna ödül. Idealler yoktur çünkü. Okuduğum her kitap gibi, beni yeniden, sil bastan, acimadan tanimlamalar yapmaya itti. Kuzeyli bir yazarin, olanca güneyliliğimle kolay kolay duyumsayamayacaği m hayata bakisini kavramaya çalisiyorum hala. Yazdiğim yazidan da belli olacaği üzere, hala bu “uzak” karakterin deneyimleri üzerine kafa yoruyorum -hatta siz bu yaziyi okurken bile onu düsünüyor olacağim her halde bir yanimla-. Escinselliğini, karakterini, tepkilerini ve yaptiklarini sorgulayacağim haddim olmayarak. Ama kendimi tanimlama sürecimde, karsima yeni bir deneyim, yeni bir escinsel duyus, yeni bir insani durus çikardiği için ona minnettar olacağim; sonsuza değin.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa45


Yeniden birlikteyiz ama Gözüm Ablaniz bu sayida maalesef biraz cani sikkin olarak karsinizda olacak. Çünkü her ne kadar karsi çiksak da yine beklenen oldu ve herkese rağmen savas basladi. Ama caninizi sikmayin güzellerim çünkü Busch beni bile dinlemediyse sizi zaten dinlemez değil mi efandim?

Canlarim merhaba; Sizlerin animsamadiği yillarda, henüz Gözüm ablaniz tüyü bitmemis yetimlere sarkintilik ederken yine böyle bir savas dalgasi dünyayi sarmisti. Ben daha 11 yaslarindaydim ve bir sabah duyduk ki Hitler adinda biri ordularini arkasina almis ve tüm dünyayi ele geçirmeye çalisiyor. Ayol o zamanlar naklen savas yayini yapan televizyonlar mi var? Muhtemelen, haber bize ulastiğinda Ruslar uzaya ilk füzeyi göndermisti bile. Ama tabi biz nereden bilelim. Bir panik evin içinde oraya buraya kosusturduğumuzu hatirliyorum. Rahmetli babam, ne de olsa saray terbiyesi almis, bizim yalinin alt katinda odunluk tabir edilen bir odayi siğinak haline getirmisti. Rahmetli adamin aklina mi gelirdi ki, dal gibi evladi o siğinakta annesine basilmamak için ne stratejiler gelistirerek hayata hazirlanacakti. Gelmezdi tabi. Ve babam da, “savas bitti ayol çikin disari, çikinda yüzünüzü görelim” diyerek gelen komsulari alman askeri sanip saldirdiği güne kadar yasayacağimiz siğinağimizi her türlü konforla bezemisti. Ben ergenliğin en atesli günlerini

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 46

siğinakta yasamis bir savas çocuğu olarak sizlerin tahmin edemeyeceği kadar yaralanmis biriyim canlarim. Hatta terapistlerimin hepsinin ortak fikri; benim grup seks sevdamin altinda yatan yalnizlik hissinin, o siğinak günlerinde öğrenilmis olduğu yönündedir. En aci anim ise güzellerim; siğinağa jakuzi siğmayacaği için banyo yapmak amaci ile konan leğende yikanirken çikan bir gürültüyü düsen bir bomba sanarak -söylemesi ayiptir- dal tasak sokağa firlayisim olmustu. O sirada oradan geçen bir turist de resmimi çekip, dünya basinina Vietnam savasindan bir sahne diyerek satmis ve zengin olmustu. Yillar sonra giderayak, bu gerçeği açiklama firsati bulduğum için çok mutluyum güzellerim. Aslinda daha önce açiklamak için çok firsatim olmustu ama henüz gey hareketi derinlesmemisti ve insanlar “but similya” mitini hangi heteroseksist mihraklarin dayattiği çözümlemesini yapmadiklari için utancimdan susmustum. Bilirsiniz çaktirmasam da mahcup bir yanim vardir. Grup yaparken hep söylerler, “kiz Gözüm Abla, sen kizardin biraz” derler.

Savas tarif edemeyeceğim kadar kötü bir sey canlarim. O yüzden ben de tarif etmemeye karar verdim. Ancak savas, “Beyaz, heteroseksüel ve Hiristiyan” adamin dünyasinda, “amaca varmak için her yol mubahtir” mantiği hiçbir ahlak ya da hiçbir değer sistemine takilmadan varolmaya devam ettiği sürece de devamli olacaktir. Gözüm ablanizin son yazisini okuyorsunuz canlarim. Çünkü ben ahir ömrümde bir ise yaramak amaci ile canli kalkan olmak üzere savasa gidiyorum. Bir bacağimi Musul’a, diğerini Kerkük’e dayayip kendimi bağlayacağim. Insanlik adina sehit olmus bilin beni güzellerim. Mezar tasima doymadan gitti diye yazin ki insanlar baris sehitlerinin nelerden vazgeçtiğini kavrayabilsinler. (Sanirim finali akilda kalici bir sekilde yapmak da ölümsüzlük hissi doğuran bir diğer yol. Keh keh keh...) Hepinizi yaladim canlarim. Iz’aniniz ve Ferasetiniz Gözüm Ablaniz


Sohbet

Lambdaistanbul’un 9 Mart 2003’teki Pazar Toplantisindan derlenmistir.

Ataerkil Sistem ve Heteroseksizm Üzerine Söylesi Can Yaman Didem Çoban

09/03/2003 Didem: Ataerkil sistem erkeklerin üstün olduğu kadinlarin ezildiği bir sistem. Heteroseksüellik bir cinsel yönelim, heteroseksizm ise, heteroseksüel olmayan insanlari ezme ve asaği görmektir. Heteroseksüellik toplumda tek ve normal olarak gösterilen bir yönelim. Evlilik ve aile kurumuyla kutsanmis ve bir zorunluluk halini almistir. Bu sekilde bütün escinselleri ezmektedir. Ataerkillik ise toplumda dayatilan kadinlik ve erkeklik rolleriyle ilgili. Toplumun en küçük birimi ailede, erkek etken kadin edilgen seklinde roller beliriyor. Bu toplumun her kesiminde var olduğu için, bunu sorgulamakta ve değistirmekte zorluk çekiliyor. Yeni doğan bebeğin cinsiyetine göre ataerkil sistem, nasil yasayacağini belirliyor. Buna ters düsen insanlar ise baskiya maruz kaliyor. Çünkü onlar anormal olarak varsayiliyor. Bu ayrica escinseller için de büyük bir sorun. Bu sorunla da konunun muhattabi olan kadinlar ve escinseller birlikte hareket etmeli. Simdi burada mücadele etmek için neler yapabiliriz, bunlari tartismak gerekiyor. Ayse: Bir grup Amargi’li arkadasla geldik. Biz aslinda kurulduğumuz günden itibaren, kadinlarla ve escinsel arkadaslarla hep beraberdik. Escinsel hareketle çok kesistiğimiz nokta var. Belli zamanlarda bir araya geldik. Bundan sonra da komisyon (Amargi ve Lambda arasindaki komisyon) araciliğiyla daha da pekistireceğiz. ; daha sürekli birlikteliğe dönüstürmeye karar verdik. Beraber is yapan grup olmaya karar verdik. Zamanla daha sistemli olarak çalismaya karar verdik. Bu yüzden komisyonu kurduk. Bu birlikte ilk çalismamiz. Kendisini daha farkli çalisma zeminine tasiyacaktir umarim! Günlük hayatta ataerkillik kendini devamli gösteriyor. Yapacağimiz çok is var. Berivan:Ayse’nin söylediklerine ek yapmak istiyorum. Türkiye’de kadin hareketi bağlaminda bir

çok grup ve çalisma var. Kadin hareketinin kendisi değil bir parçasi olarak tanimliyoruz. Belki bu tartismalarla birlikte tüm kadin hareketinin öznelerini escinsel hareketle birlikte yürütebiliriz diye bir anlayis vardi. Bunun bir baslangicinin olmasi gerekiyordu. Amargi olarak hiçbir ezilmenin bir diğerinin önüne veya arkasina geçemeyeceğini düsünüyoruz. Nasil sinif çeliskisi kadin erkek iliskisinin önüne geçemeyecekse, kadinlarin yasadiği ezilmede escinsellerin yasadiği ezilmenin önüne geçemez diye düsünüyoruz ve bunlarin bir çok noktada esdeğer olduğunu, ezilen kimlik olarak birlikte hareket etmek gerektiğini düsünüyoruz. Kaos, Lambda gibi gruplarla uzun zamandir tanismamiza rağmen kendi içimizdeki tartismalarin ezilme tartismalarina aktaramadiğimizi fark ettik. Kadin hareketindeki diğer öznelerle tartisamadiğimiz gibi escinsel hareketin özneleriyle de tartisamadik. Lambda’yla ortak olusturduğumuz komisyonla bunu hedefliyoruz. Birbirimize aktaracağimiz sorunlarimiz ve deneyimlerimiz var. Ciddi bir birikim yaratacaktir. Bunu da ilerleyen zamanlarda farli olusumlara ve çevrelere akitmamiz gerekiyor. Nasil escinsel hareketin ve kadin hareketinin toplumsal dönüsümü varsa, bunu paralel götürebilmek gerekiyor. Bu toplanti bir baslangiç, bu toplantilar devam edecek ve farkli farkli projelerle iki hareketin öznelerinin is yapmasini dönüstüreceğiz. Öner: Heteroseksizm heteroseksüelliğin tek ve yegane yönelim olduğunu dayatan bir düsünce, ataerkillikte erkeğin kosulsuz egemenliğini sart kosan bir sistem. Bunlarin akraba sistemler olduğunu düsünüyoruz. Ve zaman zaman ayni kökenden besleniyor. Belki konusmaya bu ezilmislikler birbiriyle iliskili buradan baslayabiliriz. Ben kendi animi anlatayim. Bayramda kuzenlerime gittim. Bir tanesinin bebeği var 1 yasinda. Ona bir sey öğretmisler. Hadi, hanim ol, diyorlar. Ellerini ve bacaklarini kavusturuyor. Bacak bacak üzerine atiyor ve böylece hanim olmus oluyor. Herkes eğlendi ama

ben eğlenemedim. Hanim olmayi daha bir yasindan öğrenmeye baslamisti. Bu kiz gelecek 18 yasina, o zaman da öyle bir hanim olacak. Kapanacak, büzülecek, saklanacak. Mesela erkek ol denmiyor, ”amcalara pipini göster” deniyor. Iste ataerkillik böyle bir sey. Gündelik hayatimizda çok sikça karsilastiğimiz durumlar. Heteroseksizm hakkinda aklimda bir örnek var. Bugün buraya gelirken otobüste yanimizda heteroseksüel bir çift oturuyordu. Bir kadin ve erkek, birbirlerinin elini tutuyorlar. Çok samimi bir sekilde. Bunda bir sorun yok ama bunu iki erkek veya kadin yapmaya kalkisinca ayni sekilde karsilanmayacakti. Muhtemelen tepki alacakti. Bunun karsisindaki siddet bulunduğunuz yere göre değisebilir. Bu da heteroseksizm. Can: Yalniz bir seyleri üretirken, bir seyleri ortaya koyarken ataerkillikten muaf olmadiğimizi açik açik görüyoruz. Bunlari, söz üretirken, sözle taciz ederken, birilerine laf atarken veya bir seylerde baskin olma çabasi gösterirken en iyi sekilde gösteriyoruz. Hatta biz her pazar sadece kadinlarin yaptiği toplantiyi anlayamiyoruz. Escinsel bir erkeğim ama ataerkillikten muaf değilim. Herhangi sözümün kadinlari rahatsiz edeceğini düsünemiyorum, kendi ifade edis sekillerini anlayamayabiliyorum. T. Deniz: Ataerkillikten bahsederken biraz da kadincilik yapmiyor muyuz? Escinseller de escinselcilik yapmiyor mu? Bence aynaya bakmamiz, kendimize bakmamiz gerekiyor. Karsimizdakini elestirirken bir kota koyuyoruz ve bu sefer karsi cinse yanlislik yapiyoruz. Ayse: Bizim için Anadolu’daki kadin, suradaki kadin buradaki kadin gibi bir ayrim yok. Kimlik olusturabilme çabamiz var, bir kadin kimliği. Ataerkillik her ezileni bulunduğu yerden birbirine karsi savastiriyor. Bunda da kadinin ve erkeğin, diğer ezilenlerden farki yok. Kadinin ayrildiği nokta, erkek karsitliği üzerinden gelistirilen bir politika değil. Bir ezilen kimliğin kendini var etme çabasi, karsitlik üzerinden birbirini tanimlama değil. Sorun, sadece bir grup erkek değil,

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 47


Sohbet toplum kadiniyla erkeğiyle, erkek mantiğiyla eziyor. ..... : Bir kimlik olusturma kaygimiz var. Kimlik olusturma sancili bir dönemdir. Escinsel mücadelede de ayni sorunlar yasaniyor. Toplumsal bir hareket kendisini olustururken sürekli çatisma yasar, hatalar yapar. Sonra geriye dönüp bakar sonra o geri dönüslerden bir tasvir yapar ve bu, sürekli gidisli gelisli bir yoldur. Tabi Amargi kendini idealize etmez. Hangi aliskanliklarimiz zorluyor diye düsünüyoruz. Sürekli kendini sorgulayan bir süreç. Biz hiçbir zaman kendimize kurtulmus kadin gözüyle bakmiyoruz. Tam aksine iktidarin yarattiği olumsuz seyleri üzerimizde tasiyoruz. Kesinlikle kurtulmus ya da özgürlesmislik söyleminin karsitliğindan çalisiyoruz. “Acaba o bahsettiğimiz kadinlari ne kadar katabiliriz”i düsünüyoruz, temsil etme kaygimiz yok. Herkes varolduğu sürece kendini ifade eder, düsüncemiz var. Hala belli soklari yasamadiğimizi düsünüyorum. Toplumsal harekette ne kadar ezilme üzerinden sok yasadiysan o kadar kendilerini var ediyorlar. Bizim arti yanimiz kendimizi çok zayif olarak görüyoruz. Varolusumuzda, escinsel harekette veya kadin hareketinde ne kadar ataerkilliği ya da heteroseksizmi sorguluyoruz. Bu sorgularin bir süre sonra birlestirilmesi gerektiğini düsünüyorum. Y. Deniz: Sorunun kökeninin biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasindaki ayrim olduğunu düsünüyorum. Insanlarin biyolojik olarak erkek doğmalarinin onlari ataerkil yapmadiğini düsünüyorum. Bu anlayis cinsiyetlere dayatilan erkeklik ve kadinlik rolleriyle ilgili. Bazi kadin örgütlerinin ya da escinsel örgütlerinin, biyolojik erkekleri potansiyel ataerkil diye tanimlamalarini yanlis buluyorum. Biyolojik erkek ve kadinlarin mücadeleyi kendi çatilarinda yapmalarinin, ileriye dönük bu kopusun, mücadeleyi basarisizliğa götüreceği kanisindayim. Geçen hafta burada yapilan kadin toplantisinda ben kiz arkadaslarimla geldiğimde, ”ben kendimi erkek olarak nitelendirmiyorum” demistim. Ben sokakta, üzerimde kadina dair bir sey tasidiğimda ve bunun için satasildiğinda kavga ediyorum. Sokakta orasi burasi ellenen bir kadindan bir farkim olmadiğini düsünüyorum. Ben bunlari toplantidaki kadinlara anlattiğimda salt biyolojik erkekliğimden ötürü toplantidan kovdular. Ben de kendimi israrla erkek olarak

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 48

nitelendirmediğimi söyledim. Amacim birlikte neyin ucundan tutariz diye konusmakti. Bana senin kadinlarin arasinda yerin yok dediler. Bunu bazi sivil toplum girisimlerinde de yasadim. Böyle kadin erkek ayristirilmalarinin cinsiyetçilik üzerinde mücadele gruplarinin önünü baltaladiğini düsünüyorum. Esra: Gerçekten oradaki tavra sasirdim. Escinsel kadinlarin biyolojik cinsiyeti erkek olanlara karsi tutumlari bana sert geldi. Ben kendimi erkek olarak ifade etseydim, biyolojik cinsiyeti kadin olmasina karsin , yasam tarzi, giyim kusam v.s. bakimindan, beni yine dislayacaklar miydi! .... : Kadin katliamlarinin nedeni ataerkillik. Yillardan beri olan bir slogan. Bunun nedenini bilmeden sadece buna son diyemezsin. Deniz’in kadin toplantisina girme durumunu, heteroseksüel erkeklerin inatla “ben de sizin araniza gireyim” çabasina paralel buluyorum. Ayni zamanda da kararlarda da var olmak istiyoruz dediklerinde ve 3’te 2 çoğunluğa eristiklerinde rahatsiz olunmayacak mi? Kadinlar genellikle erkeklerin bulunduğu toplantida konusamazlar. Böyle bir gerçek var. Karma toplantilara gelen kadin sayisi çok az. Yillar sonra daha çok kadin gelsin diye tartisiyoruz ve bu anlayis bunu dinamitliyor. Deniz’in orda da varolabilme isteği yüzünden, kadin katilimcilarinin önü kesilebilir. Deniz istediklerini “ben kadinim burada da var olacağim” söyleminden öte, toplantidan sonra sikintilarini dile getirseydi daha yararli olurdu. Deniz çiktiği zaman, diğer kadinlara kalsin mi diye sorduğumda herkes çiksin dedi. Deniz’in de buna saygi duymasi gerekiyor. Kadir: Beraber neyi yapabiliriz diye karma toplantilar var. Bunun disinda kadinlar kendi aralarinda neyi yapabiliriz diye konusurlar. Katagi savasa hayir koordinasyonundan ayrildiği zaman da olmustu. 8 Mart eylemlerinde de ayni seyler oldu. Lambda’da da her alt grubun kendi toplantisi var ama beraber ne yapabiliriz diye konusulan karma toplantilar düzenliyoruz. Hem Güztanbul toplantisindan sonra, görmediğim bir sürü kadin görmüstüm. ..... : Ataerkilliğin yeterince iyi sorgulanmadiğini düsünüyorum. Kaba anlamda ben ataerkilliğin karsisindayim demekle insanlar karsi olmuyorlar. O kadar farkli kültürel örüntüler halinde karsimizda varoluyorlar ki çözebilmis

değiliz. Kadin diye bir sey birakmiyor bu zihniyet, olabildiğince erkek bir coğrafya. belli kadinlar belli konularda teorik seyler yapmislar. Örneğin Mor Çati parasizliktan dolayi kapanmistir. Kadin örgütlerine rağbet yok. Kadinlar olabildiğince toplumsal yasamdan kopmus durumda. Solcular da ayni jargonu konusuyor. Kadinlarla belli bir zamanda olabiliriz diye bir söylem var. Kadinlarin o toplantida kendileri toplanmasi bir haktir. Ona karsi olmak içimizdeki erkeklikle ilgili. Kadin kendini zor ifade edebildiği için kendini bulma noktasinda erkekten daha asaği. Gey arkadaslar bir ölçüde erkekler. Toplumda bir çok seyden faydalaniyorlar ve bilinçaltlarinda o erkekliği barindiriyorlar. Bu noktada daha fazla çözümlememiz lazim. Öner: Escinsel olduğumuz için daha farkli düsünebiliyoruz, kendimizi o toplumsal cinsiyete bağli hissetmiyorum. Escinsel erkekler olarak küçük yastan itibaren kadinla karistirilabiliyoruz. Kadin olarak algilaniyoruz. Su an ben ve Deniz toplumda erkek olarak algilaniyoruz. Erkek olmak kadin olmak kendi içlerinde iyi veya kötü olmak değil. Buna yüklenen anlamlari biz kazaniyoruz. Bir kadin arkadasim evine dönerken insaatta çalisan isçilerin tacizine uğruyor ve artik bunu kaniksamis. Biz erkek olduğumuz için her gün tacize uğrama riskini tasimiyoruz ama kadinlar tacizi yasamasa bile o riski benliklerinde yasatmak zorunda kaliyorlar. Pinar’in bir söylesisinde çok az erkek vardi diğer katilimcilar kadindi. Söylesi basladi ve kendime “Öner söz alma” dedim. Söz almalar basladiğinda 3 erkek ayni anda el kaldirdi, simdi bu tesadüf olabilir mi! Pinar dedi ki pozitif ayrimcilik kullanacağim ilk kadinlara söz verdi. O erkekler, o benim hakkim diye yirtindilar. Bu erkekler de herhangi erkekler değil. Sözde bunlar sosyalist. Biz de böyleyiz. T. Deniz: Ataerkil erkeği yaratan kadin değil mi! Belli bir kadin prototipi çiziliyor. Kadinlik, anne olmak demek değil mi? Acaba buradaki kadinlarin kaçi anne? Çocuğu yetistiren kadindir. Ataerkil sistemden de en memnun olan kadindir. Türk kadinlarini salondan geçirmeden mitinglere atiyoruz. Avrupa kadinlari salonlardan geçti. Burjuva toplumunu yasamamis bir ülkede nasil bir gelisim sağlanir. Bir kisir döngü var. Berivan: Erkekliğin çok kolay


Sohbet

yenilebilecek bir sey olduğunu düsünmüyorum. Toplumda hiçbir erkek ben içimdeki erkeği öldürdüm, diyemedi. Kadinlar için de öyle. Biz de erkek gibi yetistiriliyoruz. Egemen kimlik bizde de var, erkekliği biz de yasatiyoruz. Her ezilen kendi içinde bir egemen yasatiyor. Kadin toplantisina erkeklerin girmesi , kadin bilincine saldiridir. Zaten yasamimizin büyük kisminda hep beraberiz. Tartismalarimizi hep birlikte yürütüyoruz. Kadinlar bir araya geldiğinde ama neden siz iki saat toplaniyorsunuz, deniyor. Ayni sey 8 Mart eylemleri için geçerli. Ben sunu diyorum” Ya birakin da 2 saat biz bize konusalim”. Çünkü her escinsel her kadin ayni seyleri yasamiyor. Farkli farkli yasamlar var ve bunlarin ayrica tartisilmasi gerekiyor. Bu hatir alacağim inadini birakin bir! Çok soyut tartismalar gibi bakiliyor ama bizim amacimiz bu tartismalari yaptiktan sonra ise dönüstürebilmek. Safak: Ben kutsal ailede yetismedim. Annem benim escinselliğimi sorguladiğinda, oğlumu ben yetistirseydim escinsel olur muydu, der! Ben de anneme bunun bir kimlik olduğunu, bir yönelim olduğunu, söylerdim. Geçenlerde Amargi’nin “Yoldan Çiktik” belgeselini seyredene kadar, annemi en yakindan taniyan kisi olduğumu düsünürdüm. Hatta annemle iliskimizi ana-oğul iliskisi değil de, es iliskisi gibi görürdük. Ben annemle her seyi paylasirimdan öte, hayatta pratiğe dökülmüs bir yasantim var. Ondan aldiğim güçle dünyada annemi en iyi anlayan benmisim zannederdim, ta ki belgeseli seyredene kadar. O belgeseli izledikten sonra annemi aradim ve defalarca özür diledim. Annem hep “ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” derdi. Sunu anladim toplumda oğlu için hep fedakarlik yapmak zorunda kalanin sadece anne olabileceği bireyin kendi kendine ağlayamayacaği, kurban edilemeyeceği için kadini onlar yerine kurban etme anlayisi var. Annemle konusurken sunu ondan rica ettim, bir daha bu deyimleri kullanma, bu deyimleri kimlerin, niye çikardiği çok açik ortada. ..... : Burada erkekler olsaydi, kadin örgütlenmeleri böyle olmayacakti, anlayisi çikiyor. Bu ayni 80 öncesi ve sonrasi kadin örgütlenmelere erkeklerin bakis açisi gibi geliyor. ”Kadin insan midir?” söylemi üzerinde çok konustuğumuz bir söylem. Çok

karsilastiğimiz bir sey. Beraberce var olabilmek, esit dinamikler üzerinden geçerlidir. Daha önce bahsedilenler, kadinlarin bu mücadelede eksik olduklarini gösteriyor. Biz daha genel çerçeveden bakiyoruz. Kadin toplumsal yasamda hayattan soyut ve yalitilmis ortamlarda yasadiği için, bu noktada kendinden çok çok asağida. Erkeklerin bu noktada kadinlarla birlikte olmasini istemeleri, kadinlari iyi anlayamadiklarinin göstergesi. Var olan bütün olusumlar genelde erkeklerin olusturduğu bir sey olduğu için kadinlar kendilerini ait hissetmiyor. Kadinin ilk basta kendi kimliğini yaratmasi gerekiyor. Varolan ataerkil sistem onlari bireysel, yalniz ve zayif birakmis. Birakin topluma dair bir söylemi kendi söylemini bile yapamaz hale gelmis. Herkes kendi değisiminin öncüsüdür, diyoruz. Kendi çatismalariyla gelisecek bir durum erkeklerin içinde varolarak değil. Kadinlar esit söylemi bile, ezilmelerini hiçe sayan bir anlayis olduğunu düsünüyorum. Tamer: Namus cinayetlerindeki töre cinayetlerine dönmek istiyorum. Bu cinayet türünün ceza indiriminde sorun var. Öldüren ve ölenin ayni sistemin kurbani olduğunu düsünüyorum. Bu tür cinayetleri arttiracak bir yöntem. Kadinda ve erkekteki ceza indirimlerinin cinsiyetlere göre kaldirilmasinin, bu cinayet türündeki ceza indiriminin hala var olmasindan daha utanç verici değil. Hukuk prosedüründeki bu farklilik cinsiyetçiliği ve ataerkilliği yok etmiyor. Sadece belli bir yasanin değismesi tüm çarpik gerçekliği ortadan kaldirmaz, aksine varolani görmezliğe yol açar. Töre cinayetlerindeki ceza indiriminin kalkmasi halen süren cinsiyetçi uygulamalarin sürmesi gibi. S. Can: Ben bunun bir iktidar sorunu olduğunu düsünüyorum. Lambda’da çoğunlukla escinsel erkekler oluyor ve su mentalite ortaya çikariliyor, escinsel erkekler olarak eziliyoruz. Ama escinsel kadinlar bizden daha fazla eziliyor. Ben efemine escinsel bir erkeğim, bir kadinla ezilmisliğim ayni durumda olmuyor. Ben bu durusumdan siyrilabilirim, laçovari olabilirim, ama bir kadin ezilmisliğinden kurtulmak için göğüslerinden ve vajinasindan kurtulamiyor bir iki dakikaliğina bile! Baska türlü kendini kamufle edemiyor. Güztanbul’dan sonra çikmis bir toplantiydi ve bunun çok anlamli olduğunu düsünüyorum. Bu bir firsat belki

erkekler neden kadinlar ayri bir toplanti yapma gereği duyuyorlar diye düsünme çabasinda olurlar. Böylece kendi içlerinde ataerkilliği düsünürler. .... : Sorunlarimizi kadinlarla daha iyi paylasiyoruz, kendisi olmayan seyin hareketi de olmaz, demokrasi diyoruz, bir yerde ast üst iliskisi varsa demokrasi olmaz. Bulunduğumuz yerden bir seyleri elestirmek de egemen bir tavir. Bulunduğu yerden, ötekilestirdiği seyi elestirmek ve distan müdahale edip nasil olmasi gerektiğini söylemek bir egemen tavir. Escinsel olmak erkeklikten siyrilmislik sağlamiyor. Kendini bundan kurtulmus sanmak bir yanilgidan ibaret. Kadinlar bir topluluk olusturduktan sonra yaninda var olan erkekleri değistirebilecekler. Sizinle çatisacak kadinlar yok. Iradeler yok ortada. Siz kendinizi ne kadar kadin olarak tanimlasalar da, problemin asil özneleri olmadikça soyut kalacak durus. Kadinlarin gelmemesinin nedeninin faturasinin yine kadinlara çikarilmasi da kadinlari soğutur. Kadinlari çok da iyi anlayamamanizdan değil. Biz Amargi olarak Lambda’yla escinsel irade olarak gördüğümüz için birlikte çalisiyoruz. Siz bizdeki homofobik yaklasimlari, biz sizdeki cinsiyetçi tavirlari konusarak, tartisarak ve çatisarak çözümleyeceğiz. Karsilikli iki irade anlayislari değistirebilir, çatisacak irade yoksa o çatismanin bir anlami yok. Escinseller bir irade olustururlar ve toplumu beraber elestirirler, yoksa heteroseksüeller gelip de escinseller adina bir sey yapmaz. Toplum ondan sonra heteroseksizmi sorgulamaya baslar. Kadinlar erkekler tarafindan ayristirildiklarindan iletisim kurmak için bile erkekleri araci koyuyorlar. Bulunduğumuz yerden baska ezilmeler üzerinden politika yapmak çok sağliksiz.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 49


Öykü

3 Kadin 1 Öykü... Arzu

Artik yarin yok ,umut yok, karamsarlik, evet karamsarliksa bu, evet, karamsarlik var hayatimda. Evet öyle düsündüm aklimdan geçti bunlarin hepsi su an. Aslinda uzun zamandir kandiriyordum kendimi.. Neyse,Bugün bitti en nihayet.. Pencereyi açtim, sigara dumani gibi gitmiyor umutsuz ask pencereden... Ağustosun baslarindayim, gitmek için geç. Kalmak için ..... ‘Imkansizdan baska bir kelime icat edilmedi mi daha?’.. Gitmeliydim, biliyordum ama nasil? Onu burada birakip nasil gidecektim? Hollanda, yeni hayatim, Serap ariyor her gün Hollanda’dan. Hangi cehennemde kalmisim, yoksa onunla yasamaktan, pembe panjurlu evimizden, çiçekli bahçemizden vaz mi geçmisim.. Laf arasinda sorguya çekiliyorum. Görevi icabi, iyi de yapar bunu zaten. Polis kendisi.. Ne kadin ama bazen ifadem aliniyormus gibi hissediyorum karakolda, ona yalan söylemek zor.. Zeki, ve mesleğinin zirvesinde, ifade almakta üstüne yok. Ne diyebilirim ki sana Serap, gelmek istiyorum ama.. Amasi var iste.. Yanimda olsaydi ‘Ne amasiymis o çabuk konus ‘ derdi. Siyah gözlerini sinirli bir sekilde kisip; yumruğunu sikarak.. Ben de ona soytarilik yapardim... Ne olur vurma, konusacağim, dur tutuklamayin vurmayin... O da kizardi.. ‘Dalga geçme benimle’ derdi. Ve uzun bacaklarini , her zaman tam karsisina koyduğu sandalyeye vurarak. Elinde içecek bir sey varsa sansliyim, belki sakinlestirir... Ya yoksa...... Ee.. o zaman çarsiya indiğimde yine bardak çanak falan alacam. Çünkü birkaç tanesi daha Serap‘in sinirlerinin gevsemesi için sakinlestirici görevi yapacak yeni boyanan mutfak duvarinin üstünde siyah

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 50

bir leke birakip parçalara dağilarak... Izmir; seni birakmak zor ve senin havani soluyan güzeller güzeli Esin..Ah! Ne seni ne de Izmir’i birakmak..... Serap’a söylenemez ki bunlar, o ancak yumruğunu sikip, kahve fincanlari ile atis talimi yapar.. Anlamak istemez, Çünkü O her zaman nettir. Her zaman benim tam aksime, mantikli.... Of! Sinir oluyorum sana Serap.. Bazen de gizli gizli kiskaniyorum bu kararli buz gibi mantikliliğini. Serap, Serap, Serap, sen baskasin ama Esin, Esin’in durumu çok farkli; Esin, evli bir kadin ,yani kisa bir zaman sonra evli bir kadin-di, olacak, bosanmak üzere. Bir de, dünya tatlisi bir oğlu var, Ozan. Neden bosanmaya karar verdin dediğimde bana yine beni bastan

çikaran yesil gözlerinden bir tebessüm sunarak cevap verdi: “Senin olmak için, tamamen senin, Özlem Özlem’im” . Özlem, evet bu benim adim... Sahilde yürüyorduk.. Sicak bir günü uğurlarken aksamin serin kollarina. Hiçbir sey demeden ben daha ona, hiç özel bir gün de değildi aslinda. Birden elimden sikica tuttu Esin.. Ve ‘Arik bitti esaretim bitti’, dedi.... ‘Esin! Yine basladin bilmece gibi konusmaya.. Neler oluyor?’ Denize bakiyorum onun yüzüne değil, çünkü, Esin’e bakarsam, of! Yine aklim karisacak, sigara yakiyorum. Esin’den yine ‘Çok içiyorsun’ yakinmasi gelmedi?! Konu ciddi! Himmmmm:

‘Dün kendi ellerimle yazdim bosanma dilekçemi, Selim’e de söyledim, Selim aptal aptal bakti bana. ‘Delirdin sen artik, dedi, Allah’tan Ozan burda yok, annemlerde dedi… Kizmadi, bağirmadi, ama inandirici gelmedi ona ben ve dilekçem.. Kizdim.. Su dizi filmlerdeki kadinlar gibi bir viski koydum kendime.. Içeyim dedim.. Içemedim. Komiktim aslinda.. ‘Içer misin Selim?’... Selim sinirlendi biraz.. ‘Bu saatte viski, yok bosanmak.. Git basimdan’ .. ‘Gitti Selim kapiyi çarpip, dünden beri yok,’ ‘Esin, ne oldu neden?’ ‘Özlem, sen delisin, inanilmazsin. Sanki ayrilmami istemiyor gibisin, neyin var?’ Esin’in yesil gözleri sinirlenince yesil bir ejderhaya dönüsür ve korkarim ona yakalanmaya. Sanki beni yutacak , yakacak korkarim o yesil ejderhaya yakalanmaktan. Bakmadim. ’Canim, ben yani evet ayrilmani istiyordum ama birden ne oldu onu anlayamadim. Saskinliğim bundan bebeğim, yanlis anlama.’ Hah, aferin bana, Esin’in en sinir olduğu kelime ile bitirdim cümlemi, ‘Yanlis anlama,’ ‘Aptal miyim ben, niye yanlis anlayim?’ der simdi. Dislerimi, afacan, az evvel yaramazlik yapmis bir çocuk gibi geçirdim dudaklarima hafifçe… Garip, hiç kizmadi… O çok mesguldü su an… Bosaniyorduuuuu… ‘Olmuyordu biliyorsun, zaten en basindan olmuyordu... Seni birakamam artik, Özlem on yildan fazla seni taniyisim, senin beni sevmelerin, benim senden kaçislarim, dönüslerim,senden korkularim, belki sirf bu korkular,senin yüzünden evlendim ben. Senin korkundan…’ ‘Esin, ne korkulari?!Ben senimi korkuttum bebeğim?!Ama nasil?’ Hava sicak sicak,boğuluyorum; ‘Serap! Serap! Tamam sesin daha iyi geliyor simdi. Ne yapiyorsun Allah


Öykü

askina, telefonu mu yiyorsun? Ne bu hasir husur sesler… Serap ya of! ‘Esin, canim, biletlerini okeylettirdim; önümüzdeki hafta cuma aksami buradasin askim. Biletlerini Efes Otel’in orda ki, her zaman ki yerden alacaksin. Biliyorsun ya, neyse. Unutma.’ ‘Serap ya. Çok güzel. Tamam bak simdiden heyecanlandim, hemen bugün alirim bileti,özledim seni. Nöbetin var mi bu aksam?’ ‘Evet! Maalesef bu aksam konusamayacağiz, yoğun bir gece olmazsa mesaj atabilirim sana. Dua et de hirsizlar, katiller ve diğerleri bu aksam fazla mesai yapmasinlar. Yoksa Serap’in isi çok olur seni arayamayabilir.’ ‘Serap! Dert etme, bu aksam ben de disari çikacağim, ama yinede katiller, hirsizlar fazla mesai yapmasinlar... Mesaj at bana …’ ‘Nereye?’ Serap basladi yine mesaiye!! ‘Arkadasima’ ‘Hmm, tamam, çok gecikme, disarisi güvenli değil.’ ‘Tamam Anne.’ ‘Dalga geç bakalim sen… Seni özledim, hem de çok, nasil geçer bu bir hafta yahu?’ Telefonu kapattik, içimi garip bir heyecan sardi. Haftaya Cuma Serap’da olacağim, Lanet uçağa bineceğim, Sevmiyorum uçaklari, öf! Aksam Esin’le bulusacağim, Serap’a söyleyemedim Esin’le bulusacağimi , kizar miydi acaba söyleseydim, belki..... Belki de hayir, bilemem, Serap bu, belli olmaz. Neyse en azindan bana yalan söyleme zorunluluğu birakmadi, Kim olduğunu sormadi, aksam kimle çikacağim konusunda. Lise çağlari… ‘Esin ! Saçmalama, bu öyle bir sey değil ki anlamak istemiyorsun’, ‘Evet ben salağim anlayamam’, ‘Öyle değil Esin, sinavlara ne kaldi surada, ne isin var elin herifiyle Çesme’deki yazlikta? Daha doğru düzgün tanimiyorsun bile.’ ‘Kiskaniyorsun!’ ‘Hayir, basina bir is gelir diye korkuyorum.’ ‘Ne olacak ki, hem bir sey olsa sen beni korursun.’ ‘Ben yaninda olmayacağim ama...’ Düsünüyordum lise çağlarimizi Esin ve ben lise birde tanismistik, ve oldukça tartismali hatta zaman zaman kavgaya dönüsen olaylar yasanmisti aramizda.

Esin, herkesin basini döndürecek kadar güzel bir kizdi. Tüm aç kurtlarin çevresinde dolastiği bir güzellik, o kadar korunmaya muhtaç bir kiz... Esin adi gibi herkese esin kaynaği olacak bir kiz..Ama; O’na siir yazacak kimse yok.. Sadece ben bilirim onun değerini, disarisi kötü… Bir Esin, bir esin perisini anlamayacak delilerle dolu… Zarar verecek vampirlerle... Güzel olduğunu bilirdi Esin ama bununla gurur duymazdi. Sürekli okurdu: ‘Daha güzel değil daha zeki olmak istiyorum’, derdi. O hallerini severdim Esin’in, tüm aç kurtlarin arasindan siyrilip , tüm savas alanlarindan kurtulup eline aldiği bir kitapla oturusunu, bana gülüsünü severdim. O hallerini Esin’in, herkese göre herkesin sevgilisi bir baskadir ama, Esin bambaskaydi. Tüketmek istemiyordum ona olan sevgimi, ona asik olduğumu bilirdi, hep onunla olduğumu. Çoktan fethedilmis bir kale çoktan kazanilmis bir savastim belki de onun gözünde tek bir kursun bile harcamadan, tek bir strateji için kafasini yormadan... Ya da benim kuruntum, benim kendime acima hallerimdi bu sav, bilmiyorum. Esin’in o hallerini hep ama hep sevdim ben..... Ne kadar yil oldu, ben 30 oldum artik, tam 14 sene ona asiğim,ona taptim belki,o bir gün gelmedi ona tapinma ayinine. Tam 14 sene elimi her uzatisimda tuttu elimi tam onu çekecekken kendime. O yok oldu. Telefonlari açilmaz oldu, mesgul oldu, kayboldu. 14 yil oldu askim bitmedi mi? Belki evet… O çocuk yillarinin heyecani kalmadi, yerine dingin sularda biraz nefes almaya çalisan bir savasçinin kalbi kaldi, ama savaslari kaybettiren Esin hep Esin.....Ben kaçmadim savas meydanlarindan, korudum da hep seni Esin, ama bazen sen değil miydin benim düsmanlarimla gülüsen bana sirtini dönüp, ateskes imzalattirmak zorunda birakan..Aslinda hiç imzalamadim ben o ateskesleri hem de hiç.. Hep öyle göründüm, sen istedin diye.. Ben hep savas halindeyim 14 yildir. Elim tetikte, su uyur düsman uyumaz halleri, aç susuz. Biraz uyumak istedim, birazcik, simdi olmaz diyorsun, ben gidiyorum Esin’, ‘Kal’ diyorsun. Savasmaktan yildim diyorum ‘Savas’ diyorsun… Nerden bileyim yine düsmanlarimla gülüsmeyeceğini Esin, nerden??

UZAKTAKI Hey... Uzaktaki pes etmedim Varsin cürmüm kadar yansin Eskiye ilik gözyasi Meğer aldanmanin kör isiği Dertlenmenin çok uzakta Yüreğinin bir parçasi Bunlar deli saçmasi Yarenlik değil Adavetlik istersin Zarari yok uzaktaki Ben seni tanimam sen de beni Maksat uzakta var ya biri Üçtür kaçmak bilmisim Oradaki buradaki uzaktaki Kimin kimden haberi var ki Günes görmemis su Kaçirilanlar kadar derin Duruluğunda katiksiz hali Nisan yağmurunu da eklemek gerek Kaçiyor iste bir seyler Uzaktaki hava karariyor Var git yoluna Bir uzaktaki bulurum daha nasil olsa Aytül Sever (15 .07. 2000)

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 51


Öykü

Hamamin Kubbesinden Sizan Isik Seli Emre Fidel Aktas

Sakarya’nin barlari sokağin renkli ve arabesk karanliğinda yavas yavas kapanmaktaydi; ana cadde boyunca trafik yavaslamis, isikli caddenin üst tarafinda meydana gelen trafik kazasi nedeni ile de polis ve ambulans isiklari caddeyi renk cümbüsüne boyamislardi. - Sanirim yine biri ölmüs. - Sanirim - Fena halde sarhos olduk Murat çok içtik çok… - Biralarin çoğunu sen içtin abi, biz kalanini içtik eve kadar gidebilirsin değil mi? Gidemezsen bize gidelim. - Giderim giderim rahat giderim. Ambulans yavasça hareket etti. Polis arabasinin isiklari da söndü. Deniz, Murat’in omuzuna yaslanmis ağir ağir durağa yürüyorlardi. Deniz tiyatro kurumcasi tragedya kahramanlari kadar bilgili, esrik kadinlar kadar cilveli, kendini umutsuz vaka olarak görse de fazlasiyla mutlu ve yakisikli bir adam. Deniz’in tiyatroyu seçme nedeni lise tiyatrosunda yasadiği heyecanlar, farkli olma arzusuydu. Artik bu duygulardan eser de kalmamisti ya her tiyatrocunun yasadiği üzere umutsuzluklari teatrel sevinçlerini boğmaktaydi. Küçük mutluluklara öyle çok ihtiyaç duyuyordu ki, çağdas Fransiz

KAOS GL Nisan – Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 52

Tiyatrosunun iyi yazarlarindan Bernard Marie KOLTES’in Bati Rihtimi adli oyununu daha yeni okumustu. - Içkiyi fazla kaçirmisim galiba. - Abi bak eve gidemeyecek durumdaysan bize gelebilirsin. - Hayir hayir ben kendim giderim. Birazdan otobüs gelir lütfen geri dön. - Yarin okulda görüsürüz, iyi geceler, dikkatli git! - Iyi geceler! Otobüsün gelmesine daha 10 dakika vardi. Fena halde çisi gelmisti. Durakta kendisi disinda bir kaç kisi daha vardi, kimseye fark ettirmeden durağin arkasindaki bahçede bulunan çam ağacinin dibine çisini yapti. Çisini yaparken garip duygulara kapildi, pantolonuna da isedi. Tiyatrocu olmasinin ağacin dibine isemesiyle çelisip çelismediğini düsündü, çok umursamadi. Içkili olmasaydi asla yapmazdi, çok utanirdi; düsünürken otobüs de geldi. O gün okuldan sonra arkadaslariyla bulusup içki içmeye karar vermislerdi. Sakarya’nin çukur barlarinda bira içip söylesmislerdi. Murat tiyatro ve siir iliskisi hakkinda bir yazi yazmak istiyordu; yazinin izleğini olusturmakta zorluk çektiği için Deniz’in fikrini öğrenmek istedi. Içkinin ve dumanli çukur barin etkisiyle Deniz önce pek önemsemedi. Ama tiyatro siirden doğmamis miydi? Antik Yunan’da

tiyatro yazarlarina tragedya sairi denmiyor muydu? Tragedyalarda ki koro parçalarinin siirsel metin olarak evrenselliğini koruduğu fikrini masada ki herkes desteklemisti. Ama yazinin kritik noktasi Türk tiyatro yazininda sairlerin siirlerinin oyunlastirilmasi, yeterince oyun yazilmamasindan, üretimsizlikten kaynaklandiğini, bunun elestirlmesi gerektiğini vurguladi. Murat ise Deniz’in fikirlerine genelde katilsa da siirlerin oyunlastirilmasini elini tasin altina koymak, diye değerlendirdi. Içkinin de etkisiyle bir türlü uzlasamadilar. Konu da gittikçe naiflesmeye baslamisti. Otobüs Eryaman’a yaklasmis, midesinin bulantisi, bas ağrisi çok siddetlenmisti. Sabahleyin yine hamama gitmeyi aklindan geçirdi. Hamamlari çok severdi. Hamamlar kendisini özgür hissettiği mistik ve gizemli yapilardi. Ama önce eve ulasip annesine ciddi bir açiklama yapmaliydi. Büyük ve zorlu bir mücadeleden sonra anahtari kapi deliğine soktu. Hafif sallanarak eve girdi. Her içki içtiğinde olduğu üzere yüzü pancar gibi kirmizi bir görünüme bürünmüstü. Yaptiği gürültüyle annesini uyandirdi; nefesini tuttu; komik bir hareketle içeriye süzülmeye çalisti. Karanlikta odasinin yolunu el yordamiyla bulmaya çalisirken örgü paspasin


Öykü

üzerinde dengesini kaybedip yere yuvarlandi, omzu koltuğun kösesine çarpti ve fena halde cani yandi. Annesi koltuk altlarindan tutup onu kaldirdiğinda utanmayla karisik siritmaya baslamisti. Midesindeki bira ve beynindeki ağri fokurdayip duruyordu. Kamburlasmis sirti düsük omuzuyla, yari korkuluk, yari tiyatrocuya benziyordu. Annesinin elini tuttu; annesi onu çekistire çekistire banyoya götürdü. - Bir daha sakin bu kadar içme. Algilamakta zorluk çekiyorum. Içki içmenin bir anlami olmali, insan nedensiz içmez. Lüften seni bir daha böyle görmek istemiyorum. - Peki anne - Üstün basin les gibi içki kokuyor. Pantolonundaki lekeler ne senin? Kustun mu yoksa? - Hayir anne. - Hemen dusun altina giriyorsun, biraz rahatlarsin. - Hayir dus yapmak istemiyorum; çok uykum var, hemen uyumak istiyorum Içinden nasil olsa yarin hamama gideceğim diye geçirdi. - Evladim suyun altina gir rahatlarsin. - Hayir istemiyorum. - Girmiyor musun? - Anneeeee! - Peki peki… Yatağina yatiğinda anlamsiz bir rüya gördü. Rüyasinda üç yil önce ölmüs babasiyla beraberdi. Babasinin esmer terli vücudu göbek tasinin üzerinde yatiyordu. Yüzünde naif bir gülümseme vardi. Deniz’I yanina çağirdi. Onu gidiklamaya basladi. Artik görüsemeyeceklerini, onu çok özleyeceğini söyledi. Deniz hiç birsey anlayamamisti. Tellak babasini beyaz bir çarsafa sarip çarsafin üzerine kokulu baharatlar koydu. Bu rüyayi sabah kalktiğinda hatirlamisti ki Murat telefon etti. Arkadasina hamama gideceğini, hamam dönüsü okulda görüsebileceklerini söyleyerek telefonu kapatti. Deniz üzerine Ispanyol tipi keten takimini giymis, yakasinin iki düğmesini açikta birakmisti. Ulus meydaninin ortasinda omuzunu biraz düsürüp vücudunu iki yana hafifçe sallayarak, Opera’ya doğru yürüdü.

Küçük Tiyatro’nun bulunduğu Cumhuriyet’in tarihi hüznünü tasiyan Efkaf apartmaninin önünden geçti. Bu hamam sefasi sana iyi gelecek oğlum, üstelik hamamla ilgili siir de yazmak istiyordun. Hamama gitmenin verdiği heyecanla içkinin verdiği masukluk, bas arğisi ve eksi bir surat birbirine karismisti. Deniz Opera’dan Denizciler’e döndüğünde bulvarin gürültüsü kayboldu. Kösede her zamanki kokoreç saticisi ve eski esya satan esnaflar gurubuyla karsi karsiya geldi. Kalabalik sokaği arkasinda birakarak yoluna devam etti. Sokağin kösesinde bos bir otopark vardi, kaldirim üzerinde ise nakliye kamyonetleri sira sira dizilmislerdi. Dükkanlarin önünde ise ahsap masalar sandalyeler ve eski esyalar durmaktaydi. Hepsi eskiydi, mahalle de, esyalar da, araçlar da. Deniz sokağin sonuna geldiğinde sol tarafa gitmek yerine birden sağa döndü. Halbuki hamama giden yol sol taraftaydi. Deniz ise eski Yahudi evlerinin bulunduğu Yahudi mahallesine giris yapti. Bu mahalle Ulus’un eski yerlesim birimlerinden olmakla beraber, ölüme terkedilmis haliyle, tarihin canliliğinin, renkliliğinin kesistiği farkli bir mahalleydi. Deniz yesil boyali ahsap avlulu evin önünde sümüklü çiplak bir çocuğun ölü bir kediyle oynadiğini gördü, hizli adimlarla mahalleden ayrildi. Tarihi Ulus hamami ve buğulu kapisi. Girmeden tarihi yapiya söyle bir bakti. Içinde tuhaf heyecanlar vardi; garip duygulara kapildi, hatta biraz korktuğu da söylenebilirdi. Eski anilar canlandi; babasini hatirladi. Unutmak daha iyi. Hamamdan içeriye girdi. Ahsap dis kapiyi kapatip ikinci kapiyi açti. Içinde sanki baska bir boyuta geçiyormuscasina bir his vardi. Burnuna ağir rutubet kokusu çarpti, ama bu koku hamamla özdes bir koku olacak ki asla rahatsiz olmadi. Kokuda hamamin büyüsüne kapilmasini sağlayacak mistik bir yan vardi. Hamamin girisi genis yuvarlak bir avluyu andiriyordu. - Hosgeldiniz abi. - Hosbulduk. Ortada gri renkte ağir bir soba

duruyordu, çevresinde sandalyeler ve girisi çevreleyen soyunma odalari vardi. Sağ ve sol köselerden üst kata çikilmaktaydi. Sağ taraftan pestemalli biri indi, garip garip bakti, - Ne kadar ? - Sabun ister misin ? - Evet, lütfen. - 4.000.000 - Tesekkür ederim. - Üst kat, 24 nolu oda . Kafasini kaldirinca üst kattaki odalari gördü. Cami kubbesi gibi göğe doğru yükseliyordu bombeli bir mimari yapi. Pestemalini giydi. Kendisini inanilmaz derecede yalniz hissetti. Tahta ayakkabi ve bez parçasi, antik flozoflar gibi... Odadan göbek tasinin tepesindeki kubbe deliklerinin isiğini görmek için gideceği yol, tellaklarin ve diğer müsterilerin sizi gözleyeceği çetrefilli bir yoldu; artik yüzünüze maske takma sansiniz kalmamisti. Musambayla kapli tahta merdivenlerden asağiya tedirgin hareketlerle indi. Tiyatrocu olmanin verdiği havayla hamamin mimari yapisini inceliyor tenine yansiyan korkuyu hissettirmemeye çalisiyordu. - Kese ister misin? - Evet. - Sen terle, ben geliyorum. Ahsap islemeli havlu dolabinin yanindan metal kapiyla açilan yikanma bölümümne geçti. Birden yüzüne cehennem sicaği çarpti. Hamamin en güzel yani da disariya göre farkli hava kosullarini ve zamansizlasmayi yansitiyor insana, diye düsündü. Cehennemin en harli yeri olan saunada ahsap oturaklarin üzerine çöktü. Hos cehennem böyle bir yerse kötü de olmamaliydi. Günah islemenin cazibesini düsününce keyifli bir yer olduğu kesindi. Terlemek ve keselenmek, yilanlarin deri değistirmesi gibi, ölüp dirilmek ritüellerini andiriyor. Hamamdan çikinca sanki yeni bir dünyaya adim atiyorsunuz, ne cici bir fantazi. Biyikli zayif tellak sallana sallana saunaya girdi. Geçerken diğer müsterilerin vücutlarina dokundu, pestemalinin ucunu sikti ve Deniz’e soru sormaya niyetlendi. Deniz tellağin geldiğini görünce acemice sardiği pestemalini düzeltti. Ayağa kalkarken sicak duvara çarpti

KAOS GL Nisan – Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 53


Öykü ve yandi. Biraktiği anahtari sira sira dizilmis banklara benzeyen oturağin üzerinden aldi. - Kardes terledin mi? - Evet terledim. - Yat o zaman tasa. Sicak göbek tasina oturdu. Zayif ama göbekli tellak, büyük el hüneriyle yüz üstü tasa yatirdi. Yillarin verdiği ustalikla pestemali açip katlaya katlaya iki kalçasinin arasina sikistirdi. Bir erkek için vücudunu baska birine teslim etmenin tedirginliği kabullenmek zorunda olduğu bir gerçekti. Bu deneyimi daha önce yasamisti. Teshir edilen kadinlari düsündü, garip düsünceler kafasinda gidip geliyordu. Kesenin mahrem yerlerine değmesiyle arinmanin zorluğunu, bedelini düsündü. Bir yandan terleyip rahatlarken, vücudunun el değmemis noktalarina doğru bir hareketlenme olmasi, bedenin kasilmasina, karsit hislerin bir arada yasanmasina neden olur. - Boynum çok rahatsiz, orayi keselemeyin lütfen. - Istersen masaj yapayim, kütletirsem geçer. - Aman aman, lüften, doktora gittim ilaç tedavisi görüyorum; hafifçe üzerinden geçin lütfen. Okulda çikardiklari fanzin siirlerini yayinliyordu. Hamamla ilgili bir siir yazma düsüncesindeydi. Siir yazma tarzi düzyazi siirine, siirsel metne çok yakindi. - Sirt üstü dön. Yavasça vücudunu diğer tarafa çevirdi. Tellaksa vücudunu çevirisinin orantili bir sekilde pestemali bacak arasindan vücudunun önüne, penisiyle hayalarinin tam üzerine gelecek sekilde örttü. Tellakla yüz yüze gelmislerdi, gözlerinin içine bakti. Duygularini merak etti tellağin, suursuz, hissiz refleksleri hayal kirikliği yaratti. Ama çaresiz, mağlup bir güresçinin hissettiği ezikliği yasayarak, tekrar yüzünü çevirdi. Kumral saçlari, kahverengi gözleri ve beyaz teniyle, biyikli, sisman erkeklerin arasinda renkli ates topunu andiriyordu. Hafif sivilceli yüzü, gözleri isil isil sevinçle parliyordu, çevresindeki insanlari hiç küçümsemedi, onlari ciddiye alarak tek tek inceledi.

KAOS GL Nisan – Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 54

Tellak ayaklarinin birini keselemis diğerine geçmisti. Temiz ayağini hareket ettirince yandan geçen adama ayaği çarpti; sessizce, pardon, dedi. Sevimli suratiyla siritmaya basladi; adam ise eksi ve terlemis suratiyla kendi kendine söylendi. Kisa boylu tiknaz bir adamdi, kara kaslari ve biyiklari ve biyiğinin üstünde bir ben vardi. Yüzü de delik delikti. Deniz gülümsemeye devam etti. Tellak isini bitirdiğinde Deniz’i kaldirdi, pestamelini sarmasina yardimci oldu. Kese yaparken yüz vermeyen tellak Deniz’ in yüzüne küçümseyici bir bakis firlatti: - Sihhatler olsun… - Tesekkür ederim… - Çikarken bizi unutma he… - Tabiki… Rahatlamisti, ama yorgun savasçilara özgü bir hüzünle takunyalarini giydi. Yuvarlanmamak için mermer duvara tutunurken bir yandan da islanmis pestamelin düsmemesi için zoraki tutmaya çalisiyordu. Metal kapidan havlucunun sandalyesine kendisini birakti. Bebek gibi her tarafi silindi sarmalandi. Elindeki sade gazozuyla 24 numarali kabinin yatağina uzandi. Bir an uyur gibi oldu, hemen kalkti, biraz silindi, saatine bakti, panikledi, gazozunu içip kağidi kalemi eline aldi “ sehvet hamamlari varmis / pos biyikli adamlar derin yanlizliklara naif dalga sesleri tasirlarmis / ama nafile / ayin sirasini beklemesi ve kaçinilmaz siranin herkese gelmesi gibi sevda tene hayran kismetini erkek bedenine bağlamis / tasrali / kaderini kederini umursamazmis / bu coğrafyada da baska türlü yasanmazmis.” - Saçma sapan bir siir oldu, hemen okula yetismeliyim. Hemen üzerini giydi ve tarihi ulus hamami ile hüzünlü bir ayriliğa kendini hazirlamaya basladi. Hamamin avluyu andiran girisine indi. Yanaklari yumusacik pembe seker gibi görünüyordu. Telleğa ve avlucuya bahsis verdi, büyük bir mutlulukla siritti, arkasina bakmadan aceleyle hamamdan çikti. On dakikaya kadar okulda olurum, diye düsünüyordu. Birden silkindi, okul yerine eve doğru gittiğini

fark etti. Okula hamama geldiği yoldan gitmeye karar verdi. Operaya inip Sihhiye’ye devam edecekti. Yahudi mahallesinden çikti; caddeden karsiya geçmek üzereydi, köseden hizli bir araba döndü. Deniz yola devam etti. Yol genis ve kalabalikti, kaldirimlarda yük kamyonetleri vardi. Karsidan karsiya geçerken tuhaf olaylar oldu. Aci bir fren sesi duyuldu. Deniz, otomobilin üzerinden yolun diğer tarafina düstü. Otomobil ise durmadan uzaklasti. Deniz göbek tasinin yukarisindaki kubbenin deliklerinden muhtesem bir isik seli altindaydi. Isik prizmalarinin yari saydam parçalari, replikleri, notalari ve destanlari görmesini sağliyordu. Hamamin kubbesinden sizan isik selini daha önce göremediği için hayiflandi. Tellağin yüzüne sevimli sevimli siritiyordu. Tellak ise yavas yavas Deniz’i yikadi, duyamayacaği seyler söyledi; ama Deniz söylediği seylere özel anlamlar yüklüyordu. Ayağinin çarptiği kara kasli, biyikli ve biyiğinin üzerinde beni bulunan adam, anneannesinin evinde görebileceği ak pak bir çarsaf getirdi. Adamin kizginliği geçmemisti. Deniz, hamamdaki diğer insanlara isik saçan gülücükler gönderdi. Bütün vücudunun hafiflediğini hissetti. Tellağin pestemali yavasça kayboldu. Deniz’i beyaz çarsafa sarip, üzerine koku veren baharatlar koydular, öğle namazini takiben kilinan cenaze namaziyla mezarliğa defnettiler. Imam önce adini sordu, sonra da annesinin adini…. Kutuyu mezara indirdiler, kapaklari kapatip üzerine toprak attilar. Deniz, artik hamamin kubbesinden sizan isiği göremiyordu….


Belçika Ayni-cins Evliliği Kabul Etti Belçika Temsilciler Meclisi, 91’e karsi 22 oyla (ve dokuz çekimserle) ayni cinsten çiftler için tam evliliği 30 Ocak’ta yasallastirdi. Ayni-cins evlilik evlat edinme haklarini içermiyor. Senato, Haziran’da yürürlüğü girecek olan yasayi daha önce onaylamisti. Yasa, medeni kanuna “farkli ya da ayni cinsten iki insan, evlilik sözlesmesi yapabilirler” maddesini ekliyor. Adalet Bakani Marc Verwilghen, “Artik kafalar değisti. Evliliği ayni cinsten insanlara açmamak için artik herhangi bir sebep yok” dedi. Yabancilarin Belçika’da, sadece eğer evlilikleri kendi ülkelerinde de taniniyorsa, evlenmelerine izin veriliyor. Ayni-cins ve karsi-cins evlilik arasinda ayrimlarin olmadiği tek ülke ise Hollanda. Bu ülkede yabancilar, ülkede kisa bir süre ikamet ettikten sonra evlenebiliyor. Çok sayida ülke, escinsel çiftlere evlilik haklari ve yükümlülüklerinin yüzde 99’unu taniyan değisik türde yasalar çikardi. Bu ülkeler Kanada (Quebec’in yasasi en kapsamli olani), Danimarka (ve Grönland), Finlandiya, Fransa, Almanya, Macaristan, Izlanda, Norveç, Portekiz, Isveç, Isviçre ve ABD’nin Vermont eyaleti. Yani sira, escinsel çiftler Avustralya, Avusturya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Ispanya, Birlesik Krallik ve dört ABD eyaletinde belli bazi evlilik haklarina sahipler. Kanada Escinselleri Sayiyor Istatistik Kanada, ülkedeki escinselleri sayiyor. Devam eden Kanada Toplumu Sağlik Çalismasi’nda insanlara “Kendinizi heteroseksüel, escinsel – yani lezbiyen ya da gey – veya biseksüel olarak mi tanimliyorsunuz?” diye soruluyor. Escinsel aktivistler sayimi övüyor ancak, bazi escinsellerin gerçeği söylemeyeceklerini ve bunun da sayinin az çikmasina yol açacağini söylüyor. Kanada’da 2001 yilinda yapilan sayim, Kanadali çiftlerin 0.5’inin ayni-cins beraberlikleri olduğunu göstermisti. Hollanda’da Gey Parti Baskani Hollanda parlamentosu gey

milletvekili Boris Dittrich, Ocak sonunda, küçük, solcu Democraten 1966 (D66) partisinin baskani seçildi. D66’nin, 150 sandalyeli parlamentoda alti koltuğu bulunuyor. Parlamento’da on parti temsil ediliyor ve en büyükleri Hiristiyan Demokrat Çağri (44 sandalye), Isçi Partisi (42 sandalye), Özgürlük ve Adalet için Halkin Partisi (28 sandalye). Diğer partilerin her birinin koltuk sayisi ondan daha az. Daha önce baska iki Hollanda partisi, daha açik gey liderler seçtiler. Peter Lankhorst, 1980’lerde Yesil Sol Parti’ye baskanlik etti ve Pim Fortuyn, Yasanabilir Hollanda Partisi’ne Ekim 2001’den itibaren dört ay baskanlik yapti. Fortuyn daha sonra, kendi partisini -Pim Fortuyn Listesi– kurdu ve bu partiye 6 Mayis 2002’de suikaste uğrayana dek baskanlik etti. AIDS Vakfi Glaxo’yu Dava Etti ABD merkezli AIDS Sağlik Bakimi Vakfi Güney Afrika’da, büyük ilaç üreticisi GlaxoSmithKline’i, HIV ilaçlarini yüksek fiyatlardan sattiği için 28 Ocak’ta mahkemeye verdi. Güney Afrika’nin Rekabet Komisyonu’na yapilan sikayette Glaxo’nun hayati AIDS ilaç patentlerinde büyük hakimiyeti olduğu ve bu yasam kurtaran ilaçlarda dizginsiz tekel fiyatlamasi uyguladiği söylendi. Vakif, Glaxo’nun kötü davranisindan ötürü diğer sirketlerin de Glaxo’nun HIV farmasötiklerinin markasiz versiyonlarini üretmelerine izin verilmesi gerektiğini söyledi. Glaxo’nun sahip olduğu AIDS ilaçlari arasinda AZT, 3TC ve abacavir var. Fiyatlar ülkeler arasinda değisse de, üç ilaçli anti-HIV bilesimin maliyeti, ABD gibi hükümetin ilaç fiyatlarini kontrol etmediği, kimi ülkelerde yilda $12.000’i asiyor. Güney Afrika’da yetiskinlerin yüzde 20 civari HIV pozitif. Avustralya Geyleri Katolik Seflerle Savasiyor Escinsel aktivistler, Avustralya’nin Melbourne kenti Katolik Baspiskoposu Denis Hart’i, kenti ziyaret eden, escinsellerin cinsel hastaliklarindan kurtarilabileceklerini iddia eden Amerikali psikolog Peter

Rudegeair’e destek vermemesi konusunda ikna edemediler. Rudegeair, Melbourne’de escinsellere seks yapmamalarini söyleyen Katolik organizasyon Cesaret’in kurucusu John Harvey ile birlikte bulunuyor. Baspiskoposluk Harvey ve Rudegeair’in masraflarinin bir kismini ödedi ve Hart bu ikilinin çalismalarina dair yazili bir onama verdi. Harvey, Melbourne günlük gazetesi The Age’e Cesaret’in iffet(seks yapmamayi) vaaz ettiğini, çünkü escinselliğin nasil tedavi edileceğini bilmediğini söyledi. Harvey, “mevcut bilimsel bilgi durumumuzda, bu kosuldan çikmanin yanilmaz yollarina sahip değiliz” dedi. Ancak Rudegeair daha iyimser. Bir oğlanin eğer babasi ile kötü bir iliskisi olursa ya da sporda basarisizsa, gey olabileceğini söyledi. “Terapide bu sorunlar tespit edilir edilirse, tam bir iyilesme için daha fazla umut vardir.” ABD’de, tüm büyük akil sağliği kuruluslari ve dernekleri, escinselliğin bir hastalik olduğu ve escinsellerin heteroseksüelliğe dönebilecekleri fikrini reddediyor. Rus Ordusu Escinsel Istemiyor Rus ordusu bundan sonra, uyusturucu müptelasi, escinsel ve HIV ve cinsel yollardan bulasan hastaliklardan kapmis erkekleri askere almayacak. Yeni yasa 1 Haziran’da yürürlüğe girecek. Otoriteler bunun, askere alinacak gençler için sağlik gerekliliklerini sikilastirmak için gösterilen çabanin bir parçasi olduğunu söylüyorlar, ancak moralsiz ve parasiz Rus ordusu Sovyetler Birliği’nin dağilmasindan bu yana zaten yeterli sayida asker bulmakta zorlaniyor. Her yil binlerce genç erkek Rus ordusundaki berbat kosullardan ve korkunç asağilamalardan ve Çeçenistan’daki savastan uzak durmak için eğitim ve sağlik gerekçelerini öne sürüyor, rüsvet ödüyor ve hatta doğrudan asker kaçaği oluyorlar.

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa55


Bize Gelenler

Prof. Dr. Seref Gözübüyük, Avrupa Insan Haklari Komisyonu’na Bireysel Basvuru Hakki Mart Haziran 1995 A.Ü. Insan Haklari Merkezi Yayinlari No: 10 Dr. M. Tevfik Odman Kadin Mülteciler A.Ü. SBF. Insan Haklari Merkezi Yayinlari NO: 19 Kadin Siğinaklari I. ve II. Kurultaylari Mor Çati Kadin Siğinaği Vakfi Mor Çati Yayinlari Temmuz 2000 STK’lar, Yerellesme ve Yerel Yönetimler 21-22 Haziran 2002, ITÜ Maçka Tesisleri Yayima Hazirlayan: Ali Çakmak Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi Kasim 2002 STK’larda Gönüllülük ve Gençlik Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluslari Sempozyumu - IX Sivil Toplum Kuruluslarinda Örgüt Içi Demokrasi ve Gönüllülük 2-3 Haziran 2001 Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluslari Sempozyumu – X Gençlik, Katilim ve Sivil Toplum 2-4 Kasim 2001 Yayima Hazirlayan: Ali Çakmak Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi Haziran 2002 Asli Davaz-Mardin Hanimlar Alemi’nden Roza’ya Kadin Süreli Yayinlari Bibliyografya: 1928-1996 Dergiler, Gazeteler Bültenler Haziran 1998 Baha Bal

KAOS GL Nisan - Mayis 2003 Sayi 15 Sayfa 56

Kadin Yazilari Kadinlarin Edebiyat Ürünleri, Kadinlar Üzerine Yazilanlar ve Tezler Bibliyografyasi 19551990 Kadin Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Yayini Haziran 2000 Amnesty International Report 1997 Copyright Amnesty International Publications United Kingdom, 1997 Amnesty International Report 1998 Copyright Amnesty International Publications United Kingdom, 1998 Amnesty International Report 1999 Copyright Amnesty International Publications United Kingdom, 1999 Crimes of Hate, Conspiracy of Slience Torture and ill-treatment based on sexual identity Copyright Amnesty International Publications United Kingdom, 2001 Refugees Human Rights Have No Borders Copyright Amnesty International Publications United Kingdom, 1997 Broken Lives – a years of

intifada

Israel/ Occupied Territories/ Palestinian Authority Copyright Amnesty International Publications United Kingdom, 2001 End Impunity Justice for the victims of torture Copyright Amnesty International Publications United Kingdom, 2001 Uluslararasi Af Örgütü, Adil yargilanma Hakki

Çevirenler: Fadil Ahmet Taner – Ilhan Eksen Erol Kaplan Kebabistanbul Iletisim Yayinlari Sel Yayincilik 1. Baski, 2000, Istanbul Mart 2003 Human Rights in Turkey and the Kyreneli Synesios World in the Light of Fifty-year Kelliğe Övgü Experience Sel Yayincilik/ Yasam Kitaplari Editor: Ioanna Kuçuradi Hacettepe University Centre for Subat 2003 Research and Application of Geceyazisi Philosophy of Human Rights Edebiyat Dergisi Sayi 1 UNESCO Chair for the Sel Yayincilik Philosophy of Human Rights Ocak 2003 Heinrich Böll Foundation Ankara, 2002 Ankara Avrupa Çalismalari Dergisi Kopenhag Kriterleri Ankara Üniversitesi Basimevi Avrupa Konseyi ve Avrupa Cilt 2, Sayi 3, Güz 2002 Birliği’nin Ortak Paydasi mi? Yayina Hazirlayan: Prof. Dr. YOM Sanat Ibrahim Ö. Kaboğlu Iki aylik Kültür Sanat ve Istanbul Barosu Insan Haklari Edebiyat Dergisi Merkezi Nisan-Mart 2003, Sayi: 11 Kasim, 2001 Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararasi Hukukta Azinlik Haklari (Birlesmis Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlasmasi) Yayina Hazirlayan: Prof. Dr. Ibrahim Ö. Kaboğlu Istanbul Barosu Insan Haklari Merkezi Kasim 2002

Arkadaslarimizin kütüphanemize kisisel bağislari:

Uluslararasi Af Örgütü, Adil Yargilanma Hakki Çevirenler: Fadil Ahmet Tamer – Erol Kaplan Iletisim Yayinlari 1.Baski, 2000, Istanbul

Nuh Gönültas Uzaktaki Kizilyildiz 141-142 Gizli Celse Tutanaklari KaraKutu Yayinlari Ocak 2003

Enis Batur Su, Tüyün Üzerinde Bekler Sel Yayincilik/ Deneme Subat 2003

Michael P. Ghiglieri Erkeğin Karanlik Yüzü Çeviren: Ülgen Yildiz Phoenix Yayinevi Ekim 2002

Yilmaz Erdoğan Hijyenik Asklar Sel Yayincilik/ Deneme Mart 2003

Perihan Mağden Iki Genç Kizin Romani Everest Yayinlari Haziran 2002 Sibel Torunoğlu Travesti Pinokyo StüdyoImge Kitap Kasim 2002


KAOS GL Nedir?

Neden KAOS GL Gibi Bir Grup?

Kaos GL grubu, 1994 Eylülünde Türkiyeli eşcinsellerin bir araya gelerek maruz bırakıldıkları ayrımcılığa karşı mücadele ederek özgürleşmek amacıyla kurulmuş, eşcinsellerin kurtuluşunun heteroseksüelleri de özgürleştireceği fikrini şiar edinmiş bir gruptur. Kaos GL grubu kurulduğundan itibaren Kaos GL dergisini çıkarmakta ve Eylül 2000 tarihinden beri de Kaos Kültür Merkezi'nde kültürel etkinlikler, toplantılar düzenlemekte, ilk eşcinsel kütüphanesini oluşturmaya çalışmaktadır.

Türkiye'de görülmek istenmeyen, dar alanlara hapsedilen, fark edildiğinde her tür ayrımcılığa maruz kalan eşcinsellerin bir araya gelerek, özgürleşmek için yapacakları mücadele için örgütlenmeleri en önemli gerekliliklerden biriydi. Eşcinseller arasındaki dayanışmayı arttırarak yalnızlık duygusunu azaltmaya çalışmak, hasta/sapık nitelendirmeleriyle baş etmek için uğraş veren eşcinsel bireylerin bu tavra karşı bir duruş oluşturmaları ve istedikleri gibi bir dünya yaratma özlemi için politika yapmaları, bir grup etrafında toparlanmayı ve aktif olarak çalışmayı zorunlu kılıyordu. Eşcinselliğin sadece bir cinsel edim olmadığı, yatak odasında başlayıp bitmediği, bunun bir yaşam tarzı da olduğunu ifade etmek, cinsel kimlik için mücadele etmek, bize benimsetilmeye çalışılan doğruların dışında da doğruların olduğunu gösterebilmek için duyulan gereksinimin sonucudur Kaos GL grubu.

Söz Uçar Yazı Kalır: KAOS GL Dergisi Derginin çıkarılmasındaki temel amaç eşcinsellerin kendi sözlerini söyleyebilecekleri, kendi dertlerine sahip çıkarak söz alabilecekleri ve bunları paylaşabilecekleri bir alan yaratmaktı. Heteroseksizme karşı geliştirilen her sözün kendine yer bulabileceği, eşcinsellerin kurtuluşu mücadelesine destek olan ve böylelikle eşcinsellerin kendi gündemlerini yaratmalarına olanak sağlayan bu yayın ile eşcinselliğin görünmezlikten görünürlüğe çıkması da bir diğer amaçtı... Dergide eşcinsel kurtuluş hareketine dair yazılar, kuramsal tartışmalar, haberler, kişisel deneyimler, öyküler, şiirler yer alıyor ve okuyucularıyla beraber üretilen bir dergi olmak için çalışıyor. Çünkü söz uçar yazı

KAOS GL Grubunun Katılımcıları Kimlerdir ve Kimler Katılabilir?

Yaşı, cinsiyeti, cinsel yönelimi ne olursa olsun her birey kendi cinselliğini araştırma ve geliştirme hakkına sahip olduğu için, toplumsal cinsiyet kategorileriyle hesaplaşmak isteyen, taşın altına elini sokmak isteyen herkese açıktır.

Kaos Kültür Merkezi: Neden?

Türkiye gibi ülkelerde eşcinsellik kamusal alana değil özel alana ait bir durum olarak yaşanır: evinizde, olmadı küçük odanızda ya da sırtınızdan para kazanmayı eşcinsellere hizmet diye yutturan patronların barlarında, hamamlarında kendinizi ifade edersiniz... Ama eşcinsellerin bu alanlar ve büyük kentlerin birkaç caddesinden daha başka bir şeye ihtiyacı var: "kendilerine ait bir mekana". Bu da yapay özgürlük alanı ya da getto yaratmak için değil kamusal alanlarda görünür olmak, cinsel yönelimin nedeniyle köşeye itilmeyi reddetmek için bir adım niteliğinde gerekliydi

Gelecek İçin Plan ve Projeler Neler? Grubun ilk kurulduğu dönemlerde geleceğe dair yaptığımız plan ve projelerimizin önemli bir kısmının bugün gerçekleşmiş olduğunu görmek çok sevindirici. Ama Türkiyeli eşcinseller olarak biraraya gelerek ve güçlerimizi birleştirerek ilerde yapabilmeyi çok istediğimiz projelerimiz giderek artmakta... İşte bunlardan birkaçı: Yayınevi, Eşcinseller için Psikolojik Danışma Merkezi, Eşcinsel Hakları için Hukuk Bürosu, Tutsak Eşcinsellerle Dayanışma Ağı, Sağlık Merkezi, Yaşlı Eşcinseller için Ortak Ev...

Kaos Kültür Merkezi: Neler Yapılıyor?

Her hafta yapılan seminerler, söyleşilerle birlikte, her ay dört filmden oluşan film gösterimleri, sergiler ve çeşitli alanlarda atölyeler gibi etkinliklerle Kültür Merkezini, üretimin ve dayanışmanın olduğu bir mekan haline getirmeye çalışıyoruz. Ayrıca merkezimiz her gün 14:00 ile 18:00 saatleri arasında soluklanacak, sohbet edilecek, Kaos GL ve diğer süreli yayınlarla birlikte kütüphanemizden yararlanılabilecek bir etkileşim alanı olmaya da çalışmaktadır.

KAOS GL’nin Mali Kaynakları Nelerdir?

Kaos GL gurubu, herhangi bir sermaye gurubuyla ya da siyasi bir partiyle bağı olmayan tamamıyla bağımsız bir gruptur. Kaos GL Dergisi’nin yayınlanması ve kültür merkezi aktivitelerinin yürütülmesinde en önemli kaynağı katılımcıların gönüllü katkıları ve emekleri oluşturmaktadır.


1 Mart 2003 Ankara Irak’ta Savaşa Hayır Mitingi

KDV DAHİL 3.500.000.- TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.