Lk ocak2013

Page 1

Lıselı ıvılcım K

Liseli Gençliğ in S

esi!

Ocak 2013 Fiyatı: 1 TL

4+4+4o’e ven,

Gerici, Ş yoncu, Asimilas Eğitim’e çi t e y i s n i C karşı

E D R E L LiSE L

O Y K TE iM! R V E D O

re

nur ! Da y an

!

O

O

Ce s a

t! O

a m ş ı

Bu Sayıda Poster Hediye!


ocak 2013 İÇ i n d E

n e L e r

>< baskı varsa isyan meşrudur!

s.3

>< kılık kıyafette dönüşüm ve yaklaşımımız

s.4

>< bir son mu? bir başlangıç mı? s.6

>< 4+4+4 nedir

>< tutuklu öğrenciler onurumuzdur! s.8 >< sınavlara inat! at gözlüğünü çıkart at!

s.9

V a R ?

>< alevilik ve zorunlu din dersi

s.14

>< emperyalist savaş

s.15

>< dünyaya bakınca ne görüyoruz?

s.16

>< dünyanın liselisi

s.17

>< emperyalizm nedir?

s.19

><

hanzala

s.20

>< kapitalizmin borusu doğaya ötmez s.22 ><

franz kafka

>< akp demek paralı eğitim ve sınav demektir!

s.10

>< küçüklerin dünyasına yolculuk

>< toplumsal cinsiyet

s.11

><

>< kadın doğulmaz kadın olunur

s.12

>< ultras ol! ultras kal!

Yeni sayımızla merhaba, Yeni bir yılda, yeni öğretim döneminin yarısını devrimek üzereyken tekrar buluşuyoruz... Mücadelenin yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz. Geçen yıldan bugüne liselilerin geleceğini ipotek altına alma hesaplarının arttığını görüyoruz. Özellikle 4+4+4 ile eğitim sistemi bütün olarak değiştirilmek isteniyor. Saldırı kapsamlı! Hedeftekiler şunlar: Bir yandan eğitim hak olmaktan çıkacak, markette satılan deterjan gibi olacak ve satın alabilenin eğitim aldığı bir sistem getirilecek! Parası olmayansa, işe koşulacak, çalışarak eğitim bedelini ödeyecek! Diğer yandan, bütün olan bitene karşı tepkileri bastırmak için polis, idare baskısına devam edilecek! Uysal ve sessiz bireyleri üretmek adına ilk, orta ve lise eğitiminin içeriği dinselleştirilerek. Gençliğin

02

Lıselı Kıvılcım

bisiklet

demokratik temelde örgütlenmesinin önü kesilirken, dini cemaatlerin önü açılacak. Ayrıca asimilasyona devam edilecek! Anadilinde eğitimde yasak sürecek, zorunlu din dersi kaldırılmayacak aksine türevleri üretilerek artırılacak. Öğretmenlerin yaşam koşulları ve çalışma şartları daha da zorlaştırılacak! Kılık kıyafet yönetmeliği ile özgürlük geleceği iddia edilerek, yeni yasakların önü açılacak. İşte size AKP’nin eğitim politikası! İşte AKP’nin liselilere sunacağı gelecek! *** Öyle bir zamandayız ki, kelimeler anlamını yitiriyor. Parababalarının ve onun siyasi iktidarının ağzında sözcüklerin içeriği boşalıyor. Dünyanın bütün kapitalistleri bir kandırmaca yarışında birleşmiş durumda... Bu efendiler, ellerindeki bütün silahları kullanıyor! Bize “özgürlük” diyerek köleliği

s.24 s.26 s.28 s.30

satmaya çalışıyor, “adalet” diyerek tutsak ediyor, “güvenlik” diyerek dövüyor, copluyor, gaza boğuyor, “kalkınma” diyerek cebimizdeki çalıyor, “barış ve demokrasi” sloganlarıyla ülkeleri bombalıyor... Gençliği teslim almaya ve kandırmaya çalışanlara cevabımız açık: Bunları bize yutturamazsınız! Bizi teslim alamazsınız! Bilmeyenler bilsin, bayrağımızda, “Cesaret! Onur! Dayanışma!” yazar ... Biz kendi sözümüzü söylemeyi biliriz. Liseli Kıvılcım’ın bu yeni sayısında da bunu yaptık! Artık fazla uzatmaya gerek yok sanırız. Bir şiirle bitirelim... Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Özgürlükçü Gençlik Dergisi Ocak 2013 Özel Sayısı Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: C. Metin Şenyurt Adres: Hüseyinağa Mah. Süslü Saksı Sk. No: 18 K. 3 Beyoğlu/İstanbul Tel.&Faks: (0212) 243 37 60 Baskı: EZGİ Matbaacılık Sanayi Cad. Altay Sk. No: 14 Çobançeşme Yenibosna-İstanbul - 0212 452 23 02


ocak 2013

Yeşim

A S R A V I K S A B ! R U D U R Ş E İSYAN M

Tüm dünyada gençlik, toplumun en hareketli ve en dinamik kesimini oluşturmaktadır. Gençliğin, uğradığı haksızlıklara karşı boyun eğmeyen tavrı sayesinde, tarih boyunca özgürlük tutkusu susturulamamış, engellenememiştir. Ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde mevcut baskıcı sistem, gençliğin bütün enerjisini, kendi çarklarının devamlı işleyebilmesi için kullanmak istemektedir. Burada sistem, gençliğin karşısına çeşitli zorluklar çıkarır. Bu zorluklar aracılığıyla gençliğin özgürlük arayışınkapatmaya yollarını daki n çalışmaktadır. Zorlukları en sert ve açıktan şiddet uygulayabilen, baskı kurabilen kısmı halkın güvenliğini sağlayacağını iddia eden polislerdir. Sıkça söylendiği gibi polisin, vatandaşın can ve mal güvenliğini korumakla görevli olmadığını biliyoruz. Asıl amacı, tarih boyunca sınıflı toplumlarda yani ezilen ve ezen ilişkisinin var olduğu zamanlarda devlet, toplumu baskı altında tutmak için kolluk kuvveti olarak polisi kullanmaktadır.

Hayatın her alanında bulunan gençlik de, fazlasıyla polis baskısına maruz kalmaktadır. Hem üniversitelerde, hem de liselerde polis terörü yaşanıyor. Daha geçen gün polis şiddetinin ne kadar açık kullanıldığını ODTÜ’de gördük 3 bine yakın polis üniversitede öğrencisinden hocasına herkes üzerinde terör estirdi. Liselerde de polis baskısı artmaktadır. Polislerin liselere yerleştirilme amacı; giderek politikleşen, toplumsal muhalefetin talepleriyle buluşan, kendi taleplerini kabul ettiren, düşünen, sorgulayan ve demokratik hakları için mücadele eden liseli hareketini baskı altına almaya çalışmaktır.

Polis Koruyor mu? Dövüyor mu? Polisin, liseli arkadaşlarımızın güvenliğini sağladığı yalanını ise şu örnekle gösterebiliriz: Ankara Ayrancı Ticaret Meslek Lisesi 9. sınıf öğrencisi Engin Gümüş okul bahçesinde görevli polis memuru tarafından dakikalarca dövülmüştür. Ayrıca okullarda yaşanan kimi şiddet olaylarının polis aracılığıyla çözüle-

Polislerin liselere yerleştirilme amacı; toplumsal muhalefetin talepleriyle buluşan, kendi taleplerini kabul ettiren, düşünen, sorgulayan ve demokratik hakları için mücadele eden liseli hareketini baskı altına almaya çalışmaktır.

ceğini düşünmek gülünçtür. Şiddet toplumsal bir sorundur. Şiddeti engellemenin yolu bilinçlenmekten geçer, bunu sağlayacak olan eğitimdir. Ayrıca şiddeti orataya çıkaran koşulları ortadan kaldırmadan yoksulluğa çözüm bulmadan eşitlik ve adaleti tesis etmeden polisiye önemlerle sorunlar çözülmez. Okul içi şiddeti bastırmak için kullanılan alternatif polis şiddeti yani devlet şiddeti olursa orada yanlış var demektir. Diğer yandan liselerde yozlaşmaya, çeteleşmeye, gericiliğe, katkı paylarına, kantin fiyatlarına, cinsiyetçi eğitime karşı olan liselilere yeri geldiğinde soruşturma, yeri geldiğinde polis baskısı ve fiziki şiddet uygulandığı görülmektedir. Biz liselilerin, toplumun her alanında söz söylemeye hakkı vardır. Bizler bilinçlenerek mücadele alanını büyütecek ve polis baskılarını boşa düşüreceğiz. Düşünmeyen, sorgulamayan bir gençlik yaratılmasına karşı mücadeleyi sürdüreceğiz.

Lıselı Kıvılcım

03


ocak 2013

Kılık Kıya fette Dönüş üm Yeni yönetmelikteki “Etek boyu ne kadar ve şekli nasıl, gömlek-tişört kollu mu olacak kolsuz mu, kolye siyasi mi değil mi?” gibi tek kelimeyle akla ziyan ve tuhaf uygulamalar reformun gerçek yüzünü ortaya koyuyor.

Memlekette ardı ardına yeni bir yasa, yeni bir kararname yürürlüğe giriyor. AKP iktidarı 10 yılını ustalaşarak, sermaye birikimini arttırarak, toplumsal yaşama iyice nüfuz ederek geçirdi. Hayatın her alanına müdahale eden AKP sağlıkta dönüşüm, yargıda dönüşüm, kentsel dönüşüm, üniversite reformu, eğitim reformu gibi dönüşümlerle, sermayenin mutlak egemenliğini kendi fikriyatına uygun bir tarzda yerleştirdi, yerleştiriyor. Başımızı döndüren dönüşümlerle bir gün uyandığımızda Kafka’nın “Dönüşüm” kitabındaki kahramanı Gregor Samsa misali böceğe dönüşmüş olabiliriz. Bütün bu dönüşümlerde göze çarpan en önemli ve etkili dönüşüm şüphesiz eğitim alanında yaşanıyor. Üniversitelerin dönüşüm süreci devam ederken özellikle yeni YÖK yasasıyla bu süreç tamamlanmak isteniyor. Diğer yandan 4+4+4 uygulamasıyla birlikte eğitim alanında şimdiye kadar görülmeyen köklü bir değişiklik uygulamaya sokuluyor. Bu yazıda 4+4+4 sisteminin uygulamalarından olan kılık kıyafet yö-

04

Lıselı Kıvılcım

netmeliğinin değiştirilmesiyle ilgili Liseli KIVILCIM olarak yaklaşımımızı ortaya koymaya çalışacağız.

Neyi Savunuyoruz? Biz 4+4+4’e cepheden karşıyız. Ancak eski sistemi de savunmuyoruz dolayısıyla süzgecimizden geçenler neler kalanlar neler bunların tespiti önemlidir. İşte tam da bu noktada kılık kıyafet yönetmeliğindeki reformla ilgili akıl tutulmalarına girmek gerekiyor. Bakış açımız gayet nettir, biz özgürlüklerden yanayız. Bu özgürlük, birileri istediği için ve onların istediği kadar değil biz istediğimiz ve kendimizin sınırları kadar bir özgürlük tarifi yapıyoruz.

ları yaptığından dolayı öğrencilerin disiplin cezası almalarından, küçük düşürücü hakaretlere maruz kalmalarından anlaşılır. Dolayısıyla kılık kıyafet yönetmeliği gibi zihniyetin kaldırılması gerekmektedir. Yönetmelikte yapılan değişikliklere göz attığımızda ise eskisine nazaran kıyafetlerde serbestlik gelirken yasakçı mantık yine değişmiyor. “Etek boyu ne kadar ve şekli nasıl, gömlek-tişört kollu mu olacak kolsuz mu, kolye siyasi mi değil mi?” gibi tek kelimeyle akla ziyan ve tuhaf uygulamalar reformun gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Konuyla ilgili yetkin bir ağzın, Milli Eğitim Bakanı’nın bu kısıtlamaların

Diğer yandan zaten türban toplumsal olarak yaygın bir haldedir. Tümden kaldırmayı savunmak ya da yasaklamak nasıl anlamsızsa, türbana tümden karşı çıkmak da bir o kadar yanlıştır. Bu konuda da insanların giyim kuşamına müdahale edilmesine, tek tip üniformalarla tek tip beyinler yaratılmasına karşıyız. Aslında bu uygulamanın ne kadar saçma olduğu öğrencilerin spor ayakkabılarına karışılmasından, üniforma dışında kazak veya ceket giymesine izin verilmemesinden anlaşılır. Ya da bun-

eski yönetmelikte de olduğunu söylemesi, özrünü kabahatinden de büyük hale getiriyor. Bizim açımızdan bu, yeni dönemde benzeri baskıların devam edeceği anlamına geliyor. Yeni olan sadece yönetmelik mantık aynı, kapımızda duran ise sadece başka tarz tek tipleştirme!


ocak 2013

ve Yak laşımımız Türban Karşı Olmak ya da Olmamak! Yönetmelikteki değişikliğin ardından diğer tartışmalı konu ise kıyafet serbestliğinin sonucu olarak türbanın okullarda serbest hale gelmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Bu konuya yine biz özgürlük çerçevesinden bakıyoruz. Hiç kimseye giyim kuşamından dolayı karışılmasını ve toplumdan dışlanmasını kabul etmiyoruz. Diğer yanıyla tüban sorunu kadın bedeni üzerinden şekille nmekted ir.

AKP hükümetinin kadın politikalarında ne kadar da samimi olduğunu her geçen gün artan kadın cinayetlerine yaklaşımından bilmekteyiz. Dolayısıyla eğer kadın özgürlüğünü savunduğu iddiasında ise, hükümetin önce vermesi gereken bir hesap vardır ortada…

AKP’nin Sicili Bozuk! AKP’nin kadına yönelik katliamların ve şiddetin faillerini koruyucu olması, kadınları baskı altına almayı teşvik eden tav ı r l ar ı ortada yken mevcut yönetmeliğin nasıl uygulanacağı da soru işareti yaratıyor. Si-

Eski Yönetmelik Doğru mudur? Mesele yönetmelik değiştirme meselesi değildir! Zihniyeti değişdeğiştirme sistemi tirme, tartürban yi Mesele sidir! mesele yöeski ise yenler indirge na tışması netmeliğin devamını savunur konumda bulunmaktadır, dolayısıyla statükocu bir yönetmeliğin sürdürülmesi yanlışına düşmektedir. Bizler türbana karşı değiliz ancak yöntem olarak bunun zorla kabul ettirilmeye çalışılmasına karşıyız. Diğer yandan zaten türban toplumsal olarak yaygın bir haldedir. Tümden kaldırmayı savunmak

ya da şimd i ye kadar yapıldığı gibi yasaklamak nasıl anlamsızsa, türbana tümden karşı çıkmak da bir o kadar yanlıştır.

Yoksulluk Kader Değildir! Son olarak öğrencilerin önlük veya üniforma giymemelerinin yoksul öğrenciyle zengin öğrenci arasında ayrım yaratacağını savunmak da başka bir gaflete düşmektir. Çünkü yoksulluk gün gibi ortadadır. Üstü örtülmüş yoksulluk iyi yoksulluk, yoksulluğun görünür olması kötü öyle mi? Üniformayla yoksulluk

AKP hükümetinin kadın politikalarında ne kadar da samimi olduğunu her geçen gün artan kadın cinayetlerine yaklaşımından bilmekteyiz. Dolayısıyla eğer kadın özgürlüğünü savunduğu iddiasında ise, hükümetin önce vermesi gereken bir hesap vardır ortada… cili bozuk AKP/erkek iktidarı, bu vesile ile kız çocuklarının bedeni üzerinde tahakküm kurulmasına yol açacaktır, özellikle çocuk yaştaki kızları “türban takma zorlaması"na maruz bırakacaktır. Bu tarz uygulamaların da karşısında olmalı sessiz kalmamalı!

gizlenemez! Yoksulluk, günlük harçlığıyla, pahalı ve özel kantinlerden alışveriş yapamamaktır. Ayrım beden eğitimi derslerinde giyilen spor ayakkabılardan, sınavlarda kullanılan kalemlere kadar her durumda açığa çıkmaktadır. Ve biz devrimcilerin işi, bu ayrımı gizlemek değil aksine çelişkiyi iyice arttırarak ortadan kaldırmak için uğraşmaktır. Tüm bu değişiklikler sermaye sınıfının yararına yapılmakta ve uygulamaya geçilmektedir. Ancak bu köhnemiş, çürümüş sistem artık yama tutmaz halde, bunu değiştirmek bugün daha acil bir görev olarak önümüzde duruyor.

Lıselı Kıvılcım

05


ocak 2013

Ferhan

Bir Son mu? Bir Başlangıç mı?

4+4+4 nedir?

Geçtiğimiz sene büyük gerilimlere sahne olan, kavgalar, gürültüler koparan 4+4+4, okulların açılmasıyla bizleri karşısında daha büyük eylemliklerle, daha kitlesel ve ailelerimizle birlikte buldu. Yaz sürecinde okulların kapalı oluşu ve öğrencilerin birlikte söz söyleme gücünden uzaklaştığı bir dönemde yasa tasarısı birçok değişikliğe uğradı. Bu sene ise okulların açılmasıyla yasalaşmış bir 4+4+4 ile yepyeni bir “OKUL” ile karşılaştık. Okullarımız haberimiz olmadan İmam Hatip Liselerine dönüştü ya da okuduğumuz ilköğretim okulunun ortaokul bölümü kapatıldı. Türkiye’de bu sıkıntıyı bütün coğrafya yaşadı. Yasa teklifinin yasalaşma sürecini hatırlarsak durumun vahimliğini gözler önüne sermiş oluruz. AKP’li vekillerin daha konuya dair tek bir fikri olmadan onun uğrunda ne kavgalar yaptığını görmüştük. Eğitim alanında yapılan bu değişiklikkonunun arkaplanı, lerin kamuoyunun gözünden kaçırılması dolayısıyla yeterince anlaşılmayabilir. Peki AKP neden eğitim sisteminde bu denli büyük bir değişikliğe gitti? Siyasi iktidarlar tarih boyunca kendi kalıcılığını sağlamak, toplumun iliklerine kadar nüfüz edebilmek için; kendi kalıplarını eğitimle topluma empoze ettirme yoluna giderler. Kendi fikriyatına zarar verecek, hegemonyasını kıracak bütün unsurları düşman belleyen despot iktidarlar, farklı düşünce biçimlerini yok etmek adına eğitim öğretim sistemi ve araçları yardımıyla

06

Lıselı Kıvılcım

var gücüyle çabalarlar. Bu bir nevi “Çekirdekten yetiştirmedir.” Yani ağaç yaşken eğrilir. Bugün AKP’nin yaptığı şey de aynen budur. Ustalık dönemiyle birlikte artık daha cüretkâr bir şekilde ideolojisini yaymak adına eğitime el atmış durumda. 4+4+4 formülü tam da buna hizmet et-

mektedir. Yasanın gündeme geldiği günden bu yana anlaşılır bir tek açıklama yapılmadı hala. Epey zaman geçmiş olsa da bu yasanın bizden götürdüklerini tekrar hatırlamakta fayda var.

Haydi Kız Çocuklar Eve! İlköğretimin kesintisiz sekiz yıl oluşuyla kız çocuklarının okula gitme oranında bir artış gerçekleşmişti. Bu artış sekizinci sınıftan sonra ortaöğretime geçerken aynı çizgide ilerleyememiş, kesintiye uğrayan eğitimle okuldan alma durumları görülmüştür. Okula gönderilmeyen kız çocukları açık öğretim kandırmacasıyla tamamen eve kapatılmış, fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik şiddete maruz kalmıştır. 4+4+4 ile tüm bu sıkıntıları

Hanzala’nın yaratıcısı Naci el Ali, 1987’de Londra’da faili meçhul bir cinayete kurban gider. 1987 Ağustos’unda beş haftalık bir komanın ardından, intifadanın başlangıcını görmeden öldüğünde arkasında 40 binden fazla eser bırakır.

yaşamak için sekizinci sınıfı beklemeye gerek kalmayacak, kesintiye uğrayan eğitimle ilk dört yıldan sonra yaşanmaya başlayacaktır. ‘’Okutulan’’ kız çocukları ise ilköğretimden sonra toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretildiği kız meslek liselerine ardından da üniversitelerde kadınlık rollerinin devamlılığını sağlamak adına okul öncesi eğitim, çocuk gelişimi gibi bölümlere gitmek durumunda kalacak. Mesleğe yönlendirme yaşı on dörttü. Hükümet geçtiğimiz sene bunu bu yasa tasarısında ona indirdi. Daha sonra kopan gürültüler bu hamlenin geri çekilmesine neden olurken hükümet sessiz bir biçimde torba yasa ile düzenlenen


ocak 2013 bir işyerinin stajyer öğrenci çalıştırma kotasıyla tam bir sömürü mantığıyla oynamaya başladı. Kamu-özel ortaklığı ile birlikte büyük şirket sahipleri daha çok sömürü daha çok kar şiarıyla kendi liselerini kurmaya başladı. Bu okulları kendine bir işçi fabrikası olarak gören şirket sahipleri okulda sürekli bir öğrenci döngüsü olacağı için stajyer öğrenci bulmakta güçlük çekmeyecek. Kendi öğrencisin patronu olacak.

Kır Zincileri Parçala Rekabeti..!

İlk ve ortaöğretime para babalarını yerleştiren bu formülün üniversite ayağı da bu günlerde Yeni YÖK Yasası adıyla işleniyor durumda. En büyük gerilimler de okula başlama yaşının 66 aya indirilmesi konusunda yaşandı. Bütün süreç boyunca böyle bir hamlenin psikolojik danışmanlar ve eğitimcilerle birlikte yapılması gerektiğini haykırdık. Böyle bir şey daha önceleri de denenmiş ancak bu yanlıştan hemen vazgeçilmişti. Oyun oynama çağında okula gelecek çocuk okuldan erken soğuyacak, bir ömür sürecek olan okul hayatı zindana dönüştüğü için başarısız olacaktır. Ayrıca 60 aylık çocukların okula başlayabilmesi için ailesinin bir dilekçe vermesi yeterli olacak. Sınıfta beş yaşındaki çocukla yedi hatta sekiz yaşınaki çocuk aynı dersi görecek. Yedi yaşındaki çocuk beş yaşındaki çocuktan daha iyi kavrayacağı için beş yaşındaki çocuk başarısız bir öğrenci olarak kalacaktır. Okullar da bu çocukların kullanımına uygun değil. Sıralarından lavabolarına kadar birçok şeyin onların kullanımına uygun hale gelmesi gerekiyor. Tüm bunlar da nafile bir çabanın gereksiz harcamaları olur. Sadece mutsuz, bıkkın bir gelecek yetiştirir.

Liseli Kıvılcım’ın son sayısında ‘‘Paran Kadar Oku’’ başlığıyla bir yazı yazılmıştı. İlk paragrafından bir bölüm hatırlayalım. ‘‘Liseli gençliğin karşı karşıya kaldığı sorunların çözümü konusunda bir arpa boyu yol alınmamış aksine sorunlar bir çığ gibi büyüyerek liseli gençliğin önünde aşması gereken birer engel haline gelmiştir.’’ demiştik yazıda. Egemenler son hamleleriyle bu söylediğimizi adeta tasdik etmekte. ‘‘Dindar gençlik yetiştireceğiz’’ söylemlerinin hemen ardından cereyan eden süreçte gelişen ve

4+4+4 olarak formülleşen eğitim sistemi sözüm ona dindar gençlik yetiştirmenin ilk adımları olarak da algılanabilir. Bu hamlelerle egemenler itaat eden, sormayan ve sorgulamayan bir nesil yaratma çabası içerisine girmiştir. Sınavlarda bizleri uyutup yandaşlarına şifreler dağıtanların, bizler için hazırladığı eğitim müfredatı bizlerden yine geleceğimizi alıp götürecektir. Ancak öğrenciler üzerinde oynanan tüm bu ayak oyunlarına son verecek olanın yine biz öğrenciler olduğu besbelli. Bilmeliyiz ki isteklerimizi dile getirmezsek bir avuç patronun para hırsı bizi köleleştirecektir. Bizler sınavsız, parasız, bilimsel, anadilinde ve eşit fırsatlara sahip olduğumuz bir eğitim istiyoruz. Söyleyecek sözümüzün ve değiştirecek gücümüzün olduğunun farkındalığıyla geleceğimiz ve özgürlüğümüz için zincirlerimizi kırmaya ve rekabeti parçalamaya sokaklara dökülmeliyiz.

Lıselı Kıvılcım

07


ocak 2013

Sadık

TUTUKLU ÖĞRENCİLER ONURUMUZDUR ! Özellikle sosyalist öğrencilere ve Kürt öğrencilere yönelik baskı ve tutuklama politikaları yoğunlaşmaktadır. Son olarak da cezaevinde açlık grevindeki tutsaklarla dayanışmak için AKP İstanbul İl Binası’na yürümek isteyenlere dönük polis saldırısı sonucu 5 öğrenci arkadaşımız tutuklanmıştır. Duygu Ciniviz, Mehmet Dalpalta, Kubilay Çelik, Enver Arğ ve Sinem Şahin üniversite öğrencisi olan yoldaşlarımızdır.

Ülkemiz Yarı Açık Öğrenci Cezaevi Memlekette kaç öğrencinin tutuklu olduğu konusunda bir tartışma var. Türkiye'de toplamında bağımsız verilere göre 771 tutuklu öğrenci var, Adalet Bakanlığı ise geçtiğimiz yaz 2 bin 824 tutuklu ve hükümlü üniversite öğrencisi olduğunu açıkladı. Bunun yanı sıra disiplin soruşturmaları nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılan 2110 öğrenci var. Öğrenciler üzerindeki baskı sadece mahkemelerle uygulanmamakta, sudan sebeplerle disiplin soruşturmalarıyla öğrencilik hayatlarının sona erdirilmesi de ciddi bir sorun. Şöyle ki, okulda puşi takana, parasız eğitim talep edene cezalar verilmektedir. Ülkemizde 1 Mayıs’a katılmak bile terör propagandası olarak algılanabiliyor. Sistem her şarkımızın, her şiirimizin, her pankartımızın ardında terör suçu aramaktadır. Ferhat ve Berna, Cihan Kırmızıgül, Ali Deniz ve Baran ön plana çıkan öğrenci davaları, bunun yanı sıra su yüzüne çıkmadık yüzlerce dava var. Başbakan'ın katıldığı

08

Lıselı Kıvılcım

toplantıda “Parasız Eğitim” pankartı açan Ferhat ve Berna 8 yıl 5 ay ceza aldırlar. Cihan Kırmızıgül poşu taktığı için 33 yıla mahkûm oldu. Ali Deniz ve Baran için toplamda 49 yıl ceza isteniyor. Yani bu öğrenciler, tutuklulukları sona ermiş olsa, bu kez hükümlü olmakla tehdit edilmektedir.

Türkiye’de son yıllarda öğrencilere yönelik özel politika uygulanmaktadır. Öyle ki ülkemiz neredeyse yarı açık bir öğrenci cezaevine dönmektedir. Yüzlerce öğrenci düşüncelerini açıkladığı ve örgütlendiği için tutuklama ve soruşturma ile eğitimden alıkonmaktadır. Öğrenciyi yıldırmak ve pasifize etmek için kınama gibi cezalar uygulanmaktadır.

Türkiye’de son yıllarda öğrencilere yönelik özel politika uygulanmaktadır. Öyle ki ülkemiz neredeyse yarı açık bir öğrenci cezaevine dönmektedir. Yüzlerce öğrenci düşüncelerini açıkladığı ve örgütlendiği için tutuklama ve soruşturma ile eğitimden alıkonmaktadır. Öğrenciyi yıldırmak ve pasifize etmek için kınama gibi cezalar uygulanmaktadır. Dayatılan kalıpları kabul etmeyen ve mücadele eden öğrencilere dönük baskılara karşı duyarlı olmamız gerekir. Öte yandan, tutuklu öğrenciler cezaevinden sınavlara girebilmek için bir şehirden diğer şehre nakledilmeleri halinde nakil masraflarını ödemek zorunda kalmakta, nakil oldukları cezaevlerinde tecrit ile karşılaşmaktadır. Düzenin dayattığı “insan modeli”ni reddeden öğrencilerin, toplumsal hayattan uzaklaştırılması kabullenilecek bir durum değildir. Üniversite yönetimleri de burada suç ortaklığı yapmaktadır ve bu haksız uygulamaya çanak tutmaktadır. Öğrencilerin yaptığı demokratik eylemler suç olarak nitelendirilmektedir. Hemen her davada tutuklu yargılama yoluna gidilerek kişi hak ve özgürlükleri yok sayılmaktadır.


ocak 2013 u CMK’nın 100. Maddesi temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalara uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. Keyfi tutukluluk kararlarına son verilmelidir. TMK ve Özel Yargılama Usullerine son verilmeli ve adil yargılanma koşulları sağlanmalıdır. Öğrencilerin okullarına dönmesinin önündeki engel kaldırılmalıdır. Gözaltı sırasında darp eden, işkence yapan kamu görevlilerinin yargılanmasının önündeki yasal ve fiili engel kaldırılmalıdır. Cezaevleri koşulları düzeltilmelidir. u

Tutuklu öğrencilerin eğitim materyallerine ulaşım, sınavlara girme gibi eğitim haklarını etkileyen alanlarda engeller kaldırılmalıdır. Öğrencilerin sınava girme ve eğitimlerini sürdürme hakları, “güvenlik gerekçesi” gibi üniversite yönetimlerinin keyfiyetine bağlı olmaktan çıkmalıdır. Akademisyenleri, polis ve yargıçlara dönüştüren ve öğrencileri haksızlıklar ve baskılar karşısında diz çökmeye olmaya zorlayan YÖK disiplin yönetmenliği kaldırılmalıdır.

u Devlet üniversite ve liselerdeki öğrencilerin taleplerini dile getirme ve örgütlenme hakkına saygılı olmalı. Kendine muhalif olanı ve siyasi rakiplerini hukuk yoluyla sindirme politikasından vazgeçmelidir. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. u Mesele hukuki bir mesele olduğu kadar siyasal bir meseledir ve siyasal mücadele olmaksızın bir çözüm mümkün değildir. Cezaevlerinde tutuklu bulunan öğrenciler bizim onurumuzdur ve taleplerimizin en örnek sözcüleri sayılır. Buradan bir kez daha cezaevindeki öğrencilerle dayanışma duygularımızı dile getiriyoruz ve onlara selamlarımızı iletiyoruz.

Sevgi

SIN AV L AR A İN AT!

AT GÖ ZL ÜĞÜN Ü ÇIKAR T AT!

AKP’nin Suriye’ye yönelik ‘savaş yanlısı’ politikasından rahatsızlık duyuyoruz. LK olarak, savaşa karşı olduğumuzu her alanda belirtiyoruz. Her sene olduğu gibi, bu sene de bozuk sistemin çarkını ilerleten, sınavlara tabi tutulduk. Hepimiz biliyoruz ki, bu sınav seçmeyi değil, elemeyi ön planda tutar. Zaten geleceğimizin sınavla, birkaç saatle belirleniyor olması elemeci sınavın en somut örneğidir. Sistem, sürekli liselileri hedef tahtasına koymaktadır. Çünkü lise çağı, liselilerin dinamik, üretken, araştırmacı olduğu bir dönemdir. Ama sistem liselerin önüne hayatının birkaç saatle belirlendiği saçma sapan, bilimsellikten uzak, ezberciliğe yönelten bir sınav konulmuştur. Peki, bunu yapmasındaki amaç nedir? Tabiî ki sorgulayıcı, araştırmacı, dinamik olan liseliyi, birer koyun gibi gütmektir. Bu sınavla birlikte liseliler bir yarış atına dönüşmüş, dönüştürülmüş olup dinamikliğinden, üretkenliğinden, merakından eser kalmamıştır. Liseli, meraklı, araştırmacı kimliğini bırakıp, sistemin ona biçtiği verilenle yetinen, araştırmayan, sorgulamayan bir birey olmuştur artık.

Liseli artık öyle bir hale geliyor ki, merakını, dinamikliğini, heyecanını yitiriyor. Sistemin istediği kılıfa bürünüp, yarış atı haline geliyor. Sosyal yaşama, yaşaması gereken hayatla bağını kopartıp sınav modunda yatıyor, kalkıyor ve yaşıyor artık. Liseli, hayata, doğaya, yaşamına, arkadaşlarına, en önemlisi de kendisine yabancılaşıyor, yabancılaştırılıyor! Bizler Liseli Kıvılcım olarak, sistemin istediği kılıfa bürünüp, yabancılaşan, verilenle yetinen, ezberci, araştırmayan liseliler olmayacağız! Birkaç saatlik sınavlarla hayatımız belirlenemez! Liseli Kıvılcım olarak, “Sınavlara inat, yaşasın hayat!” sloganları ile alanları dolduruyoruz ve doldurmaya da devam edeceğiz! SEVGİ

Yaşamı Sınav Moduna Alın! Sistem liselilere diyor ki: “Senin önünde bir sınavın var, ona çalış, dış dünyayla bağını ‘kopart!’ Kopart ki benim neler yaptığımı, çıkarım doğrultusunda aileni fakirleştirdiğimi, zengini daha zengin yaptığımı görme! Ben sana bir ‘at gözlüğü’ takıyorum, sen bu at gözlüğünü sakın ha çıkarma! Çıkartacak olursan, benim sana verdiğimle yetinmezsen, dış dünyayla bağını kopartmazsan önüne ‘yarış atı’ olman için koyduğum sınavı kazanamazsın!”

ÖSY M

için yen i log o

öne r

imiz !

Lıselı Kıvılcım

09


ocak 2013

Melisa

AKP Demek Paralı Eğitim ve Sınav Demektir!

Geçmiş hükümetlerin eğitimi paralılaştırma politikalarına sahip çıkan ve bunu daha bir azimle hayata geçiren AKP hükümeti, eğitim sisteminde yaşanan çürümenin esas sorumlusu konumundadır.

AKP döneminde eğitim sisteminde, birçok değişikler yaşandığı bilinmektedir. Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, mesela sağlıkta yapılanlar gibi bazen açık açık bazen gizli saklı olarak yapılmıştır. AKP döneminde eğitim giderek bir hak olmaktan çıkmaktadır, aileler çocuklarını okutabilmek için daha çok para harcamak zorunda kalmaktadır.

Eğitim Masrafı Cep Yakıyor 2002-2012 yılları arasında halkın cebinden yaptığı eğitim harcamaları 4,5 kat artmıştır. 2011 yılında halkın cebinden yaptığı eğitim harcamaları 15 milyar TL’yi bulmuştur. Eğitimin pahalılaşması dolayısıyla birçok çocuk ve genç eğitim hakkından mahrum kalmıştır. Eğitim öğretim yaşamı boyunca bir ailenin yaptığı harcama 60 bin lirayı buluyor. Buna kurs, özel ders, dershane harcamaları dâhil değildir. Geçmiş hükümetlerin eğitimi paralılaştırma politikalarına sahip çıkan ve bunu daha bir azimle ha-

10

Lıselı Kıvılcım

yata geçiren AKP hükümeti, eğitim sisteminde yaşanan çürümenin esas sorumlusu konumunda- dır. Örneğin AKP döneminde özel dershanelerin durumu daha da dikkat çekici hale gelmiştir. 10 yıllık AKP iktidarı boyunca Türkiye’de özel dershane sayısı 2 bin 122’den, 3 bin 961’e çıkmıştır. 2002 yılında dershanelere giden öğrenci sayısı 606 bin 522 iken, 2012’de 1 milyon 219 bin 472’ye yükselmiştir. Özel dershanelerde çalışan öğretmen sayısı ise 19 bin 881’den, 50 bin 163’e yükselmiştir.

Hayatımız Sınav Oldu! Ayrıca hayatımızın her evresinde karşılaştığımız sınav sistemi bizleri büyük bir kaosun içine sokmaktadır. Orta öğretim kurumlarında başlayıp bitmeyen bu sınavlar acımasızca insanların hayatını bitirmektedir. ''SBS, YGS, LYS, ALES, KPSS'' eğitim sistemi sınavlar üzerine kurulu olduğu için bizler de bilinçli olarak dershanelere gidiyoruz. AKP döneminde önce OKS sınavı kaldırılarak yerine 3 yeni SBS sınavı getirilmiş, daha sonra SBS sınavı bire düşürülmüştür. Yine ÖSS`nin yerine

YGS ve LYS sınavları getirilmiş, şimdi de öğrencilerin bu sınavlara yılda birkaç kez gireceği açıklanmıştır. Bütün bu değişiklikler ve sınav odaklı eğitim sisteminin yap-boz haline getirilmiş olması, öğrencileri kelimenin tam anlamıyla bir "sınav cenderesi" içine sıkıştırmaktadır.

Parası Olmayan Kapının Önüne Tayyip Erdoğan’ın şu açıklaması kafasındaki eğitim politikasını göstermektedir: “…organize sanayi bölgelerinin meslek okulları açmasına fırsat sağlıyoruz. Çocuk hem okuyacak hem de staj yapacak. Belki para da kazanacak. Endüstride çok ihtiyaç duyduğu ‘ara elemanı’ da sektörün ihtiyaçlarına göre kendisi yetiştirecek.” Yani parası olmayan yoksul ailelerin çocuklarına ancak meslek okullarında “çalışma hakkı” verilecek. Kim bilir nasıl bir cehennem olacak bizler için? Uzun lafın kısası patronlara köle yetiştirilecek. Bu açıklamalara diyebiliriz ki; parası olan özel okul ve üniversitelere, olmayan yoksul aile çocukları ise meslek lisesi mağduru olacak. Ancak biz oynanan tüm bu oyunları biliyoruz. Bu çarka çomak sokacağız! Ve mevcut sisteme karşıt gençler olarak boyun eğmeyeceğiz onların deneme tahtası ya da güttükleri koyunlar olmayacağız! Parasız eğitim, sınavsız üniversite hakkımız için mücadele edeceğiz!


ocak 2013

Meral

TOPLUMSAL CİNSİYET Önümüzdeki kitapta rolümüze bize aşılayan bir fotoğraf vardır... Kadın mutfaktadır yemek hazırlıyordur kız çocuğu da annesinin yanındadır, baba ise TV karşınsındadır erkek çocuk da onun yanında... Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da kadınların sorunlarına değineceğiz. Aslında kadın sorununun en büyük yaratıcısı; ‘TOPLUMSAL CİNSİYET’tir. Peki kadınların en büyük sorununun baş mimarı toplumsal cinsiyet nedir? Aslında kelime anlamlarından da anlaşılacağı gibi; topluma göre şekillenmiş, toplumun cinsiyet üzerinde oluşturduğu sorumluluklar, roller ve davranış modelleridir. Yani toplumun yapısına göre şekillenen ve toplumdan topluma değişiklik gösteren, bireylere küçük yaştan itibaren empoze edilen, kadın-erkek eşitsizliğini yaratan temel olgudur. Peki toplum bunu bireylere nasıl empoze eder? Görev ve sorumlulukları gibi gösterilen rollerini bir paket halinde nasıl sunar insana? En basitinden çocuklara verilen isimler; duyguyu, kırılganlığı, narinliği anlatanlar hep kız

çocuğunun ismidir, erkek çocuksa; hep yiğittir, hep cesurdur, hep korkusuzdur! Çocukken oynamamız için elimize verilen oyuncaklar... Bireyin görevini aşılamakta en önemli ve en etkili silahtır! Kız çocuğuna verilen oyuncak ‘bebek’tir mesela... Hiçbir kız çocuğuna silah, top ya da oyuncak araba verilmez... Kız çocuğunun evin sınırları içerisinde bebekle oynaması ileride, o farkına bile varmadan ‘görev’i olacaktır! İlkokul sıralarında önümüze koyulan kitaplar, okumamız için gösterilen fişler de toplumsal cinsiyeti bize aşılar... Önümüzdeki kitapta rolümüze bize aşılayan bir fotoğraf vardır... Şimdi hepimiz canlandıralım zihnimizde; kadın mutfaktadır yemek hazırlıyordur kız çocuğu da annesinin yanındadır, baba ise TV karşınsındadır erkek çocuk da onun yanında... Buradan da anlaşıldığı gibi kadın mutfağa (ya da evin herhangi bir köşesinde) hapsolmuşken, erkek keyif çatmaktadır... Bizlere okutulan hiçbir fişte “Veli hava kararmadan eve döner” yazmaz. Eve hava kararmadan dönen hep Ayşe’dir! Hiçbir zaman Elif topu tutmaz, Elif ip atlar, “Ali topu tutar!” İşte oyunlardaki cinsiyet ayrımı...

Bizlere okutulan hiçbir fişte “Veli hava kararmadan eve döner” yazmaz. Eve hava kararmadan dönen hep Ayşe’dir! Hiçbir zaman Elif topu tutmaz, Elif ip atlar, “Ali topu tutar!” İşte oyunlardaki cinsiyet ayrımı...

Lise dönemine geldiğimizde birey yavaş yavaş kişiliğini oturtmuş olur ve bir meslek seçmesi gerekir. Meslek seçiminde bile eşitsizlik söz konusudur. Kadına hiçbir zaman tam günlük işler önerilmez, öneriler sürekli yarım günlüktür. (çünkü kadın ev işlerine, çocuklarının bakımına da zaman ayırmak zorundadır!!!) Meslekler de kadın işi, erkek işi diye ayrılmıştır; aslında tam gün ve yarım günlük diye ayrılmıştır, erkek tam günlük işleri yapabilir çünkü; erkek eve gittiğinde çocuklarına, ev işlerine zaman ayırmak zorunda değildir! Erkek sadece kadına yardım eder; çünkü, ona göre bu iş kadınındır zaten de, o da bir ucundan tutar!!! Bizler LİSELİ KIVILCIM olarak kadına sadece yardımcı olunmasına karşı çıkıyoruz, işlerin paylaşılmasını istiyoruz... Bizler LİSELİ KIVILCIM olarak, toplumun bize dayatmaya çalıştığı, bize empoze edilmeye çalışılan “sorumluluk ve rollere” karşı çıkıyoruz ve kadınerkek eşitliğini savunuyoruz. Sen de dayatılan rollere karşı çıkıyorsan, her alanda kadın-erkek eşitliğini savunuyorsan bize katıl; Liseli Kıvılcımın bir sesi, bir yüreği de sen ol!!!

Lıselı Kıvılcım

11


ocak 2013

Yeşim

KADIN DOĞULMAZ KADIN OLUNUR ! enmek bilmeyen “Cinsiyetçi söylemleri bitmek tük +4 genç kadınların iktidarın son uygulaması olan 4+4 rollerini daha çok hali hazırdaki toplumsal cinsiyet ara sürekli pekiştirmektir. Toplumun, kadınl larla kalıcı hale dayattığı rolleri, yasal uygulama getirmeye çalışmaktadırlar.” Kadınlar, toplumun her alanında olduğu gibi liselerde de birçok sorunla karşılaşmaktadır. Bunları kısaca anlatmak gerekirse; kılık kıyafetten tutalım, cinsiyetçi ayrıma, meslek seçiminden tutalım, 4+4+4 le gelen çocuk işçi - çocuk gelin meselesine, hiçbirimizin farkına varmadığı ama birebir yaşadığı sorunlardır. Doğduğumuz andan itibaren cinsiyetçi ayrıma maruz bı-

rakılan biz kadınlar, liselerde bu ayrımı net bir şekilde görmekteyiz. Peki nedir bu cinsiyetçi ayrım? Doğduğumuzda ne giyeceğimizi, nasıl konuşabileceğimizi ve hatta neler düşünebileceğimizi sınırlayan toplumsal cinsiyet kuralları vardır. Bu kurallar bizlere belli başlı roller yüklemektedir. Bu rollerden bazılarına örnek olarak, erkek çocuklarının kıyafetlerinin mavi olması, kız

çocuklarına ise pembe kıyafetler giydirilmesidir. Bir süre sonra oyuncaklarımızın dahi bu rollere göre belirlendiğini görmekteyiz. Mesela, kız çocuklarının bebeklerle oynayıp kendini annelikle bütünleştirmesini, erkeklerin ise silahlarla oynayıp gücün hâkimi olarak yetiştirildiğini ve ilk çocukluk yıllarından sonra, okul hayatında da bunun böyle olduğunu görmekteyiz.

OK UL DA , SI NIF TA , SI RA DA …

12

Müfredatta kullanılan temel ve ber olmasıdır. yardımcı ders kitaplarında kadını Bu durumun yaşamın her alanında edilgen ve erkeklerden başarısız olduğunu görmekteyiz. Özellikle gösteren öğeler vardır. Bunlar; gençlerin olgunlaştığı lise dönemi, baba işe giden, eve para getiren, gençliğin doludizgin yaşadığı en evi koruyup kollayan aile bireyi heyecanlı dönemdir. Bir olarak gösterilirken, anne çocuk- kadın olarak özgürlüları uykudan uyandıran, kahvaltı ğümüzün doruklahazırlayan, temizlik yapan birey rını yaşamamız olarak gösterilmektedir. Bunlara gereken yerde bir diğer örnek ise anne mutfakta aile, okul, yemek hazırlarken kız çocuğun an- toplum basnesine yardım etmesi, babanın ise kısı yüzümüze içer de koltukta ayak ayaküstüne çarpar. Meatmış oturup gazetesini okuması, sela;kadınların erkek çocuğunda babasıyla bera- etek,erke klerin pantolon giymesi, evden kadınların okula - okuldan eve

Lıselı Kıvılcım

gidip hiç bir sosyal aktivitede bulunmaması, erkeğin ise rahatça gezip gece geç saatlere kadar kalması, kadınların okula saçlarını toplayarak gelmesi gerektiğini, açık bırakan kadın öğrencile re ise 'güzel-


ocak 2013 İKTİDARIN ERİLLİĞİ

kadınların etek boyunu değiştirmek yerine, erkek egemen zihniyete sahip insanların zihniyetini değiştirmeliyiz.

Kadınlara her alanda kısıtlama getiren hükümet özellikle 4+4+4 ile uygulamaya geçirdiği ilköğretimden sonra açık öğretimle devam edebilme olanağı genç kadınları eve hapsetme ve evliliğe yönlendirme politikasından başka bir şey değildir. yasını'' örmüştür. Kadınlara her alanda kısıtlama getiren hükümet özellikle 4+4+4 ile uygulamaya geçirdiği ilköğretimden sonra açık öğretimle devam edebilme olanağı genç kadınları eve hapsetme ve evliliğe yönlendirme politikasından başka bir şey değildir. Özellikle genç kadınlara evliliği ''sözde'' kurtuluş olarak gösterse de bu durumun aslında baba himayesinden çıkıp koca himayesi altına girmekle kalmayıp erken yaşta evliliğin olumsuz birçok yönünü her gün haberlerde, ''Hadi kızlar okula kampanyası'' ile gazetelerde vs basın aracılığıyla acı başlayan hükümet daha sonra bir şekilde görmekteyiz. 4+4+4, ''Haydi kızlar eve kampan-

Cinsiyetçi söylemleri bitmek tükenmek bilmeyen iktidarın son uygulaması olan 4+4+4 genç kadınların hali hazırdaki toplumsal cinsiyet rollerini daha çok pekiştirmektir. Toplumun, kadınlara sürekli dayattığı rolleri, yasal uygulamalarla kalıcı hale getirmeye çalışmaktadırlar. Çocuk gelinlerin sayısının çok olduğu ülkemizde bu düzenlemelerle evliliği meşrulaştırmaktan başka birşey hedeflemeyen hükümet genç kadınları her geçen gün biraz daha eve hapsetmektedir.

C İNS İY ET Çİ Lİ K lik yarışmasına mı geldin, okula mı! teye gitmek için can atan kadın ve 'gibi aşağılayıcı cümlelerin sarf edil- erkek öğrencilerin mesleğe yönemesi, aynı şekilde etek boyunun lirken yapmış olduğu tercihler fizikdiz üstünde olmaması gerektiğini sel veya biyolojik ayrılıktan çok bunun erkeğe cinsel bir çağrışım toplumun uygun gördüğü meslekyaptığını, oturup kalkmasına dikkat lere yönelmektir aslında. Mesela etmesini ahlaklı, terbiyeli olmasını eğitim fakültelerinde kadınlar eristeyip durdular bugüne dek; ama keklere oranla sayıca fazlayken, şunu biliyoruz ki etek boyunu uza- mühendislik fakültelerinde ise bu tarak hiçbir bilinç oluşmaz bu yüz- durum tam tersidir. Bunun nedeni den kadınların etek boyunu liselerde özellikle rehber öğretdeğiştirmek yerine, erkek egemen menlerin kadın için en ideal meslezihniyetine sahip insanların zihni- ğin öğretmenlik (yarım gün olduğu yeti değiştirmeliyiz. Evde, okulda, için hem çalışıp hem ev işi yapabisokakta her alanda yapılan baskı- lir) olduğunu sürekli vurgulamaları lara karşı artık bir dur demenin za- olabilir mi? Peki inşaat mühendisi olmak isteyen bir kadın ne yapacak manı geldi! veya anaokulu öğretmeni, hemşir Meslek seçimine dahi yansıyan bir olmak isteyen bir erkek? cinsiyetçi eğitim vardır. Üniversi-

Meslek seçerken bile önümüze geçen bu cinsiyetçi ayrıma, eğitimöğretim sıralarında dahi kadınların geri plana atılmaya çalışıldığına, toplumun yüklemiş olduğu bu ayrışmaya mahkum edilmek istendiğini görmekteyiz ama biz eşit eğitim alabilmek için ve kendimizi kadın veya erkek olarak özgürce ifade edebileceğimiz, tüm cinsiyetçi baskılara inat, kendi kimliklerini koruyabileceğimiz yeni bir eğitim tarzı geliştirmeliyiz. Sistemin ya da toplumun bize uygun biçtiği rollerden kurtulup kendi isteklerimiz ve kararlarımız doğrultusunda mesleğimizi seçmeliyiz.

Lıselı Kıvılcım

13


ocak 2013

Semya

ALEVİLİK ve ZORUNLU DİN DERSİ Bizim kültürümüzü, bizim inancımızı yok sayarak ve önümüze 'zorunlu din dersleri' koyarak, ‘anadilde eğitimi’ yasaklayarak; kendi kültürümüzü, kendi dilimizi, kendi inancımızı yaşamamıza engel oluyorlar. Anadolu’nun en zengin inanç kültürüne İnsanlık için her dil, her din, her kültür sahip olmasına rağmen sürekli ezilen, ayrı bir farklılık, ayrı bir güzelliktir. Dihor görülen Alevilik, son dönemlerde limiz, kültürümüz, bizi biz yapan ve bizi artan tartışmalara konu oluyor. Bu tar- birbirimize bağlayan en önemli değertışmalardan biri de Başbakan tarafından lerimizdir. Devlet değerlerimizi 'yıkbaşlatıldı. Başbakan Erdoğan, Karaca- maya' çalışıyor. Bizim kültürümüzü, ahmet Cemevi ile ilgili olarak; "O cem- bizim inancımızı yok sayarak ve önüevi bir 'ucube' olarak yapıldı. Orası hala müze 'zorunlu din dersleri' koyarak, kaçaktır, ruhsatı yoktur. Karacaahmet ‘anadilde eğitimi’ yasaklayarak; kendi Türbesi’nin yanında bir ucube olarak kültürümüzü, kendi dilimizi, kendi r. durur” diye konuştu. Ayrıca Başbakan inancımızı yaşamamıza engel oluyorla cemevlerini ibadethane değil, “kültürel Asimilasyona Hayır! etkinliklerin yapıldığı yerler" olarak tarif etmiştir. Bu söylemlerle, Alevilerin Devlet engel olmakla kalmıyor, Alevi'bilinçli' olarak inkar edildiğini görüyo- leri asimile etmek için zorunlu din derslerinde Sünni-İslam inancını zorla ruz. öğretiyor. Sözde 'seçmeli' aslında zoİnkar, Baskı, Tehdit! runlu din dersleriyle kendi kültürüBaskılar sadece inkarla sınırlı kalmıyor. Uygun fırsatı bulduklarında, yani AleviLiseli Kıvılcım lerin azınlık ya da örgütsüz oldukları olarak biliyoruz ki; yerde onları yerlerinden yurtlarından hayatımızın her etmek ya da yok etmek için imha politikaları uyguluyorlar. Bu imha politiklaalanında bizlere rına önemli ve somut örnekler olarak dayatılan şunları verebiliriz: Alevilerin evlerinin “birilerinin taşlanması, yakılması ve işaretlenmebüyük için doğruları” ve Aleviler leri... Bu eylemler farklı Sırf aktadır. oluşturm bir tehdit onların inançtan oldukları için ikincil konuma sisteminin konulmak Aleviler için büyük bir saygıgücü ne sızlıktır. Aslında sadece Aleviler için çok geçmişimizi değil insanlık ve kardeşlik için büyük haksızlıktır. unutturmaya,

14

Lıselı Kıvılcım

ne de geleceğimizi çalmaya yetecektir!!!

müze, inancımıza yabancılaşıp, onların bizlere dayattığı inancı ve kültürleri kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bizler başka kültürleri ya da inançları öğrenmeyelim demiyoruz, bu inançların ve kültürlerin ‘zorla’ kabul ettirilmesini ve dayatılmasını istemiyoruz!!! Bizler LİSELİ KIVILCIM olarak; kardeşlik bağımızı yok etmeye çalışıp, geçmişimizi unutturup, geleceğimizi çalmak isteyenlere karşı mücadele ediyoruz. Liseli Kıvılcım olarak biliyoruz ki; hayatımızın her alanında bizlere dayatılan “birilerinin doğruları” ve onların sisteminin gücü ne geçmişimizi unutturmaya, ne de geleceğimizi çalmaya yetecektir!!! Sistemin doğruları katliam, zulüm, acı, gözyaşı, ölüm, Maraş ve Madımak demektir! Kardeşleri birbirine düşürmek, halkları birbirine düşman etmektir. Sistemin doğruları bizi biz yapan ve bizi birbirimize bağlayan 'gerçeklerimiz' tarafından YOK EDİLECEKTİR!!!...


ocak 2013 ‘Arap Baharı’ adı altında, halkların ayaklanmaları ile kıvılcımlanıp yayılan ve şu anda Suriye’de alevlenen bu süreç, emperyalist güçlerin, diğer ülkelerde uyguladığı gibi, Suriye’de işgal politikasından başka hiçbir şey değildir.

E MPE R YAL İST SAV AŞ ABD, Ortadoğu'yu hedefleri doğrultusunda dizayn etmek için pek çok karanlık hesap yapıyor. Bu hesaplar sonucunda özellikle 2003 Irak işgalinden sonra Afganistan'a girilmesi ve İsrail eliyle Gazze ve Lübnan'a düzenlenen saldırıları, bugün yeni bir şekil altında sürmektedir. Ezilen ve sömürülen halkların önce Tunus ardından Mısır'da yükselen çığlığı emperyalist güçler tarafından Libya'da tersine çevrilerek önce Libya ardından Suriye'de halklar birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Ortadoğu’da oynanan oyunlar, yaratılan mezhep çatışmaları, işgal politikaları bizleri özgürlüğümüz konusunda kaygılandırırken; hemen yanı başımızdaki Suriye’de yaşananlar ve AKP hükümetinin Suriye’ye karşı tutumu bizleri ekonomik ve sosyal anlamda da olumsuz etkilemektedir.

isteniyor. Başrolünde her zamanki gibi ABD’nin olduğu ve Türkiye’nin de geri kalmadığı bu savaş çerçevesinde gelişen olaylar bölgeye yönelik yapılan “emperyalist” hesapların sonucudur.

Olayların Gelişimi Peki, olaylar nasıl bu şekilde gelişti? Tunus, Mısır, Libya derken Suriye’ye de sıçrayan savaş ne olacak? ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan, ilk aşamada halkların ayaklanmaları biçiminde başlayıp yayılan bu süreç, bugünkü biçimiyle emperyalist güçlerin, diğer ülkelerde uyguladığı gibi, Suriye’de işgal politikasından başka hiçbir şey değildir. Tahmin edilebileceği gibi Suriye’nin yeraltı ve yerüstü kaynaklarından yararlanılmak isteniyor. Ondan da önce Suriye yıkılıp yok edilmek isteniyor. Bölgeye demokrasi ve hakların getirileceği, te-

yor, ki normal şartlarda olması gereken de budur. Fakat Birleşmiş Milletler (BM) Suriyeli sığınmacılara ‘mülteci’ gözüyle bakmıyor ve resmi kayıtlara göre mülteci statüleri de yok. Zaten Hatay’da istedikleri gibi dolaşabiliyor, sınır giriş-çıkışı yapabiliyorlar ve çeşitli olaylara karışabiliyorlar. Yani herhangi bir kontrol noktasına takılmıyorlar. Zaten Suriyeli Mülteci dediklerimiz de El Kaide, Müslüman Kardeşler ve Selefiler gibi silahlı örgütler. Tablo gayet açık, AKP’nin de bu silahlı örgütleri neden kanatları altına aldığı da kolayca anlaşılıyor. Tüm bu ablukadan çıkmanın tek yolu, halkların omuz omuza verip mücadele etmesinden geçmektedir. Bölge halkları için gerçek kurtuluş emperyalizme karşı sınıf mücadelesi ile gerçekleşecektir! Ne Esad ne NATO ne ABD ne de AKP barıştan yanadır.

AKP’nin Suriye’ye yönelik ‘savaş yanlısı’ Farkındayız! Savaşa politikasından rahatsızlık duyuyoruz. LK olarak, Karşı Duracağız! savaşa karşı olduğumuzu her alanda belirtiyoruz. Emperyalizmin bölgeye müdahaleleri sonucunda bölgedeki toplumsal yaşam felç olmuştur. Bizler, Hatay'a sınır komşusu olan Suriye'ye bugüne kadar rahat bir şekilde gidip gelebiliyorken bugün oluşan durumdan oldukça rahatsızız. Geçimini oradan sağlayan aileler, can güvenlikleri olmadığı için işlerini bırakmak zorunda kaldılar. Bunun yanında Türkiye-Suriye arasındaki her türlü alışveriş de kısıtlanmış durumda. Her şey bir yana, bizim Suriye ile bir kültür yakınlığımız, bir bağımız vardı. Oysa şimdiki süreçte bu bağlar koparılmak

rörle mücadele edileceği söylemleri ile bölgeye girilmeye çalışılıyor. Arap halklarını ezmeye, sömürmeye çalışan ABD, AB, İsrail, gerici-işbirlikçi Arap yöneticileri ve tabiî ki AKP iktidarı şu anda Suriye üzerine kafa yoruyorlar. Suriye’den gelen mülteciler; sınır yakınlarındaki ilçe ve köylerde çok yoğun bir şekilde yerleşmiş olmakla birlikte, çok sayıda kiralık evde de barınıyorlar. İlk bakıldığında zulüm ve eziyetten kaçanların ‘geçici’ olarak barındırıldığı, insani duygularla ve yardım amaçlı kamplarakiralık evlere yerleştirildikleri görülü-

Bizler Liseli Kıvılcım olarak tüm bu olanların farkındayız ve AKP’nin Suriye’ye yönelik temelinde ‘savaş yanlısı’ politikasından şiddetle rahatsızlık duyuyoruz. LK olarak, savaşa karşı olduğumuzu her alanda belirtiyoruz. Savaş demek kan demektir, savaş demek zulüm demektir, savaş demek annelerin gözyaşı demektir, savaş demek yarınların yok oluşu demektir! LK olarak, dünyamızı kan gölüne çevirmeye çalışanlara karşı barış, özgürlük, eşitlik şiarlarımızla her zaman alanlarda olacağız!

Lıselı Kıvılcım

15


Dünyaya Bakınca Ne Görüyoruz?

ocak 2013

Avrupa'da 2008'de patlak veren ve daha da ciddileşerek günyüzüne çıkan ekonomik kriz sonrasında emperyalist ülkeler kamusal hakları bir bir gaspetmeye çalışıyor. Maaşlarda kesintiye gidiyorlar, harçlara zam yapıyor, eğitimi ve sağlığı paralı hale getiriyor.

İşçiler Haklarından Vazgeçmiyor

2011 yılının başından beri dünyanın çeşitli bölgelerinde bir toplumsal hareketlilik var. Tunus'ta Mısır'da, Şili'de, İngiltere'de, İspanya'da, Yunanistan'da ve dünyanın başka coğrafyalarında insanlar çeşitli taleplerle sokağa çıkıyor. Bütün bunların ne anlama geldiğini anlamak için, Avrupa'da ve Ortadoğu'da yaşananları değerlendirmek için, biraz daha gerilere gitmekte fayda var.

20. Yüzyılda Batıda İşçiler

turduğu bir denklem söz konusuydu. Batılı emperyalistler Avrupa'daki işçi sınıfının gündeminden devrim talebini uzaklaştırmak için sosyal devlet adı altında parasız eğitim ve sağlık haklarını ve çalışma yaşamında ve günlük hayatta yüksek refah düzeyini de içeren bir dizi geniş sosyal haklar tanıdılar. Böylelikle hem batılı işçi sınıfı sömürge ülkelerdeki işçilerden yalıtılmış ve sisteme içerilmiş olacaklardı (işçi aristokrasisi). Bunu gerçekleştirecek kaynak ise emperyalist ülkelerin sömürge ülkelerden kendi ülkelerine aktardıkları artı-değerden işçilere de bir “pay” verilmesiyle sağlandı.

Geçtiğimiz yüzyılda batılı işçiler büyük mücadeleler sonucunda çeşitli sosyal haklar kazanmışlardı. Özellikle sovyetlerin varlığının Avrupalı işçiTunus'ta Mısır'da, Şili'de, lere büyük bir güven İngiltere'de, İspanya'da, verdiği, emperyalistlere ise ciddi bir tehdit oluşYunanistan'da ve dünyanın

16

Lıselı Kıvılcım

başka coğrafyalarında insanlar çeşitli taleplerle sokağa çıkıyor.

Bugün ise Avrupa'da 2008'de patlak veren ve zaman zaman atlatıldığı söylense de belli periyotlarla daha da ciddileşerek günyüzüne çıkan ekonomik kriz sonrasında emperyalist ülkeler kamusal hakları bir bir gaspetmeye çalışıyorlar. Maaşlarda kesintiye gidiyor, patronların zarar gören bütçelerine kaynak yaratmak için harçlara zam yapıyor, eğitimi ve sağlığı paralı hale getiriyor. Emekçiler ise buna yanıt üretmek adına sokaklara çıkıyor. Geçmişi eskilere dayanan güçlü işçi sınıfı hareketi geleneği yeniden diriliyor. Bu, daha büyük toplumsal mücadelelerin habercisi olarak düyanın dört bir yanında bizim gibi “başka bir dünyanın mümkün” olduğunu düşünenleri mücadeleye çağırıyor.

ORTADOĞU Batıda olanlar dünyadaki denklemin sol tarafını oluşturuyorsa, eşittir işaretinin öbür tarafında da Ortadoğu'da gerçekleşenler duruyor. Uzun yıllardır emperyalistlerce sömürülen halklar yoksulluğa, aç-


aralık 2012 lığa ve bu sömürünün zor yoluyla uygulayıcısı olan diktatörlere artık yeter demek için sokaklara dökülüyor. Ancak emperyalistler ilk olarak, bölgedeki hesapları bozulduğu için bu hareketleri çevrelemeye, çeşitli haklar vererek önlerini kesmeye çalıştılar.

Tunus ve Mısır'da gerçekleşen hükümet değişiklikleri ile çabaladıkları buydu. Bugün Mısır'da insanlar yeniden sokaklara dökülerek bununla yetinemeyeceklerini yineliyorlar. Libya ve Suriye'de ise emperyalistler doğrudan işin içine dahil olarak isya-

nın rotasını değiştirip bölgede etkilerini arttırabilecekleri biçimde isyana yön vermeye, buralarda konumlanmaya çalışıyorlar. İster muhaliflerin, ister Esad'ın yanında olsun bütün emoeryalist güçlerin hedefi bölgede daha fazla etkinlik gösterebilmektir.

DÜ NY AN IN LİS EL İSİ ABD Türkiye’de çok gündeme gelmese de ABD, liseli öğrencilerin çeşitli taleplerle sık sık sokağa çıktığı bir ülke. Buna neden olan eğitim politikalarını anlayabilObama için; mek konusunda gerektiğinden fazla iyimser değerlendirmelere sahip olsa da, eğitim konusunda eleştirel çalışmalarıyla tanınan Michael Apple ile yapılan söyleşiden alınan şu bölüm önem taşıyor: “[Obama] kamuda tıpkı özel sektördeki gibi sert bir rekabet istiyor. Ve devlet okulları da bundan payını alacağa benziyor. Örneğin sendikasız öğretmenlerin çalışacağı “charter school” dediğimiz okullar açılmaya başlandı. Bu okullar öğbile sertifikası retmenlik olmayan kişileri öğretmen olarak işe alabiliyorlar. Öğretmende ücretleri lerin performansları üzerinden belirleniyor. Ki performansın tek ölçüsü öğrencilerinin testlerde elde ettikleri sonuçlar. Öğrencileri daha iyi sıralayabilmek için de ulusal testlerin uygulanmasını öngörüyor. Yani eğitimde rekabet artıyor. [Obama] Rekabetle daha iyi bir eğitim sistemi yaratılacağına inanıyor.”(1)

2012 yılında ABD'deki lise öğrencilerinin belli başlı eylemleri:

Detroit Mart ayında, Detroit'te bulunan Frederick Douglass Lisesi'nde eğitim seviyesinin düşük olmasını protesto eden öğrencilerden 50'si okuldan uzaklaştırıldı. Öğrenciler, kalıcı öğretmenlere sahip olmadıklarını, derslerinin boş geçtiğini daha kaliteli ve nitelikli bir eğitim istediklerini dile getirmişlerdi. ABD'de eğiözellikle sektöründe tim öğretmenler üzerinde ciddi bir güvencesizleştirmenin varolduğu biliniyor. Bu durum yeni yasalarla derinleştirilmeye çalışılıyor. Özellikle Detroit bölgesinde eğitim alanında ciddi bir sorun yaşanıyor. Yüksek borçlanma oranı nedeniyle okulların ilk gününde sadece % 55'lik bir katılım gerçekleşmişti. Geçtiğimiz aylarda Plum Lisesi'nde

ve başka diğer liselerde de bütçe kesintilerine yönelik benzeri protestolar gerçekleşti.

Wiscosin-Kansas Eylül ayında Obama'nın önerisiyle liselerdeki öğle yemeklerinde verilen yiyecek miktarına sınırlama getiren yasayı protesto etmek için öğretmenler ve öğrenciler çeşitli protestolar gerçekleştirdi. Wisconsin Lisesi öğrencileri okul yemekhanelerini boykota başlarken bundan bir hafta sonra Kansas'ta bulunan Wallace County Lisesi öğrencileri de öğretmenleriyle birlikte, “We are hungry (Açız)” isimli bir kısa film çekerek seslerini duyurdu. (1) Söyleşi: “Michael Apple: Eğitimle dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek mümkün”. Birgün, 14 Haziran 2010.

Lıselı Kıvılcım

17


ocak 2013 Şili’de Bir isyancı Kuşak Şili'de geçtiğimiz yıl bütün ülkeyi etkisi altına alan hatta 5 ayda 2 eğitim bakanını koltuğundan eden eylemler gerçekleşti. Eylemlere katılan kitlenin büyük çoğunluğunu üniversite öğrencileri oluştursa da, bunun liseli gençliği ilgilendiren daha ciddi bir arka planı var. Bugün üniversitelerde var olan bu kitlesel mücadelenin esas başlangıç noktası 2006 yılında liseliler tarafından kurulan Penguenler Hareketine dayanıyor. Üniformalarından esinlenerek kendilerine penguenler diyen liseliler 2006 yılında Nisan'da başlayıp Haziran'a kadar süren gösteriler gerçekleştirdiler. 30 Mayıs'ta 790.000 kişiye ulaşan sayılarıyla öğrenciler bir dizi talep öne sürdüler. Kısa vadede ücretsiz ulaşım ve üniversiteye giriş ücretlerinin kaldırılmasını isteyen öğrencilerin uzun vadeli talepleri ise Pinochet diktatörlüğünden kalma eğitim yasasının kaldırılması ve benzeri baskıcı uygulamaların uzantısı olan tam gün okul yasası vb. Uygulamarın kaldırılmasıydı.

18

Öğrenciler bu süreçte çok sayıda eylem gerçekleştirdiler. Liseleri işgal ettiler, ülke çağında liselileri destekleyen genel grevler gerçekleşti, bu grevlere toplumsal muhalefetin her kesiminden insanlar destek verdi. Hükümetle pek çok görüşme yapıldı. Bunların sonucunda tutuklanan ve yaralanan çok sayıda öğrenci olsa da, öğrenciler ciddi kazanımlar elde etmeyi başardılar. Bugün Şili'de sokaklara çıkan üniversiteliler, uzun yıllardır uygulanagelen lise eğitiminde köklü bir reformun mimarı olan 2006'nın liselileridir. İsyancı bir kuşak geleneği sürdürmekte kararlı görünüyor. 2011'de gerçekleşen protestolara lise öğrencileri etkin bir biçimde katılmıştır. Liseli öğrencilerin talepleri de bu mücadelede yer almış, öğrenciler okul işgaline varacak düzeyde sürecin bir parçası olmuşlardır.

Bugün Şili'de sokaklara çıkan üniversiteliler, uzun yıllardır uygulanagelen lise eğitiminde köklü bir reformun mimarı olan 2006'nın liselileridir. İsyancı bir kuşak geleneği sürdürmekte Lıselı kararlı görünüyor.

Kıvılcım

Kanada Kanada'da geçtiğimiz aylarda “Bill 115” ismiyle bilinen, öğretmenlerin koşullarını güvencesizleştiren ve grev haklarını ellerinden alan yasanın çıkmasının ardından eğitim alanında faaliyet yürüten sendikaların çağrısı üzerine önce öğretmenler ardından öğrenciler sokaklara çıktılar. Bu yasa sonucunda öğretmenlerin koşullarında meydana gelen değişiklikler aynı zamanda öğrencileri de ciddi biçimde etkiledi. Bu yasa sonucu ayrıca öğrencilerin kültürel gelişimine katkı sunan ek dersleri ve spor olanakları da ellerinden alındı. Çok sayıda okul hiçbir spor hiçbir spor dalında okullar arası müsabakalara kayıt yaptıramadı. Yerel idarelere eğitim ücretlerine müdahale etme olanağı da tanıyan yasaya karşı protestolar halen devam ediyor. Son olarak 13 Aralık tarihinde Ontario'da yüzlerce öğrenci sokaklara çıktı. Yasanın çıkarılmasını ekonomik krize bağlayan ve “Kill Bill 115” sloganıyla devam eden protestolara öğretmenler ve lise öğrencilerinin yanı sıra ilköğretim öğrencileri ve velilerde büyük destek veriyor. Pek çok öğrenci bu yasayla eğitim haklarının neredeyse tamamıyla ellerinden alındığını ifade ediyor ve hükümet masaya oturuncaya ve taleplerini kabul edinceye dek protestolarını sürdüreceğini ifade ediyor.


ocak 2013

Emperyalizm Nedir?

Kapitalist şirketlerin birbirleriyle rekabeti sonucunda bunlardan bir kısmı diğerlerini de yutarak (veya birleşerek) daha büyük tekeller haline gelirler. Dünyadaki bütün kayve hammaddelerin nakların, pazarların kontrolü bu tekeller ve onların uygulayıcısı olan siyasi iktidarların elindedir. Böylelikle sadece bulundukları ülkedeki işçileri değil dünyanın diğer ülkelerindeki işçi sınıfını da sömürerek daha da büyümeyi hedeflerler. Bu kontrolü gerçekleştirmek için zora ihtiyaçları vardır. Bunun için büyük silahlı güçlere ihtiyaç duyarlar, ordular kurarlar, silah sanayisini oluştururlar. NATO olarak adlandırılan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün bugünkü misyonu bu silahlı güçlerin emperyalist yararına nasıl konumlandırılacağını ve kullanılacağını planlamaktır. Ayrıca emperyalistler sadece askeri alanda değil, iktisadi, siyasi vb. diğer alanlar da benzeri

kuruluşlara ihtiyaç duyarlar. G-8, G20, Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü bunlardan sadece birkaçıdır...

Emperyalizm ve Savaş Bu güçler kendi aralarında da rekabet ederler. Bu rekabet sonucu, aralarında dünyadaki sömürge alanlarını nasıl paylaşacakları konusunda çeşitli anlaşmazlıklar çıkar. Özellikle kriz dönemlerinde ortaya çıkan bu anlaşmazlıklar ancak savaşla çözülür. I. ve II. Dünya Savaşı olarak adlandırılan savaşlar aslında birer emperyalist paylaşım savaşlarıdır. Bugünde dünyanın çeşitli coğrafyalarında gerçekleşen savaşların ardında benzeri hesaplar yatmaktadır. Birbirlerine rakip olsalar da, yukarıda saydığımız örgütler bize, bu güçlerin emekçiler ve yoksullar karşısında kendi aralarında ne kadar örgütlü ve koordineli olduklarını gösterir. Bizler de ancak örgütlü bir mücadeleyle bu saldırıların karşısında durabiliriz. * Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. V.İ. Lenin; Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması

Kapitalist şirketlerin birbirleriyle rekabeti sonucunda bunlardan bir kısmı diğerlerini de yutarak (veya birleşerek) daha büyük tekeller haline gelirler. Dünyadaki bütün kaynakların, hammaddelerin ve pazarların kontrolü bu tekeller ve onların uygulayıcısı olan siyasi iktidarların elindedir.

Bir Emperyalist proje olarak;

G-20 NASIL ORTAYA ÇIKTI?* Evet, 10 yıl önce, 1999’da, daha sonra Kanada’nın maliye bakanı ve ardından devlet başkanı olan Paul Martin, Bill Clinton yönetiminin hazine bakanlığı adına temsilcisi Larry Summers’la toplantı halindeydi. İki adam, Hindistan ve Çin gibi, ekonomileri hızla büyüyen gelişmekte olan ülkeleri içerebilecek bir klüp oluşturmak adına, G7’yi (Group of 7) genişletmeyi tartışıyorlardı. İki adamın yanında hiç kağıt yoktu-bu durumun nasıl mümkün olduğunu bilmiyorum ama hikayeleri gerçekten böyle- ve bu klübe davet etmeyi planladıkları ülkelerin listesini hazırlamak istediler. Bir kağıt parçası bulamadılar ve sonuç olarak bir ambalaj kağıdı bularak arkasına ülkeleri listelediler. Bu ülkeler sadece dünyanın en büyük 20 ekonomisine sahip ülkeler değillerdi. Paul Martin’in müsadesiyle, aynı zamanda davet edilebilmenin bir diğer kriteri de ABD açısından stratejik öneme sahip olmaktı. Böylece Larry Summers kararını verdi İran olmayacaktı ama Suudi Arabistan olacaktı. Tayland; iki yıl öncesinde Asya’nın ekonomik krizini dengelemesi nedeniyle Tayland’ın çağırılacağı gibi bir beklenti oluşabilir. Ancak, Tayland ABD açısından Endonezya kadar stratejik değildi ve Endonezya dahil oldu ancak Tayland olmadı. Bu hikayeden anlayacağımız G20’nin (Group of 20) yaratılması tam anlamıyla tepeden kararlaştırılmıştır. İki güçlü adam birlikte oturup yalnızca-davetliler listesine karar veriyorlar. * (Naomi Klein’in 2010 Haziran ayı sonunda Kanada'da yapılan G-20 zirvesi sonrasında Amy Goldman’a verdiği ve www.zmag.org‘da yayınlanan ropörtajdan kısaltılarak, dergimizce çevirilmiştir.)

Lıselı Kıvılcım

19


ocak 2013

HANZALA

DAMİRİ’s SEVRE Asıl adı NACİ SELİM HÜSEYİN EL ALİ, lakabı ise `DAMİRİ`s SEVRE` yani Devrimin Vicdanı. O, bir karikatürist olmaktan öte hayatını halkının davasına adamış bir isim. Adı Filistin davasıyla özdeşleşmiş Naci El Ali, 1936 yılında Filistin’in kuzeyinde Şecere köyünde dünyaya gelir.

Lıselı Kıvılcım

1987’de Londra’da faili meçhul bir cinayete kurban gider. 1987 Ağustos’unda beş haftalık bir komanın ardından, intifadanın başlangıcını görmeden öldüğünde arkasında 40 binden fazla eser bırakır. Naci el Ali’nin Hanzala geleneğini Ümeyye Joha isminde bir karikatürist kaldığı yerden devam ettirmektedir.

O

20

Filistin topraklarında hüküm süren yıkımı ve kendilerini ifade etme fırsatları kısıtlı olan Ortado-

nudur fakat tek derdi İsrail değildir. İnsana ve insanlık onuruna özgü ne varsa sahiplenilmelidir, bu yüzden Arap milliyetçiliğiyle de barışık olamaz: “Düşüncem enternasyonalist, kaygılarım insani.”

O

1948 yılında yüz binlerce Filistinli gibi o da topraklarından sürülür. Filistin topraklarında İsrail Devleti kurulduğunda, ailesiyle birlikte Lübnan’ın güneyindeki S a y d a kenti yakınlarınd a k i Aynül Hilva Mülteci K a m pı’na sığınır. Kampta her Filistinli gibi acılar içinde yaşar. Halkının çektiği sıkıntıların tümünü o da çeker. Halkının ızdırabı kimliği olur. 1960 yılında Lübnan Sanat Akademisi’ne girer. Burada bir yıl okuyabilir. Lübnan polisi sürekli peşindedir. Okulunu hapiste tamamlar. 1961 yılında “Çığlık”

adında bir dergi yayınlar. Hanzala karakteri o yollarda ortaya çıkmıştır. 1960’ların başında Filistin mücadelesinin önderlerinden, 1971’de Beyrut’ta öldürülen devrimci yazar Gassan Kanafani onun yeteneğini fark eder ve bu alanda profesyonel olarak çalışmasını sağlar. Filistin mücadelesinin Nasırcı Arap milliyetçiliğinden devrimci bir çizgiye kaymasında önderlik edenlerden biri olan Kanafani onun ilk çalışmasını el-Hürriyet dergisinde yayımlar. Artık çizmeyi ciddiye alan Naci el-Ali, daha sonra Kuveyt’teki Tali’a dergisinde çizer olarak çalışmaya başlar. 1968’den 1975’e kadar es-Siyase gazetesindedir. Bu tarihte Lübnan gazetesi es-Sefir’e geçer ve 1979 yılında Arap Karikatüristler birliği başkanı seçilir.

O

Filistin ve Lübnan direnişinin geçmişinde, genel olarak Arap coğrafyasının, özelde ise Filistin ve Lübnan mücadelesinin çığlığı, umudu, onuru ve acısı devrimci karikatürist Naci Hüseyin El Ali. Hanzala figürünün yaratıcısı, Naci El Ali’yi anlamak için Arap coğrafyasına bütünlüklü bakabilmek şart.

Hanzala’nın yaratıcısı Naci el Ali, 1987’de Londra’da faili meçhul bir cinayete kurban gider. 1987 Ağustos’unda beş haftalık bir komanın ardından, intifadanın başlangıcını görmeden öldüğünde arkasında 40 binden fazla eser bırakır.

ğ u ’d a k i mazlum halkların sesini cesur çizgileriyle yükselterek dünyaya duyurmayı kendisine görev edinir. Böylece kitleleri harekete geçirecek, politik olarak da mültecilerde kendi durumlarının farkına vardıracak bir bilinç oluşturacaktı r. Bütün olumsuzluklara rağmen komünisttir ve sanatını mücadeleye adamıştır. Elbette ki ana ekseni Filistin ve mülteci soru-


ocak 2013 Han zal a Ort ado ğun un De vrim ci Çığ lığı Naci el Ali, Hanzala’yı yaratmıştır. Hanzala kendini şöyle tanıtır: Benim adım Hanzala. Babamın adı önemli değil. Annemin adı Nakbah ve kız kardeşime de Naksa adını koydular. Ayakkabı numaramı bilmiyorum çünkü hiç giymedim. 5 Haziran 1967’de doğdum. (Birinci Arap-İsrail savaşından sonra Filistin topraklarının geri kalanının İsrail tarafından işgal ve ilhakının duyurulduğu tarih...) Milliyetim: Filistinli değilim, Ürdünlü değilim, Kuveytli değilim, Lübnanlı değilim, Mısırlı değilim, hiç kimse değilim. Kısaca, bir kimlik kartım yok ve herhangi bir memleketten olmakla de ilgilenmiyorum. Ben yalnızca bir Arabım. Hanzala Naci El Ali’nin bütün karikatürlerinde sırtını seyirciye dönmüş, yamalı elbiseleri, arkasında kavuşturduğu elleri ve boynunda taşıdığı terk etmek zorunda kaldığı evinin anahtarı ile küçük bir kız çocuğu figürüdür. Ortadoğu coğrafyasında sürgün tüm çocukları,

Hanzala’nın kavuşturduğu elleri bunun sessiz protestosudur; fakat Hanzala’yı kimi zaman olaylara müdahil olurken görürüz. Çünkü sessiz protesto yetmez, o aynı zamanda bir aktivisttir de.

Hanzala Hep 10 Yaşındadır Hanzala başına o büyük felaket geldiğinde 10 yaşındadır ve artık onun için zaman durmuştur. O tarihten itibaren artık hep 10 yaşındadır. Çocuklar bir ülkenin geleceğini temsil eden imgedir ve geleceksizlikte aynı imgede ifade bulur. Hanzala geleceği çalınan milyonlarca çocuğun çığlığıdır. Aynı çığlığı Feyruz’un seslendirdiği “Şadi” ve Mersel Khalife’nin seslendirdiği “Ken Fi Marra Tıfl’ızğir” şarkılarında ve topluma mal olmuş birçok sanatçının çalışmasında işitebiliriz. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Hanzala bu tablodan sıyrılabilmiş ve Naci El Ali’ye dikenli tellerden bile umut devşirmeyi öğretmiştir. Ali Hanzala’yı yaratmıştır ama onu korkudan, yılgınlıktan koruyan Hanzala olmuştur. Hanzala mücadeleye sadıktır ve yenilginin, umutsuzluğun Ali’yi sürüklemesine izin vermemiştir. Ali bu korkuyu her zaman yaşamıştır: “Sınırlamalardan korkmuyorum ve hiç hesabını yapmıyorum. Tek korktuğum yeisin kalbime ulaşması.”

çocuklukları temsil etmektedir. Sadece bir sürgünü değil yamalı elbiseleri ile yoksulluğu da ifade etmektedir. Hanzala Filistin, Filistin Hanzala’dır. Sırtı seyirciye dönüktür ve yüzünü görebilmemizin tek koşulu halkının özgür olması evine dönebilmesidir. Naci El Ali bu durumu şöyle açıklar: “İsrail Filistin’e saldırdığında bütün dünya Filistin’e sırtını döndü, Filistin halkı özgür oluncaya dek Hanzala’da bütün dünyaya sırtını dönecektir!” Hanzala Arapların sessizliğine, İsrail’in işlediği savaş suçlarına, gelişmiş ülkelerin ikiyüzlülüğüne ve Arap yönetimleri ile FKÖ içindeki yozlaşmaya da sırtını dönmüştür. Hanzala, Filistin mücadelesinin direnişçi unsurlarını ve Arapların acısını temsil etmektedir, ama bir yandan da Arapların bölünmüşlüğünü ve Filistin halkının acılarına kayıtsızlığını eleştirmektedir. Onun derdi aynı zamanda mücadeleyi bırakan göbeklilerledir ve bu durum gerek politik gerekse psikolojik açıdan Naci El Ali’yi çok etkilemiştir. Hanzala Naci El Ali’nin devrimci yönüdür ve net duruşu sayesinde Ali intifadayı görmeden öldürüldüğünde bile bu durum Hanzala’nın Filistin direnişinin sembolü olmasına engel olamamıştır. Artık Hanzala bütün Ortadoğu coğrafyasında direnişin, devrimciliğin simgesidir ve mücadele sürdükçe Hanzala çığlığıyla bize çocukların, yoksulların, Arapların ve ezilen bütün halkların mücadelesini haykıracaktır…

Hanzala Filistin, Filistin Hanzala’dır. Sırtı seyirciye dönüktür. Naci El Ali bu durumu şöyle açıklar: “İsrail Filistin’e saldırdığında bütün dünya Filistin’e sırtını döndü, Filistin halkı özgür oluncaya dek Hanzala’da bütün dünyaya sırtını dönecektir!”

Lıselı Kıvılcım

21


ocak 2013

Mersin LK

KAPİTALİZMİN BORUSU

DOĞAYA ÖTMEZ

21. yüzyılın insanlık nükleer santral inşa ettiriyorlar. İnsanlar dünya üzerindeki geçici suçu olan bu Dün Çernobil’de, bugün Jakaynakları tüketirken, temel ihti- santrallerin ponya’da yaşanan facia, yarın da yaçlarını karşılayabilecek temiz, kurulmasını Akkuyu’da, Sinop’ta yaşanabilir. ucuz ve hızlı enerji üretimine ih- dünyanın neresinde Bunun hiçbir garantisi olmadığı tiyacı vardır. Emper yalist kapita- olursa olsun karşı gibi çevre halkına da yararlı bir gelist güçler ise bunun çözümünün olan var ve ak çıkm tirisi yok. Bununla beraber Akkunükleer enerjide olduğuna inanyu'da kurulacak olan santralin maktalar. Daha doğrusu inanmak santrallerin bulunduğu lokasyonda deprem ve kendi sistemlerinin getirisi ola- kapatılması için bulunmaktadır. Ecemiş fay rak bunu yapmak zorundalar. Biz elimizden geldiğince riski kurulacak olan santüzerine hattı eko-sosyalistlere göre ise temiz, sesimizi duyurmak bir depremde Merkonusu söz ral ucuz ve hızlı enerji’nin çözümü bu bizlerin, yani iller için büyük çevre sin ve değildir. Hatta tam tersine pahalı, insanlığın görevidir. felakete yol açabilir. Aynı zaverimsiz, müsrif ve cım Liseli Kıvıl manda nükleer santralin yaratatehlikelidir. cağı atığın nereye atılacağı da ayrı olarak da nükleer bir tartışma konusu. Akkuyu’da Nükleer santrallere ve santralin kurulmasını amaçlayan, Santraller diğer santrallere küresel ölçekte gücü olan kapitaMüsrif ve karşı sürekli list Rusya’nın kamusal bir şirketiTehlikelidir tetikte olacağız. şirket Bu dir. Müsriftir dedik, Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer enerji santrali de bunun çok iyi bir örneği. Mersin gibi güneş ışınlarını en bol alan yerlerden birinde, yeni leneb i lir enerji kaynağı, zararsız ve

22

Lıselı Kıvılcım

aynı zamanda maliyeti düşük olan güneş enerjilerini kullanmak yerine kalkıp yıllar önce Çernobil’de onlarca insanın ölümünden ve yıllarca radyasyonun etkisinde kalıp sakatlaşması, kanser olmasından sorumlu olan emperyalistlere

Rusya’da bulunan atıklarını santral Mersin’e getirmeyi planlıyor. Aynı zamanda santralin inşa edildiği alan, o şirkete bedelsiz olarak verildi.


ocak 2013 Olası bir paylaşım savaşında kullanılacak olan, duyarsız kapitalist devletlerin işine gelen, paradan sonra en önemli maddelerden biri olan nükleer santral, bugünün teknolojisiyle dünya üzerinde kat kat fazla Hiroşima etkisi yaratabilir. Enerji ihtiyacının karşılanması palavrasıyla üstü örtülen asıl amaç budur. Hiroşima insanlığın utanç kaynağıdır ve nükleer konusunda ders çıkarılması gereken en önemli olaylardan biridir. Mersin Nükleer Karşıtı Platformu, geçtiğimiz bir yıllık dönemde, kamuoyu yaratmak için çeşitli eylemlikler organize etti. 2011 yılının yaz sürecinde eylemliklerini sıklaştıran Mersin Nükleer Karşıtı Platform Temmuz ayında yöre halkını da arkasına alıp santralin kurulacağı şantiyeyi işgal ederek, bu yoldaki kararlılıklarını kamuoyuna gösterdiler. Şirket geçtiğimiz Mart ayında ise, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) toplantısıyla, palavralarla dolu bir metin sunarak kamuoyunu ve yöre halkını yanıltma girişiminde bulunmuştur. Fakat yöre halkı buna izin vermeyip toplantıyı başlamadan bitirmiştir. Ayrıca geçtiğimiz Temmuz ayında Akkuyu’da, bu sürecin kalıcılaştırılması ve daha çok kitleselleştirilmesi için yaklaşık 30 günlük bir çadır kamp etkinliği oluşturulmuştur. Bu etkinliğe nükleer santrale karşı olan Mersin’deki bütün sivil toplum kuruluşları, sosyalist örgütler, çevreci örgütler ve belediye başkanları katılmıştır. Bizler de Liseli Kıvılcım olarak nükleere karşı olan saflarda yer aldık.

Direniş Tüm Coğrafyaya Yayılmalı

İşbirlikçi kapitalist devletin kâr elde etmek için doğayı kullanıp zarar vermesi bununla da sınırlı kalmıyor. Çevreye zarar veren diğer santraller olan hidroelektrik santraller(HES) Anadolu’nun tüm coğrafyasında kuruluyor ve hâlihazırda kurulu olan yüzlerce santral var. Bunlara karşı bilinçlenen halk örgütlü bir şekilde karşı çıkıyor, izin vermiyor. Doğallığında gelişen bu muhalefet, ülkenin dört bir yanında yükselişe geçiyor, Hatay ve Mersin’den Sinop’a, santrallere geçit verilmiyor. 21. yüzyılın insanlık suçu olan bu sant-

rallerin kurulmasını dünyanın neresinde olursa olsun karşı çıkmak ve var olan santrallerin kapatılması için elimizden geldiğince sesimizi duyurmak bizlerin, yani insanlığın görevidir. Liseli Kıvılcım olarak da nükleer santrallere ve diğer santrallere karşı sürekli tetikte olacağız. Liselerde konuyu gündeme getirip, bu lanet santrallerin pisliklerini hep birlikte öğrenmeye devam edeceğiz. Rekabetçi kapitalizmin toplum ve doğa üzerinde yarattığı yıkıcı etkinin getirdiği

Dün Çernobil’de, bugün Japonya’da yaşanan facia, yarın da Akkuyu’da, Sinop’ta yaşanabilir. Bunun hiçbir garantisi olmadığı gibi çevre halkına da yararlı bir getirisi yok.

durum kısaca bu. Bu yıkıcılığa rağmen içinde yaşadığımız doğa çok iyi sabretmekte. Doğanın insanlara karşı biriktirdiği sabır son kertesine varıp patladığında, insanlık tarihinin en dehşetli ve acıklı sahnesi işte o vakit yaşanacak; yani kapitalizm, borusunun doğaya ötmediğini anlayacak, tıpkı geçtiğimiz sene nükleer faciayı 2. kez yaşayan Japonya’da olduğu gibi.

Lıselı Kıvılcım

23


*

ocak 2013

FRANZ KAFKA

Korku Çağı ve Topluma Bir Ayna! Burakcan Kafka’yı anlatmak için bu yazı elbette yetersiz. Onu yakından tanımak için bu yazı bir girişim olabilir. Aşağıda yazılanlar bir kitap tanıtımı veya Franz Kafka’nın bir biyografisi değil. Onu tanıyabilmemiz için yaşadıklarını ve yazdıklarını kısaca anlatmak gerekir. Psikolojisini ve kişiliğini yansıttığı eserlerinden önce, bu kişiliği belirleyen hayatından kısaca bahsede-

lim. Kafka, 1883 yılının Temmuz ayında Prag’da doğmuş, Yahudi bir ailenin çocuğudur. İnsanlar arasında duygusal, politik, psikolojik açıdan bir uçurumun oluştuğu, faşizmin muazzam derecede yükseldiği ve totaliter, baskıcı devletlerin güçlendiği bir dönemde dünyaya gelen Franz, iki erkek kardeşini küçük yaşta kaybeder. Sonrasında diğer üç kız kardeşini de, Nazi’lerin organize ettiği bir Yahudi katliamında kaybeder. Çocukluk döneminde yaşadığı bu ağır travmayla birlikte, ergenlik çağını da, ırkından ve dininden dolayı çevresinden dışlanarak ve hor görülerek yaşamıştır. Üniversite öğrenimini Hukuk fakültesinde tamamlar ve edebiyata olan ilgisi de bu dönemde başlar. Üniversite’nin ardından bir sigorta şirketinde memur olarak çalışmaya başlar. İşte bu süreç, Kafka’nın rutin hayatla ve bürokrasiyle tanıştığı, derinden hissettiği bir dönemin başlangıcıydı. Franz’ın bu dönemde tanıştığı başka bir gerçeklik daha vardı; aşk. Bilinen duygusal ilişkisinden en önemlisi olan Milena ile aşkı, Franz’ın hayatında çektiği en büyük acılardan birine dönüşmüştür.

24

Lıselı Kıvılcım

Yazmak Kendisine Ayna Tutmaktır İşte bu, “başlı başına bir dünya edebiyatı” denilen eserlerinin oluşmaetken, büyük en sındaki çocukluğundan yetişkinliğine kadar acılarla ve korkularla dolu olan yaşamıdır. Aslında yazmış olduğu romanlar ve çizimleri, kendi iç ve dış dünyasının bir aynasıdır. Ortaya koyduğu sanat, kendisinin nezdinde, tüm insan bireylerinin karşısına koyulan bir aynadır. 1910’lu yıllarda kaleme aldığı Dava romanında, bireyi uyuşturan, kendi kuralı içinde bireyi kıskaca alan sistemi teşhir etmiştir. Franz, bireyin bu kuralların dışına çıkması halinde başına gelebilecekleri Josef K. karakteriyle anlatmış. Josef K. bir sabah çat kapı polisler tarafından tutuklanır. Kafka, Josef K.’nın ne suç işlediğiyle ilgili bilgi vermez, fakat yaptığının kötü bir şey olmadığını yalın bir ifadeyle vurgular. Kitabın daha ilk sayfalarında anlatılan bu olayı kafamızda tahayyül ettiğimizde, bize, bizim coğrafyamıza hiç de yabancı olmayan bir görüntüyü anımsatıyor. Josef K. neden tutuklandığını öğrenemeden, bu dava çıkmazında sürükle-

Kafka’nın “başlı başına bir dünya edebiyatı” denilen eserlerinin oluşmasındaki en büyük etken, çocukluğundan yetişkinliğine kadar acılarla ve korkularla dolu olan yaşamıdır. Yazmış olduğu romanlar ve çizimleri, kendi iç ve dış dünyasının bir aynasıdır. Ortaya koyduğu sanat, kendisinin nezdinde, tüm insan bireylerinin karşısına koyulan bir aynadır.


+

ocak 2013

nip gider. Bürokrasi, bu sistem için temel araçtır ve bireyi kontrol etmekle yükümlüdür. Kitabı bir ayna olarak karşımıza aldığımızda, doğrudan kendimizi, kendi hayatımızı göreceğimizi garantileyen olgular ve olayları net bir şekilde görebiliriz. Josef K. adaletsizliğin, yalnızlıkuralların, otoritenin, ğın, korkuların içinde boğulan ve boğuşan İnsan’ın ta kendisidir.

Gregor Samsa böcek olduğu için herkes tarafından dışlanır. Gregor, doğrudan sisteme saldırmamıştır. Sistemin iğrenç rutinliğinden bunalan vücudu ve korku içindeki psikolojisi, onu itaatsizliğe itmiştir. Tembellik yapıp, sistemin çarkını döndürmediğinden cezalandırılır. Sistem başka seçeneklere, alternatiflere izin vermez, yalnızca kendi olanını yaptırmak zorundadır.

Kafka, Josef K. karakteriyle, bizleri, yani 20. ve 21. yüzyıl toplumunu anlatmak istemiştir. Eserlerinde kapitalist sistemi, insanı kendine yabancılaştırdığı bir sistemi ve bu sistemin çökmeye mahkûm olduğunu resmetmiştir.

Kafka’nın Dönüşüm adlı hikâyesinde de yine kendimizle karşılaşırız, kim olursak olalım; işçi, üniversite ve lise öğrencisi, memur, kadın, işsiz... Dün ve bugün, sistemin dayattığı sınavlara dayanamayıp intihar eden onlarca genç, işsiz, atanamayan öğretmenler, mevcut sistemin çürük olduğunun en önemli örnekleridir.

Gregor Samsa ve Korku Çağı Franz, bu korku paradoksunu, Dönüşüm adlı hikâyesinde de benzer bir şekilde ele almıştır. Bireyin sistemden kaçış yollarını araması, kurulu olan sistemin başarısızlığa uğradığını gösterir. Hikâye’deki Gregor Samsa karakteri sabah kalktığında kendini böcek olarak bulur. Böceğe dönüştüğü için yapması gereken işleri aksar. Aslında bu böceğe dönüş, sistemin rutinliğine, zorunluluğuna bir tepkidir.

Kafka, Josef K. karakteriyle, bizleri, yani 20. ve 21. yüzyıl toplumunu anlatmak istemiştir. Eserlerinde kapitalist sistemi, insanı kendine yabancılaştırdığı bir sistemi ve bu sistemin çökmeye mahkum olduğunu resmetmiştir.

Bu konuyla bağlantılı olarak Albert Camus “17. yüzyıl, matematiğin çağıydı, 18. yüzyıl doğa bilimlerinin, 19. yüzyıl ise biyolojinin çağıydı. Bizimkisi, yani 20. yüzyıl ise korkunun çağıdır” demiştir.

Ve Özgürlük! Bizim çağımız olan 21. yüzyıl ise, bu korkuları aşıp, sistemi deviren özgür bir çağ olacaktır, olmalıdır. Gelecek biz gençlerin elinde olduğu için, bilincimiz gelecek dönemi yansıtır. Biz liselilerin görevi; bu zehiri içimizden söküp atmaktır. Panzehiri tepkidir, susmayalım...

Lıselı Kıvılcım

25


ocak 2013

küçüklerin dünyasina yolculuk Hepsinin tek derdi vardır “madde nedir, nasıl oluştu ve nasıl hareket eder?” Fizikçiler hep bunu araştırır durur. Bugün söylenenlere bakılırsa artık başka durak yok. En son duraktayız. Ve orası her şeyin başlangıç kodlarını verebilecek sırlarla gizemlerle dolu. Seyahatimiz insanlığın seyahati. İlk insandan bugüne kadar bilimin uğradığı sırlarla dolu birçok durağı oldu. Hiçbirinde kaybetmedi, üzülmedi. Hep araştıracak gözlemleyecek yeni bir şeyler buldu. Yolculuğumuz bugüne kadar eğitim-öğretim hayatımızda bize sunulmayan, fizik biliminin en önemli konusuna, kuantum diyarlarına olacak. “Küçükler dünyası” dedik çünkü burası çok çok küçük madde parçacıklarının yaşadığı bir dünya. Örneğin elinize bir kâğıt parçası alın ve onu makas ile kesmeye çalışın. Bu kesme işlemini nereye kadar sürdürebiliriz? Kâğıdımız makasla kesilemeyecek boyutlara geldiğinde artık günlük hayatımızda sıkça yaptığımız işlemleri bu boyutlarda yapamayacağımızı anlarız. İşte tam da bu noktada küçüklerin dünyasına kapı açmış olacağız.

den gözlerimizle göremeyeceğimiz büyüklüklere doğru bir yol izlemiştir. Fiziğin tarihi ilk durağı hep Kepler ile başlar. Arkasından Galilei, Newton, Einstein ve bugün isimleri az duyduğumuz diğerleri gelir. Hepsinin tek derdi vardır “madde nedir, nasıl oluştu ve nasıl hareket eder?” Fizikçiler bütün o duraklar boyunca hep bunu araştırır durur. Ama bugün söylenenlere bakılırsa artık başka durak yok. En son du-

Örneğin elinize bir kağıt parçası alın ve onu makas ile kesmeye çalışın. Bu kesme işlemini nereye kadar sürdürebiliriz? Kağıdımız makasla kesilemeyecek Fizik Biliminin Sorusu boyutlara geldiğinde artık günlük Fizik biliminin tarihi de kâğıdımız gibidir. Çok büyük gök cisimlerinhayatımızda sıkça yaptığımız işlemleri bu boyutlarda yapamayacağımızı Lıselı anlarız.

26

Kıvılcım

raktayız. Ve orası her şeyin başlangıç kodlarını verebilecek sırlarla gizemlerle dolu. Artık maddenin son yapıtaşları elimizde... Fizikçiler kafayı madde parçacıkları ile kırıyorlar. Acayip olan şey ise çok çok küçük bir şeyi araştırmak için çok büyük laboratuarlara ihtiyacımız olması. Bizim dünyamızın yasalarını biliyoruz. Peki küçüklerin dünyasında yasalar nasıl işler?

Kuantum Harikalar Diyarına Giriş Günlük hayatımızda, dünyamızda görünen bütün hareketler Newton’un bulduğu yasalara göre işlemektedir. Büyük gök cisimlerinin hareketleri ve birbirlerine uyguladıkları çekim kuvvetleri, herhangi bir aracın zamanla hızının nasıl değiştiği vb. olayları Newton yasaları ile rahatlıkla çözebiliyoruz. Ancak küçüklerin dünyasında Newton’un yasalarının geçerliliği kalmıyor. Bir kova suyu düşünün. Onu ters çevirdiğinizde ne olur? Su yere dökülür. İşte Newton yasalarının geçerli olduğu kısım. “Sizce dökülür mü?” sorusunu sorduğunuzda işler


ocak 2013 Başımıza bütün bu ‘belaları’ açan ya da tavşan deliğinden atlamamıza neden olan bir deney var. İsmi çift-yarık deneyi. O deneyin sonucu bugün kuantum mekaniğinin başlangıcını oluşturur. değişir. Kovanın içine iyi bakın her zaman orda su damlacıkları kalır. Kovayı sallamadığız sürece dökülmez. Neden dökülmediğini sorduğumuz anda işin içine atomlar girmiştir. Yani bizim küçüklerimiz. Bu andan itibaren Newton’un diyarında değiliz. Alice’in tavşan deliğinden atladığı gibi bizde kuantum harikalar diyarına atlamış olduk. İşte bu diyardaki yasalara kuantum mekaniği diyeceğiz. Başımıza bütün bu ‘belaları’ açan ya da tavşan deliğinden atlamamıza neden olan bir deney var. İsmi çiftyarık deneyi. O deneyin sonucu bugün kuantum mekaniğinin başlangıcını oluşturur. Deneyde bir adet makineli tabancamız, bir adet levha (tek yarıklı) ve de bir adet ekranımız var. Ve bunlar arka arkaya dizilmiş durumda. Tabancamız ateş etmeye başlıyor. Ekranda tek yarıktan geçen kurşunların oluşturduğu tek çizgiye benzeyen bir iz çıkıyor. Tek yarıklı levhayı kaldırıp iki yarıklı levha koyuyoruz. Sonra yine ateş ediyoruz. Bir kısmı birinci yarıktan bir kısmı da ikinci yarıktan geçen kurşunların ekranda iki çizgiye benzeyen iz çıkartmalarını bekliyoruz. Bakıyoruz evet iki çizgi oluşmuş. Sorun yok. Şimdi de yine bir madde parçacığı

olan elektronu gözlemek istiyoruz. Sonuçta yine beklediğimiz şey kurşun gibi bir davranış. Çünkü elektron da kurşun gibi bir madde parçacığıdır. Doğal olarak o da aynı sonucu vermeli. Makineli tabancamızı kaldırıp yerine elektron tabancası koyuyoruz. Ateş ediyoruz. Ekrana baktığımızda tek çizgi oluşmuş. Sorun yok. Sonra tek yarıklı levha kaldırılıyor yerine iki yarıklı levha konuluyor. Tekrar ateş ediyor. Ekrana baktığımızda ne görürüz? İki çizgi mi? Hayır deneyciler daha fazla çizgi görüyorlar. Bu bir dalga modeline benzeyen girişim deseni. Hani elektronlar madde parçacıkları idi? Deneyciler bu sefer elektronların bir birine çarptıkları için böyle bir şey olduğunu düşünüyorlar. Tabanca ile tek tek elektron ateşliyorlar. Bir birlerine karışmaları mümkün değil. Sonucu yine gözlüyorlar. Yine bir girişim deseni. Nasıl olurda iki yarıktan bir tek elektron geçebiliyor. Matematiksel olarak şu demek iki yarıktan da geçiyor aynı zamanda hiçbirinden geçmiyor birinden geçiyor diğerinden de geçiyor. Deneyciler merak edip elektronun hangi yarıktan geçtiğini görmek için yarığın önüne gözlemci

yerleştiriyorlar. Tekrar ateş ediyorlar. Oda ne bu sefer ekranda iki çizgi var bir girişim deseni değil. Değişen tek şey gözlemci idi. İşte bütün bu deneylerden sonra fizikçiler şu soruları soruyorlar. Madde nedir? Madde parçacığı mı dalga mı? Bütün bunlarda gözlemcinin rolü nedir? Küçükler yani maddenin son yapıtaşları hem madde parçacığı hem de dalga özelliklerine sahiptir. Gözlem ya da ölçüm deneyde etkindir. Onu gözlemlediğimizde madde parçacığı, gözlemlemediğimizde dalga potansiyeline sahiptir. Onu izleyip izlemediğimize göre durumu değişir.

Biz Nerdeyiz? Bu deneyin sonuçları, üzerine binlerce fikir üretilen, kuramlar geliştirilen bilimsel bir çalışmaya kapı aralamıştır. Bugün fizik, kuantum mekaniğinin yasalarını araştırıyor. Bu araştırmanın neresinde olduklarını biz de bilmiyoruz. Ancak bizim nerede olduğumuzu bilebiliriz. Eğer hala şaşırıyorsak şu anlama gelir. Halen Newton kafası ile düşünüyoruz. Şaşırmayıp anlamaya çalışıyorsanız tavşan deliğinden düşmüşsünüz demektir. Eğer anlamadıysanız fizikten kalmışsınız demektir. Şimdiden küçüklerin dünyasına hoş geldiniz.

Lıselı Kıvılcım

27


ET . . iKL BiS

ocak 2013

Bisikleti insanlık tarihinde yapılmış en önemli icatlardan sayabiliriz. Bir kere özgür olma fırsatını yakalarız onun sayesinde. Kendi gücümüz ile kullanabileceğiniz en iyi ulaşım aracıdır. Çevre ve doğa dostudur.

İlk bisiklet 12. Yüzyılda Çin’de görüldü. Daha sonra 1791 yılında görülen bisiklet, Fransız Sirvac tarafından yapılmıştır. Sağ ve sol ayaklarının itmesiyle yürüyen bu aracın o zamanlar gidonu dahi yoktu. Daha sonra 1861’de bisiklete gidon adı verilen direksiyon eklendi. Ve bu bisiklet tahtadan imal edildi. İlk metal bisiklet 1881'de kullanılmaya başlandı. Leonardo Da Vinci'nin çizimleri kullanarak ilk pedallı bisikleti Kirkpatrick Mac Millan, 1839-1840 yıllarında yapmıştır. Bisikletin hafif ve kullanışlı olması yaygın ilgi görmesine yol açtı. Devletlerin ilgisi de bisiklete yöneldi, Fransa Savunma Bakanlığı, bisiklet üretimini destekledi ve 1871'de imal edilen bisikletler Almanya ile yapılan savaşta kullanıldı. 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa orduları bisikletleri askeri amaçlarla kullandı. 1800'lerin sonundan fabrikaların artması ve seri üretimin hızlanmasıyla maliyetlerde yaşanan düşüş bisikletin geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Özellikle Fransa, Belçika, İngiltere, İtalya ve İspanya'daki bisiklet fabrikaları bisikletin bu ülkelerde yaygınlaşmasına ve bisiklet sporunun gelişmesine önayak olmuştur. Dünyada en çok bisiklet kullanan iki

28

Lıselı Kıvılcım

ülke Çin ve Hindistan’dır. Çin resmi ajansı Xinhua Haber Ajansı'na göre, Çin'de 450 milyon kişi sık sık bisiklet kullanıyor ve ülkede 600 milyon bisiklet bulunuyor. Şehiriçi ulaşımın büyük bölümü bisikletle yapılıyor.

Bisiklet Önemlidir! Bisikleti insanlık tarihinde yapılmış en önemli icatlardan sayabiliriz. Bir kere özgür olma fırsatını yakalarız onun sayesinde. Kendi gücümüz ile kullanabileceğiniz en iyi ulaşım aracıdır. Çevre ve doğa dostudur. Stresten uzaklaşmanın en iyi yoludur. Belki de en önemlisi ekonomiktir ve de eğitmensiz yapılabilecek en güzel spordur bisiklet sürmek. Arkadaşlarınızla yapabileceğiniz iyi bir etkinliktir. Her an her saat ve her mevsim bisiklete binilebilir. Sosbisiklet, yaldir insanları bir araya getirir, birlikte pedal çevirirler. Bisiklet grupları oluşur, hatta eylemler yaparlar. Ekolojistler, nükleer santrallere karşı, barış savunucuları, savaşa ve işgallere karşı ve kadınlar, sokakları erkeklerin egemenliğinden geri almak için… “Ve şunu unutmayın ki bisiklete binmeyi bir kere öğrendiniz o sizi asla terk etmez ve onu sürmeyi mi asla unutamazsınız.”

Kartal LK

Sosyalist Ülkelerde Bisiklet Sosyalist ülkelerde bisiklet kullanımı teşvik edilmiştir. 80’li yıllarda SSCB’de yılda 5 milyon bisiklet üretilmekteydi. Küba’da da bisiklet çok yaygındır. Kübalılar 90’larda bisikleti, “Bisiklet, 21. yüzyılın seçeneğidir" sloganıyla karşılar. 1991 yılında Çin’den 700 bin bisiklet ithal eden Küba’da kurulan fabrikalarda yılda 200 bin bisiklet üretmektedir.

1 Mayıs 1993'te Havana'nın Devrim Meydanı'nda toplanan yaklaşık 1 milyon Havanalı, Uluslararası İşçi Bayramı'nı kutladı. Kutlama sırasında 100 binden fazla Havanalı'nın, meydana bisikletle girmesi en dikkat çekici manzarayı oluşturdu. Bisikletler kürsü önünden geçerken meydan, bisiklet denizi halindeydi.


ocak 2013 Bisiklet Bize Neden Sosyalizmi Çağrıştırır? Bisiklet, sadece insan gücüyle çalışır. Emekçilere ve yoksullara dosttur bu anlamda. Ve eşitlikçidir, genelde o seni taşısa da bazen sen de onu taşırsın. Yakıtı yoktur, çevreyi kirletmez. Bisiklet, sosyalizm gibidir. Başkasının emeğini sömürmeden sadece kendi emek gücün ile ilerlersin. Binerken de bunu hissedebilirsin. Pedallara yüklenirsin önce 1. adım sonra 2. adım ve böylece gideceğimiz yere varırsın. Ama varmak her zaman kolay olmaz. Gidilecek yolda yokuşlar, engeller, bazen fırtınalar çıkar. Bazen de yokuş aşağı koyuverirsin. Sanki özgürlüğe uçarsın işte burada... Tabii kontrolü bırakmayacaksın, gidonu iyi tutmalısın. Özgürlüğün zorunluluk olması gibi bisiklet binmenin de kuralları vardır mutlaka. Pedalı sürekli çevirmelisin, sürekli ileriye gitmelisin! Durma yoksa düşersin! Pedal çevirmeyi bıraktın mı, dengeyi kuramazsan ve düşersin! Ve bisiklette yalnız olmamak birlikte gitmek gerekir. Yola birlikte çıkmak, tek bir yumruk gibi toplu halde gitmek tüm bunlar bize sosyalizmi çağrıştırır. Bisiklet, dayanışma içinde olmak, birliğe, paylaşıma ve dayanışmaya ve inanmaktır. Eğer yola çıkmaktan korkuyorsan bisiklete binmeyeceksin!

Bir Film: Bisiklet Hırsızları Senaryosunu Cesare Zavattini'nin yazdığı, Vittorio De Sica’nın yönettiği, 1948 İtalyan yapımı drama filmidir. Film gerek yapım tekniği, gerekse de sinema estetiği açısından Yeni-Gerçekçilik akımının simgesi olarak kabul edilir. Filmde, II. Dünya Savaşı sonrası yoksul Roma atmosferi içerisinde, var olma mücadelesi veren sıradan bir işçi perspektifinden, umut, utanç ve yitiriliş üçgeni ekseninde insanlık durumunu gözler önüne sermektedir. Bir

Bisiklet, sadece insan gücüyle çalışır. Emekçilere ve yoksullara dosttur bu anlamda. Ve eşitlikçidir, genelde o seni taşısa da bazen sen de onu taşırsın. Yakıtı yoktur, çevreyi kirletmez. Bisiklet, sosyalizm gibidir. Başkasının emeğini sömürmeden sadece kendi emek gücün ile ilerlersin. süredir işsiz olan Antonio Ricci'nin yeni işi için aldığı ve iş için çok gerekli olan bisikleti, bir afişi yapıştırdığı sırada çalınır. Polis hırsızı kendilerinin bulmalarını söyleyince Antonio ve 10 yaşındaki oğlu Roma’yı karış karış dolaşarak bisikleti ararlar.

t

Bisikletli devrimciler: .

Portekizli komünistlerin faşizme karşı mücadelesini anlatan, “Yarın Bizimdir Yoldaşlar” romanının efsanevi kahramanı Vaz, roman boyunca bir randevudan diğerine bisikletle gider. Romanda bisiklet Vaz’ı taşıdığı kadar Vaz da bisikleti taşırken görülür. .

Lenin’in Fedaisi olarak bilinen, 1907 Tiflis Banka Soygununu gerçekleştiren sayısız eyleme imza atan Kamo’nun hayatı bisiklet üzerinde son bulur. Devrimci mücadele içinde nice badireler atlatan Kamo, 1922'de bisiklete binerken bir kamyonun ona çarpması sonucu ölür.

Lıselı Kıvılcım

29


ocak 2013

Hasan Curva

ULTRAS OL! ULTRAS KAL!

ka rüzgarlar esiyor. Taraftar dünyasının derinlerinde bambaş fırsat yaratalım. Hatta Meraklısına daha yakından bakmak için lmaya da davet edelim. taraftarlığın gereği seyretmeye değil katı il… En klişe tabirle: Burası Sinema tiyatro değ

Spor ile ilgilenenleri kaba bir biçimde ikiye ayırabiliriz: Sağlık ve sevdiği için spor yapanlar ile sporun toplumsal ve sosyal yönüyle ilgilenenler. İlk kategoridekiler bizim konumuz değil. Biz ikinci kategorinin bir bölümüyle ilgileneceğiz: Taraftarlar…

retmeye gelirken bir kesim o tribündeki desteğin bizzat örgütley icisi olmak için orada bulunur. Taraftarlık en basit anlamıyla bu örgütlülüğün içinde olma durumudur. Yani tribünde olmak değil, tribünden olma durumudur.

Taraftarlık ilk bakışta bir takımı veya bir sporu katıldığı yarışma anında yerinde izlemek olarak algılansa da olayı bir seyir olmaktan çıkartıp bir kültüre döndüren oldukça fazla etmene sahiptir.

Bir Taraftarlık Duruşu Olarak Ultralar

Taraftar ve Seyirci Bir stad dolusu insanı bıçak gibi ikiye bölen en önemli özellik o kalabalığın orada bulunuş niteliğidir. Bir kesim insan stadyum veya spor salonuna, gönül verdiği, desteklediği takımı sey-

Taraftar örgütlenmeleri, tribünlerdeki ismiyle taraftar grupları da çeşit çeşittir. Herhangi bir takımın tribünlerinde birden fazla gruba rastlamak mümkündür. Kimi tribünlerde mahallelere kadar giden gruplaşmalar kimi tribünlerde de siyasi duruşlara göre de şekillenebilir. Tribün gruplarının en yaygın örgütlenme biçimlerinden biri Ultralardır. Kıta avrupasında görülen ve İtalya tribünlerinden çıkan bu ör-

gütlenme biçimi en yaygın ifadeyle bir taraftar grubunun nasıl endüstriyelleşmeden ve kulüp yönetimlerinden bağımsız durabileceğinin ifadesidir. İtalya’da 1960’lı yılların sonu ve 70’lerin başında yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan Ultra nitelikli grupların tepe noktası Roma tribünlerinde bir manifesto ile kendilerini ifade ettikleri an olmuştu. Manifesto gerçek taraftarın nasıl davranması gerektiğini ortaya koyarken doğrudan devletten ve kulüpten bağımsız bir duruş ile taraftarların öz örgütlenmelerinin niteliğini açığa çıkarıyordu. Manifesto, her tür maddi ve manevi bağımlılık ilişkisini reddederek futbolun endüstriyelleşmesinin getirdiği pek çok ilişkiyi de kopartan bir tavırla bugün bile güncelliğini korumaktadır.

Fa r k l ı l a ş a n U l t r a l a r Geçen yıllar boyunca Ultra Hareketi de farklılaşmalar yaşamış ve Avrupa’nın pek çok yerinde ve pek çok takımda farklı nitelikte Ultralar ortaya çıkmıştır. Kulüpleriyle, Emniyet teşkilatıyla ve çeşitli devlet kurumlarıyla işbirliği yapanlar olduğu gibi doğrudan sağ ideolojinin etkisi altında hareket eden ve çeteleşen Ult-

30

Lıselı Kıvılcım

ralar da mevcuttur.

Bunların dışında gerçekten manifestoya bağlılığını günün koşulları ölçüsünde sürdürmeye çalışan ve bunun mücadelesini veren Ultra grupların yaşamlarını sürdürme savaşı sürmektedir. Gelişen kapitalizm koşullaendüstrisinin futbol rında yaşam grupların bu derinleşmesi manbir yeni da alanı olan stadları alanBu getirmiştir. tıkla ele alınmayı Ultraların syonu ların reorganiza

doğrudan bu alanların dışına atılması anlamı taşıdığı kadar yeni bir mücadelenin de başlangıcını işaret etmektedir.

Antifa Ultralar Ultra hareketinin sol siyasi oluşumu Antifa Ultralardır. Yine Türkiye dahil Avrupa’nın pekçok yerinde faaliyet gösteren bu gruplar öncelikle antifaşist karakterde bir taraftar oluşumu olarak organize olmaktadırlar. Futbol sahalarında sık görülen ırkçı ve faşist söyleme karşı doğrudan anti faşist bir tavır koyan bu hareketin bugün merkezi sayılabilecek yer Ham-


ocak 2013

Ultras manifesto Gerçek taraftar bu kuralları benimsemelidir:

Ultras

1) oyuncu alışverişi sadece sezon öncesi olmalı, lig devam ederken değil. 2) gol sevinci yaşam özgürlüğüdür: gol sevincine müdahale edilmemelidir. 3) tüm maçlar aynı gün, aynı saatte oynanmalı. 4) yabancı sınırlaması getirilmeli, altyapıdan gelen gençlerin önü kesilmemeli.

5) kendi kulubüyle sözleşme imzaladıktan sonra daha fazla para teklif edilince başka bir kulübe gitmek isteyen futbolcuya bir yıl futboldan men cezası verilmeli. 6) bir kulüp başkanının, başkan veya yönetici olarak başka bir kulüpte aktif görevler alması engellenmeli. 7) eski şampiyon kulüpler kupası formatına dönülmeli: ülkesinde hiç

şampiyon olmamış bir takım şampiyonlar ligi ne katılıp kazanabiliyor. 8) forma numaraları 1 den 11 e kadar olmalı. 9) kulüplerin deplasman taraftarları için ayrılan biletleri turizm acentelerine vermeleri yasaklanmalı. 10) futbol kulüpleri her sene aynı formayla mücadele etmeli. 11) forma arkalarına isim yazılmamalı.

1) kulüpten her türlü yardım ve iletişimi reddetmeli. 2) polisten yardım almamalı. polis düzeni sağlamalı, yardım etmemeli. 3) tribünlerde değişik gruplar olmasını desteklemeli. 4) deplasmana kendi imkanlarıyla gitmeli. 5) diğer takımların ultraslarıyla birlikte TV kuruluşlarına karşı mücadele etmeli. 6) yapılan tüm sınırlamalara karşı gelmeli. Eğer deplasmana gitmesi yasaklanıyorsa, oraya gidip rakip takım tarafında bilet alıp oturulmalı.

bulunmasına ragmen Ultra gelenek- şumların örneklerini görmek mümlerine has bir hareketlenme son yıl- kündür. St. Pauli öncülüğünde oluşturulan larda çarpmaktadır. göze gereken Alerta isimli haberleşme ağı saye- Türkiye’deki tribün gruplarının genel Gerçek taraftarların olması oluUltra bağımsız in tribünlerin yer ansinde tüm Avrupa’da tribünlerde olarak kulüp yönetimleri ve emniyet şumlarıdır. Bu oluşumların özellikleeylem tifaşist grupların ortak teşkilatıyla kurdukları ilişkiler bu derin yapmaları sağlanmaktadır. Bu grup- grupların ultralaşmasının önünde rini başka bir yazıda daha ilkeve yaklaşım Genel z. anlatacağı ırkçılığa ların her yıl düzenlediği en büyük engellerdi. Son yıllarda bu lerin oluşturduğu manifesto çercetaile karşı futbol turnuvası (AntiRa) geleneklerin dışında hareket eden tribün için nışma ve kaynaşma sağlanmakta, ve Ultra felsefesine yakınlaşan grup- vesinde daha örgütlü bir a pek çok sorun da masaya yatırılarak ların ortaya çıkması ile Türkiye taraf- ilgi duyan herkesin bu oluşumlard de Ve tartışılıp bir eylem takvimine kavuş- tar hareketi de farklı bir evreye yer ve görev alması faydalıdır. hayattır. tribün maktadır. girmiş bulunmaktadır. Fenerbahçe tribünlerinde Vamos Bien, Adana Türkiye’de Ultralar Demirspor tribünlerinde Şimşekler Türkiye’de yaygın bir tribün hareketi ve Kartalspor tribünlerinde bu olu-

burg’un St. Pauli takımıdır.

Lıselı Kıvılcım

31


U N U. T M A !

ER DA L ER EN ’I UN UT MA ...

MA RAS’ , I UN UT MA ...

19 ARALIK’I UNUTMA...

. . ROBOSKI’YI UNUTMA...

...VE

HESAP SOR!

Lıselı Kıvılcım

Liseli Gençliğ in Sesi!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.