Onsoz_10

Page 1



ÇIN GI AYIÞIÐI SANAT MERKEZÝ

X KÝTAP DÝZÝSÝ

kültür / sanat / edebiyat Genel Yayýn Yönetmeni Songül Yücel Yazý Kurulu Songül Yücel Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým Ofset Hazýrlýk Kapak tasarým Tux Ajans info@tuxajans.com Baský: Ser Matbaasý Mücellit: Ser Mücellit 0 212 565 17 74 Ýstanbul Ýstiklal Cad. Rumeli Han 88/11 Kat: 6 Tel: 0212 249 44 43 Ýzmir 1337. Sk.No:18 Çankaya Tel: 0232 489 63 16 Adana Tepebað Mah. Cemal Gürsel Cad. Ali Hikmet Ýþhaný. Kat: 4 No. 401 Seyhan/Adana Tel: 0322 363 70 62 Antep Atatürk Bulvarý Bey Mahallesi No:6/7 Kat:3 Þahinbey Tel: 0 342 230 38 74 www.onsozdergisi.com info@onsozdergisi.com onsozdergisi@gmail.com istanbulayisigi@gmail.com

Merhaba Bir kýþ sayýsýnda daha sizlerle birlikteyiz. Geçen senenin acýsýný çýkartýr gibi kýþ bu sene iliklerimize kadar kendini hissettirmeye kararlý görünüyor. Dokuzuncu sayýmýzda da söylediðimiz gibi bu sayýmýzda, “Devrimler ve Sanat” dosya konularý serisinin, “Devrimler ve Edebiyat” konusunu iþlemeye çalýþtýk. Takdir edersiniz ki konu hayli kapsamlýydý. Herzen”in dediði gibi; “Siyasi hürriyetten yoksun bir halk için, edebiyat öfkesinin ve vicdanýnýn çýðlýklarýný duyacaðý biricik kürsüdür.”bu kürsüyü göz önüne sermek ne yapsak yeterli olmayacaktý. Umarýz devrimlerin edebiyata, edebiyatýn da devrimlere etkisini yansýtabilmiþizdir Gelecek dosya konularýmýzda sýrasýyla, tiyatro, müzik, sinema ve plastik sanatlarýn devrimlerle iliþkisini, sizlerin de katkýlarýyla incelemeye çalýþacaðýz. Bu yýlýn bizim için bir anlamý daha var.Boðaziçi Ekin Sanat Derneðinde baþlayan ekin-sanat mücadelemizin 20. yýlýndayýz. Bu uzun yürüyüþte bizimle birlikte olmuþ tüm dostlarýmýzla birlikte olmayý istiyoruz. Tüm Ayýþýðý dostlarýný etkinliðimize, bekliyor, hafýzalarýndakileri bizlerle paylaþmalarýný, katkýda bulunmalarýný istiyoruz. 2007’nin son aylarý oldukça yoðundu. TÜYAP kitap fuarýnda yine dostlarla buluþtuk. Ama bu fuarda Þair dostumuz Ruhan Mavruk’un “Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý” þiir kitabýnýn heyecaný da bizimle birlikteydi. Kitabýn çýkýþý, imza günlerinde okurlarýyla buluþmasý hepimiz için unutulmaz anýlarla doldu. Bu sayýmýzda 1000. sayfamýz var. Geçmiþte býraktýðýmýz bin sayfaya bir tanýk yerleþtirmek istedik. Tüm okurlarýmýzla birlikte daha nice binli sayfalara diyoruz. Kim bilir belki bir gün bininci sayýmýza benzer sözler yazarak karþýlar birileri yine buradan okurlarýný. Gelecek sayýmýzda yine, yeniden ve yenilenerek birlikte olmak için hazýrlanmaya baþladýk bile. Önsöz’ümüzün okurlarýna elden ele ulaþtýðýný, bu ulaþtýrmada ellerinizin ilgisine ihtiyacý olduðunu bir daha hatýrlatmak istedik. Tüm okurlarýmýzý imecemize davet ediyoruz. Baharda buluþmak üzere.


Bubam Benim

Estetik

Sivası Anlamak Sýla Erciyes

4-8 Sanata Dair Notlar Yeni Evre ve Sanat D. DAÐLI 9-15

23-24 Gelincik Bayrakların Türküsü 25 B i r o z a n l a B i r O y u n Ya z a r ı 26 Müştak Erenus’un Şiirine Dair 27

Düzeltme Mutluluğa Dair 28-29

Yabancýlaþmaya Karþý Beyin Egzersizleri Korku

Panel Vamos Bien Yoldaşlar

Temade ÇINAR

30-31

16-20 Araþtýrma

İnceleme

Sanat Neden?

Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý yahut Penelope ve Odyyseia Nazım Akarsu 32-33

Atila Oğuz 21-22

Devrim ve Edebiyat Al man E de bi yatı ve Dev rim Ekim Devrimi, Toplumcu Gerçekçilik Gorki-Şolohov Yunan İç Savaşı ve Edebiyat Tütün Dimitr Dimov Arab Edebiyatı Türk Edebiyatında Yeni Dönem Dosya / 35-85

2

Kış ‘08


Zindan Türkü Söylüyor Kürt Destanları

Anma MehmedUzun

98-102 87-89

Kitap Tanıtım / İmza

TÜYAP TÜYAP’tan Kareler

Issýz Ada Okurlarıyla 90-92

105 Anma Şiirlerimiz Rasim Oktar İçin Rasim Oktar şiir Atölyesi 106-107

Günlük Bir Ýþçinin Günlüðü Kazým Demir 93-94

Aný Hemþire (4) Eftelya Deniz

Şiir Bahar Derin 95-97

111

OKURLARDAN

Şiir

Doğ Büyü ve Öl Hepsi Bu işte Sevgi Deniz 103 Şiir Filistinli Küçük Bir Kız Ceren Berfin DEMÝR 103 Şiir Serpilen Yaşamlara Deniz Demir 104 Ne Yapmalı Recep Adıbelli 104 Şiir Son Söz Ronya Yıldız 104 Mektup 112

Kış ‘08

Nazım Akarsu 111

HABERLER Tiyatro Carrar Ananýn Silahlarý

İzmir Ayışığı Sanat Merkezi 108 Açıklama Mart İşçi Kültür Derneği 109 Anma Enver Gökçe Anması

Adana Ayışığı Sanat Merkezi 110 Telekom Grevi Taksim Ayışığı Sanat Merkezi 110

3


Eleştiri Sıla Erciyes

Sivas’ý Anlamak ereden çýktý þimdi Sivas Katliamý üzerine bir yazý, diyenler olacaktýr. Haklýlarda aslýnda. Bilirsiniz bizde gelenektir, bu tür olaylarla ilgili yýldönümlerinde bir þeyler yazmak, anma etkinlikleri yapmak, eylemler gerçekleþtirmek. Bu vakitsiz anmanýn nedeni nedir, diye soranlara, þunu diyebilirim; izlediðim Sivas 93 oyunu… Sivas Katliamýyla ilgili bir oyun yapýldýðý haberini gazeteden okuduðumda, nasýl sevindiðimi anlatamam. Bu sevincimin bir nedeni, tarihimizde önemli bir yere sahip olan bir olayýn sanatsal bir üretimin konusu olarak ele alýnmasý ve oyunlaþtýrýlmasý ise, diðer nedeni, Sevdalý Bulut, Aslan Asker Shavk, Bir Delinin Hatýra Defteri gibi oyunlarýndan tanýdýðým ve sevdiðim Genco Erkal’ýn yeniden politik konulara yönelmiþ olmasýydý. Tiyatro seyircisinin tiyatro salonlarýný unuttuðundan yakýnan birçok tiyatrocu, TV. kanallarýný dolduran magazin programlarýný tiyatro sahnesine taþýmakta çözümü bulmuþtu. Ama ne yaparlarsa yapsýnlar, tiyatro salonlarý boþ koltuklara perde demekten kendilerini kurtaramamýþlardý. Sivas 93 oyununa hiç beklemedikleri þekilde büyük bir ilgi olduðunu gören Genco Erkal, “Bu tür bir oyun birdenbire seyirciyle kaybettiðimiz iletiþimi saðladý.” diyor. Toplum olaylarýn can alýcý yerine parmak basan ve doðrudan doðruya iletiþim kurabilen bir þey istiyor. Tüm tiyatrolarda olduðu gibi biz de seyirci kaybetmiþtik ama bu oyuna hiç beklenmedik bir þekilde müthiþ bir ilgi var. Dostlar Tiyatrosu eskisi gibi daha sert, daha direkt olduðu zaman gene izleyicisini buluyor demek ki.” Bugüne kadar ki baþarýsýnýn temelinde, “toplumun özgürlüðü ve esenliði adýna verilen inançlý savaþým yanýnda, tiyatro sanatýnýn gerektirdiði tüm sorumluluklarýn savsaklanmadan taþýndýðý sürekli bir araþtýrma, deneme ve yaratma eylemi yatmaktadýr” diyen Dostlar Tiyatrosu, Sivas 93 oyunu ile birlikte, bu çabadan vazgeçilmediði taktirde, hangi dönem olursa olsun, hak ettiði ilgiyi toplayacaðýný görmüþ oldu. Yýllarýn birikim ve deneyimiyle, belgesel tiyatro gibi zor bir iþin altýndan baþarý ile kalkabilmiþ Genco Erkal. Hiç de kolay deðildir tarihsel bir olayý anlatmak belgesel bir yöntemle. Kelime kalabalýðý, olay kalabalýðý, tarihler, yerler, isimler derken izleyicinin dikkatini sürekli kýlmak hiç de kolay deðildir. Bir saat on beþ dakika süren oyunu, benim gibi tüm izleyenlerin sahneden hiç kopmadan, sýkýlmadan izlediðine eminim. Sivas Katliamýnýn üzerinden 15 yýl geçti. Kimimiz unuttuk, kimimiz ise böyle bir olayýn yaþandýðýný dahi bilmiyoruz. Salondan yükselen, “bu kadar da olmaz ki”,

N

4

Kış ‘08


“bunlar insan deðil”, “yazýklar olsun” gibi mýrýltýlar, oyun bittikten sonra gözyaþlarýný silen insanlar, faþizmin ne demek olduðunu hatýrlamýþ ve öðrenmiþ olarak salondan ayrýldý. Oysa hatýrlanmasý gereken baþka gerçeklerde vardý. Biz de bu dokunulmayanlarý hatýrlatalým dedik. Ne de olsa amacýmýz “Sivas’ý anlamak.” Sivas katliamý duru gökte çakan bir þimþek miydi, yoksa uzun zamandýr yaþanan geliþmelerin kendini somut bir þekilde ifade ettiði, sürecin bundan sonra nasýl gideceðini gösteren bir olay mýydý? Bu soruya doðru cevap verebilmek için o günleri hatýrlamakta fayda var. 89 Bahar Eylemleriyle yükseliþe geçen iþçi sýnýfýnýn kitlesel hareketi, 12 Eylül sonrasýnýn moral bozukluðunu daðýtmýþ, yeniden kitlelerin güven kazandýðý bir dönemin baþlangýcý olmuþtu. Devrimci mücadele, sosyalizm mücadelesi dünyadaki tüm ters rüzgarlara raðmen, hýzla yükseliþteydi. Özellikle yükselen Kürt halkýnýn özgürlük mücadelesi, kapitalizmin korkulu rüyasý olmuþ durumdaydý. Sermaye þunu çok iyi biliyordu, bu yükseliþin önüne geçilmeliydi, yoksa hareket onu aþýp geçecekti. Öyle de oldu, 89 bahar eylemleriyle baþlayan kitlesel iþçi eylemleri, iç savaþ süreciyle birlikte politik ve devrimci nitelik kazanmaya baþladý. Ölüm yürüyüþü, Aras kargo iþçilerinin grevi, onlarca fabrika iþgali bu nitelik deðiþimin göstergesi oldular. Artýk sermaye açýsýndan bu geliþme ne pahasýna olursa olsun durdurulmak zorundaydý. Bunun tek yolu ise, iþçi sýnýfý ve emekçi halklara, Kürt halkýna karþý en sert zor araçlarýyla savaþ baþlatmaktý. 91 yýlý bu savaþýn baþlatýldýðý tarih oldu. Artýk bir iç savaþ süreci baþlamýþtý. Her gün yaþanan infazlar, gözaltýnda kayýplar, kaçýrmalar, iþkenceler olaðan olaylar haline gelmiþti. Her sokak baþý bir çatýþmanýn merkezi durumundaydý. Kürt halkýnýn yaþadýklarýný anlatmaya sayfalar yetmez. Yeþilyurt köylülerine bok yedirmekten tutunda, köy boþaltma, ormanlarý yakma, gözaltýnda kayýp, faili belli cinayetler, gerilla cesetlerine yapýlan iþkenceler… Kürt halký yaþadýðý tüm bu saldýrýlar karþýsýnda sinmek bir yana, harekete geçerek serhýldanlarý baþlattý. Yükselen serhýldanlara karþý, faþizmin cevabý kitle katliamlarý oldu. Bir katliama ihtiyacý vardý, Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan þenlikleri, onun için en uygun fýrsattý. Orada bir araya gelen insanlar, toplumun aydýnlýk

Kış ‘08

5


yüzü, muhalif kesimleriydi. Devrim mücadelesinin bir parçasýydý. Sivas yalnýzca Alevilere dönük bir katliam deðil, tüm toplumu sindirmeye ve korkutmaya yönelik bir olaydýr. Zaten ardýndan gelen kitle katliamlarý da bu olayýn durgun gökte çakan bir þimþek olmadýðýný gösterdi. Burjuvazi yeni bir süreci baþlatmýþtý. Tarih 2 Temmuz 1993… Sivas… Adý sazla, sözle, ozanlarýyla anýlan þehir… 400 yýl önce haksýzlýða, ezilmeye, horlanmaya karþý isyana durmuþ Pir Sultan Abdal’ýn þehri… Ve sistemi içerden düzeltmeye çalýþanlara karþý, belleklerimize silinmez bir þekilde kazýnmýþ, “Bozuk düzende saðlam çark olmaz” gerçekliði… Bu söze uymayýp Osmanlýya kapýlanan Hýzýr Paþa’nýn Sivas’a vali olup Pir Sultan Abdal’ý astýrdýðý þehir… Üç yýldýr düzenlenen Pir Sultaný Anma þenliði için, dört bir yandan aydýnlar, sanatçýlar, semah ekipleri kalkýp gelmiþlerdi Sivas eline 93 yýlýnýn 2 Temmuz’unda… Amaçlarý Pir Sultan’ý anmaktý sazla, sözle… Kimsenin hazýrlanan katliam senaryosundan haberi yoktu. Etkinlikler düzenleniyor, yazarlar kitaplarýný imzalýyor, semah ekipleri gösterilerini yapýyorken, bir yandan da sinsi sinsi katliam hazýrlýklarý yapýlýyordu. Her yýl olduðu gibi bu yýlda festival olaðan halinde sürerken Sivas sokaklarýný yavaþ yavaþ büyüyen bir uðultu sarmaya baþladý. Bahane hazýrdý, dinsiz Aziz Nesin’i Sivas’tan kovmak… Oysa asýl amaç Pir Sultan’ý bir kez daha asmaktý… Daraðacý bu kez Madýmak Oteline kurulmuþtu… Boyuna geçirilen ilmek deðil, alev ve dumandý… 35 insanýmýz yakýldý. Evet, doðru, taþý atan, oteli ateþe veren insanlar çember sakallý, cüppeli, gerici insanlardý. Peki onlarý oraya toplayanlar, harekete geçiren ve izin verenler kimlerdi? Tarih 15 Aðustos 1993… Kars Digor… Baða, bahçeye gitmenin yasaklandýðý bir dönem… gözaltýlar, iþkenceler… Ve ilçe merkezine doðru yürüyüþe geçen kitleler… Kitlenin üzerine yaðan kurþunlar… 17 ölü… bunlardan 5’i çocuk… Haber þöyle geçti, “PKK ile girilen çatýþmada 17 PKK’li öldürüldü.” Oysa gerçek bu deðildi. Daha Sivas’ýn külleri soðumamýþken, faþizm bir katliam daha gerçekleþtirmiþti. Olayýn sorumlusu olarak seçilen birkaç güvenlik görevlisi, yapýlan mahkemelerin ardýndan beraat etti. Digor’un kaný daha yerde kurumamýþken, bu kez Lice’den yükseldi çýðlýklar… Tarih 21 Ekim 1993… Binlerce asker, tank, panzer ve roketatar silahlarýnýn ateþi altýnda bir þehir… 4 gün boyunca süren kuþatmanýn ardýndan geriye kalan, onlarca ölü, 300 yaralý ve içindekilerle birlikte yakýlmýþ 228 dükkan… ve ardýndan yaþanan göç… Lice ölü bir kenttir artýk… 9600 nüfuslu kentten geriye sadece 300 kiþi kalýr… Devletin yaptýðý açýklama ise her zaman olduðu gibi, “saldýrýlarý PKK yapmýþtýr, olayda 9 kiþi ölmüþtür, zarar gören vatandaþlarýn zararlarý karþýlanacaktýr…” Hep ayný hikaye… Oysa gerçek Maraþ’tan, 1 Mayýs 77’den, Çorum’dan,

6

Kış ‘08


Sivas’tan, Lice’den, Digor’dan bu yana aynýdýr. Tüm bu katliamlarýn ortak bir noktasý vardýr; yükselen kitle hareketini sindirmek, gözdaðý vermek, emekçi sýnýflarýn geleceðe yürüyüþünü engellemek. Sivas, yaþanan bu film þeridi içinde yalnýzca bir andýr. Ve nedeni asla þeriatçýlarýn, laikliðe, cumhuriyete karþý isyaný deðildir. Evet doðru, taþý atan, oteli ateþe veren insanlar çember sakallý ve cüppeli idi, ama o güruhu harekete geçiren gücün amacý asla laik cumhuriyeti ortadan kaldýrmaya dönük gerici bir ayaklanma deðildi. Þeriatçýlar bu olayda yalnýzca birer figürdür. Dinci-gerici hareketin tarihi, bize, onlarýn insanlýk düþmaný, karþý-devrimci özünü göstermektedir. Her zaman sömürücü sýnýflarýn elinde vurucu bir güç olarak kullanýlmýþlardýr. Kimileri bu gerçeði unutsa da, insanlýk onlarýn iþlediði suçlarý asla unutmayacaktýr. Sivas katliamý devlet ve gerici güçlerin planlý ve örgütlü bir eylemidir. Karþý devrimin bir eylemidir. Kemalistler on yýllar boyu toplumun ileri kesimini kendi egemenlikleri altýnda tutabilmek için onlarý her zaman “þeriat tehlikesi” demogojisiyle korkutmuþlardýr. Sivas, baþlatýlan yeni sürecin ilk adýmýdýr. Ýþçi ve emekçi halklara karþý “topyekun mücadele stratejisinin” bir parçasýdýr. Cumhurbaþkaný Demirel: “Fevkalade hassas bir konu. Gerekli önlem alýndý. Emniyet güçleriyle, devlet güçleriyle halk karþý karþýya getirilmemelidir. Ona gayret ediliyor.” Evet gayretleri sonuç verdi, oteli saran kalabalýk ile asker ve polis karþý karþýya getirilmemiþti, eylemlerini daha iyi gerçekleþtirebilsinler diye. Baþbakan Çiller: “Sivas’ta üzücü bazý olaylar olmuþtur. Devlet oradadýr. Bütün güvenlik güçlerimiz oradadýr. Otelin etrafýný saran vatandaþlarýmýza hiçbir biçimde zarar gelmemiþtir. Dolayýsýyla onlardan ölen ve yaralanan da yoktur. Dolayýsýyla olay, bir otelin yakýlmasý ve içinde olanlarýn ölmesiyle ortaya çýkmýþtýr. Tahrike kapýlacak bir durum yoktur.” Yorum yapmaya gerek yok, öyle deðil mi? ANAP Genel Baþkaný Yýlmaz: “Bu iþi bu kadar abartmayýn. Bu ülkede bir futbol maçýnda bile bu kadar çok insan ölüyor.” Ne anlamý var ki faþizm için 35 insanýn yakýlarak öldürülmesinin, o bu türden suçlarla ayakta kaldýðýný çok iyi biliyor ve geleceði için zorunlu görüyor. “Devlet onlarýn yanýndaydý” diyor bir oyuncu… Bu sözlerin sahiplerinin yönettiði bir ülkede baþka suçlu aramaya gerek var mý? “Bir polis yürüyenlere,

Kış ‘08

7


üzerimde kýyafet olmasa ben de size katýlýrdým” diyorsa, ve olaylarý engellemek için hiçbir þey yapmýyor hatta kýþkýrtýyorsa, baþka suçlu aramaya gerek var mý? “6000 kiþilik askeri birlik Sivas’ta ama olaylara müdahale etmek için hiçbir þey yapmadý.” Neden yapsýnlar ki, amaçlanan zaten sokaktaki güruhla, askeri polisi karþý karþýya getirmemek deðil mi? Tüm bunlardan çýkan sonuç þudur ki, Sivas “Türk ve Kürt iþçi emekçilerine karþý baþlatýlmýþ topyekun saldýrýnýn adýdýr. Katliamlar sürecinin baþlatýlmasýdýr. Oyunun en önemli repliklerinden birisi Goethe’nin þu sözüydü: “Hiçbir þey eyleme geçen cehalet kadar korkutucu olamaz.” Evet doðru… Peki, harekete geçen cehaletten daha korkutucu deðil midir onlarý harekete geçirenler? Kendi çýkar dünyalarýnýn bozulmamasý için halklarý birbirine kýrdýranlar? Bunun için uzmanlar yetiþtirenler, senaryolar oluþturanlar? Ýnsaný, doðayý, geleceði yokoluþ gerçekliðiyle karþý karþýya getirmiþ bir sistem olan kapitalizmden daha korkutucu hiçbir þey olamaz. “Yaþamak görevdir bu yangýn yerinde / Yaþamak, insan kalarak” demiþ Ataol Behramoðlu Sivas’ýn ardýndan yazdýðý þiirde, ama yeter mi sadece insan kalarak yaþamak… Ýþçi ve emekçi halklara karþý eyleme geçen faþizmin karþýsýnda eyleme geçmektir görev bu yangýn yerinde… Amacýmýz eðer “Sivas’ý anlamak” ise, öfkemizi, acýlarýmýzý, kinimizi doðru hedeflere yöneltmek zorundayýz. Ve bir daha yaþamamak için, sermayenin þu yanýný iyi tanýmak ve onu ortadan kaldýrmak için mücadele etmek zorundayýz. Sermaye, “Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalýþmaya razýdýr; kesin yüzde 20, iþtahýný kabartýr; yüzde 50, küstahlaþtýrýr; yüzde 100, bütün insanal yasalarý ayaklar altýna aldýrýr; yüzde 300 kâr ile, sahibini astýrma olasýlýðý bile olsa, iþlemeyeceði cinayet, atýlmayacaðý tehlike yoktur. Eðer kargaþalýk ile kavga kâr getirecek olsa, bunlarý rahatça dürtükler.” Geleceðimizi güvence altýna almak istiyorsak, Sivas’ý anlamak ve bir daha bu türden olaylar yaþamak istemiyorsak, yapabileceðimiz tek þey, özel mülkiyete dayalý, sömürü düzenini ortadan kaldýrmak, sýnýfsýz bir dünya olan komünizme giden yolu açmaktýr.

Sivas Acýsý Ben tanýrým Bu bulut bizim oranýn bulutu Hemþeriyiz ne de olsa Benim için kalkmýþ ta Sivas’tan gelmiþ Yurdumun bulutu Baþýmýn üstünde yeri var Ben bilirim Bu rüzgâr bizim oranýn rüzgârý Hemþerimiz ne de olsa Benim için kopup gelmiþ yayladan Yurdumun rüzgârý Kurutsun diye akan kanlarýmý Ben anlarým Bu acý bizim ora iþi hançer acýsý Bir ülkedeniz ne de olsa Ayný dili konuþsak da Anlamayýz birbirimizi Hançerin nakýþý Tanýdým acýsýndan Sivas iþi Ben duyarým duyumsarým Bizim oranýn sýzýsý bu Binip kara bir buluta Sivas ilinden Sivas rüzgârýnda uçup gelmiþ Helallik dilemeye Ey yüreðimin onmaz acýlarý Ey beynimin dinmez sancýlarý Suç ne bende ne de sende Suç seni karanlýklara gömenlerde Ne de olsa yurttaþýmsýn Kapalý olsa da bütün vicdan kapýlarý yüzüne Bilmelisin bir yerin var canevimde Aziz Nesin

8

Kış ‘08


İnceleme D. Dağlı Karşılaştırmalı Olarak Aydınların Devrimdeki Durumu ydýnlarýn proletarya karþýsýndaki tavýrlarýný yaþanmýþ somut örnekler ve bunlar üzerine yapýlmýþ deðerlendirmeleri ele alarak açýða çýkarmalýyýz. Lunaçarski’nin devrim sonrasý yazdýðý yazýlar, Rus aydýnlarýnýn Ekim Devrimi sýrasýnda ve sonrasýnda aldýklarý tutumlarla ilgili açýklayýcý bilgiler veriyor. Lunaçarski’nin “Proçektor” (Projektör) dergisinde 1924’te çýkan yazýsýný irdeleyelim: Lunaçarski, “Burada sadece, Rus sanatçýsýnýn neden 7 yýldýr sanatsal kamuoyumuzun gerektirdiði bir yolu bu kadar yoðun yokladýðýna iliþkin bir tahmin üzerinde durmak istiyorum.” diyor ve hemen bu tahminini açýklýyor: “Sanat Bilimleri Akademisi Baþkaný Kagan yoldaþ, buna iliþkin þöyle demiþti, “Rus Devrimi olaðanüstü hýzlý gerçekleþti. Zafer proletarya ve askerler tarafýndan kazanýldý. Sanatçýlar, onlar tarafýndan yardýma çaðrýlmadý. Sanatçýlar zaferden sonra geldiler ve ortaya çýkmýþ olan tamamen yeni durum dolayýsýyla biraz cesaretleri kýrýlmýþtý. Almanya’da durum tamamen farklýydý. Orada devrim sürüncemede kaldý. Burjuvaya duyulan nefret aydýnlar tabakasý dahil neredeyse bütün toplumu bunaltmaktadýr. Bu yüzden aydýnlarýn proletaryayla birleþmesi için yeterince zaman vardýr, yeni duruma uyum saðlamak için yeterince zaman vardýr. Lunaçarski, Kagan’ýn görüþleri üstünde durur: “Benim görüþüme göre nedenler daha derin ve önemlidir. Rus burjuva aydýnlar tabakasý (yani entelektüel çoðunluk), proleter devrimi baþlangýçtan itibaren reddedilmiþtir. Diðer gerici güçlerle yakýn ittifak içinde devrimi yýkma giriþimleri baþarýsýzlýða uðradýktan sonra, deyim yerindeyse, kütürdeyen yüreðiyle devrime katlanmýþtýr. Devrimi hayýrlý bir iþ olarak algýlayan, yüreklerinin onunla beraber attýðýný duyumsayacak olan türde sanatçýlar Rusya’da son derece azdý. Bizzat devrim yakýn zamanda kendi yeni sanatçýlarýný doðurmaya baþladý.” Ve Lunaçarski devam eder: “Kagan yoldaþýn dediði gibi, devrimin sanatçýlarýn yardýmýna ihtiyaç duymamasý sözkonusu deðildir, söz konusu olan sanatçýlarýn bu devrimi kendileri için tamamen yararsýz olarak deðerlendirmiþ olmalarýdýr. Ve sanatçý devrimin içinde yolunu ancak tedricen, çok yavaþ bulmaktadýr.” Rusya’da burjuva aydýnlar durumlarý gereði burjuvaziye yakýn durdular. Devrim sýrasýnda da, devrime karþý gerici ittifaka katýldýlar. Tabi tüm aydýnlar ayný tutumu almadý. Fakat aydýn darkafalýlýðý ya da aydýnlar oportünizmi etkisini devrimden sonra da gösterdi. Aydýnlar, sosyalizmin ilk yýllarýnda karþýlaþtýklarý olaðanüstü güç koþullar karþýsýnda tam bir karamsarlýða düþtüler ve bu karamsarlýklarýný çevrelerine de yaydýlar. Onlar, kendilerini, devrimin getirdiði yeni yaþamdan, gelecekten çok geçmiþ yaþama baðlý hissettiler. Geleceðin güzelliklerine hep kuþkuyla yaklaþtýlar. Sosyalizm üstüne kendi darkafalýlýklarý ve karamsar atmosferleri, Gorki gibi birini kuþatmaya alacak denli derine nüfuz etmiþti. Bu tehlikeyi gören Lenin, Gorki’ye mektup göndererek oradaki o boðucu atmosferden çýkmasýný ve kendi yanýna, canlýlýðýn olduðu yere gelmesini önerir. Aydýnlarýn geriliklerinin, tutarsýzlýklarýnýn, ka-

A

Kış ‘08

9

Anotoli Lunaçarski ydýnlar, sosyalizmin ilk yýllarýnda karþýlaþtýklarý olaðanüstü güç koþullar karþýsýnda tam bir karamsarlýða düþtüler ve bu karamsarlýklarýný çevrelerine de yaydýlar. Onlar, kendilerini, devrimin getirdiði yeni yaþamdan, gelecekten çok geçmiþ yaþama baðlý hissettiler. Geleceðin güzelliklerine hep kuþkuyla yaklaþtýlar. Sosyalizm üstüne kendi darkafalýlýklarý ve karamsar atmosferleri, Gorki gibi birini kuþatmaya alacak denli derine nüfuz etmiþti.

A


adece dar anlamda deðil de geniþ anlamýyla kullanýrsak aydýn kavramýný, bugün çok önemli bir aydýn kitlesine sahip olduðumuzu söyleyebiliriz. Dünyada devrimler gerçekleþirken, hiçbir devrim, bizim gibi, bu denli geniþ bir aydýn kitlesine sahip deðildi. Proletarya iktidara geldikten sonra çok yerde kitlelere okuma yazma öðretecek aydýn bulamýyordu. Bu karþýlaþtýrma, devrimimizin bu yönde ne denli bir güce sahip olduðunu gösteriyor.

S

rarsýzlýklarýnýn üzerinde dururken Lenin, bu durumun aydýnlarýn öznelliðinden kaynaklanmadýðýný, onlarýn nesnel konumlarýndan ileri geldiðini belirtir. Devrimden yýllar sonra aydýnlar, devrimin sonuçlarýyla uyuþurlar. Daha sonra ise sosyalist düzen çok kitlesel sosyalist aydýnlar çýkarýr. Rus aydýnlarýnýn devrim sýrasýnda proletaryadan çok burjuvaziye yakýn olmalarýný Lunaçarski baþka bir yazýsýnda ortaya koyuyor. Yani bunun geçmiþe giden nedenleri var: “... bilindiði gibi ideolojik olarak yenilmiþ Narodnik aydýnlar tabakasý, giderek daha fazla Batý Avrupa tipi; yani kuvvetle geliþen sermayenin vasallarý haline gelmektedir.” Kagan ve Lunaçarski’nin söylediklerinde eksik bir yan var. Rusya’daki Ekim Sosyalist Devrimi somut ekonomik çeliþkiler temeline dayanmakla birlikte, devrimin öncü gücü olan proletarya, ta Puþkin’den bu yana süren yüz yýllýk bir demokratik mücadele yeteneðine sahiptir. Puþkin, Herzen, Çerniþevski, Gonçarov, Tolstoy, Leonid Andreyev, Çehov, Dostoyevski gibi güçlü edebiyatçýlarýn, sanatçýlarýn olduðu bir toprakta, zengin bir düþünce biçimi oluþmuþtur. Bu zengin edebiyat yazýný sonraki kuþaklarý etkilemiþtir. Gorki gibi proleter sanatýn bu otoritesi, emek-sermaye çeliþkisinden kaynaklanan, proletarya ile kapitalistler arasýndaki çatýþmanýn yanýnda, düþünsel olarak ilk önce zengin Rus edebiyatý ve demokratik mücadele geleneðinin olduðu verimli bir toprakta yetiþmiþtir. Burjuva aydýnlarýn çoðunluðu devrimin yanýnda yer almadý, ama onlar bir kamuoyu yaratacak güçte deðillerdi. Gorki Rus toplumunda proleter sanatýyla bir kamuoyu oluþturmuþtur. Gorki’nin bu gücü aslýnda devrimin gücünden baþka bir þey deðildir. Ve devrim tüm yüreðiyle sosyalizme baðlanan kendi aydýnlarýný çýkartýr. Mademki aydýnlarýn devrim karþýsýndaki tutumlarýný anlamak için Alman ve Rus Devrimleri karþýlaþtýrýldý, biz de Türkiye’deki aydýnlarýn devrim mücadelesindeki durumlarýný ortaya koyalým. Rusya’da olduðu gibi çok güçlü eserler vermeseler de, Türkiye’de de köklü bir demokratik aydýn geleneði var. Burjuvazinin yanýnda yer alan az sayýdaki aydýný saymazsak ta cumhuriyetin ilk yýllarýnda aydýnlar sosyalist aydýnlar olarak ortaya çýktýlar. Nazým Hikmet, sosyalist bir aydýn olarak kendi baþýna bir kamuoyu gücü oldu. Daha sonraki yýllarda sosyalist aydýnlarýn gücü giderek arttý. Türkiye’de aydýn denince kimse burjuva aydýnlarý anlamýyor. Aydýn kavramý ile sosyalist kavramý birbirini çaðrýþtýrýr. Halk bilincine yerleþmiþ haliyle aydýn, kurulu düzene karþý olan, onlarla uzlaþmayan kimse olarak bilinir. Aydýnýn bu þekilde anlaþýlmasýnda bir doðruluk payý var. Proletarya aydýnlarý, on yýllar boyu burjuvaziye ve gericiliðin her biçimine karþý kararlý bir mücadele verdiler. Bu uðurda baský, iþkence, sürgün ve katliama uðradýlar, ekonomik olarak güç koþullarda yaþadýlar. Bazýlarý yýllar boyu tutsak kaldý. Aydýnlarýn on yýllar boyu burjuvaziye karþý mücadele etmesi, sosyalist aydýn olarak hareket etmesinin nedenleri çok yönlüdür. Burjuva cumhuriyetin daha en baþta gerici burjuva diktatörlüðü olmasý, iþçi ve halk kitlesini baský altýna almasý, komünistleri koyu bir baský altýnda tutmasý, komünist katliamý yapmasý; iþçi sýnýfýnýn toplanma ve örgütlenme, söz hakkýnýn yasaklanmasý ve aðýr bir terör altýnda tutulmasý aydýnlarý bütün bunlara karþý çýkmaya ve emekçi halkýn savunucusu olarak davranmaya yöneltti. Diðer bir etkende, içerde zayýf da olsa baþlamýþ olan sosyalist mücadele ve aðýrlýklý olarak da Ekim Devriminin getirdiði derin etki. Ama baþka etkenler de var. Avrupa’nýn güçlü eleþtirel gerçekçi sanatýnýn etkisi. Tüm bu olgular, aydýnlarý sosyalizme yöneltti. Bu, aydýnlarýn güçlü, ilerletici yanlarýydý. Zayýf yanlarý ve dolayýsýyla daha ileri gitmelerini önleyen yanlarý ise burjuva ideolojisiyle tüm baðlarýný koparmamalarý oldu. Bu yan günümüze dek varlýðýný sürdürdü. Aydýnlar asýl kitlesel olarak 68’lerden itibaren devrim mücadelesine atýldý. Belli bir kesimi, biraz kenarýnda kalsa da çoðunluðu þu ya da bu þekilde devrim mücadelesine katýldý. Asýl önemlisi 71’in devrimci çýkýþý ve sonrasý yeni, militan aydýn

10

Kış ‘08


tipinin ortaya çýkmasýdýr. 71 ve sonrasýnýn militan mücadelesinin bu alandaki somut sonuçlarý daha sonraki süreçte alýndý. Otuz yýldan fazladýr meslek örgütleri yönetimlerinin ilericilerin, sosyalistlerin elinde olmasýnýn nedenleri ta o yýllara gider. Sadece dar anlamda deðil de geniþ anlamýyla kullanýrsak aydýn kavramýný, bugün çok önemli bir aydýn kitlesine sahip olduðumuzu söyleyebiliriz. Dünyada devrimler gerçekleþirken, hiçbir devrim, bizim gibi, bu denli geniþ bir aydýn kitlesine sahip deðildi. Proletarya iktidara geldikten sonra çok yerde kitlelere okuma yazma öðretecek aydýn bulamýyordu. Bu karþýlaþtýrma, devrimimizin bu yönde ne denli bir güce sahip olduðunu gösteriyor. Aydýnlar devrimdeki tüm önemine karþýn, toplumsal konumlarý gereði her zaman savrulmaya açýktýr. Aydýnlar savrulmamak için, proletaryanýn devrimci sýnýf konumuna baðlanmalý. Onlar ancak bu þekilde hareket ederlerse tarihte devrimci bir rol oynayabilirler. Proletaryanýn devrimci sýnýf konumundan uzaklaþtýkça nasýl da sermayenin etki alanýna girdiklerini son yýllardaki geliþmeler yeterince açýklýyor. Bugüne kadar proletarya hareketinde yer alan bazý aydýnlar, proletarya hareketinden uzaklaþýr uzaklaþmaz sermayenin ve AB’nin vasallarý haline geldiler. Bugün proletarya hareketinden uzaklaþýp sermayeye yaklaþan çok sayýda aydýn var. Özellikle þimdiye deðin küçük burjuva düþünce yapýsýný terk etmeyenler daha çabuk burjuvazinin yanýna gittiler. Lunaçarski’nin Narodnik aydýnlarla anlattýðý örnekte olduðu gibi bir durum bizde de yaþanýyor. Fakat bunlar daima azýnlýkta kalanlardýr. Ana eðilim, aydýnlarýn devrime yönelmeleri biçimindedir. Devrim mücadelesi yeni yeni aydýnlar yaratarak ilerliyor. ÇEHOV’UN ÜTOPYASI ÖNEMLÝ BÝR OLAY (Sanatçýnýn Öyküsü) Yazarýn “Sanatçýnýn Öyküsü” adlý hikayesi bir sanatçýnýn (ressamýn) dinlenmek için gittiði bir çiftlikteki günleri, yine bu kiþinin anlatýmýyla betimleniyor. Hikaye, öykü kahramaný sanatçýnýn bir anýsý gibi verilmiþ. Sanatçý (ressam) Moskovalý, Avrupa eðitimi almýþ biri. Yaþam biçimi ve koþullarý sonucu aylak durumunda olan biri. Kendi sözleriyle: “Benim yaþamým sýkýcý ve basit, çünkü sanatçýyým.” Bu yüzden zaman zaman dinlenmek ve deðiþiklik olsun diye kýrsal alanlara gider. Bu serüveni bir tanýdýðý olan Belokurov’un çiftliðinde geçer. Çiftlik sahibi Pyotr Petroviç, yaþam biçimiyle, asalak yaþayan genç birisi. Geniþ bir çiftlik arazisi var. Günleri tekdüze biçimde geçer. Biraz Oblomov tipine benzer. Sonunda çiftliðini satýp, daha küçük bir yere yerleþir. Olaylarýn geçtiði bölgedeki diðer bir çiftlik, Volçaninovlara ait. Buranýn sahibi bir anne (dul) ve iki kýzýdýr. Katerina Pavlov, kocasý Moskova’da görevliyken ölünce, iki kýzýyla birlikte köyde çiftlik yaþamý sürdürür. Büyük kýzý Lidiya ve küçük kýzý Jenya (misis) son derece zenginler ve iki bin dönüm mülkleri var. Buna raðmen köyde yaþamayý seçmiþlerdir. Sanatçý (ressam) kaldýðý çiftlikten ayrýlýp biraz çevreyi gezerken rastlantý olarak Volçaninovlarýn çiftlik arazisine girer. Ve çiftlikteki iki kýzkardeþi görür. Daha sonra ise kaldýðý çiftlik sahibinin iliþkileri sayesinde Volçaninovlarla dostluk iliþkisi kurar. Sýk sýk oraya gider. Sanatçýnýn (ressamýn) asýl ilgisini çeken büyük kýz Lida’dýr. Lida, zengin varlýðýna raðmen köy okulunda öðretmenlik yapar. Öðretmenlikten aldýðý parayla geçinir ve bundan gurur duyar. Lida baþka þeylerde yapar. Hastalarla ilgilenir, eczane ve ilaç meseleleriyle uðraþýr, köye saðlýk merkezi açmak için çaba gösterir. Köylülerin ilaç sorununu çözmek için þehir meclisi ile görüþür. Ve yoluna engel olan bölgenin ileri gelenlerine karþý mücadele verir. Köye kitap daðýtýmýný örgütler. Bölgenin sorunlarýyla uðraþýr. Okul konusunda hem çaba gösterir hem de konuþmalar yapar. Evleri yanan köylülere yardým toplar.

Kış ‘08

11

essamýn Lida ile giriþtiði tar týþ ma lar da ortaya koyduðu görüþler üzerinde durmaya deðer. Hikayenin, üzerinde durmak istediðimiz esas bölümü de burasý. Çehov ressamýn savunmasýnda, bir bakýma kendi ütopyacý görüþlerini dile getirmiþ oluyor. Çehov bu hikayeyi bin sekiz yüz doksan altýda yazýyor. Bu tarih önemli. Ýlk Fransýz ve Ýngiliz Ütopyacýlarýn ütopik görüþlerini geliþtirdikleri koþullar, onlarýn bu görüþlerine uygun zeminler veriyordu. Fakat Çehov döneminde, artýk gelecekteki toplumu tasarým yoluyla ortaya koymaya gerek yoktu. Çünkü daha yüksek bir toplum biçiminin maddi koþullarý oluþmuþtu. Bu maddi koþullara dayanarak yeni toplum kurulabilir. Yapýlacak þey üretici güçleri özgürleþtirmektir.

R


Lida ressamla bir türlü anlaþamaz. Ýnsan olarak da görüþ olarak da. Ýlk önce ressam Lida’ya büyük bir ilgi göstermekle birlikte, aralarýnda yapýlan tartýþmalar henüz çok zayýf olan iliþkilerini olumsuz bir noktaya götürür. Lida ressamýn varlýðýný yok sayarak yaptýðý uðraþýlarla ilgilenmeye devam eder. Evin küçük kýzý Jenya (misis) ablasýndan farklý olarak fazla duygusal ve hayalleri olan biridir. Ressamý, büyük bir ilgiyle dinler. Birlikte gece boyunca çiftlikte dolaþýr. Ressam onunla birlikteyken resim yapar. Bu böyle sürüp giderken, Jenya ressama aþýk olur. Ayný duygular ressamda da vardýr. Bu ilgi, sýkýcý bir yaþam sürdüren ressama bir canlýlýk getirir. Yaþamdan sevk almaya baþlar. Fakat aþk, mutlu yönde gitmez. Olaylarýn akýþý farklý geliþir. Anne bir süre sonra Jenya’yý (misisi) çiftlikten alýp baþka bir yere gider, oradan da Avrupa’ya gitmeye karar verir. Aradan yýllar geçer, fakat ressam aþký misisi hiç unutmaz. Her gerçek aþk gibi aradan ne kadar zaman geçse de unutulmaz. Ýlla yaþanmak ister. Ressam da yaþamýnýn anlamýnýn misis ile aþkta olduðunu bilir ve derinden duyumsar. Neredesin, Misis? Ressamýn Lida ile giriþtiði tartýþmalarda ortaya koyduðu görüþler üzerinde durmaya deðer. Hikayenin, üzerinde durmak istediðimiz esas bölümü de burasý. Çehov ressamýn savunmasýnda, bir bakýma kendi ütopyacý görüþlerini dile getirmiþ oluyor. Çehov bu hikayeyi 1896’da yazýyor. Bu tarih önemli. Ýlk Fransýz ve Ýngiliz Ütopyacýlarýn ütopik görüþlerini geliþtirdikleri koþullar, onlarýn bu görüþlerine uygun zeminler veriyordu. Fakat Çehov döneminde, artýk gelecekteki toplumu tasarým yoluyla ortaya koymaya gerek yoktu. Çünkü daha yüksek bir toplum biçiminin maddi koþullarý oluþmuþtu. Bu maddi koþullara dayanarak yeni toplum kurulabilir. Yapýlacak þey üretici güçleri özgürleþtirmektir. Ressam, Lida’nýn sosyal çalýþmalarýný eleþtirirken, haklý nedenlerden yola çýkýyor. Emekçilerin koþullarý deðiþmediði sürece, onlarý bekleyen hep yoksulluk, açlýk, hastalýk, yýkým ve erken ölüm olacaktýr. “... Tabii. Zorunluluklarýndan bir bölümünü üstünüze alýn. Hepimiz birden köylü kentli demeden hepimiz birden insanlýðýn mutluluðu için harcanmasý gereken emeði aramýzda paylaþmaya razý olsaydýk, her birimizin payýna günde iki üç saatlik bir çalýþma düþerdi. Düþünün bir kere, fakiriyle zenginiyle tüm insanlar günde üç saatçik çalýþýyor, sonra serbestler. Bedenimizin tutsaðý olmaz da, daha az çalýþmak için insanýn yerini alan yeni yeni makineler bulduðumuzu, yaptýðýmýzý, gereksinmelerimizin sayýsýný düþürmeye çabaladýðýmýzý da buna ekleyin. Kendimizle beraber soðuktan, açlýktan korkmasýnlar diye çocuklarýmýzý güçlendiriyoruz, Anna’lar, Mavra’lar, Pelageya’lar gibi saðlýklarýnýn üzerinde titremiyoruz artýk. Hastalýklardan korunmadýðýmýzý; eczanelerimizin þarap fabrikalarýmýzýn olmadýðýný düþünün. Ne çok boþ zamanýmýz olurdu! Boþ zamanlarýmýzý hep birlikte bilim ve güzel sanatlara harcardýk. Köylülerin bazen elbirliðiyle yol yaptýklarý gibi bizde gerçekleri, hayatýn anlamýný araþtýrýrdýk. Gerçeðin pek kýsa zamanda bulunabileceðine inanýyorum. Ýnsan kiþiliðini küçülten, yakýcý yýlgýndan da, ölüm korkusundan da kurtulurduk.” (Ressam sy.117) Tüm bu güçlü görüþlere karþýn sanatçýnýn açmazý, ancak özel mülkiyet düzeninin yýkýlmasýyla; tamamen ortaklaþa bir toplumsal düzende olabilecek köklü deðiþikliklerin, kurulu düzen içinde gerçekleþebileceðini düþünmüþ olmasýdýr. Çünkü “fakiriyle zenginiyle” ya da “köylü kentli demeden” diyerek sýnýflarýn varlýðýný kabul ediyor. Tabi ayný zamanda köy-kent karþýtlýðýný da. Sýnýflarýn olduðu bir toplumda, buna aykýrý biçimde emeði herkese eþit bölmek, burjuva toplumun doðasýný anlamamaktýr. Emeðin, toplumun çalýþabilir, saðlýklý tüm bireylerine eþit olarak daðýlabilmesi için, mülkiyetin,

12

Kış ‘08


üretim araçlarýnýn, toplumun ortaklaþa denetiminde olmasý zorunludur. Halbuki kapitalist toplumda bir sýnýfý yaþam boyunca asalak, diðer sýnýfý yaþam boyunca proleter yapan üretim araçlarýnýn bir sýnýfýn özel mülkiyetinde olmasýdýr. Kent-kýr karþýtlýðý da kapitalist özel mülkiyet çerçevesinde ortadan kalkmaz, tersine iyice derinleþir. Kýr-kente baðýmlý kalýr; kent kýra egemendir ve onu sömürür. Sermayeye dayalý üretimde iþçinin mülkiyetsizliði, yoksulluðu, sermaye birikiminin ön koþuludur. Emekçilerin yoksulluðu sermaye kavramýnda vardýr. Böyle bir toplumda, toplumsal emeðin tüm sonuçlarýna kapitalistler el koyar. Bu ise, kapitalistlere, istedikleri gibi deðerlendirecekleri boþ zaman tanýr. Ýþçinin tüm zamaný ise emek-zamanýna bölünmüþtür. Ancak üretim araçlarýnýn toplumsal mülkiyetinde emeðin daðýlýmý toplumun tüm saðlýklý ve çalýþabilir üyeleri arasýnda daðýlýr. Eðer emek herkese daðýtýlýrsa, ressamýn söylediði gibi, herkese bolca serbest (özgür) zaman kalacaktýr. Çünkü üretici güçler ileri düzeyde geliþmiþtir, üretim sürecinde toplumsal gerekli emek süresini en aza düþürmüþtür. Ýnsanlarýn bu serbest (özgür) zamaný, hem boþ zaman olarak hem de bir çok yönden daha nitelikli olmak için bir etkinlik zamaný olarak deðerlendirilebilecektir. Toplumsal iþbölümü ve kent-kýr karþýtlýðý ile birlikte kafa-kol emeði ayrýmý da ortadan kalkacaðýndan ve kentle kýrýn yeni ve üst nitelikte birliði saðlanacaðýndan, her insan kendini çok yönlü olarak geliþtirebilecektir. Çehov, Rus iþçi sýnýfýnýn düþlediði toplumu kurabilecek bir sýnýf olarak serpilip geliþtiðini göremeden (1905 devrimi öncesi) yaþamýný yitirdi. Yine de geliþtirdiði görüþler, devrimci sýnýf proletarya tarafýndan deðerlendirilmiþtir. KLÝMM SAMGÝN’ÝN HAYATI-MAKSÝM GORKÝY Toplumcu gerçekçilik (sosyalist gerçekçilik) sanatýnýn kurucusu ve proleter sanatýn bir otoritesi olan Maksim Gorkiy, uzun bir roman olan Klimm Samgin’in Hayatý ile sanatýnýn doruklarýna çýkýyor. Romanýn bu kadar uzun olmasýnýn nedeni, ele alýnan dönemin çok yoðun geçen bir dönem olmasýndan ileri geliyor. Rusya’nýn 1870’leri ile 1917 arasýndaki ekonomik ve toplumsal dönüþümlerin gündeme geldiði, otokratik düzenin ve serfliðin her türlü geliþmenin önünde engel olduðu; bunun yanýnda kapitalistlerle iþçi sýnýfý arasýndaki sýnýf çeliþkileri ve çatýþmalarýnýn olgunlaþmaya baþladýðý bir dönem; ayný zamanda on iki yýla üç devrim sýðdýran bir dönem. Bu denli zengin olaylarýn yaþandýðý bir dönem ancak tüm detaylarý içinde verilebilir. Klimm Samgin’in Hayatý bir dönemin belgesi niteliðini taþýr. Gorkiy, olaylarý orta sýnýf aydýnlarýnýn etrafýnda verir. Roman devrimden sonra yazýldýðýna göre, yazar neden olaylarý orta sýnýfýn etrafýnda örer. Gerçekte ise orta sýnýflar olaylarýn etrafýnda dönerler. Çünkü adý geçen dönemde büyük tarihsel devinim proletaryadan kaynaklanýyor ve proletarya hareketini ifade ediyor. Orta sýnýf aydýnlarý bu sürece müdahale edecek durumda deðiller. Bu yüzden olaylarýn etrafýnda dönüp dururlar. Gorkiy’nin buna raðmen olaylarý orta sýnýf aydýnlarý çevresinde ele almasý, orta sýnýflarýn, daha çok da küçük burjuvazinin devrimde, sýnýf savaþýmýndaki konumunu ortaya çýkarmak içindir. Böyle bir dikkat çekme sosyalizm koþullarýnda çok daha önem kazanýr. Küçük burjuvazi, sosyalizm altýnda bile o eski günlerine dönmek ister. Bir kýsmý konumunu terk edip sosyalizm saflarýna katýlsa bile, sosyalizmin en zayýf bir anýnda tekrar eski konumuna uygun davranmaya baþlar. Bu nedenle yazarýn orta sýnýflarýn toplumsal karakterini ele almasý önemlidir. Gorkiy’nin Klimm Samgin’de iþlediði figürler, daha sonra, sosyalizm altýnda tekrar tekrar karþýmýza çýkarlar. En son 1990’larda oynadýklarý rolle karþýmýza çýktýklarý gibi. Klimm Samgin bir sosyalist sorun romaný olduðu halde, yazar, olaylarý veriþte ve roman karakterlerini iþleyiþinde yansýzmýþ gibi davranýr. Romanýn kahraman karakteri olan Klimm Samgin’in birey, toplum ve dünyaya yönelik duygu ve düþünceleri ile olaylar karþýsýndaki tepkileri tam bir yansýzlýk içinde verilir. Ama bu yalnýz-

Kış ‘08

13

ehov, Rus iþçi sýnýfýnýn düþlediði toplumu kurabilecek bir sýnýf olarak serpilip geliþtiðini göremeden (1905 devrimi öncesi) yaþamýný yitirdi. Yine de geliþtirdiði görüþler, devrimci sýnýf proletarya tarafýndan deðerlendirilmiþtir.

Ç


apitalist toplumda eðitim tekeli, burjuvazinin ve ona yakýn güçlerin elindedir. Ekonomik gücü elinde bulunduranlar, bunun sayesinde eðitimi de tekellerinde tutarlar. Emekçinin tüm zamaný emek-zamanýna bölündüðü için nasýl olsa, egemenlere eðitim, kültür edinmeleri için, onlara bolca artý-emek zamaný ve boþ zaman tanýr. Her zaman daha iyi eðitimli olanlar burjuva dünyasýnýn bireyleridir. Eðer tarihin geliþimi iyi izlenilirse, her dönem eðitimli olanlarýn mülk sahipleri olduklarý rahatlýkla görülecektir. Bu durumun sýnýf egemenliðiyle yakýn bir iliþkisi var.

K

ca görünürde bir yansýzlýktýr (ve öyle olmasý da yararlý olmuþtur). Romanýn tüm kurgusunun temelinde ise müthiþ bir partizanlýk var. Ýþte Gorkiy, toplumcu gerçekçi bir romanda bunu baþarýyla yerine getiriyor. Ve böylece Gorkiy, sanat gücünü bir kere daha kanýtlýyor. Þolohov da Durgun Don’da Gorkiy’i izliyor. Þolohov orada roman karakteri Grigori Melekhov’un durumunu anlatýrken Klimm Samgin’in durumunu bir baþka açýdan yansýtýyor. Þolohov romanýný týpký Gorkiy’in Klimm Samgin’de yaptýðý gibi görünürde tam bir yansýzlýk içinde ele alýyor. Gorkiy görünürdeki bu yan tutmadan konuyu veriþi Engels’in bu konuda söylediklerini akýlda tuttuðunu gösteriyor. “... Bence, sosyalist sorun romaný, gerçek koþullarýn doðru bir betimiyle, o koþullarla ilgili baþat geleneksel yanýlsamalarý giderir, burjuva dünyanýn iyimserliðini sarsar, kendisi söz konusu soruna doðrudan çözüm sunmaksýzýn hatta zaman zaman görünüþte yan tutmadan var olanýn bengi (ebedi) geçerliliði hakkýnda kuþkular aþýlar ise, görevini tümüyle baþarmýþ olur.” (Engels) Klimm Samgin’in Hayatý detaylý olarak ele alýndýðýnda romanýn nasýl da zengin düþünceler içerdiði daha iyi görülecektir. SINIF EGEMENLÝÐÝ VE EÐÝTÝM Sermayeye dayalý üretimde, kafa emeði (üretimin entelektüel güçleri) kol emeðinden ayrýlýr. Ýþçinin entelektüel yeteneði bilim gücüne, makine gücüne, büyük fiziksel güçlere geçer. Üretim süreci artýk iþçiden baþlayýp, iþçi de sona ermez. Ýþçi büyük sanayiye dayalý üretimde yalnýzca makine sisteminin bir gözetleyicisidir. Artýk parça insandýr. Onun yetenekleri, fabrika sisteminde, o dev fiziki güçler karþýsýnda, hiçbir þey ifade etmez. Ýþçi, üretim sürecinde artýk makineler düzeneðinin bir parçasý, bir diþlisi durumuna gelir. Emekçi için, üretimin tüm sevimliliði ortadan kalkar. Ýþçinin hareketleri, artýk hiçbir yetenek gerektirmeyen, basit, salt otomatik bir harekete dönüþür. Kapitalist üretimin geliþimiyle birlikte, emekçiler, kol emekçileri ve kafa emekçileri diye ikiye bölünür. Kafa emeði ile kol emeði arasýnda giderek büyüyen bir karþýtlýk vardýr. Kapitalizm ilerledikçe bu karþýtlýk iyice derinleþir ve yerleþir. Kafa emeði ile kol emeði arasýnda ki ayrýlýk, kapitalist üretimin yeni iþbölümü ile birlikte egemen hale gelir. Kapitalist temel üzerindeki kafa emeði ile kol emeði arasýnda ki karþýtlýða yeni boyutlar kazandýrýr. Kafa emeði ile kol emeði birbirlerinin can düþmaný olurlar. Bilimin teknolojik uygulanmasý, makinenin geliþmesi büyük sanayinin ilerlemesi, kafa emeði ile kol emeðini birbirinden ayýrýrken, ayný zamanda, üretim sürecinde her iþi karþýlamaya yetenekli, bütünlüklü yetenekleri üstünde taþýyan geliþmiþ bireyi, parça iþçinin yerine koymayý varlýk-yokluk sorunu haline getirir. Fabrika sistemi iþçileri daha genç yaþtan itibaren, eðitimi jimnastikle birleþtirecek biçimde yetiþtirir. Bunun temelini fabrika atmýþtýr. Eðitim, spor ve iþin birleþtirilmesi yetkin ve çok yönlü geliþmiþ bireyin geliþimi için zorunlu bir koþuldur. Kapitalist toplumdaki teknik okullar, bu yönde atýlmýþ bir ilk adýmdýr. Fakat, asýl olarak bu okullar ve eðitim sistemi sosyalizmde hakettikleri önemi kazanacaklardýr. Sosyalist ülkelerdeki politeknik okullar tam anlamýyla geliþmiþ insaný yetiþtirmeyi amaçlar. Sosyalizmde teknik ilerleme, kafa emeði ile kol emeðini birbirine yaklaþtýrýr, aralarýndaki karþýtlýk ortadan kalkar. Kapitalizmde kafa emeði ile kol emeði birbirlerine karþýttýr; ayný zamanda, kafa emeði kol emeði üzerinde egemendir, ona komuta eder. Kafa emeði emekçiden ayrýlýr, kapitalistin, serma-

14

Kış ‘08


yenin bir gücü haline gelir. Sermaye nasýl baþkasýnýn emeðini kendine maleder kendi gücü haline getirirse, baþkasýnýn kafa emeðini de, baþkasýnýn bilimini de kendine maleder, onu kendi gücü haline getirir. Sermaye kafa emeðinin ürünlerini kendine malettiði, bu ürünlere sermaye niteliði verdiði içindir ki, bu ürünler emekçi üzerinde egemenlik gücü durumuna gelir. Sermayenin bir gücü haline gelen bilim ve teknik ne denli ilerlerse, emekçiler de, entelektüel olarak o denli gerilerler. Sermaye niteliðiyle bilgi ve tekniðin emekçiler üzerindeki baskýsý o denli aðýrlaþýr. Kapitalist toplumda eðitim tekeli, burjuvazinin ve ona yakýn güçlerin elindedir. Ekonomik gücü elinde bulunduranlar, bunun sayesinde eðitimi de tekellerinde tutarlar. Emekçinin tüm zamaný emek-zamanýna bölündüðü için nasýl olsa, egemenlere eðitim, kültür edinmeleri için, onlara bolca artý-emek zamaný ve boþ zaman tanýr. Her zaman daha iyi eðitimli olanlar burjuva dünyasýnýn bireyleridir. Eðer tarihin geliþimi iyi izlenilirse, her dönem eðitimli olanlarýn mülk sahipleri olduklarý rahatlýkla görülecektir. Bu durumun sýnýf egemenliðiyle yakýn bir iliþkisi var. Baský altýndaki emekçi sýnýf eðitimden yoksunken, eðitimin egemen sýnýfýn elinde olmasý, sýnýf ayrýmýna denk bir durumdur. Kapitalizmin geliþimiyle birlikte, emekçi sýnýflar, sýnýrlý da olsa belli bir eðitim almakla birlikte, bugünün kapitalist toplumunda da eðitim ve kültür ayrýcalýklý sýnýflarýn tekelindedir halen. Eðitim kesinlikle, bireylerin baðlý olduklarý sýnýfýn durumuna göre edinilir. Her birey ekonomik gücüne göre, üretim araçlarý karþýsýndaki sýnýf konumuna uygun eðitim ve kültür alýr. Burjuvazinin yanýnda yer alan, belli ekonomik ayrýcalýklara sahip olan teknik gruplaý, bilim çevreleri, aydýnlar, toplumsal iþbölümü çerçevesinde, emekçi sýnýflara göre eðitim görme ayrýcalýklarýna sahiptir. Bu toplumsal gruplar, emekçi sýnýfa göre daha üstün durumdadýr. Ekonomik ayrýcalýklarý sayesinde daha iyi bir eðitim alýrlar. Sonra eðitimli konumlarýna dayanarak ekonomik ve toplumsal ayrýcalýklarý elde ederler. En geliþmiþ ülkelerde de burjuvazi eðitim ve kültür edinme ayrýcalýðýna sahipken, emekçi sýnýflar sýnýrlý olarak eðitim görürler. Eðitimin burjuva sýnýfýn bir ayrýcalýðý olduðunu görememek, sýnýf egemenliðini eksik olarak kavramaktýr. Emekçi sýnýfýn eðitimi, kapitalist toplumda, hep sýnýrlý, güdük ve yetersiz olacaktýr. Varolan toplumsal iliþki temelinde emekçi sýnýflarýn yeterli bir eðitim alacaðýný beklemek, bu sonucu hiçbir zaman görememek demektir. Hiç kuþkusuz toplumlar düne göre daha kültürlü. Ama burjuva toplum, sýnýflar temelinde ele alýnmadan anlamsýz olur. Kapitalist sýnýf ve seçkin çevreler daha fazla eðitim görüp kültür sahibi olurken, emekçi sýnýflar hep daha sýnýrlý bir kültür edinecektir. Emekçi sýnýf politik iktidarý ele geçirip, sýnýf egemenliðine dayanarak, toplumu ortaklaþa yönetilen ekonomik temelinde yeniden örgütler; o zaman her insan yeterli ve geliþkin bir kültür edinir.

Kış ‘08

15

GELEN GÜN Günler geçip gidiyor geçen günler bizim deðil ardý ardýna mevsimler gidiyor mevsimler bize yabancý tüm gücüyle bizim üstümüzde aðýrlýðýný gösteriyor doða ne salkým salkým üzümler ne dallarý yüklü kirazlar bizim biz yapsak da ekmeði ekmek bizden ayrý bu yüzden mücadeleye girilir sert ve þiddetli gün döner gün gelir gelen gün bizim günümüzdür.


Temade Çýnar

KORKU

yabancýlaþmaya karþý beyin egzersizleri

Ýnsanlarýn çoðu kaybetmekten korktuðu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layýk görmediði için Düþünmekten korkuyor, sorumluluk getireceði için Konuþmaktan korkuyor, eleþtirilmekten korktuðu için Duygularýný ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuðu için Yaþlanmaktan korkuyor, gençliðin kýymetini bilmediði için Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir þey vermediði için Ve ölmekten korkuyor aslýnda yaþamayý bilmediði için W.Shakespeare urada korkunun bize en uygun tanýmýný bulup çýkarmaya çalýþmayacaðýz. O kadar çok tanýmý, türleri vb var ki. Daha çok üzerinde egzersiz yapmak istediðimiz, korkunun bizim hareketlerimizi kýsýtlayan yönü. Çince de “kriz”kelimesi heyecan ve korku duyulan bir durumla karþý karþýya olmak anlamýnda kullanýlýyormuþ. Kelimenin iki uç anlamý var: biri, fýrsatýn eþiðinde olmak, diðeri, uçurumun eþiðinde olmak. Çoðunlukla yaþamda karþýmýza çýkan bu kriz anlarýnı çözebildiðimizde bizi yaþamýn bir adým ilerisine götürür. Çözmeye çalýþýp baþaramadýðýmýzda deneyim kazandýrýr. Kendisinden uzak durdukça her geçen gün daha da büyüyen bir sarmaþýk gibi gövdeyi ele geçirir ve fýrsatlar onun gerisinde gittikçe uzaklaþýr. Korkulan durumdan kaçmanýn getireceði yalanlar, çatýþmalar ve bunlarýn bizim yolumuzu hiç de istemediðimiz bambaþka bir yönde çizmesi iþten bile deðildir. TÜYAP kitap fuarýnda standýmýzý ziyaret edenler arasýnda bir Amerikalý yazar da vardý. Pek çok soru sorduk birinci aðýzdan cevaplanmasýný istediðimiz. Demokrat, muhalif bir aydýn olduðunu anladýðýmýz yazarý soru yaðmuruna tuttuk diyebiliriz. O da bizi doðrusu... 11 Eylül sonrasý Amerikalýlarýn neler hissettiklerini sorduk. Cevap çarpýcýydý. 11 Eylül sonrasý pek çok þeyin deðiþtiðinden, Amerikalýlara farklý bir düþünce tarzý aþýlandýðýndan bahsetti. En önemlisi, Ameri-

B

16

Kış ‘08


kalýlarýn o tarihten sonra insan haklarýný kategorize ettiklerini anlattý. “Amerikalýlar için insan haklarýyla, Iraklýlar için ya da Kübalýlar, Afganlar için insan haklarý bir olamaz! Amerikalýlar 11 Eylülle birlikte ilk defa evlerinde saldýrýya uðradýlar. Bu olay onlarýn üzerinde büyük bir korku yarattý. Daha önce Irak’ta, Abu Graib’te ya da Guantanamo’daki insanlýk dýþý iþkenceleri kýnayacak olanlar, þimdi bu korkunun etkisiyle sessizce onaylýyorlar. ” Daha önce güvenlik ve gizli örgütlerine çok güvenen Amerikalýlar karþýlarýndaki gücün daha güçlü olabileceðini düþündüler. Olayýn içinde inandýklarý bu güçlerin de olabileceðini düþünmek istemediler. Bu düþünce Amerikan orta sýnýfý için daha büyük bir yýkým olurdu. Bütün kanallardan, böyle saldýrýlar karþýsýnda onlarýn desteðine ihtiyaç olduðu pompalandý. Halk muhbirleþmeye teþvik edildi. Devletin yaptýðý her türlü baský, güvenlik, þiddet yaptýrýmlarýnýn, onlarýn, yani Amerikalýlarýn korunmasýna yönelik olduðuna inandýrýldý. Korku, Amerikalýlarý yapýlan bütün vahþete seyirci kalmaya zorladý. O zamana kadar yaþanan sorunlarýn bir takým iþini kötüye kullanan, “kötü niyetli” insanlardan kaynaklý olduðunu düþünenler, karþýlarýnda sistemi gördüler. Ýpinden kopmuþ inci taneleri gibi bir bir ortaya dökülen yalanlar, arka arkaya çýkan baský yasalarý... Senaryolar bugüne kadar Amerika’nýn her zaman tehdit altýnda olduðu üzerine kurulmuþtu ama bir farkla; bombalarýn patlamasýna birkaç saniye kala bir kahraman FBI ajaný hayatýný tehlikeye atarak durumu kurtarýyordu. Ýþte bu “Amerikan rüyasý” 11 Eylülle tarumar oldu. Beklenen ajan gelmedi. Senaryolarda ta Rusya’ya, Irak’a, Afganistan’a gidip dünyayý kurtaran adamlara -ve yanlarýndaki güzel bayanlara- ne olmuþtu? Yoksa her defasýnda savaþ alanýna çevirdikleri ülkelerden birer evlatlýk alýp kenarlarýna mý çekilmiþlerdi? Üstelik birkaç günde onlarýn topuna haddini bildirecek, zamanýn son teknolojisi silahlarýný, teçhizatlarýný her fýrsatta göstermeye bayýlan “yüce” Amerikan ordusu da Irak’ta, Afganistan’da bataklýða saplanmýþ, oradan kendini kurtarmanýn üçlü dörtlü planlarýný yapmaya baþlamýþtý. Sayýlarý üç bini geçen asker cenazeleri Amerikalýlarý büsbütün uykularýndan uyandýrmaktaydý. Irak’ta ölenlerin sayýsý ise onlarýn ilgi alanýna oldukça sonra girdi. Savaþ karþýtlarý kara listeleri uzayýp gitmekteydi. Her zaman olduðu gibi dýþarda tüm dünyaya kan kusturan Amerika içerde de saldýrýlarýna devam ediyordu. Ne çeliþkidir ki tüm kýtada Kýzýlderililer hariç tümü göçmen olan halklar birbirine karþý “ben daha yerliyim, sen daha göçmensin” savaþýna kýþkýrtýlýyordu. Yeni göçmen yasasý, Mayýsýn ilk günlerinde Güney Amerikalý göçmenleri “göçmensiz bir gün” eyleminde birleþtirdi. Her esmer tenlinin þüpheli muamelesi görmesi, Afrika kökenlilerin yýllardan beri gördükleri aþaðýlanma, þovenizmin karþý cephesini büyütmekle kalmadý birleþmelerine neden oldu. En son savaþ karþýtý gösterilerde iki yüzün üzerinde örgüt bir araya geldi. Tüm bu olaylar sadece Amerika’da deðil dünyanýn her yerinde ortaya çýktý. Fransa’daki göçmen olaylarý bir anda tüm Avrupa kýtasýna yayýldý. Bu satýrlarý okuyanlar sadece yakýn dönemlerde yaþananlara göz gezdirdiklerinde Amerikan orta sýnýflarýna yaþatýlan senaryonun ortasýnda bulabilirler kendilerini. Bütün bu senaryolarýn

Kış ‘08

17

Önce Yahudiler için geldiler... Ses çýkarmadým. Çünkü ben Yahudi deðildim. Sonra sosyalistler için geldiler... Ses çýkarmadým. Çünkü ben sosyalist deðildim. Sonra sendikacýlar için geldiler... Ses çýkarmadým. Çünkü ben sendikacý deðildim. Sonra Katolikler için geldiler... Ses çýkarmadým. Çünkü ben Protestan’dým. Sonra benim için geldiler... ve... artýk ses çýkaracak kimse kalmamýþtý... Pastör Nie Moller


geniþ kitlelerde yarattýðý etki önce onlarýn bilgi eksikliðini bize gösteriyor. Hangi konuda bilgi eksikliði yaþýyorsanýz hiç endiþelenmeyin burjuvazi onu kendi ürettiði yanlýþlarla doldurmakta geç kalmayacaktýr. Hele bu bilgi size kariyer ve para saðlamayacaksa hayatýnýz onlar için edindiðiniz bilgilerin altýnda ezilip gidebilir. Tarihin tüm zamanlarýnda olduðu gibi bugün de yaþamý çözümleyecek bilgiye sahip olmak hem zordur hem risklidir hem de sahibine sorumluluk yükler. Yeterince korkutucu deðil mi? Geleceðin Ýngiltere’sinde, faþizmi ele almýþ bir filmde, “V For Vandetta” da, televizyon kanalýný ele geçiren “V” nin konuþmasýnýn, yaþadýðýmýz duygularý anlattýðýný düþüneceksiniz: “Vardýr, elbette, bizi susturmak isteyenler. Hatta þimdi emirler telefonda baðýrýlmýþtýr ve eli silahlý adamlar yola çýkmak üzeredir. Niçin? Çünkü sözler yerine kaba kuvvet kullanýlabilse de kelimeler kudretini hep koruyacaktýr. Kelimeler anlama ulaþmanýn yollarýný ve dinleyenlere hakikatin telaffuzunu gösterir. Gerçek þu ki bu ülkede feci yanlýþlar var deðil mi? Zulüm ve adaletsizlik, müsamahasýzlýk ve baský. Bir zamanlar itiraz etme hakkýnýz vardý. Düþünmek ve inandýðýnýz þekilde ifade etmek... Þimdiyse düzene uymaya, boyun eðmeye mecbur eden bir sansür ve gözetim altýndasýnýz. Kameralar, kameralar gerek. Bu nasýl oldu, kimi suçlayacaðýz? Muhakkak diðerlerinden daha mesul tutulacaklar var. Ve onlar mesul olacaklar. Yine de gerçekler söylenecek, eðer suçluyu arýyorsanýz aynaya bakmanýz yeterli olacak. Niçin yaptýðýnýzý biliyorum. Korkuyordunuz biliyorum. Neden korkmayasýnýz ki savaþ, terör, hastalýklar... Sizi sað duyunuzdan yoksun býrakmak, akýl yürütemeyecek duruma sokmak için birleþmiþ bir ton problem. Korku sizi bozguna uðrattý. Ve panik halinde baþkan Adem Satler ‘a dayandýnýz. Düzenin sözünü verdi, barýþýn sözünü verdi ve karþýlýðýnda talep ettiði tek þey sizin sessiz ve itaatkar rýzanýzdý.....” Bu baskýnýn adýna “mahalle baskýsý” deyip geçmek durumu açýklamýyor aksine daraltýyor. Yönümüz gitmemizin istenmediði yerden çevriliyor. Mahallemizde ifade edemediklerimizi sanki baþka bir yerde, rahatlýkla, hiçbir baský altýnda kalmadan ifade edebiliyormuþuz gibi... Elbette hepimiz öyle ya da böyle baskýyý ve korkuyu yakýnýmýzda hissediyoruz. Ýþini kaybetme korkusu, eþini-çocuklarýný kaybetme korkusu, gelecek korkusu, saldýrýya uðrama ve dýþlanma korkusu ve açlýk korkusu... Tüm bu korkular bazen doðru bildiðimizi yapmamýza engel oluyor bazense yanlýþ yapmaya zorluyor. Yakýn çevrelerinde, kýyafetlerini deðiþtirenler, pencerelerine bayrak asanlar, kýz çocuklarýný erkek çocuklarla oynamamasý için uyaranlar... Hiç kimsenin kendisini tanýmadýðý bir yerde onayladýðý bir eyleme neden seyirci kalýyor o zaman? Ya da insanlar mahallesinden uzak bir yerde tanýk olduðu haksýzlýklara karþý mý koyuyor sizce? Ama tüm bunlar bizim tepkilerimizin bir þeyleri deðiþtirebileceðine olan inancýmýzýn öyle ya da böyle sarsýlmýþ olmasýndan ya da baþýmýza gelecekler karþýsýnda yalnýz kalacaðýmýz korkusundandýr. Biliyoruz ki “yanlýþlýkla” tutup “birileriyle” tartýþmaya girsek son aþamada biz zararlý çýkarýz. “Saðcý” ve “solcu” larýn kavgalarýnda polisin saðcýlarýn yanýnda yer alýp, üstelik olayýn sonunda da solcularý gözaltýna aldýðýna hepimiz defalarca tanýk olduk ya da duyduk. Son dönemlerde burjuva gazetelere bile “ bu kadar da olmaz ki” dedirten polis saldýrýlarý hepimize aslýnda bir þeyi öðretiyor: “Polise itaat et yoksa baþýna her þey gelebilir ve kimvurduya gidersin!” Dolayýsýyla polisin destekleyeceði her türlü gruba da “saygýlý ol!” Tabii bizim haber aldýklarýmýz yalnýzca “masum vatandaþlara” yönelik saldýrýlar. Hepimiz biliyoruz ki masum olmadýðý “düþünülen” ve “diðer” sýnýfýna girenlere yönelik saldýrýlar bize yansýmýyor. Hepimizin aklýndan þunlar geçiyor: “masum olanlara bunlar yapýlýyorsa ‘diðerlerine’ neler yapýlýyordur.” Üstelik toplumun bir çoðu týpký Amerikan orta sýnýflarý gibi bu saldýrýlarýn yöneldiði kesimleri kategorize etmiþ bile... “Þu bölgeye bomba atmanýzda sorun yok ama bu bölgeye atarsanýz suç iþlemiþ olursunuz”, “þöyle insanlar öldürülebilir, kaçýrýlabilir, türlü iþkencelere maruz kalabilir aman ‘masum vatandaþlarý’ ayýrýn”, “polis ‘ölçülü’ güç kullansýn”, “sakýn toplumdan ayrýlma”

18

Kış ‘08


“Eve dönüþ” filmini izleyen yakýnlarýmýza sorduðumuzda hep ayný cevabý aldýk: “Ürperdim. Çok korktum. Böyle bir duruma düþmek istemem. Adam sýradan bir adamdý, hiçbir suçu yoktu” 12 Eylülün iþkencelerini tüm çýplaklýðýyla teþhir etmekle Ömer Uður oldukça iyi bir iþ yapmýþ. Ama “Olimpio Garaj” da olduðu gibi bu iþkencelerin insanlarýn üzerinde korku yerine, “bir þey yapmalý” hissini býrakmasýný saðlamak acaba bir sanatçýnýn sýnýrlarýný aþýyor mu, diye de düþünmeden edemedim. Orada da masum bir öðrencinin iþkenceler karþýsýndaki acýnasý eziliþini anlatýyordu. “Cesur Yürek” de hepimizin üzerinde kalan duygu “ben de olsaydým aynýsýný yapardým” idi. Oysa William Wallace az iþkence çekmemiþti. Hepimiz, o filmden, yüce davranýþlara hayranlýkla ayrýldýk. Ama bu hayranlýk, uzaktan bakan gözlerde deðil, kendi hayatýyla özdeþleþtiren yüreklerdeydi. Napolyon Hill “Cesaret hiç korkmamak deðil, korkuya raðmen bir þeyler yapabilmektir” diyor. Etrafýmýzý saran korku duvarýný tanýyabilirsek ona karþý yapmak istediklerimizi de ortaya koyabiliriz. Çünkü bu korkularýn bir çoðu kaynaðýný görmediðimiz ama hissettiðimiz korkular... Spartaküs’e onu neyin korkutabileceðini soran gladyatör muhbir, ondan þu cevabý alýr: “göremediðim þeylerden korkarým,” bunun üzerine Spartaküs arenaya gözleri baðlý olarak çýkartýlýr. Düþüncelerimizi açýklamaktan kaçýnýrýz, çünkü düþüncelerimizden dolayý zarar görme ihtimalinden korkarýz. Hatta fikrimiz sorulduðunda kabul görür þeyler söylemeyi tercih ederiz. Hele statü olarak bizden yukarda olanlarýn yanýnda... Onlarýn her konuda fikir yürütme haklarý saklýdýr. Böyle bir davranýþýn kuþaktan kuþağa aþýlandýðýný ve davranýþ deðiþikliðine neden olduðunu kim reddedebilir. Kitleler için de benzer bir durum söz konusu. Hrant Dink’in cenazesindeki görkemden cesaret alan pek çok kiþi azýnlýklarýn bu ülkede yaþadýklarýyla ilgili kitaplar alýp okumaya, tartýþmaya, duyarlýlýklarýný dile getirmeye baþladý. Bu türdeki kitap satýþlarýndaki artýþa þaþmamak lazým. Düne kadar raflara elini uzatmaktan korkanlar ellerinde bu kitaplarla dolaþmaktan gurur duyar. Bu etki, onlara, çoðunluðun duygularýna sýðýnýp kendi duygularýný dile getirme özgürlüðü kazandýrdý. Bu duygu ne kadar da çabuk etkili oluyor... Güçler dengesini ele geçiren, moral gücü ele geçiren, kitlelerin hareketine yön verebiliyor. Ne kadar kýsa zamanda her þeyin deðiþebileceðini, zamanýn tüm dönemlerinde gördük. Bir cesaret bin korkuyu bir anda daðýtabilir. Genç bir arkadaþým, markete giderken birdenbire þoven yürüyüþün içine düþüverdiðini, korktuðu için onlarýn attýðý sloganlarý attýðýný anlatýyordu. Ona, o sýrada kendisini görme ihtimali olan, Kürt demokrat ailelerden gelme arkadaþlarýndan korkup korkmadýðýný sordum. Durum hiç de kolay, içinden çýkýlýr gibi deðil. Hele onun yaþýnda biri için. Jack Nicholson`un bir psikologu oynadýðý, “Asabiyim” filminde önemli bir anekdot vardý. “Bütün gün müþterilerin itirazlarýna ve öfke patlamalarýna maruz kalan ve diþlerini sýkan kasiyer, patlamaya hazýr bir bombadýr” diyor. Evlerinde, belki pencerelerine bile yaklaþmadan diþlerini sýkýp dolaþan kitleler... Bugüne kadar çocuklarý okulda dýþlanmasýn diye evlerinde anadillerini konuþmayan, “Türküm, doðruyum, çalýþkaným” diye ant içen, iþ bulamama kaygýsýyla memleketlerini söylememeye özen gösteren, komþularýnýn tüm geleneklerine ayak uydurmaya çalýþanlar... Çevremize þöyle bir baktýðýmýzda sosyal fobinin bu denli yaygýn olmasý gözümüzü korkutabilir. Sosyal fobi, kaynaklarda, utanç verici bir duruma düþmekten, onaylanmayacak bir davranýþta bulunmaktan, alay edilmekten, rezil olmaktan, eleþtirilmekten, reddedilmekten, beðenilmemekten, olumsuz olarak deðerlendirilmekten duyulan korku olarak tanýmlanýr. Bir bakýma toplumsal anlamda otokontrolle karþýmýza çýkar. Oto sansür de ayný kökten beslenmekte. Bugün pek çok yazar, üstlerince kabul görecek sýnýrlarda yazmak için çaba gösterir. Hatta üstü gibi düþünmeye çalýþýp, onun taleplerini tahmin ederek, yüzlerce yazarýn elinden tek kalemden çıkmış gibi yazýlar ürettiðini görürüz. Baþka türlü yazýsýnýn, kitabýnýn yayýmlanmasý, senaryosunun kabul edilmesi mümkün deðildir. Birbirinin üç aþaðý beþ yukarý benzeri diziler, köþe yazýlarý, hatta haber

Kış ‘08

19


kareleri, hep bu kaygýdan doðar. Bütün bir toplum, basýn, yayýn ayný anda üzerlerindeki güçlerin hassasiyetlerinden bahsetmek zorunluluðunu hisseder. Bu konuda herhangi bir yasa çýkarýlmasýna gerek yoktur. Kraldan çok kralcý söylevler alýr baþýný gider. Televizyonda çocuk dizilerine kadar her yerde þoven konuþmalar baþ gösterir. En alakasýz konunun içine birkaç cümle sýkýþtýrýlarak taraf belirtilir. Biraz da “onlar” gibi düþünmeyen ve hatta onlarýn hedef aldýðý kitlelerin tepkisi üzerine düþünelim. Büyük bir kesim, þovenist dalganýn gazabýna uðramaktan korkar, evlerinin balkonuna bayrak asar. Komþularýmýzdan ilerici, demokrat olduklarýný bildiklerimize sorduðumuzda hep ayný cevabý alýyoruz: dýþlanmaktan, hedef olmaktan korkma, düþüncelerini anlatamama vb. Ýþ yerlerinde de benzer bir psikolojik baský hayalet gibi dolaþýyor. Biri çýksa hayaletin çarþafýný bir hamlede indirecek. “Anne bak kral çýplak” deyiverse diðerleri de cesaret alacak ya da zaten bir terslik olduðunu sezinledikleri domino taþlarý bir bir yýkýlacak. Daha fazla bilgiyle donatmamýz gerek kendimizi ve çevremizi. O zaman korkunun ele geçirmiþ oluruz. Avrasya Sirkinin, beþ yaþýndaki, yýlan dostu Doða’ya spiker soruyor, “korkmuyor musun onlardan” ama bizim Doða korkuyu öðrenmemiþ ki, soruya þaþýrýyor ve tabi ki tersinden anlayarak cevap veriyor: “Onlar benden korkmazlar, bana alýþýklar” Korku, öðrenilebilen, öðretilebilen ve yine bilgi yoluyla etkisiz hale getirilebilen bir duygu. Belgesellerde hiç tanýmadýðýmýz canlýlarý ellerine alan uzmanlar herhalde bizim kadar korkmuyorlardýr, deðil mi? Þovenizmin sokaklarda boy gösterisinin bir güç deðil zayýflýk gösterisi olduðunu bilirsek saklanmaktan vazgeçip, donanabiliriz sanýyorum. Zengin sýnýflara ise baþka bir korku türü hakim. Eskiden evinin manzarasýyla övünenler, þimdi güvenlik sistemleriyle övünür oldular. Gazetelerde tam say-

20

fa lüks ev, villa, plaza, site, residence ilanlarýnda daha büyük puntolarla güvenlik sistemleri anlatýlýr oldu. Biraz palazlanan orta sýnýflar daha güvenli sitelere taþýnmaya baþladý. Kornea, parmak izi tespit eden NASA üslerini aratmayacak sistemler için kurulan güvenlik þirketleri mantar gibi çoðaldý. Onlarýn bu fobisi anlaþýlabilir tabi. Alt sýnýflarýn diþ gýcýrtýlarý duyulmayacak gibi deðil. Peki biz bu dengelerin deðiþimine katkýda bulunabilir miyiz? Biraz da bu konuda egzersizde bulunmakta fayda var... Herkes gibi davranýrsak, sivrilmezsek, hiç bir sorunla karþýlaþmayacaðýmýzý, böylece zaten geçim zorluklarýnýn yol açtýðý bir yýðýn probleme birilerini daha eklemeyiz diye düþünürüz kimi zaman. Ne var ki herkes gibi davranmak da sýnýrlarý belli olmayan, doðrudan ne kadar uzaklaþacaðýnýzýn da garantisinin verilemeyeceði, son derece riskli bir tutum olabilir. Belaya bulaþmayým derken içinden çýkamadýðýmýz sorunlarla boðuþuyor bulabiliriz kendimizi. Gerici bir dalgaya kaptýrýp konuþmaya baþlayan, sonra da çevresinin tepkisini toplayanlara rastlarýz. Zaten böyle bir anda sessiz düþmanlýklarýn daha tehlikeli olabileceði de göz ardý edilmemeli. Böyle zamanlarda bir doðrunun, etrafýndaki yanlýþ balonlarýný paramparça ettiðinde, yanlýþýn yanýnda olmak da istemeyeceðimiz gibi... Her zaman U dönüþ yapmak da bizi kurtaramayabilir. Bulaþmak istemediðimiz sorunlar bir çýð gibi üzerimize yaðabilir. Hiç birimiz grevde, sýrf iþini kaybetmek korkusuyla patronun yanýnda yer almýþ iþçinin, grev kazanýldýktan sonraki günlerini yaþamak istemeyiz. Bugün bir þeyleri kaybetmek korkusuyla feda ettiklerimiz gelecekte piþmanlýklarýmýz olabilir. Hiç kimse baþý önde, doðrularýný savunamamýþ olarak ölmek istemez öyle deðil mi?

Kış ‘08


İnceleme

Sanat Neden?

Atila Oğuz

Sanatın Toplumsal Hayata Etkileri Üzerine Kısa Bir Gezinti Toplumsal hayatý oluþturan þartlar ve süreç, o dönemin sanatýna da etki yapar, bu etki sanat üreticileri tarafýndan iþlenerek þekillendirilir. Dolayýsýyla böyle bir sürecin harmanlanmasý için sanat üreticisinin saðlam bir dünya görüþüne gereksinmesi vardýr, aksi halde sanat üreticisinin kiþisel kaygýlarý öne çýkar ve bundan kaynaklý sapmalar meydana çýkar. Sanat üreticisinin dünya görüþünden yoksun olmasý, onu, toplumun üstünde ve bir tanrýymýþ gibi görmesine neden olur. Peki, her sanat üreticisinin bir dünya görüþü olmasý yalnýz baþýna yeterli midir? Yani bu dünya görüþü ne olmalýdýr. Üretici sýnýftan yana mý, yoksa üretilene el koyan azýnlýktan yana mý? Elbette üretici sýnýftan yana olmalýdýr, ancak üretilene el koyan sermaye sýnýfýnýn da bir dünya görüþü, onun da kalemþörleri vardýr. Çünkü her devrin toplumsal olaylarý ve geliþme evrelerini etkiler ve tetikler güce sahiptir. Sanatýn sanat için üretilmesi gereken bir þey olduðunu düþünenler, kuru güzelliði yüceltmekten, eserin içini boþaltmaktan baþka bir þey yapmazlar. Bütün çabalarý, var olan toplumsal geliþmenin önüne bir set oluþturmak, mevcut düzene karþý gibi durup onu yüceltmektir. Sanat eserlerinin baþlýca görevi insana hizmet etmektir, egolarý tatmin aracý deðildir. Egolarý tatmin etmek için sanat yapýlmamalý. Bir sanat eserinin sanat eseri olabilmesi ve sayýlabilmesi için, içinde bilgi taþýmasý ve o bilgileri ileri toplumsal hayata dair yeni edinimlerin yolunu açarak aydýnlatmasý, insana güven vermesi gereklidir. Üretildiði coðrafyanýn deðerlerinden kopuk olmamalý, yerel deðerleri içine alarak evrensele doðru ilerlemelidir. Sanat, hayatýn belirli bölümlerini soyutlayýp, onunla yetinmeyen, ayný zamanda onu açýklayan da olmak zorundadýr. Sanatýn iþlevi tahmin edemeyeceðimiz kadar geniþtir. Bu durumda bireyi ve toplumu refaha götüren yol bilinçtir ve bu yolculukta sanat üstün bir rehber görevi görür, bilimi ve sanatý ayrý ayrý düþünemeyiz, mutlaka farklýlýklar vardýr ancak yine de birbirlerini beslemekte ve geliþtirmektedir. Sanat üreticilerini, sýnýfsal konumlarýna göre ayýrmak durumundayýz. Üreten sýnýfýn tarafýnda olanlar ve üretilene el koyan azýnlýk sýnýfýn yanýnda yer alanlar. Ancak bu durum söylendiði gibi her zaman bu kadar keskin ve net olmayabilir, mesela büyük toplumsal çalkantýlarýn yaþandýðý dönemlerde, eskinin ateþli savunucularý bir anda ileri mevzilere geçip yeniyi savunabilirler, ancak bu ileri sýçrayýþ, ileri bir felsefi ve ideolojik donanýmdan mahrumsa, eðer o sýçrayýþta yenilgiyle veya az bir kazanýmla sonuçlandýysa, bu ileri atýlýmda bulunan sanat üreticisinin de yeri yine “kürkçü dükkaný” olacaktýr. Bu durumda da görüldüðü gibi her eskiye karþý çýkanýn aslýnda gelecek olan toplumsal yeniyi de kabul ettiði anlamýna gelmez. Eski düzenin, kýsmen karþý çýktýðý yönleri olsa da, onun asýl iþi, þiddetle eskiyi saðlamlaþtýrmak ve mutlaklaþtýrmaktýr. Çünkü kendi geleceðini ve dünya görüþünü mevcut düzenin içinde görür ve adeta ölümsüzlük, tanrýsallýk ister. Bir sanat eserlerinin deðerini, geleceðe taþýyacaklarý ýþýðý, ancak o sanat eserinin güçlü özü saðlar, aksi halde, içerikten, bilgi aktarýmýndan yoksun bir sanat eserinin gelecekte bir deðeri olmayacak ve yokolmaya mahkum olacaktýr. Bu türden þairler, þiirin bilgi taþýmasý, mevcut iþleyiþe karþý koyma ve ileri bir

Kış ‘08

21

ir sanat eserinin sanat eseri olabilmesi ve sayýlabilmesi için, içinde bilgi taþýmasý ve o bilgileri ileri toplumsal hayata dair yeni edinimlerin yolunu açarak aydýnlatmasý, insana güven vermesi gereklidir. Üretildiði coðrafyanýn deðerlerinden kopuk olmamalý, yerel deðerleri içine alarak evrensele doðru ilerlemelidir. Sanat, hayatýn belirli bölümlerini soyutlayýp, onunla yetinmeyen, ayný zamanda onu açýklayan da olmak zorundadýr.

B


ir sanat eserinin deðerini, geleceðe taþýyacaklarý ýþýðý, ancak o sanat eserinin güçlü özü saðlar, aksi halde, içerikten, bilgi aktarýmýndan yoksun bir sanat eserinin gelecekte bir deðeri olmayacak ve yokolmaya mahkum olacaktýr.

B

toplum modeli savunmasýný, gereksiz görür. Þiir yalnýzca güzellik, coþkunluk, ses ve ritmden ibarettir. Evet bunlar þiir için gerekli þeylerdir, ancak tamamý deðildir. Eksik bir metotla doðruyu öðretmek ne kadar olanaklý olabilir. Bu yanlýþ ve eksik metotlarla ancak büyük hatalar yapýlýr, çünkü þiir ve genel anlamda sanat eserleri her zaman bir þey anlatýrlar, anlatmak zorundalar. Her sanat eseri, anlattýðý þeyleri kendi tarzýyla anlatýr, bunlar her sanat dalý için farklýlýklar gösterir, kendi içinde olgunlaþarak geliþirler. Bu baðlamda düþündüðümüzde bütün sanat eserlerini bilgiden, felsefeden ve ideolojiden soyutlamamýz imkansýzdýr. Bu durum sanat eserinin ne edebi ne de estetik deðerini yitirmesine neden deðildir, tam tersine güçlü bir içerik ve saðlam bir ideolojik donanýma sahip eserlerde sanatsal ve estetik deðer daha da zenginleþerek artar. Her þey geçmiþle ne kadar iliþkiliyse bir o kadar da ondan baðýmsýz olarak geliþir. Kaldý ki her sanat ürününde mutlaka bir fikir, bir ideolojik kýrýntý mevcuttur. Aksini iddia edenler varsa buyursunlar ispat etsinler. Sanatý, yalnýzca insanlarý manen birbirlerine yakýnlaþtýran bir araç olarak görenler, doðal olarak, her sanat eserinde iþlenen duygunun ne kadar üst seviyede olursa, insanlar arasýndaki manevi iliþkileri daha da kolaylaþtýracaðýný ve sanatýn görevini yapmýþ olduðunu kabul ederler, ancak bu tür düþünceler ve sanata çeper çekmek istemeleri, aslýnda geleceðe olan inançsýzlýklarýný veya tam olarak mevcut sistemin tarafý olup da bunu bir türlü söyleyememelerinde saklýdýr. Maddi hayatýn dayattýðý gerçeklerden kaçmanýn teorisi de sayýlabilir. Sanat eserinin belge deðerinin olup olmamasý ya da sanatýn belge deðeri taþýyýp taþýmamasý sorunu, elbette her sanat eserini bir belge taþýyan olarak göremeyiz, ancak iþlenilen konularýn özü gereði belge niteliði taþýyan güçlü eserlerin olmasý ve toplumun geleceðe olan özgüveni açýsýndan kaçýnýlmazdýr. (Geçmiþimizi aydýnlatan güçlü, belge niteliði taþýyan sanat eserleri olduðu gibi.) Bu durumda sanat üreticisi olaylara objektif bakmalý ve doðru bir metotla deðerlendirmeli ki belgesel nitelik taþýsýn ve ileri bir toplum için yararlý olsun, aksi taktirde objektif olmasý iþe yaramaz. Çünkü, sanat gördükleriyle, sadece var olaný yansýtarak oluþmaz, asýl onu bir sanat eseri yapan yaratýcýsýnýn deðerlendirmesi, yani sentezidir. Doðru bir perspektifle iþlenmemiþ eserler ne kadar edebi ve sanatsal olurlarsa olsunlar, yükselen toplumsal muhalefet karþýsýnda sürekli olarak irtifa kaybederler ve yok olmaya mahkumdurlar. Büyük ve kalýcý eserler yaratmak... her sanat üreticisinin hayali... Ancak bunu istemek yetmez, bunun için büyük düþünmek ve büyük bedeller ödemeyi göze almak gerekir. Büyük düþünmek ve büyük bedelleri göze almakta elbette tek baþýna yeterli deðildir. Sanat üreticisinin yeniliðe ve geleceðe olan sarsýlmaz bir inancý, özgüveni ve sanattaki bütün kurallarý yýkabilecek gücü kendisinde bulabilmesi gerekir. Yýkacaðý deðerlerin yerine daha güçlü deðerler var edebilmelidir. Sanat eserinde insanlýk tarihini sosyal, antropolojik deðerleriyle ve bilimle harmanlayýp yani insanla ilgili olan her þeyi kullanabileceðini ve ileriye dair düþüncelerinde yanýlma payýnýn azami derecede olmasý kaydýyla bu yolda ilerlenebilir. Sanatýn baðýmsýzlýðýndan dem vuranlar acaba ne kadar gerçekçi ve mantýklýdýrlar. Nasýl olur da bir sanat eseri toplumsal koþullardan etkilenip ve yine bu toplum için bir yol gösterme görevini üstlenerek tarafsýz kalabilir. Bu durumda ezilen, sömürülen yýðýnlarý savunmayan bir sanat eseri doðal olarak bir avuç sömürücüyü savunur ve bunu baðýmsýzlýk adýna yapar. Bu olsa olsa faydacý bir sanat anlayýþýdýr ve bu durumda sanatýn baðýmsýzlýðýndan söz etmek mümkün deðildir. Bu bir aldatmadan baþka bir þey deðil. Sanatla yaratýlacak olan, sömürünün, talanýn, yaðmanýn olmadýðý bir dünyaya olan inançla, daha çok baðýmlý ve taraflý sanat…

22

Kış ‘08


bubam benim

Bir Gün Daha Müþtak Erenusla Olmak... Kasým 2007’de Ada Kitapevi Orhan Adli Apaydýn Konferans Salonu’ndaydýk. Bilgesu Erenus’un Müþtak Erenus için hazýrladýðý tiyatral bir gösteride sahne almak için... Bilgesu, bütün ayrýntýlarý bir tiyatro yönetmeni titizliðiyle planlamaktaydý. “Sunucu sunucu gibi olmayacak, yer yer anlatýcý, yer yer de Müþtak Erenus’un kendisi olacaktý.” Sunumun tüm adýmlarý, jestleri, mimikleri, replikleri tiyatrocu ustalýðýyla ayrýntýlandýrýldý. Bütün sahneye çýkacaklar önceden dinlendi, eleþtirildi, düzenlendi. 1995’de Müþtak Aðabeyimizle hazýrladýðýmýz, kendi eseri olan Sermaye Destaný’ nýn serüvenini anlatacaktýk. Ne var ki, Müþtak Erenus’un tüm hayatýnýn bir film þeridi geçiþinde hazýrlandýðý programda herkes gibi 2 dakikamýz vardý. Süremize sadýk kaldýk ama anlatamadýklarýmýz içimizde kaldý. Ýçimizde kalanlarý sizlerle paylaþmak istedik ama önce bu denli güzel hazýrlanmýþ bir programý anlatmadan geçmek olmaz. Müþtak Erenus’un o çok bilinen sözüyle çaðrýldý her dost: “Bubam benim”... Teþekkür yerine, “Yaþa, yaþa sen ve yaþayýn siz”... sözleriyle uðurlandý. Bu konudaki Bilgesu’nun þu notlarý anýlmaya deðer: “Sunucu sahneye çaðýrdýðý sanatçýlarý, kimi kez salonda aranarak, önce küçük isimleriyle ardýndan da soyadlarýyla, özlemi baskýn çýkan bir sadelikte ve en aza indirilmiþ deviniþlerle anons edecektir. Yaþýyor oluþuna dair en önemli kanýt sesindeki özlem ve heyecandýr, anlatýrken de karþýsýndakine bedeni ve yüzüyle deðil, bu sesle ulaþacaktýr.” Sinevizyon da bu uzun ve dolu yaþamýn bütün izlerini taþýdý bizlere. Hatta karþýlamada ve arada bile Müþtak Erenus’un þiirleriyle þakalaþmalar bile tiyatrocularla ayarlanmýþtý. Müþtak Erenus’un hayatýnda yer almýþ tüm dostlarýn orada olmasýna özen gösterilmiþti. Aydýnlar, sanatçýlar, barodan arkadaþlar, avukat dostlar, 19 Aralýk döneminde evlerinde eylemlerine devam eden ölüm orucu analarý, çocuk þairler,

7

Kış ‘08

23


hayatýnda iz býrakanlar... Müzik, þiir, tiyatro, mektuplar, Özlem Kalkan Erenus’un resmettiði Müþtak Baba Portresi... “Bubalarým benim. Ölüm orucuna durmak için evimize geldiklerinde, elimi öpmek istemiþlerdi… Asýl eli öpülesi olan sizlersiniz demiþtim. Anýmsýyorum. Bubalarým benim. Yaþayýn siz!” sözleriyle hep yanýmýzda hissettiðimiz Müþtak Erenus... Ýçimizde kalan, anlatamadýðýmýz anýlarýmýz vardý Müþtak Erenus’la. Önce anlatabildiklerimiz. “12 yýl önce kýzýma hamileliðimin ilk aylarýndaydým Sermaye Destaný’yla karþýlaþtýðýmda. Mutlaka sahnede vücut bulmalý bu eser diye düþündüm. O zaman Genç Ekin Sanat Merkezi Tiyatro grubundaydým. Arkadaþlarýma da açtým konuyu. Çok beðendiler. Bir randevu alýp görüþelim dedik. Numarasýný bulup aradýk. Derdimizi kýsaca anlattýk. “Nerdesiniz siz” dedi karþýdaki sert ses. “Geliyorum” dedi akabinde. Bu kadar çabuk olup bitmesini beklemiyorduk. Bizi bütün çalýþmalarýmýzda titiz bir sabýrla izledi. En son sahne aldýðýmda, bugün burada, Müþtak Erenus’un olmasýný istediði yerde rolünü almýþ kýzýma sekiz aylýk hamileydim. Size oyundan bir parça seslendirecek.” Sahne sol önünde oturup ayaklarýný sarkýtmýþ Ülker, “Stefan Li” yi okudu. Daha çok þeyi anlatmak isterdik. Seksenli yaþlarýndaydý Sermaye destanýný sahneye koyduðumuzda Müþtak Erenus. Ayýþýðýnýn merdivenlerinden þikayet eden dostlarýmýz bilsinler ki o hiç þikayet etmez hatta güzellemeler yapardý merdivenlere. “ insanlar bu merdivenlerde günlük telaþýndan kurtulup sizinle ne konuþacaðýný düþünme fýrsatý bulu-

24

yor” derdi kinayeyle. “Emek verdikçe deðerleniyor burasý” derdi. Ýlk aradýðýmýzdaki sert sesten yaklaþýk yarým saat sonra bizimleydi. Bizim elimiz ayaðýmýz titriyordu. Telefondaki sert sesin kritiðini yapmýþtýk kendimizce. “Sermaye destanýný sahneye koymayý çocuk oyuncaðý mý sandýnýz siz” gibi birþeyler söyleyecek sýradan bir aydýn tavrýna kendimizi hazýrlamýþtýk. Ýkna etmek için öne süreceðimiz argümanlarý da... Kapýdan girenin gözleri parlýyordu oysa. Umut ve aþkla. Hemen konuþmaya baþladý, nasýl yapacaðýmýzý sordu. Anlattýk. Güven doluydu, “yaparsýnýz siz onlarý” diyordu zorluklardan bahsettikçe. Hemen her provada bizimle oldu. Sermaye destaný bir nehir þiirdi ve bize þiirlerinde anlatmak istediklerinin vurgularýný, anlamlarýný býkmadan usanmadan anlattý. Sahneye çýkýp okudu. Sahne kurgularýna ise hemen hiç karýþmadý. Bizim her buluþumuza çocuk gibi heyecanlanýyor, “yaþayýn siz” diyor, bizi yüreklendiriyordu. Baþlangýçta eserin sahibiyle çalýþmanýn bizi sýnýrlandýracaðýný düþünmedik dersek yalan olur. Oysa aksine önümüzü açtý. Biz de onun gibi çocuklaþýyor, bazen de þýmarýyorduk. Son derece keyifli ama sýký bir çalýþmayla oyun sahnelendi. Yaklaþýk 6 ay boyunca Müþtak aðabeyimiz, bizden coþkusunu, ilgisini, cesaretini ve çocuksu aydýn yüreðinden akan þiirlerini hiç esirgemedi. Bizlerle marþlar söyledi, halaylar çekti. Önce, iki elini önünde dümdüz birleþtirip, içini çekerek baþladýðý þiirlerin altýnda kavgayý, umudu, öfkeyi ve sevgiyi paylaþtýk.

Kış ‘08


Tiyatro Simurg

Gelincik BayraklarınTürküsü

(….) Yýl 1978 Bir Mayýs Sabah saat altý Oðlum gelecek günlerin nöbetine durdu nenesinde Biz karýmla yoldayýz. Günlerdir durup düþündüðümüz Günlerdir yaptýðýmýz küçük hesaplar Artýk evde kaldý Hepsi bitti Þimdi korkular cýlýz ve korkak Kuþkular utandý, ayýp oldu. Ýçimizde bir ýþýk seli Bastýðýmýz yer toprak Ve yollar Akýn akýn yýldýza giden insanlarla dolu Þarký söylüyorlar Umut taþýyoruz karýncalar gibi Kucaklarýmýzda Beþiktaþa.

Kış ‘08

25

(……) Emek adýný analým evvela Üç yaþýndaki bir çocuk Tutmuþ o tomurcuk elleriyle Benim Babam Namuslu Bir Ýþçidir levhasýný Yüzbinler alana giriyor Ve haykýrýyorlar o saðýr sultanlara Dünyada en namuslu en yiðit Ve en saygýlý þeyin Emek olduðunu. Geçmiþin çileli günlerine selam olsun Yetmiþyedinin Mayýsý Zulumlar Ve hiçbir þey Hiçbir þey Yýldýrmýyor onlarý Geliyorlar Geliyorlar adým adým Bilek bilek Yere topraða basarak geliyorlar. Makinist babamýn alnýnda ter taneleri Öptüðüm üstüpülü yaðlý elleri Ve çakýr gözleriyle dikilmiþ karþýma Kocaman olmuþ Gülüyor. Bir renkli kýyamet üstümüzde Kimsenin buðüne görmediði Daha çok göreceðimiz. Taksim Bir Mayýs Alaný Gelecek güzel günlere giriyor. Müştak Erenus


Bir Ozanla Bir Oyun Yazarı Kendi içinde kaybolduðu ilk gün olmalý… Alzaimer! Sabahýn erken saati, bir týkýrtýyla uyandým. Antreye çýktýðýmda onu beyaz kabanýný giymiþ, kapýyý açmaya çalýþýrken buldum. Nereye, dedim? Postaneye, diye yanýtladý. N’apýcaksýn postanede? Kaybolan bir köy vardý hani, açlýktan, çocuklar, analar, onlara mektup atacaðým! Kendi þiirine mektup yazmýþtý Müþtak Erenus, elinde herhangi bir zarf filan yok! Dizlerimin titrediðini hatýrlýyorum. Gel biraz salonda oturalým, dedim. “Pastane açýlmamýþtýr, saat daha altý buçuk!” Kendi içinde kaybolduðu günlerden bir gün, sendikalar ve partiler sahiplenmeyince, sokaklarda coplanan dört ana gelmiþti evimize, ölüm orucuna yattýlar. Müþtak Erenus ölümüne dek onlarý hiç unutmadý. Hala çözemediðim rastlantýlar var; artýk çok az konuþuyordu, uzun ve düzgün bir cümleyle, bir gün, “O kadýna nasýl kýydýlar?” demiþti; üsteledim, “kim o kadýn?”. Yüzüme nasýl olur da bilmezsin gibilerinden baktý. Bilmiyordum. On dakika sonra telefon çaldý. Evimizde tanýdýðý emekçi analardan ölüm orucundaki Gülsüman Dönmez’in Armutlu’da öldüðünü söylediler. Kendi içinde kaybolduðu günlerde, analar dýþýnda hemen her þeyi unuttu ama, kendi þiirleriyle; kýblem dediði Nazým’ýn þiirlerini hiç unutma-

26

dý. Tekrarlayabilmesi için yalnýzca bir dizeyi söylemeniz yetiyordu. 1940’larda bir tatil günü… Sevinerek sürdürüyordu hemen, “Þaþkýn Bakkalda’ki ahþap bir evin sofasýnda…” Akdeniz’de bir hayalet dolaþýyor… “Bir Ýtalyan neferinin hayaleti!...” Bir gizemli rastlantý daha; aslýnda ölüm tarihi 5 Kasým 2002. Ýstanbul Barosu Kültür Sanat Komisyonu’ndaki dostlar, o tarihte toplantý halinde olacaklarý için, anmanýn Kasým’a alýnmasýný istedi bizden: Kasým 2007, Sovyet Devrimi’nin 90. yýlý… Müþtak Erenus, Boðaz’a her ne zaman baksa, Karadeniz’in ötesindeki ilk emekçi iktidarýnýn heyecanýyla gözleri yaþaran bir kuþaðýn son temsilcilerindendi. Yaþamý boyunca bu heyecanýný hiç yitirmedi. Sovyetlerin yýkýlmasý filan výz geldi ona. Her ne koþulda olunursa olunsun, emekten, emekçiden umut kesmemek… Onun gizemi belki de buydu iþte! Ya da kýsaca, her koþulda aydýn kalabilmek!... Bizimki bir ozanla, oyun yazarýnýn birlikteliðiydi; aramýzdaki birkaç kuþak farka karþýn Ali’nin boyunca, kýrk yýla yakýn bir dostluktan söz edebiliyorum. Birbirimizi geliþtirmekten vazgeçmedik hiç! Bana her zaman severek katlandý. Ben de ona. Bu nedenle ayrýldýðýmýzý düþünmüyorum. Hele bugün, burada, hiç! Bilgesu Erenus

Kış ‘08


Müştak Erenus’un Şiirine Dair (EÞKÝYALIK DEVAM EDÝYOR) Rasim Oktar Şiir Atölyesi’nden Atila Oğuz en þiiri her zaman taraf olarak gördüm. Þiir hangi koþullarda ve ne için üretilirse üretilsin, mutlaka bir þeyleri sorgulayan ve yeni bir þeylerin önünü açan bir araç olmaları gerektiğini düþündüm. Nesnel hayatla hep iç içe ve onun kopmaz bir parçasýdýr þiir. Þiirleri okurken de hep bu açýdan bakar ve deðerlendiririm. Ve ne yazýk ki okuduðum kitaplarýn çoðunun böyle bir dertlerinin olmadýðýný görüyorum. Daha çok kendi iç sýkýntýlarýný þiir diye yazýyorlar. Tüm bunlarýn yanýnda emek verip çalýþanlar, kendilerine yeni yollar edinebilecek olan izleklere de rastlamak mümkün. Son zamanlarda okuyup incelediðim Müþtak Erenus’un Taþlý Yazý adlý, tüm þiirlerinin yer aldýðý kitabýnda, þiirinin taraf, þairinin de muhalif olduðunu gördüm. Gerçek anlamda bir aydýn sorumluluðuyla dizelerini oluþturmuþ ve pratik hayatý da eylemsel olarak yazdýklarýný doðrular durumda. Müþtak Erenus’un þiirleri, küçük ayrýntýlarýn, insan ve toplum hayatý için önemli ve hayati damarlarýný besler. Ýnsaný her zaman insani bir þeylerle düþündürür. Bütün insanlýðýn ortak özlemi olan, kocaman, güneþli bir dünyaya dair yazýlmýþ dizeleri, insaný nasýl da sarýp heyecanlandýrýyor. Müþtak Erenus’un þiirleri, okurun okumasýyla somuttan soyuta geçip, tekrar okur tarafýndan somutlanýnca, iþte o zaman bambaþka bir alem parýldar ve insaný bir þeyler yapmaya zorlar. Müþtak Erenus’un dizeleri insana, ideallerine sýmsýký sarýlýp onlarý daha da bir kararlýlýkla büyütmesini ve tüm insanlarýn dil, din, ýrk ayrýmý yapmadan bir arada yaþayabilecekleri bir dünyayý imler. Þiirleri yalýn ve küçük ayrýntýlarla örülü. Þiirlerinde iþlenen her þey insana dair ve gerçekçidir. Bu tavrýný hayatý ve eylemlilikleriyle de doðrular. Bütün þiir kitaplarýnda insan ve insana dair olanlarý iþlemiþtir. Her þairin hayatýnda önemli bir yere sahip olan eseri, eserleri vardýr. Erenus için hangi eseri daha önemlidir bilemem, ama benim için “Sermaye Destaný” onun eserleri arasýndan önemli bir yere sahiptir. “Sermaye insanlarýn çalýnmýþ emeðidir diyor temel kitaplar ve bu eþkýyalýk hala sürüyor bugün yeryüzünde” Hala devam eden bu eþkýyalýðý, belki de bir ço-

B

Kış ‘08

ðunuz feodal ve kapitalist sistemle birlikte düþünürüz, bu büyük oranda doðrudur. Ancak bu eþkýyalýðý ben, Fethiye’deki Aminthas mezarlýðýný ziyaret ettiðimde de çok düþündüm. Acaba bu dik yamaçta, bu kayalýklarý krallar mý oydu yoksa köleler mi? Ve günümüzde de süren bu eþkýyalýðýn tarihinin çok eskilere dayandýðýný düþünüyorum. “Ne zaman ve nasýl oldu da Böyle yýðýldý üstümüze Böyle bela oldu diye” Ýþte bu dizeler, her insaný düþündürür ister istemez… Sermaye Destaný’ný okuduðumuzda aslýnda bizi bir avuç insanýn sömürdüðünü anlarýz. “Beþ milyarý bulduðumuzu söylüyor sayýlar, Bu beþ milyardan biri sen Biri ben Biri de biz Durup dimdik baþlarýmýzla Kendimizi saydýrmasýný bilmeliyiz” Bu dizelerde nasýl da küçülüyor dünya… Ve bir arada olunduðunda…. “Bir yangýn gibi Kavgalar savaþlar talanlar” Ekonomik ve siyasi yaptýrýmlarýn dýþýnda da Afganistan ve Ortadoðu üzerindeki emperyalist savaþ ve talanda devam ediyor, yani sermayenin emekçi halklar üzerindeki baskýsý çoðalarak sürüyor, eþkiyalýk devam ediyor. Sermaye kendi geliþimi ve sürekliliði için her þeyi mubâh sayar ve bu yolda dinleri de insanlarýn baþkaldýrmamalarý için öteki dünya ile oyalar ve onlarýn iyi birer söz dinler olmalarý için dinin emrettiði gibi davranmalarýný ister. Müþtak Erenus “Sermaye Destaný”nda kapitalist sistemi enine boyuna iþlemiþ, böyle zor bir konuyu, sav söze düþmeden imgeleyebilmiþ ve tarihe kýsa bir not düþmüþ. “Ýþte sabah elinden tutan Bu gelin yýldýzlar Aha önümüzde yeni bir dünya Emeðe alýnterine Merhaba” Bize düþen bu merhabayý çoðaltarak paylaþmak... Merhaba yarýna dair küçük bir umut besleyenlere... Merhaba Müþtak Erenus üstat...

27


Dianne Dengel Home Sweet Home 18x24 Print

mutluluğa dair “sen mutluluðun resmini yapabilir misin Abidin iþin kolayýna kaçmadan ama gül yanaklý bebesini emziren melek yüzlü anneciðin resmini deðil ne de ak örtüde elmalarýn ne de akvaryumda su kabarcýklarýnýn arasýnda dolanan kýrmýzý balýðýnkini sen mutluluðun resmini yapabilir misin Abidin 1961 yazý ortalarýnda Küba’nýn resmini yapabilir misin çok þükür çok þükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrýnýn resmini yapabilir misin üstat yazýk yazýk Havana’da bu sabah doðmak varmýþýn resmini yapabilir misin” onumuz, dergimizin ilk sayýsýnýn arka iç kapa ðýnda yayýnladýðýmýz “Abidin Dino”ya ait olduðunu düþündüðümüz resimle ilgili... Uzun bir zaman bu resmi Nazým’ýn, Abidin Dino’ya yazdýðý bu þiire cevaben yapýlmýþ olduðundan o kadar emindik ki, dostlarýmýzla paylaþtýk. Sonunda öðrendik ki tek yanýlan biz deðildik. Ýnternetin arama motoruna girin, grafiklerden “mutluluðun resmi”ni aramaya baþlayýn, karþýnýza hep bu resim ve þiir çýkacaktýr. Yanýlgýmýzý böylece pekiþtirerek yolumuza devam ettik. Ta ki bir ay önce yine internette bu yanýlgýyý düzeltmek üzere yazýlmýþ bir yazýya rastlayýncaya kadar. Nurþen Görþen þöyle diyordu: “Internette yanlýþ bilginin kolaylýkla oluþturulduðuna örnektir bu slayt film. Sitelerde mutluluðun resmi olarak gösterilen resim Abidin Dino’ya ait deðildir. Resmi yakýnlaþtýrarak bakarsanýz yataðýn kenarýnda ikinci imzayý –resmin sahibini görürsünüz. (...) Gerçeði bilmeyenleri de hala yanýltýyor bu resim ve þiir. Resim Abidin Dino’ nun deðil... Gerçek sahibi. Dianne Dengel

K

28

http://www.diannedengel.com/ Sitesinde imzaladýðý bu resmi göreceksiniz. Diðer resimlerine baktýðýnýzda üslup benzerliðini görünce ikna olacaksýnýz.” Ayný konuda bir de eleþtirisi var Nurþen Görþen’in: “Abidin Dino D grubu ressamlarý arasýndaydý. -1933- Nurullah Berk, Cemal Tollu, Zeki Faik Ýzer, Elif Naci ve heykeltýraþ Zühtü Müritoðlu arkadaþlarýydý.1950’li yýllarda ise arkadaþlarý Nazým Hikmet, Aragon, Picasso, Avni Abraþ, Çetin Atlan, Yaþar Kemal, Orhan Veli ve daha niceleri A. Dino’nun her zaman yaný baþýnda ve en yakýn dostlarýydý. Bugün dahi sað olanlar ‘Mutluluðun Resmi’ tablosunun altýndaki imza için bugüne kadar Abidin Dino’ya ait deðildir demediler? Niçin? Bu güzel tablo konusuyla ve Nazým’ýn þiiriyle bir çok kiþiye hitap etmiþken, bir çok kiþiye ulaþmýþken onlarýn haberleri olmadý mý acaba? Bu mümkün mü? Gerçekten muhteþem bir resim karþýsýnda artýk tablonun kime ait olduðundan çok, konusu ve resmin kendisi önem kazandýðý için olabilir belki. Bir þairin þiirine uyarlanýp, yenilikçi ve devrimci bir ressama atfedilmiþ : Delik çatý altýnda

Kış ‘08


damlayan sulara raðmen tebessüm edebilen insanýn hayata bakýþ tarzýndaki mutluluk...Uyurken bile hala bu kadar huzurlu ve mutluluk dolu, tebessüm ederek uyuyan insanlar varsa, O resmin içinde ve o kadar saf olmak isterim ben de. Resme bakarken huzur doluyor insan.” Ve devam ediyor: “Bu güne kadar bu resim için bir çok söylenti oldu: Abidin Dino, Nazým Hikmet’in sorduðu “Mutluluðun resmini yapabilir misin Abidin? sorusuna yanýt olarak: “Mutluluðun resmini nasýl yapabilirim demiþ ve o günden sonra resim yapmayý býrakmýþ.” “Mutluluðun resmini yapabilir misin Abidin ?”demiþ Nazým. Abidin Dino ‘da cevaben:

Abidin Dino Ana 101.00 x 70.00 cm. 1942 - 43

Gidebilseydik meserret kahvesine, Ýlk karþýlaþtýðýmýz yere Ve bir acý kahvemi içseydin. Anlatsaydýk O günlerden, geçmiþten, gelecekten, Ne günler biterdi, Ne geceler... Dinerdi tüm acýlar seninle Bir düþ olurdu ayrýlýðýmýz, Anýlarda kalan. Ve dolaþsaydýk Türkiye’yi Bir baþtan bir baþa. Yattýðýmýz yerler müze olmuþ, Sürgün þehirler cennet. Ýþte o zaman Nazým, Yapardým mutluluðun resmini Buna da ne tual yeterdi; Ne boya

Þiirini yazmýþ sanýldýðýnýn aksine resim yerine.” Bizi aydýnlattýðý için Nurþen Görþen’e ve internette bu konuda düzeltme yapanlara teþekkür ediyoruz. Doðrusu bu haber bizi hüzünlendirdi. Gerçekten, tüm yoksulluða raðmen bir yataðý paylaþabilen insanlarýn ortak mutluluðu, resme bakan herkesi gülümsetiyordu. Resmi büyüttük evlerimize astýk, inandýðýmýz hikayeyi tüm dostlarýmýza anlattýk. O resimdeki mutluluk bize de evrensel mutluluðu anlatýyordu ve biz de bu evrenselliði Nazým Usta’nýn ve Abidin Dino’nun evrenselliðiyle baðdaþtýrdýk. Yine de ne yazýk ki, tüm düzeltmelere raðmen bu resim, bu hikayeyle, yapanýndan baðýmsýz yayýlýp gidecektir. Bazen sanat, sanatçýdan çýktýðý andan itibaren farklý bir yol alýr. Bu resmin aldýðý yol da sanýyoruz yapanýný kaygýlandýrmayacak, aksine gururlandýracaktýr. Yanýlgýmýzdan dolayý tüm dostlarýmýzdan gecikmiþ bir özür diliyoruz.

Kış ‘08

29

Abidin Dino Partizanlar 70.00 x 49.00 cm. 1942 - 43


Vamos Bien Yoldaþlar rant Dink anmasýnýn yapýldýðý gün, Okmeydan’ýnda Güneþin Sofrasý Kültür Merkezi’nde bir toplantý vardý. Katýlýmcýlar, Venezuella Komünist Partisi üyesi Yorlando Conde, oðlu Gustavo Conde ve eðitimci, öðretim görevlisi Lura Leon’du. Dünyanýn gözlerini çevirdiði bir ülkeden gelen bu konuklarý dinlemekle, Hrant Dink anmasý eyleminde bulunmak arasýnda kaldýk. Her ikisi de önemliydi. Ama aramýzdan birine Venezuella’dan gelen komünistlerin toplantýsýna katýlmak düþtü. Yüreðimin yarýsý sokakta omuz omuza yürüyen kitlenin yanýnda kaldý. Yarýsý ise Venezuellalý konuklarý dinlemek için hazýrdý. Enternasyonal Marþý eþliðinde saygý duruþu ile baþladý toplantý. Konu, sanat, siyaset ve politika idi. Ýlk söz þair ve dramaturg Yorlando Conde’ye verildi. Þu aþaðýda okuduðunuz yazý konuþma esnasýnda aldýðým notlardan oluþan metindir. 1848 yýlýndan beri Manifesto’nun þöyle bir yardýmý oldu, ya bu sýnýftansýnýzdýr ya da diðer sýnýftan. Engels’in “dünyanýn bütün proleterleri birleþiniz” sözünü hatýrlatmak isterim. Buna Jose Marti’nin “kaderimi topraðýn yoksullarýyla birleþtirdim” sözünü ekleyeyim. Burjuvazi sanatý her zaman yaþamdan ayrý bir þey olarak göstermek istedi. Sanat ise yaþamýn içindedir. Burjuvalarýn yaptýðý sanat deðildir. Gorki’nin Ana’sýný, Brecht’in Galile oyununu izlerseniz proletaryadan yana tam bir yaklaþým görürsünüz. Sanat tarihi boyunca bu tartýþma olagelmiþtir. Sanki iki ayrý sanat varmýþ gibi. Böyle bir þey yoktur, bir tek sanat vardýr. Ýçerik asla estetikten ayrýlamaz. Onlar bir bütündür. Kapitalist sistem için en tehlikeli olan þey sanatýn komünistlerin elinde olmasýdýr. Çünkü bir sanat eserinde bir toplumun içinde bulunduðu durum çok çarpýcý bir þekilde ele alýnabilir. Sosyalist içerikli eserler için çala kalem yazýldýðý söylenmiþtir. Ama bu doðru deðildir. Venezuella’da Komünist Partisinin sanata büyük katkýlarý olmuþtur. Ben bunun ürünüyüm. Gençliðimde çok yüzeysel eserler verdim. Partiye girdikten sonra kafamda yeni fikirler oluþmaya baþladý. Ülkenin politik, sosyal durumunu bilmek benim için önemli bir durumdu. Sanatýn, halkýn savaþýna, iþçi sýnýfýnýn sanatýna katký sunmasý gerektiðini kavradým. Parti çok kiþilikli insanlar yetiþtirdi. Parti militanlarý Venezuella edebiyatýna çok büyük

H

30

katkýlar yaptýlar. Parti bizleri yetiþtirdi, bizde tüm yeteneklerimizi ve bilgilerimizi partiye katmaya çalýþtýk. Müzik, þiir ve resim alanýnda da büyük sanatçýlar yetiþtirdi, onlara destek verdi. Marksizmden öðrendiðim bir þey varsa, o da her þeyin politik olduðudur. Ýnsanlýðýn ürettiði her þey bir politikadýr. Sanat ta bundan baðýmsýz deðildir. Kiþinin sanata bakýþý da onun görüþüne baðlýdýr. Öyle sanat eserleri var ki, açýk politik mesajý olmasa da onlar da insanlýða aittir. Mesela, 9. Senfoni, Van Gogh’un tablolarý… Balzac gerici bir kiþi olmasýna raðmen insanlýk Komedyasý diye büyük bir eser yaratmýþtýr. Eski Yunan’da sanatçýlara “halkýn kutsal ateþi” denirdi. Kendimize raðmen önemli þeyler çýkarýyoruz. Duvar resimciliði geliþmiþtir. Bunu da Þilili sanatçýlar taþýdýlar bizim ülkemize. Duvar resimleri yapan birimlerimiz var. Televizyonun olumsuz etkilerinden söz edersek, dünyanýn neresinde olursanýz olun televizyonu açtýðýnýzda ayný pislik akar insanlarýn beynine. Böyle bir çaðda, sosyalizm ve komünizm insanlýk için bir zorunluluktur. Ana romanýnda Pavel: “biz sosyalistiz, insanlarý birbirine düþüren özel mülkiyete karþýyýz. Biz kazanacaðýz” der. Chavez ilerici bir Katolik. Þu anda Venezuella’da açýk bir ortam var. Her açýdan… Sanat alanýnda üretimler arttý ama bir rehber yok. Marksist bir yönlendiricilik yok. Çok anarþik, çok daðýnýk bir durum var. Sanat örgütsüz durumda þu anda bizim ülkemizde. Venezuella tarihi boyunca sanatçýlar ya komünist oldu ya da ilerici insanlardý. Kapitalizm bütün Latin Amerika’yý iþgal etti. Hala bazý gerici sanatçýlar var. Partinin organik olarak bir baðý olmasa da onlara ideolojik katkýyý veriyordu. Ýlan edilen okuma yazma seferberliði ile 1.5 milyon kiþinin okuma yazma öðrendiði bir ülkede yeni üretimler çýkacaktýr. Cervantes ve Victor Hugo’nun kitaplarý basýlarak, ücretsiz olarak daðýtýldý. Yerliler kendi dillerinde eðitim görüyorlar. Sanatýn çeliþkilerin keskinliðini göstermede çok büyük bir etkisi var. Folklor alanýnda büyük bir kültürel patlama var. Örgütlenmeye katkýsý oluyor. Bir televizyon kapatýlmýþtý, hatýrlarsýnýz. Caracas. Hükümet Caracas’ýn sözleþmesini yenilemedi. Yerine ise tiyatro gösterimlerinin sunulduðu bir kanal

Kış ‘08


kuruldu. Pek çok yeni dergi ve gazete basýlmaya baþladý. Komünistlerin birliði ile ilgili sorulan soruya, Gustav Conte þu yanýtý verdi: “Bütün dünyada birlikle ilgili sorun görüyoruz. Politik alandaki tecrübelerimiz bize göstermiþtir ki, ilerci sosyalist bir topluma ulaþmak için komünistlerin birliðine ihtiyaç zorunludur. Þu anda herhangi bir ülkede tam anlamýyla sosyalist bir hükümet yok. Bu kadar çok kapitalist ülkenin olduðu bir dünyada sosyalizmi kurmak zor bunu biliyoruz. Her ülke kendi yöntemleriyle sosyalizme ilerleyecek.” Einstein, en iyi eðitim metodu nedir, diye soranlara, örnek olmaktýr diyor. Baþka yolu yok mu diyorlar, o da yok diyor. Acaba Küba’daki herkes, insanlara Che gibi Fidel gibi örnek olabiliyor mu? Zayýflýklarý olan, yetmiþ yaþýnda bir komünist olarak bundan kaygýlanýyorum. Ama içimde yanan bir ateþ var. Ben Chavez’in kim olduðunu biliyorum ama onunla beraber gidebildiðimiz kadar gitmeliyiz. Nereden geldiðimizi biliyoruz ve nereye gideceðimizi de. Ýþçi sýnýfýna gitmek gerekiyor. Ýþçi sýnýfý yok safsatalarýna inanmayýn. Tüm gerekli þeyleri üretenler iþçilerdir. Tiyatro kolektif bir iþtir. Yönetmen, oyuncu, dekorcu, ýþýkçý da önemlidir. Komünizm tek bir yumruktur. Çok ama çok çok sabýrlý olmamýz lazým. Tabi ki bir komünist ilkeleri hakkýnda pazarlýk yapmaz. Annesiyle bile pazarlýk konusu etmez ilkelerini diyerek, yaný baþýnda oturan oðluna bakarak, babalarýyla ise asla, diyerek sözünü bitirdi. Daha sonra söz sýrasý oðul Gustavo Conde’ye geldi. Gustavo Conde daha çok politik alanda yaþanan geliþmelere deðindi. “Venezuella bir dönüþüm aþamasýnda. Orada bir sosyalist devrim olmadý. Demokratik bir açýlým söz konusu. Son yýllarda kültürdeki deðiþimler de bu kapsamda ele alýnmalýdýr. Küba devrimi gibi bir devrim sürecinden geçmiyoruz. Sandinist bir yöntemle de iktidara gelinmedi. Seçimle baþa geçmiþ bir yönetim var. Anayasa deðiþikliði önerisi gündeme geldi. Halk bunu onaylamadý. Onaylamamasý çok bildiðinden deðil, tam tersine ne önerildiðini bilmemesinden dolayýdýr. Oysa, bu taslakta iþçi sýnýfýný ilgilendiren pek çok madde vardý. Ýþ saati 8 saatten 6 saate düþecekti. Sosyal haklar garanti ediliyordu. Ve bu reform paketi içinde adý deðiþecekti. Tam da bu noktada Komünist Parti Chavez’le çeliþki içerisine girdi. Sosyalizm ilan edilmez, inþa edilir. Öncü parti olmadan bir yerde devrim olmaz. Fabrikalar içinde Sovyetler öneriyoruz. Ayrýca mahallelerde komünal konsey oluþturulmasýný öneriyor. Üretim araçlarýnýn toplumsallaþtýrýlmadýðý,

Kış ‘08

bankayla devletin birbirinden ayrýldýðý bir yerde sosyalizmden bahsetmek mümkün deðildir. KP ve Chavez Komünist Partisine birleþme önerisi yaptý. Komünist partisi, programý belli olmayan bir partiye giremezdi. Kendini fesh edemezdi, o nedenle Chavez’in önerisini reddetti.” Ekonomik yaþamýn örgütlenmesinde kooperatifçilik anlayýþý sorulduðunda Gustavo þu yanýtý verdi: “Þu anda kooperatifçilik tam anlamýyla baþarýsýzlýða uðradý. Kaçakçýlarýn bir merkezi oldu. Bir burjuvanýn mallarýna el konuluyor, oradaki çalýþanlarý fabrikaya ortak ediyor. Böylece küçük burjuva yaratmýþ oluyorsunuz. Kaðýt fabrikasýna el koydu ve iþçilere daðýttý, onlar bir bakkala dönüþtü. Sorun iþçilere fabrikayý vermek deðil, devletin iþçi sýnýfý adýna el koymasý gerekiyor. Sýnýf bilinçli olmayanlarýn elinde bulunan bir kooperatif hiçbir iþe yaramýyor. Bu yüzden bizde þu anda þeker krizi var. Þeker ithal eder hale geldik. Halkýn bilinç düzeyi bu durumdayken sosyalizm kurulamaz. Kooperatifçilik sorunun çözümü olamaz.” Tek ülkede sosyalizm mümkün müdür diye soran bir kiþiye ise aynen þu cevabý verdi: “Biz proletarya diktatörlüðünün kurulmasý gerektiðine inanan bir partiyiz. Þu anda bunun koþulu yok. Tek ülkede sosyalizm olabilir. Koþullarý oluþtuðunda herhangi bir yerde iktidarý almak için beklemekten yana deðiliz. Ancak þu anda bunun koþullarý yok. KP henüz bir kadro partisidir. Venezuella’daki koþullar izin verirse KP iktidarý alacaktýr. Komünist partisi bunun için bir saniye beklemez.” Son konuþmacý olarak sözü alan Lura Leon, Chavez iktidarýnýn eðitim alanýnda yürüttüðü kampanyalar hakkýnda bilgi verdi. “500 yýllýk eþitsizlik ve sömürü… Ve bir yüzyýllýk vahþi ve baðýmlý kapitalizm… Eþitsizlik ve dýþlanmakla dolu korkunç bir dönem… Geçen yüzyýlýn son on yýllarýnda devlet eðitimden el çekti. 1989’dan 1999’a kadar eðitime harcanan para sürekli olarak düþtü. Bu eþitsizlikle beraber üniversitelerin özelleþtirilmesi gündeme geldi. Bolivarcý hükümet eðitimi bir insan hakký olarak tanýyor. Anayasaya göre ücretsiz eðitim hakký herkese tanýnmýþtýr. Okuma yazma bilmeyen 1 milyon kiþi okuma yazmayý öðrenmiþ. Þu anda Venezuella da okuma yazma bilmeyen insan yok. Toplantý sonlandýðýnda, her nerede olursak olalým, hangi yaþta olursak olalým hiç fark etmez, komünistlerin ne kadar çok birbirine benzer yönleri olduðunu görmüþ olmanýn sevinci vardý yüreðimde. Bu bizim kültürümüz, sýnýfsýz, sömürüsüz bir dünya kurmak için mücadele edenlerin kültürü. Bugünden yaratýlmýþ olan bu ortak kültürün, gelecekte nasýl bir dünya yaratacaðýný hayal etmek zor hiç de zor deðil.

31


İnceleme

Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý yahut Penelope ve Odyyseia

Nazım Akarsu ir þairin bir mýsrasýný okuduðunuz zaman, onun dünyasýna girmiþsiniz demektir. Ben Ruhan hanýmýn mýsralarýný okumaya baþladýðýmda onun dünyasýna girdiðimi düþünüyorum. Ve bir þairi öyle yüzeysel tanýyamazsýnýz. Bir þairi gerçekten tanýmak istiyorsanýz, onun mýsralarýndan derin anlamlar çýkarabilmeyi de bilmek gerekir. Bunu yapabildiðimi söyleyemeyeceðim ama tanýmak isteyen herkesin bu çabaya giriþmesi gerektiðini düþünüyorum. Çünkü büyük bir keþiftir. Her mýsra, her mýsradaki her kelime belki de büyük sancýlarla doðmuþtur. Çünkü, þiir iþçiliktir, bu doðru. Þiir gerçek anlamda bir iþçilik. Þiir yürekle yapýlan bir iþçiliktir ayný zamanda. Ve hepinizin bildiði gibi devrim denen þey de aslýnda iþçinin yüreðinden baþka bir þey deðildir. Ýþçinin yüreðinin çarpýþýdýr. Onu hissedebilmektir devrim. Hani her zaman diyoruz ya, Deniz’in, Yusuf’un Hüseyin’in sözünü, “Devrim ya ruhumuzdadýr ya da hiçbir yerde” diye. Eðer gerçekten yüreðiniz çarpýyorsa. Eðer gerçekten dýþarýda yürürken devrimi içinizde hissedebiliyorsanız þairsizsiniz demektir. Çünkü þairlik oturup güzel mýsralar yazmak deðil sadece. Þairlik hissedebilmek ve tarihine tanýklýk edebilmektir bence. Þiir düþüncenin duygusal karþýlýðýdýr, diyor. Ben þimdi kendi sözlerinden derlediðim bir bölüm sunacaðým size. “Þiir tutkularýmdan geçe geçe ulaþtýðýmýz erdemdir. Kendi derinliklerini arayan genç bir kadýndýr o. Bu arayýþýn sonunda kendi estetiðini arayan devrimcilerle tanýþtým. Akarsuyun baþýndan ayrýlmayan, yozlaþmaz çünkü.” Çünkü, Ruhan hiçbir zaman akarsuyun baþýndan ayrýlmamýþtýr. Hep akýþýn içerisinde olmuþtur. Onun içinde kirlenmemiþtir. Çünkü akan þey kirlenmez. Devinen þey pas tutmaz. “Þiir benim varolma nedenimdir” diyor. Bir çok þair þiir yazar belki de bir çok insan þiir yazar ama her halde çok azý için bu “var olma nedenidir.” “Þiiri bitiremezler, acýnýn ve direniþin çocuðudur o çünkü” diyor. Ve bu memlekette bu kadar çok acý yaþanýrken, bu kadar çok direniþ yaþanýrken, katliam gerçekleþtirilirken þiirin bitmesi mümkün deðil. Þairde bitmeyecek bu memlekette, þiir de bitmeyecek demektir. “Ben de kendi imgemi arýyorum.” diyor. Demek ki bu arayýþ hala sürüyor. O bir arayýþçý, Gýlgameþ Destaný’ný okuyanlarýnýz bilir. Gýlgameþ Destaný’nýn baþýnda da Gýlgameþ ilk defa bu arayýþa, mücadeleye çýktýðýnda, arayýþ düþüncesiyle yola çýktý. O da bir arayýþçýdýr aslýnda. Þairlerde demek ki büyük birer arayýþçýdýrlar. “Issýz Ada yalnýzlýðýyla çoðul, yapraklarýna her dilden türküler öðretmiþ, þenliklerinde dalgalara zýlgýtlar çektiren firari aþýklarý içinde uyutan yalnýz bir ada. Savaþ zýrhlýsýna gelince, onu anlarsýnýz caným. Savaþanlarda var bu ülkede, demek ki savaþ zýrhlýsý savaþanlar, yani devrimciler. Issýz Adaysa zaten anlýyorsunuz. Onun kim olduðunu biliyorsunuz. Az önce itiraf etti. “Açýlýrým bir yangýnýn saçlarýnda geceye/sevda çeker hep uzaktan/yýldýzlar gül döker eteklerine/sesim kayalýklarda sýcak bir rüzgar/her acý sýðmýyor iþte þiire.” demek ki o da ne kadar uðraþýrsa uðraþsýn her acýyý her sevgiyi her sevdayý þiire sýðdýrabilmiþ deðildir henüz. Henüz diyelim ona. Belki gelecekte daha fazlasý daha çoðu olacak, ki böyle olacaðýný düþünüyoruz.

B

meðin ve eylemin þairi Ruhan Mavruk, “bir þairin en içten þiiri” nasýl yazýlýr, “Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý” adlý kitabýyla gösteriyor bizlere. “Sevda ölüleleri”nden, “yalnýzlýðýnýn Führer”inden kaçýp kýyýlarýmýza yanaþan da odur. Kim bilir belki kaçak aþýklarý uyutan Issýz ada deðil de savaþ zýrhlýlarýndan birisidir o.

E

32

Kış ‘08


“Kanatlarýmý ýþýða kaptýran pervanelerden yanan, yýkýlan ocaklardan arta kalan puslu hüzünle zaman zaman dolsam da hep elindeki kitaplarý göðsüne bastýrarak koþan üniversiteli bir kýzýn yüreðini taþýdým” diyor. “Coþkumu direnenlerden aldým/ Akarsuyun baþýndan hiç ayrýlmadým, kirlenmemek için” Aslýnda fiyortlarý okuduðunuzda ordaki Nihal’i okuduðunuzda onun kendisi olduðunu da çýkarabiliyorsunuz. Orda uçarý, deli dolu taþkýn bir çaðlayan gibi sürekli akan bir insanla karþýlaþýrsýnýz. O aslýnda Ruhan’ýn tam kendisidir. “Yaþamýn özünde diyalektik, diyalektiðin özünde ise hareket vardýr. Þiir tek baþýna dünyayý deðiþtiremez. Deðiþtirecek coþkuyu ve umudu verir yalnýzca” Bu çok önemli. “þiir tek baþýna dünyayý deðiþtiremez. Deðiþtirecek coþkuyu ve umudu verir” diyor. Kaçýnýzýn yüreðinde gerçekten Nazým’dan, Aragon’dan, Eluard’dan. Neruda’dan, büyük þairlerden, kendi þairlerimizden Adnan Yücelerden, Ahmed Ariflerden, Hasan Hüseyinlerden, Ruhan Mavruklardan dize taþýmayan kaç kiþi vardýr. Sanmýyorum en azýndan bir ya da birkaç dizeyi, en azýndan duymuþsunuzdur. En azýndan aklýmýzýn bir köþesine yazmýþýzdýr. Öyle kalmasa da dönüþüme de uðrasa o mutlaka bir yerde bize umut veren, bize güç veren bir mýsra bir dize olarak her zaman bulunur. Ahmed Arif’in deyimiyle “mýsra damýttýðýný” biliyorduk onun, fýrtýnalara alýþkýn Issýz Ada’ya bu kadar yaklaþmayý baþaran Savaþ Zýrhlýlarýndan sayabilirdik ne de olsa kendimizi... “Zamana býrakýlan günler” buharlaþýrken, o þiirin ve eylemin peþinden koþmaya devam ediyordu kendine ayýrdýðý öfkesiyle. O umudun türkücülerinden biriydi; þiirleriyle umut taþýyordu insanlara, öfkesi kendine kalýyordu. Bir de “içindeki karakollarý yýkabilse” kimbilir insanlýk ne harikulade mýsralar kazanacaktýr. Belki içindeki karakollarý henüz yýkamamýþtýr ama, o, buzdaðýnýn altýnda dahi atmaya devam eden bir yüreðe sahiptir. Emeðin ve eylemin þairi Ruhan Mavruk, “bir þairin en içten þiiri” nasýl yazýlýr, “Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý” adlý kitabýyla gösteriyor bizlere. “Sevda ölüleleri”nden, “yalnýzlýðýnýn Führer”inden kaçýp kýyýlarýmýza yanaþan da odur. Kim bilir belki kaçak aþýklarý uyutan Issýz ada deðil de savaþ zýrhlýlarýndan birisidir o. “Kýrýlmýþ ýhlamur dallarý” aðlamasýn diye koþan da odur, “derinlerinin külleri savrulan”da. Önceleri yapraklara tutunmuþtur, “yalnýzlýktan ölmemek için”, sonra kavgaya ve sevdaya, çevirdiði sayfalar sayesinde. Belli ki güneþli elleriyle kitaplardan bal toplayanlardan biri de odur. “Acý kavuþmalar”dan sevinçli kucaklaþmalara ulaþanda.

Kış ‘08

Þarkýlar, özellikle sevinçli þarkýlar yoldaþý olmuþtur onun. “Uzak kadar yakýn”dýr her þeye. Yazdýkça güzelleþen bir ülkedir sevdasý, “kir tutmaz.” Masallarla, mitolojiyle yoðrulmuþtur her þiiri. Bir yanýndan Heidi bakar, bir yanýndan Apollon. Ayýþýðý ezgilerden süzülüp þiirlerde titreþirken, o aradýðýný bulur. Yýlkýya býrakýlmýþ kentlerde bile o yýldýz toplar. Koynunda yýldýz büyütür. Kendini umuda vurmadýðý akþam var mýdýr acaba? “Filistin askýsýnda yýllar” vargücüyle omuzlarýna asýlýrken, o þiir ýrmaðýyla meþguldür yine. “Hüzünler alýp satan” bir çerçidir o. Yaþamýn içinde hüzünde vardýr sevinçler kadar. Ayný zamanda sürgün mültecidir, Nazým gibi vapurlarý her okþayýþýnda elleri yanan. Su içerken vurulan düþlerin buluþtuðu göðe bakmayý ihmal etmez hiçbir zaman, çünkü o “kanýnda Kafdaðýna yolalan karýncalardan bir halkýn isyanýný taþýr”. Kehribar gülüþlü çocuklar için yüreðini ortaya koymuþtur çünkü o. Elinde bir kýrmýzý elmasý vardýr; onunla katýlýr kavgaya. “Türkü benizliler”in þairidir. Bu kitabýyla biz savaþ zýrhlýlarýna çok þey öðretiyor. Simurg Tufaný’ný yeniden baþlatýyor, sesimizi postallar çiðnemesin diye. Tüm tutsaklar, onun þiirleriyle özgürdür þimdi. Hepsi bir imgenin sýrtýnda kanat açmýþtýr özgürlüðe. Kirpiklerine asýlý mayýn tarlalarýnýn patlamasýna gerek yoktur artýk. Çünkü kalbi dinamit kuyusu þairlerden biridir o. Kirpiklerine asýlý o mayýnlar patlarsa dinamitleri de infilak ettirir. “Yaþamak direnmektir” derler. Peki ya direnmek? Direnmek yaratmaktýr; yani savaþmak. “Ne yaþamsýz þiir ne de þiirsiz yaþam olur” diyor. Buna kesinlikle katýlýyorum. Þiirsiz bir yaþýmý asla kabul etmememiz gerekir. Devrimcilerinde, tüm yoldaþlarýmýzýn da þiirsiz bir yaþamý asla kabul etmemeleri gerekir. Yani sadece mücadele etmek yetmez. Sadece savaþmak yetmez. Bu iþin bir de yürek yaný var. Bence o yaný da tamamlayan biraz þiirdir. Þiirler ve türkülerdir, þarkýlardýr. Bunlar olmadan öyle kuru kuruya mücadele verilmez diye düþünüyorum. Ayýþýðý için, “hayatýmda çok önemli bir yer aldýlar. Ýncelik, derinlik ve güzel insaný buldum. Birlikte üretmek çok güzel” diyor. Bizce de onunla birlikte üretmek çok güzel. Onun gibi bir þairle, onun gibi bir insanla beraber olmak, burada olmak, bu çatýnýn altýnda olmak ve birlikte bir þeyler yapabilmek çok güzel. “Irmak akýp gidiyor” diyor. Evet ýrmak akmaya devam ediyor. Hepimiz için. Ve biz onun içerisinde öðrenmeye devam ediyoruz. Yüreðimizi güçlendirmeye devam ediyoruz. Kendimizi güçlendirmeye devam ediyoruz.

33


Önsöz yayın hayatına başladığında acaba 1000. sayfayı görebilecek miyiz demiştik. İşte 1000. sayfamız....

5000. sayfada buluşmak dileğiyle

M


dosya

Devrim ve Edebiyat


oplumlarýn yaþamýný derinden etkileyen dönemler vardýr. Bu dönemler insanlýk tarihinde büyük altüst oluþlarýn yaþandýðý dönemlerdir. Bu toplumsal altüst oluþlarýn etkileri yüzyýllarý kapsayacak niteliktedir. Ýþte bunlardan biri de 1871’de yaþanan Paris Komünüdür. Paris Komünü proletaryanýn ilk kez politik iktidarý, yönetimi kendi eline aldýðý ilk iþçi iktidarýdýr. Etkisi sadece Paris’le sýnýrlý kalmamýþ tüm dünyayý etkilemiþ, tüm dünyadaki iþçi ve emekçilerin yarýna dair umutlarýný büyütebilecekleri pratik bir deneyim olmuþtur.

T

YAÞASIN KOMÜN Konuþan kalbimin sesi, Korkum, kaygým tasam yok. övünerek, derim ki: Beðendiðim tek bayrak Kýzýl renkli bayraktýr. kýzýldýr kaným gibi, kaným gibi dolaþýr içinde yüreðimin. çocuklar, yaþasýn Komün! çocuklar, Yaþasýn Komün! o günler de gelecek Her çocuðun ayakkabýsý, herkesin ekmeði, iþi gücü sofrasýnda iyi þarabý olacak. Yaþasýn Komün! çocuklar Yaþasýn Komün!

Sevgili Önsöz Okurlarý, “Ýþçi Emeðiyle Eylemiyle Deðiþtirir” dörtlememizin ardýndan, yaptýðýmýz deðerlendirme sonucu, dosya olarak “Devrim ve Sanat” konusunu kararlaþtýrdýk. Kapsamý çok geniþ olan böyle bir konunun altýndan ancak bölümlere ayýrarak kalkabileceðimizi düþündüðümüzden, “Devrim ve Edebiyat”, “Devrim ve Tiyatro”, “Devrim ve Müzik”, “Devrim ve Sinema”, “Devrim ve Plasitik Sanatlar” baþlýklarý altýnda incelemeye karar verdik. Ayný zamanda siz okurlarýmýzýn yapacaðý katkýlarla bu zor iþin altýndan birlikte kalkabileceðimizi biliyor ve desteklerinizi bekliyoruz.

36


Her büyük altüst oluþ dönemi, yaþamýn her alanýnda olduðu gibi sanat alanýnda da büyük patlamalarýn yaþandýðý dönemleri beraberinde getirmiþtir. Devrim yalnýzca siyasi iktidarlarý deðiþtirmekle kalmamýþ, ayný zamanda o güne kadar ki egemen düþünüþ, yaþayýþ tarzlarýný da deðiþtirmiþtir. Bir çok dev eser tam da bu dönemin ürünü olarak ortaya çýkmýþtýr. Bu tek taraflý bir etkileþim deðildir elbette, ayný þekilde yaratýlan sanat eseri de kendi döneminin deðiþimine etkide bulunur. Devrim ve sanat iliþkisine diyalektik yaklaþým bize göstermiþtir ki, devrimler sanatýn geliþimi, sanattaki üretimler ise devrimlerin ilerleyiþini etkiler. Burjuva devrimlerin ardýndan yaþanan aydýnlanma dönemi, burjuva sýnýf açýsýndan kültür, sanat, bilim alanýnda büyük geliþmeleri de beraberinde getirmiþtir. Ayný þekilde iþçi sýnýfýnýn ilk iktidarý olan Komün’ün ardýndan sanat alanýnda yaratýlmýþ olan eserler, bize devrimler ve sanat arasýndaki karþýlýklý etkileþimi göstermiþtir. Komün kendi þairlerini, kendi yazarlarýný, kendi edebiyatýný yaratmýþtý. Ekim Devrimi ise sanat alanýnda yepyeni bir dönemi baþlatmýþtýr. Devrim için verilen zorlu mücadele, kendini ölümsüz eserler olarak ortaya koymuþtu. Ýþçi sýnýfýnýn yanýnda yer alan, ayný zamanda sýnýfýn kendi içinden yetiþtirdiði sanatçýlar, yaratýlan deðerleri estetize ederek, ölümsüz kýlmýþlardýr. Hangimizin dünyasýnda büyük bir deðiþim yaratmamýþtýr, Durgun Don, Ve Çeliðe Su Verildi, Seni Halk Adýna Ölüme Mahkum Ediyorum, Yarýn Bizimdir Yoldaþlar ve daha niceleri… Yüreðimizi harekete geçiren Nazým Hikmet, Neruda, Vaptsarov ve daha nice þairlerimiz deðil mi? Onlarýn dizelerinin yaratýlmasýna neden olan nasýl ki toplumsal gerçekler ise, bizim deðiþimimizde onlarýn dizelerinin etkisi yok sayýlabilir mi? Elbette, yok saymak mümkün deðil. Devrimler ve Edebiyat konusunu araþtýrmaya baþladýðýmýzda, nasýl büyük bir zenginlik ile karþý karþýya olduðumuzu görmüþ olduk. Bu zenginliðin tümünü bir dosya konusu içinde nasýl vereceðimizi çok düþündük. Þu anda elinizde olan dosyanýn tüm bu zenginliði sunmada eksikleri olduðunun farkýndayýz. Ama bunu bir giriþ sayalým diyor ve siz okurlarýmýzýn katkýsýný beklediðimizi bir kez daha belirtmek istiyoruz. Bahar sayýmýzýn dosya baþlýðý Devrimler ve Tiyatro olacaktýr. Bu alanda çalýþmasý olan, araþtýrmalarý bulunan tüm dostlarýn katkýlarýný bekliyoruz. Bahar sayýmýzda görüþmek dileðiyle…

37

Eugene Chatelain 6 Aralýk 1829’da Paris’te doðdu. Ýþçi. 1848 Haziran’ýnda barikatlarda savaþtý. 1851 Aralýðý’nda tutuklanýp sürgün edildi. Serbest kaldýðýnda politikacý, propagandacý ve þair olarak eylemlerini sürdürebilmek için reklamcýlýk, komisyonculuk gibi iþler yaptý. 4 Eylül 1870’den sonra Paris Komünü Merkez Komitesi’nde yer alýr ve kasým 1870’te Savunma birliðini kurar. Paris Komünü savaþçýlarýndan. 14 Temmuz 1874’te gýyaben sürgün cezasýna çarptýrýlýr. “Ateþ Darbesi” adlý derginin baþyazarý olur, birçok þiir kitabý yayýnlanýr. “1871 Sürgünleri”, “Bilinmemiþ Çiçekler”, “Son Yýllarým”. 1902’de 73 yaþýnda ölmüþtür.


Al man E de bi yatı ve Dev rim Setenay Berdan iirde Goethe ve Schiller’i; müzikte Beethoven ve Wagner’i; felsefede Kant ve Hegel’i; bilimde Einstein ve Marx Planck’i ve bütün bunlarýn yanýbaþýnda, Marx ve Engels’i yetiþtiren topraklarýn edebiyat tarihini incelemek, hiç de kolay deðil. Eserlerini Almanca veren Avusturyalý, Ýsviçreli ve Çek yazarlar da hesaba katýldýðýnda, Avrupa kültürünün temel taþýyýcýlarýndan bir ülkenin edebi okyanusuna dalmak, herhalde koca bir ömür gerektirirdi. Bu yüzden, araþtýrma alanýmýzý daraltmak ve öne çýkan birkaç örnekle “devrim ve edebiyat” söyleþimizin Almanya ayaðýný oluþturmak, bir eksiklik olarak deðil, bir zorunluluk olarak algýlansýn.

Þ

J.W. V.Goethe 1749 – 1832 lman edebiyatýnýn ve klasizmin en büyük yazarlarýndan olan Goethe, 28 aðustos 1749’da Frankfurt’da doðdu. Varlýklý bir aileden gelen babasý tarafýndan Aydýnlanma düþüncesinin ideallerine göre yetiþtirildi. Küçük yaþta Fransýzca, Latince ve Eski Yunanca öðrendi, güzel sanatlar ve tiyatroyu tanýdý. 1765’de hukuk eðitimine baþladý ancak hastalanýp evine döndü. Din ve mistisizmle tanýþmasý bu dönemdedir. Ýyileþince, hukuk eðitimini Strasbourg’da tamamladý. Dil üzerine araþtýrmalar yapan Herder’le dostluk kurdu. 1775’de Weimar Dükü tarafýndan elçilik danýþmanlýðýna atandý ve 1782’de ‘von’ unvanýný aldý. Jena kentinde ikamet ediyordu ve Schiller’le de burada tanýþtý. Yaklaþýk on yýl süren dostluklarý sýrasýnda, iki yazar olumlu anlamda birbirini her yönden etkilediler. Siyasi karýþýklar ve toplumsal patlamalara, 1805’de Schiller’in ölümü de eklenince çok sarsýlan Goethe, Jena’dan ayrýldý. Yaþý da hayli ilerlemiþti, köþesine çekildi; yazdý, durmadan yazdý ve hayatýnýn en üretken dönemini geçirdi. 22 Mart 1832’de Weimar’da öldü.

A

Huzur Arayan Goethe Alman kültürünün ana temasýný tek bir sözcükle özetlemek gerekirse, herhalde bu söz, “görkemlilik” olurdu. Herþeye oldukça geç ve epeyce arkadan baþlamanýn getirdiði ruh haliyle Alman kültürü, önde gideni altedip geçmeyi, benzerlerini ihtiþamla gölgede býrakmayý amaç edinen eserler yarattý. Köln Katedrali, Reichtag binasý ve Brandenburg kapýsý, bu eðilimin en somut mimari ifadeleridir. Beethoven’ýn en yakýn armonik ezgiyi müthiþ bir zenginlikle bezeyiþi, Wagner’in gül yapraðý gibi açýlan katmerli ve en ince ayrýntýlarda ölçülü uyumu gözeten müziði, görkemin notalara dökülmesidir. Marx’ýn þakayla karýþýk söylediði “Kapital’i tuðla kalýnlýðýnda yazmasaydým, Almanya’da onu kimse ciddiye almazdý” ifadesi, bu kültürün bilim ve politika da bile “görkem” arayýþýnda oluþunun dile geliþidir. “Görkemli Alman kültürü, nihayetinde, bir burjuva kültürüdür. Alman burjuva sýnýfýný, onun kültürünün belirgin yanlarýný, büyük tarihi olaylar yaratmýþtýr. Almanya’da burjuva sýnýf, erken sayýlabilecek çaðlarda kendini göstermeye baþlamýþtý. Kutsal Roma, Germen imparatorluðu adýyla uzun yýllar varlýðýný sürdüren egemen feodal yapý, Luther’in protestan reformu ve Tomas Munzer’in baþýný çektiði erken proleter ayaklanmalarý tarafýndan alt üst edilmiþ, daha 16. yüzyýlda çürüyüp daðýlmaya yüz tutmuþtu. Alman burjuva sýnýfý ise, küçük ticaret kentlerinde siyasal bir güç haline gelmiþti. Burjuva ittifaký, Luther ve Kalvin’in baþlattýðý protestan reformculuðu görüntüsü altýnda, þehirlerin yönetici prensliklerini kendi yanýna çekerek geniþledi. Roma katolik kilisesine baðlýlýðý sürdüren imparatorluða karþý, içerde protestan reformcu burjuva ittifakýnýn mücadelesi, zamanla bütün Avrupalý feodalleri savaþýn içine çekti. 30 yýl savaþlarý denen bu acýmasýz kýyýmda, Almanya topraklarý güçlü feodal komþularý tarafýndan parça parça ayrýldý. 1640’ta imzalanan Westfalya antlaþmasý ile, Almanya onlarca küçük þehir devletine bölünürken, Fransa tüm Avrupa’nýn koruyucu hamisi ilan ediliyordu.

38


30 yýl savaþlarýnda Almanya, nüfusunun neredeyse üçte birini kaybetmekle kalmadý, neredeyse 300 yýl boyunca, Avrupa’nýn büyük güçleri arasýndan silindi. Bu büyük felaket sonucu, alman burjuva sýnýfýna atalet, hantallýk ve facialar yaþamýþ kurbanlara özgü bir siniklik hakim oldu. Almanya’da burjuva sýnýfý bir daha hiçbir devrime öncülük etmeyecek ölçüde geri çekilmiþti. Burjuva sýnýfýn, enerjiden yoksun, korkak, aþýrýlýðýn her türlüsünden kaçýnan sinikliði, onun sanatýna da damgasýný vurdu. Dinsel mistisizm, ya da geçmiþin anýlarýna kaçýþ, edebiyatta Hoffman’ýn masallarýyla, küçük öykü kitaplarýyla (nuveller) yaþam buldu. Almanya’nýn atalet ve mistisizmle dolu, içe kapanýk kültürünü açmak, ancak evrensel gerçekliðin peþine düþen felsefi yaklaþýmlarýyla büyük heyecanlar yaratacak, dev düþünürlerin eseri olabilirdi. Alman pratik yaþamýnýn hantallýðý, felsefe ve teorideki atýlýmlarla dengelenebilirdi. Felsefede Kant, edebiyatta Goethe nihayet bu etkiyi yaratan dehalar oldular. Kant’ýn hýz verdiði felsefi yoðunluk, nasýl ki Achteyi, Herder’i ve Hegel’i yarattýysa; Goethe’nin hümanizm ve akýlcýlýk yüklü -ama her zaman azýnlýða düþman- edebiyatý da, yalnýzca sanat çevrelerini deðil, burjuva sýnýfýn politik þekilleniþini de etkiledi. Kant, burjuva sýnýfa ihtiyacý olan güveni ve akýlcýlýðý verdi. Gothe de, “aþýrýlýklardan uzak, huzur dolu geliþim” vaazlarýyla bu þekilleniþi tamamladý. “Genç Wether’in Acýlarý” Goethe’nin ilk gençlik eseridir, ve romantik dönemin ölümüne yakýlan bir aðýt gibidir. Werther, gerçekte Goethe’nin kendisidir. Yakýn arkadaþýnýn niþanlýsý Lotte’ye mantýk ve sýnýr tanýmaz bir aþkla tutulmuþtur. Öykünün sonunda Lotte, kendisine romantik ve taþkýn .... ve ..belli olmayan duygular vadeden þair Werther’in yerine, garantili ve huzur dolu bir gelecek vadeden devlet görevlisi niþanlýsýna tercih edecektir. Werther aþk acýsýna dayanamaz ve intihar eder. Böylece Goethe, siyasette olduðu gibi, aþkta da aþýrý duygularýn yýkýcýlýðýný betimler. Hikayenin asýl kahramaný, acýlar içinde intihar eden Werther deðil, akýlcý ve dingin bir aile yaþamýný seçen Lotte’dir ve o hayatta kalandýr. Goethe, siyaset ve edebiyattaki bu tavrýný ölümüne dek sürdürecektir. Alman þovenizmini ve savaþçý hamaseti yücelten Prusyacýlýk akýmlarýndan ne denli nefret ederse, devrimin aþýrýlýkçý, yýkýcý ve de halkçý ögelerinden de o denli nefret etmektedir. Almanya’yý iþgal eden Napolyon’la kiþisel dostluklar kurmaktan çekinmiþ ve 1789 devrimlerini halkçý aþýrýlýklarýný törpüleyerek onu namlu ucunda Avrupa kýtasýna taþýyan bu ufak-tefek adama hayranlýðýný gizlemiþtir. “Ben devrimleri sevmem, çünkü yýktýðý deðerler, yarattýðýndan fazladýr.” diyordu. Týpký Alman burjuva sýnýf gibi, Goethe’de, atýlganlýklara ve heyecanlara yer vermeyen evrimci ve “huzurlu” bir geliþimin idealize edilmesi vardýr. Yazýlýþý onlarca yýl süren Faust adlý eserinde Goethe, bilim de zirveye çýkan Dr. Faust’un, ayartýcý þeytan Mefisto’yla giriþtiði bir iddiayý anlatýr. Anlaþmaya göre Mefisto, Dr. Faust’u hiçbir insanýn ulaþamayacaðý maceralara, rüyalar alemlerine, büyülü savaþlarýn kahramanlýklarýna, tarihi aþklara ve nice heyecanlara sürükler. Eðer Faust, yaþadýðý bu anlardan birinde, “Dur geçme, ne güzelsin” derse, iddiayý kaybedecektir, kazanan Mefisto olacaktýr. Eserin sonunda Dr. Faust, bütün o heyecan kasýrgalarýndan geçip, asýl olaný, huzuru, amaçlý üretimde bulur. Yoksulluk, suç ve -devrimi çaðrýþtýrdýðý þüphesiz- “zorunluluk”, Faust’un amaçlý üretimiyle refaha kavuþacak ülke topraklarýndan kovulacaktýr. Geriye yalnýzca, coþkunluk ve heyecanlardan vazge-

39

J. C. F. Schiller 1759 -1805 lmanya’da 19. yüzyýlýn ilk yarýsýnda ortaya çýkan Romantik felsefe akýmýnýn önemli düþünürü, þair, oyun yazarý ve tarihçi. Goethe’nin yaný sýra Alman klasik çaðýnýn en önde gelen isimlerindendir. Schiller’in oyunlarý Alman tiyatrosunun standart repertuarýnda yer almaktadýr ve balatlarý en sevilen Alman þiirlerinin arasýnda yer alýr. Özellikle sanat ve eðitim konusundaki görüþleriyle haklý bir ün kazanmýþ olan Schiller, 1795 yýlýnda yayýnlanan Ýnsanýn Estetik Eðitimi Üzerine Mektuplar adlý eseriyle Batý kültürünün bütün bir tarihini ortaya koyma yolunda bir denemeye kalkýþmýþtýr. O, iþte bu deneme çerçevesi içinde, modern insandaki bölünmüþlüðü ve yabancýlaþmayý teþhis eden ilk düþünürlerinden biri olma onurunu taþýr.

A

“Büyük baþarýlarýn sahipleri küçük iþleri titizlikle yapabilme sabrýný gösteren kiþilerdir.”


C. J.Heinrich Heine 1797 - 1856 "Eğer bir yerde kitapları yakıyorlarsa, orada eninde sonunda insanları da yakacaklardır." Silezya’lı Dokumacıların Türküsü "bir damla yaş yok karanlık gözlerinde dişlerini gıcırdata gıcırdata oturuyorlar tezgahta, acıyı, açlığı çektik yeterince; sana bir kefen örüyoruz ey Almanya bir örüp, üç küfür sallıyoruz örüyoruz, örüyoruz."

çiþin “hüzün”ü kalmýþtýr. Faust, uðursuz bir kadýn kýlýðýnda, karþýsýna çýkar “hüzün”e þöyle seslenir. “Ben sadece dünyayý dolaþtým, her zevki saçlarýndan yakaladým. Beni tatmin etmeyeni býrakýverdim. Kaçmak isteyeni de serbest býraktým. (Bu sözle, Lotte’nin tercihi anýþtýrýlýyor). Her çeþit hevesler duydum. Her istediðime ulaþtým ve ulaþtýkça, yeni arzulara kapýldým, böylece hayatýmý fýrtýnalar içinde geçirdim. Önce büyük ve güçlü adýmlar atýyordum. Ama þimdi basiretli ve tedbirli davranýyorum. Yeryüzünü yeteri kadar öðrendim. Öte dünyaya bakan pencere ise, bizim için kapalýdýr. Kamaþan gözlerini kýrparak oraya bakan ve bulutlarýn üstünde kendine benzeyen varlýk bulunduðuna vehmedenler, budaladýr. (Gothe burada Almanya’yý “yeni hýristiyancýlýkla ayaða kaldýrmayý düþleyen gerici akýmlarý mahkum ediyor) Ýnsan bulunduðu yere sýmsýký basmalý ve etrafýna bakmalýdýr. Becerikli olanlar için, bu dünya verimsiz deðildir. Sonsuzluklarda dolaþmaya ne lüzum var! Onun bildiði þeylerin hepsi elle tutulabilir. Bu sebepten, insan hayatta yoluna devam etmeli, hayaletlerle karþýlaþýrsa aldýrýþ etmemeli, yolunda yürürken hem elem, hem haz duymalý, fakat hiçbir zaman emelleri tükenmemeli.” Dr. Faust, insanlýða, dinsel sofuluktan arýnarak bu dünya için çalýþmayý, haz ve üzüntü gibi tüm insani duygularý bu amaçlý çabaya baðlamayý öðütledikten sonra, bir übermensch (üstün insan) pozuna bürünerek, Goethe’nin her zaman sýradanlýk ve cahillikle damgaladýðý halka emirler yaðdýrýr: “Uþaklar, hepiniz yataklarýnýzdan kalkýnýz. Cesaretle düþündüðüm þeyi herkese sevinçle gösteriniz. Aletlerinizi alýnýz, kazma kürekleri iþletiniz. Tasarlanan þey, derhal gerçekleþtirilmelidir. Sýký bir düzen ve hýzlý çalýþma, en güzel ödülü hakeder. Bu büyük eserin meydana gelmesi için bir iþçiye, bir baþçý yeter.” Tasarlanan þeyi hemen gerçekleþtirecek “baþçý” Goethe’yle ayný kentte, Weimar’da karargah kuran Prusya kralýdýr. Ýþgalci Napolyon ordularýný kovmak için halký silahlandýran, bu amaçla onlara bir çok demokratik hak ve özgürlük vadeden, fakat vaatlerinin hiç birini tutmayan krala, Goethe, iþte böyle destek oluyor. Demokratik haklarý gökyüzüne ait hayaletler olarak ilan ediyor ve burjuva sýnýfýn “býrakýn haklarý, çalýþýn” diyor. Prusya kralý, Avrupa’nýn en büyük düzenli ordusunu kurmaya yöneldiðinde, bu ordunun sipariþlerini üstlenen sanayi ve ticaret kapitalistleri, Goethe’nin öðüdüne uyuyorlar ve devletin , o saðmal ineðin memesine asýlýp, semiriyorlar. 1848 Devrimlerinde Edebiyat Ama Goethe’nin öðütlerine uymayýp gökyüzündeki hayaletleri aramaya devam edenler vardý. Onlar en çok, Prusyalý kralýn verdiði özgürlük sözlerini çiðneyip, tüm Almanya’yý koyu bir sansür ve baský altýnda tutmasýna öfkeleniyorlardý. Bu öfke, 1830’da Fransa’da patlak veren Temmuz olaylarýnda ve “cumhuriyet” sloganlarý altýnda savaþan Lyon barikatçýlarýyla, iyice alevleniyordu. Yavaþça kaynama noktasýna gelen hoþnutsuzluðu ve baþkaldýrýyý, þairler taþýyordu. Hemen hepsi soylu ve zengin burjuva ailelerinden gelen bu þairler grubu, 1830’larda “Genç Almanya” adlý bir dergi çýkarmaya, ülkeyi dinsel bir sofulukla ve koyu gericilikle yöneten saray egemenleriyle, þiirin dilinden hesaplaþmaya baþlamýþlardý. Genç Almanya dergisinin yazarlarý arasýnda Heine, Mandt, Gutzw gibi tanýn-

40


mýþ isimler vardý. Eserleri yasaklanýp sansüre uðruyor olsa da, onlar, neþeli burjuva salon eðlencelerinin ve aristokrat budalalarýnýn vazgeçilmez parçasý olmaya devam ettiler. Daha sonraki yýllarda, Marx’ýn yakýn bir dostu haline gelecek olan þair Heinrich Heine; “Balolarýn sarhoþ ediciliðini seviyorum. Ah bu eski kültür, ne kadar çok çekicilik var onda. Plebler kazanýnca ne kadar sýkýcý olacak dünya.” diyordu. 1842’de Almanya’daki gericiliðe karþý devrimci demokrasinin bayraðý haline gelen ve Karl Marx’ýn editörlüðünde çýkan “Ren Gazetesi”ne þiirler yazmaya baþladý Heine. Silezyalý dokuma iþçilerinin ayaklanmasý, gerici rejimin düþmaný olan bu yürekli þairi, coþkun, heyecanlý ve alabildiðine yalýn þiirler yazmaya yöneltti. Silezyalý iþçiler üzerine kaleme aldýðý o en ünlü þiirinde, dokumacýlarýn dilinden, krala, papaz takýmýna öfkesini bütün açýklýðýyla yansýtýr. Marx’la yaptýðý bir sohbette; “beynim komünistleri selamlasa da, ben bu yýkýcý güçten korkuyorum.” diyordu ya, ayný yýkýcý öfke Heine’nin kendisinde de vardý. Yoksa, þu dizeleri yazar mýydý hiç!? “Narin melodiler yayma Barýþ flütü olma Sen, isyan borusu ol Kýlýç þakýrtýsý, top gürlemesi Vur, þakla, gürle, öldür” Heine ile ayný dönemde yaþayan, henüz oldukça genç bir þair ve tiyatro yazarý olan Georg Büchner, Almanya’da ilk illegal devrimci örgütün temellerini atmýþtý. Adý “Ýnsan Haklarý Komitesi” olan bu örgüt içinde zanaatçýlar, Fransa’daki ayaklanmalara katýlmýþ eski tüfekler ve iþçiler vardý. Büchner kendine Fransýz devriminin önderlerinden Danton’u örnek alýyordu. “Danton’un Ölümü” adlý ünlü tiyatro eserinde bu çaðrýya yer veriyordu: “Hayatýmýz çalýþarak yavaþ yavaþ ölmekten ibaret. Biz onlarca yýldýr daraðacýnda sarkýp sallanýyoruz. ama kurtulacaðýz. Elbiselerinde yama olmayanlara ölüm! Nefret! Aristokratlara ölüm! Ölüm! Ölüm!” Büchner’in devrim fikrinde, burjuvaziye yer yoktu, ne de olsa onlarda elbisesinde yama olmayanlar takýmýndandý. Devrimi yalnýzca yoksullarýn, proleter ve köylülerin baþaracaðýna inanýyordu, burjuva sýnýfa tam bir güvensizlik duyuyordu. “Çünkü devrim onlarýn unvanlarýný, zenginliklerini yokeder. Aslýnda devrim bir güç sorunudur. Süngüye süngüyle karþý durmazsak, ne kadar yüce ve haklý prensiplere sahip olsak da zavallýca yenilen biz oluruz” Büchner, 1848 devrimlerinden on beþ yýl önce iþte böyle konuþuyordu ve bu ikazýn ne kadar yerinde olduðu on beþ yýl sonra anlaþýlacaktý. Ýnsan Haklarý Komitesi adýna yayýnladýðý bildiriyi Büchner “Kulübelere Barýþ Saraylara Savaþ” çaðrýsýyla sonlandýrýyordu. Ancak, komite ihanete uðradý, üyelerin çoðu Almanya zindanlarýnda aðýr iþkencelerde öldüler. Büchner, son anda Ýsviçre’ye geçerek, bu ölüm kapanýndan kurtuldu. Fakat bu yenilgi ruhunda onarýlmaz darbeler açtý. Umutsuzluk ve yenilgi yýkýmý içinde genç þair 23 yaþýnda hayata gözlerini yumdu. Almanya’da burjuva ve zengin soylu ailelerden gelen edebiyatçýlar, devrimci geliþmelerin hýzlandýðý 1840’lý yýllar boyunca bir anda devrimin önderleri haline gelen Marx-Engels’le iliþkiler kurdular. Fransa’da patlayan 1848 devrimi, kýsa sürede Almanya topraklarýna

41

Karl Georg Büchner 1813-1837 lman oyun yazarıdır. 20. yüzyıl Alman tiyatrosunun temellerini atmıştır. Alman romantizminin aksine yapıtlarında, insanları toplumsal, tarihsel ve psikolojik boyutları ile ele aldı. 1835'de yazdığı, ilk oyunu olan “Danton'un Ölümü”, Fransız Devrimi'ni konu alıyordu. 1836'da yazmaya başladığı fakat yarıda kalan oyunu “Woyzeck”, temel karakterleri işçi sınıfından seçilmiş olan bu oyun, sonradan Alban Berg tarafından opera olarak bestelendi.

A


Thomas Mann 1875-1955 0. yüzyýlýn en önemli Alman yazarlarýndan biridir. 1895’te aðabeyi Henrich ile birlikte Ýtalya’ya gitti. 1914’te Münih’e döndü. 1929 yýlýnda Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan yazar Nazi yönetimi benimsemediði için 1933 yýlýnda Almanya’dan uzaklaþtýrýldý. 20. yüzyýl Alman romanýnýn, çaðdaþ Avrupa eleþtirel gerçekçiliðinin en önemli temsilcilerinden biridir. Eserlerini yazma sürecinin içiçe geçtiði görülür. Hemen hemen bütün yapýtlarý kendi yaþam öyküsünü temel almakla birlikte, bunlarýn hiçbirinde öznellik çerçevesinde sýkýþýp kalmamýþ hepsine evrensel bir anlam kazandýrmayý baþarmýþtýr. Goethe ve Tolstoy’un yaný sýra Wagner, Schiller gibi yazar ve düþünürlerle ilgili çalýþma ve siyasal yazýlarý bulunan Thomas Mann, 12 Aðustos 1955’te Zürih’te yaþamýný yitirmiþtir.

2

sýçradý. Devrimci þair ve yazarlar, bir süredir yarattýklarý etkiyle bereketli bir devrim topraðý oluþturmuþlardý. Þair Frezligrath, -ki, Marx, Kapital’in bir cildini ona adayacak kadar bu þairi severdi-, Almanya’daki devrimin ideallerini þiirlerinde yüceleþtiriyordu. “Cumhuriyet! Cumhuriyet! O amansýz, yüce bir çalýþmaydý Biz yendik kýsa sürede Cumhuriyeti kurduk süngüyle” Freiligrath bir baþka þiirinde þöyle sesleniyor: “halklarla her yerde doðmuþ özgürlük hak var, madem ki doðmuþ özgürlük Hak! Özgürlük!” Günümüz okuyucusuna ve devrimci bilincine göre, oldukça basit görünen bu þiirler, 1848 devrimlerinde, Almanya’nýn devrimci iþçileri, köylüleri ve zanaatçýlarý arasýnda büyük yanký buluyordu. Cumhuriyet, hak, özgürlük -bir zamanlar Goethe’nin, gökyüzünün hayaletleri arasýna yolladýðý bu idealler burjuva sýnýfýn saflarýndan çýkmýþ þairlerin dilinde, emekçi kitleleri coþturan, daha sýký bir savaþýma sürüklemek için ihtiyaç duyduklarý heyecaný veren bayraklar gibiydi. Basit, yalýn ve net. Yýllar sonra Engels; “Bir cumhuriyet sözü için ölürdük, ama o günler, þükür geride kaldý” diyecekti. Engels’in duygularýna katýlmamak elde deðil. Büchner, Heine, Freiligrath, 1848 devrimlerinin Almanya’daki hazýrlayýcýlarý ve güçlü silahlarý oldular. Fakat devrimler baþarýsýzlýða uðradýðýnda, yenilginin çetin sýnavlarýndan geçemediler. Burjuvazi, kendi safýndan çýkmýþ bu þair ve sanatçýlarýn önemli bir bölümünü satýn aldý. Ne var ki, Heine ve Freiligrath, umutsuzluk yüklü olsalar da, burjuvaziyle son nefeslerine dek uzlaþmadýlar. Her ikisi de büyük yoksunluk ve sýkýntýlar içinde öldüler. Thomas Mann’dan Dar Kafalýlar Geçidi... Alman burjuva sýnýfý, “cumhuriyet, hak, özgürlük” diyen devrimi boðmuþtu, ama o devrimin mirasýný yerine getirmek zorundaydý. Yoksa, Ýngiliz ve Fransýz rakipleri karþýsýnda hiçbir rekabet güçleri kalmayacaktý. Prusyalý Bismarck’ýn kýrbacýný kabullenip Alman birliðini nihayet saðladýlar. Geç ve geride kalmanýn telaþýyla, üretimle en son teknikleri kullanabilmek için, her yerde tekelci birleþmeler gerçekleþiyordu; ülke demiryollarý ve limanlarla donanýyordu. “Görkem” çaðý baþlamýþtý. Üretilen her þey, rakiplerinin yaptýklarýndan daha yeni, daha etkin olmalýydý. Kömür ve demir madeniyle dolu ülkede “demir-çelik” çaðý baþlamýþtý. Burjuva sýnýf, üretimdeki bu görkemli atýlýmla meþguldü. Sýnai geliþimin doðrudan ürünü proletarya da, dünyanýn en güçlü ve Marksist partisini yaratmakla meþguldü. Müzikte Wagner’in, felsefede Nietsche’nin dönemiydi. Burjuvazinin görkemi birincisine ýþýk, ikincisine karanlýk olarak yansýmýþtý. Onbinlerce iþçiyi barýndýran fabrikalar, dev limanlar ve gemilerle yeryüzüne indirilip maddeleþen yüceliðin yanýnda, giderek cüceleþen sermaye gruplarý için özgürlük, cumhuriyet, sadece proleter partinin kararlý mücadelesinde dile getirilen tatlý bir düþtü sadece. Tekelciliðin silindir gibi ezdiði burjuva kesimler için, Nietsche’nin nihilizmi ve özgür insanýn yitip gidiþine aðýtlarý, bu gidiþi tersine çevirecek bir übermensch

42


(üstün insan) arayýþlarý, sonu Nazizmle bitecek maceranýn ilk basamaklarýydý. Almanya, burjuva demokrasisinin yüce idealleriyle sarhoþ olamadan, tekelci gericiliðin bataðýna saplanmýþtý bir kez. Alman burjuva sýnýfýnýn geliþmesini anlatan en güzel eser, kuþkusuz, Thomas Mann’ýn 1901’de basýmý yapýlan “Buddenbrook Ailesi”dir. Bu eserde T. Mann, okuyucuya, Kuzey Alman þehirlerinden Wbeck’te, yerel gazeteler ve cemiyet haberlerinden baþka bir þeyin okunmadýðý bu kentteki darkafalý burjuva yaþamýný, Buddenbrooklar örneðiyle sunar. Zanaatçýlýktan ticarete atýlan Buddenbrooklarýn, 19. yüzyýlýn son yýllarýna dek, ülkedeki deðiþimlere, isyan ve devrimlere karþý tepkilerini, yansýz gibi görünen fakat alttan alta keskin bir ironiyle yansýtýr Mann. Bu anlamýyla, roman, tipik bir Alman burjuva darkafalýlýðýn ayrýntýlý bir panoramasýdýr. Kahramanlar, tümüyle burjuva çevredendir, anlatýlan olaylar da bu çevrenin dýþýna çýkmaz. 1848 devrimi bile, sokaktakilerin gözünden deðil, isyancýlarýn kuþattýðý belediye binasýnýn içindeki burjuvalarýn gözünden aktarýlýr. Belediye meclis üyesi Konsül Buddenbrook, dýþardan içeriye yaðan taþlarýn kabarttýðý ölüm korkusundan daha güçlü bir nedenle, sadece huzursuzlanan kayýn pederine bir araba bulmak için dýþarý çýktýðýnda, 1848 isyancýlarýyla karþýlaþýr ve onlara þöyle seslenir: “Düzeni bozdunuz, sokak lambalarýný bile yakmadýnýz. Ne ilgisi var bunun ihtilalle...” Alman burjuva sýnýfý, 19. yüzyýl boyunca esir alan darkafalýlýðý, bundan daha iyi resmeden pasaj, zor bulunur. Roman, baþtan sona durgun bir su gibi akar. Ne silahlar ateþlenir, ne kýlýçlar þakýrdar. Kahramanlar, hastalýklardan ya da ihtiyarlýktan ölüp gider. Thomas Mann, bütün yaþamlarýný ellerindeki sermayeyi biriktirmeye adayan bu aileyi, yine ayný temel üzerinde yýkýma uðratmayý ihmal etmez. Tüccar Buddenbrooklar, her alanda egemen olan tekelci güç karþýsýnda tutunamazlar ve iflas ederler. 19. yüzyýl sonunda Almanya’da onbinlerce Buddenbrook vardýr. Emperyalistleþen Almanya’nýn tekelci sanayi gücüne katýlamayýp, bu her alanda gericilik eðilimine karþý gelebilecek enerjiyi bulamamýþ liberaller ve küçük-burjuvalar, o yýllarýn edebiyatýndaki nihilist eðilimlere, sürekli yön deðiþtiren arayýþlara temel oldular. Barikatlarda Doðan Ýþçi Sýnýfý Sanatý Alman burjuva sýnýfýnýn damgasýný vurduðu sanat, 20. yüzyýlýn baþlarýnda bir arayýþ içine girerken, dünyanýn en güçlü partisine sahip iþçi sýnýfý ise, saflarýndan henüz güçlü edebiyatçýlar çýkaramýyordu. Bu durum sanat ve devrim iliþkisinin en can alýcý sorunlarýndan birine ýþýk tutuyor. Alman iþçileri, 20. yüzyýl baþýnda, çoðu zaman 12 saate varan, çok yoðun ve disiplinli bir çalýþmanýn tutsaðýydý. Tüm dünyanýn proleterleri gibi, onlarýn yaþamlarýný da, makinelerin takýrtýsý, mekanik preslerin gümbürtüsü ve paydos saati sonrasý yarý uykulu, bitmek bilmeyen eve dönüþ yollarýnýn soluk renkleri dolduruyordu. Yaþama tranvay duraklarýnýn ve buðulu camlarýn arasýndan bakanlar, yoðun düþünsel bir emek isteyen sanatsal etkinliðe nasýl ulaþacaklardý? Öte yandan, iþçi sýnýfý adýna düþünsel faaliyet içinde olan ve ona “organik baðlar”la iliþkilenen bir aydýn tabaka söz konusuydu. Onlar, içinde yazamadýklarý bu proleter dünyayý, ne denli bütünlüklü ve eksik-

43

Stefan Zweig 1881-1942 ðrenimini Viyana ve Berlin üniversitelerinde, felsefe bölümü’nde tamamladý. Ýngilizce, Fransýzca, Ýtalyanca, Latince ve Yunanca öðrendi. Gazetelerde muhabirlik yapmaya baþlayan Zweig, bir çok ülkeyi dolaþtýktan sonra Zürih’e geldi. Birinci Dünya savaþý baþlamýþtý . Yazar; Viyana savaþ karargahýna “Savaþ Arþivi Bölümü”ne memur olarak girdi. Savaþ karþýtý kiþiliðiyle tanýndý. Gestapo’nun, evini basýp silah aramasý üzerine, ülkesini terk etmek zorunda kaldý. Önce Ýngiltere’ye daha sonra New York’a gitti. Zweig yolculuklarýndan birinde tanýþtýðý ve evlendiði, ikinci eþi Lotte Altman ile Brezilya’ya yerleþme kararý aldý. Bu kararýný uygulayan yazar; çok sayýda deneme, öykü, roman ve yaþam öyküleri yazdý. Avrupa’nýn ve ülkesinin içine düþtüðü durumdan, büyük üzüntü duymaktaydý. Yaþamýnda yaþadýðý büyük düþ kýrýklýklarýnýn da etkisinde kalarak karýsý Lotte ile birlikte intihar etti.

Ö


Anna Seghers 1900-1983 1900 yýlýnda, Almanya’nýn Mainz kentinde doðdu. Tarih, sanat tarihi ve sinoloji öðreniminin ardýndan devrimci aydýnlar çevresine giren Seghers, 1933’te Almanya’da faþizmin iktidara gelmesiyle Fransa’ya sýðýnmak zorunda kaldý. Paris’te siyasal yayýn organlarýnda çalýþtý. 1940’ta Paris iþgal edilince önce Marsilya’da 1941’de de Meksika’da yaþadý. 1942’de ABD’de yayýmlanan ‘Das siebte Kreuz’adlý romanýyla dünya çapýnda ün kazandý. 1947’de Almanya’ya dönüp Doðu Berlin’e yerleþti ve 1983’teki ölümüne dek orada yaþadý. Kleist, Büchner, Uluslararasý Lenin Barýþ ve Marx ödülleri sahibi Anna Seghers, çok sayýdaki roman ve öykülerinin yaný sýra denemeleriyle de tanýnmaktadýr. Santa Barbaralý Balýkçýlarýn Ayaklanmasý, Transit, Ölüler Genç Kalýr, Yedinci Çarmýh, Yoldaþlar, Ölü Kýzlarýn Gezisi, Türkçede yayýmlanmýþ önemli yapýtlarý arasýndadýr.

siz yansýtabilirlerdi? Hayatý sokaklarda ve mülksüzler arasýnda geçmiþ bir Gorki, ancak yüz yýlda bir görülebilecek istisna sayýlmalýydý. Almanya, böyle bir istisnaya dahi sahip olamadý. Bu yüzden iþçi sýnýfý, kendi edebiyatýný kendisinin yarattýðý koþullarý, ancak ücretli kölelikten kurtulacaðý bir toplumsal devrimden sonra bulabilirdi. O büyük güne kadar, çoðu burjuva saflardan kopup gelmiþ bu “organik aydýnlar”, onlar adýna sanatsal etkinlik yaratacaklardý. Sanatsal bütünlük, yani proleter sýnýfýn kendi sanatýný bizzat kendisi üretmesi, toplumsal bir devrimin eseri olabilirdi. O güne dek yapýlanlar, hazýrlýktan, mirasýn gözden geçirilmesinden ibaret kalacaktý. Toplumsal devrim çýðlýklarýnýn sokaklarý doldurduðu 1918-1923 yýllarý ise, sanatsal bütünlüðe ulaþmada yarým kalmýþ bir baþarýnýn hikayesine tanýk olacaktý. Birinci emperyalist paylaþým savaþýnýn hemen bitiminde, Almanya’da devrim patlak verdi. Karl Liebkneicht, Berlin’de toplanan yüzbinlerce iþçinin önünde, sosyalist cumhuriyeti ilan etti. Fakat, sosyalizme ihanet eden sosyal-demokrat parti liderleri, devrimi ezmek için tekelci Alman egemenleriyle birleþmekten çekinmedi. Buna raðmen devrim, 1923’te kaldýrýlan son barikatlara dek, döneme damgasýný vurdu. Bu çetin mücadeleler, ayaklanmalar ve barikatlarla dolu yýllarda, iþçi sýnýfý edebiyatý büyük bir canlýlýk gösterdi. Klaber, Gotsche, Hoezi, Bredel, Marchawitza ve Neuenkratz gibi yazar ve þairler, bizzat katýldýklarý o büyük devrim yýllarýnýn canlý anlatýmlarýyla dolu coþkun eserler verdiler. Bu eserler genelde basit diyaloglara dayanan, iþçi sýnýfýna güncel devrimci savaþta net politik hedefler ve dersler gösterecek yalýnlýkta, edebi üslup kaygýsý gütmeden kahramanlarýný en yüce idealerle bezeyen eserlerdi. Onlar, kararlýlýðýn, en üst biçimlere bürünmüþ mücadelelerin ve sýradan insanlarý kolaylýkla etkileyecek sarsýcý olaylarýn anlatýmlarýydýlar. Çok ucuza satýn alýnabiliyor ve kýsa sürede okonuyorlardý. Amaç, acelesi olan bir devrimci sürece gereken ajitasyonpropaganda gücünü, edebiyatla pekiþtirmekti. Ayaklanma yýllarý, iþçi sýnýfý edebiyatý için ancak bir baþlangýç vuruþu sayýlan, devrimin canlý ideallerinin sýradan kiþileri kahramanlaþtýrdýðý olaðanüstü günlerin resmidir. Ayaklanma yýllarýnda, devrimci kahramanlýðýn öne çýktýðý edebiyat, kitlelerin üzerinde bir güneþ gibi parlar. Ama devrimin fýrtýnalarý geçip, yerini durgunluk, iþ ve geçim sýkýntýsýnýn günlük telaþý aldýðýnda, iþçi sýnýfýnýn edebiyatýndan geriye pek az iz kalmýþtýr. Ýþçi sýnýfý, sanatsal bütünlüðü tek yanlý ve geçici bir süre saðlayan devrim günlerinden, kuþkusuz, siyasi birikim kadar, sanatsal birikim elde etmiþ olarak çýkar. Ama bu bütünlük, sadece proletarya iktidarýyla saðlanabilecek, garantiye alýnýp geliþtirilecektir. Zihne Açýlan Üçüncü Göz: Sanat 1918-1923 Alman devriminin yenilgisi üzerine çokça yazýldý. Ama þimdiye dek pek az tartýþýlan bir olguyu burada masaya yatýralým. Komünist partisi ve sosyal-demokratlar arasýnda çokça parçaya bölünen Alman proletaryasý, bitmek bilmeyen tartýþmalar arasýnda, kendine uygun olan doðru devrimci yolu ayýrdedip kavramakta zorlandý. Bu kavrayýþ eksikliðinin tarihsel ve sosyal temelleri yanýnda, bir de estetik-sanatsal birikim yoksunluðunu da vurgulamakta yarar vardýr. Lenin, Rusya’da iþçi sýnýfýna hitap ederken, konuþma ve yazýlarýnda sýk sýk Gogol, Puþkin, Sçerdin ve Çerniþevsky gibi büyük ede-

44


biyatçýlardan alýntý ve örneklere yer verirdi. Bu, anlamsýz bir çaba deðildi. Ýnsanlar için kavrayýþýn çeþitli biçimleri vardýr: Ýzlenimler, deneyimler, aktarýmlar ve buna ek olarak bir de sanatsal algýlayýþ. Rusya’da iþçi sýnýfýnýn kavrayýþ kapasitesini arttýran, tam da bu sanatsal algýlayýþtýr. Rusya’nýn ele avuca sýðmaz devrimci sanat yapýtlarý, iþçi sýnýfý partisinin ajitasyonlarýndan çok önce, emekçilerin algýlayýþlarýnda belirgin bir yer edinmiþti. Politikanýn dilinin zorunlu darlýðý, netleþtirilmiþ yalýn hedefler, harekete katýlýmý saðlayan birleþtirilip basitleþtirilmiþ simge ve kodlarla öylesine yüklüdür ki, insanlar kendilerini asýl harekete geçiren karmaþýk etkileri, kendilerine özgü bakýþ ve kavrayýþý, bu ortak potada eritmek durumundadýr. Fakat, devrimin zorlu dönemeçlerle örüldüðü ve insanlarýn herbirinin yoðunlaþan politik tartýþma ve karmaþa içinde kendine ait doðrularý bulmak zorunda býrakýldýðý anlarda, onlarýn yardýmýna sanatsal algýlar yetiþmelidir. Sanatsal algý, politik sloganlarýn, simgelerin, kodlarýn ardýndaki asýl gerçeði görmelerine, ideolojik ve felsefi birikim yanýnda etkin bir rol oynar. Direnmenin Estetiði adlý yapýtýnda Peter Weiss, genç bir iþçinin kimliðinde, bu sanatsal algýnýn gücünü oldukça yerinde ifade ediyor. “Kapalý bir bakýþ açýsýnýn ötesine geçip çok anlamlýlýðýn olanak verdiði böylesine þaþýrtýcý ifade biçimleri bizim için ve yaþadýðýmýz mekanizmalarý, duraðan bir düzenlemenin yapýlabileceðinden daha derinlemesine görmemizi saðlýyordu. Bu ifade biçimlerinin tipik özelliði, ayal gücümüzü harekete geçirip, bizi iliþkiler, benzetmeler bulmaya itmesi, böylece kavrama kapasitemizi geniþletmesiydi.” 19. yüzyýlýn son çeyreðinden itibaren çok önemli politik ve ideolojik baþarýlara imza atan Alman proletaryasý, bu geliþkinliðe paralel bir sanatsal etkinlik ortaya koyamadýðý için, avucunun içindeki devrimin kaçýþýna tanýk oldu. Elbette, 1918-1923 devrimlerinin yenilgisi tek baþýna bu yoksunlukla açýklanamaz; ama bu yoksunluðun vurgulanmadýðý bütün açýklamalar, yine de eksik kalýr. Faþist Nazi partisinin iktidara geliþi, muazzam baskýlarý beraberinde getirdi. Sansürler, toplama kamplarýna doldurulan milyonlarýn içindeki sanatçýlar, henüz doðmakta olan iþçi sýnýfý edebiyatýný kesintiye uðrattý. Faþist Nazi iktidarý, emekçi hareket içindeki sanatýn gücünün farkýna vardýðý için, en büyük darbelerden birini bu alanda gerçekleþtirdi. Binlerce yazarýn milyonlarca kitabý büyük meydanlarda isterik þenlikler ve vahþi bir içgüdünün harekete geçirildiði törenlerle yakýldý. Toplama kamplarýnda krematoryumlara, gaz odalarýna doldurulan milyonlarca insan düþünüldüðünde, kitaplarýn yakýlmasýna önem atfetmek, pek naif bir yaklaþým gibi görünebilir. Fakat bu eylem, baþlýbaþýna, insanlarýn en önemli direniþ ve savaþým araçlarýndan birini, onlarýn elinden alýyordu. Naziler, çýlgýnca bir isterinin güdüleriyle deðil, ne yaptýklarýný pekala bilerek, kitaplar yakýyordu. Sanat, her insanýn zihninde barýndýrdýðý bir güçtür. Bellek denilen düþünsel güç, insan kendi varlýðýný korusun ve o varlýk tehlikeye düþtüðünde ona yardýmcý olsun diye, milyonlarca yýllýk evrimin sonucunda ortaya çýkmýþtýr. Bellekte toplanan görsel ve iþitsel izlenimler, týpký bilgisayarýn mikroiþlemcisi gibi, ideolojik ve sanatsal etkinlikler tarafýndan izlenir, derlenir, biçimlenir. Ýþçi sýnýfýnýn ideolojik düzenle-

45

Peter Weiss, 1916 -1982

okuma imalatçısı Yahudi bir baba ile aktris bir annenin oğludur. 18'ine kadar Almanya'da yaşamış' sonra Nazi soykırımı nedeniyle Londra'ya göç etmiştir. Otobiyografik Ailenin Ayrılması (1961) ve Kaçış Noktası`ında (1962) romanları savaşın yıkıcı izlerini ve sömürünün, işkencenin karşısına dikilen bir başkaldırıyı ortaya koymuştur.

D


meler üreten yapýlarý, çýplak baskýyla daðýtýldýðýnda, ortaya çýkan boþluðu sanat, kendi etkinliði ölçüsünde doldurabilirdi. Ýþte bu tehlikeyi bertaraf etmek için Naziler, enerjilerinin önemli bir bölümünü sanatsal yýkýma harcadýlar. Bu yýkýmýn sonuçlarý felaket oldu. Toplama kamplarýna girmekten kurtulanlar, baþka ülkelere göç ettiler. Edebiyatçýlar Almanya’dan adeta topluca göç ettiler; geriye bir avuç Nazi yanlýsý sanatçý kaldý. Avrupa’nýn çeþitli ülkelerine sýðýnan yüzlerce edebiyatçý, Nazi iktidarýna karþý bir umut olarak gördükleri Kominternin “Halk Cephesi” çaðrýlarýný coþkuyla desteklediler. Heinrich ve Thomas Mann, Stefan Zweig, Alfred Doblin, Toller, Becher gibi edebiyatçýlar ne yazýk ki Alman topraklarýnda hayat bulma þansý kalmayan bu cephe politikasýnýn açýk destekçileri haline geldiler.

Unutmak Yok Nerelerdeydin diye sorarsan “Hep eskisi gibi”, diyeceðim. Topraðý örten taþlardan söz edeceðim, sürdükçe kendini harcayan ýrmaktan; ben yalnýz kuþlarýn yitirdiklerini bilirim, gerilerde kalan denizi bilirim, bir de aðlayan ablamý. Neden ayrý adlarla anýlýyor ülkeler, neden günler yeni günleri izliyor? Neden koyu bir gece birikiyor aðýzda? Neden ölüler? Nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük kelimelerle konuþmak zorundayým, aðzý zehir gibi yakan araçlarla, çoðu çürümeye yüz tutmuþ hayvanlarla ve avutamadýðým yüreðimle. Andaç deðil yanýmýzda götürdüklerimiz unutuþta uyuklayan sarýmsý kumru deðil, yaþlarla kaplý yüzler, boðazýmýza yapýþan eller ve yapraklardan sýyrýlan þey:

Demokratik Almanya’nýn Karar’ý 50 milyondan fazla insanýn ölümüne yol açan 2. Paylaþým Savaþýna dair, en baþta SSCB ve Fransa’da yüzlerce eser yazýlmýþtýr. Ancak, o yýllarý anlatan Alman eserleri pek azdýr. Çünkü bu cehennem yýllarýný içeriden gözlemlerle aktaracak edebiyatçýlar yoktu Almanya’da. Yazýlanlar ise, ya yurtdýþýndaki sürgün yazarlardan geldi ya da toplama kamplarýndan kurtulanlardan. Yurtdýþýnda sürgün hayatý yaþayan edebiyatçýlar içinde Anna Seghers’in ismi özellikle anýlmaya deðer. 1928’de Almanya Komünist Partisine katýlan ve 1933’te Paris’e yerleþmek zorunda kalan Seghers, hem savaþ öncesi hem de savaþ sonrasý Almanya’sýnýn en geniþ panoramasýný, bir çok eserle okuyucuya sunar. Ýlk eserlerinden biri, 1934’te Avusturya’da patlak veren anti-faþist silahlý ayaklanmayý anlattýðý “Þubat’a Giden Yol” dur. Seghers, bu eserde kahramanlarýný ayaklanmanýn içinde þekillendirir, diyaloglar basittir, kahramanlarýn çok katmanlý kiþilikleri yoktur ve daha çok olaylar ön plandadýr. Seghers, aðýrlýðý Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi liderlerinin korkunç sonuçlara yol açan yanlýþlarýna vermiþtir. Roman, yarattýðý kahramanlardan çok, bu ideolojik yaklaþýmlarý ve silahlý bir ayaklanmaya iliþkin çarpýcý dersleriyle akýlda kalýr. Engels, maden ocaklarýnda çalýþan iþçilerin hayatlarýný ve mücadelelerini anlatan bir eseri kendisine gönderen Minna Kautsky’ye þu satýrlarla cevap verdiðini unutmayalým: “Ben asla bu tür ideolojik þiirin karþýsýnda olmadým. (...) Muhteþem romanlar yazan çaðdaþ Rus ve Norveç yazarlarýnýn hepsi ideolojiktir. Ancak ben, eðilimin, durum ve eylemin sonucunda, kendiliðinden doðmasý gerektiðini düþünüyorum, bu eðilimi özellikle vurgulamak gerekmez ve yazar kendisinin betimlediði toplumsal çatýþmalarýn gelecekteki tarihsel çözümünü okura kendisi sunmak zorunda deðildir.” Anna Seghers, ilk eserlerinde Engels’in bahsini ettiði ideolojik karmaþaya fazlasýyla aðýrlýk veriyordu. Fakat, sonraki eserlerinde çok yönlü, çok katmanlý kahramanlarýn elle tutulur derecede gerçekçi betimlemeleri ön plana çýktý. Bu sayede Anna Seghers, 1918-23 yýllarýnýn yetiþtirdiði türden basit, yalýn ve ideolojik romancýlardan çok daha derin etkiler ve izler býraktý. Özellikle “Ölüler Genç Kalýr” romanýnda, Spartakist ayaklanmadan 2. Dünya Savaþý sonuna deðin uzanan olaylar zinciri içinde, sanki hiç göç etmemiþ ve o topraklarda yaþamýþ gibi, Almanya’nýn gerçekçi bir görünümünü sunar.

46


Seghers’in sürgünlüðü nihayet 1947’de sona erer ve doðduðu topraklara geri döner. Fakat bu kez yeri, Nazi faþizmini yenilgiye uðratan Kýzýl Ordunun iþgali altýnda, yeni bir yaþama hazýrlanan Demokratik Alman Cumhuriyeti’dir. Herkesin kafasýndaki soru, “Ölüler Genç Kalýr” romanýnda belirlendiði gibi, Nazilerin peþinden sürüklenen ya da seslerini çýkarmayarak bu zulüm düzenine sessizce ortak olan milyonlarca Almanýn þimdi hedef olarak gösterilen sosyalizm ideallerine nasýl uyum saðlayacaðýdýr. Seghers “Karar” adlý romanýnda, bu çetrefilli sorunu, keskin gözlemler eþliðinde okuruna yansýtýr. Savaþ sonrasý Almanya, yýkým halindedir. Oradan oraya sürüklenen milyonlarca mülteci, toplama kampýndan kurtulurlar, bombardýmanlarla enkaz haline gelmiþ kentler ve fabrikalar, Nazi yalanlarýna kanmanýn veya bunlara baþkaldýrmayýp sessizliði seçmenin utancýyla baþbaþa kalan, cephede kalan ölülerini inatla beklemeye devam eden bir halk, sosyalizmin gücü haline nasýl getirilecekti? “Kaygý ve piþmanlýk, yýkýntýlarda çalýþanlarda görülen uyum hastalýðý gibi yapýþmýþtý insanlara. Sabahlarý çýkarýp attýklarý, kurtulduklarýný sandýklarý bu duygular akþamlarý yine ruhlarýna girip yerleþiyordu insanlar kararsýz ve yýlgýndý.” Nazi zulmüne sessizce ortak olmuþ Alman halkýna karþý öfke içinde deðildir Seghers, onlarýn ruhlarýný kemiren piþmanlýk ve kaygýlarý, bir doktor titizliðiyle irdeler. Enkaz halinde bir ülke ve bu enkazlar içinde piþmanlýklarýyla yaþayan insanlarý yeniden ayaða kaldýrýp sosyalizm idealleriyle donatmak için olaðanüstü çaba sarfeden bir avuç insana yer verir romanýnda Seghers. Bu hümanist yaklaþýmýna raðmen, politik uyanýklýðý da elden býrakmaz. Roman kahramanlarýnýn bir kýsmý “Ölüler Genç Kalýr”daki tiplemelerdir. Bu olgu, hem mücadelenin hem de yýkýlan ama yokolup gitmeyen faþizmin, tekelci kapitalist egemenlikteki temellerine bir göndermedir. Karar romanýnýn asýl kahramanlarý, Nazi döneminde suskun kalan insanlardýr, bu insanlarýn dönüþümü, idealize edilmeden ve sessiz sedasýz bir üslupla aktarýlýr. Önceleri halk, “Bu fabrikalar artýk sizin” sözüne bir anlam veremezler, fakat yaþadýklarý zorluklara kendi kendilerine çözüm buldukça ve siyasi önderler insanlarý bu þekilde yönlendirdikçe, kararlarýný vereceklerdir. Yeni duruma en hýzlý adapte olanlar ise, her zaman olduðu gibi, gençlerdir. Seghers, çok çetrefilli bir konuyu, sanatýn ve sanatçýnýn bütün yapýlarý saydamlaþtýran gücü ve zengin kavrayýþýyla adeta tereyaðýndan kýl çeker gibi çözümlemiþtir. Seghers gibi, 20. yüzyýl Alman edebiyatýnda seçkin bir yeri olan Becher, zorunlu sürgün yaþamýndan sonra Demokratik Alman Cumhuriyeti’ne yerleþti. Becher, bu ülkede Kültür Bakanlýðý da yapmýþtýr. Nazi döneminde yurt dýþýna çýkan S. Zweig ve Komünist kimliðiyle tanýnan þair Toller, zaferden önce, umutsuzluk içinde intihar etmeyi seçtiler. Çoðu sürgün yazar, zaferden sonra da geri dönmedi, Nazi partisini açýk ya da sessizce destekleyen Alman halkýný affedemediler. Oysa, Nazi Almanya’sýnda, küçük gruplar halinde direniþi sürdüren gruplar her zaman vardý. Üstün bir cesaret isteyen bu direniþte yürekli insanlar, inanýlmaz iþkenceleri ve vahþi idamlarý göze almýþtýlar. Bu direniþ gruplarýndan en ünlüsü, Kýzýl Orkestra adýyla bilinen ve Kýzýlordu istihbaratý tarafýndan yönlendirilen gruptu. Komünist parti-

47

aþýnmýþ bir günün karanlýðý acýyý kanýmýzda tatmýþ bir günün. Ýþte menekþeler, iþte kýrlangýçlar bize sevinç veren ne varsa, geçici ve küçük duyarlýklarýn yan yana göründüðü süslü kartpostallarda. Ama bu sýnýrýn ötesine geçmeliyim, diþlemeliyim sessizliðin çevresindeki kabuðu, ne karþýlýk vereceðimi bilemem: öyle çok ki ölüler, ve öyle çok ki al güneþle yarýlmýþ hendekler, ve öyle çok ki gemilere vuran miðferler, ve öyle çok ki öpüþlerle kilitli eller, ve öyle çok ki unutmak istediklerim.

Pablo NERUDA


Andrey Voznesenski

1903 – 1950

GOYA Ben Goya’yým! Çorak bir tarlaya kuzgunlar gibi süzülen düþman yuvalarýndan oydu gözlerimi. Ben acýyým! Ben iniltisiyim savaþýn. 41 karlarýnda yanmýþ þehirlerim ben. Ben açlýðým! Ben kýrýlmýþ boynuyum çýplak alana çanlar gibi sallanarak asýlmýþ bir ihtiyar kadýnýn... Ben Goya’yým! Ey gazap üzümleri! Top sesleriyle yürüdüm Batý’ya, çaðrýsýz konuðun külleriyim ben! O unutulmaz göðe tabut çivileri gibi sert yýldýzlar çaktým! Ben Goya’yým! Andrey Voznesenski

nin en cesur, en yetenekli unsurlarýnýn yöneticiliðindeki bu grup, Nazi ordu karargahlarýna dek sýzmýþ, derlediði istihbaratlarý SSCB’ye aktararak, Nazilerin yenilgisinde belirleyici rol oynamýþtý. Ne yazýk ki, diðer gruplar gibi, Kýzýl Orkestra’ya dair gerçekleri anlatan eserler pek az. Dilimize çevrilen bir eser ise, özellikle SSCB ve Stalin yönetimine karþý küfüre varan suçlamalarla dolu. Nazi zulmüne karþý içerden yürütülen bu müthiþ mücadelelere dair, pek az tanýk hayatta kaldý. Kýzýl Orkestra’nýn hemen bütün elemanlarý yakalandýlar ve vahþice yokedildiler. Toplama kamplarýnda sað kalmayý baþaran bir avuç yazar, savaþ sonrasýnýn “toplama kampý edebiyatý”ný oluþturdular. Kamplarda yaþanan vahþet, roman, tiyatro ve aný kitaplarýnda tüm çýplaklýðýyla dünyaya duyuruldu. Bu edebiyatçýlar sayesinde insanlýk faþizmin akýl almaz iðrenç yüzünü gördü, tanýdý ve insanlýðýn ortak belleðine yerleþtirdi. Bu eserler, 20. yüzyýl Avrupa emekçi kültürünü ve algýlayýþýný oluþturan etkiler yarattý. Avrupalý emekçiler, bugün dahi Nazi kalýntýlarýna, faþist partilere geçit vermiyorsa, iþte bu edebiyat eserlerinin yarattýðý etkiler sayesindedir. Nazi dönemi anlatýmlarýndan yola çýkarak “Soruþturma” adlý tiyatro eserini kaleme alan Peter Weis, insan aklýnýn sýnýrlarýný zorlayan vahþetin belgelerini, bir tokat gibi faþizmin yüzüne vurdu. Peter Weis, henüz genç bir emekçi olarak, Nazi dönemini sürgünde geçirdi. “Direnmenin Estetiði” adlý büyük hacimli eserinde, hem kendi deneyimlerini, hem de Nazi Almanya’sýnda korkusuzca mücadele eden ve idam edilen yoldaþlarýný anýyordu. Bu roman, 1920’leri, Ýspanya Ýç Savaþýný, Komintern içindeki tartýþmalarý, 2. Paylaþým Savaþýndaki amansýz mücadeleyi, hem politika hem de sanat cephesinden ele alarak, okuyucuyu bir hesaplaþmanýn içine çekiyor. Görüldüðü gibi, savaþ sonrasý Alman edebiyatýnýn temel konusu, Nazi vahþetinin sorgulanmasý oldu. Vahþet öne çýkarken, anti-faþist savaþýmýn anlatýlarý arka planda kaldý. 20. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda, Almanya’nýn uçsuz bucaksýz kültürel mirasýnýn sahiplenicileri, baðrýndan dünya çapýnda yazarlar çýkarmaya devam etti. Heinrich Böll, Gunter Grass, Peter Handke, Ýngebor Bachmann, en çok bilinenlerdir. Federal Almanya’da yaþamayý tercih ettiði halde faþizmin tehlikesinin tekelci egemenlikle birlikte temellerini koruduðunu oyunlarýnda dile getiren Martin Walser, özel bir ilgiyi hakediyor. Ne var ki, yayýn hayatýnýza yön veren tekellerin ilgisi ayný yönde olmadýðý için, savaþ sonrasý Almanya edebiyatýnýn devrimci fikirleriyle öne çýkan yazarlarýný tanýma fýrsatý pek az oldu. Almanya’da devrim ve edebiyat konulu bu deneme çabasýnda, Brecht gibi bir devin hiç sözünü etmediðimizi, okuyucu farkedecektir. Brecht, en baþta, tiyatro alanýnda yarattýðý devrim niteliðindeki yenilikler ve bakýþ açýsýyla tarihte yerini aldý. Bu açýdan Breht’i “Devrim ve Tiyatro” baþlýðý altýnda incelemek daha faydalý olacaktýr. Yazýnýn baþýnda söylediðimiz gibi, Avrupa kültürünün en önemli taþýyýcýlarýndan olan Alman edebiyatýný bütün yönleriyle ele almamýz mümkün deðildi. Devrim ve isyanlarýn altüst edici dönemlerinde, edebiyatýn ve yazarlarýn yeri gibi, kendi sýnýrlarýný çizmiþ bir konuda, birkaç örnekle yetinmiþ olmamýz, umarýz ki okuyucu tarafýndan bir eksiklik olarak deðil, ama burada sözü edilmeyen ya da þöyle bir anýlýp geçilen yazarlara olan meraký yaratma giriþimi olarak algýlanýr.

48


Ekim Devrimi , Toplumcu Gerçekçilik Gorki-Şolohov Özgür Güven 9. yüzyýlýn sonuna doðru sosyalizmin en güçlü olduðu ülke olarak Rusya öne çýkmýþ, bu durum ilk meyvesini de 1905 Devrimi ile vermiþti. Sonrasýnda, Birinci Emperyalist Savaþ bütün dünyada devrimci krizi olgunlaþtýrýrken, 1917 Büyük Ekim Devriminin zaferiyle proletarya, çöküþ dönemine giren emperyalist kapitalist sisteme ilk büyük ve öldürücü darbeyi vurdu. Bu büyük, çýðýr açan tarihsel olayýn her alanda yansýmalarý, sonuçlarý, kendisini göstermesi, ifade etmesi de kaçýnýlmazdý. Kapitalist toplumsal iliþkiler sisteminin yýkýlmasý ve yeni bir toplumsal sistemin, sosyalizmin kuruluþ süreci, kapitalizmden sosyalizme geçiþ süreci kaçýnýlmaz olarak sanat alanýnda da kendi yaratýcý yeni biçimini ortaya çýkardý: Bu, toplumcu gerçekçi sanat oldu. Ekim Devrimiyle birlikte baþlayan kapitalizmden komünizme geçiþ çaðý, bireyle toplum arasýndaki yeni iliþkileri, yeni bir yaþam biçimini, üretim ve deðerler sistemini ortaya çýkardý. Bu geliþmeler, yeni toplumun tarihsel geliþmelerine denk gelen yeni bir sanat tarzý olarak toplumcu gerçekçi sanatýn doðmasýna, geliþmesine yol verdi. Lenin, her halkýn kültürünün içinde demokratik bir kültürün ögelerinin de varlýðýna dikkat çeker. Bu demokratik kültür ögeleri, kendilerini gösterip, geliþtirecek tarihsel koþullara Ekim Devrimiyle kavuþtu. Toplumcu gerçekçi sanat, sinema da Einseintein, müzikte Þostakoviç, edebiyatta Gorki, Þolohov gibi büyük ustalar tarafýndan geliþtirildi, güçlendirildi, özellikleri gösterildi. Burada Gorki, Rus edebiyatýnın yeni bir nitelik olarak toplumcu gerçekçi edebiyatýn kurucusu oldu. Eserlerinde, bu yeni sanatýn karakteristik özelliklerini de ortaya koydu: kapitalizmin evrensel bir eleþtirisini yaparken, ayný zamanda daha önceki gerçekçi sanat-edebiyat akýmlarýndan -naturalizm, eleþtirel gerçekçilik gibi- farklý olarak yeni toplumun kuruluþuna büyük bir coþkuyla katýlan yeni insaný çizerken, o, kendi tavrýný da ortaya koyuyordu. Devrimin güçlü saldýrýlarýyla, dalgalarýyla sarsýlan Rusya’da Gorki, uzlaþmaz sýnýflar arasýndaki karþýtlýklarý gerek çizdiði kiþilerle, gerek anlattýðý olaylar ve olgularla açýk biçimde sergiler. Burjuva sýnýfýn ve otokrasinin içinde olduðu zamaný mutlaklaþtýran, kalýcý kýlan, açgözlü, hýrslý, doymak bilmez ve her türlü deðiþime karþý çýkan karakterleri olduðu kadar, bunun karþýtýný, proleter sýnýfý da çizer. Proleterlerin ve emekçilerin nasýl ezildiðini, sömürüldüðünü, aþaðýlandýðýný ama bütün bunlara raðmen bu sýnýfýn umutlarýný, geleceðe bakýþýný, ileri yürüyüþünü de çizer. Elbette salt bu iki sýnýfa mensup karakterlerle yetinmez, toplumun her türlü konumunu, her türlü karakterini de çizer: Darkafalý, sözüm ona yol göstericileri, askerleri, vahþi yaþam koþullarýnýn insanlýktan çýkardýðý iler-tutar yeri kalmamýþ lümpen proletaryayý, polis ajanlarýný, fahiþeleri, dilencileri, hýrsýzlarý... Yani toplumda yer alan

1

49

Gorki 1868-1936 leksey Maksimoviç Peþkov daha çok bilinen adý ile Maksim Gorki, nakliyecilik yapan babasýný 5 yaþýndayken kaybeder, annesi yeniden evlenince doðum yeri olan Novagrod’a döner. 11 yaþýnda tamamen öksüz kalýr ve anneannesi ve büyük babasý tarafýndan Astrahan’da büyütülür. Masallarý ile büyüdüðü anneannesinin üzerinde büyük etkisi vardýr. Gorki yalnýzca birkaç ay okula gidebilir. 8 yaþýnda çalýþmaya baþlar, bu sayede Rus iþçi sýnýfýnýn yaþamýný yakýndan tanýr. Bir gemide bulaþýkçýlýk yaparken okuma meraký sarar. Sonraki 5 yýl boyunca deðiþik iþlerde çalýþarak, daha sonra yazýlarýnda kullanacaðý pek çok izlenimi edindiði büyük Rusya turuna çýkar. 1905’de Rusya Sosyal Demokrat Ýþçi Partisine resmi olarak üye olur ve Bolþeviklerle beraber hareket eder. 1906’da ABD’ye seyahat eder ayný yýl Rusya’dan ayrýlýp Ýtalya’da Kapri Adasýndaki villasýnda yaþamaya baþlar. 1913’te tekrar Rusya’ya döner Sovyet Yazarlar Birliði Baþkanlýðý yapar.

A


N. G. Çerniþevski 1828- 1889

us devrimci demokrat, materyalist filozof, eleþtirmen ve sosyalist. Bazýlarý tarafýndan bir ütopyacý sosyalist olarak deðerlendirilmiþtir. 1860’larda devrimci demokratik hareketin önderi konumundaydý. Yoksul bir papazýn oðlu olarak Saratov’da 1828’de doðdu. 1850’de St. Petersburg Üniversitesi’nden mezun oldu. 1862’de tutuklanmýþ ve hapsedilmiþtir. Petropavlovsk zindanýnda 4 ay gibi kýsa bir süre içerisinde Nasýl Yapmalý? isimli ünlü romanýný yazmýþtýr. Zindandan dýþarýya baþka hiçbir yazýnýn çýkmasýna olanak olmadýðýndan, roman türü, daha çok yazarýn dünya görüþünü dýþarý çýkarmasýnýn bir yolu olmuþtur. Yazar romanda bir aþk hikayesini anlatýyor görünse de aslýnda sosyalizme ait bir kurgudan bahsetmektedir. Roman, Rusya’da devrimci gençliðin oluþumunda büyük bir rol oynamýþtýr. 1862 yýlýnda ‘idam’ hükmü verilmiþ, ardýndan cezai kölelik ve daha sonra Sibirya’ya sürgüne çevrilmiþtir. 17 Ekim 1889’da, 61 yaþýndayken ölmüþtür.

R

hiçbir insan konumu, durumu onun keskin gözleminden, kaleminden, eleþtirisinden kaçamaz, yaþam bütün renkleriyle, canlýlýðýyla, çeþitliliði ve karþýtlýklarýyla Gorki’nin eserlerinde yerini alýr. Kapitalizmin izbelerde süründürdüðü insaný çizdiði gibi, Gorki’nin bizde en çok bilinen kahramaný “Ana” da olduðu gibi bu koþullarda devrim mücadelesine atýlan yeni insaný da, insandaki deðiþimi de anlatýr. Onun karakterleri, her zaman görüþlerini ortaya koyarken kendi sýnýf güdüleriyle hareket ederler. Onun eserlerinde karakterler, bireyler ister olumlu çizilsin ister olumsuz, farketmez, hiçbir zaman kendi sýnýfsal özünün dýþýnda yer almaz. Gorki’de gerek olaylar, gerek çizdiði karakterler, kiþiler kendi tarihsel kesiti içinde yer alýrlar. Boris Suçkov bunun nedenini þöyle açýklýyor: “Gorki, olaylarýn karmaþýk ilerleyiþinin, yaþamdaki acýmasýzlýðýn, adaletsizliðin, yoksulluðun ve ýstýrabýn ardýnda yatan þeyi, yani, insan yaþamýndan yoksulluðu ve ýstýrabý kaldýrmaya yönelik bir geliþimi hazýrlamakta olan neden ile etkinin o hiç durmayan hareketini algýlamýþtýr.” Bu tarihsel bakýþ, kavrayýþ, sadece Gorki’nin deðil toplumcu gerçekçi edebiyatýn temel özelliklerinden biridir. Gorki’nin halkýn içinden gelen alt tabakalardan karakterleri çizimindeki büyük baþarýsýný belirleyen de iþte bu karakterlerin ve kitlelerin hareketinin yönü, tarihsel rolü, tarihsel görev kavrayýþýdýr. Gorki’nin çizdiði kiþiler, özellikle de alt sýnýflarý anlatýrken çizdikleri öyle çok iyi eðitim görmüþ kiþiler deðildir. Ama yaþamýn o karmakarýþýk, bilinmezliklerle dolu labirentlerinden çýkýþ yolunu bulacak kadar da aydýn düþünebilen insanlardýr. Onlarýn bu aydýn karakteri, sýnýfsal konumlarýndan kaynaklanýr. Çünkü Gorki, karakterlerinin hemen tamamýný daha ilk gençlik yýllarýndan baþlayarak adým adým gezdiði Rusya’nýn mujiklerinden, iþçilerinden, izbelerde yaþayan yersiz-yurtsuzlarýndan damýtýr. Onun çizdiði karakterler yaþamýn içinden çýkýp gelirler. Bu nedenle, yaþama dair her konuda düþünceleri, bir tavýrlarý, söyleyecekleri bir þeyleri vardýr. Gorki’nin bütün yapýtlarýnda kendini gösteren ve yine toplumcu gerçekçi sanatýn özelliklerinden biri olan insana yaklaþýmýndaki Marksist hümanizmdir. Burada öne çýkan, insanýn maddi, manevi, her türlü kölelikten ve sömürüden kurtulup, toplumsal insan olmasýdýr; gerek kendi emeðine yabancýlaþma olsun, gerek topluma yabancýlaþma olsun, Gorki’nin eserlerinde mahkum edilir. O, bunu, kapitalizm koþullarýnda yaþayan insanýn düþürüldüðü aþaðýlanmayý anlatýrken yaptýðý gibi, devrim uðruna mücadeleye atýlan ve özgürleþen insaný anlatýrken de yaptýðý karþýlýklý gösterme yoluyla yapar. Onun eserlerinde özgürlük uðruna mücadeleye atýlan emekçi insan, insanýn iyi ve soylu tutkularýnýn taþýyýcýsýdýr. Gorki’nin eserlerinde yer alan insanlar Rus halk kitlelerinin içinden kiþilerdir. Bu özellikleriyle kitlelerin mücadeleci, yaratýcý, dönüþtürücü karakterini canlý olarak sergilerler. Kitlelerde açýða çýkmaya baþlayan yeni kolektif çalýþma ve kolektif mülkiyet üzerinde þekillenen yeni insanýn çizimi, ancak Gorki gibi sanat alanýnda yeni bir çýðýr açan sanatçýlar tarafýndan yapýlabilirdi. Toplumcu gerçekçi sanatýn kurucusu Gorki’de olsun, ondan sonra gelen ve bu sanatý geliþtiren diðer sanatçýlarda olsun en iyi eserler epik eserler oldu. Onlara bu epik özelliði veren toplumun gerçekçi bir çizimi olduðu kadar, toplumdaki çok yönlü iliþki ve çatýþkýyý, çeliþmeyi

50


anlatmanýn en iyi yolu olmasýdýr. Ýster Þolohov’da olsun ister Ehrenburg ya da diðerlerinde, toplumun içinde bulunduðu nesnel koþullarý, bu koþullarýn insanlarý insanlarýnda bu koþullarý karþýlýklý olarak deðiþtirip dönüþtürmelerini yansýttýklarý eserlerin epik olmasý bundan ileri geliyor. Toplumcu gerçekçi sanatçýlar tarihsel olarak iþledikleri eserlerinde, tarihi tüm gerçekliði içinde, sürekli hareket halindeki kitlelerin, toplumsal sýnýf ve katmanlarýn mücadelesiyle birlikte verirler. Ki tarihin asýl yaratýcýsý da bu sýnýflar ve katmanlar arasýndaki mücadeleyle ifade edilen kitlelerdir. Toplumcu gerçekçi yazar, salt bu mücadelenin bir resmini çizmekle, fotoðrafýný çekmekle kalmaz; tarihin temel yönünü de tarihsel sürecin nesnel geliþimi içinde gösterir. Toplumda var olan bütün sýnýf ve tabakalarýn karþýlýklý iliþkileri, çatýþmalarý ve etkileþimlerine baðlý olarak temel olanýn yanýnda ona tabi olaný, ikincil olaný ve karþý çýkanýyla birlikte verir; hem toplumsal hareketin ileri yönelimini, hem buna karþý çýkan güçlerin boþuna çabalarýný birlikte, karþýlýklý etkileriyle iþleyerek verirler. Gorki’den sonra toplumcu gerçekçi edebiyatýn büyük ustalarýndan Þolohov’un baþyapýtý sayýlabilecek epik þaheseri “Durgun Akardý Don”da geçmiþle bugünün, bugünle geleceðin nasýl büyük bir mücadeleye girdiðini, eskinin çöküþ sürecini ve insanýn kendi tarihini bilinçli olarak yapmaya giriþmesini nasýl verdiðini görmek mümkün. Þolohov bu büyük eserinde, Rus edebiyatýnda kendisinden önce gelen gerçekçi yazýnýn birikiminden yararlanmakla yetinmez. Nasýl ki, bilimsel sosyalizm kendisinden önceki felsefe-ekonomi-politik ve sosyalizm anlayýþlarýný, birikimini eleþtirel bir süzgeçten geçirip yeni bir sentez olarak doðduysa, toplumcu gerçekçi romanda Þolohov’un yaptýðý da bu olmuþtur. Þolohov, Dostoyevski’den Tolstoy’a, Herzen’den Puþkin’e kadar bütün Rus gerçekçi yazýnýnýn birikiminden yararlanýrken, yeni bir sentez olarak toplumcu gerçekçi romaný güçlendirir. Þolohov’un ister öykülerinde isterse romanlarýnda olsun, çizilen karakterin iç dünyasý çok canlý biçimde bütün zenginliðiyle çizilir. Öyle ki, onun içindeki fýrtýnalarla, o kiþinin karakterini belirleyen tarihsel çatýþmalarý, çeliþmeleri ve bütün süreci birlikte, o durdurulamaz hareketi içinde verir. Çünkü Þolohov’da insan, tarihin bir nesnesi olduðu kadar tarihi yapan bir öznedir ayný zamanda. Bu nedenledir ki, onun eserlerinde yarattýðý kiþiler bireysel olanla tarihsel olanýn, bireysel olanla toplumsal olanýn diyalektik birliði içinde çizilir, var olurlar. Þolohov, “Durgun Akardý Don’da, Birinci Emperyalist Savaþý, iç savaþý, devrimi çizerken, çöküp giden, yenilen eski yaþamýn, kapitalist sistemdeki insanýn, bireyin bir çözümlemesini yaparak baþlar. Bunun vardýðý yer kapitalizmin bir çözümlemesi olur. Ama bu çözümlemede ayný zamanda Þolohov, toplumdaki dönüþümü, bu dönüþüme ayak direyen, diremeye çalýþan insanýn içinde bulunduðu ruhsal durumu, karþýt sýnýflar arasýndaki savaþý da bütün sertliði içinde çizer. Topluma bin bir yolla baðlý bireyin bu çözümleniþi ve toplumdaki büyük dönüþümün sýçrama noktasýný verirken Þolohov, tekil olanla birlikte, ayný zamanda onu genel olanla baðýntýsý içinde verir: Bütün bir süreç, tekil olanla genel olanýn ustaca çizimi içinde ve bütün canlýlýðýyla. Bu epik romanýn ilk bölümlerinde Þolohov, Don kýyýsýndaki bir Kazak köyünü, bu köyde yaþayanlarýyla birlikte çizerken, aslýnda bu özel olandan hareketle Kazaklarýn hem ulusal-tarihsel geleneklerini, alýþkanlýklarýný, ahlak anlayýþlarýný, birbirleriyle iliþkilerini hem de üre-

51

Aleksandr lvanoviç Herzen 1812-1870

ekabrist isyanı gözünü açmış ve kendisini "saf ve temiz" kılmıştı. 18401850 derebeylik Rusya'sında yaşadığı devrin en büyük düşünürleri katına yükselmesini bilmişti. Hegel'in diyalektiğini sindirmiş, bu diyalektiğin "inkılabın cebir ilmi" olduğunu anlamıştı. Hegel'den daha ileri gitmiş. Feuerbach'ın peşinden yürüyerek, maddeciliğe kadar varmıştı. Tabiatın incelenmesi hakkında mektupların birincisi olup, 1844 yılında yazılan Tecrübecilik ve Fikircilik adlı makalesinde onu, birçok tecrübeci tabiat alimlerini, zamanımızın birçok fikircilerini ve yarı-fikircilerini bugün bile aşan bir düşünür olarak görüyoruz. Aleksandr Herzen diyalektik maddeciliğe iyice yaklaşmış ve tarihi maddeciliğin eşiğine kadar gelip durmuştu."

D

Lenin


Lev Nikolayeviç Tolstoy 1828-1910

endi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantýlarýný, halkýnýn kültürünü, yaþayýþýný gerçekten büyük bir ustalýkla yansýtmýþtýr. Gerçekçi edebiyatýn en büyük temsilcilerinden olduðu kadar, bir filozof bir eðitimci olarak da ün kazanmýþtý. “Savaþ ve Barýþ”, “Anna Karenina”, “Kruetzer Sonat”, “Efendi ile Uþak”, “Karanlýklarýn Gücü”, “Ýman Nedir”, “Ýnciler”, “Kilise ve Devlet”, “Ýtiraflarým”, “Diriliþ”, “Gençliðim”, “Çocukluðum”, “Hacý Murat” (roman), “Ayaklanýþ”, “Sergey Baba”, “Tanrý Bizim Ýçimizdedir”, “Kazaklar”, “Tesadüf”, “Ýki Süvari” baþlýca eserleridir.

K

tim süreçlerini, çalýþma biçimlerini anlatýr. Özel olaný, ulusal olaný ve evrensel olaný birlikte gösterir. Þolohov, burada, bu köyden hareketle aile yapýsýnýn, toprakla iliþkilerinin, dinin, çarlýðýn, askerliðin, savaþçýlýðýn ve bütün bunlarýn üzerinden Kazaklarýn bir toplumsal ekonomik tahlilini yapar. Bu tahlilde, elbette ki Kazak köylülerinin kendi yaþamlarýndaki darlýðýn onlarýn düþüncelerinin ufkunu da nasýl sýnýrlandýrdýðý anlatýlýr; Osmanlý’dan Ukraynalýlara kadar hem Rusya’nýn kendi içindeki diðer uluslara hem de dýþýndaki uluslara olduðu kadar, kendilerinden hiç de farklý olmayan diðer köylülere karþý yerleþik önyargýlar, düþmanlýklarla birlikte gösterilir. Þolohov’un çok canlý, çok renkli biçimde bize gösterdiði Kazaklarýn dünyasý da, týpký dünyanýn her yerinde olduðu gibi sýnýflara bölünmüþtür. Sýnýflar ve sýnýfsal katmanlar arasýndaki iliþkiler, çýkar çatýþmalarý, yöneten, egemen olan sýnýfla halk arasýnda yüzlerce yýldan beri süregelen, üst üste binen çeliþkiler... Bu kadar derin ve köklü sorunlarýn, çeliþkilerin çözümünün ancak bir toplumsal devrimle gündeme geleceði, gerçekleþeceði yazar tarafýndan gösterilir. Ancak bu, öyle bir çýrpýda deðil, bu epik eserin içinde her sýnýfýn ve olgunun içinde tüm yönleriyle ve bütün yalýnlýðýyla açýkça gösterilir. Þolohov, kitapta çizdiði her karakterin trajedisini ayrý ayrý iþlemekle birlikte, bu kiþiler birbirinden kopuk deðil, bir bütün olarak eseri oluþturan örgünün birer parçasý olarak vardýr. Romanýn temel karakterlerinden Gregor Melekov ile Aksinya’nýn aþkýný ele alalým. O büyük toplumsal kaynaþmanýn, alt üst oluþun içinde bu aþk önemsiz bir ayrýntý gibi dursa da, Þolohov, bu aþk üzerinden yüzlerce yýllýk yerleþmiþ ahlak anlayýþýný, aile iliþkilerindeki ikiyüzlülüðü; kadýnýn toplum tarafýndan ekonomik, dinsel, ahlaki her türlü yoldan nasýl büyük bir baský altýna alýndýðýný gösterir. Onlarýn aþklarý uðruna karþýlarýna çýkan her türlü engeli, gerek kendi kafalarýndaki iç monologlar yoluyla olsun, yaþadýklarý hesaplaþmalar yoluyla olsun, gerek ailelerini, köylerini terkedip giderken maddi yollardan olsun her türlü engeli aþmak için nasýl mücadele ettiklerini gösterir. Ancak açýk açýk farketmemiþ olsalar da, her ikisi de varolan toplumsal yapý içinde bu aþký özgürce yaþamayacaklarýný, bu toplumsal yapýnýn deðiþmesi gerektiðini derinden hissederler. Öte yandan, Aksinya’nýn daha en baþta, her þeyi býrakýp gidelim diyerek teklif ettiði yeni bir yaþamý, Gregor daha orada, hemen reddeder. Çünkü onun kafasýnda yerleþik yaþam biçimi, özel mülkiyet ve toprak sahipliði öylesine bir sabit fikirdir ki, kitabýn sonuna kadar, zaman zaman bundan tereddütlere düþse de, aþmasý, bu dünyayý terketmesi mümkün olmaz. Ailenin zoruyla Gregor ile evlendirilen Natalya’nýn dramý ise bir baþka yanýyla evlilik-aile iliþkilerinin gösterilmesi, mahkum edilmesidir. Bu evlilik, Natalya’nýn cývýl cývýl yaþamýnýn, renkli kiþiliðinin giderek sönmesiyle sonuçlanýr. Oysa Natalya tek yanlý bir aþkla Gregor için olduðu kadar, ailesi içinde pek çok özveriye açýk biridir. Burada, Natalya’nýn trajedisinin asýl nedeni ise eski ve çökmekte olan düzenin kendisidir: kurulu olan düzenin katý kurallarý, insani olmayan deðerleri ile onurlu bir insanýn gerçek gereksinmeleri arasýndaki çeliþkidir, çatýþmadýr. Þolohov, Gregor-Aksinya aþkýný irdelerken, toplumun etkisi üzerinde de durur. Gregor olsun Aksinya olsun bir yandan eski toplumun aile-ahlak anlayýþýna karþý çýkarken, bir yandan da kendilerinde de içselleþmiþ olan bu aile-ahlak deðerlerinin etkisinde hareket ederler. Bu

52


yerleþik, eski, köhnemiþ anlayýþa esir olup, ona boyun eðdikleri dönemlerde birbirlerinden uzaklaþýr-koparlar; karþý çýktýklarýnda ise aþklarýný özgürce, sakýncasýz yaþarlar. Bu iki yan birlikte ve birbirleriyle çatýþarak her ikisinde de varlýðýný sürdürür. Þolohov bu çeliþkiyi hem kahramanlarýnýn iç dünyasýndaki fýrtýnalarla, gelgitlerle verir, hem de eski toplumla olan iliþkilerinde, onun yýkýlmakta olan yapýsýna karþý çýkýþlarýnda, savunuþlarýnda yaþadýklarý gelgitleriyle tarihsel bir süreç olarak verir. Eski toplumla yeni toplum, gitmekte olanla gelmekte olan arasýndaki bu çeliþkiyi, mücadeleyi Þolohov pek çok olay içinde iþler, gösterir. Bunlardan birisi de savaþ olgusudur. Gregor’da týpký kendi atalarý gibi askerliði kutsal sayar. Çar’a hizmet onun gözünde de dinsel etkiyle kutsal bir görev olarak vardýr. Çarlýk ordusunda Birinci Emperyalist Savaþa katýlýr. Toplumdaki yerleþik deðerlerle yetiþmiþ olan Gregor, üstlerinden gelen emirlere hiç düþünmeden boyun eðer; ne uðruna ölümü göze alýp savaþtýðýný, kendilerinden daha iyi donanmýþ, daha hazýrlýklý bir düþmanýn üzerine gönderildiðini bile düþünmez. Kapitalizmin kendi geliþiminin kaçýnýlmaz olarak yol açtýðý, halklarýn birbirini boðazladýðý bu savaþta yaþadýðý onca acýlardan, aldýðý onca yaralardan sonra, bu savaþýn sadece kendisine, kendi halkýna olduðu gibi bütün halklara zarar verdiðini, açlýk, sefalet ve ölüm getirdiðini, oysa burjuvalarýn bu savaþtan daha çok zengin olduðunu görmeye baþlar. Kendilerine düþman olarak gösterilen karþýlarýndaki siperlerde yer alanlarýnda kendileri gibi düþünmeden baþkalarýnýn çýkarlarý için savaþa zorlandýðýný hissetmeye baþlar. Þolohov, burada emperyalist savaþýn asýl niteliðini, soygun, talan, paylaþým savaþý olduðunu gösterdiði gibi, bunun halk açýsýndan anlamsýzlýðýný, acýmasýzlýðýný, vahþetini, asker elbisesi giydirilmiþ köylüleri, kazaklarý ne hallere düþürdüðünü de gösterir. Gregor’un da düþünceleri zaman zaman diðer pek çok asker gibi çarlýða karþý çýkan, kapitalizme, eski yaþama karþý isyan duygularýyla dolan, özgür bir yaþamý arzulayan devrimci düþüncelere yaklaþýr. Çar ve din tarafýndan kutsal ilan edilip görkemli bir hale ile örtülen bu savaþýn kendilerine yoksunluk, sefalet ve zorluklardan baþka bir þey getirmediðini kavradýðýnda, kendisini büyük bir sükunet ve boyun eðiþle bu savaþ çaðrýsýna uymaya çaðýran dini aldatmaca da, Çar, askerlik, kahramanlýk gibi eski yaþamdan, çökmekte olan toplumdan kalan bütün her þey gözünde anlamýný yitirir. Kafasýndaki pek çok þey yýkýlmakla birlikte yerine ne koyacaðýný bilemez. Gregor, tüm bu yaþadýklarý karþýsýnda þaþkýndýr. Gerek kendisine, gerek halkýna verilen acýlarýn, yapýlanlarýn, bunca kötülüðün nereden kaynaklandýðýný bilmese de kýzgýndýr ve bu kýzgýnlýðýný kime yönelteceðini bilmez. Tam bu sýrada, cephede bulunan, ordu içinde faaliyet sürdüren Garanza isimli Bolþevikle yollarý kesiþir. Garanza, ona bu durumun gerçek nedenlerini, sýnýf mücadelesini anlatýr ve yaþadýklarýnýn asýl sorumlusunun kapitalizm, Çar, Çarlýk ve onun subaylarý olduðunu anlatýr. Bu kötülüklerden ve zulümden kurtulmanýn, barýþýn ve köylerine dönüþlerinin gerçekleþmesi için eski düzenden kurtulmalarý gerektiðini anlatýr. Ancak Gregor için her þey bu kadar basit deðildir. Bir yanýyla söylenenleri anlar, kavrar, ama bir yanýyla da eski düzene baðlýdýr. Toprak sahibi bir emekçi aileden geliþi, özel mülkiyetin iliklerine iþlemiþ etkisi, gelenekleri öyle kolayca üzerinden atacaðý bir kaput deðildir. Her ne kadar geçmiþiyle baðlarýný koparmýþ gibi görünse de gelecekle ilgili bir fikre sahip olmadýðý için gelecek ona hep korku verir, belirsizliðini sürdürür.

53

Dostoyevski 1821-1881

serlerinde iki dünya arasýnda yaþayan bir kuþaðý rahatsýz eden ahlaksal, dinsel, siyasal konularý etkileyici bir dil ve ustalýkla dile getirmiþtir. Roman kahramanlarý genellikle kötü yaþam koþullarýnda yaþayan insanlardýr. Bu roman karakterleri birbirinden farklý uç düþüncelerle zamanýn Rusya’sýný politik , sosyal ve ruhsal analizler yoluyla incelerler. Gözlemlerinin keskinliði, ayrýntýlara verdiði önem, karmakarýþýk yaþamýndan çýkardýðý saðlam karakterleri ve roman kurgulamadaki ustalýðýyla Avrupa’da ve ülkesinde kendisinden sonra gelen hemen tüm yazarlar üzerinde etkili oldu. Karamazov Kardeþler, Suç ve Ceza romanlarýnýn yaratýcýsýdýr.

E


Mihail Aleksandroviç Þolohov 1905 - 1984 lk kitabý, 1. Dünya Savaþý ve Ýç Savaþ yýllarýndaki Kazaklarý anlatan Don Hikayeleri, 1926 yýlýnda basýlýr. Ayný yýl Ve Durgun Akardý Don (Tihi Don) adlý romanýný yazmaya baþlar. Bu romaný yazmasý 14 yýlýný alýr ve Stalin niþaný ile ödüllendirilir. Bu roman Sovyetler’de zamanýn en çok okunan yapýtlarindan biri olur ve 1965’de Nobel Edebiyat Ödülü alýr. Uyandýrýlmýþ Toprak adlý romaný ile de 1954 yýlýnda Lenin Niþaný’na layýk görülür. Bu roman Yarýnlarýn Tohumu (1932) ve Don Kıyısında Hasat (1960) olmak üzere iki kýsýmdan oluþmaktadýr. Bu romanda da kollektivizmin uygulandýðý yýllardaki günlük hayatý yansýtýr. 1957’de yazdýðý kýsa hikayesi “Ýnsanýn Kaderi” film olarak da çekilir. Vatan için Dövüþtüler isimli eseri bitirilememiþtir. Þolohov 1932’de SSCB Komünist Partisi’ne, 1939’da SSCB Bilimler Akademisi’ne üye olmuþ ve yine 1939 yýlýnda da Seçkin Sovyet ünvaný almýþtýr. Ýki kere Sosyalist Kahramanlýk Madalyasý ile ödüllendirildi. Sovyet Yazarlar Birliði’nin yardýmcý baþkanlýðýný yaptý.

Ý

Þubat 1917’de Çarlýk devrilir, Kerenski ve burjuva cumhuriyet gelir, ama ne savaþ durur ne de askerlerin durumunda bir deðiþiklik olur. Tek þey boþ sözlerle oyalanmadýr. Orduda huzursuzluk, moral bozukluðu kendini iyice açýða vurmaya baþlar. Bolþeviklerin ordu içindeki çalýþmalarý artar. Bu çalýþmalar ilk sonuçlarýný Petersburg üzerine, iþçiler üzerine sürülmeye çalýþýlan, üstelik cepheyi tamamen açarak iþçiler üzerine sürülmeye çalýþýlan Kazaklarýn bunu reddedip, karþý devrimci darbeyi engellemeleriyle verir. Ekim Devrimi, askerlerin, Kazaklarýn köylerine dönüþü ve iç savaþýn patlamasý peþpeþe gelir. Gregor daha ne olduðunu anlamadan kendini iç savaþýn içinde bulur. Çarlýk ordusundan arta kalan karþý devrimci Beyaz Ordunun subaylarý hem savunduklarý hem de mensubu olduklarý sömürücü sýnýflarýn her türlü yozluðunu, Birinci Emperyalist Savaþta daha da artýrmýþlardýr. Çürüme ve yozlukta en uç boyutlara vardýklarý gibi alabildiðine vahþileþmiþlerdir de. Bu vahþetlerini sadece Kýzýlorduya mensup savaþçýlar, esirler üzerinde deðil, hem kendi astlarýna, askerlerine karþý hem de halka karþý her fýrsatta sergilemekten kaçýnmazlar. Çünkü bunlar yüzyýllardan beri egemen olan, sömüren sýnýflardan geliyorlardý ve bu ayrýcalýklarýnýn sürmesi için boþuna bir çaba içine girdiklerinden, tarihsel geliþmeye karþý savaþtýklarýndan sadece ve sadece vahþet, zor, baský, terör ve korku üzerinden konumlarýný devam ettirmeye çabalýyorlardý. Her egemen sýnýfýn yaptýðý gibi, son demlerine geldiklerinde tarihsel akýþa karþý anlamsýzca direnmeye çabalýyorlardý. Gregor uzun süren iç savaþýn o sert, acýmasýz çatýþmalarýný yaþadýktan sonra bunu daha yoðun biçimde hissetmeye baþlar. Ancak geçmiþle hesaplaþma hem kolay deðildir, hem de kiþisel deðildir. Bu, kitlesel, toplumsal bir olay olarak sürmektedir. Bütün toplumda, toplumsal sýnýflar arasýnda, geçmiþle gelecek arasýnda, çürüyenle, eskimiþ olanla yeni yeni kurulmaya çalýþýlan geleceðin yeni yaþamý arasýndaki mücadele bütün acýmasýzlýðýyla sürmektedir. Emekçi kitleler yeni yeni ellerine almaya baþladýklarý kendi yazgýlarýný bir daha baþkalarýna, sömürücü sýnýflara kaptýrmamak amacýyla canla baþla çalýþýyor, didiniyorlardý. Gregor artýk öyle bir noktaya gelmiþti ki, hem kendi özlediði, istediði, Aksinya ile birlikte sakin bir yaþamýn önüne geçen, hem de halký büyük acýlara boðan bu iç savaþtan iyice býkmýþ, eski dünya tarafýndan kendisine verilmiþ olan tüm deðerlerle, önyargýlarla baðýný koparmýþtý. Buna raðmen çaðýn tek gerçek ve ilerici yönü olan sosyalizm düþüncesi ona çok yabancý, asla kabul edilemez geliyordu. Ona göre sosyalizm gerçek Kazak yaþamýný yok edecekti. Eski düzenle olan bütün baðlarýný koparmýþ olmasýna raðmen yeniyi benimseyememesi, kabullenmemesi nedeniyle, eskiyi beðenmese de yeniye karþý boþuna bir savaþý sürdürmeye devam ediyordu. Gregor’un burda kendi trajedisini hazýrlayan eski toplumun, kapitalizmin çöküþü, çýkýþsýzlýðý olduðu kadar, bu toplumun Gregor’un kafasýnda çizdiði aþýlmasý zor sýnýrlardý da. Zira bireylerin kafalarýndaki düþüncelerindeki sýnýrlarýn yýkýlmasý, aþýlmasý, düþünce tarzýnýn deðiþtirilmesi en zor olandýr. Bireyin bunu yapabilmesi için toplumla, toplumsal yapýyla olduðu kadar kendi kendisiyle de köklü bir hesaplaþma yapmasý gerekir. Gregor, bütün kitap boyunca zaman zaman iç monologlar yoluyla bu iþe giriþse de, derine inmeyen, yüzeysel bir hesaplaþma olarak kalýr. Çünkü Gregor, kendi sýnýrlarýný aþmak için, duvarlarý-

54


ný yýkmak için harekete geçmez, o sýnýrlarda nadir de olsa zorlamalara girse de asla onlarý aþmaz. Bu da Gregor’un kendi yazgýsýna, dramatik sonuna bile bile boyun eðmesinde gösterilir. Þolohov, dört ciltlik bu epik nehirde ön planda hep Gregor’u ve onunla iliþkili olan çevreyi, insanlarý anlatsa da, yan karakterler olarak çizilenlerle bütün bir toplumu anlatýr. Stokman, Garanza, Poþevoy, Bunçuk ileri toplum uðruna büyük mücadelelere giren bu kiþilerin özgün yanlarý bir yana, ortak karakterleri, hiçbir kiþisel çýkar düþünmeden, hesapsýz kitapsýz biçimde hem davranýþ hem de düþünceleriyle sosyalizm uðruna mücadeleye atýlan yeni insan tipi olmalarýdýr. Yine Gregor’un babasý Pantaleimon Melokov, küçük mülkiyetin tipik bir temsilcisidir. Her þeyi hesaplayan, kurnaz, diðer köylüleri ve akrabalarýný bile kandýracak denli hýrslý. Kendi ailesini, çiftliðini, birkaç dönümlük arazisi, hayvanlarý ile alýþýlageldik yaþam biçimini, yani eski toplumu, çöken ve çökmekte olan bu yaþam biçimini korumak için, statüsünü devam ettirebilmek için uzun süre mücadele eder, karþý koyar. Bu uðurda büyük oðlunun ölümünü görür; küçük oðlu Gregor’un bir o yana bir bu yana savrulup gidiþini izler. Elinden hiçbir þey gelmez. Sonunda yeni olan kazanýr. Þolohov, eski dünyayý Aksinya’nýn ölümünde somutlayýp, bütün karþý çýkmasýna, boþu boþuna direncine raðmen Gregor’un elleriyle onu mezara yatýrdýktan sonra, Gregor þahsýnda onu her þeyi kabullenip köyüne, teslim olmaya götürürken; yeni dünyanýn zaferini kýzkardeþi Dunya’nýn özgürlüðü ve aþkýnda gösterir. En baþta da belirttiðimiz gibi, Þolohov’da toplumcu gerçekçi edebiyatýn belirgin yanlarýndan biri olan toplumsal insaný çizerken, onu tarihin içinde, bütün hareketliliðiyle, devinimiyle çizer. Zaten “Durgun Akardý Don”u Ekim Devrimi ve iç savaþ sürecini anlatan bir baþyapýt düzeyine çýkaranda, Þolohov’un bunu anlatýrken bu denli usta ve baþarýlý anlatýmý olmuþtur.

K. M. Simonov 1915 - 1979 BEKLE BENi Bekle beni, döneceğim ben. Çok çok, bıkmadan bekle! Sarı yağmurların Hüznü basınca, Kar kasıp kavururken, Kızgın sıcaklarda – bekle. Uzak yerlerden mektuplar kesilince Bekle beni. Birlikte bekleyenlerin beklemekten Usandığına bakma, bekle. Bekle beni, döneceğim. Unutmak zamanı geldiğini Ezbere bilenleri Hayırla anma! Varsın oğlum, anam Hayatta olmadığıma inansın, Dostlarım beklemekten usansın, Ocak başında toplanıp Acı şarapla Yadetsinler beni. Sen bekle. Onlarla birlikte İçmekte acele etme. Bekle beni; döneceğim, Bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim! "Şansı varmış..." desinler, Beklemedikleri için, Beni bekleyerek Düşman ateşinden nasıl Koruduğunu anlayamazlar. Sağ kalışımın sırrını yalnız Senle ben bileceğizBütün sır -senin Başkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende. K. M. Simonov

55


Yunan İç Savaşı ve Edebiyat Atila Oğuz

“Ýlyada” ve “Odysseia” bir yandan Yunan tragedyalarýnýn habercisidir, diðer yandan, yalýn bir dille kaleme alýnan daha doðrusu söze dökülen destanlardaki anlatým tarzý; geçmiþ ve þimdi arasýnda gidip gelerek -zaman akýþýný kýrarak- aktarýlan hikayeler, modern edebiyatýn bilinç akýþý tekniðinin öncüsüdür. Usluptaki sadeliðin asýl nedenini ise, o çaðlarda sözlü anlatýmýn müzik eþliðinde yapýlmasýnda bulabiliriz. Ancak bu sadelik, bir cansýzlýk anlamýna gelmez; tersine, çok canlý ve eðlenceli bir havasý vardýr Homeros hikayelerinin. Gördüðü, bildiði insanlar, mekanlar ve eþyalardýr onun anlattýklarý. “Homeros, sürülmüþ bir tarlayý, buðday-yürekli ekmeði, kuþlarýn uçuþunu, yontulmuþ bir iskemleyi, limanda bir gece-göðüne karþý duran gemileri, derede çamaþýr yýkayan kadýnlarý anlatýr. Yalýndýr, canlýdýr, klasiktir... Ýrlandalý yazar James Joyce’un Ulysses’i, Ýngiliz yazar Shakespeare’in Troilus ve Cressida’sý, Roma’lý þair Virgil’in Aeneid’i Homeros’un destanlarýndan derin izler taþýyan eserlerdendirler.

unan iç savaþý, edebiyatý ve yakýn tarihine baþlamadan önce eski Yunan tarihi ve edebiyatý üzerine kýsaca deðinmekte fayda var. M.Ö. 2000’lerde Akhalar Yunanistan’a geldiler ve Mykeni, Argos, Tiryas, Pylos bölgelerinde yerleþtiler, geldikleri yerler Rusya’nýn uçsuz bucaksýz stepleridir. Bu bölgeye yerleþen Yunanlýlar zamanla geliþerek, özellikle deniz yoluyla Doðu’ya ulaþýp oradan hem ticaret hem de ekinsel alýþ veriþler yaptýlar. Ve hemen burunlarýnýn dibindeki Minos uygarlýðýný da (Girit) zamanla iþgal edip, zenginliðine el koyarak, tarihe mal olan Yunan uygarlýðý oluþmaya baþladý. Yunan söylencelerinde yoðun Mýsýr, Mezopotamya (Sümer) Anadolu ve Girit etkileri vardýr, bunlarýn çoðunun adlarýný deðiþtirerek aldýlar, bazýlarýný da olduklarý gibi aldýlar ve tarih sahnesinde insanlýk için önemli edebi ve felsefi kaynaklar sundular. Girit’in kýsaca Yunan uygarlýðýna etkilerine bakalým. Girit’te geliþmiþ bulunan müthiþ bir mühendislik bilgisi vardý ve Giritliler Yunan þehirlerini inþa ettiler. Bu þehirler Miken, Tyrinthe idi bu daðýnýk ve fakir kasabalarý Giritliler tarafýndan inþa edilen saraylarla süslediler. Yunanlýlar Giritlilerden öðrendiklerini büyük bir titizlikle kendileri de örmeye devam ettiler. Burada görüldüðü gibi Yunanlýlar bir çok þeyi Giritlilere borçluydular ve daha fazlasýný Giritliler, Sicilya’daki Chypre’i sömürge altýna almak için askerlere ihtiyacý vardý ve Yunanlýlar aldýlar gemilerine ve Yunanlýlarda denizciliði öðrenmiþ oldular. Eski Yunan edebiyatý, taklit bir edebiyat olmamakla beraber orijinal sayýlabilecek niteliktedir, yazarlar daha çok kendi yaþayýþ ve gör-

Y

56


düklerinden esinlenerek sanat eserlerini yaratýrlardý ve bu da Yunan edebiyatýný özgün bir edebiyat yapar, çok derin tarihi kaynaklara inmemek kaydýyla. Bütün edebi türlerde olduðu gibi Yunan edebiyatý da þiirle baþlar, bu þiirler Hymnos adýný alýr ve dinsel niteliktedirler. Bu þiirlerin en önemlisi tanrý Apollon’un þerefine söylenirdi, daha sonra diðer tanrýlar içinde söylenmeye baþlandý. Eski Yunan edebiyatý beþ bölüme ayrýlýr, bunlardan ilki, Epik Çaðdýr. Bu dönemde kendi içinde üç bölüme ayrýlýr: 1- Homeros’tan önceki edebiyat, Hymnos; yukarda açýkladýðým bölüm, ilk Aoýdoslar; bunlarda dönemin ilk ozanlarý. Epik Aoýdoslar; bu dönemdeki ozanlar þiiri dinsel etkiden kurtarýp kahramanlýk þiirleri, yani destanlarý söylemeye baþladýlar. Rhapsodoslar; bunlarda müzik eþliðinde deðil de ellerinde bir deðnek tempo tutarak þehirden þehre dolaþarak okurlardý. 2- Epik Þiir (Destan), epik þiirin (destan) vataný Yunanistan ve Girit’tir ancak Dorlarýn Yunanistan’ý iþgal etmeleriyle bir kýsým Yunanlýlarýn küçük Asya’ya gelmeleriyle baþlar ve geliþir. Truva’yla da doruk noktasýna ulaþýr, Homeros’unda Ýzmirli olduðu bilinir. 3- Didaktik Epos-Heriodos, bu dönem ki þiirler Homer’den farklýdýr, artýk kahramanlýk þiirlerinin yerini, geliþen demir çaðýyla birlikte insanlarýn günlük yaþamdan kaynaklanan kaygýlarý alýr ve bu sorunlara eðilir þiir, þiir artýk öðretici konumdadýr, bilgi taþýmaktadýr. Hesiodos (yaklaþýk olarak Ý.Ö. 700 yýllarýnda Askra’da doðmuþtur) Hesiodos’tan kýsa bir þiir: Babamýz gibi yap sende, koca budala Perses, o da bir gün daha güzel yaþama umuduyla Aþtý engin denizleri býrakýp ardýna Aiolya’nýn Kyme kentini, Geldi buralara kara gemisiyle. Bolluktan, zenginlikten, rahatlýktan deðil, Kör olasý yoksulluktan kaçýyordu. Geldi Helikon’un eteðinde Bu lanetli Askra’ya yerleþti Bu kýþý sert, yazý çekilmez, tatsýz kasabaya Bu kýþý sert, yazý çekilmez, tatsýz kasabaya Lirizm ve nesrin baþlangýcý; lirizmin farklý türleri 8. ve 6. yüzyýllardaki dönemde baþlar. “Lirik Çað” da denir bu döneme, bu dönemle birlikte ilk filozoflarda ortaya çýkmaya baþlar ve lirizmin yanýsýra felsefe, tarih de baþlamýþ olur. Lirik þiirin kökenleri baþlangýçta çeþitli þarkýlarla baþlamýþ ve epik destanlarda bulunan lirik unsurla birlikte Ý.Ö. VII. yüzyýldan baþlayarak bir tür olarak þiiri yaratmýþtýr. Lirik þiirde kendi içinde beþ gruba ayrýlýr. Lirik þiirden sonra Elegeiak þiir gelir ve VII. yüzyýlda ortaya çýkar ve lirik þiirin en eski biçimlerindendir dil ve biçim olarak destan þiirine benzer. Bu þiirin kurucusu olarak Kallinos kabul edilir (yak. Ý.Ö. VII. yy.) Kallinos’un þiirinden kýsa bir örnek: Genç silah arkadaþlarým, Ne zaman göstereceksiniz mertliðinizi?.. Ayný dönemin þairi ve ayný zamanda bir devlet adamý olan Solon (Ý.Ö. 640-558)’dan bir örnek:

57

Victor Hugo 1802-1885 1831-1941 arasında çok sayıda şiir, piyes ve roman yazan Hugo, 1841’de Fransız Akademisi’ne seçildi. 1848 İhtilali’nden sonra Cumhuriyetçi saflara geçti ve Cumhurbaşkanlığı için aday bile oldu. Kendisi seçilemedi, ama seçilen Louis Napolyon’u destekledi. Ancak Napolyon da imparatorluğunu ilan edince, Hugo 1851’de Fransa topraklarını terk ederek yirmi yıl sürecek gönüllü bir sürgünü geçireceği- Channel Adalarına yerleşti. Burada yazdığı “Sefiller” (1861), onun en çok tanınan ve sevilen eseridir. İmparatorluk dönemi sona erip Üçüncü Cumhuriyet kurulunca, Victor Hugo, Paris’e bir kahraman olarak döndü. Millet meclisine seçildi, ama politikadan çok edebiyatla ilgilenmeyi tercih etti. 1885’de öldüğünde, büyük bir törenle Pantheon’a gömüldü.


Halka hakký olduðu kadar itibar verdim þerefini ne pek azalttým ne de pek bol sundum zengin ve kuvvetli olan aðalara ‘hakkýnýzdan çoðunu almayacaksýnýz’ dedim Her iki yaný da kuvvetli silahla korudum hiçbirine ötekini haksýzca ezdirmedim Theognis (Ý.Ö. VII. yy.) Phokylides (Ý.Ö. VI. yy.) Elegeiak þiirinin temsilcilerindendirler.

Dido Sotiriyu 1909 - 2004

1909’da Aydýn’da doðdu. Ülkesindeki kadýn haklarý mücadelesinde her zaman ön saflarda yer aldý. 1970’lerde Türkiye’de en fazla okunan romanlardan biri olan, Türk ve Rumlar arasýndaki dostluk ve sevgiyi anlatan “Benden Selam Söyle Anadolu’ya”nýn yazarýdýr. Bu topraklarý hiç unutmadý ve Ege’nin iki yakasýný bir araya getirmek için çalýþtý. Sotiriu, ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya’ ile Yunanistan’da birçok barýþ ve dostluk kuruluþundan ödül aldýðý gibi Abdi Ýpekçi Barýþ ve Dostluk Ödülü’ne de layýk görüldü. Sotiriu’nun ülkemizden yayýmlanmýþ diðer kitaplarý arasýnda ‘Buyruk: Beloyannis’in Öyküsü’ ve ‘Ölüler Bekler’ bulunuyor.

IAMBÝK ÞÝÝR; bir kýsa bir uzun heceden oluþur ve kurucusu Paroslu Arkhilokhos’tur. Bu þiirin ilk heceleri hiciv ve intikam duygularýný yansýtýr, konuþmaya uygun yapýsý nedeniyle tragedia ve komedia þairleri tarafýndan kullanýldý. Simonides (Ý.Ö. VII. yy. ortalarý) Hipponaks (Ý.Ö. VI. yy.) Ananios (Ý.Ö. VI. yy) ayný dönemin þairleridir. SOLO LÝRÝÐÝ ODE Solo liriði kiþisel duygularý, lirik ve elegeiak türleriyle harmanlanmasýndan doðan bir türdür. Bu türde söylenen þiirler, aþk þarkýlarý, içki þarkýlarý, politik þarkýlar ve savaþ þarkýlarýdýr. Dönemin þairleri: Alkaios (Ý.Ö. 630-560), politik þarkýlar, içki þarkýlarý ve aþk þarkýlarý yazmýþtýr. Kýsa bir örnek; “Ýçelim! niye bekleyelim lambalarý?/Gün ýþýðý zaten bir parmak kaldý. Ey sevgili” Sappho (Ý.Ö. 630-565) Anakreon (Ý.Ö. VI. yy.) Erinna (Ý.Ö. IV. yy. sonu) dönemin þairleridirler. KORO LÝRÝÐÝ, ortak duygu ve heyecanlarý ifade eden þarkýlardýr. Homeros’tan öncede vardý. Sparta’daki Dorlar tarafýndan geliþtirilmiþ ve Yunanistan’a yayýlmýþtýr. Bu korolarýn söylediði þarkýlar, tanrýlara ve kahramanlara söylenirdi. Düðün törenlerinde, ölülerin ardýndan, tanrý Apollon için söylenen þarkýlarý Girit kökenli olan paianalar söylerdi. Bunlar Sparta’da çok popülerdi. Baðbozumlarýnda tanrý Dionysos için, tanrýlardan da çok insanlar için þarkýlar söylerlerdi ve zafer kazandýklarýnda da çeþitli oyunlar eþliðinde söylerlerdi. Bu dönemin þairleri; Thaletas (yak. Ý.Ö. VII yy.) Giritli, Terpandros (Ý.Ö. VII. yy.) Antissa þehrinde doðdu, Sparta’da yaþamýþtý. Arion (Ý.Ö. VII. yy. ortalarý) Alkman (Ý.Ö. VII. yy.) Alkman aslen Lydialý’dýr Saparta’da doðduðu sanýlmaktadýr. Lirik þiirin kurucularýndandýr, genç kýzlar için þiirler yazardý. Kýsa bir örnek: Tanrýlar ateþ püskürür, öç alýr. Mutludur bütün bunlara raðmen Günlerinin örgüsünü huzurla dokuyan, Gözyaþý dökmeyen insan. Stesikhoros (Ý.Ö. VII-VI. yy.) Ibykos (yak. Ý.Ö. IV. yy. ortalarý), Keoslu Simonides (Ý.Ö. 556-467) Bakkhylides (Ý.Ö. 505-450), Bakkhylides, Simonides’in yeðeni ve öðrencisiydi. Þiirinden kýsa bir örnek: Ancak barýþ Refaha kavuþturur insanlarý

58


Baldan tatlý türkülerden demetlere... Timokreon (Ý.Ö. V.yy.), Lasos (Ý.Ö. VI. yy.), Karinna (Ý.Ö. VI. yy.), Pindaros (Ý.Ö. 522 veya 518-446) ÝLK FÝLOZOFLAR Ionia okulu: Ionia’da boy vermeye baþlamýþtý ilk tanrý kavramýnýn dýþýnda dünyayý ve olaylarý inceleme ve Yunan felsefesi iþte bu Ionia veya Miletos okulunda filizlenmeye baþladý. Miletoslu Thales (Ý.Ö. 624-545) yunan felsefesinin kurucusu olduðu güçlü bir ihtimaldir, fizik, geometri, astronomiyle ilgilenmiþtir, evrenin oluþumunu açýklamak içn Thales her þeyin sudan baþladýðýný söylemiþ ve Ý.Ö. 585’teki güneþ tutulmasýný önceden hesaplamýþtý. Thales için þunu da belirtelim; Thales ayný zamanda bir tüccardý ve gemilerle doðuya seferler yapardý ve doðudan da bilgi aktarýmý olduðu da tartýþma götürmez bir gerçektir. Dönemin diðer filozoflarý sýrasýyla þunlardýr: Anaksimandros (Ý.Ö. 610-547) Thales’in arkadaþý ve öðrencisi. Miletoslu Anaksimandros, Miletos okulunun ilk filozoflarýndandýr. Anaksimenes (Ý.Ö. 580 veya 525-520) Anaksimenes’de miletosludur, asýl unsur olarak havayý kabul eder. Diogenes (Ý.Ö. 460-390) Diogenes’de hocasý Anaksimenes gibi asýl unsur havayý kabul eder. Heraklitos (Ý.Ö. 550-480) miletos okulunun Efesoslu bir filozofudur. Heraklitos’a göre, hiçbir þey yerinde durmaz, her þey hareket halindedir. Miletos okulundan sonra kurulan Ýtalya okulunun ve Elea (Velia) okulundan geniþ olarak bahsetmeyeceðim artýk, geliþimin seyri bellidir, yalnýzca dönemin filozoflarýný sýrasýyla vereceðim. Ksenophanes (Ý.Ö. 570-475), Parmenides (Ý.Ö. 515-445), Zenon (Ý.Ö. 490-430) Geçmiþ tarihin arka sokaklarýnda yaptýðýmýz bu kýsa gezintinin amacý irdeleyeceðimiz Yunan Ýç Savaþý ve edebiyatý hakkýnda bize saðlam dayanaklar sunmasý ve gelecek adýna koyulan her tuðlanýn hangi temellerde geliþtiðini görmek ve bilmek zorunluluðundan gelmektedir, bunu Yunan Ýç Savaþýndan da göreceðiz. YUNANÝSTAN’DA ÝÇ SAVAÞ VE EDEBÝYAT 1943-1949 yýllarý arasýnda yaþandý ve savaþ türkülerle baþladý. Ýþte bir Klept Türküsü: Yoldaþlar beni sorarlarsa sana, Bir kurþunun beni durdurduðunu söyleme onlara, Söyleme bahtsýz olduðumu. Denizlerin ötesindeki o kederli ülkede Evlendiðimi söyle onlara. Karýmýn anasý koca bir yassý taþýr þimdi, Çakýl taþlarýdýr erkek kardeþlerim Ve gelinim benim, kara topraktýr. Yunanlýlar bütün tarihleri boyu iþgalcilere karþý hep savundular yurtlarýný ve Klept’ler diye ünlendiler, iþte iç savaþta da ayný ruh haliyle ve türkülerle karþý koyuyor Helasýn kýzýl direngenleri. Yunan iç savaþýnda, Yunan köylülerinin gelenekten gelen düþmana karþý koyma ve savaþma, partizan saflarýna yoðun bir þekilde katýlmalarýný saðladý. Elas’ýn doðusu, 1942 Temmuz’unda bir sabah Atina’nýn üç yüz kilometre kuzey batýsýndaki Karpenisi bölgesinde küçük bir yer olan Domnista’nýn köy meydanýnda tepeden týrnaða silahlý onbeþ adamýn görülmesiyle türküler söylenmeye baþlandý daðlarda. Asla yýkýlmayan sarsýlmaz bir duvar gibi, Gümbürdeyen savaþ alanlarýnda,

59

J.-B. CLEMENT (1836-1903) “Ekmek Parçasýnýn Þarkýlarý” adý altýnda topladýðý romanslarıile tanınır. “Halkýn kendi yoksulluðunu görmeye, kendi çýkarlarýný düþünmeye zorlamak gerek. Þarkýlar bilimadamlarýnýn söylevleri gibi sýkýcý deðil, çaðdaþ düþünceleri yansýtan, geleceði söyleyen ve hazýrlayan ezgiler olmalýdýr,” der. Geleceðin Þarkýlarý’ný bu düþünceyle yazýp bu þarkýlarda sanayi köleliði temasýný iþler. “tüze adýna sesleniyorum/çoktan geldi zamaný/fabrika kölelerinin/toprak kölelerinin, madencilerin/kendi seksen dokuzlarý olmalý.” dizeleri nedeniyle Belçika’ya sýðýnmak zorunda kalýr. Bir yýl önce Montmartre’da yazdýðý, Komün yenilgisiyle yeni bir anlam kazanacak olan baþyapýtý “Kiraz Zamaný”ný 1867’de Belçika’da yayýnlar. 1870’te basýn suçlarýndan bir yýl hapis cezasýna çarptýrýlýr. Versaylýlar Komüne saldýrdýðýnda son kurþununa kadar direnenlerin arasýndadýr. Haziran 1871’de “Kanlý Hafta” þiirini yazar. Devrimci militan bir yaþam sürdürür. Elinde baston, taþrayý dolaþýr, baþkentin devrimci halkýna, iþçi sýnýfýna destek olacak örgütler kurar. 1 Mayýs 1891’deki eylemi nedeniyle iki yýl hapis cezasýna çarptýrýlýr, geniþ halk yýðýnlarýnýn protesto gösterileri nedeniyle cezasý ertelenir. “Komüncülerin Öcü” adlý bir de romaný olan yazar, 1903’de ölür.


Antonio Machado y Ruiz 1875 -1939

adrid’te Institucion Libre de Ensenanza’da ve Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde edebiyat üzerine öðrenim gördü. Çevirmenlik ve öðretmenlik yaptý. Ýç Savaþ sýrasýnda Cumhuriyetçilerin safýndaydý, 1939’da annesiyle birlikte baþka mültecilerle sýnýrý geçip Fransa’ya sýðýndýðý yýl öldü.Ýspanyol edebiyatýnda döneminin umutla umutsuzluk arasýndaki gerilimini yansýtan ürünler vermiþ,1898 Kuþaðý denilen hareketin önemli temsilcilerindendir.

M

Aris’in önderliðinde kuruldu Halk Ordusu 1923 yýlýnda 23 yaþýndayken Genç Komünistlerin lideri oldu Aris. Aris’in ismi mitolojideki savaþ tanrýsý Ares’ten etkilenerek konulduðu sanýlýr, öyle olsun veya olmasýn Aris tam bir savaþ tanrýsýydý iþgalci emperyalistlere karþý. Aris kýsa sürede Elas’ý toparlayýp hatýrý sayýlýr bir güç topladý ve Aris Yunanlýlara þöyle seslendi: Ýtalyan iþgalcilerine karþý, Ýtalya’yý ziyaret etmek isterseniz Yunan ordusuna katýlýnýz! 6 Nisan 1941’de Yunanistan’a geçmek üzere Yugoslavya’ya girdi Hitler’in SS’leri, hareket beklendiði gibi kýsa bir sürede olmadý ve bu süre içinde bazý seçkin Alman birlikleri fena halde hýrpalandýlar. Ýlk paraþüt olaylarý, Hitler’in de onlara büyük umut baðladýðý bu yeni savaþ aracý Girit savunmasý karþýsýnda bozguna uðradýlar. Sonuç olarak Yunan seferberliði Almanlarýn Rusya’ya karþý giriþecekleri saldýrýyý haftalarca erteletti ve böylece kýþ ayýna kaldý. Girit düþtükten sonra kral ve hükümet Yunanistan’da bulunan Ýngiliz birlikleriyle birlikte ülkeyi terk ettiler. Almanlar 27 Nisan 1941’de Atina’ya girdiler ve kendi iþbirlikçi hükümetlerini kurdular. Bu dönemlerde kent içinde mücadele güçleri direniþ için yeraltýnda biraraya gelirken, silahlý çetelerde köylerden daðlara doðru çekilmeye baþladýlar, bu çeteler partizanlar ya da eþkýyalardý, Yunan geleneðinde eþkýyalarýn önemi büyüktür. “Klepth” olarak adlandýrýlýrdý eþkýyalar, þimdi hepsi bir bir birleþiyorlar ve iþgalcilere karþý sýkýyorlar kurþunlarýný ve daha da bir gür söylüyorlar türkülerini. Yunanistan iç savaþý Elas’ýn ve diðer ulusal kurtuluþ örgütlerinin çabalarýyla yükseliyordu. Bu arada çeþitli eylemlerde yapýlýyordu. Bunlarýn baþýnda ulaþýmý engellemek geliyordu ve köprüler büyük bir ustalýkla havaya uçuruluyordu.Yunanistan iç savaþý baþtan da belirttiðim gibi, kent ve kýr olarak ikiye ayrýlýyor, her iki cephede de mücadele olanca hýzýyla akýyordu zulmün üstüne. Kentte direniþ büyük bir hýzla büyüyor ve kalabalýk bir kitle Meçhul Asker Anýtý’na doðru tüm engelleri aþarak ilerleyen kalabalýk ulusal marþlarýný söylüyorlardý hep bir aðýzdan. “Tanýrým seni Þimþekler saçan kýlýcýndan, Tanýrým seni Aziz Yunanlý kemikleriyle zenginleþen Topraða düþerken korkusuz bakýþlarýndan Ve eski çaðlardaki gibi Selamlýyoruz seni özgürlük” Ve son dize ateþ açan Alman ve Ýtalyan silahlarýnýn taramalarýyla kesildi. Selam sana özgürlük! Selam sana özgürlük! Ancak kent direniþleri bitip tükenmek bilmiyordu, dalga dalga akýyordu faþist iþgalcilere karþý. Çalýþma bakanlýðýnýn binasýna doðru yapýlan eylemde, bakanlýk binasý iþgalci avcý kuvvetler tarafýndan korunmaktaydý, direniþçilerinse sadece bir kuþ tabancasý vardý, ama onlarýn güçlü yürekleri vardý ve bugüne baðlayan güçlü geçmiþleri. Otomatik iþgalci faþist silahlarýn ateþi üzerine çýlgýnca yürüyen kalabalýk, karþý konulmaz bir istekle yürüyorlardý düþman namlularýnýn üzerine ve yürürlerken meydaný eski Yunan’ýn çýlgýn savaþ narasý kaplýyordu. Aera! (Aera, rüzgar, kasýrga, çýlgýnlýk) Otomatik silahlarýn ölüm kustuðu böyle bir anda, kalabalýk sadece bedenini atarak kurþunlarýn önüne binaya doðru yürüyordu ve yürürken ölen yoldaþlarýn cesetlerinin üzerinden büyük bir kararlýlýkla düþmanýn üzerine akýyorlardý ve nihayet kitle çýplak etle-

60


riyle otomatik silahlarý susturup bakanlýk binasýný baþtan aþaðý yaðmalayýp bütün belgeleri yaktýlar, ardýndan grevler ve direniþlerle devam etti kan mücadeleleri. Kýrdaysa partizan mücadelesi olaðan hýzýyla devam ediyordu, Ýtalyan iþgalcilerine karþý verilen büyük bir çatýþmanýn sonunda 100 Ýtalyan askeri ölü ve 146’sý esir alýnmýþtý. Yunan iç savaþýndan ve baharýndan kýsa bir alýntýyla devam edelim, bu alýntýdan partizanlarý daha iyi anlayacaðýz ve savunacaðýz. “Sabahýn alacakaranlýðýnda belli belirsiz seçilen yol daðlarýn arasýndaki doðal anfi tiyatronun içinden geçerek aþaðýlara doðru gidiyor ve Siatista geçidine doðru uzanýyordu. Uzun kývrýmýn sonunda görülen taþ bir köprü, yolu eriyen karlarýn hýzlandýrdýðý bir akarsuyun karþý kýyýsýna geçiriyordu. Kýsa ömürlü Yunan baharý, kayalardaki her çatlaktan fýþkýran sarý, kýrmýzý ve mavi çiçeklerle gözler önündeydi. Güneydeki meyilli arazi, kuþaklar boyunca toprakta iz býrakmýþ bakýmlý asmalarla setlenmiþ ve ekilmiþti... Her duvarýn ardýnda çömelmiþ, koyun postunun altýnda ýsýnmaya çalýþarak yolu gözleyen bir adam vardý... 5 Mart 1943 günü þafak söküyordu. Kazani tarafýna bakan setlerin arasýnda yüz kadar adam gizleniyordu. Çoðu Elas yedeklerinden ve özel bir gerilla birliðine baðlý olmayan köylülerden oluþuyordu. Dört gündür ayný yerde Grenevaiza kuþatan kalabalýk bir Ýtalyan askeri konvoyunu bekliyorlardý. Ve bu bekleyiþin ardýndan büyük bir gürültüyle Ýtalyan askeri kamyonlarý beklenen yere girmeye baþladýlar ve on kamyondan dokuzu etkisiz hale getirilip araçlara el koydu eski yapýlý silah ve hançerleri dýþýnda silahlarý olmayan, yürekleri güçlü insanlar. Yunan iç savaþýný bütün ayrýntýlarýyla anlatmak, sanýrým ciltler dolusu yazmayý gerektirir; ancak bu bir dergi yazýsý ve mümkün oldukça öz ve kýsa tutmalýyým. Ýç savaþ tüm hýzýyla akýp giderken, en nihayetinde iktidarla taçlandýrýlacakken Ýngilizlerin ve diðer emperyalistlerin entrikalarý ve Yunan Komünist Partisinin Merkez Komitesinin yanlýþ kararlarý sonucu, büyük bir yenilgiyle sonuçlandý, acýlarýna acýlar eklendi Yunan halkýnýn. Ama bitmedi yaþama savaþýmý. Ýç savaþla birlikte köklü bir edebi geleneði olan Yunan halký, iç savaþ döneminde de kahramanlýk türküleri ve hikayeleriyle yer etti halkýn yüreðine. Yunan Ýç savaþýnýn en önemli edebi üretimi olan Beloyannis’in öyküsü Dido Sotiriya tarafýndan kaleme alýnmýþtýr. Beloyannis için Komünist þair Nazým Hikmet’te Karanfilli Adam diye bir þiir yazmýþtý. Bu þiirin ilk dizesine kulak verelim: “Seher karanlýðýnda, projektörlerin ýþýðýnda kurþuna dizilen beyaz karanfilli adamýn fotoðrafý duruyor üstünde masanýn” Beloyannis için Uluslararasý eylemler yapýlmýþtý ama Yunan faþistleri kararlarýný vermiþlerdi, onlar için iþgalcilere karþý savaþmanýn önemi yoktu. Çünkü onlar her halukarda iðrenç midelerini doyuruyorlardý, Beloyannis’i 30 Mart sabahý, projektör ýþýðý altýnda kurþuna dizdiler. Ve insanlar ellerinde karanfillerle yollara döküldüler. “Ýnsanlar yollara dökülmüþ omuzlarýnda Beloyannis’in yüce tabutunu taþýyaraktan. Hançerlerinin arkasýna gizlenmeye

61

OZAN VE ÖLÜM Ölümle başbaşa yürürken görüldü o, Korkmadan tırpanından. - Gene de kuleden kuleye güneş Çekiçler örste, örste, demirci ocaklarının örsünde. Konuşuyordu Federico Okşayarak, ölümle. Ölüm dinliyordu onu. "Daha dün mısralarımda can yoldaşım, Kuru avuçların şaklıyordu senin Daha dün mısralarımda, Daha dün kırağını verdin şarkıma Ve ağlatı'ma gümüş tırpan keskinliğini, Seni şakıyacağım, sende artık kalmayan eti, Olmayan gözlerini, Rüzgârın dağıttığı saçlarını şakıyacağım O öpülen kırmızı dudaklarını... Ölüm, güzel çingenem, ölümümsün dün de bugün de, İçime çekerken Gırnata'nın havasını, Benim Gırnata'mın." Yürürken görüldüler onlar... Bir mezar yontun bana dostlarım Ozan için Taştan ve düşten, -Elhamra'da, Suyun ağladığı bir çeşme üstüne, Sonsuza kadar desin o: Cinayet Gırnata'da işlendi! Onun Gırnata'sında!

Antonio Machado y Ruiz


Eduardo Galeano 1940 14 yaşındaki ilk politik çizgi romanı, Sosyalist Parti'nin haftalık yayın organı El Sol’da yayınlanmıştır. 1973'te bir askeri darbe ile iktidar değişince Galeano hapse atılmış, daha sonra da sürgüne yollanmıştır. Arjantin'e yerleşmiş ve kültürel bir dergi olan, Crisis'i kurmuştur. 1976'da askeri bir darbe ile, Arjantin'de iktidara gelince ülkeden İspanya'ya geçti. 1985’ten bu yana Montevideo'da yaşamaktadır. “Bütün o uzun yýllar içinde aynada kendilerine ancak birkaç kez bakabildiler; gördükleri bir baþkasýydý. Uruguay askeri diktatörlüðünün, bitmez tükenmez iþkencelerden dolayý yýpranmýþ, bir tabuttan daha büyük olmayan barakalarýnýn yalnýzlýðýyla lanetlenmiþ, hint fakirleri gibi zayýf “rehineleri”, bir kýþladan diðerine taþýnýp duruyorlardý. Nesnelerle bile konuþamýyorlardý. Hücrelerde eþya yoktu, Hiçbir þey yoktu. Yeni bir iþkence raundunun habercisi olabilecek parmaklýklý kapýlarýn her gürültüsüyle veya postal sesleriyle havaya sýçrayark, buz gibi soðuk beton zemin üzerinde uyuyorlardý. Bazen onlara su bile verilmiyordu, o zaman kendi idrarlarýný içiyorlardý. Bazen yemek verilmiyordu, o zaman sinek, solucan, kaðýt, toprak yiyorlardý. Bazen bir mucize gerçekleþiyordu: Serin bir esinti, örülmüþ pencerelerdeki bir delikten içeriye portakal kokusu taþýyordu, ya da içeriye ince bir ýþýk çizgisini düþürüyordu, belkide delikte içeriye girme yolunu bulan bir kuþtüyü oluyordu. Bazen duvardan, yan hücredeki tutuklunun verdiði bir haber duyuluyordu; parmak týkýrtýlarýyla iletilen bir mesaj.” Eduardo Galenao

çalýþýyor caniler Çekilin caniler, çekilin kaçýn! Dünya sarsýldý. Gök sarsýldý. Evin temeli sarsýldý. Tavanda asýlý lamba sarsýldý. Saat kaç dersin? Saat kaç? Anýmsa bunu çocuðum anýmsa? Beloyannis’in ardýndan Fransýz þair Eluard’da þu dizelerle seslendi, nice þair ve yazar gibi. “Beloyannis öldü. Aydýnlýk bir gelecek uðruna namusumuzu ve umudumuzu korumasýný bildi. Gülümsedi sürekli...” Beloyannis’in ardýndan Yunan edebiyatý yeniden kahramanlýk türküleriyle çalkalandý ve ardýndan edebi metin çoðaldý, kin kusarak faþizme ve emperyalizme. Bir kez daha bize göstermiþ oldu ki halkýn öz gücünden baþka tutunacak bir dalý yoktur. Ezilen halklar, boyunduruktan kurtulmak için verdikleri mücadeleyle birlikte, farkýnda bile olmadan ekinsel bir zenginlik yaratýrlar ve bu ekinsel zenginlik onlarý ve mücadelelerini gelecek kuþaklara aktarýr ve yeni mücadelelere yol gösterir, öncülük eder. Çaðdaþ Yunan edebiyatýnýn pýrýltýlý ve aydýnlýk imgeli þairlerinden Yannis Ritsos, aydýnlýk ve devrimci deðerlerinden dolayý Yunan egemenleri tarafýndan sürekli sürgünlere maruz kalýyordu ama Ritsos her þeye raðmen ve bütün olumsuzluklara karþýn imgelerini örüyordu kardeþlikten yana bir dünya için. En önemli eserlerinden biri olan Yunanlýlarýn öyküsünden kýsa bir alýntý. “Onlar el sýkýþtýklarýnda, bütün insanlýk için parlar güneþ. Onlar gülümsediklerinde, küçük bir kýrlangýç fýrlar gür sakallarýndan Onlar uyuduklarýnda, on iki yýldýz düþer boþ ceplerinden. Onlar öldüklerinde, onlarýn bayraklarý ve davullarýyla yokuþu týrmanýr hayat” Yunanlýlarýn öyküsü anlatýldýðý bu kýsa bölümde nasýlda diriliyor partizanlarýn ve her türlü iþgalciye karþý ayaklanan insan yüreði, iþte Ritsos’un þiirini besleyen güçlü karþý koyuþ geleneðidir. Ritsos’un son bir dizesiyle veda edelim. “Açlýðý bilen insanlarýn gururuyla þafaða yöneldiler” Yunan iç savaþý ve edebiyatý, bütün direniþ geleneklerinde olduðu gibi, kendi kültürel zenginliðini, kahraman ve kahramanlýk destanlarýný yarattý, direnen bütün dünya halklarýna aydýnlýk bir yol olmasý dileðiyle… Kaynaklar: 1- Buyruk (Beloyannis’in Öyküsü), yazan Dido Sotiriyu, Belge Yayýnlarý 2- Yunan Ýç Savaþý (Kapetanios), Domýnýque Eudes, Belge Yayýnlarý 3- Yunan ve Roma Mitolojisi, Colette Estýn-Helene Lapore, Tübitak 4- Eki Yunan Edebiyatý, Güler Çelgin, Remzi Kitabevi 5- Ýnsanlýk Tarihi, Andre Rýbard, Say Yayýnlarý 6- Yannis Ritsos Seçme Þiirleri, Türkçeye çeviren, Cevat Çapan, Yön Yayýnlarý

62


Tütün

Dimitr Dimov D. Dağlı

imitr Dimov’un yapýtý Tütün, bir partizan romanýdýr. Partizan roman olarak proleter romandýr. Proletarya dýþýnda komünist partizanlýk yoktur. Yazar, salt proletaryanýn toplumsal yaþamýný ve mücadelesini ele almamýþ, proletarya ile karþýtlýk halinde olan burjuvazinin toplumsal iliþkilerini de yansýtmýþ. Eðer böyle yapmamýþ olsaydý, diyalektik yarý yolda kalmýþ olurdu. Çünkü burjuva toplum karþýtlarýn birliðine dayanýr. Bu birliðin bir kutbunda burjuva sýnýf karþýt kutbundaysa proleter sýnýf vardýr. Sýnýflý bir toplumda, ancak sýnýflarýn karþýlýklý iliþkisi kavranabilirse toplumun durumu ve gidiþi de kavranmýþ olur. O halde burjuva toplumu oluþturan sýnýflarý, onlarýn karþýlýklý sýnýf iliþkileriyle birlikte vermek gerekiyor. Bu karþýlýklý iliþki dýþýnda ne emekçi sýnýfýn durumu anlaþýlabilir ne de egemen sýnýfýn durumu. Bütün sorun, sýnýflarý hareket halinde, deðiþim içinde hem tarihsel hem de diyalektik olarak verebilmektir. Romanda, burjuva dünyasýna geniþ yer veriliyor. Yazarýn bununla amacý, burjuvazinin kendi içindeki iliþkilerin geliþimini mümkün olduðunca tüm detaylarý içinde verebilmektir.Yazarýn gözlemlerinin gösterdiði gibi burjuva dünyasý, sürekli çýkar çatýþmalarý, rekabet, bireylerin birbirleriyle savaþý, kirli iliþkiler ve çürüme içindedir. Bu dünyanýn çürümesi, burjuva toplumu karþýtý ve ardýlý tarafýndan temellerinden sarsýldýkça daha derin bir durum almaktadýr. Roman, burjuva dünyasýný, daha çok onun etrafýnda verdiði Nikotiana sahiplerinin þahsýnda kar, daha yüksek “kar için yapmayacaklarý þey yoktur” burjuva ilkesini doðru biçimde anlatýyor. Yazarýmýz, olaylarýn en baþýnda kendi deðerlendirmelerini iþin içine pek katmadan burjuvazinin durumunu olduðu gibi betimliyor. Okuyucu, olaylarý tarihsel akýþý içinde, nereye doðru gittiðini yine olaylarýn geliþimi içinde kavrýyor. Böylece okur, kendini olaylarýn, iliþkilerin içinde bulurken, geliþmenin, olaylarýn hangi yöne doðru gideceðini kendisi de sezebiliyor. Yazar, kitabýn sonuna doðru, adeta kitlelerin omuzlarýna çýkýp oradan seslenen bir ajitatör gibi davranýyor, burjuva dünyasýnýn kaçýnýlmaz çöküþünü ve kaçýnýlmaz olarak çökeceðini yüksek sesle ilan ediyor. Ya da burjuva dünyasýna son veren, onu yýkan emekçi kitlelerin sesi oluyor. Yazarýn roman içinde ve sonunda böylesi deðerlendirmeler yapmasý doðaldýr. Örnek, Tolstoy Savaþ ve Barýþ’ta bunu yapýyor. Cervantes Don Qouiote’de ayný þeyi yapýyor. Tütün’de iþçiler, doðru olarak, militan, dünyayý deðiþtiren güç niteliði içinde veriliyor. Yaþamlarý ve mücadeleleri anlatýlan tütün iþçileri, iþçi sýnýfý partisinde örgütlü ve partinin yönetiminde hareket ediyorlar. Ýþçilerin mücadelesi ve bireyler anlatýlýrken, onlarýn geldikleri düzeyi doðru biçimde kendi gerçekleriyle anlatma Tütün’ü toplumcu (sosyalist) gerçekçi roman yapmaktadýr. Dimitr Dimov, burada, kafasýnda militan bir iþçi tipi yaratmýyor. Gerçek yaþamda olaný yeniden yaratýyor, o kadar. Hiç þüphesiz salt bir ayna gibi yansýtýcý rolüyle sýnýrlý kalmýyor; sýnýf savaþýnýn belli bir dönemini yeniden yaratýrken, ona

D

63

Dimitr Dimov 1909-1966

imitr Dimov Çaðdaþ Bulgar edebiyatýnýn ünlü ustasý. 1909 yýlýnda Loveç’te doðdu. Çocukluk yaþlarýnda Fransýzca ve Ýspanyolca öðrendi. Liseyi bitirdikten sonra Veterinerlik Fakültesine girdi. 1934’de fakülteyi bitirip bir köyde veteriner olarak çalýþmaya baþladý. 1939’da tekrar üniversiteye dönerek asistan oldu. 1940’tan 43’e kadar Madrid’te kaldý. 1946’da doçent, 1953’te profesör oldu. Dimov’un ilk yapýtý 1938’de yazdýðý ‘Teðmen Bends’dir. Asýl ününü 1945’te yayýnladýðý ‘Mahkûm Ruhlar-Tutku’ ile yaptý. Bir tütün þirketinde memur olarak çalýþan üvey babasý sayesinde,tütün iþçilerinin yaþamýný ve onlarýn mücadelesini yakýndan tanýdý. Sosyalist Gerçekçiliðin en önemli yapýtlarýndan olan ‘Tütün’ün oluþmasýnda bu dönemin önemli bir payý vardýr. 1966’da Bükreþ’te öldüðünde, ardýnda üç roman, üç oyun, dört büyük öykü ve gezi notlarý býrakmýþtýr. Dimitr Dimov, az yapýtla da olsa, adýný büyük ustalar arasýna yazdýrmayý baþarmýþ yazarlardan biridir.

D


YİRMİ ALTILAR BALADI Söyle, şair, şarkıyı Söyle Gök bezi mavidir Öyle Denizin de şarkıdır mırıltısı Mırıltı... Yirmi altı onların sayısıydı, yirmi altı Mezarlarını kumlar saklamaz İki yüz yedinci verstada Kurşuna dizildiklerini Kimse unutmaz Denizin ardında Orda Havada dolaşan duman Görüyor musun kum altından Kalkıyor Stepan Şaumyan Kumlu çöl tenha mı tenha Bak, orda elli el daha Kalkıyor püfünü silerek Diyor yirmi altılar: "Bakû'ye gitmemiz gerek Bir görelim durdukça duman Nasıldır bizim Azerbaycan Gece, Bir kavun misali Yuvarlatıyor ayı Dalgalar yalıyor kıyıyı Tam böyle bir gece Frenkler Onları kurşuna dizdiler. Sosyalizm uğruna Haydi kalk Ayağa kalktı bütün halk Çarlığa karşı El ele Hem köylü hem de amele İliç vardı Rusya'nın orda Beylerin başına çekiç İndiren atamız İliç Kafkas'taysa burda Bunlar Bunlar vardı, yirmi altılar Gece karanlığı hafifçe Hafifçedir o, bu gece Bakû üstünde uçuyor karaltılar Yirmi altılar Yirmi altılardır bu karaltı Yirmi altı. Hışırdayan

kendinden bir þeyler de katýyor, fakat kattýðý þeyler, sürecin güçlü, sanatsal anlatýmýdýr sadece. Gerçek yaþamda Bulgaristan proletaryasý tüm o süreçleri yaþamýþ ve büyük bir devrim gerçekletirmiþtir. Böylesine devrimci bir sýnýfýn tarihi devinimini sanatsal olarak güçlü ve gerçekçi biçimde anlatmak gerekirdi. Tütün’de emekçi sýnýfýn tek kahramaný yok aslýnda. Belli bireylerin mücadelesi öne çýksa da daha çok sýnýfýn kolektif kahramanlýðý temel alýnmýþtýr. Bu ilke sosyalist sanatýn tüm alanlarýnda (roman, sinema, heykel vb.) iþlenmiþtir. Kitlelerin kolektif kahramanlýðý tek tek bireylerin kahramanlýðýný yok saymaz; bireylerin kahramanlýðý kitlelerin kolektif kahramanlýðýna dayanýr. I. CÝLT “Delikanlýlarýn þakalaþmalarýndan hiçbir tat almýyordu. Komþu kýzlarla da dostluk kuramýyordu. Dýþ görünüþlerine pek önem vermeyen basit ve kaba saba yaratýklardý, ama bunun farkýnda bile deðildiler; çünkü daha iyi bir hayat özlemleri ve kültürlü olma isteðinden yoksundular.” (sy.11) Küçük burjuva sýnýftan olan Ýrina, emekçi ve yoksul sýnýfýn insanlarýný aþaðýlýyor, küçümsüyor, kendini onlarýn dýþýnda ve üstünde görüyor. Ýrina gibileriyle her yerde karþýlaþmak mümkün. Sadece kendilerine güven duyar, kendi söylediklerinin dýþýnda söylenenleri saçma bulur, kendilerini kendi sýnýfýndan olan insanýn ideal tipi olarak görürler. Ancak kendi sýnýfýndan olan biriyle birlikte olduklarýnda mutlu olurlar. “Ne var ki, Ýrina, iyi çevrelerin kýzlarýyla da dostluk kuramýyordu; çünkü kendini beðenmiþlikleri onur kýrýcýydý. O kýzlar, öðretmenlerine bile kaba ve üst perdeden yanýt verirdi.” (sy.13) Ýrina, yoksul insanlarý kaba , kültürsüz, basit insanlar olarak aþaðýlarken, zengin çocuklarý da Ýrina’yý “alttan biri” diye aþaðýlýyor, küçümsüyorlar. Zengin çocuklarýyla arkadaþlýk kurmak, onlarýn kendisini çeþitli biçimlerde ve imalarla, bazen de doðrudan yapýlan hakaretlere, boyun eðmesi demektir. “Çakýr’ýn (polis komiseri) köydeki tarlasýndan baþka, kentin dýþýnda bir baðla bir de tütün tarlasý vardý; bunlarý, borçlarýný vaktinde ödeyemeyenlerden görevinin ve mahkeme mübaþiriyle olan yakýn dostluðunun yardýmýyla ucuza almýþtý.”(s.21) Köylüler, küçük üreticiler kapitalistler tarafýndan çeþitli yollarla sömürülürler: Borçlanma, ipotek, aðýr devlet vergileri vb. Kapitalist iþleyiþin egemen olmasýyla birlikte köylülerin, küçük üreticilerin mülkiyetlerinden uzaklaþmasý ve yoksullaþmasý da artar. Polis vb. devlet güçleri de küçük mülk sahiplerinin içine düþtükleri zor ekonomik durumlarýndan yararlanýrlar. Halk kitleleri mülksüzleþirken, onlar ekonomik güçlerini artýrýrlar. Onlar bunu sayýsýz yolla, baský, hile, fýrsatçýlýk vb. ile yaparlar. “Yasak kitaplar okuyor ve bir takým sersemleri hükümete karþý kýþkýrtýyor. Latince öðrenim yaptý, ama Eylül ayaklanmasýndan sonra hüküm giydiði için iþ vermiyorlar. Þimdi çeviriler yapýyor, ondan bundan para istiyor, ya da buna benzer þeyler ardýnda. Pek bilmiyorum.” (sy.26) Bu sözler, kardeþi Boris’in abisi Pavel hakkýnda söyledikleridir. Boris, Pavel’e tamamen karþý ve olumsuz tavýr alýr. Örgütlü bir komünist olan Pavel için söylenenler burjuva ve küçük burjuva çevrelerin her yerde komünistlere söyledikleridir. Burada adý geçen Eylül Ayak-

64


lanmasý, Bulgaristan’da Komünist Partisi’nin gerçekleþtirdiði (Eylül 1923) dünyanýn ilk anti-faþist ayaklanmasýdýr. Burjuvazinin ayaklanmaya katýlanlara yaptýðý baskýnýn bir biçimi de, onlara hiçbir yerde iþ vermemek ve bu nedenle aç býrakarak iradelerini kýrmaktýr. Ama komünistler kendileri ve halkýn özverileri sayesinde ayakta kalýr, mücadelelerini sürdürürler. “Tütün iþlemesini, satýn alma yollarýný, bilanço oyunlarýný, rüþvet daðýtma sanatýný, bir de grevleri bastýrmasýný hele bir öðrensindi! Yerlerini büyük bir kýskançlýkla koruyan ustalarla yönetmenler gibi küçük küçük hýrsýzlarýn, budalalarla yalancýlarýn koyduðu engeli aþýp büyük sermayenin, ortaklarýn, genel müdür ve baþuzmanlarýn gizemli dünyasýna giden yolu bulmaya çalýþacaktý.” (sy.30) Tütün iþletmelerinde daha sýradan biri olarak çalýþýrken Boris’in hayali ve aslýnda hedefi daha o zamandan þekilleniyor. Burjuva toplumda yaþayan her aklý baþýnda insan “büyük sermayenin, ortaklarýný, genel müdür ve baþuzmanlarýn gizemli dünyasýna giden yolu” bilir. Yazar bu “gizemli yolu” aslýnda yukarda olduðu gibi açýk olarak gösteriyor. Boris de, Stendhal’in Kýrmýzý ve Siyah romanýnýn kahramaný gencin durumunda olduðu gibi, burjuva toplumda yükselmenin hangi yolla olacaðýný kavramýþ durumda. “Ýlçenin pek çok þeyi bu adama (Nikotiana tütünün patronu) ve yabancý ülkelerle ticaretine baðlýydý. Tütün satýþýnýn baþlamasýný, iþçilerin alnýnýn terini, yaprak tütünün dýþ deðerini, ücretleri, hep o belirliyordu. Binlerce kiþinin bir lokma ekmek bulmasý ya da yoksulluða düþmesi onun elindeydi. Millet meclisinde bazý milletvekillerinin protestolarý, birden patlak veren grevler, iþçilerle polisler arasýndaki çarpýþmalarda onun yüzündendi.” (sy.42) Kapitalist üretim, ekonominin her alanýna el atýp tüm üretim üzerine egemen olunca, yani kapitalist üretim koþullarýnda, tüm ekonomik iliþkiler –ve tütün üreticilerinin de- sermayenin varlýðýna baðlý hale gelir. Toplumdaki tüm çatýþmalar (gerek parlamentodaki protestolar, gerekse grevci iþçilerin polisle çatýþmasý) emek-sermaye çeliþkisi ekseninde meydana gelir. Kapitalist toplumda iþçiler olmadan sermaye varolamaz; sermaye olmadan da iþçiler. Ama iþçilerin, sermaye olmadan da toplumsal üretimde bulunmalarý ve yaþamlarýný sürdürmeleri olanaklýdýr. Bu, mülkiyetin toplum mülkiyetine dönüþtüðü yerlerde olur. “Böyle yürümez. Anarþist oluverdik. Usta, parti icra komitesinden olan herkesi attý, yaptýklarýmýzý bir bir bozdu. Sen de hýrlaþýyorsun ustalarla her þey için.” (sy.44) Bunlarý, Bulgaristan Ýþçi Partisi üyesi olan kýzý Lila’ya söyleyen yine partili olan babasý Þiþko’dur. Þiþko yýllarýn tütün iþçisidir, iþten çýkartýlmýþtýr. Kapitalistler, eðer bir iþ yerinde komünistler varsa ve açýða çýkmýþlarsa, iþyerinde otoritelerini sürdürmek, isteklerini iþçilere kabul ettirmek için önce komünistleri iþten atarlar. Nikotiana tütün fabrikasýnda da ayný þey yapýlýyor. Þiþko, fabrikada ilk örgütlenme döneminin çalýþma tarzýyla hareket ediyor; sessiz sedasýz, fazla öne çýkmadan iþçiler arasýnda örgütlenmek. Lila ise iþçiler arasýnda belirli bir güç haline gelmiþ Parti’nin bu durumuna denk olarak daha atýlgan ve açýk bir kapýþmaya giriþme yanlýsý.

65

Ne yel, ne duman Konuşuyor dinle, Şaumyan: "Çaparidze, sen hele bak Köylünün elinde toprak İşçinin elinde Ekmek İktidar onların demek Bak, petrol kuyuları işler Her yerde trenler, gemiler Her yerde bunlar dolaşır Ve kızıl yıldızı taşır" Çaparidze diyor: "Evet Bu büyük, pek büyük nimet Görülüyor ki emekçiler Tamamiyle güce ermişler. Gece, bir kavun misali Yuvarlatıyor ayı Dalgalar Yalıyor kıyıyı Tam böyle bir gece Frenkler Bizi kurşuna dizdiler" Sosyalizm uğruna Haydi kalk Ayağa kalktı Bütün halk Çarlığa karşı El ele Hem köyle hem de amele İliç vardı Rusya'nın orda Beylerin başına çekiç İndiren atamız İliç Kafkas'taysa burda Bunlar Bunlar vardı, yirmi altılar. Bakû'nün üstünde Şafak sökmeye başlar Sustular artık Aziz karaltılar Kimi alnından yaralı Kimi göğsünden Dönüyorlar Mezarlarına Bakû'den Söyle, şair,şarkıyı Söyle Göz bezi mavidir Öyle Denizin de şarkısıdır mırıltısı Mırıltı... Yirmialtı onların sayısıydı Yirmialtı.

Sergey YESENİN


Gurbannazar Ezizov 1940-1975 ovyet Þair Gurbannazar Ezizov, 1940 yýlýnýn Mart ayýnda bir öðretmen ailesinin tek çocuðu olarak Aþkabat þehrinin Büzmeyin köyünde dünyaya gelir. Babasý Aziz Hümmedov II. Dünya Savaþýna katýlýr. Cepheden döndükten sonra da öðretmenlik yapar. Türkmenistan’ýn çeþitli yerlerinde yaþarlar. 1959 yýlýnda liseyi bitirir ve yine ayný yýl Türkmen Devlet Üniversitesi’nin filoloji bölümüne girer. 1955 yýlýndan itibaren dergilerde, gazetelerde þiirleriyle boy göstermeye baþlar. Üniversite yýllarýnda ise kendini tamamen edebiyatýn içinde bulur. Ölünceye kadar, deðiþik gazete ve dergilerde çalýþýr. 1975 yýlýnda aklýný yitirmiþ bir asker kaçaðýnýn serseri kurþunlarý altýnda can vereceði ana kadar gece gündüz “Benim Þi’riyetim” dediði þiirleriyle beraberdir. Gurbannazar Ezizov, sadece þiirleriyle deðil, genç þairleri yetiþtirmek için gösterdiði gayretle de tanýnmýþ bir isimdir.

S

“Lila, güvenle ‘Biz ne yaptýðýmýzý biliyoruz’” dedi. Þiþko, “Biliyorlarmýþ! Bir þey bildiðiniz yok” diye homurdandý. “Siz gençler son günlerde kendinizi aþýrý beðenir oldunuz.” “Sizlerin yanlýþlarýndan çok þey öðrendik.” Þiþko kaþlarýný çattý, ama neþesini bozmadan, ‘Ah, þuna da bak!’ dedi. ‘Yaa! Bunlarý sana Pavel Morev öðrettiyse, biz yaþlýlarýn da bir þeyler yaptýðýmýzý söyleyiver ona. Bir yýðýn partisi kurduk, grevler düzenledik, þurada burada ayaklanmalar…’” (sy. 44) Ýkisi de Ýþçi Partili, ikisi de tütün iþçisi olan baba ile kýzý arasýnda aslýnda bir çeliþki yok. Baba olaylara sahip olduðu birikim açýsýndan bakar, kýzý ise önceki kuþaðýn birikimine eleþtirel yaklaþýr. Gençler, önceki partili kuþaðýn hatalarýndan da öðrenirler ve daha ileri giderler. Bunun böyle olduðu bir süre sonra gerçekleþen devrimle doðrulanmýþtýr. Ama Þiþko ve önceki kuþaðýn yeni koþullara ayak uydurduðu –hiç deðilse bazýlarýnýn- partizan savaþý sýrasýnda anlaþýlýyor. Grevci tütün iþçisi Þiþko, daha sonra bir partizan birliðini yönetir. “Çocuklarý daha dölyataðýndayken hastalýklý damgasý yemiþ gebe kadýnlar, kýþlarýn boþta geçecek günlerini kara kara düþünen erkekler, yaþama gücünü tüketmiþ hüzünlü genç kýzlar, yarýnlarýndan güvensiz delikanlýlar. Saðlýklarýný Nikotiana’ya satmakla yoksulluktan kurtulabilmiþ her yaþtan tasalý ve asýk suratlý insan çalýþýyordu bu salonda. Kimilerine göre emeklerini isteye isteye satan bu bitkinler, çalýþýrken baðýra çaðýra sövüyor, veremli salyalarýný tükürmeyip yutuyor, tozlu bez parçalarýyla terlerini kurutuyorlardý. Kuru ve sapsarý parmaklar zehir saçan tütün yapraklarýný acele acele ayýrýyor, sonra küçük küçük paket edip sonunda balya yapýyordu. Ýþçilerden kimisi kaskatý olmuþ bacaklarýný oynatmayý deniyordu arada bir; tütün tozlarýyla týkanmýþ ciðerleri taze havaya kavuþmak istiyor, pörsümüþ yüzleri ve kýzarmýþ gözleri, bitmeyecekmiþ gibi uzayan iþ saatlerine son verecek kampanayý sabýrsýzlýkla bekliyordu” (sy. 56) Uygarlýk sermayeyle özdeþtir. Kapitalistlerin, kapitalist düzene yönelik tüm propagandalarý iþte bu uygarlaþtýrýcý eðilimi taþýr. Bugün insanlýðýn geliþme derecesi (uygarlýðýn düzeyi) tamamen bir sýnýfýn (iþçi sýnýfýnýn) hastalýklý geliþmesi, fiziki çöküntüsü ve entelektüel olarak gerilemesi pahasýna saðlanmýþtýr. Koca bir toplum, bir sýnýfýn (iþçi sýnýfýnýn) emeðine dayanýr. Bu nedenle iþçi sýnýfýnýn ayaklanmasý, kapitalist toplumun havaya uçmasý demektir. “Günlük geçim savaþý, erkeklerin gözünü budaktan sakýnmaz ve kadýnlarý kavgacý yapmýþtý. Aralarýnda çatýþmalar olmaktaydý. Sonunda, en az para alan ve en hor görüleni olan yaprak ayýrýcýlarýnýn baþýna patladý kabak. Ustabaþý, tütün yapraklarýnýn en deðerlisi olan ‘kabakulak’larý kýrýp bozmaya devam ederseniz iþten atacaðým” diye gözdaðý verdi. Zavallýcýklar aðlayýp sýzladýlar ve yapraklarý daha dikkatli iþlemek için büyük bir çaba gösterdiler. Parça baþýna para alan ‘balyacýlar’ da iþ aðýr gidiyor diye sövüp-saydýlar.” (sy. 57) Ýþçiler ortak örgütlenmedikleri, ve ortak hareket etmedikleri koþullarda, aralarýnda rekabet egemendir. Birbirlerine karþý kavgacýlýklarý, sürtüþmeleri, birbirinin yerini almaya çalýþmalarý ve kapitalistlerin koþullarýna boyun eðmeleri, hep aralarýndaki bu rekabetten ileri gelir. Her kapitalist, iþçiler arasýndaki rekabetten hem onlara boyun eðdirmek için, hem de ücretlerini düþürmek için sonuna dek yararlanýr. “Bizler bir düþünceye gözü kapalý saplanan kiþiler deðiliz. Bir iþçinin durumunun ne çetin olduðunu bilirsin. Hele gizli çalýþýldýðýnda…

66


En aðýr iþkenceler ve sonunda kendi elinde bir tabanca kurþunu… Evet, bazen bu bile bir mutluluktur, yakayý ele vermeden ya da onlarýn kurþunuyla gebermeden kendi elinle becerebilirsen (…) insanlarýn seviþtiðini, evlenip çocuklar yaptýðýný görürsün, kendi yaþayýþýn kör bir gaz lambasý gibi görünür gözüne. Kimi zaman korkunç bir yalnýzlýk duyarsýn, sinirlerini alt-üst eden bir yalnýzlýk. Böyle bir anda bir karým olsaydý, çocuklarým olsaydý, onlarý sevip öpseydim, ben de her þeyin tadýný çýkartsaydým diye özlem duyar, yanar tutuþursun. (Max Eþkenazi sy. 105-106) Komünistler hep aðýr koþullarda mücadele verirler. Hele mücadele yer altýnda, hem de yýllarca sürüyorsa, koþullarýn ne denli çetin ve aðýr olduðu kendiliðinden anlaþýlýr. Bunlar moral bozmanýn deðil, yeraltýnda çalýþan insanlarýn zaman zaman karþý karþýya olduklarý sýkýntýlarý dile getiriyor. Özellikle mücadeleye ilk baþlayanlarda bu düþünceler oluþur. Ama komünist savaþçýlar her þeyin bilincinde olarak davranýrlar. Her þeyden yoksunluk içinde ve aðýr koþullarda mücadele verirken, bu þartlarda savaþým verdikleri için, baþka zaman duymayacaklarý bir mutluluk duyarlar. “Yeni gelen müdürün büyük partiler halinde tütün satýn aldýðýný görenler, firmanýn felakete sürüklendiðini, batacaðýný ileri sürmüþlerdi. Oysa tersi olmuþtu. Nikotiana, Struma ve Bjalo More’yi yutup birer þubesi durumuna getirdi. Pay daðýtým altýn zincirine yeni birkaç bakan daha ekledi ve küçük firmalarý piyasadan uzaklaþtýrmaya baþladý. Bütün bunlar rakiplerine karþý açtýðý savaþta, Boris’in baþarýlarýydý. Yalnýzca Cohen’in Alman sigara tröstleriyle iliþkilerine Naziler iþ baþýna geldikten sonra ve bütün entrikalara karþýn dokunmadý. Yahudi Cohen, rakiplere karþý savaþta ise yarar bir öðeydi. Tütün ekicileri ve iþçilere gelince, Nikotiana onlarýn gýrtlaðýna öyle bir yapýþtý ki, öteki firmalarda hemen arkasýndan gittiler.” (sy. 147-148) Serbest rekabet, tekelleþmeler ve merkezileþmeye doðru ilerler. Her sermaye, daha küçük olaný yutarak büyür. Kapitalistler bu savaþta rakiplerini batýrmak için her olanaðý kullanýrlar. Bunun baþýnda devlet gücünü yanýna almak gelir. Tütün iþletmesi Nikotiana da bunu yapýyor. Kar ortaklarý arasýna devlet bakanlarýný, milletvekillerini alarak rakipleri karþýsýnda politik üstünlük saðlýyor. Devlet desteðini yanýna alan tütün iþletmesi, rakiplerini devirerek bu alanda tekel haline gelir. Nikotiana’nýn tüm bu atýlýmý, yeni genel müdür Boris sayesinde gerçekleþiyor. Her sermaye birleþmesi, merkezileþmesi, tekelleþmesinin ilk sonucu daima bir miktar iþçinin daha iþten atýlmasýdýr. Kapitalistler hem ekonomik olarak hem de politik olarak daha güçlü duruma gelir gelmez, iþçilere karþý þiddetli bir saldýrýya geçerler. Tabi tüm kapitalistlerin iþçilerin tepesine inmede ortak çýkarlarý vardýr. Onun için birisi saldýrýya baþladý mý diðerleri de ardýndan gider. “Almanlar tütün alýmýyla bir de politika baskýsý elde etmek istiyorlar. Siz bu alanda hiçbir yardým saðlayamazsýnýz. Oysa Nikotiana’nýn iþbaþýndakilerle, milletvekilleriyle, muhalefet partileriyle, basýnla, emekli generallerle, sözün kýsasý, gerekli herkesle iliþkileri var. Bunlarý tek baþýnýza baþaracaðýnýzý sanýyorsanýz, budalalýk edersiniz.” (sy. 155) Bu tehditleri Nikotiana genel müdürü Boris, bir burjuva olan ve kendisiyle sürtüþen, yoluna engel çýkarmaya çalýþan Barutçiyef’e söylüyor.

67

Hristo Botev ulgar þair, 5 Ocak 1848’de Kalofer’de doðdu, 20 Mayýs 1876’ da öldü. 1863’te eðitimini tamamlamasý için Rusya’da Odesa’ya gönderildi. 1867’de Osmanlý egemenliðine karþý çýkmak ve sosyalist düþünceleri yaymak amaçlarýyla Bulgaristan’a döndü, ancak Romanya’ya kaçmak zorunda kaldý. Romanya’daki Bulgar göçmenleri arasýnda yaþadý. Gazeteler, dergiler çýkardý. 1876 Mayýs’ý baþlarýndaki ayaklanmaya destek olmak için Bulgaristan’a girdi, 20 Mayýs 1876’da Veslez Daðý cývarýnda Osmanlý birlikleri ile çýkan çatýþmada öldürüldü.

B


Ýlya EHRENBURG 1891-1967 HAYIR UNUTULMAZSIN SEN, MADRÝD Hayýr, unutulmazsýn sen, Madrid, Kanýn, çektiklerin unutulamaz. Soðuk bir rüzgâr savuruyor toz bulutlarýný. Þu kýz neden koltuk deðneðiyle yürüyor? Gün ortasýnda neden yanýyor fenerler? Kim görebilecek güneþin doðduðunu? Karabançel niçin yaþýyor? Þu beþik niye boþ? Þu anne daha ne kadar zaman anlamýyacak, kucaklamýyacak? Göðe de var açýlan bir kapý, Ýstersen ona inan, Ama yerdeki yýrtýk çamaþýr parçasýný görüyor musun? Ya kana bulanmýþ topraðý? Ve toplar bütün gece anlatýyorlar: Uzaða kaçýlamýyacaðýný, ona bir yardým da edilemiyeceðini? Güneþin boþuna doðduðunu, Buraya ne denizlerin, Ne gemilerin, ne trenlerin, Ne de þu avare yýldýzlarýn eriþebileceðini. Ýlya EHRENBURG

Ekonomik gücü elinde bulunduranlar, bu güçlerine dayanarak politik gücü de elde ederler. Politik güce dayanarak daha fazla ekonomik güç saðlarlar. Bunun için her büyük kapitalist hükümet, devlet güçlerini ve muhalefet partilerini, basýn çevreleri dahil tüm etkin burjuva odaklarýyla sýký, çok sýký bir iliþki içine girer. “Müdür, yine gülümsedi, ‘Düþünce ve görüþlerden hiç çekinmem. Saygý bile duyarým; kargaþalýklara, vur-kýrlara yol açmamalarý koþuluyla..’” (sy. 175) Nikotiana’nýn müdürü bunlarý, sosyalist iþçi lideri Lila’ya söylüyor. Burjuvalar, proleter sosyalist görüþleri, daha görüþ düzeyindeyken engellemek ve baský altýnda tutmak için elinden gelen her þeyi yapmaktan hiçbir zaman geri durmamýþtýr. Ancak, tüm baskýlara ve engellemelere raðmen, sosyalist görüþler emekçi kitleler arasýnda ve aydýnlar arasýnda yaygýnlaþmaya baþlayýnca, burjuvazi bu kez de bu düþüncelerin sadece düþünce olarak kalmasýný ister. Sosyalist hareketin, burjuva egemenliði devirmek için giriþtiði tüm eylemlere ve hele de devrimci yöntemlere dayalý olanlarý engellemek için her önleme baþvurur. Ýster ki, eleþtirel görüþler, burjuva egemenlik ve düzen sýnýrlarý içinde kalsýn. “Lila, küçük atölyeden çýktý. Sis daha da bastýrmýþtý. Pazar, aydýnlýk meyhanelerde insanlarýn gayda ve mandolin dinleyip bol bol içmeleriyle sona ermekteydi. Hayvanlarýn çekildiði ahýrlardan gübre ve saman kokularý geliyordu. Pazaryerindeki Yahudi zanaatçi ve esnafýn evleri iki katlýydý. Alt katta dükkan vardý, birinci katta oturulurdu. Bu evlerde yaþayanlar bitkisel bir ömür sürerlerdi.” (sy. 187) Her sýnýfýn üyeleri, kendi sýnýfýnýn gidebildiði yerlere gider. Burjuva sýnýf ve onun bürokratlarý þehir kulüplerine giderken emekçiler meyhanelere gider. Fabrika yaþamý öyle býktýrýcý, yorucu ve katlanýlmaz ki, iþçiler için yaþam eve geldiðinde ya da meyhaneye kapaðý attýðýnda baþlar. Yaþadýðý yerler son derece berbattýr. Bitkisel bir yaþam, yani doðal haliyle bir yaþam sürdürürler. Kapitalistler daha çok zenginleþmek için, isterler ki iþçiler hep bu düzeyde yaþasýn. Sermaye, iþçileri daima bitkisel yaþam düzeyinde yaþatma eðilimindedir. “Sonra, önden yürüyüp bütün elektrikleri açtý, geniþ hol, büyük yemek odasý, bir salon ve kýþ bahçesi Ýrina’nýn þaþkýn bakýþlarý önünde bir bir aydýnlandýlar. Gizli ýþýklar, maun aðacýndan panolarýn parýltýsý, birbiriyle uygun renkte ipekli ve kadifeler, eve bir masal havasý vermiþti” (sy.244) Burada anlatýlan ev Nikotiana’nýn büyük serveti Boris’in eþi Maria’nýn evi. Kapitalistlerin sürekli büyük bir servet biriktirmelerinin amacý en iyi biçimde giyinmek, çok iyi döþenmiþ evlerde yaþamak, en güzel yemekleri yemek, en pahalý içkileri içmek, bol bol gezip eðlenmek ve kültür edinmek. Ýþçiler onlara hem bol servet ve hem de bolca boþ zaman saðlýyor. Burjuva yaþam, yani asalak yaþam, baþka bir sýnýfýn proleter yaþamýnýn sonucudur. “Evet, Boris son günlerde çok kirli iþler çeviriyordu ama, baþka çaresi de yoktu! Nikotiana’nýn ayakta kalabilmesi ve varlýðýný sürdürebilmesi, iþbaþýndakilere daðýtýlacak paralara baðlýydý. Boris’in yaptýklarý kirli iþlerdi ama, kaçýnýlmazdý. Kendisinin zevk ve sefa içinde geçirdiði hayat tiksinti vericiydi, ama kaçýnýlmazdý.” (sy. 258) Kapitalistlerin ekonomik gücünü ayakta tutan þey, ücretli emek sö-

68


mürüsüdür. Bir kapitalist rakipleriyle rekabet edebilmek için de ücretleri düþürmek durumundadýr. Bunun yanýnda bir takým ‘kirli iþler’e de giriþirler, yani görünürde yasal düzene baðlýymýþ gibi davranýp, alttan alta ise devlet yöneticileriyle her türlü iliþkiye girerler. Her kapitalist gücü oranýnda, bu iliþkilere mutlaka girer. “Buradaki hayatým tekdüze ve çetin; günü gününe yaþayan insanlarla omuz omuza, týrmanmaya çabalýyorum çetin yokuþta.” (sy.277) Lila, yurtdýþýnda bulunan ve aralarýnda duygusal iliþki olan Pavel’e yazýyor bunlarý. Pavel bölgenin etkin bir parti kadrosuyken, Parti, onu, partiye zarar veren görüþlere sahip olduðu gerekçesiyle Partiden uzaklaþtýrýyor.” Lila, birlikte çalýþtýðý ve mücadele verdiði iþçiler ve bölge halký hakkýnda gözlemlerini yansýtýyor. Tabi yalnýzca görünürde olanlarý. Evet, henüz yeni bir toplum kurmayý hedeflemeyen insanlar günü gününe yaþarlar. Onlarý etkileyen her þey günlük yaþam içinde olup biter. Ancak günceli etkileyen, hatta yön veren olaylar ekonomik temelde meydana gelir. Örnek, bir ekonomik kriz kitlelerin toplumsal günlük yaþamýný tamamen etkisi altýna alýr. Ve onlarý eylemlere, günlük yaþamýn dýþýna çýkarabilir. “Ayakta duramayacak kadar alçacýk ve leþ kokulu kulübelerde beþ-altý kiþi bir arada yatardý. Veremlilerden hastalýk geçerdi saðlamlara. Çocuklar, ekmek diye aðlaþýr, kadýnlar birbirleriyle çekiþirdi. O yýl yaz iþsizliðinden sonra yoksulluk açlýða çevirmiþti. Bura insanlarýnýn yaþamý hastalýk, kavga ve yoksulluk içinde geçiyordu.” (sy.287) Bir taraftan burjuvazinin zenginlik ve refah içindeki yaþamý, diðer tarafta emekçilerin yokluk ve yoksunluk içindeki yaþamý, burjuva toplumu tamamlayan bir toplumsal tablo. Ýþçi yoksulluk içinde olmadan, yaþamak için gerekli olan geçim araçlarýndan yoksun olmasaydý, kapitalist ücretli emekçiyi nereden bulabilir? Halk beslenmediði için hasta, güçsüz, pis kulübelerde ve her bakýmdan insani olmayan kulübelerde yaþýyor. “Nikotiana genel müdürü, isteðini özel bir incelikle anlattý ve Endüstriciler Birliði Baþkaný, büyük bir anlayýþ gösterdi. Baþkan, grevcilerden hiçbirini iþe almamalarý için bütün birlik üyelerine bir genelge göndereceðine de söz verdi.” (sy. 303) Grevcilere karþý tavýr almak tüm kapitalistlerin çýkarýna olduðu için, sýnýfsal bir davranýþtýr. Kapitalistler, grevcilere ve özellikle de öncü iþçilere karþý “Kara listeler” düzenlerler. Bir iþyerinden atýlan grevci iþçilerin listesi yapýlýr, onlarý diðer kapitalistler de iþe almaz. Böylece grevci iþçiler açlýða, ölüme mahkum edilir. “Kara listeler”, kapitalistlerin iþçilere karþý ortak saldýrýsýdýr. Amaç, yalnýzca greve giden iþçileri cezalandýrmak deðil, daha sonradan greve gidecek iþçilerin gözünü korkutarak grevi tamamen engellemektir. “Lila adýmlarýný hýzlandýrdý. Sivil polis de hýzlandý. Güneþ arkadan vuruyordu Lila’ya. Gölgeler, sivil polisin gittikçe yaklaþtýðýný gösteriyordu. Elini cebine sokup, tabancasýnýn sapýna yapýþtý sýmsýký. Sonra parmaðýný tetiðe götürdü. Yüzü taþ kesilmiþti. Köþedeki alçak eve varýnca, hemen öteki yola saptý ve duvara iyice yapýþtý. Gözleri pýrýl pýrýldý. Adýmlar gittikçe yaklaþýyordu. Kirli kaldýrýmlara vuran bir gölge hýzlý hýzlý yaklaþýyordu. Lila’nýn bakýþlarý, evin köþesine dikilmiþti. Sivil görünür görünmez tabancayý boþalttý üzerine.” (sy. 139) Grev hazýrlýklarý yoðunlaþtýkça, yani sýnýf savaþýmý þiddetlendikçe, burjuvazinin iþçilere yönelik baskýlarý, tehditler, saldýrýlar, tutukla-

69

Gioconda Belli 1948 air ve romancı Gioconda Belli varlıklı bir ailenin kızı olarak 1948'de Managua'da dünyaya geldi. Genç yaşta evlendikten ve bir çocuğu olduktan sonra, Somoza diktatörlüğünü devirmek için mücadele eden Sandinistalar'a katıldı. 1975'ten, Sandinistalar'ın diktatörlüğe son verdiği 1979 Devrimi'ne kadar Meksika ve Kosta Rika'da geçen sürgün yıllarında silah kaçırmak da dahil olmak üzere çeşitli gizli görevler üstlendi. 1979'da Nikaragua'ya döndükten sonra iletişim ve propaganda alanında çalıştı; Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin uluslararası tanıtımında görev aldı. 1990'da FSLN'nin seçim yenilgisinin ardından edebi çalışmalarına hız verdi. Yazarın şimdiye kadar Türkçede Portakal Ağacında Oturan Kadın, 1993 adlı yarı otobiyografik romanından başka Seni Sevebilmek Nikaragua (1999) adlı bir şiir kitabı yayımlanmış olup çeşitli dergilerde şiirleri çıkmıştır.

Ş


malar ve öldürmeler de iyice týrmanýr. Bulgaristan’da faþizm iktidarda. Mücadele zaten çok sert. Ýþçilerin mücadelesi bu koþullarda devrimci biçimler almak zorunda. Lila, bir komünist partili, bir iþçi önderi olarak yalnýzca grevlerde, grev için el kaldýrmýyor, gerektiðinde eli silaha da uzanýyor. Bulgaristan’da partililerin silah taþýmasý hem koþullar gereðidir hem de Bulgaristan Komünist Partisi’nin devrimci niteliði gereðidir. “Koyu mavi gökyüzü altýndaki bu bol güneþli Mayýs gününde gittikçe geniþleyen þu yýðýn, baþarýnýn güveniyle sevinçten uçuyordu. Uzun süredir iþçiler toplanma olanaðý elde edememiþlerdi. Ve ancak bugün konuþma olanaðýna kavuþmuþlardý. Özgür bir hayat özlemiyle coþturuyorlardý birbirlerini.” (sy. 338) Farklý tütün fabrikalarýnýn iþçileri greve gider. Grev büyük bir baþarýyla gerçekleþir. O zamana dek birbirlerinden kopuk olan iþçiler eylemde kaynaþýr ve bütünleþirler. Grev, iþçilerin kendilerine güvenlerini artýrýr. Grev, kaynaþma, kendine güven, büyük bir coþku yaratýr. Ve iþçiler ilk defa eylem alanýnda, eylem sayesinde özgür olarak hareket ederler. Bu durum onlarda derin bir özgürlük özlemi yaratýr.

Latin Amerika’da Edebiyat arih kitapları, 1492’de Christof Colombus’la başlayan işgal ve sömürgecilik tarihini, bize, yeni bir kıtanın keşfi olarak öğretilir. Aslında gerçek bunun tam tersidir. Orada eski bir dünya vardır, uygarlık düzeyi çok ilerde olan. Yeni olan ise, sömürgecilerin uzak denizlerden kalkarak yaptıkları yolculuğun ardından, kendileri gibi yaşamayan, farklı dilleri, kültürleri olan bir uygarlıkla karşılaşmaları ve oraları talan etmeleridir. Karşılaştıkları uygarlık onların beklediğinin çok üstündedir. Aztek, Maya ve İnka uygarlıkları…

T

2. CÝLT “Ama evlenmeye hiç niyeti yoktu. Dokuz yýl süreyle Mariana’nýn hastalýðýna bakarken, Boris’i, Ýrina’yý ve Spiridinov ailesinin hayatýný görmüþ, inceden inceye düþünmüþtü. Vardýðý sonuç, evlilik denilen þeyin yalnýzca para iliþkisini düzenleyen bir anlaþma olduðuydu. Biriktirdiði parayla bu bakýmdan yarýnýný güven altýna aldýðýna göre böyle bir anlaþma yapmasý hiç de gerekli deðildi.” (sy. 53) Evde Nikotiana patronunun kýzý ve sahibi olan Mariana’ya bakan genç hemþirenin evlilik hakkýndaki düþünceleri bunlar. Genç hemþirenin, burjuva evlilikle ilgili iyi gözlemleri var. Bu gözlemlere göre burjuva evlilik ne söylendiði gibi “aþk evliliði”dir ne de cinsel aþkýn en ideal biçimidir. Burjuva evlilik özel mülkiyete sýký sýkýya baðlý ve dolayýsýyla bir para iliþkisine indirgenmiþtir. Burjuva evlilik, burjuva aile daðýlmakla birlikte halen ayakta oluþunun nedeni, sürmekte olan özel mülkiyetle arasýndaki kopmaz baðdýr. “Ama þakayý anlamamýþ olan general, sinirli sinirli konuþmayý sürdürdü: “Býrakýn o Yunanlýyý. Kýzýl Yunan çeteleri onu da sallandýrýrlar. Böyle bir savaþ görülmedi bugüne kadar. Þu sýralar durum olaðanüstü karýþýk, çok karýþýk…’” (sy. 139) Emekli general, Sovyet Kýzýlordusu’nun Dinyester nehrini geçip, Sofya’ya doðru ilerledikleri sýrada bu deðerlendirmeleri yapýyor. Durum, tüm faþistler, faþizmin destekçisi ve Alman emperyalizminin iþbirlikçileri için sadece karýþýk deðil, artýk çok tehlikeli olmaya baþlýyor. Sýnýrlarda Kýzýl Ordu ilerlerken, Yunanistan ve Bulgaristan’da ise Komünist Parti önderliðindeki Partizanlar da saldýrýlarýný yoðunlaþtýrdýlar. Savaþýn ve faþistlerin sonu yaklaþýyor. Ve emekli general, halk düþmanlarýnýn sonunun ne olacaðýný çok iyi biliyor. “Von Geier yeniden gürledi, ‘Alman halký uçuruma yuvarlanmak üzere, Adlar! Bizler de hala susuyoruz! Neden susuyoruz? Bizler de aðzýmýzý açmazsak kimler gerçeði söyleyecek baþtaki sersemlere?” (sy. 179) Muzaffer Kýzýlordunun ilerleyiþi Almanya sýnýrýna dayanýnca, Alman faþist güçleri birbirine düþerler. Herkes kendini kurtarmaya

70


bakar. Bulgaristan ve Yunanistan’da Alman tütün tröstlerinin temsilcisi olarak bulunan Binbaþý Von Geier de bunlardan biri. Almanya’nýn savaþý kaybettiði anlaþýlýnca, faþist Alman ordusunun içinde, iþbaþýndakilere karþý tepkiler ve hatta suikastler bile görülmeye baþlar. “Kostov acý acý güldü. Savaþýn baþlangýç aylarýnda Von Geier, üstün insanýn düþün yapýsý ve Alman varlýðýnýn büyük görevi gibi þeyler koymuþtu Kostov’un kafasýna. Þimdi ise o üstün insanlar, adi hýrsýzlar gibi titriyorlar, aracýlarýyla para koparmaya çalýþýyorlardý…” (sy. 204) Alman ordusu Moskova’ya doðru ilerlerken Alman ýrkýnýn üstünlüðünden söz edenler, bu sözlerin, bu sýrada onlar için hiçbir anlamý yoktu artýk. Ülkeleri büyük gürültüyle iþgal eden faþist Alman ordusu, artýk sessizce kaçma yollarý arýyordu. “Teðmen, sert bir davranýþla, ‘… Bulgaristan’da Rus ordularý ilerliyor ve Almanlar Üsküp’e çekiliyor. Bu sabah Vatan Cephesi hükümeti kuruldu.” (sy. 205) Doðu Avrupa’da ve Balkanlar’da iþgalci Alman güçleri, Kýzýlordu’nun ve içerde devrimci güçlerin ilerlemesiyle iþgal ettiði bölgelerden (ülkelerden) çekildikçe, kurtarýlan bölgelerde geçici devrim hükümetleri kurulur. Önceleri daðlarda kurulan hükümetler daha sonra baþkentlere taþýnýr. “Yüzbaþý Gints, çamlarýn hýþýrtýsýný duyuyordu yine, ‘Her þey bitti’ diye düþündü. Baþaramadýk görevi. Ýhtiyar Þiþko budala gibi görünüp beni oyuna getirdi; tuzaðýna düþtüm. Haritadan anlýyor öteki de. Aydýn kiþiye benziyor. Hiç deðilse soðukkanlý, davranýþlarý çevik ve sözleri kullanmakta çok usta. Yunanlýnýn yerinde olsa hiç de þaþkýna dönmezdi.” (sy. 252) Dýþarýda Kýzýlordunun durdurulamaz ilerlemesiyle birlikte, içerde Komünist Partilerin öncülüðünde zafer yaklaþýnca, bu sefer Ýngiliz güçleri devreye girer, Komünistlerin içerdeki zaferini engellemek için politik, diplomatik, askeri bütün yollara baþvururlar. Ýngiliz ordusundan Yüzbaþý Gints de bir Yunan faþisti ile birlikte (kendini dost göstererek) Bulgar partizan birliklerini yanlýþ yönlendirerek tuzaða düþürmeyi ve imha etmeyi planlar. Fakat, son derece uyanýk olan komünist yöneticiler, tuzaðý anlar, Ýngiliz subayla Yunanlý faþisti ölümle cezalandýrýrlar. “Dimko bunu sezinlemiþti, güçlükle duyulan bir sesle, onun sözleri ‘Her þey gelip geçer. Ýnsanlar vurulup ölürler, hayat sürüp gider ve daha iyi yarýnlar gelir…’ dedi” (sy. 252) Bu sözler, birkaç dakika sonra ölecek olan partizan birliðinin komutaný Dimko’nun son sözleri. Yaþam sürecek, yaþayanlar görecek. Komünistler tarihsel materyalizme dayanarak bunu hep söylerler. Tarihin akýþý bu sözleri doðrulamýþtýr. O güzel yarýnlar, ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin ve sýnýrsýz bir özveriyle mücadele eden komünistlerin elleriyle kurulur. “Nikotiana, kiþilik denilen insan onurunu çürütmüþ, vicdanlarý parayla satýn alýnýr duruma getirmiþ ve insanlarý öldürmüþtü. Ama yaptýðý kötülülüklerin izlerini pay daðýtýp ortadan kaldýrmýþtý. Nikotiana, paraya gözü doymayan ve insan yutan bir makineydi. Yalnýzca iþçileri deðil, kendi öz patronunu da öldürmüþtü. Varlýðýný bundan böyle sürdürmesi insanlarýn zararýna ve akýldýþý olurdu.” (sy. 286)

71

atin edebiyatının ilk örnekleri İspanyolca ve Portekizce yazılmış metinlerdir. Bu metinlerin büyük bir kısmını da İspanyolların İspanya’ya gönderdikleri askeri raporlar oluşturur. İspanyol Alonso de Ercilay Zuniga’nın (1533-1594) Şili yerlilerinin soylu direnişini ve şairin bu dönemde yaşadığı acılarını anlatan 20 binin üzerinde koşuktan oluşan, La Araucan’dır. Latin topraklarından çıkmış olan ilk eser olarak kabul edilir. Bu dönemde ve sonraki uzun yıllarda sömürgeciliğin etkisiyle edebiyat İspanyol edebiyatının kötü bir taklidi olmanın ötesine geçememiştir. Bunun böyle olması da doğaldır. Sömürge etkilerini kıran, Meksikalı bir rahibe olan Juana Ines de la Cruz’un (16511695) yazdığı şiirler ve oyunlardır. Yerlilerin yaşamının edebiyata konu olması ise ilk olarak Brezilyalı Jose Basilio da Gama’nın yapıtlarında rastlanır.

L


ömürgeciliğe karşı verilen mücadele, aynı zamanda kültürel bağımsızlık mücadelesini de içinde barındırıyordu. Artık İspanyol ve Portekiz sömürgecilerinin etkisini atıp Latin Amerikalı bilincinin oluşturulmaya başlanması gündeme gelir. Ekvatorlu Jose Joaguin de Olmedo’nun (1780-1847) Simon Bolivar önderliğindeki güçlerin İspanyollara karşı kazandığı zaferin anısına yazdığı şiir buna örnektir. Latin Amerika’nın gerçek anlamda ilk romanı olarak kabul edilen eseri, El Pertaqillo Sarniento’dur. 1816’da yayınlanan bu eserin yazarı Jose Joaquin Fernandez de Lizardi’dir. Lizardi bu yapıtında, baş kişisi serseri aracılığıyla, toplumun gelenek ve göreneklerini eleştirir.

S

Kapitalizm tüm insan iliþkilerini çürütür. Kapitalist üretim çürüme içinde ve çürümeyle birlikte varolur. Ýnsan onurunun kapitalizm açýsýndan hiçbir anlamý ve hiçbir deðeri yoktur. O, tek deðer tanýr: para. Kapitalizmde bir þey, nakite çevriliyorsa deðeri vardýr. Kapitalist üretim belli bir noktadan sonra her türlü geliþmenin ayakbaðý olur. Varlýðýyla herkese, her þeye zarar verir. Ortadan kaldýrýlmasý insanlýðýn kurtuluþudur. Bu yargý en sonunda herkesçe anlaþýlýr hale gelir. “Kostov… yolda giderken, bizim dünyamýz her yanýndan yýkýlýyor, diye düþünüyordu. Cinayetler, polis ve baskýlarý hep boþunaymýþ.” (sy. 291-92) Nikotiana’nýn müdürü Kostov, Yunanistan’dayken, Yunanlý devrimci iþçiler arasýnda ilerlerken böyle düþünüyor. Ýþçiler büyük bir coþku ve heyecanla daðlarda bulunan ve þehirlere çok yakýn yerde bulunan partizanlarý bekliyorlar. Ýþçi sýnýfýnýn sokaklardaki bu kararlý gösterileri, Kostov’da kendi burjuva dünyalarýnýn artýk sonunun geldiði kesin görüþünü uyandýrýyor. Ýþçi sýnýfýnýn ve öncüleri komünistlerin devrimi yapmasýný, iktidara gelmesini engellemek için cinayetler, iþkenceler, polis baskýsý, kýsacasý gerici burjuva þiddet, tarihin akýþýný sadece biraz yavaþlatýr, ama kesinlikle yok edemez. Burjuvazi ne yaparsa yapsýn, ne kendi yýkýlýþýný durdurabilir, ne de iþçi sýnýfýnýn iktidara geliþini. Pavel Morev’in yönetiminde bir birliðin sakallý, yanýk yüzlü ve yýrtýk giysili partizanlarýn birkaç gün önce buradan geçiþini de bilmiyorlardý. Çiçeklerle karþýlandýklarýný, dokunaklý sahneler geçtiðini ve oðullarýna sarýlan yaþlý bir ananýn onlarýn kollarý arasýnda kalp durmasýndan ölüverdiðini öðrenmiþ deðillerdi.” (301) Halk her yerde partizanlarý büyük bir coþkuyla, sevinçle, heyecanla, ayný duygularla, çiçeklerle karþýlýyor. Bu bir araya gelme yalnýzca bir onurlandýrma deðil, halkýn partizanlarla, komünist parti ile bu bir araya geliþi, iktidarýn ele geçirilmesinin ve yeni bir toplumun açýk ilanýdýr. Dokunaklý sahnelerde emekçi halkýn büyük özlemini anlatýr. “Bu ev ne Boris’in, ne Mariana’nýn ne de Baba Pierre’in deðil, kavurucu güneþ altýnda tütün toplayan köylülerin ve yaprak tütünlerini depoda iþleyen insanlarýndý. … Aldatýlanlar ve soyulanlar, emeklerinin karþýlýðý olan bu evi geri almýþlardý.” (sy. 311) Nikotiana patronunun ve ailesinin evine halk iktidarý tarafýndan halk adýna elkonur. Kapitalistlerin tüm serveti, halk kitlelerinin mülksüzleþtirilmesi, sömürülmesi ve soyulmasýnýn sonucu elde edilmiþtir. Halk þimdi mülksüzleþtirenleri mülksüzleþtiriyor. Ve halk kitleleri ortak mülkiyet sayesinde bir daha mülkiyetten yoksun olmayacaktýr. “Pavel, içine kapanýk bir sesle, ‘Evet, korkulu þeyler’ dedi. ‘Ama hayat sürüyor yine de’ Ýrina, ölürken Dimko’nun (Partizan) da böyle söylediðini hatýrladý. Toplantýya giderken atlý polislerin copla saldýrdýðý yoksul üniversiteliler de böyle söylerdi.” (sy. 324) Sýnýflý toplumu yýkýp, yerine sýnýfsýz bir toplum kurmak için yola çýkanlar, tüm Komünist savaþçýlar, tüm ilerici devrim güçleri, sýnýfsýz sömürüsüz bir dünyanýn, bu mücadeleden geçeceðini söylerler daima. –Evet yaþam sürüyor!

72


Arap Edebiyatı Sena Demir Arap halklarý genel olarak 19. yy’da büyük bir deðiþimin içine girmiþtir. Üç yüzyýllýk Osmanlý egemenliðinin yerini yavaþ yavaþ Avrupalý kapitalist devletler almaya baþlamýþtýr. Bu yüzyýlýn baþýndan sonuna kadar Araplarýn yaþadýðý topraklarda siyasal, ekonomik deðiþimler oluþmakla kalmadý fakat ayný zamanda bu deðiþimler ve Arap ulusçuluðunun geliþimi çerçevesinde Arap edebiyatý yeniden güçlenmeye, çaðdaþ bir geliþim seyrine girmeye de baþlamýþtýr. “Yeniden” diyebiliriz çünkü Arap edebiyatý onuncu yüzyýldan sonra Arapça’nýn din, hukuk ve dinsel edebiyat dili olarak sýnýrlanmasý; 16. ve 17. yy.larda Osmanlýnýn egemenliðinin güçlenmesiyle dilin sýnýrlýlýðýnýn devam ettirilmesi Arap edebiyatýnýn geliþimini bir bakýma engellemiþtir. Ayný zamanda Ýslam dininin sanatýn geliþimi ve çeþitliliði üzerinde engelleyici, kýsýtlayýcý etkisi (haram, günah olarak kabul edilmesi veya ahlak bozukluðu ile sanatçýlarýn suçlanýp cezalandýrýlmasý vb...), Arap edebiyatýnýn, müziðin, resmin, þiirin vb. özgürce geliþmesini engellemiþtir. Yine de Arap dilinin konuþulduðu geniþ halk yýðýnlarý arasýnda sözel (sözlü) edebiyat sürmüþ ve bunun geliþimi görece daha özgür olmuþtur... Ancak yazýlý edebiyat sarayýn patenti altýnda kalmýþtýr. Oysa Araplarda þiir daha Ýslam öncesi dönemde geliþmeye baþlamýþ ve bu durum adeta aþiretler arasýndaki farklý lehçeleri birbirine uyumlulaþtýrmanýn, dilin geliþiminin bir aracý olmuþtu. Daha Ýslam öncesi Pazar yerlerinde (buralar daha sonralarý kentlere dönüþecektir) halka açýk þiir gösterileri düzenlenir, buralarda okunan þiirler dinleyenlerin yaþadýklarý yerlere sözlü olarak taþýnýrmýþ. Þiirler uyaklý ve belli sayýda dizelerle yazýlýr, her þiirin kendi içinde bir öyküsünün olmasýndan dolayý da, o þiir rahat ezberlenme özelliðine sahip olurmuþ. Elbette sözlü kaldýðý, yazýya dökülemediði için þiir zaman içinde yok olma ve bozulma tehdidi altýnda olmuþtur. Tarihin bir ironisi gibidir bu, çünkü tarihteki ilk yazýlý dillerden biri olan Arapça yazý dili (o zamanlar Arami harfler kullanýlmaktadýr, daha sonralarý bugünkü Arap yazýsý Arap dilini güçlendirmek için oluþturulmuþtur) çoðunlukla ya uzak ticaret iþlerinde ya da önemli tarih anlatýmýnda kullanýlmýþtýr. Arap edebiyatýnýn yazýlý hale getirilmesi 9. yy.da yaygýnlaþmaya baþlamýþ, o zaman da Arap edebiyatý büyük bir etki yaratmýþtýr. Daha sözlü olduðu dönemlerde çeþitlenmeye baþlayan þiir, yazýlý hale geldiðinde asýl gücünü gösterebilmiþtir. Elbette bunda kaðýdýn ve okur-yazarlýðýn daha yaygýn olmasýnýn etkisi büyüktür. Ancak islamýn yayýlýþý sýrasýnda fethedilen yeni yurtlardan birisi olan Ýran’da Fars edebiyatý da güçlü dönemindedir. Böylece ortaya Farsça-Arapça kelimelerin, betimlemelerin de alýndýðý yeni bir edebiyat dili ortaya çýkar. Yine de bu Arapça konuþan topraklardan çok Ýran’da yerini alýr... O güne kadar yönetimin, dolayýsýyla sanatýn merkezi önce Arap yarýmadasý, sonra Basra ve Küfe, ardýndan Baðdat iken, bu sefer sanatýn merkezi Baðdat ve Ýran arasýnda paylaþýlmýþtýr diyebiliriz. Osmanlý egemenliðinde Os-

73

ömürgeciliğe karşı yürütülen savaşın ardından Latin halklarını diktatörlere karşı verilen mücadele beklemektedir. Elbette bu mücadele kendini edebiyatta da ortaya koyacaktı. Bu edebiyat daha çok sürgün yazarları tarafından ortaya konuldu. Arjantin diktatörü Juan Manuel de Resas tarafından ülkeden kovulan yazarlar, uzak ülkelerden Resas’a karşı eserler ortaya koydular. Jose Pedro Crisologo Marmol’un (1817-1871) ilk Arjantin romanı kabul edilen yapıtı, Amalia, Resas’ın diktatörlüğünün korkunçluğunu sergiler. Latin Amerika edebiyatı, Avrupa’nın ve Rusya’nın 19. yüzyılın sonlarında ulaştığı düzeyi ancak 1960’lı yıllarda yakalayabilmiş ve bu tarihten sonra büyük bir patlama gerçekleştirmiştir. Küba Devriminin etkisi çok büyük olmuştur bu patlamada.

S


Jose Marti 1853-1895

atin Amerika’nın bağımsızlık simgelerinden Jose Marti, aslen Kübalı bir şairdir. “Ben özgürlük ve bağımsızlık delisiyim / Varsın hainler gizlensinler soğuk bir taşın altında / Dürüstçe yaşadım ben / Karşılığında / Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim” Emperyalist sömürgeciliğe, ırkçılığa karşı teorik ve pratik alanlarda, yılmadan verdiği mücadelesi ve Latin Amerika’nın toprağı kokan güçlü şiirleriyle ün salan Jose Marti, Mayıs 1895’te savaş alanında vurularak ölür. Önemli eserleri, Özgür Şiirler, Sürgün Çiçekleri, Tiranların Şöleni, Boyunduruk ve Yıldız

L

manlý Türkçe’si yönetimin, Arapça din, hukuk, dinsel edebiyatýn, Farsça ise edebiyatýn dili olarak uzun yýllar kalmýþtýr. Bu esnada Osmanlý, Türkçe’yi yayabilmek ve geliþtirmek için edebiyat dili olarak da kullanmaya çalýþmýþtýr. Yeniden 19.yüzyýla dönecek olursak... Bu yüzyýlda yavaþ yavaþ bir biçim almaya baþlayan Arap ulusalcýlýðý altýnda Araplar dillerine ve kültürlerine sahip çýkmaya, Arap dilinde sanatý güçlendirmeye, yeniden büyük bir özen göstermiþlerdir. Kapitalist devletlerle kurulan iliþkiler doðrultusunda iþgal altýndaki Arap eyalet yöneticileri tarafýndan onlarca öðrenci Avrupa’ya eðitim için gönderilmiþtir. Bu öðrenciler yönetimin isteði üzerine gitmiþ olsalar da, o günün Avrupa’sýndaki siyasal geliþmelerden büyük ölçüde etkilenerek dönmüþlerdir. Ýlk giden gruplar Fransýz Devriminin etkisiyle, sonrakiler sosyalist düþüncelerin etkileriyle dönüp kendi ülkelerinde yeni bir aydýnlanma dönemine ön ayak olmuþlardýr. Fransýz Devriminin etkisi Araplarýn da baðýmsýz bir ulus olmasý gerektiði düþüncesini oturtmaya baþlamýþ, bunun için de –konumuzu ilgilendiren kýsmý itibariyle ele aldýðýmýzdan- Arap dilinin güçlendirilmesi ve edebiyat, tarih, þiir vb. sanat çeþitlerinin Arapça kaleme alýnmasý, ürünler çýkarýlmasý, reformlar yapýlmasý savunulmuþtur. Bu noktadaki en büyük örnek; ilk öðrenci grubunda yer alan Mýsýrlý Rifa’a elTahtavi olmuþtur. Öðrenim için gittiði Paris’i büyük bir merakla gözlemleyerek, Araplarýn da islam inancýna baðlý kalarak mutlaka reformlara ihtiyacý olduðu sonucuyla döner. Tahtavi’nin Paris gözlemi, onun yapmak istediklerinin bir anlatýmý gibidir. “Parisliler Hýristiyan alemindeki halklar arasýnda zekalarýnýn keskinliði, anlayýþlarýnýn berraklýðý ve zihinlerinin derin meselelere nüfuz ediþi ile ayýrt edilirler... geleneðe mahkum deðildirler, fakat daima þeylerin kökenini ve kanýtlarýný bilmek isterler. Sýradan insanlar bile nasýl okunup yazýlacaðýný bilirler ve her insan kendi kapasitesine göre önemli konularla meþgul olur... Yeni olana merak ve coþku duymak, deðiþimi ve eþyalarýn, özellikle de giysilerin deðiþtirilmesini sevmek Fransýz’ýn tabiatýnda vardýr... (...) Mucizeleri reddederler ve doðal yasalarý ihlal etmenin mümkün olmadýðýna inanýrlar ve dinler insaný hayýr iþlerine yöneltir... fakat çirkin inançlarý arasýnda, zeka ve zeki insanlarýn faziletinin peygamberlerin bilgisinden daha büyük olduðu inancý da vardýr...” (Arap Halklarý Tarihi – Albert Hourani) Tahtavi bu gözlemleri doðrultusunda Mýsýr yönetimine Arap dilinin mutlaka geliþtirilmesi, eðitime aðýrlýk verilmesi ve reformlar yapýlmasýný vurgular... Daha sonra kendisi Mýsýr’ýn ilk üniversitesi olan E1Ezher’in öðretmeni olur, burada hem eðitim verir hem de tarih ve sanatla uðraþýr... Bu dönemde Arapça eðitim veren çok az yüksek okul bulunmaktadýr. Aðýrlýklý olarak, bu yüzyýlda özellikle Lübnan, Suriye ve Mýsýr’da yüksek öðrenim veren Hýristiyan okullarý açýlmýþ, bu okullarda çok geçmeden Müslüman elit tabakanýn çocuklarý da eðitim almaya baþlamýþtýr. Burada eðitim Fransýzca ve Ýngilizce yapýlmakta, bu da Avrupa edebiyatýný ve basýnýný daha yakýndan takip etmeyi ve çevirilerin çoðalmasýný saðlamýþtý. Ne var ki, elit tabaka arasýnda Arapça arka plana düþmüþtür. Ancak bu bir geçiþ dönemidir ve edebiyat da kendi sancýlarýný yaþamaktadýr. 19. yy’da Fransýz Devriminin büyüsüyle kendi ülkelerine geri gelen öðrenciler henüz nüve halinde olan Arap burjuvazisinin temsilcileri gibi davranmakla birlikte, yeni bir edebiyatýn da temellerini atmýþlardýr.

74


“Arap diliyle yüksek düzeyde öðrenim görenler için yeni bir edebiyat oluþuyordu. Ondokuzuncu yüzyýldan önce Arapça neþriyat nadirdi, ancak yüzyýlýn içinde, özellikle baþlýca neþriyat merkezleri olmaya devam eden Kahire ve Beyrut’ta yaygýnlaþtý.” (a.g.e.) Kahire ve Beyrut, biri Ýngiltere, diðeri Fransa için önemli güç merkezi olmalarýndan dolayý kapitalist geliþim buralarda diðer Arap topraklarýna nazaran daha erken ortaya çýkýyor, bu durum haliyle sanatýn da geliþimini etkiliyor, buralar, özellikle Kahire bir çekim merkezi haline geliyordu... 19. yy’lýn sonlarýna doðru Avrupa’da eðitim gören Arap öðrenciler arasýnda sýnýflar mücadelesinden, Paris Komününden, sosyalist düþüncelerden etkilenim büyük olmuþtur. Yurtlarýna dönen bu öðrenciler sosyalizm düþüncesinden etkilenmekle kalmamýþ fakat onu henüz geliþmekte olan iþçi sýnýfý arasýnda örgütlemeye de giriþmiþlerdir. Mýsýr, Suriye, Lübnan’da komünist faaliyetler nüve halinde de olsa, 19. yy sonlarýnda, 20. yy’lýn hemen baþlarýnda Irak ve Filistin’de de yayýlmaya baþlar... 20. yy’lýn ilk proleter devrimi Büyük Ekim Devrimiyle bu faaliyetler hýz kazanýr, komünist partilerin ard arda kurulmalarýyla ve iþçi sýnýfýnýn içinde önemli bir yere sahip olmalarýyla bu geliþim taçlandýrýlýr... 20. yy’da ise burjuva ulusalcý edebiyatçýlarýn, þairlerin yanýnda, anti-emperyalizmden çok güçlü olarak etkilenmiþ, iþçi sýnýfý ve yoksul emekçilerin mücadelesinin yanýnda yer alan, komünist örgütlerle yakýnlýðý olan edebiyatçý, þairler yetiþmeye baþlamýþtýr ve özgürlük isteminin gücü, sanatý, ilerici toplumcu sanatý, bu mücadelenin, (özellikle þiirler) yoldaþý yapmýþtýr... Öncelikle þunu belirtelim, bu coðrafyayý tek tek ele alabilecek kaynaklardan yoksun olduðumuz için ancak öne çýkan ülkelerden genel bir tablo çýkarabiliriz. Filistin’i bir kenarda tutarsak, örneklerimizden biri “þairler diyarý” olarak geçen Irak, diðeri “romancýlar ülkesi” olarak geçen Mýsýr olacaktýr. Ama bunlarla birlikte Suriyeli büyük þair Nizar Kabbani’ye deðinmemek mümkün deðildir. “Mýsýr, çoðu hatýrý sayýlýr derecede yetenekli olan bir romancýlar ülkesidir.” (S. Amin) Mýsýr, diðer Arap devletlerinden erken geliþimiyle Arap halklarý arasýnda hem siyasal hem de sanatsal anlamda 19. yy sonu ve 20. yy ortalarýna kadar bir merkez haline gelmiþtir. Roman yazýmý Arap dili ve edebiyatýnda 19. yy’dan önce yoktur. Ancak þiir biçiminde yazýlan öykücülük vardýr. 19. yy’lýn sonlarýna doðru ise Mýsýr’da roman yazarlýðý öndedir ve Mýsýr roman konusunda ilk ürünleri vermeye baþlayan ülke olmuþtur. 20. yy’da da bu özelliði devam etmiþ ve kimi Arap aydýnlarý tarafýndan Mýsýr romancýlarýn yurdu olarak adlandýrýlmýþtýr. Öyle ki 19. yy’da Mýsýrlý olmayan aydýn aileler Kahire’ye gelip burada basýn iþiyle ya da öðretim görevlisi olarak çalýþýyor yahut da romancýlýðýný burada sürdürüyordur... Kahire’nin böyle bir çekim merkezi olmasýnýn elbette esas nedeni kapitalist geliþimle birlikte, okur-yazarlýðýn artmasý, matbaaya eriþim olanaklarý, modern yaþamýn Kahire’yi baþtan baþa sarmasýdýr. Bu geçiþ döneminde Mýsýr’da bir yandan hala yönetime baðlý kalan edebiyatçýlar, geleneksel biçimde yazýma devam ederken, öte yandan “halký keþfeden” edebiyatçýlar da ortaya çýkmaya baþlamýþtýr. “Ahmet Þevki (1868-1932), halký ilgilendiren olaylarý anlatmak ya da ulusal duygularý ifade etmek ya da hükümdarlarý övmek için yüksek

75

Gabriela Mistral 1889-1957

eruda’nın öğretmenlerinden Gabriela Mistral Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış Şilili bir şairdir. 7 Nisan 1889’da Şili’nin kuzeyinde, And dağı yamaçlarındaki Vicuna kasabasında doğar. Bir öğretmenin kızı olan Mistral, 15 yaşından başlayarak hayatı boyunca öğretmenlik yapar. Mistral ana dilini yetkinlikle kullanan bir şairdir. İspanyolca yazdığı yetkin dizelerin başka bir dilde verilemeyeceğini düşündüğünden, uzun yıllar şiirlerinin çevrilmesine izin vermez. Bu nedenle diğer ülkelerde uzunca bir süre tanınmaz.

N


Nicolas Guillen 1902-1989 übalı sosyalist, şair... Tam adı Nicolás Cristóbal Guillén’dir. Hem Afrikalı hem de Avrupalı kanı taşıyordu. Havana Üniversitesi'nde hukuk öğrenimi gördü. 1937'de Cumhuriyetçiler'in safında İspanya İç Savaşı'na katıldı. Aynı yıl Küba Komünist Partisi'ne girdi. Altı yıl kadar sürgünde yaşadı; bir süre Avrupa'da -üç yılı Paris'te kaldıktan sonra Küba Devrimi'nin başarıya ulaşması üzerine ülkesine döndü. 1954'de Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. 1961'de Ulusal Ozan (Poeta nacional) sanı verildi, UNEAC'ın başkanlığına seçildi.

K

ŞEKERKAMIŞI Zenci tarlanın yanında. Yanki tarlanın üstünde. Toprak tarlanın altında. Kan bizden akıyor! Nicolas GUILLEN

bir dil kullanan” bir þairken, “Hafýz Ýbrahim (1871-1912) daha avam bir duyarlýlýkla kendi zamanýndaki Mýsýrlýlarýn siyasal ve toplumsal fikirlerini ifade etti ve Þevki’den daha büyük ilgi gördü. Tamamen yeni bir yazý türü oluþmaya baþladý: drama, kýsa öykü ve roman. Ýlk önemli roman olan Hüseyin Heykel’in Zeyneb’i 1914’te yayýmlandý, kýrsal kesme yeni bir bakýþ tarzý getirdi, insan hayatýnýn köklerinin doðada olduðunu ifade etti ve kadýn erkek iliþkilerine yer verdi.” (A. Halklarý Tarihi / Albert Hourani) Daha sonra bu roman Mýsýr’da, 1920’lerde sinemanýn ve sinemacýlýðýn geliþiyle, sinemaya uyarlanan ilk yerli sinema ünvanýný aldý. Geçerken belirtelim ki Mýsýr önce radyonun, bir zaman sonra sinemanýn Arap ülkelerinde ilk yurdu olmuþ, ancak sinema daha çok ‘Hollywood’un etkisinde kalmýþtýr. 20. yy’da Mahmut Teymur, Yahya Hakký gibiler batýyý eleþtiren, kent ve kýrýn yoksulluðunu vurgulayan, insan-toplum iliþkisine daha gelenekselci bakan romanlar üretirken, tarihi sýnýflar savaþýmý olarak yeniden ele alan sosyalist aydýnlar ortaya çýkmaya baþladýkça sosyalist sanat eleþtirmenleri ve sosyalist olmasa da gerçekçi-toplumcu edebiyata yaklaþan daha ilerici roman yazarlarý da ortaya çýkmaya baþlamýþtý. Yeni Mýsýr’da bazen ulusalcýlýðý da arka plana atan sýnýflar mücadelesi güçlendikçe edebiyatçýlar kendi dönemlerine daha eleþtirel bakmaya; ulusal yan yine varlýðýný korusa da sýnýfsal bir bakýþ da kazanmaya baþlamýþlardýr. Hem Mýsýrlý hem de diðer ilerici Arap romancýlarýn en büyük özelliði kendi dönemlerine eleþtirel yaklaþýrken, yönetimle halk arasýndaki çeliþkileri, kendi kuþaklarýnýn siyasal sorunlarýný, insanýn yabancýlaþmasýný ele almýþ olmalarýdýr. Ancak daha gerici-baskýcý yerlerde bu yan ya otosansürlere uðramýþtýr, ya da yönetim yasaklamýþtýr. Örneðin Suudi Arabistan’da yönetimi eleþtiren romanlar yazmanýn bedeli ölüm veya sürgün olduðundan Arabistanlý yazarlar aðýrlýklý olarak baþka ülkelerde bu romanlarýný kaleme alabilmiþlerdir. Tüm bu romanlar nasýl bir içeriðe sahiptir, Arap topraklarýnda güçlü olan anti-emperyalist mücadeleyi ne kadar iþleyebilmiþler yahut bu mücadele de nasýl bir etkiye sahip olmuþlar, bu konuda ayrýntýlý bilgi edinmemiz mümkün olmamýþtýr. Çünkü, öncelikle bu eserler Türkçe’ye çevrilmemiþtir. Çevirisi olan bir kaç romandan (bu da el-Nakba’yý oldukça güçsüz anlatan romancýklardýr) da bunu çýkarmamýz Arap edebiyatýna büyük bir haksýzlýk olacaktýr. Ancak, ilerici Arap roman yazarlarýnýn topluma olan duyarlýlýklarý birçok araþtýrma kitabýnda geçerken de olsa ifade edilmiþtir. 1950’lilerde dahil hem Mýsýr’da hem de diðer birçok Arap devletinde anti-emperyalist mücadele ile birlikte Arap iþçi sýnýfýnýn bu mücadelede oynadýðý rol, varolan iþbirlikçi iktidarlarý devirecek nitelikte, irili-ufaklý onlarca ayaklanma toplumda eskimiþ, gerici iliþkileri, pranga niteliði taþýyan geleneksel olaný da yýkmaya baþlamýþtýr. En baþýndan itibaren gerici-dinci hareketler bu geliþimin önünde set olarak kullanýlmaya çalýþýlmýþsa da bu yýllarda baþarý elde edememiþlerdir. 1940 ve 1950’lerde toplumsal ayaklanmalar çok güçlenmiþ ve kadýnýn bu mücadeledeki rolü daha da hissedilir duruma gelmiþtir. Bu noktada edebiyatýn konusu da öncekilerden farklý olarak kadýnýn özgürleþmesi, onun toplumdaki niteliðinin sorgulanmasý olurken, bu yýllarda Arap kadýn edebiyatçýlar da ortaya çýkmýþtýr. Ne var ki, 1960’larla birlikte dinci hareketin etkisiyle ilerici kadýn edebiyatçýlarýn yerini yavaþ yavaþ Ýslam geleneðini savunan kadýn edebiyatçýlar almaya baþlamýþtýr.

76


Dinci hareket ilk doðduðu dönemden itibaren küçük ve orta burjuvazi arasýnda varlýðýný sürdürebilmiþ, ayný þey 1960’lardan sonra da geçerliliðini korumuþtur. Sýnýflar mücadelesi yol aldýkça birçok deneyimi ve kendi kahramanlarýný da yarattýðýndan 1960’lardan sonra kimi ilerici edebiyatçýlar roman konularýný ve kahramanlarýný bu mücadeleden almýþlardýr. Ancak kapitalist sistemin çürüyen, yozlaþan yüzü, politik bulanýklýk, küçük burjuva ruhun “iþkenceleri”, karamsarlýðý da sanata bulaþmýþtýr. Yoksul Arap halklarýnýn mücadelesi, sýnýflar arasý güç dengeleri bu topraklarda sanatýn yönü üzerinde gerçekten de söz sahibi durumundadýr. Ayný zamanda günümüzde de etkili konumunu koruyan Filistin sorunu, birçok þair ve edebiyatçýya ‘ilham’ olurken, toplumdaki yerlerini de sürekli hatýrlatýr durumdadýr! “Þairler diyarý Irak” Tarýk Ali bir kitabýnda Irak’ý þairler diyarý olarak adlandýrýr ve bunda haklýdýr da ama en az Irak kadar Filistin de bir þairler ülkesidir. Geçmiþ yüzyýllardan itibaren Araplarda þiir her daim umutlarý, acýlarý ifade etmede çok özel bir yere sahip olmuþtur. Ýster Iraklý, ister Filistinli, Suriyeli veya Lübnanlý olsun þairler, yeter ki yüreklerde çarpan sömürüden, baskýdan uzak bir özgürlük dünyasýnýn çaðrýsýný taþýsýn, özgürlük savaþýnýn çaðrýsý olan þiirler üretsinler, iþte o zaman en sýradan, okumasý yazmasý olmayan bir fellah dahi o þiiri bir silah gibi kuþanýr, düþlerinde sürgündeki þairi gözlerinden öper. Güçlü bir isyan geleneðine sahip olan Irak’ta þiirin mücadeledeki yeri de isyanlarý kadar güçlüdür. 19.yy. sonu ile baþlamýþ olan Avrupalý kapitalist devletlerin iþgal harekatý, 1. Dünya Savaþýyla emperyalistlerin kazandýðý bir hak olarak burjuva belgelerde yerini alýrken, iþgal altýnda inleyen yoksullar önce birbirinden baðýmsýz, kýsa sürede daha toplu ve güçlü ayaklanmalara giriþmiþlerdir. Ama iþgale karþý bu bütünlüðü saðlamak o zamanki sosyal yapýyý düþününce hemen gerçekleþebilecek bir þey olmadýðý da kabul edilecektir. Birbirinden ayrý aþiretler topluluðu, yüzyýllar boyu süren dinin o güçlü etkisi ve baþka bir imparatorluðun altýnda yaþamýþ bu insanlar 20. yy.la birlikte yeni bir dünyaya ayaklanmalarla uyanmaktaydýlar. Osmanlý çökmüþ, güçlü kapitalist devletler özgürlük vaatleriyle iþgale giriþmiþ ama hayat eskisinden daha kölece, yoksulluk sürekli artan vergilerle çýðlaþmýþ, Mezopotamya’nýn bereketli topraklarý yine bereketliyken, tarlalarda ürünler dallarýný kýrýyorken, döþenen raylardan trenler mallarla gidip baþka zenginliklerle dönerken ortada ne özgürlük vardý ne de refah... Ama öte yandan Basra’da, Baðdat’ta yeni bir dünyadan sözediliyordu... Öðrenim görmüþ gençler, kadýnýn insan olduðundan, kadýnýn ve yoksullarýn özgür ve refah bir yurtta yaþama hakkýndan sadece konuþmakla kalmýyor, bildiriler, yayýnlar çýkarýyor, iþçi kahvelerinde propagandalar yapýyorlardý. O sýralarda ülkeye kukla krallar, hainler ordusundan atanmýþlar ülke yönetimine getiriliyor, ilerici olan tüm faaliyetler iþkence, zindan, ölümle cezalandýrýlýyordu. 1928’de Britanya, kukla kralýný korumak, baþlayan ayaklanmayý bastýrmak için ordusunu seferber ettiðinde, kaderine boyun eðenler iþgal ordusunun atlarýna yol verdiðinde Iraklý þair Cemil Sýtký ez-Zahavi bir þiiriyle þöyle seslenir: “Öfkeyle karþý çýkýn eski geleneklere Hatta gerekiyorsa alýn yazýnýza” Öte yandan þair Muhammed el Obeyd Iraklýlarý savaþa çaðýrýyordu:

77

Octavio Paz 1914-1998 eksikalı yazar Octavio Paz,1914 yılında bir devrimci generalin oğlu olarak dünyaya geldi. Hukuk ve edebiyat öğrenimi gördü; cumhuriyetçi İspanya’yı gezdi, 1937′de Valencia’daki Faşizme Karşı Yazarlar Kurultayı’na katıldı. 1943′ten sonra diplomatlık yaptı, 1968′de Mexico kentindeki öğrenci kırımı dolayısıyla Hindistan’daki elçilik görevini bıraktı. Edebiyata şiir yazmakla başladı. Yucatan’da işçiler ve köylüler için bir okul kurdu, yoksul yerlilerin tarihiyle ilgilendi. İç savaş sırasında, İspanya’da bulundu, Meksika’ya döndükten sonra yeniden edebiyatla ve siyasetle ilgilendi. 1943 yılında Amerika’ya gitti; daha sonra Paris’te, Japonya’da ve Hindistan’da başıboş bir hayat sürdü. Meksika’ya döndükten sonrapeş peşe deneme, şiir ve tiyatro oyunları yayınladı. Meksika halk edebiyatıyla gerçeküstücülüğü bağdaştıran birçok yapıtı vardır.

M


Nizar Kabbani

uriyeli büyük þair Nizar Kabbani ulusalcý bir þair olarak öne çýkmýþtýr. Ama bu ulusalcýlýk Suriyelilik deðil… Kabbani, bir uçtan diðerine Arap ulusalcýsý olarak, sol ulusalcý olarak görmüþtür kendini... ve vefatýna kadar da hangi Arap topraðýnda bir isyan varsa coþkulanmýþ, hangi ihaneti görse öfkesini dizelere iþlemiþ, kendi ulusuna da eleþtirel bakmayý unutmamýþ, geriliklere, ihanete, alçalmalara meydan okumaktan da geri durmamýþ bir þairdir... Nizar Kabbani 1998’de vefat etse de bu büyük þairin þiirleri eminiz hala Arap halklarýnýn dilindedir. Çünkü birçok defa belirttiðimiz gibi þiir bu topraklarda mücadele eden kadýn-erkek, genç-yaþlý savaþçýlarýn yoldaþý olmuþtur. Ayný zamanda Kabbani’nin önemli birçok þiiri bestelenmiþ Feyruz, Mersel Khalife gibi Arap halkýnýn deðerli sanatçýlarý tarafýndan okunmuþtur.

S

“Ateþ açýn soylu Iraklýlar utancýmýzý kanla temizleyin. Köle deðiliz biz, boynunu tasmayla süsleyen. Esir deðiliz biz, ellerimizi kelepçeye uzatacak. ... Yetim deðiliz biz, Irak’ta manda yönetimi arayan. Ve baskýya boyun eðersek eðer unutmayýn, Dicle’nin zevklerindeki hakkýmýzdan da vazgeçmeliyiz.” Bu çaðrýlara kulak veren Iraklýlar ile Kürtler bir yandan eskimiþ, köhne geleneklerin kamburunu sýrtlarýndan atmaya çalýþýrken, bir yandan da yenildikleri her ayaklanmadan bir sonrakine daha çok öfke ve bilinç taþýmaya devam ettiler. Irak’ta þairler þiirlerini bir konaða çekilip, uzaktan olaylarý seyredip kaleme almadýklarý için olsa gerek þiirleri o ayaklanmanýn gücü, umudu olmuþtur ve yenilse bile yenilgiyi derslerle, umutla sorgulayan þiirler yazmýþlar ve bu þiirler aðýr baský koþullarýnda bir uçtan öbürüne, bazen sýnýrlarý da aþarak dolaþmýþtýr. El-Cevahiri, Muzaffer el-Nevab ve Sadi Yusuf Iraklý ilk ilerici çaðdaþ Arap þairlerindendir. Ýlerici Iraklý þairlerin hayatlarýnda ne zindan ne de sürgün yaþamý eksik olmuþtur. Sadi Yusuf hem bugünkü Irak savaþýnda halkýn isyancý geleneðini vurgulamak için hem de þair dostu El-Cevahiri yad ederken þunlarý söylemiþtir: “Bizim uzun bir direniþ tarihimiz var. El-Cevahiri’nin erkek kardeþinin 1948’de Britanya’ya karþý ayaklanmada aðýr bir þekilde yaralandýðýný biliyor muydun? Üzerine mermi yaðdýrýldýktan sonra Dicle’de, Cisr el-Þehuda’dan (þehitler köprüsü) uzak olmayan bir yerde El-Cevahiri’nin kollarýnda öldü. Her þey silinir, unutulur gider, ama kan lekeleri asla! Halk uzun süre ne bu iþgali benimseyecek ne de kuklalarýný.” (Tarýk Ali / Bush Baðdat’ta) El-Cevahiri 1948’deki o büyük ayaklanmada þu dizeleri kaleme alýr: “Kor bir ufuk görürüm Ve bir sürü yýldýzsýz gece Bir nesil gelir, diðeri gider, Ateþse hep yanar durur.” 1948 ayaklanmasý Irak tarihinde çok önemli bir yere sahiptir, iþçi sýnýfýnýn da bu ayaklanmada oynadýðý rol Irak’ta egemenleri korkutur, yüzlerce iþçi tutuklanýr, öldürülür. Ayaklanma ‘el-Vethbah’ (sýçrama) olarak adlandýrýlýr ve el-Vethbah’ýn yenilgiye uðratýlmasý için her türlü yol denenir. O sýrada El-Nakba yani Ýsrail’in kuruluþuyla Filistinli Araplarýn yurtlarýndan göç ettirilmesi ve katledilmesi yaþanýr ve bu olayý bir fýrsat bilen egemenler el-Vethbah’ýn bakýþýný önce ‘ulusal soruna’ çeker, ardýndan “Araplara saldýrý varken birlik olmalýyýz” söylemleriyle sorun dýþa itilir. Ama bu o günkü egemenlere sadece birkaç yýl ömür kazandýrýr. Ýþçi sýnýfý ve yoksul emekçiler “ekmek ve özgürlük” ayaklanmalarýna devam eder, 1958 Temmuz Devrimine kadar... 1958 Temmuz Devrimi Irak’ta büyük umutlar yaratmýþtý ancak bu devrim ya ileri gidecekti ya da kapýda bekleyen Baas ve emperyalist-

78


lerce geriletilecekti. Ýç savaþý göze alamayan Komünist Partisi devrimi bu haliyle korumaya çalýþtýkça yenilgiyi de kapýdan içeri almýþ oldu. Birkaç yýl sonra Baas büyük bir terörle iktidar koltuðuna oturmuþ, devrimle doðan büyük umutlar kanlý sargýlarla örtülmüþtü. El-Cevahiri, Muzaffer el-Nevab bu terör dalgasýnda soruþturmalara uðramýþtý. Muzaffer el-Nevab tutuklanmýþ, “iþkence görmüþ, sonra diðer tutuklularla birlikte hapishaneden kaçmayý” (a.g.e.) baþarmýþ ama sürgün hayatý baþlamýþtýr, o ülkeden o ülkeye. “Kabul ettim kaderimi, Týpký bir kuþ gibi, Katlandým herþeye, Bir tek aþaðýlanma hariç, Bir de kalbimin Sultan’ýn sarayýnda kafese kapatýlmasý. Fakat Aziz Allahým, Kuþlarýn bile dönecek yuvalarý var Bense uçuyorum bu vatanýn Bir ucundan öbür ucuna, Bir denizinden öbür denizine, Gardiyanlarýn birbirlerini kucakladýklarý, Bir hapishaneden öbür hapishaneye” 1979’da da Saddam Hüseyin tüm rakiplerini alt ederek, Irak ve Kürt haklarýný yeni baský ve katliamlarla kuþatmýþtý. Bu baský dalgasý yine 1960’lardaki gibi yeni sürgünleri, iþkenceleri, yasaklarý getirmiþti. Böylece Sadi Yusuf’un sürgün yaþamý baþlamýþtý. Devrimin geriletilmesinin ardýndan yavaþ yavaþ sönen umutlar Saddam’la karamsarlýða kadar varmýþtý. Sadi Yusuf Saddam’ýn geliþini bir þiirinde þöyle anlatýr: “Aradan çeyrek asýr geçmiþ Bir de fark ediyoruz ki *Ýbn Tammý’ya gelmiþ Sapanýn baþý olmuþ *El-Muvaffak hala kazýyýp çýkarýyor Ýsyankar köleleri Topraðýn rahminden” *Ýbn Tammiya (1263-1328): Sünni-Hanbali radikallerinden. *El-Muvaffak: “... efsanevi bir mücadeleye sahne olan Zanc isyaný (köle isyaný), El-Muvaffak tarafýndan acýmasýzca ezilene kadar on dört yýl (869-883) sürmüþ...” (a.g.e.) Sadi Yusuf 2003 Irak iþgalinde büyük bir öfke duymuþ, halkýnýn acýsýný hissetmiþtir. Ýþgalcilerin ve iþgal yanlýlarýnýn Irak üzerine yaptýðý toplantýlarý “Çakal Düðünü” olarak adlandýrmýþ ve bu adý taþýyan þiiri ile sözü Irak direniþinde yerini almýþtýr: “Çakallarýn yüzlerine tüküreyim Tüküreyim listelerine, Bildireyim ki biz Irak halkýyýz biz bu ülkenin antik aðaçlarý, gururluyuz alçakgönüllü sazdan çatýlarýn altýnda” Þam’da sürgünde yaþayan Muzaffer el-Nevab ise iþgal günlerinde Amerikan generaline meydan okurcasýna þu dizeleri kaleme alýr: “Ve asla güvenme bir özgürlük savaþçýsýna kolsuz olarak çýkýnca karþýna

79

“Bizi terörizmle suçluyorlar: Savunuyoruz diye gülü ve kadını... .... Bizi terörizmle suçluyorlar; Yazıyoruz diye harap olmuş bir yurdu ve parçalanmış, güçsüzleşmiş bir yurdun haberlerini... adresi olmayan bir vatan bizimki ve adı olmayan bir ulus .... Bir vatan ki bize gazete almayı yasaklar, yasaklar haber dinlemeyi. Bir yurt ki, kuşlarına yasaktır cıvıldayıp durmak. Bir vatan ki terör yüzünden bütün yazarları alışmış hiç bir şey hakkında yazmamaya. .... Bir ülke ki katılır barış görüşmelerine onursuz ve çıplak ayakla. .... Bizi terörizmle suçluyorlar reddediyoruz diye ölmeyi İsrail buldozerleriyle, .... Bizi terörizmle suçluyorlar reddediyoruz diye yeryüzünden kazınmayı Moğolların, Yahudilerin ve Barbarların ellerinde, bir taş attık diye güvenlik Konseyi’nin camına, sezarların sezarı oradan kendi istediğini aldıktan sonra. Bizi terörizmle suçluyorlar reddediyoruz diye kurtlarla masaya oturmayı Bir orospuyla el sıkışmayı.


.... Bizi terörizmle suçluyorlar savunuyoruz diye ülkemizi tozun onurunu başkaldırdık diye insanların Ve kendimizin ırzına geçilmesine. Koruyoruz diye, çöllerimizdeki son palmiye ağaçlarını semalarımızdaki son yıldızları isimlerimizdeki son heceyi analarımızın memelerindeki son sütü. Eğer buysa günahımız, Ne güzel şey bu terörizm ... Ben terörizmden yanayım kurtarabiliyorsa bir halkı zorbalardan ve zorbalıktan kurtarabiliyorsa insanı insanın acımasız mezaliminden geri getirebiliyorsa limonu zeytin ağacını ve götürebiliyorsa kuşları Lübnan’ın güneyine gülmeyi de Golan tepelerine. .... Ben terörizmden yanayım bütün şiirlerim bütün sözcüklerim bütün düşlerimle ve bu yeni dünya düzeni bir kasabın ellerinde olduğu sürece. .... Ben terörizmden yanayım eğer ABD Senatosu temsil ediyorsa yargıyı dağıtıyorsa ödülü ve cezayı. .... Ben terörizmden yanayım bu yeni dünya düzeni boğazlamak istedikçe evlatlarımı köpeklere yedirmek için .... İşte tüm bunlar adına Bağırıyorum gücümün yettiğince: Ben terörizmden yanayım Ben terörizmden yanayım. (Londra, 15 Nisan 1997) Nizar Kabbani

Ýnan bana, o krematoryumda yandým ben. Gerçek þu ki, ancak toplarýn kadar büyüksün. Çatal býçak sallayan kalabalýklar Düþünürken sadece kendi midelerini Ey benim kendi vatanýna aþýk insanlarým, Ben kapýlarýmýza üþüþen barbarlardan korkmuyorum. Hayýr, korkmuyorum içimizdeki düþmanlardan: Tiranlýktan, otokrasi’den, diktatörlük’ten.” Burada son olarak Sadi Yusuf’un bir sohbetini aktararak bu kýsa Irak yolculuðumuzu bitirelim. “Üçümüz daha yaþlý bir kuþaktan geliyoruz: El-Cevahiri, Muzaffer el-Nevab ve ben. Üçümüzde sonunda sürgünü boyladýk. El-Cevahiri bir kaç yýl önce (1997’de) Þam’da öldüðünde galiba 100 yaþýndaydý. Baðdat’ý bir daha hiç görememiþti. Saddam bize durmadan elçi gönderiyor, üçümüzün de Baðdat’ta halka açýk bir þiir okuma þenliði yapmamýz için geri dönmemizi istiyordu. Eðer böyle bir þey olursa o meydana en az 500 bin kiþinin toplanacaðýný Saddam da biz de biliyorduk. Elçisi aracýlýðýyla bize, ‘Hepinizin komünist olduðunu ve bana saldýrýp durduðunuzu biliyorum, ama sizlerin ulusal mirasýmýzýn bir parçasý olduðunuzun da farkýndayým. Lütfen, geri dönün. Damarlarýmda akan kan güvenliðinizin garantisidir’ mesajýný iletmekteydi. Gelgelelim, çok güven verici bir mesaj deðildi bu. Birçok dostumuz ve yoldaþýmýzýn böyle mesajlara kanýp geri döndükten sonra iþkencelere uðradýðýný ya da öldürüldüðünü unutmamýþtýk. Zamanýnda Amerikalýlarla böyle anlaþmýþtý.” Sanýrýz Sadi Yusuf Irak’ta þiirin gücünü yeteri kadar ifade etmiþtir bu sözleriyle... Kimbilir þimdi Irak’ta direniþçilerin dillerinde hangi güçlü þiirler vardýr, yaratýlýyordur... Nizar Kabbani Suriyeli büyük þair Nizar Kabbani ulusalcý bir þair olarak öne çýkmýþtýr. Ama bu ulusalcýlýk Suriyelilik deðil… Kabbani, bir uçtan diðerine Arap ulusalcýsý olarak, sol ulusalcý olarak görmüþtür kendini... ve ölümüne kadar da hangi Arap topraðýnda bir isyan varsa coþkulanmýþ, hangi ihaneti görse öfkesini dizelere iþlemiþ, kendi ulusuna da eleþtirel bakmayý unutmamýþ, geriliklere, ihanete, alçalmalara meydan okumaktan da geri durmamýþ bir þairdir... Nizar Kabbani 1998’de ölse de bu büyük þairin þiirleri eminiz hala Arap halklarýnýn dilindedir. Çünkü birçok defa belirttiðimiz gibi þiir bu topraklarda mücadele eden kadýn-erkek, genç-yaþlý savaþçýlarýn yoldaþý olmuþtur. Ayný zamanda Kabbani’nin önemli birçok þiiri bestelenmiþ Feyruz, Mersel Khalife gibi Arap halkýnýn deðerli sanatçýlarý tarafýndan okunmuþtur. Kabbani’nin en önemli þiirlerinden birisi 1967 savaþýnýn yenilgisinin hemen ardýndan yazýlmýþ olan “Havamiþ’ela Defter el-Neksah” (Bozgun Kitabýna Kenar Notlarý)dýr. Þiir o dönem Arap topraklarýný bir uçtan bir uca dolaþmýþtýr. Dönemin önemli lideri Naver’ý, diðer ulusalcý liderleri, hatalarýný göremeyen solcularý da eleþtiren bu þiir halk tarafýndan büyük bir ilgiyle karþýlanýnca yasaklanmýþtýr. Ama þiir yasak dinlememiþ sýradan insanlar kasetlere bu þiiri okuyup çoðaltmýþ, elden ele dolaþtýrmýþ, hatta ezberlenmiþtir... Daha sonralarý hem þiire hem þairine yasak kaldýrýlmýþtýr. Kabbani þiirinde savaþýn yenilgisini temel olarak Arap birliðinin saðlamlaþtýrýlamamasýna maletmiþtir... ve emperyalistlerle kurulan iþ-

80


birliðine öfkesini kusmuþtur... Oysa þairin düþlediði Arap birliði, özgürlüðü, burjuva ulusalcýlýkla ancak bu kadar yol alabilirdi. Onun “birlik” düþü ancak sosyalizmle gerçek temellerine oturabilirdi... Yine de þairin bu eksikliði dönemin Komünist Partilerinin eksikliði kadar aðýr deðildi ve þiiri eksikliðine raðmen çok güçlü ve savaþçý, umut doludur...

Bozgun Kitabýna Kenar Notlarý 1. Dostlar, Eski sözler öldü. Eski kitaplar öldü. Yýpranmýþ çarýklar gibi bezgin sözlerimiz öldü. Ölüm yenilgiyi hazýrlayan zihniyettir. 2. Þiirimiz acýlaþtý, Kadýnlarýn saçlarý, geceler, perdeler ve sofalar, Acýlaþtý. Acýlaþtý her þey. 3. Bedbaht ülkem, Bir þimþek hýzýyla Aþk þiirleri yazan bir þairden Býçakla yazan bir þair çýkardýn. 4. Sözcüklere sýðmýyor hislerimiz: Þairlerimizden utanmalýyýz. ... Arap çocuklarý Geleceðin mýsýr koçanlarý Zincirlerimizi sizler kýracaksýnýz. Beynimizdeki afyonu öldürün, Öldürün yanýlsamalarý. Arap çocuklarý, Boðucu kuþaðýmýz hakkýnda okumayýn, Biz umutsuz bir vakayýz. Biz karpuz kabuðu kadar deðersiziz. Bizim hakkýmýzda okumayýn, Bizi taklit etmeyin Kabul etmeyin bizi, Reddedin fikirlerimizi, Biz bir sahtekarlar ve hokkabazlar milletiyiz. Arap çocuklarý, Bahar yaðmurlarý, Geleceðin mýsýr koçanlarý, Yenilgiyi yenecek Kuþak sizsiniz.” Nizar Kabbani

81

“Taş çocukları Kağıtlarımızı yırttı Elbisemize mürekkep döktü Eski metinlerin bayağılığını alaya aldı... Taş çocuklarının Yaptığı şey, Asırların susuzluğu ardından yağmur getirdiler Asırlar sonra bize umut aşıladılar. En önemlisi İsyan ettiler Babalarının otoritesine karşı, Teslimiyet Evi’nden kaçtılar... Ey Gazze Çocukları, Bakmayın bizim yayınlarımıza Dinlemeyin bizi. Biz soğuk hesapların Toplamanın, çıkarmanın insanlarıyız. Savaşlarını yapın ve bizi bize bırakın Biz gözleri kör Ölü ve mezarsız yetimleriz. Gazze Çocukları Yazdıklarımıza bakmayın Okumayın bizi, Biz sizin büyükleriniziz Benzemeyin bize siz Sizin putlarınızız biz Tapmayın bize siz. Ey Gazze’nin çılgın halkı Binlerce selam çılgınlığınıza. Politik akıl çağı Çoktan sizlere ömür, Çılgınlığı öğretin bize.” Nizar Kabbani


TÜRK EDEBÝYATINDA YENÝ DÖNEM odern edebiyat, modernizmin yaratýcýsý (ve ayný zamanda modernizmin çocuðu) olan burjuvazinin eseridir. Burjuvazinin ortaya çýkýþ koþullarý, geliþimi, savaþýmý ve devrimleri ile modern edebiyat arasýnda çok sýký bir bað var. Burjuvazinin savaþým koþullarý, ister istemez onun düþünsel üretimini de etkiler. Çoðu zaman belirler. Bu savaþým ayný zamanda düþünsel-ideolojik araçlarla, sanatsal üretimlerle verilir. Böylelikle her dönemin iktisadi geliþim eðrisiyle az ya da çok çakýþan, bir sýnýflar savaþýmý eðrisi ve ona koþut düþünsel-sanatsal üretim çýkar karþýmýza. Modern Türk yazýný da bu genel kurala tabidir. 1860’ta, Þinasi’nin çýkardýðý Tercüman-ý Ahval ile baþlar modern Türk yazýný. Þinasi, Namýk Kemal, Ahmet Mithat, Ziya Paþa… ilk kuþak edebiyatçýlardýr. Genel olarak kuru bir öðreticiliðin ötesine geçememiþtir. Þiirde eskiyi hiçbir þekilde aþamamýþ, romanda ise gerçekçiliðin çok ötesinde, karakter yaratamayan, romantik eserler vermiþlerdir. Teknik olarak romana ulaþmak için katedilmesi gereken yol uzundur daha. Yýðýnlardan kopuk, konak-yalý yaþamý ile mesire yerleri arasýna sýkýþmýþ, biçim ve öz itibariyle eskiden kopmayý bir türlü baþaramayan, özellikle Fransýz edebiyatýndan devþirme olarak biçimlenen bir edebiyattýr bu. Ýkinci ve üçüncü kuþak edebiyatçýlar, teknik anlamda roman sanatýný daha da yetkinleþtirecekler, batýlý anlamda eserler yaratacaklardýr. Samipaþazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nazým… ve Servet-i Fünun’cular (Edebiyat-i Cedide Topluluðu). Tüm teknik yetkinleþmelere ve özellikle þiirde kimi biçim deðiþikliklerine raðmen, edebiyat, toplumu yansýtmanýn çok uzaðýnda, toplumun çok sýnýrlý bir kesimine, “üst-topluma” sýkýþmýþ durumdadýr. Osmanlý Ýmparatorluðu’nun son “uzun yüzyýl”ýnýn genel tarihi bu sýkýþmýþlýðýn arka planýný verir bize. BÝTMEYEN YÜZYIL Ýmparatorluðun son yüzyýlý, bu “bir türlü bitmek bilmeyen yüzyýl”, yarý-sömürgeleþme sürecidir bir yandan. “Büyük devletler” boðazýna kadar borçlandýrdýklarý Ýmparatorluðu parça parça denetimlerine almaya baþlamýþlardýr. Kapitülasyonlar, ayrýcalýklar, iþletmelerin yönetimleri… derken iþ hazinenin yönetiminin de bu ülkelerin ellerine geçmesine gelecektir. Öte yandan Ýmparatorluðun Avrupa’daki topraklarýnda, boyunduruðu altýndaki bir dizi ülkenin ulusal isyanlarý baþ gösterecek, Sýrbistan’ýn 1804’te baþlayýp 1829’da özerklikle sonuçlanan isyanýný, Yunanistan’ýn 1820-1829’daki baðýmsýzlýk ayaklanmasý, Karadað, Romanya, BosnaHersek, Bulgaristan ve en sonu “Müslüman Arnavutluk” izleyecektir. Her adýmda “Osmanlý Avrupasý” daha küçülmektedir. Yaþanan büyük bir çöküþ-çözülüþtür. Gittikçe hýzlanan bir çözülüþ. Kapitalist batý karþýsýndaki sürekli gerileyiþ, III. Selim döneminde öncelikle ordu yapýlanmasýnda baþlatýlan “batýlýlaþma” çabalarý ile önlenmek istenir. II. Mahmut döneminde yeniçeri ordusu daðýtýlýr, “Islahat Fermaný” ilan edilir. Ardýndan Tanzimat gelir. Anahtar kelime “batýlýlaþmak”týr. Koca iki yüzyýlý geçerek bugüne kadar uzanan bir kavram: batýlýlaþmak! Ama Ýmparatorluk çökmektedir. Hiçbir batýlýlaþma çabasý, bu “hasta adam”ý kurtarmaya yetmeyecektir. Kapitalist iliþkiler geliþtikçe “eski” o-

M

Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864)-1944

ünkar yaveri Mehmet Sait Paşa'nın oğlu olan Hüseyin Rahmi, üç yaşında iken annesinin ölümü üzerine Girit'te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula başladı ancak babasının evlenmesi üzerine altı yaşında tekrar İstanbul'a anneannesinin yanına gönderildi ve eğitimine burada devam etti. Ciddi bir hastalık geçiren Hüseyin Rahmi öğrenimini yarıda bıraktı (1880). Kısa bir süre, Adliye Nezareti Ceza Kalemi'nde memur, Ticaret Mahkemesi'nde Azâ Mülazımı olarak çalışan Hüseyin Rahmi hayatını kalemiyle kazanmaya çalıştı. . İkinci Meşrutiyet döneminde 37 sayı süren "Boşboğaz ve Güllâbi" adlı bir gazete çıkardı. Çalışmalarını İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerine verdi. 5. ve 6. dönemlerde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuzbir yılını geçirdiği Heybeliada'daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde öldü.

H

82


lanýn parçalanmasý hýzlanacak, çözülmekte olan eski toplumla birlikte burjuvazi ve burjuva aydýnlar (ve bu arada burjuvazinin en yetkin temsilcisi olan ordu) arasýnda birbirini kovalayan arayýþlar baþlayacak, bunalýmlar, güven ve kimlik sorunlarý aðýrlaþacaktýr. Bir tuhaf çeliþkidir. “500-600 yýllýk devlet geleneði”ne sahip burjuvazi köksüzdür. Bir kök, köken bulamamakta, boþlukta sallanýp durmaktadýr. Geniþ topraklara, geniþ yer altý ve yerüstü zenginliklerine, geniþ bir pazara, geniþ bir emek ordusuna sahip olmak ister; yani Osmanlý olmak ister. Ama bir doðu despotizmi olarak Osmanlý Ýmparatorluðu deðiþime yetenekli deðildir. Öte yandan kapitalist iliþkiler hýzla geliþmekte ve çok uluslu imparatorluk içten parçalanmaktadýr. Dilleri, dinleri, gelenekleri, tarihleri… birbirinden bu kadar farklý uluslardan bir bütün oluþturabilmek mümkün deðildir. Hem çýkar birliði (iþbirliði) yaptýðý hem çýkar çatýþmasý yaþadýðý “Batý kapitalizmi”, özellikle Hýristiyan toplumlar üzerinden yüklenmektedir. Müslüman nüfusun yaþadýðý coðrafya üzerinde egemenliðini saðlama alabileceðini düþünür. Ýslamcýdýr. “Müslüman Arnavutluk”un, ve emperyalist savaþ sýrasýnda da “kutsal topraklarda” Araplarýn isyanlarýyla sarsýlýr. Türklüðünü keþfeder. Tüm Türklerin yaþadýðý coðrafyada, Turan’da egemen olayým der. Turancýdýr. Turan ülküsünün ulaþýlmasý imkansýz bir düþ olduðu ortaya çýkýnca, daha dar bir “millilik” peþine yönelir. Burjuvazi bunlarýn hepsi ve hiçbiridir. Bu kök ve kimlik bunalýmý, her girilen yolun baþarýsýzlýðý ile daha da derinleþmiþ, ayný zamanda ciddi bir güven bunalýmý da yaratmýþtýr. Türk burjuvazisinin ve burjuva aydýnýnýn korkaklýðýnýn, ikircikliðinin, komplekslerinin ucu buralara kadar uzanmaktadýr. Tüm bu arayýþlar, kararsýzlýklar, bunalýmlar… burjuvazinin edebiyatýna boydan boya damgasýný vurur. Bütün bu farklý eðilimlerin ortak özelliði, kendi öz kaynaðýndan, halk yýðýnlarýndan kopukluktur. Sadece ele alýnan konular itibariyle deðil, düþünsel olarak da herhangi bir bað yoktur arada. Nabizade Nazým’ýn “Karabibik”i ile köy, Türk romanýna girmiþse de, yaþayan yoksul köylü yeralmaz bir türlü. Ýktidar ve devrim mücadelesini “saray oyunlarý”na baðlayan bir sýnýfýn aksi hareketini düþünmek olasý deðildir. “Milli Edebiyat” bir ara Anadolu güzellemesi yapar. Ama bu, “orda, bir köy var uzakta” edebiyatýdýr. Burjuva aydýnýnýn “oradaki köy”e gidiþini, Yakup Kadri, “Yaban”ýnda anlatýr. Büyük bir düþ kýrýklýðýdýr aydýnýn yaþadýðý. Yüzlerce yýllýk bir uçurum! Bu genel çizginin dýþýna çýkan iki sanatçýyý özel olarak belirtmek gerek burada. Romanda Hüseyin Rahmi, þiirde Tevfik Fikret! Fikret, kendi evrimi içinde sola, halk yýðýnlarýna doðru geliþim gösterir. Þiirde eskinin kalýplarýný kýrar. “Küçük insanlarý” þiire sokar. Halkýn atan nabzýný tutmayý baþarýr. Kuþkusuz sosyalizme kadar ulaþamamýþtýr ama, saraya ve sonrasýnda Ýttihatçýlar’a karþý tutumu, yoksul halktan yana dönüþü, onu sosyalist gerçekçiliðin eþiðine kadar getirir. Tüm olumsuzluklara raðmen geleceðe güvenmektedir eserlerinde. Ve feodal soyluluk kadar burjuvazinin de özgürlüðün karþýsýnda olduðunu görür, bilir, söyler. Unutulmaz “Haný Yaðma” þiiri, soyguncu düzene ve egemenlere þiddetli bir protestodur. Hüseyin Rahmi’ye gelince… Kesinlikle bir sosyalist olmamasýna raðmen sýnýfýnýn diðer sanatçýlarýnýn aksine, o, Ýstanbul’un yoksul semtlerinin sýradan insanlarýný, onlarýn durumlarýný gerçekçi bir þekilde yansýtmayý baþarýr. Dil olarak da, konu olarak da döneminin roman anlayýþýnýn dýþýndadýr. Gerçekçi ve doðalcý anlatýmýyla, halkýn günlük dilini kullana-

83

Tevfik Fikret 1867- 1915 HAN-I YAĞMA Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır Huzurunuzda titriyor- bu milletin hayatıdır; Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır! Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır... Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! ... Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini. Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini... ... Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak! Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak! Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak, Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak ...


CEVAP Behey! Kara boynuz gibi kaşlı mukaddes Apis başlı adam; Behey! Kara maça bey! Sen şiirin asil kamusuyla konuşuyorsun, ben asaletten anlamam. Şapka çıkarmam konuştuğun dile, düşmanıyım asaletin kelimelerde bile. ... Bilirim beni uykumda boğmak için bekliyorsun geceyi.. Ben ki bileklerimde tel kelepçeyi bir altın bilezik gibi taşımışım, ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp kıllı kalın ensemi kaşımışım, tehdidine pabuç bırakır mıyım hiç? ... Behey! Kara maça bey! Halka ahmak diyen sensin. Halkın soyulmuş derisinden sırtına frak giyen sensin. Yala bal tutan beş parmağını beş çürük muz gibi, homurdanarak dolaş besili bir domuz gibi. Meydan senin... mi dersin? Hata edersin, bizde o göz var mı baksana!! Ben içirmek için sana kendi kara kanını bir ateş çemberle çevirdim dört yanını! Sağa git yok geçit, sola git yok, ileri geri yok. Kıvır kuyruk kalemini kalbine sok bir akrep gibi intihar et... Nazım Hikmet

rak, orta oyunu gibi halk kültürünün araçlarýndan faydalanarak baþarýlý eserler verir. Dönemdaþlarý yalý-konak edebiyatý yapar, bir taraftan Ýttihatçýlar’ý güzellerken, o, eserlerinde savaþýn yoksul semtlerde nasýl yýkýmlar yarattýðýný resmeder, soyup-çalýp zengin olanlarý teþhir eder. Onu daha ileri gitmekten alýkoyan, sosyalizme karþý tutumudur. Bu nedenle tüm þiddetli ve akýlcý eleþtirilerine raðmen, sýklýkla karamsarlýða düþmekten kurtulamaz. 1908 Devrimi ile Ýttihat ve Terakki iktidara geldiðinde burjuva sanatçýlar, coþkulu bir þekilde yeni iktidarýn sözcülüðünü üstlenir. Pek çok sanatçý ise bizzat devlet kademelerinde görevler alýr. Ýþ, emperyalist savaþ sýrasýnda iktidarýn sipariþi üzerine ürünler vermeye kadar gidecektir. Burjuvazinin devrimi “yukardan aþaðý” bir devrimdir. Özgürlük söylemlerinin sýnýfsal özü kýsa sürede açýða çýkacak, Mahmut Þevket Paþa’nýn 1913’te öldürülmesi fýrsat bilinerek tüm iþçi sýnýfý örgütleri kapatýlacak, grevler yasaklanacaktýr. Ýlk grevini 1872’de yapan iþçi sýnýfýnýn örgütsel geliþimi baský altýna alýnýrken, iþçi sýnýfý yayýnlarý da bir bir kapatýlacaktýr. “Özgürlükçü” burjuva aydýnlarý, sanatçýlar, elbette bu durumdan hiç rahatsýz olmayacaklardýr. EDEBÝYATIN DEVRÝMÝ Burjuva edebiyatýnýn bu gerici çizgisi Ýttihatçýlarýn devamcýsý olan Cumhuriyet döneminde de devam etti. Tüm geliþimi boyunca o, halktan korktu. Ona uzak oldu. Ve bütün iddialarýna raðmen biçimsel olarak eskiden kopuþu saðlayamadý. Çünkü öz olarak onun devamýydý. Edebiyatta gerçek bir devrim için devrimci bir öz, bunun içinse toplumsal devrimin yanýnda yer almak gerekiyordu. Tarihsel olarak devrimciliðini yitirmiþ bir sýnýfýn Türkiye’deki uzantýsý olarak burjuva sýnýf, baþtan itibaren gericiydi. Edebiyatta gerçek anlamda devrimi yapmak, iþçi sýnýfýnýn baþarabileceði bir iþti. Olay, olgu ve kiþileri toplumsal iliþkileri içinde ele almak, aktarmak –bunu ancak sosyalist gerçekçilik yapabilir. Kurtuluþ Savaþý sonrasýnda bir ulus inþa etmeye koyulan burjuvazinin sanatçýlarý, Ýttihat ve Terakki döneminde güçlenen “milli edebiyat” üzerinden devam ettiler yollarýna. Deðiþim sýnýrlý oldu. Þiirde ve öykü-romanda köklü kopuþu saðlayanlar, edebiyata yeni soluk getirenler, sosyalist gerçekçiler oldu. Ekim Devrimi’nin dünyayý dönüþtüren etkisini yaþayan genç kuþak þair ve yazarlar, özellikle “Resimli Ay” dergisi baþta olmak üzere, basýnda yayýmlamaya baþladýklarý eserlerle edebiyata yeni bir canlýlýk getirmeye baþladý. Nazým Hikmet, Mayakovski ve fütüristlerin etkisiyle Türk þiirine yepyeni bir biçim ve öz kazandýrmaktaydý. Nazým Hikmet, o dönem sosyalizme yakýn duran Peyami Safa ve diðerleri, edebiyatta “eski-yeni kavgasý”ný baþlattýlar. Nazým’ýn “Putlarý Yýkýyoruz” baþlýklý makaleleri büyük tartýþmalarý beraberinde getirdi. Türk edebiyatýnda sosyalist gerçekçi bir damar böylelikle oluþuyordu. Þiirleri ve makaleleriyle sosyalist gerçekçilerin sözcülüðünü yapan, hiç kuþkusuz Nazým Hikmet oluyordu. Bir kýsmý ayný zamanda Türkiye Komünist Partisi üyesi de olan (Partili sanatçýlar) sosyalist gerçekçiler, çok geçmeden kovuþturmalara uðradýlar, zindanlara kapatýldýlar. Ama onlar sosyalizm kavgasýndan vazgeçmediler. Sosyalizm için mücadele ederlerken, sosyalist gerçekçi sanatýn geliþmesi için de tüm güçleriyle çalýþtýlar. Nazým Hikmet, Reþat Enis, Suad Derviþ, Sabiha ve Zekeriya Sertel, Sabahattin Ali, Hazan Ýzzettin Dinamo, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Yaþar Kemal ve daha niceleri… “Bir Orman Hikayesi”, “Deðirmen”, “Kaðný” gibi öyküleriyle Sabahattin Ali, köy yaþamýný, köylüyü, (Deðirmen’de çingeneleri), baþarýlý bir

84


þekilde edebiyata sokmuþtur. 1947’de yayýmlanan “Sýrça Köþk”ü, mesel özelliði de taþýyan güçlü bir eleþtiridir. “Kuyucaklý Yusuf”(1937)’ta bir aþk hikayesi üzerinden köy yaþamýný, köylüleri, toplumsal iliþkileri baþarýlý bir þekilde verir. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rýfat Ilgaz, mizahý baþarýyla kullanýr (“Marko Paþa”, “Malum Paþa”). Kapitalist sisteme sert eleþtiriler yöneltirler. Köylülerin ezilmiþliði, cehalet ve karanlýk içinde býrakýlmýþlýðý, aðalýk düzeni… artýk öykü ve romanlarýn konularý arasýna girmiþtir. Varolan gerçeklik, tüm çýplaklýðýyla resmedilir ve acýmasýz bir eleþtiriye konu olur. Sadece bu deðil. Köyden çalýþmaya gelen (gurbete gelen) emekçilerin yaþamlarý (örneðin Kemal Tahir’in “Göl Ýnsanlarý”) iþlenmektedir. Yaþar Kemal Anadolu insanýnýn destanlarýný baþarýlý bir þekilde döker kaðýda (“Alageyik”, “Köroðlu”), destanlaþan olaylarý yazar (“Ýnce Memed”). Orhan Kemal, evinden uzaktaki köylülerin gurbet yaþamlarý, kentlere akýp fabrikalarda çalýþan iþçilerin yaþamlarýyla ilgilenir. Öykü ve romanlarýnda bunu çok baþarýlý bir þekilde yapar. Sabahattin Ali ve Sadri Ertem’in “aðalýk düzeni altýndaki köylülerine” karþýlýk, Orhan Kemal, kapitalizmin parçaladýðý köyü ele alýr. Böylece köylerinden kopup gurbete çýkan, proleterleþme sürecini yaþayan köylüdür onun dikkatini çeken (“Bereketli Topraklar Üzerinde”). Bizzat üretim süreci içindeki iþçiyi, yaþamlarýný, bilinçlerini konu edinir (“Cemile”). Ve bunu çok baþarýlý bir þekilde yapar. Türk edebiyatýnýn bu ilk sosyalist gerçekçilerinin büyük kýsmý, fiili olarak da sosyalizm mücadelesi yürüten sanatçýlardýr. Burjuvazinin asla baþaramayacaðý dev adýmlar atarak edebiyatý ileri noktalara taþýrlar. Ve bu dönemde edebiyat, sosyalizmin yýðýnlar arasýnda yayýlmasýnda son derece önemli bir rol oynar. Kapitalist iliþkilerin geliþmesine paralel olarak iki olgu çýkar ortaya. Birincisi, sayýsý ve mücadele deneyimi artan bir proletarya doðar. Özellikle 1960’tan itibaren proleter harekette (ve buna baðlý olarak sosyalist harekette) patlama yaþanacaktýr. Ýkinci olgu ise, kýrlardaki eski iliþkilerin hýzla deðiþmesi, çözülmesi sürecinin sonuçlarýdýr. Cumhuriyet sonrasý edebiyatýn ilk dönemleri için belirli bir ilerici rol oynayan köy-aðalýk romanlarý, bizzat pratik yaþamýn kendisi tarafýndan aþýlmýþ durumdadýr. Bir Orhan Kemal’in köyü ve köylüyü kapitalistleþen iliþkiler içinde ele almasý, ilerici olan, sosyalist gerçekliðe uygun olan tutumken; “köy enstitüleri kuþaðý” diyebileceðimiz bir edebiyatçýlar kuþaðý, bu alanda hala eski çizgiyi sürdürerek, sürecin gerisinde kalýrlar. Aða-þeyh-imam gericiliði, kaymakam-öðretmen ilericiliði ikilemi ana ekseni oluþturur bu romanlarda. (Fakir Baykurt’un belirli eserlerinde olduðu gibi.) Ve bu yaklaþým, kesinlikle toplumsal geliþmenin gerisinde kalmak anlamýna gelmektedir. Kapitalizmin ve iþçi sýnýfýnýn mücadelesinin geliþmesi, kent nüfusunun büyümesi, toplumsal dokunun bu köklü deðiþimi karþýsýnda, sosyalist gerçekçiler, ne yazýk ki o ilk kuþaðýn gösterdiði baþarýyý gösteremediler. Hareketin gerisinde kaldýlar. Özellikle 80 sonrasý ise genel olarak sanatta ve edebiyatta düpedüz gericileþme eðilimleri güç kazandý. Proleter sosyalist hareket, kendi birikim ve düzeyine uygun bir edebi geliþme gerçekleþtiremedi. Günümüz edebiyatý, ilk sosyalist gerçekçi kuþaðýn militanlýðýný kuþanacak ve mevcut toplumsal aþamaya denk çözümlemeler üzerinden ürünler yaratacak sanatçýlarýný bekliyor. Kavgasýný bu denli geliþtirmiþ bir sýnýf, yeni sanatçýlar kuþaðýný yaratmasýný da bilecektir.

85

Rıfat Ilgaz 1911-1993 AYDIN MISIN Kilim gibi dokumada mutsuzluğu Gidip gelen kara kuşlar havada Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden Tabanında depremi kara güllelerin Duymuyor musun Kaldır başını kan uykulardan Böyle yürek böyle atardamar Atmaz olsun Ses ol ışık ol yumruk ol Karayeller başına indirmeden çatını Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm Alıp götürmeden büyük denizlere Çabuk ol Tam çağı işe başlamanın doğan günle Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden Her satırında buram buram alın teri Her sayfası günlük güneşlik Utanma suçun tümü senin değil Yırt otuzunda aldığın diplomayı Alfabelik çocuk ol Yollar kesilmiş alanlar sarılmış Tel örgüler çevirmiş yöreni Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende Benden geçti mi demek istiyorsun Aç iki kolunu iki yanına Korkuluk ol



iverek’te 1953’te doðan Mehmed Uzun, uzun yýllar Ýsveç’te sürgün yaþadý. Kürtçe, Türkçe ve Ýsveççe edebi çalýþmalarýyla çok dilli, çok kültürlü olan Mehmed Uzun, Ýsveç Yazarlar Birliði yönetim kurulu üyeliði yaptý. Ýsveç Pen Kulübü ve Uluslararasý Pen Kulübü aktif olarak çalýþan Uzun, Ýsveç ve Dünya Gazeteciler Birliði’nin de üyesi. Bugüne kadar Kürtçe yedi roman yazan Mehmed Uzun’un romanlarý baþta Türkçe olmak üzere birçok dile çevrildi. Denemeleri de çeþitli dergi ve gazetelerde yirmiye yakýn dilde yayýnlandý. “Aþk Gibi Aydýnlýk Ölüm Gibi Karanlýk” romaný ve “Nar Çiçekleri” adlý deneme kitabý ile ilgili olarak 2001 baharýnda yargýlanýp beraat etti. Ayný yýl Türkiye Yayýncýlar Birliði’nin her yýl verdiði Düþünce ve Ýfade Özgürlüðü Ödülü’nü aldý. Yakalandýðý mide kanseri nedeniyle kendi topraklarýnda yaþama tutunmak ve direnmek için Diyarbakýr’a gelen Mehmed Uzun’u 11 Ekim 2007 günü kaybettik. 13 Ekim günü yapýlan cenaze töreninde bir araya gelen binlerce DiyarbakýrlýyaYaþar Kemal, Þerafettin Elçi, Ahmet Türk ve Osman Baydemir konuþma yaptý, ardýndan cenaze Mardinkapý Mezarlýðý’na defnedildi.

S

MEHMED UZUN “Mecburi yazarlýk” Bundan yýllar önce, özellikle Kürt arkadaþlarýmýzýn dilinden düþüremediði bir roman vardý; Yitik Bir Aþkýn Gölgesinde… Okuyan herkesi büyüsü altýna aldýðýný gördüðüm bu romaný mutlaka ben de okumalýydým. 90’lý yýllarýn yoðun günlerinden geçiyorduk, kitabý bulup okumam için cezaevine girmem gerekmiþti. Cezaevinde ilk okuduðum kitaplardan birisi Yitik Bir Aþkýn Gölgesinde oldu. Ve bundan sonra benimde dilimden düþmedi bu incecik ama etkisi büyük eser. Okuyan herkesi olduðu gibi beni de kendi büyüsüne kaptýrmýþtý.

Kış ‘08

87


“O büyük yazarlarýn geçtiði kapýdan geçen büyük bir yazardý kendi kültürünü yazdýklarýyla bütün dünyaya ve kendi milletine anlattý ve görevini en iyi biçimde yaptý” Yaþar Kemal

Yaþar Kemal bu kitaba yazdýðý önsözde, Mehmed Uzun’un romanýný ilk okuduðunda çok þaþýrdýðýný söylüyor, “Bir dilin ilk romaný böylesine ustalýkla, böylesine zengin bir dille, üstelik de geliþmiþ bir roman dili yaratýlarak nasýl yazýlmýþ.” Uzun’un bu eseri yaratmasýný, onun yeteneðine, geniþ kültürüne ve gerek Kürt, gerek Türk, gerekse dünya edebiyatýný bilmesine ve özümsemesine baðlýyor. Bu roman, Kürt aydýný olan Memduh Selim Bey’in trajik yaþam öyküsünü, o dönem isyanlarýnýn içinde anlatýyor. Bir sürgünün özlem dolu yaþam hikayesidir anlatýlan. Ýstanbul, Ýskenderiye, Beyrut, Þam, Halep, Antakya… Ülkesi ve sevgilisi arasýnda tercih yapmak zorunda kaldýðýnda ülkesinde savaþmayý tercih eden, özlemlerine daha büyük özlemleri sýðdýran bir devrimcidir o… Ardýndan gelen Kader Kuyusu ise bir devam romaný özelliði gösterir ve Kürt aydýnlarýndan olan, dil konusunda önemli katkýlarý olmuþ Celadet Bedirhan’ýn Ýstanbul’da sürgün yýllarýný anlatýr. Bir itiraf, hala Kader Kuyusu’nu okuyamadým. Kütüphanemde özenle saklýyorum birgün mutlaka okuyacaðým diye… Onun eserlerinin tamamýný daha o yaþarken okumak isterdim. Ölüm haberini aldýðýmýzda ilk hissettiðim duygu bu oldu. Mehmed Uzun bir süredir tedavi görüyordu, bunu bizim gibi tüm emekçi halklar biliyordu. Diyarbakýr’a geldiðinde onu büyük bir kalabalýk karþýlamýþ, baðrýna basmýþtý. O zaten kendi topraklarýna yaþama biraz daha tutunmak için gelmiþti. Öyle de oldu. Geldiðinde baðrýna basan Diyarbakýr onu son yolculuðunda da yalnýz býrakmadý. Büyük bir kalabalýkla uðurlandý. O Diyarbakýr’da yaþama tutunmaya çalýþýrken, onun adýna Ýstanbul’da bir konferans düzenlendi. 17 Þubat’ta Bilgi Üniversitesinde yapýlan konferansa teblið sunan Selim Temo Mehmed Uzun’un yedi romaný üzerinden geniþ bir deðerlendirme yapýyor. Bütününe burada yer veremeyeceðimiz tebliðden onun yazarlýðýyla ilgili bazý belirlemeleri aktarmak istiyoruz. “ Mehmed Uzun, Kürt kültürünün bazý temel olay ve þahsiyetlerini romanýn sözcükler ve cümlelerle dolu odasýnda aðýrlamaktadýr. Asla birer biyografi olmayan bu romanlarda söz konusu olay ve þahsiyetler, her romanda deðiþik bir teknikle, belli bir algýnýn içine yerleþtirilirler: Modern bir kavrayýþla yeniden yara-

88

Kış ‘08


tým. Bu çabada sayýsýz özellikten, bu özelliklerin kuramý kendine göre yeniden þekillenmek zorunda býrakan ayrýntýlarýndan söz edilebilir. “Yitik Bir Aþkýn Gölgesi’nde, Memduh Selîm Bey gibi bir Kürt aydýnýný odaða alarak, Abdalýn Bir Günü ve Kader Kuyusu’nu bir anlamda müjdeliyor. Ancak bu ikisinden farklý olarak, kahramanýn gerçek hayatýna daha baðlý bir roman söz konusu. Gerçeklik duygusu yer yer kimi tarihsel bilgi ve belgelere dayandýrýlarak pekiþtiriliyor. Memduh Selîm Bey’in hayatý, Kürt Teali Cemiyeti, Xoybûn, Aðrý Ayaklanmasý, bohemlerin Ýstanbul’u, modernist Kürt aydýn kuþaðý, Kahire, Beyrut ve Þam gibi Kürt Aydýnlanmasý merkezleri, dönemin alafranga havasý, Hêvîve Rojî Kurd dergisinin mutfaðý gibi dekorlarýn önünde geçer. Ama okur onun hayatýný okuyup öðrenmiþ olmaz, aksine kelimenin temel anlamýyla seyreder. Hatta bir dengbêjin sözlü kültür performansýný icra ettiði bir mekândaymýþ gibi karelere seslenebilir de. “Mehmed Uzun, 1991 yýlýnda yazdýðý Abdalýn Bir Günü’nde, deneysel bir çabaya giriþir, diðer bütün romanlardaki deneysel özellikler bu romanda toplanýr adeta. Roman bir serencamla baþlar. Bu serencam, ben-anlatýcý aðzýndan verilir. Ehmedê Fermanê Kîkî adlý anlatýcý, önce kendi macerasýný anlatýr, sonra da “roman”ýn “oluþum” sürecini. Ancak Yitik Bir Aþkýn Gölgesinde’ki gerçeðe uygunluk kaygýsý, yerini kurgusal bir gerçek yaratmaya býrakýr. Burada ünlü Kürt dengbêji Evdalê Zeynikê, bir vesiledir. Onun kurgusal hayatý, bir halkýn macerasýyla bütünleþtirilir.” Yitik Bir Aþkýn Gölgesinde, Kader Kuyusu, Nar Çiçekleri, Dengbejlerim gibi bir çok eserin yaratýcýsý Mehmed Uzun, benim yazarlýðým mecburi bir yazarlýktýr, diyor. Yaþar Kemal’in Ýnce Memed’i anlatýrken onun bir ‘mecbur insan’ olduðunu söylediðini hatýrlatarak, “Benim yazarlýðým da ‘mecburen yapýlmýþ bir baþkaldýrý’dýr. Þan, þöhret, mal, mülk, pazarla iliþkisi olmayan bir yazarlýk benimki. Ben aþaðýlanmamak, kovuþturulmamak, horlanmamak için yazýyorum. 5 kez yargýlandým yazarlýðýmla ilgili olarak. Mahkeme salonlarýnda ifade etme hakkým, yazarlýk haklarým, özgürlük hakkým için savundum kendimi. Bunlar birer haktýr. Ben o hakký kullandým.” Dili yasaklanmýþ bir halkýn üyesidir o, ama dilin gücüne inanmýþ bir yazardýr. Dil konusunda söyledikleri bu inancýný ortaya koymaktadýr. “Diller biz insanlar gibi kötü niyetli, bencil ve kurnaz deðiller. Dünyanýn en cömert ve insani varlýðý dildir; sürekli alýr ve verir, deðiþir, deðiþtirir, zenginleþtirir, ötekini daha anlamlý kýlar. Dünyanýn en evrensel varlýðý da dildir, gariptir ama hep yerel olan dil, yerelliðini evrensel özellikleriyle zenginleþtirir. Hiç kimse, hiçbir zaman dillerin bu evrensel, organik iliþkisini koparamamýþtýr. En izole dilde bile ötekinden bir duygu vardýr. Tevrat, Babil Kulesi öyküsünde dillerin farklýlýðýný Tanrý tarafýndan insanlýða verilmiþ bir ceza olarak anlatýr. Niçin bu cezayý bir zenginlik olarak da algýlamayalým? “Söz ve dil günahsýzdýr; söze ve dile bir günah, bir suç yükleyen insandýr. Bu tür suç ve günahlara karþý çýkarak insanoðlunun kirlettiði söz ve dili temizlemek gerekiyor. Hele bu diller bizim dillerimiz gibi uygarlýklarýn, dil ve dinlerin, kültür miraslarýnýn membasý olan bir coðrafyanýn dilleriyse! Kendime ait Kürtçe bir roman dili kurmaya çalýþtýðým dönemlerde hayretle þunu gördüm; Kürtçe’nin zenginlikleri içinde tüm bu binlerce yýllýk dil, din, uygarlýk, kültür, sanat, müzik, edebiyat ve anlatýnýn izleri vardý ve Kürtçe’yi bu oranda direngen yapan da bu izler ve ötekilerle iliþkisiydi. Ben söze, anlatýya, kirinden, pasýndan temizlenmiþ dile çok inanýyorum; dilin bize kim olduðumuzu hatýrlatacak, bizi zenginleþtirecek muazzam bir gücü vardýr.” Bugün Mehmed Uzun aramýzda yok, ama onun eserleri bizimle ve bizden sonraki kuþaklarla birlikte insanlýðýn büyük yürüyüþünde yerini hep koruyacaktýr.

Kış ‘08

89

“benim yazarlýðým mecburi bir yazarlýktýr, diyor. Yaþar Kemal’in Ýnce Memed’i anlatýrken onun bir ‘mecbur insan’ olduðunu söylediðini hatýrlatarak, “Benim yazarlýðým da ‘mecburen yapýlmýþ bir baþkaldýrý’dýr. Þan, þöhret, mal, mülk, pazarla iliþkisi olmayan bir yazarlýk benimki. Ben aþaðýlanmamak, ko vuþ tu rul ma mak, horlanmamak için yazýyorum.”


Issýz Ada Okurlarıyla ssýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý kitabýnýn tanýtýmý için Taksim, Adana ve Antep Ayýþýðý’nda düzenlediðimiz imza günlerinde, þair Ruhan Mavruk okurlarıyla buluştu. Kitabýn macerasýný anlatan şairimiz, ayrýca okurlarýnýn sorularýný yanýtladý. Taksim Ayýþýðý’nda düzenlediðimiz söyleþiye, “Ben burada olmaktan mutluyum, sizlerle olmaktan çok mutluluyum, devrimcilerin yüreðine destek olmaktan, onlarla beraber yürümekten çok mutluyum” diyerek baþladý. “Çünkü þunu da hesap etmek gerekirse, dýþarýdaki yabancýlaþma, haksýzlýk, insan dýþý rekabet… burasý düþünüldüðünde yaþanýlasý bir dünya deðil, adeta intihar gibi geliyor. Devrimciler paylaþmasýný biliyor, kendine güveniyor, uyurken rahat bir nefes alabiliyor, ‘ben halkýma karþý, halklara karþý elimden geleni yapabiliyorum’ diye. O noktada varlýðýnýz için teþekkür ediyorum.” Ayýþýðý Sanat Merkezi olarak Ruhan Mavruk’u çok geç tanýdýk. Son iki yýldýr, onun þiirleriyle, dostluðuyla beraber olabildik. Masa baþý romancýlarýnýn, þairlerinin, yazarlarýnýn bol olduðu bir ülkede, þiirlerini, imgelerini sokaklarda, eylemlerde yaratan bir þairle tanýþmýþ olmaktan, onunla birlikte çalýþmaktan çok mutluyuz. Ruhan Mavruk’un þiirlerinden, yaptýðýmýz sohbetlerden anladýðýmýz kadarýyla, o, ayný zamanda devrimciler tarafýndan anlaþýlmak, imgelerinin onlarýn dünyasýnda bir þey ifade etmesini isteyen bir þairdir. Ruhan Mavruk’un þiirinde imgeler çok güçlü. Bu imgeler, anlaþýlmaz olmak için deðil, hissettiðini, yaþadýðýný en iyi þekilde ifade edebilmek için kullanýlmýþtýr. Bu anlamýyla þairin kaygý duymasýna hiç gerek yok. Onun “Güzel insanlarý”, þiirlerini seviyor, anlýyor ve daha da sevecekler… Biz de senin varlýðýn için teþekkür ediyoruz. Ruhan Mavruk’u tanýdýðýmýzda, aðýr bir yük taþýyordu yüreðinde. Tutsaklarýn F tipi zindanlara atýldýðý, bedenini ölüme yatýrdýðý günlerde birikmiþ bir yük… Bu sürecin en baþýndan itibaren, o tavrýný tutsaklardan yana belirlemiþti. Simurg Tufanýna o da tüm yüreðiyle katýlmýþtý. Eylemlere katýldý, sanatçýlarý bir araya topladý, tutsaklara mektuplar yazdý, onlar için þiirler damýttý. Tutsaklardan onlarca mektup aldý. Bunlar bir belgeydi ve geleceðe taþýnmalýydý. O yoðun günlerde yapmanýn imkaný yoktu. Daha sonra tüm mektuplar bir araya getirilerek hazýrlýklara baþlandý, ama ev baskýnlarýnda, TAYAD’a yapýlan baskýnda bir çoðu yokedildi. Elinde kalan çok az sayýda mektuptu, yine de onlarý gün ýþýðýna çýkarmak istiyordu. Onu tanýdýðýmýzda yüreðinde taþýdýðý aðrý buydu. Bu aðrýnýn ancak Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý çýkarsa dineceðini bizde biliyorduk. O nedenle bu çalýþmasýný birlikte yapabileceðimizi, Ayýþýðý adýna kitabýný çýkarabileceðimizi söyledik. O da büyük bir sevinçle kabul etti. Kitabýn serüveni iþte böyle baþladý. Dinleyenlerden gelen þu soruya, “ben zaman zaman þiirlerinde ölüme güzelleme görüyorum. Özellikle de Yelkovan Kuþunun Ölümünde böyle bir yön var. Bu kýsmý anlamak istiyorum. Sistemle savaþan Ruhan tanýyoruz. Bu ölüme güzellemeyi nasýl algýladýnýz? Nasýl hissettiniz, ne oldu, bu-

I

90

Kış ‘08


nu biraz açabilir misiniz?” “Þimdi niye ölüm vurgusunu bu kadar yaklaþmýþ… Tam dýþa vurumdur benim yazdýklarým… Eksiðiyle artýsýyla… hatta paylaþtýðým zaman biraz birilerinin canýný sýkacaðým. Þimdi ölüm duygusunun yakýnlýðý aslýnda güzellemeden çok, bir gerçeklik Türkiye’de. Bakýn Adnan Yücel 47 yaþýnda ölüyor. Gerçek anlamda muhalefet yapmayý sürdüren… Ama öyle ama böyle… Tüm gücüyle muhalefet yapmayý sürdüren sanatçýlara, bu toplumsal dönüþüm döneminde, böylesine alt üst oluþ dönemlerinde büyük bedeller ödemek düþüyor. Hiçbir zaman rahat býrakýlmadýk. Daðýtým gibi bir þansýmýz olmadý. Devamlý saldýrýlar aldýk. Sosyalist geçinip, niye iþçilere yazýyorsun, niye uðraþýyorsun bunlarla, bir avuç insanýn peþinden niye gidiyorsun diyenlerle uðraþtým. Sürekli yalnýzlaþtýrýldým. Tüm bunlara raðmen beþ kitaba kadar gelebildim. “Þairin zaten iç dünyasýnda bir yalnýzlýk vardýr. Yapýsýnda vardýr. Yalnýzlýklar içinde çoðul, kalabalýklar içinde yalnýz. Öyle bir yapý vardýr. Ölümü de hakikaten o dönemlerde çok yakýn hissediyordum ben. Yani iþte Adnan Yücel… Mehmet Uzun… Erken yaþta kaybettik… Çok yakýndan tanýdýðým insanlar öldü. F tiplerinden gelen mektuplarý yazanlarýn bir kýsmý yok artýk. Armutlu’da tanýdýðým pek çok insan öldü. Bir çoðu sakat kaldý. Son 4 yýl içinde geliþmiþ bir þey var ama ölümde bir gerçek onu da düþünmek lazým. Yaþamak kadar ölümde gerçek.” Baþka bir dinleyici büyük bir merakla, “Issýz Adanýn kim olduðunu kitabý okuduðumuzda öðreneceðiz. Ya Savaþ Zýrhlýsý kim?” diye sordu. Ruhan’ýn verdiði cevap samimi ve içtendi. Bu soruyu hep alýyorum. Ne yapacaðým þaþýrdým. Birincisi, ülkenin tüm devrimcileri… ýssýz adayý tamamlayan, onu neþelendiren, þenlendiren. Ýkincisi, bir ýssýz ada var benim yüreðimde, yalan söylemeyim. Üçüncüsü, kendim, savaþan yaným… Bir ýssýz ada gibi kendi dünyasýnda þenliklerle, türkülerle, oyunlarla, müziklerle götüren, bir yandan da savaþan bir yaným var. Ýki ayrý insan… Onun ötesinde de, ne derler, insanýn yüreði tam kapalýdýr. Bir Issýz Ada varsa Savaþ Zýrhlýsý da olacaktýr. Yoksa insan bütünleþemez, bütünleþemeyince de mutlu yaþayamaz.” Ruhan için bir þiir bile yazýldý o etkinlikte… belki gözyaþý / belki umut / belki sevda / en çokta direnç vardý þiirlerinde / aþký, umudu, özlemi en çok da direnci anlattý / bugün / altýncý katta / bize Kitap imzalamaya geçmeden önce, Yan Flüt dersleri veren arkadaþýmýz Belgin’den Ayrýlýk parçasýný dinledik. Þairimiz imza masasýna geçtiðinde, etkinliðe katýlan herkes kitabýný imzalatmak için sýraya girdi. Uzun uzun sohbetler eþliðinde kitaplarýný imzaladý. Ardýndan Emeðe Ezgi’nin bugün için hazýrladýðý parçalarýn ardýndan imza günümüz sona erdi.

Kış ‘08

“ÞÝÝR BÝR DÝRENÝÞ SANATIDIR” Bu kez de Çukurova’nýn sýcak halkýyla buluþuyordu þairin ezgi dolu þiirleri. Ýmza gününden bir gün önce Çukurova emekçilerinin sesi olan Radyo Dünya’da yapýlan programa, Ruhan Mavruk ile sanat merkezi emekçisi bir arkadaþýmýz katýldýlar. Söyleþimiz þiir nedir, sorusuyla baþladý. Daha sonra þiirin insan yaþamýndaki etkisi üzerine devam etti. Biraz batýya gittik, Jose Marti, Þilili Pablo Neruda… Kürdistan’a yol aldýk “acýlarýn çok yaþandýðý yerde sanat daha çok zenginlik kazanýyor,” diyor þair Ruhan Mavruk. Ezilenlerin yanýnda, bir kadýn aydýn olmanýn zorluklarýndan bahsettik. Ýki saatlik radyo programýmýz çok hýzlý akýyordu. Çukurova’nýn emekçi haklarýný ertesi gün (5 Ocak) yapacaðýmýz imza gününe davet edip sevgi ve selamlarýmýzý gönderdikten sonra programýmýz sona erdi.

Ertesi gün sanat merkezinde imza günü etkinliðinde birlikteydik. Müzik, þiir dinletilerinin sunulduðu etkinliðimiz, þair Ruhan Mavruk’la söyleþi ve kitaplarýnýn imzalanmasý þeklinde devam etti. Þair Ruhan Mavruk þiir kitabýnýn çýkarýlma öyküsünü ve kitabýn içinde bulunan þiirlerin, tutsaklardan gelen mektuplarýn hikâyesini anlatarak sözlerini sürdürdü. “Þiir bir direniþ sanatýdýr, þiir bir varoluþ biçimidir, varlýðýmýz, yoksulluðumuz, varsýllýðýmýz, yenilgimiz, utkumuz, yalnýzlýðýmýz, çoðulluðumuz, tutkularýmýzdan geçe geçe ulaþtýðýmýz erdemdir… Þiir kaynaðýný yaþamdan alýr, yaþamýn içinde yer alan her þeyden. Ki yaþamla ölüm arasýnda sonsuz ayrýntý vardýr. Yaþamýn ve sokaklarýn dilini içselleþtirmeyen þiir, þairin soyutunda güçlü estetik dönüþümlerden de geçse, tekrar yaþama dönemez… Þiir elit olmaz, egemenlere verdiði en küçük ödün bile onun direniþçi gücünü aþýndýrýr… Þiir amatördür…” ANTEP’te ‘EMEK VE EYLEM’ EKİNLİĞİ 6 Ocak Pazar günü Antep Ayýþýðý Sanat Merkezi’nde “Emek ve Eylem” etkinliði yapýldý. “Ýnsana emek, emeðe eylem, eyleme yürek, yüreðe sevgi ge-

91


rek” sloganý ile gerçekleþtirilen etkinlik ayný zamanda þairler Ruhan Mavruk ve Kazým Demir’inde okurlarýyla buluþmasýna sahne oldu Ruhan Mavruk’un son kitabý “Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý” ve Kazým Demir’in “Kirpikleri Islak Gri” kitaplarýnýn tanýtýmý da yapýldý. Etkinliðin söyleþi bölümünde iki þair kitaplarýný nasýl ortaya çýkardýklarýný anlatýrken þiirin yaþamda ve mücadelede ne kadar önemli bir yeri olduðuna da deðinerek bir sanatçýnýn emekçilerden ayrý, elit bir yaþam içerisinde olamayacaðýný, emekçilerin yaþamlarýnýn ve mücadelelerinin içinde olmadan yaptýklarý üretimin de gerçek ve samimi olamayacaðýný söylediler.

Ýzleyicilerden gelen bir soru üzerine Ruhan Mavruk, devrimci bir sanatçýnýn eserlerinde aþktan da bahsedebileceðini, bunun tersi yönündeki önyargýnýn doðru olmadýðýný belirterek “Aþk mücadelenin olmazsa olmazýdýr. Sevgi, yaratýcý þiddetle ruhun ruha, bedenin bedene koþmasýdýr. Sevmekle ötesine geçer insan sevginin…” dedi. Ardýndan sahneye gelen Ekin Þiir Atölyesi hem konuk þairlerin hem de yaþamý mücadele ile dolu ölümsüz þairlerin dizelerini izleyenlere taþýdýlar. Son olarak sahneyi Grup Denize Ezgi aldý ve notalarý ile keyifli dakikalar yaþattý. Grup, yine bir devrimci þair olan ve halen Kandýra F Tipi zindanýnda tutsak bulunan Ergül Çiçekler’in þiirinden bestelediði rüzgar parçasýný okuyacaðý sýrada salondan, tüm devrimci tutsaklarý selamlamak istercesine alkýþ ve zýlgýtlar yükseldi. Dinleti, çekilen halaylarýn coþkusu ile son buldu. Etkinlik bitiminde iki yazar, okurlarý ile birebir sohbet imkaný bulurken ayný zamanda kitaplarýný da

imzalýyorlardý. Katýlýmcýlar ise Ayýþýðý emekçilerinden, baþka devrimci ve demokrat sanatçýlarla buluþturulma sözünü alarak salondan ayrýldýlar.

SONRA ömrüm sahra yürümekle geçti seni kervanlar susuzluğuna yazdım şiirlerimi sağnak yağmura çağıma tanık durdum engizisyon mahkemelerinde kanıtsız öldüm görünmez iplerle asılıyım uçurumlara izin mi kaldı diyeceksin biliyorum ama aşklar kendi şarkılarıyla akar zamana hem imgelerimin yarasını saracak kardeş de aramıyorum artık bırakıyorum savunmamı yüzlerce yıl sonra adsız mimozalara gülümseyecek bahara Ruhan Mavruk

92

Kış ‘08


Günlük Kazým Demir

BÝR ÝÞÇÝNÝN GÜNLÜÐÜ

05.08.2007 Para hýrsýyla dönen entrikalar, yöneticilere þirin görünme pozlarý, baþkalarýnýn baþarýsýndan kendine pay çýkaran, her þeyin bireysel çýkar üzerinden yükseldiði, cahili, yobazý, sistem maðduru, sistem savunucularý… Burasý fabrika, emeðini satýp karþýlýðýnda “buna da þükür” diyenlerin, sermaye denen çobanýn peþinden sürüklenip gidenlerin yeri. Ýnsanlýk deðerlerini hiçe sayýp cebindeki para kadar insan olan bir toplumuz. Cebimizde para yok. Çünkü aldýðýmýz gibi kredi kartý, bakkal borcu… Her ay alacaklý sayýsý çoðalýyor. Bu hesaba göre biz hiç insan olamayacaðýz. Ben her fabrikaya adým attýðýmda sanki F tipi cezaevine girmiþ gibi oluyorum. Ýnsanlarla konuþmak yasak; çünkü gruplaþma olurmuþ. Az laf çok iþ mantýðý yani. Fabrikaya kocaman bir yazý asmýþlar: “Biz bir aileyiz.” Ne kadar içten ve samimi biz bir aileyiz (!) Patron bizim neyimiz? Abi mi yoksa baba mý? Biz ne bulursak giyerken kendileri yurt dýþýndan özel kýyafet sipariþi veriyor. Deðeri ise bizim dört beþ ay çalýþýp kazandýðýmýza eþit; biz kuru ekmeðe katýk ararken, beyefendiler bizim bir aylýðýmýzý bir akþam yemeðine veriyor. Sonrasýnda “komþusu açken kendisi tok olan bizden deðildir” diye bas bas baðýrýyorlar. Biz bir aileyiz! Dipsiz kuyu gibi açýlmýþ patronun aðzý. Çalýþýyoruz, çalýþýyoruz, doyuramýyoruz, isterseniz “buna da þükür” diyelim. Onlar öðrettiler bunu ve buna benzer avutma sözlerini. Nasýl olsa öbür dünyada yakalarýna yapýþacaðýz. Sesimizi çýkarmayalým, ölüme az kaldý. Peki ya çocuklarýmýz? Onlarýn çocuklarý? Öbür dünyaya býraktýðýmýz sürekli çoðalan sorunlarý nasýl kaldýracaklar, düþündünüz mü? Hayýr. Buna da þükür! 20.08.2007 Bizim Genç Emekçiler Birliði’ndeki arkadaþlar tutuklanmýþtý. Sebebi mezar ziyareti. Mezar ziyaretinin bu kadar tehlikeli bir olay olduðunu bilmiyordum doðrusu. Defalarca düþündüm, bir türlü akýl erdiremedim. Topraðýn altýndaki insan iskeletinin ne gibi bir yasadýþý olayý olabilir ki? Yoksa arkadaþlarý tutuklayanlar öbür dünyadan haber mi alýyorlar? Bunlar çok Türk filmi izliyorlar bence. Anne babalarý kulaklarýný kývýrsaydý zamanýnda, böyle hayalperest bir nesil yetiþmezdi. Bir yandan da þunu düþünüyorum: Arkadaþlar iþçileri bilinçlendiriyor diye patronlar yüksek torpillerini kullanarak arkadaþlarý tutuklattýlar mý? Eee… Her bilinçli iþçiyi ceplerinde eksilen para olarak görüyorlar. Onlar da herhangi bir þey bulamadý da hangi akla hizmet saçma sapan bir sebep uyduruverdiler. Kesin

Kış ‘08

93

Fotograf Ömer Çiçek


böyle olmuþtur. Düþünüyorum düþünüyorum, hiçbir mantýða sýðdýramýyorum. Benim dedem Rusya’da eski bir gömütlükte yatýyor. O da tehlikeli bir insan iskeleti. Onun mezarýný ziyaret etmeyi çok istiyorum. Maddi imkansýzlýklardan dolayý gidemiyordum. Doðrusu imkaným olsa bile mezar ziyareti yasak bizim ülkemizde. Yolda çevirip tutuklarlar beni. Acaba diðer ülkelerde de tehlikelimi mezar ziyareti? Ama bir gün dedemin mezarýný ziyaret edeceðim ne olursa olsun. Onun istediði kendi ülkesinde topraða gömülmekti. Dedem bunlarý fena korkutmuþ ki ölüsünden bile korkuyorlar, kendi ülkesinde gömülmesine izin vermiyorlar. En güzel elbisemle, yani iþçi tulumumla dedemi ziyaret edeceðim… 16.09.2007 Makineler sanki kafamýn içinde çalýþýyor, uyuyamýyorum, bir sað bir sol… Kafamda bin bir sorun. Akþam 18:30’dan sabah 09:30 kadar çalýþtým. Kocaman fabrikayý defalarca turladým. Ayaklarým sanki kopacak. Eve gider gitmez, kahvaltý yapmadan yataða atladýðým gibi uyurum diye düþünürken uyuyamýyorum. Uyuyamýyorum, makineler kafamýn içinde çalýþýyor. Güneþi görmek istiyorum, kuþ ötüþünü duymak, çimlere uzanýp þelaleden akan su sesini dinlemek. Uykularla doymuþ olarak yeni bir güne mutlulukla baþlamak, çocuklarýmla güzel bir gün geçirmek, maddi sýkýntýlardan kaynaklanan stresli halimi yansýtmadan, eþimle sinemaya, tiyatroya hatta konsere kaygýsýzca gidebilmek, dolmuþ parasý, bilet parasý hesabý yapmadan ayný heyecaný yaþamak, ayný sevinci paylaþmak, dostlarýmýzla daha çok vakit geçirmek, sanatsal faaliyetlere katýlmak. Ýþte o zaman diyeceðim: Budur yaþamak… O zaman nasýl olacak? Böyle bir þey var mýdýr, derken, ÖNSÖZ diye bir sanat dergisinde okudum; böyle bir þey var. Adý sosyalizm… Önce inanamadým, okuyunca “evet olacak” dedim. Ben böyle bir yaþamý istiyorum. Fabrikadaki birkaç iþçiye de sordum, önce mucize olarak gördüler. Hepsi böyle bir yaþamýn özlemi içindeler. O zaman artýk daðlarý devirmeli elbirliðiyle, elimizin öz biçimini yitirmeden… 07.10.2007 Yine fabrikanýn her tarafýna yazýlar asýlmýþ. Herhalde patronun bayram mesajýdýr bize. Dindar adamdýr ne de olsa. Dini bayramlara saygýsý var. Mesaj aynen þu þekilde yazýyor: “Arife ve bayramda çalýþma isteðe baðlýdýr. Ancak firmamýzýn bayramda çalýþmasý gerekmektedir. Bu nedenle tüm iþçilerden geleceði veya gelmeyeceðine dair imzalý taahhüt alýnýyor. Geleceðim deyip de gelmeyenden programýmýzý aksattýðý gerekçesiyle

94

hesap sorulacak, performansýna gereken not düþürülecek. “Gelmeyeceðini belirtenlerin fazla mesaiye ihtiyaçlarý olmadýklarý ve firmamýzýn iþinin kendileri için önemsiz olduðu düþünülür, maaþ artýþýnda bu durumlarý göz önüne alýnýr. Þimdiden belirtiyorum… “Tüm çalýþanlarýn aileleriyle hayýrlý bir bayram geçirmelerini diliyorum…” Patronumuz bayaðý dini bütün bir adammýþ. Ailemizle hayýrlý bir bayram geçirmemizi diliyor. Peki, bu hayýrlý bayramý hangi zamana sýðdýracaðýz? Önce sefalete mahkum edip sonra tehditle hakkýmýz olan bayram tatilini gasp ederek mi?

AÐAÇLAR VE KUÞLAR Ayný gökyüzünü paylaþmýþlar Aðaçlar ve kuþlar Umuda sevdalanmýþlar Su da yansýmalarýna aþýk olduklarý gibi Siz aðaçlarý yalnýz mý sanýrsýnýz Uçamazlar kuþlar gibi Geçemezler daðlardan denizlerden Hiçbir meyveden tadamazlar belki Ama tutkunlar birbirlerine Ormanda kol kola el ele Ayrýlmazlar Kapýyý çarpýp gidemezler Aðaçlar hürriyet kadar gerçek Umut gibi yeþerecek Belki deleceklerdir gökyüzünü Kuþlardan önce Baþlarýnýn üstünde yeri vardýr kuþlarýn Aðýtlardan, türkülerden uzak köylerden Hatta baþka aðaçlardan haberdardýr kuþlar Gevezedirler Ama yalansýzdýr sözleri Biraz abartýlý Oda tadý tuzu Umudun suya yansýmasýdýr

Kazým DEMÝR

Kış ‘08


Anı

HEMÞÝRE 4

Eftelya Deniz akvimler 15.11.2004’ü gösteriyor ve günlerden Pazartesi. Þiddetli bir rüzgar eþlik ediyordu güne. Sanýrsýnýz ki, birþeylerin nedenini sorguluyor. Aðaçlar ise çoktan dallarýný rüzgara teslim etmenin üzüntüsüyle, hastane bahçesindeki var oluþunu devam ettiriyordu. Hastane bahçesindeki insan kalabalýðýna takýlmýþ buldum bir müddet sonra kendimi. Her an hareket halindeydiler; birileri geliyor, birileri gidiyordu. Burasý çocuk hastanesi olduðundan çocuklarýn sayýsý bir hayli fazlaydý. Hastanenin bahçesinde bulunan banklarda ikili sohbetler baþlamýþtý. Bir taraftan da ayný anda, ayný aralýklarla, çocuklarýný kucaklarýnda zýplatýyorlardý. Bir izleyici olarak bu tablo beni bayaðý etkilemiþti. Ama onlar bu durumun farkýnda deðillerdi. “Ne konuþuyorlar böyle” diyerek tahminler yürütüyordum kendi içimde. Ama ilk tahminim doðruydu. Çünkü birbirlerini ilk kez gören kiþiler arasýnda baþlayan sohbetlerde, hele bir de hastane bahçesinde ise, çocuklarýn hastalýklarýndan baþka konularý olamazdý. Düþüncelerimi belirli bir süre ertelemeye aldýktan sonra, hastaneye girdim. Ýntaniye (bulaþýcý hastalýklar) servisine doðru merdivenlerde ilerledim. Artýk servisime gelmiþtim. Nöbette birlikte kalacaðým arkadaþým Selda da gelmiþti. Arkadaþlarla selamlaþýp, biraz sohbetin arkasýndan nöbeti teslim aldýk. Serviste 48 hasta vardý. Selda’yla hasta odalarýna girip serumlarý düzenli gidiyor mu, týkanma var mý, diye gözden geçirdik. 105 nolu odada yatan hastamýzýn adý Gökhan’dý.13 yaþýnda ki Gökhan bir epilepsi (sara) hastasýydý.106 nolu odada yatan hastamýzýn adý ise Barýþ’tý. Barýþ, 14 yaþýnda bir hepatit B (sarýlýk) hastasýydý. Barýþ’ýn hastalýðý bayaðý ilerlemiþti. Odasýna girdiðimiz zaman, vücudunun sarý rengi gözlerimizi alýyordu. Her tarafý limon rengine boyanmýþ gibiydi. Boþ olduðum zamanlarýmýn genelini 105 ve 106 nolu odalarda Gökhan ve Barýþla sohbet ederek geçirirdim. Sandalyeme kurulur keyifle Barýþ’ý dinlerdim; hafýzama da eklemeyi unutmazdým sözlerini. Gökhan ise - bulunduðu durumu mu sebep buna bilmem ama her zaman durgun, sakin, sessizdi ve fazla konuþmazdý. Bense zoraki konuþturmaya çalýþýrdým onu. Ara ara sara nöbetleri geçirir ve nöbet esnasýnda kendine çok zarar verirdi. Kafasýný duvara vuruyor, týrnaklarýný yüzüne, boynuna geçiriyordu. Diþi kilitleniyor, dili ise arasýnda kalýyordu ve aðzýndan beyaz köpükler akýyordu. Kendine geldiðinde ise aðlamaya baþlýyordu. Gökhan’la ilk uzun sohbetimizi, geçirdiði sara nöbetinden sonra gerçekleþtirdik. Sanýrým Gökhan’ýn psikolojisini benden iyi kimse anlayamazdý; geçmiþ zamanda bir sara hastasý olduðum için. Ama 8 yýldan beri nöbet geçirmiyorum. Umarým Gökhan için de bu olumlu sonuç doðar. Gökhan anlatmaya baþlamýþtý: Yedi kardeþiz, ailenin ikinci büyük çocuðuyum, babam inþaat iþçisi, bir de abim var. Çalýþýyor ama onun aldýðý aylýk ancak benim ilaç paramý dahi karþýlayamýyor. - Kaç yaþýnda abin? - 17 yaþýnda - Ne iþ yapýyor? - Ekmek fýrýnýnda çalýþýyor. Biliyor musun kendimi en kötü hissettiðim an arkadaþlarýmýn içinde sara nöbeti geçirmek. O zaman çok utanýyorum. Ýþin kötüsü ne biliyor musun, beni seviyorlar mý, acýyorlar mý onu bilememek.

T

Kış ‘08

95


- Gökhan, böyle düþünme, seni seviyorlardýr. - Umarým senin dediðin gibidir. Hastalýðýna raðmen gülmeyi unutmamýþtý. Kardeþlerini ve arkadaþlarýný anlatýrdý bana, en çok da kardeþi Sevgi’yi. “Onu çok özledim” diyordu. “Bir görsen ne kadar tatlý” Gökhan’la zaman zaman sohbet etme imkaný buluyordum. 15 gündür hastanedeydi Gökhan. Doktoru bugün onu taburcu edecekti. - Gökhan gönderelim mi seni evine artýk ne dersin? - Gönderin doktor bey. Oh be! Anne, evimize gidiyoruz. * Nihayet oðlum, evet gidiyoruz. * Hayýrdýr! Anne-oðul bizden bu kadar mý sýkýldýnýz? - Hayýr hemþire abla. Olur mu öyle hiç, ama kardeþlerimi, okulumu, arkadaþlarýmý ve evimi çok özledim. - Hadi öyle olsun bakalým. Doktor Gökhan’a dört ayrý ilaç yazdý. Annesine de Gökhan’ýn sara nöbeti geçirmesi sýrasýnda yapmasý gerekenleri anlattý. Gökhan’ýn taburcu iþlemini baþlatmam için dosyasýný bana uzattý. Ben de iþlemlerini baþlatýp, taburcu kaðýdýný elime aldým ve Gökhan’ýn odasýna gittim. * Ne zaman gitmek istiyorsun? Sabýrsýz. - Hemen hemþire abla - Tamam gidebilirsin - Gerçekten gidebilir miyim? - Evet, gerçekten. Birkaç dakika sonra annesiyle eþyalarýný toparlamýþ geliyorlardý. - Her þey için teþekkürler, biz gidiyoruz hemþire abla. - Tamam ablacýðým kendine iyi bak. Üzülme tamam mý? - Bakacaðýz artýk. Ama kolay bir hayat beklemiyordu Gökhan’ý. Bayýlma nöbetleri hep eþlik edecekti ona. Bu durum da psikolojisini olumsuz yönde etkileyecekti. Uzun bir süre ilaç kullanacaktý. Ayda bir beyin tomografisi ve EEG grafisi çektirilecekti. Tüm bunlara ek olarak da belirli bir süre psikologdan yardým alacaktý. Yaþýnýn küçük olmasýndan dolayý en büyük destekçisi ise annesi olacaktý. Zor günlere karþý baþarýlar Gökhan. Bütün iyi dileklerim senin ve ileri ki günlerin için. Gökhan’ý taburcu ettikten sonra Barýþ’ýn odasýna doðru yöneldim. - Az önce Gökhan taburcu oldu, biliyor musun? - Gördüm hemþire abla. Ben ne zaman taburcu olacaðým acaba? Doktorum da bir þey demiyor. - Aaa! Sen de olacaksýn. Hep burada kalacak deðilsin ki Barýþ. Annesi de girdi konuþmamýza: - Sabret oðlum, sýk diþini, gideceðiz elbet bizde. Barýþ ailenin tek çocuðuydu. Buna raðmen çok ýlýmlý, zeki ve usluydu. Kendine söylenen her þeyi itiraz etmeden yapar, bize de yardýmcý olurdu. - Barýþ’çýðým ben birazdan nöbetten çýkýyorum. Var mý bir isteðin benden? - Evet hemþire abla, bir isteðim var. Hatta iki de diye biliriz. - Neymiþ söyle bakalým. - Kaðýt ve kalem istiyorum.

96

Kış ‘08


- Tamam ben nöbeti teslim edeyim. Çýkýnca uðrar býrakýrým kaðýt ve kalemi sana. Artýk nöbeti devredip gidiyordum Barýþýn odasýna uðrayýp kaðýdý ve kalemi verdim. Eve gitmek üzere yola koyuldum. Ertesi gün akþam nöbete geldiðim zaman Barýþ’ýn durumunun kötüye gittiðini öðrendim. Hastalýk ilerliyor, iyileþme saðlanamýyordu. Sarýlýk komasýna girdiðini söyledi arkadaþ. Barýþ konuþamýyor, gözleri kapalý, hareketleri kýsýtlýydý. Onu bu halde görmek üzmüþtü beni. Aklýma çok istediði ama maddi durumlarýnýn zayýf olmasýndan kaynaklý alamadýðý bisikleti geldi. Baþka bir isteði daha vardý: Lunaparka gidip býkana kadar eðlenmek... Bunlar isteklerinin ikisiydi. En önemlisi ”yaþamak istiyordu” Barýþ. Týpký bir fabrikasý olan adamýn çocuðu gibi ve nice zenginlerin çocuklarý gibi. Açýkçasý zenginleri örnek vermek acýtýyor beni. Oysa ki, benim Barýþ’ým at arabasýnda meyve ve sebze satan babasýnýn yanýnda oturmakla da mutlu oluyordu. Barýþ’ýn odasýna girdiðimde içim buruktu. Gündüz ki durumu gece de eþlik ediyordu ona. Ýlacýný serumunun içerisine ekledim. Son bir kez yüzüne baktým ve odadan çýktým, koridorda ilerliyordum ki Barýþ’ýn annesinin feryadý ile durdum. - Barýþ, yavrum!... Barýþ, yavrum!…Ölme ne olur. Ölme… Ölme… Ölme… Ben olduðum yerde dona kalmýþtým. Gözümden akan yaþlarý hissedebiliyordum. Hemþire arkadaþ odaya doðru koþuyordu. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, hemþire arkadaþýmýn, “Barýþ’ý kaybettik, hasta ex” sesiyle kendime geldim. Oysa Barýþ dün akþam bana mektup yazmýþtý. Kaðýdý cebimden çýkarýp sesli okumayý düþünüyordum, tedavi odasýnda kaðýdý açarken elim titriyordu. “Ne yazmýþ olabilirdi?” diyordum. Vazgeçtim, kötü olurum okursam. “Hayýr hayýr, okumalýyým.” Evet, karar verdim, okuyacaktým. Son kez derin nefes alýp, olduðum yere çöktüm. Hazýrdým okumaya artýk… Diyordu ki on dört yaþýndaki Barýþ: “Yaþanmýþ hayatlar, yaþanmamýþ hayatlar ve yaþanmasýný istediðimiz hayatlar vardýr. Ben kendimi bu üç kavramýn içinde göremiyorum. Ama biraz yaþanmýþ hayatlardan, biraz yaþanmamýþ hayatlardan ve biraz da yaþanmasýný istediðimiz hayatlardan, birer parça alýp eklemek istiyorum kendime. Týpký hayallerimi avuçlarýmda, umudumu cebimde ve olmasýný istediðim güzellikleri yüreðimde taþýdýðým gibi…” Ve dahasý da: “Mutluluða bir adým atmak istiyorum. Ve hep orada kalmak istiyorum. Bu iki isteðim cümle beni iki yýl geriye götürüyor. Yüreðimde çoðalan sözcükleri, dilime söylettirmek ve satýrlarýma yazmak istiyorum. Þimdi yaþanmamýþ hayatýmýn içinde buluyorum ken-

Kış ‘08

dimi. Ara sýra evimizin az ilerisindeki inþaat iþçilerini izliyordum. Bir gün yine onlarý izlerken, özlemini ve olmasýný istediðim þeyleri bir bir canlandýrýyordum. Sanýrým hemþire abla, senin kurduðun hayallere benzer bir þey bu. Ýlk defa babam bana okul formasý almýþ. Öðretmen amcamýn oðlunun eski formasýný giymeyeceðim artýk. Ýlk defa naylon ayakkabýlarým yerine ayaðýmda kunduralarým var; hem de parlayanýndan. Ýlk defa sýrtýmda taþýdýðým bir çantam var. Yani okul eþyalarýmý poþette taþýmayacaðým. Tadýný merak ettiðim yiyecekler vardý ya, onlarý hiç sorma. Niye diye soracak olursan eðer söyleyeyim: Hiç yemediðimden tatlarýný da bilmediðimden, uðraþtým uðraþtým baþarýlý olamadým. Anladým ki, tadýný bilmediðin ve paran yoksa alamadýðýn yiyecekleri ne hayalinde ne de gerçekte seveceksin. Hem ne olmuþ, benim bir bardak çayýmýn içine bandýrdýðým ekmeðimin tadýna deðil mi? Ablacýðým benden bu kadar. Umarým beðenirsin. Artýk yorumunu yaparsýn bana.” - Yapacaðým yorumumu da sen nerdesin? Ben gözyaþlarýmý silerken, Barýþ’ý morga götürüyorlardý. Üzerine de beyaz bir çarþaf örtmüþlerdi. Ölmenin bu kadar kolay ve kýsa sürmesi þaþýrtmýþtý beni. Ölümü görmüþtüm… Gecenin ortasýnda göz göre göre ölümü ilk kez görmüþtüm. Bir hastanýn yok oluþuna ilk kez tanýk olmuþtum. Hüzünlerimle birlikte Barýþ’ýn odasýna girdim. - Mektubun için yorum yapmaný istemiþsin benden. Bu odada tanýdým seni, bu odada yapacaðým yorumumu. Yazýný çok beðendim, beni etkilemeyi baþardýn yine… Mutlu oldum, þimdi de üzgün olmama sebepsin. Hani direnecektin seni mutsuzluklara boðan bu hayata karþý. Hani “güçlüyüm ben” diyordun. Çok beðendim mektubunu. Ölümün eþliðinde okuttuðun için kýzgýným sana. Evet tekrar diyorum: Ölüm, sen bu kadar kolay ve kýsa mý sürüyorsun. Ölümü görmüþtüm gece ortasýnda; göz göre göre, ölümü ilk kez görmüþtüm.

97


Adnan Çelebi H Tipi Cezaevi Antep

KÜRT DESTANLARI Bir halký tanýmak; tarihini bilmekten çok, o halkýn ruhunu ve karakterini yansýtan kültürünü, edebiyatýný, folklorik özelliklerini tanýnmakla mümkündür. Söylenceler, destanlar egemenlerce yazýlmýþ olan tarih kadar (resmi tarih deniliyor) saptýrmalarla dolu deðildir. Kültür ve edebiyatýn en önemli öðelerinden birisi de destanlardýr. Her halkýn kendine ait bir çok destaný vardýr, ama bunlardan bazýlarý o halkla o kadar özdeþleþtirilir ki ilk akla gelenlerden olur. Örneðin Hint destaný denince Ramayana, Kýrgýz destaný denince Manas, Ýran denince Zaloðlu Rüstem, Türkler denince Ergenekon, Kürtler denince Demirci Kawa akla gelir. Ama bir halký öne çýkmýþ birkaç destanýyla tanýmak onlarý anlamak için yeterli olmayacaktýr. Bu yüzden, sizlere belli baþlý Kürt destanlarýný anlatmak istiyorum. Demirci Kawa Destaný Herkesin bildiðini düþündüðüm bu destaný uzun uzun anlatmayacaðým. Ancak belki bilmeyen birileri kalmýþtýr diye, kýsaca anlatalým... Yýl M.Ö. 612... Zalim Dehak Asur kralýdýr. Tüm Ortadoðu coðrafyasýna kan kusturmaktadýr. Zalim Kral Dehal’ýn iki omuzundan iki yýlan çýkar ve bu iki yýlan insan beyni ile beslenir, her gün iki Med (Kürtlerin atalarý) gencinin beyni bu yýlanlara sunulur. Demirin ustasý olan Kawa her gün bir genci gizliden serbest býrakýp daða salar, onlarýn beyni yerine de koyun beyni verir. Yýllarca gizliden daða salýnan bu gençler örgütlenip bir gerilla ordusu gibi büyürler ve Demirci Kawa önderliðinde 21 Mart M.Ö. 612 tarihinde, Dehak’ýn sarayýnýn bacasýndan içeri sýzan Kawa’nýn küçük oðlu “Jir”in kilidi açmasý ile içeri sýzarlar. Bir çekiç darbesiyle Dehak’ýn baþýný parçalar. Ardýndan sarayýn üstünde yakýlan meþale ile tüm tepeleri tutmuþ olan savaþçýlara iþaret verilerek ayaklanma baþlatýlýr. Destanýn arka planýndaki tarihi gerçeðe baktýðýmýzda Med’lerin önderliðinde ve o dönem Asur Ýmparatorluðu egemenliðindeki tüm halklarýn ittifak ve desteði ile bu devrimin gerçekleþtirildiðidir. Ki o yüzden olsa gerek 21 Mart Newroz (yeni gün anlamý-

98

na gelir Kürtçede) tüm Ortadoðu halklarýnda kutsal sayýlmakta ve bugün de bir çok halkça kutlanýlmaktadýr. Kawa isminin bir kiþi ismi deðil bir hareket ismi olduðu da, (örneðin gerilla, ya da devrimci gibi) kimi tarihçilerce akýldan uzak olmayan savlarla ileri sürülmektedir. Bu destanýn günümüz açýsýndan önemiyse, Kürt gençlerinin týpký o zaman olduðu gibi kendilerini daðlara vurup örgütlenmiþ olmalarý, kendilerini o olay ve aktörleriyle özdeþleþtirmeleridir. Kürt halkýna bu gerçekliðin mitostan gerçeðe ve güncele indirgenerek benimsetilmiþ ve maledilmiþ olmasýdýr... Rýsteme Zal (Zaloðlu Rüstem) Ýranlýlarýn diye bilinmekle beraber, Kürtlerde kendi destanlarý olarak bilir ve anlatýrlar. Ýranlýlarla Kürtlerin akrabalýk dereceleri gözönünde bulundurulduðunda bunun olasýlýk dýþý olmadýðýný da söylemek gerekir. Rüstem yenilmez bir kahraman olarak bir çok savaþý kazanýr, bir çok serüven yaþar. Kürtler arasýnda Zaloðlu’nun serüvenlerinden en çok anlatýlan, bir maðarada yaþayan dev bir canavarý öldürmesi olayýdýr. Dýmdým-Kela Dýmdýmê (Dýmdým Kalesi) Olay görece yakýn tarihte geçen bir direniþtir. Ýran þahý, þah Abbas’a karþý mirxanê yekdest ya da mirxanê Çenyzerin (tek kollu Mirhan ya da altýn kollu Mirhan) önderliðinde, Yahudi zelat direniþçilerinin sergilediði direniþi çaðrýþtýran bir direniþ sergilenir. Dökme kurþundan saðlam bir kale inþa eden ve çevresinde güçlenen Mirxan’dan korkan þah kaleyi kuþatýr ancak hiçbir þey yapamaz. Xano kalede gizli bir su yolu ve gizli geçitler yaptýrýr. Kuþatma bu gizli dýþ baðlantýlar sayesinde boþa çýkarýlmakta, kale kurþundan olduðu için hiçbir darbede kaleyi etkilememektedir. Ancak Kürt tarihinin tümüne damgasýný vurmuþ olan ihanet kapaný burada da yenilginin esas sebebi olarak ortaya çýkmaktadýr. Mahmude Melekani adýnda Xano’nun adamý bir okun baþýna mesajýný baðlayarak þaha görüþme talebini yollar, sonra gizli geçitten geçip þaha sýðýnýr ve bütün gizli yollarý, özellikle kaleyi ayakta tutan gizli su yolunun kaynaðýný söyler.

Kış ‘08


Su kesilince artýk yolun sonu görünür. Þah Abbas’ýn teslim olun çaðrýsýna direniþle karþýlýk verilir. Ve en son kaleyi kendi elleriyle yakarlar, geride kalan analar ve gelinler de teslim olup esir düþmektense kendilerini yakmayý yeðlerler. Kürtlerin günümüzde kendi bedenlerini yakarak bir direniþ geleneðini geliþtirmeleriyle bu destandaki direniþ ne kadarda birbirini çaðrýþtýrmakta. Derweþ û Edûlê (Derwêþ Evdî) (Derwêþ ile Edule ya da Derwêþe Evdi) 1860’larda yaþandýðý tahmin edilir. Milli Aþireti ile Osmanlý arasýnda yaþanan bir savaþ ve bu savaþla baðlantýlý olan bir aþk olayýyla örülüdür. Derler ki, Osmanlý Milli aþireti üzerine gelmek üzeredir. Milli Aþiret reisi Ýbrahim paþa aþiretin ileri gelenlerini toplar ve bu savaþýn komutasýný üstlenecek babayiðitin, Adulê’nin (onun kýzýdýr) tepsi üstünde daðýtacaðý mýrrayý (acý kahve) kaldýrmasýný ister. Tabi mýrrayý kaldýracak kahraman zaferden sonra Adulê’yi almaya hak kazanmýþ olacaktýr. Yüzlerce kiþinin içinden hiç kimse bu cesareti gösteremez. Hepsi baþýný eðer, ne mýrraya, ne Adule’ye bakarlar. Sözde bunlarýn hepsi aþiretin ileri gelenleri ve yiðitleridir. Ýbrahim paþa çaresizdir ve korkusu bu manzaradan sonra daha da artmýþtýr. Evdi’nin oðlu Derweþ ise yezidi Kürtlerdendir ve Adulê’ye aþýktýr. Adulê de ona. Ýbrahim paþa bunun farkýndadýr ve son çare olarak, istemeyerek de olsa, Derweþ’e gelmesi için haber yollar. Babasý Evdi, Derweþ’i uyarýr “Oðlum, Ýbrahim paþa nankördür, sen zafer kazansan da sana Adule’yi yaretmez, iþleri bittikten sonra seni yokederler. Benim yýllarca hizmetlerime karþýlýk, ne deðer verdiler görüyorsun” der. Ancak Derweþ’in gözü aþkýndan baþka bir þey görmez, gider mýrrayý kaldýrýr ve koca Osmanlý ordusuna karþý zaferi de kazanýr. Ne var ki babasýnýn dediði olur. Savaþmaktan korkan o Kürt (milli) ileri gelenleri Derweþ’e komplo kurarlar atýný farelerin delik deþik ettiði bir tarlaya sürmeye zorlarlar ve týpký Sezar’ýn býçaklanmasý sahnesinde olduðu gibi onu oklarla delik deþik ederler. Edulê bu manzara karþýsýnda aþkýna bir kýlam yakar (kýlam, Kürtlere özgü bir tür, þarký-türkü). Bu kýlamý Bakiyê Xýdo saatlerce söyler, yine 2005 yýlýnda ölen Ermeni asýllý Kürt Dengbeji Karapetê Xaço söylerken her Kürt dinleyip de aðlamamazlýk edemez. Abdullah Öcalan Suriye’den Avrupa’ya çýktýðý zaman Roma’dayken kendi durumunu Derweþ’in durumuna benzetmiþti. Doðrusu onun bu benzetmesiyle kýlam bir anda tüm Kürtlerce tanýndý ve yayýldý. Ondan öncede kýlam çok bilinmesine raðmen yeni nesil, özellikle Kürt klasik kültürüne feodal deðerlerdir deyip adeta hor gören devrimci nesil tara-

Kış ‘08

fýndan pek bilinmiyor, bilinse de pek bir deðer verilmiyordu. Zembilfýroþ Zembil sepetin Kürtçe adýdýr. Fýroþ ise satýcýdýr. Yani Zembil satýcýsý anlamýna gelir. Bir aþk destanýdýr. Mervani Kürt devletinin baþkenti Meyafarqînde (Silvan) da geçtiði bilinir. Ancak ayný þey Zaho-Dihok yolu üzerinde bulunan Sýrgut köyünde de var. Batufa’ya 5 km uzaklýktaki Kela Þabani (Þabani Kalesi) yakýnýnda bir yerde Zembilfýroþ mezarý var ve öykü aynýdýr. Zembilfýroþ çok yakýþýklý biridir. Zembil satarken çarþýda, kalenin tepesindeki hatun onu görür ve ona bir anda vurulur. Onu zembil satýn alacakmýþ gibi çaðýrtýr yukarý. Yukarýya çaðýrdýðý Zembilfýroþ’tan kendisiyle iliþkiye girmesini ister. Ancak Zembilfýroþ basit bir Zembilfýroþ deðildir. Derviþane ve evliyavari bir ilkeliliðe sahiptir, kendi vicdanýný ve ilkelerini çiðnemez ve reddeder. Bir yolunu bulup kaleden kaçar. Hatun onu ne ederse etsin bir türlü kandýramaz. Sonunda bir hileye baþvurur. Gece gizliden kaleden çýkýp Zembilfýroþ’un köyüne gider. Karýsýný kandýrýr ve bir geceliðine onun yataðýna girmeyi ondan ister. Zembilfýroþ gelip de yataða girdiðinde o karanlýkta Hatunê amacýna ulaþmýþtýr. Birbirlerine sarýlýrlar ve ateþli bir seviþme baþlar. Ne var ki Hatun’un ayaklarýndaki bilezik gibi takýyý çýkarmayý unutmasý onu ele verecektir. Zembilfýroþ karýsýnýn ayaðýnda böyle taký olmadýðýný bilir ve þüphelenip onu sorgular. Yarým kalan seviþme Hatunê için bir yýkým olur. Zembilfýroþ gene kaçar Hatunê gene onu kovalar. Artýk hikayenin bazý versiyonlarýnda ikisi zindana atýlýr ve öldürülürler, bazýsýnda zindandan serbest býrakýlýp bir çeþit sürgüne yollanýrlar ama özü anlattýðým gibidir. Müthiþ bir kýlamla ve anlatýmla bir Hatun bir Zembilfýroþ söyler. Bir çeþit aþýklarýn atýþma veya düeti biçiminde söylenir. Yaklaþýk bin yýllýk bir tarihi olan destan günümüzde ayný canlýlýkla söylenmektedir. Stî û Ferxik (Sti ve Ferhik) Müthiþ bir aþký anlatýr. Henüz ana karnýnda baþlayan ve ölürken de dirilip birlikte ölünen bir aþktýr. Süleyman ve Mustafa bey diye iki kardeþ hac yolunda sözleþirler, eþleri hamiledir eðer biri erkek biri kýz olursa birbiriyle evlensinler derler... Mustafa ölür, ölümünden sonra eþi Ferxik adýnda bir erkek çocuðu doðurur. Süleyman’ýn eþi de bir kýz doðurur. Ama Süleyman’ýn kýskanç eþi kundaktaki Ferxik’i kaybettirmek için çeþitli yollara baþvurur. Fakat Ferxik doðar doðmaz þairane konuþur ve tüm kadýnlar korkup kaçar. Lakin bu görülmüþ þey deðildir. Süleyman’ýn eþi gizliden Ferxik’ý alýp atýn ayaðý altýna atar. Fakat gece Ferxik bir þiirle ata beni kaldýr der ve at onu kaldý-

99


rýp yemliðe koyar. Sabah bu olaya herkes þaþýrýr yine bu enval üzere bir sürü serüveni atlatmayý baþarýr Ferxik. Hayvanlarla, rüzgarla, bulutlarla konuþur. Her þey Ferxik’ýn sözünü iki etmez. 14 yaþýna geldiðinde amcasý Süleyman’ýn çobaný Çigan sözlüsüne talip olur. Çobanlýðý býrakmakla amcasýný tehdit eder. Amcasý da bir yolunu bulana kadar evet demeyi seçer. Burda dönemin bir çobanla efendi iliþkisi ilginçtir. Günümüz veya feodal dönem mantýðý çerçevesinde düþünülürse bir çobanýn deðil çobanlýðý býrakmakla þantaj etmesi, kýzý istemesi bile düþünülemez. Bu da olayýn çok daha eskilere dayandýðý fikrini insana verir. Neyse konuya dönelim: Ancak bir gün Berivanlar (koyun-keçi saðýcý kadýnlar) koyunlarý saðmaya gider daða. Sti’nin bir koyunu öyle kaçar ki çoban bile baþedemez. Fakat bir taþýn arkasýna saklanan Ferxik koyunu yine bir þiirle durdurur. Gururu kýrýlan ve karizmasý çizilen çoban Ferxýk’i kovalar eve kadar. Ferxik damýn üstüne çýkar. Ciyan arkasýndan giderken merdivenden düþüp ölür. Bu olaydan korkup babasýnýn 14 yýldýr ahýrda baðlý olan atýna binen Ferxik Baðdat önlerine kadar gider, yolda kafilesiyle haca gidecek dayýsýna rastlar. Dayý onu tanýmaz ama o kerameti sayesinde onu tanýr ve mahiyetinin kendisini yolda öldüreceðini görüp bir þiirle kendini tanýtmadan geri dönmesini söyler. Dayýsý buna uyar. Ancak komplocular buna müthiþ kýzarlar. Baðdat’ta onu bir dizi sýnamadan geçirirler hepsinden baþarýyla çýkar ve dayýsýna olayý söyler. Dayýsý komplocularý öldürür. Ama dayý yeðeninin derdi nedir diye meraklanýr. Fakat Ferxýk söylemez. Bunun üzerine 40 gençle bir pikniðe çýkarýlýr. Gençler sevgililerini övüp methederken o da aþka gelip benim sevgilim filankestir diye över. Bunun üzerine dayýsý gidip sevgilisini getirir, evlenirler. Ancak Ferxýk burda hayatýnýn hatasýný yapacaktýr. Sti’ye sorar; “o çoban sana aþýktý, seni hiç öptü mü acaba” diye sorunca Sti hiç konuþmadan kalkýp gider ve Ferxýk bir daha onu bulamaz. Ta ihtiyarlayýp saç sakalýný aðartýncaya kadar. Bir gün gelir bir köye... çocuklar oyun oynarken o da onlara karýþýp oyuncaklarýný alýr. Kýzan çocuklar “ey ihtiyar dede ne oyunumuzu bozarsýn, git, bugün Süleyman beyin kýzý Sti ölmüþ, oraya git” Ferxýk inanamaz kaderine..., gerçekten Sti ölmüþtür. Mezarýn baþýna gider ve “merhaba Sti” der. Sti mezardan merhaba der ve çýkar kucaklaþýr öpüþürler ve ikisi birlikte ölmek için dua ederler. Dualarý kabul olur ve birlikte ayný mezara girerler.

iç içedir ve net deðildir. Destan ve olay Kürtleri anlatmaktadýr. Zin Kürttür ancak Mem’in Yemen’den geldiði söylenir. Tabi periler önce onlarý rüyada yan yana getirir, sonra Mem Zin’i arar, ta ki Cizre’de bulana kadar. Bir teze göre de olay M.Ö 500’lere dayanýr ve isimlerin o dönem ki yer, gök, tanrý ve tanrýlarýna ait olduðu söylenir, burda destan daha çok Mem’e dayanýr. Mem Kürtlerin uzak diyarlardan gelmiþ hayali kahramanýdýr ya da padiþahýdýr. Olay genel çerçevesiyle Mem û Zin’le aynýdýr. Ancak içerik ve ayrýntýlarda çok önemli farklar vardýr. O yüzden Meme Alan destaný ile Ahmede Xane (Ahmede Hani)nin Mem u Zin destaný çokça karýþtýrýlýr ve özdeþleþtirilir ama bu büyük bir hatadýr ve bilgisizlikten kaynaklanýr. Aradaki farký anlamak isteyenlere H. Men’in Kürtçe “Rastiya Destana Meme Alan” (Meme Alan Destanýnýn Gerçekliði) kitabýný tavsiye ederim. Rüya ve efsunla baþlayan aþk Cizre’de kavuþmayla sürer ancak bu kavuþmanýn önünde fitneci Beko engeldir ve Beko yüzünden aþk trajik bir sonla biter. Mem ve Zin’i de anlatacaðým için uzatmamak adýna öyküyü anlatmayý geçiyorum.

Memê Alan Zengi Atabekleri döneminde yaþandýðý tahmin edilen bu aþk destanýn da Kürt-Arap-Türk karakterleri

Siyabend û Xecê (siyabend ve Hace) Kýlam aðýrlýklý söylenen trajik bir aþkýn öyküsüdür. Çocukken, þevbihêrik dediðimiz gece köy sohbet

100

Mem û Zin (Mem ve Zin) Büyük Kürt filozofu ve þairi Ahmede Xanî’nin þaheserine konu olan aþk destanýdýr. Musa Anter’in de rol aldýðý bir filmi çekilmiþ ve Türkiye’de ses getirmiþti. 1600 dönemi Kürt halkýnýn durumunun bir aþk destanýyla anlatýmýdýr Xanî’nin yaptýðý. Esin kaynaðýnýn Memê Alan destaný olduðu görüþü genel bir kabul görür. Örneðin Mem û Zin’de destan sadece Mem üzerine deðil Mem ile Zin’in üzerine eþit oranda örülmüþtür. Henüz uluslaþma fikrinin doðmadýðý bir dönemde ulus fikrini iþleyen müthiþ bir öngörüyle yazýlmýþtýr. Kürtlerin hep acýsýný çektiði önderliksizlik ve ihanet çok çarpýcý bir þekilde karakterler þahsýnda verilmiþtir. Olay çok kýsaca; Zin beyin kýzýdýr, Mem ise ona aþýk olur. Ancak Beko adlý beyin veziri türlü hilelerle muradlarýný ermelerine engel olur. Mem zindana atýlýr, orda ölür. Zin’de yanýnda ölür. Bugün mezarlarý hala Cizre’de bulunmaktadýr. Beko’nun mezarý da ikisinin arasýndadýr. A. Xani’nin kitabýnýn hem Kürtçe hem Türkçe çevirisi meraklýlarý için en iyi kaynaktýr. Ama Kürtlerin destanlarý denince mutlaka bilinmesi baþta gelen destanýn bu olduðunu söyleyebilirim. Müthiþ bir aþk, mantýk, imge, söz, bilimsel belirlenmeler örgüsüdür. Tam bir þaheserdir diyebilirim.

Kış ‘08


odalarýnda dinlerken hüngür hüngür aðladýðýmý hatýrlýyorum. Bir aðýt bir haykýrýþ gibi söylenirdi, arada bir öykü sözlü anlatýlýrdý. Siyabend Xecê’yi kaçýrýr. Siyabend kel bir fakir ve kimsesiz bir babayiðittir. Aþkýný Sipan daðýna kaçýrýr, bir maðarada, kýþýn karýnda baþýný Xece’nin dizi üzerine koyup uyur. Xece’nin gözünden damlayan bir damla yaþ Siyabendi uyandýrýr. “Niye aðlýyorsun” sorusuna Xece cevap vermek istemez, ancak Siyabend ýsrar edince söyler: “Bir yaban keçisi sürüsü az önce geçti, iz erkek bir diþiydi” der “hepsi onun peþindeydi, kendi durumumu(zu) ona benzettim. Herkes peþimizde” Buna içerlenen Siyabend “gidip o tekeyi öldürüp getireceðim, etini yiyeceksin” der. Karda izini sürer ve Sipan’ýn baþýnda bir okla onu yaralar, sonra gidip yere yatýrýr, baþýný tam kesmiþken, tekenin bir tekmesiyle uçurumdan düþer, bir kýzýða sýrtý saplanýr. Siyabend’in gelmediðini gören Xece peþinden gider ve Tekenin kesildiði yere varýr. Siyabend’in inleme sesi derin uçurumun altýndan gelir. Xece seslenir ona, o da cevap verir “git ben ölüyorum” der. Ancak Xece’de ona gitmeyeceðini söyler ve o da atlar ayný yere, ikisi de uçurumun yarýnda ölür. Bugünde yeri bellidir ve bir ziyaret gibi kutsal sayýlýr. Býnefþa Narîn (Býnefþa Narîn û Cembeliye Kurê Mîre Hekaryan) (Narin Binefþ ya da Narin Binefþ ile Hakkari Mirinin oðlu Cembelî) Hem uzun anlatýmlý kýlam (Kürtlere özgü türkü, þarký türüdür) tarzýnda söyleniþi vardýr, hem de çok kýsaltýlmýþ ama çok yaygýnca söylenen kýlamý vardýr. Binbir gece masalarý tarzýnda söylense de içinde daha az mitsel anlatým bulunur. Daha ziyade somut ve günümüzden çok uzak olmadýðý anlaþýlan bir anlatýmý olan güzel bir aþk destanýdýr. Dünyanýn her yanýndaki Kürtler arasýnda tanýnmýþtýr. Radyolarda her gün aþýklarýn istek olarak istediði bir kýsa biçimi var ki yürek yakýcý bir tarzda söylenmektedir. Binefþin babasý Faris bey koçer (göçebe) bir Kürt ileri gelenidir. Tebriz taraflarýnda kan davasýndan kaçarak Hakkari Miri’nin sýnýrlarý içine yerleþmiþtir. Derweþ bey de 90 yaþlarýndadýr ve ayný yerde baþka bir obanýn reisidir, Faris beyden çok daha güçlüdür. Bir gün Binefþi görünce ona vurulur ve ister. Faris bey onlarýn korunmasýndan faydalanmak için vermek istese de Binefþ ile 3 erkek kardeþi katiyen kabul etmezler. O yüzden ayný gece gizliden her þeylerini toplayýp kafilesiyle Faris bey Derweþ beyin korumasýndaki alandan kaçar. Derweþ bey sabah durumu görünce bir ordu adamýyla onlarýn peþine düþer ve yarý yolda yakalanan Faris beyin adamlarý kat kat,

Kış ‘08

Derwiþ’inkini öldürse de daha azdýrlar. Bu arada o yörede avlanan Hakkari Mirinin oðlu Cembeli, tanýnmayan yabancý bir yiðit gibi, zayýfýn (Faris bey) yardýmýna koþar ve Derweþ beyi kesin nihai bir yenilgiden kurtarýr. Ama Býnefþin üç abisinden ikisi de bu çarpýþmada ölmüþtür. Faris bey bu yabancý yiðide minnet borçludur. Bu arada Býnefþ ile Cembeli de gözgöze gelir gelmez aþk basar onu, kalan tek oðlunun ve tüm aile ile adamlarýný öldürür. Cembeli ertesi gün çalgýcýlar ile aþiretinin güzel kýzlarýný Býnefþin yanýna gönderdiðinde rastlayacaklarý o hazin tragedya sahnesidir. Gelip olayý Cembeliye anlatýrlar. Cembeli Derweþ beyin peþine düþer ama Derweþ beyde ablasýný çok uzaklara, Cembeli’nin hükmedemeyeceði topraklara taþýmýþtýr. Zorla da olsa Býnefþ gerdeðe girer Derweþ beyle ve bir yýl sonra bir oðullarý olur. Býnefþ oðlunun ismini Cembeli koyar. Cembeli atýný, kýlýcýný, hanelerini alýr ve Köroðlu misali yollara koyulur, aþkýnýn peþine düþer. Derken bir gün bir sürüye rastlar ve çobana bu sürünün kimin olduðunu sorar. Çoban Derweþ beyin olduðunu söyleyince Cembeli çobana atýný, kýlýcýný elbiselerini vs. verip, kendisinin de Kularýný (çoban giysisi) vermesini teklif eder. Çoban bu cazip teklifi on takla atarcasýna kabul eder ve atý, kýlýcý ve pahalý giysileri alýp gider. Cembeli de Derweþ’in çobaný olur. Ertesi gün öðlenleyin Berivanlar (süt saðan kadýnlar) Beriye (süt saðmaya) geldiklerinde Býnefþin hizmetçisi kýz Cembeli’ye vurulur ve gidip bunu Býnefþle paylaþýr, çobaný methede ede bitiremez. Meraklanan Býnefþ o medhedilip de bitirilemeyen çobaný görmek için kendisi de Berivanbaþý olarak beriye gider. Binefþ çoban kýlýðýndaki Cembeli’yi ilk bakýþta tam çýkaramasa da ona çok benzediðini düþünür. Az sonra sürü etrafýnda gezerken eðilen Cembeli’nin belinde saklý olan altýn kabzalý hançerine gözü iliþince þüphesi kesin bir yargýya dönüþür. Gözlerine inanamaz. Cembeli’nin artýk kendisini unuttuðunu düþünüyordu oysa. Fakat Cembeli onun aþký uðruna büyük Hakkari mirliðinin oðlu olmayý býrakýp çoban kýlýðýnda bir yaþama razý olarak yollara düþmüþtür. Birkaç gün öyle geçer, konuþur planlarýný yaparlar. Binefþ Cembeli’ye der ki, “sen kendini hastalýða vur. Çobanlýk kulavýný bana ver sürüyü güdeyim ve þu karþýdaki köylünün yanýna varýp diyeyim, “Ey köylü koþ Derweþ beye de çobanýn hastalanmýþ. Býnefþ çobanlýk yapýyor acele gelmeni istemiþ” Planý aynen uygularlar. Derweþ geldiðinde Býnefþ çok kýzar, “utanmýyor musun beni çoban yapýyorsun” der. Derweþ çobanýn yerine o gece çobanlýðý Býnefþten devralýr ve “hasta çoban” ile Býnefþ eve doðru yolalýrlar. Derweþ o gece sürüyü güdedursun bizim çoban Cembeli ile Bý-

101


nefþ felekten bir gece çalarlar. Sonra ayný gecenin sabahýna doðru Býnefþ beþikte aðlayan küçük Cembeliye son sütünü emzirir ve gönlünün sultaný biricik aþký büyük Cembeli ile gecenin karanlýðýna karýþarak yol alýrlar. Eve gelen Derweþ olayý anlar ve peþlerine düþer yarý yolda yine onlarý yakalar. Ama Cembeli Derweþ’i bileðinden sýký yakalar ve onu etkisizleþtirir. Derweþ Cembeli’nin yiðitliðine teslim olarak Býnefþ’ten vazgeçer ve ikisine mutluluklar diler. Ker (Saðýr) û Kulýk (Seken-topal) Dayý-yeðen, amca-yeðen, Kürt-Arap iliþkileriyle örülü, aþký da içeren ama temel temasý yiðitlik-cengaverlik ve bireysel kahramanlýk, gözüpeklik olan bir destandýr. Ker ile Kulýk iki baþeðmez yiðit kardeþtir. Babalarý ölür, amcalarý Ömer aða dedeleri olan Arap Gêsan aþiretinin beyinin Blêcan adýndaki efsanevi atýný getirecek yiðide kýz Gülçin’i vereceðini ilan eder. Kimse buna cesaret edip Gulçin’in elinden kahve fincanýný alamaz. Ker bile üç gündür almaya cesaret edememiþ. Kulýk fincaný alýp bir yudumda içer ve yere çarpar, parçalarý Ömer aðanýn üzerine sýçratýr. Gider Sosýk adýndaki atýný alýr ve yýllardýr tellerine dokunmadýðý sazýný alýr, sazý alýrken anasý Werdê (Arapça da gül) iþin ciddiyetini anlar. “Oðlum” der, “Dayýlarýnla savaþmaya gitme. Herbiri havada adam vuran cengaverlerdir, baþedemezsin. Yedi dayýn var. Eðer öldürsen de bari birini soyun sürmesi için býrak”. Kulýk yola koyulur gider Habur’un kýyýsýnda gizliden atý bulur ve ata bakan kýz-seyisten atý alýr. Ama bunu gururuna yediremez. “Eðer bu þekilde atý götürürsem, amcam diyecek ki (bir kurt da bir sürüden bir koyunu kapar, yiðitlik bunun neresinde” diye düþünüp atý tekrar kýza verir ve git olayý dayýlarýna anlat ve bu atý alacaðýmý söyle” der. Kýz atý götürür ve olayý olduðu gibi anlatýr. Sonra Kulýk geceleyin obanýn içine sýzar. Atýn bulunduðu ahýrýn kilidini oba beyinin kýzýnýn baþucundan alýr ve Blêcana birer haykýrýp nara atarak çýkar gider. Kulýk’ýn dayýlarý peþine düþer, fakat kader Kulýk’e kötü bir að örmüþtür. Eþsiz atý Sosýkýn karný þiþmiþ, ayaklarý aðýrlaþmýþ,. Donkiþot’un Rosinantesine dönüþmüþtür. Sebep, atýn yorgunken temiz olmayan suyu fazla içmiþ olmasýdýr. Dayýlar Kulýki kötü anýnda yakalarlar ve paramparça ederler ama Kulýk ölmez, yaralý kalýr. Sosýk kan revan içinde eve yol alýr. Eve vardýðýnda Ker ile anasý Werde iþin vehametini anlarlar. Ker kendi atýna, Hemdana biner ve gider Kulýki yaralý haliyle bir aðaca yaslanmýþ bulur. Kulýki alýr, yüksek bir yere býrakýr ve “kardeþini seyreyle bak senin intikamýný nasýl alacak, kim seni bu hale getirdiyse söyle” der. Ker obaya iner, düðün vardýr obada. Kulýk baðýrýr “Mirin oðlu” der. Ker kafasýný keser. Kulýk “Mir” der Ker o-

102

nunkini de vurur. Bu þekilde Kulýkýn söylediði herkesi öldürür. Sonra Kulýkýn yanýna gelir. Kulýk derki “Sosýký etrafýmda dönder” Ker Sosýkýn yularýndan tutar ve etrafýnda dönderir. Kulýk bir kýlýç darbesiyle Sosýki ikiye böler. Ker buna þaþýrýr ve nedenini sorar. Kulik “bir namert bir gün ona binseydi diyecekti ki, bu atýn süvarisi demek ki cengaver deðilmiþ ki ölmüþtür” Kulýki o haliyle köye getirirler ve Kulik son nefesini verirken amcasý Ömer aðanýn kýzýyla elele tutuþur. Böylece þartýný yerine tamamen getirmiþ olur. Kulýk ölünce Ker Gülcin’i almak ister Ömer aða vermek istemese de zorla alýr. Burada yiðitliðe verilen öneme dair, Kulýkýn o kan revan içinde ecele giderken ki haliyle eve getiriliþi sýrasýnda ananýn sergilediði tavýr ilginçtir. Dayýlarýyla savaþan ve ölen oðluna aðýt yakan bir ana genelde beklenir. Ama hayýr, anasý Werdê sorar “Blêcaný yiðitçe mi getirdi” Ker, “Evet ana. Kardeþim ölüm darbesini almýþ ama merak etme yiðitçe alýp getirdi ve savaþtý” der. Anasý, “öyleyse oðlum, önemli deðil (kardeþinin ölmesi) eðer þerefiyleyse hesabet ki ayakkabýmýzdan bir çivi düþmüþtür” der. Kürtlerin destanlarý adý altýnda kaleme almaya çalýþtýðým ve elimden geldikçe kýsa bir özet vermeye çalýþtýðým bu destanlarýn hemen hepsinin, ezgili, kafiyeli, þiirsel anlatýmý vardýr ve çoðu Dengbejlerce (Klasik Kürt ezgisinin sanatçýlarý) sözlü olarak anlatýla gelmiþtir. Günümüzde canlýlýðýndan hiçbir þey kaybetmemiþlerdir. Ancak þu noktayý da belirtmeliyim ki bunlarýn dýþýnda yüzlerce destan niteliðinde kýlam bulunmaktadýr. Her biri aslýnda birer destandýr. Fakat aradaki fark, bu kýlamlarýn tümü, bu destanlar gibi kolektif bir deðere dönüþmemiþ ve tanýnmamýþ olmasýdýr. Yine sözkonusu kýlamlarýn çoðunun, olay ve tarihinin yakýn döneme daha bilinir döneme ait olmasýdýr. Öyle kýlamlar vardýr ki nerdeyse bu destanlar kadar Kürtler arasýnda yayýlmýþ ve bilinmektedir. Mesela Emê Gozê (Gozenin Oðlu Emê), Çemê Çetelê (Çetel nehri) Eliyê Demam Beyê (Demani Beyi Ali) Seyrî û Elyê Mamed (Seyre ve Mamedin Oðlu Ali) gibi daha bir çoðunu saymak mümkündür. Bu yüzden her ne kadar bu destanlarý saydýmsa da, Kürt sözlü edebiyatý ve destanýný tam anlamýyla öðrenmek isteyenlere bu klamlarý da dinlemelerini önemle tavsiye etmeliyim. Resim ancak bunlarý da dinledikçe yerine oturacaktýr. Ayrýca sözkonusu özetlemeye çalýþtýðým destanlarý okumakla alýnacak tadýn bu özetten katbekat fazla olacaðýný fakat bunlarý üstat dengbejlerin o yanýk sesinden dinlemeninse daha da fazla mest edici, bazen ciðer yakýcý, bazen düþündürücü, bazen güldürücü, inanýlmaz etkisinin olduðunun altýný çizerek belirtmeliyim.

Kış ‘08


OKURLARDAN DOÐ BÜYÜ VE ÖL HEPSÝ BU ÝÞTE Kendimi çok yalnýz hissediyorum. Üzgün, kimsesiz... Bir þey eksik sanki ve onun ne olduðunu bulamýyorum. Kimbilir belki bulsam her þey yoluna girecek ama olmuyor iþte... Ve ben gittikçe yalnýzlaþýyorum. Monoton bir hayat yaþýyorum. Ev ve okul arasýnda mekik dokuyorum. Sosyal faaliyet desen fýrsat buldukça. Çünkü her geçen gün aðýrlaþan bir ders programý, hatta kendime bile zaman ayýramýyorum bazen... Çok kötü bir þey bu yaþadýðým... Bize o kadar aðýr þeyler yükleyip sonra karþýmýza geçip bizi azarlamalarý... Bunlarý kabullenmemek bir suçmuþ gibi üstelik... Geçen hocanýn biri bütün sýnýfý azarladý. Neymiþ sýnýftaki herkes sýradanmýþ, hiç kimse yaratýcý deðilmiþ... “Herkes birkaç saniye içinde arka arkaya önce ev, balýk, bardak, insan, balon ve mum çizsin” dedi. Sýnýfta çizilen bardaklarýn geneli çay bardaðý, insanýn geneli çöp adam. O anda þunlar geçti aklýmdan. Sanki bizi yýllardýr sýradanlaþtýrmaya, düþüncelerimize engel olmaya, susturmaya, kendimizi ifade etmemize engel olanlar kendileri değilmiş gibi. Bu sanki bizim hatamýzmýþ gibi. Evet, en büyük hata bizim bunlara karþý çýkmayýp, bir iki denemeden sonra pes etmemiz. Ama yok artýk ne bu sistemi ne de onun getirdiði þeyleri istemiyorum artýk. Zamanýn çoðunu ders çalýþarak geçir ki, yaþadýðýn yerde, ülkede, dünyada neler olduðunu bilme. Onlarý düþünme, sorgulama, bunlar neden böyle oluyor, biz bunlarý nasýl deðiþtirebiliriz diye kafa yorma - kýsacasý ot gibi yaþa- Doð, büyü ve öl... Hepsi bu iþte... Ailenle birlikte yaþa ama onlarla konuþacaðýn, paylaþacaðýn bir þey olmasýn. Çocuklar derslerinin baþýndan, anne ev iþlerinden sonra izlediði dizilerin baþýndan, baba ise iþten sonra takip ettiði maçlarýn baþýndan kalkmasýn. (Sizler bunlarý hiç sorgulamayýn çünkü onlar sizin nasýl yaþamanýz gerektiðini haddinden fazla düþünüyor.) Ha bu arada bu gençliðin derslerden sonra en büyük derdi “sözde sevgilileri”… ilk gün tanýþtýklarý, ikinci gün sevgili olduklarý, üçüncü gün ayrýldýklarý, dördüncü gün ayrýlýk krizleri ve beþinci gün yeni bir sevgili...

Kış ‘08

Elbette bunda, gençlerin TV’lerde gördüðü o gösteriþli hayatlar, yozluðun, kendini bilmezliðin çok etkisi var. Bunu da nasýl benimsiyor gençlerimiz. Sanki gördükleri her þey gerçekmiþ gibi. Þu açýkça görülüyor ki; önce kendini tanýmayan, neden yaþadýðýný bilmeyen, baþta kendini tüketen, sonra aile iliþkilerini, sonra çýkara dayalý sözde arkadaþlýklarý ve baþta sevgi olmak üzere, saygý, güven ve hoþgörü gibi birçok duyguyu tüketiyorlar, tüketmelerine izin veriyorlar... Bunun bedelini de boþa geçmiþ yaþamlarýyla ödüyorlar, çoðu zaman, farkýnda bile olmadan çünkü bu sistem zaten onlarýn nasýl yaþamasý gerektiðini, hatta nasýl öleceklerini bile onlarýn yerine düþünüyor... Onlarýn yapacaðý tek þey buna uymak... Doð, büyü ve öl... Hepsi bu iþte... Doð... Büyü… Hiçbir þey düþünmeden ve sorgulamadan öl... Bu yaþamý boþa yaþadýðýný bile bilmeden. Hepsi bu iþte... Bunu yazdýktan sonra anladým eksik þeyi ve kaybedecek bir dakika bile yok artýk.!!! Eskiþehir’den Sevgi Deniz

103

FÝLÝSTÝNLÝ KÜÇÜK BÝR KIZ Filistinli Küçük bir kýz Açlýktan ölecek neredeyse. Üzerinde giyecek elbisesi yok. Ama kendisine güveni var. Topraðýný Ýsrail’e vermek istemiyor; vermeyecek. Ýsrail babasýný, annesini öldürmesin diye savaþacak, Yenecek. Çünkü kendisine güveniyor… Antep’ten Ceren Berfin DEMÝR


SERPÝL’EN YAÞAMLARA Türkü söyleyen zindanlara þiir… Soðuktu… Üþüyordu… Titrek ve ince dudaklarýyla Gülümsüyordu… O ölmedi diyordu… Onu öldüremediniz diye haykýrýyordu. Soðuktu… Fýrtýnaydý… Yoldaþý bir adým ilerde Kanlar içinde yatýyordu, Yüreði acýyordu Çýðlýk çýðlýðaydý. Yine de güçlü duruyordu Yine de dimdik ayaktaydý Sonuna kadar direnecekti Yaþayacaktý Mücadelesine devam edecekti. Bu kahpe kurþunlarla ölmedi kimse Öldüremediler kimseyi… Soðuktu… Titriyordu… Özgürlük… diye haykýrýrken Bir eli yumruk halinde Bir ses duydu, Bir sýcaklýk hissetti yüreðinde… Gözleri aðýrlaþtý Etrafý karardý Göremez oldu O da arkadaþý gibi Sonsuzluða yol aldý…

Ne Yapmalý? Yazýk, kendi yalanlarýmýza kandýk tarih boyunca. Hep kendimizi kandýrdýk, savaþlar çýkardýk, birbirimizi öldürdük yaþamak için ve sonra hepimiz öldük. Hiçbir þey anlatmadýk ve hiçbir þey anlamadýk. Çünkü davamýz baþkaydý. Apýþ arasýndan baktýk hayata gözlerimizden yoksun, gerçekleri görebilmek için. Kulaklarýmýz saðýrdý her atýlan kurþun için. Güneþ en güzel ýþýnlarýný yansýtýyor dünyaya. Geceleri yýldýzlarý aydýnlatýyor, gündüzleri yeryüzünü. Batmasýyla doðmasý dünyaya farklý renkler sunuyor. Zaman çizelgesini güneþle yaptýk. Yaðmur yaðdý, güneþ bulutlarýn arkasýna sýðýndý. Sýcakta ýsýnan toprak yaðmur yaðýnca çiçek açtý, yeþile boyandý, tohumlar filizlendi. Dünya görevini yapýyordu. Ama fiziksel olarak bana benzeyenler elinden geleni yapýyordu hayatý kirletmek için. Dünya iyi ise insanlar kötüydü. Kanun buydu: Ýyi karþýsýnda mutlaka kötü olmalýydý. Kavramlarý anlayabilmek için zýtlýklar çok önemliydi. Ne yapacaðýz peki? Neresinde olmamýz gerekiyor? Ýyinin yanýnda mý, kötünün yanýnda mý? Biraz hayal kurdum. Her þey iyi olsaydý… Aklým almýyor böyle bir þeyi. O zaman iyi de olmazdý. Sistemi olduðu gibi mi kabul edelim? Sýradanlaþýrýz, ezbere olur hayat. Ne yapmalýyýz o zaman? Düþünmeliyiz. Düþünerek hareket etmeli ve sistemi çözmek için gayret sarfetmeliyiz. Recep ADIBELLÝ

Son Söz Boðazýndan lýkýr lýkýr geçen Þu suyun kýymetini bil Nedir ki bu mavilik deme Pencereden görebildiðin kadar Göðün kýymetini bil Kýymetini bil çiçek açmýþ bademin Güneþli odanýn çamurlu sokaðýn Beyazýn siyahýn yeþilin Pembenin kýymetini bil Dirilik öyle bir þey yürekte Sevinçle çýrpýnýr Kavak yelleri eser insanýn baþýnda Ýnsanoðlu kýzar öfkelenir savaþýr Halk için giriþilen savaþta O korkulu sevincin Öfkenin kýymetini bil Bil ki bu Budur iþte Güneþ yalnýz dirileri ýsýtýr Güneþin kýymetini bil. Ronya Yıldız

Soðuktu… Fýrtýnaydý… Etrafta köpek sesleri Bu sesler susturamadý hiçbir zaman Yüreði, özgürlük… diye haykýran güvercinleri Ve susturamayacakta Bu mücadele için Çýrpýnan yürekleri… Antep’ten Deniz Demir * Bu şiiri Gebze M Tipi Zindanı’ndaki Devrimci Tutsak Serpil Kaplan ve yanındaki devrimci kadın tutsaklar için kaleme aldım.

104

Kış ‘08


Tüyaptan Kareler

eçen yýl olduðu gibi bu yýlda TÜYAP kitap fuarýndaki yerimizi aldýk.bu kez Ergül Çiçekler’in kitabýnýn yanýna, Ruhan Mavruk’un Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý kitabýný da eklemiþtik. Fuara hýzla yetiþtirilen kitap için bir de fuar kapsamýnda imza günü düzenledik. Ayrýca Þair Atila Oðuz Belge Yayýnlarý tarafýndan çýkarýlan Lirik Kýyýlar adlý þiir kitabýný imzalamak üzere, ayný gün standýmýzda yer aldý. Önceki yýl olduðu gibi bu yýlda standýmýz büyük bir ilgiyle karþýlandý. Genç, yaþlý, çocuk demeden yaþadığımız ilgi bize bir kez daha bu topraklarda ne kadar köklü bir geçmiþe sahip olduðumuzu gösterdi. Henüz okuma yazma bilmeyen çocuklarýmýz dahi Denizleri, Cheleri tanýyor, onun fotoðraflarýna, kitaplarýna yöneliyordu. Hele Deniz’in resmini görür görmez gözlerinden yaþlar boþanan Gölcüklü dostumuzu asla unutmayacaðýz. Standýmýzýn önü olduðu kadar arkasý da ziyaretçi akýnýna uðradý dersek yalan olmaz. Kitaplarla buluþmaya gelen dostlarýmýz bizi yalnýz býrakmamýþtý. Her gelen dostumuza sunacak bir sýcak çayýmýz vardý. Onca çalýþmanýn ardýndan atölyeden çýkýp gelen, “bu kez de kendimiz için çalýþalým” diyerek, bizimle birlikte broþür katlayan iþçi arkadaþlarýmýzý unutmayacaðýz. Yeni üretimlerimiz ve yeni kitaplarýmýzla 27. TÜYAP Kitap Fuarýnda buluþmak dileðiyle…

G

Kış ‘08

105


Şiirlerimiz Rasim Oktar için 7 Ekim pazar günü Ayýþýðý Sanat Merkezinde þiir atölyesi olarak bir etkinlik düzenledik. Bu etkinlik hem þiir atölyesinin yeni dönem açýlýþ etkinliði, hem de Rasim Oktar’ý anma etkinliði idi. Rasim için bir etkinlik yapýlýr da Aynil anýlmaz mý hiç! “Ve ölürsem apansýz bir noktada bu sevdanýn yolunda Ne doyarým yaþamaya Ne de insan olma kavgasýna,” diyordu Rasim “Ölürsem” adlý þiirinde... Gerçekten de doyamadan kavgaya ayrýldýlar aramýzdan... “Ýþte çalgýcýnýn þehvetli týlsýmýndasýn iþte yaðmur altýnda bir çadýrdasýn iþte birdenbire ve hazýrlýksýz ölüme merhabadasýn. Merhaba... merhaba... merhaba...” Merhaba Aynil ve Rasim yoldaþlar... Üç kafadardý onlar... Aynil, Rasim ve Ekin Su... Rasim bakýn nasýl anlatýyor bir þiirinde kendini ve sevdiði iki varlýðý...

Üç Kafadara Selam Çocukluðunda DMO’yu soyar, yaldýzlý ahize taþlarýný yolar güderi giysilere jilet atardý. Çocukluðunda aðaçlarýn kýrýlma noktalarýna týrmanýr düþmana tuzaklar hazýrlardý. Onlar iki kafadardý, sonra üç oldular biri þimdi bebeðini mamalar biri devrime yaþar üçüncüsüyle devrimcilik uzaksa dalar yüreklerinde onulmaz isyan yatar.

106

Yüreðinde onulmaz isyan yatan Rasim, 18 Mart 1964 yýlýnda Manisa’nýn Alaþehir ilçesinde doðdu. Eðitimini üniversiteye kadar Çanakkale’de sürdürdü, ardýndan Kastamonu’da üniversite yýllarý baþladý. Ýki yýllýk Ýnþaat Yüksek Okulunu bitiremeden sonra Çanakkale’ye dönüp, babasýna ait olan elektronik iþletmesinde çalýþmaya baþladý. Askerden döndükten sonra, üniversite yýllarýnda tanýþtýðý Aynil ile evlendi. 18 Nisan 1993’te güzeller güzeli Ekin Su yaþama merhaba dedi. Siyasal mücadeleye de bu süreçte katýlan Oktar ailesi, Çanakkale halkýna mücadeleci bir yaþamýn nasýl olmasý gerektiðini göstermeye çalýþtýlar. Rasim bir dönem üst üste Çanakkale ÝHD baþkanlýðýný, Aynil ise uzun bir uðraþtan sonra Çanakkale Tüm Bel-Sen þube baþkanlýðýný üstlendiler. 1993’ten 23 Eylül 1996’da aramýzdan ayrýlmalarýna kadar Çanakkale halkýnýn militan komünist önderleri oldular. Aynil ve Rasim için hazýrladýðýmýz etkinlik saat 14.00’de saygý duruþu ile baþladý. Kürsü onlarý tanýyanlara býrakýldý. Vefa Serdar, onlarý Çanakkale cezaevinde, onlara dair anlatýlanlardan tanýdýðýný söyledi. Çevrelerine karþý çok duyarlý olduklarýný anlattý. Rasim Oktar Çanakkale ÝHD baþkaný olarak, cezaevindeki devrimci tutsaklarý ziyarete gidip gelmektedir. Devrimci tutsaklarýn idareyle sorunlarýný çözebilmek ve ihtiyaçlarýný gidermek için elinden geleni yapmaktadýr. Sadece kendi yoldaþlarýnýn deðil tüm tutsaklarýn sorunlarýyla ilgilenir. Hepsiyle sohbet eder, en az zamaný kendi yoldaþlarýna ayýrýr. Tutsaklarýn bir sýkýntýsý mý var yüreði insan sevgisiyle dolu olan Rasim hemen oradadýr. Vefa Serdar konuþmasýný bitirdikten sonra þiir atölyesinden þair Ruhan Mavruk Rasim Oktar’ýn “Bir Kavgadýr Yaþamak” adlý þiir kitabýndan “Yok” ve “Yabancý” þiirlerini okudu. Þiir atölyesindeki arkadaþlar Rasim’in þiirlerinden okumaya devam ettiler. Þiir aralarýnda Aynil ve Rasim’le ilgili birþeyler anlatýlmaya devam edildi. Tüm Bel-Sen Çanakkale þube baþkaný olan Aynil Oktar belediye hoparlöründen Çanakkale halkýný 96 Ölüm Orucu eylemcisi Ayçe Ýdil Erkmen’in cenaze törenine davet etmiþtir. Yaptýðý bu çaðrýdan dolayý bir ay Sakarya cezaevinde tutuklu kalmýþtý Aynil. Yapýlan bu dostluk ve dayanýþma örneði anlatýldý. Aynil ve Rasim ile ilgili çeþitli kiþilerin yazdýklarý da okundu. Bunlardan birisi üniversite hocalarý ve ayný zamanda Rasim’in ev arkadaþý Ertan Kýlcýgil’e ait: “Yer Kastamonu. Gözündeki ýþýltýyý ve pýrýltýyý seçtiðiniz

Kış ‘08


bir öðrencinizle ayný evi paylaþmak için giriþimde bulunuyorsunuz. ‘Rasim, beni misafirhanede rahat býrakmýyorlar, sizin evde kalacaðým, uygun mu?’ dediğim zaman, ‘tabi hocam ne demek?’ diyor. ‘Yalnýz bir ricam var. Benim sizle kaldýðýmý arkadaþlarýnýz dahi bilmeyecek, hem sizin için iyi olmaz, hem de benim için. Öðrencisiyle kalýyor dedirtmek benim için iyi olmaz, hocasýyla kalýyor dedirtmek de sizin için iyi olmaz. Böyle bir kýsýtlama veya saklanmaya katlanabilir misiniz?’ diyorum, yine büyük bir memnuniyet gösteriyor...” Programýn genel akýþýný düzenleyen ve sunumunu yapan Songül Yücel; Rasim’in babasýna yazdýðý vasiyeti okudu: “Babacýðým... Herkes kendi dünyasýndan seyreder! Doðaldýr ve yadýrgayacak bir þey yoktur. Birey hangi katmanýn ya da ekonomik ve sosyal durumun mekanýndaysa oradan yorumlamaya çalýþýr dünyayý ve yaþamý. Ancak komünist bilinci-doðru ve katýþýksýz-içselleþtiren bireyler o andaki durumlarýnýn dýþýnda her zaman ideolojilerinin perspektifiyle yoruma ulaþýr ve yarýnlarýný yaratabilirler. (......) “Bu çað ve bu süreçte biz böyle biçimlendik. Kiþiliðimiz-kiþiliðim bu coðrafyanýn tüm gerçekliðinde ille de inat sosyalizmde biçimlendi. Ve onca insandan ayrý yanýmýz uzlaþmasýz-tavizsiz kývýrtmadan ille de savaþarak kurtuluþun varlýðýna inandýk. Ve durum ve biz böyle olunca da, en acý ve zor bedelleri yaþamak bize onur olmakta. Sizi komünist bilincimin ve yüreðimin inatçý güzelliðiyle sevmekteyim. En onurlusu yaþamak denen serüvende inandýklarýnca yaþamak ve sürece tabi deðil, deðiþtirmek için savaþmak.” Etkinliðin ilerleyen dakikalarýnda þiir atölyesine isim önerileri oldu. Bir yýldýr çalýþmalarýný sürdüren þiir atölyemiz için bir isim belirlememiþtik. Özellikle iki isim üzerinde duruldu. Rasim Oktar Þiir Atölyesi ve Ekin Su Þiir Atölyesi. Þiir atölyesinin ve kitlenin genel eðilimi üzerine þiir atölyemizin ismi “Rasim Oktar Þiir Atölyesi” oldu. Diðer Ayýþýðý sanat merkezlerinde kurulacak þiir atölyelerinden birinin isminin de “Ekin Su” olmasý yönünde ortak görüþ birliði oluþtu. Son olarak müzik grubumuz Emeðe Ezgi de ezgilerini Rasim ve Aynil için seslendirdiler.... Rasim Oktar Þiir Atölyesinin yeni etkinliklerinde buluþmak üzere etkinliðimizi bitirirken, onlardan erken ayrýlmanýn hüznü vardý yüreklerimizde.. “Þiar yürür, Berfin yürür... /Bizi bu devrim gün-

Kış ‘08

107


zmir Ayýþýðý Sanat Merkezi tiyatro grubu olarak yaklaþýk 2 yýldýr faaliyet gösteriyoruz. Kimi zaman etkinlikte, kimi zaman mitingde oynadýk. Son olarak da yaklaþýk 3,5 ayda hazýrladýðýmýz bir sahne oyunu var. Grubumuzdaki oyuncularýn çoðu iþçi olduðu ve mesai saatleri birbirini tutmadýðý için oyunun hazýrlýk çalýþmalarý ve provalarý sancýlý geçti. Ama azimle uðraþtýk, yýlmadýk, bütün olumsuzluklara çözüm üretmeye çalýþtýk ve sonunda nur topu gibi bir oyunumuz oldu. Yaklaþýk 45 dakika süren, tek perdelik “Carrar Ananýn Silahlarý” adlý Brecht oyununu seçmemizin bazý nedenleri vardý: Öncelikle içinden geçmekte olduðumuz savaþ koþullarýný görmezden gelmeye çalýþanlara, hiçbir þeye karýþmayarak, taraf olmayarak “temiz” kalmaya, kendini korumaya çalýþanlara seslenmek istedik. “Hiçbir þey yapmayarak da bir þey yapmýþ olursunuz” üstelik fark etmeden yaptýðýnýz þey (aslýnda yapmayarak yaptýðýnýz) sizin veya çevrendekilerin zarar görmesine yol açar iþte bu yüzden bir þeyler yapýn, en azýndan ilgi duymaya baþlayýn. Ýspanya’da ki faþizmden yola çýkarak söylemek istediðimiz diðer þey ise “faþizm sadece baþkaldýranlarý, silaha sarýlanlarý düþman beller” mantýðýnýn doðru olmadýðýdýr. Dahasý silahsýz olanlarý daha çabuk yok edebileceðinin bir gerçek olduðudur. Kýsaca oyunun konusuna deðinelim yukarýda bahsettiklerimiz vücut bulsun. Oyun bir evde geçmektedir. Carrar Ana (Karar Ana) kocasýný Ýspanya’da ki iç savaþta kaybetmiþ bir kadýndýr. Ýki oðlu vardýr ve savaþ devam etmektedir. Ana tepkisel davranýr, oðullarýný ölümden korumak için onlarý cepheye göndermek istemez. Ülkede açlýk vardýr ve gýda taþýyan gemilerin ayaklanma olan bölgelere gidiþi engellenmektedir. Bu ortamda ana büyük oðlunu balýða gönderir ve 15 yaþýndaki küçük oðlunu da gözünün önünden ayýrmaz. Sahneye giren diðer karakterler ananýn aksine savaþmanýn kaçýnýlmaz olduðunu anlatmaya çalýþýr ve oyunun çeliþkisi belirir. Ana inatçýdýr, anlamak istemez, gelenleri bir þekilde gönderir, bu þekilde oðullarýna koruduðunu düþünür. Balýða giden büyük oðul faþistler tarafýndan silahsýz olduðu halde taranarak öldürülür. Ana acý bir þekilde geçte olsa artýk anlamýþtýr, faþizme karþý savaþmak gerekir…

Ý

Ýzmir Ayýþýðý Tiyatro

108

Kış ‘08


Mart Ýþçi Kültür Derneði

(Açıklama) Kemal Paþa halký Bizler iþçiyiz; Gece gündüz fabrikalarda, tarlalarda, ormanlarda çalýþan... Saðlýk ve iþ güvenliðinden yoksun, hiçbir sosyal güvencesi olmadan büyük çoðunluðu sendikasýz, sigortasýz bir þekilde açlýk sýnýrýnýn altýnda çalýþtýrýlan, Bizler iþçiyiz; Ne sermayemiz, ne de üretim aracýmýz kendimize ait olan... Ýþ gücümüz, emek gücümüzle çalýþýr, alýnterimizle üreterek yaþamaya çalýþýrýz, Yaþamak aðýr bir yük olmuþtur sýrtýmýzda taþýnmasý gereken, taþýyoruz. Ýþçi arkadaþ, Üretilebilir bütün güzelliklerin ve zenginliklerin temelinde emek var, emekçi var. Biz varýz, biziz hayatý üreten, demiri de, kömürü de yer altýndan çýkaran, taþý taþ üstüne koyan da biz, fabrikalarý kuranda biziz. O fabrikalarda kölelik koþullarýnda çalýþan da biziz. Biz durursak hayat durur... Kemal Paþa halký Ýþçi arkadaþ, Bizler deðiþik iþ kollarýndan iþçiler olarak bir araya geldik. Sermaye emeðin ödenmemiþ, emekten çalýnan, gasp edilen ve biriktirilen anamalýdýr dedik. Ve kölece yaþam koþullarýna dur demek ve bu gidiþi deðiþtirmek için bir dernek kurduk. Mart Ýþçi Kültür Derneði... Amacýmýz örgütlenmek, birlik ve dayanýþma içinde insanýn insaný ezmediði, sömürmediði, bir dünyada yaþamak... Ve Kemal Paþa’da sermaye dünyasý ayaklandý... Vay... Siz misiniz eski köye yeni adet getiren... Siz misiniz iþçileri bilinçlendirmek isteyen... Siz misiniz bir araya gelelim örgütlenelim, yeni bir dünya kuralým diyen... Kýyamet koptu... Patronlar ve onlarýn temsilcileri, ordusu, polisi açýldýðýmýz günden bugüne kadar, baský üstüne baský, tehdit üstüne tehditler savurdular. Yýlmadýk mücadele ettik. Bütün baskýlara raðmen direndik. Baktýlar ki yerel baský yetmiyor, topyekün saldýrýya geçtiler.

Kış ‘08

11 Aralýk 2007. Salý günü sabah saat altý sularýnda “devasa bir operasyon” gerçekleþtirdiler. Valisi, kaymakamý, emniyet müdürüyle, Ýzmir’den gönderilen bir binbaþýnýn yönetiminde dört ayrý eve yapýlan baskýnla yedi iþçi arkadaþýmýzý gözaltýna aldýlar. Hepsi de dernek yöneticisi, üyesi... Kemal Paþanýn paþalarý, patronlarý derin bir ah, iþçileriyse derin bir of çektiler... Operasyon tamamlanmýþtý, iki gün Jandarma nezaretinde baský ve zulme uðrayan iþçiler evlerinden çaðrýlarak getirtilen savcý ve hakimle sorgulanan iþçiler, Ýzmir’den görüþ sorularak serbest býrakýlmýþlardý. Kemalpaþa halký, Ýþçiler, Sonucu baþtan belli bu Ali Cengiz oyununun anlamý nedir? Baský, tehdit ve deþifre ederek hukuken yapamadýklarýný fiilen yapmak demokratik haklarýn kullanýlmasýný engellemek, Mart Ýþçi Kültür Derneði ve yöneticileri þahsýnda tüm Kemalpaþa iþçilerine, emekçilerine bir gözdaðý vermek, “gözümüz üzerinizde” demek için... Peki bunu niçin yapýyorlar? Hiçbir güvencesi olmadan açlýk sýnýrýnýn altýnda kölece yaþam koþullarýna mahkum edilmiþ mücadele birliði içinde olmadan, öncüsüz, örgütsüz iþçilerin baþ kaldýrmamasý için... Öyle mi? Öyleyse iþçiler baþkaldýralým, bakalým ve görelim. Yaný baþýnýzda sendikal haklarý için direnen DÝMES iþçileriyle birlikte mücadeleyi yükseltelim. Öyleyse iþçiler, Susmak yok, Ürkmek yok Korkmak, sinmek yok Öyleyse iþçiler baþlar yukarý... Daha yukarý, en yukarý... Ve hep birlikte yürüyelim ileri, daha ileri, en ileri. Sýnýfsýz, sömürüsüz, sýnýrsýz, savaþsýz, özgür ve mutlu bir dünya özlemiyle haykýralým.

109

Yaþasýn Ýþçilerin Mücadele Birliði Dünya Emeðin Olacak Mart Ýþçi Kültür Derneði


Adana Ayışığı’nda Enver Gökçe Anması meðin sanatýný üreterek, sýnýflar savaþýmýnda safýný ezilen emekçi halklardan yana belirleyen ve bu uðurda büyük bedeller ödeyen devrimci þair Enver Gökçeyi, Adana Ayýþýðý Ekin Sanat Merkezi’nde 25 Kasým Pazar günü yaptýðýmýz bir etkinlikle andýk. Kapitalist sistem sanatý bir Pazar olarak kullanmak ister ve her zaman iþçilerin emekçilerin sanatýný ve kültürünü yok etmek istemiþtir; yok edemediðini de bir meta olarak kullanmak ve ondan çýkar kazanmak ister, týpký Nazým Hikmet ve birçok þairimizin eserlerine yaptýðý gibi. Fakat biz ezilen halklar her zaman iþçilerin ve emekçilerin kültürünü üreten devrimci þairlerin miraslarýný sahipleneceðiz ve toplumcu gerçekçi þairlerimizi yazarlarýmýzý unutmayacaðýz.

E

Adana Ayýþýðý Ekin Sanat Merkezi Ayışığı Sanat Merkezi Telekom grevi bitti… Ardında onlarca deneyim bırakarak… Biz de sanat merkezi olarak, şarkılarımız, türkülerimiz ve şiirlerimizle onların yanındaydık…

110

Kış ‘08


Bahar Derin

Nazım Akarsu

Porsuk çayýnýn yakýnýndayýz Yol Cafe’de cam kenarýnda Boðazým düðüm düðüm Nasýl incindiðimi anlatýyorum Yaralarýmý gösteriyorum bir bir

Güneşin dalına astım umutlarımın rüzgarını sana moral taşısın diye gül yaprağı döksün başından aşağı ve yanık türküler fısıldasın kulağına içli ama güneşli türküler hani zor zamanlar çırağı tutup seni ellerinden kaldıran Sokrat'a baldıran zehrini tattıran hüznü başından kovan moral aşılayan özsuyu çekilmemiş fidanlar yetiren Kalk hava ayaklanma ve devrim kokuyor bak Bir moral tütsüsü de sen yak Karamsarlara inat bir kıvılcım çak Uzak değil sokaklar boyu akan Kalabalıklar çıkacak köşe başlarından Yakalarına kan kokan karanfiller takan Gelincikler kadar narin çakırdikenler kadar güçlü Umut kadar inatçı bilinç kadar sağlam

Gözlerim akýyor hiç korkusuz yaðmur misali dinliyorsun, anlýyorsun, hissediyorsun Yaðmur ardýndan doðan güneþ gibi yüzün Cesurca býrakýyorum kendimi sana Yüreðin toprak çekiyor acýlarýmý ve insanlýðýn acýlarýný Hiç kimseye böyle çýrýlçýplak olmamýþým Sana doðru yürüyorum uçar gibi hafif sarýlýyorum Bir ömrü geçirebilirim böyle uçar gibi hafif akar gibi rahat süzülür gibi sessizce Geçebilirim de bu ömürden Seni sen yapan deðerler için Sadece insan kalabilmek için Senin (de içinde olduðun insanlýk) için Geçebilirim bu ömürden

Kış ‘08

111


izim ülkemizde çocuklar erken büyür… Erken atýlýrlar yaþama… Birden bire sorumluluk yüklenir o küçük omuzlarýna… Bu küçük yüreklerden 11 yaþýndaki ve birkaç gün sonra on iki yaþýna girecek olan ve ne olmak istediði sorulduðunda “gerilla olmak istiyorum” diyen bir kýz çocuðundan mektup aldýk ve sizlerle paylaþmak istedik.

B

Duyduk ki küçük kızımız okul harçlığından arttırarak kumbarasına attığı paralarını Gebze zindanındaki kadın ttsaklara göndermiş. Biz de bu sayfa aracılığıyla Gebze zindanındaki kadın tutsakların kucak dolusu sevgilerini ulaştırmak istedik.

ir Pazar sabahý mahallemizde oyun oynamak için sokaða indiðimizde sokak duvarlarýnda kýrmýzý yazýyla MHP yazan yazýlarý gördük. Çocuklar birbirlerine soruyordu bu yazý ne anlama geliyor diye. Ben de bu yazýnýn, insanlarý bir birlerinden ayýrmak ve birbirine düþman etmek anlamýna geldiðini söyledim. Biz sokakta oynarken seçim çalýþmasý yapan arabalar geçiyordu. Üstünde duvarlardaki yazýnýn aynýsý vardý. MHP… Küçük çocuklar beni çaðýrdýklarýnda koþarak yola indim. Arabadan bir adam çocuklara kaðýt daðýtýyordu. Bende oradaki küçük çocuklarý topladým ve bu arabanýn kötü amaçlara hizmet ettiðini, onlarýn verdiklerini almamalarýný söyledim ve arabayý taþlamalarýný istedim. Baþladýk aracý taþlamaya. En küçük çocuðun attýðý taþla aracýn camý kýrýldý. Araçtan çýkan adam çocuðun üstüne yürümeye baþladý. Bende, “o çocuða niye kýzýyorsun” diye baðýrdým. Çocuðu býrakýp benim üstüme yürümeye baþladý. Bende korkup kaçtým. Daha sonra öðrendim ki, çocuðun ailesini bulup 200 YTL cam parasý ödetmiþler. Aslýnda o camý ben kýrmak isterdim ama herkes babamýn düþüncesini bildiði için babamý polisler götürür diye korktum. Ama onlar küçücük çocuðu cezalandýrdýlar. Bizde buna inat gidip bir kutu boya alýp duvardaki yazýlarýn üstünü kapattýk. Onlar yazdý biz kapattýk.

B

112

Kış ‘08




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.