praksis11

Page 1

Bu Say›da

Bu Say›da Marx’›n yüzelli y›l önce yazd›¤› gibi: sayg›de¤er biçimler ald›¤› kendi ülkesinden, ç›r›lç›plak dolaflt›¤› sömürgelere yönelen burjuva uygarl›¤›n›n köklü ikiyüzlülü¤ü ve do¤ufltan gelen barbarl›¤› apaç›k gözlerimizin önünde yat›yor. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a çak›lan uçaklar, bu ikiyüzlülük ve barbarl›¤›n iyice görünür k›l›nd›¤› yeni bir emperyalist sald›rganl›k döneminin bafllang›ç fifle¤i oldu. Emperyalistlerin kolektif biçimde gerçeklefltirdi¤i Afganistan ve ABD öncülü¤ünün ön plana ç›kt›¤› Irak iflgali ve yak›n dönemde formüle edilerek NATO konseptine dönüfltürülmeye çal›fl›lan Büyük Ortado¤u yeni ad›yla Geniflletilmifl Ortado¤u Projesi, neo-liberal küreselleflme stratejisinin art›k “bar›flç›l” yollarla, piyasa ekonomisinin kendili¤inden iflleyifliyle gerçekleflemeyece¤ini gösteriyor. Kapitalizm, yetmiflli y›llardan beri -nedenleri üzerinde tart›flmalar devam etse de- içinden ç›kamad›¤› bir afl›r› birikim krizi yafl›yor. David Harvey, Gowan’›n 1970’lerin krizinden bugüne ABD önderli¤inde uluslararas› kapitalizmin radikal bir biçimde yeniden yap›land›¤› tespitine kat›lmakla birlikte, bunun dünyan›n geri kalan›na kabul ettirilmesinin sadece dünyan›n serbest ticarete ve rekabete aç›lmas› yoluyla olmad›¤›n›, ayr›ca dev Amerikan pazar›na ulafl›m›n engellenmesi silah›yla gerçeklefltirildi¤ini vurguluyor. Önceki say›m›zda Wood’un iflaret etti¤i gibi sermayenin kazand›¤› hareket kabiliyeti ve her bir ülkeyle gelifltirdi¤i karmafl›k iliflki biçimleri bugün bu engelleyici ikiyüzlülü¤ü sürdürülemez k›lmaktad›r. Sermayenin anarflik yap›s›ndan do¤du¤u söylenebilecek olan bu sürdürülemezli¤i, serbest ticaret diye hayk›ran DTÖ, GATTS gibi anlaflmalar da göstermektedir. Bütün bunlar düflünüldü¤ünde, dünya kapitalizminde ve uluslararas› güç iliflkilerindeki ABD hegemonyas›nda cisimleflen eflitsiz iliflkilerin salt ekonomik araçlar ve mekanizmalarla sürdürülemeyece¤i gerçe¤i yeniden su yüzüne ç›k›yor ve bu sürecin ayr›lmaz bir parças› olan “zor”un yüksek sesle ça¤r›lmas›n› getiriyor. Bunlar›n yan›nda, krizle ilgili çok tarihsel bir durum da iyiden iyiye belirginlefliyor. Geçen zamana ve dünya ekonomisindeki entegrasyon düzeyinin genifllemesine ra¤men krizin bir türlü afl›lamay›fl› kapitalizmin tarihsel s›n›rlar›na -Samir Amin’in deyifliyle kapitalizmin eskimiflli¤ine- iflaret etti¤i ölçüde, bir yandan ister ileri isterse de az geliflmifl olsun kapitalist ülkelerde demokratik süreçler ve özgürlükleri geriletirken onun emperyalist merkezleri

5


6

Praksis

sald›rganl›klar›n› ve k›y›c›l›klar›n› artt›r›yor. Yeni muhafazakarlar, “terörizmle savafl” koflullar›nda, ABD’nin “önleyici müdahalelerinin” “terörizm”in kendi ülkelerine yönelen bir tehdit haline geldi¤inden hareketle meflru oldu¤unu ileri sürüyorlar. Bu say›daki ilk yaz›m›z olan Haluk Gerger’in “Amerikan Emperyalizminin Ay›rdedici Özellikleri” adl› makalesi, “neo-con” yaklafl›m› yeni bir fleymifl gibi gözükse de ABD’nin emperyalist bir devlet olarak, so¤uk savafltan bugüne içerde ve d›flarda düflmanlar tan›mlayarak sürekli militarizasyon üreten bir ayg›t oldu¤unu gösteriyor. Bu sayede yaflad›¤› onca ekonomik ve toplumsal soruna ra¤men hegemonyac› kapasitesini sürekli yükseltebildi¤ini vurguluyor. Gerger’in analizi, ABD’nin emperyalist hakimiyetinin salt bu militarizasyon ve iflbirlikçi yerel odaklar arac›l›¤›yla de¤il, “küçük Amerikalar” yaratarak yerelliklerdeki düzenin organik bir parças› olabilmesi sayesinde güçlenerek süreklilik kazand›¤›na da dikkatimizi çekiyor. Bu say›daki ikinci yaz›m›z David Harvey’e ait. Harvey’in “ ‘Yeni’ Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim” bafll›kl› yaz›s›, kapitalizm yaflad›¤› pek çok krize ra¤men nas›l bu kadar uzun süre hayatta kald›¤›n›n ayd›nlat›lmas› gereken gizemli bir konu oldu¤u tespitiyle bafll›yor. Yaz›da Harvey, ABD hegemonya ve hakimiyetinin bugün geçmifltekinden çok daha ciddi bir tehdit alt›nda oldu¤unu vurgulay›p: “E¤er Arrighi’nin izinden gitti¤i Braudel hakl›ysa, ve güçlü bir finanslaflma dalgas› egemenli¤in bir hegemonik güçten di¤erine geçiflini bildiriyorsa, o zaman ABD’nin finanslaflmaya do¤ru 1970’lerdeki dönüflü, kendi kendini y›kan tarihsel bir örnek oluflturacak” diyor. ABD’nin dahili ve harici aç›klar›n›n süresiz olarak denetim d›fl›nda dalgalanmaya devam edemeyece¤ini vurgulayan Harvey, onunla benzer makro-ekonomik koflullar› sergileyecek her hangi bir ülkenin flimdiye kadar çoktan IMF taraf›ndan uygulanacak olan yap›sal uyum süreçlerine yöneltilece¤i aç›k olan ABD’nin merkezinde yer ald›¤› bir yeni emperyalizmin gelifltirilmeye çal›fl›ld›¤›n› ileri sürüyor. Ona göre bu ‘yeni emperyalizm’in ay›rt edici özelli¤i pefl pefle gelen mülksüzleflme yoluyla birikim dalgalar›d›r. Harvey, dünyan›n herhangi bir yerinde patlayacak bir direnifl ve h›nc› ateflleyece¤ini söyledi¤i bu birikim dalgalar›n›n sadece dünya çap›nda aktif bir küreselleflme karfl›t› bir hareketi de¤il, ayn› zamanda özellikle Asya’daki ve hatta Avrupa’daki, bafllarda esnek olan ikinci derece güçlerin, ABD hegemonyas›na karfl› belirgin bir direniflini de üretti¤ini belirtiyor. Ona göre, bu sürecin Amerika içindeki demokratik kurumlar aç›s›ndan


Bu Say›da

da son derece zararl› ve y›k›c› etkileri olacakt›r. Bu noktada, Harvey’in Lenin’den kalkarak yapt›¤› flu tespit önem tafl›yor: D›flar›daki emperyalizm ancak içeride bask›c› bir yönetimle sürdürülebilir ve ancak bu bask›c›l›¤› körükleyebilir, Amerikan halk›n›n askerileflmifl bir imparatorlu¤a deste¤inin nereye kadar sürece¤i temel bir sorundur. Geçen say›m›zda da bir yaz›s› yer alan Do¤an Göçmen bu say›da, Rosa Luxemburg’un yaz›lar›n›n içerdi¤i uluslararas› siyaset teorisi üzerinde duruyor. Bu teorinin elefltirel realist olarak nitelendirilebilecek bir bak›fla sahip oldu¤unu savunan Göçmen, onun bu teoriyi o zamanki üç etkin uluslararas› iliflkiler yaklafl›m›yla (toplumsal sözleflme teorileri, ahlakç› yaklafl›m ve realizm) tart›flma içinde gelifltirdi¤ini belirtmektedir. Luxemburg’un bu tart›flma içinde kendi bak›fl aç›s›n› gelifltirdikten sonra emperyalizmin elefltirisine giriflti¤ini söyleyen Göçmen’e göre, bu elefltiri ayn› zamanda uluslararas› iliflkilerde eti¤in yani karfl›l›kl› eflitlik ve tan›ma ilkelerinin mümkün oldu¤unu göstermesi bak›m›ndan önemlidir. 7. say›m›zda bafllad›¤›m›z ‹mparatorluk tart›flmalar›n› bu say›da, Almanya’dan bir çeviri yaz› ve Emre Arslan’›n Almanya’daki ‹mparatorluk tart›flmalar›n› de¤erlendiren yaz›s› ile sürdürüyoruz. Jens Wissel “Canavar› Adland›rmak: Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk” adl› yaz›s›nda, ‹mparatorluk kitab›n›n yan›tlar›n› tutars›z bulsa da do¤ru sorular sordu¤unu belirtiyor. Emperyalizmin art›k güncel olmayan belli bir alg›lan›fl› üzerinde yeniden düflünmemiz için iyi nedenlerimiz oldu¤unu söylüyor. Bu nedenle Hardt ve Negri’nin post-emperyalist bir düzeni tarif etme çabalar› üzerine dönen tart›flmalar›n kullan›lmas› gere¤ine inan›yor. Wissel, imparatorlu¤un ve emperyalizmin yeni biçiminin analizi için, Poulantzas’›n devletin uluslaras›laflmas› teorisinin önemli olanaklar sundu¤unu ileri sürüyor ve bu olanaklar› araflt›r›yor. Emre Arslan ise, Hardt ve Negri’nin meflhur kitab›n›n Almanya’da nas›l tart›fl›ld›¤›n› anlatt›¤› yaz›s›nda Almanya sol-entelektüel çevrelerinin kitaba iliflkin tepkisinin üç etmen taraf›ndan belirlendi¤ini ileri sürüyor: Güçlü Alman teorik gelene¤inin teorik tutars›zl›k ve çeliflkilere karfl› bir hassasiyet yaratmas›; Alman radikal solunun aç›k küçük burjuva karakteri; Alman tarihsel tecrübesi dolay›s›yla bu ülke radikal solunun bile ABD’yi elefltirmekten imtina etmesi. Arslan, bu etmenlerin belirledi¤i tepkileri ‹mparatorluk’u elefltirenler, kitab› be¤enmese de açt›¤› tart›flmadan faydalanmak isteyenler, kitab› çok be¤enip adeta kendinden geçenler

7


8

Praksis

ve kitab› ciddiye almay›p dalga geçenler biçiminde s›n›fland›r›p dörde ay›r›yor. Yazara göre, ‹mparatorluk’u hem elefltiren hem de ona kat›lanlar›n uzlaflt›¤› bir argüman, kitab›n pek çok teorik tutars›zl›k ve çeliflkiyi bar›nd›rd›¤›d›r. Arslan, ‹mparatorluk üzerine yapt›¤› de¤erlendirmeyi, “Bat› cephesinde, ne yaz›k ki, yeni bir fley yok.” diyerek bitiriyor. Avrupa Birli¤i (AB) tart›flmalar›, ülkemizde AB’nin etraf›nda onu dokunulmaz k›lan bir “hale” varm›fl gibi yürüyor. AB süreci, hem onu oluflturan ulus-devletler hem de AB halklar› aç›s›ndan çeliflkili bir süreç. Ve bu süreç, sermaye hegemonyas›nda flekilleniyor. Graham Taylor ve Andy Mathers’›n yaz›s›, bu çeliflkili sürecin iflçi hareketi aç›s›ndan önemli bir yönüne vurgu yap›yor. Yazarlar, Avrupa bütünleflmesinin mant›ksal ve tarihsel belirleyenlerini inceliyor ve bu bütünleflmenin Avrupa emek hareketinin yeniden canlanmas› aç›s›ndan tafl›d›¤› potansiyel ile oluflturdu¤u tehditleri de¤erlendiriyorlar. Hizmette yerellik (subsidiarite) ilkesi yoluyla, Avrupa genelinde uygulanan neo-liberal düzenleme ile ulusal düzeydeki siyasal eylemlilik aras›nda bir düzenleyici boflluk oluflturuldu¤unu gözleyen yazarlar, üye ülkelerde geliflen neoliberalizm karfl›t› sosyal mücadelelerin yan›nda, direnifli ulusal s›n›rlar›n ötesinde birlefltirerek bu düzenleyici bofllu¤u kapatan “ulusötesi” hareketlerin izinden giderek AB formunun tarihsel belirleniminin a盤a ç›kar›labilece¤ini ileri sürüyorlar. Uluslararas› hukuk karfl›s›nda Sovyet hukuk doktrininde gelifltirilen yaklafl›mlar Ekim Devrimi’nden itibaren çeflitlilik göstermifltir. Atefl Uslu yaz›s›nda, Sovyet hukukçular›n›n ortaya koydu¤u uluslararas› hukuk teorilerini üç dönemde inceliyor. Yazara göre, ilk dönemde (1917-1930) Korovin’in “geçifl dönemi uluslararas› hukuku” teorisinin belirgin bir a¤›rl›¤› bulunurken, ikinci dönemde ise (1930-1938) Korovin’in teorileri büyük ölçüde terk edilmifl, dönemin Sovyet d›fl politikas›n›n aç›l›mlar›na daha uygun, devlet merkezli teoriler gelifltirilmifltir. Üçüncü dönem ise 1938’den 1985’e uzan›r; bu dönemde resmi bir uluslararas› hukuk görüflünün oluflmas› söz konusudur, bu y›llarda önce so¤uk savafl›n, daha sonra da “bar›fl içinde bir arada yaflama” ve “detant” dönemlerinin politik kayg›lar› uluslararas› hukuk teorilerine yön vermifltir. Sermayenin ABD önderli¤inde yürütülen Geniflletilmifl Ortado¤u Projesinin bir aflil topu¤u olarak görülen Filistin Sorunu, bu say›m›zda “demografya savafllar›” yönüyle ele al›n›yor. Hakan Günefl yaz›s›nda Filistin Sorununun çözümsüzlük üreten temel dinamiklerinden biri olarak nüfus sorununu irdeliyor. Yazara göre, ‹srail,


Bu Say›da

etnik-dini temelde kurulmufl Yahudi Devleti niteli¤ini dönüfltürmedi¤i sürece, Filistinli mültecilerin geri dönüfl hakk›n›n tan›nmas› temelinde bir çözümün gerçekleflmesi olas› görünmüyor. Emre Gürbüz’ün bilgi verici mahiyetteki yaz›s› ise Sovyet sonras› dönemin kilit ülkelerinden biri olan Kazakistan’›n ulus-devlet infla sürecini ele al›yor. Uzun bir tarihsel süreci inceleyen yaz›, kimliklerin habitus yoluyla elde edildi¤ini, bunun da hem içerdekilerin hem de d›flardakilerin alg›s›n› etkiledi¤ini savunuyor. Yazara göre, habitus sürekli de¤iflti¤i için ulusal kimlikler de -elbette Kazak kimli¤i de- sürekli olarak yeniden oluflmaktad›r. ‹flaya Üflür’ün “Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›?” yaz›s›, iktisatç›lar ve sosyal bilimcilerinin ilgisini çeken konular›n bafl›nda geldi¤ini söyledi¤i sanayi devriminin, “dünyan›n tek bir bütün” haline gelmesini mümkün k›lan tarihsel bir olay oldu¤unu söyleyerek, bu devrim öncesi s›nai üretim birimlerinden “sanayileflmenin” üretim birimine, yani fabrikaya geçiflin nas›l meydana geldi¤i üzerine gelifltirilmifl iki teori üzerinde duruyor. Yaz›, kimi ortak noktalar› olsa da aralar›nda kuramsal kayg›lar, vurgu ve terminoloji aç›lar›ndan ciddi farkl›l›klar bar›nd›ran bu iki teoriyi analitik bir biçimde ortaya koymas› ve sanayileflme süreci hakk›nda çal›flan ve kafa yoranlara yeni kap›lar açmas› bak›mlar›ndan önemli. Dergimizde ilk kez bir yuvarlak masa söyleflisine yer veriyoruz. Söylefli, 2001 y›l›nda ODTÜ ‹ktisat Kongresi vesilesiyle ülkemize gelen Marksist iktisatç›lar Alan Freeman, Hugo Radice ve Riccardo Bellofiore ile yap›ld›. Çeflitli aksakl›klardan dolay› daha önceden yay›nlayamad›¤›m›z bu söylefliyi dosya konumuzla ilintili oldu¤unu düflünerek bu say›m›zda yay›nlamay› uygun gördük. Söyleflide Freeman, Radice ve Bellofiore sermayenin küreselleflme sürecini ve kürselleflme karfl›t› hareketleri de¤erlendiriyorlar. “Kapitalizmin art›k kurtar›lamaz durumda” oldu¤unu her geçen gün daha çok anl›yoruz; insanl›¤› ve do¤ay› “burjuva uygarl›¤›n›n köklü ikiyüzlülü¤üne” kurban etmemek için, “aslolan›n dünyay› yorumlamak de¤il onu de¤ifltirmek oldu¤unu” unutmamak gerekiyor. Önümüzdeki say›lara katk›lar›n›z› bekliyoruz.

9


Praksis 11

| Sayfa: 11-22

Amerikan Emperyalizminin Ay›rdedici Özellikleri Haluk Gerger

merikan yetkilileri, bir ölçüde ABD öncesi hegemon devletlerin sorumlular› gibi, ülkelerinin “farkl›” ve tabii “olumlu” niteliklerini vurgulamaya özen gösterirler. Ne var ki, ABD’nin “biricik özelliklerle donat›lm›fl,” “iyiliksever, hamiyetli ve hatta fedakar özel bir ülke oldu¤u,” uluslararas› iliflkilerinde “karfl›l›k beklemeyen halisane duygularla hareket etti¤i” öylesine ba¤naz bir misyonerlikle savunulur, muazzam propaganda makinas›yla öylesine ustal›k ve süreklilikle beslenir, “bilimsel” kurumlar›nca tarihsel-sosyolojik kökenleriyle dinamikleri aç›s›ndan öylesine sistematik biçimde ifllenir ki, sonunda, herkesten önce Amerikal›lar›n kendileri bu yan›lsamaya tutsak olurlar. Bugün Bush yönetiminin, Irak ya da Afganistan’a, hatta bütün Ortado¤u’ya demokrasi ve insan haklar› götürmek üzere harekete geçti¤i iddias›n›n ya da genel olarak ABD’nin bir “özgürlük ve refah tafl›y›c›s›” oldu¤u sav›n›n temelleri de burada yatmaktad›r. Bu söylem, ABD aç›s›ndan, bafl›ndan beri, basit bir propaganda malzemesi olman›n ötesinde bir ifllevsellik kazanm›flt›r. Ayr›ca bu, Amerikan iflbirlikçili¤inin de temel hareket noktas› olma özelli¤ini tafl›maktad›r. Dünyan›n dört bir yan›nda pek çok insan›n bu yan›lsamaya tutsak ve kurban olmas›ysa, ona ürpertici bir gerçeklik maskesi de kazand›rmaktad›r. “‹nsanc›l emperyalizm” safsatas›, temellerini bu çürük kayna¤a dayand›rmaktad›r. ABD’nin, sald›rgan, k›y›c›, bencil bir emperyalist ülke oldu¤u ve bu aç›lardan kendinden önceki sömürgeci ve emperyalist devletlerden pek de farkl› olmad›¤› kesindir. ABD’nin bu bak›mdan, “her yi¤idin farkl› yo¤urt yiyifli” d›fl›nda bir

A


12

Haluk Gerger

özelli¤i yoktur. Y›k›c› gücünün ulaflm›fl bulundu¤u zirveyse, sald›rgan güdülerinin beslendi¤i kaynak ve dinamikler aç›s›ndan, bencil kötü niyetlerinden ve sömürücü dürtüleri bak›m›ndan onu ötekilerden ay›rmaz elbette. Kendisine atfetti¤i “olumluluklar” bile, asl›nda, ABD’nin bir farkl›l›¤› de¤il, hepsinin ortak bir özelli¤idir; yalana, yan›lsamaya, y›k›c› propagandaya, y›¤›nsal beyin y›kamaya, meflruiyetini ancak gerçeklerin tahrifat›na dayand›rmaya mahkum oluflun kaç›n›lmaz sonucudur. Hayat›n yasalar› bellidir: Kapitalizmin iç dinamik ve yasalar›, onun “saf,” serbest rekabetçi evresinde, köle ticaretinden sömürgecili¤e, tarihin çok az yazd›¤› k›y›c›l›klar› yaratmakla kalmad›, do¤al uzant›s› olarak tekelci yap›y› ve onun çerçevesini çizdi¤i emperyalizmi ortaya ç›kard›. “Amerikan biricikli¤i”nde at›fta bulunulan unsurlar ise, her ülkeye özgü tarihsel geliflmenin yaratt›¤› do¤al farkl›l›klar d›fl›nda, özünde, kapitalizmin, tekelleflmenin ve nihayet emperyalist aflaman›n nesnel-öznel dinamiklerinden asla ba¤›ms›z de¤illerdir ve dolay›s›yla da “evrensel”dirler. Belki de, Amerikal› seçkinlerin çifte standard› ve ikiyüzlülü¤üdür onlar› ay›rdeden. Bu piflkinli¤e ek olarak, ‹talyan bilimci Profesör Piero Gleijeses “Amerikan biricikli¤i” masal›n› besleyen iki olgudan daha söz ederken hakl›d›r. Ona göre, her fleyden önce, “Amerika’n›n özelli¤i”nden söz etmenin kendisi belki de as›l özelliktir, Amerikal›lara özgü. Gleijeses, okyanusla Avrupa’dan, ›rkç›l›kla da Güney Amerika’dan ayr›lm›fl ABD halk›nda oluflan “ada ülke” psikolojisi ve göçmenlerin ortak tarih eksikli¤i, onda kendisini farkl›l›klara at›fta bulunarak tan›mlama ihtiyac›n› do¤urmufltur. Ayr›ca, Bat› Avrupa’dakine benzer biçimde, örne¤in komünist ve sosyalist partilerin yapt›¤› gibi, topluma elefltirel bak›fl›n ortaya ç›kmad›¤› ABD’de, bir de askeri ve ekonomik baflar›lar›n etkisiyle, “Amerika’n›n özel farkl›l›¤› ve üstünlü¤ü” yerleflik, genel kabul gören bir toplumsal “de¤er”e dönüflmüfltür (Gleijeses, 2003: 12). Bütün bunlara karfl›n, yine de Amerikan emperyalizminin gerçekten de kimi “ay›rdedici özellikleri” vard›r. Önemli olan, bunlar›n, elbette bu ülke emperyalizmini, emperyalizmin evrensel, “ortak” niteliklerinden, sömürücü-bask›c›, sald›rgan-k›y›c› özelliklerinden ay›rdeden “olumluluklar” olarak ortaya ç›kmad›klar› gerçe¤idir. Ayr›ca, bu ay›rdedici özellikler, k›y›c›l›kta, sömürü ve bask› mekanizmalar›n›n oluflum ve iflleyiflinde, Amerikan emperyalizminin u¤ursuz hükmünün icras›nda, Amerikan k›y›c›l›¤›n›n özel etkilerinde anlamlar›n› bulmaktad›rlar; do¤ala-


Amerikan Emperyalizminin Ay›rdedici Özellikleri

r› gere¤i herhangi bir olumlulukta de¤il. Bir baflka ifadeyle, ABD emperyalizminin ay›rdedici özellikleri, Amerikal› ideologlar›n ya da iflbirlikçilerinin iddialar›n›n aksine, insanl›k, Emek ve mazlum halklar için herhangi bir olumlulukta, hay›rhah dinamikte de¤il, ancak, emperyalist sald›rganl›¤›n kapsay›c› y›rt›c›l›¤›nda bulunabilir. Dolay›s›yla da, buradan özgürlük, refah ya da bar›fl de¤il, do¤as› gere¤i, bütün boyutlar›yla ve korkunçlu¤uyla insani/toplumsal evrensel y›k›m ç›kar. Amerikan emperyalizminin ay›rdedici özelliklerinin dökümüne “ideoloji” ile bafllamak gerekiyor. Amerikan devletine, onun ad›na hareket eden seçkinlere ve genel olarak halka davran›fllar›nda kaynakl›k eden bu ideolojik yönelim, her fleyden önce “devlet” taraf›ndan yukar›dan afla¤›ya dayat›lm›fl anlam›yla “resmi” de¤ildir. ‹kincisi, toplum taraf›ndan içsellefltirildi¤i için de art›k “resmi” say›lamaz. Toplumun genifl kesimlerince benimsenip bir yaflam tarz›na, yani kültüre dönüfltü¤ü ölçüde sadece “resmi” olmaktan ç›km›yor, ayn› zamanda, benzer ideolojik yaklafl›mlardan kitleleri sar›p sarmalad›¤› ve davran›fllar›na, hayata bak›fllar›na yön verdi¤i ölçüde “maddi bir güç”e dönüflmesiyle de ayr›l›yor. Ve kuflkusuz bu haliyle de sadece bir meflrulaflt›rma arac› olmaktan ç›k›yor. Amerika K›tas›’na ilk yerleflen ba¤naz H›ristiyanlar (Püritenler) “Yeni ‹srail”i kurduklar›n› ilan ediyorlard› trans halindeki bir ruh haliyle. Onlara göre, ‹srailo¤ullar›, kendilerine Allah’›n ilk Elçisi (Musa)’nin ve ilk Kitab-› Mukaddes (Tevrat)’inin gönderildi¤i “seçilmifl halk” idi. Ne var ki, Onlar günah ifllemifl, Mesih ‹sa’ya itaat etmemifllerdi. Dolay›s›yla, flimdi kendileri, Amerika’da “Yeni ‹srail”i kuracaklar, Kudüs Tap›na¤›n›n yeniden inflas›na giriflecekler, böylece de Mesih ‹sa’n›n yeryüzüne yeniden iniflini, sonsuz mutlulu¤u gerçeklefltireceklerdi. Bunun do¤al uzant›s› belliydi: Koskoca bereketli Amerika K›tas› da Tanr›n›n bu yeni seçilmifllerine O’nun taraf›ndan ihsan edilmifl topraklard›. Gerçi buras›, iddia ettikleri gibi, “bofl” de¤ildi ama “yerliler” sadece uygarlaflt›r›lma, yani H›ristiyanlaflt›r›lmak üzere orada bulunan yar› vahfli günahkarlard›. Yani, “Allah’›n sevgili kullar›”na “ihsan edilmifl” topraklar, do¤all›kla, “bofl”tu. Orada “ayak alt›nda” dolaflan ve Tanr›n›n seçilmifllerine ayak ba¤› olanlar›n telef edilmesi yine Tanr›n› buyru¤u kabul edilmeliydi. Sonuç biliniyor... Zamanla, Amerikal›lar›n “aflikar yazg›s›”, onlar›n aln›na yaz›lm›fl “takdir-i ilahi” düflüncesi olufltu sapk›nl›¤›n do¤al uzant›s›

13


14

Haluk Gerger

olarak. Buna göre, Amerikan Deneyimi, Amerikan Hayat Tarz›, insanl›¤a indirilmifl özel deneyim, Yaradan›n Kurtulufl Projesi, Tanr›n›n müjdesiydi. Amerikal›lar›n, Amerikan Devleti’nin “ilahi misyonu” da, Allah’›n insan› kendi gül cemalinden yaratmas› misali, insanl›¤›, Amerikan hayat tarz›ndan yeniden oluflturmak idi. Bu “ilahi misyon”un, bu “aflikar yazg›”n›n, “takdir-i ilahi”nin ana arac›ysa, Tanr›n›n gölgesi, O’nun k›l›c› olan ABD’nin gücü, hatta “Tanr›sal gücü”ydü. Amerika ne yaparsa, insanl›k için hay›rl›yd›, Tanr›n›n buyru¤uydu ve dolay›s›yla da “bencil ç›karlar”dan azade, Allah’›n inayetiyle gerçeklefltirilmifl hay›rlard›, reddetmeye yeltenen kafir meczuplar› bu dünyada yak›lmaya mahkum eden. Böylece de “mutlak hakl›l›k ve moral üstünlük” sahibi ve ilahi misyonla görevlendirilmifl bir halk ve ülkenin biricikli¤i düflüncesi kemikleflti, içsellefltirildi, bir hayat tarz›na dönüfltürüldü. Bu düflünce halka maloldu¤u ölçüde de Marx’›n belirlemesiyle, “maddi güç” haline gelen bir ideolojik yan›lsama oldu. Sonunda, Amerikan devletinin, bürokratlar›n›n, siyaset ve devlet adamlar›n›n, seçkinlerinin, giderek, s›radan insanlar›n›n davran›fllar›na yön veren, bu arada da sermayenin ve devletin ç›karlar›yla ihtiyaçlar›na yan›t veren, politikalar›na meflruiyet kayna¤› olan, ideolojik k›l›f ifllevini yerine getiren düflünsel araç, ruhi flekillenme, toplumsal psikoloji olufltu. Böylesi de dünyada görülmedi... Üstelik bu sapk›n “ilahi misyon,” zamanla, alg›lanan “tanr›sal güç”le beslenince daha tehlikeli haller almaya bafllad›. “Tanr›n›n dokunulmazl›¤›” gibi kendisine ulafl›lmazl›k sa¤layan co¤rafyas›, ABD’nin belirleyici güç olarak kat›ld›¤› iki dünya savafl›nda iyice ortaya ç›kt› Amerikan seçkinlerine göre. On milyonlarca insan›n öldü¤ü, onlarca ülkenin, binlerce kentin yerle bir oldu¤u bu evrensel fliddet spazmlar›nda, Amerikan karas›nda tek bir mermi dahi patlamad›. Böylece “tanr›sal dokunulmazl›¤›” bir kez daha teyit edilen ABD, atom bombas›n›n yap›m›yla “mutlak silah”a da sahip oldu. Atom bombas› o dönemde ABD’de “mutlak silah” olarak tan›mland› çünkü tarihte kendisine karfl› anlaml› savunman›n mümkün olmad›¤› ilk ve tek taarruz silah›yd› atom bombas›. ABD, böylece, tanr›sal bir baflka güce sahip oldu: yaflam›, en az›ndan, bütün insanl›¤› yok etme gücü. Elde edilmifl bulunan muazzam zenginlik ve Marshall Plan›yla Japonya’n›n yeniden yap›land›r›lmas›, Amerikan seçkinlerinde, “mutlak silah”la elde edilmifl yok etme gücü yan›nda “yoktan var etme,” “yeniden yaratma ve imar gücü”ne sahip olduklar› izlenimini yaratt›. Mutlak


Amerikan Emperyalizminin Ay›rdedici Özellikleri

moral üstünlük-mutlak dokunulmazl›k-mutlak yok etme-mutlak yapma gücü alg›lamas› art›k perspektifleri bozan, sapk›nl›¤› ve ihtiraslar› gemlenemez biçimde a盤a ç›karan etkileriyle sald›rganl›¤› yaratan nesnel dinamiklerle birleflti, ça¤dafl Amerikan emperyalizminin karakteri ortaya ç›kt›. Bu “tanr›sal güç”le desteklenen ilahi misyona çomak sokan komünizm ve Sovyetler Birli¤i’ne karfl› gösterilen ak›l d›fl› düflmanl›k ve izans›z So¤uk Savafl sald›rganl›¤›, bu unsurlar da dikkate al›narak irdelenmeli. Amerikan emperyalizminin bir baflka ay›rdedici özelli¤ini, onun statükoyla iliflkisinde bulabiliriz. Tan›m› gere¤i, hegemon ülke, var olan düzenden, statükodan yararlanan, dolay›s›yla da onun korunmas›n›, sürdürülmesini ç›karlar›na uygun oldu¤u için hedef edinen ülke demektir. Örne¤in, ABD’den önceki son hegemon ‹ngiliz ‹mparatorlu¤u, gücünün kayna¤› olarak gördü¤ü denizlerin ve ikmal yollar›n›n “serbestli¤i” ile Avrupa’da herhangi bir ülke ya da ülkeler gurubunun ötekilere üstünlük sa¤lar konuma gelmemesini (güç dengesi), buna dayal› statükoyu savunmay› genel stratejisinin temeli yapm›flt›. Bu statükonun bozulmas›, ‹ngiliz ‹mparatorlu¤u için kabul edilemez suç, hatta savafl nedeniydi. ABD, tam aksi konumda, bu anlamda da “biricik”, bir hegemon devlettir; O, kendi kurdu¤u statükolar› yine kendisi bozan ve kendi düzenini sürekli y›karak bir üst düzeyde yeniden kurmaya, yeniden üretmeye çabalayan bir güç konumundad›r. Bu bak›mdan Amerikan emperyalizminin hareket yasalar›, Komünist Manifesto’da tarif edildi¤i biçimde, “tüm toplumsal koflullar›n kesintisiz flekilde sars›lmas›, sonu gelmez belirsizlik ve hareket”le malul burjuva tarz›na benzer nitelikler tafl›yor. “Her yere yerleflmek, her yerde faaliyet yürütmek ve her yerde ba¤lant›lar kurmak zorunda” olup “kendi hayalindekine göre bir dünya” yaratmak peflinde durmaks›z›n koflturan bu ülke, burjuvazi gibi, baflka türlü varolam›yor. Bu haliyle de, Amerikan emperyalizminin devinim h›z› karfl›s›nda “sabit ve dura¤an olan her fley buharlafl›yor, kutsal olan her fley ayaklar alt›na al›n›yor...” Böylece de, yine Manifesto’da anlat›lan burjuvazi gibi, ABD de “yeryüzünün dört bir yan›na do¤ru” kovalanan ve fakat “dünya güçlerini kontrol edemez hale gelen bir büyücüye” dönüflüyor. Bu süreç içinde de, kendisine karfl› ç›k›fl›n tohumlar›n› da gitti¤i her yerde ekerek “kendisine ölüm getiren”leri de yarat›yor...

15


16

Haluk Gerger

Amerikan emperyalizmi ve sermayesi doyum gücüne ulaflam›yor, kendi dinamikleri ve harekete geçirdi¤i devinim yasalar›, ona bu flans› tan›m›yor. Dolay›s›yla da, bir zamanlar›n ‹ngiliz rantiye s›n›f› gibi, ‹skoçya’n›n yeflilliklerine ya da Hindistan’›n yaz s›ca¤›na çekilip gününü gün ederek yavaflça çürümüyor; gözü dönmüfl bir sald›rganl›kta büyük sars›nt›larla lime lime mutasyona u¤ruyor. ‹ngiliz tarihçi Hobsbawm flöyle diyor: Ondokuzuncu yüzy›l ‹ngiltere’sinin aksine, Amerika, devrimci bir ideolojiye dayanan bir devrimci güçtür. Devrimci Fransa ve Sovyet Rusya gibi, Amerika sadece basit bir devlet de¤il, ayn› zamanda, dünyan›n belli bir biçimde dönüflümüne adanm›fl bir devlettir (Hobsbawm, 2000: 48).

Bu “karfl›devrimci” yap›, “yerinde duramayan, dur durak bilmeyen, sürekli devinim ve dönüflüm içinde istikrars›zl›k kayna¤› olan, kendine karfl› güçleri de ortaya ç›kar›p harekete geçiren, barajlar› y›kmaya, genifllemeye, büyümeye uyarlanm›fl, kendi yaratt›¤› statükolar› da y›kan, hiperaktif, huzursuz, sald›rgan, da¤›t›c›, y›rt›c›, taflk›n, misyoner bir ruh halidir, bir altüst olufl ayg›t›d›r Amerika...” (Gerger, 2004: 478) Üstelik O flimdi, Tanr›n›n yeryüzündeki elçili¤ini yapmaya de¤il, belki de do¤rudan kendisini oynamaya soyunmufl bir meczup konumundad›r: “Birleflik Devletler art›k sadece bir millet de¤il. O flimdi bir din...Amerika Birleflik Devletleri’nin art›k Tanr›’ya yakarmaya ihtiyac› yok; kendisi Tanr›...” (Monbiot, 2003). ABD’nin bu durumunun ard›nda ekonomisinin teknoloji, halk›n›n tüketim ile olan iliflkisi, hasmane emperyalist rekabetteki konumlan›fl›, Sovyetler Birli¤i, Çin gibi devletlerin varl›¤›, ideolojik/tarihsel kökenlerinin özelli¤i gibi unsurlar yatmaktad›r. Bunlara ek olarak, ilginç bir yaklafl›m olarak, Anatol Lieven, ulaflt›¤› büyük üstünlük ve olanaklara karfl›n, ABD’nin düzeni muhafaza etmeye yönelik davranmay›p, tam aksine, “tatminsiz ve hatta devrimci bir güç” gibi davranmas›n›n ard›ndaki nedenlerden biri olarak Amerikan milliyetçili¤inin karakterini görüyor: Yazara göre, Amerikan milliyetçili¤i, bir yan›yla, dünyay› ve insanl›¤› de¤ifltirmeye yönelik bir “misyonerlik” ruhuna sahip ve dolay›s›yla statükocu de¤il, “devrimci,” dolay›s›yla da hep “tatminsiz.” Buna ek olarak, Lieven, do¤ru bir teflhisle, Amerikan milliyetçili¤inde “radikal” bir baflka yan daha sapt›yor: “Ama, Amerikan milliyetçili¤inin bir yan› ileriye, ‘ulusun gelece¤ine,


Amerikan Emperyalizminin Ay›rdedici Özellikleri

ay›rdedici büyüklü¤üne’ bakt›¤› ölçüde radikalse, bir yan› da sürekli olarak geriye, kutsanm›fl ve yitirilmifl bir milli geçmifle bakt›¤› için radikaldir. Bu, Amerika’y› ‘yeniden kazanmak’, eski ve saf Amerikan toplumunu yeniden infla etmek retori¤iyle, Cumhuriyetçi Sa¤’›n, özellikle de H›ristiyan Sa¤›’n›n dünyas›d›r. Amerikan kültürü ve siyasetindeki bu eski e¤ilim, pek çok Amerikal›n›n süregelen muhafazakar dindarl›¤›n› yans›tmaktad›r; fakat ayr›ca, her zaman, sosyal, ekonomik ve etnik kayg›lar›n da bir ifadesi olagelmifltir. Bir taraf›yla bu kayg›lar, [ülkeye ilk yerleflen] beyaz Anglo-Sakson, ‹skoç ve ‹rlandal›lar›n, daha sonra baflkalar›n›n gelmesiyle toplumsal denetimi sürekli yitirmelerinden kaynaklanmaktad›r. Buna ba¤l› olarak s›n›fsal kayg›lar da vard›rdün, küçük kasaba ve k›rsal kesimin yeni göçmenlerle dolu kentlere tepkisi vard›; bugünse, geleneksel beyaz emekçi s›n›flar›n ekonomik kan kayb› söz konusudur. Modern ça¤›n bu muzaffer ülkesinde, büyük say›daki Amerikal›lar kendilerini kaybetmifl, yenilmifl görmektedirler. Bu, Amerikan milliyetçilerine, Amerika’n›n kendisinde ve baflkalar›na yer etmifl baflar› ülkesi, aç›kl›k, refah ve cömertlik imaj›ndan çok farkl› olarak, o k›rg›n-k›zg›n, habis ve korumac› niteli¤i vermeye katk›da bulunmaktad›r... Amerikan milliyetçili¤ine ve Amerika’n›n üzerinde hakimiyet kurmufl oldu¤u ça¤dafl dünya ile olan sorunlu iliflkilerine bakman›n bir yolu, Amerika’n›n kendisinin yaratt›¤› dünyaya pek çok Amerikal›n›n isyan içinde oldu¤u gerçe¤ini kavramaktan geçmektedir. (bkz. Lieven, 2004) Amerikan emperyalizminin bir baflka ay›rdedici özelli¤i, onun ba¤›ml› ülkelerle kurdu¤u yap›sal iliflkide ve “yerel müttefik” oluflturmas›nda ortaya ç›kmaktad›r. Do¤al ve kaç›n›lmaz olarak, her hegemon ülke kendisine ba¤›ml› k›ld›¤› bir co¤rafyada hakimiyetini yerel iflbirlikçi odaklar arac›l›¤›yla sürdürür. Bu, bugün Irak’taki Geçici Yönetim örne¤inde de görüldü¤ü gibi, iflgal ve dolay›s›yla do¤rudan askeri varl›¤›n bulundu¤u durumlarda bile geçerlidir. Amerikan emperyalizminin kurdu¤u ba¤›ml›l›k iliflkisi önemli bir farkl›l›k göstermektedir. ABD hakimiyetini, belirli iflbirlikçi odaklardan ziyade, ya da onlara ek olarak, daha farkl› bir düzeyde kurmakta ve yürütmektedir. ABD, hakimiyeti alt›na ald›¤› bir ülkede, o ülkenin düzenine içkin bir özellik kazanmakta, bir baflka ifadeyle o düzenin do¤rudan içsel, organik bir parças› olmaktad›r. Bu haliyle de, d›flsal bir unsur olmaktan ziyade, daha çok, düzen ile füzyona girmekte, toplumsal dokuya nüfuz etmek-

17


18

Haluk Gerger

te, kurumlardan hayat tarz›na, bürokrasiden kültürel iklime, toplumsal ruhi flekillenmeden seçkinlere, bilim kurumlar›ndan medyaya, giderek, neredeyse solunan havaya, içilen suya kar›flarak hayatla bütünleflmekte, bir tür hemhal olmakta, düzen içinde erimektedir. Bu tür egemenlik sistemi, dolay›s›yla, kolay elde edilemeyecek olan bir de¤erler hegemonyas› üzerine kurulmakta, organik bir entegrasyonla yürütülmektedir. ‹çsel, organik bir unsur olarak Amerikan emperyalizmi art›k görünmez eliyle “domestik” olarak hükmünü icra etmektedir. Bu bir “organik hakimiyet” tarz›d›r. Bu anlatt›¤›m›za en güzel örnekler, ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra “k›vam”a getirilen Almanya ve Japonya’d›r. Buralardaki kal›c› Amerikan hakimiyeti, askeri iflgalle de¤il, “de¤erler hegemonyas›” yoluyla “düzene s›zmak”taki beceride sakl›d›r. Bugün bile, bu iki ülke birer “küçük Amerika”d›rlar, bütün görünür görünmez çeliflkilere ve ba¤›ms›zl›klar›na karfl›n. “Küçük Amerika karikatürü”ne Türkiye de iyi bir örnek oluflturmaktad›r bu konuda. ABD, Türkiye’de, AB ya da tek tek Almanya, Fransa, Rusya gibi d›flsal faktör de¤il, içkin bir unsurdur; özel hakimiyetini özel ba¤larla kendine ba¤lad›¤› özel odaklar arac›l›¤›yla oldu¤u kadar, hatta ondan da daha fazla “organik nüfuzu” ile sürdürmektedir. O, Türkiye’de her yerdedir, kan dolafl›m›ndaki oksijen gibidir ve elbette “zehrini” her yana tafl›yabilmekte, her organ›, giderek, tüm vücudu, metabolizmay› denetimi alt›nda tutmaktad›r, onun sefil yaflam›n›n “hayat iksiri” olabilmektedir. Bu arada, Paul Sweezy ve Paul Baran, Harry Magdoff gibi Amerikal› Marksistlerin iflaret ettikleri, Amerikan emperyalizminin “azgeliflmiflli¤i yap›sallaflt›r›p süreklilefltirdi¤i” tezi de, bir yan›yla, bir anlam›n› da bu noktada bulmaktad›r. Amerikan tipi hakimiyet ancak “kurumsallaflm›fl” bir azgeliflmifllik batakl›¤›nda hayat bulabilmektedir. Bu hakimiyet yap›s›, ayr›ca, ABD’nin hem gücü, hem de zaaf› olmaktad›r. Güç kayna¤› olmaktad›r çünkü O’nu bir d›flsal müstevli olmaktan ç›kart›p düzene içkin “yerli mal›” yapmaktad›r. Böylece, Amerikan emperyalizmi, bir yandan, hayat›n her alan ve boyutunda yayg›n bir varl›k olarak etkisini kullanmakta, bir yandan da yabanc› olman›n yaratabilece¤i tepkilerden korunmakta, nihayet, kendisini yerellefltirerek yerliyi tasfiye etmektedir. Ayr›ca, belirli iflbirlikçi odaklar›n ittifak›na ve dolay›s›yla da onlar›n gücüyle belirli ekonomik-politik-sosyal unsurlara mahkum olmadan daha istikrarl› k›lmaktad›r egemenli¤ini ve yap›sal ba¤›ml›l›k iliflkilerini.


Amerikan Emperyalizminin Ay›rdedici Özellikleri

Ne var ki, günümüzün karmafl›k ve farkl›l›klarla örülmüfl dünyas›nda bir tür “kültürel standartlaflt›rma ve eritme” gerektiren böylesi bir egemenlik yap›s›n›n tesisi ve sürdürülmesi, Amerikan emperyalizminin imkans›z›n peflinde koflmas› sonucunu do¤uruyor, onun temel zaaf noktas› oluyor. Bildi¤imiz hegemonya yerine bu tür bir “dönüfltürerek yeniden kendi ç›kar ve ihtiyaçlar›na göre yeniden yaratmak, kendi hayat tarz›ndan mini düzenler oluflturmak, evrensel kültürel bast›rma” ihtiras›, sonunda, baflar›s›zl›¤a mahkum oluyor. Bu da, ahlakç› düfl k›r›kl›klar›na, y›k›c› öfkeye, yaz boz tahtas›na dönüfltürülmüfl yeryüzü siyasalkültürel co¤rafyas›nda muhteris sald›rganl›¤› gelifltiriyor, istikrars›zl›k ve baflar›s›zl›¤›n, geri çekilme zorunlulu¤unun korkular›n› besleyerek kibirli sald›rganl›¤›n› daha da k›flk›rt›yor. Sonunda ABD, bugünkü Büyük Ortado¤u Projesinde oldu¤u gibi, sadece rejimleri de¤il, düzenleri, kültürleri, giderek, uygarl›klar› de¤ifltirmeye kalk›fl›yor, gücünü ve imkanlar›n› imkans›z›n pefline koflarken kendini sadece fizik olarak de¤il moral olarak da tüketiyor, sapk›n tatminsizli¤indeki sald›rganl›¤›n› kal›c›laflt›r›yor... Amerika Birleflik Devletleri, tarihsel, kültürel kökenleri itibariyle de fliddete tap›nan, sürekli düflman üreten bir yap›sal özelli¤e sahip olagelmifltir. Emperyalist sald›rganl›¤›n› ve sürekli militarizm üreten dinamizmini meflru k›lmak için her fleyden önce kendi halk›n› korkutmak ihtiyac›n› hissetmifltir yöneticileri. Büyük So¤uk Savafl sald›r›s› öncesinde, etkili bir senatörün Truman’a “önce Amerikan halk›n›n ödünü koparmal›s›n” ö¤üdü bofluna de¤ildir. Amerikan silahl› kuvvetlerinin en savaflç› generallerinden Douglas McArthur, ülkesinin bu özelli¤ini kavray›nca 1957 y›l›nda flöyle demifltir: Hükümetimiz, a¤›r ulusal ola¤anüstü hal 盤l›klar›yla bizi hep sürekli korku ve ateflli milliyetçili¤in hezeyan› içinde tuttu. fiayet hükümetin arkas›nda kör bir sadakatle durmazsak, hep bizi yutacak bir korkunç fleytan ya içerde, ya da canavar bir yabanc› güç d›flar›da haz›r beklemekteydi...

Bugün de, hegemonyay› belirleyen pek çok ölçütte öteki rakipleri taraf›ndan yakalanan ve hatta geçilen ABD’nin, temel ve kal›c› görünen askeri üstünlü¤ünü, hegemonyay› belirleyen ana ölçüt yapmak için uluslararas› iliflkilerin militarizasyonundan medet ummas›, yeni düflmanlar üretmesi ve fliddeti kutsamas› bofluna de¤ildir. Korku ve dehflet salmak Amerikan emperyalizminin karakterine o ölçüde nüfuz etmifltir ki; tan›m› gere¤i, pek çok politik, kültürel, ekonomik, vb. arac› kullanarak egemenli¤ini derinleflti-

19


20

Haluk Gerger

rip sürdürmek isteyen klasik bir hegemon devletin normal önlemlerinin aksine, ABD, esasen belirleyici yöntem olarak terör ve fliddeti kabul etmektedir. Bugün, Avrupa ile ABD aras›ndaki temel anlaflmazl›k konular›ndan biri de burada yatmaktad›r. Deneyimli sömürgeci ve “olgun” emperyalist güçler olarak Avrupa’daki müttefikleri, ABD’nin fliddete dayal› reflekslerinin hem uzun vadede sonuç getiremeyece¤ini düflünmekte, hem de bunun sistemin genel ç›karlar› aç›s›ndan sak›ncal› olaca¤› kayg›s›n› dillendirmektedirler. 1995 y›l›nda nükleer güçten sorumlu Amerikan Stratejik Komutanl›¤› (STRATCOM-U.S. Strategic Command) “So¤uk Savafl Sonras›nda Cayd›r›c›l›¤›n Esaslar›” bafll›kl› bir rapor haz›rlad›. Raporda, Amerikan Devleti’nin baz› unsurlar›n›n “kontrolsüz” davranabilece¤i, “ak›l d›fl› ve intikamc›” eylemlerde bulunabilece¤i düflüncesinin potansiyel düflmanlarda yer etmesinin yararl› olaca¤› öne sürülmüfl, “so¤ukkanl› ve rasyonel” bir imaj yaratman›n yanl›fll›¤›na de¤inilmifltir (ki, bu asl›nda Sovyetlere karfl› da özellikle 1940 ve 50’lerde ve ard›ndan da Reagan sonras›nda kullan›lm›flt›). “Ulusal kiflilik”in böyle fliddet ve dengesiz sald›rganl›kla örülmüfl biçimde dünyaya yans›t›lmas›, kendi bafl›na ilginç bir “ulusal karakter”e iflaret etti¤i ortadad›r. Baflkalar›n› “haydut”lukla suçlayan bir devletin “haydutsu” imaj› stratejik bir yarar mertebesine yükseltmesi, üstelik, ulusal doktrininin nükleer silahlar alan›nda bile bir parças› yapmas›, sonra da bu bilinçli verilen mesajdan korkup önlem almaya kalk›flanlar› “sald›rgan emeller” beslemekle suçlay›p cezaland›rmas›, klasik emperyalizmin basit, s›radan, al›fl›lagelmifl, fakat konjonktürel k›flk›rtmalar›n›n ötesinde bir fleylere iflaret etti¤ini saptamak gerekmektedir. Amerikan örne¤inde hegemonlar›n r›za üretmek-korku salmak dengesinin tersine çevrildi¤i bir anlay›fl ve karakter söz konusudur. Son olarak, Amerikan emperyalizminin bir di¤er ay›rdedici özelli¤i olarak hegemon konumunu sürdürüflüne bakmak gerekmektedir. Hegemon ülke, tan›m› gere¤i, herkesten güçlü olan demektir bir bak›ma. Genel olarak, bu gücün pek çok alan› kapsamas› da beklenir; ABD’nin yapt›¤› gibi militer güç gibi tek ölçüte ba¤lanmas› de¤il. Daha da önemlisi, zaman içinde, güç kayb›yla hegemonya yitimi bir ölçüde paralellik arz eder. Oysa, bu, Amerika aç›s›ndan hiç de böyle de¤ildir. ABD örne¤inde, -burada ayr›nt›s›na girmeye gerek olmayan- çok ciddi ve çözülemeyen yap›sal zaaflara karfl›n azalmayan, hatta yer yer, zaman zaman ar-


Amerikan Emperyalizminin Ay›rdedici Özellikleri

tan bir hegemonik etki söz konusudur. Bir baflka ifadeyle, Amerikan sald›rganl›¤›n›n kökenlerinde sadece güç ve bu gücün yaratt›¤› alg›lanan f›rsatlar yatmamaktad›r. Amerikan davran›fllar›na Zaaflar ve bundan kaynaklanan korkular da yön vermekte ve onun sald›rganl›¤›n› belirlemektedir. ABD, sadece ekonomisinin, milli has›las›n›n, ticaretinin, askeriyesinin büyüklü¤ünde, geniflli¤inde dünya birincisi de¤ildir. O, ayn› zamanda, 500 milyar dolarlara dayanm›fl d›fl ticaret ve bütçe aç›klar›nda da dünya birincisidir. ABD, idam cezalar›nda da dünya birincisidir. Reflit olmayanlar›n ve zihinsel özürlülerin infaz›nda da. Yeryüzü nüfusunun yüzde 4’üyle dünya hapishane nüfusunun yüzde 25’ini oluflturarak da dünya rekoru k›rmaktad›r. Yaflam biçiminin çarklar›n› çevirebilmek için her gün, her 24 saat, 1.5 ila 2 milyar dolar aras›nda d›flardan sermaye transferine ihtiyaç duyan bu ülke, dünyan›n en borçlu ülkesidir de ayn› zamanda. Pek çok alanda gerilemekte olan, rakiplerinin gerisinde kalan ve yap›sal sorunlar›n› çözmede, halk›n›n aras›nda tam zamanl› çal›flanlar›n›n da bulundu¤u on milyonlarcas›n›n en temel ihtiyaçlar›n› ve beklentilerini karfl›lamakta çaresizli¤i art›k kan›tlanm›fl bir devletin hegemonik konumunda görülen yükselifl, hiç kuflkusuz, özel bir durumdur. Karfl›m›zda, pek çok organ› hastal›kl›, beyni dumura u¤ramakta olan ve fakat buna karfl›l›k pazular› gittikçe fliflen bir hilkat garibesi var ve o mahallenin kabaday›s› konumunda. Umal›m, insanl›k, en baflta Amerikan halk›, bu özel durumdan, yok olmadan ç›kman›n insani bir yolunu bulur...n

21


22

Haluk Gerger

Kaynakça Gleijeses, P. (2003). “The Rhetoric and Reality of American Foreign Policy”, Saisphere, 2003 Hobsbawm, E. (2000). Antonio Polito ile söylefli, The New Century, ‹talyancadan çev. Allan Cameron, Londra, Abacus Gerger, H. (2004). Kan Tad›:Belgelerle ABD’nin Kara Kitab›, 2. Bask›, ‹stanbul, Ceylan Yay›nlar›. Monblot, G. (2003). “America is a Religion”, The Guardian Weekly, 7-13 A¤ustos 2003. Lieven, A. (2004). “In the Mirror of Europe: The Perils of American Nationalism”, Current History, Mart 2004 (http://www.ceip.org/files/publications/2004-03-01-Lieven-curhist.asp)


Praksis 11

| Sayfa: 23-48

“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim 1 David Harvey2 Çeviren: Evren Mehmet Dinçer

apitalizmin, kaç›n›lmaz çöküflü hakk›nda hem sa¤c›lar›n hem de solcular›n yapt›¤› korkunç tahminlere ra¤men pek çok kriz ve yeniden düzenleme karfl›s›nda bu kadar uzun süre hayatta kalmas› ayd›nlat›lmas› gereken gizemli bir konudur. Lefebvre, bir keresinde, ünlü bir yorumunda çözümü buldu¤unu düflünmüfl, kapitalizmin mekan üretimi yoluyla hayatta kald›¤›n› söylemiflti; ancak bunun tam olarak nas›l olaca¤›n› aç›klamam›flt›.3 Hem Lenin hem de Luxemburg, farkl› sebeplerden hareketle ve farkl› flekilde ak›l yürüterek emperyalizmi yani belirli bir tür mekan üretim biçimini bu açmaz›n cevab› olarak düflündüler, ancak her ikisi de bu çözümün kendi onmaz çeliflkileri dolay›s›yla sonlu oldu¤unu iddia ettiler. 1970’lerde bu soruna bak›fl›m “mekansal-zamansal sabitler”in [spatio-temporal fixes] sermaye birikiminin içsel çeliflkileri üzerindeki rolünü de¤erlendirmekti.4 Bu önerme ancak, kuramsal olarak Marx’›n kar oranlar›n›n azalmas› fleklinde anlafl›lan, kapitalizmin yayg›n afl›r› birikim krizleri yaratma e¤ilimi ile iliflkili oldu¤unda anlaml› oluyordu.5 Bu tür krizler sermaye ve emek gücü art›¤›n›n toplumsal olarak kullan›fll› ifller için, herhangi bir araç taraf›ndan karl› bir biçimde bir araya getirilememesi fleklinde anlafl›lmal›d›r. E¤er sermayenin ve emek gücünün tüm sistem çap›ndaki devalüasyonlar› (hatta y›k›mlar›) sürmezse, bu fazlay› emmek için baflka yollar bulunmal›d›r. Co¤rafi yay›lma ve mekansal yeniden örgütlenme böyle bir seçenek sa¤lar. Ancak bu da zamansal sabitlemelerden ay›rt edilemez, çünkü co¤rafi yay›lma ço¤u zaman uzun dönemli fiziksel ve toplumsal altyap› yat›r›mlar›-

K

1 Bu makalenin çevirisi, Socialist Register dergisinin 2004 say›s›n›n çevirisi çal›flmas› çerçevesinde yap›lm›flt›r. Sosyalist Çal›flma Grubu adl› grubumuzun ortak çal›flmas› olan bu kitap çok yak›nda yay›mlanacakt›r. Sosyalist Çal›flma Grubu’ndan arkadafllara ve çevirinin son halini gözden geçiren Mustafa Bay›rba¤’a çok teflekkür ederim. [ç.n.] 2 Socialist Register 2004; 2003 Merlin Press: Londra, ss:63-87. 3 H. Lefebvre, The Survival of Capitalism: Reproduction of the Relations of Production, St Martin’s Press. New York: 1976. 4 1970’lerden 1980’lere kadarki bu makalelerin pek ço¤u flu kitapta yeniden yay›mlanm›flt›r. David Harvey, Spaces of Capital: Towards a Critical Geography, New York: Routledge 2001. Benzer muhakeme tarz› flu eserde de bulunabilir. Harvey, The Limits to Capital, Oxford: Basil Blackwell, 1982 (yeni bask›s› London: Verso, 1999) 5 Benim kendi kuramsal görüflüm ayr›nt›l› bir flekilde Harvey, Limits, 6. ve 7. bölümler.


24

David Harvey

6 R. Brenner, The Boom and the Bubble: The US in the World Economy, London: Verso, 2002. Brenner’in afl›r› birikim kuram› benimkinden çok farkl› ama yine de ampirik kan›tlar›n› oldukça kullan›fll› ve ço¤u konuda ikna edici buluyorum. 7 P. Gowan, The Global Gamble: Washington’s Bid for World Dominance, London: Verso, 1999. 8 Bu konu k›sa bir yaz›da tart›flacak kadar k›sa bir konu olmad›¤› için, daha ayr›nt›l› fleyleri ilerki bir çal›flmada ele almak üzere flematik ve basitlefltirilmifl bir yolda devam edece¤im. D. Harvey, The New Imperialism, Oxford: Oxford University Press. 9 “yeni emperyalizm” konusu solcular taraf›ndan tart›fl›lm›flt›r: L. Panitch, ‘The New Imperial State’, New Left Review, 11(1), 2000; ayr›ca bkz: P. Gowan, L. Panitch ve M. Shaw, ‘The State, Globalization and the New Imperialism: A Round Table Discussion’, Historical Materialism, 9, 2001. Di¤er ilgi çekici yorumlar için: J. Petras ve J. Veltmeyer, Globalization Unmasked: Imperialism in the 21st Century, London: Zed Books, 2001; R. Went, ‘Globalization in the Perspective of Imperialism’, Science and Society, 66(4), 2002-3; S. Amin, ‘Imperialism and Globalization’, Monthly Review, 53(2), 2001;

n› (örne¤in ulafl›m ve iletiflim a¤lar›, e¤itim ve araflt›rma gibi) gerekli k›lar ve bunlar›n destekledikleri üretken faaliyetler arac›l›¤›yla de¤erlerini amorti etmeleri y›llar al›r. Küresel kapitalizm 1970’lerden bu yana kronik ve uzun süreli bir afl›r› birikim sorunu yaflamakta. Brenner’in bu konuda ortaya koydu¤u ampirik malzemeyi genel olarak ikna edici buluyorum.6 Ancak ben, uluslararas› kapitalizmin bu y›llardaki iniflli ç›k›fll› grafi¤ini, orta vadede dahi afl›r› birikim sorunuyla bafl edemeyerek baflar›s›z olmufl geçici mekansal-zamansal sabitlemeler dizisi olarak yorumluyorum. Gowan’›n iddia etti¤i gibi, ABD’nin küresel kapitalizm içinde hegemonik konumunu korumas›, bu tür bir iniflli ç›k›fll›l›¤›n düzenlenmesi ile mümkündü.7 ABD taraf›ndan askeri güçle desteklenen aç›k emperyalizme yak›n zamanlardaki bu belirgin geçifl, daha önce baflka yerleri (1980’lerde ve 1990’lar›n bafl›nda Latin Amerika’y›, ve hatta daha ciddi bir biçimde 1997’de Do¤u ve Uzak Do¤u Asya’y› bitiren, ard›ndan Rusya ve Latin Amerika’n›n ço¤u bölgesine s›çrayan krizlerde oldu¤u gibi) vuran devalüasyon nöbetlerinin aksine, ülkedeki ciddi durgunluk ve genifl çapl› devalüasyon tehdidinden önce, ABD hegemonyas›n›n zay›flamas› olarak görülebilir. Ancak flunu da eklemek isterim ki sürdürülebilir bir temelde, geniflletilmifl yeniden üretim yoluyla birikime gidilemeyifli mülksüzleflme yoluyla birikim yönündeki çabalardaki art›flla paralellik göstermifltir.8 Bu durum, sonda söyleyece¤im gibi, baz›lar›n›n “yeni emperyalizm” dedikleri fleyin temel özelli¤idir.9

Mekansal-Zamansal Sabitleme ve Çeliflkileri Mekansal-zamansal sabitleme yoluyla afl›r› birikim krizinin çözümü fikrinin temeli oldukça basittir. Verili bir bölgesel sistem içinde afl›r› birikim, art›k emek (artan iflsizlik) ve art›k sermaye anlam›na gelir (bunlar, pazardaki meta y›¤›nlar›n›n herhangi bir kay›p olmadan kullan›lamayaca¤›, at›l üretim kapasitesi ve/veya üretken ve karl› yat›r›m olana¤› oluflturamayacak para sermayesi fazlas› olarak düflünülebilir). Bu tür art›klar flu flekillerde emilebilir: (a) mevcut afl›r› sermayenin, dolafl›ma daha makul bir gelecekte tekrar girmesi için uzun dönemli sermaye projeleri veya sosyal harcamalara (e¤itim ve araflt›rma gibi) yat›r›m yapma yoluyla zamansal bir yer de¤ifltirme. (b) herhangi baflka bir yerde yeni pazarlar, yeni üretim kapasiteleri, yeni kaynaklar, toplumsal olanaklar ve emek olanaklar› açmak yoluyla mekansal yer de¤ifltirmeler. (c) (a) ile (b)’nin bir bileflimi.


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

Yap›l› bir çevreyle ilifltirilmifl, ba¤›ms›z bir tür sabit bir sermayeden bahsediyorsak (a) ile (b)’nin bileflimi özellikle önemli olmaktad›r. Bu [belli bir] zaman ve mekanda devam edecek üretim ve tüketim için gerekli fiziksel altyap›lar› (endüstriyel parklardan liman ve havaalanlar›na, tafl›ma ve iletiflim sistemlerinden su ve kanalizasyon yap›lar›na, iskana, hastanelere ve okullara kadar) sa¤lar. Aç›k ki, bu yat›r›mlar ekonominin küçük bir dilimi de¤ildir, özellikle h›zl› co¤rafi geniflleme ve yo¤unlaflma dönemlerinde çok büyük oranda sermaye ve eme¤i emebilme yetisine sahiptir. Sermaye ve emek art›¤›n›n bu tür yat›r›mlara yeniden da¤›t›m›, finansal ve/veya devlet kurumlar›n›n arac›l›¤›n› gerektirir. Bu kurumlar kredi sa¤lama gücüne sahiptir. Mevcut tüketimden al›n›p gelecek-merkezli projelere tahsis edilebilecek; mesela otoyol yap›m›nda veya e¤itimde kullan›lmak üzere; ve böylece ekonomi yeniden canland›r›larak (belki de ö¤retmenler ve otoyol iflçileri taraf›ndan tüketilecek olan gömlek ve ayakkab› gibi metalar›n talebindeki fazlay› azaltarak bu sa¤lan›r) bir miktar “hayali sermaye” yarat›l›r.10 E¤er yap›l› bir çevreye veya toplumsal geliflmeye yap›lan harcamalar›n üretken oldu¤u (yani sonraki daha verimli sermaye birikimi biçimlerinden daha kolaylaflt›r›c› oldu¤u) kan›tlan›rsa, o zaman hayali de¤erler, (ya do¤rudan borcun tasfiyesi yoluyla ya da dolayl› olarak, mesela daha yüksek vergi gelirleri ile devletin borcunu ödemesi biçiminde) amorti edilecektir. fiayet böyle olmazsa, de¤erlerin yap›l› çevrede veya e¤itim alan›nda afl›r› birikimiyle birlikte, bu aktifler (iskan, dükkanlar, endüstriyel parklar, havaalanlar› vs.) devalüasyona aç›k hale gelir veya devletin fiziksel ve toplumsal altyap›ya olan borçlar›n›n ödenmesinde zorluklar ortaya ç›kar (devletin mali krizi). Bu tür yat›r›mlar›n kapitalizmi istikrara kavuflturmakta ve istikrars›zlaflt›rmakta oynad›¤› rol önemli olmufltur. Örne¤in, 1973’teki krizin bafllang›ç noktas› mal piyasalar›n›n dünya çap›ndaki çöküflü olmufltu (Almanya’daki Herstatt Bankas›’yla bafllayan ABD’deki Franklin National ile devam eden bir süreç), bunlar› 1975’te New York City’deki ciddi iflaslar izledi (sosyal harcamalar›n vergi gelirlerini aflmas›n›n klasik bir örne¤i); Japonya’da 10 y›l sürecek olan durgunlu¤un bafllang›c› topraktaki, mallardaki ve di¤er aktiflerin fiyatlar›ndaki spekülatif balonun patlamas›yd› ve bu tüm bankac›l›k sistemini tehlikeye soktu; Asya’daki 1997 krizi, Tayland ve Endonezya’daki tafl›nmaz [property] balonlar›n›n patlamas›yla [bafllad›]; ve ABD ve Britanya

25

muhafazakar ve liberal perspektiflerin serildi¤i çal›flmalar için: M. Ignatieff, ‘The Burden’, New York Times Magazine, January 5th, 2003 ve R. Cooper, ‘The New Liberal Imperialism’, The Observer, April 7, 2002. 10 Marx’›n “ba¤›ms›z türden sabit sermaye” ve “hayali sermaye” kavramlar› s›ras›yla Harvey, Limits, 8 ve 10. bölümlerde tart›fl›lm›flt›r. Co¤rafi önemlerine ise Harvey, Spaces, 15. bölümde (Kapitalizmin Jeopoliti¤i) de¤inilmifltir. P Fix teriminin ilk anlam› sabit, sabitlemektir. Ancak burada, Harvey terimi, kimi yerlerde sermayenin afl›r› birikim krizlerinin çözümü anlam›nda kullan›lm›flt›r. Bu yüzden metinde yazar›n bu anlamda kulland›¤› yerlerde fix kelimesi “çözüm” ile karfl›lanm›flt›r. [ç.n.]


26

David Harvey

ekonomilerinin temel destekleri olan emlak piyasas›na, 2001 y›l›n›n ortalar›ndan itibaren tüm di¤er sektörlerdeki genel durgunlu¤un bafllamas›yla sürekli bir spekülatif bir güç hakim olmufltu. 1998’den bu yana Çinlilerin ekonomileri büyüyor ve art›k emekleri zaten muazzam büyük olan Three Georges Dam gibi yap›lar› gölgede b›rakacak (8500 mil yeni demiryolu, süper otoyollar ve kentleflme projeleri; suyun yönünü Yangtze Irma¤›’ndan Sar› Irma¤a çevirecek dev mühendislik iflleri, yeni havaalanlar› vs.) borç-finansman› yat›r›mlar› olan dev mega projelerle emiyorlar. Bu, bence, Brenner’inki de dahil olmak üzere birçok sermaye birikimi modelinin ya göz ard› etti¤i ya da ikinci derecede önemliymifl gibi davrand›¤› bir fleydir. Ancak sabit (fixP) teriminin ikili bir anlam› var. Toplam sermayenin belli bir oran› göreli uzun bir dönem için (ekonomik ve fiziksel ömrüne ba¤l› olarak) baz› fiziksel biçimlerde kelimenin tam anlam›yla sabitlenir. Sosyal harcamalar›n, ayn› zamanda, yerelleflti¤i [territorialized] ve devlet taahhütleriyle co¤rafi olarak hareketsizleflti¤i yönünde bir anlay›fl var. (Ancak ileride sosyal altyap›y›, de¤erlendirmenin d›fl›na alaca¤›m çünkü o zaman mevzu daha karmafl›k olacak ve aç›klayabilmek için daha genifl yer gerekecek). Baz› sabit sermaye co¤rafi olarak hareketlidir (örne¤in kolayca sökülüp baflka yere götürülebilen makineler) ancak geri kalan topra¤a o kadar sabitlenmifltir ki yok edilmeden oradan tafl›namaz. Uçaklar hareketlidir ancak havaalanlar› de¤ildir. Öte yandan mekansal-zamansal ‘sabitleme’, zamansal gecikme ya da co¤rafi geniflleme yoluyla oluflan kapitalist krizlerin çözümü için kullan›lan bir metafordur. Mekan›n üretimi, tamam›yla yeni bölgesel ifl bölümlerinin örgütlenmesinde, yeni ve daha ucuz kaynak komplekslerinin, yeni dinamik sermaye birikimi mekanlar›n›n aç›lmas›nda ve önceden varolan toplumsal oluflumlara kapitalist toplumsal iliflkiler ve kurumsal düzenlemeler (örne¤in sözleflme kurallar› ve özel mülkiyet düzenlemeleri) taraf›ndan nüfuz edilmesinde, mevcut sermaye ve emek fazlas›n›n emilmesinde çeflitli yollar sa¤lar. Ancak bu tür co¤rafi yay›lmalar, yeniden örgütlenmeler ve yeniden yap›lanmalar s›kl›kla mekanda sabitlenmifl ancak gerçekleflmemifl de¤erleri tehdit eder. Mekana sabitlenmifl afl›r› büyüklükteki sermaye baflka bir yerde mekansal sabit aray›fl›na do¤ru hareketlenir. New York flehrini oluflturan sabit aktiflerin de¤eri eskiden de bugün de önemsiz de¤ildir ve 1975’te bunlar›n tümden devalüasyona u¤ramalar› tehdidi (ve flimdi 2003’te) pek çoklar› taraf›ndan gelece¤in kapitalizmine


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

karfl› temel tehdit olarak alg›lanm›flt›r. E¤er sermaye d›flar› giderse arkas›nda bir harabe b›rak›r (1970’ler ve 1980’lerde Pittsburgh ve Sheffield gibi kapitalizmin kalbi olan bölgelerde hatta Bombay gibi baflka bölgelerde de yaflanan sanayisizleflme bu durumu aç›klar). E¤er afl›r› birikmifl sermaye k›p›rdamaz ya da k›p›rdayamazsa do¤rudan de¤eri düflecektir. Genelde tercih etti¤im gibi bu süreci özetleyen cümle fludur: sermaye zorunlu olarak belli bir noktada, daha ileri bir noktada yok etmek üzere kendisine benzer fiziksel bir alan yarat›r; bu zamanla co¤rafi yay›lma ve zamansal yer de¤ifltirmeyle düzenli olarak e¤ilimli oldu¤u afl›r› birikim krizlerine çözüm olarak buldu¤u fleydir. Bu kapitalizmin, toplumsal ve fiziksel alan›n›n evriminin üzerine yazd›¤› yarat›c› y›k›m›n›n tarihidir (tüm çevresel ve toplumsal kötü sonuçlar›yla birlikte). Daha genel olarak mekansal-zamansal dönüflümlerin dinamikleri içinden baflka bir dizi çeliflki daha do¤ar. E¤er verili bir alan içinde (mesela ulus devlet) emek gücü ve sermaye fazlas› varsa ve co¤rafi düzenlemeler ya da sosyal harcamalar yoluyla içeride emilemiyorsa o zaman kar realizasyonlar› için yeni yerler bulmal›d›rlar, yoksa de¤erleri düfler. Bu bir çok flekilde olabilir. Meta art›¤› için baflka bir yerde pazar bulunabilir. Ancak art›¤›n gönderilece¤i yerlerin alt›n ya da para (örne¤in dolar) rezervlerinin ya da de¤iflime sokulabilir meta gibi ödeme araçlar›n›n olmas› gerekir. Meta fazlas› d›flar› gönderilir ve para veya meta geri gelir. Afl›r› birikim sorunu ancak k›sa dönemde sav›labilir; ve art›k nadiren metadan paraya ya da baflka meta biçimlerine dönüfltürülebilir. Gerçi ikinci durumda, art›k daha ucuz hammadde ya da baflka bir girdiye dönüflürse (ki genelde olan budur), ülkedeki kar oran› üzerindeki azalma bask›s›n› geçici bir süre için dindirebilir. E¤er söz konusu ülkelerin rezervleri ya da takas edebilecek mallar› yoksa, ya bulmal› (19. yüzy›lda Britanya’n›n Hindistan’› zorlayarak Çin ile afyon ticaretine girmesini ve Çin alt›n›n›n Hindistan ile ticaret yoluyla temellükünü sa¤lamas› gibi) ya da o ülkeye kredi verilmeli veya yard›m edilmelidir. ‹kinci durumda ülkeye içeride [art›¤›n oldu¤u ülkede] üretilmifl meta fazlas›n› geri sat›n almas› için borç para verilir ya da hibe edilir. Britanyal›lar bunu 19. yüzy›lda Arjantin’le yapt›lar; ve 1990’lar boyunca Japon ticaret fazlalar› büyük oranda, Japon mallar›n›n sat›n al›nd›¤› bir tüketimcili¤i desteklemek için Amerikal›lara borç verilerek emildi. Aç›k ki, bu türden pazar ve kredi ifllemleri en az›ndan k›sa vadede, afl›r› birikim sorunlar›n› giderebilir. Bir memlekette-

27


28

David Harvey

ki art›¤›n baflka memleketteki arz eksikli¤i ile efllefltirilebilece¤i eflitsiz co¤rafi geliflme koflullar›nda bu yöntemler çok iyi ifller. Ancak kredi sistemine s›k s›k baflvurmak ayn› anda ülkeleri hem teflvik edecek hem de zay›flatabilecek olan spekülatif ve hayali sermaye ak›fl›na karfl› savunmas›z k›lar; hatta son y›llarda oldu¤u gibi baz› k›r›lgan ülkelerde vahfli devalüasyonlar›n yap›lmas›n› zorunlu hale getirir. Sermayenin ihrac›, özellikle emek gücünün ihrac› ile beraber oldu¤unda biraz daha farkl› ve kendine özgü fleyler olur; ve etkileri daha uzun dönemde ortaya ç›kar. Bu durumda, sermaye fazlas› (genellikle para) ve emek herhangi baflka bir yere, yeni bir yerde sermaye birikimini hareketlendirmek amac›yla gönderilir. 19. yüzy›lda Britanya’daki art›k ABD’ye ve Güney Afrika, Avustralya ve Kanada gibi di¤er göçmen kolonilerine gitmifl, ve bu memleketlerde Britanya mallar›na talep yaratan, birikim amaçl› yeni ve dinamik merkezler yaratm›flt›r. Kapitalizmin bu yeni memleketlerde olgunlaflmas›, yani bu ülkelerde afl›r› sermaye birikiminin oluflmas›, uzun y›llar alaca¤› için merkez ülke kayda de¤er bir dönem bu süreçten kar etmeyi düflünebilir. Bu durum özellikle baflka yerdeki mal talebinin, gelecekteki sermaye birikimi için gerekli olan temel ö¤elere yani demiryollar› ve barajlar gibi sabit fiziksel altyap› ö¤elerine oldu¤unda ortaya ç›kar. Ancak bu uzun dönemli yat›r›mlarda geri dönüfl oran›, yap›l› bir çevrede, sonuç olarak al›c› ülkedeki güçlü bir birikim dinami¤inin evrimine ba¤l›d›r. Britanya, Arjantin’e 19. yüzy›l›n son bölümü boyunca bu flekilde borç verdi. ABD, Marshall Plan› yoluyla Avrupa’ya (özellikle Almanya’ya) ve Japonya’ya [yard›m etti] çünkü ABD aç›kça gördü ki kendi ekonomik güvenli¤i (So¤uk Savafltan dolay› oluflan iflin askeri yönünü bir yana b›rak›rsak) bu yerlerde yap›lacak kapitalist faaliyetin bir biçimde hareketli bir flekilde yeniden canlan›fl›na ba¤l›yd›. Çeliflkiler ortaya ç›kt› çünkü sermaye birikiminin yeni dinamik mekanlar›, en sonunda art›k üretir ve bu art›¤› co¤rafi yay›lmayla emmek zorundad›r. Japonya ve Almanya 1960’lardan itibaren ABD sermayesine rakip oldular; bu az çok ABD’nin Britanya sermayesini yenmesi (ve Britanya ‹mparatorlu¤u’nun çökmesine neden olmas›) ve yirminci yüzy›lda öne geçmesine benziyor Her zaman belirtmek gerekir ki içeride güçlü bir geliflme, mekansal-zamansal sabitler aray›fl›na dönüflür. Japonya 1960’lar boyunca önce ticaretle sonra da önce Avrupa ve ABD’ye, daha yak›n zamanlarda da Do¤u ve Güney Do¤u Asya’ya (hem do¤ru-


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

dan hem de portföy fleklinde) dev yat›r›mlarla ve son olarak da d›flar› borç verme (özellikle ABD’ye) biçimindeki sermaye ihraçlar›yla bunu yapt›. Güney Kore, 1980’lerde aniden d›fla döndü, onu 90’larda Tayvan izledi. Her iki örnekte de ihraç edilen sadece sermaye de¤ildi, ayn› zamanda tüm dünyada hizmetlerin çok uluslu sermayeye tafleronlaflt›r›lmas› gibi en vahfli emek yönetim pratikleri de ihraç ediliyordu (Orta Amerika’da, Afrika’da ve Güney ile Do¤u Asya’n›n geri kalan bölgelerinde). Hatta kapitalist geliflmenin yeni baflar›l› yüzleri de böylece, kendilerini afl›r› birikmifl sermayeleri için mekansal-zamansal sabitleme ihtiyac› içinde buldular. Güney Kore, Singapur, Tayvan ve hatta flimdi Çin gibi baz› ülkelerin net al›c› konumlar›ndan net ihracatç› konumuna geçifllerinin bu h›z›, önceki dönemlerin daha yavafl ritimli özelli¤ine oranla oldukça flafl›rt›c›d›r. Ancak buna ilaveten bu baflar›l› ülkeler kendi mekansal-zamansal çözümlerinin geri tepmelerine çabucak ayak uydurmak zorundad›rlar. Çin; Japonya, Kore ve Tayvan’dan do¤rudan d›fl yat›r›m biçiminde gelen art›¤› emerek, üretimin bir çok aya¤›nda ve ihracatta hemen onlar›n yerini al›yor (özellikle katma de¤eri düflük ve emek yo¤un türden ifllerde [bu görülüyor], ancak hemen katma de¤eri yüksek mallara da kay›yor). Brenner’in anlatt›¤› genelleflmifl afl›r› kapasite bu yolla kademeli ve ço¤alan bir dizi mekansal-zamansal sabite dönüflebilir. Bu ifl özellikle Güney ve Do¤u Asya üzerinden yap›l›r ancak Latin Amerika içinde baz› ülkeler–Brezilya, Meksika ve bir ölçüde fiilive flimdilerde Do¤u Avrupa’n›n bir k›sm› buna eklenebilir. Gücü, senyoraj gücü sunan dolar›n güvenli küresel rezerv para olmas›n›n oynad›¤› büyük bir rol var ve bu ABD’nin son y›llarda afl›r› artan borçlulu¤unun ilginç bir ani de¤ifliklikle, büyük oranda Do¤u ve Güney Do¤u Asya’dan (ve baflka yerlerden de elbette) gelen sermaye fazlas›n› nas›l emdi¤ini aç›klar.11 Yine de sonuçta güçlü afl›r› birikim ak›mlar›na ra¤men, dünya ölçe¤inde çoklu dinamik birikim merkezleri aras›nda, uluslararas› rekabetin artarak fliddetli bir biçimde ortaya ç›kt›¤›n› görüyoruz. Uzun dönemde hepsi birden baflar›l› olamayacaklar› için ya en zay›f olanlar yenilecek ve ciddi krizler ve devalüasyonlar yaflayacaklar; ya da jeopolitik karfl›laflmalar ticaret savafllar›, nakit savafllar› ve hatta askeri olarak karfl› karfl›ya gelmeler flekline bürünecek (yirminci yüzy›lda kapitalist güçler aras›ndaki dünya savafllar› türünden). Bu durumda ihraç edilecek olan, devalüasyon ve y›k›md›r (ABD finansal kurumlar›n›n 1997-98 y›llar›ndaki Do¤u ve Güney Do¤u Asya ziyaretinde oldu¤u gibi) ve

29

11 Senyoraj›n önemi flurada tart›fl›l›yor: G. Carchedi, ‘Imperialism, Dollarization and the Euro’, Socialist Register 2002, London: Merlin Press, 2002.


30

David Harvey

12 G. W. Hegel, The Philosophy of Right, New York: Oxford University Press, 1967. 13 V. I. Lenin, ‘Imperialism: The Highest Stage of Capitalism’, in Selected Works, Volume 1, Moscow: Progress Publishers.

mekansal-zamansal çözüm daha u¤ursuz (kötülük saçan) bir biçim alacakt›r. Yine de bu sürecin gerçekte nas›l olaca¤›n› daha iyi anlamak için birkaç fley daha söylemek gerekiyor. Hegel, Hukuk Felsefesinin ‹lkeleri’nde burjuva toplumunun içsel diyalekti¤inin, nas›l bir kutupta zenginli¤in afl›r› birikimine ve öbür kutupta yoksullar y›¤›n›na yol açt›¤›n›; d›fl ticaretle ve kolonyal/emperyal faaliyetlerle bu sorunlara çözümler bulmaya çal›flt›¤›n› anlat›r. Toplumsal eflitsizlik ve istikrars›zl›k sorunlar›na içsel geri da¤›t›m mekanizmalar› yoluyla çare bulunabilece¤i düflüncesini reddeder.12 Cecil Rhodes’tan yapt›¤› al›nt›da Lenin, d›flar›daki kolonyalizm ve emperyalizmin içeride iç savafl› önlemenin tek yolu oldu¤unu söyler.13 S›n›rlar› belirlenmifl toplumsal oluflum içindeki s›n›f iliflkileri ve mücadeleleri, baflka yerlerde mekansal-zamansal çözüm arama güdüsünü harekete geçirmektedir. Bu noktada 19. yüzy›l›n sonundan bir kan›t dikkate de¤er. “Radikal Joe” olarak bilinen Joseph Chamberlain, Birmingham’›n liberal üreticileri ile çok yak›ndan iliflkiliydi ve bafllarda emperyalizme, örne¤in 1850’lerdeki Afgan Savafl›’na karfl›yd›. Kendisini, kendi flehri Birmingham’daki üretim ve tüketim için gerekli toplumsal ve fiziksel altyap›y› sa¤layacak e¤itim reformu ve gelifltirme konular›na adam›flt›. Onun düflüncesine göre bu uzun dönemde geri dönecek olan art›k için üretken bir d›fla aç›lan kap› sa¤layacakt›. Liberal muhafazakar hareket içindeki önemli bir figür olarak, Britanya’da s›n›f mücadelesinin art›fl e¤iliminde oldu¤unu gördü ve 1885’te yapt›¤› ünlü bir konuflmas›nda zengin s›n›flar› mülk sahipleri olarak yaln›zca kendi bireysel haklar› peflinde koflmak yerine topluma karfl› sorumluluklar›n›n fark›na varmalar› ça¤r›s›n› yapt› (yani az say›daki zenginin yaflam koflullar›n› iyilefltirmek ve ulusal ç›karlar çerçevesinde toplumsal ve fiziksel altyap› yat›r›mlar› yapmak için). Zengin s›n›flar taraf›ndan ç›kar›lan velvelede sözünü geri almas› istendi ve o andan sonra emperyalizmin en ateflli savunucular›ndan biri oldu, son olarak Britanya’y› felakete sürükleyen Boer Savafl›’nda Sömürge Bakan› olarak görev ald›. O zamanlar bu kariyeri paylaflan pek çok kifli vard›. 1860’larda Fransa’da, e¤itim baflta olmak üzere içerideki reformun ateflli destekçilerinden biri olan Jules Ferry, 1871 Paris Komünü’nden sonra (Fransa’y› 1954 Dien Bien-Phu yenilgisiyle sonuçlanan Güneydo¤u Asya batakl›¤›na sokan) sömürgecili¤in avukatl›¤›na soyundu; Crispi, ‹talya’n›n güneyindeki toprak sorununu Afrika’y› sömürgelefltirerek çözmeyi düflün-


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

dü; ve hatta ABD’de Theodore Roosevelt, içeride reformlar uygulamaktansa emperyal politikalar› destekledi.14 Bütün bu durumlarda, emperyalizmin liberal biçimine dönüfl (ve bu görüfl kendisini ilerleme ideolojisi ve uygarlaflt›rma misyonu ile tan›mlam›flt›) mutlak ekonomik zorunluluklar›n sonucu de¤il burjuvan›n siyasal olarak herhangi bir s›n›f ayr›cal›¤›ndan vazgeçmek istemeyiflinin sonucuydu; böylece içerideki afl›r› birikimin toplumsal reformlar yoluyla emilmesi olas›l›¤›n› engelliyorlard›. Sermaye sahiplerinin herhangi geri da¤›t›c› bir politikaya ya da içeride toplumsal iyileflmeye fliddetle karfl› ç›kmalar›, ABD’de bugün oldu¤u gibi, ülkeyi ekonomik sorunlar›n›n çözümlerini sadece d›flar›da aramas› yönündeki tek seçenekle bafl bafla b›rak›yor. ‹çerideki bu türden s›n›f politikalar› pek çok Avrupa gücünü 1884’ten 1945’e kadar sorunlar›n çözümünü d›flar›da aramaya zorlad› ve bu Avrupa emperyalizmine daha sonra ald›¤› biçimlerinin özgül renklerini verdi. Pek çok liberal hatta radikal sima, o y›llarda gururlu emperyalistlere dönüfltüler; iflçi s›n›f› hareketinin ço¤u, emperyal projeleri kendi durumlar›n›n iyili¤i için çok önemli oldu¤u gerekçesiyle desteklemek konusunda ikna edildiler. Ancak bu burjuva ç›karlar›n›n do¤rudan devlet politikalar›n›, ideolojik ayg›tlar› ve askeri gücü yönetmesini gerektirdi. Bu yüzden Arendt bu Avrupa-merkezci emperyalizmi tam benim düflündü¤üm gibi “kapitalizmin son aflamas› yerine (Lenin’in ortaya koydu¤u gibi) burjuvazinin siyasal egemenli¤indeki ilk aflama” olarak yorumlar.15 Bu fikri sonuç bölümünde yeniden de¤erlendirece¤im. Son makalelerinden birinde Henderson, 1997-98 krizinde, paralar›n›n devalüasyonu hariç her ikisi de krizden görece yaras›z ç›kabilmifl olan Tayvan ve Singapur ile, neredeyse tam bir iktisadi ve siyasi y›k›m yaflam›fl olan Tayland ve Endonezya aras›ndaki farklar›n, devlet politikalar› ve finansal politikalardaki farklara dönüfltü¤ünü gösteriyor.16 Bafltaki ülkeler devletin güçlü kontrolü ile mal piyasalar›na gelen spekülatif ak›fllardan yal›t›lm›flt› ve finans piyasalar›n› kontrol etmifllerdi ancak ikinci grup ülkeler bunu yapmam›fllard›. Bu tür farklar aç›kça çok etkili oldu. Arac› kurumlar›n ald›¤› biçimler, sermaye birikiminin dinamiklerini üretmifl ayn› zamanda da bu dinamiklerin ürünleri olmufltur. Aç›k ki bir yanda devlet, devlet üstü güçler ve finansal güçler aras› iliflkilerdeki bütün kargafla örüntüsü ve öte yanda sermaye birikiminin (üretim ve seçici devalüasyonlar yoluyla) daha genel

31

14 Pek çok kapitalist devletin s›n›f mücadelelerine cevaben, siyasi-iktisadi sorunlar›n›n çözümlerini içeride aramalar›ndan d›flar›da aramalar›na do¤ru radikal dönüflümün tüm ortak tarihi, çok az bilinen ancak oldukça etkileyici bir seçkide anlat›lm›flt›r: C.-A. Julien, J. Bruhat, C. Bourgin, M. Crouzet ve P. Renouvin, Les Politiques D’Expansion Imperialiste, Paris: Presses Universitaires de France, 1949. Ferry, Chamberlain, Roosevelt, Crispi ve di¤erlerinin öykülerinin tümü karfl›laflt›rmal› ve ayr›nt›l› bir biçimde aktar›lm›flt›r. la flu al›nt›ya bakal›m: ‘Emperyalist yay›lma ilginç bir tür ekonomik kriz taraf›ndan, sermayenin afl›r› üretiminden ve “afl›r› miktarda” paran›n ortaya ç›kmas›, bunun sonucunda afl›r› birikim ve paran›n ulusal s›n›rlar içinde üretici yat›r›mlara dönüflememesi taraf›ndan atefllenmifltir. ‹lk kez yat›r›m gücü paran›n yat›r›m›na imkan vermedi, ancak gücün ihrac›n› uysal bir flekilde paran›n ihrac› izledi, çünkü uzak ülkelerdeki denetlenmeyen yat›r›mlar toplumun genifl k›s›mlar›n› kumarbazlara dönüfltürmekle, tüm kapitalist ekonomiyi üretim sisteminden finansal spekülasyon sistemine dönüfltürmekle ve son olarak üretim karlar›n›n yerine arac› karlar›n› [commission] getirmekle tehdit ediyordu. Emperyalist dönemin hemen ard›n-


32

David Harvey

dan gelen on y›lda, 1870’lerde, efli görülmemifl bir üçka¤›tç›l›¤a, finansal skandallara ve borsada oynanan kumarlara tan›k olundu.’ (s.15) 15 H. Arendt, Imperialism, New York: Harcourt Brace, 1968. Arendt’in on dokuzuncu yüzy›ldaki durumu çözümleyifli ile bizim bugünkü durumumuz aras›nda tüyler ürpertici benzerlikler vard›r. Mese 16 J. Henderson, “Uneven Crisis: Institutional Foundations of East Asian Economic Turmoil”, Economy and Society, 28(3), 1999. 17 Brenner, The Boom’da bu kargaflan›n en genel ve sentetik muhasebesini yapmaya kalk›fl›r. Do¤u Asya’daki erime için bkz: R Wade ve F. Veneroso, “The Asian Crisis: The High Debt Model versus the Wall Street-Treasury-IMF Complex”, New Left Review, 228, 1998; Henderson, “Uneven Crisis”; C. Johnson, Blowback: The Costs and Consequences of American Empire, New York: Henry Holt, 2000, bölüm 9; Historical Materialism dergisinin özel say›s›, 8, 2001, “Focus on East Asia after the Crisis” (özellikle P. Burkett ve M. HartLandsberg, “Crisis and Recovery in East Asia: The Limits of Capitalist Development”). 18 Gowan, Global Gamble. 19 Bunu için pek çok isim önerildi. Gowan, Dolar Wall

dinamikleri, eflitsiz co¤rafi geliflme ve 1973’ten bu yana emperyalist politika olarak adland›r›lan dönemin en belirgin ve en karmafl›k ö¤eleri olmufltur.17 Bence Gowan, 1973 sonras›nda uluslararas› kapitalizmin radikal bir biçimde yeniden yap›lan›fl›n›, ABD taraf›ndan Avrupa, Japonya ve daha sonra da Do¤u ve Güney Do¤u Asya’ya karfl› dünya ekonomisindeki hegemonik konumunun devam›n› sa¤lamak için oynad›¤› bir dizi kumar olarak görmekte hakl›.18 Bu kumar 1973’teki krizde Nixon’›n, yüksek petrol fiyatlar› ve finansal deregülasyon çifte stratejisi izlemesi ile bafllad›. ABD bankalar›na, Körfez bölgesinde birikmifl olan muazzam orandaki petro-dolarlar› de¤erlendirmek için ayr›cal›kl› yetkiler verildi. ABD’de yeniden üslenen bu finansal faaliyet ve ABD’nin içindeki finansal sektörün deregüle edilmesi New York’un kendi yerel [local] ekonomik krizinden kurtulmas›na yard›m etti. IMF gibi küresel finans kurumlar›n› kontrol eden ve pek çok zay›f yabanc› ekonomileri kredi manipülasyonlar› ve borç yönetimi gibi yollarla denetleyen güçlü bir Wall Street/ABD Hazinesi finansal rejimi19 yarat›ld›. Gowan’›n iddia etti¤i gibi bu finansal ve parasal rejim, müteakip ABD yönetimleri taraf›ndan “hem neo-liberal yerel [domestic] dönüflümlerle iliflkilendirilmifl hem de küreselleflme sürecine do¤ru yönlendirilebilecek ekonomiye dönük devlet prati¤inin güçlü bir arac› olarak” kullan›ld›. Rejim krizlerle geniflledi. “IMF riskleri al›r; ABD bankalar›n›n kaybetmemesini ve sermayenin yerelleflmifl [localized] krizlerden Wall Street’in gücünü artt›racak baflka yerlere akaca¤›n› garanti eder, ülkeler yap›sal uyum politikalar› vs. ile kontrol sürecinin d›fl›na itilir...”.20 Bunun etkisi aç›k pazarlar› sermaye ve finans ak›fl› için zorlamak amac›yla (bugün bunu yapmak için IMF’ye üye olmak gerekiyor) Amerikan ekonomik gücünü mümkün oldu¤u kadar müttefikle d›flar›ya yans›tmak ve öteki neo-liberal koflullar› (DTÖ’ye kat›lmak gibi) dünyan›n geri kalan›na kabul ettirmekti. Bu sistem hakk›nda tart›fl›lacak iki ana nokta var. ‹lk olarak flunu söyleyebiliriz, metalar›n serbest ticareti s›kça dünyay› serbest ve aç›k rekabete açmak fleklinde resmedildi. Ancak bu önerme Lenin’in çok önce gösterdi¤i gibi tekelci ya da oligopolik güçler (ister üretim ister tüketim alan›nda olsun) göz önüne al›nd›¤›nda yanl›flt›r. ABD örne¤in, di¤er uluslar› kendi isteklerine raz› edebilmek için tekrar tekrar dev ABD pazar›na ulafl›m›n engellenmesi silah›n› kullanm›flt›r. Bu tür bir yaklafl›ma en yeni (ve kaba) örnek ABD Ticaret Temsilcisi Robert Zoellick’in Lula’ya,


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

Brezilya’n›n yeni seçilmifl ‹flçi Partili Baflkan›’na, ABD’nin serbest piyasa kurallar›na uymazsan kendini ‘Antartika’ya ihracat yapar’ halde bulabilirsin, demesiydi.21 Tayvan ve Singapur ABD’nin Amerika pazar›n› kapama tehdidi yüzünden DTÖ’ye girmeye ve böylece finans piyasalar›n› spekülatif sermayeye açmaya mecbur b›rak›ld›lar. Güney Kore, ABD Hazinesinin ›srar› ile, 1998’de IMF yard›m›n› alabilmek için ayn› koflullar› kabule zorland›. ABD flimdi, yoksul ülkelere ‘challenge grants’ (zorlukla mücadele ba¤›fl›) olarak önerdi¤i d›fl yard›ma bir de finansal kurumsal uygunluk koflullar›n› eklemeyi planl›yor. Üretim taraf›nda, genelde merkez kapitalist bölgelerde konumlanm›fl olan oligopoller, etkin bir biçimde tohumlar›n, gübrenin, elektroni¤in, bilgisayar yaz›l›m›n›n, ecza ürünlerinin, petrol ürünlerinin ve daha fazlas›n›n üretimini kontrol etmekteler. Bu koflullar alt›nda, yeni pazar açmak yeni rekabet alan› açm›yor fakat sadece tekelci güçlerin yol açt›¤› toplumsal, ekolojik, iktisadi ve siyasi sonuçlar› ço¤altmas› yolunda f›rsatlar yarat›yor. D›fl ticaretin üçte ikisinin büyük ulus-ötesi flirketlerin kendi içinde ya da birbirleri aras›nda gerçekleflti¤i gerçe¤i bu durumu gösteriyor. Görünüflte yard›msever amaçlar› olan Yeflil Devrimde bile, ço¤u yorumcunun kat›ld›¤› gibi, artan tar›msal üretim tar›m sektöründe kayda de¤er zenginlik yo¤unlaflmas› ile paralellik gösterdi ve Güney ve Güneydo¤u Asya çap›nda tekelleflmifl girdilere yönelik daha fazla ba¤›ml›l›k yaratt›. ABD tütün flirketlerinin Çin pazar›na girifli flirketlerin ABD pazar›ndaki kay›plar›n› telafi etmek amac›yla tezgahland› ve bu önümüzdeki birkaç on y›lda Çin’de kesinlikle kamu sa¤l›¤› krizine yol açacak. Tüm bu aç›lardan bak›ld›¤›nda, neo-liberalizmin tekelleflmeden ya da oligopolik yap›lar içinde s›n›rl› rekabetten ziyade aç›k rekabeti ye¤ledi¤i iddialar›n›n sahtekarl›k oldu¤u ve piyasa serbestisi fetiflizmi taraf›ndan maskelendi¤i ortaya ç›k›yor. Serbest ticaret adil ticaret anlam›na gelmiyor. Ayr›ca, baz› serbest ticaret yanl›lar›n›n dahi kabul etti¤i gibi, metalar›n serbest ticareti ile finans sermayesinin hareketinin serbestli¤i aras›nda çok büyük bir fark vard›r.22 Bu hemen ard›ndan ne çeflit piyasa serbestisi hakk›nda tart›flt›¤›m›z sorusunu gündeme getiriyor. Bhagwati gibileri fliddetle metalarda serbest ticareti savunuyorlar ancak bunun finansal ak›fllar için iyi oldu¤u düflüncesine direniyorlar. Buradaki zorluk fludur. Bir yandan kredi ak›fllar› üretken yat›r›m için, sermayenin bir üretim çizgisinden di¤erine aktar›lmas› için zaruridir. Ayn› zamanda konut yap›m› gibi tüketim ihtiyaçlar›n›n, mekansal olarak parçalanm›fl, bir ta-

33

Street Rejimi demeyi tercih ediyor ancak ben Wade ve Veneroso taraf›ndan “The Asian Crisis”de önerilen WallStreet-Hazine-IMF kompleksi demeyi tercih ediyorum. 20 Gowan, Global Gamble, sayfa. 23, 35. 21 Editorial, The Buenos Aires Herald, 31 Aral›k, 2002, s:4. 22 J. Bhagwati, “The Capital Myth: The Difference Between Trade in Widgets ABD Dollars”, Foreign Affairs, 77(3), 1998, s:7-12.


34

David Harvey

* fazla fliflirilmifl internet flirketleri [ç.n.] Küçük say›daki büyük yat›r›mc›lar için kurulmufl esnek yat›r›m flirketleri. Genelde büyük riskler alarak vurgunlar yapan flirketler için kullan›l›yor. [ç.n.]

rafta art›¤›n öbür tarafta a盤›n oldu¤u dünyada potansiyel olarak üretim faaliyetleri ile dengeli bir iliflki kurmas› yolunda önemli bir rol oynarlar. Tüm bu aç›lardan finansal sistem, devlet kar›fls›n kar›flmas›n, eflitsiz co¤rafi geliflim yoluyla elde edilen sermaye birikimi dinamiklerini koordine etmek için çok önemlidir. Fakat finans kapital, paran›n de¤eri, mal piyasalar›, borç ve benzeri konularda spekülasyon yoluyla para kazanmak gibi pek çok üretken olmayan faaliyette de bulunmaktad›r. Büyük mebla¤lar bu tip amaçlar için kullan›ld›¤›nda, aç›k sermaye pazarlar› baz›lar›n›n spekülatif faaliyetleri için araçlar haline geliyor. Bu tür fleyleri 1990’larda hem ‘dot.com’* hem de borsa ‘balonlar›’ fleklinde gördük. Bunlar, yat›r›m fonlar› gibi trilyonlarca dolara sahip Endonezya’y› ve hatta Güney Kore’yi ekonomik altyap›lar›na ve güçlerine bakmaks›z›n zorlay›p iflasa sürükleyebilecek kadar etkilidirler. Wall Street’te olan pek çok fleyin üretim faaliyetlerine yat›r›m olana¤› sa¤lamak ile hiçbir ilgisi yok. Bu faaliyetler tamamen spekülatif (bu yüzden bu kapitalizm ‘kumarhane’, ‘yok edici’ ve hatta ‘akbaba’ s›fatlar›yla niteleniyor ve Uzun Vadeli Sermaye Yönetimi felaketinin 2.3 milyon dolara ihtiyaç duymas› bize bu spekülasyonlar›n her an ters yönde iflleyebilece¤ini gösteriyor). Yine de bu faaliyetlerin, sermaye birikiminin genel dinamikleri üzerinde derin etkileri var. Hepsinin ötesinde bu, öteki merkez ülkelerin finans piyasalar› (Tokyo, Londra, Frankfurt) dahil olmak üzere siyasal-iktisadi gücün yeniden ABD’de odaklanmas›na yarad›. Bu durumun nas›l oldu¤u, merkez ülkelerdeki bask›n s›n›f uzlafl›mlar›n›n nereye vard›¤›yla, uluslararas› düzenlemeleri (örne¤in 1990’lar›n ortas›ndaki Washington Konsensüsü yerine 1997-1998’den sonra getirilen yeni uluslararas› finansal yap›y›) tart›fl›rkenki güç dengeleri ile ve sermaye fazlas› konusunda bask›n olan taraflar›n kulland›klar› politik-ekonomik stratejilerle ilgilidir. ABD içinde “Wall Street-Hazine-IMF” kompleksinin ortaya ç›k›fl›, küresel kurumlar› kontrol edebilmesiyle, finansal ve devlet a¤lar› ile bu dev finansal gücü tüm dünyaya yans›tabilmesiyle son y›llarda küresel kapitalizmin dinamiklerinde belirleyici ve sorunlu bir rol oynad›. Ancak bu güç merkezi sadece flu an iflledi¤i gibi iflleyebilir, çünkü dünyan›n geri kalan› bir a¤la birbirine ba¤lanm›fl, baflar›l› bir flekilde kenetlenmifl finansal ve yönetimsel kurumlar›n (ulus üstü kurumlar dahil olmak üzere) yap›sallaflm›fl çerçevesi ile birlefltirilmifl durumda. Bu sebeple G7 ülkelerinin merkez bankalar› ile, baz› tikel sorunlarla u¤raflabilmek


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

için tasarlanm›fl çeflitli uluslararas› birleflmeler (DTÖ dikkate al›nd›¤›nda daha kal›c›, para stratejileri dikkate al›nd›¤›nda daha geçici anlaflmalardan bahsediyorum) aras›ndaki iflbirliklerinin önemi ortaya ç›kar.23 Ve e¤er pazar›n gücü, belli amaçlara ulaflmakta ve aksi ö¤eleri veya ‘haydut devletleri’ hizaya getirmekte yetersiz kal›r ise, yenilmez ABD askeri gücü (gizli ya da sakl›) sorunu çözmeye her zaman haz›rd›r. Bu karmafl›k kurumsal düzenlemeler olas› tüm kapitalist dünyalarda geniflletilmifl yeniden üretimi (büyümeyi) destekleyecek ve sürdürecek bir donan›ma sahip olmal›d›r. Ancak diplomasi ve devlet gücü taraf›ndan desteklenen finans kapital müdahalesi s›kl›kla baflka araçlar taraf›ndan birikime dönüflebilir. Devlet güçleri ve finans kapitalin y›k›c› yönleri aras›ndaki kutsal olmayan bir ittifak, üretici yat›r›mlara yönelmek yerine aktiflerin devalüasyonu ve aktiflere el konulmas› gibi konulara kendini adam›fl ‘akbaba kapitalizm’in keskin yönünü oluflturur. fiimdi soru flu: birikim veya devalüasyon amaçl› ‘baflka araçlar’› nas›l yorumlamal›y›z?

Mülksüzleflme Yoluyla Birikim Sermaye Birikimi’nde Luxemburg, kapitalist sermaye birikiminin iki tarafl›l›¤›na odaklan›r: [bu taraflardan] Bir tanesi, mal piyasas› ve art›k de¤erin üretildi¤i yerler –fabrika, maden, tar›msal alan- ile ilgilidir. Bu gözle bak›ld›¤›nda birikim, en önemli safhas› olan kapitalist ile ücretli emekçi aras›ndaki de¤iflim ile birlikte, tamamen ekonomik bir süreçtir...Burada, her anlamda bar›fl, mülk ve eflitlik biçimsel olarak hüküm sürmektedir ve mülkiyet hakk›n›n, birikim yoluyla öteki insanlar›n ellerinden mülklerinin nas›l al›nd›¤›n›; meta de¤ifliminin nas›l sömürüye ve eflitli¤in nas›l s›n›f iktidar›na dönüfltü¤ünü a盤a ç›karmak için keskin bilimsel çözümlemenin diyalekti¤i gerekli olmufltur. Sermaye birikiminin öteki yönü ise kendisini uluslararas› ortamda göstermeye bafllayan, kapitalizm ile kapitalist olmayan üretim biçimleri aras›ndaki iliflkiyle ilgilidir. Bask›n yöntemleri sömürgeci politikalar, uluslararas› borç sistemi –ç›karlar politikas› alan›- ve savaflt›r. Kuvvet, hile, bask›, ya¤malama hiç gizlemeye çal›flmadan aç›kça uygulanm›fl yöntemlerdir, ve bu siyasal fliddet dü¤ümü ve iktidar mücadeleleri içinde ekonomik sürecin kat› yasalar›n› keflfetmek çaba gerektirir. Birikimin bu iki yönü, birbirine ‘organik olarak ba¤l›d›r’ ve ‘kapitalizmin tarihsel seyri[nin] ancak bu ikisi bir araya getirilerek anlafl›labilir’ oldu¤unu savlamaktad›r’24

35

23 Gowan, Global Gamble’da ve Brenner, The Boom’da birbirlerine gönderme yapmadan ilginç bir flekilde paralel aç›klamalar getiriyorlar. 24 R. Luxemburg, The Accumulation of Capital, New York: Monthly Review Press, 1968, ss. 452-3. Luxemburg aç›klamas›n› afl›r› birikim kuramlar›ndan (karl› faaliyet f›rsatlar›n›n eksikli¤i) farkl› içermelere sahip olan tüketim azl›¤› (efektif talebin düflüklü¤ü) kuram› üzerine oturtuyor; ben bunu kullanaca¤›m. Mülksüzleflme yoluyla birikim kavram›n›n tam aç›klamas› ve afl›r› birikim ile iliflkisi Harvey, The New Imperialism adl› kitab›n üçüncü bölümünde verilmifltir.


36

David Harvey

25 M. Perelman, The Invent›on of Capitalism: Cllasical Political Economy and the Secret History of Primitive Accumulation, Durham: Duke University Press, 2000. ayr›ca The Commoner’da yeni çitlemeler üzerine ve ilkel birikimin tamamen tarihsel mi oldu¤u yoksa devam eden bir süreç mi oldu¤u konular› üzerine çok genifl bir tart›flma vard›r (www.thecommoner.org). DeAngelis (http://homepages.uel.ac.uk/M.De Angelis/PRIMACCA.htm) adl› adreste iyi bir özet yap›yor.

Marx’›n genel sermaye birikimi kuram›, klasik siyasal-iktisatç›larla çak›flan ve ilkel birikim süreçlerini d›fllayan belirli temel kabuller üzerine kurulmufltur. Bu kabuller flunlard›r: özel mülkiyetin kurumsal düzenlemeleri ile serbestçe iflleyen rekabetçi piyasalar, hukuki bireycilik, sözleflme özgürlü¤ü ve hem paran›n dolafl›m arac› ve de¤er stoku olarak sa¤laml›¤›n› güvenlik alt›na alan hem de uygun hukuk ve yürütme yap›lar›n› garanti eden ‘kolaylaflt›r›c›’ devlet. Meta üreticisi ve tüccar› olarak kapitalistin rolü çoktan belirlenmifltir ve emek gücü genelde kendi de¤erinde de¤ifl-tokufl edilen bir meta olmufltur. ‘‹lkel’ veya ‘ilk’ birikim çoktan oluflmufltur ve flimdi kapal› bir ekonomi içinde, “bar›fl, mülkiyet ve eflitlik” koflullar› alt›nda birikim, geniflletilmifl yeniden üretim yoluyla ifllemektedir (her ne kadar canl› eme¤in sömürüsü yoluyla gerçekleflse dahi). Bu kabuller bizim, klasik siyasal-iktisatç›lar›n liberal projesi veya günümüzde neo-klasik iktisatç›lar›n neo-liberal projelerinin gerçekleflmesi halinde neler olaca¤›n› görmemizi sa¤lar. Marx’›n diyalektik yönteminin parlakl›¤›, liberal ve neo-liberallerin amentüsü olan pazar özgürleflmesinin herkesin daha zengin oldu¤u, uyumlu devleti yaratmayaca¤›n› göstermesidir. Bunun yerine bu özgürleflme, neo-liberalizmin son otuz y›l›ndaki küresel e¤iliminde gördü¤ümüz gibi, daha büyük ölçekte toplumsal eflitsizlik yaratacakt›r; özellikle Britanya ve ABD gibi bu tür bir siyasal çizgiye daha fazla yaklaflan ülkeler içindedir. Yine Marx’›n tahmin etti¤i gibi, bu durum daha ciddi ve artan oranda istikrars›zl›k yaratacak ve bugün bizim tan›k oldu¤umuz türden kronik afl›r› birikim krizleriyle [bu sorunlar] doru¤a ulaflacakt›r. Bu kabullerin dezavantaj›; y›rt›c›l›k, sahtekarl›k ve fliddet üzerine kurulu olan birikimi art›k geçerli olmayan bir ‘ilk aflama’ ile iliflkilendirmesi veya Luxemburg’da oldu¤u gibi bir flekilde ‘kapitalist sistemin d›fl›nda’ oldu¤unu söylemesidir. Sermaye birikiminin uzun tarihsel co¤rafyas› içinde ‘ilkel’ ve ‘ilk’ birikimin y›k›c› pratiklerinin devaml›l›¤› ve sürekli rolünün genel bir yeniden de¤erlendirilmesi bir çok yorumcunun yak›n zamanda gözlemledi¤i gibi çok gereklidir.25 Devam eden süreci ‘ilkel’ ya da ‘ilk’ diye adland›rmak tuhaf göründü¤ü için, takip eden bölümde bu terimlerin yerine ‘mülksüzleflme yoluyla birikim’ kavram›n› kullanaca¤›m. Marx’›n ilkel birikim tan›m›na daha yak›ndan bakarsak, daha genifl süreçlerin etkili oldu¤unu görürüz. Bunun içinde metalaflma, topra¤›n özellefltirilmesi ve köylü nüfuslar›n güç kullanarak


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

d›flar› at›lmas›; çeflitli mülkiyet haklar› biçimlerinin –genel, ortak, devlet vs.- d›fllay›c› özel mülkiyet iliflkilerine dönüflmesi; genel haklar›n bast›r›lmas›; emek gücünün metalaflmas› ve alternatif, yerli üretim ve tüketim biçimlerinin bast›r›lmas›; kolonyal, neokolonyal ve emperyal süreçlerle do¤al kaynaklar, de¤iflim ve vergilendirmenin, özellikle topra¤›n parasallaflmas› dahil olmak üzere de¤erlere [assets] el konulmas› [appropriation]; köle ticareti; tefecilik, borç sistemi ve son olarak kredi sistemi gibi pek çok fley vard›r. Devlet, fliddeti tekellefltirmesiyle ve yasal olarak tan›mlanmas›yla, hem bu süreçleri desteklemek ve ön ayak olmak konusunda çok önemli rol oynar hem de Marx’›n iddia etti¤i ve Braudel’in onaylad›¤› gibi kapitalist geliflmeye geçiflte büyük bir ifllevi vard›r; devlet Britanya’da büyük oranda bu dönüflümleri destekledi, Fransa’da zay›f da olsa destekledi ve yak›n zamana kadar Çin’de büyük ölçüde devletin konumu olumsuzdu.26 Çin örne¤inde oldu¤u gibi ilkel birikime do¤ru son geçifl gösteriyor ki, devletin bu rolü devam eden bir konu ve bu yöndeki kan›tlar çok güçlü; özellikle devlet politikalar›n›n, sermaye birikiminin hem yo¤unlu¤unun hem de yeni biçimlerinin belirlemesinde kilit rol oynad›¤› (Singapur’u düflünün) Do¤u ve Güneydo¤u Asya’da [bu çok aç›k]. Sermaye birikiminin son aflamalar›nda “kalk›nmac› devletin” oynad›¤› rol bu sebeple yo¤un bir incelemenin nesnesi oldu.27 Bunun uzun bir suredir böyle oldu¤unun anlafl›lmas› için yaln›zca Bismarck’›n Almanyas›’na ya da Meiji Japonyas›’na bakmak yeterlidir. Marx’›n belirtti¤i tüm özellikler kapitalizmin tarihsel co¤rafyas› içinde güçlü bir flekilde varolmaya devam ettiler. Baz›lar› bugün geçmiflte oldu¤undan daha önemli roller oynuyorlar. Lenin, Hilferding ve Luxemburg’un belirttikleri gibi kredi sistemi ve finans kapital y›k›m, sahtekarl›k ve h›rs›zl›¤›n temel araçlar› oldular. Bunlar: hisse senedi art›r›mlar›; ponzi flemalar›; enflasyon yoluyla (art›k yap›sal hale getirilmifl) varl›klar›n yok edilmesi ifllemi, flirket birleflmeleri ve edinme [acquisition] yollar›yla aktiflerin soyulmas›; ileri kapitalist ülkelerde dahi, genifl halk kitlelerinin borçlar›n›n miktar›n› artt›rmak suretiyle borç kölelerine indirgenmesi; kurumsal sahtekarl›klardan bahsetmeye gerek dahi yok, kredi ve tahvil manipülasyonlar› ile mülksüzleflme (emeklilik fonlar›n›n sald›r›ya u¤ramas› ve, hisse senedi ve flirket batmalar› ile de¤erlerinin yok edilmesi) gibi fleylerdir. Tüm bunlar ça¤dafl kapitalizmin temel özellikleridir. Enron’un batmas›, bir sürü insan› geçimleri ve emeklilik haklar›n› ellerinden almak suretiyle

37

26 K. Marx, Capital, Volume 1, New York: International Publishers, 1967, Bölüm 8; F. Braudel, Afterthoughts on Material Civillization and Capitalism, Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1977. 27 Wade ve Veneroso, ‘The Asian Crisis’, s. 7’de flu tan›m› izliyorlar: “yüksek hane içi harcamalar, art› yüksek flirkete ait borç/öz kaynakde¤erleri, art› banka-flirket-devlet ifl birli¤i, art› ulusal endüstriyel strateji, art› uluslararas› rekabet ortam›na ba¤l› olarak yat›r›m teflvikleri eflittir kalk›nmac› devlet.’ Klasik çal›flma için: C. Johnson, MITI and the Japanese Miracle: The Growth of Industr›al Policy, 1925-1975, Stanford: Stanford University Press, 1982; Devlet politikalar›n›n relative rateleri üzerine ampirik etkileri flu eserde iyi belgelenmifltir: M. Webber ve D. Rigby, The Golden Age Illusion: Rethinking Post-war Capitalism, New York: Guilford Press, 1996.


38

David Harvey

28 Wade ve Veneroso, ‘The Asian Crisis’. 29 Direniflin boyutlar› flu eserlerde tart›fl›lm›flt›r. B. Gills, ed., Globalization and the Politics of Resistance, New York: Palgrave, 2000; J. Brecher ve T. Costello, Global Village or Global Pillage? Economic Reconstruction from the Bottom Up, Boston: South End Press, 1994. direnifl konusunda taze bir rehber için W. Bello, Deglobalization: Ideas for a New World Economy, London: Zed Books, 2002. Afla¤›dan küreselleflme fikrinin en özlü bir biçimde ifade edilifli için R. Falk, Predatory Globalization: A Critique, Cambridge: Polity Press, 2000

mülksüzlefltirdi. Ancak tüm bunlar›n ötesinde, son zamanlarda yat›r›m fonlar› ve di¤er büyük finans kapital kurumlar› taraf›ndan sürdürülen mülksüzleflme yoluyla birikimin b›çak a¤z› biçimini alan spekülatif sald›r›ya bakmam›z gerekir. Yat›r›m fonlar›, Güneydo¤u Asya’da likidite krizi yaratarak karl› ifl kollar›n› iflasa zorlad›. Bu ifl kollar› yok pahas›na merkez ülkelerdeki sermaye art›klar› taraf›ndan sat›n al›nd›, böylece Wade ve Veneroso’nun dedi¤i gibi ‘aktifler son elli y›ld›r dünyan›n her hangi baflka bir yerinde olmad›¤› kadar bar›flç› yollar kullan›larak içteki [domestic] sahiplerden (yani Güneydo¤u Asya’dan) d›flar›ya, yabanc› sahiplere (yani ABD, Japonya ve Avrupa’ya) aktar›ld›.’28 Tamamen yeni mülksüzleflme yoluyla birikim mekanizmalar› da aç›ld›. DTÖ müzakerelerinde (TRIPS anlaflmas› diye adland›r›lan) fikri mülkiyet haklar›na yap›lan vurgu, genetik malzemelerin, tohum plazmalar›n›n, ve her türden di¤er ürünlerin patent ve lisanslar›n›n al›nma yollar›n› gösteriyor, ve bunlar flimdi, çevresel yönetim pratikleri bu ürünlerin gelifltirilmesinde temel rol oynam›fl bütün kitlelere karfl› kullan›labilir. Biyo-eflk›yal›k coflmufl durumda ve dünyan›n genetik kaynaklar›ndaki hammadde stokunu az say›daki çokuluslu flirketin kar› için talan ediyor. Küresel çevresel müfltereklerin (hava, su, toprak gibi) h›zla artan tüketimi ve sermaye-yo¤un tar›msal üretim biçimlerinin bir flekilde do¤an›n tamam›n› metalaflt›rmas› artan do¤al ortam bozulmalar›na neden oluyor. Kültürel formlar›n, tarihlerin ve entelektüel yarat›c›l›¤›n metalaflmas› toptan mülksüzleflmeyi flart kofluyor, örne¤in müzik endüstrisi kültür ve yarat›c›l›¤›n köklerini sömürme ve içermesi ile ünlüdür. Bugüne kadar kamu mülkü olmufl fleylerin özellefltirilmesi ve flirketlefltirilmesi (örne¤in üniversiteler) –suyun ve dünyay› temizlemifl di¤er kamusal yararlar› olan fleylerin özellefltirme dalgas›na kapt›r›lmas›ndan bahsetmiyorum bileyeni dalga bir ‘toplumsal müfltereklerin çitlenmesi’ olarak karfl›m›za ç›k›yor. Geçmiflte de, devletin gücü s›kça halk›n iradesini bile yok sayarak bu süreçleri zorlamak yönünde kullan›lm›flt›. Yine geçmiflte oldu¤u gibi, bu mülksüzleflme süreçleri genifl çapta direniflleri k›flk›rt›yor ve bu flimdi küreselleflme karfl›t› adl› hareketin çekirde¤ini oluflturuyor.29 Geçmiflte s›n›f mücadeleleri ile kazan›lan ortak mülkiyet haklar›n›n (emeklilik ya da refah harcamalar› haklar›, veya ulusal sa¤l›k hizmeti gibi) özel alana dönmesi neo-liberal ortodoksluk ad›na yürütülen tüm mülksüzleflme politikalar›n›n en dikkat çekici yan›d›r. Bush yönetimin sosyal güvenlik sistemini özellefltirmesi (ve emeklili¤i borsan›n afl›r›l›k-


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

lar›na tabi k›lmas›) bu duruma aç›k bir örnektir. Hiç flüphe yok ki küreselleflme karfl›t› hareketin içinde vurgu, son zamanlarda kaybedilen müfltereklerin yeniden elde edilmesi temas›na odaklanmakta ve devletin sermaye ile ortakm›fl gibi davranmas›na sald›r›lmaktad›r. Kapitalizm yamyams›, y›k›c› ve sahtekar pratikleri içsellefltiriyor. Ancak, Luxemburg’un ikna edici bir biçimde söyledi¤i gibi ‘fliddet dü¤ümü, iktidar mücadeleleri içinde ekonomik sürecin kat› yasalar›n› belirlemek zordur.’ Mülksüzleflme yoluyla birikim pek çok farkl› yolla gerçekleflebilir ve de¤iflmez bir kural› yoktur, süreç hem ar›zi hem de gelifligüzel flekillenmektedir. Yine de hangi tarihsel süreç olursa olsun karfl›m›za ç›kar; geniflletilmifl yeniden üretim içinde afl›r› birikim krizleri oldu¤unda veya devalüasyonun tek ç›k›fl yolu oldu¤u dönemlerde. Mesela Arendt’in iddia etti¤i gibi 19. yüzy›l›n Britanya’s›, 60’lar ve 70’lerin bunal›m› yeni bir emperyalizm biçimine sebep oldular; bunun içinde burjuvalar ‘s›radan h›rs›zl›¤›n ilk günah›n›n, yüzy›llar önce “ilkel sermaye birikimi”ni (Marx) olanakl› k›ld›¤›n› ve tüm ileriki birikimi bafllatt›¤›n› ve sonunda birikimin motoru olmas›n diye aniden durdu¤unu ilk kez’ fark ettiler.30 Bu bizi yeniden mekansal-zamansal sabitlemelere do¤ru yönelifl, devlet güçleri, mülksüzleflme yoluyla birikim ve günümüz emperyalizminin biçimleri aras›ndaki iliflkiye getiriyor. S›kl›kla belli yerel [territorial] ya da bölgesel [regional] biçimlerde düzenlenen ve genelde hegemonik merkezler taraf›ndan hakim olunan kapitalist toplumsal oluflumlar, kendi afl›r› birikim sorunu için mekansal-zamansal sabit aray›fl› içinde olan yar›-emperyalist pratiklerle uzun y›llard›r iliflki içinde olmufllard›r. Yine de Arendt’in, 1884-1945 aras›ndaki Avrupa-merkezci emperyalizm döneminin burjuvazinin küresel siyasi iktidar›na ilk darbe oluflturdu¤una dair iddias›n› ciddiye al›rsak bu süreçlerin tarihsel co¤rafyas›n› dönemlefltirmeye gidebiliriz. Tek tek ulus devletler, afl›r› birikim ve kendi içlerindeki s›n›f mücadeleleri sorunlar› ile bafla ç›kabilmek için kendi emperyalist projelerine girifltiler. Bafllang›çta Britanya hegemonyas› ile istikrara kavuflan ve dünya pazar›nda metalar›n ve sermayenin serbest dolafl›m› etraf›nda kurulan ilk sistem, yüzy›l›n bafl›nda çöktü ve büyük güçler aras›nda, artarak d›fla kapanan sistemler içinde otarfli aray›fl› biçimindeki jeopolitik çat›flmalara dönüfltü. Sonuç büyük oranda Lenin’in öngördü¤ü gibi iki dünya savafl› oldu. Dünyan›n geri kalan pek çok bölgesi kaynak amac›yla ya¤maland› (sadece Ja-

39

30 Arendt, Imperialism, s.28.


40

David Harvey

31 En aç›k flu eserde ifade edilmifltir. P. Armstrong, A. Glyn ve J. Harrison, Capitalism Since World War II: The Making and Break up of the Great Boom, Oxford: Basil Blackwell, 1991.

ponya’n›n Tayvan’da yapt›klar› ve Britanya’n›n Güney Afrika’daki Witwaterstrand bölgesinde yapt›klar›na bakmak yeterli); umut edilen mülksüzleflme yoluyla birikimin amac›, 1930’larda s›n›r›na gelen, geniflletilmifl yeniden üretim yoluyla sürdürülemeyen kapitalizmin kronik sorununa çare bulmakt›. Bu sistem 1945’te ABD taraf›ndan de¤ifltirildi. Yeni sistemle ABD, tüm büyük kapitalist güçler aras›nda, her bir taraf için de ölümcül olacak savafllardan kaç›nmay› ve 1930’larda bela olmufl afl›r› birikim sorununa ortak, ak›lc› çözümler bulmay› sa¤layacak küresel bir anlaflma kurmay› hedefliyordu. Bunun olabilmesi için merkez bölgelerdeki entegre kapitalizmin (bu yüzden ABD Avrupa Birli¤i’ne do¤ru hamleleri destekledi) ve yo¤unlaflman›n faydalar› paylafl›lmal›yd›, ve sistemin planl› bir flekilde co¤rafi yay›l›m›yla ilgilenilmeliydi (ABD bu yüzden de-kolonizasyon ve ‘kalk›nmac›l›k’›n dünyan›n geri kalan›n›n genel bir hedef olmas› konusunda ›srar ediyordu). Küresel burjuva iktidar›n›n bu ikinci aflamas› büyük oranda So¤uk Savafl›n olumsall›¤›yla birlikte gidiyordu. Bu tek kapitalist süper güç olarak ABD’nin askeri ve ekonomik liderli¤ini zorunlu k›ld›. Etkisi, ekonomik olmaktan çok siyasi ve askeri zorunluluklar›n görünmesiyle birlikte hegemonik ABD “süper emperyalizmi”nin kurulmas› fleklinde oldu. ABD’nin kendisi d›fl pazarlara, hatta girdilere çok ba¤›ml› de¤ildi. Kendi pazar›n› d›flar›ya açmaya bile gücü yetebildi ve böylece devletler aras› otoyollar, büyüyen banliyöler, ve Güneyi ile Bat›s›n›n geliflmesi gibi içerdeki mekansal-zamansal sabitlemelerle 1960’lar boyunca Almanya ve Japonya’da oluflmaya bafllayan art›k kapasitesinin bir k›sm›n› emebildi. Tüm kapitalist dünyada geniflletilmifl yeniden üretim ile güçlü bir büyüme yafland›. Mülksüzleflme yoluyla birikim göreceli olarak azald›, hatta sermaye fazlas› olan Japonya ve Bat› Almanya gibi ülkeler geliflmekte olan post-kolonyal pazarlar›n kontrolü için rekabet de dahil olmak üzere artarak d›fl pazar aray›fl›na ihtiyaç duydular.31 Sermaye ihrac›ndaki s›k› denetim (metadakinin aksine) büyük oranda Avrupa içinde uyguland› ve Do¤u Asya’ya sermaye ithali s›n›rl› tutuldu. Tek tek ulus devletler içinde geniflletilmifl yeniden üretim üzerindeki s›n›f mücadelelerinin nas›l olaca¤› ve bundan kimlerin faydalanaca¤› denetim alt›na al›nd›. Temel jeopolitik mücadeleler ya So¤uk Savafl sebebiyle (Sovyetler taraf›ndan kurulan öteki imparatorlukla) ya da Avrupa güçlerinin sömürgelerinden (Suez’in Britanya ve Fransa taraf›ndan iflgalini ABD’nin desteklemeyiflinin sembolik bir önemi vard›) çekilmekteki gönülsüzlük-


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

lerinden kaynaklanan eski mücadelelerdi (say›ca bunlar ABD’yi tepkisel post-kolonyal rejimleri desteklemeye iten So¤uk Savafl politikalar›ndan daha fazla idiler). Merkeze sürekli itaat etmenin mekansal-zamansal durumuna kilitli kalman›n yaratt›¤› artan h›nç sonuçta ba¤›ml›l›k karfl›t› ve ulusal özgürleflme hareketlerini ateflledi. Üçüncü dünya sosyalizmi modernleflmeyi istedi ancak tamamen farkl› bir s›n›f ve siyaset düzleminde. Bu sistem 1970 civar›nda çöktü. Fazla ABD dolarlar› dünya pazarlar›n› istila ettikçe sermayeyi kontrol etmek zorlafl›yordu. ABD’nin Vietnam Savafl›’n›n ortas›nda hem askeri hem de ekonomik gücü elinde bulundurmaya kalk›flmas›n›n sonucunda ortaya ç›kan enflasyonist bask›lar, merkez ülkelerdeki s›n›f mücadelelerinin düzeyi karl›l›¤› sarsmaya bafllay›nca iyice a¤›rlaflt›. O zaman ABD, Almanya ve Japonya’dan gelen ekonomik tehditleri gö¤üsleyebilmek için yeni uluslararas› finansal kurumsal düzenlemeler ile ekonomik gücün, Wall Street’in merkez oldu¤u finans kapital sistemin bir kar›fl›m› üzerine kurulu baflka bir sistem kurmak istedi. Nixon yönetimi ile Suudiler aras›nda yap›lan gizli anlaflma ile petrol fiyatlar› 1973’te tavana vurdu ve bu Avrupa ve Japonya ekonomilerine, o zaman Orta Do¤u petrollerine daha az ba¤›ml› olan ABD’ye verdi¤i zarardan daha fazla zarar verdi.32 ABD bankalar› petro-dolarlar› dünya ekonomisine yeniden dolafl›ma sokma ayr›cal›¤›n› elde ettiler. Üretim alan›nda tehdit edilen ABD, karfl›l›¤› finans alan›nda hegemonya kurarak verdi. Ancak bu sistemin verimli bir flekilde çal›flabilmesi için genelde piyasalar›n tikelde sermaye piyasalar›n›n uluslararas› ticarete aç›lmas›n›n zorlanmas› gerekiyordu –IMF gibi uluslararas› araçlar›n kullan›m›yla desteklenen, sert ABD bask›s› gerektiren yavafl bir süreç ve yeni ekonomik ortodoksi fleklindeki neo-liberalizme eflit derecede sert bir ba¤l›l›k. Bu ayn› zamanda güç ve ç›kar dengelerinin, burjuvazi içinde üretim faaliyetlerinden finans kapital kurumlar›na kaymas›n› zorunlu k›ld›. Bu geniflletilmifl yeniden üretim içinde iflçi s›n›f› hareketlerinin gücüyle sald›r› için, do¤rudan üretime disiplinli bir gözetim uygulayarak ya da dolayl› olarak her tür sermaye biçimi için daha büyük co¤rafi hareketlilik olana¤› tan›narak, kullan›labilirdi. Dolay›s›yla finans kapital küresel burjuva iktidar›n›n üçüncü aflamas›nda merkezi öneme sahipti. Bu sistem daha geçici ve y›k›c›yd›, ve geniflletilmifl yeniden üretim alan›ndaki zorluklara panzehir olmas› için, genelde IMF taraf›ndan yönetilen yap›sal uyum politikalar› fleklinde bir sürü mülksüzleflme yoluyla birikim nöbeti (krizi anlam›nda) yafland›.

41

32 Gowan, Global Gamble, ss.2122’de Nixon ile Suudiler aras›ndaki ba¤daflman›n kan›tlar›n› al›nt›lar.


42

David Harvey

33 Soldaki insanlar IMF karfl›t› ayaklanmalar›n ve mülksüzleflmeye karfl› di¤er hareketlerin önemini kavramakta geç kald›, bunun sebebi geniflletilmifl yeniden üretim siyaseti ile iliflkili olmas›d›r (bir çok aç›dan hala bu siyaset yürütülmektedir). Walton’›n, IMF karfl›t› ayaklanmalar›n örüntüsü hakk›nda yapt›¤› öncü çal›flma geriye bak›ld›¤›nda göze çarpmaktad›r. Bkz. J. Walton, Reluctant Rebels: Compertaive Studies on Revolution and Underdevelopment, New York: Columbia University Press, 1984. Ancak say›s›z mülksüzleflme karfl›t› hareketin hangilerinin gerici ve herhangi bir sosyalist anlamda modernleflme karfl›t› oldu¤u; hangilerinin ilerici ya da en az›ndan herhangi bir birliktelikle ilerici bir tarafa yönlendirilebilir oldu¤unun belirlenmesi konusunda çok fazla karmafl›k çözümleme yap›ld›¤› da do¤rudur. Gramsci’nin güney sorununu çözümledi¤i öncü çal›flmas› bu türden bir çal›flmad›r. Petras, Hardt ve Negri’yi elefltirdi¤i metinde bu noktay› vurgulam›flt›r. Bkz. J. Petras, ‘A Rose by Any Other Name? The Fragrance of Imperialism’, The Journal of Peasant Studies, 29(2), 2002. toprak reformuna karfl› savaflan müreffeh köylülerle geçinmek için savaflan topraks›z köylüler ayn› de¤ildir.

1980’lerdeki Latin Amerika gibi baz› örneklerde oldu¤u gibi, ekonomilerin tamam› sald›r›ya u¤rad› ve tüm aktifler ABD finans sermayesi taraf›ndan topland›. Yat›r›m fonlar›n›n 1997’de Tayland ve Endonezya nakitlerine, IMF taraf›ndan istenen vahfli deflasyonist politikalarla desteklenen sald›r›s›, yaflayabilecek flirketlerin dahi iflas etmesine, Do¤u ve Güney Do¤u Asya’da elde edilmifl kayda de¤er toplumsal ve iktisadi geliflmenin tersine dönmesine neden oldu. Sonuçta milyonlarca insan iflsiz kald› ve fakirleflti. Kriz ayn› zamanda Wall Street’in gücünü onaylayarak ve ABD’deki müreffeh gruplar›n servetlerine inan›lmaz bir patlama yaratarak dolara do¤ru uçuflu ateflledi. S›n›f mücadeleleri IMF kaynakl› yap›sal uyum, finans sermayesinin y›k›c› faaliyetleri ve özellefltirme yoluyla haklar›n kayb› gibi konular etraf›nda bir araya geldi. Borç krizleri her ülkenin kendi içindeki toplumsal üretim iliflkilerinin yeniden örgütlemesinde kullan›labilir, mesela d›fl sermayenin gelmesini sa¤lamak için. Ulusal düzeydeki [domestic] finansal rejimler, ulusal ürün piyasalar› ve geliflen ulusal firmalar bu yolla Amerikal›, Japon veya Avrupa flirketleri taraf›ndan ele geçiriliyorlar. Merkez bölgelerdeki düflük karlar böylece, d›flar›da kazan›lm›fl olan daha yüksek karlardan pay alarak destekleniyor. Mülksüzleflme yoluyla birikim küresel sistem içinde giderek daha fazla merkezi özellik haline geliyor (özellefltirme en kilit araçlardan biri). Bu duruma direnifl de ayn› flekilde, kapitalizm ve emperyalizm karfl›t› hareketlerin içinde daha merkezi bir yer tutuyor.33 Ancak Wall Street-Hazine kompleksi üzerinde kurulmufl bu sistem Tokyo, Londra, Frankfurt ve pek çok di¤er finans merkezleriyle birlikte çok tarafl› bir yöne sahip. Bu, her birinin temeli bir ulus devlete dayanan ama emperyalizmin daha erken aflamalar›nda akla dahi gelmeyecek flekilde tüm dünyaya yay›lan (Lenin’in anlatt›¤› türden ulus devletlerle yak›n ba¤lar› olan tröstler ve karteller) ulus ötesi özellik tafl›yan kapitalist flirketlerin ortaya ç›k›fl›yla ilgilidir. Bu dünya, muazzam güçlü Hazine Sekreterli¤i ve Robert Rubin ile, Clinton’un Beyaz Saray›’n›n merkezileflmifl çok tarafl›l›k (1990’lar›n ortas›nda Washington Konsensüs diye adland›r›lan) ile yönetmeyi amaçlayarak, Wall Street’in spekülatör taraf›ndan çekip ç›kard›¤› dünyad›r. K›sa bir süre için Lenin yan›lm›fl Kautsky –tüm büyük kapitalist güçlerin kendi aralar›nda ifl birli¤i sa¤lad›klar› bar›fl temelli bir ultra-emperyalizm düflüncesi- do¤ru söylüyor gibi; bugün G7 diye bilinen kümeleflme taraf›ndan sembolize edilen ve “yeni uluslararas›


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

finansal mimari” diye adland›r›lan, ABD liderli¤inde bir hegemonya mümkün gibi görünebilir.34 Ancak bu sistem, flimdi çok büyük zorluklar yafl›yor. Sert inifl ç›k›fllar ve iktidar çat›flmalar›n›n parçalanmas›, Luxemburg’un daha önceden belirtti¤i gibi, tüm sis ve aynan›n (özellikle finans sektöründekiler) arkas›nda iflleyen ekonominin ac›mas›z yasalar›n›n fark›na var›lmas›n› zorlaflt›r›yor. Ama 1997-98 krizinin gösterdi¤i gibi art›k üretme kapasitesinin temel merkezi Do¤u ve Güneydo¤u Asya’d›r (böylece ABD bu bölgeyi devalüasyonun temel hedefi olarak seçmifltir), ve Do¤u ve Güneydo¤u Asya’n›n baz› bölgelerinde kapitalizmin h›zl› toparlanmas› genel afl›r› birikim sorununu tekrar dünya meselelerinin ön s›ralar›na tafl›d›.35 Bu yeni mekansal-zamansal sabit biçimlerinin nas›l örgütlenece¤i (Çin’de örne¤in), veya yeni bir devalüasyon darbesine kimin maruz kalaca¤› sorular›n› gündeme getiriyor. ABD içinde on y›l kadar hayret verici (hatta irrasyonel) bollu¤un ard›ndan biriken durgunluk gösteriyor ki ABD bu duruma ba¤›fl›kl› olmayabilir. ‹stikrars›zl›¤›n temel yanl›fl çizgisi, ABD’nin ödemeler dengesindeki ani bozulmalarda yat›yor. Brenner’in yazd›¤› gibi, 1990’larda ‘dünya ekonomisini yönlendiren ithalat patlamas› ABD’ye, denizafl›r› mal sahiplerine tarihte efli görülmemifl yükümlülüklere yol açan rekor derecede ticaret ve hesap aç›klar› getirdi’ ve ‘ABD ekonomisini sermaye kaç›fl› ve dolar›n çöküflüne karfl› tarihte efli görülmemifl biçimde k›r›lgan yapt›.’36 Ancak bu k›r›lganl›k her iki tarafta da yafland›. E¤er ABD pazar› çökerse, bu pazar› kendi afl›r› üretim kapasitelerini aktaracak pazar olarak gören ekonomiler de çökecektir. Japonya ve Tayvan gibi ülkelerin büyük bankac›lar›n›n ABD aç›klar›n› kapatmak için borç vermekte bu kadar gönüllü olmalar›n›n as›l nedeni kendi öz-ç›karlar›d›r. Böylece kendi mallar›n›n pazar› olan ABD’de tüketimcili¤e kaynak oluflturuyorlard›. fiimdi kendilerini ABD’nin savafl giriflimlerini desteklerken dahi bulabilirler. Fakat ABD’nin hegemonya ve hakimiyeti bir kez daha tehdit alt›nda ve bu sefer tehlike daha ciddi görünüyor. E¤er Arrighi’nin izinden gitti¤i Braudel hakl›ysa, ve güçlü bir finanslaflma dalgas› egemenli¤in bir hegemonik güçten di¤erine geçiflini bildiriyorsa, o zaman ABD’nin finanslaflmaya do¤ru 1970’lerdeki dönüflü, kendi kendini y›kan tarihsel bir örnek oluflturacak.37 Hem dahili hem de harici aç›klar süresiz olarak denetim d›fl›nda dalgalanmaya devam edemez ve baflta Asya’dakiler olmak üzere di¤er ülkelerin günlük 2.3 milyar dolarl›k cari bedele kaynak sa¤-

43

34 P. Anderson, ‘Internationalism: A Breviary’, New Left Review, 14, 2002, s.20’de ‘Kautsky’nin görüflü gibi bir fleyin’ nas›l geçmekte oldu¤unu ve Robert Keohane gibi liberal kuramc›lar›n dahi bu ba¤lant›y› gösterdi¤ini iflaret ediyor. Yeni uluslararas› finansal mimari için bkz. S. Soedberg, ‘The New International Financial Architecture: Imposed Leadership and “Emerging Markets”’, Socialist Register 2002, London: Merlin, 2002. 35 Bkz: Burkett ve Hart-Landsberg, ‘Crisis and Recovery’. 36 Brenner, The Boom, s.3 37 G. Arrighi ve B. Silver, eds., Chaos and Governance in the Modern World System, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1999, ss.31-33.


44

David Harvey

38 Gowan, Global Gamble, s.123

lamak konusundaki istekleri bitmez tükenmez de¤ildir. ABD ekonomisinin makro-ekonomik koflullar›n› sergileyecek her hangi bir ülke çoktan fliddetli bir tasarrufa ve IMF taraf›ndan uygulanacak olan yap›sal uyum süreçlerine yönelirdi. Fakat Gowan’›n belirtti¤i gibi: ‘Washington’un dolar›n fiyat›n› manipüle etme kapasitesi ve Wall Street’in uluslararas› finansal egemenli¤inden faydalanabilmesi, ABD otoritelerinin, di¤er ülkelerin yapmak zorunda olduklar›n› yapmaktan kaç›nmalar›n›, ödemeler dengesini izleyebilmesini, yüksek seviyedeki iç tasarruf ve yat›r›m› garantiye almas›n›, kamu ve özel borçlanmalar›n seviyesini takip edebilmesini, içerideki üretim sektörünün kuvvetli bir flekilde geliflimini sa¤lama almak için içeride etkin bir finansal arac›l›k sistemi kurabilmesini sa¤l›yor.’ ABD ekonomisinin ‘tüm bu yükümlülüklerden kaç›fl yolu vard›’ ve ‘sonuçta ciddi bir flekilde bozulmufl ve istikrars›zlaflm›flt›r’.38 Ayr›ca, yeni ABD-merkezli emperyalizmin ay›r›c› özelli¤i olan pefl pefle gelen mülksüzleflme yoluyla birikim dalgalar›, herhangi bir yerde patlayacak direnifli ve h›nc› ateflliyor, bunlar sadece dünya çap›nda aktif bir küreselleflme karfl›t› bir hareket (geniflletilmifl yeniden üretim sürecindeki s›n›f mücadelelerinden epey farkl› bir biçimde) de¤il ayn› zamanda özellikle Asya’daki (Güney Kore, örne¤in) ve hatta Avrupa’daki, bafllarda esnek olan ikinci derece güçlerin, ABD hegemonyas›na karfl› belirgin bir direniflini de üretiyor. ABD’nin seçenekleri s›n›rl›; kendi s›n›rlar› içinde büyük miktarlarda zenginli¤in geri da¤›t›m› yolunu seçerek mevcut emperyalizm fleklinden cayabilir, ve art›¤› içerideki zamansal çözümler yoluyla (kamusal e¤itim ve yafll›l›k sigortalar› iyi bafllang›ç noktalar› olabilir) emme yollar› arayabilir. Üretimi yeniden canland›racak bir sanayi projesi de ifle yarayabilir. Ancak bu daha fazla mali aç›k ya da daha yüksek vergilendirme ve kuvvetli devlet yönlendirmesi gerektirir ve bu burjuvazinin, Chamberlain’in günü olay›nda oldu¤u gibi kesinlikle reddedece¤i bir fleydir; böyle bir paket önerisi olan her hangi bir politikac› kapitalist bas›n ve onun ideologlar› taraf›ndan alafla¤› edilecek ve paran›n gücü karfl›s›nda seçimleri kaybedecektir. Yine de ironik bir biçimde ABD’de ve kapitalizmin di¤er merkez ülkelerinde (özellikle Avrupa’dakilerde) neo-liberalizme karfl› politikalar ve devlet harcamalar› ile sosyal harcamalar›n›n önünü açmak Bat› kapitalizmini kendi içsel y›k›c› e¤ilimlerinden koruman›n tek yolu olabilir. IMF’nin di¤er ülkelerde uygulad›¤› türden öz-disiplinle desteklenen sert politikalar› ABD için denemek siyasal olarak daha


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

ölümcül olabilir. Bu yöndeki her hangi harici bir kalk›flma (sermaye kaç›fl› ve dolar›n çöküflü gibi örne¤in) kesinlikle ABD’nin siyasal, ekonomik ve hatta askeri aç›dan vahfli tepkisiyle karfl›laflacakt›r. ABD’nin, Do¤u Asya’n›n ola¤anüstü büyümesini bar›flç› bir biçimde kabul etmesi ve buna uyum göstermesini ve Arrighi’nin dedi¤i gibi, bunu Asya’n›n küresel gücün yeni hegemonik merkezi olmas›na do¤ru büyük bir de¤iflim olarak onaylamas›n› hayal etmek çok zor.39 ABD’nin sessizce ve uysal bir biçimde buna raz› olmas› ihtimal dahilinde de¤il. Ne olursa olsun bu, Do¤u Asya kapitalizminin ABD pazar›na ba¤›ml›l›ktan kendi içinde bir pazar yaratarak kurtulmas› –çoktan baz› iflaretler ortaya ç›km›flt›rfleklindeki, bir yeniden örgütlenmeyi gerektirecektir. Bu, Çin içindeki dev modernleflme projelerinin –ABD’nin içeride 1950 ve 1960’larda yapt›¤› mekansal-zamansal çözümlerin dahili bir çeflidi- Japonya, Tayvan ve Güney Kore’den sermaye fazlalar›n›n çekilmesinde, dolay›s›yla ABD’ye giden ak›fl› azaltmas›nda kritik bir rol oynayabilece¤i bir noktad›r. Örne¤in Tayvan bugün, Çin’e Kuzey Amerika’ya yapt›¤›ndan daha fazla ihracat yap›yor. Neticede ABD’ye akan fonlar›n azalmas› felaketle sonuçlanabilir. Ve bu ba¤lamda, ABD içindeki siyasal düzenin baz› unsurlar›n›n, aç›k bir mutlak güç olarak esnek askeri kuvveti ellerinde kalm›fl tek fley olarak gördüklerini, ‹mparatorluktan aç›kça bir siyasi seçenekmifl gibi bahsettiklerini (muhtemelen dünyan›n geri kalan›ndan vergi temellük edebilmek için) ve küresel ekonomi içindeki iktidar de¤iflimi tehdidine cevap verebilmek için petrol arz›n› kontrol etmeye çal›flt›klar›n› görüyoruz. ABD’nin Irak ve Venezüella petrolleri üzerinde daha çok denetim kurma çabalar› –Irak’ta demokrasi kurma iddias› ile, Venezüella’da hükümeti düflürerek- çok anlaml›. 1973’teki pisliklerin yeniden temsili söz konusu çünkü Avrupa ve Japonya, Do¤u ve Güneydo¤u Asya, ve son zamanlarda Çin de dahil olmak üzere pek çok ülke ABD’ye oranla o zaman oldu¤undan daha fazla Körfez petrolüne ba¤›ml›lar. E¤er Amerikan mühendisleri Chavez’i ve Saddam’› alafla¤› edebilirse, e¤er Amerika bu otoriter yönetimin de¤iflen çölleri üzerine kurulu, difline kadar silahlanm›fl Suudi rejimini yeniden biçimlendirebilir ya da istikrara kavuflturabilirlerse (ve Usame bin Ladin’in temel projesi olan radikal ‹slam’›n eline düflmek tehlikesinden koruyabilirse), Irak’tan ‹ran’a kontrolünü sürdürebilirse ve Hazar havzas›ndaki petrol rezervi ile iliflkili olarak Türkiye ve Özbekistan’da stratejik varl›¤›n› sa¤lamlaflt›rabilirse; o zaman ABD küresel petrol muslu¤unu s›k› kontrolü sayesinde kü-

45

39 Arrighi herhangi ciddi d›flsal bir mücadeleyi göz önüne alm›yor, ancak o ve arkadafllar› ABD ‘nin, ‘yüzy›l önce Britanya’n›n, gerileyen hegemonyas›n› sömürgeci tahakküme dönüfltürme gücünden çok daha fazla güce sahip oldu¤unu’ belirtiyorlar. E¤er sistem nihai olarak çökerse, bu büyük ölçüde ABD’nin uyum ve düzenlemelere gösterdi¤i direnç yüzünden olacak. Ve bunun tersine, ABD’nin Do¤u Asya bölgesinin yükselen ekonomik gücüne uyumu ve buna uygun olarak kendinin düzenlemesi, yeni dünya düzenine y›k›c› olmayan bir geçifl için hayati derecede önemli bir kofluludur. Bkz. Arrighi ve Silver, Chaos and Governance, ss.288-289.


46

David Harvey

40 M. Klare, Resource Wars: The New Landscape of Global Conflict, New York: Henry Holt, 2002.41 Cooper, ‘New Liberal Imperialism’. 41 Cooper, ‘New Liberal Imperialism’. 42 U. Mehta, Liberalism and Empire, Chicago: Chicago University Press, 1999. Buradaki elefltiri Cooper’›n ifadeleriyle karfl›laflt›r›ld›¤›nda tamamen üstündür...

resel ekonomi üzerindeki etkin denetimin sürmesini ve kendi hegemonik konumunun önümüzdeki elli y›l boyunca korunmas›n› ümit edebilir.40 Bu tür bir stratejinin tehlikeleri ortada. Sadece Avrupa ve Asya’dan de¤il Rusya’dan dahi yak›n zamanda diflli direnifller ç›kabilir. ABD’nin Irak iflgaline, özellikle Irak petrolünün sömürüsü ile yak›ndan iliflkili olan Fransa ve Rusya’n›n Birleflmifl Milletler’deki gönülsüz onay› önemli bir nokta. Ve Avrupal›lar daha çok tüm büyük kapitalist güçlerin sözde eflit bir tabanda ifl birli¤i yapt›¤› Kautsky’ci ultra-emperyalizm fikrine yak›nlar. Sürekli militarizasyon ve küresel bar›fl› tehdit edecek türden bir macerac›l›k üzerine kurulu istikrars›z ABD hegemonyas› dünyan›n geri kalan› için pek de çekici bir manzara de¤il. Bu Avrupa modelinin daha ilerici oldu¤unu söylemek de¤ildir. E¤er Blair’in dan›flman› Robert Cooper’a inanacak olursak 19. yüzy›l›n uygar, barbar ve vahfli devletleri aras›ndaki ayr›m›n›n post-modern, modern ve pre-modern devletler k›l›¤›nda yeniden ortaya ç›kt›¤›n› görüyoruz; post-modernler ademi merkezci, uygarlaflm›fl davran›fl›n koruyucular›; tüm dünyada insanlar› do¤rudan ya da dolayl› araçlarla evrensel (Bat›l› ya da burjuva fleklinde okunabilir) norm ve insani (kapitalist diye okunabilir) pratiklere boyun e¤dirme görevini üstlenmifllerdir.41 Bu ayn› John Stuart Mill gibi 19. yüzy›l liberallerinin Hindistan’›n vesayet alt›nda tutuluflunu ve bir yandan içeride temsili yönetimin ilkelerini överken di¤er yandan d›flar›dan vergi temellükünü savunmak için kulland›klar› yoldur. Geniflletilmifl yeniden üretim yoluyla sa¤lanabilecek sürdürülebilir bir birikimin yeniden canlanma imkan› olmad›¤› durumlarda, birikim h›z›n›n düflmesini engellemek için tüm dünyada mülksüzleflme yoluyla birikim politikalar›n›n derinlefltirilmesi gerekir. Bu alternatif emperyalizm biçimi, mülksüzleflme yoluyla birikim sürecini yaflam›fl ve son birkaç on y›ld›r kapitalizmin y›k›c› yönleriyle yüzleflmek zorunda kalm›fl dünya nüfusunun büyük ço¤unlu¤u için pek kabul edilebilir bir fley olmayacak. Cooper gibilerinin önerdi¤i liberal aldatmaca bundan çok çekmifl olan postkolonyal yazarlara çok tan›d›kt›r.42 Ve ABD’nin, küresel terörizme karfl› olas› tek cevap oldu¤unu giderek daha fazla öne sürdü¤ü yaygarac› militarizmi sadece tehlikelerle dolu de¤ildir (‘önleyici vurufl’ gibi tehlikeli örnekler de dahil olmak üzere); insanlar ayn› zamanda bunun giderek tehdit edilmifl bir hegemonyan›n küresel sistem içinde tutmay› sa¤lamak için kullanmaya çal›flt›¤› bir maske oldu¤unun fark›na var›yorlar.


“Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleflme Yoluyla Birikim

Ancak belki de en ilginç soru ABD’nin kendi içindeki tepkinin ne olaca¤›d›r. Bu noktada Hannah Arendt bir kez daha aç›klay›c› bir önermede bulunuyor: d›flar›daki emperyalizm içeride etkin bir bask› hatta tiranl›k olmadan uzun süre sürdürülemez.43 ‹çerideki demokratik kurumlara verilen zarar çok önemli (Frans›zlar›n Cezayir ba¤›ms›zl›k mücadelesinde ö¤rendikleri gibi). ABD içindeki popüler gelenek sömürgecilik ve emperyalizm karfl›t›d›r; ancak son birkaç on y›lda, toptan yan›lsama de¤ilse de ABD’nin dünya meselelerindeki emperyal rolünü maskeleyen veya en az›ndan politikalar›n›n büyük insani niyetler u¤runa yap›ld›¤› izlenimini veren çok ciddi bir hokkabazl›k haline gelmifltir. ABD halk›n›n ise uzun dönemli askerileflmifl bir imparatorlu¤a dönüflmeyi destekleyip desteklemeyece¤i pek aç›k de¤ildir (Vietnam savafl›na verdi¤i destek bittikten sonra). Ne de uzun süre ülkedeki sivil özgürlüklerin, haklar›n ve genel anlamda özgürlüklerin kayb› fleklindeki bir faturay› ödemeyi kabul edeceklerdir. E¤er bu imparatorluk ‹nsan Haklar› Beyannamesi’nin y›rt›p at›lmas›n› gerektirirse, o zaman bu mübadelenin kolayca kabul edilece¤i çok aç›k de¤ildir. Ancak sorunun öteki taraf› geniflletilmifl yeniden üretim ile sürdürülebilir bir birikimin yeniden canlan›fl› diye bir fleyin olmay›fl› ve s›n›rl› mülksüzleflme yoluyla birikim olanaklar›yla ABD’nin, Japonya’y› son on y›lda görece de¤ersiz bir noktaya sürükleyen deflasyonal depresyona düflecek olmas›d›r. Ve e¤er gerçekten dolardan ciddi bir kaç›fl olursa, o zaman at›l sermaye ve eme¤in tamamen spekülatif olan amaçlar›n aksine toplumsal olarak faydal› amaçlara aktar›lmas› ve ulusun toplumsal ve fiziksel altyap›s›n›n tamamen yeniden düzenlenece¤i bir yere odaklanan, zenginli¤in ve varl›¤›n geri da¤›t›m›nda tamamen farkl› politikalar uygulanmad›kça (burjuvazinin mutlak korkuyla izleyece¤i bir manzara) tasarruf [politikalar›] daha yo¤un olmak zorunda olacakt›r. Bu yüzden yeni emperyalizmin alaca¤› flekil ve biçim zorla el koymalara aç›k olacak. Kesin olan tek fley küresel sistemin iflleme fleklindeki büyük bir dönüflümün tam ortas›nda oldu¤umuz ve sistemi etkileyip, dengesini kolayca bozabilecek çok çeflitli kuvvetlerin var oldu¤udur. Mülksüzleflme yoluyla birikim ve geniflletilmifl yeniden üretim aras›ndaki denge çoktan birincisi yönünde bozuldu ve bu e¤ilim giderek daha da derinleflti¤inden ve bunu yeni emperyalizm denen fleyin belirleyici noktas› olarak görmekten baflka bir fley pek mümkün de¤il (bu yeni emperyalizm ve imparatorlu¤a duyulan gereksinimin ve büyük ideolojik önem

47


48

David Harvey

hakk›ndaki aç›k iddialar›n temel noktas›d›r). Asya taraf›ndan tutulan ekonomik yörüngenin anahtar oldu¤unu biliyoruz, ancak askeri üstünlük hala ABD’nin elinde. Arrighi’nin belirtti¤i gibi bu benzersiz bir konumdur ve Irak’ta, genel durgunluk koflullar› alt›nda bu gücün, dünya düzeyinde jeopolitik olarak nas›l davranaca¤›n›n ilk aflamas›n› görüyor olabiliriz. Hegemonyas›n› savafl-sonras› dönemde üretim, finans ve askeri güç üzerine oturtan Amerika Birleflik Devletleri üretimdeki üstünlü¤ünü 1970’ten sonra kaybetti ve bugün finans üstünlü¤ünü de kaybediyor olabilir ve bu durumda elinde yaln›z askeri üstünlü¤ü kal›yor. Bu yüzden yeni emperyalizmin nas›l flekillenece¤inin hayati derecede önemli belirleyeni ABD içindeki olaylar olacakt›r. Ve buna ilaveten, derinleflen mülksüzleflme yoluyla birikime karfl› kuvvetli bir muhalefet toplan›yor. Ancak bu durumun tetikledi¤i s›n›f mücadelelerinin biçimi, geniflletilmifl yeniden üretim içinde (daha sessiz de olsa devam eden), geleneksel olarak sosyalizmin gelece¤inin üzerine infla edilece¤i varsay›lan klasik proletarya mücadelelerinden radikal biçimde farkl›d›r. De¤iflik mücadele hatlar› etraf›nda oluflmaya bafllayan birliktelikleri beslemek çok önemli; çünkü bunlar›n içinde paran›n gücünü, borsa de¤erlerini ve küresel ekonominin farkl›laflm›fl mekanlar›nda, hangi yolla olursa olsun, her zaman az say›da afl›r› yo¤unlaflm›fl s›ra d›fl› zenginlik odaklar› [mekanlar›] üreten kesintisiz sermaye birikimini yüceltmeyen, eflitsiz co¤rafi geliflmenin yarat›c› biçimleriyle toplumsal mutluluk ve insani amaçlar› birlefltirecek olan tamamen farkl›, emperyalist olmayan küreselleflme biçiminin yüz hatlar›n›n ayr›m›na varabiliriz. Bu an [moment] inifl ç›k›fl ve belirsizliklerle dolu olabilir; ancak bu ayn› zamanda beklenmedik ve olas›l›klara aç›k bir an oldu¤u anlam›na gelir.n


Praksis 11

| Sayfa: 49-82

Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri 1 Do¤an Göçmen Say›n Server Tanilli’ye derin sevgi ve sayg›lar›mla...

“Siyasal-tarihsel çözümlemelerde s›k olarak düflülen hata organik olan ile görecel olan aras›ndaki do¤ru iliflkiyi bulamamakt›r: bundan dolay› ya dolayl› olarak etkide bulunan nedenler do¤rudan etkide bulunuyormufl gibi gösterilir ya da do¤rudan etkide bulunan nedenler tek etkili olan nedenlerdir iddias›nda bulunulur. Birinci durumda afl›r› ‘ekonomizm’ veya doktriner k›l› k›rk yarma, ikinci durumda ise afl›r› ‘ideolojicilik’ vard›r. Bu durumlardan ilkinde mekanik nedenler abart›l›r iken, ikincisinde iradeci ve bireysel ö¤eler öne ç›kar›l›r. (...) Bu iki hareket türü (organik ve keyfi -DG) ve böylece araflt›rma aras›ndaki diyalektik ba¤› tam olarak saptamak zordur. Ve e¤er hata tarih yaz›m›nda oldukça a¤›r ise siyaset sanat›nda daha da vahimleflir; yani mesele geçmifl tarihi yeniden kurgulamak de¤il de bugünün ve gelece¤in tarihini kurgulamak ile ilgiliyse.” Antonio Gramsci

Siyasal bilimler çerçevesinde uluslararas› iliflkilerin pratik ve kuramsal sorunlar› üzerine yürütülen tart›flmalar›n en önemli sorular›ndan birisi ileriden beri yöntem sorusu olagelmifltir. Uluslararas› siyaset kuram›n›n temelleriyle de direk ilgili olan bu soruya verilen yan›ta göre herkes kendisini var olan de¤iflik okullarla flu veya bu biçimde iliflkilendirir. Nedir yöntemle ilgili bu temel soru? Uluslararas› iliflkilere neyi temel al›p yaklaflaca¤›z? Ahlakç›l›¤› m›, sözleflmecili¤i mi, ku-

1 Emre Arslan, Gürsel Göçmen ve Kenan Kalyon’a elefltirel katk›lar›ndan dolay› teflekkür ederim. Yaz›n›n içeri¤i ve kullan›lan al›nt›lar›n do¤rulu¤u konusunda sorumluluk bana ait.


50

Do¤an Göçmen

rumculu¤u mu, pozitivist gerçekçili¤i mi, yoksa Luxemburg’un önerdi¤i gibi, elefltirel gerçekçili¤i mi? Bu ba¤lamda yürütülen tart›flmalarda Luxemburg’un bu konuya iliflkin gelifltirdi¤i kuramsal ilkeler ve pratik çözüm önerileri ne yaz›k ki pek dikkate al›nm›yor. Oysa uluslararas› iliflkilerin pratik ve kuramsal soru ve sorunlar› Luxemburg’un bütün çal›flmalar›n›n en önemli konular›ndan birisi olmufltur. ‹lk bak›flta konuyla pek bir ilgisi yokmufl gibi gözüken yerel seçimler ve sendikal hareketin sorunlar› üzerine yazd›¤› yaz›larda dahi uluslararas› iliflkiler önemli bir yer tutuyor. Örne¤in 1913 y›l›nda Almanya’n›n Leipzig flehrinde yapt›¤› bir konuflmas›nda d›fl politikan›n iflçi s›n›f› için “çok ciddi ve son derece önemli” bir konu oldu¤unu vurgulayarak “her kad›n ve erkek iflçinin” dikkatini uluslararas› politik geliflmelere çekmeye çal›fl›yor. 20. yüzy›l›n bafllar›nda Afrika’da yaflanan özellikle Alman emperyalist sömürgeci giriflimleri ve Balkanlar’da yaflanan flövenist sad›r›lar› ve çat›flmalar› kastederek, iflçi s›n›f›n›n dikkatini uluslararas› iliflkilere çekmek için flöyle bir ça¤›r›da bulunuyor: E¤er Afrika’da siyahlara Alman ordular› taraf›ndan zulmediliyorsa, e¤er Balkanlar’da S›rplar ve Bulgarlar Türk askerlerini ve köylülerini öldürüyorsa, e¤er Kanada’da muhafazakârlar seçimlerde aniden üste ç›k›yor ve liberal iktidar› parçal›yorsa, bütün bu durumlarda kad›n ve erkek iflçilerin kendilerine, bütün bu meseleler bizim meselemiz, orada tehlikede olan bizim ç›kar›m›z, demesi gerekiyor (1990c: 212).

Luxemburg’un bu çabas›n›n arkas›nda felsefi, tarihsel ve sosyo-ekonomik bak›mdan gerekçelendirilmifl derin bir inanç yat›yor. Marx’›n eserinden kazanm›fl oldu¤u bu inanca göre, uluslararas› siyasal alanda verilen mücadele iflçi s›n›f›n›n kurtulufl mücadelesinin ayr›lmaz bir parças›d›r (1990c: 213). Luxemburg, pratik ve kuramsal etkinliklerini 19. yüzy›l›n son on y›l› ile 20. yüzy›l›n ilk yirmi y›l› aras›nda gelifltirip sergilemifl olan iflçi s›n›f› önderlerinden ve kuramc›lar›ndan birisidir. 20. yüzy›l›n bafllar›na dönüp, bu dönemin kuramc›lar›ndan birisini uluslararas› iliflkilerin pratik ve kuramsal sorunlar› bak›m›ndan yeniden verimli hale getirme iste¤imizin alt›nda sadece tarihsel ilgi ve merak yatm›yor. Luxemburg’un gelifltirmifl oldu¤u kuramsal düflüncelerinin ve pratik çözüm önerilerinin bugünkü sorunlar aç›s›ndan da son derece ö¤reticidir. 19. yüzy›l›n sonlar›nda ve 20. yüzy›l›n bafllar›nda uluslararas› iliflkilerde hem derinlik ve yo¤unluk, hem de genifllik bak›m›ndan, bugün yaflan›lan s›çramaya benzer bir s›çrama yaflan›yordu. Luxemburg uluslararas› iliflkilerin pratik ve kuramsal sorun-


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

lar› üzerine bu dönemde gelifltirdi. Konuflmalar›nda ve yaz›lar›nda s›rf günlük politik sorunlar› ele almad›. Ama bunlar› iflçi s›n›f›n›n ihtiyaç ve ç›karlar› aç›s›ndan aç›klamak ve böylece toplumsal kurtulufl mücadelesine bilinçli bir yön vermek amac›yla kuramsal analizlerde ve temel aç›klamalarda da bulundu. 20. yüzy›l›n bafllar›nda yaflanan sorunlarla bugün karfl›karfl›ya bulundu¤umuz sorunlar aras›nda önemli farklar vard›r kuflkusuz. O dönemde uluslararas› iliflkileri flekillendiren aktörlerle bugünkü aktörler aras›nda önemli bir güç kaymas› olmufltur. O dönemin belirleyici aktörleri art›k geri s›ralara düflmüfltür. Bunlar›n yerini eskiden geri s›ralarda olanlar alm›fl ve bugün uluslararas› iliflkilerin çekim merkezi durumuna gelmifltir. Örne¤in uluslararas› iliflkilerin neredeyse tek merkezi durumuna gelen ABD, o dönem uluslararas› iliflkilerde etkisini henüz hissetirmeye bafllam›flt›. Yine o y›llar sadece denizde ve karada yaflanan silahlanma ve savafllar bugün art›k uzay› da kapsam›fl bulunuyor. Luxemburg’un eserlerine s›rf tarihsel aç›dan yaklaflsak bile bize bugün bu alanda yaflan›lanlar› anlamam›z› kolaylaflt›racakt›r. Çükü bize 20. yüzy›l›n bafllar›nda uluslararas› iliflkilerin bir panoramas›n› ve bu iliflkilere hakim olan dengelerin ve dinamiklerin çok iyi bir elefltirel anlat›s›n› sunuyor. Böylece 20. yüzy›l›n bafllar›nda uluslararas› iliflkilere hakim olan dengeler ve dinamiklerle bugün 21. yüzy›l›n bafllar›nda uluslararas› iliflkilere hakim olan dengeler ve dinamikler aras›nda bir karfl›laflt›rma yapma olana¤› sunuyor. Bu nedenle Luxemburg’un yaz›lar›na ve konuflmalar›na s›rf tarihsel aç›dan bile yaklaflsak son derece ö¤reticidir. Yukar›da da iflaret etti¤im gibi, Luxemburg’un eserleri bize sadece bugünü geçmiflle karfl›laflt›rarak anlama olana¤› sunmuyor. Eserlerinde gelifltirmifl oldu¤u yöntem ve kuramsal ilkelerle, art›k genel olarak emperyalizm ça¤› olarak adland›r›lan ça¤›m›z›n sorunlar›n› ve dinamiklerini analiz etmemize de katk›da bulunuyor. Çünkü Luxemburg emperyalizmin uluslararas› iliflkiler bak›m›ndan ne anlama geldi¤ine dair köklü bir analiz sunmaya ve bundan hem pratik politik, hem de kuramsal sonuçlar ç›karmaya çal›flan ilk düflünürlerden birisidir. Bu çal›flmas› daha sonra bu konuda yap›lan bir çok çal›flmaya ç›k›fl noktas› olmufltur. Bundan dolay› uluslararas› iliflkilerin pratik ve kuramsal sorunlar› üzerine yeniden düflünürken bu analiz ve kuramsal denemeleri gerçeklefltiren en önemli düflünürlerden birisi olan, ne yaz›k ki Marxist çevrelerde yürütülen tart›flmalarda bile ihmal edilen Luxemburg’a da dönülmesi gerekiyor.

51


52

Do¤an Göçmen

2 “Hakem sözleflmeleri” kavram› bugün Almanya’da medeni hukuk çerçevesinde kullan›lan “Schiedsvertrag” kavram›n›n ço¤ul hali olan “Schiedsverträge”nin çevirisidir. Anlafl›ld›¤› kadar›yla bu kavram›n tam bir Türkçe karfl›l›¤› yoktur. Karl Steuerwald bu kavramla do¤rudan iliflkili olan Almanca “Schiedsgericht” kavram›n› Türkçe’ye “hakem mahkemesi” olarak çeviriyor. Ben bu çeviriden yola ç›karak “Schiedsvertrag” kavram›n› Türkçe’ye “hakem sözleflmesi” olarak çeviriyorum. Taraflar aras›ndaki bir sorunu çözmek üzere “hakem mahkemesi” kurmak için imzalanan sözleflmeyi tan›mlamak için kullan›l›yor. Anlafl›ld›¤› kadar›yla ilk olarak sosyalist hareket içinde kullan›l›p tart›fl›lm›fl olan bu kavram, bugün art›k yeni kurumcular taraf›ndan kullan›l›yor. Luxemburg “hakem sözleflmeleri” kuram›n› afla¤›da ele ald›¤›m›z bir yaz›s›nda tart›fl›yor.

Yaz›n›n amac›, Luxemburg’un uluslararas› siyaset kuram› üzerine gelifltirmifl oldu¤u düflünceleri düflünsel-tarihsel arka plan›yla ele almakt›r. Luxemburg’un düflünceleri son derece güncel oldu¤u için, okur bu düflünceleri bugün yürütülen tart›flmalar›n ›fl›¤›nda de¤erlendirme olana¤›na sahip. Örne¤in pozitivist gerçekçilik üzerine gelifltirmifl oldu¤u elefltiri bugün ABD’de “yeni tutucular” olarak adland›r›lan Beyaz Saray›n “flahin” ideologlar›yla karfl›laflt›r›labilir. Ayn› flekilde “globalleflme karfl›t›” hareket içinde yayg›n olan “adil vergilendirme” gibi ahlakç› slogan ve düflünceler Luxemburg’un bu konu hakk›nda yazd›klar› aç›s›ndan da de¤erlendirilebilir.

I. Uluslararas› ‹liflkiler ve Sözleflmecilik Kuram› Sözleflme kuramc›lar› önerdikleri sözleflmeye geçerlilik kazand›rmak için sözleflmeyi bütün zamanlar için geçerli, herkes taraf›ndan kabul gören baz› ahlaki ön kabüllerden ve konsensus flart›ndan hareket etmek zorundad›r. Oysa günümüzde ç›kar çeliflkilerinin ve çat›flmalar›n›n yafland›¤› toplumda herkes taraf›ndan kabul gören ahlaki kurallar ve konsensus flart›n›n toplumsal temeli olmad›¤› için, sözleflmeciler topluma hakim olan çeliflkileri ve çat›flmalar› bir tak›m idealist soyutlama yöntemiyle aflmaya çal›fl›yor. Örne¤in iki farkl› liberal gelenekten gelen yeni kurumculuk ve benim ahlakç›l›k ve sözleflmecilik olarak tan›mlad›¤›m Kantç› liberal ak›m, birbirinden oldukça farkl› ahlaki ilkelerden hareket etseler de, özel mülkiyet ve pazar iliflkileri temelinde farkl› ekonomik politikalar savunsalar da, uluslararas› iliflkilerin yeniden düzenlenmesi için önerdikleri araç konusunda ayn› noktada bulufluyorlar: idealist konstrüktivist yöntemlerle ulafl›lm›fl, bütün zamanlar için geçerli oldu¤u düflünülen bir sözleflme. Yeni kurumculu¤a göre devletlerin toplumsal yaflam›n bütün alanlar›ndan ellerini ve ayaklar›n› çektikleri, sadece ekonomik kurumlar›n, yani tekellerin etkin oldu¤u, ahlaki bak›mdan yararc›l›k ilkesinin mutlak hüküm sürdü¤ü bir dünyada “hakem sözleflmeleri”2 dünya bar›fl›n› güvence alt›na almal›d›r. Kant’›n deontolojik ahlak ilkesinden haraket eden ahlakç› ve sözleflmeci gelene¤e göre ise özel mülkiyet kurumuna ve pazar iliflkilerine dokunmamak kofluluyla devlet pazarlar›n sa¤layamayaca¤› “sosyal adaleti” gerçeklefltimek için ekonomik alana müdahale etmelidir. Bu durumda dünya bar›fl›n› sa¤layacak olan sözleflmeler ekonomik kurumlar taraf›ndan de¤il, John Rawls’a göre halklar taraf›ndan (2000: 23-30), Otfried Höffe’ye göre ise devletler taraf›ndan


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

imzalanmal›d›r (2002: 308-314). Burada ne yeni kurumculu¤un, ne de Höffe ve Rawls’un önerdi¤i sözleflme kuramlar›n›n ayr›nt›lar›na girmemize olanak var. Sözleflme kuram› nas›l gerekçelendirilmifl olursa olsun, hangi ahlaki ilkelerden, ekonomik ve politik düflüncelerden haraket edilirse edilsin, burada önemli olan, bütün sözleflmeci ak›mlar›n eninde sonunda toplumsal koflullar›, rekabetleri ve çat›flmalar›, k›sacas› konsensus ilkesini temel edinmek zorunda olan sözleflmelerin arkas›nda sakl› olan iktidar iliflkilerini bir tak›m düflünsel yöntemlerle aflmak istemeleridir. Luxemburg, sözleflmecili¤e yönelik esasl› bir elefltiri formüle ediyor. Bu elefltirisini Avrupa düflünce tarihinde ta Heraklitos’a kadar varan ve meta analizine kadar indirgenebilecek derin bir gelene¤e ve bilimsel analizlere dayanarak formüle ediyor. Bu elefltirinin arka plan›n›n anlafl›lmas› için buraya k›saca aktaral›m: Devlet gibi toplumsal politik kurumlar›n ortaya ç›kmas›nda, savafl ve bar›fl›n ilan edilmesinde sözleflmenin önemli bir rol oynamad›¤›n› 18. yüzy›lda David Hume, Adam Smith ve Adam Ferguson tarihsel ve sosyolojik olarak gerekçelendirmifllerdi. Bundan baflka Montesquieu ve Hegel taraf›ndan da bu konuya iliflkin benzer düflünceler formüle edilmiflti. Luxemburg’un sözleflmecili¤e yönelik elefltirisini formüle ederken bütün bu gelene¤i ne oranda göz önünde bulundurdu¤unu kestirmek mümkün de¤il. Ama elefltirisini formüle ederken eserlerini çok yak›ndan tan›d›¤› ve bu gelene¤in en modern temsilcileri olan Adam Smith ve Karl Marx’a dayand›¤›n› kesin olarak söyleyebiliriz. Sözleflmecili¤e yönelik temel elefltirisini formüle ederken, Luxemburg en az iki temel düflünceden hareket ediyor. Birinci düflünce Marx ve Engels taraf›ndan dile getirilmifltir. Bu düflünceye göre bir hukuksal iliflki biçimi olan sözleflme tam olarak meta üretimine dayal› bir toplumda geçerlilik kazanabilir (Wesel, 1990: 716-719). ‹kinci düflünce Thomas Hobbes’dan esinlenen ama ayn› zamanda onun iktidar iliflkilerine mekanikçi yaklafl›m›n› da elefltiren Adam Smith taraf›ndan formüle edilmiflti. Bu düflünceya göre pazar iliflkileri, sözleflmecilik temelinde biçimsel eflitli¤e dayal› iliflkileri flart koflsa da, kaç›n›lmaz olarak iktidar iliflkileridir. Bundan dolay› Smith pazar iliflkilerini analiz ederken hükmetme (command), de¤iflim gücü (power of exchanging) ve herkesin bu hükmetme veya de¤iflim gücüne göre zengin veya yoksul oldu¤undan bahsetmektedir (1981: 47, 31, 47). Bu tür tarihsel saptamalar› genel saptamalar olmaktan kurturmak için Marx kendi analizleriyle derinlefltirmifl ve bilimsel olarak temellendirmifltir:

53


54

Do¤an Göçmen

Böylece, bir sözleflmede ifadesini bulan bu hukuksal iliflki, bu sözleflme, geliflmifl bir yasal sistemin bir parças› olsun ya da olmas›n, iki irade aras›ndaki bir iliflkidir ve bu haliyle iki insan aras›ndaki, gerçek ekonomik iliflkinin yans›mas›ndan baflka bir fley de¤ildir. (1986: 100)

Marx bu ekonomik iliflkiyi de¤iflik düzeylerde analiz etmifltir. Meta analizinde asl›nda ihtiyaçlar› gidermek için kullan›m de¤eri üreten eme¤in kapitalist toplum koflullar›nda öncellikle de¤iflim de¤eri de üreten bir etkinli¤e dönüfltü¤ü sonucuna ulafl›yor. Bu üretken etkinli¤in, yani eme¤in üretkenli¤inin artmas›na kullan›m de¤eri aç›s›ndan bakt›¤›m›zda toplumun zenginleflti¤ini görürüz. Çünkü örne¤in bir ceketle ancak bir insan› giyindirebiliriz, iki ceket ile iki insan›. Ama konuya de¤iflim de¤eri aç›s›ndan bakt›¤›m›zda toplumun yoksullaflt›¤›n› saptamak durumunda kal›r›z. Çünkü eme¤in üretkenlik gücünün artmas› sonucu iki ceket üretilebildi¤i için, ceketin de¤iflim de¤eri yar›yar›ya düflmüfltür (1986: 60-61). Marx metan›n kullan›m de¤eriyle de¤iflim de¤eri aras›ndaki bu çeliflkili durumu daha üst kategorilerde inceledi¤inde uluslararas› iliflkiler aç›s›ndan baz› sonuçlar ç›karabilice¤imiz saptamalara varm›flt›r. Luxemburg’un arka plan› aç›s›ndan ö¤retici olan saptamalar›ndan birisinde Marx, ilk olarak 1939 y›l›nda Moskova’da yay›nlanan Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie’nin bir yerinde meta, para ve uluslararas› iliflkiler aras›nda bütünlüklü diyalektik bir ba¤ kuruyor. Kuflkusuz Grundrisse Luxemburg’un 1919 y›l›nda öldürülmesinden sonra yay›nlanm›flt›r. Bundan dolay› okumufl olmas› mümkün de¤il. Ama Marx benzer düflünceleri Luxemburg’un yaflad›¤› dönemde yay›nlanm›fl olan eserlerinde ayn› çarp›c›l›kta olmasa da de¤iflik biçimlerde dile getirmifltir. Örne¤in Das Kapital’in birinci bölümünde sunmufl oldu¤u meta analizinden bile benzer sonuçlar ç›karmak mümkündür. Ne diyor Marx Grundrisse’de? Para en sabit biçimiyle bir metad›r ve bir fley olarak di¤erlerinden de¤iflim de¤erini daha mükemmel bir flekilde ifade etti¤i için ayr›lmaktad›r, özellikle bundan dolay› sikke olarak kendi iç de¤erini saptayan de¤iflim de¤erini kaybediyor ve sadece kullan›m de¤erine dönüflüyor - bu kullan›m de¤eri metalar›n fiyatlar›n› vs. saptamak amac›n› gütse bile. Bu belirlemeler daha dolays›z olarak biraraya geliyorlar ama ayn› zamanda daha dolays›z olarak birbirlerinden kopuyorlar. Bu belirlemelerin kendi bafllar›na birbirlerine karfl› olumlu davranmalar› durumunda, tüketimin nesnesi durumuna gelen metalarda oldu¤u gibi, ekonomik sürecin


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

parças› olmaktan ç›k›yor; parada oldu¤u gibi olumsuz olmas› durumunda ç›lg›nl›¤a dönüflüyor; ama ekonominin bir parças› olarak halklar›n pratik yaflam›n› belirleyen (bir -DG) ç›lg›nl›k... bu (1974: 179-180). Sözleflmecilik kuram›na yönelik elefltirisini formüle ederken Luxemburg’un bütün çabas›, sözleflme kuramc›lar›n›n görmedi¤i veya gözard› etti¤i veya s›rf idealist yöntemlerle aflmaya çal›flt›¤› ama sözleflmelerin temelini oluflturan ahlaki ön kabülleri ve konsensus flart›n› tersine çeviren çeliflkili ontolojik bir alt yap›n›n oldu¤unu göstermektir. Örne¤in Bar›fl ve Hakem Sözleflmeleri (Friede und Schiedsverträge) bafll›kl› yaz›s›nda bu konuya iliflkin elefltirisini flöyle formüle ediyor: “... gelece¤in bar›fl› ne bir ka¤›t parças›yla güvence alt›na al›nabilir, ne de ‘iyi istek’ ve kapitalist diplomatlar›n hukukçu ‘ahlak›yla’. Bu ka¤›t parças› uluslararas› hukukun en güzel cümleleriyle ve hakem sözleflmeleriyle yaz›l› olsa bile. Herhangi bir emperyalist eflkiya çetesinin istemesi durumunda her an kurflunlanarak atefle at›labilecek ve duman ve alevler içinde uçup yok olabilecek bir ka¤›t parças›yla” güvence alt›na al›namaz bu bar›fl (1990d: 229). Tabi bu elefltiriyi formüle etmekle sözleflmelerin varl›¤›n› reddetmifl olmuyor Luxemburg. Sözleflmeler mümkündür ve bunlardan y›¤›nla vard›r. Ayr›ca kapitalist-emperyalist ça¤da uluslararas› çat›flmalar›n çözülmesi konusunda bunlar›n belli bir ifllevi de vard›r. Bunu gözard› etmek, gerçekli¤i görmemek anlam›na gelir. Ama sözleflmeler tek paradigmas› yay›lmac›l›k olan kapitalist hükümetlerin araçlar›d›r; arkalar›nda çok yönlü, ontolojik bak›mdan yüklü maddi ç›karlar ve güçler sakl›d›r. Sözleflmeler bar›fl› güvence alt›na al›yormufl gibi gözüktükleri durumlarda bile bu bar›fl söz konusu sözleflmeler imzalanmadan da mümkün olabilir. Çünkü sözleflmeler sadece o anki iktidar iliflkilerini dile getirmektedirler. Luxemburg’a göre sorun, bunlar›n varl›¤› veya oynad›klar› rolü reddetmek sorunu de¤ildir. Ona göre sorun, bu ak›mlar›n sözleflmeleri gerçek bar›fl mücadelesinin yerine geçirmesidir (1990d: 228). Uluslararas› iliflkilerde yaflanan sorunlar› ve çat›flmalar› ontolojik alt yap›s›ndan kopar›p ideolojik alana s›k›flt›rmalar›d›r. Ama sözleflmelerin temelini oluflturan güç dengeleri de¤iflti¤i andan itibaren imzalanm›fl olan sözleflmelerin, yap›lm›fl olan anlaflmalar›n temelleri de ortadan kalkm›fl oluyor. Bu durumda imzalanan sözleflmelerin veya yap›lan anlaflmalar›n geçerlili¤i de sorgulan›r do¤al olarak. Bernstein’e karfl› kaleme ald›¤› Küçük Burjuva m›, Proleter Dünya Politikas› m›? (Kleinbür-

55


56

Do¤an Göçmen

gerliche oder proletarische Weltpolitik) bafll›kl› yaz›s›n›n, Heraklitos’un ›rmak örne¤ini and›ran bir yerinde flöyle diyor Luxemburg: fiimdiye kadar ihlal edilmemifl emperyalist karakterli tek bir uluslararas› devlet sözleflmesi var m›d›r? Sadece uluslararas› koflullar›n sürekli bir ak›m halinde oldu¤unu, de¤iflimin, oluflumun ve yok oluflun, geliflimin ve hareketin bu alanda da yasa oldu¤unu bilmeyenler kapitalist devletler aras›ndaki sözleflmelerin de¤iflmezli¤ine ve dokunulmazl›¤›na inanabilir. (1990c: 29)

Toplumsal iliflkilere hakim olan ve meta iliflkilerinden kaynaklanan çeliflki ve “ç›lg›nl›k”, toplumsal iliflkileri düzenleyen bir araç ve kurum olarak sözleflmeleri hem zorunlu hale getiriyor, hem de anlams›z k›l›yor. Çeliflkilerin ve dolay›s›yla ç›lg›nl›¤›n hüküm sürdü¤ü bir toplumda sözleflmelerin zorunlu olmas›, karfl›l›kl› güven iliflkilerinin olmamas›ndan kaynaklan›yor. Çünkü güvensizli¤in hakim oldu¤u bir toplumda sözleflme bir güvence olarak görülmektedir. Ama ayn› durum sözleflmeleri anlams›z k›l›yor. ‹çinde çeliflkilerin ve ç›lg›nl›¤›n hüküm sürdü¤ü bir toplum, gerek kendi içinde, gerekse di¤er halklar veya uluslarla iliflkisinde ak›lc› ve konsensüsçü ahlaki ilkelere dayal› ne kadar sözleflme yaparsa yaps›n, böyle bir toplum, kendi içindeki çeliflkilerin ve ç›lg›nl›¤›n kayna¤›n› kurutmad›¤› sürece, yapm›fl oldu¤u sözleflmelerin gereklerini ve yükümlülüklerini ne içte, ne de d›flta tam olarak yerine getirebilir. Bunun sonucu ba¤›ms›zm›fl gibi gözüken üçüncü bir kuruma, devlete ihtiyaç vard›r. Yani devlet toplumsal iliflkilere hakim olan çeliflki ve ç›lg›nl›¤›n politik olarak en yo¤un bir biçimde d›fla vurumundan baflka bir fley de¤ildir. Böylece uluslararas› iliflkilerin temel aktörü olan devletlerin ak›lc› temellere dayal› sözleflme yapmas› ve bunun gereklerini yerine getirmesi mümkün de¤ildir. Yani Luxemburg’a göre iç ve d›fl iliflkiler aras›nda diyalektik bir bütünlük vard›r. Bundan dolay› flöyle diyor 20. yüzy›l›n bafllar›nda yaflanan uluslar aras› sömürgeci çat›flmalar› kastederek: “Bu, uluslar aras›nda dünya politikas› çerçevesinde yaflanan geliflmeler kapitalizmin iç geliflmelerinin sadece öbür yüzünden baflka bir fley de¤ildir, sosyalist devrim amac›m›z bu iç geliflmelere dayanmaktad›r” (1990c: 29). Sosyalist bir devrim sonucu iç bar›fl›n sa¤lanmas› durumunda hem içte, hem de d›flta güvene dayal› iliflkiler kurulabilecektir. Bu durumda toplumsal iliflkilere hakim olan çeliflkilerin, ç›lg›nl›¤›n ve güvensizli¤in sonucu olan ne sözleflmelere, ne de bunlara geçerlilik kazand›ran politik ve hukuksal toplumsal kurumlara ihtiyaç kalacakt›r.


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

II. Uluslararas› ‹liflkiler ve Ahlakç›l›k Luxemburg’un yukar›da aktard›¤›m›z, sözleflmecili¤e yönelik formüle etti¤i temel elefltirisi baflka bir aç›dan ve de¤iflik bir anlamda uluslararas› siyaset kuram›n›n temeli olarak sunulan ahlakç›l›k için de geçerlidir. Sözleflmecili¤e yönelik elefltirisinde oldu¤u gibi, Luxemburg ahlakç›l›¤a yönelik elefltirisinde de asl›nda köken bak›m›ndan, bildi¤im kadar›yla ilk olarak klasik-liberal düflünürlerden Kant taraf›ndan kullan›lan ama liberalizmin bugün bütün ak›mlar› taraf›ndan unutulmufl olan bir ilkeden hareket ediyor. Bu ilkeye göre toplumlar›n iç iliflkileriyle d›fl iliflkileri aras›nda ayr›lmaz diyalektik bir ba¤ vard›r. Yani d›fl iliflkiler iç iliflkilerin bir aynas›d›r bir anlamda. Kant ve Luxemburg uluslararas› iliflkilere yaklafl›rken ayn› ilkeden hareket etseler de, hem bu ilkenin uygulanmas›nda çok farkl› bir yol izliyorlar, hem de oldukça de¤iflik sonuçlara ulafl›yorlar. Kant, bu ilkeyi kendisini uluslararas› siyaset kuram› çerçevesinde yaflanan tart›flmalar›nda önemli k›lan ve 1795 y›l›nda yay›nlanan Ebedi Bar›fla Do¤ru. Bir Felsefi Tasar› (Zum ewigen Frieden. Ein philosophischer Entwurf) adl› çal›flmas›nda formüle etmiflti. Bar›fl› felsefi bir proje olarak tart›flt›¤› ve bar›fl ütopyalar› bak›m›ndan neredeyse bir köfletafl› oluflturan bu felsefi tasar›s›nda, Kant, naïve de olsa, iç bar›fl ile d›fl bar›fl aras›nda diyalektik bir ba¤ kuruyor. Bu ilkeye göre kendi içinde “ebedi bar›fl›” sa¤layamam›fl olan bir toplumun di¤er toplumlarla iliflkilerinde bar›flç›l olmas› mümkün de¤ildir. Ama Kant bu tarihsel devrimci düflüncesinin sonuçlar›n› tam olarak kestiremiyor gibi gözüküyor. Çünkü iç ve d›fl bar›fl aras›nda diyalektik bir ba¤ kurmak, yani uluslararas› bar›fl›n güvence alt›na al›nmas› için toplumlar›n kendi içlerinde “ebedi bar›fl›” kurmalar› gerekti¤ini ileri sürmek, iç savafllar›n kayna¤›n› saptamak ve kurutmak gerekti¤i anlam›na gelir. Örne¤in merkantilist kategorilerde olsa da “en güvenilir savafl arac›” olarak saptad›¤› ekonomik iliflkilerin ve çeliflkilerin köklü bir analiziyle ilgilenmesi gerekir (1993: 198). Oysa Kant’›n, kuflkusuz büyük bir ideal olan “ebedi bar›fl” tasar›s›nda bu konuda birkaç genel saptamadan baflka bir fley bulunmamaktad›r. Gerçekli¤in neden böyle oldu¤unu ve içinde bulunulan koflullarda baflka türlü olamayaca¤›n› elefltirel bir gözle aç›klamak yerine, sözleflmecilik ve biçimci-deontolojik bir ahlak kuram›na dayanarak, yani gerçekli¤in üzerinden düflünsel olarak atlayarak, gerçekli¤in nas›l olmas› gerekti¤i konusunda baz› genel biçimsel ilkeler sapt›yor. Bunlar›n gerçeklefltirilmesi-

57


58

Do¤an Göçmen

ni de ahlaka dayal› kurumlar olmad›¤›n› kendisinin de kabul etti¤i devletlerden bekliyor. Luxemburg ayn› ilkeden hareket ediyor ama Kant’tan çok farkl› bir sonuca ulafl›yor. Luxemburg’a göre ahlak›n uluslararas› iliflkilere temel oluflturabilmesi için, toplumlar›n kendi içinde ahlak› geçerli k›lacak bir flekilde düzenlenmifl olmas› gerekir. Bilindi¤i üzere ahlak her fleyden önce manevi de¤erler ve bunlara dayanarak ulafl›lan, insanlar›n birbirleriyle olan günlük iliflkileriyle bile dolays›z ba¤lant›s› olan de¤er yarg›lar›yla ilgilidir. Bu de¤er yarg›lar›n›n birbiriyle az çok uyum içerisinde olabilmesi için, ahlaki de¤erlerin genel geçerlilik kazanm›fl olmas› gerekir. Ama Luxemburg’a göre s›n›fl› toplumlarda genel geçerlilik kazanm›fl olan ahlaki de¤erlerden bahsetmek mümkün de¤ildir. Luxemburg ahlakç›l›¤a yönelik bu köklü elefltirisini formüle ederken, Marx ve Engels’in bu konuda gelifltirdikleri tarihsel ontolojik elefltiriden yola ç›k›yor. Bu elefltiriye göre ahlaki de¤erlerin içsel olarak gerekçelendirilmesi mümkün de¤ildir. E¤er bu mümkün de¤ilse, yani bu de¤erleri gerekçelendirmek için ahlak d›fl› kategorilere baflvurmak gerekiyorsa, herfleyden önce ahlaki de¤erlere temel oluflturan fleyin ne oldu¤unu saptamak gerekir. Marx ve Engels, geleneksel ahlak kuramc›lar›ndan farkl› olarak, ahlaki de¤erlerin kayna¤›n› ne tanr›da, ne ak›lda, ne de bütün zamanlar için tan›mlanm›fl olan insan›n “do¤as›nda” ar›yorlar. Onlara göre sadece ahlaki de¤erlerin de¤il, di¤er bütün duygusal ve düflünsel manevi de¤erlerin kayna¤›n› da tarihsel olarak flekillenen üretken eme¤in genel ve özel biçiminde, dolay›s›yla insanlar›n maddi iliflkilerinde aramak gerekir. Ahlaki de¤erleri tarihsel ontolojik temele yerlefltiren bu saptamadan yola ç›kt›¤›m›zda, insanlar›n, toplumlar›n ve devletlerin birbirleriyle olan iliflkilerinin temelini oluflturdu¤u iddia edilen ahlak›n ne durumda oldu¤una, yani insanlar›n maddi iliflkilerinin tümünü kapsayan üretim iliflkilerine bakmak gerekir. Konunun çerçevesi bak›m›ndan burada ne Marx ve Engels’in, ne Luxemburg’un de¤iflik eserlerinde gelifltirdikleri s›n›f kuram›n›, ne de Smith’den beri geliflen ve yukar›ya k›saca aktard›¤›m›z pazar iliflkilerinin elefltirisini yeniden sergilemeye gerek var. Burada flunu belirtmekle yetinelim: Luxemburg’a göre di¤er bütün duygusal ve düflünsel de¤erlerin durumunda oldu¤u gibi, ahlaki de¤erlerin kayna¤› da herfleyden önce insanlar›n içinde bulundu¤u maddi koflullard›r. Ekonomik koflullar› birbirine tamamiyle z›t ç›karlar› olan s›n›flar›n bulundu¤u kapitalist toplum-


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

da, her s›n›f›n kendisine özgü de¤er ve karar yarg›lar›n›n olmas›ndan daha do¤al bir fley olamaz. Toplumlar›n s›n›flara ayr›lm›fl oldu¤u kapitalist ça¤da, hele özellikle bunun emperyalist aflamas›nda genel ahlak› de¤erlerin geçerli olmas› mümkün de¤ildir. ‹nsanlar›n ve toplumlar›n birbiriyle olan iliflkilerinde tek geçerli kural›n ç›karc›l›k ve yararc›l›k oldu¤u, toplumlar›n kendi içlerinde s›n›flara ayr›ld›¤›, s›n›f kavgalar›n›n ve çat›flmalar›n›n yafland›¤› bir ça¤da ne iç, ne de d›fl iliflkilerde ahlak›n bu sorunlar›n çözümüne temel oluflturmas› mümkündür. Asl›nda bu düflünce köken bak›m›ndan ne Luxemburg’a, ne de ondan önce Komünist Manifesto’da, Alman ‹deolojisi’nde ve Anti-Dühring’de ahlakç›l›¤a yönelik gelifltirdikleri tarihsel ontolojik elefltirilerinde benzer düflünceleri dile getiren Marx ve Engels’e aittir. Bugün liberalizmin bütün ak›mlar› taraf›ndan üzerinde durulmaya gerek bile görülmeyen bu düflünce klasik liberal düflünür olan Smith taraf›ndan önce 1759 y›l›nda yay›nlanan Etik Duygular Kuram› (The Theory of Moral Sentiments) ve daha sonra 1776 y›l›nda yay›nlanan ve k›saca Uluslar›n Zenginli¤i olarak an›lan An ‹nquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations adl› eserinde formüle edilmifltir (1984: 61-66; 1981: 794). Bir anlamda Kant’›n ahlak kuram› da dahil olmak üzere bütün idealist ahlak kuramlar›n›n bir elefltirisi olarak okunabilecek bu düflüncesine göre, ahlaki de¤erlerin çürümesinin, yani ahlak›n bütün toplum çap›nda geçersizleflmesinin en temel nedeni toplumda s›n›flar›n olmas›d›r. Örne¤in Hans Küng’ün uluslararas› siyaseti yönlendirmek için önermifl oldu¤u sorumluluk ve baflar› ahlak›n› ele alal›m. Küng, Hans Johnas’a ve Max Weber’e dayanarak bir sorumluluk ve baflar› ahlak› gelifltirebilece¤ini düflünüyor ve bunun uluslararas› siyasete temel de¤il ama yön verici olmas›n› istiyor. Küng, önermifl oldu¤u sorumluluk ve baflar› ahlak›n› “ahlaks›z gerçekçi” ve s›rf “ahlakç› ideal” politikaya karfl› öneriyor. Yani Küng “ahlaks›z gerçekçili¤i” ahlaka döndürmeye çal›fl›rken, s›rf zihniyet ahlak›ndan hareket eden “ideal politikay›” da gerçe¤e döndermeye çal›fl›yor (2003: 23-25). Bizim burada konumuz, Küng’ün çok farkl› ilkelerden hareket eden Johnas ve Weber aras›nda baflar›s›zl›kla sonuçlanaca¤› bafltan bilinen sentez önerisi de¤il. Bizi burada ilgilendiren Küng’ün zihniyet ve baflar› ahlak› aras›na sokmufl oldu¤u ikilem de de¤il. Bizi burada ilgilendiren, Küng’ün önermifl oldu¤u sorumluluk ve baflar› ahlak›n›n toplumun s›n›fl› yap›s›yla karfl›lafl›nca paramparça olmas›d›r.

59


60

Do¤an Göçmen

Çünkü her toplumsal s›n›f sorumluluk ve baflar› kriter(ler)ini kendi ç›kar ve amaçlar›na göre sapt›yor. Örne¤in Luxemburg’u ve Alman tekelci kapitalistlerinin ideologlar›ndan Hans-Olaf Henkel’in önermifl olduklar› baflar› ahlaklar›n› ele alal›m. Küng’ün ahlak kuram›n› tan›mlamak için seçmifl oldu¤u sorumluluk ve baflar› kavramlar›n› duyar duymaz Luxemburg’un ve Henkel’in içinde çok farkl› ahlaki duygu ve düflünceler uyan›yor. Henkel, ahlakç› ilkelerden yola ç›karak kapitalist küreselleflmeyi ve yoksulluk-zenginlik aras›ndaki uçurumu elefltiren bütün ahlak kuramlar›na karfl› kendi özgürlük ve baflar› ahlak›n› öneriyor. “Bu yeni ahlak birisinin ne kadar mülke, ne kadar iktidara sahip oldu¤unu, yoksul mu zengin mi, erkek mi kad›n m›, birinci dünya yurttafl› m› üçüncü dünya yurttafl› m› oldu¤unu sormuyor. Varolmak ve sahip olmak onun için karar verici kriter de¤ildir. Onun için her insan, her iyi düflünce, her yararl› ve orjinal ürün özel hakk›n biricik özüdür” (2002: 10). Henkel her fleyi özel mülkiyete indirgeyen bu hak kavram›ndan yola ç›karark Luxemburg’un çürümüfl burjuva toplumunun de¤erleri olarak tan›mlad›¤› “kal›nkafal›l›k”, “egoizm” ve “yiyicilik” (Luxemburg, 1990d: 443) gibi de¤erlerin s›n›rs›z hüküm sürdü¤ü bir dünya yaratmak istiyor. Metan›n özgürce dolaflt›¤›, s›n›rs›z rekabetin oldu¤u bu dünyada, dürüstlük ve “zay›fla” dayan›flma olmamal›d›r, rekabeti kazanm›fl olan “güçlüyle” dayan›flma gösterilmelidir Henkel’e göre. Çünkü güçlü olan daha fazla de¤er yaratmaktad›r ve bu gücüne göre de hakk› ve özgürlü¤ü olmal›d›r (2002: 242243). Henkel’in sorumluluk ve baflar› duygusu, bu orman yasas›n›n hüküm sürdü¤ü bir dünyay› yaratmakla ilgilidir. Buna karfl› Luxemburg için sorumlulu¤un ve baflar›n›n kriteri, kapitalist üretim sürecinin ölü makinalara çevirdi¤i iflçileri bu sürecin düflünen, özgür, kendi bafl›na yöneten özneleri haline getirmekle ilgilidir. ‹flçilerin ölü makina ve soyut birey olmaktan kurtulup, toplumsal mülkiyetin tek sahibi olan toplumun etkin üyeleri olarak sorumluluk ve dayan›flma duygular›n› gelifltirebilmeleri gerekmektedir. Kapitalistin kamç›s› ve dehlemesi olmadan çal›flkan; tahakküm düzeninin boyunduru¤u olmadan disiplinli olmas›n› ö¤renmelidir. Sosyalist toplumun ahlaki temelini gerçek dayan›flma ruhuyla donanm›fl yurttafll›k, herkese ihtiyaçlar›n› en iyi flekilde giderebilmesi için herkesin var gücüyle seferber oldu¤u toplumsal bir sorumluluk ve dürüstlük duygusu oluflturuyor (1990d: 443). ‹flçi s›n›f›n›n sorumluluk duygusu bu sosyalist dünyay› yaratmakla ilgilidir ve bu amac›na yaklaflt›¤› oranda baflar›l›d›r.


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

Ama iflçi s›n›f›n›n bunu gerçeklefltirmesi için, tek hukuku “kâr”, tek dili “k›l›ç” (bugün art›k bomba) ve tek arac› “fliddet” olan emperyalizmi alafla¤› etmesi gerekmektedir (1990d: 416). Bu görev sona erdirilmedi¤i sürece genel olarak geçerli toplumsal ahlaktan bahsetmek mümkün de¤ildir. S›n›fl› burjuva toplumunda Eduard Bernstein’›n iddia etti¤i gibi soyut genel bilim ve ahlak›n olmas› mümkün de¤ildir. Böyle bir toplumda ancak “parti bilimi”, “s›n›f bilimi” ve “s›n›f ahlak›” olabilir. Luxemburg’un Bernstein’a karfl› söylediklerini Küng’ün önermifl oldu¤u genel sorumluluk ve baflar› ahlak›na uyarlayacak olursak: Luxemburg ve Henkel, her ikisi de Küng’ü s›n›f bilimini ve ahlak›n› tan›mamakla suçluyor. Henkel, Küng’ün “ahlaks›z gerçekçilik” olarak tan›mlad›¤› ilkeden yola ç›karak “özgürlük ve baflar›” ahlak› çerçevesinde sermayenin keyfi özgürlü¤ünü gerekçelendirmeye çal›fl›rken, Luxemburg, Küng’ün önermifl oldu¤u genel ahlaki ilkelere göre davranabilmek için, önce bunun toplumsal temellerinin yarat›lmas› gerekti¤ine iflaret ediyor. Sorun, uluslararas› iliflkilerin temel aktörleri olan ulusal devletler düzeyinde ele al›nd›¤›nda daha da karmafl›klafl›yor. Bunun kayna¤› s›n›f çat›flmalar›n›n yafland›¤› burjuva toplumunda devletlerin bu çat›flmalar karfl›s›nda tarafs›zm›fl gibi gözükmesinden kaynaklan›yor. Oysa s›n›f çat›flmalar›n›n yafland›¤› toplumlarda ne devletin, ne de di¤er kurumlar›n tarafs›z olmas› mümkündür. Uluslararas› sözleflmelerin “kutsal” ilan edilmesi de bu gerçe¤i de¤ifltirmemektedir Luxemburg‘a göre. Kuflkusuz, Eduard Bernstein (bugün kendi aç›m›zdan ekleyebiliriz) ve ayn› ilkelerden hareket edenler “her zaman için yeni çeliflkilerin ve çat›flmalar›n ç›k›fl noktas› olan uluslararas› diplomatik sözleflmeleri” kutsal ilan ederek, “kapitalist dünyay› ‘ahlaka’ döndürmeye” çal›flabilir. Ama bu durumda devletleri ahlaki temellere oturtup, devletlerin en az›ndan ilkesel bak›mdan ahlaki kurallara göre karar verip davranabileceklerini kabul etmifl olurlar. Oysa bu mümkün olmayan bir beklentidir. Çünkü devletler ahlaki kurumlar olmad›klar› gibi, olmalar› da mümkün de¤ildir. En geç 18. yüzy›ldan beri devletin kökeni ve do¤as› üzerine yap›lan araflt›rmalara göre devletler, insanlar aras›nda mülkiyet iliflklerinin oluflmas›, bunun sonucu toplumun tarihsel olarak s›n›flara ayr›lmas› ve bu s›n›flar aras›nda yaflanan ç›kar çat›flmalar›ndan dolay› ortaya ç›km›flt›r. Tarihte hep iktidarda bulunan s›n›flar›n ç›karlar›n› koruma ve gerçeklefltirme görevi görmüfltür devletler. Genellikle Marx’a at›f edilen ve belki de bundan dola-

61


62

Do¤an Göçmen

y› bugün bütün liberal ak›mlar›n gözard› etti¤i bu düflünceyi de yine klasik liberalizme borçluyuz. Örne¤in burada yine Adam Smith’i aktaral›m. 1762-63 akademik y›l›nda Glasgow Üniversitesi’nde verdi¤i dersinde flöyle diyor: mülkiyet iliflkilerini tan›mayan avc› toplumlarda kavgan›n ne oldu¤u bilinmez. As›l kavgalar ve ç›kar çat›flmalar› mülkiyet kurumunun ortaya ç›kmas›yla bafllar ve “bütün çat›flmalar›n büyük temeli” olan “mülkiyet onu (devleti,-DG) mutlaka zorunlu k›lar.” Ve daha sonra ekliyor Smith: Yasalar ve hükümet (veya devlet,-DG) bu ve asl›nda bütün durumlarda yoksullar› bast›rmak ve mallar›n eflitsiz da¤›l›m›n› güvence alt›na almak için zenginlerin birli¤i olarak görülebilir. Aksi taktirde bu eflitsizlik yoksullar›n sald›r›lar› sonucu y›k›labilir, e¤er hükümet (veya devlet,DG) yoksullar› engellemez ise bunlar aç›k fliddete baflvurarak k›sa zamanda zenginleri kendileriyle eflit düzeye indirebilirler. (1982: 208)

Görüldü¤ü gibi, Smith devletin kökenini ontolojik temellere kadar takip ediyor ve ifllevsel bir okumas›n› sunuyor bize. Smith’i burada aktarmam›z›n nedeni, devletin ifllevinin saptanmas› konusunda Smith’in eserlerinin Luxemburg için önemli bir yerinin olmas›d›r. Sadece kendi kufla¤› içinde de¤il, bugün bile Smith hakk›nda en genifl bilgiye sahip Marxist bir düflünür ve politikac›lardan birisi olan Luxemburg, bir yaz›s›nda Smith’in Uluslar›n Zenginli¤i adl› eserinde yapm›fl oldu¤u bir saptamas›ndan yola ç›karak devletin ifllevi konusunda Smith’in yukar›ya aktard›¤›m›z saptamas›na benzer bir saptamaya ulafl›yor (Smith, 1981: 84). Luxemburg, Smith veya Marx ve Engels gibi tarihsel araflt›rmalar yaparak ulaflm›yor bu sonuca. De¤iflik yaz›lar›nda kelimenin genifl anlam›nda sosyolojik bir yöntem olan tarihsel materyalizmi gelifltirmek ve gerekçelendirmek için tarihsel araflt›rmalar›n yap›lmas› gerekti¤ine iflaret ediyor. Ve yine de¤iflik yaz›lar›ndan ç›karabildi¤imiz kadar›yla bu konuda araflt›rmalar da yapm›flt›r. Ama devletin kaç›n›lmaz olarak iktidarda bulunan s›n›flar›n ç›karlar ve isteklerini koruyan ve gerçeklefltiren bir kurum oldu¤unu, Luxemburg örgütlenme hakk›n› inceleyerek gerekçelendiriyor. Örne¤in Çifte Standart (Zweierlei Maß) bafll›kl› yaz›s›nda “Devlet özgür sendikalara s›k›lm›fl yumru¤unu uzat›rken, kapitalist örgütlere yol açmak, bunlara yasal güvence sa¤lamak, bunlar› fl›mart›lm›fl bir çocuk gibi korumak ve kollamakla meflguldür” saptamas›nda bulunuyor (1990c: 430). Bu gözleminden yola ç›karak baflka bir ba¤lamda benzer saptamalarda bulunuyor Luxemburg:


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

Örgütlü kapitalist mülkiyetin çeteci el sanat›n›n üzerine yasall›¤›n günefli aç›yor, hükümet, imparatorluk parlamentosu, yerel parlamentolar, yerel meclisler önünde e¤iliyor, imparatorluk flansölyesinden, imparatorluk mahkemesine ve oradan dimdik duran korumac›ya ve taflral› jüri mahkemesine kadar bütün devlet ayg›t› gayretle emrinde bulunuyor (1990c: 433).

Bu gerçe¤i ve dolay›s›yla “asl›nda bütün devletlerin ahlakç› ilkelere göre davranmad›¤›n›” Kant ve Bernstein da biliyordu ve bugün Küng de biliyor. Ama bunun nedenini anlamaya ve aç›klamaya çal›flmak yerine, devletleri ahlakç› olmaya ça¤›r›yor bu tür ahlakç› düflünürler. Ne yaz›k ki bu, “yarars›z merhametsizlik” ve “birisinden hiç bir zaman ve hiç bir flekilde yerine getiremeyece¤i bir ifli yapmas›n› beklemek” anlam›na gelmektedir. Luxemburg’un Bernstein’a iliflkin söyledi¤ini genellefltirecek olursak: ahlakç›l›¤a göre “kapitalist emperyalizm ‘ahlakl›’ olmal›d›r. Bu, fuhufltan ‘ahlakç›’ olmas›n› beklemek demektir. Bu, Bernstein’›n emperyalizme karfl› sergilemifl oldu¤u toplumsal düflüncenin derinli¤ini gösteriyor ve fuhuflun ‘ahlakç›’ olmad›¤›n› saptamaktan baflka söyleyecek bir fleyi olmayan birisini and›r›yor.

III. Luxemburg ve Gerçekçilik Yukar›da Rosa Luxemburg’un sözleflmecili¤e ve ahlakç›l›¤a yönelik elifltirisini gerçekçili¤e dayanarak tarihsel ve ontolojik bir aç›dan formüle etti¤ini göstermeye çal›flt›k. Uluslararas› siyaset kuram›n›n sorunlar›na bu aç›dan yaklaflt›¤›m›zda ne sözleflmecili¤in, ne de ahlakç›l›¤›n temel al›nmas› mümkün. Çünkü bu iki ak›m uluslararas› iliflkilerde ç›kar birli¤i ilkesinden hareket etmek zorunda. Oysa Luxemburg’a göre kapitalist-emperyalist ça¤da uluslararas› iliflkilerde ç›kar birli¤i de¤il, birbiriyle sürekli çat›flma ve çarp›flma halinde olan ç›kar ve iktidar alanlar› vard›r. Bu saptamay› yapmakla Luxemburg sanki uluslararas› siyaset kuram›nda iddial› olan ve asl›nda bugün devletlerin bütün karar mercilerinde tart›flmas›z hakimiyeti olan gerçekçilikle bulufluyor gibi gözüküyor. Ama bu kan› ancak ilk bak›flta oluflabilecek bir fleydir. Luxemburg’un uluslararas› siyaset kuram›na temel olarak önermifl oldu¤u ilkeyi tam olarak aç›klayabilmek için, gerçekçilik içinde var olan iki ak›m, yani pozitivist gerçekçilik ve elefltirel gerçekçilik aras›nda ayr›m yapmam›z gerekiyor. ‹lk bak›flta küçük bir kelime oyunuymufl gibi gözüken ama yak›ndan bakt›¤›m›zda hiçte öyle olmad›¤› anlafl›lan bu iki ak›m aras›ndaki fark› k›saca flöyle özetleyebiliriz: ister politik ister ahlaki bak›mdan ge-

63


64

Do¤an Göçmen

rekçelendirilmifl olsun, pozitivist gerçekçilik gerçekli¤in baflka türlü olmad›¤› ve olamayaca¤› ilkesinden hareket eder ve hüküm süren durumu ebedilefltirir. Elefltirel gerçekçilik ise pozitivist gerçekçilik gibi hüküm süren koflullar›, elefltirel anlamda, oldu¤u gibi al›r, ama bundan farkl› olarak bu koflullar› köklü olarak aflmay› amaçlar. Silahs›zlanma sorununu tart›flt›¤› ve bu ba¤lamda kendisini aç›kça gerçekçi pratik politikac› olarak tan›mlad›¤› 1911 y›l›nda yay›nlanan Politik Durum ve Sosyaldemokrasi (Die politische Lage und die Sozialdemokratie) bafll›kl› yaz›s›nda Luxemburg özellikle bu iki gerçekçilik aras›ndaki ay›r›m› ele al›yor. ‹lk olarak afla¤›da ele alaca¤›m›z baz› konulara flimdiden de¤inme pahas›na da olsa yaz›n›n k›sa bir bölümü buraya aktaral›m. Bu iki gerçekçi ak›m aras›ndaki fark› flöyle tan›ml›yor Luxemburg: Evet, bize, halklar›n bir arada canavar gibi yaflamas› insan›n do¤as›ndan kaynaklan›yor, deniyor. Biz insan›n do¤as›n›n ne oldu¤u konusunda baflka bir düflüncede olma hakk›n› görüyoruz kendimizde. ‹nsan›n do¤as› bütün halklar›n ve ›rklar›n bar›fl, dostluk ve kültür dayan›flmas› içinde yaflamas›n› gerektirmektedir. Ama kapitalist toplum hüküm sürdü¤ü sürece bu mümkün olmayacakt›r. Bu ancak iflçi s›n›f›n›n idareyi ele almas› ve kapitalizmi defetmesinden sonra mümkün olacakt›r. Bundan dolay› biz devrimci olduk, çünkü ancak bugünkü düzenin devirilmesiyle bir temel yarat›laca¤›ndan eminiz. Bundan dolay› biz gerçekçi pratik politikac›y›z. Kapitalizm varoldu¤u sürece, yönetimi kendi elimize almad›¤›m›z sürece silahs›zlanmadan bahsetmek mümkün de¤ildir. (1990c: 75-76; vurgular bana ait)

Luxemburg’un bu cümlelerinde dile getirdi¤i pozitivist gerçekçilik ile kendi elefltirel gerçekçili¤i aras›ndaki fark›, Irak sorunu ba¤lam›nda flöyle aç›klayabiliriz: Özellikle ‹kinci Dünya Savafl›’ndan bu yana geliflmifl olan uluslararas› hukuka ra¤men Irak’›n ABD ve ittifak güçleri taraf›ndan iflgal ediliflinin nedenini aç›klamak yerine, pozitivist gerçekçilik ilkesine sad›k kal›narak, ‘bu bir insanl›k halidir, dünyan›n gidiflat› budur’, deyip iflin içinden ç›kmak mümkünken; ‘bu bugün bir insanl›k halidir, dünyan›n gidiflat› bugün böyledir, ama bunun böyle olmas› gerekmiyor’ elefltirel gerçekçilik saptamas›ndan hareket ederek, gerçekli¤in esasl› olarak de¤ifltirilmesi için gerekli olan araç ve yöntemleri gelifltirmeye ve bu de¤iflimin tafl›y›c›s› olabilecek güçleri saptamaya çal›fl›labilir. Bir elefltirel gerçekçi olan Luxemburg ele ald›¤› bütün sorunlarda bu ilkeyi temel ediniyor kendisine. Ama Luxemburg’un elefltirel gerçekçili¤i, 20. yüzy›l›n bafllar›nda ortaya ç›kan ve daha


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

çok do¤a bilimlerinde, ontoloji ve epitemolojide etkisini göstermifl olan elefltirel gerçekçilik ile kar›flt›r›lmamal›d›r. 20. yüzy›l›n bafllar›nda ortaya ç›kan elefltirel gerçekçilik, özün olup olmad›¤›, varsa, tan›n›p tan›namayaca¤› konusunda Humecu ve Kantç› gelene¤e dayanarak flüpheci ve idealist bir durufl sergiler. Luxemburg’un elefltirel gerçekçili¤i diyalektik materyalizm gelene¤i içerisinde görülmesi gereken ve var olan her fleyin bir özü oldu¤u ve bunun tan›n›p aç›klanabilece¤i ilkesinden hareket ediyor. Luxemburg’un yaz›lar›nda pozitivist gerçekçili¤in iki biçimini elefltirdi¤ini görüyoruz. Bunlardan biri aç›kça devlet ideolojisi olan ve hüküm süren iç ve d›fl politikay› savunan resmi pozitivist gerçekçiliktir; di¤eri sözleflmeci ve ahlakç› gelenekten gelen ve yapm›fl oldu¤u reform önerilerinden dolay› elefltirelmifl gibi görünen ama bu önerilerinde var olan sistemin paradigmalar›na s›k›fl›p kald›¤› için bir noktadan itibaren resmi pozitivist gerçekçilikle buluflan reformcu pozitivist gerçekçiliktir. IIIa. Resmi pozitivist gerçekçili¤in elefltirisi

Resmi pozitivist gerçekçili¤i elefltirirken Luxemburg yöntem bak›m›ndan birbirini tamamlayan iki farkl› yöntem izliyor. Yöntemsel yaklafl›m› çerçevesinde Luxemburg bir taraftan resmi pozitivist gerçekçili¤in kendi mant›¤› içinde kal›p ileri sürülen gerekçelerin iç tutars›zl›¤›n› kan›tlamaya çal›fl›rken, di¤er taraftan bu mant›¤› köktenci bir durufltan elefltiren bir davran›fl sergiliyor. Örne¤in gümrük ve militarizm sorununa karfl› o zamanlar devrimci olan sosyal demokratlar›n parlamentoda bulunan temsilcilerinin izlemesi gerken politikay› tart›flt›¤› ‹htimalcilik, Oportünizm (Possibilismus, Opportunismus) bafll›kl› yaz›s›nda, izlemifl oldu¤u birinci yöntemi flöyle aç›kl›yor: Elefltirel gerçekçiler olarak bizim slogan›m›z fludur: bu düzene (verilecek,- DG) tek bir adam›m›z ve tek bir kuruflumuz yoktur. ‹lkesel bak›mdan, program›m›z› bilen herkesin bildi¤i gibi, biz her türlü militarizme ve gümrük politikas›na karfl›y›z. Bundan, imparatorluk parlamentosunda bulunan temsilcilerimizin bu konuda önlerine gelen yasa tasar›lar›na iliflkin görüflmelere karfl› k›sa ve ç›plak bir ‘Hay›r’ savurmalar› gerekti¤i sonucu mu ç›kar›lmal›d›r? Elbette de¤il. Bu, küçük bir gruba yak›fl›r bir davran›fl olabilir, ama büyük bir halk partisine de¤il. Temsilcilerimizin önlerine gelen her tasar›y› cans›z ve soyut bir ilkeden yola ç›karak de¤erlendirmek ve buna karfl› gerekçe gelifltirmek yerine, bunu, nedenler üzerine düflünerek, varolan somut vaziyeti, güncel ekonomik ve politik durumu göz önünde bulundurarak yapmal›d›r. (1990: 229)

65


66

Do¤an Göçmen

Yukar›da iflaret etti¤imiz birinci yöntemsel yaklafl›m›n› Luxemburg de¤iflik yaz›lar›nda uygulayarak göstermeye çal›fl›yor. Bu konuda özellikle iki yaz›s› göze çarp›yor: Sömürgelere ‹htiyac›m›z Var m›? (Brauchen wir Kolonien?) ve Filolar›n Artt›r›lmas› ve Ticaret Politikas› (Flotenerweiterung und Handelspolitik). Luxemburg bu yaz›lar›nda resmi pozitivist gerçekçili¤in ileri sürmüfl oldu¤u iki gerekçeyi ele al›yor ve iç tutars›zl›¤›n› göstermeye çal›fl›yor. Resmi pozitivist gerçekçilik birbirini tamamlayan iki öneride bulunuyor. Bir, bu önerilere göre ticari ç›karlar›ndan dolay› Almanya’n›n sömürgelere ihtiyac› vard›r. ‹ki, dünya çap›nda özgür iliflkilerin korunmas› için Almanya’n›n dünya çap›nda iktidar›n› garanti edecek bir filoya ihtiyac› vard›r. Luxemburg istatistiksel verilere de dayanarak önce bu iddian›n kendi deyimiyle “iki yüzlü” oldu¤unu göstermeye çal›fl›yor. Önce Almanya’n›n ticari iliflkilerine iliflkin bir tak›m istatistikler sunuyor. Bu istatistiklere göre Almanya’n›n d›fl ticaret iliflkilerinin onda dokuzu Avrupa ülkeleriyle ve Amerika’yla gerçekleflmektedir. Geride kalan onda birin çok az bir bölümü Almanya’n›n sömürgesi olan ülkelerle gerçeklefliyor. Bundan dolay› konuya ticari bak›mdan yaklaflt›¤›m›zda Almanya’n›n sömürgelere ihtiyac› oldu¤unu iddia etmek mümkün de¤ildir. Ama buna ra¤men Almanya sömürgecilik politikas› gütmektedir ve bunu izlemifl oldu¤u askeri politikayla desteklemektedir. Bunun arkas›nda Almanya’n›n dünya gücü olma planlar› yatmaktad›r. Bundan dolay› da dünya çap›nda iktidar›n› güvence alt›na alacak bir filoya ihtiyac› oldu¤unu düflünmektedir. Ancak bunu yaparken politikas›n›n gerçek amac›n› aç›kça söyleyerek de¤il, izlenen politikay› kamuoyunun gözünde meflru k›lmak için, özgürlük ve bar›fl gibi genel derin insanc›l de¤erleri ça¤r›flt›ran kavramlar kullanmaktad›r. “Dünya trafi¤inde bar›fl›n, hukukun ve özgürlü¤ün zaferini isteyen kimse Alman ‹mparatorlu¤u’na güçlü bir filo dilemelidir” diye ça¤›r›da bulunulmaktad›r örne¤in. Luxemburg’a göre sömürgecilik ve silahlanma politikas›n› desteklemek için ileri sürülen bu gerekçe “iki yüzlüdür”. Çünkü ticarette aç›kl›k isteyen birisinin her fleyden önce kendi gümrük duvarlar›n› ortadan kald›rmas› gerekir. Ama Almanya gümrük duvarlar›n› kald›rmak yerine habire yükseltmektedir. Luxemburg, bu saptamada bulunduktan sonra ikinci yöntemsel arac›na baflvurarak resmi pozitivist gerçekçili¤in mant›¤›n› esasl› olarak sorguluyor.


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

Akl› selim bir ‘ekonomi politikçinin’ ticari alanda ‘bar›fl›n, hukukun ve özgürlü¤ün’ gerçeklefltirilmesi için savafl filosunu bir araç olarak görmesi çok garip bir düflüncedir. Sald›rgan bir dünya politikas›n›n sald›rgan bir ticaret politikas›yla iç içe geçti¤i gibi, bu politika içte gerici bir sosyal politikayla da iç içe geçiyor. Bu üç olgu – dünya politikas›, ticaret politikas›, sosyal politika – aras›nda kopmaz mant›ki bir ba¤ vard›r. Bar›flç›l bir ticaret politikas› isteyen birisinin karada ve denizde savafl donanmas›na karfl› mücadele etmesi gerekir, bar›flç›l uluslararas› bir politika isteyen kimsenin koruma gümrükçülü¤üne cephe almas› gerekir ve modern ilerici sosyal bir politika isteyen birisinin bütün gücüyle karada ve denizde militarizme ve koruma gümrükçülü¤üne karfl› direnifl göstermesi gerekir. Halklar›n birbiriyle olan al›flveriflinde bar›fl ve içte ilerlemecilik iflçi s›n›f›n›n do¤al üçlü slogan› oldu¤u gibi, politikada ve ticarette uluslararas› düflmanl›k ve içte gericilik bugünkü burjuvazinin kaç›n›lmaz do¤al slogan›d›r. (1990: 614) Bundan dolay› pozitivist gerçekçiler art›k her bak›mdan gericileflmifl olan burjuvazinin ç›karlar›n› ümitsiz ve çaresiz “iki yüzlü” çabalar›yla gerekçelendirmeye çal›fl›rken, baflka ç›k›fl yolu bulamay›nca gerekçelerini eninde sonunda insan›n do¤as›na gönderme yaparak temellendirmeye çal›fl›yorlar. Bunlar taraf›ndan “karfl›l›kl› mücadelenin insan›n do¤as›nda yatt›¤› iddia ediliyor. Silahlanmayan, komflusunun av› olma tehlikesine düflecektir” diyorlar. Biz bu konuda baflka düflünüyoruz. Halklar, ›rklar› ve renkleri ne olursa olsun bar›fl içinde yaflamal›d›r ve yaflayabilir. Sadece halklar› dayan›flma duygusu sard›¤› zaman kültürden bahsedebiliriz. ‹nsan›n insan taraf›ndan sömürüsü ortadan kald›r›lmad›¤› sürece bu dayan›flma mümkün de¤ildir. Biz sosyal demokratlar kapitalist ekonomik düzen ortadan kald›r›lmad›¤› sürece dünya bar›fl›n›n bir ütopya oldu¤unu çok iyi biliyoruz. (1990c: 62). IIIb. Reformcu pozitivist gerçekçili¤in elefltirisi

20. yüzy›l›n bafllar›nda Bernstein’›n isminde simgeleflen reformcu pozitivist gerçekçili¤in Marxizm’le özel tarihsel bir iliflkisi var. Bundan dolay› Luxemburg’un eserlerinde, konuflmalar›nda ve yaz›lar›nda bu ak›mla yürütmüfl oldu¤u tart›flma özel bir yer tutuyor. Rosa Luxemburg’un resmi pozitivist gerçekçili¤e yönelik elefltirisi bir çok bak›mdan reformcu pozitivist gerçekçilik için de geçerli. Bernsteincilik Almanya’da özgün koflullarda ortaya ç›kt›. Luxemburg Bofl Cevizler (Hohle Nüße) bafll›kl› yaz›s›nda bu koflullar›n iyi bir anlat›s›n› sunuyor. Alman burjuva bas›n›nda 19. yüzy›l›n sonlar›nda 20. yüzy›l›n bafllar›nda “Marxizm öldü”, “Mar-

67


68

Do¤an Göçmen

xizm afl›ld›” iddias›nda bulunan bir yay›n dalgas› bafl göstermifltir. Ama bu dalga bugün bizlerin yaflad›¤› a¤›r bir tarihsel yenilgiden sonra ortaya ç›kan bir olgu de¤ildir. Aksine, iflçi s›n›f› hareketinin giderek yay›lmas› sonucu kitlesel pratik bir güce dönüflmeye bafllayan, yani yükselmekte olan Marxizme karfl› ortaya ç›kan ve Luxemburg’un “diplomal› körlük” olarak tan›mlad›¤› çaresizlik içinde ç›rp›n›fl›n d›fla vurumu olan bir sald›r›d›r bu. “Bütün burjuva gazeteleri, dergileri ve bir y›¤›n ince ve kal›n kitap laçkalaflm›fl (ayn›,- DG) na¤meden” çal›yor: “Sosyal Demokrasi’nin krizi ve Marxizmin afl›lmas›” (1990: 489). “Bilindi¤i üzere Marx’› aflmak uzun zamandan beri Alman profesörlerinin sevgili u¤rafl› ve Almanya’da özel profesörlük (elde etmek,- DG) için denenmifl baflvuru arac›d›r. Dahas›; Almanya’da sosyal bilimlerde son 25 y›ll›k geliflme göz önünde bulunduruldu¤u taktirde, bu geliflmenin Marx’› aflmaktan, tek güdüsünün Marx’›n ö¤retisini yads›maktan baflka bir fley olmad›¤›n› görece¤iz” (1990: 489). Reformcu pozitivist gerçekçilik uluslararas› Marxist hareket içinde Almanya’da bu koflullar içinde ortaya ç›kt› ve yay›ld›. Temel ilkesi, Luxemburg’un k›salt›p yeniden formüle etti¤i Bernstein’›n “amaç, ne olursa olsun, bana göre hiç bir fley, hareket her fleydir” cümlesinde ifadesini buluyor (1990: 370). Bernstein bu ilkesini ilk olarak Die Neue Zeit’›n 1897/98 y›l›nda yay›nlanan birinci cildinde (s.556) formüle etti. Orada tam olarak flöyle diyor Bernstein: “Ben aç›kça itiraf ediyorum: ekseriyetle ‘sosyalizmin amac›ndan’ ne anlafl›ld›¤› konusunda benim anlay›fl›m ve ilgim oldukça k›t. Bu amaç, ne olursa olsun, bana göre hiçbir fley, hareket her fleydir (Luxemburg, 1990: 240; yay›na haz›rlayanlar›n ikinci dip notuna bak›n›z).” Bernstein 1898 y›l›nda yay›nlad›¤› Sosyalizmin Ön Koflullar› ve Sosyal Demokrasinin Görevleri (Die Voraussetzungen des Sozialismus und die Aufgaben der Sozialdemokratie) kitab›nda bu ilkeye hala sad›k kald›¤›n› yazd›. 1920 y›l›nda, birinci dünya savafl›ndan iki y›l sonra kitab›n›n yeni bask›s›na yazd›¤› önsözde özellikle uluslararas› iliflkiler üzerine yazd›¤› fleylerin geçerlili¤ini yitirdi¤ini ama gelifltirdi¤i genel ilkelerin hala geçerli oldu¤unu iddia ediyor (1969: 11). Yani Bernstein kitab›nda formüle etmifl oldu¤u genel ilkesini sorgulamadan, bunun do¤al sonucu olan uluslararas› iliflkiler konusunda savunmufl oldu¤u ilkelerin geçersizleflti¤ini düflünüyor (1969: 172-173; ilgili dip nota bak›n›z).


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

Bernstein yukar›daki ilkesini formüle ederken Marxist kuram›n iç “çeliflkilerini” çözmek, “kuramsal bütünlü¤ünü” sa¤lamak ve böylece teori ile pratik aras›nda kaybolan uyumu yeniden kurmak istedi¤ini iddia ediyor. Yani Marxist ö¤retiyi gelifltirmek istiyor ve bunu Marxist ö¤retinin baz› unsurlar›n›n elefltirisiyle bafllat›yor (1969: 46). Bernstein’a göre Marxist ö¤reti hala ütopiktir. Bundan dolay› “...sosyalist teorideki ütopik kal›nt›lara karfl› mücadele ederek sosyalist hareket içinde gerçekçi ve idealist unsurlar› ayn› oranda güçlendirmek” istemektedir (1969: 14). Ama Bernstein bunu Marxizm içinde sentezlefltirilmifl olan gerçekçili¤i ve idealizmi birbirinden kopararak ve afl›lm›fl olan hareket ile amaç aras›ndaki ikilemi yeniden kurarak yapmak istiyor. Bir rastlant› olmasa gerek; yeni Kantç›lardan F.A. Lange’ye dayanarak Bernstein bunu felsefi bak›mdan Marxizmin ‘kalbi’ durumunda olan maddeci diyalektik yöntemin elefltirisiyle bafllat›yor, bunu do¤rudan Hegelci diyalektik yöntemin elefltirisiyle birlefltiriyor ve böylece Kant’›n Salt Akl›n Elefltirisi’nde önermifl oldu¤u ikilemci yaklafl›ma geri dönüyor. Kant’›n bu ikilemci yöntemi, Salt Akl›n Elefltirisi’nde gelifltirdi¤i büyük yöntemsel ve kavramsal yap›n›n ayr›nt›s›na girmeden flöyle özetlenebilir: Kant’›n ikilemci yaklafl›m›na göre, gerçeklikte karfl›laflt›¤›m›z olgular› s›n›fland›rmak, de¤erlendirmek ve bunlar›n bir sentezine ulaflabilmek için gerekli olan kategorileri olgular›n kendisinden kazanmam›z mümkün de¤ildir. E¤er bu kategorileri olgular›n kendisinden kazanacak olursak, kendimizi deneyimin s›n›rlar› içine hapsetmifl oluruz. Kant’a göre deneyimin s›n›rlar›n› aflmak için olgular› s›n›fland›rmak, de¤erlendirmek ve bunlar aras›nda bir senteze ulaflabilmek için gerekli olan kategorileri olgular›n kendilerinden de¤il ak›lda (Verstand/Reason) aramam›z gerekmektedir (1998: 93). Bu kategoriler, bofl da olsa, ak›lda, yani gerçeklikte karfl›laflt›¤›m›z olgulardan önce, deneyimden ba¤›ms›z, önsel (apriori) olarak verilmifltir. Bundan dolay› Kant bu kategorilere “salt akl›n” kategorileri veya kavramlar› demektedir. Gerçeklikte karfl›laflt›¤›m›z olgular ise bize, Kant’a göre içgüdüsel bir yeti olan görüfl (Anschauung/Intuition) taraf›ndan verilmektedir (1998: 93). Böylece Kant gerçeklik ile düflünce aras›nda bir ikilem kurmufl oluyor. Kant’a göre bu iki dünya aras›nda iletiflim kuran merci düflünsel bir araç olan imgelem veya hayalgücüdür (1998: 192). Ak›lda önsel olarak verilmifl olan bu kategoriler, imgelem arac›l›¤›yla s›n›fland›r›lmak, de¤er-

69


70

Do¤an Göçmen

lendirilmek ve aralar›nda bir senteze ulafl›lmak istenen olgular›n düflünsel çerçevesini oluflturuyor. Yani Kant’a göre gerçeklikte karfl›laflt›¤›m›z ve özünün anlafl›lmas› mümkün olmayan olgular›n sistemlefltirilmesi, de¤erlendirilmesi ve sentezlefltirilmesi için gerekli olan kategorileri, birbirine köken bak›m›ndan yabanc› oldu¤una inand›¤› iki farkl› kaynaktan kazanabilece¤imizi düflünüyor. D›fl dünya ile iç dünya aras›nda nesnelci-öznelci diyalektik bir ba¤ kurmak yerine, öznelci-idealist yaklafl›m›ndan dolay› d›fl dünyay› istedi¤imiz gibi, keyfi olarak flekillendirebilece¤imizi düflünüyor. Bu iddias›n›n doruk noktas›n›, do¤a yasas›n›n kayna¤› ak›ld›r, saptamas› oluflturuyor (1998: 231). Böylece Kant deneyimlerin s›n›rlar›n› aflmaya çal›fl›rken deneyimin s›n›rlar› içine s›k›fl›p kal›yor. Deneyimin s›n›rlar›n› aflmak isterken deneyime düflünsel bir s›n›r koymufl oluyor. Bernstein, Marx ve Hegel’in diyalektikçi yöntemini elefltirerek ulaflt›¤› bu Kantç› yaklafl›m› siyaset kuram›na uyarl›yor. Yukar›da “sosyalist hareket içinde gerçekçi ve idealist unsurlar› ayn› oranda güçlendirmek” olarak tan›mlam›fl oldu¤u amac›n›n arkas›nda bu Kantç› ikilemci yönteme geri dönme iste¤i vard›r. Luxemburg’un, reformcu pozitivist gerçekçili¤e yönelik elefltirisi uluslararas› Marxist hareket için bugün bile, sadece kuramsal bak›mdan de¤il ayn› zamanda günlük politik mücadele için son derece yaflamsal bir öneme sahip. Marx ve Engels felsefi kuramlar›yla, politik ö¤retileriyle, toplum ve devlet teorileriyle Avrupa düflünce tarihinde süregelen birçok ikilemcili¤in afl›lmas›na katk›da bulunmufllard›r. Eserleri bir anlamda birçok bak›mdan bu konuda gösterilen düflüncel çabalar›n doruk noktas›n› oluflturuyor. Felsefi alanda madde ve düflünce, bilgibilim alan›nda deneyim ve ak›l, etkinlik kuram› çerçevesinde hareket ve amaç veya zorunluluk ve özgürlük, siyaset kuram› çerçevesinde gerçeklik ve ütopya gibi kategoriler Marx ve Engels’in gelifltirmifl oldu¤u ucu aç›k sistem çerçevesinde birbirlerinden kopuk olgular olmaktan kurtar›l›p aralar›nda sistemli ve bütünlüklü diyalektik bir iliflki olan, birbirini flart koflan, sadece düflünsel de¤il ayn› zamanda gerçekle do¤rudan iliflkili olan kategoriler olarak kurgulanm›flt›r. Dünya sosyalist hareketi bu ö¤retiye dayanarak bir çok pro¤ramatik sorunu nihayet çözme flans›na kavuflmufltur. Politik mücadele çerçevesinde günlük politik mücadeleyle nihai amaç aras›ndaki ikilemci iliflkinin çözümü de bunlardan birisidir. Do¤rudan pratik etkinlik ile nihai amac›n birbirleriyle nas›l


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

uyumlu hale getirilece¤i sosyalist hareketin ezelden beri temel sorunu olagelmifltir. Bu sorunun çözümlenifl biçimine göre sosyalizm içinde ‘okullar’ ve ak›mlar oluflmufltur. Ve sosyal demokrasi nihai devrimci amaç ile günlük pratik bir etkinli¤i birbirleriyle baflar›l› bir flekilde birlefltirmesini bilen ilk sosyalist parti oldu ve böylelikle genifl halk kitlelerini mücadelenin içine çekebilmifltir. Bu özgün ve baflar›l› çözüm nerede yatmaktad›r? K›sa ve genel olarak: pratik mücadelenin pro¤ram›n genel ilkelerine göre flekillendirilmesinde (1990: 229). Luxemburg, Bernstein’›n yukar›ya aktard›¤›m›z ilkesini elefltirirken Marx’›n ö¤retisine dayan›larak elde edilen bu tarihsel kazan›m›n tahrip edilmek istendi¤inden yola ç›k›yor. Luxemburg’a göre Marx’›n çabalar› sonucu iflçi s›n›f› tarihte ilk kez kapitalist toplumun ekonomik e¤ilimini ve politik süreçlerini anlama flans›na kavuflmufltur. ‹flçi s›n›f›n›n bundan böyle hem “genel seferberlik plan›n›” hem de “politik amac›n›n ayr›nt›lar›n›” bir tak›m ahlaksal ilkelerle de¤il, kapitalist toplmun ekonomik e¤ilimi ve politik süreçleriyle ölçmesi gerekir. “Marx’dan önce iflçi s›n›f› taraf›ndan yürütülen bir burjuva politikas› ve devrimci sosyalizm vard›. ‹lk olarak Marx’tan beri ve Marx’tan dolay› kelimenin ikisinin de tam anlam›yla ayn› zamanda devrimci gerçek-politika olan sosyalist iflçi politikas› vard›r” (1990a: 373). Bundan dolay› iflçi s›n›f›n›n Bernstein gibi “mütereddi düflünürün” önermifl oldu¤u “Amaç bana göre hiç bir fley, hareket her fleydir” ilkesi yerine Marx’›n gelifltirmifl oldu¤u bilimsel enternasyonalist devrimci ilkelere dayanmas› gerekir. Çünkü insan›n insan taraf›ndan sömürülmedi¤i yeni bir dünya düzeni kurmak isteyen bir hareket için günlük politik mücadele ne kadar yaflamsal bir önem arzediyorsa, bu mücadelenin kapitalist sistemin içsel analizi ve elefltirisinden kazan›lm›fl olan ve “mücadelenin ruhu” anlam›na gelen sosyalist bir amaç taraf›ndan yönlendirilmesi de o kadar önemlidir. Aksi taktirde genel bir amaç perspektifi olmayan veya bunu yitirmifl olan bir hareket nereye gidece¤ini bilmeyen bir hareket olup ç›kar. Bütün devrimci ruhunu kaybeder ve sistemin çarklar› aras›nda un ufak olup erir gider. Bundan dolay› Luxemburg Bernstein’›n ilkesinin karfl›s›na kendisininkini koyuyor: “nihayi amaçla iliflkilendirilmemifl hareket, kendi bafl›na amaç olan hareket bana göre hiç bir fley, nihai amaç bize göre her fleydir” (1990: 241). Bernstein ile Luxemburg aras›nda geçen tart›flman›n ne anlama geldi¤ini, ilkesel bak›mdan birbirlerinden ne oranda ayr›ld›k-

71


72

Do¤an Göçmen

lar›n› anlayabilmek için, her birinin kendi ilkesinden yola ç›karak uluslararas› iliflkiler bak›m›ndan ç›karm›fl olduklar› sonuçlara bakmakta yarar var. Çünkü her ikisi de gelifltirmifl olduklar› ilkelere sonuna kadar sad›k kal›yor. Bernstein hareket ile amaç aras›nda kurmufl oldu¤u ikilemden dolay› kendisine kapitalist-emperyalist sistemi esasl› olarak elefltirme olana¤› sunan düflünsel bir araçtan yoksun kal›yor ve Almanya’n›n sömürgeci politikas›n› savunur duruma düflüyor. Luxemburg ise Marxist ö¤retiye dayanarak kapitalizmin içsel köklü elefltirisinden kazanm›fl oldu¤u nihai hedef perspektifinden kapitalist-emperyalist paradigmay› esasl› olarak elefltirme olana¤›na kavufluyor. Bernstein, ilkesinin flövenizmle ilgisinin olmad›¤›n› savunsa da, hala enternasyonalist ilkeye sad›k kald›¤›n› ileri sürse de, bütün ulusçu “sosyalistlerin” düflmüfl oldu¤u flövenist bata¤a düflüyor. ‹flçi s›n›f›n›n kurtulufl hareketinin ölümü anlam›na gelen “ulusal” görevlerden bahsediyor. Böylece ulaflm›fl oldu¤u ‘ulusal birlik’ ilkesinden yola ç›karak sosyal demokratlar› devletin sömürgeci politikas›n› desteklemeye ça¤›r›yor. “E¤er”, diyor Bernstein, “Almanya’n›n çok büyük oranda sömürge ürünleri ithal etti¤ini dikkate alacak olursak, bu ürünlerin en az›ndan bir bölümünün kendi sömürgelerinden ithal edebilece¤i bir zaman›n gelmesini arzu edebilece¤imizi kendimize söylemek zorunday›z” (1969: 180). “Buna ek olarak, vahflilerin ellerinde bulunan topraklar üzerinde s›n›rl› haklar›n›n oldu¤unu kabul etmek gerekir. Sonuçta yüksek kültürün yüksek hakk› vard›r” (1969: 180). Bernstein Avrupa merkezci bak›fl aç›s›ndan ulaflm›fl oldu¤u “üst kültür”-“alt kültür” ilkesine dayanarak yerli halklar›n haklar›n› bu flekilde alafla¤› ettikten sonra, ulusalc› bir tutum al›p Almanya’dan daha fazla sömürgesi olan di¤er sömürgeci güçlere dönüyor ve ekliyor: “Toprak üzerinde tarihsel kullanma hakk› veren, fetih de¤il, kullan›md›r” (1969: 180). Kantç› pozitivist aç›dan “alt kültürlere” ve di¤er emperyalist güçlere karfl› Almanya’n›n tarihsel hakk›n› gerekçelendirdikten ve böylece “sosyalist hareket içinde gerçekçi unsuru” güçlendirdikten sonra , Bernstein “sosyalist hareket içinde idealist unsuru” güçlendirmeye dönüyor. Bir ahlakç› ö¤retmen duruflu alarak Alman devlet yetkililerini uyar›yor: “sömürgeler elde ederken bunlar›n de¤eri ve gelece¤i gözden geçirilmeli ve yerli halk›n maruz kald›¤› muamelelerin sürekli s›k› bir kontrole tabi tutulmas› gerekir, ama bunun d›fl›n-


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

da bu türlü edinimleri bafltan kötü bir fley olarak görmek için neden yoktur” (1969: 180). Luxemburg Marxist ö¤retiye dayanarak kapitalist-emperyalist dünya sistemine karfl› formüle etmifl oldu¤u esasl› elefltiriden yola ç›kt›¤› için, Bernstein’n›nkine taban tabana z›t bir sonucuna ulafl›yor. “Bernstein’›n beceriksizli¤i”, diyor Luxemburg, bütün soruna ters bir aç›dan yaklaflt›¤›n› gösteriyor. ‘Hukuk’ ve ahlak ile modern emperyalizm gibi olgular›n ölçülmesi mümkün de¤ildir. E¤ilimini, köklerini, kapitalist geliflmenin son aflamas› olarak tarihsel anlam›n› kavramak, sosyal demokrasinin görevi budur. Emperyalizmin kapitalist geliflmeyle olan ayr›lmaz ba¤›n›, korku verici çirkinli¤ine ra¤men veya daha çok tam da korku verici çirkinli¤iyle bunun meflru çocu¤u oldu¤unu, iflçi s›n›f›na kavramas› gerekti¤ini ö¤retmemiz gerekir. Ve (iflçi s›n›f›n›n,- DG) bundan sonuç ç›karmas› gerekir; emperyalizme, savafla, ülkelere yönelik haydutlu¤a, halkalara karfl› uygulanan bezirganl›¤a, hukuk ihlalerine ve fliddet politikas›na karfl› ancak kapitalizme karfl› mücadele etti¤i taktirde, dünya politikas›n›n halk katliamlar›n›n karfl›s›na sosyal devrimi koydu¤u zaman savaflabilir. Ama emperyalist politika çerçevesinde çat›flmalara çözüm arac› aramak ve afl›lm›fl olan› geri getirmeye çal›flarak (emperyalist-, DG) çoflkunlu¤a ve savlete3 karfl› direnmek istemek, proleter de¤il, küçük burjuva, çaresiz bir politikad›r. (1990c: 30)

IV. Emperyalizm ve Yeni Kurumculu¤un Elefltirisi Yeni kurumculuk (New Institutionalism) bazan yanl›fll›kla Adam Smith’den kaynakland›¤› san›lan ama asl›nda kayna¤› John Locke, Jeremy Bentham ve T.R.Maltus’un düflüncelerinde yatan ve 20. yüzy›lda F.A.Hayek, Milton Friedman ve Robert Notzick gibileri taraf›ndan kurulan yeni liberalci¤in ekonomik düflüncelerinin sözleflme kuram›yla birlefltirilerek uluslararas› iliflkilere uyarlanmas› sonucu oluflan bir düflünce. Luxemburg’un sundu¤u emperyalizm analizi ve elefltirisi yeni kurumculu¤un oldu¤u gibi bir baflka aç›dan sözleflmecili¤in, ahlakç›l›¤›n ve pozitivist gerçekçili¤in elefltirisi olarak da görülebilir. Bu analizin ve elefltirinin iki temel amac› var. Bir taraftan kapitalizmin emperyalist aflamas›nda yay›lmac›l›k, sömürgecilik, militarizm ve savafl gibi olgular›n iç kaynaklar›n› göstermeyi amaçlarken, di¤er taraftan bunlar›n köklü bir elefltirisini sunmay› hedef ediniyor. Luxemburg bunu yaparken ekonomiyi temel al›yor. Ama bundan Luxemburg’un ekonomistçi oldu¤u sonucu ç›kar›lmamal›d›r. Luxemburg yukar›da bahsettigimiz olgular› aç›klamak için eko-

73

3 Burada “çoflkunluk ve savlet” olarak çevirilen kelimelerin Almanca karfl›l›¤› “Sturm und Drang”d›r. Çeviri Karl Steuerwald’a ait. Bu kelimeler Alman edebiyat›n›n 18. yüzy›l›n 60’l› ve 80’li y›llar› aras›ndaki edebiyat ak›m›n› tan›mlamak için kullan›l›yor. Bugün art›k sabit bir kavram haline gelmifltir. Köken olarak Alman dramatikçi Friedrich Maximilian K l i n g e r ’ i n (1752_1831) bir oyununun bafll›¤›ndan geliyor. Önce tek yanl› ayd›nlanmac›l›¤a ve köhnemifl feodalist toplum düzenine karfl› baflkald›ran bir gençlik hareketini tan›mlamak için kullan›l›yordu. Daha sonra bu dönemin yenilikçi ve at›l›m içinde olan ve felsefeyle de içiçie geçmifl olan edebiyat hareketini bir bütün olarak tan›mlamak için kullan›lmaya baflland›. Bundan esinlenerek Luxemburg yukar›daki “Sturm ve Drang” kelimelerini, emperyalizmi yeni ortaya ç›km›fl, serbest rekabettçi kapitalizmi geride b›rakan ve dolay›s›yla at›l›m içinde olan sald›rgan bir olgu olarak tan›mlamak için kullan›yor.


74

Do¤an Göçmen

nomiyi temel alsa da, ça¤dafllar› aras›nda yayg›n olan ve bafl›n› Karl Kautsky, Eduard Bernstein, Max Adler ve Otto Bauer gibi mekanikçi düflünürlerin çekti¤i ekonomistçili¤e düflmüyor. Kapitalist toplumun emperyalist aflamas›nda ekonomik alt yap›n›n analizinden kazanm›fl oldu¤u verileri ve ç›karm›fl oldu¤u sonuçlar› basit bir flekilde toplumun üst yap› kurumlar›na uyarlam›yor. E¤itim ve ahlak, kültür ve sanat, edebiyat ve felsefe, politika ve din gibi toplumun üst yap› kurumlar›na iliflkin özgün araflt›rmalar›nda ve gözlemlerinde bu verilerin ve sonuçlar›n toplumun di¤er alanlar›nda alm›fl oldu¤u özgün biçimi ve bunlar›n karfl›l›kl› etkileflimini de göz önünde bulunduruyor. Luxemburg emperyalizm olgusunu Marxistlerin gündemine getiren ilk düflünürlerden birisidir. 1910’lu y›llardan itibaren yapm›fl oldu¤u kuramsal çal›flmalar›n›n do¤al olarak en önemli amaçlar›ndan birisi, “kapitalist geliflmenin son aflamas› olarak” tan›mlad›¤› emperyalizmin “tarihsel anlam›n›” aç›klamak ve bunun “kapitalist geliflmeyle olan ayr›lmaz ba¤›n›”, “korku verici” bütün “çirkinli¤iyle” göstermektir. Bunu özellikle Sermaye Birikimi – Emperyalizmin Ekonomik Aç›klamas›na Bir Katk› (Die Akkumulation des Kapitals – Ein Beitrag zur ökonomischen Erklärung des Imperialismus) bafll›kl› temel ekonomik çal›flmas›nda yap›yor. Emperyalizm olgusunu aç›klamak için giriflmifl oldu¤u kuramsal çal›flmalar›nda Luxemburg, Rudolf Hilferding’in yapt›¤› gibi soruna yaln›zca mali sermaye aç›s›ndan yaklaflm›yor (bkz. Hilferding, 1947). Luxemburg Emperyalizm kitab›nda mali sermeyenin kapitalizmin emperyalist aflamada uluslararas› iliflkiler bak›m›ndan oynam›fl oldu¤u belirleyici role dikkat çekiyor. Mali sermayenin emperyalist ülkelerin geri b›rakt›r›lm›fl olan ülkeleri kendilerine ba¤›ml› hale getirmek için önemli bir araç haline geldi¤ini vurguluyor (1990e: 367). Luxemburg, Lenin’in yapt›¤› gibi emperyalizmin özelliklerini aç›klarken bunu sadece kapitalizmin son aflamas› olarak da tart›flm›yor (bkz. Lenin, 1960). Konuya iliflkin kaleme ald›¤› uzunlu k›sal› de¤iflik yaz›lar›nda yapm›fl oldu¤u saptamalar›nda Lenin ile hemen her konuda bulufluyor. Ama Luxemburg konu hakk›nda çal›flmalar› olan di¤er Marxist düflünürlerden farkl› olarak “yeniden üretim süreci” sorunundan yola ç›karak kapitalizmin emperyalist aflamas›nda ekonomi politikan›n elefltirisini yazmak istiyor. Luxemburg’un eserlerini yay›na haz›rlayanlar›n do¤ru olarak belirtti¤i gibi, Luxemburg bu kitab›nda emperyalizmin özelli¤ini belirle-


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

yen ve kendisinin kuflkusuz bildi¤i tekel olgusunu temel alm›yor (Lehmann, 1990e: 12*). Kitab›nda daha çok ekonomi politikan›n 18. yüzy›ldan 20. yüzy›l›n bafllar›na kadar olan geliflimini ve bunun elefltirisini ele al›yor. Bu, kapitalizmin emperyalizm aflamas›n›n Das Kapital’ini yazmak gibi devasa bir projeyi gerçeklefltirmek istiyormufl gibi bir izlenim b›rak›yor okurun üzerinde. Ama Luxemburg’un, emperyalizm olgusunu aç›klamas›na tekel olgusunu temel alarak yaklaflmamas›, kitab›n günümüzde yaflan›lan emperyalizm ve genel olarak ekonomi politika çerçevesinde yaflanan de¤iflik tart›flmalar bak›m›ndan ihmal edilebilece¤i anlam›na gelmiyor. Luxemburg kitab›nda bu alanda en az 250 y›ld›r birikmifl olan kuramsal ve ampirik bilgiyi ifllemeye, ele ald›¤› sorundan yola ç›karak sistemlefltirmeye çal›fl›yor. Sadece bu bak›mdan bile kitap kendi bafl›na bir de¤er arzediyor. Yeni kurumculuk uluslararas› iliflkilere yönelik temel düflüncesini gelifltirirken sözleflmecilik ve pozitivist gerçekçili¤in gelifltirmifl oldu¤u baz› kuramsal unsurlar› birlefltirip kendi özgün düflüncesine ulafl›yor. Yeni kurumculu¤a göre, BM, Dünya Bankas› ve ‹MF gibi uluslarötesi kurulufllar›n yan›n›nda uluslararas› iliflkilerin temel aktörleri olan ulusal devletler içte ve d›flta bütün alanlardan çekilmeli ve bu alanlarda iliflkilerin düzenlenmesini ekonomik aktörlere, tekellere b›rakmal›d›rlar. Yeni kurumculu¤un önermifl oldu¤u bu yeni düzen çerçevesinde ulusdevletlere en fazla bir hakemlik görevi düflmektedir. Yeni bir ak›m olmas›ndan dolay› Luxemburg’un yeni kurumculu¤u direk elefltirmifl olmas› mümkün de¤ildir. Ama de¤iflik yaz›lar›nda gelifltirmifl oldu¤u temel düflüncelerini yeni kurumculu¤un elefltirisi olarak da okuyabiliriz. Luxemburg’un yukar›ya aktarm›fl oldu¤umuz sözleflmecili¤e yönelik elefltirisi yeni kurumculuk düflüncesinin temelini oluflturan unsurlardan birisi olan sözleflmecili¤in elefltirisi olarak da okunabilir. Burada bu konu üzerine tekrar e¤ilmemize gerek yoktur. Geride iki temel düflüncesi kal›yor: yetkisi ve görevi en aza indirilmifl hakem devlet kuram› ve uluslaras› iliflkilerin yeni aktörleri olarak önerilen tekeller. Luxemburg’un yaz›lar›nda bu konularda gelifltirmifl oldu¤u düflüncelerine dönelim flimdi. Luxemburg’a göre kapitalist-emperyalist koflullarda ne Rawls’un önerdi¤i halklar konfederasyonun, ne Höffe’nin önerdi¤i dünya cumhuriyetinin, ne de yeni kurumcular›n önerdi¤i hakem devlet kuram›n›n gerçekleflme flans› vard›r. O da Lenin gibi (Lenin, 1960: 342-346), ekonomik, politik ve kültürel bir birlik

75


76

Do¤an Göçmen

4 Dünya Marxist hareketinin bugün karfl› karfl›ya bulundu¤u en önemli görevlerden birisi emperyalizmin 21. yüzy›lda alm›fl oldu¤u biçimin bir analizini ve elefltirisini sunmakt›r. Bunu yaparken ne burjuva ideologlar›n›n sundu¤u mitlefltirilmifl bir “globalleflme”, ne de Hardt ve Negri’nin önerdi¤i metafizik bir “imparatorluk” kavram›ndan yola ç›kabilir. Kan›mca bu konuda hala en iyi ç›k›fl noktas›n› Lenin, Luxemburg ve Gramsci üçlüsünün oluflturmufl oldu¤u gelenek sunuyor. Bu gelene¤e ba¤l› olarak son y›llarda yap›lan çal›flmalar için bkz. Holz, 2003; Martínez vd., 2000; Mészáros, 2001.

olarak gelifltirilmek istenen “Avrupa Birleflik Devletleri” projesinin hem gerici oldu¤unu hem de mümkün olmad›¤›n› düflünür. Bu proje ekonomik olarak mümkün de¤ildir, çünkü birbirinden k›ta bak›m›ndan kopuk ekonomik birliklerden hareket etmektedir. Oysa kapitalist üretim biçimi bütün dünyay› kapsayan, bütün parçalar›n karfl›l›kl› içiçe geçti¤i ve bundan dolay› ba¤›ml› hale geldi¤i tek bir sistemdir. Bu ekonomik sistemi politik olarak k›talara veya bölgelere göre parçalamak iste¤i, mümkün olmayan bir fleyi denemek anlam›na gelmektedir. Buna ra¤men kurulacak olursa, bu hem politik hem de kültürel bak›mdan gerici olacakt›r. Bundan dolay› Luxemburg’a göre sorun, bu projelerin desteklenmesi veya karfl›s›nda olma sorunu de¤ildir. Luxemburg’a göre sorun bu türlü her bak›mdan gerici olan projelerin karfl›s›na sosyalist dünya projesini koyma sorunudur (1990b: 498504).4 Luxemburg bu sonuca bir dünya sistemi olarak kavrad›¤› kapitalizmin emperyalist aflamas›na iliflkin analizleri sonucu ulafl›yor. Bu analizinin iç boyutunun konusunu tekeller, artan militarizm ve keskinleflen s›n›f mücadelesi olufltururken, d›fl boyutunun konusu bu içte yaflanan geliflmelerin d›fla yans›mas› sonucu uluslararas› alanda emperyalist ülkeler aras›nda k›zg›nlaflan paylafl›m kavgas› ve bunun sonucu artan militarizm ve savafllard›r. Yeni kurumculu¤un önerisinden yola ç›kacak olursak, uluslararas› alanda istedi¤i gibi cirit atan, bir iktidar oda¤› olan ve devlet gibi örgütlenen tekeller aras›nda devletin hakemlik görevi görebilmesi için bunlara karfl› yapt›r›m gücünün olmas› gerekir. Bu yapt›r›m gücünün ahlaki olamayaca¤›n› yukar›da Luxemburg’un devlet ve ahlak kuram›ndan yola ç›karak aç›klamaya çal›flt›k. Bu durumda devletin yapt›r›m gücünün sadece politik ve askeri de¤il, ayn› zamanda di¤er tekeller karfl›s›nda tam anlam›yla ba¤›ms›z olmas› için ekonomik yapt›r›m gücünün de olmas› gerekir. Bu durumda devletin kendisi de bir tekele dönüflecektir. Bu ba¤lamda iki olas›l›k vard›r. Devletin di¤er tekeller aras›nda söz sahibi olabilmesi için ya di¤er tekeller gibi afla¤› yukar› ayn› güce sahip olmas› veya hakim olan bir tekel durumunda olmas› gerekir. Birinci durumda güçler dengesinden dolay› devletin di¤er tekeller karfl›s›nda yapt›r›m gücünün olmas› mümkün de¤ildir. ‹kinci durumda, yani tekellerin içinde hakim pozisyonunda olmas› durumunda di¤er tekellerle olan iliflkisi karfl›l›kl› iktidar iliflkisine dönüflecektir ki, bu durumda devletin di¤er tekellerle hakem iliflkisi kurmas› mümkün de¤ildir. Yeni kurumcular›n önerisini bir an


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

için kabul edip devletin gerçekten hakemlik yapabilece¤ini düflünelim. Bu, tekeller aras›ndaki iktidar iliflkilerini ve birbirleriyle yeni nüfuz alanlar› için yürüttükleri savafllar› ortadan kald›rmayacakt›r. Yeni kurumcular›n önerdi¤i gibi bir an için devletlerin ellerini ayaklar›n› her fleyden çektiklerini ve s›rf hakemlik görevi gördüklerini düflünelim. Bu durumda ulusal devletler bugün BM’in Irak savafl› ve iflgali s›ras›nda düflmüfl oldu¤u duruma düflecektir. Bugün ulusal devletler aras›nda süren rekabet, insanl›¤› maceradan maceraya sürüklüyücek tekeller aras› rekabete ve savafllara dönüflecektir. Ve bunu, örne¤in son olarak Alman tekeli Daimler ile ABD tekeli Crysler aras›nda yaflanan flirket evlili¤inde de yaflad›¤›m›z gibi, ne yeni kurumcular›n önerdi¤i, ne de baflka bir sözleflme önleyebilir. Bu konuda, y›llarca “Alman Endüstrisinin Federal Birli¤i”nin (BDI) ve IBM’in Avrupa baflkanl›¤›n› yapm›fl olan Henkel’in yeterince deneyimi olsa gerek, yukar›da baz› düflüncelerini tart›flt›¤›m›z kitab›n›n bir yerinde, büyük tekeller aras›nda “d›fllama mücadelesinin” genel bir yasa oldu¤unu kabul ekmek zorunda kal›yor (2002: 221). Yukar›da yeni kurumcular›n spekülatif bir önermesini spekülatif olarak ele almak durumunda kald›k. Gerçeklikte devlet ve tekeller aras› iliflkiler baflka türlü geliflmektedir. Manifaktürcü kapitalist dönemin ekonomi politikas›n› yazan Smith bugün karfl› karfl›ya oldu¤umuz duruma 18. yüzy›l›n son çeyre¤inde bir e¤ilim olarak iflaret ediyordu. Manifaktürcülerin devlet ve toplum karfl›s›nda kazanm›fl olduklar› hegomonik pozisyonu Uluslar›n Zenginli¤i adl› eserinin bir yerinde flöyle tasvir ediyordu: manifatürcülerin “bu tekeli onlar›n baz›lar›n›n (hükmettikleri iflçi,DG) say›s›n› o kadar art›rd› ki, sanki afl›r› büyümüfl bir ordu gibi hükümet için korku verici olmaya bafllad›lar ve bir çok durumda yasamay› sindiriyorlar. Bu tekeli güçlendirmek için yap›lan önerileri destekleyen parlameto üyeleri sadece ticaret anlay›fllar›n›n iyi oldu¤u konusunda üne kavuflacaklar›ndan de¤il, ayn› zamanda say›lar› ve zeginliklerinin kendilerine büyük önem kazand›rd›¤› insanlar›n bir s›n›f› arac›l›¤›yla ra¤bet ve nüfuz elde edecekleri konusunda da emin olabilirler. Ama e¤er onlara karfl› ç›kacak olursa ve hatta e¤er onlar› engelleyecek yeterli otoriteye sahipse, ne en çok kabul gören dürüstlük, ne en yüksek rütbe, ne de en büyük kamu hizmeti onu küplere binmifl ve hayal k›r›kl›¤›na u¤ram›fl tekelcilerin küstah zorbal›¤›ndan kaynaklanan ne en

77


78

Do¤an Göçmen

5 Burada uluslarötesi tekelleri bütün boyutlar›, sorunlar› ve çeliflkileriyle ele almam›z mümkün de¤il. Bu konuda yap›lm›fl olan en iyi çal›flmalardan birisi olarak gördü¤üm, Kübal› bilimcilerin yapm›fl oldu¤u çal›flmaya bkz.: Martínez vd., 1999: 87-142.

utanç verici küfüre ve yermeye, ne kiflisel hakarete, ne de bazan gerçek tehlikeye karfl› koruyacakt›r” (1981: 471). Luxemburg 19. yüzy›l›n sonlar›nda 20. yüzy›l›n bafllar›nda henüz yeni bir olgu olan ve kapitalizmin emperyalizm aflamas›n›n belirtisi olan tekellere iliflkin Smith’in kapitalizmin manüfatürcü evresinde yapm›fl oldu¤u bir gözleme benzer bir gözlemde bulunuyor. 1899 y›l›nda yay›nlanan Tekelci Ekonominin Bir Sonucu (Ein Ergebnis der Kartelwirtschaft) bafll›kl› yaz›s›nda ilk defa ABD’de gözlemlenen tekellerin toplum ve devlet karfl›s›nda kazanm›fl oldu¤u hegemonik durum toplumu ve devleti bunlar›n karfl›s›nda çaresiz b›rakm›flt›r (1990: 583-586). Araflt›rma komisyonlar›, yasal savafllar ve hatta mahkeme karar›yla yasaklamalar hiç bir fleyi de¤ifltirmemifltir. Sürekli artan bir flekilde toplumun bütün can damarlar›n› ellerine geçirip isteklerini bütün topluma dikte ederken devletin bütün organlar›n› kendi nüfuzlar› alt›na almaktad›rlar. Bundan dolay› hükümet bu geliflmeye yar› gönüllü, yani sadece “ka¤›t üzerinde” müdahale etmekedir. Hükümetin bunlar› kontrol etmesini bir tarafa b›rakal›m, uygulam›fl oldu¤u gümrük politikas›yla teflvik etmektedir (1990: 686-189). Bu olgu bugün art›k Luxemburg’un tasvir etmifl oldu¤u s›n›rlar› çoktan aflm›fl ve art›k bir insanl›k sorunu haline gelmifltir. Bugün dünya çap›nda bir kaç yüz uluslarötesi tekel, yani bunlar›n yönetimini elinde tutan bir kaç bin kifli 6 milyar insan›n kaderini elinde tutmaktad›r.5 E¤er burada tekelleri toplumun ve insanl›¤›n karfl›s›nda duran bir ‘cephe’ olarak tan›ml›yorsak, bundan bu cephenin bütünlüklü, iç iliflkileri uyumlu olan bir cephe oldu¤u sonucu ç›kar›lmamal›d›r. Bernstein ve daha sonra Kautsky bu düflünceden yola ç›kt›klar› için iflçi s›n›f› hareketi ve insanl›¤›n kurtuluflu için felaket anlam›na gelen sonuçlara ulaflm›fllard›. Özellikle Kautsky’nin “ultura emperyalizm” kuram›yla uluslararas› iflçi s›n›f› hareketini pasiflefltirip etkisiz hale getirmiflti. Evrimci bir kuramdan yola ç›kan Bernstein’a göre, kapitalizmin yeni aflamas›n›n olgusu olan tekeller kapitalist üretim biçimine hakim olan anarfliyi giderek ortadan kald›racak ve yerine planl› bir üretim biçimini geçirecektir. Kautsky, farkl› bir ba¤lamda ve de¤iflik bir aç›dan yaklaflarak benzer sonuçlara ulafl›yor. Kautsky, Marx ve Engels’in “Tekel rekabeti ve rekabet de tekeli yaratmaktad›r” saptamas›ndan hareket etti¤ini iddia ediyor ama bu saptamayla iliflkisi her bak›mdan sorgulanabilecek bir sonuca ulafl›yor. 1914 y›-


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

l›nda, Birinci Dünya Savafl›’n›n gümbürtüleri alt›nda savafltan sonra nihayet nihai bar›fl›n sa¤lanmas›n›n koflullar›n›n oluflaca¤›n› duyuruyordu insanl›¤a: “Büyük teflebbüslerin, bankalar›n ve milyarderlerin k›zg›n rekabeti küçükleri yutan mali güçlerin tekelleflmesi düflüncesini do¤urmufltur. Böylece büyük emperyalist güçlerin flimdiki dünya savafl›ndan aralar›ndaki silahlanma rekabetini sona erdirecek en güçlülerin birleflimi ç›kabilir.” Kautsky bu beklentisinden yola ç›karak “ultura emperyalizm” düflüncesine ulaflm›flt›. “S›rf ekonomik aç›dan”, diyordu Kautsky “kapitalizmin tekelci politikas›n›n d›fl politikaya tafl›nd›¤› yeni bir aflama daha yaflamas› mümkündür: bir ultura emperyalizm aflamas›d›r. Emperyalizme karfl› enerjik mücadele etti¤imiz gibi buna karfl› da mücadele etmemiz gerekir. Ama bunun tehlikeleri silahlanma rekabetinde ve dünya bar›fl›n› tehlikeye sokmas›nda de¤il baflka bir tarafta yatmaktad›r” (Fetscher, 1964: 342). Luxemburg da Kautsky gibi ayn› saptamadan yola ç›k›yor. Ama Luxemburg Kautsky’nin ç›karm›fl oldu¤u sonuca tam anlam›yla z›t bir sonuç ç›kar›yor. 1899 y›l›nda Bernstein’a karfl› kaleme alm›fl oldu¤u Toplumsal Reform mu, Devrim mi? (Sozialreform oder Revolution?) bafll›kl› çal›flmas›nda tekellerin henüz araflt›r›lmas› gereken yeni bir olgu oldu¤u gözleminde bulunduktan sonra, tekellerin hem iç pazarlarda hem de dünya pazarlar›nda kapitalist üretim biçiminin temel özelliklerinden biri olan üretimdeki anafliyi ortadan kald›rmak flöyle dursun daha da art›raca¤› düflüncesini ileri sürüyor (1990: 380-381). Bu durumun ulusal devletler için sonuçsuz kalmas›n› düflünmek mümkün de¤ildir. Luxemburg’a göre tekellerin bar›flç›l bir “ultra emperyalizm” yaratmas› flöyle dursun, kapitalist dünya ekonomisinin enternasyonal karakteriyle kapitalist devletin ulusal karakteri aras›ndaki çeliflkiyi, gümrük savafllar›nda gözlemlenebilece¤i gibi, daha da derinlefltiriyor (1990: 382-383). Bundan dolay› kapitalist devletlerin, hele kapitalizmin emperyalist aflamas›nda dünyaya bar›fl getirmesi mümkün de¤ildir. Aksine, “kapitalist devletlerin emperyalist politikas›n›n en derin özü, ruhu, bütün içeri¤i ve anlam› kapitalist olmayan ülkelerin ve halklar›n kapitalizm taraf›ndan yutulup hazmedilecek flekilde parçalanmas›d›r. (….) Savafllar›n, emperyalist savafl yürütmenin baflka bir yöntemi olan, sadece o an için bu mücadele içinde karfl›l›kl› güç iliflkisini saptayan aç›k ve gizli devlet sözleflmelerinin tek içeri¤i bu yabanc› ülkelerin ve halklar›n parçalar› u¤runa verilen mücadeledir (1990c: 28-29).”

79


80

Do¤an Göçmen

Ve bu mücadele emperyalist güçlerin derinleflme ve geniflleme alan› darald›kkça daha da k›zg›nlaflacak ve halklar› sürekli fliddeti artan felaketten felakete sürükleyecektir (1990e: 391-392). Luxemburg bu cümleleri Birici Dünya Savafl›’ndan üç y›l önce yazm›flt›. O günden beri insanl›k iki dünya savafl› ve dünyan›n dört bir taraf›nda say›s›z irili ufakl› baflka paylafl›m savafllar› yaflad› ve yafl›yor. Bunlar› baflkalar›n›n takip etmeyece¤ini saptamam›z için hiç bir neden yok. Bu nedenle yine Luxemburg ile: insanl›¤› çok zor zamanlar bekliyor, saptamas›nda bulunmaktan baflka bir perspektif sunmam›z mümkün de¤il ne yaz›k ki. Peki insanl›¤›n tek seçene¤i emperyalist felaketler ve barbarl›k m›d›r? Luxemburg böyle düflünmüyor. Luxemburg’a göre emperyalizm derinleflirken ve yay›l›rken, kendi “can damarlar›n› da kesiyor” ve böylece insanl›¤a emperyalizimi aflman›n nesnel koflullar›n› da sunuyor. Bundan dolay› insanl›¤›n önünde: sosyalizm veya barbarl›k içinde yok olufl seçene¤i nesnel olarak duruyor (1990d: 441).n


Rosa Luxemburg’un Elefltirel Gerçekçili¤i ve Uluslararas› Siyaset Kuram›n›n Temelleri

81

Kaynakça Bernstein, E. (1969) Die Voraussetzungen des Sozialismus und die Aufgaben der Sozialdemokratie, der. Hillmann, G., Rohwohlt, Reinbeck/Hamburg. Fetscher, I. (1964) Der Marxismus, seine Geschichte in Dokumenten, 2, R. München: Piper & CO Verlag,. Henkel, H.-O. (2002) Die Ethik des Erfolgs, München: Econ Ullstein List Verlag GmbH & Co KG. Hilferding, R. (1947) Das Finanzkapital: Eine Studie über die jüngste Entwicklung des Kapitalismus, Berlin: Verlag JHW Dietz Nachfolger GmbH. Holz, H. H. (2003) “Die neue Ausgangslage”, Gesammelte Aufsätze aus 50 Jahren, c1: Der Kampf um Demokratie und Frieden, Essen: Neue Impluse Verlag,, 219-234. Höffe, O. (2002) Demokratie im Zeitalter der Globalisierung, München: Verlag C.H.Beck oHG. Kant, I. (1993) Zum ewigen Frieden. Ein philosophischer Entwurf, Werkausgabe, der. Wilhelm Weischedel, c.11, Frankfurt/Main: Suhrkamp, 193-251 Kant, I. (1998) Kritik der reinen Vernunft, Hamburg: Felix Meiner Verlag. Küng, H. (2003) “Weltpolitik und Weltethos: Zur Problemstellung”, H. Küng ve D. Senghaas (der.) Friedenspolitik, Ethische Grundlagen internationaler Beziehungen, München: Piper Verlag GmbH. Lehmann, H. (1990e) “Vorwort”, Luxemburg, R., Gesammelte Werke, c.5, 1*-34*, Berlin: Dietz Verlag. Lenin, V. ‹. (1960) “Über die Losung der Vereinigten Staaten von Europa”, Werke, 21: 342-346, Berlin: Dietz Verlag. Lenin, V. ‹. (1960) Der Imperialismus als höchstes Stadium des Kapitalismus, Werke, 22: 189-309, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990) Possibilismus, Opportunsmus, Gesammelte Werke, 1/1: 228-230, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990) Sozialreform oder Revolution?, Mit einem Anhang: Miliz und Militarismus, Gesammelte Werke, 1/1: 367-466, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990) Hohle Nüsse, Gesammelte Werke, 1/1: 487-492, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, Rosa (1990) Ein Ergebnis der Kartellwirtschaft, Gesammelte Werke, 1/1: 583-586, Dietz Verlag, Berlin. Luxemburg, R. (1990) Flotenerweiterung und Handelspolitik, Gesammelte Werke, 1/1: 613-615, Dietz Verlag, Berlin. Luxemburg, R. (1990) Brauchen wir Kolonien, Gesammelte Werke, 1/1: 642-643, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990) Kartellwirtschaft in Nordamerika, Gesammelte Werke, 1/1: 686-689, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990a) Karl Marx, Gesammelte Werke, 1/2: 369-377, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990b) Friedensutopien, Gesammelte Werke, 1/2: 491-504, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990c) Kleinbürgerliche oder proletarische Weltpolitik?, Gesammelte Werke, 3: 26-31, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990c) Dem Weltkrieg entgegen, Gesammelte Werke, 3: 58-65, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990c) Die politische Lage und die Sozialdemokratie, Gesammelte Werke, 3: 70-79, Berlin: Dietz Verlag.


82

Do¤an Göçmen

Luxemburg, R. (1990c) Die weltpolitische Lage, Gesammelte Werke, 3: 212-219, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990c) Zweierlei Maß, Gesammelte Werke, 3: 430-434, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990d) Friede und Schiedsverträge, Gesammelte Werke, 4: 228-231, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990d) An die Proletarier aller Länder, Gesammelte Werke, 4: 415-418, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990d) Was will der Spartakusbund, Gesammelte Werke, 4: 440-449, Berlin: Dietz Verlag. Luxemburg, R. (1990e) Die Akkumulation des Kapitals, Ein Beitrag zur ökonomischen Erklärung des Imperialismus, Gesammelte Werke, 5: 4-411, Berlin: Dietz Verlag. Martínez, R.C. vd. (2000) Imperialismus heute: Über den gegenwärtigen transnationalen Monopolkapitalismus, Essen: Neue Impluse Verlag. Marx, K. (1986) Das Kapital, Kapitalist Üretimin Elefltirel Bir Tahlili, c. 1, Ankara: Sol. Marx, K. (1974) Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie (Rohentwurf) 1857-1859, Berlin: Dietz Verlag. Mészáros, I. (2001) Socialism or Barbarism, New York: Monthly Review Press. Rawls, J. (2000) The Law of Peoples, Cambridge: Harvard University Press. Smith, A. (1981) An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of the Nations, Campbell, R. H. vd. (der) c. 1, Indianapolis: Liberty Fund. Smith, A. (1982) Lectures on Jurisprudence, Meek, R.L. (der), ‹ndianapolis: Liberty Fund,. Smith, A. (1984) The Theory of Moral Sentiments, Raphael, D.D. ve A.L. Macfie (der), Indianapolis: Liberty Fund. Wesel, U. (1990) “Vertrag”, Sandkühler, H. J. (der.)Europäische Enzyklopädie zu Philosophie und Wissenschaften, Hamburg: Felix Meiner Verlag içinde.


Praksis 11

| Sayfa: 83-96

Canavar› Adland›rmak

Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk Jens Wissel Çeviri: Emre Arslan ve Do¤an Göçmen

Son birkaç on y›l zarf›nda yaflanan ulusötesileflme süreci, her yerde Fordizmin krizinin ard›ndan süreklilik ve kesintiler üzerine tart›flmalar› tetikledi. Özellikle yeni bir tutarl› bir postfordist oluflumun ortaya ç›k›p ç›kmad›¤› sorusu üzerine yap›lan tart›flmada yeni bir uluslararas›, daha do¤rusu ulusötesi hegemonik düzenin anahatlar› tan›mlanmaya çal›fl›ld› (bkz. Hirsch, Jessop ve Poulantzas, 2001; Candeias ve Deppe, 2001). Bu tart›flman›n bir oda¤›n› ulus-devletin de¤iflen rolü oluflturdu. Ulusalt› ve ulusüstü alanlar›n güç kazanmas› ile teritoryalite ve egemenlik aras›ndaki iliflkilerde buna efllik eden de¤iflim nedeniyle devletin dönüflümü çeflitli teorik görüfl aç›lar›ndan tart›fl›ld›. Eskiden oldu¤u gibi, bugün de bu kaymalar›n tahakküm teorisi (herrschaftstheoretisch) aç›s›ndan nas›l de¤erlendirilece¤i tart›flmal›d›r. Küresel ba¤›ml›l›k iliflkilerinin yeni yap›s›, ba¤›ml›l›k ve dünya sistemi teorilerini sorunluymufl gibi göstermekle kalmad› (krfl. Lipietz, 1987: 54 ve devam›; Hirsch, 1993), ayn› zamanda, örne¤in Nicos Poulantzas (2001) taraf›ndan gelifltirilen elefltirel bir emperyalizm kavram›n› da tart›fl›l›r hale getirdi. Bir yandan eski kavramlar›n art›k kullan›lamayaca¤› iyice aç›kl›k kazanmaya bafllarken (krfl. Brand vd., 2001: 8), di¤er yandan tatmin edici alternatifler gelifltirilemedi. Hardt ve Negri (2002) son ç›kan kitaplar›nda tutarl› yan›tlar veremeseler bile do¤ru sorular yönelttiler. Devlet teorisi aç›s›ndan temellendirilmifl ulusötesi tahakküm iliflkilerinin analizinin hangi do¤rultuda ilerleyebilece¤i afla¤›da k›saca anlat›lacakt›r. Elbette burada savunulan tezlerin ayr›ca pratik bir s›namaya tabi tutulmas› gereklili¤i ortadad›r.


84

Jens Wissel

Ulusötesi bir tahakküm iliflkileri teorisine do¤ru Joachim Hirsch, daha 1995’te, ulus devletlerin e¤ilimsel olarak düzenlemenin merkezindeki rollerini kaybettiklerini tesbit etmiflti (1995: 98). Bunun sonucu olarak, ulus-devletlere yo¤unlaflt›¤› için düzenleme okulu da elefltirilmeye bafllanm›flt›. Ulusötesileflmenin siyasi sürecinin tart›flmalara uygun bir biçimde konu edilmemifl olmas› ve Wallerstein’›n dünya sistemi dedidi¤i fleyin bir analizinin olmay›fl› gittikçe daha fazla bir eksiklik olarak hissedilmeye baflland› (Holloway, 1993; Röttger, 1997; Waringo, 1998; Alnasseri, vd. 2001). Küresel alan› ele almadaki yetersizli¤in, dünya sistemi teorisine yeniden baflvurularak afl›lmaya çal›fl›lmas›, tatmin edici sonuçlara yol açmad›: Düzenleme okulu ve dünya sistemi teorileri yanyana birbirleriyle iliflkilendirilmemifl bir flekilde durdular (Waringo, 1998: 218 ve devam›). Ayr›ca dünya sistemi teorisi hakl› olarak örtük ekonomizmi nedeniyle elefltiriliyordu (Hirsch, 1993). Düzenleme okulunun devlet teorisini merkeze alan versiyonunda, ulus-devletin içinde daima uluslararas› güç iliflkilerinin de maddileflti¤ine dikkati çeken Nicos Poulantzas’a yeniden bir dönüflle, uluslararas› düzey gündeme getirildi (krfl. Hirsch, 1993). Öte yandan, bu aç›dan küreselleflme sadece ulus-devletlerin içinden alg›lanabilmektedir. Ortaya ç›km›fl olan ulusötesi yap›lar, bu perspektiften sadece uluslararas› ittifaklar olarak görülebilmektedir. Buna karfl›n, ‘yereller aras› (inter-lokalen) ama ulusötesi siyasa rejimlerinin’ (Jessop, 2001: 90) çözümlenmesi için Poulantzas’›n ötesine geçebilmek gereklidir. Bu ba¤lamda Gramsci’nin devlet ve hegemonya teorisini küresel düzeye tafl›mak, bu süreçlere ›fl›k tutabilecek, ön aç›c› bir proje olarak görülmektedir (örne¤in, Cox 1998; Gill, 1990 ve 2000; ayr›ca bkz: Bieling ve Deppe 1996). Burada, entegral devletin bir parças› ve hegemonya kazan›m›n›n en önemli bir alan› olarak sivil toplumun ulusötesileflti¤i kabul edilmektedir. Bu ise, uluslararas› hegemonyan›n art›k saf bir ulus-devlet perspektifinden düflünülemeyece¤i anlam›na gelmektedir. Ayr›ca s›n›f yap›s›n›n küreselleflmesiyle birlikte, entellektüel yönlendirici elitler olarak hegemonyay› örgütleyen, ‘ulusötesi yönetici s›n›f›’ (Managerklasse) oluflmufltur. Burada küresel hegemonya, sadece devletler aras› düzenleme alan›nda de¤il, ayn› zamanda ‘içerildikleri ülkelerin toplumsal s›n›flar›n› birbirine ba¤layan küresel üretim biçimi düzeyinde de’ kurulur (Cox, 1998: 82). Bu bak›fl aç›s›nda sorunlu olan taraf, küresel düzeye tafl›mak için yeniden formüle edilmesi gereken Gramsci’nin ulus-devlet düzeyinde biçimlen-


Canavar› Adland›rmak Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk

mifl hegemonya teorisiyle teorik bir tart›flman›n eksik olmas›d›r: Günümüzde ne Gramscici anlamda bir küresel sivil toplumdan söz edilebilir, ne de Gramsci’nin entegral devletinin flu anda nas›l anlafl›labilece¤i aç›kt›r (Germain ve Kenny, 1998; elit teorisinin indirgemecili¤inin bir elefltirisi için bkz. Borg, 2001). Bu zorluklara karfl›n, oluflmufl olan ulusötesi yap›lar sorunu cevaps›z kalmaktad›r. Zira uluslararas› düzenleme kurumlar›n› sadece devletler aras› kurumlar olarak görmek de¤il, ayn› zamanda hem ekonomi hem de ulus-devletler karfl›s›nda göreli özerkli¤ini gündeme getirmek için eskiden oldu¤u gibi yeterince iyi argüman vard›r (Shaw, 2000: 215). Bu kurumlarda da güç iliflkileri yo¤unlaflmaktad›r. Yaflanan iliflkileri uygun bir flekilde anlatmak için eski kavramlar›n yetersizleflti¤i gittikçe daha aç›k hale gelmektedir: Cox ve Gill’in ‘ulusötesi sivil toplum’ diye tarif etmeye çal›flt›klar› ulus-devletler aras›ndaki iliflkiler eksik kalmaktad›r. Çeflitli siyasi ve ekonomik stratejilerin bütün çeliflki ve k›r›lmalarla bir blok oluflturdu¤u düzey eksiktir - Cox’un (1992) yeni iktidar yap›lar›n› tan›mlamak için neredeyse çaresizli¤ini ifade eden ‘bulutlu küresellik” kavram› bunu göstermektedir. E¤er Cox ve Gill’in tezinde bir ? varsa, marksist aç›dan egemenli¤in yeni biçiminin ne oldu¤una dair sorunun yan›s›ra, emperyalizmin yeni biçimi sorusu da gündeme gelmektedir.

‹mparatorluk ve Emperyalizmin Yeni Biçimi Susan Strange 1989’da, güçlü bir ulus-devletten ziyade baz› aç›lardan Roma ‹mparatorlu¤unu an›msatan bir siyasi yap› olufltu¤una dikkat çekiyordu. ABD’den ‘Baflkenti Washington D. C. olan, s›n›rlar› olmayan bir imparatorluk’ olarak söz ediyordu (Strange, 1989: 170). Strange, ‘yap›sal iktidar’ kavram›yla sadece ABD topraklar›yla s›n›rl› olmayan bir Amerikan tahakküm modelini tarif ediyordu. Bu tahakküm modeli, o dönemde Do¤u Bloku’nun varl›¤› nedeniyle küresel olamamas›n› dikkate almayacak olursak, Cox’un ‘bulutlu küresellik” kavram›yla ifade etmeye çal›flt›¤› duruma iflaret etmektedir. Leo Panitch “[Strange’e] canavar›n ismini... koymakta gösterdi¤i katk›dan ötürü minnettar olmal›y›z” (Panitch 2000, 17) derken hakl›d›r. Strange’in elefltirisi, art›k küresel ekonomi politi¤in hayati sorunlar›n› anlamak için yeterli olmayan ‘topraksal’ (teritoryal) bak›fl aç›s›na yöneliyordu (Strange, 1989: 176). Panitch, bu sorudan ç›karak devlet teorisiyle desteklenmifl bir “Amerika ‹mparatorlu¤u” kavram› gelifltirmeye çal›flmakta-

85


86

Jens Wissel

1 Krfl: Poulantzas’›n Foucault’nun iktidar kavram›n› elefltirisi (Poulantzas, 1978:134 ve devam›).

d›r. Emperyalizm kavram›ndan vazgeçmeden, ondaki eskimifl varsay›mlar› sorgulad›: Panitch, hem karmafl›k ulusötesi içiçe geçifl süreçlerini dikkate almayan bir küresel ABD diktatörlü¤ü varsay›m›na karfl› ç›kmak gerekti¤ini, hem günümüzde emperyalistler aras› rekabet düflüncesinin gerçe¤i yans›tmad›¤›n›, hem de Lenin ve Buharindeki emperyalizm kavram›nda ekonomist bir çeflninin bulundu¤unu ileri sürüyor (Panitch’in Gowan, Panitch ve Shaw, 2001 içindeki sözleri). Panitch, emperyalizmin yeni ça¤›n›n tarif edilmesinin daha Poulantzas’la birlikte baflland›¤›na dikkat çekmektedir. Poulantzas (2001: 25 ve devam›), üç emperyalist evre tesbit ediyordu: birisi rekabetçi kapitalizmden emperyalizme geçifl, di¤eri konsolidasyon ve son olarak da ‹kinci Dünya Savafl›’ndan ard›ndan oluflan “Amerika’n›n küresel egemenli¤indeki yeni dönem. Bu yeni dönem ne metropol taraf›ndan do¤rudan ve hatta ne de yeni sömürgeci türü bir siyasi bask› türüyle sürdürülen, daha çok ‘her bir ulusal formasyon ve devlet içinde bask›n emperyalist iktidar›n sebep oldu¤u yeniden üretim biçimini sürdüren yeni bir teritorya-d›fl› emperyalizmi bar›nd›rmaktad›r’” (Panitch, 2000: 9). Buradaki soru, emperyalizmde Poulantzas taraf›ndan tasvir edilen de¤iflikliklerde art›k bu kavram içinde aç›klanamayacak kadar yeni fleylerin varolup olmad›¤›d›r. Önemli olan imparatorluk kavram›yla bir kopuflun mu vurguland›¤› ya da emperyalizmdeki süreklilik noktalar›n›n m› ön plana ç›kar›ld›¤› de¤ildir. As›l sorun, emperyalizm kavram›n›n küresel tahakküm iliflkileri konusunda henüz herfleyi söylememifl oldu¤udur. Bu demektir ki, emperyalizmin art›k güncel olmayan belli bir alg›lan›fl› üzerinde etrafl›ca düflünmemiz için iyi nedenlerimiz vard›r. Bu nedenle, Hardt ve Negri’nin post-emperyalist bir düzeni tarif etme çabalar› üzerine dönen güncel tart›flmalar kullan›lmal›d›r. Ne yaz›k ki, Hardt ve Negri kafl yapay›m derken göz ç›kar›yorlar: Onlardaki temel sorun, “post-modern kapitalizm”de toplumun sermaye alt›nda “gerçek içerilifli” (reelle subsumtion), sermayeye karfl› bir d›fl olamayacak flekilde gerçekleflti¤i için, ekonomi ve politikay› ay›rmay› reddetmeleridir (Negri ve Hardt, 1997: 20; Hardt ve Negri, 2002: 55, 247 ve 391). Böylece imparatorlu¤un s›n›rlar›, içinde iktidar›n daima içkin oldu¤u mekans›z bir küresel bulut üzerinde yüzüflüdür. Bu arada, iktidar›n nerede, nas›l ve hangi temelde yo¤unlaflt›¤› belli de¤ildir1. Nihayetinde ekonomik ve siyasi iktidar ölümcül biçimde k›sa devre yapmaktad›rlar. Bu temel hata tüm di¤er hatalar›n merkezinde durmaktad›r. Zira bu perspektiften ulus-devletler en fazla geç-


Canavar› Adland›rmak Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk

mifl dönemlerin tortular› olarak görülebilir. Kapitalizmin siyasi biçimi kayboluyor, geriye kalan ise sadece sermayenin ulusötesileflmesini izleyen hukukun küreselleflmesi. Ulus-devletle birlikte siyasal alan›n göreli özerkli¤i de kaybolmufltur. Bu tezden teorik olarak ne ç›kar›labilece¤i üzerine bir tart›flma yapmak ve hatta geriye kapitalizm denen fleyden neyin kal›p kalmad›¤›n› aramak bile bofluna. ‹mparatorluk kavram›yla kavranmak istenen yeni olan fley, tan›mlanamaz, da¤›n›k “herfleyi üstbelirleyen tek bir iktidar biçimini al›yor (25). Gerçi Hardt ve Negri, imparatorlu¤un bütüncül bir fley olmad›¤›na dikkat çekerler: yeni bir özne olarak o her yerde ve hiç bir yerdedir, o bir ‘mekans›z’ ve bir ‘iktidar ve karfl› iktidar›n a¤›d›r’ (178). Ama iktidar›n bu ‘mekans›z’ ortamda nas›l yo¤unlaflt›¤› ve maddileflebildi¤i karanl›kta kalmaktad›r. Ayn› durum imparatorlu¤un heterojenli¤ini nas›l d›flavurabildi¤i konusunda da geçerlidir. Bu kurgu sadece ulus-devletlerin kendilerinin küreselleflme sürecinde aktör olduklar›n› görmezden gelmez, ayn› zamanda arka kap›dan siyaset ve ekonomi iliflkilerinde, postmodern dönemde ekonomi içinde eritilen bir dualist tahayyüle baflvurur. Bu noktada afl›ld›¤› san›lan Marksist teleolojiyle ana ak›m (Mainstream) siyaset bilimi birbiriyle buluflur. Hiç bir zaman özne olmam›fl olan ulus devletlerin, kaybedilmesinden sonra, yeni üst-özne (krfl. 9) dünya tininin yeniden vücut buluflu olarak sahneye ç›kabilir. Böylece, imparatorluk kavram›n›n avantaj›, yani kurumlar›yla birlikte yeni bir küresel karfl›l›kl› ba¤›ml›l›klar üzerine vurgu yapma olana¤› kaybedilmifl olmaktad›r. Bu arada emperyalizm kavram›na atfettikleri ekonomist yorumlar, Negri’nin, kendi mant›¤›n› tutarl› biçimde tarif ederek, imparatorlu¤u kapitalizmin son aflamas› olarak kavramsallaflt›rmas› ve argümandaki pek gizlenemeyen ekonomizmi aç›kça telaffuz etmesiyle tamamen sahiplenilmifl olunuyor (Negri, 2001)2. Fakat Hardt ve Negri, basit bir siyasi hükmetmeyi aflan ve küresel yönetiflim teorilerinin tahayyüllerinin aksine imparatorlu¤un esas olarak iktidar ve tahakküm iliflkileriyle tan›mland›¤› bir hegemonya kavram›na sahipler. Hardt ve Negri herfleyden önce ço¤unlukla birbirine ba¤lanmadan b›rak›lan iki tart›flma çizgisini, yani küresel tahakküm iliflkilerinin analizi ve öznelli¤in de¤iflimi aras›nda bir köprü kurmaya çal›flmaktad›rlar. “Gelecekbilimsel”3 abartmalar ve devlet teorisinin eksikli¤i, imparatorluk tezinin sorunlu görünmesine yol açsa da, bu tezi do¤rudan çöp sepetine atmak yerine ulusötesi tahakküm iliflkilerinin analizi olarak ciddiye almak gerekir. Burada önemli olan, kitab›n apaç›k

87

2 Burada söz konusu olan, herfleyin ‘ekonomik altyap›dan’ türedi¤i özcü bir ‘ekonomi’ tahayyülüne sahip ortodoks ekonomizm de¤ildir. Hardt ve Negri’nin özgül ekonomizmleri, biyo-iktidarla yüklü üretim güçlerine verdikleri öncelik ve ayn› zamanda onlar›n teleolojilerini de temellendiren kapitalizmin siyasi biçimleri konusunda sahip olduklar› eksik kavray›fllar›nda gizlidir. 3 Poulantzas ‚gelecekbilimsel’ yönelimli tart›flmay› ‘k›sa vadeli e¤ilimleri genel bir düzeyde ele almak’ olarak tan›mlamaktad›r (Jessop, 2001: 82).


88

Jens Wissel

4 Paradigmatik olarak AB’de gözlemlenebilece¤i gibi ulusüstü devlet oluflumlar›n›n geliflimi durumu ayr›ca karmafl›klaflt›rmaktad›r (krfl. Ziltener, 1999). Bu geliflmeler sadece kapitalist bir üçlünün (triade) oluflumuyla daha genifl bir düzeyde imparatorlu¤un fragmanlaflmas›na de¤il, ayn› zamanda devlet biçiminde temel de¤iflimler oldu¤una iflaret ediyor. Tuhaft›r ki, Hardt ve Negri bu konular üzerinde hiç durmazlar. 5 Bunlara G8, DTÖ, Dünya Bankas›, IMF, NATO gibi örgütler de dahildir. 6 Bu geliflme ‹kinci Dünya Savafl›’n›n ard›ndan bafllad›. “Özgür Bat›”, d›flsal tehdit nedeniyle birlik oluflturmufltur. Bu durum, iç çeliflkilerin yeni bir biçimde ifade edilmesini gerektirmekteydi. Bu dönemde küresel bir kültür endüstrisi olufltu. Bu de¤iflimlerin ve bu süreçte kazan›lan deneyimlerin geriye çevirilmesi art›k mümkün de¤ildir (krfl. Shaw, 2000: 124 ve devam›).

ortada olan zay›fl›klar› de¤il, Hardt ve Negri’nin yeni olan› belirlemede gösterdikleri radikalliktir. Bu radikallik, yeni olan› bir kavram alt›nda ifade etme konusunda tetikleyici olmufltur. E¤er imparatorluk tezi verimli bir flekilde ele al›nacaksa, her fleyden önce “tek bir iktidar›n” olmad›¤›n›n, siyasi biçim olarak ulus-devletin kaybolmad›¤›n›n4 ve siyaset ve ekonominin birleflmediklerinin kabul edilmesi gerekiyor. Ulus-devlet kaybolmad›¤› için, emperyalizm de hala mevcuttur (krfl. Poulantzas, 1978: 99) –ama de¤iflik bir biçimde. Buna ra¤men, Hardt ve Negri, küreselleflmede egemenli¤in temel olarak de¤ifltiklerini tespit ederken hakl›d›rlar. Bu tespitten hareketle flimdiki durumun klasik emperyalizmden nerede farkl› oldu¤u daha aç›k olarak ortaya koyulabilir. Burada merkezi olan, sermayenin ulusöteleflmesi ve s›n›f yap›s›n›n küreselleflmesinin yan›s›ra, ABD’nin rakipsiz askeri hâkimiyetidir. Bu süreçler ulus-devletler içindeki güç iliflkilerini öyle de¤ifltirdi ki, ulus devletlerin kendileri de bu iç süreçler sonucu uluslararas›laflm›fl hale getirildi (Poulantzas, 2001). Kapitalist metropollerin “genel ç›karlar›n›n” gerçekleflmesini amaçlayan yeni bir savafl biçiminin de temelleri burada yatmaktad›r. Emperyalist rekabet bugün art›k aç›k çat›flmalarda ifadesini bulmuyor. Bugün bu rekabet, daha çok ‹mparatorlu¤un operasyonlar›ndaki askeri birlik kotalar›n›n gücünde, “en kötü” ihtimalle askeri birlik göndermemede ve metropol devletler aras›nda sürekli görünen iktisadi çeliflkilerde görülüyor. Bu anlamda, ‹mparatorlu¤un ortaya ç›k›fl›, emperyalizmin kayboldu¤u anlam›na gelmiyor. Bu sadece emperyalizmin, içinde ulus devletlerin uluslararas› iktidar iliflkilerinde referans noktas› olarak merkezi konumlar›n› kaybetme e¤iliminde oldu¤u küresel olarak birbirine ba¤›ml›5 bir sistem taraf›ndan üstbelirlendi¤ini iflaret etmektedir. Günümüzdeki biçimiyle emperyalizm, klasik emperyalizmle k›yasland›¤›nda yeni bir konuma sahiptir. Ulus-devlet içindeki güç iliflkilerinde kayma ve ç›karlar› nihai olarak ulus-devlet içinde kapsanamayacak bir s›n›f fraksiyonun do¤mas› yeni emperyalizmi imparatorluk üzerinden ortaya ç›karmaktad›r6. Burada sadece retorik düzeyde bir de¤iflimden de¤il, ayn› zamanda gerçek bir de¤iflimden de söz etmek zorunday›z. Di¤er bir deyiflle, emperyalizm k›r›lgan emperyalist yap›lar alt›nda hareket etmektedir ve zaman zaman bu durum gün yüzüne ç›kmaktad›r. Bu, ‹mparatorlu¤un güncel krizini daha belirgin hale getirmektedir. Bu kriz, genel olarak, tek tarafl› uygulamalar› imparatorluk projesini t›kan›kl›¤a sürükleyen George W. Bush’un iktidar› ele geçirmesiyle bafllad›. ‹mparatorlu¤un ve emperyalizmin yeni biçiminin analizi için,


Canavar› Adland›rmak Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk

çeflitli nedenlerden dolay›, Poulantzas’›n devletin uluslaras›laflmas› teorisi önemli olanaklar sa¤lamaktad›r. Poulantzas, 1975’te “bütün olarak emperyalizmin” krizini tarif etti: Bu kriz, yönlendirici hegemonyal gücün ekonomik çöküflünden de¤il, esas olarak art›k metropollere de ulaflan dünya çap›nda bir s›n›f savafl›n›n k›z›flmas›ndan kaynaklanmaktad›r. Bu nedenle, Poulantzas ABD’nin hegemonyas›n› sorgulamamaktad›r (Poulantzas, 2001: 67). Poulantzas, emperyalizm kavram›n› güncellefltirmekle kalmad›, ayn› zamanda yukar›da da de¤inilen ekonomist yorumlar›ndan da kaç›nd›. Poulantzas’›n ‘devlet teorisi’ (1978) tam da siyaset ve ekonomi aras›ndaki ikici (dualist) bir tahayyülü aflma çabas›d›r. Hardt ve Negri’nin aksine, Poulantzas için siyaset ve ekonominin ayr›l›fl› kapitalizmin özünde yatan bir özelliktir. Bu ayr›m “kapitalizmde siyasal olan›n üretim iliflkileri ve onun yeniden üretiminde kurucu varl›¤›n›n belli bir biçimdir” (Poulantzas, 1978: 17). Burada devlet ne davranan öznedir, ne de sadece içinde ekonomik iliflkilerin yans›d›¤› bir üstyap›d›r. Poulantzas, devleti daha çok kendi maddili¤iyle “güç iliflkilerinin yo¤unlaflmas›” olarak görmektedir. Yani, devlet ne ekonominin alt›nda bir yere konulmal›d›r ne de ondan ve onu izleyen s›n›f savafl›m›ndan ba¤›ms›z olarak analiz edilmelidir (bu konuda ayr›nt›l› bir çal›flma için bkz: Kannankulam, 2000: 104 ve devam›). Poulantzas ulusdevletin dönüflüm sürecini erken bir flekilde görmüfl, ama bunu onun sönümlenmesi olarak yorumlamam›flt›: “Günümüzdeki evre, sermayenin uluslararas›laflmas› ile karakterize edilebilirse de, dönüflmüfl haliyle ulus, burjuvazi için, bugün uluslararas›laflma veya ulusötesileflme biçimini alan yeniden üretiminin odak noktas› olmaya devam etmektedir. Modern ulusun bu sert çekirde¤i, kapitalizme özgü üretim iliflkilerinin de¤iflmeyen özünde yatmaktad›r” (Poulantzas, 1978: 109 ve devam›). Devletin, ulus-devlet karakterini korumas› gerçe¤i, Poulantzas’a göre, devletin kendi maddili¤inden de kaynaklanmaktad›r. Zira devlet, egemen s›n›f›n herhangi bir arac› de¤ildir ve “sermayenin her uluslararas›laflmas› evresi otomatik olarak devletlerin ‘ulusüstüleflmesi’ne yol açmaz” (Poulantas, 2001: 59). Poulantzas’a göre, ulus-devletler, toplumsal formasyonlar›n ve s›n›f savafl›m›n›n özellikleri nedeniyle hala merkezi role sahip olsa da, s›n›f savafllar›n›n durumu dünya çap›nda öyle çok de¤iflmifltir ki, toplumsal formasyonlar “günümüzde emperyalist ifl bölümünün ve toplumsal s›n›flar›n kapitalist yeniden üretiminin gittikçe daha fazla dünya ölçe¤inde” göründü¤ü bir biçime bürünmüfltür (Poulantzas, 2001: 64). Poulantzas, devletin uluslaras›laflmas›n›, ulus-devletin içinde ce-

89


90

Jens Wissel

7 Bu kavram›n teorik sorunlar› için bkz. Jessop, 1985: 171 ve devam›, 280; Kannankulam/Wissel, 2003. 8 Ulusal burjuva kavram›yla, -yabanc› emperyalist sermayeyle çeliflkileri belli bir dereceye gelmifl olmas› aç›s›ndan- ideolojik ve siyasi yap›s› göreli olarak özerk bir konum kazanm›fl ve bu aç›dan kendi bafl›na bir iç birli¤i temsil eden burjuvazinin yerli fraksiyonu anlafl›lmaktad›r (Poulantzas, 2001:51). 9 Öte yanda komprador burjuvazi kavram›ndan ise genellikle bir sermaye birikiminin üzerinde yükselmeyen, belli ölçülerde yabanc› emperyalist sermayenin sadece ’arac›s›’ olarak davranan bir burjuva fraksiyonu anlafl›lmaktad›r’ (Poulantzas, 2001: 51).

reyan eden bir süreç olarak tarif eder. Yeni bir s›n›f›n ortaya ç›k›fl›yla birlikte, ulus devlet içinde yo¤unlaflm›fl güç iliflkileri ciddi biçimde de¤iflti: “‹ç burjuvazi”7, ne “ulusal burjuvazi”8yle ne de “komprador burjuvazi”9yle karfl›laflt›r›lamayacak bir s›n›f› cisimlefltirmektedir. Bu s›n›f, di¤er iki s›n›fa karfl› ortada bir pozisyona sahiptir. “‹ç burjuvazi” ne daimi bir flekilde ulusal ç›karlar› temsil eder, ne de kendi maddi temeli olmayan sat›lm›fl ve tamamen ba¤›ml› bir s›n›ft›r. “[‹ç s›n›f›n] ekonomik temeli, metropollerin hegemonyas›yla dayat›lan uluslararas› çal›flan sermayenin ba¤›ml› toplumsal formasyonda yeniden üretilmesidir” (Demirovic, 1987: 35). Yani iç burjuvazi, kendi ekonomik temeline ra¤men, hegemonik ABD sermayesinden ba¤›ms›z de¤ildir. Ayn› zamanda “iç burjuvazi kavram› ‘ulusal’ alana ‘kapanm›fl bir burjuvaziye’ de¤il, bir uluslararas›laflma sürecine’ at›fta bulunur.” Ulusdevlet, hegemonyan›n örgütleyicisi rolünden dolay›, zaten emperyalistler aras› çeliflkilerle oluflmufl ve toplumsal formasyonlar içindeki egemen fraksiyonlar aras›ndaki çeliflkilerle çoktan uluslararas›laflm›fl olan bir alana müdahele eder. (Poulantzas, 2001: 55). Poulantzas, sonuç olarak flu fikre ulafl›r: “‹ktidardaki bu blo¤un tamamen ulusal bir düzeyde anlafl›lmas› art›k neredeyse imkas›zlaflm›flt›r. Emperyalist devletler sadece kendi iç burjuvalar›n›n de¤il, ayn› zamanda uluslararas›laflma sürecinde ba¤lanm›fl olduklar› egemen emperyalist sermayenin ç›karlar›n› da alg›lamaktad›rlar” (Poulantzas, 2001: 56, vurgular JW’e ait). Bu tespitten imparatorluk kavram›na sadece küçük bir ad›m kalm›flt›r. Ama bu, Hardt ve Negri’nin tarif etti¤i de¤il, geçmiflteki ony›llarda yaflanan uluslararas›laflma süreci sonucu olan ve ulusötesileflmifl tahakküm biçimlerinin çeliflkili bir karmafl›kl›k içinde anlamaya çal›flan bir imparatorluk kavram›d›r. ‹mparatorlu¤u biçimlendiren, tam da Poulantzas taraf›ndan tarif edilen ba¤lant›d›r. Ama bu noktan›n anlafl›lmas› için, iç burjuvazi kavram›n›n yeniden kavramsallaflt›rmas› gereklidir. Poulantzas’›n, bir taraftan belirli geliflmeleri önceden görmüfl olamayaca¤› gibi, di¤er taraftan uluslararas›laflma sürecinin analizi için hiçbir biçimde haz›r bir iç burjuvazi kavram› aktarm›flt›r (bkz. Kannankulam/Wissel, 2003). Ama burada önemli olan, Poulantzas’›n kendi devlet teorisini s›n›f teorisine dayal› bir analizle birlefltirip, iç-d›fl diyalekti¤inin ikici (dualist) kavray›fl›n› aflmaya çal›flmas›d›r. “‹ç faktörler ve d›fl faktörler aras›ndaki iliflkinin mekanik ve topografik (hatta co¤rafik) alg›lan›fl›n›n tamamen k›r›lmas› gereklidir (Poulantzas, 1977: 20). Poulantzas, ABD hegemonyas›n›n d›flsal olarak hiçbir biçimde di¤er kapitalist metropollere göre davranmad›¤›n› göste-


Canavar› Adland›rmak Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk

rebilmektedir. Amerikan hegemonyas›n›n yeni niteli¤i, tam da bu di¤er toplumsal formasyonlar›n içinde etkili oluflunda yatmaktad›r. Poulantzas, bu nedenle uluslararas›laflman›n belirli bir evresini tarif etmektedir. Lenin ve Rosa Luxemburg gibi Poulantzas’›n da emperyalist zincir olarak niteledi¤i küresel durum, ne örne¤in dünya sistemi teorisinde10 oldu¤u gibi “kapitalist üretim tarz›n›n sadece zincirin halkalar›nda somutlaflt›¤› soyut bir süreç”, ne de Alain Lipietz’›n önerdi¤ini and›ran, ‘parçalar›n›n bir toplam›’d›r (Poulantzas, 2001:31 ve devam›).

Evre IV: Ulusötesi Blok ‹ktidarda Poulantzas’›n evre modelini devam ettirilecek olursa, emperyalizmin dördüncü evresinde iç burjuvazinin ulusötesi iç burjuvaziye dönüfltü¤ü tezi formüle edilebilir. Eskiden oldu¤u gibi, ulus-devlet politikan›n hala en önemli dayana¤›n› oluflturmaktad›r.11 Ama iç burjuvazi ç›kar bak›m›ndan ulusötesi (non-territoriale) bir s›n›ft›r. Böylece imparatorluk bir bak›ma ulusötesi bir “iktidar blo¤udur”. Bundan yanl›fll›kla bu blo¤un monolitik bir blok oldu¤u sonucu ç›kar›lmamal›d›r. Bu “iktidar blo¤u iç çeliflkileri olan ve hakim fraksiyonun korumas› alt›nda bulunan s›n›flar›n ve fraksiyonlar›n bir birli¤idir. Toplumsal güçler aras›nda s›n›f mücadelesi, kendi özgün antagonizmas›n› koruyan ç›kar kavgalar› her zaman mevcuttur” (Poulantzas, 1975b: 239). Ulusötesi sivil toplum kavram›n›n aksine ‹ktidarda bulunan ulusötesi iktidar blo¤u kavram›, bu düzeyde, bir zamanlar ulusdevlet durumunda oldu¤u gibi bir “ulusal-popüler ç›kar›n” yarat›lmas› sonucu do¤rudan iç bütünlük sa¤lan›yormufl gibi bir yanl›fl kan›n›n uyanmas›na engel oluyor. Bu birli¤in daha çok ulus-devlet arac›l›¤›yla ama onu da aflarak ulus-devlet içinde örgütlenmesi gerekmektedir. Ayr›ca ulusötesileflmifl bir iç burjuva kavram› iyice parçalanm›fl ve derin iç çeliflkileri olan bir s›n›f fraksiyonunu tan›ml›yor. Daha Poulantzas taraf›ndan tasvir edilen iç burjuvazi merkezi olmayan (desantralize olmufl,- çev.) bir burjuvaziydi, iç iliflkileri “içine yerleflmifl Amerikan sermayesi üzerinden gerçeklefliyordu” (Poulantzas, 2001: 58). Bu özellikle ulusötesileflmifl iç burjuvazi için geçerlidir. Burada iliflkiler içine yerleflmifl olan ulusötesileflmifl sermaye üzerinden gerçekleflmektedir. Baflka bir ifadeyle, kelimenin gerçek anlam›nda ulus-devlet içinde yo¤unlaflm›fl iktidar iliflkilerini aflan ulusöteleflmifl bir s›n›f yoktur. Di¤er taraftan ayn› zamanda kendisine ulusötesi yön veren ve hiçbir ulus-devlete sürekli ba¤l› olmayan bir s›n›f fraksiyonu ortaya ç›km›flt›r. Bu yeni oluflmufl olan iktidar blo¤u ayn› zamanda uluslararas› örgüt

91

10 Wallerstein’›n dünya sistemi, küresel bir üretim tarz›ndan ziyade dünya piyasas› olarak kavramlaflt›r›l›yorsa da, nihayetinde sonuç de¤iflmiyor. 11 [Politikan›n] Kaderi hakk›nda da burada karar verilmektedir (Van der Pijl, 2001).


92

Jens Wissel

12 Burada sözkonusu olan uluslararas› alanda çal›flan f›rmalard›r. Bunlar firmalar›n, bölgelerin ve hatta ulus-devletlerin mali itibar› üzerine de¤erlendirmeler yap›yorlar ve böylece muazzam bir uyum bas›nc› oluflturuyorlar. 13 Kapitalizmde dünya devletinin yap›sal bak›mdan mümkün olmad›¤› konusunda bkz. Narr/Schubert, 1994: 233 ve devam›.

a¤lar›nda (networks,- çev.) ve ‘international rating agencies’12 ve dan›flma firmalar› veya ulusötesi entellektüel a¤lara (üçlü lateral komisyon, WEF vs.) benzer örgütlerde gözlemlenebilece¤i gibi yeni ortaya ç›km›fl uluslararas› otorite örgütlerinde de örgütleniyor. Bu örgütlerin uluslararas› normlar›n gelifltirilmesine katk›lar› az de¤ildir (Sinclair, 1999 ve Van der Pijl, 1998: 160 ve devam›). Bu alanda politika ve ekonomi aras›ndaki iliflkinin önemli oranda de¤iflimi kendisini d›fla vurmaktad›r. Bu ayn› zamanda devletin göreli özerkli¤inin de de¤iflti¤i anlam›na gelmektedir. “‹ktidar blo¤u içinde hegemonya ve tahakküm alt›nda bulunan s›n›flar karfl›s›nda hegemonya ifllevi genel olarak ayn› s›n›f ve blo¤a aittir” (Poulantzas, 1975: 240) saptamas› yap›labilse de, iktidar blo¤u içinde hegemonya otomatik olarak toplumsal hegemonya anlam›na gelmiyor. Yani ulusötesi bir iktidar blokunun varl›¤› global ölçüde hegemonik geliflim projesini içermemektedir. Bu blo¤un varl›¤› daha çok hegemonya için verilen mücadelede güçler durumunda bir de¤iflim oldu¤una iflaret etmektedir. Elbette Poulantzas taraf›ndan ulusal toplumsal formasyonlar için gelifltirilmifl olan bu kavram da büyük teorik sorunlar yaratmaktad›r. Çünkü Poulantzas’a göre “iktidar blo¤unun birli¤i yap›sal olarak devletin iç birli¤inde tesis edilmifltir” (Demirovic, 1987: 65). Ama bir dünya devleti oluflmaks›z›n ulusötesi bir iktidar blo¤unun olufltu¤u gözlenmektedir.13 Bundan dolay› da ulusötesi iktidar blo¤u ulusal bloklardan daha parçal›d›r. Ayn› zamanda bu yeni blok ulusal bloklar içindeki s›n›f çeliflkilerini de keskinlefltirmektedir. ‹ktidarda olan blok ve yap›sal düzey olarak devlet Poulantzas’a göre ayn› fleyler de¤ildir. Devlet daha çok iktidar blo¤una karfl› esasen özerktir (Demirovic, 1987: 66). Bu özerklik her ne kadar ayakta kalsa da bask› alt›na girmektedir. Çünkü ulusöteleflmifl iç burjuvazi farkl› ulusdevletlerle ve uluslararas› örgütler sistemiyle oldukça esnek bir flekilde iliflki kurabilmektedir. Buna ra¤men ulusötesi iktidar blo¤u ile metropolitan “rekabetçi ulus-devlet” (Hirsch, 1995) aras›nda sürekli y›k›c› çeliflki yaflanmaktad›r. Özellikle Negri ve Hardt’a ve Poulantzas zaman›nda ortada dolaflan “ultra emperyalizm” teorilerine karfl› temel çeliflkilerden birisi de bu noktada bulunmaktad›r.14 “Sadece ultra emperyalizm kavram› bu hegemonyay› iç emperyalist çeliflkilerin bulunmay›fl› ve bu hegemonya alt›nda bulunan emperyalist metropollerin tatmini olarak tan›mlamaktad›r. Bu çeliflkilerin yeniden canlanmas› durumunda hegemonyan›n sonundan bahsetme pahas›na da olsa” (Poulantzas, 2001: 67). Poulantzas’›n, ABD sermayesinin hegemonyas› üzerinde yo¤unlaflmas›na neden olan, di¤er devletleri nüfuzu alt›na ald›¤›na dair


Canavar› Adland›rmak Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk

saptamas›, aç›k bir biçimde kendi döneminde geçerli olmufl olabilir. Bugün Poulantzas’›n “geçici” olarak “iç burjuvazi” olarak tan›mlam›fl oldu¤u s›n›f›n “belli bir ülkenin sermayesinin tahakkümüyle” (2001: 53) do¤rudan iliflkilendirilmesine karfl› bir kabülden yola ç›kmak için iyi gerekçeler var. (bkz. Cox, 1998: 62 ve devam› ve 82 ve devam›; Röttger, 1997: 117 ve devam›; ulus-devletlerin ve yabanc› sermayenin karfl›l›kl› içiçe geçmesi konusunda ayr›ca bkz. Kreile, 2000: 275 ve devam› ve Brenner, 2002: 65). Poulantzas, iç burjuvazi kavram›n› Birleflik Amerikal› burjuvaziye kendisinin uyarlamas› mümkün de¤ildi. Avrupa ba¤lam›nda iç burjuvazi kavram›n› ABD burjuvazisiyle sürekli artan bir flekilde içiçe geçmesinden dolay› ideolojik-politik özerkli¤ini kaybetme e¤ilimi içindedir diye tasvir etti. “ABD sermayesinin üstünlü¤ü artan oranda kaybolmas› ve üç merkez aras›ndaki içiçeli¤in karfl›l›kl› hale gelmesi Amerikan burjuvazisi için de geçerlidir (Alnasseri vd., 2001: 38). Kuflkusuz, imparatorlu¤a Bat› ve Amerika taraf›ndan hükmedilmektedir. Ama bu, Strange ve Panich’in iddia etti¤inin aksine bir Amerikan imparatorlu¤u de¤il, ulusötesi bir imparatorluktur. Oluflmufl olan ulusötesi iktidar blo¤u bulundu¤u her devlet içinde kesinlikle hegemon de¤ildir. Bu ABD için de geçerlidir. Pozisyonu baflkalar› taraf›ndan sürekli sorgulanmaktad›r ve sözkonusu ulus-devletlerdeki iktidar iliflkilerine ve blo¤un ulusötesi düzeydeki pozisyonuna ba¤l›d›r. Baflka kelimelerle anlatacak olursak; blo¤un pozisyonu sürekli de¤iflmektedir.15

Bir Hegemonluk Süreci Olarak ‹mparatoluk Kriz ‹çinde Hükümdarl›k do¤rudan politik iktidar uygulamas›na indirgenemez. Bundan dolay› imparatorluk en az›ndan metropollerdeki herkesi içeren bir yaflam biçimi olarak genellefltirmeyi içeriyor.16 Bizim hepimizin biraz imparatorluk oldu¤u ve örne¤in ABD’nin her konuda suçlu olmad›¤› ç›kar›m›, politikan›n art›k anlams›zlaflt›¤› anlam›na gelmiyor. Çünkü bu durumda hepimizin içinde oturdu¤u s›rça saray y›k›lm›fl olurdu. Ama bu, sürecin parças› olman›n her zaman beraber düflünülmesi gerekti¤i anlam›na geliyor. ‹mparatorluk bütün bunlara ra¤men ayn› zamanda dünya sistemine hakim olan çeliflkilerin ve çat›flmalar›n denetim alt›na al›nmas› denemesidir. Bundan dolay› imparatorluk “sivillefltirilmifl kapitalizm” veya “dünya yurttafll›k” rüyas› görenlerin projesidir. Bu anlamda yeni global protesto hareketinin bir bölümü taraf›ndan uluslararas› finans hareketlerine karfl› dile getirilen ‘tobin vergisi’ ayn› zamanda imparatorlu¤u istikrarl› k›lma talebidir. ‹mparatorlu¤un yeni sosyal demokrasinin hegomonya projesine benzedi¤i gibi, Al Gore da imparatorluk için daha iyi bir

93

14 Ulutura emperyalizm kavram›, sermayelerin aralar›ndaki ulusal farklar› dünyan›n ortak sömürüsü için aflabileceklerini düflünen Karl Kautsky’den kaynaklanmaktad›r. 15 Burada ulusötesi düzeyden kastedilen sadece uluslararas› düzenleme a¤lar› de¤il. Bunlar metropolitan ulus-devletler taraf›ndan hükmedilse de, bunlar›n içinde bu sürecin parças› olan ulus-devletlere indirgenemeyecek güç iliflkileri yo¤unlaflmaktad›r. Bunlardan kastedilen ayn› zamanda hukukun ulusöteleflmesi tart›flmas›nda görüldü¤ü gibi ulusötesi karfl›l›kl› ba¤›ml›l›klard›r: örne¤in Slaughter (2000) oluflan bir “dünya hukuk sisteminden”, yani ulusal mahkemeler taraf›ndan uyarlanan global bak›mdan entegre olmufl bir hukuk sisteminden hareket etmektedir (genel olarak bkz. Buckel, 2001 ve 2003). Ayr›ca bundan kastedilen, oluflan ve görüfl al›flverifline yarayan global bir aland›r. Bu sadece küresel kolektif bir bilincin oluflmas›na de¤il (Shaw, 2000: 120 ve devam›), ayn› zamanda Cox (1998: 80 ve devam›) ve Gill’in (2000) sivil toplumun ulusöteleflmesi konusunda bafllang›ç olarak önerildi¤i gibi, hegemonya mücadelesini tan›mlayan bir sahan›n oluflmas›na da katk›da bulunuyor.


94

Jens Wissel

16 Yanl›fl anlaflmalar› engellemek için belirtmek gerekiyor: kültürel ve politik hegemonya karfl›l›kl› iliflkileri olsa da ayn› fleyler de¤ildir. 17 Bu geliflme kendisini “eski Avrupa”n›n ABD’ye karfl› aç›k muhalefetine karfl›n yürütülen Irak savafl›ndan çok önce ima etmeye bafllam›flt›. Avrupa’n›n, ABD’nin global iklim politikas› karfl›s›nda tak›nm›fl oldu¤u blokaj politikas›na yönelik elefltirisi ve ABD taraf›ndan reddedilen Uluslararas› Ceza Mahkemesi’nin kuruluflu sadece iki örnektir.

aday olurdu elbette. Avrupa’n›n ABD’ye karfl› aç›k elefltirisi de bundan dolay›d›r.17 ‹mparatorlu¤un güncel krizi, NATO’nun ve di¤er uluslararas› veya ulusötesi rejimlerin itibar›n› yitirmesi ve ABD taraf›ndan yürütülen “teröre karfl› savafl” imparatorlu¤un sonunun geldi¤i anlam›na gelmiyor. Sadece yar›klar belirginlefliyor ve öldü¤ü san›lan ulus-devletlerin san›ld›¤›ndan daha canl› oldu¤u ortaya ç›k›yor. Burada dile getirilen tezlerin do¤rulu¤u pratik olarak da onaylanacak olursa, bu ulusötesileflme süreçlerinin geri çevirilemeyece¤i anlam›na da gelir. Çünkü bu süreçler özellikle ulus-devletlerin içinde yaflanan süreçlerin sonucu olarak ortaya ç›km›flt›r. ‹mparatorlu¤un istikrarl› hale getirilip getirilemeyece¤i sadece “westfalya düzeni”nin çöküflünden sonra yeni bir ulusötesi düzenleme biçiminin bulunup bulunamayaca¤›na ba¤l› de¤il. Bu ayn› zamanda neo-liberalizmin bir perspektif sunamad›¤› dünya bölgelerini de kapsayacak yeni bir hegemonya projesinin örgütlenip örgütlenemeyece¤ine de ba¤l›d›r (Hirsch, 2002: 145 ve devam›). Amerika’n›n d›fl politikas›n› radikal bir flekilde militarize edilmesi ve artan bir flekilde tek yanl› davranmas› bu konuda flüphe uyand›rmaktad›r. Bir kurtulufl hareketi hiçbir flekilde “devletler toplulu¤una” yönelik dünya pazar›n› yeniden düzenleyici talepler düzeyinde kalamaz. Bu durumda devlet ve imparatorluk klasik olarak hayali genelin ç›karlar›n› yönetmekle görevlendirilmifl ama onlar›n neo-liberal projenin gerçeklefltirilmesi konusunda üstlenmifl olduklar› aktif rolü gözard› edilmifl olur. 70’li y›llar›n devlet elefltirisi ve devletin kapitalizmin politik biçimi, yani bütün iç çeliflkilere karfl›n de¤erlendirme için en iyi koflullar› haz›rlamakla yükümlü oldu¤u gerçe¤i de unutulmufl olur (Wissel, 2002). Buna karfl›n hegemonyac› tahakküm projesinin bir parças› haline gelmek istemeyen bir politikan›n soruyu esasl› olarak sormas› gerekir ve bu, sonuç itibar›yla üretim iliflkilerinin sorgulanmas› gerekti¤i anlam›na gelmektedir. Ulus hep ayn› zamanda d›fllama anlam›na geldi¤i için, ulusal kurtulufl stratejileri her zaman sorunlu olmufltu. Ayr›ca bugün bu stratejiler maddi temellerini art›k kaybetmifl görünmektedirler. Ulusal kurtulufl stratejileri daha çok parçalama ve bast›rma süreçlerini güçlendirme tehlikesiyle karfl› karfl›ya bulunuyor (krfl. Hirsch, 2001). Bu anlamda bugün gözlendi¤i gibi global yönelimli toplumsal bir hareketin oluflumunun selamlanmas› gerekir.n


Canavar› Adland›rmak Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk

95

Kaynakça Alnasseri, S. vd. (2001) “Raum, Regulation und Periodisierung des Kapitalismus“, Das Argument 43(239), 23-43. Bieling, H-J ve F. Deppe (1996) “Gramscianismus in der internationalen politischen Ökonomie“, Das Argument 38(217), 729-740. Borg, E. (2001) “Gramsci global? Transnationale Hegemoniebildung aus der Perspektive der Internationalen Politischen Ökoniomie“, Das Argument 43(239), 67-78. Brenner, R. (2002) Boom & Bubble. Die USA in der Weltwirtschaft, Hamburg. Brand, U. vd. (2001) Nichtregierungsorganisationen in der Transformation des Staates, Münster. Buckel, S. (2001) Innenansichten – Überblick über die Rechtstheorie zur Transnationalisierung des Rechts, unveröffentlichtes Manuskript am Fachbereich Gesellschaftswissenschaften der J. W. Goethe Universität, Frankfurt/M. Buckel, S. (2003) die veränderte Form der relativen Autonomie – globales Recht aus kritischer Perspektive, iz3w. Candeias, M. Ve F. Deppe (der.) (2001) Ein neuer Kapitalismus?, Hamburg. Cox, R. (1992) “Global Perestroika”, R. Miliband ve L. Panitch (der.), The New World Order, Socialist Register içinde, London. Cox, R. (1998) Weltordnung und Hegemonie – Grundlagen der Internationalen Politischen Ökonomie, FEG-Studie Nr. 11, Marburg. Demirovic, A. (1987) Nicos Poulantzas. Eine kritische Auseinandersetzung, Hamburg. Germain, D. R. ve M. Kenny (1998) “Engaging Gramsci: International Relations Theory and the New Gramscians”, Review of International Studies, 24(2), 3-21. Gill, S. (1990) American Hegomony and the Trilateral Commission, Cambridge, New York. Gill, S. (2000) “Theoretische Grundlagen einer neo-gramscianischen Analyse der europäischen Integration“, Bieling, H-J; J. Steinhilber (der.), Die Konfiguration Europas içinde, Münster. Gowan, P. vd. (2001) ”The state, globalisation and the new imperialism: a roundtable discussion”, http://www.theglobalsite.ac.uk/librarytexts/201gowan.htm. Hardt, M. ve A. Negri (2002) Empire, Frankfurt, New York. Hirsch, J. (1993) “Internationale Regulation. Bedingungen von Dominanz, Abhängigkeit, und Entwicklung im globalen Kapitalismus“, Das Argument 35(198), 195-222. Hirsch, J. (1995) Der Nationale Wettbewerbsstaat, Berlin. Hirsch, J. (2001) “Vom Ultra zum Hyper. Das neue Gesicht des Imperialismus“ iz3W 251, 33-35. Hirsch, J. (2002) Herrschaft, Hegemonie und politische Alternativen, Hamburg. Hirsch, J. vd. (2001) Die Zukunft des Staates, Hamburg. Holloway, J. (1993) “Reform des Staates: Globales Kapital und nationaler Staat“ Prokla 23(90), 12-33. Jessop, B. (1985) Nicos Poulantzas. Marxist Theory and Political Strategy, London. Jessop, B. (2001) “Globalisierung und Nationalstaat. Imperialismus und Staat bei Nicos Poulantzas – 25 Jahre später“, J.Hirsch vd. Die Zukunft des Staates içinde, Hamburg. Kannankulam, J. (2000) Zwischen Staatsableitung und strukturalem Marxismus. Zur Rekonstruktion der staatstheoretischen Debatte der siebziger Jahre, Magisterarbeit am Fachbereich Gesellschaftswissenschaften der J. W. Goethe-Universität, Frankfurt, M. Kannankulam, J. ve J. Wissel (2004) Stichwort "innere Bourgeoisie" Historisch kritisches Wörterbuch des Marxismus içinde, Berlin. Kreile, M. (2000) “Die Internationalisierung von Produktion und Dienstleistung“, Kaiser, K. ve H-P. Schwarz (der.) Weltpolitik im neuen Jahrhundert içinde, Bonn. Lipietz, A. (1987) Mirages and Miracles. The Crisis of Global Fordism, London. Narr, W. ve A. Schubert (1994) Weltökonomie. Die Misere der Politik, Frankfurt. Negri, A. (2001) “Empire – das höchste Stadium des Kapitalismus“, Le Monde Diplomatique v. 12.01.01. Negri, A. ve M. Hardt (1997) Die Arbeit des Dionysos. Materialistische Staatskritik in der Postmoderne, Berlin. Panitch, L. (2000) “The New Imperial State” New Left Review II, 2: 5-20.


96

Jens Wissel

Poulantzas, N. (1975) Politische Macht und gesellschaftliche Klassen, 2. überarbeitete Auflage, Frankfurt/M. Poulantzas, N. (1977) Die Krise der Diktaturen. Portugal, Griechenland, Spanien, Frankfurt. Poulantzas, N. (1978) Staatstheorie. Politischer Überbau, Ideologien, Sozialistische Demokratie, Hamburg. Poulantzas, N. (2001) “Die Internationalisierung der kapitalistischen Verhältnisse und der Nationalstaat“, Hirsch, Jessop, Poulantzas 2001, içinde. Röttger, B. (1997) Neoliberale Globalisierung und eurokapitalistische Regulation. Die politische Konstitution des Marktes, Münster. Shaw, M. (2000) Theory of the Global State. Globability as an Unfinished Revolution, Cambridge. Sinclair, T. J. (1999) Bond-Rating Agencies and Coordination in the Global Political Economy, Cutler, Haufler, Porter (der.), Private Authority and International Affairs içinde, New York. Slaughter, A. (2000) “Judicial Globalization”, Virginia Journal of International Law, 40(4), 1103-1124. Strange, S. (1989) “Toward a Theorie of Transnational Empire”, Czempiel, E-O ve J. N. Rosenau (der.), Global Changes and Theoretical Challenges: Approaches to World Politics for the 1990s içinde, Toronto. Van der Pijl, K. (1998) Transnational Classes and International Relations, London. Van der Pijl, K. (2001) “Die nationalen Grenzen der transnationalen Bourgeoisie. Oder: Wer sonst wird eine globale Welt herbeiführen?“, Bieling, H-J, K. Dörre, J. Steinhilber, H. J. Urban, (der.) Flexibler Kapitalismus içinde, Hamburg. Waringo, K. (1998) Die Internationalisierung der Produktion in der französischen Regulationstheorie, Frankfurt a. M./New York. Wissel, M. (2002) “Stern oder Sternschnuppe? Über die Notwendigkeit einer Radikalisierung von Attac“, http://www.links-netz.de Ziltener, P. (1999) Strukturwandel der europäischen Integration. Die Europäische Union und die Veränderung von Staatlichkeit, Münster.


Praksis 11

| Sayfa: 97-123

Almanya’da ‹mparatorluk Tart›flmalar›:

Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

Emre Arslan

rederich Jameson, Micheal Hardt ve Antonio Negri’nin (HN) 2000 y›l›nda piyasaya ç›kan “‹mparatorluk’ adl› kitab›n› flu coflkulu sözlerle de¤erlendirmifl: ’21. Yüzy›la girmek için hiç de fena bir bafllang›ç de¤il.’1 Jameson, 21. yüzy›la HN’nin kitab›yla coflkulu bir bafllang›ç yaparken, dünya, yeni yüzy›la 11 Eylül terör sald›r›s›, II. Bush’un “fier Ekseni” harikas›, Afganistan ve Irak iflgalleriyle girdi. Tek süper güç olarak kalan ABD’nin “yeni dünya düzeni” siyasetinin her ad›m›, uluslararas› iliflkiler disiplinine ilginin artmas›na ve bir “stratejist”lik merak›n›n geliflmesine zemin haz›rl›yor. ABD’nin rakipsiz güç kal›p meflruluk kayg›s›n›n minimuma inmesi, sald›rganl›k politikas›n›n maksimuma ç›kmas›, “emperyalizm” kavram›n› en apolitik kiflilerin bile zihinlerine kaz›yor. Ama emperyalizm gibi siyasi yükü a¤›r bir kavram›n uzun süre apolitik biçimde kullan›lmas› mümkün olamaz. Kavramlar›n, içinde do¤up geliflti¤i bir tarihi ve belirli do¤rultu ve hedefleri iflaret eden ça¤r›fl›mlar› vard›r. Tarihinden ve do¤rultusundan uzak bir ça¤r›fl›m ortada belirli bir boflluk yarat›yor. Bu bofllu¤un nas›l doldurulaca¤›, neyi çözüp, neyi yeniden kuraca¤› ise ideolojik mücadelenin ifli. HN’nin kitab›n›n emperyalizm konusunda ortaya ç›kan böyle bir bofllu¤u doldurdu¤u söylenemese de, böyle bir bofllu¤a do¤du¤u söylenebilir. Di¤er deyiflle, ‹mparatorluk bir ideolojik bofllu¤u doldurmaktan ziyade bir bofllu¤u ve bu bofllu¤un ortaya ç›kard›¤› ihtiyaçlar› iflaret ediyor2. Rivayete göre ‹mparatorluk Sao Paolo’dan Tokyo’ya kadar üniversite binalar›n›n yeni gözdesiymifl (Rapp: 2002). Üniversite binalar›nda post-Marksizm ve radikal demokrasi-

F

1 ‹mparatorluk kitab›n›n ‹ngilizce bask›s›n›n arka kapa¤›nda yer alan bu ifade, Almanca bask›ya al›nmam›fl. 2 Almanya’daki sol liberal gazete tagezeitung için mülakat yapan Micheal Braun ile Hardt aras›ndaki konuflmadan k›sa bir al›nt›, hem yazarlar›n murat ettikleri ile anlafl›lanlar aras›daki aç›n›n geniflli¤ini hem de bu genifl aç›n›n varolan ideolojik bofllu¤u iflaret ediflini iyi bir flekilde göstermektedir: “Hardt: Kitab›m›z tamamen Amerikan karfl›t› olarak okunuyor ama Birleflik Devletler’e karfl› olmak yetmez ki. Braun: ‘‹mparatorluk’ kavram› an›nda emperyalizm kavram›n› an›msat›yor. Ama x’inci emperyalizm teorisi ortaya koymad›¤›n›z› kararl› bir flekilde savunuyorsunuz” (HN, 2002). ‹mparatorluk kitab›n›n tutars›z ve bulan›k karakteri, bu dönemin ideolojik ihtiyaçlar›n› karfl›layamasa da, bir çok kesimin ihtiyaçlar›na göre yorumlamak istedi¤i genifl bir alan b›rak›yor. Mark Siemons’un gözlemi kitab›n semptom karakterine iflaret ediyor: “...Gerçek-


98

Emre Arslan

ten elefltirmeye de¤en bir içerikten ziyade, kitaptaki ço¤unlukla belirsiz, kendi çal›p oynayan soyutlamalar›n izin verdi¤i devasa boflluk, kolektif fanteziyi aç›kça hayata geçirdi. Bu aç›dan kitap her fleyden önce bir beklentinin semptomu olarak ilginç” (Siemons, 2002). 3 1999 y›l›nda hala post-modern oldu¤unu sand›¤›m bir hocam›za post-Marksizmi elefltiren bir ödev yazmak istedi¤imi söylemifltim. Kendisinin ekstra demokrat, yani radikal demokrat oldu¤unu bildi¤im için bu elefltiri iflini özellikle sevece¤ine emindim. Beklentimin aksine ödevin konusunu kabul etmedi. Bu hocam›z, “bitti gitti o ifller, birileri bir fley yazd›, birileri cevap verdi, kapand› o tart›flma’ diyordu. O dönem ‘bir tart›flman›n bitmesi ne demek? Süresi dolmufl mamul mü bu?”, diye kendimce sorgulamalar geçirmifl, hatta bu hocam›z›n de¤erinden bile flüpheye düflmüfltüm. Bundan bir y›l sonra daha militan baflka bir radikal demokrat hocam›z, radikal demokrasiyi elefltiren bir yaz›mda kendisine referans vermedi¤im için bölüm baflkan yard›mc›l›¤›ndan gelen iktidar›n› kullanm›fl ve önüme kendi çap›nda engeller ç›karmaya çal›flm›flt›. “Hani

den s›k›lanlar›n bu yeni akademik modayla ilgilendiklerine inanmamak için bir neden yok3. Akademik ilginin d›fl›nda yeni teori ihtiyac›n› karfl›lamak isteyen siyasi gruplar aras›nda da kitaba belli bir ilgi oldu¤unu söylemek mümkün. Bu tespitler çeflitli ülkelerde kitaba verilen tepkilerin ayn› oldu¤unu mu gösteriyor? Tepkiler flu flekilde s›n›fland›r›l›rsa bu soruya evet yan›t› vermek mümkün olabilir: Kitab› be¤enenler ve be¤enmeyenler (Boflluklar doldurulup daha uzun bir liste de yap›labilir: k›smen be¤enenler, oldukça be¤enenler vs.). Ama bu yüzeysel s›n›flaman›n ötesine geçip iki fleye birbiri üzerinden yaklaflmaya da çal›flabiliriz: Popüler bir siyasi teori kitab›n›n tart›fl›lma biçimine bak›p, belirli bir ülkedeki sol siyasi kültürün özelliklerini anlama konusunda veriler elde ederken, belirli bir ülkedeki birikmifl tart›flma kal›plar›n›n yarat›c› olabilecek aç›mlay›c›l›¤›yla yap›t›n niteli¤ini ve etkileme biçimini daha iyi kavrayabiliriz. Sao Paolo veya Tokyo’daki kadar olmayabilir ama Berlin’de de ‹mparatorluk’un yeterince gürültü ç›kard›¤›n› söylemek mümkün. Kitap Almanca’ya 2002 y›l›nda Almanya’n›n “sayg›n” yay›nevlerinden (Harvard University Press misali) Campus yay›nevi taraf›ndan çevrildi. Ancak kitab›n Almanya’daki öyküsü 2002’de bafllam›yor. Berlinli bir elefltirmenin (kitab›n baflar›s› karfl›s›ndaki hakl› hayretinden olacak) biraz amiyane biçimde ifade etti¤i gibi “fiu memlekette [Almanya’da] daha kimse okumadan, bu kitab› önümüze teori sektörünün en s›cak boku diye takdim ettiler” (aktaran Otte, 2002). Di¤er deyiflle, Almanya’n›n da bat›s› olarak ABD’de ç›kan bir kitap en yeni, en modern icat olarak Alman entelektüel piyasas›na sunuluyor. Kan›mca Almanya’da ‹mparatorluk tart›flmalar›n›n çerçevesini çizen en az üç etken var. Birincisi Almanlar›n o meflhur a¤›r felsefe ve teori gelenekleri. ‹kincisi Alman radikal solunda devrimcilerin az›nl›kta olmalar›. Üçüncüsü de Alman radikal solunun Amerika’ya olan tuhaf zaaf›. Bu noktalar›n neden ve ne derece do¤ru oldu¤unu ayr›nt›l› bir flekilde de¤erlendirmeden belirli görüntülerini k›saca aç›mlamak gerekirse, flunlar söylenebilir: 1. Alman ulus devletinin (ve Ayd›nlanmas›’n›n) gecikmiflli¤i ile güçlü ekonomik potansiyelinin birleflmesi, ifadesini Alman idealizminde bulan burjuva düflüncesinin doruk noktalar›n›n oluflumuna zemin haz›rlad›. Kant’dan Hegel’e uzanan Alman idealizminden günümüzde Habermas’a kadar gelen ve büyük devlet kaynaklar›yla desteklenmifl bir düflünürler zincirini Alman devletinin milli filozoflar› olarak niteleyebiliriz4. Böylece Alman kültür ortam›, tu-


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

tarl› bir metodolojiye sahip, iyi temellendirilmifl, k›saca dört bafl› mamur teoriler oluflturmufl düflünce geleneklerine al›flk›n hale geldi. Bu ortamda, çok fley söyleyecekmifl gibi yap›p bir üfürüflte gelenekleri yerinden etmeye ve en can al›c› ba¤lant›lar› genellikle fliirsel ara taksimlerle geçifltirmeye dayanan post-modern üslup, kendisini tuhaf bir konumda buldu. Büyük bir felsefi ve teorik iddia ortaya at›ld›¤›nda kendinden geçme yatk›nl›¤› daha az olan “ay›k” Alman entelektüellerinin bir k›sm› bu gevfleklikleri ilgiye lay›k bulmazken, bir k›sm› da bu uçuk tutars›zl›klarda kendilerinin pek anlayamad›klar› bir derinlik olabilece¤i umudunu tafl›d›. 2. Almanya’da ‹mparatorluk tart›flmalar›n› etkileyen ikinci unsur, Alman radikal solunun küçük burjuva karakterinin çok yo¤un olmas›. Alman radikal solunda, solculuk bir devrim perspektifinden ziyade bir yaflam biçimiyle özdefllefltiriliyor. Bir çok kifli, kapitalist sistemi sonland›rma ve yerine (sosyalizm bir kenara) herhangi baflka bir sistem kurma düflüncesine ve çabas›na sahip olmadan kendisini radikal solcu olarak görebiliyor5. Emperyalist bir ülkenin geliflkin olanaklar› ve görece yo¤un orta s›n›f nüfusu, Alman devletinin çeflitli nedenlerle sosyal devleti çökertme operasyonuna geç bafllayabilmesi, so¤uk savafl döneminde Demokratik Almanya Cumhuriyetinin de etkisiyle ideolojik olarak da iyi çal›fl›lm›fl anti-komünizminin baflar›s› gibi faktörler nedeniyle, Almanya’da komünist olmak, kendine radikal solcu diyenler aras›nda bile s›kl›kla totaliter olmakla özdefllefltiriliyor. Almanya’da özellikle gençler aras›nda radikal sol denilince ilk akla gelen gruplar, sosyalist ve komünistlerden ziyade, anti-faflist (Antifa), otonomist ve anarflist gruplar oluyor. Bu gruplarsa kapitalist ya da sosyalist her türlü iktidar› bask›c› olarak görüyorlar. Genel ve soyut bir iktidar elefltirisini teori ve siyasetlerinin merkezine koyuyor ve günlük hayatlar›nda otoritesiz ve özgür kurtar›lm›fl bölgelerin (otonomlar) yarat›labilece¤ini düflünüyorlar. 3. Kitab›n Almanya’da al›mlanmas›n› etkileyen üçüncü etken ise, Alman radikal solunun Amerika ile olan tuhaf iliflkisi. Bu tuhaf iliflki ilk olarak Almanya ile Amerika aras›ndaki iliflkiden kaynaklan›yor. Amerika dünya emperyalist sisteminin hegemonik gücünü olufltururken Almanya, emperyalizm kurban› bir ülkeden ziyade, ABD’nin gölgesi alt›ndaki dünya düzeninden karl› ç›kan ülkelerden birisi konumunda. Alman radikal solu, hakl› olarak Amerika elefltirisinin kendi ülkesinin emperyalist karakterini gizleme amac›yla kullan›labilece¤i kayg›s›n› tafl›yor. Bu kayg›n›n yan› s›ra, Alman radikal solunda antisemitizm tart›flmalar›-

99

bunlar iktidar elefltirisini kimseye b›rakm›yorlard›” diye düflündü¤ümü itiraf etmeliyim. Daha sonra so¤ukkanl›l›kla düflününce bu hocalar›m›z›n de¤eri hakk›ndaki yersiz flüphelerimden kurtuldum ve onlar›n ö¤renim hayat›m›n en bilgilendirici hocalar› olduklar›na kani oldum. Özellikle bana akademilerde radikal demokrat olman›n nas›l bir fley oldu¤unu ö¤rettikleri için onlara borcumu ödemenin imkans›z oldu¤unu san›yorum. 4 Elbette bu çizgi do¤rusal bir flekilde ilerlemedi¤i için bu filozoflar aras›nda da ciddi bir seviye fark› var. Hegel sadece Alman idealizminin de¤il, genel olarak burjuva düflüncesinin doru¤uyken, Habermas’› seviyesi düflen burjuva düflüncesine iyi bir örnek olarak vermek mümkündür. 5 ‹talyan filozof, Constanzo Preve, günümüzün devrimci özneleri ve bu arada HN’nin ortaya att›¤› çokluk kavram› üzerine verdi¤i bir mülakatta, ‹talya, Fransa ve Almanya’da sendikada ve küreselleflme karfl›t› hareketlerde devrimcilerin az›nl›¤› oluflturdu¤unu ve Fransa’da Liberation ve Almanya’da tagezeitung (daha çok bilinen k›saltma ad›yla taz) gibi radikal solla en fazla özdefllefltirilen gazetelerin esas›nda


100

Emre Arslan

orta s›n›f karakterli oldu¤unu belirtmekte (Preve, 2003). Preve’nin yorumlar›na, bu üç ülke aras›nda Almanya’n›n devrimcilerin yo¤unlu¤u bak›m›ndan en geride oldu¤unu da eklemek gerekiyor. 6 Bu noktada Praksis’te yay›nlanan iki ‹mparatorluk elefltirisinin kitaba hak etti¤inden fazla bir de¤er biçti¤ine inan›yorum. Elefltirilerin ilkinde Mustafa Bayram M›s›r ve Sinan Kadir Çelik, kitab›n “post-yap›salc› felsefe ve sanayi sonras› toplum kuramlar›n› temel [ald›¤›n›] ve bu kuramlar› görünürde tutarl› bir flekilde ayn› potada” eritti¤ini söylüyorlar (2002: 267). Sungur Savran ise kitab›n ard›nda muazzam bir entelektüel birikim yatt›¤›n› iddia ediyor: “Politika ve hukuk teorisinden eski Roma’ya, Avrupa siyasal düflüncesinin bütün önemli u¤raklar›ndan post-modernizmin labirentlerine engin bir teorik alanda bir gezintidir ‹mparatorluk” (2002: 225). Kendi ad›ma, HN’nin haz›rlad›¤› teori çorbas›nda ne tutarl›l›k ne de muazzam bir entellektüel birikim görebildim. 7 Kitaba teori kokteyli ve kitsch kavramlar›n› yak›flt›ranlardan baz›lar›: “Yazarlar, postmodern teorilerinin sentezinden bir ‹mparatorluk-teori kokteyli miks ediyor-

n›n merkezi bir rol oynamas› da Amerika’yla olan özgül iliflkiyi belirliyor. Almanya’da kendisini Alman-karfl›t› (Antideutsche) olarak tan›mlayan, ‹srail ve ABD’ye büyük sempatiyle yaklaflan ve Alman radikal solu aras›nda ciddi bir etkiye sahip olan ak›m›n hangi noktalara kadar savrulduklar›n› görmek, Alman radikal solu ve ABD aras›ndaki iliflkinin tuhaf karakterini ortaya seriyor. Almanlar›n, geçmifl suçlar› ve sorumluluklar› nedeniyle, her koflulda Yahudileri desteklemesi gerekti¤ini düflünen bu gruplar, Alman solunun ‹srail devletinin de ç›karlar›n› desteklemesi gerekti¤ini savunuyorlar. Örne¤in, bu ak›m›n etkisi alt›ndaki bir çok grup, ‹srail’le Dayan›flma etkinlikleri düzenliyor. Bu gruplar, Alman Nazizminin hiç bir fleyle karfl›laflt›r›lamayacak kadar korkunç bir karaktere sahip oldu¤unu söyleyerek, Bush’un Hitler’le karfl›laflt›r›lmas›n› skandal olarak nitelerlerken, Filistinlilerin anti-emperyalist mücadelesini anti-semitizmle eflitleyerek, Hitler’le Arafat’› özdefllefltirmekte bir sak›nca görmüyorlar. Antideutsche’nin ‹srail sevgisi o boyutta ki, Irak savafl› s›ras›nda ABD’yi destekleyecek ve savafl karfl›t› gösterileri sabote etmeye çal›flacak kadar büyülenmifl durumdalar. Birço¤una göre ABD, dünyay› Alman faflizminden kurtard›¤› ve ‹srail’le stratejik ortakl›¤› nedeniyle sayg›y› hak ediyor. Bu üç etkenin bir araya gelmesiyle, Almanya’daki tart›flmalara özgü olabilecek flöyle bir durum ortaya ç›k›yor: Kitab› be¤enen de be¤enmeyen de e¤ilim olarak onun yöntemsel olarak tutars›z ve teorik olarak zay›f niteli¤ini kabul ediyor6. Ancak Alman düflünce gelene¤inde yüksek bir de¤er verilen teorik ve yöntemsel tutarl›l›ktan yoksun bu kitap, Alman radikal solunun küçük burjuva karakteri ve ABD zaaf› nedeniyle oldukça ciddi kabul de görebiliyor. Genel olarak kitab› be¤enenlerse dünyay› çok tutarl› ve sa¤lam biçimde aç›klad›¤› için de¤il, aksine uçuk ve gevflek biçimde aç›klad›¤› ve radikal solda iyimser bir hava yaratt›¤› için sahipleniyorlar. Bu kesimler aç›s›ndan, kitab›n tutars›z ve klifle karakteri esas›nda karamsar ve afl›r› gerçekçi Alman solunun çok ihtiyac› olan iyimserli¤i ve hayal gücünü besleyecek olanaklar sunmaktad›r. Kitab›n idealist ve tutars›z karakterini nitelemek için elefltirmenler taraf›ndan s›kça kullan›lan iki benzetme “teori kokteyli” ve “kitsch” nitelemeleri oldu7. “Kitsch” kavram› bayat, kötü, klifle, zevksiz, baya¤› sanat› ifade ediyor. Bu iki benzetmeyi “bayat bir teori kokteyli” olarak birlefltirip, bu benzetmenin ilham›yla Almanya’daki tart›flman›n durumuyla ilgili bir analiz yapmaya


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

çal›fl›rsak, en gerçekçi resmi elde edebilece¤imize inan›yorum. ‹mparatorluk kitab›n›n bayat bir teori kokteyli oldu¤u kabul edilse de, böyle bir kokteylden tadanlar›n kendi nitelikleri, bak›fl aç›lar›, geçmiflleri ve beklentileri nedeniyle farkl› tepkiler verdi¤ini de görmemiz gerekiyor. Bu tepkileri, kafas› bozulanlar, kafay› çal›flt›ranlar, kafay› bulanlar ve kafa bulanlar bafll›klar› alt›nda dört ana grupta toplayabiliriz. Yöntemsel ve teorik olarak iç tutarl›l›k, siyasi olarak da net tav›r bekleyenler kafas› bozulanlar s›n›f›n›n taban›n› oluflturuyor. Kafay› çal›flt›ranlar k›sm›nda ise, bu kitab›n içeri¤indeki tutars›zl›klar ve yanl›fll›klardan ziyade kitab›n etkisiyle a盤a ç›kan bofllu¤u ciddiye al›p, kendi çal›flmalar›n› öne ç›karma vesilesi olarak görenler, di¤er deyiflle kitab› araçsallaflt›rmak isteyenler var. Siyasetin ciddiyetine dayanamayan, içinden geldi¤i gibi da¤›tmak isteyen kesimler ise, bu deneysel teori kokteyliyle kendinden geçme ve kafay› bulma denemeleri yap›yorlar. Bir de bu teori kokteylinin kötülü¤ünün boyutlar› karfl›s›nda kendisini tutamay›p, haz›rlay›c›lar›yla kafa bulma seanslar› düzenleyenler var.

Kafas› Bozulanlar “Sinir bozucu” bilimsel aç›dan iddial› bir analiz için pek ölçülü bir ifade de¤il. Ama Hardt ve Negri’nin kitaplar› bende tam olarak bu duyguya yol açt› ve kitab› yeniden inceledi¤imde bu duygumun hakl› oldu¤una kani oldum”. Hansgeorg Conert, “Yeni Manifesto mu yoksa ‘Mistifikasyon mu?” adl› yaz›s›na bu flekilde bafll›yor (2002: 143). Conert, kitaptan bilgi elde etmenin pek mümkün olmad›¤› iddias›n› flu flekilde gerekçelendiriyor: “Yazarlar›n bir çok iddia, tez ve yarg›lar›na kat›l›yorum ama bunlardan yeni bak›fl aç›lar› elde edemiyorum. Öte yandan: bak›fl aç›lar›n›n ve ifadelerinin özgün oldu¤unu düflündü¤üm yerlerde ise yazarlara kat›lam›yorum, zira bunlar› mistifikasyon olarak görüyorum” (2002: 145-6) David Mayer ise, postmodern basmakal›plar›n geçit resmi olarak niteledi¤i kitab›n postmodern düflüncenin bir anarflist rönesansa yol açt›¤›n› daha iyi gösterdi¤ini söylüyor (2002). Mayer’e göre, bu postmodern kitapla anarflizmin son inlemesini duymufl oluyoruz. Postmodernizmle anarflizmin ortakl›klar› konusunda ise flunlar› söylüyor Mayer: “Entelektüel anarflizm ile bir çok postmodern kavram ayn› mirasa sahipler: siyasi mücadelenin tafl›y›c›lar›ndan tam bir yabanc›laflma, Nietzsche, Tolstoy ve irrasyonalist felsefecilere dönüfl, özel alana geri çekilme, kö-

101

lar” (Mayer, 2002); “HN, küreselleflme dostu komünist manifestolar›nda, en iyi ihtimalle ifltah aç›c› olarak kullan›labilecek bir teori kokteyli haz›rlam›fllar” (Fischbach: 2002); “Elefltirisi blöf, verdi¤i ümit kitsch” (Fülbert, 2002a); “Bir çok pasaj, Nietzscheci erkek fantazileri ve v›c›k v›c›k kurtulufl kitschleri aras›ndaki say›klamalardan olufluyor” (Lau, 2002); “Yazarlar, çokluk konusuna gelince, onu her türlü sekter darl›ktan kurtarmak için, mistik evrenselcilikten, her somutlan›fl›nda kitschden baflka bir fley olmayan korkak bir pald›r küldürlü¤e sap›yorlar” (Siemons, 2002); “‹tiraf etmek gerekir ki, özellikle ne yap›lmas› gerekti¤ine dair bölümler aç›k de¤il, ço¤u kitschlerden olufluyor” (Stähli, 2003); “Söz, çoklu¤un devrimci niteli¤ine ve Karfl›-imparatorlu¤a gelince, HN’nin kitab›, içkinlik kitschi, patos ve kötü aflk fliirlerinden oluflan çamura m› saplan›yor?” (Siepen, 2002); “Hardt ve Negri çoklu¤u, kar›n a¤r›tan bir göçebecilik kitschi seviyesinde hareketli ve asker kaça¤› olarak tasvir etse de, ondan [çokluktan] h›ristiyan, et ve özne haline gelmifl bir melek yap›yor” (Diefenbach, 2002). Bu yazarlar›n


102

Emre Arslan

bir k›sm›n›n kitab› be¤enenler ya da k›smen be¤enenlerden olufltu¤unu belirtmek gerek. 8 HN’ye göre art›k iç ve d›fl›n kalmad›¤› pürüzsüz bir dünyada yafl›yoruz ve egemenlikten içkinlik alan›na geçtik (2002: 341). Egemenlik, bir iktidar türü olarak tarihsel bir olguyu nitelemek için kullan›labilecek bir kavram. ‹çkinlik alan› ise incelenen olguyu anlama sürecinde baflvurulabilecek bir aflama. Bu ikisi baflka düzeyleri ifade etti¤i için tarihsel olarak birinden di¤erine geçildi¤ini iddia ederek anlaml› bir tez üretmek mümkün olam›yor. HN, modernli¤in iktidar biçimlerini anarken, kavramlar› zay›f bir flekilde kullanmas›ndan dolay› bariz tutars›zl›klar yap›yor. Örne¤in, Foucault’ya dayanarak modern dönemi niteleledi¤ini düflündü¤ü disiplin toplumu hakk›nda flöyle diyor: “Foucault, analizinin esas özünün, öznelerin (...) disiplininin mutlak içkinli¤i oldu¤u gerçe¤ini vurgulad› (2002: 338). Demek ki, HN, modern dönemin iktidar biçimi olan disiplinin mutlak olarak içkin bir karaktere sahip oldu¤unu düflünüyor. Ama bir sayfa sonra, HN’nin disiplin toplumunun asl›nda mutlak içkin karaktere sahip olmad›¤›n› ö¤-

tümserlik, bir yandan kitleyi afla¤›lama, bir yandan da kitle arac›l›¤›yla tarihin mucizevi ve kendili¤indenci fethi, bireye ve kendi kiflisel kurtulufluna afl›r› bir ilgi –bunlar toplumsal gerçekli¤e bak›fllar›n› belirleyen ögelerden sadece baz›lar›” (2002). Ancak entelektüel anarflizmin kötümserli¤i, belli dönemlerde idealist bir iyimserli¤i de içinde tafl›yor: “19. yüzy›l sonu 20. yüzy›l bafl›ndaki entelektüel anarflizmin bir özelli¤i de yukar›da an›lan karamsarl›k ve hiper iyimserlik aras›nda gidip gelmeleriydi. Bu konuda da Say›n Hardt ve Negri öncülerini izliyorlar. Hastal›kl› ‹mparatorlu¤a alternatif olacak -Ya Rab, sen nelere kadirsin!- yeni bir toplumsal özne var: Çokluk” (2002). Ancak burada ifade edilen iyimserlik ve kötümserlik meselesi üzerine k›saca durmak gerekiyor. Dünyada iyimser olmak için de kötümser olmak için de yeterince neden oldu¤una göre, ne iyimserlik ne de kötümserlik kendi bafl›na olumlu ya da olumsuz bir yarg›y› hak edemez. Önemli olan, bunlar›n ilerici bir siyasi mücadeleye ön aç›c› ve enerji verici katk›lar› veya yan›lsat›c› ve yorgunluk verici idealizmleridir. HN’nin sundu¤u ‹mparatorluk tan›m›nda, soluk alacak tek bir boflluk, izinden gidilecek tek bir çatlak, tek bir hareket alan› bile yok. Bu post-modern teori kokteylinde kavramlar›n sa¤laml›¤› ve de¤eri olmad›¤› için “iç” ve “içkin”, “d›fl” ve “aflk›n”, “varl›ksal” ve “varl›kbilimsel” kavramlar› sürekli olarak birbirine kar›fl›yor8 ve bir türlü ontolojik ve epistemolojik düzeyler aras›nda analitik bir ayr›m yap›lam›yor. HN, kapitalist iliflkilerin dünya ölçe¤inde daha da yo¤unlaflmas› olgusundan ç›karak, iç ve d›fl kavramlar›n›n anlams›zlaflt›¤› gibi anlams›z bir yarg›da bulunuyorlar. “Eskiden diyalektik vard›, flimdi ise ifllemiyor” gibi gülünç ifadelerde bulunan HN9 (2002: 385), siyasi olarak da ölümcül olan hatal› ç›kar›mlara ulafl›yorlar. HN’nin ulaflt›¤› ç›kar›mlara iyimserlik veya kötümserlik terimlerini yak›flt›rman›n çok “iyimser” kald›¤›n› göstermek için 20. yüzy›l›n iki y›k›c› örne¤ine bakmak yeterli. ‹lk iyimserlik dersi I. Dünya savafl›ndan. Kautsky’nin “ultraemperyalizm” teorisinin bugün tarih olmas›n›n en önemli nedeni, pratik olarak ac› bir biçimde çürütülmesiydi. Mayer, HN’nin ‹mparatorluk’u ile, Kautsky’nin ultraemperyalizmi aras›ndaki benzerli¤e dikkat çekiyor: “Bu kadar pürüzsüz ve istikrarl› bir uluslararas› iliflkiler resmi, flafl›lacak derecede, Alman sosyal demokrat› Karl Kautsky’nin “ultra-emperyalizm’ teorisine benziyor. Kautsky’de, ulusal çeliflkilerin kendili¤inden istikrarl› bir dünya düzenine dönüflece¤ini söyleyerek emperyalizme genel bir mant›k veren ya-


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

n›lsamay› besledi” (Mayer, 2002). Kautsky’nin ultraemperyalizm teorisiyle besledi¤i yan›lsamalar, bir dünya savafl›n› engelleyebilecek etkili bir sosyalist mücadeleyi baltalad›. ‹kinci iyimserlik dersi, II. Dünya savafl›ndan. Be¤enenlerin bile asl›nda HN’yi ciddiye almad›¤›ndan yak›nan Kettner, HN’deki iyimserli¤in rahatlat›c› olmaktan çok ürkütücü oldu¤unu belirtiyor: “‹ster desteklesin, ister elefltirel bir dayan›flma içinde olsun, isterse de reddetsin, kimse bu kitapta yer alan ç›lg›nl›¤› ciddiye alm›yor. Kimse, kitapta sürekli an›lan ve (...) Nasyonal Sosyalizmle de ilgili olan (...) “çokluk”un niteli¤i, “yeni cemaatin” tasdiklenmesi ve yeni barbarl›k üzerine konuflmuyor. (...) Oysa HN’nin iyimserli¤i rahatlatmamal›, aksine ürkütmeli. (...) Bu iyimserlik esas›nda tehdittir” (2002). Kettner’in uyar›lar›n› ciddiye almakta fayda var. Post’lar flenlikli biçimde havada uçuflur, birbiriyle reaksiyona girerken pek dikkat çekmeyen bir baflka post daha var: post-faflizm. “‹çeri¤i sa¤lam olmasa da radikal ç›k›fl›na hayran›m” derken bir noktay› unutmamak gerekiyor: HN’nin kendinden geçerek anlatt›klar› o yeni barbarlar, o kendini çilecili¤e veren din adamlar›, o arzular›n erotik biçimde boflalmas› vs. sorgulanmadan komünizmle özdefllefltiriliyor ama bunlar, HN’nin sal›k verdi¤i gibi arzular›n›n peflinde koflanlar›n kendili¤inden etkinli¤inde faflizm, dinci gericilik ve linç olmas›n? ‹kinci Dünya Savafl› öncesi, faflizmin içeri¤inden çok radikal üslubu de¤il miydi bir çoklar›n› çeken? Bu tehlikeye karfl› korunakl› m› HN’nin teorisi? “Ne yapmal›?” sorusuna verdikleri cevaplara bakarak bir sonuç ç›karabiliriz belki. Mayer teorik olarak flunu ç›kar›yor: “Hardt ve Negri’nin düflünceleri (...) s›n›f mücadelelerini ve de¤iflen durumu soyut bir flekilde sunuyor. (...) Bu anlamda Negri’nin ‘Ne Yapmal›?’ sorusuna bir yan›t› da var: “Beklemek ve sab›rl› olmak!” Hiç o kadar uza¤a gitmeye gerek yok. Hardt’›n kendisi bu soruyu “fl›k” bir biçimde yan›tl›yor: “Neyi arzuluyorsan›z onu yap›n.” (aktaran Schneider, 2002).10 Yan›t›n ciddiyetsizli¤ine gülüp geçmek de mümkün. Ama dinleyenlerin ciddiye ald›¤›n› düflündü¤ümüzde durumun korkunçlu¤u gerçekten daha iyi ortaya ç›k›yor. “Neyi arzuluyorsan›z onu yap›n, tecavüz mü etmek istiyorsunuz, yabanc›lar› linç etmek mi, her fley uyar, önemli olan içinizden geldi¤i gibi arzular›n›z› gerçeklefltirmeniz”. Ama HN’nin üç talepten oluflan program› böyle bir tehlikeyi önlüyor olmas›n? Maalesef hay›r, zira Georg Fülbert’in de belirtti¤i gibi, HN’nin öne ç›kard›¤› üç talep, çok bulan›k ve serma-

103

reniyoruz: “Kontrol toplumuna geçiflte disiplin toplumunun aflk›nl›k momenti geri çekilirken, iç taraf› öne ç›k›yor ve genellefliyor” (2002: 339). Bir sayfa öncesinde disiplin toplumunun mutlak içkin bir karakterde oldu¤unu sanarken, birden disiplin toplumunun aflk›n momenti oldu¤unu da ö¤reniyoruz. Bir baflka yerde HN “Bütün modern elefltiriler, iktidar biçiminin tarihsel evrimi içinden, bir d›fl› arayan içerden yap›ld›” (2003: 197) diyor. E¤er içkin elefltiri, varolan koflullar› temel alarak yap›lan bir elefltiriyse, tam da HN’nin elefltirdi¤i bu modern elefltiri türü içkindir. ‹çerden yap›lan elefltiri d›fl› ar›yorsa devrimcidir. D›fl› aramadan yap›lan elefltiri ise varolan durumun devam›na yard›mc› oldu¤u için muhafazakard›r. Tarihsel durumun d›fl›ndan yap›lan elefltiri ise idealisttir, gerçeklikten uzakt›r. Sonuçta Fabian Kettner’in flu tespitlerine kat›lmamak elde de¤il: “HN’nin kavramlar› kullan›fl› öylesine hoyrat ki, ço¤unlukla söylemek istediklerinden baflka fleyi söylüyorlar. ‘D›flsal’ ve ‘aflk›n’ aras›ndaki ayr›mdan ne kadar az haberleri varsa, ‘varl›ksal’ ve ‘varl›kbilimsel’ aras›ndaki ayr›mdan da o kadar az haberdarlar” (Kettner: 2002).


104

Emre Arslan

9 HN flöyle söylüyor: “1960’larda Nietzsche’nin yeniden okunmas› sayesinde Frans›z filozoflar› burada art›k diyalekti¤in ifllemedi¤ini gösterdiler. Bu bilgi, merkezinde öznelli¤in üretimi olan yeni pratik politik deneyimlerle de do¤ruland› (...) Diyalektik de¤il, reddedifl, direnifl, fliddet ve varl›¤›n pozitif güçlenmesi gerçeklikteki krizin yeri ile buna uygun yan›t aras›ndaki iliflkiyi art›k iflaret ediyordu” (2002: 385) HN’nin ve and›¤› yazarlar›n diyalektikten hiç bir fley anlamad›klar› ortada oldu¤u için, belki de reddedifl, direnifl, vs. diyalekti¤in veçheleridir demenin de çok gere¤i yok. Genel olarak postmodernlerin, özel olarak da HN’nin gülünçlü¤ü ise fluradan kaynaklan›yor: E¤er epistemolojik olarak diyalektik düflünce yanl›fl ise ve baz› filozoflar bunu göstermifllerse, ne mutlu ki, insanl›k bilgi birikimi aç›s›ndan yeni bir aflamadad›r ve geçmiflteki yan›lg›lar afl›lm›flt›r. Yeni bak›fl aç›s›n› üstün ve yeni yapan, sadece flimdiyi aç›klamas› de¤il, eskiyi de eski epistemolojik araçlardan daha iyi aç›klamas›d›r. Din elefltirisi yapan bir Ayd›nlanmac›’n›n, ‘Eskiden din do¤ruydu, flimdi yanl›flt›r’ demesi ne kadar gülünç ise, diyalektik elefltirisi yapan postyap›salc›n›n

yenin etkisinin k›r›lmas›n› hiç bir biçimde sa¤layam›yor (Fülbert, 2002b). ‹lk talep olarak belirtilen dünya vatandafll›¤› hakk›, pratikte sermayenin hareketlili¤ini art›rmaya yard›mc› bile olabilir. Fülbert, ikinci talepte ifade edilen “sosyal ücret” ve “herkes için garantili bir gelir” taleplerinin, örne¤in iflsizlik yard›m›yla sosyal yard›m› birlefltirmek isteyenlerin de kullanabilece¤ini belirtiyor11. Fülbert, HN’nin üçüncü önerisini (yeniden edinim) ise flöyle de¤erlendiriyor: “Bu üçüncü talepte, flu al›nt›n›n da gösterdi¤i gibi, bir erkeklik fantezisi ile karfl› karfl›yay›z: “‹mparatorluk, bu dünyay› yok edebilece¤i için, onun efendisi oldu¤unu iddia etti. Ne büyük bir yan›lsama! Oysa ki bu dünyan›n efendisi biziz. Çünkü bizim arzular›m›z ve eme¤imiz onu daima yeniden yaratmaktad›r”. Ben bu bölümü flöyle yorumluyorum: ‹ki yazar için de gerçek de¤ifliklikler hiç gerekli de¤il, zira varolan durumu damak zevkine göre yeniden yorumlamak yeterli oluyor”. (Fülbert, 2002b) Fülbert’in de belirtti¤i gibi, HN’nin talepleri, somut bir programdan öte, varolan durumun zevke göre yeniden yorumlanmas›12. Bu taleplerin içi doldurulmad›¤› için gerici siyasal projeler taraf›ndan kullan›lmamas› için hiç bir neden yok. Örne¤in “olmayan bir yerde yeni yer yaratmak” (HN, 2002: 230) gibi flairane bir ifadeyi öteki dünyaya göndermede bulunan dinci fundemantalistler niçin kullanamas›n? Ya da “Yoksullar›n kendileri iktidard›r. Bir dünya yoksullu¤u vard›r ama en çok da bir dünya flans› vard›r ve bunu en iyi yoksul anlar” (HN, 2002: 170) ifadesi “siz küçük halinizle güçlüsünüz” diyen faflizmin ya da “bu dünyan›n yoksulu öteki dünyan›n zenginidir” diyen dinci gericili¤in baflka türden ifadeleri de¤il midir?13, “Art›k sömürü ve tahakküm (...) bir flekilde amorf oldu¤u için, insan›n kendini güvende hissedece¤i bir yer kalmad›. Art›k d›fl diye nitelenebilecek bir yer kalmad›¤› için her yerde karfl› olmam›z gerekiyor” (2002: 223), pratikte “direnifl güçlerini da¤›tabilirsiniz” demek de¤il midir? Bu talepler, burjuva siyasetçileri taraf›ndan kullan›lamayacak flekilde formüle edilseydi bile en az iki sorun daha var. Taleplerin o iddia edilen komünist bir program olman›n çok gerisinde olmas› ve HN’nin teorik çerçevesinin bu geri programa dahi ulaflmak için bile yeterli olmay›fl›. Mayer bu iki noktay› flu ifadelerle aç›kl›yor: “Hardt ve Negri, utanç verici derecede evcil taleplere (göçmenli¤e yan›t olarak dünya vatandafll›¤›, minimum gelir, yeniden edinim) ‘nas›l ulafl›lacak?’ sorusuna hiç bir yan›t vermiyorlar. Mücadele edilmesi gereken cephelerin nerede bafllay›p nerede sona erdi¤ini düflünmeyi kendileri yasak etmifllerdi.


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

fiu anda ‹mparatorlukta yafl›yoruz ya, art›k muhatap bulam›yoruz. ‹flçi s›n›f›n›n örgütlenmesi, takti¤i, stratejisi, sermayenin iktidar›na karfl› somut karfl› güç sorular›... bu sorular kendini dayat›yor. HN ise yan›t veremiyor” (Mayer, 2002). Joachim Hirsch, kendisiyle yap›lan bir mülakatta, kafas› bozulanlar k›sm›nda oldu¤unu belli ediyor. aranca! dergisi, mülakat s›ras›nda, Hirsch’in sözünü etti¤i yeniden üretim sürecinin HN’nin ‹mparatorluk teziyle ilgisi olup olmad›¤›n› soruyor. Hirsch ise enerjik bir flekilde böyle bir iliflkiyi reddediyor: “Söylediklerimin ‹mparatorluk teziyle ilgisi yok. Bu kitab›n teorik olarak çok zay›f ve bu nedenle siyasi olarak çok sorunlu oldu¤unu düflünüyorum. Onlar›n bakt›¤› aç›dan, tart›flt›¤›m›z sorunun yan›tlanmas› bir kenara sorulmas› bile mümkün de¤il. Bu yazarlar›n devletin gelece¤i konusunda tamamen belirsiz ve çeliflkili ifadelerde bulunmalar› hiç de rastlant› de¤il. Bunlar›n, devletten anlad›klar› yok. Bu nedenle ‹mparatorluk kavram›n›n da ayaklar› yere basm›yor” (2002). 1970’lerde yo¤unlukla tart›fl›lan “devlet türetme” teorisine katk›da bulunmufl olan Hirsch’in HN’ye k›zg›nl›¤›n›n bir boyutu, siyasi aç›dan hayati bir öneme sahip olan devlet tart›flmalar› konusunda radikal soldaki ilgisizli¤e yeni bir dalga katmalar›ndan kaynaklan›yor. Esas›nda Almanya’da devlet üzerine tart›flmalar›n canl›l›¤›n› yitirmesi, radikal solda devrimci perspektiflerin gücünü yitirmesinden kaynaklan›yor. Hirsch, 1980’lerin bafl›nda devlet türetme tart›flmalar›n›n sönümlenmesini anlat›rken, tart›flman›n iç s›n›rlar›n›n yan› s›ra, o dönem siyasi sahneye yeni sosyal hareketler ad› alt›nda ç›kan ak›mlar›n teorik yönelimlerinin – o da varsa- da¤›n›k olmas›na da de¤iniyor. Yefliller’in oluflumu ve baflar›s›yla birlikte14 reformist bir devlet yan›lsamas›n›n nihai olarak materyalist bir devlet tart›flmas›na ilgiyi azaltt›¤›n› ve siyasi ilgiden beslenmeyen bu teorinin de geliflemedi¤ini belirtiyor. ‹mparatorluk kokteylinden kafas› bozulanlar, onun içindeki baz› do¤rular k›r›nt›s›n›n, ihtiyaç duyulan ciddi bir teorik tart›flmay› getirmeyece¤ini, aksine bu tart›flmalara ilgiyi azaltt›¤› için varolan cehaleti ve yan›lsamalar› körükleyici bir etkide bulunaca¤›n› belirtiyorlar. Hirsch’in ‹mparatorluk kitab›yla ilgili flu keskin sözlerini bir anlamda ciddi bir teorik tart›flmaya ça¤r› olarak okumak da mümkün: “Ne oldu¤u belirsiz bir “‹mparatorluk”tan konuflmak yerine, s›n›f ve sömürü iliflkilerinin küresel olarak yeniden düzenlendi¤i bir ortamda devlet ve devlet sistemlerinin güncel dönüflümleri üzerine u¤raflmak gerekiyor. Ve kesinlikle

105

da ‘Eskiden diyalektik do¤ruydu, flimdi ise yanl›fl’ demesi de o kadar gülünçtür. 10 Florian Schneider’›n, HN’nin, kitab›n ‹talyanca bask›s› dolay›s›yla yapt›klar› konuflmadan aktard›¤› di¤er notlara da bakmak yazarlar›n ciddiyet seviyelerini görmek aç›s›ndan faydal› olacakt›r: “Peki ne yapmal›? ‘Bekleyelim ve görelim baflkalar› ne yap›yorlar’ diyor Negri gözlerini k›rp›flt›rarak. .... ‘A¤lar oluflturmak’, Michael Hardt’›n anahtar kelimesi. Gözleri parl›yor, yüzü canlan›yor ve sesindeki karars›zl›k kayboluyor: ‘Asl›nda bu soruyu cevapland›rmak hiç de zor de¤il: Ne arzuluyorsan›z, onu yap›n! Bu siyasal hareketlerin kayna¤›n› oluflturuyor. Yapt›¤›m›z, yapmaktan zevk ald›¤›m›z fleyleri yap›yoruz. Ve gerçekten de bazen a¤lar kurarak çal›flmak çok zevkli. Bir fleyi yapmak için illa da...’ Duraks›yor ve k›sa bir ara verdikten sonra soruyor: ‘Nas›l, iyi yan›t verdim mi?’” (Schneider, 2002). Çok iyi yan›t verdin, Michael. Özellikle de toplant›n›n belki de en politik ve tek ne yapt›¤›n› bilen insan› aç›s›ndan: “Bu akflam, eski direniflçi Negri’yi dinlemek için ‹çiflleri Bakan› olarak anti-terör yasalar›n› getirmifl ve korumalar›yla birlikte gelmifl olan eski devlet baflkan› Francesco Cos-


106

Emre Arslan

siga da bulunuyordu. 73 yafl›ndaki H›ristiyan Demokrat ilk s›rada oturdu ve sab›rla dinledi. Tan›t›m sonunda konuflma hakk›na sahip tek kifliydi ve bu f›rsat› yazarlara bir dahaki sefere daha k›sa bir kitap yazmalar›n› önermek için kulland›. ‹çinde bu kadar karmafl›k konu bar›nd›ran 500 sayfal›k bir kitab› kim okuyacakt› flimdi.” (Schneider, 2002) 11 Almanya’da Sosyal Demokrat Parti ve Yefliller Partisi koalisyonunun “Agenda 2010” adl› 2010’a kadar sosyal devletin çökertilmesi operasyonunun en önemli bafll›klar›ndan birini, iflsizlik yard›m›n›n kald›r›lmas› hedefi oluflturuyor. Bu tasfiye, iflsizlik yard›m›yla sosyal yard›m› birlefltirilmesi ve devlet ifllerinde bürokratik ifllemlerin azalt›lmas› projesi olarak sunuluyor. 12 Georg Fülbert, 2002 y›l›nda Attac Yaz Akademisinde sunuflunu, kitab›n tezlerini ayr›nt›l› biçimde tan›tt›ktan sonra, flöyle bitiriyor: “Benim ç›kard›¤›m sonuç flu: ‹mparatorluk, OECD ülkelerindeki tuzu kuru tabakas›ndan biri için, iyi bir güzellik rehberi. Hardt ve Negri, küreselleflme elefltiricileri de¤il, küreselleflme bilgeleridir” (Fülbert, 2002b). 13 Ayn› sayfada HN, egemen Marksistlerin yoksullardan nefret ettiklerini, çünkü

devlet üzerine böyle ciddiyetsiz konuflmalardan kaç›nmak laz›m. Devlet eskisi gibi varolan iktidar ve tahakküm iliflkilerinin billurlaflma noktas› ve kurumsal merkezidir. E¤er bunlarla u¤raflmazsak, teorik olarak da devleti ihmal etmifl oluruz. Bu nedenle Hardt ve Negri afallat›c› bir biçimde neo-liberal teorisyenlerle yanyana düflüyorlar. Ve böyle bir fley, çok çeflitli yan›lsamalar› üretti¤i için siyasi olarak ölümcül sonuçlara sahip” (2002). Kafas› bozulanlar k›sm›nda sa¤dan elefltiri yapanlar da var. Ulusalc› sosyal demokrat die Zeit adl› haftal›k gazetede HN üzerine bir elefltiri yazan Jörg Lau, yazarlar›n anti-Amerikanc› olmad›klar›n› üstüne basa basa belirtmesine ra¤men, ‹mparatorluk‘un yeni anti-Amerikanc›l›k dalgas›n› temsil etti¤ine inan›yor15. Lau`ya göre Negri, burjuva entelektüellerinin militanl›k fantezileri için ideal bir izdüflüm sunuyor (2002). Lau, kendi bak›fl aç›s›ndan kitab› elefltirdikten sonra, kitab›n sayg›n burjuva yay›nevlerinden yay›nlanmas›na olan k›zg›nl›¤›n› da gizlemiyor ve flu soruyu soruyor: “Nas›l olmufl da, Harvard ve Campus gibi ciddi yay›nevleri, böylesi bir teori hurdas›n› ve kulak t›rmalay›c› z›rvay› yaymaya karar vermifl? (2002)” ‹nsan kendine sormadan edemiyor: Nas›l oluyor da bir burjuva yazar›, burjuva düzeninin ana güdüsünden, yani kârdan bu kadar bihaber olabiliyor? Lau, bu sayg›n burjuva yay›nevlerinin, kitab›n en kârl› yat›r›mlar›ndan biri oldu¤unu anlad›klar›nda, teorik tutarl›l›k konusundaki kayg›lar›ndan -e¤er daha önce var idiyse- tamamen kurtulmufl oldu¤una emin olabilir. Bu burjuva yazar›n›n naive oluflunu bir kenara b›rak›rsak flunu söyleyebiliriz: kitab› sa¤dan da soldan da elefltiren yazarlar›n ço¤u kitab›n teorik zay›fl›¤› üzerinde özellikle durma gere¤i duyuyorlar.

Kafay› Çal›flt›ranlar Gabriele Rohmann’›n Attac içinde tart›fl›lmas› için gönderdi¤i rapor, kafay› çal›flt›ranlar›n araçsallaflt›r›c›l›¤›na bir örnek teflkil ediyor. Rohmann, kitab›n kurgusunun Marx’›n Kapital’ini pek az an›msatt›¤›n›, konu geçifllerinin daha çok Jostein Gaarders’in Sofi’nin Dünyas› adl› kitab›na benzedi¤ini belirtiyor (Rohmann, 2002). Rohmann, kitapta an›lan çok çeflitli disiplinlerden kaynaklar karfl›s›nda etkilenmek yerine, onlar›n keyfi biçimde kaynak kullanarak iç tutarl›l›¤› bozduklar›n›, yeterince emek vermediklerini düflünüyor (Rohmann, 2002). Rohmann kitab›n teorik aç›dan zay›f karakterine ra¤men, Attac için çok ilginç olabilece¤ini söylüyor. Zira Rohmann’a göre HN, art›k ulus-


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

devletler dönemini aflt›¤›m›z›, belirli bir yere sabitlenemeyen, yaflam›n en küçük parças›na kadar girmifl bir imparatorluk döneminde yaflad›¤›m›z› iddia ediyorlar ve bu iddia küreselleflme karfl›t› hareketleri yak›ndan ilgilendiriyor. Rohmann, bu özelli¤i nedeniyle çok tart›fl›lan bu kitap üzerine yo¤unlaflman›n gerekli oldu¤unu söylüyor. Jens Wissel’in “Canavar› Adland›rmak: Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk” yaz›s› da kafay› çal›flt›ranlar k›sm›na bir örnek olarak verilebilir. Kafas› bozulanlar bölümünde fikirlerine k›saca de¤inilen Hirsch’in ö¤rencisi olan Wissel, kitab›n yan›tlar›n› tutars›z bulsa da do¤ru sorular sordu¤una inan›yor. Kitab›n hangi do¤ru sorular sordu¤u ve tutars›z yan›tlarla sorulan sorular›n niteli¤ini ay›rman›n ne derece mümkün oldu¤u yaz›da yan›tlanm›yor. Wissel’de ‹mparatorluk kitab›n›n içeri¤inden çok etkisinden söz ediyor: “...[E]mperyalizmin art›k güncel olmayan belli bir alg›lan›fl› üzerinde etrafl›ca düflünmemiz için iyi nedenlerimiz vard›r. Bu nedenle, Hardt ve Negri’nin post-emperyalist bir düzeni tarif etme çabalar› üzerine dönen güncel tart›flmalar kullan›lmal›d›r (2004).” Wissel, HN’nin fütüristik abartmalar›, devlet teorisinin yoklu¤u ve apaç›k zay›fl›klar›na ra¤men yeni olan› belirlemedeki radikallikleri nedeniyle ciddiye al›nmas› gerekti¤ini söylemektedir. Yeni olan› belirlemedeki radikallik, Wissel’in de ifade etti¤i gibi HN’nin aç›kça ortada olan teorik zay›fl›klar›ndan kaynaklanm›yorsa nereden kaynaklan›yor? Bu radikallik, içeri¤inin radikalli¤inden gelmedi¤ine göre, kullan›lan kavramlar›n, ifade tarzlar›n›n ve üslubun belirli bir konjonktürün ihtiyac›na denk düfler flekilde kitab›, dolay›s›yla “imparatorluk” kavram›n› popülerize etmesinden kaynaklan›yor. Kitap hakk›nda yazan hemen herkes kitab›n içeri¤inden önce hangi konjonktürde ortaya ç›kt›¤›n›, hangi ihtiyac› karfl›lad›¤›n›, neyin habercisi oldu¤unu tart›fl›yorsa, kitab› bir ilaçtan ziyade semptom olarak görmekte fayda var. ‹mparatorluk kavram›n› ilk olarak HN’nin kullanmad›¤›n› belirten ve ayr›ca emperyalizm kavram›n› HN gibi bir kenara atmaya da gönlü raz› olmayan Wissel, neden HN’nin “‹mparatorluk” kavram›yla birlikte canavar› adland›rd›¤›n› düflünüyor? Anlafl›ld›¤› kadar›yla, Wissel, k›zmak yerine kafas›n› çal›flt›r›p, kitab›n popülaritesi üzerinden kendi çözümlemelerini daha aç›k ve daha ulafl›l›r k›laca¤›n› düflünüyor. Devlet teorisiyle desteklenmifl ve emperyalizmin yeni aflamalar› hakk›nda önemli ve tutarl› ç›kar›mlarda bulunan metninde bir tane bile imparatorluk kavram› geçmeseydi, Wissel’in çözümlemeleri niteli¤inden bir fley kay-

107

yoksullar›n “kufllar gibi özgür” olduklar›n› ve fabrika disiplinine uymad›klar›n› söylüyor (2002: 170). Marksistlerin yoksullardan ne nefret etmek ne de onlar› sevmek gibi bir derdi oldu¤unu san›yorum. As›l dert her anlam›yla yoksulluktan kurtulmak, mutlaka ahlakç› bir ifade kullan›lacaksa, yoksulluktan nefret etmek. HN ise, yoksullar›n kufllar gibi özgür oluflundan hareketle yoksullar›n yoksul kalmas›n› yani yoksullu¤un kalmas›n› istiyor: HN, yoksullar› de¤il, yoksullar›n nefret etti¤i yoksullu¤u seviyor. 14 Yefliller’in baflar›s›, onun art›k hareket karakterinden ç›kmas› anlam›na da geliyor. ‘Yefliller hareketi’ diye bir kavram, art›k bir siyasi oluflumu ifade etmemektedir. Bugün, oylar› % 10’lar civar›nda istikrarl› bir yere oturmufl, orta s›n›f›n duyarl› kesimlerinin yaflam tarz›na uygun, Almanya’n›n son 50 y›ldaki en sald›rgan d›fl politikas›n› yönlendiren, “sayg›n” “Yefliller Partisi” var. Almanya’da Yefliller denilince akla 1980’lerdeki gibi radikal çevreci aktivistler de¤il, her g›da maddesine iki kat daha fazla para vererek alternatif bir yaflam stili sürdüren eko-tipler (Öko-Typen) ve eko-teyzeler (Öko-Tanten) geliyor. 15 Bu konuda Lau’ya kat›lmak mümkün ol-


108

Emre Arslan

masa da, HN aç›k ve tutarl› analizler yerine gizemli ve dolayl› kelime oyunlar›na baflvurdu¤u için elefltirmenlerinin yanl›fl anlama suçlamas›ndan muaf oldu¤una inanm›yorum. 16 Wissel’in canavar› adland›rd›¤›n› düflündü¤ü ‹mparatorluk kavram›, Almanca’ya ‹ngilizcesi gibi b›rak›larak çevrildi. Almanca’da kullan›lan Latince “Imperium” ya da öz Germence “Reich” kavramlar› yerine ‹ngilizce “Empire” kullan›ld›. Fischbach”›n kitapla ilgili de¤erlendirmesi, “Empire” kavram›n›n neleri örttü¤ü hakk›nda önemli bilgiler veriyor: “Hardt ve Negri’nin sunduklar›, tarihin anlam› ve yap›lar›yla ilgili bir ‘büyük anlat›’. Ancak burada ne a¤›r bir empirik çal›flman›n ürününü görmek ne de s›k› bir tümdengelimi izlemek mümkün. Daha ziyade iki tane birbirini yans›tan, terminolojik olarak birbirinin yerini tutan bir laf salatas›n› dinliyoruz: ‘Empire’ ve ‘Multitute’. ‹kincisi Almanca bask›ya baz› anlamlar›n› kaybederek ‘Menge’ (y›¤›n, çokluk) olarak çevrilmifl, ilki ise çevrilmeden öylece b›rak›lm›fl: Tabi ki ‘Reich’(‹mparatorluk) diye çevrilseydi bir çok utanç verici ça¤r›fl›mlar› olacakt›.” Fischbach, Reich kavram›n›n Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin propaganda-

beder miydi? ‹steyen okuyucu, Praksis’in bu say›s›nda yay›nlanan yaz›y› bir de bu aç›dan okuyabilir. ‹mparatorluk kavram›n›n popüleritesini (Wissel’›n deyimiyle radikalli¤ini) kullanarak, emperyalizmin de¤iflen görünümleri hakk›ndaki baz› analizlerin daha aç›k ve dikkat çeker hale gelmesi ihtimali yok de¤ildir. Yeter ki, örttükleri, açt›klar›ndan çok olmaya!16 Kafas› bozulanlar bölümünde and›¤›m›z Fülbert’le ayn› atölye çal›flmas›nda sunufl yapan Gruppe d.i.s.s.i.d.e.n.t.17 adl› radikal sol grubun sunuflunda da kitab›n teorik ve yöntemsel zay›fl›¤› belirtiliyor. Grup üyeleri, kitab›n bilimsel standartlarla ölçüldü¤ünde sorunlu oldu¤unu ve küreselleflme sürecindeki çeliflkilerin bilimsel bir analizi olmad›¤›n› söylüyorlar. “Ama” diyor bu grup, “kitab›n as›l önemi baflka yerden, yani siyasi müdahalesinden geliyor”. Bu müdahalenin de iki önemli aya¤› var. “1. Kitab›n tezlerinin baflar›s› ve tart›fl›lmas› belli sol konumlar üzerinde yeniden düflünmeyi ve hesaplaflmay› sa¤lad›. (...) 2. Hardt ve Negri, siyasi pratik aç›s›ndan, solun karfl›-kültüre dayal› tahayyüllüne elveda diyorlar. D›fl›n ortadan kaybolmas›yla, direnifl de ‹mparatorluk’un bir parças› oldu. (...) Böylece HN, ‘devrimci’ ve ‘reformcu’ stratejiler aras›ndaki s›n›r ayinlerini aflt›lar” (Gruppe d.i.s.s.i.d.e.n.t., 2002). Görüldü¤ü gibi grup aç›s›ndan kitab›n bilimsel de¤il, siyasal bir de¤eri var. Bu siyasal de¤eri anlamak için, girifl bölümünde öne sürülen bir tesbiti yeniden hat›rlamakta fayda var: Alman radikal solunda, devrimcilerin etkisi ve yo¤unlu¤u çok az. Bu nedenle devrimci ve reformcu stratejiler aras›ndaki tart›flmalar›n kapanmas› gerekti¤i iddias›, Alman radikal solundaki bir çok grup aç›s›ndan rüyas›n› kurduklar› bir tez olsa gerek. Bu aç›dan yukar›daki al›nt›da geçen ikinci noktan›n Gruppe d.i.s.s.i.d.e.n.t aç›s›ndan önemi aç›k. ‹lk noktada geçen, soldaki belli konumlar›n yeniden düflünülmesi meselesini anlamak için, kat›ld›¤›m bir Antifa toplant›s›nda kitab›n nas›l tart›fl›ld›¤›n› özetlemek aç›klay›c› olabilir. Bu Antifa grubunda, antifaflist ve küreselleflme karfl›t› mücadelede HN’den nas›l yararlan›labilece¤i sorusu tart›fl›ld›. Hiç kimseden bir öneri gelemedi. Nihayetinde toplant›, bir üyenin flu sözleriyle kapand›: “Kitap pratik olarak bize bir fley sunmasa da en az›ndan hala emperyalizm teorilerini savunanlara karfl› kullanabilece¤imiz baz› argümanlar veriyor”. TATblatt dergisinde de kitab›n teorik olarak zay›f karakteri belirtildikten sonra, bu eksikliklerine ra¤men hangi aç›dan faydal› olabilece¤i flu sözlerle belirtiliyor. “Yine de bu metin, günü-


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

müzde alevlenen fordist Sol’un bak›fl aç›s›na s›k›flmam›fl toplumsal hareketlere bir göz atmak aç›s›ndan motivasyon veriyor’ (2001). Fordist Sol ve fordist Sol’un bak›fl aç›s›na s›k›flmak ne demek oluyor? Alevlenen toplumsal hareketlere post-fordist Sol mu demek gerekiyor? Bu toplumsal hareketler, 1980’lerden beri alevlenmemifller miydi? Bu tespit üzerine daha bir çok sorular sorulabilir. Ama TATblatt’›n bu ifadesinin ne anlama geldi¤i aç›k: ‹mparatorluk kitab›n›n içerik olarak kullan›labilecek bir taraf› yok, as›l önemi verdi¤i motivasyondan geliyor. TATblatt gibi, ‹mparatorluk kitab›n› tamamen araçsalc› bir aç›dan faydal› bulan, baflka bir dergi de arranca! Geleneksel olmayan yeni bir sol anlay›fl› savunan arranca! dergisi de, ‹mparatorluk kitab›na olan ilgilerinin, egemenli¤e dayanmayan siyaset anlay›fllar›ndan kaynakland›¤›n› söylüyor. arranca! dergisine çevresine göre geleneksel sosyalist rejimler, devlet yard›m›yla egemenlik iliflkilerinin bitirilemeyece¤ini göstermifltir (2002). arranca!c›lar›n, kapitalist ve sosyalist devleti ayn› kefeye koyan, soyut ve genel bir devlet elefltirisine dayanan anlay›fllar›n› sosyalizmle ne derece uyuflaca¤›, anarflizmden ne derece ayr›flt›r›labilece¤i baflka bir soru. Ancak ‹mparatorluk ba¤lam›nda önemli olan nokta flu: arranca! ‹mparatorluk kitab›n›n as›l tezlerini tart›flm›yor ve bunu aç›kça söylemekte de sak›nca görmüyor. As›l olarak onlar›n ilgisini çeken iktidar perspektifi olmayan, buna ra¤men kendisine komünist diyen bir kitab›n baflar›l› olmas› ve kendi tezleri aç›s›ndan baz› argümanlar sunabilmesi18. Burada da araçsallaflt›rman›n saf halini görebiliyoruz.

Kafay› Bulanlar Ellen Spielmann daha kitap Almanca’ya çevrilmeden okuyanlardan ve kafay› bulanlardan. Spielmann, Avrupa ve ABD’deki güncel siyaset aç›s›ndan en önemli kitap oldu¤unu ve tam bir küreselleflme teorisi gelifltirdi¤ini düflündü¤ü ‹mparatorluk’un Almanya’da pek az bilinmesini utanç verici olarak görüyor (2002). Spielmann, Almanya’da son 20 y›l›n teori dünyas›nda olanlar konusunda bir teori bofllu¤u oldu¤undan, di¤er deyiflle Almanya’n›n post-modern teorilerden yeterince haberdar olmad›¤›ndan yak›n›yor. Alman kitapç›lar›n›n bar›fl ödülüne lay›k görülmüfl olan Habermas’›n 1 Kas›m 2001 tarihinde Berlin’de yap›lacak konuflmas›na gidece¤ini söyleyen Spielmann, bu konferans hakk›nda hepimizi çok yak›ndan ilgilendiren bir bilgi veriyor: “Böyle önemli bir olaya haz›rl›kl› kat›lmak için beyaz bluzumu ütüleyece¤im’ (2001).

109

s›n› yapt›¤› “Üçüncü Reich” kavram›n› hat›rlatabilece¤ine göndermede bulunuyor. Fischbach, Almanca çevirideki sorun haricinde, HN’nin kulland›¤› “Empire” kavram›n›n emperyalizmi flirin göstermeye hizmet etti¤ini de söylüyor: “Yazarlar ‘Empire’ kavram›yla, ABD emperyalizminin düflkünlük dönemi için modaya uygun bir elbise dikmifller” (Fischbach, 2002). 17 Bu grubun ismi Türkçe’ye ‘Grup muhalif’, ya da daha do¤rusu, yarat›c›l›klar›na haks›zl›k etmemek için‘Grup m.u.h.a.l.i.f.’ olarak çevrilebilir. 18 Bu tutumu ‹ngiliz yazar John Holloway’›n HN de¤erlendirmesiyle karfl›laflt›rmak ilginç olabilir. Historical Materialism dergisinin ilk say›s›nda ç›kan elefltirisi Almanca’da da yay›nland›. arranca! grubunu, HN ve Holloway’la birlefltiren bir nokta var: Hepsi de sosyalist iktidar aflamas›n› atlayarak komünizme ulaflma hayali kuruyorlar. Holloway’›n, HN misali flairane teorilerinden bir kaç örnek: “Bizim kavgam›z reddedifltir, bir HAYIR, kapitalizme bir HAYIR, kendi kapitalist özümüze bir HAYIR. (...) Bizi iten fley reddedifltir, umudun özü, rüyan›n maddesi ve kavgan›n kalbi olan reddedifl. Negri ve Hardt’›n kitab› ço¤unlukla ifltah aç›c› ve heyecan verici,


110

Emre Arslan

hatta mant›kl›. Ama önerdiklerinin büyük bölümü, kendi genellefltirici pozitiflikleri taraf›ndan bo¤ulmufl. (...) Yeter art›k Polybius, Machievelli, Spinoza ve Harrington. Bize yeniden Joachim von Fiore, Abiezer Coppe ve William Blake’i verin. Kudural›m!” (2002). Holloway, bu sözlerinin ard›na Blake’den bir fliiri de ekliyor. 19 Spielmann, bafl a¤r›s›n› kendi dilinde de¤il Amerikan dilinde yaz›yor. Spielmann’›n gönlündeki teorisyenin milliyetine dair bir iflaret olsa gerek.

Spielmann, Habermas’›n konferans›na giderken “hem giderim hem a¤lar›m” havas›ndad›r. Çünkü gönlünü baflkalar›na kapt›rm›flt›r: “Gidece¤im ama, nas›l bir bafl a¤r›s›19 yafl›yorum. 1 Kas›mdaki bu büyük olay gerçekleflti¤inde, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin kitaplar› hala ne yay›nlanm›fl olacak, ne tart›fl›lm›fl ne de resmi bir törene nail olmufl. Hiç bir iyi para kazanan yay›nevi ‹mparatorluk kitab›n› program›na almad›. (2001)” Spielmann’›n bafl›n›n a¤r›s›n›n pek uzun sürmedi¤ine emin olabiliriz. Zira kitap en iyi para kazanan yay›nevlerinden birinde bas›ld›. Hardt ise resmi törenini Alman bankalar›n›n sponsorlu¤unda Berlin’de tamamlad›. Spielmann’›n o dönemki bafl a¤r›s›na geri dönersek: “Madamlar, birileri size, elefltirel teorinin tasdiklenmesi için, uzun zamand›r rahmetli olmufl olan Michel Foucault’nun iktidar teorisinin yetmeyece¤ini söylemedi mi? Madamlar bu baflar›y› tatmin olmufl bir flekilde kabul etmek yerine, ancak 20 y›l sonra (bu, dünyay› sarsan teorilerle u¤raflmak için bir Alman zaman birimi oluyor) kutsanacak olan iki öcünün dolapta durdu¤unu görün (2001)”. Görüldü¤ü gibi, Spielmann, elefltirel teoriyi, kutsanma, tasdikleme, resmi törene nail olma, büyük paralar kazanan yay›nevinden bas›lma gibi ölçütlerle de¤erlendiriyor. Onun aç›s›ndan, mesele, dünyada –daha do¤rusu Avrupa ve ABD’de– kutsanm›fl bir kitab› izleme konusunda Almanya’n›n geç kalmas›. Spielmann’›n kitab›n içeri¤inden ziyade baflar›s› –yani resmi törene nail olmas›- karfl›s›nda kendinden geçip bafl›n›n döndü¤ünü anl›yoruz. Bu bafl dönmesiyle makalesini bitirirken biz de, ütülenmifl beyaz bluzun ne de¤erli bir bilgi oldu¤unu ö¤renmifl oluyoruz: “Antonio Negri hala Rebibbia’da, Roma hapishanesinde kal›rken, Michael Hardt Duke Üniversitesinin güzel kampüsünde yürüyüfle ç›k›yor. San›r›m, beyaz bluzumu dolapta b›rakaca¤›m ve kendime renkli bir bluz alaca¤›m (2001).” David Mayer, ‹mparatorluk kitab›n› anarflizmin son iniltisi olarak tan›ml›yordu. Böyle popüler bir kitab›n anarflist karakterini anarflistlerin kendisi de tespit edince kendilerinden geçtiler. Fang, anarflist dergi graswurzel’deki yaz›s›na flöyle bafll›yor: Ulusötesi devrim benim gönül verdi¤im bir fley. Devrimci bir coflkunun beni uçurmas›na hep izin vermiflimdir. Ve dünya çap›ndaki direnifl hareketlerinde çok tart›fl›lan “‹mparatorluk” fikri de beni uçuruyor: Michael Hardt ve Antonio Negri, utanç verici bir flekilde kendilerini neo-Marksist olarak sunmaya çal›flmalar›na ve eski Marksist bir tarzda kapitalist piyasay› “anarflist” olarak tarif etmelerine ra¤men çok liberterler. Hatta o kadar liberterler ki, sald›r›n›n nereden


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

gelece¤ini kendileri de biliyorlar: ‘Siz bir anarflist sürüsüsünüz’ ve kendilerini savunuyorlar: ‘Baz›lar›, devleti parçalamay› de¤il ele geçirmeyi hedeflememiz gerekti¤ini söyleyebilirler. Ama art›k, sosyalist ve komünist geleneklerin o kadar dönem denedi¤i yan›lsamalardan kurtulmam›z gerek. Hay›r, biz anarflist de¤iliz, biz hem liberal hem de sosyalist yönetimlerin ne kadar çok bask› ve kurbana yol açt›¤›n› bilen komünistleriz’. E¤er durum buysa, anarflist olarak ben zaten böyle bir komünizme çoktan haz›r›m. E¤er dünyadaki bütün komünistler Hardt ve Negri gibi ayn› anda Etienne de la Boétie, Dünya Sanayi ‹flçileri (IWW) ve Aziz Franz von Assisi’yi destekliyorlarsa, ben de komünist olurum! (2002)

Baflka bir anarflist olan Narr ise HN’nin bir Marksist olarak hiç bir alternatif önermeyifli karfl›s›nda büyüleniyor. “Kim böyle bir fleyi yapabilir, kimin böyle bir fleye hakk› olabilir ki. Böyle bir haz›r yemek önerisi, bu kadar çok fleyin ö¤renildi¤i, denendi¤i yeniden yap›ld›¤› ve yap›lmak zorunda olundu¤u bir yerde paradokstan baflka bir fley olmazd›” (2002). Kafay› bulanlar k›sm›nda muhafazakar yazarlar da var. Bu yazarlardan Gerd Roellecke, HN’nin özellikle Marksist tezlerini yeniden yorumlay›fl›ndan mutlu oluyor: “Yazarlar Marx’›n dünya tarihi hakk›ndaki anlat›s›n› ilerletmekten ve toplumsal geliflimdeki en yeni durumu aç›klamaktan daha az›n› yapm›yorlar. Bunu öyle güzel yap›yorlar ki, bendeniz gibi inançl› Marksizm elefltirmenlerini bile, her fleyden önce çok baflar›l› bir çal›flma yapt›klar› için mutlu ediyorlar” (2002). Roellecke, kitab›n en az her üç sayfas›nda bir flafl›lacak denli güzel düflünce ve gözlemlere rastlam›fl oldu¤unu belirtiyor. Böylece kaba bir hesapla, Roellecke’nin kitap boyunca en az 150 kere flaflk›nl›¤a düflmüfl oldu¤unu ve HN’nin haz›rlad›¤› teori kokteylin kafa buldurucu karakterini iyi bir flekilde kan›tlad›¤›n› düflünebiliriz. Do¤al olarak Roellecke’nin bu kafay› bulmufl halle kitab› yorumlay›fl›, biraz daha serbest stil oluyor: “Özellikle de dili kullan›fllar›ndaki üstünlük. Marx’›n “art›-de¤er’ demeyi tercih edece¤i fleye, yazarlar “çokluk” diyorlar. Çok aç›k: “çokluk”, say›lamaz ki. Bu terim ise, kapitalistlerin ve sömürülenlerin ayn› gemide (süreçte) olduklar› izlenimini önlüyor” (2002). Böylelikle Roellecke’nin neden çokluk teriminden dolay› coflmufl oldu¤unu anlam›fl oluyoruz. Belki HN, çokluk terimini, yeni bir tarihsel özneyi ifade etmek için kulland› ama Roellecke, zaten yazarlar taraf›ndan ne ifade etti¤i belli olmayan bu kavram›n küçük ayr›nt›lar›yla u¤raflm›yor. O kavram›n özünü çok iyi anlam›fl durumda. Roellecke için

111


112

Emre Arslan

kavram›n as›l güzelli¤i belirsiz olmas›. Art› de¤er kavram› gibi sanki iflçilerin sömürülmesinin kapitalistlerle bir iliflkisi varm›fl gibi gereksiz hisler veren terimler yerine, böyle iliflkisizli¤i vurgulayan kavramlar Roellecke’yi kendinden geçiriyor. Roellecke’nin HN’nin teori kokteylinin iliflkileri belirsizlefltirici karakteri karfl›s›nda kafay› bulmas› için yeterince neden var. Öncelikle, ‹mparatorluk teriminin emperyalizmle farkl› fleyler anlatmas›, bu muhafazakar yazar için çok etkileyici: “Tek bafl›na, dünya komuta sistemini ‘‹mparatorluk’ olarak nitelemek, kendisini çok yak›ndan an›msatan emperyalizm kavram›n›n tamamen aksine, küresel düzen hakk›ndaki tahayyüllerimizi ayd›nlat›yor” (2002). Tek bafl›na, emperyalizm kavram›n›n aksine bir içeri¤e sahip olmas› bile Roellecke’ye yetiyor ama HN, muhafazakarlara rüyalar›nda bile göremeyecekleri kadar flafl›rt›c› hediyeler veriyor: iki Marksist Kapital görünümlü ‹ncil yaz›yorlar ve ciddi ciddi ciddiye al›n›yorlar: “Hele dünya düzeyinde s›n›r tan›mlar›n›n art›k yap›lamayaca¤› düflüncelerinin, takipçisi olmaktan baflka bir fley yapmak mümkün de¤il. Mant›ken flu soru kendini dayat›yor: Bu iddian›n sonucu bu taraf m› yoksa dinsellik mi? (2002)” Ayr›ca Marksist olup da s›n›ftan ve s›n›f savafllar›ndan pek az söz etmenin bir muhafazakar aç›s›ndan çarp›c›l›¤› da hesaba kat›lmal›: “HN, s›n›flardan ve s›n›f savafllar›ndan pek az, hayatta kalma savafl›ndan pek çok söz ediyor. Sonuçta sermaye de¤il, çokluk hayatta kal›yor ve en arkada, o bilgi ve umudun birarada yüzdü¤ü düflünce ufuklar›nda, ‘s›n›fs›z’ bir toplum olana¤› görünüyor” (2002). Roellecke, hakl› olarak s›n›fs›z kelimesini t›rnak içine al›yor. HN, s›n›flardan ve s›n›f savafllar›ndan pek az sözetti¤ine göre, bu metafor olmal› diye düflünüyor. Bu bölümde flimdiye kadar fikirleri anlat›lanlar, haklar›n› yememek laz›m, belirli ölçülerde kafay› bulanlar konusunda iyi örnekler verdiler. Ancak kafay› bulanlar›n flahikas› kimdi diye sorulacak olundu¤unda verilecek tek bir yan›t oldu¤u da aç›kt›r: ‹mparatorluk kitab›n›n halkla iliflkiler servisi gibi çal›flan anarflizan sol Jungle World dergisinde yazd›¤› yaz›yla Tobias Rapp. ‹flte Masterplan geliyor” adl› yaz›s›n›n daha ilk sat›rlar›ndan itibaren ne derecede kendinden geçmifl oldu¤unu hissettiriyor kendisini: “O nas›l bir bafll›k öyle: ‘‹mparatorluk’. Baz› kitaplar vard›r, içinde ne yazd›¤›ndan çok daha fazlas›d›rlar iflte. Daha kapa¤›ndan bafll›yor. Uzaydan bafllayan kas›rgalardan oluflan bir bulut resmi görülüyor. Bunun üstüne, simsiyah bir zemine flarap k›rm›z›s› koskoca harflerle yap›flt›r›lm›fl: ‘‹mparatorluk’ (2002).


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

Rapp, kitab›n daha kapa¤›ndan meselenin özünü ç›karabiliyor: “O halde neymifl: 1) Olay bütünlük üzerine geçiyormufl 2) Hava yeni bir fleye do¤ru dönüyormufl 3) Bu yeni fleyin ad› da ‘‹mparatorluk’mufl. En az›ndan kitab›n Amerikan orijinalinden böyle görünüyor. Ama Alman bask›s›nda, pastel tonlar› ve ‘yeni dünya düzeni’ alt bafll›¤›yla o kadar belli olmuyor. Meselenin yeni dünya düzeni oldu¤u, orijinal bask›da da, daha bir sayfa bile çevirmeden belli oluyordu zaten (2002). Rapp, Amerika bask›s› karfl›s›nda, Alman bask›s›n›n acemili¤ini biraz küçümsedikten sonra kapak bölümünü bitiriyor. fiimdi art›k kitab›n içindekiler bölümüne girebilece¤iz diye düflünenler Rapp’›n kendinden geçme seanslar›n› çok hafife ald›klar›n› çabuk fark edeceklerdir. Çünkü Rapp’›n bu kafayla kitab›n kapa¤›n› açmaya niyeti yok. Kapa¤› açmak yerine kitab› ters çeviriyor ve arka kapak karfl›s›nda biraz daha yükseklere ç›k›yor: “Kitab›n arka kapa¤›na bak›nca –Etienne Balibar’dan (flafl›rt›c›) Saskia Sassen (ola¤anüstü) ve Frederic Jameson’a (yeni bir yüzy›la girmek için hiç de fena bir bafllang›ç de¤il) Slavoj Zizek’e (Komünist Manifesto’yu yeniden yazmaktan daha küçük bir ifl de¤il) kadar, teorisyenlerin kolay kolay göstermeyecekleri maden de¤erindeki her türlü teveccühüne mazhar oluyorlar– insan hiç bitmesin istiyor. This is it, diyor kitap. Ama daha bitmedi, böyle bir girifl bile her fley de¤il” (2002). Gerçekten de bu sadece bir girifl. Rapp, her gelen yeni cümlesiyle kendi rekorunu k›r›yor ve kendinden geçme seanslar›yla kitap pazarlamac›l›¤› yapman›n nas›l bir fley oldu¤unu gösteriyor: “Meselenin özü küreselleflme ve genç, s›k› düflünce. Yazarlardan bir tanesi ‹talyan ve yak›n zamana kadar hapisteydi. Di¤er yazar ise Amerikal› ve Edebiyat Profesörü. Negri/Hardt. Deleuze/Guattari, Lennon/McCartney, Adorno/Horkheimer ve –sabredin, flimdi söylüyoruz iflte – Marx/Engels gibi. Oyunsu (Negri) ve kararl› (Hardt). Negri’deki sol radikal süreklilik (yetmifllerde ‹talya, uvriyerizm, sürgün, hapis) ve Hardt’daki akademiye paraflütle inen öz-düflünürlük. Duyun be, diye hayk›r›yor kitap, iflte masterplan geliyor. (2002)” Lennon/McCartney’in burada ifli ne? Hardt’›n öz-düflünürlü¤ü ne demek oluyor? gibi dünyal›k sorular› bir kenara b›rak›p, Rapp’› dinlemeye devam edelim: “Tamam hepsi iyi güzel de, diyecektir flu ya da öteki arkadafl, bunlar›n hepsini duyduk zaten. Kitab›n konusu ne? (2002)” HN’nin bayat teori kokteyliyle kafay› bulmufl olan Rapp’dan hemen yan›t bekleyen hayal k›r›kl›¤›na u¤rayacakt›r.

113


114

Emre Arslan

20 Teorik hamilik örne¤ine Katja Diefenbach’da da rastlamak mümkün: “‹nsan kitab› okurken, sürekli olarak onu, yazarlar›na karfl› savunmak iste¤i duyuyor” (2002a). Rapp ve Diefenbach, “HN esas›nda derin bir fleyler söylüyorlar ama fark›nda de¤iller” demek istiyorlar. Samimi bir elefltiri yerine, HN’ye ra¤men HN’yi savunman›n dayan›flmac›l›¤› etkileyici. HN’yi savunmak bana düflmez ama böyle bir dayan›flmac›l›¤›n onlar› teorik olarak ellerinden tutulmas› gereken çocuklar rolüne indirdi¤ini de görmek gerekiyor.

Çünkü, Rapp, hepimizi zengin edecek hazinenin yerini bilen ama hakl› olarak söylemekte nazlanan birisi gibi hissetmektedir kendisini: Aceleye gerek yok, peki tamam anlataca¤›m, böyle bir soru zaten ancak cevaplanmay› hak edebilir. E¤er “‹mparatorluk’un konusunu anlamak istiyorsan›z, kitab›n kusursuz estetik kalitesini ciddiye almak zorundas›n›z. Çünkü, kitaba ismini veren temel kavram, bir bütün olan kitap gibi ifllemektedir. Bu kavram da, bütün bir ça¤r›fl›m sepetini ça¤›rmaktad›r. Gerçi ‹mparatorluk her fleyden önce bir kavram – metafor olmak istemeyen bir kavram. Ama kitab›n pek de az olmayan bir k›sm›nda, kavram gücünü ça¤r›flt›rd›klar›ndan al›yor. Roma ‹mparatorlu¤undan, Britanya ‹mparatorlu¤u ve Georg Lukas’›n ‘Y›ld›z Savafllar›’na kadar. Bu ça¤r›fl›mlara ra¤men, imparatorluk, yeni bir tahakküm ve egemenlik biçimini tasvir eden bir kavram (2002).

Rapp da, kitab› okuyup kendinden geçenlerin en sevdi¤i nokta üzerinde duruyor ve HN’nin emperyalizmin miad›n› doldurdu¤unu tespit ettiklerini sevinçle ifade ediyor. Ama Almanya’daki hemen hemen bütün de¤erlendirmelerde oldu¤u gibi, kitab›n teorik tutars›zl›k ve zay›fl›klar›n› belirtti¤inde, gerçekten Rapp’›n kendinden mi geçti¤i yoksa kafay› bulma numaras› m› yapt›¤› flüpheli hale geliyor: ‹mparatorluk kitab›, somut önerilere geldi¤inde, en zay›f bölüme de geçmifl oluyoruz. Bütün o güzel radikal tav›rlar oldukça a¤›r biçimde çöküveriyor. S›n›rlar m› aç›ls›n, herkes için yaflayacak kadar para m› verilsin? Buraya m› yönelmek gerek, bu mu bize perspektif olacak? Bunun için mi bu iki yazar›n 460 sayfan›n üzerindeki öforik duyarl›l›klar›na dayanmak zorunda kald›k? Hele hele, madem ulus devletler gittikçe daha fazla etkilerini kaybediyorlar ve ulus devlete yap›lan her türlü pozitif gönderme, bazen iyi niyetli olsa da her zaman naive ve esas›nda gerici, lütfen söyler misiniz kim yaflama için gerekli paray› ödeyecek? (2002)

Rapp, muhtemelen Alman kültüründen gelen teorik ay›kl›k sorununu, yine muhtemelen Alman kültüründen gelen teorik hamilik al›flkanl›¤›yla20 çözümlüyor: “Ama mesele bu de¤il, Hardt ve Negri’nin kendisi de biliyor bunu. (2002)” Rapp, HN’nin bunu nas›l bildiklerini söylemiyor ama “gelecek direnifl ve özne biçimleri konusunda aç›k olduklar›na göre bunu bilemiyor olamazlar” diye HN’yi savunmaya çal›fl›yor. Rapp, kitab›n tafl›d›¤› tutars›zl›klar› neden görmezden gelmek gerekti¤i konusunda kafay› çal›flt›ranlar k›sm›na terfi edecek flekilde flunlar› söylüyor: Bu kadar ›fl›k saç›c› bir ö¤retinin baz› tutars›zl›klar›n› görmezden gelmek gerekir (...) Negri ve Hardt’›n iyimserli¤i üzerine alay etmek


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

art›k kabak tad› verdi. (...) ‹mparatorluk bir manifesto ve onu öyle okumak gerekiyor. (...) Olan ve olmufl olan hakk›nda bir analizden ziyade, ne olabilece¤i üzerine bir resim bu. Alman solunun karamsarl›¤›n derinliklerinde yüzmesi için elbette iyi nedenler var. (...) Ama Hardt ve Negri hakl› olarak tarihin vazgeçmedi¤i ve yaz›lacak fleylerin de oldu¤u konusunda ›srar ediyorlar. (2002)

Kafa Bulanlar HN’nin bayat teori kokteyliyle kafay› bulanlar›n durumlar›n› anlatt›ktan sonra, biraz daha e¤lenceli bir k›sma geçilebilir. Zira hem bu teori kokteylinin haz›rlay›c›lar›yla hem de bundan kafay› bulanlarla ayn› ciddiyet seviyesinde u¤raflanlar, yani onlarla kafa bulanlar da var. Junge Welt21 gazetesinde ç›kan 15 say›l›k “‹mparatorluk E¤itimi” dizisi bu türden bir tepkinin en iyi örne¤ini oluflturuyor. ‹mparatorluk-E¤itimi dizisinin ilk makalesi “Yeni Proletarya” ismini tafl›yor ve hemen giriflte dizinin hedefi belirtiliyor: “Junge Welt’le okumak daha güzel. Michael Hardt ve Antonio Negri’nin ‹mparatorluk kitaplar› art›k Almancada da ç›km›fl durumda. Bu teori tu¤las›n›n büyük bir zar m› yoksa koca bir z›rva m› oldu¤u sorusuna yan›t ar›yoruz (Fricke: 2002)” “‹mparatorluk E¤itimi”nin üçüncü yaz›s›nda Dietmar Kammerer, “Güç, hobi programc›l›¤› yaparak m› elde edilecek?” diye soruyor ve flöyle yan›tl›yor: “Nihayetinde ‘özgür yaz›l›m’ bir sosyal hareket de¤il ve siyasi bir program ihtiyac›n› karfl›layamaz (2002a).” Kammerer, “Bartbely ile Pasif Devrim” bafll›kl› dizinin onuncu makalesinde ise, tek bafl›na olan, karars›z ve geri çekilen karakterdeki Bartleby’nin ‹mparatorluk’un gürültülü, mutluluktan kükreyen, Çokluk’una pek uymad›¤›n› belirtiyor. Kammerer, Bartleby ile pasif bir direnifl düflüncesi için ise “eksik kals›n” diyor (2002b). Andreas Hahn “Bölünmüfl Diller: Y›lan olarak köstebek” adl› dizinin dördüncü yaz›s›nda, iflçi s›n›f› için HN’nin y›lan benzetmesiyle Marx’›n köstebek benzetmesini karfl›laflt›r›yor. Hahn, yaz›s›n› flöyle bitiriyor: Eski köstebek iflçi s›n›f›n›n enternasyonalizmi olmadan yeni y›lan iflçi s›n›f›n›n mücadelesi yal›t›k bir biçimde orada duruyor. Yeni iflçiler art›k birbiriyle iletiflime geçmiyorlar, Hardt/Negri’nin dedi¤i gibi, onlar art›k devrim de¤il, isyan. Onlar›n mezar kaz›c›s›, birden bire ortaya ç›kan soyut bir ajan: postmodernlik. Birçoklar›n› (ideolojiyi, büyük anlat›y› ve tarihi) mezara gömdü¤ü iddia edilen bu sözde mezar kaz›c›s›n›n kendisi de erken emekliye ayr›l›p, birden bire siyasi alan›n yar›klar›n› imparatorlu¤un pürüzsüz yüzeyine çevirmek üzere düzlemifl. ‹ddiaya göre

115

21 Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DDR) döneminin gençlik gazetesi olan Junge Welt, DDR’in ilhak edilmesinden sonra günlük gazete olarak ç›kmaya devam etti. Gazete DDR devlet partisinin devam› olan PDS’in aksine sa¤ savrulmalara karfl› direnerek Almanya’da sosyalizmin önemli bir mevzii olarak kalmay› baflard›.


116

Emre Arslan

de, bu pürüzsüz yüzeyin sanal merkezleri aras›nda y›lan k›vr›l›yor. ‹flte ‹mparatorluk tezinin müflkül taraf› da bu: Bu yüzeyde y›lan hiç bir zaman kendini kavrayamayacak ve daima ‘ruhsuz’ biçimde kalacak (2002). Monika Krause ise, “Kepazelik Derecesinde Bir Evcillik: Somut Talepler” bafll›kl› dizinin on dördüncü makalesinde, sadece HN’nin taleplerinin evcilli¤inden de¤il, ayn› zamanda bu evcil taleplerin bile nas›l elde edilece¤inin belirsiz kald›¤›ndan söz ediyor (2002). Dizinin “Yeni irrasyonalizm” bafll›kl› on birinci yaz›s›nda, Christoph Jünke HN’nin 200 y›ll›k anti-kapitalist mücadelenin kazan›mlar›n› unutturan gerici karakterini vurguluyor. Bu yeni sol irrasyonalizmin üretti¤i çokluk kavram›yla birlikte, her türlü ba¤lant› düzeylerinin ve siyasal, toplumsal ve kültürel örgütlenme biçimlerinin ötesinde sadece kendisini coflkuland›rmaya çal›flan kendili¤inden, belirsiz, bireyci bir özneye dönülüyor. Jünke ayr›ca kitab›n tutars›z karakterini anmadan geçemiyor: E¤er hofl postmodern üsluptan gözlerimiz kamaflmazsa, kitaptaki say›s›z çeliflkileri görmemek olanaks›z: bir d›fl arama iflini b›rakal›m ama ayn› zamanda iradeci ve teleolojik davranal›m; materyalist bir teleolojiye ihtiyac›m›z var, ama lütfen determinizmsiz ve ütopyas›z›ndan olsun, ‘eski’ teleolojiye veda edelim ama küresel imparatorlu¤un arkas›na bak›lmas› yanl›fl olan bir dünya tarihsel ilerleme oldu¤unu da bilelim, (eski) sosyal devlete dayal› üretim rejiminin bitiflinden mutlu olal›m, ama bu arada sosyal devletin y›k›lmas›na karfl› verilen mücadele ‘elbette çok ahlakl› ve önemli bir ödev’; saf bir siyaset anlay›fl›ndan vazgeçelim ama çoklu¤un saf gücünü övelim; hiç bir biçimde küresele karfl› yereli desteklemeyelim ama yerelli¤in yapay üretimlerini destekleyelim; modernli¤in ‘yar›klar›na’ karfl› emperyal egemenli¤i ‘pürüzsüz’ görelim, ‘ama asl›nda her taraf›ndan o kadar çok faylarla sar›lm›fl ki, sadece sürekli, bütünlüklü bir mekan gibi görünüyor’; emperyal tahakkümün mekanlar›n ötesinde vukuu buldu¤unu bilelim ama bir de üzerine “karfl› güçlerin co¤rafyas›’ diye yazal›m, vs. vs. (2002) Junge Welt gazetesindeki bu dizide HN’nin kötü teori kokteyli ile kafa bulma seanslar›n› daha iyi yans›tabilmek için iki tane makaleyi uzunca bir flekilde al›nt›lamak faydal› olabilir. HN’nin bu teori kokteylinde ana olarak Foucault ve Marx’› sentezledi¤i düflüncesi hakim. Bu görüfl do¤ruysa bile flunu eklemek gerekiyor: HN, bu neresinden tutulsa dökülen sentezi, Deleuzecü say›klamalarla yap›flt›rmaya çal›fl›yor. Afla¤›da al›nt›layaca¤›m iki makaleden ilkinin yazar› HN’nin Foucault’ya, ikincisininkiyse, Marx’a düzenledi¤i operasyondan pek memnun kalmam›fl durumdalar. Stefan Broniowski, dizinin “Homo-


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

homo Hurdalar: Heteroseksüel terör: Hemen al›n!” bafll›kl› sekizinci makalesinde, HN’nin eline düflen Foucault’ya üzülüyor: fiehrimize yeni bir oyuncakç› dükkan› aç›ld›. ‹smi “Empire ‘R’ Us” ve ay›n f›rsat› olarak Süper Power Ranger ‘Çokluk’u sunuyorlar. ‹çinde ne yok ki! Oyun oynanabilecek bir dolu eflya. Beyaz, erkek, heteroseksüel müflteri pek tabi ki e¤ilim olarak, en yeni devrimci öznenin gene en eski olmas›na çok karfl›: proletarya. Çünkü bu gruba bir flekilde hepimiz giriyoruz. Öyle de¤il mi, hele de, beyaz, erkek, heteroseksüelsek ve küreselleflme karfl›tl›¤›nda flöyle güzelce kolektif, yarat›c› ve güçlü hissediyorsak kendimizi. Bizler, çokluklar, sermayeyi önümüzde sürükleriz be! Oyuncaklar güzel ama fiyatlar biraz yüksek. Fiyatlar elefltirel düflünce ve entellektüel düzeydeki kay›plarla ödeniyor. Büyülenme masraflar› çok yüksek oldu¤u için, inand›r›c›l›k hesab›n› s›f›rlamak ve sonra da mitoloji ve patosla taksit taksit ödemek gerekiyor. Birazc›k birikim yap›labilece¤ine, yani al›nan materyallerin ö¤reticili¤ine, özellikle dükkana rastlant›yla gelen müflteri kesinlikle inanabilir. Unutmadan söyleyelim, dükkan, birkaç kendi üretimi mamuller d›fl›nda, genelde ithal mamulleri piyasaya sürüyor. Pek tabi ki, ithal mamullerin baz›lar› nakliyat s›ras›nda telef oluyorsa da, bu, defolu mallar› ucuza koparabilece¤iniz anlam›na da gelmiyor. Mesela Foucault’da ‘Biyo-politik’, bir kavram oluflturma çabas› iken, H&N’de ‘biyo-politik’ her yere sokup ç›kartabilece¤iniz bir lego-kelimesi [joker] haline geliyor: b. çevre, b. karakter, b. boyut, b. birlik, b. imparatorluk, b. fabrikasyon, b. mecra, b. doku, b. cemaat, b. kuflak, b. toplum, b. ufuk, b. mücadeleler, b. b. kontrol, b. beden, b. iktidar, b. zorunluluklar, b. ontoloji, b. pratikler, b. üretim, b. mekan, b. özörgütlenme, b. alanlar, b. yap›, b. bölge, b. evren, b. dünya ve b. dolafl›m (neden ‘biyo-politik makine’den söz etmemifller, art›k tanr› bilir). ‹yi t›nl›yor, pek az fley ifade ediyor, harika iflliyor. Ama yaz›k olmufl. Çünkü ‘Biyo-politik’, belki de bir yandan nüfus art›fl›, yafl yap›lar›, ötenazi, gen ve yeniden üretim teknolojileri gibi temalar ba¤lam›n›, öte yandan öznel cinsel yönelimler ve pratikleri ayd›nlatmak için kullan›lmaya müsait de olabilirdi. Vesselam, Foucault’da (tabi Deleuzcülükle malûl olmayan›nda) hala elefltirel bir kavram iken, yazarlar›m›z onu iyice evcil hale getirmifller: Biyo-politik, biz kendimiziz. Bu baflar›l› Teori-Pop-Duo’su (Pet Shop Boys’dan ziyade Modern Talking), münasip bir kavram bulamasalar da, hiç olmazsa konunun heteroseksüellik oldu¤unu ortaya ç›kartm›fllar. ‹yice kulak verip dinleyen, Hardt ve Negri’nin ‘çoklu¤un aflk›’ na¤mesi çalarlarken, sadece ‘kad›n düdüklemeyi’ ve ‘çocuk yapmay›’ kastettiklerini anlayacaklard›r. Gerçi bunlar ‘maymun’ ve ‘cyborg’ aras›nda kendi çal›p oynayan devrimci kufllar ve çocuklar ama olsun. Eflcinseller ve kad›nlar bütün dünya tarihini aç›klayan bu 470 sayfa-

117


118

Emre Arslan

22 Yazar burada muhtemelen James Bond serisinin “The World is not Enough” (Dünya Yetmez) isimli filmine göndermede bulunuyor. 23 Almanya’n›n ikinci devlet kanal›. Bu cümle “Afla¤› yukar› TRT 2’ye” diye de Türkçelefltirilebilirdi. 24 ZDF’in bir çok ünlünün tek gözünü kapayarak, “ikinci kanaldan izleyin” demek istedikleri “yarat›c›” reklam›na göndermede bulunuluyor.

l›k yap›tta tamamen ihmal ediliyorlar. Olmam›fl, efendiler (dünyan›n efendileri), hiç olmam›fl! Bu amaçl› ‘homohomo’nun sadece üreme ihtiyac› gelmifl beyaz, erkek bir heteroseksüel oldu¤u aflikar. Sözün özü: ‹mparatorluk bir sürü hurda, yani tutars›zl›k, kestirmecilik, yanl›fl bilgi, eksiklik ve cehalet sunuyor. Ama dükkana iyice bak›l›rsa, baz› ilginç fleyler de bulanabilir. H&N’den mutlaka en eski hurdalar› sat›n al›p kaz›klanmak gerekmiyor. (2002)

Holger Dewitz’in 15 say›l›k dizinin sonuncusunu oluflturan “Tamam›na Ulafl: Dünya Yetmez22” bafll›kl› yaz›s› ise HN’nin eline düflen Marx’a ve komünizme ac›yanlardan. Dewitz, ayr›ca yukar›da ayr›nt›l› olarak al›nt›lanan Broniowski’nin HN’yi tikel ç›karlar› merkeze koyarak elefltirmesinden de pek memnun de¤il: ‹mparatorlu¤un bofl kalbi neye benziyor? Afla¤› yukar› ZDF’e23. Teknik olarak kusursuz ve ruhsuz. Her fley kabulümüz, ana çeliflki hariç. Koca koca adamlar daha iyi görebilmek için bir gözlerini kapat›yorlar24. Hepsi de flu fikirde anlaflm›fllar: ‘Hakikat oralarda bir yerde olsa gerek’. Hardt/Negri’de oralarda bir yerler, olsa olsa ay dedemiz ve günefl ninemiz. Savafl y›ld›z› olan yeryüzü ise, güvenilir topraklar. Zira yeryüzünün bir devrime katlanmas› mümkün. Yazarlar, komünizmin gelece¤ini aziz Franz von Assisi’nin tarihiyle örneklemifller. Bu örnek, baflka sorunlar› bir kenara, en az›ndan anlafl›lmas› güç. Yazarlar›n kendi iste¤iyle seçilmifl olan fakirlik karfl›s›ndaki çocuksu sevinçleri, Çokluk’u coflturmak için pek uygun olmam›fl. Refah içinde yaflarken, çuvaldan giysileri ve ya¤mur suyunu övmek kolay. Ama burada Assisi’de oldu¤u gibi, köstebeklere de¤il, kütüphanecilere vaaz veriliyor. Uzmanl›k sevincine karfl› vaazlar. Hardt/Negri, postmodern k›s›m fleflerinin elefltirilerine bak›l›rsa, kad›nlar›n ve eflcinsellerin durumlar› hakk›nda pek az fley söylüyor. Ama HN uyuflturucu ve veganizm25 hakk›nda da pek az fley yaz›yor ve bu mesele de¤il. ‹nsan, tikel ç›kar uzman› ise, kendi k›sm›n› çoklu¤a katabilir. ‹ster Kaliforniya meflelerini temsil etsin, ister üçüncü dünyay›, fark etmez. Önemli olan tikel ç›karlar. Ve nihayetinde konu, temsil de¤il, tümlük. “Eski ayr›l›klar yerine (...) uluslar›n her aç›dan birbirine ba¤l›l›¤› geldi (Marx/Engels, Manifesto). ‹mparatorluk gerçekten de s›n›rlar›na yaklafl›yor. Kendi kendisini fethediyor. Bir çok nedenden dolay› bu iyi bir fley. ‹lk olarak: Shell gibi giriflimler örnek davran›fllar sergiliyor –‹ngiltere ve Hollanda aras›ndaki bir savafl› tahayyül etmek bile olanaks›z-. ‹kinci olarak: Dünyan›n homojenleflmesi ve flebekeleflmesi (kurumlar›yla ve bilimiyle), dünya düzenini daha k›r›lgan hale getiriyor –Kara sevdaya kap›lm›fl Filipinli bir bilgisayar programc›s› milyarl›k zararlara yol açmad› m›?- Üçüncüsü: Küreselleflmenin sonucu olarak sermaye yeni alanlara sapamaz, yeni piyasalar fethedemez. (...) Nihayetinde B.M. hayat standartlar›n› yükseltecek flekilde dünya ça-


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

p›ndaki talebi pompal›yor ve Gregor Gysi26 bir kere daha eski komünizmi nedeniyle özür diliyor. Ya da iki ÇUfi, Marx’la birlikte üçüncü ve son rakiplerini de ›zgara yap›yorlar. Sonradan Yönetim Kurulu Baflkan›’n›n omuzlar›na t›k t›k yap›p, tüm bu yemifllerin asl›nda kime ait oldu¤unu sorabilir ve yeri geldi¤inde bütün ba¤›n bahçenin mülkiyetini alabiliriz. Sosyologlara, art›k gerçekten her fley söylendi¤i için befl dakikal›¤›na olsun çenelerini kapatmalar›n› söyleyen bir kitaba karfl› haddimizi bilmemiz laz›m. (...) Kitap, yarat›c› göçebelerden, yüklerini indirmelerini, parti yapmalar›n› ve sahip oldu¤u ünvanlar›ndan ateflçikler çakmalar›n› samimi biçimde talep ediyor. Hardt ve Negri, devrimcilik oynayan çokluklar› harika buluyor. Devrimci bir özne yerine bir k›s›r döngü sunuyorlar: Militanl›k temsil edici de¤il, kurucudur. Militanl›k direnifltir, direnifl de militanl›k. ‹mparatorluk direniflleri, karfl› kamular›, isyankar mahalleleri ve kurtar›lm›fl bölgeleri derhal emiyorsa, çokluk da ona göre davranmal›d›r. 200 y›ll›k isyan deneyimi, düflmanla bir olma bilgisinde birleflmek içinmifl. ‹syan, sevgi eylemine dönüflüyor ve ‹mparatorluk patl›yor. Marx, kapitalizmin tamam›na ermifl (ve uygun bir biçimde komünizme evrilmifl) olmas›na elbette sevinirdi. Ama ‹mparatorluk sonuna gelmedi. Geç kapitalizm bir fleytanl›k yap›yor. Elefltiri yarat›c›l›¤a yol aç›yor, direnifl konsolidasyona ve savafl da ekonominin büyümesine. ‹ster ‹sa’dan, ister Muhammed’ten ister Lenin’den gelsin, öyle ya da böyle, kapitalizmin zincirlerinden tam bir kopufl için her türlü karfl› varolufl, sosyal demokrasi oluyor. Devrim gündemde de¤ilse, baflka alternatifler de vard›r: Her fleye ra¤men çabalamak (K›z›l Ordu Fraksiyonu), alayc› olmak (Kültür Sayfalar›), tikel ç›karlar› savunmak (Kad›nlar). Ya da dünya ekonomisinden insan onuruna lay›k minimum yaflama koflullar›n› talep etmek, kartel haklar›n› y›kmak ve vergi vahalar›n› kurutmak (NGO’lar). Müzakere ustalar› ve iflkolikler reklamc›l›k yaparak kapitalizme h›z katabilirler. Ya da Counterstrike oynay›p heyecanl› zamanlar› bekleyebilirler. ‹mparatorlu¤a direnebilecek tek fley, ana çeliflkidir. Bunu bilmek, komünistlerin flans›d›r. Bunu çözmek ise, insanl›¤›n flans› (2002).

Deney Sonucu: Tad›lmasa da Olur Kiminin kafas›n› bozan, kiminin çal›flt›ran, kimine kafay› kimine kafa bulduran bu bayat teori kokteylini denedikten sonra, flu sonucu ç›kar›yorum: Tad›lmasa da olur. E¤er en Bat›’da ç›kan›n en ileri, en son ç›kan›n en yeni oldu¤unu düflünüyorsan›z, üstüne üstlük lüks tüketime zaman›n›z, enerjiniz ve maddi imkan›n›z varsa, ayr›ca zaman›n›z›n de¤erli olmad›¤›n› düflünüyorsan›z, bu kötü teori kokteylinden tatmakta bir sak›nca yok. Ancak kendi ad›ma, mide bulant›s› seviyesinden kusma noktas›na gelmek

119

25 Vejeteryenli¤i daha da keskin biçimde uygulayanlar. Vejeteryanlar›n aksine, süt ve yumurta da dahil olmak üzere hiç bir hayvansal besin kullanmayanlar. 26 Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin devlet partisi SED’in ve onun devam› olan PDS’in flu anda partiden istifa etmifl olan politikac›lar›ndan. Haz›r cevap, enerjik ve h›zl› konuflma tarz› günümüz medyas›n›n egemen tart›flma biçimi olan talkshow’lara uydu¤undan Gysi, PDS’in tart›flmas›z medya y›ld›z›yd›. Egemen medyan›n Gysi’yi sevmesindeki bir di¤er neden de s›k s›k SED geçmifli yüzünden özür dileme seanslar› düzenlemesiydi.


120

Emre Arslan

istemedi¤im için, art›k süresiz olarak post-modern teori kokteyllerinden tatmama karar› alm›fl bulunuyorum. Son ç›kan bir kitap için “okunmasa da olur” demek için, en az üç engel var. ‹lk engel insanl›k durumundan kaynaklan›yor. Genellikle insan bir fleye emek harcad›ktan sonra, harcad›¤› eme¤in bofla gitti¤ini kabul etmekte zorluk çekiyor. 500 sayfaya yak›n daldan dala atlayan bir kitap üzerine bir dönem boyunca seminer takip ettikten, akademik ve siyasi gruplar›n atölye çal›flmalar› ve tart›flmalar›na kat›ld›ktan, kitap üzerine yaz›lm›fl bir yaz›y› çevirdikten, üzerine yaz› yazmak gibi talihsiz bir karar verince bafltan sona yeniden her sat›r›n› okuduktan, kitap üzerine bir çok baflka yaz›y› da inceledikten, k›sacas› oldukça yo¤un bir zaman ve emek harcad›ktan sonra, insan, bir kitab› ne kadar kötü de bulsa, “en az›ndan neyin do¤ru olmad›¤›n› görmek için okuyun” demek gibi bir e¤ilime kap›l›yor. Bu dönemde istemesek de üzerimize yeterince teorik çerçöp boca edilmeseydi ve dünyada okunacak bir dolu daha heyecan verici kitap bizleri beklemeseydi, bu ilk engeli aflmak zor olabilirdi. ‹kinci engel, modernlik durumundan kaynaklan›yor. Postmodernler modernli¤i aflt›klar›n› iddia etseler de, kald›¤› kadar›yla onlar›n popülerli¤i de, en yeni teori olarak sunulmas›ndan kaynaklan›yor. Modern dönemlerde, en gericiler bile, en yeniden haberdar olmak, dahas› kendilerini en yeni olarak sunmak için çal›fl›yor. Bu engeli aflmak için modernli¤e karfl› olmak gerekmiyor, en son ç›kan›n en yeni ve en modern oldu¤una inanmamak yeterli. Üçüncü engelse, Marksistlik durumundan kaynaklan›yor. Sovyetler Birli¤i’nin çöküflünden sonra bir çok Marksist, yeni durum karfl›s›nda teorik bir yenilenme gereklili¤i üzerinde durdu. Elbette, somut durumdaki büyük de¤iflimleri aç›klamak ve yeni duruma yeni yan›tlar vermek için teorik kal›plar›nda ve kavramsal dünyalar›nda bir s›çrama aray›fl› kaç›n›lmazd›r. Ama art›k kaç›nc› versiyonunun ortaya ç›kt›¤› belli olmayan, yeni-Marksizm, neo-Marksizm, post-Marksizm vs. gibi “radikalliklerin”, Marksist-Leninist gelene¤inin birikimleri konusunda büyük bir cehaleti yayd›klar› ve bayatlam›fl burjuva düflüncelerini moda haline getirmeye yard›mc› olduklar› daha iyi ortaya ç›k›yor. Bu ortamda, dogmatik Marksist gibi görünmek, yeni Marksist olarak görünmekten daha az üzücü görünüyor. Bir de belki dördüncü bir engelden söz etmek gerekebilir. Bu da Do¤ululuk durumundan kaynaklan›yor. Zaten teori konusunda zay›fl›¤› dillere destan olan Do¤u memleketinden birisinin,


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

medeni Bat›’da üretilen son model teori kokteyline, “tatmay›n, de¤mez” demesi, her fleyden önce, Do¤ulu’nun ba¤nazl›¤›n› akla getiriyor. Getirse de fark etmez, yok’a var demenin anlam› yok: Bat› cephesinde, ne yaz›k ki, yeni bir fley yok. HN’nin “‹mparatorluk” tezlerinin daha az bayat biçimini okumak isteyen, Kautsky’nin “ultra-emperyalizm” tezlerine bakabilir. Var’a yok demenin de anlam› yok: Bugün yaflanan barbarl›¤›n ve sömürünün iflleyifl biçimlerini anlamak ve bu iflleyifle müdahil olmak konusunda kafa buldurucu teori kokteylleri yerine doyurucu besinler aran›yorsa, daha yeni fleyler var. 1916 y›l›nda bir do¤ulunun ‹sviçre’de yazd›¤› Emperyalizm: Kapitalizm’in En Yüksek Aflamas› adl› yap›t, iki bat›l›n›n 2000 y›l›nda yay›nlad›¤› ‹mparatorluk kitab›ndan çok daha taze, çok daha yeni.n

121


122

Emre Arslan

Kaynakça Adolphs, S. Vd. (2002) “Der Begriff des politischen Subjekts hat seinen Gehalt verändert”, Jungle World/Subtropen 16 Atzert, T. (2001) “Die Grenzen des Imperiums”, Jungle World 19 arranca! (2002) “Die Empire-Anomalie”, 24 Behnl, A. (2002) “Ein Reich komme”, Jungle World 37 Broniowski, S. (2002) “Ladenhüter homohomo ‘Empire’-Schulung (8): Heterosexueller Terror - jetzt einkaufen”, Junge Welt, 10 May›s Brümlik, M. (2002) “Grünenakademie” www.gruene-akademie.de/download/empire_brumlik.pdf flim tarihi: 10. 03. 2004

eri-

Büsser, M. (2002) “Schauerschimäre ‘Empire’-Schulung (7): Nation ist alles andere als Freiheit”, Junge Welt, 8 May›s Conert, H. (2002) “Neues ‘Manifest’ oder Mystifikationen?” Z. Zeitschrift Marxistische Erneuerung Dewitz, H. (2002) “Geh aufs Ganze ‘Empire’-Schulung (15 und Schluss): Die Welt ist nicht genug”, Junge Welt, 18 May›s Diefenbach, K. (2002a) “Klassenkampf der Engel”, Jungle World 25 Diefenbach, K. (2002b) “Diskontinuität und Terror” iz3w, Nisan/May›s Dorow, T. (2002) “Gottesgerichtsprozesse ‘Empire’-Schulung (9): Die neuen Barbaren”, Junge Welt, 11 May›s Fang (2002) “Graswurzelrevolution oder Empire?”, Graswurzelrevolution, 270 Fanizadeh, A. (2002) “Kommunistisches Manifest, Cyberpunk, Bluff?” Jungle World 15 Fricke, G. (2002) “Wer sind wir? Das neue Proletariat ‘Empire’-Schulung (1) Junge Welt, 30 Nisan Fischbach, R. (2002) “Tausend Splitter tief”, Freitag, 5 Nisan Fülberth, G. (2002a) “Bluff, Kitsch und Affirmation”, Konkret, 12-14 Fülberth, G. (2002b) “Attac-Sommerakademie, 29.7.2002, Marburg‚ Propheten der Globalisierung: Hardt/Negri – Empire” http://www.geocities.com/gruppe_dissident/Empirepaper.htm indirilme tarihi: 10. 03. 2004 Galloway, A.: (2002) “Panoptikum der Kontrollgesellschaft”, Jungle World/ Subtropen, 20 Gruppe d.i.s.s.i.d.e.n.t. (2002) “Attac-Sommerakademie, 29.7. Marburg ‚Negri/Hardt - Von der Utopie zur Praxis” http://www.geocities.com/gruppe_dissident/Empirepaper.htm eriflim tarihi: 10. 03. 2004 Hahn, A. (2002) “Gespaltene Zungen ‘Empire’-Schulung (4): Der Maulwurf als Schlange” Junge Welt, 4 May›s Hardt, M. ve A. Negri (2002) “Michael Braun’la söylefli” taz.18 Mart Hardt, M. ve A. Negri (2002) Empire. Die neue Weltordnung Campus: Frankfurt/Main Hardt, M. ve A. Negri (2000) Empire. Cambridge, Massachusetts ve London, England: Harvard University Press Heuer, U-J. (2002) “Der ‘Besen Gottes’: Das ‘Empire’ und der ‘nichtimperialistische Charakter der USA’. Wie wird das bewiesen von Hardt und Negri?” Junge Welt, 25 Haziran Hirsch, J. (2002) “Tote Hunde wecken? Interview mit Joachim Hirsch zur Staatstheorie und Staatsableitung”, arranca! 24 Hirsch, J. (2001) “Globalisierung und Terror”, Jungle World 7 Holloway, J. (2002) “Schritte in die falsche Richtung oder Mephisto statt Franz von Assisi” http://www.wildcat-www.de/material/ eriflim tarihi: 25. 03. 2004 Jünke, C. (2002) “Gegrillte Grillen ‘Empire’-Schulung 11: Der neue Irrationalismus”, Junge Welt 14 Haziran Jünke, C. (2003) “Neue Beiträge zur ‘Empire’-Diskussion: Gindin/Panitch und Detlef Hartmann” Junge Welt, 25 Ocak


Bayat bir Teori Kokteylinden Tad›nca...

123

Kammerer, D. (2002) “Softes Programm ‘Empire’-Schulung (3): Kommt Macht von Hobbyprogrammieren?” Junge Welt , 3 May›s Kammerer, D. (2002) “Lieber nicht ‘Empire’-Schulung (10): Passiver Widerstand mit Bartleby” Junge Welt, 13 May›s Kettner, F. (2002) “How to strike back the Empire” www.rote-ruhr-uni-org/texte/kettner_empire.html. eriflim tarihi: 18. 03. 2004 Klas, G. (2002) “Freude am Sein ‘Empire’-Schulung (6): Ein neues ‘Kommunistisches Manifest’?” Junge Welt, 7 May›s Krause, M. (2002a) “Alles oder nichts? ‘Empire’-Schulung (2) Die neue Herrschaft”, Junge Welt, 2 May›s Krause, M. (2002b) “Empörend zahm ‘Empire’-Schulung (14): Konkrete Forderungen”, Junge Welt 17 May›s Kurz, F. (2002a) “Multitude aller Länder”, Jungle World 18 Kurz, F. (2002b) “Schlaf im Wolfspelz” iz3w, Nisan/May›s Lantz, M. (2002) “Nichts ist unmöglich ‘Empire’-Schulung (12): Auf der Suche nach einem linken Toyotismus”, Junge Welt, 15 May›s Lau, J. (2002) “Biomacht und Kommunismus”, Die Zeit 22 Mayer, D. (2002) “Hardt, Negri und das ‘Empire’. Des Anarchismus letzter Seufzer”, der funke 45 M›s›r, M. B. ve S. K. Çelik (2002) “‹mparatorlu¤un ‹yimser Metafizi¤i” Praksis 7: 267-304 Müller, E. (2002) “Die Revolution neu denken”, Jungle World 19 Narr, W. D. (2002) “Alternativen zum Weltkapitalismus?”, graswurzelrevolution 273 Otte, C. (2002) “Nervöse Stellungnahmen ‘Empire’ - Ein Gespenst geht um im deutschen Feuilleton”, Junge Welt, 29 Nisan Preve, C. (2003) “Wer ist heute das revolutionäre Subjekt?”, Junge Welt, 15 Ocak Rapp, T. (2002) “Hier kommt der Masterplan”, Jungle World 13 Roellecke, G. (2001) “Das Empire schlägt nicht zurück”, Frankfurter Allgemeine, 16 A¤ustos Rohmann, G. (2002): Schöne, neue Welt - Michael Hardt und Antonio Negri auf Abwegen Attac Rundbrief, 03.07. eriflim tarihi: 18. 03. 2004 Savran, S. (2002) “‘Alternatif Küreselleflme’ mi, Proleter Enternasyonalizmi mi?: ‹mparatorluk’a Reddiye”, Praksis 7: 225-266 Schmitt, P. (2002) “Include them out ‘Empire’-Schulung (13): Der Multikulti-Rassismus”, Junge Welt, 16 May›s Schneider, F. (2002) “Was tun, Herr Negri und Herr Hardt?” http://tap.wastun.org/tapestry, eriflim tarihi: 18. 03. 2004 Siemons, M. (2002) “Cäsar, go home!”, Frankfurter Allgemeine, 24 May›s Spielmann, E. (2001) “Elementare Ereignisse”, Freiheit, 17 Aral›k Siepen, N. (2002) “Multitude, rüste dich!”, Jungle World 33 Stähli, U. (2003) “Empire-Lektürekurs”, Fakultät für Soziologie – Universität Bielefeld (K›fl Dönemi 2002/2003) TATblatt (2001) “Rezension: Empire”, 13 Nisan http://tatblatt.mediaweb.at/163hane.html, eriflim tarihi: 10. 03. 2004 Virno, P. (2002) “Mit der multitude ist niemals ein Staat zu machen”, Jungle World/Subtropen 16 Wissel, J. (2004) “Canavar› Adland›rmak: Nicos Poulantzas ve ‹mparatorluk”, Praksis 11


Praksis 11

| Sayfa: xxx-xxx

Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi? Graham Taylor - Andy Mathers Avrupa’n›n bütünleflme süreci, son on y›l boyunca giderek derinleflti ve yo¤unlaflt›. Ortak bir tek pazar›n yarat›lmas› tamamland› ve ortak para birimi ile Avrupa Merkez Bankas›’n›n oluflumu sayesinde güçlendi. Avrupa genelinde üye ülkelerin kamu harcamalar› ile kamu borçlar› düzeyini s›n›rlayan ve yo¤un bir serbestlefltirme, kurals›zlaflt›rma ve özellefltirme program›n› meflrulaflt›r›p yayg›nlaflt›ran güçlü ve antidemokratik düzenleme biçimleri geliflti. Avrupa bütünleflmesi ile iç içe geçen bu neo-liberal yeniden yap›lanma, kitlesel iflsizlikle ifl güvencesizli¤i yan›nda, iflçi s›n›f›n›n Keynesçi yollarla sisteme dahil edilmesine ve refah›n kolektif biçimlerine karfl› kesintisiz bir sald›r› ile sonuçland›. Bu geliflmeler, ayn› zamanda emek hareketi içinde entelektüel ve siyasal bir krize de yol açt›. Sosyal demokrat politikac›lar ve sendika hiyerarflileri küreselleflmenin neo-liberal mantras›na tempo tutmay› ö¤rendiler ve verimlilik sözleflmeleri ile savunmaya yönelik sosyal sözleflmelere s›¤›nma yolunu seçtiler. Ancak, gerek mevcut sendikalar ve partiler içinde, gerekse kampanya ve sorunlar› giderek daha fazla ulusal s›n›rlar ötesine tafl›yan yeni gruplar ve aktivistler aras›nda hâlâ önemli direnifl mevkileri varl›¤›n› sürdürmektedir. Asl›nda Avrupa’n›n kurumsal geliflmesi, mücadele dolay›m›yla a¤›r ama devaml› bir ilerleme göstermifl ve bu geliflme ulusal, küresel ve Avrupa bölgesel düzeylerini yeni ve ilginç biçimlerde birbirine ba¤layan yeni bir mücadele alan› açm›flt›r. Bu makalenin amac›, bu yeni alanda ortaya ç›kan mücadelelerden, do¤makta olan alternatif bir (proto)Avrupa emek hareketini ayr›mlaflt›rman›n mümkün olup olmad›¤›n› incelemektir.


126

Graham Taylor - Andy Mathers

Avrupa bütünleflmesi üzerine yürütülen tart›flmalara Capital and Class dergisiyle yap›lan güncel katk›lar, birli¤in oluflum sürecinde s›n›f mücadelesinin rolünü az›msama e¤ilimindedir. Carchedi ve Carchedi (1999) Avrupa’n›n bütünleflme sürecinin bir ‘s›n›f analizi’ yoluyla incelenmesi gerekti¤ini savunmufllar; bununla birlikte analizlerinde iflçi s›n›f›n›, kapitalist yeniden yap›lanman›n edilgen bir kurban›ndan daha fazla bir fley olarak görmemifllerdir. Ayn› e¤ilim, Ekonomik ve Parasal Birli¤ini (EMU: Economic and Monetary Union); Avrupa iflçi s›n›f›n› Alman mark›n›n yükselen küresel gücüne boyun e¤dirmek amac›yla, Alman sermayesi taraf›ndan gelifltirilen bir neo-emperyalist strateji olarak sunan Carchedi’nin 1997 tarihli makalesinde de görülmektedir. Kuflkusuz ulusal devletler düzeyinde s›n›f iliflkilerinin ve özellikle de ulusal tabanl› s›n›f mücadelesi ile sermayenin küresel yeniden yap›lanmas› aras›ndaki sembiyotik iliflkinin süregelen önemini merkez alan çal›flmalar da gerçeklefltirilmektedir (Moran, 1998). Birleflik Krall›k’taki emek hareketi politikalar› üzerine yap›lan güncel analizler, Avrupa boyutunu ihmal etmekte (Fairbrother, 2000; McIlroy, 2000) ve Avrupa bütünü içinde ‹ngiltere’nin biricikli¤ini fazlaca vurgulama riski tafl›maktad›r. Ulusal düzeye odaklanan bu analizlerin, halihaz›rdaki siyasal iliflkilerin Avrupa genelinde yeniden düzenlenifl biçimlerini kavrayamamalar› tehlikesi bulunmaktad›r. Ayr›ca, devleti sermaye iliflkisinin mücadele ve muhalefete konu olan politik bir formu olarak görmekten ziyade, onu sabit bir kurumsal iliflkiler seti olarak fleylefltirme tehlikesi de mevcuttur. (Holloway ve Picciotto, 1991; Clarke, 1991a) Avrupa’n›n bütünleflme süreci, küresel sermaye iliflkisinin mekansal yeniden bileflimini içermektedir: Bu yeni bileflim, Avrupa genelinde düzenleme ve direniflin de¤iflen formlar›n›n büyük çapl› bir ampirik araflt›rma yoluyla ortaya konmas› sonucunda kavranabilir ancak. Bu makalede, Avrupa bütünleflmesinin mant›ksal ve tarihsel belirleyenlerini inceliyor ve bu bütünleflmenin emek hareketinin yenilenmesi aç›s›ndan tafl›d›¤› potansiyel ve tehlikeler üzerine tart›fl›yoruz. Avrupa bütünleflmesinin ald›¤› mant›ksal biçimi ve ulusal düzeyde siyasal hareketlilik ile Avrupa düzeyindeki neo-liberal düzenlemelerin yeni biçimleri aras›nda hizmette yerellik ilkesi arac›l›¤›yla düzenleyici bir bofllu¤un infla ediliflini inceleyerek bafllayaca¤›z. Sonra AB’ye üye ülkelerde neo-liberal yeniden yap›lanma ba¤lam›nda geliflen sosyal mücadelelerin araflt›r›lmas› yoluyla, bu biçimin belirleyenlerinin izinden gidece¤iz. Neo-libe-


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

ral yeniden yap›lanmay› yayg›nlaflt›rmak ve ona arac›l›k etmek için hem ulusal düzeyde hem de Avrupa genelinde gelifltirilen yeni korporatizm biçimleri ile neo-liberalizme karfl› baflta ulusal düzeyde geliflen ama son on y›lda giderek uluslararas› biçim alan halk hareketleri ve muhalefetini karfl› karfl›ya getirmekteyiz. Sonuç bölümünde, oluflmakta olan Avrupa emek hareketini bekleyen tehlike ve imkanlar›n alt›n› çizmekteyiz: Avrupa Keynesçili¤i ve ‘sosyal ortakl›k’ ilkesi taraf›ndan kuflat›lma tehlikesine karfl›l›k, ulusal tabanl› hareketlerin dar iflçicili¤i ve ekonomizmini aflan yeni ve tekrar canlanm›fl uluslararas› bir emek hareketine dönüflme imkan›.

Avrupa Bütünleflmesi ve Küresel Sermaye: Kriz ve Liberal Devletin Kurtar›l›fl› Avrupa’n›n bütünleflme süreci; sömürü iliflkilerinin ve üretimin sosyal koflullar›n›n yeniden örgütlenme s›ras›nda ald›¤› siyasal biçimlerin mekansal olarak yeniden düzenlenmesini ifade etmektedir (Schonfield, 1969: 405). Avrupa bütünleflmesi, Keynesçi düzenlemenin ulusal formlar›n›n krizi dolay›m›yla geliflmifl ve sonuç olarak ulusal siyasal süreçlerin kökten dönüflümüne yol açm›flt›r (Holloway ve Picciotto, 1980: 143). Bu dönüflüm, ço¤unlukla ulusal devleti marjinallefltiren bir küreselleflme süreci olarak sunulmakta iken, asl›nda ulusal devletlerin, küresel sermayenin mant›¤›na uygun bir flekilde yeniden yap›land›r›lmas›n› içeren ve bununla birlikte dile getirilen bir süreçtir (Panitch, 1994). AB’nin geliflimi, ulusal devletin krizine ya da marjinallefltirilmesine iflaret etmez, tersine liberal devletin güçlendirilmesine ve artan bir flekilde ulusötesi düzeyle birlefltirilmesine iflaret eder. AB’nin geliflimi, nihayetinde liberal devletin imdad›na yetiflmifl ve onu kurtarm›flt›r (Milward, 1994): AB, paran›n yasas›n›n ve hukuk devletinin ulusal düzeyde yeniden kabul ettirilmesini sa¤layan uluslararas› bir yap›d›r. Bu yap›, ulusal devlete ulusal düzeyde örgütlenen siyasal eylemlili¤in ve sosyal refah düzenlemelerinin k›s›tlay›c› etkilerinden kaçma imkan›n› verecek flekilde, egemenli¤in uluslararas› düzeyde yeniden bir araya getirilmesi, birlefltirilmesi ve güçlendirilmesi süreçlerini içermektedir. ‹flte bu nedenle Avrupa bütünleflmesi, Avrupa’daki sermaye iliflkisinin neo-liberal yeniden yap›lanma s›ras›nda ald›¤› biçimdir. Yeniden yap›lanma süreci, ekonomi ile siyasetin hem yap›sal hem de ideolojik düzeylerde birbirinden (yeniden)ayr›lmas› ((re)seperation) ve çat›flman›n, burjuva siyasetinin fetiflleflmifl bi-

127


128

Graham Taylor - Andy Mathers

çimlerine aktar›lmas›n› icap ettirmektedir (Holloway & Picciotto, 1991: 122). Bu süreç, sermayenin organik bileflimini azaltmak amac›yla teknik aç›dan yeniden yap›lanmas› yan›nda, sermayenin sosyal iliflkilerinin yo¤unlaflt›r›lmas› yoluyla nispi art› de¤er oran›n›n artt›r›lmas›na yönelik bir giriflim olmak üzere ikili bir biçimi varsaymaktad›r (1991: 134-5). Avrupa bütünleflmesinin gücü ve yo¤unlu¤u; ekonomi ile siyasetin birbirinden (yeniden)ayr›lmas› ile birikimin teknik ve sosyal s›n›rlar›na karfl› olan e¤ilimlerin harekete geçirilmesinin yeniden yap›lanma sürecine karfl› eme¤in direnme yetene¤ini ciddi ölçüde zay›flatacak bir flekilde, mekansal ve jeo-politik bir boyut almas› sürecinde kendini gösterdi. Avrupa bütünleflmesi, iflçi s›n›f›n›n ulusal düzeyde elde etti¤i yönetsel kazançlar› zay›flatmak amac›yla, sermaye iliflkisinin teknik ve ekonomik aç›dan yeniden yap›lanmas›n› Avrupa bölgesel düzeyine kayd›rmak için devlet formunun düzenleyici ve yönetsel u¤raklar›n›n kurumsal olarak ay›rmaya yönelik bir giriflimi gerektirmektedir. Bu giriflim, neo-liberal politika ve kararlar›n Avrupa düzeyinde gelifltirilip belirli ulusal biçimlerde AB üyesi ülkelerde uygulanmas›n› sa¤layan subsidiarite ilkesi yoluyla politik olarak a盤a vurulmaktad›r. Avrupa’n›n bütünleflme süreci hem tarihsel hem de mant›ksal bir analiz gerektirmektedir. Avrupa bütünleflmesinin ilk harekete geçirici gücü, yeniden yap›lanman›n ulusal devletler içinde karfl›laflt›¤› teknik s›n›rlamalardan do¤mufltur. Bu durum, Roma Antlaflmas›’n›n (1957) ‘ifllevselcili¤i’nde ve AET’nin bunu izleyen geliflmesinde kendini göstermifltir. Geliflmenin teknik s›n›rlar›n›n üstesinden gelinmesi noktas›nda AET’nin etkisi belirgin olmufltur. 1957 ile 1969 aras›nda AET iç ticareti %630 oran›nda, manifaktür mallarda ithalat›n a¤›rl›¤› ise %300 oran›nda artm›flt›r; sonuç olarak AET içi ticaret, ulusal ticaretin yaklafl›k %60’›n› oluflturmufltur (Moss ve Michie, 1998:II; Moravcsik, 1998:40). Korporatist uyumlaflt›rmay› sa¤layan Keynesçi formlar›n, siyasal eylemlili¤i belirli tarihsel ve kültürel düzenlemeler içine sokma becerisi, düzenleyici güçlerin Avrupa düzeyine transferi ve daha fazla bütünleflmesi ihtiyac›n› gereksiz k›lm›flt›r (Ross, 1992). Daha fazla bütünleflme için gerekli ba¤lam› yaratan, küresel Keynesçili¤in krizi olmufltur. Eme¤in, Avrupa refah devletleri içinde korporatist biçimde bütünlefltirilmesi, sermayenin daha ileri teknik ve sosyal yeniden yap›lanmas› önünde ciddi bir engel teflkil etmifltir. Birleflik Krall›kta gelifltirilen Thatcherc› sald›r›, K›ta Avrupa’s›n›n güçlü korporatist toplumlar› aç›s›ndan ciddi bir öner-


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

me de¤ildi ve neo-liberal düzenleme ve esneklik için alternatif bir patikaya ihtiyaç duyulmaktayd›. Bu patika, Avrupa’n›n daha ileri bütünleflmesiyle ve AB ile ulus devlet aras›ndaki siyasal iliflkinin köklü bir flekilde yeniden tesis edilmesiyle oluflturulmufltur. Ancak Birleflik Krall›k yine de, daha ileriki Avrupa bütünleflmesinin temel dayana¤› haline gelen esneklik, kurals›zlaflt›rma ve eme¤in kurumsal olarak d›fllanmas› ilkeleri ile kendini gösteren yeniden yap›lanman›n kurumsal örneklerini ve söylemsel bir hegemonyay› sa¤lamak amac›ndad›r (Ross, 1992:57) Bu yeniden tesis etme, AB’nin kurumsal ve yasal geliflimi içinde ihtiva edilmifltir. 1986 tarihli Tek Avrupa Yasas›, EMU sürecine ve 1992 y›l›nda ortak pazara geçiflin tamamlanmas›na h›z vermek amac›yla, üye devletlerin ulusal egemenli¤in belli bir oran›n› devretmelerini icap ettirmekteydi. 1992 Avrupa Birli¤i Antlaflmas›, ortak pazara geçiflin tamamlanmas›ndan sonraki mant›ksal ilerlemeyi oluflturmaktayd›. Yasa, yeni yarat›lan pazar›n neoliberal ilkeler uyar›nca iflledi¤inden emin olmak amac›yla Avrupa çap›nda güçlü düzenleyici mekanizmalar infla etmiflti. Subsidiarite ilkesinin 1992 Yasas› aç›s›ndan merkezili¤i; AB karar ve yasalar›n›n hayata geçmesini sa¤layan ulusal yönetim biçimleri ile Avrupa düzeyindeki düzenleyici kurulufllar aras›nda kurumsal bir boflluk yaratma giriflimini ortaya koyuyordu. Bu bofllu¤un yarat›lmas›, hem sanayi ve rekabeti ilgilendiren politika alanlar›nda AB yetkilerinin artt›r›lmas› yoluyla hem de belki hepsinden önemli olan EMU dinami¤i sayesinde baflar›ld›. Avrupa Birli¤i hakk›ndaki 1997Antlaflmas›’n›n ya da Amsterdam Antlaflmas›’n›n önemi, eme¤in sosyal olarak yeniden üretimi konusunda AB’nin ilk defa anlaml› bir derecede yetki gelifltirmifl olmas›yd›. Antlaflman›n ‹stihdam Bölümü, ‘istihdam edilebilirlik’ tasar›m›n› AB içindeki sosyal geliflim ve ekonomik büyümenin mihenk tafl› olarak kutsallaflt›r›yordu. Siyasal iliflkilerin bu yeniden bir araya getirilmesi, EMU’ya uyum kriterinin uygulanmas› etraf›nda süren yo¤un mücadeleler ile imtiyaz pazarl›¤› konusundaki mücadelenin ulusal formlar içinde kontrol edilmesindeki baflar›s›zl›k taraf›ndan belirlenmifltir: Bu süreci, izleyen bölümde ele alaca¤›z.

EPB ve Sosyal Sözleflme Politikas› EMU’ya uyum kriteri, Avrupa bütünleflmesi sürecini do¤rudan kamu ve refah harcamalar›ndaki kesintilerle birlefltirdi ve ulusal mücadeleleri tüm Avrupa projesini tehdit edecek flekilde yo¤unlaflt›rd›. EMU, emek pazarlar› ile refah devletlerinin neo-li-

129


130

Graham Taylor - Andy Mathers

beral yeniden yap›lanmas› için hem ekonomik disiplin hem de ideolojik meflrulaflt›rma sa¤lad› (Verdun, 1996: 80), ancak bu meflrulaflt›rma süreci, istihdam ile refah›n neo-liberal yeniden yap›lanmas›na karfl› geliflen yo¤un ulusal direnifl taraf›ndan sürekli olarak kesintiye u¤rat›ld›. Bu bask›lar›n sonucu, Avrupa çap›nda devlet formunun kökten bir yeniden yap›lanmas› oldu. Esas itibariyle korporatizmin yerleflmifl biçimleri, neo-liberal yeniden yap›lanmay› kolaylaflt›racak mekanizmalara dönüfltürüldü ve emek hareketinin neo-liberal projeye ciddi engeller oluflturdu¤u her noktada yeni ortakl›k usulleri takdim edildi. Yeni sosyal ortakl›k düzenlemeleri, Fransa ve ‹ngiltere d›fl›nda tüm AB üyesi ülkelerde ortaya kondu. Bu düzenlemeler, iflsizlik problemine iflverenler ve devlet taraf›ndan öncelik verilece¤i vaadi karfl›l›¤›nda sendikalar›n, esnek çal›flma koflullar›, düflürülmüfl kamu harcamalar› ve ›l›ml›laflt›r›lm›fl ücretleri kabul ettikleri bir de¤ifl-tokuflu ihtiva etmekteydi (Pochet ve Fajertag, 1997; Pochet, 1998). Ancak EMU sürecinin kendisi, ulus devletlerin istihdam yaratma konusuyla meflgul olabilme yetene¤ine yap›sal s›n›rlamalar getirmiflti ve yüksek iflsizlik gerçe¤i karfl›s›nda, hem iflverenler hem de hükümetler ücret k›s›nt›lar›n› gerçeklefltirmek için dikkate de¤er imtiyazlar önermekte zorlanmad›lar (Martin, 1997). Uyum kriterini karfl›lamaya yönelik talep yo¤unlaflt›kça, pek çok sosyal sözleflme ciddi bir bask› alt›na girdi. Ama sosyal çat›flman›n EMU’ya ne derece efllik edece¤i özgün ulusal duruma, yeniden yap›lanman›n bulundu¤u aflamaya ve sosyal güçlerin dengesine ba¤l›yd› (Kaupinnen, 1998: 14). Baz› üye ülkelerde sosyal sözleflmeler, EMU’ya uyum için gerekli reformlar› en düflük miktarda sosyal huzursuzluk yaratarak gerçeklefltirmekte baflar›l› oldular. Finlandiya’da kamu harcamalar›, brüt yerli üretimin %8’i oran›nda azalt›l›rken (Kaupinnen, 1998), ‹rlanda 2000 Ortakl›¤› kamu borçlar›nda, kamu sektöründe ücret tart›flmalar›n› ve sendika az›nl›¤›n›n muhalefetini alevlendiren, %30’luk bir indirimi gerçeklefltirdi (Wallace vd., 1998; Pochet, 1998: 267). ‹spanya, Portekiz ve ‹talya’da uyum kriterini hayata geçirmenin temel arac›, devlet mülklerinin ve endüstrilerinin özellefltirilmesi yolu oldu. Özellefltirmelere karfl› muhalefet, sendika hiyerarflilerinin karfl›l›kl› r›zaya dayal› iflten ç›karmayla sonuçlanan ‘elefltirel pragmatizmi’ taraf›ndan bo¤uldu. Buna ra¤men, EMU’nun neo-liberal etkisine karfl› tabana dayal› önemli hareketlenmeler ortaya ç›kt›. ‹spanya’da bafll›ca sendikalar›n EMU lehinde olmas›na karfl›n, kamu sektörü çal›flanlar›, 1996’da 650.000 kiflinin kat›ld›¤› bir günlük bir eylemi kapsayan


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

önemli bir hareketlilik gösterdiler (Labour Research, 1996). Yine de bu hareket ulusal sözleflmeye 1981 y›l›nda ilk imzay› atan Comisiones Obreras (‹spanyol Kamu Sektörü Sendikas›) taraf›ndan etkili bir flekilde zapt edildi (Pochet, 1998). Portekiz’de 1996 sosyal sözleflmesinin gündeme gelifli, sözleflmenin taraf›nda olan Uniao Geral de Trabalhadores (Genel ‹flçi Sendikas›) ile hem EMU hem de bu sözleflmeye karfl› olan Confederaçao Geral dos Trabalhadores Portugueses (Portekiz ‹flçileri Genel Konfederasyonu, CGTP) aras›nda çat›flmaya sebep oldu. CGTP’nin temel endiflesi, haftada 40 saat çal›flman›n yasal hale getirilifl biçiminin emek esnekli¤ini artt›rmak için kullan›lmas›yd› ve bu sorun çok say›da protesto ile greve sebep oldu (Da Paz Ventura Campos Lima ve Nauman, 1997). ‹talya’da ise, emeklilik ödemeleri ile ilgili reform giriflimi, yayg›n sosyal protestolara ve sendikal eylemlere yol açt›. Bu durum tek tarafl› reformu problemli hale getirdi ve EMU teflvikli masraf k›s›nt›s›, genifl oranda sendika r›zas› ile gündeme getirildi. Bir dizi sosyal sözleflme yoluyla sendikalar, istihdam yaratma önlemleri karfl›l›¤›nda özellefltirmeyi, endekse ba¤l› gelirleri ve emeklilik ödemeleri ile endüstriyel iliflkilerde reformu hedefleyen anlaflmalar› müzakere ettiler. ‹talyan iflçilere istihdam yaratma konusunda verilen vaatler, azalt›lm›fl kamu harcamalar› hedefini gerçeklefltirmek için giderek artan bir flekilde kurban edildi. Bafll›ca sendika federasyonlar› EMU’yu desteklediler (Pochet, 1998: 269); bu durum sendikalar içinde hoflnutsuzlu¤a sebep oldu ve kamu sektöründe endüstriyel militanl›¤› ile özellikle ünlü olan Comitati di Base (COBAS) taban komitelerine olan deste¤i artt›rd› (Gall,1995). Di¤er AB üyesi ülkelerde, EMU do¤rultusunda ilerleme daha az r›zaya dayal›yd›. Belçika’da bir sosyal sözleflmeyi müzakere giriflimi, 1995’de sendikalar istihdam yaratma önlemlerinin sosyal yükümlülüklerin azalt›lmas›na tabi olmas› fikrini reddettiklerinde tamam›yla terk edildi. EMU’ya uyum kriterini gerçeklefltirmeye yönelik sonraki önlemler, yasa yoluyla kabul ettirildi (Pochet, 1998). 1996’da Belçika’da kamu sektöründe endüstriyel eylem dalgas› yükseldi ve planlanm›fl bir genel grev, ancak özellefltirme ve emeklilik ödenekleri konusunda verilen tavizler sonras›nda iptal edildi. Sosyal güvenlik reformu ise, iflsiz birliklerinin hareketlili¤inde bir yükselme sa¤lad›. Yunanistan’da kamu harcamalar› kesintilerine karfl› yer alan yayg›n ve ›srarl› eylem, uyum kriterinin gerçeklefltirilmesindeki ilk baflar›s›zl›¤a katk›da bulundu. Sosyal sözleflmeler çerçevesinde kesinti önlemlerini gündeme

131


132

Graham Taylor - Andy Mathers

getiren giriflimler, bir günlük genel grevi içeren eylemler yan›nda çiftçi, ö¤retmen ve kamu çal›flanlar›n›n grevleri ile karfl›land›. Almanya’da da EMU ba¤lant›l› hükümet kesintilerine karfl› genifl ölçekte protestolar yer ald›. Haziran 1996’da Deutsche Gewerkschaftsbund (DGB) EMU’ya muhalefet için 350.000 kiflilik güçlü bir gösteri düzenledi. Gerçekte sendika hiyerarflisi, neo-liberal yeniden yap›lanma sürecine derinden dahil olmufltu. Fiilen istihdam yaratma karfl›l›¤›nda ücret kesintilerini pazarlayan bir sosyal sözleflme olan Bündnis für Arbeit (‹stihdam için ‹ttifak) için fikir, IG Metall’ in lider kadrosu taraf›ndan gelifltirildi ve DGB taraf›ndan flevkle ele al›nd› (Bispinck, 1997: 72). ‹ttifak bir dizi refah reformu ile sonuçland› ve Kas›m 1996’da yüzbinlerce metal iflçisi hastal›k ödemelerini savunmak için baflar›yla grev yapt›lar (Munchau, 1996). Sonraki bahar, inflaat iflçileri ve madencilerin, sendikalar içinde EMU hakk›nda beliren flüpheyi yans›tan daha öte grevleri yer ald› (Staunton ve Traynor, 1997). Sonunda sendikalar›n iflbirli¤i yapmaktan çekilmeleri ile sözleflme baflar›s›zl›¤a u¤rad› ve bu, Almanya’n›n Euro’ya geçmesini sa¤layan refah kesintilerinden daha yarat›c› bir hesaplaflma oldu. Neo-liberal yeniden yap›lanmaya karfl› en militan eylem, bütçe k›s›tlamalar›n›n herhangi bir sosyal sözleflme için müzakere giriflimi olmadan yürütüldü¤ü Fransa’da oldu. Sonuç olarak yayg›n endüstriyel eylemler, protestolar ve refah kesintileri EMU projesiyle eflanlaml› hale geldiler. 1995’de sosyal güvenlik reformunu ve kamu sektörü ödemelerinin dondurulmas›n› kapsayan Juppé plan›, 5 milyon kadar iflçinin kat›ld›¤› bir günlük kamu çal›flanlar› grevleri ak›m› ile ulafl›m, iletiflim ve enerji sektörlerinde yo¤unlaflan belirsiz grevlerle karfl›land›. Kas›mda bu grevlere, 2 milyona ulaflan kat›l›m sa¤layan yo¤un sokak gösterileri efllik etti (Jefferys, 1996). Fransa’daki mücadelelerin, Avrupa’daki neo-liberalizm karfl›t› modern mücadelelerin ortak özelliklerini görünür hale getiren 4 çehresi vard›r. ‹lki, sendikalar içindeki elefltirel kanad›n güçlenmesi ve sendikalar ile yayg›n emek hareketi aras›ndaki gerilimin artmas›d›r. Fransa’da grevler, Force Ouvrière (FO) ve elefltirel ‘CFDT en lutte’ ak›m›n›n do¤ufluyla potansiyel bir bölünme tehdidi yaflayan CFDT (Confédération Française du Travail) içindeki sorunlar› fliddetlendirdi. Ayr›ca ‘Onluk Grup’ ve SUD (Solidaires, Unitaires, Démocratiques) gibi yeni radikal hizip sendikalar› destek kazand› (Mouriaux, 1999). 1980’lerde Chirac Hükümeti’ne karfl› harekete geçmifl olan Coordinations içinde yap›lan reform ile taban›n kontrolü de artt›r›ld› (Wolfreys,


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

1999). Bu durum, COBAS’›n güç kazand›¤› ‹talya’da da ayn›yd› (Gall, 1995). ‹kincisi, do¤rudan mücadele formlar›n›n gerçekleflme oran›ndaki art›flt›r. Örne¤in, Frans›z grevleri, elektrik da¤›t›m merkezlerinin iflgali, kamyon floförleri taraf›ndan otoyollar›n kuflat›lmas› ve hatta trafik lamba sistemlerinin teknolojik sabotaj› gibi eylemler içermiflti. Almanya’da maden iflçileri otoyollar›n ak›fl›n› engellerken, Yunanistan’da da çiftçiler ayn› takti¤i benimsedi. Üçüncüsü, grevcilerle direniflin farkl› alanlar›nda yer alan aktivistler aras›ndaki do¤rudan iliflkilerin giderek geliflmesidir. ‹flçilerle, ö¤rencilerden iflsizlere, göçmenlerden eflcinsellere kadar neredeyse di¤er her grup aras›ndaki ba¤lar buna örnek oluflturmaktad›r (Wolfreys, 1999). Son olarak, mücadeleleri ulusal s›n›rlar ötesine tafl›maya yönelik bir e¤ilim do¤du. Roma, Atina ve Berlin’de Frans›z grevcileri ile dayan›flma toplant›lar› düzenlendi. Bu mücadeleler, Avrupa’daki politik iliflkilerin mekansal olarak yeniden düzenlenmesine yan›t olarak ortaya ç›kt›: Ad›n› koymak gerekirse, ulusal düzeyde sosyal refah ve toplu sözleflme yönetsel formlar›n› korumak üzere geliflen savunma mücadeleleridir bunlar. Buna ba¤l› olarak, yeni ulusötesi eylem türleri, Avrupa çap›nda yeni güçlü düzenleyici kurumlarla çarp›flma teflebbüsüne giriflti. Avrupa bütünleflmesine efllik eden ulusal politik formlar›n siyasal eylemlilik ve mücadeleyi kontrol alt›nda tutma konusundaki s›n›rl› becerisi, mücadelenin, Avrupa çap›nda ‘sosyal ortakl›k’ kavram› üzerinden geliflen ç›kar arabuluculu¤unun fetiflleflmifl yeni biçimlerine kanalize edilmesine sebep oldu. Bu süreç Avrupa düzeyinde, subsidiarite ilkesinin süregelen hakimiyeti yoluyla düzenleyici bofllu¤u infla etmeye yarayan, yeni temsil mekanizmalar›n›n geliflmesini içermekteydi. ‹zleyen bölüm, bu yeni ‘zaptetme politikas›’n›n geliflimini ve s›n›rlar›n› incelemektedir.

Avrupa’da Sosyal Ortakl›k: Zaptetmenin Politikas› Avrupa bütünleflmesinin mant›¤›, devlet formunun yönetsel ve düzenleyici u¤raklar›n›n mekansal olarak birbirinden ayr›lmas› ve karfl› e¤ilimlerin ay›rt edici kurumsal düzeylerde harekete geçirilmesine dayanmaktad›r. Bu ayr›lma, popüler söyleme giderek artan ciddi ‘demokratik aç›k’ ve Avrupa kurumlar›n›n giderek gözden düflüflü olarak girdi. Ulusal mücadeleler Avrupa geneline yay›ld›kça, Avrupa düzeyinde, fetiflleflmifl yeni temsil ya da ‘sosyal ortakl›k’ biçimleri gelifltirildi. Bu biçimler, sosyal ve istihdama yönelik konularda bir dizi kararname ve ‘sosyal Avrupa’

133


134

Graham Taylor - Andy Mathers

olarak bilinir hale gelen bir grup dan›flma mekanizmas› arac›l›¤›yla oluflturuldu (Kowalsky, 2000; Bosco ve Hutsebaut, 1997). Avrupa kurumlar› içinde sosyal ortakl›k, eme¤i, subsidiarite ilkesi yoluyla oluflturulan düzenleyici bofllu¤u yeniden üreten bir kurumlar setine dahil etmeye teflebbüs etmektedir. Bu kurumlar›n mant›¤›, sosyal diyalogu ve vatandafll›¤›n soyut biçimlerini yeniden üreten müzakereyi kapsamaktad›r. Yap›lan düzenlemelerin s›n›rlar›, muhalif gruplar temel vatandafll›k haklar› için Avrupa düzeyinde giderek hareketlendikçe belirgin hale gelmektedir. Böylece Avrupa emek hareketi aktivistleri ile ‘sosyal ortak’ olarak hareket eden sendikalar›n rol ve eylemleri aras›nda bir bölünme ortaya ç›kmaktad›r. Bu bölünme, sendikalar›n hem AB kurumlar› içindeki siyasal rollerine hem de Avrupa firmalar› içindeki ekonomik rollerine ba¤l› olarak giderek görünür hale gelmektedir. AB içindeki ana aktörler ‘sosyal ortak’lard›r: Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC), Endüstri ve ‹flverenler Birli¤i Konfederasyonu ( UNICE) ve Kamu Teflebbüsleri Avrupa Merkezi (CEEP). Maastricht Antlaflmas› sosyal konularda sosyal ortaklara dan›fl›lmas› kural›n› ve sosyal ortaklar›n ilgili konularda çat› anlaflmalar tesis edebilecekleri prosedürleri saptam›flt›: Buna ra¤men, yar› zamanl› çal›flma ve ebeveyn iznine dair olmak üzere, sadece iki anlaflma üzerinde karara var›ld›. Sosyal ortaklar, Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankas› ve Üçlü Konsey’i kapsayan Avrupa düzeyindeki genel müzakereye de dahil edilmifllerdi. Ancak emek hareketi, gemi yap›m› ve ulafl›m sektörlerindeki bir kaç küçük çapl› Avrupa eylem günü d›fl›nda, çat›flmay› genel olarak Avrupa düzeyine tafl›may› beceremedi. Emek hareketinin Avrupa düzeyindeki zay›fl›¤›, k›smen ETUC’un örgütsel biçiminden kaynaklanmaktayd›. ETUC’un geliflimi, onu oluflturan konfederasyonlar›n tabandan yükselen Avrupa düzeyinde temsil edilme istekleri taraf›ndan belirlenmek yerine, Avrupa bütünleflmesinin ‘hükümetler aras›’ mant›¤›n› izledi (Martin & Ross, 1999). ETUC Sekreteryas› Avrupa Komisyonu ile paraleldir ve genel olarak böyle bir geliflmeye direnç gösteren ulusal konfederasyonlar›n lehine kendi ifllevlerini ve otoritesini geniflletmeye yönelik bir strateji izlemektedir (Dolvic, 1997). Bu durum ETUC içindeki ulusal konfederasyonlar ve Avrupa endüstri federasyonlar› aras›nda artan bir gerilimle sonuçland›. ETUC giderek neo-liberalizmle daha fazla uyuflmaya yöneldi ve onun sosyal ortakl›¤a sa¤lad›¤› destek ve kat›l›m sayesinde pazar esnekli¤i, parasal istikrar ve istihdam edilebilirlik ilkeleri hem Avrupa


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

hem de firma düzeyinde yol kat etti (Coldrick, 1998). ETUC’un zay›fl›¤›, Avrupa flirketleri dahilindeki ulusötesi temsil biçimleri içinde daha da artmaktad›r. Avrupa ‹fl Konseyi Kararnamesi (1994), iflçi müzakeresini gerçeklefltirecek ifl konseyleri oluflturabilmek için, en az iki AB üyesi ülkede 150 ya da daha fazla iflçi çal›flt›ran flirketleri ve toplamda en az bin çal›flan› gerekli k›lmaktad›r. Avrupa ifl konseylerinin (EWC) geliflim ba¤lam›, AB’nin sanayi ve rekabete yönelik politikalar›n› izleyen Avrupa sermayesi için temel bir yeniden yap›lanma sa¤lam›flt›r. Avrupa Komisyonu’nun belirtilen amac›, ‘Euro flirketleri’nin ve ‘Euro flampiyonlar›’n›n ilerletilmesi olmas›na ra¤men, sermayenin yeniden yap›lanma modeli daha karmafl›k olmufltur. Yeniden yap›lanman›n en bask›n etkisi, AB içi ve d›fl›na ‘do¤rudan yabanc› yat›r›m’ (DYY) ak›fl›n›n art›fl› ile AB içi iflsizlik ve ifl güvencesizli¤ini önemli düzeyde ço¤altan ‘içe yönelik’ yeniden yap›lanma ak›m› oldu. Durum böyleyken birleflmeler ve ele geçirmeler yoluyla, s›n›rl› say›da sektörde (sigorta, yay›nc›l›k, perakendecilik) Euro flirketleri yarat›ld› (Ramsey, 1995). Bu yeniden yap›lanma süreci, eme¤in iflyerindeki konumunu ciddi flekilde zay›flatt› ve böylece Burawoy’un (1985:122-55) ‘üretimin siyaseti’ ve ‘siyasetin siyaseti’ olarak adland›rd›¤› olgular aras›nda karmafl›k bir birleflme gerçekleflti. AB içinde subsidiarite ilkesi, soyut vatandafll›¤›n ve ‹nsan Kaynaklar› Yönetimine (‹KY) efllik eden merkezileflmifl ademi merkeziyetçili¤in ‘siyasal’ görünümüdür. Ulusal olarak belirlenmifl vatandafll›k formlar›n›n bu flekilde içinin boflalt›l›fl›, üretim küresinde ‹KY’ye efllik eden ‘hegemonik despotizm’in diyalektik refleksidir. Avrupa ifl konseylerinin mant›¤›, ekonomik subsidiaritenin bir biçimini ifade etmektedir ve bu konseyler, ‹KY’nin uygulanmas› için araç olarak kullan›lm›fllard›r. Bu durum, fliddetli bask› alt›nda yap›lan yerleflik ulusal ve sektörel (toplu ifl) sözleflmelerin yerini alan firma sendikac›l›¤› ile mikro-korporatizmin birleflmesini sa¤lam›flt›r (Schulten, 1996). Ayr›nt›l› vaka çal›flmalar›, Avrupa ifl konseylerinin iflletme taraf›ndan kontrol edilen s›n›rl› gündemini ve çal›flan temsilini gerçeklefltiren yerleflik ulusal formlardan kopuflunu vurgulamaktad›r (Wills, 2000). Örne¤in motor sanayiinde ifl konseyleri, iflletme taraf›ndan fabrikalar aras›ndaki rekabeti artt›rmak amac›yla kullan›lm›fllard›r. Sendikalar bu düzenlemeleri, uluslararas› sendika gücü infla etmek için de¤il, di¤er fabrikalardaki üretim kapasitesiyle rekabet edebilmek amac›yla bilgi toplamak üzere kulland›lar (Hancké, 2000; Whittall,

135


136

Graham Taylor - Andy Mathers

2000). McDonalds gibi sendikas›z flirketlerde, ifl konseyleri aç›kça, iflgücü ve iflletme aras›nda hiçbir anlaml› müzakereyi içermeyen iflletme içi iletiflim mekanizmas› olarak gelifltirilmifllerdir (Royle, 1999). Avrupa ifl konseylerinin, Fransa ve Almanya’da iktidara karfl› ciddi bir tehdit oluflturan iflçi temsilinin ‘ikili sistemi’ ile sendikalar›n iflyeri temsiline hakim oldu¤u ‹talya ve ‹ngiltere gibi toplumlardaki emek hareketinin etkisini birbirine eklemledi¤ine dair baflka kan›tlar bulunmaktad›r (Lecher ve Rüb, 1999). Asl›nda flirketlerin toplu pazarl›k usulleri konusunda hiçbir somut düzenleme yapmaks›z›n ‘gönüllü sözleflmeler’i tamamlayabilmeleri için, Kararnamenin kabulünü izleyen iki y›ll›k bir dönüflüm süreci geçmifltir. Bu ba¤lamda flirketler, Kararnameyi esnek bir flekilde ve iflletme yetkilerinin korunmas›na yönelik olarak yorumlayabildiler (Marginson vd., 1998). Ancak ifl konseylerinin, sendika aktivistlerini, flirketler içindeki bilgi ak›fl›n› bozmak ve performans göstergeleri ile iflletme standartlar›n› altüst edecek dayan›flma a¤lar› kurmak için imkan tan›d›¤›na dair kan›tlar da mevcuttur (Martinez Lucio & Weston, 2000). Öte yandan bu yeralt› a¤lar›n›n varl›¤› ve potansiyeli, AB’nin neo-liberal politikalar›na muhalif olarak gelifltirilen genifl direnifl a¤lar› göz önüne al›nd›¤›nda daha aç›k hale gelmektedir.

Direnifl A¤lar› Avrupa liderleri, Amsterdam Antlaflmas›’n› imzalar imzalamaz AB’nin neo-liberal politika ve pratiklerini hedef alan uluslarüstü hareketlili¤in ilk görünümü ile karfl› karfl›ya kald›lar. Eme¤i hareketten geri çekme giriflimi en büyük baflar›s›zl›¤›n› Fransa’da yaflad› ve ulusal mücadelenin s›n›rlar›n›n giderek daha fazla fark›na var›p AB’nin neo-liberal ajandas›na karfl› ilk eyleme geçen Frans›z iflçileri oldu. Agir Ensemble Contre le Chomage (‹flsizli¤e karfl› Birlikte Eylem), ifl güvencesizli¤i, iflsizlik ve sosyal mahrumiyete karfl› Avrupa Yürüyüflü için ilk fikri ortaya att›. Bu fikir, hem k›ta çap›ndaki iflsiz birlikleri hem de SUD ve Sin Cobas gibi örgütlerdeki sendikac›lar taraf›ndan ciddiyetle ele al›nd›. Avrupa Yürüyüflü k›taya yay›ld›kça dile getirdi¤i ‘Sosyal Avrupa’ talebi için giderek destek toplad› ve 1997 Haziran›nda Amsterdam’daki AB Zirvesi s›ras›nda 50.000 güçlü gösteri ile en yüksek noktas›na vard›. Amsterdam Antlaflmas› ve 1997’de Lüksemburg’taki ‘Çal›flma Zirvesi’ sonras›nda, Avrupa Yürüyüflü sosyal Avrupa’n›n varolan biçimine karfl› daha fazla eyleme geçti: Sosyal Avrupa’n›n bu varolan biçimi emek pazar›n›n esneklefltiril-


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

mesi ve çal›flt›rma biçimine karfl› olan sosyal politikalar› içermektedir. Avrupa Yürüyüflü, ayn› zamanda ulus devlet ve AB aras›nda oluflan düzenleyici bofllu¤u hedefleyen alternatif bir Avrupa gündemi yaratm›flt›r. 1998’de 600 aktivistin kat›ld›¤› k›tasal buluflmada karara ba¤lanan Brüksel Deklarasyonu, AB politikalar›n›n bofl içeri¤i ve bask›c› karakterini dengeleyen bir temel sosyal haklar berat› oldu (Mathers, 1999). Resmi Avrupa emek hareketinin bürokratik yap›s›n›n tersine Avrupa Yürüyüflü, tabana dayal› aktivistlerin örgütledi¤i, resmi üyelik biçimlerini d›fllayan ve oybirli¤ine dayal› karar alma ilkesiyle çal›flan bir dayan›flma a¤›d›r. Bu a¤›n en göze çarpan ve çok say›daki aktivisti ba¤›ms›z iflsiz örgütlerinden gelmektedir. Ayr›ca dayan›flma a¤›, ETUC’a ba¤l› olan ya da olmayan sendikalara üye iflçi ve iflsizlerden önemli ölçüde destek almaktad›r. A¤ içindeki aktivistlerin siyasal perspektifi sol kanat sosyal demokratlardan, sosyalistlere, komünistlere, Troçkistlere, yeflillere, anarflistlere ve hiçbir yere ba¤l› olmayanlara kadar çeflitlilik göstermektedir. Kad›nlar›, göçmenleri, siyahlar›, evsizleri, kimsesizleri, ö¤rencileri temsil eden örgütler yan›nda çevreci ve faflizm karfl›t› kampanya düzenleyenleri içeren genifl bir sosyal hareket yelpazesi de bu a¤a dahil olmufltur. Dayan›flma a¤›n›n stratejisi, kitle gösterileri ve yürüyüfller yoluyla destekçileri harekete geçirmek ve böylece AB üzerinde onu kendi gündemine cevap vermek zorunda b›rakacak bir bask› yaratmakt›r. ‹fl merkezlerinin ve istihdam kurulufllar›n›n iflgali gibi önemli do¤rudan eylem örnekleri gelifltirilmifltir. Bunlardan biri Amsterdam karfl›t› zirveye ücretsiz tren ulafl›m› sa¤lamak amac›yla Milan tren istasyonunun iflgal edilmesidir. Bu eylemler, süregiden ulusal temelli mücadeleler için, aktivistler aras›nda taktik ve bilgi al›flverifli arac›l›¤›yla fazladan bir itici güç sa¤layan yeni bir enternasyonalizm biçimini gözler önüne sermektedir. Avrupa Yürüyüflü ile ATTAC (‹nsanl›k Hizmetinde bir Tobin Vergisi için Eylem) aras›nda önemli paralellikler bulunmaktad›r. ATTAC 1998 Temmuz ay›nda Le Monde Diplomatique dergisinde yay›nlanan ‘Pazarlar› Silahs›zlaflt›r›n’ bafll›kl› makale sonras›nda harekete geçti. Kurucular, SUD gibi sendikalar, Droit au Logement (Bar›nma Hakk›), Confédération Paysanne (Küçük Çiftçiler Federasyonu) ve AC! gibi birlikler yan›nda Pierre Bourdieu taraf›ndan kurulan Raisons d’Agir (Eylemin Gerekçeleri) gibi entelektüel gruplar›n› kapsamaktayd›. Kuruluflunun ilk y›l›nda bu hareket 70.000 üyeye ulaflt› ve Kas›m 1998’de, genifl

137


138

Graham Taylor - Andy Mathers

anlamda ‘finansal pazarlar ile bunlara ait kurulufllar›n demokratik kontrolünü hedefleyen neo-liberal politikalarla bunlar›n yaratt›¤› sonuçlara karfl› bir uluslararas› hareket olma’ amac›n› tafl›yan uluslararas› bir ATTAC hareketi do¤du. Halen 23 ülkede ATTAC gruplar› bulunmaktad›r. ATTAC, Çok Tarafl› Yat›r›m Antlaflmas›’na (MAI) karfl› muhalefetini ilan etti ve Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu ile Cenova’daki Birleflmifl Milletler zirvesine karfl› muhalif konferanslar örgütlenmesine yard›mc› oldu. Hareket ayn› zamanda Nice’te düzenlenen AB zirvesine muhalefet eden hareketler içinde en göze çarpanlardan biriydi. Ayr›ca ATTAC, bir ‘Bilimsel Konsey’ oluflturmufl ve finans piyasalar›n›n vergilendirilmesi, emeklilik fonlar›, vergi aflar› ve kara para aklama konular›nda çal›flmalar yürütmektedir. Bu çal›flmalar›n amac›, milletvekilleri taraf›ndan benimsenebilecek ayr›nt›l› yasal öneriler üretmektir. Bu tür dayan›flma a¤lar›, ulusötesi kurulufllarla siyasal bir çarp›flma yürütme amac›yla ve Avrupa düzeyinde temel somut haklar talebi etraf›nda harekete geçmektedir. Bu mücadeleler, neoliberal gündeme teslim olan resmi emek hareketine karfl› önemli bir dengeleyici unsur oluflturmakta ve Avrupa’da emek hareketi siyasetinin radikal olarak yenilenmesine yönelik bir temel sa¤lamaktad›r. Bu yenilenmenin daha ileriye gitmesi, muhalif bir gündemin yarat›lmas›na ve daha genifl emek taban›n›n yayg›n bir flekilde demokratiklefltirilmesine ba¤l› görünmektedir. Bu hedefler, bir yandan emek hareketinin yenilenmesi için bir temel olarak sunulan ‘Avrupa Keynesçili¤i’nin yükselen popülaritesi öte yandan da Avrupa’daki demokratik reform taraf›ndan tehdit edilmektedir. Avrupa’da bu yaklafl›m›n belirgin hale gelmeye bafllad›¤› iki önemli mücadele alan› mevcuttur: istihdam edilebilirlik ile iflin devaml›l›¤› ilkelerine karfl› direnifl ve garanti alt›na al›nm›fl ücret talebi. ‘‹flin devaml›l›¤›’ ilkesine karfl› mücadele, resmi emek hareketinin güvencesiz istihdama ideolojik hakl›laflt›rma sa¤lamak için tam istihdam konusunda devam ettirdi¤i ›srar› sorgulama alt›na almaktad›r. Bu ›srara ra¤men, iflin yo¤unlaflt›r›lmas›na karfl› ç›kan tabana dayal› muhalefet, iflçi ve iflsizleri daha k›sa çal›flma haftas› talebi etraf›nda birlefltirmifltir (Went, 2000). Öte yandan tam istihdama yönelik elefltiri, sürdürülebilir geliflmeye odakl› çevreci aktivistlerle Trans-Avrupa tafl›mac›l›k a¤› (TEN-T) gibi büyük çapl› istihdam yaratma projelerine karfl› örgütlenen muhalefet aras›nda ittifaklar oluflturma potansiyeli tafl›maktad›r. ‹nsanc›l gelir için mücadele ise, düflük gelir ve güven-


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

cesiz istihdam sorunlar›n› refah kazan›mlar›, yafll›l›k ödenekleri ve göçmenlik haklar› mücadeleleriyle birlefltirme imkan› sa¤lam›flt›r. Bu mücadelelerin tafl›d›¤› potansiyel, Keynesçi Refah Devleti’nin temel insan ihtiyaçlar›n› kolektiflefltiren ve metalaflt›r›lmaktan kurtaran ilerici özelliklerinin korunmas› üzerine infla edilmeli; ancak bu s›rada refah devletinin cinsiyet, ›rk ve marjinallefltirilmifl gruplar konusundaki d›fllay›c› s›n›rlar›n›n üstesinden gelinmelidir.

Avrupa Keynesçili¤i: Uzlaflman›n Tehlikeleri Ulusötesi mücadele a¤lar›n›n geliflimi, Avrupa’da emek hareketi siyasetinin gelece¤i aç›s›ndan hem yeni imkanlar sunmakta hem de tehlikeler oluflturmaktad›r. Bu a¤lar, tahakkümle direniflin düzey ve alanlar›n› birbirine ba¤layan yeni bir eylem oda¤› sa¤lam›fl, bunun yan›nda uluslararas› yeni dayan›flma biçimleri ve yeni ittifaklar için imkan yaratm›flt›r. ‹lk defa ulusal emek hareketlerinin ekonomizmi ile bölgecili¤ini aflan ve ulusötesi yönelimi do¤as›nda bar›nd›ran bir Avrupa emek hareketi ihtimali mevcut bulunmaktad›r. Sendikac›l›¤›n geleneksel biçimlerinin güç kaybetmesiyle birlikte alenen ‘anti-kapitalist’ yönelime sahip sosyal hareketlerin do¤uflu, bu an›, emek hareketi aç›s›ndan bir s›n›f stratejisini yeniden düflünmek için elveriflli bir an haline getirmektedir (Panitch, 2001). Emek stratejisinin bu yeniden de¤erlendirilmesi s›ras›nda iki ana faktör göz önüne al›nmal›d›r: ‹lki eme¤in devlet ve sermayeye karfl› giriflece¤i çarp›flman›n biçimi ve ikincisi ise emek hareketinin kendini bir sosyal hareket olarak örgütleme biçimi. Avrupa’n›n bütünleflme süreci, neo-liberal küreselleflme ba¤lam›nda s›n›f siyasetinin ilgi çekici yeni formlar›n›n yaratt›¤› imkanlar› ve ayn› zamanda eski ve baflar›s›z stratejilerin do¤as›nda tafl›d›¤› tehlikeleri görünür hale getirmifltir. Avrupa’n›n bütünleflme süreci, korporatizmin bir emek hareketi stratejisi olarak baflar›s›zl›¤›n› onaylam›flt›r. Keynesçilik ba¤lam›nda ulusal korporatizm, sendika liderlerinin tabana uygulad›¤› disiplini ve istihdam politikas› üzerinde var›lan uzlaflmalar karfl›l›¤›nda müzakere edilen ücret kesintilerini mümkün k›lan eflitsiz bir de¤iflimi ihtiva etmekteydi (Panitch, 1981). Böylece emek hareketi, ba¤›ms›zl›¤›n› kaybetti ve sermaye birikimi ile devlet iktidar›n›n mant›¤›n› onaylayan bir strateji kazand›. Neo-liberalizm ba¤lam›nda ise, korporatizm emek hareketi aç›s›ndan çok daha tehlikeli bir strateji haline geldi. Devletin neo-liberal yeniden yap›lanmas›, ekonomik yönetim tarz›n›, tam istihdam›n sa¤lanmas› amac›ndan ko-

139


140

Graham Taylor - Andy Mathers

par›p, iflsizlik ve güvencesizlik yoluyla eme¤i disiplin alt›na alan para politikalar›n› kullanarak enflasyon kontrolünü sa¤lamak amac›na yönelterek temelden de¤ifltirdi (Panitch, 2001: 370). Bu koflullar alt›nda, Avrupa emek hareketinin yönetici üyelerinin düflüncesine hükmeden ‘sosyal ortakl›k’ yaklafl›m›, emek hareketinin ba¤›ms›zl›¤›n› giderek daha da baltalayan ayn› zamanda ‘arz yönlü korporatizm’ ve ‘geliflen rekabetçilik’ uygulamalar› yoluyla neo-liberalizmin mant›¤›n› onaylayan bir stratejiden öteye gidemedi. Bu ba¤lamda, sosyal demokrasi, emek hareketinin neo-liberal ekonomik yönetiflimden d›fllanmas›n› onaylayan ‘Üçüncü Yol’a dönüflmüfltür. Üçüncü Yol, devletin daha önce bahsedilen mekansal yeniden biçimlenmesine yönelik geriye dönük bir yasama ifllemidir: Küreselleflme ve Avrupa bütünleflmesi, nesnel birer ekonomik süreç olarak sunulmufl ve emek hareketinin bu sürecin gerektirdi¤i ‘gerçekli¤e’ uygun cevap vermek zorunda oldu¤u ima edilmifltir. Ancak yine de, sosyal demokrasinin, emek hareketi için eflit ölçüde zararl› siyasal sonuçlar› olsa da, daha ayart›c› bir tonla söylenen ‘Avrupa Keynesçili¤i’ nosyonu etraf›nda geliflen daha radikal bir yeniden formülasyonu da mevcuttur. Avrupa Keynesçili¤i savunucular›, küreselleflmenin ulusal düzeydeki reformist politikalar›n alan›n› s›n›rlar göründü¤ü bir anda, ‘sosyal Avrupa’n›n gelifliminin, s›n›fsal uzlaflma için bölgesel düzeyde yeni bir alan yaratt›¤›n› iddia etmektedirler (Grahl ve Teague, 1994 ve Teague, 1994’e bak›n›z). Avrupa bütünleflmesi, neo-liberal küreselleflmenin daha ilerici bir biçiminin Avrupa'da geliflmesi için temel haz›rlamaktad›r: Neo-liberal ideolojinin hakimiyeti ve EMU ile birleflen deflasyonist para rejimi taraf›ndan önü kesilen bir geliflmedir söz konusu edilen (Aglietta, 1986). AB üyesi ülkelerin ço¤unda merkezin solunda yer alan hükümetlerin seçilmesi sonucunda yeni bir iyimserlik havas› esmektedir. ‘Sosyal Avrupa’n›n geliflimiyle ‘uysal euro’nun kaynaflmas›, yenilenmifl bir ‘birikim rejimi’ ve ‘düzenleme tarz›’ için ortam yaratm›flt›r. EMU ve onu takip eden stabilite antlaflmas› taraf›ndan kolaylaflt›r›lan finansal istikrar koflullar› alt›nda, kapitalist geliflmenin yeni bir uzun dalgas› ortaya ç›km›flt›r. Bu dalga, eme¤in tekrar canland›r›lan korporatist yönetiflim mekanizmalar›na dahil edilmesi yan›nda, minimum gelir ve yeni bir gelir da¤›l›m› üzerinden ileri sürülen yeni sosyal bir arada tutma biçimleri yard›m›yla genifllemektedir (Aglietta, 1998). Bu yaklafl›m›n tehlikeleri, Aglietta’n›n ulusal düzenleme üzerine yapt›¤› eski bir çal›flmada etkili bir biçimde elefltirilmifltir (Aglietta, 1979). Devlet formu sermaye birikiminin çeliflkilerini


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

çözememekte, ancak bunlara siyasal bir biçim kazand›rmaktad›r. Bu anlamda siyasal kurumlar, s›n›f uzlaflmas›n› gerçeklefltirebilen tarafs›z mekanizmalar de¤il, tam da tersine s›n›f mücadelesine belirli bir yeni form kazand›ran s›n›f hakimiyetinin kurumsal biçimleridir (Clarke, 1996: 127-8). Devlet iktidar›n›n do¤as›n› tan›maktaki baflar›s›zl›k, yeni muhalif a¤lar›n potansiyelini suland›rma tehdidini tafl›maktad›r. Avrupa’daki neo-liberal yeniden yap›lanman›n sert elefltirmenleri, alternatif aray›fl› s›ras›nda özü itibariyle Keynesçi olan bir analize s›¤›nmaktad›rlar. Mesela, Pierre Bourdieu (1999), neo-liberalizme karfl› bir Avrupa sosyal hareketinin oluflturulmas›n› savunmufl ancak, bu hareketin amac›n›n, özde Keynesçi formül taraf›ndan desteklenen ‘sosyal Avrupa’n›n boyutlar›n› geniflletecek evrensel bir Avrupa devleti kurmak olmas›n› istemifltir (Callinicos, 1999: 92-3). Küresel anti-kapitalist mücadelenin canlanarak gündeme geldi¤i bir ba¤lamda, Avrupa düzeyinde korporatizmin yeniden güç kazanmas› tehlikesini bertaraf etmek için emek hareketi siyasetinin do¤as› ve biçimi üzerine tekrar düflünmek gerekmektedir.

‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi mi? Avrupa ve hatta onun ötesinde emek hareketinin yeniden canlanma ihtimali konusunda iyimser olmak için geçerli sebepler vard›r. Muhalif a¤lar›n Avrupa’daki geliflimi, ulusal emek yanl›l›¤›na efllik eden s›n›rl› ve d›fllay›c› sendikac›l›¤› aflma imkan›n›n alt›n› çizmektedir. Gerçekten de emek, kendisini daha kapsay›c› hale getiren bir dönüflüm geçirmekte ve eski emek hareketleri, iflçi s›n›f›n›n yeni bileflimi taraf›ndan de¤iflime u¤rat›lmaktad›r (Panitch, 2001;369). Dahas› neo-liberalizm devleti marjinallefltirmek bir yana, neo-liberal devletin gücünü yo¤unlaflt›rm›fl ve devlet iktidar›n›n s›n›f temelini daha fleffaf hale getirmifltir (Meiksins Wood, 1997; 15). Neo-liberal küreselleflme ba¤lam›nda, sermaye devlete herzamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktad›r ve modern toplumda s›n›f mücadelesinin mevkisi hala devletin biçimi üzerine yo¤unlaflmaktad›r. Avrupa bütünleflmesi ile baflbafla giden devletin sosyo-mekansal yeniden yap›lanmas›, mücadele alan›n› ulus devletin yani eme¤in geleneksel olarak örgütlü bulundu¤u co¤rafi birim düzeyinin ötesine kayd›rmak suretiyle emek hareketini tasfiye etme giriflimidir. Sosyal Avrupa’n›n biçimi üzerinde mücadele, emek hareketinin devlet iktidar›na ve Avrupa yönetifliminin çeflitli düzeylerine meydan okuyan canlanmas›n›n çap›n› ortaya koymaktad›r. Bu durum, gerçekte hala ana ak›m ‘sos-

141


142

Graham Taylor - Andy Mathers

yal ortakl›k’ yaklafl›m› aç›s›ndan marjinal kalsa da, direnifl a¤lar›, emek hareketi stratejisinin yeniden genifl ölçüde de¤er kazanmas›n› sa¤layan yeni örgütlenme ve bilinçlenme biçimleri yaratm›flt›r. Yeni ittifak ve a¤lar, bir yandan sendikalar›n dar ekonomizmi ile tek bir sorunu hedef alan kampanyalar›n ötesine geçen, di¤er yandan sosyal demokrat evrenselcili¤in yabanc›laflm›fl ve fleyleflmifl biçimlerini aflan bir bilinci dile getirmektedir. Kampanyalar, k›smi ve eksik de olsa, küresel sermaye iliflkilerinin bütünlü¤ünü kavramaktad›rlar. Ayr›ca bu kampanyalar, direnifl ve mücadelenin evrensel bir form kazanmas›n›n önemini farketmektedirler (Browne, 1990; Taylor, 2001). Bu anlay›fl, hem AB hem de ulusal ve yerel devlet formu içi ve d›fl›nda yer alan farkl› mücadele u¤raklar›n› birbirine ba¤layan, ayn› zamanda iflyeri mücadelelerini ‘yeni sosyal hareketler’ ad› alt›nda daha genifl sosyal ve politik mücadelelerle birlefltiren yeni ‘somut enternasyonalizm’ biçimlerine yans›maktad›r. Bu yeni a¤lar, sivil toplumda dernekçilik (associationalism) olarak ileri sürülen ‘sosyal hareket sendikac›l›¤›’ndan fazlas›n› sunmaktad›r (Watermann, 1999). Yeni a¤lar, neo-liberal küreselleflme karfl›tl›¤› üzerinde flekillenen ço¤ulcu, s›n›f temelli bir dernekçili¤i haber vermektedir. Temel insan ihtiyaçlar›n› hedef alan bir sosyal Avrupa, neo-liberal kapitalizmin herfleyi fiyatland›rma güdüsü ile ba¤daflmaz. Böyle bir Avrupa, ancak muhalif ve ba¤›ms›z bir emek hareketine temel sa¤layacakt›r. Bunun için, ana ak›m emek hareketine hala hakim olan ekonomizm ve araçsalc›l›¤›n üstesinden gelen ve Avrupa’da devlet iktidar›n›n yeni bileflimini gözönüne alan, yayg›n siyasal eylemlilik biçimlerinin ‘üretim siyaseti’ ile yeniden birlefltirilmesi gerekmektedir. Avrupa sendikalar› içindeki bölünme ve gerginlikler, geleneksel örgütlenme biçimleri hakk›ndaki soru iflaretlerinin çap›n› vurgulamaktad›r. Avrupa ifl konseyleri ve yayg›n siyasal kampanyalar çerçevesinde geliflen muhalif a¤lar, bir cenin görünümünde olsa da oluflum halindeki alternatif bir Avrupa emek hareketi olarak yorumlanabilir. Bu projenin daha da ilerlemesi, direnifl a¤lar›n›n birbirine ba¤lanma düzeyine ba¤l› olacakt›r. ‘Üretimin siyaseti’ni ‘siyasetin siyaseti’ ile biraraya getirmek, resmi emek hareketi örgütleri içinde emniyete al›nan sosyal ortakl›k siyasetine karfl› tabana dayal› meydan okuman›n gücünü artt›racakt›r. Bunun gerçekleflmesi, tüm Avrupa çap›nda hatta Avrupa’n›n ötesinde, ulusal emek hareketlerinin temelden demokratiklefltirilmesi ve yeni bir yön edinmesini içeren bir süreci gerekli k›lmaktad›r. n


Avrupa Bütünleflmesi Üzerinden Politika: ‹nfla Halinde Bir Avrupa Emek Hareketi Mi?

Kaynaklar Aglietta, M. (1979) A Theory of Capitalist Regulation: The US Approach, Londra: New Left Books. Aglietta, M. (1986) “Faire de l’Ecu une monnaie paralèle” Aglietta M. (der.), L’Ecu et la vielle dame: un levier pour Europe içinde, Paris: Economica. Aglietta, M. (1998) “Towards A New Regime of Growth”, New Left Review, 232 : 41-90. Bispinck, R. (1997) “The chequered history of the Alliance for Jobs”, Pochet, P. ve G. Fajertag (der.), Social Pacts in Europe içinde, Brüksel: ETUI Bosco, A. ve Hutsebaut, M. (1997), (der.), Social Protection in Europe: Facing up to Changes and Challenges, Brüksel: ETUI Bourdieu, P. (1999) Acts of Resistance: Against the New Myths of Our Time, Cambridge: Polity. Browne, P. (1990) “Reification, Class and ‘New Social Movements’”, Radical Philosophy, 55: 18-24. Burawoy, M. (1985) The Politics of Production, Londra: Verso Callinicos, A. (1999) “Social Theory put to the Test of Politics: Pierre Bourdieu and Anthony Giddens”, New Left Review, 236: 77-102. Carchedi,G. (1997) “The EMU, Monetary Crisis and the Single European Currency”, Capital & Class, 63: 85-114. Carchedi, B. ve Carchedi, G. (1999) “Contradictions of European Integration”, Capital & Class, 67: 119154. Clarke, S. (1991a) (der.) The State Debate, Londra: Macmillan. Clarke, S. (1991b) “Overaccumulation, Class Struggle and the Regulation Approach”, Bonefeld, W. ve J. Holloway (der.), Post-Fordism and Social Form: A Marxist Debate on the Post-Fordist State içinde, Londra: Macmillan. Coldrick, P. (1998) “The ETUC’s Role in the EU’s New Economic and Monetary Architecture”, Transfer, 4(1): 21-35. Da Paz Ventura Campos Lima, M. ve Naumann, R. (1997) “Social Dialogue and Social Pacts in Portugal”, Pochet, P. ve G. Fajertag (der.), Social Pacts in Europe içinde, Brüksel: ETUI. Dolvic, J.E. (1997) Redrawing the Boundaries of Solidarity? ETUC, Social Dialogue and the Europeanisation of Trade Unions in the 1990s, Oslo: Arena. Fairbrother, P. (2000) “British Trade Unions Facing the Future”, Capital & Class, 71: 47-78. Gall, G. (1995) “The Emergence of a Rank and File Movement: The Comitati di Base in the Italian Worker’s Movement, Capital & Class, 55: 9-20. Grahl, J. ve Teague, P. (1994) “Economic Citizenship in the New Europe”, The Political Quarterly, 65(4): 379-396. Hancké, B. (2000) “European Work Councils and Industrial Restructuring in the European Motor Industry”, European Journal of Industrial Relations, 6(1): 35-59. Holloway, J. ve Picciotto, S. (1980) “Capital, The State and European Integration’, Research in Political Economy, 3: 123-154. Holloway, J. ve Picciotto, S. (1991) “Capital, Crisis and the State” Clarke, S. (der.), The State Debate içinde, Londra: Macmillan. Jefferys, S. (1996) “France 1995: The Backward March of Labour Halted?’, Capital & Class, 59: 7-21. Kaupinnen, T. (1998) “EMU’s Impact on Industrial Relations in European Union” Kaupinnen, T. (der.) The Impact of EMU on Industrial Relations in European Union içinde, Helsinki: Finnish Labour Relations Association. Kowalsky, W. (2000) Focus on European Social Policy: Countering Europessimism, Brüksel: ETUI. Labour Research (1996) The Rocky Road to EMU, November. Lecher, W. ve Rüb, S. (1999) “The Constitution of European Works Councils: From Information Forum to Social Actor?”, European Journal of Industrial Relations, 5(1): 7-25. Marginson, P.; Gilman, M., Jacobi, O. ve Krieger, H. (1998) Negotiating European Works Councils: An Analysis of Agreements under Article 13, Lüksemburg: Office of Official Publications of the European Union. Martin, A. (1997) “Social Pacts: A Means for Distributing Unemployment or Achieving Full Employment?” , Pochet, P. ve G. Fajertag (der.), Social Pacts in Europe, Brüksel: ETUI.

143


144

Graham Taylor - Andy Mathers

Martin, A. ve Ross, G. (1999) “The Europeanization of Labour Representation” Martin, A. ve G. Ross (der.), The Brave New World of European Labour içinde, New York: Berghahn Books. Martinez Lucio, M. ve Weston, S. (2000) “European Works Councils and ‘Flexible Regulation’: The Politics of Intervention”, European Journal of Industrial Relations, 6(2): 203-216. Mathers, A. ( 1999) “Euromarch: The Struggle for a Social Europe”, Capital & Class, 69. McIlroy, J. (2000) “New Labour, New Unions, New Left”, Capital & Class, 71: 11-46. Meiksins Wood, E. (1997) “Labour, the State and Class Struggle”, Monthly Review, 49(3): 1-17. Milward, A. (1994) The European Rescue of the Nation State, Londra: Routledge. Moran, J. (1998) “The Dynamics of Class Politics and National Economies in Globalization: The Marginalization of the Unacceptable”, Capital & Class, 6: 53-84. Moravcsik, A. (1998) The Choice for Europe: Social Purpose and State Power from Messina to Maastricht, Ithaca: Cornell University Press. Moss, B. ve Michie, J. (1998) (der) The Single European Currency in National Perspective: A Community in Crisis, Londra: Macmillan. Mouriaux, R. (1996) “Les Grèves Françaises de l’automne 1995: Dèfense des Acqis ou Mouvement Social?’, Modern and Contemporary France, 4(3): 299-306. Munchau, W. (1996) “Winter of Their Discontent”, Financial Times, 3 October. Panitch, L. (1981) “Trade Unions and the Capitalist State” New Left Review, 125. Panitch, L. (1994) “Globalization and The State’, Socialist Register, Londra: Merlin. Panitch, L. (2001) “Reflections on Strategy for Labour”, Socialist Register, Londra: Merlin. Pochet, P. (1998) “EMU and Industrial Relations: An Overview of National Debates’ Kaupinnen, T. (der.), The Impact of EMU on Industrial Relations in European Union, Helsinki: Finnish Labour Relations Association. Pochet, P. ve Fajertag, G. (1997) “Social Pacts in Europe in the 1990s: Towards a European Social pact?” Pochet, P. ve G. Fajertag (der.), Social Pacts in Europe, Brüksel: ETUI. Ramsey, H. (1995) “Le Défi Européen” Amin, A. ve J. Tomaney (der.), Behind The Myth of The European Union, Londra: Routledge. Ross, G. (1992) “Confronting the New Europe”, New Left Review, 191: 49-68. Royle, T. (1999) “Where’s the Beef? McDonalds and its European Works Council”, European Journal of Industrial Relations, 5(3): 327-47. Schonfield, A. (1969) Modern Capitalism, Oxford: Oxford University Press. Schulten, T. (1996) “European Works Councils: Prospects for a New System of European Industrial Relations”, European Journal of Industrial Relations, 2(3): 303-324 Staunton, D. ve Traynor, I. (1997) “Come Clean on EMU, aide tells Kohl”, The Guardian, 10 March. Taylor, G. (2001) “Labour and Subjectivity: Rethinking the Limits of Working Class Consciousness”, Dinerstein, A. ve M. Neary (der.), The Labour Debate: An Investigation into the Theory and Reality of Capitalist Work içinde, Londra: Ashgate. Teague, P. (1994) “Between New Keynesianism and Deregulation: Employment Policy in the European Union”, Journal of European Public Policy, 1(3): 315-45. Verdun, A. (1996) “An ‘Asymmetrical’ Economic and Monetary Union in the EU: Perceptions of Monetary Authorities and Social Partners”, Journal of European Integration, XX: 60-81. Wallace, J., Turner, T. ve McCarthy, A. (1998) “EMU and the Impact on Irish Industrial Relations’ Kaupinnen, T. (der.), The impact of EMU on Industrial Relations in European Union, Helsinki: Finnish Labour Relations Association. Waterman, P. (1999) “The New Social Unionism: A New Model for a New World Order”, Munck, R. ve P. Waterman (der.), Labour Worldwide in the Era of Globalization içinde, Londra: Macmillan. Went, R. (2000) “Making Europe Work – The Struggle to Cut the Workweek”, Capital & Class, 71: 1-10. Whittall, M. (2000) “The BMW European Works Council: A Cause for European Industrial Relations Optimism?”, European Journal of Industrial Relations, 6(1): 61-83. Wills, J. (2000) “Great Expectations: Three Years in the Life of a European Works Council”, European Journal of Industrial Relations, 6(1): 85-107. Wolfreys, J. (1999) “Class Struggles in France”, International Socialism, 84: 331-68.


Praksis 11

| Sayfa: 145-168

Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri Atefl Uslu

Girifl 1917 kas›m›nda Rusya’da siyasi iktidar› ele geçiren Bolfleviklerin gündemine gelen bafll›ca sorunlar›n aras›nda hukuksal yap›lar›n dönüfltürülmesi bulunuyordu. Sosyalist infla sürecinde “suç” tan›m›ndan aile ve miras sorunlar›na, devlet idaresinden seçim ve temsil sistemine kadar uzanan genifl bir alanda dönüflümler yap›lmas› gündemdeydi; bu dönüflümlerin gerçeklefltirilmesi, söz konusu alanlarda oluflan iliflki biçimleriyle birlikte devrim öncesinde bu iliflkileri düzenleyen hukuksal yap›n›n da dönüfltürülmesini gerektiriyordu. Yap›lan dönüflümlerin s›n›fl› toplumlardan devral›nan iliflki biçimleri ve toplumsal yap›lar temelinde yükselmesi devrimin ilk y›llar›nda sosyalist kuruluflun niteli¤i üzerine tart›flmalar do¤urmufltu; “geçifl dönemi” ve “s›n›fs›z toplum” gibi konulara farkl› yaklafl›mlar›n yön verdi¤i tart›flmalar hukuk alan›na da yans›d›. Gerek Marx’›n ve Engels’in, gerekse Marksist düflünür ve yazarlar›n yap›tlar›nda hukuk üzerine kapsaml› bir görüflün gelifltirilmemifl olmas› da baflka alanlarda mümkün olan “al›nt›c›l›k” ve kolayc›l›¤› engelliyor, tart›flmalar›n di¤er alanlara göre daha verimli ve yarat›c› bir nitelik kazanmas›n› sa¤l›yordu. Böylece devrimin ilk on y›l›nda hukuk konusunda belirtilen görüfllerde büyük bir çeflitlilik ortaya ç›kt›. Böyle bir ba¤lamda flekillenen Sovyet hukuk doktrininde uluslararas› hukukun konumu dikkate de¤erdir. Ceza hukuku, medeni hukuk, idare hukuku gibi alanlarda yap›lan düzenlemelerin, belirli ölçülerde iç konsolidasyonunu sa¤lam›fl bir toplumda, geçmiflten devral›nan yap›lar›n s›n›fs›z toplum perspektifine uygun olarak dönüfltürülmesi suretiyle gerçek-


146

Atefl Uslu

1 Bu üç evre, genel olarak Sovyet hukukunun geliflme evrelerine de tekabül eder: devrimin ilk y›llar›yla bafllayan ve özellikle NEP döneminde yo¤unluk kazanan hukuki tart›flmalar 1930’larda flahsi görüfl ayr›l›klar›n›n ortadan kalkmaya bafllamas›yla t›kanm›fl, bu geçifl dönemini izleyen 1940’l› y›llarda ise resmi hukuk görüflü oluflmufl, doktrindeki görüfl ayr›l›klar› ortadan kalkm›flt›r. Bkz. Lapenna (1954: 17-19).

lefltirilmesi mümkündür. Ancak uluslararas› hukuk için durum tamamen farkl›d›r. Uluslararas› hukuk, hukuksal yap›lar›n istikrara ve eflgüdüme kavuflmas›n›n mümkün oldu¤u konsolide bir toplumsal yap›y› de¤il, farkl› toplumsal, ekonomik ve ideolojik formasyonlara sahip devletlerin ve devletleraras› örgütlerin iliflki içinde bulundu¤u bir alan› düzenler. Uluslararas› hukukun uluslararas› politika ile yak›n iliflkisi, tekil durumlara ve hakkaniyete göre flekillenebilen, devingen bir sistem olmas›, yaz›l› kaynaklardan çok gelene¤e dayanmas› onu di¤er hukuk dallar›ndan ay›ran özelliklerdir. Uluslararas› hukukun özgüllü¤ü, Sovyetler Birli¤i söz konusu oldu¤unda farkl› bir anlam kazan›r: Sovyet hukuk ö¤retisinin temelini oluflturan Marksizm varolan ulus-devlet sistemini -dolay›s›yla uluslar-aras› sistemi- mutlak ve afl›lmaz bir veri kabul etmez, iflçi s›n›f› enternasyonalizmini ve dünya devrimini verili ulus-devlet sisteminin alternatifi olarak ortaya koyar. Marksizmin bu özellikleri, Sovyet Hukuk doktrininde yerleflik uluslararas› hukuk teorilerinden farkl› aç›l›mlar gelifltirilmesi sonucunu do¤urur. Yerleflik uluslararas› hukuk anlay›fllar›nda uluslararas› hukuk öznelerinin eflit oldu¤u varsay›l›rken, Sovyet hukukçular›n›n bir k›sm› devletleri temel uluslararas› hukuk öznesi olarak kabul eden bu anlay›fllar›n ötesine geçen bir yaklafl›m gelifltirmifl ve “uluslararas› hukuk öznesi” tan›m›na iflçi s›n›f›, ezilen ulus gibi kategorileri de dahil etmifllerdir. Bununla birlikte, SSCB’nin reel politika aç›l›mlar›ndaki geliflmelere paralel olarak uluslararas› hukuk anlay›fl›nda da de¤ifliklik yaflanm›fl, 1930’lar›n sonundan itibaren Sovyet hukuk sistemi ve doktrininin yerlefliklik kazanmas›yla, “devlet”i uluslararas› alan›n tek tan›mlay›c›s› olarak gören bir uluslararas› hukuk yaklafl›m› egemen olmufltur. Bu geliflme süreci ilerleyen sayfalarda üç bölümde incelenecektir. Öncelikle devrimi izleyen y›llarla bafllay›p 1920’lerin sonuna kadar süren dönemde uluslararas› hukuk konusunda ortaya konan görüfller, özellikle de dönemin önde gelen hukukçular›ndan Korovin’in yap›tlar›nda gelifltirilen tutum de¤erlendirilecektir (I). Sonraki bölüm, 1930’lu y›llarda uluslararas› hukuk konusunda yap›lan tart›flmalar›n tahliline ayr›lm›flt›r (II); bu dönemde yap›lan tart›flmalar bir di¤er ünlü Sovyet hukukçusunun, Paflukanis’in uluslararas› hukuk üzerine yap›tlar›nda yo¤unlaflmaktad›r. Son olarak, 1930’lar›n sonundan itibaren yerlefliklik kazanan Sovyet uluslararas› hukuk anlay›fl› incelenecektir (III).1 Glasnost ve perestroyka döneminin uluslararas› hukuk aç›l›mlar›na ise bu çal›flma çerçevesinde de¤inilmeyecektir.


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

I.Geçifl Döneminin Uluslararas› Hukuku: 1917-1930 Marx’›n ve Engels’in yap›tlar›nda ayr›nt›l› bir hukuk sistemi ya da bir genel hukuk teorisi bulunmamaktad›r2; Marx sonras› Marksist yaz›nda da bu konuda bir ilerleme kaydedilmemifltir (Pa_ukanis, 2002: 29). Devrim sonras›nda toplumsal ve ekonomik yap›larla birlikte, toplumsal iliflkilerin ayr›lmaz bir parças› olan hukuki yap›lar›n da sosyalist dönüflümlere tâbi tutulmas› sorunuyla karfl›laflan ilk dönem Sovyet hukukçular› büyük ölçüde özgün hukuki tezler gelifltirmifllerdir. Bu do¤rultuda Sovyet doktrininde iki ayr› ak›m›n belirdi¤i söylenebilir. Reisner ve Hoichberg gibi yazarlar hukuku s›n›fl› toplumlara ait bir sistem olarak görüyor, devrim sonras›nda s›n›fl› toplumlar›n ortadan kalkmas›yla hukukun da varl›k nedeninin ortadan kalkaca¤›n› öne sürüyorlard›; dolay›s›yla bu ak›m›n temsilcilerine göre devrim sonras›nda herhangi bir “hukuk”tan bahsetmek yersizdi (Schlesinger, 1974: 175). ‹kinci görüflü benimseyen hukukçular ise sosyalizme özgü hukuksal yap›lar›n infla edilmesinin mümkün ve gerekli oldu¤unu savunuyordu. Yeni sosyalist devletin reel politika aç›l›mlar›na daha uygun olan ikinci görüfl Sovyet hukukçular› aras›nda yayg›nl›k kazand›. Bu çerçevede, uluslararas› hukuk alan›nda da teoriler ortaya at›ld›. 1917’den 1930’a uzanan dönemde Sovyet doktrininde uluslararas› hukuk alan›nda ortaya ç›kan bafll›ca iki çizgi vard›r: Korovin’in “geçifl dönemi uluslararas› hukuku teorisi” (1) ve Meta Mübadelesi Okulu ad›yla an›lacak olan hukukçular›n gelifltirdi¤i uluslararas› hukuk teorileri (2).

1. Korovin ve “Geçifl Dönemi Uluslararas› Hukuku” Teorisi Yevgeniy Andreyeviç Korovin (1891-1963), Sovyetler Birli¤i’nde uluslararas› hukuk teorisi üzerine çal›flan ilk hukukçudur. Bu alanda iki kitap kaleme alm›flt›r: Mejdunarodnoe pravo perekhodnogo vremeni (Geçifl Dönemi Uluslararas› Hukuku, 1923) ve Sovremennoe mejdunarodnoe publiçnoe prava (Günümüzde Uluslararas› Kamu Hukuku, 1926). Bu iki kitap 1920’li y›llar boyunca Sovyet uluslararas› hukuk teorisi üzerinde çal›flanlar›n temel baflvuru kayna¤› olmufl, ders kitab› olarak okutulmufltur. Korovin’in yapt›¤› çal›flmalar, Yeni Ekonomi Politikas› (Novaya Ekonomiçeskaya Politika - NEP) döneminin ekonomik düzenlemeleriyle paralel olarak ortaya ç›km›flt›r. NEP döneminde sosyalist hukukun, kanunlar›n ve yasall›k ilkesinin burjuva toplumunun hukuki yap›lar›ndan farkl› oldu¤u vurgulan›yordu. Bu farkl›l›k sosyalizmin izledi¤i s›n›fs›z bir toplumun kurulmas› amac›ndan

147

2 Marx ve Engels’in hukuk konusundaki çal›flmalar› için bkz. Karahano¤ullar› (2002).


148

Atefl Uslu

kaynaklan›yordu. Ancak, di¤er yandan, sosyalizm yönünde afl›lmas› beklenen s›n›fl› toplumlar›n Sovyetler Birli¤i’ndeki kal›nt›s› olan kapitalist çevrelere verilen kimi tavizler hukuki bir çerçeveye yerlefltiriliyordu; örne¤in 1922 tarihli Medeni Kanun’un borçlar hukukuna ayr›lan - ve ticaret hukukunu da düzenleyen- bölümünde kapitalist çevrelere “güven verme” iste¤i belirgin bir flekilde ortaya konmufltu (David, 1954: 132). Korovin de 1923’ten itibaren gelifltirdi¤i uluslararas› hukuk teorisini NEP döneminde yayg›n olan hukuki anlay›fla paralel olarak kurmufl, bir yandan uluslararas› hukuk aç›l›mlar›n›n geçici niteli¤i üzerinde durmufl ve klasik uluslararas› hukuk teorilerinin kimi tezlerini reddetmifl, di¤er yandan da bu geçici dönem boyunca uluslararas› hukukun sosyalist dünya ve sosyalist olmayan dünya aras›nda bir “denge unsuru” olarak ortaya ç›kt›¤›n› öne sürmüfltür. Korovin, uluslararas› hukuk teorisini olufltururken “ubi societas, ibi jus” (“toplumun oldu¤u yerde hukuk vard›r”) ilkesini temel al›r. Böylece hukuku yaln›zca bir düzenleyici-kurumsallaflm›fl otoritenin, devletin varl›¤›na ba¤l› olarak düflünmez: önemli olan hukukun toplumla (ya da “topluluk”la) olan iliflkisidir (Shumbusho, 1999: 90). Uluslararas› topluluk da bir “topluluk” türü oldu¤una göre özü gere¤i hukuk kurallar›yla düzenlenir. Bu kurallar›n -daha genel düzlemde ifade etmek gerekirse, uluslararas› hukukun- içeri¤ini belirleyecek olan da, düzenledi¤i toplumun s›n›fsal yap›s› ve bu s›n›fsal yap› içinde ortaya ç›kan yönetici/egemen s›n›flar›n tutumudur. Bu do¤rultuda, Korovin uluslararas› hukuku “uluslararas› iliflkilere kat›lan yönetici s›n›f kolektivitelerinin hak ve sorumluluklar›n› belirleyen hukuki normlar bütünü” olarak tan›mlar (akt. Lapenna, 1954: 72). Bu tan›m esas al›nd›¤›nda uluslararas› hukuk, devletlerin yönetici s›n›flar› aras›nda do¤rudan iliflkiler bütünü olarak anlafl›l›r. Uluslararas› hukuku belirgin bir s›n›fsal temele yerlefltiren bu yaklafl›m, yeni kurulan sosyalist devletin uluslararas› hukuktaki konumunu ayr›nt›l› çözümlemelerle aç›klamak zorundayd›. S›n›fsal temele dayal› bir enternasyonalizmi benimseyen ve “di¤er s›n›flarla birlikte kendi kendini ortadan kald›racak” olan iflçi s›n›f› egemenli¤i üzerine kurulan Sovyetler Birli¤i, varolan devletlerden farkl› bir s›n›fsal özellik gösteriyordu: varolufl nedeni, s›n›fl› toplumlar›n ortadan kald›r›lmas›yd›. Sovyetler Birli¤i’nin uluslararas› hukuk konusunda tak›naca¤› tutum da, s›n›fl› bir toplumdan s›n›flar›n ortadan tamamen kalkt›¤› tarihsel evreye, komünizme yap›lacak olan geçifl döneminin niteliklerine ba¤l›y-


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

d›. Dolay›s›yla Sovyetler Birli¤i’nin var oldu¤u bir dünyada uluslararas› hukuk, geçifl döneminin uluslararas› hukuku olarak ele al›nmal›yd›. Bu noktada komünizme “geçifl dönemi” konusunda Marksizm içinde yap›lan tart›flmalara k›saca de¤inilebilir. Komünizme “geçifl” konusunda genel olarak kabul gören teori Marx’›n Gotha Program›n›n Elefltirisi’nde temeli at›lan (1988: 25) ve Lenin’in Devlet ve Devrim’inde (1975: 304-313) sistematize edilen “geçifl süreci” teorisidir3. Marx’a göre s›n›fs›z-sömürüsüz toplumun gerçekleflece¤i “üst evre”ye, devletin ifllevlerini yerine getiren bir siyasi örgütün ve s›n›fsal farkl›laflman›n kal›nt›lar›n›n var olmaya devam etti¤i bir “alt evre”den geçilerek var›l›r. Lenin de bu genel tasviri benimser ve “alt evre”yi “sosyalizm”, “üst evre”yi ise “komünizm” olarak adland›r›r. Ancak, kapitalizmin afl›ld›¤› dönemi çeflitli aflamalara bölen bu teori, yayg›n kan›n›n aksine, Marksizm içinde tart›flmas›z olarak kabul görmemifltir; baz› yazarlarca elefltiriye tâbi tutulmufltur4. Bununla birlikte, sözkonusu teorinin Sovyetler Birli¤i’nin kuruldu¤u ilk y›llarda genel olarak benimsendi¤i söylenebilir. 1918’de haz›rlanan Rusya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyeti Anayasas› da esas itibariyle “geçifl dönemi” modeli üzerine kurulu olsa da, baz› aç›lardan “geçifl süreci” teorisini yads›r gibi görünür; zira 1918 anayasas›n›n haz›rl›k çal›flmalar› s›ras›nda yap›lan tart›flmalar anayasa metnine yans›m›flt›r. Bu tart›flmalarda sol Sosyalist-Devrimcilerin de dahil oldu¤u baz› çevreler devlet iktidar›n›n gücünü yitirmesini istiyorlard›; Bolfleviklerin büyük bir k›sm› ise komünizmde devlet ayg›t›n›n ortadan kalkaca¤›n› kabul ediyor, ancak “geçifl dönemi”nde ya da sosyalizmde güçlü bir devlet iktidar› kurulmas›n›n gerekli oldu¤unu öne sürüyordu (Carr, 2002: 124-125). Anayasan›n son flekline Bolfleviklerin savundu¤u “geçifl süreci” modeli as›l rengini vermifltir, bununla birlikte baz› maddelerde uzlaflma sa¤lanmas› amac›yla dikkatli formülasyonlar yap›ld›¤› görülür; örne¤in devlet iktidar›n›n “geçici” niteli¤i üzerine ›srarla vurgu yap›lm›flt›r. Bu geçifl döneminin uluslararas› plandaki belirleyici özelli¤i, sosyalist devlet(ler)in yan›nda kapitalist bir dünyan›n da varl›¤›n› sürdürmesidir. Uluslararas› alan›n bu niteli¤i Korovin’in uluslararas› hukuk teorisini flekillendirmifltir, buna göre gündemde olan bir “geçifl dönemi uluslararas› hukuku”dur. Geçifl dönemi uluslararas› hukuku, tarihsel olarak birbirinden ayr› evreler olan kapitalizmin ve sosyalizmin hukuksal sistemleri aras›nda yer al›r (Calvez, 1953: 75); “geçifl dönemi”nin sosyalizm yönünde afl›l-

149

3 Bu teorinin kategorik bir anlat›m› için bkz. Aktükün (1995: 49 vd.). Metin Çulhao¤lu da bu teoriyi temel alarak “reel sosyalizm”, “sosyalizm” ve “komünizm” kavramlar›na verilen anlamlar› tart›fl›r: bkz. Çulhao¤lu (2002: 742 vd.). 4 Örne¤in Yalç›n Küçük Sovyetler Birli¤i’nde sosyalizmin çözülüflü üzerine tezlerini gelifltirirken “komünizmin iki aflamas›” fikrinin reddeder. Yüksel Akkaya da Sovyetler Birli¤i’nde emek süreçleri konusunu benzer bir konumdan yola ç›karak ele al›r. Bkz. Küçük (1991), Akkaya (2002: 225).


150

Atefl Uslu

5 Bununla birlikte, Korovin iki sistem aras›nda iflbirli¤ine baz› s›n›rlar da çizer; örne¤in entelektüel düzlemde bir iflbirli¤inin yap›lmas› mümkün de¤ildir. Bkz. Lapenna (1954: 71).

maya mahkûm bir evre olmas›na paralel olarak, geçifl dönemi hukuku da “geçici” bir nitelik tafl›r. Geçifl dönemi uluslararas› hukukunun bu niteli¤inin yan›nda, bu dönem boyunca varl›¤›n› bir arada sürdüren iki uzlaflmaz toplumsal-ekonomik sistem (kapitalizm ve sosyalizm) aras›nda bir uzlaflma, bir denge teflkil etme özelli¤i vard›r (Calvez, 1953: 81, 94); örne¤in bu çerçevede, iki sistem aras›nda ekonomik nitelikte ittifaklar yap›lmas› mümkündür5. ‹ki sistemin bir arada yaflad›¤› dönem boyunca, her iki hukuki sistemi de kapsayan, “yeterince elastik” hukuki yap›lara gerek vard›r: geçifl dönemi uluslararas› hukuku da, bir arada yaflaman›n gerektirdi¤i bu dengeyi sa¤layacak unsur olarak ortaya ç›kar. Geçifl dönemi uluslararas› hukuku Korovin’in deyimiyle “kapitalist ve sosyalist sistemler aras›nda kurulmufl bir köprüdür”; bu köprü kapitalizmin son kal›nt›s› da yok oldu¤unda ortadan kalkacak ve sovyetler-aras› hukuk dünya çap›nda yayg›nl›k kazanacakt›r (Lapenna, 1954: 72). Korovin’in uluslararas› hukuk teorisinin en önemli özelliklerinden biri, yerleflik uluslararas› hukuk teorilerinin özne anlay›fl›n› reddetmesidir. Yerleflik uluslararas› hukuk teorilerine göre devletler, uluslararas› hukukun bafll›ca özneleridir; devlet d›fl› öznelerin ise uluslararas› hukuk öznesi olmalar› kesinlikle söz konusu de¤ildir. Korovin bu görüflü köklü bir de¤iflikli¤e tâbi tutar. Yazara göre kapitalist sistemde ezilmifl, nesne konumunda görülmüfl, iktidardan uzak tutulmufl bir s›n›f -proletarya- Ekim Devrimi ile birlikte evrensel nitelik kazanm›fl ve böylece, önceki devletlere eflit konumda bir özne haline gelmifltir. Bu nedenle devletlerle s›n›rl› kalan bir “hukuk öznesi” kavray›fl› Marksizmle, dolay›s›yla Sovyet hukukuyla uyuflmaz (Calvez, 1953: 46-47). Geçifl döneminde iflçi s›n›f› da bir uluslararas› hukuk öznesi olur. Bu durumda, art›k “özne”lerden bahsedilmesi yersizdir; Korovin de özne merkezli bir hukukun yerine “hukuki etkinlik alanlar›” kavram›n› ç›k›fl noktas› olarak alan bir uluslararas› hukukun infla edilmesi gerekti¤ini savunur. Böylece iradeci/öznelci görüfl terkedilmifl ve nesnelci bir uluslararas› hukuk teorisi gelifltirilmifltir (Calvez, 1953: 49). Hukuk özneleri konusundaki bu aç›l›mlar, “devlet egemenli¤i” konusuna da farkl› bir yaklafl›m› getirir. Korovin, devletin uluslararas› hukukun “öncelikli” hukuk öznesi olma niteli¤ini reddederek, devlet egemenli¤inin merkezi önemini de elefltiriye tâbi tutar. Bununla birlikte, Sovyetler Birli¤i’nin de uluslararas› politikada egemenlik kavram›na baflvurmas› gerekmektedir; Ko-


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

rovin’in bu konuda önerdi¤i çözüm yolu, geleneksel “devlet egemenli¤i”nin yerini “ulusal egemenlik” kavram›n›n almas›d›r. Bu de¤iflimin, dönemin Sovyet uluslararas› politikas›yla da paralel olan iki sonucu, uluslar›n kendi kaderini tayin hakk›n› tan›ma ilkesinin ve iç ifllere müdahale etmeme ilkesinin önem kazanmas›d›r (Calvez, 1953: 58). Devrim sonras›nda iç politika gündemini en önemli bafll›klar›ndan biri haline gelen (Carr, 2002: 264 vd.) “uluslar›n kendi kaderini tayin hakk›”n›n uluslararas› iliflkiler alan›ndaki karfl›l›¤›, Korovin’e göre, 1920’lerin bafl›nda yap›lan bir dizi uluslararas› anlaflmada somut olarak ortaya ç›kar. Bu anlaflmalar, komflu halklar›n ba¤›ms›zl›k taleplerinin göz önünde bulunduruldu¤unu ve desteklendi¤ini gösterir. 16 Mart 1921 tarihinde Türkiye ile imzalanan “dostluk ve kardefllik anlaflmas›”n›n yan›nda, yine 1921’de ‹ran’la, Afganistan’la ve Mo¤olistan’la imzalanan anlaflmalar bu do¤rultuda en önemli örneklerdir. Ancak, Korovin ulusal egemenlik ilkesinin Sovyetler Birli¤i’ne uygulanmas› konusunda bir kay›t düfler. Ulusal egemenlik bir hukuki ilkedir; bunun yan›nda, Sovyetler Birli¤i’nin egemenlik konusunda özgül tutumlar›n› do¤rulayan bir siyasi ilke de vard›r. Buna göre, Sovyetler Birli¤i’nin egemenlik sorunlar›nda siyasi ve hukuki tutumunu belirleyen yaln›zca hukuki ilkelere -örne¤in ulusal egemenlik ilkesine- gösterdi¤i sayg› de¤ildir; bir sosyalist güç olarak SSCB’nin reel ç›karlar› da bu tutumu belirler (Calvez, 1953: 67). ‹ç ifllere müdahale etmeme ilkesinin uygulanmas› da benzer bir flekilde, Sovyetler Birli¤i’nin sosyalist niteli¤ine ba¤l› olarak tarihsel bir ölçüte tâbi tutulur. Örne¤in, devrimin ilk y›llar›nda kapitalist güçler taraf›ndan Rusya’ya yap›lan müdahale s›n›f mücadelesinin bir sonucudur, bu bak›mdan kaç›n›lmaz ve ola¤and›r. ‹flçi s›n›f›n›n iktidarda bulundu¤u SSCB’nin baflka bir ülkeye yapaca¤› müdahale ise, toplumun geliflmesi amac›yla yap›ld›¤› için ola¤an ve meflru bir müdahaledir (Calvez, 1953: 71). “D›fl politikada NEP” (Carr, 1985: 271-272) dönemine paralel olarak ortaya ç›kan “geçifl dönemi uluslararas› hukuku” teorisi, bir yandan bu dönemi karakterize eden kapitalist dünyayla uzlaflma ve iflbirli¤i yönündeki aç›l›mlar› uluslararas› hukuk alan›na tafl›rken, di¤er yandan da Sovyetler Birli¤i’nin sosyalist niteli¤inden ve iflçi s›n›f›n›n evrensel bir s›n›f olmas›ndan kaynaklanan özgüllükleri göz önünde bulunduruyor ve bu uzlaflma döneminin geçicili¤inin alt›n› çiziyordu. 1920’lerin sonundan itibaren Korovin’in bu görüflleri elefltirilmeye bafllanm›flt›r.

151


152

Atefl Uslu

2. Meta Mübadelesi Okulu ve Di€er Hukukçular

Devrim sonras›ndan itibaren Sovyet hukuk doktrininde etkili olan “meta mübadelesi okulu”, hukuku kapitalist toplumdaki meta mübadelesi iliflkilerinin bir yans›mas› olarak ele al›yordu. En önemli temsilcileri aras›nda Stuçka, Paflukanis, Kurskiy, Kr›lenko ve Akulov’un bulundu¤u bu okul (Karahano¤ullar›, 2002: 63) uluslararas› hukuk alan›nda da teoriler gelifltirmifltir. Metalar›n mübadelesini hukukun kayna¤› olarak ele alan Pavel ‹vanoviç Stuçka, uluslararas› hukukun kayna¤› olarak da uluslararas› meta mübadelesini görüyordu. Yazara göre uluslararas› hukuk, meta mübadelesinde bulunan devletler aras›nda bir uzlaflmadan baflka bir fley de¤ildi; uluslararas› müdahale iliflkilerinin geliflmesiyle birlikte gerek özel kiflileri, gerekse devleti aflan bir alanda, uluslararas› alanda uzlaflman›n sa¤lanmas› gerekiyordu. Uluslararas› hukuk, bu uzlaflman›n biçimi olarak ortaya ç›km›flt› (Lapenna, 1954: 74). Yevgeniy Bronislavoviç Paflukanis de, 1925’te Entsitslopediya gosudarstva i prava (Devlet ve Hukuk Ansiklopedisi) için yazd›¤› “Uluslararas› Hukuk” maddesinde bu görüfle esas noktalar›yla kat›l›yordu. Ancak Paflukanis’te, Stuçka’dan farkl› olarak, uluslararas› hukukun geçifl dönemiyle s›n›rl›, geçici bir fenomen olma niteli¤ine yap›lan vurgu daha a¤›r bas›yordu. Paflukanis’e göre uluslararas› hukukun gerçek tarihsel içeri¤i kapitalist devletlerin kendi aralar›ndaki mücadeleden kaynaklan›yordu. Bununla birlikte, Sovyetler Birli¤i’nin tarih sahnesindeki yerini almas›yla bu içerik yeni bir anlam kazanm›flt›: uluslararas› hukuk iki karfl›t s›n›f sisteminin aras›ndaki geçici uzlaflman›n biçimi haline gelmiflti. Paflukanis, uluslararas› hukuku s›n›flar aras› uzlaflman›n bir biçimi olarak tan›mlarken, Korovin’in “geçifl dönemi uluslararas› hukuku” teorisiyle birlefliyordu (Lapenna, 1954: 74-75). Bununla birlikte, Paflukanis’in Korovin’den ayr›ld›¤› bir nokta vard›: Korovin’in aksine, burjuva uluslararas› hukukunun geçifl döneminde “ilerici” nitelikte bir de¤iflime u¤rayarak gelece¤in sovyetler-aras› hukukuna bir temel oluflturabilece¤ini düflünmüyordu (Calvez, 1953: 101). Paflukanis hukukun içeri¤i ve biçimi konusunda gelifltirdi¤i genel teoriyi (2002) uluslararas› hukuka da uyguluyordu: geçifl döneminin uluslararas› hukukunda ve sosyalist dönemin sovyetler-aras› hukukunda hukuki biçimler kapitalizmin hukuki biçimlerine k›yasla de¤ifliklik göstermeyecekti, bununla birlikte meta formundan ve toplumun s›n›fl› niteli¤inden kaynaklanan içerik de¤iflecekti. Uluslararas› hukuk,


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

uluslararas› iliflkilerin çerçevesiydi, bu çerçevenin düzenledi¤i iliflkilerin içeri¤i de¤iflebilirdi ancak çerçevenin kendisi (uluslararas› hukukun biçimi) de¤iflmeden kalacakt›. Paflukanis’in Korovin’den ayr›ld›¤› nokta, esas itibariyle iki yazar›n NEP dönemi hukukuna karfl› tak›nd›¤› tavr›n farkl›l›¤›n›n bir sonucuydu. Korovin NEP dönemi hukukunun uzlaflmay› ön plana ç›karan ilkesini uluslararas› hukuk alan›na aktar›yordu. Bu Paflukanis için kabul edilemez bir tav›rd›, zira yazar NEP’in burjuva hukukuna dönüflü ifade etti¤ini öne sürüyor, bu durumun Marksist ö¤retinin gerekleriyle ba¤daflamayaca¤›n› söylüyordu6. Paflukanis’in uluslararas› hukuka verdi¤i “uzlaflma” anlam› da bu noktada aç›kl›¤a kavuflur: iki farkl› dünya aras›ndaki bu geçici uzlaflma, her iki hukuki sistemin ö¤elerinin çeflitli oranlarda eklemlenmesi anlam›na gelmez; bu uzlaflma, uluslararas› hukukun biçimsel çerçevesinin kabulünden kaynaklan›r (Calvez, 1953: 104). Paflukanis bu görüflüyle, Korovin’in “yeni bir uluslararas› hukuk biçimi”ni öngören geçifl dönemi teorisinden belirgin olarak ayr›l›yordu; Korovin’e bu konuda yöneltti¤i elefltiriyi 1930’u izleyen y›llarda daha ayr›nt›l› olarak gelifltirecek, ancak bunu yaparken kendi teorisinin temel noktalar›n› da reddedecekti. Bu dönemin di¤er yazarlar› da NEP dönemi hukukunda gelifltirilen genel çerçevenin d›fl›na ç›kmam›fllard›r: Graber’e göre uluslararas› hukuk Sovyet devletinin dünyan›n geri kalan k›sm›yla iliflkilerini düzenleyen bir sistemdi. Sabanin de uluslararas› alandaki iliflkileri düzenleyen tek bir uluslararas› hukukun varl›¤›n› kabul ediyordu. Sodin ise geçifl dönemi uluslararas› hukuku teorisini benimserken, Frans›z hukukçu Léon Duguit’nin gelifltirdi¤i “toplumsal ifllev” teorisini uluslararas› hukuka uyguluyordu; Duguit’nin Emile Durkheim’dan etkilenerek gelifltirdi¤i ve NEP döneminde hukukçular aras›nda yayg›nl›k kazanan dayan›flmac› görüflü (Schlesinger, 1974: 177) böylece uluslararas› hukuk alan›na tafl›nm›fl oluyordu.

II. Resmi Bir Uluslararas› Hukuk Teorisine Do¤ru: 1930-1938 Ekim Devrimini izleyen dönemde uluslararas› hukuk konusunda önemli çal›flmalar yap›lm›fl olsa da, bu alanda büyük bir ilerleme kaydedildi¤ini söylemek mümkün de¤ildir. V›flinskiy 1928’de Sovyet doktrininde uluslararas› hukukun en geliflmemifl hukuk disiplini oldu¤unu söylüyordu; Kojevnikov da bu görüfle kat›l›yordu (Lapenna, 1954: 81). Paflukanis de 1926’da “Mark-

153

6 René David, Paflukanis’in yabanc› hukukçular›n gözünde ayr›cal›kl› bir konuma sahip olmas›n›n nedenini yazar›n NEP dönemine yöneltti¤i radikal sol elefltiriye ba¤lar: Marksist konumu benimseyerek Sovyet pratiklerine elefltiri yönelten yazar yabanc› hukukçular›n dikkatini çekmifltir. Bkz. David (1954: 126).


154

Atefl Uslu

sist elefltirinin (...) uluslararas› hukuk gibi alanlar› henüz ele almad›¤›n›” belirterek (2002: 32) 1920’lerde uluslararas› hukuk alan›ndaki yetersizli¤e dikkat çekmiflti. 1930’larda Sovyet hukuk doktrininde uluslararas› hukuk alan›nda yeni tezler öne sürülmeye bafllad›: Korovin’e 1930’dan itibaren yöneltilen elefltiriler yazar›n yapt›¤› kapsaml› özelefltiriyle sonuçland› (1). Korovin’in att›¤› geri ad›mla uluslararas› hukuk teorisi alan›nda aç›lan bofllu¤u ise Paflukanis dolduracakt› (2). 1. Korovin’in Özelefltirisi

Korovin’in 1923-24 y›llar›nda gelifltirdi¤i teori k›sa bir süre içinde elefltirilere hedef oldu. Bunun yan›nda, yazar uluslararas› hukukun en önemli kuramc›s› olma niteli¤ini koruyordu: bu elefltiriler hukuk doktrini üzerindeki etkisini kaybetmesine neden olmad›. Elefltirilerin yayg›nlaflt›¤› 1930 tarihinden sonra da yazar›n etkisi bir süre devam etti, örne¤in Korovin imzal› elkitaplar› 1937’de yüksekokullarda ders kitab› olarak kullan›lmaya devam ediyordu (Calvez, 1953: 98). Korovin’e 1930’dan itibaren yo¤un olarak yöneltilen elefltirilerin temelinde, Sovyetler Birli¤i d›fl›nda eserlerine gösterilen büyük ilginin bulundu¤u söylenebilir. Korovin’in görüflleri bat›da Sovyet rejiminin resmi görüflünün ifadesi olarak görülüyordu; bu durum Sovyet hukukçular› aras›nda bir tedirginlik yaratm›flt›. Komintern 1924 tarihli V. Kongre’sinden itibaren sol bir yönelifle girmiflti, bu tutum VI. Kongre (1928) ile birlikte daha da derinleflerek sürüyordu; bu durumda, 1920’lerin bafl›nda egemen olan uzlaflmac› tutumun etkisiyle gelifltirilen “geçifl dönemi uluslararas› hukuku teorisi” 1930 y›l›nda, Sovyetler Birli¤i’nin uluslararas› hukuk alan›ndaki tutumundaki de¤iflime paralel olarak, benimsenemez hale gelmiflti. Korovin’e elefltiri yönelten hukukçu Kojevnikov da elefltirisini bu do¤rultuda gelifltiriyordu. Kojevnikov’a göre geçifl dönemi uluslararas› hukukunu bir uzlaflma zemini, bir “köprü” olarak nitelemek yersizdi, zira geçifl döneminde uluslararas› hukuk iki uzlaflmaz sistem aras›ndaki mücadelenin ifadesi olarak ortaya ç›k›yordu (Lapenna, 1954: 88). Korovin, 1935 y›l›nda bir özelefltiri yay›mlad›; bu özelefltiride, gelifltirmifl oldu¤u geçifl dönemi uluslararas› hukuku teorisinin, Marksizmin temel ilkelerine uygun olmad›¤›n› ve Sovyetler Birli¤i’nin uluslararas› konumunun gereklerine cevap vermedi¤ini öne sürdü. böylece geçmiflteki tezlerinin bir k›sm›n› reddetti: buna göre “geleneksel normlar›n toplam›” olan “hukuki biçim”e


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

gereken önemi vermemiflti, devleti “uluslararas› hukukun tek öznesi” olarak görememifl, bunun yerine s›n›f ve parti gibi baflka özneler tan›mlam›flt›. Art›k, en az›ndan biçimsel olarak tek bir uluslararas› hukukun var oldu¤unu savunuyordu (Calvez, 1953: 106-108). Bununla birlikte, bu özelefltiri Korovin’in eski itibar›n› yeniden kazanmas›n› sa¤lamad›; yazar 1936’dan 2. Dünya Savafl› y›llar›na uzanan süre boyunca yeni tezler öne sürmedi (Calvez, 1953: 109). 2. Paflukanis’in Uluslararas› Hukuk Teorisi

1920’lerin Meta Mübadelesi Okulu’nun en önemli temsilcilerinden olan Paflukanis, 1930’da geçmiflteki tezlerini reddederek özelefltiri yapm›flt›. 1937’de V›flinskiy her ne kadar bu özelefltirinin Paflukanis taraf›ndan “suç dolu sapt›rmalar›n› saklamak için kurnazca planlanm›fl bir stratejik manevra” oldu¤unu öne sürse de (akt. Lapenna, 1954: 89), bu özelefltirinin basit bir taktik stratejinin ötesinde, Paflukanis’in düflünsel evriminde ve genel olarak Sovyet hukuk doktrininin seyrinde önemli bir dönüm noktas› oldu¤u söylenebilir. Paflukanis, 1930’da yapt›¤› özelefltiri sonras›nda, uluslararas› hukuk teorisinde de de¤ifliklikler yapmaya yöneldi. Bu tarihten itibaren yeni bir uluslararas› hukuk teorisi gelifltirdi ve bu teoriyi 1932-34 aras›nda verdi¤i derslerde sistematik hale getirdi. 1935 y›l›nda yay›mlanan Otçerki po mejdunardmomu pravu (Uluslararas› Hukuk Üzerine Denemeler) de bu dersler temel al›narak haz›rlanm›flt›. Kitab›n yay›mlanmas›n›n Korovin’in özelefltiri makalesinin yay›mland›¤› tarihle kesiflmesi anlaml›d›r; 1935 tarihinde “geçifl dönemi uluslararas› hukuku” teorisinin yenilgisi Korovin’in özelefltirisiyle birlikte kesinleflirken, Sovyet d›fl politikas›n›n güncel yönelimlerine paralel olarak yeni bir uluslararas› hukuk teorisi yerlefliklik kazanmaktayd›: Paflukanis’in kitab› da resmi Marksist doktrin do¤rultusunda bir uluslararas› hukuk teorisi gelifltirme yönünde at›lan en önemli ad›md›. Paflukanis, yeni kitab›nda, Meta Mübadelesi Okulu’nun temel görüfllerinden ç›karak gelifltirmifl oldu¤u teoriyi tamamen reddediyordu (Shumbusho, 1999: 99); önceki döneminde hukuku bir mübadele biçiminden ibaret olarak görmüfl oldu¤unu, bu görüflün Marksizmin esaslar›na ayk›r› oldu¤unu öne sürüyordu. Bu noktada Paflukanis’in Sovyet Marksizmi ve Stalinizm ile olan iliflkisine de¤inilebilir. Paflukanis’in 1924’te yay›mlanan Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm adl› kitab›yla 1938’de gerçekle-

155


156

Atefl Uslu

flen tasfiyesini bir arada de¤erlendirerek Sovyet Marksizminin konumlan›fllar›na karfl› tav›r alan, anti-Stalinist bir Paflukanis portresinin çizilmesi yayg›n bir tutumdur. Örne¤in Paflukanis’in kitab›n› Türkçe’ye kazand›ran Onur Karahano¤ullar› kitab› tan›t›rken flu sat›rlar› yazmaktad›r: “Stalin’in 1930 y›l›ndaki, ‘devletin sönümlenmesini haz›rlamak için, flimdiye kadar var olmufl en sert ve güçlü devlet iktidar›’ tezi, söz konusu hukukçular›n [Meta Mübadelesi Okulu’nun - A.U.] resmi anlay›flla art›k örtüflmedi¤ini göstermifltir” (Karahano¤ullar›, 2002a: 10). Bu saptama Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm’in Paflukanis’i için do¤rudur, ancak 1930 sonras›n›n Paflukanis’inin teorisini yeni flartlara ve kendisine sistematik olarak yöneltilen elefltirilere uyacak flekilde de¤ifltirdi¤i de tarihsel bir gerçektir. 1930’dan itibaren Paflukanis resmi Marksist doktrine belirgin flekilde yak›n bir tav›r alm›fl, ayn› y›l Stuçka’n›n yerine Sovetskoe Gosudartsvo i Pravo (Sovyet Devleti ve Hukuku) dergisinin yaz› kurulu baflkanl›¤›na getirilmifl, 1932’de Sovetskoe Gosudartsvo (Sovyet Devleti) ad›n› alan bu derginin yay›n politikas›na 1936’ya kadar yön vermifltir (Calvez, 1953: 110). Paflukanis 1930’dan 1936’ya uzanan dönem boyunca Stalin’in elefltiricisi de¤il, savunucusudur. Üstelik, yazar›n 1920’lerde öne sürdü¤ü teoriler de Stalin’in o dönemdeki politikalar›yla karfl›tl›k oluflturmaz: Stalin iktidar› ald›¤› y›llarda parti içindeki radikal sol kanatla iyi iliflkiler kurmufltu, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm’in yazar› da bu sol e¤ilimin bafll›ca temsilcilerindendi. Dolay›s›yla Paflukanis’in ortadan kald›rmas› ola¤an de¤il, flafl›rt›c› bir geliflmedir. Boris Souvarine’in tespiti bu konuda bir aç›klama getirilmesine yard›mc› olabilir: yazar Stalin üzerine yazd›¤› biyografide Paflukanis’in ad›n› “Stalin’in 1938’de ortadan kaybolan yak›n yard›mc›lar›”, “Stalinist olarak ün yapm›fl olan kifliler” aras›nda sayar (Souvarine, 1985: 522). Meta Mübadelesi Okulu’nun sosyalist hukuk yarat›lmas›n›n mümkün olmad›¤›, hukuksal biçimin burjuva hukukundan ödünç al›nd›¤›, içerik (kapitalist üretim iliflkileri) afl›ld›kça devletle birlikte hukukun da sönümlenece¤i yönündeki görüflünün 1930’lardaki uluslararas› hukuk tart›flmalar›na da bir ölçüde yans›d›¤› söylenebilir: Paflukanis 1935’teki tezlerinde tek bir uluslararas› hukuk çerçevesini kabul ederek önceki kabulleriyle benzer bir saptama yap›yordu. Bununla birlikte, hukukla birlikte devletin de sönümlenece¤i yönündeki fikirlerinin de¤iflmeden kald›¤›n› söylemek mümkün de¤ildir. 1935 tarihli kitab›nda Paflukanis devleti uluslararas› hukukun bafll›ca öznesi haline getiriyor, ulus-


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

lararas› hukukun geçici karakterine de karfl› ç›k›yor, hukukun “sürekli”li¤inden bahsediyordu. Bu yönleriyle, Stalin’e karfl› olmaktan çok, Jean-Yves Calvez’in deyifliyle “tek ülkede sosyalizm” tezinin kay›ts›z flarts›z kabulünü ifade eden (Calvez, 1953: 110) tezler öne sürüyordu. Paflukanis, hukuku üretim ve üretim araçlar›ndaki mülkiyete dayand›rmak yerine mübadele iliflkilerine dayand›rman›n Marksist olmayan bir görüfl oldu¤unu söylüyor (Schlesinger, 1974: 238-239), böylece Meta Mübadelesi Okulu’nun önde gelen temsilcisi oldu¤u günlerde benimsedi¤i temel teoriyi terk ediyordu. Devlet, ahlak ve hukukun burjuva kurumlar› oldu¤unu, bunlar›n sosyalist bir nitelik kazanamayaca¤›n›, sosyalizme geçilince bunlar›n yok olacaklar› fleklindeki eski tezini de reddediyor (Schlesinger, 1974: 239), devletin ve hukukun sönümlenmesini uzak bir gelece¤e erteliyordu. Paflukanis’in yeni teorisine göre uluslararas› hukuk farkl› toplumsal sistemler aras›ndaki ortak bir ideoloji de¤il, rakip devletler aras›ndaki bir araç idi; bu durumda farkl› toplumsal sistemlerde yer alan devletler kendi amaçlar›n› gerçeklefltirmek için uluslararas› hukuktan yararlanabilecekti (Schlesinger, 1974: 327). Böylece uluslararas› hukukun bir “uzlaflma” biçimi olarak tan›mlanmas›ndan vazgeçiliyordu: art›k uluslararas› hukuk iki sistem aras›ndaki mücadelenin biçimlerinden biri olarak anlafl›l›yordu (Hazard, 1938: 247). Tek bir uluslararas› hukukun varl›¤› söz konusuydu, SSCB de en az emperyalist devletler kadar bu uluslararas› hukuktan faydalan›yordu (Calvez, 1953: 112). Paflukanis Korovin’in ulusal egemenlik ve devlet egemenli¤i aras›nda yapt›¤› ayr›m› reddetmifl, egemenlik kavram›n› devlet egemenli¤inden ibaret olarak görmüfltü. Böylece Korovin’in modern uluslararas› hukukun devlet-merkezli niteli¤ini aflan ve “hukuk öznesi” anlay›fl›nda köklü de¤ifliklikler yapan, devlet d›fl› yap›lar› da uluslararas› hukuk kiflisi olarak görmeye olanak veren aç›l›mlar›n› da reddediyordu: Paflukanis devlete bafll›ca hukuk öznesi olma itibar›n› iade etmiflti (Calvez, 1953: 119-123). Paflukanis’in teorisi dönemin Sovyet d›fl politikas› için elveriflli nitelikler tafl›mas›na ra¤men, kimi yönleri di¤er hukukçular taraf›ndan elefltirildi. Örne¤in Rapoport Paflukanis’in uluslararas› hukuku tan›mlay›fl biçimine karfl› ç›k›yordu: yazara göre Paflukanis’in teorisi uluslararas› hukukun s›n›fsal karakter aç›s›ndan homojen bir nitelik sergiledi¤i görüflüne dayan›yordu, oysa çat›flma içindeki sistemlerin s›n›fsal özellikleri uluslararas› hukuku da etkilemesi söz konusuydu (Schlesinger, 1974: 328). Rapoport bu

157


158

Atefl Uslu

elefltirilerden yola ç›karak iki ayr› uluslararas› hukuk çizgisi tespit ediyordu: emperyalist uluslararas› hukuk ve Sovyet uluslararas› hukuku. Bu çizgilerden her biri uluslararas› sistemin taraflar›nca benimseniyor ve di¤erine karfl› mücadele arac› olarak kullan›l›yordu: Sovyet uluslararas› hukuku ile emperyalist uluslararas› hukukun toplumsal içeriklerinin yan›nda, biçimlerinin de farkl›yd›. Ancak Rapoport bu biçimsel farkl›l›¤›n tam olarak neden kaynakland›¤› konusunda bir aç›klama yapmam›flt›r (Lapenna, 1954: 102).

III. So¤uk Savafl ve Sonras›nda Resmi Uluslararas› Hukuk Teorisi: 1938-1985 Paflukanis’in tasfiyesini izleyen aylarda, 1937 sonu ve 1938 bafl›nda Sovyet uluslararas› hukuk doktrininde büyük bir sessizlik yafland›. Bu boflluk yeni bir dönemin habercisiydi, zira 16-19 Temmuz 1938’de “Sovyet Devlet ve Hukuk Biliminin Sorunlar›” bafll›kl› bir konferans düzenlendi. 1936’da kabul edilen SSCB Anayasas›’n›n getirdi¤i yeni hukuki düzenin doktrin boyutunda standartlaflt›r›lmas› gerekiyordu, 1938 tarihli konferans bu gereksinimi karfl›lad›. Temel anayasal esaslar çerçevesinde resmi Sovyet uluslararas› hukuk teorisi infla edildi. Konferans›n sonuç belgeleri aras›nda “Uluslararas› Hukuk Üzerine 12 Tez” bafll›kl› bir metin de yer al›yordu: bu tezlerde uluslararas› hukukun belirgin bir s›n›f karakterine sahip oldu¤u, yerleflik uluslararas› hukukun burjuva devrimleri ça¤›nda ortaya ç›kt›¤› öne sürülüyordu. Dolay›s›yla var olan uluslararas› hukuk burjuva uluslararas› hukukuydu, bir “biçimsel eflitlik ve biçimsel ba¤›ms›zl›k” hukukuydu; SSCB bu var olan uluslararas› hukukun uygulama alan›nda yerini alm›flt› (Lapenna, 1954: 113-114). Bu tezler do¤rultusunda hukukçular, SSCB’nin kendi ortaya ç›k›fl›ndan önce oluflmufl olan burjuva uluslararas› hukukunun kurallar›n› ve kurumlar›n› benimsemesi gerekti¤i konusunda birleflti. Bu çerçevede ortaya at›lan Sovyet hukuk doktrininin en önemli temsilcisi V›flinskiy kendi uluslararas› hukuk teorisini oluflturdu (1). Stalin döneminden sonra ise uluslararas› iliflkilerde yumuflama (detant) döneminin gereksinimlerini karfl›layacak uluslararas› hukuk teorileri gelifltirilmifltir (2).

1. Stalin Döneminde Uluslararas› Hukuk Teorisi Eski bir Menflevik olan Andrey Yanuareviç V›flinskiy (18831954) 1920’lerden itibaren Sovyet hukukunun en önemli isimle-


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

rinden biri haline gelmifl; Buharin, Radek ve Sokolnikov ile birlikte 1936 Anayasas›’n› haz›rlamakla görevlendirilen komisyonda yer alm›flt› (Deutscher, 1949: 359). Moskova Duruflmalar› s›ras›nda SSCB savc›s› olarak yer ald›, 1949’da ise d›fliflleri bakanl›¤›na getirildi. V›flinskiy, uluslararas› hukuku flöyle tan›ml›yordu: “Uluslararas› hukuk, devletlerin mücadele ve iflbirli¤i sürecinde iliflkilerini düzenleyen normlar bütünüdür. Sözkonusu devletlerin iradesini yans›tan bu normlar›n uygulanmas›, devletlerin tek tek ya da toplu olarak ortaya koydu¤u yapt›r›m gücüyle sa¤lan›r” (akt. Lapenna, 1954: 125). Bu tan›mda en dikkat çekici k›s›m “mücadele ve iflbirli¤i” ifadesidir: V›flinskiy’nin uluslararas› hukuk teorisinin ç›k›fl noktas› ne yaln›zca iflbirli¤i, ne de yaln›zca mücadeledir, zira kapitalist dünya taraf›ndan çevrelenen Sovyetler Birli¤i d›fl iliflkilerinde hem mücadele araçlar›na, hem de iflbirli¤i araçlar›na baflvurur. Ekim Devrimi sonras›nda “geçifl dönemi”nin geçici niteli¤i üzerine yap›lan vurgu V›flinskiy’de yerini kal›c› bir kutuplaflma anlay›fl›na b›rakm›flt›r. Bu durumun kayna¤›nda Stalin döneminde yerlefliklik kazanan “tek ülkede sosyalizm” tezi vard›r: Stalin’e göre sosyalizmin (ve hatta komünizmin) kapitalist ülkelerce çevrelenen tek bir ülkede kurulmas› ve gelifltirilmesi mümkündü (Stalin, 1976: 896, 927, 935). V›flinskiy de bir (ya da birkaç) ülkede sosyalizm tezini temel alarak varolan dünya sistemini mutlak bir veri kabul ediyordu. Devlet uluslararas› hukukun öznesiydi, uluslararas› hukuk da “devletleraras› hukuk”tan baflka bir fley de¤ildi. V›flinskiy “Devletin sönümlenmesi”, ulus-devlet sisteminin afl›lmas› gibi konulardan ise herhangi bir flekilde bahsetmiyordu (Calvez, 1953: 180); bu konulardaki sessizli¤i tek ülkede sosyalizm teorisinin ve komünizm evresinde de devletin var olaca¤› yönündeki görüflünün (Stalin, 1976: 935) bir uzant›s›d›r. V›flinskiy iç hukukun uluslararas› hukuk karfl›s›nda kesin bir üstünlü¤ü oldu¤unu kabul ediyor, bu çerçevede ünlü bir hukuk kuramc›s›yla, Hans Kelsen ile polemik yap›yordu. Uluslararas› hukuk ile devlet hukukunu birbirinden ayr›, yal›t›k alanlar olarak kabul eden “ikici” (düalist) yaklafl›mlara karfl›, iki hukuk düzenini farkl›l›klar› ve ba¤›ms›zl›klar› içinde tek bir bütün çerçevesinde de¤erlendirerek “tekçi” (monist) yaklafl›m› savunan Kelsen (1962: 430), bu do¤rultuda iki hukuk düzeninin bu bütün içindeki iliflkilenme biçimi konusunda iki farkl› tavr›n mümkün oldu¤unu belirtiyordu: devlet hukukunun uluslararas› hukuk karfl›s›nda üstün oldu¤unu savunan anlay›fl ve uluslararas› hukukun

159


160

Atefl Uslu

devlet hukuku karfl›s›nda üstünlü¤ü oldu¤unu savunan anlay›fl. ‹lk anlay›fl benimsendi¤i takdirde uluslararas› hukuk devlet hukukunu oluflturan parçalardan biri olarak kabul edilmifl olurdu, bu durumda iki düzenin birbirinden ba¤›ms›z oldu¤unun söylenmesi mümkün olmazd› (Kelsen, 1962: 439). Böylece Kelsen ikinci anlay›fl› benimsiyor ve uluslararas› hukukun devletin hareket özgürlü¤ünü k›s›tlad›¤›n› belirtiyor, devletin hukuki varl›¤› uluslararas› hukuk taraf›ndan belirlendi¤ini kabul ediyordu (Kelsen, 1962: 440 vd.). V›flinskiy’ye göre ise böyle bir yaklafl›m kabul edilemezdi: uluslararas› hukuk ve uluslararas› politika, devletlerin ulusal politikalar›na ve iç hukuklar›na ba¤l›yd›, bu ba¤›ml›l›k uluslararas› hukukun toplumsal içeri¤inin türdefllikten uzak olmas› yat›yordu (Calvez, 1953: 168). V›flinskiy’nin teorilerinin yan›nda, uluslararas› hukuk alan›nda baflka çal›flmalar da yap›l›yordu. 5 ekim 1946 tarihli Sovyetler Birli¤i Komünist Partisi (SBKP) Merkez Komite karar› Sovyet hukukundaki eksikliklere de¤iniyor, uluslararas› hukuk alan›nda çal›flmalar yap›lmas›n› teflvik ediyordu. Bunun yan›nda yurt d›fl›nda Sovyet uluslararas› hukuk teorisinin tan›t›lmas›na özen gösteriliyordu. Uluslararas› Adalet Divan›’nda hakimlik yapan hukuk profesörü Sergey Borisoviç Kr›lov bu do¤rultuda 1947’de Lahey Uluslararas› Hukuk Akademisi’nde Sovyet uluslararas› hukuk doktrini üzerine bir ders verdi. Yine ayn› y›l Durdenevski ve Kr›lov baflkanl›¤›nda bir kurul bir uluslararas› hukuk el kitab› haz›rlad›. Bu kitab› 1948’de Kojevnikov’un kitab› takip edecekti. 1951’de yay›mlanan bir di¤er el kitab›n›n yazarlar› aras›nda ise Kojevnikov ve Kr›lov’un yan›nda Korovin de bulunuyordu: 20 y›la yak›n süredir uluslararas› hukuk tart›flmalar›ndan uzak kalan Korovin 2. Dünya Savafl› y›llar›nda gelifltirdi¤i “savafl hukuku”na dair tezlerle yeniden itibar kazanm›fl, K›z›l Ordu’da “adalet albay›” görevine getirilmiflti. KratkiyKurs mejdunarodnogo prava (Uluslararas› Hukuk - K›sa Ders) bafll›¤›n› tafl›yan kitab›n›n ikinci bölümü (Pravo voyn› - Savafl Hukuku) 1942’de yay›mland›. Ancak 1920’lerde öne sürdü¤ü teorilerden büyük ölçüde uzaklaflm›flt›; yazar döneminin bir di¤er hukukçusunun, Korkunov’un tan›m›n› aktararak uluslararas› hukuku demokratik ilkeleri demokrasi karfl›t› ak›mlara karfl› güvence alt›na alan normlar›n toplam› olarak tan›ml›yordu (Korovin, 1946: 743). 2. Dünya Savafl› y›llar›n›n “Nazizme ve Faflizme karfl› ittifak” politikas›n›n yönlendirdi¤i bu uluslararas› hukuk anlay›fl›nda uluslararas› hukuk demokrasiyi savunan ülkeler aras›ndaki iflbirli¤ini gerçeklefl-


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

tiren biçimlerden biri olarak görülüyordu (Korovin, 1946: 742), “geçifl dönemi”nden ve gelece¤in “sovyetler-aras› uluslararas› hukuk”undan herhangi bir flekilde bahsedilmiyordu. 1940’lar›n Sovyet uluslararas› hukuk doktrini üzerine genel bir fikir edinmek üzere, Sergey Borisoviç Kr›lov’un Uluslararas› Hukuk Akademisi’nde verdi¤i “Kavimler Hukukunun Bafll›ca Kavramlar›” adl› dersin metni incelenebilir. Kr›lov’un dersi bir “girifl” bölümüyle bafllar, bu bölümün alt bafll›¤›n›n “uluslararas› hukukun geliflimine Ruslar›n katk›s›” olmas› anlaml›d›r. Yazar Ryurik ve Romanov hanedanlar› döneminde uluslararas› hukuka yap›lan katk›lar› inceler (1948: 411-412), böylece Çarl›k Rusya’s› ile Sovyetler Birli¤i aras›nda bir süreklilik kurarak derslerini bafllat›r. SSCB’nin Çarl›k Rusya’s›n›n halefi oldu¤u yönündeki görüfl baflka yazarlarda (örne¤in Kojevnikov’da) da görülür, SSCB’nin bu dönemde benimsedi¤i d›fl politika aç›l›mlar›n›n bir sonucudur. Böyle bir süreklili¤i 1920’lerin uluslararas› hukuk teorisyenlerinin, özellikle de Korovin’in kesin bir tav›rla reddettiklerini de eklemek gerekir. Kr›lov bu girifl bölümünden sonra “Uluslararas› hukuk kavram›”n› inceledi¤i ilk bölüme geçer ve “uluslararas› hukuk” teriminin yerine “devletleraras› hukuk” ifadesinin kullan›lmas›n›n daha yerinde oldu¤unu belirtir (1948: 415); devletleraras› hukuku çeflitli devletlerinin egemen s›n›flar›n›n aras›ndaki mücadele ve iflbirli¤inin sonuçlar›n›n sabitlenmesiyle oluflan, dünya ekonomisi üzerinde yükselen bir hukuki üstyap› olarak tan›mlar (1948: 417). Görüldü¤ü gibi V›flinskiy’nin tan›m› Kr›lov taraf›ndan aktar›lm›fl ve klasik yap›-üstyap› metaforu çerçevesine yerlefltirilerek sunulmufltur. Bu genel tan›m› “uluslararas› hukukun s›n›f karakteri”nin, dolay›s›yla burjuva karakterinin ve bu burjuva uluslararas› hukukuna Ekim Devrimi’nden sonra yap›lan katk›lar›n anlat›ld›¤› sat›rlar izler: ça¤dafl uluslararas› hukukta burjuva ö¤eler ile sosyalist devletin getirdi¤i kural ve kurumlar bir arada bulunur, SSCB burjuva uluslararas› hukukun baz› yap›lar›n› kullan›r (Kr›lov, 418-419, 433). Uluslararas› hukukun evrensel bir karaktere sahip oldu¤u söylenemez, farkl› uluslararas› hukuk alanlar›ndan bahsedilebilir (Kr›lov, 1948: 421). Yazara göre iki konuda, bar›fl›n korunmas› ve iktisadi iliflkilerin gelifltirilmesi konusunda SSCB ve di¤er devletler aras›nda iflbirli¤i mümkündür. Bu iflbirli¤inin s›n›rlar›n› çizen ise mücadele eden iki sistem (kapitalist sistem ve sosyalist sistem) aras›ndaki karfl›tl›kt›r (Kr›lov, 1948: 424). Kr›lov’un dersinin Marshall Pla-

161


162

Atefl Uslu

7 W. W. Kulski, Sovyet hukukçular›n›n bireyleri uluslararas› hukuk öznesi olarak kabul etmemesinin bafll›ca nedeni olarak, Sovyet rejiminin bireyi devlete tâbi k›lan do¤as›n› gösterir: bkz. Kulski (1955: 524). Ancak bu yaklafl›m›n fazla basitlefltirici oldu¤u söylenebilir, zira 1940’larda hemen hemen hiçbir uluslararas› hukuk teorisinde bireyler uluslararas› hukuk kiflisi olarak kabul edilmiyordu; bu durumda günümüzde de büyük bir de¤ifliklik olmam›flt›r.

n› ve Jdanov Doktrini ile ayn› ba¤lamda yap›ld›¤› düflünülürse bu sat›rlar anlam kazan›r: SSCB ve ABD çevresindeki kutuplaflma 1947’de belirginleflmifltir, Kr›lov’un dersinde de bu kutuplaflman›n izleri görülmektedir. Dersin ikinci bölümü “uluslararas› hukukun kaynaklar›”na ayr›lm›flt›r, en önemli uluslararas› hukuk kayna¤› uluslararas› anlaflmalard›r. Kr›lov’un bu saptamas› Kr›lov’un 1920’lerdeki çal›flmalar›nda uluslararas› anlaflmalara verdi¤i önemle karfl›laflt›r›labilir, ancak iki teori aras›nda belirgin bir farkl›l›k göze çarpar: Korovin baflta ezilen uluslar olmak üzere devlet-d›fl› unsurlar› da uluslararas› hukuk öznesi olarak, dolay›s›yla da anlaflman›n taraf› olarak ele almaktad›r, uluslararas› hukuku devletleraras› hukukla özdefl gören Kr›lov’un ise böyle bir tutumu benimsemesi mümkün de¤ildir. Yazar›n devlet-merkezcili¤i derslerin son bölümünde en belirgin flekliyle ortaya ç›kar: bu bölümde “uluslararas› hukukun öznesi olarak devlet” incelenmektedir. Yazar, devletin tek uluslararas› hukuk öznesi oldu¤u yönündeki tezini ›srarla savunur, uluslararas› hukuk özneleri konusunda temel ald›¤› kurallar› s›ralar. Buna göre tüm devletler uluslararas› hukukun özneleridir; gerçek kifliler, iç hukukun tüzel kiflileri ve uluslararas› örgütlenmeler ise uluslararas› hukuk öznesi de¤ildir7. Federe devletlerin hukuki statüsü konusunda ise Sovyet hukuk teorisi yerleflik uluslararas› hukuk teorilerinden ayr›l›r: federe Sovyet cumhuriyetleri uluslararas› hukuk öznesidir (Kr›lov, 1948: 458), zira 1 flubat 1944’te SSCB Yüksek Sovyet’inin kabul etti¤i bir kanun uyar›nca federe devletlerin yabanc› devletlerle do¤rudan iliflkiler kurma yetkisi vard›r. Bu yetki daha sonra anayasal güvence alt›na al›nm›flt›r (SSCB Anayasas›, md. 18a; David [1954] içinde). Uluslar›n kendi kaderini tayin hakk› konusunda ise Kr›lov flu de¤erlendirmelere yer verir: “bir ulus, yaln›zca kurulu bir devlet ya da oluflum halinde bir devlet haline geldi¤inde uluslararas› hukuk öznesi olarak kabul edilebilir” (1948: 449). Bu saptamalar Sovyet uluslararas› hukuk teorisinin bir di¤er önemli isminin, Korovin’in ayn› dönemde öne sürdü¤ü görüfllerden belirgin bir flekilde ayr›l›r: Korovin’e göre 2. Dünya Savafl› devletin tek uluslararas› hukuk öznesi oldu¤u yönündeki genel görüfle darbe indirmifltir. ‹flçi s›n›f›n›n savafltaki rolü bu durumun en önemli göstergesidir; bu durumda küçük ve etkisiz devletler uluslararas› hukuk öznesi say›l›rken 65.000.000 üyesi olan Dünya Sendikalar Federasyonu’nun özne olarak kabul edilmemesi yersizdir (Koro-


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

vin, 1946: 745). Görüldü¤ü gibi, Korovin bu tezlerinde 1920’lerde gelifltirdi¤i uluslararas› hukuk teorisinin ilkelerini savunmaya devam etmektedir. Kr›lov’un uluslararas› hukuk özneleri üzerine de¤erlendirmelerini “büyük güçler” üzerine ilginç bir bölüm izler. Yazara göre tüm egemen devletler uluslararas› hukuk öznesi olarak eflit kabul edilir, ancak bu ilkesel eflitli¤e ra¤men ülkeler aras›ndaki siyasi ve ekonomik eflitsizlikler, farkl› devletler aras›nda ayr›m yap›lmas›n› gerektirir. Böylece Kr›lov “büyük güçler” kavram›n› uluslararas› hukuk çerçevesinde inceler: “Nazi Almanya’s›, Faflist ‹talya ve emperyalist Japonya’n›n y›k›lmas›ndan sonra yaln›zca 5 büyük güç kalm›flt›r: SSCB, ABD, Büyük Britanya, Fransa ve Çin” (1948: 453). Sözkonusu güçlerin uluslararas› hukukta sahip oldu¤u rolün temelinde, dünya bar›fl›n› ve güvenli¤ini koruma konusundaki sorumluluklar› bulunur (1948: 454). Bu tablonun Birleflmifl Milletler Güvenlik Konseyi’nin tafl›d›¤› rolünü yans›tt›¤› söylenebilir: yazar›n sayd›¤› ülkelerden ilk dördü Birleflmifl Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesidir8. Korovin’in de savafltan hemen sonra yapt›¤› çal›flmalarda benzer bir tezi savundu¤u görülür: yazara göre “Almanya ve Japonya gibi en sald›rgan uluslar›n egemenli¤inin önemli ölçüde s›n›rlanmas› gerekli hale gelmifltir”; bu konuda güvenceyi sa¤layacak olan ise dört müttefik ülkedir (1946: 744). Bunun yan›nda, Kr›lov Birleflmifl Milletler fiart›’n›n 25. maddesinin bar›fl›n ve güvenli¤in korunmas› aç›s›ndan son derece önemli oldu¤unu belirtir (1948: 462); bu madde ise Birleflmifl Milletler’e üye ülkelerin Güvenlik Konseyi kararlar›n› kabul edip uygulamak zorunda olduklar› yönündeki tek bir hükümden ibarettir. Kr›lov’un teorisine temel oluflturan mant›k gayet basittir: ulus-devlet sistemi sosyalizmin kurulmas› için bir engel de¤ildir, aksine, sosyalizmin kurulmas› ve sürdürülmesi, var olan devlet sisteminin bekas›na ba¤l›d›r.

2. “Bar›fl ‹çinde Bir Arada Yaflama” ve Uluslararas› Hukuk Stalin döneminde yerlefliklik kazanan d›fl politika anlay›fl› ve bu anlay›fla tekabül eden uluslararas› hukuk teorisi, Stalin’in ölümünden sonra de¤iflikli¤e u¤rad›. Bu de¤iflikliklerin resmi bir flekilde yap›ld›¤› tarih 1956 olarak tespit edilebilir: 1956’da yap›lan SBKP 20. Kongre’sine sundu¤u gizli raporda parti birinci sekreteri Nikita Khruflçev, Stalin döneminin “kifli kültü”ne ve bask›c› uygulamalar›na elefltiri getiriyor (1991), böylece SSCB’de “Sta-

163

8 Çin de Güvenlik Konseyi’ne 1971’de daimi üye olarak kat›lm›flt›r.


164

Atefl Uslu

9 Tunkin’in görüflleri yeni resmi görüfl olarak kabul edilmekte gecikmemifltir: Kr›lov’dan 11 y›l sonra, 1958’de Uluslararas› Hukuk Akademisi’nde Sovyet uluslararas› hukuk doktrinini anlatan ve “Bar›fl ‹çinde Bir Arada Yaflama ve Uluslararas› Hukuk” bafll›kl› bir ders veren de Tunkin olmufltur.

lin’sizleflme” (de-stalinizasyon) dönemini bafllat›yordu. Yeni dönemin d›fl politika alan›ndaki aç›l›m›n› ise “bar›fl içinde bir arada yaflama” ilkesi karakterize ediyordu: 1970’lere kadar geçerli olacak olan bu ilkeye göre sosyalist sistem ve kapitalist sistem uluslararas› alanda bir arada varl›klar›n› devam ettirebilir, baz› alanlarda iflbirli¤i yapabilirlerdi. Bu ilkenin Stalin döneminin d›fl politika aç›l›mlar›yla tam anlam›yla karfl›t oldu¤u söylenemez; 1956 öncesi ve sonras›n›n d›fl politika anlay›fllar› aras›nda belirgin bir süreklilik vard›r. Edward McWhinney bu süreklili¤e örnek olarak Kr›lov’un Uluslararas› Hukuk Akademisi’nde verdi¤i derste öne sürdü¤ü tezlerle “bar›fl içinde bir arada yaflama” ilkesinin temel tezlerinin benzerli¤ini gösterir: her iki durumda da farkl› sistemlerin varl›klar›n› sürdürmeleri ve iflbirli¤i yapmalar› sözkonusudur (McWhinney, 1962: 952). “Bar›fl içinde bir arada yaflama” y›llar›n›n uluslararas› hukuk teorisyenleri, Lambert Shumbusho’nun ayr›m› izlenerek, iki grupta toplanabilir. ‹lk gruptaki yazarlar “sert çizgi”yi benimsemifltir; bu yazarlara göre bar›fl içinde bir arada yaflama proleter enternasyonalizminin, dünya devrimin gerçekleflmesini kamufle etmek için ortaya konmufl bir ilkedir. Bu dönemde eser vermeye devam eden Korovin bu çizginin en önemli temsilcisidir (Shumbusho, 1999: 118). ‹kinci grubun en önemli ismi ise Grigoriy ‹. Tunkin’dir; bu gruba dahil olan hukukçular kapitalist sisteme dahil ülkelerce çevrelenmifl olan sosyalist ülkelerin varl›¤›n› koruyabilmesinin öneminin alt›n› çizerler: bunun yolu “dünya devrimi”nden de¤il, statükonun korunmas›ndan (Nguyen vd., 1994: 81), bar›fl içinde bir arada yaflama koflullar›n›n yerine getirilmesinden geçer. ‹kinci grubun görüflleri Sovyet d›fl politikas›n›n yöneliflleri için elveriflli bir hukuki çerçeve sunmufltur9. Shumbusho 1. gruptaki yazarlar› “ortodoks Stalinist” olarak adland›r›r, ancak bu niteleme yerinde de¤ildir, zira bar›fl içinde bir arada yaflama mant›¤›n› kal›c› bir ilke olarak kabul eden 2. grup yazarlar›n görüflleri “tek ülkede sosyalizm” teziyle belirgin bir süreklilik gösterir. Görüldü¤ü gibi, 1956 sonras›n›n merkezi terimi “bar›fl içinde bir arada yaflama”d›r. Bar›fl içinde olup bir arada yaflayanlar devletlerdir; s›n›flardan ya da ulusal kurtulufl hareketlerinden uluslararas› hukuk çerçevesinde bahsedilmez. Bar›fl içinde bir arada yaflama durumunun geçicili¤i üzerine de her hangi bir vurgu yoktur, bu bak›mdan bu dönemin teorileri 1920’lerin “geçici uzlaflma” teorilerinden radikal bir flekilde ayr›l›r; art›k var olan ulus-devlet sisteminin mutlaklaflt›r›ld›¤› bir uluslararas› hukuk


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

teorisi söz konusudur. Tunkin uluslararas› hukukun “tek”li¤inden söz eder: Rapoport’un 1930’larda ve Korovin’in son dönemde savundu¤u tezin aksine “sosyalist uluslararas› hukuk” ve “kapitalist uluslararas› hukuk”tan bahsedilemez; uluslararas› hukuk devletlerin aras›ndaki iliflkileri düzenleyen normlar bütünüdür, bu iliflkiler de devletlerin toplumsal sistemlerinden ba¤›ms›z olarak geliflir (Shumbusho, 1999: 119). Baflka bir ifadeyle, uluslararas› hukukun düzenledi¤i alan s›n›fsal-toplumsal içerikten ba¤›ms›z, nötr bir aland›r. Böylece Sovyet uluslararas› hukuk teorisi di¤er toplumsal biçimler gibi hukuku da maddi-s›n›fsal temelleriyle de¤erlendiren Marksist yöntemle çeliflkiye düfler10. Bu durum devlet-merkezcili¤in mant›ksal bir uzant›s›d›r: klasik burjuva siyasi-hukuki düflüncesinde devlet s›n›fsal bölünmelerin üstünde bir kurum olarak düflünülür, dolay›s›yla devletler aras›ndaki iliflkiler alan› da s›n›fsal yap›lar›n üstünde olacakt›r. Bar›fl içinde bir arada yaflama döneminin Sovyet uluslararas› hukuk teorisi de uluslararas› hukuku s›n›f-d›fl› bir alanda de¤erlendirerek klasik uluslararas› hukuk teorilerini yeniden üretmektedir. Tunkin’in uluslararas› hukuku tan›mlarken “egemen s›n›flar›n ç›kar›n› yans›tan kurallar bütünü” ibaresini eklemesi de (akt. McWhinney, 1962: 963) yüzeysel bir tespit olarak kal›r; bar›fl içinde bir arada yaflama döneminin Sovyet hukukçular› uluslararas› hukuku nesnel bir temele yerlefltirilmeye çal›flm›fllarsa da, bu çaba devletmerkezci çözümleme yönteminin ortaya koydu¤u s›n›rlarla karfl›laflm›flt›r. Örne¤in uluslararas› hukukun dayand›¤› nesnel temelin üretici güçlerin geliflmesi oldu¤u belirtilmifltir: uluslararas› iflbölümünde meydana gelen ilerlemeler ülkeler aras›ndaki iliflki ve ba¤lar›n artmas›na neden olmufltur, devletler aras› iliflkileri hukuki normlarla düzenleme gereklili¤i ve imkân› da bu durumdan kaynaklanm›flt›r. Ancak, Tunkin, bu uluslararas› alana etki yapan esas etkenin “ulusal sistemler ve onlar›n üstyap›lar›” oldu¤u sonucuna var›r (Nguyen, 1994: 107), baflka bir deyiflle, uluslararas› hukukun düzenledi¤i alanda devletler üzerine kurulu olduklar› toplumsal yap›dan özerk olarak iliflki içine girer. 1962’yi izleyen y›llarda bafllayan ve Brejnev döneminde devam eden “Yumuflama” (Detant) sürecinde bar›fl içinde bir arada yaflama ilkesinin önemi daha da artm›flt›r. “Bar›fl ‹çinde Bir Arada Yaflama’n›n alt›n ça¤›” (Shumbusho, 1999: 122) olarak nitelenebilecek olan bu dönemin koflullar›na uygun bir teori ortaya koymaya çaba gösteren Tunkin 1970’de yeni bir kitap yay›mlad›. Uluslararas› Hukuk Teorisi Sorunlar› (Vopros› Teoriy Mej-

165

10 McWhinney benzer bir çeliflki içinde olan 1930’lar›n Paflukanis’inin sözkonusu çeliflkiyi içerik ve biçim aras›nda yapt›¤› ayr›mla çözdü¤ünü belirtir. Bkz. McWhinney (1962: 960-961).


166

Atefl Uslu

11 Modernite, ulusdevlet, pozitivizm ve uluslararas› hukuk teorisi aras›ndaki iliflki için bkz. Akal (2002).

dunarodnogo Prava) bafll›¤›n› tafl›yan bu kitapta bir kez daha uluslararas› hukukun evrenselli¤inin alt›n› çiziyor, bar›fl içinde bir arada yaflama ilkesinin de uluslararas› hukuk gibi evrensel bir ilke oldu¤unu belirtiyordu (Shumbusho, 1999: 126). Ancak bu kitapta farkl› toplumsal sistemlere göre uluslararas› hukuk uygulamalar›n›n farkl›l›k gösterebilece¤i kabul edilmiflti: örne¤in gerek sosyalist devletler, gerekse emperyalist devletler “egemenlik” ilkesine sayg› duyuyordu, bu bak›mdan uluslararas› hukuk “tek” idi. Bu “sayg›”n›n iki sistemde ayn› flekilde ortaya konmas› ise mümkün de¤ildi: “bir di¤er devletin iç ifllerine kar›flmama” yönündeki uluslararas› hukuk kural› sosyalist devletler ve kapitalist devletler aras›ndaki iliflkilerde uygulanabilirdi, sosyalist blok ülkeleri aras›ndaki iliflkilerde farkl› bir biçim almak zorundayd›. Brejnev döneminin “s›n›rl› egemenlik” kavram› böylece hukuki bir çerçeveye yerlefltiriliyordu: bir sosyalist devletin sosyalizmin korunmas› amac›yla, “proleter enternasyonalizmi” ad›na bir di¤er sosyalist devletin egemenlik alan›na müdahale etmesi mümkündü. 1956’da Macaristan’a ve 1968’de Çekoslovakya’ya yap›lan müdahaleler de bu yönde ad›mlar olarak anlafl›lmal›yd› (Hazard, 1971: 145-146).

Sonuç 1917’den 1985’e uzanan dönemde SSCB’de uluslararas› hukuk teorilerinin geliflimi incelendi¤inde Sovyet doktrininde ço¤unlukla iradeci-öznelci uluslararas› hukuk tezlerinin benimsendi¤i görülür (Nguyen, 1994: 107). Nesnelci teoriler özneyi kavramak için gerçek d›fl dünyadan yola ç›karlar. Öznelci tezlerde ise tam aksine, d›fl dünya egemen özneden yola ç›k›larak anlamland›r›l›r (Kelsen, 1962. 449-450); bunun uluslararas› alandaki karfl›l›¤› ise uluslararas› hukuk kurallar›n›n ulus-devletin iradesinin ürünü olarak ortaya ç›kt›¤› yönündeki görüfltür. Bu noktada iradecilik ve öznelcilik hukuki pozitivizm ile birleflir: hukuki pozitivizmin uluslararas› hukuk anlay›fl›na göre hukuk devlet iradesi üzerine kuruludur; bu durumda nesnel, devlet iradesine d›flsal uluslararas› hukuk kurallar›ndan bahsetmek yersizdir. Pozitivizm dünyevi olana gönderme yapar, kapitalizm ve modernite üzerinde yükselir11. Modern-kapitalist dünyada bireyin yal›t›k-yaln›z durumu özel alan-kamusal alan ayr›l›¤›n› mutlaklaflt›r›r; bireylerin siyasi yetkileri kendilerine d›flsal bir siyasi örgütlenme biçimine, devlete devredilir. Böylece siyasi ve hukuki alanda dünyevi bir odak -devlet- “tek” özne haline gelir, kendi iradesi d›fl›ndaki nesnel/do-


Sovyet Hukuk Doktrininde Uluslararas› Hukuk Teorileri

¤al kurallardan ba¤›ms›z olarak ifllem yapar; meflruiyetini de ne kendine d›flsal kurallardan, ne de egemenli¤i alt›ndaki gerçek tekil bireylerden al›r: meflruiyet kayna¤› bireylerden yap›lm›fl bir hukuki soyutlamad›r: ulus. Pozitivizmin modern-kapitalist devlet için anlam› da bu noktada ortaya ç›kar: dünyevi alan› merkez alarak insan iradesi d›fl›ndaki meflruiyet odaklar›n› d›fllayan pozitivizm ulus-devlet için elveriflli bir hukuki konumlan›flt›r. Sovyetler Birli¤i’nde sosyalizm kapitalizmden (dolay›s›yla moderniteden) devral›nan yap›lar›n üzerinde infla edilmifltir, böyle bir ba¤lamda hukuk teorisinin de bu yap›lar›n kavramsalkurumsal çerçevesinden yola ç›k›larak oluflturulmas›, Sovyet hukuk teorisine yön verenin hukuki pozitivizm olmas› ola¤and›r: kapitalizm öncesinin toplumsal-düflünsel yap›s›n› temel alan do¤al hukuk okulunun tezlerinin Sovyet hukukçular› taraf›ndan benimsenmesi beklenemez.12 Ancak Sovyet doktrini uluslararas› hukuk teorisi alan›nda kapitalizmin, burjuva düflüncesinin hukuki çerçevesini ç›k›fl noktas› olarak ele almakla yetinmemifl, devleti merkeze alan çözümleme yöntemine mutlakl›k atfetmifl, burjuva düflüncesini aflma perspektifini bir kenara b›rakm›flt›r. Sovyetler Birli¤i’nin reel politika alan›ndaki konumlan›fllar›n›n bu durumda etkili oldu¤u öne sürülebilir; ancak bu reel politika belirli bir (ya da birkaç) ülkenin siyasi rejiminin bekas›n› sa¤layan siyasi tasarruflara indirgendi¤i ölçüde bir sosyalist politika olmaktan uzaklaflm›flt›r. Kapitalizmin bir bütün olarak afl›lmas› geri plana at›lm›fl; bu durum uluslararas› hukuk teorilerinin gelifliminde belirgin olarak ortaya ç›kmaktad›r.n

167

12 Bununla birlikte Marksizmin hukuki alanda aç›l›m›n›n yaln›zca pozitivist teoriyle s›n›rl› oldu¤u düflünülmemelidir. Ernst Bloch Naturrecht und menschliche Würde (Do¤al Hukuk ve ‹nsan Haysiyeti) adl› kitab›nda Marksizm ve do¤al hukukun iliflkilendirilmesi yönünde bir çal›flma yapm›flt›r. Bkz. Bloch (1988).


168

Atefl Uslu

Kaynaklar Akal C. B. (2003) Modern Düflüncenin Do¤uflu: ‹spanyol Alt›n Ça¤›, Ankara: Dost Kitabevi. Akkaya Y. (2002) “Subotniklerden Stahanovistlere Sovyetler Birli¤i’nde Emek Süreçleri (Gotha Program›’n›n Elefltirisi Anti-Dühring’e Karfl›)”, Praksis (8): 189-226. Aktükün ‹. (1995) SSCB’den BDT’ye Nas›l Var›ld›: Marksist Bir Tahlil ‹çin Saptamalar, ‹stanbul: Sorun. Bloch (1988) Natural Law and Human Dignity, Massachusetts: MIT Press. Calvez J.-Y. (1953) Droit international et souveraineté en U.R.S.S. : L'évolution de l'idéologie juridique soviétique depuis la Révolution d'Octobre, Paris: Armand Colin. Carr E. H. (1985) The Bolshevik Revolution 1917-1923 (Volume 3), New York: Norton. Carr E. H. (2002) Bolflevik Devrimi 1917-1923 (Cilt 1), çev. O. Suda, ‹stanbul: Metis. Çulhao¤lu M. (2002) “21. Yüzy›l Efli¤inde Sosyalizm: Tarihsel Geçmifl ve Gelecek”, Do¤ruda Durman›n Felsefesi (2. cilt) içinde, ‹stanbul: YGS, 723-755. David R. (1954) Le droit soviétique - Tome I : Les données fondamentales du droit soviétique, Paris: LGDJ. Deutscher I. (1949) Stalin: A Political Biography, London: Oxford University. Hazard J. N. (1938) “Cleansing Soviet International Law of Anti-Marxist Theories”, The American Journal of International Law 32(2): 244-252. Hazard J. N. (1971) “Renewed Emphasis Upon a Socialist International Law”, The American Journal of International Law 65(1): 142-148. Karahano¤ullar› O. (2002) “Marksizm ve Hukuk”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 57(2): 61-92. Karahano¤ullar› O. (2002a) “Çevirmenin Önsözü”, E. B. Pa_ukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm içinde, ‹stanbul: Birikim, 7-12. Kelsen H. (1962) Théorie pure du droit, çev. Ch. Eisenmann, Paris: Dalloz. Korovin E. A. (1946) “The Second World War and International Law”, The American Journal of International Law 40(4): 742-755. Khruflçev [Kruflçev], N. S. (1991) XX. Kongre Gizli Raporu: Kifli Kültüne Karfl›, çev. A. Fethi, ‹stanbul: Pencere. Kr›lov [Krylov], S. B. (1948) “Les notions principales du droit des gens (La doctrine soviétique du droit international)”, Académie de Droit International: Recueil des Cours 70(1947/1) içinde, Paris: Sirey, 407476. Kulski, W. W. (1955) “The Soviet Interpretation of International Law”, The American Journal of International Law 49(4): 518-534. Küçük Y. (1991) Sovyetler Birli¤i’nde Sosyalizmin Çözülüflü, ‹stanbul: Tekin. Lapenna I. (1954) Conceptions soviétiques de droit international public, Paris: Pédone. Lenin V. ‹. (1975) “The State and Revolution”, Selected Works in Three Volumes (Volume 2) içinde, Moskova: Progress, 238-327. Marx K (1988) “Randglossen zum Programm der deutschen Arbeiterpartei”, Marx K. ve F. Engels, Ausgewählte Schriften in zwei Bänden (Band II) içinde, Berlin: Dietz, 18-37. McWhinney E. (1962) “ ‘Peaceful Co-existence’ and Soviet-Western International Law”, The American Journal of International Law 56(4): 951-970. Nguyen Q. D. vd. (1994) Droit international public, Paris: LGDJ. Paflukanis [Pa_ukanis] E. B. (2002) Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, çev. O. Karahano¤ullar›, ‹stanbul: Birikim. Schlesinger R. (1974) Marksizm ve Sovyet Hukuk Teorisi, çev. M. Aktan, ‹stanbul: Sinan. Shumbusho L. (1999) Les transformations de la conception russe du droit international: De la Russie tsariste à la Russie contemporaine, Doktora Tezi, Neuchâtel: Neuchâtel Üniversitesi, Hukuk ve ‹ktisadi Bilimler Fakültesi. Souvarine, B. (1985) Staline: Aperçu historique du bolchévisme, Paris: Gérard Lebovici. Stalin, I. V. (1976) “Report to the Eighteenth Congress of the C.P.S.U.(B.) on the Work of the Central Committee”, Problems of Leninism içinde, Pekin: Foreign Languages Press, 874-942.


Praksis 11

| Sayfa: 169-190

Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi Hakan Günefl slo Bar›fl Süreci birkaç etaptan geçerek taraflar› tam anlaflman›n efli¤ine getirmiflken yeniden ç›kmaza -halen sürmekte olan- ‹kinci ‹ntifada dönemine girildi. ‹kinci ‹ntifada dördüncü y›l›n› sürdürürken ‹srail’de Hükümet de¤iflti. ‹flçi Partisi Lideri Ehud Barak’›n yerine gelen Ariel fiaron ikinci kez de seçilmeyi baflard› ve 11 Eylül’ün yaratt›¤› uluslararas› ortam› kendi lehine sonuna dek kulland›. fiimdi ABD bir kez daha devrede ve yeni bir “Yol Haritas›” ile “görüflmelere” yol gösteriyor. Filistin mücadelesinde baz› konular s›radanl›kla ve sorgulanmazl›kla ayn› anlama gelecek flekilde bask›nl›k kazand›. Bunlar›n bafl›nda sivilleri hedef alan intihar sald›r›lar› geliyor. Bu eylemlerin hakl›l›¤›, terör s›fat›yla nitelendirilip nitelendirilemeyece¤i maalesef tart›fl›lan konular aras›nda. Sol da bundan pek azade görünmüyor. Oysa Marksist ya da Marksist yönelimli sol hareketin –k›r ve kent gerilla hareketleri dahil- 150 y›ll›k tarihinde ortaya konan pratikte fliddetin niteli¤i ve biçimi Filistin’deki anlay›fla onay verme flans› tan›maz. Belki daha da önemlisi e¤er yak›n ya da orta vadede bir bar›fl olana¤› aranacaksa ve e¤er bu ‹sraillilerin topyekun Filistin’den sökülüp at›lmas› plan› d›fl›nda bir seçenekle gerçeklefltirilecekse, o zaman iki taraf›n ortak-eflgüdümlü bir bar›fl plan› yaratmaktan baflka seçene¤i yok. Filistin sorununa bakarken bar›fl, bir arada yaflama ve sosyalizm için mücadele edenleri, bu amaçlara uygun davrananlar› ve davran›fllar› ay›rt edebilmek son derece önemli. Geçti¤imiz dönemde bar›fl sürecini t›kayan anlaflmazl›k iki ana konu etraf›nda dü¤ümlenmiflti. Birinci konu Kudüs’ün

O


170

Hakan Günefl

statüsü ve taksimi ikinci sorun ise Filistinli mültecilerin dönüfl hakk› meselesi idi. Bugün Ariel fiaron’un bu iki maddeden daha fazla konuda uzlaflmazl›k gösterdi¤i bir gerçek. Ancak terk edilen bar›fl masas›nda bu iki temel sorunun kalmas› ve iki tarafta da bar›fl yanl›lar›n›n dahi bu konularda mutabakat sa¤layamamalar› bu konulara dikkat çekmemizi gerekli k›l›yor. Çünkü yeniden bar›fl seçene¤ini güçlü k›lmak için özellikle bu iki konuda inand›r›c› ama daha önemlisi iki taraf›n sol güçlerinin mutab›k olabilece¤i bir yaklafl›m flartt›r. Konuyu daha çok uluslararas› (ABD’nin bölge politikas›) ve bölgesel dinamikler eflli¤indeki analizlerden okuyan ve ö¤renen Türkiye akademisi ve solundan bu konuda bir nebze ayr›larak ‹srail ve Filistin toplumsal gerçekliklerine, siyaset sosyolojilerine bakarak, günümüz çat›flma ve bar›fl dinamiklerini aç›klamaya çal›flaca¤›z. Odak noktam›z yüzeyde süren savafl› derinden belirleyen bir baflka savafl; demografya savafl› olacak. ‹ster iki tarafl› (federal) isterse iki toplumlu üniter bir Filistin(/‹srail) devleti hayali kurulsun her durumda iki toplumun solu ve bar›fl yanl›lar› bu konuda yeni bir formülasyon gelifltirmek durumundalar. Bu konudaki yaklafl›mlar›n analizine geçmeden demografya savafl› ve bu savafl›n özellikle ‹srail cenah›ndaki tarihsel seyrini anlamam›z yararl› olabilir ve bu bak›mdan bar›fl görüflmelerindeki yaklafl›mlar›n izsürümleri, konunun tarihsel ve güncel boyutlar› aras›ndaki ba¤lar› kurmam›za yard›mc› olabilir. K›saca ifade etmek gerekirse demografya savafl› diye adland›rd›¤›m›z olgunun iki boyutu vard›r. Birinci boyut ‹srail Devleti’nin kendi varl›k koflulu sayd›¤› ülke içindeki Yahudi ço¤unlu¤u koruma anlay›fl› ile, ikinci boyut ise Filistinli Araplar›n dönüfl hakk›n› kullanmak konusundaki dirençleriyle ilgilidir. Bu iki boyutun ele al›nmas› ile birlikte ortaya koyaca¤›m›z bir tez ifllenecektir: Bir Yahudi devleti olarak kurulan ve Siyonist ideolojinin devletin anayasal temelini oluflturdu¤u ‹srail’in kendi içindeki Arap nüfusun art›fl oran› konusunda dahi tahammüllü davranmad›¤› gerçe¤i ile, elli y›ld›r mülteci kamplar›nda ve diasporada bir gün dönüfl ümidi ile yaflayan ve bu haklar›ndan vazgeçmeyi düflünmeyen Filistinli mültecilerin durumu aras›nda uzlaflmaz bir çeliflki mevcuttur. Bu çeliflki, önümüzdeki dönem yeniden bir gerçekçi bir bar›fl sürecine girildi¤inde Bar›fl Sürecinin tümüyle t›kanmas›, ya da daha ileri giderek, k›smi ya da bölgesel bir savafl›n meydana gelmesi ihtimalinin en önemli etmenini oluflturacakt›r. Dolay›s›yla Filistin devletinin kurulmas› dahi Filistin sorunu-


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

nun ancak bir k›sm›n› çözecek, savafl ve gerilim sürmeye devam edecektir. Bize göre fiaron’un ördü¤ü duvar demografya savafl›nda ‹srail devletinin kale s›n›rlar›n› fiilen belirleme amac›ndad›r. ‹srail “Kale”yi ördükten sonra s›n›rl› egemenlik alan› b›rak›lan bir Filistin devletini yeniden konuflmaya bafllayacakt›r. ‹srail için kabul edilmez olan zay›f bir Filistin devletinin kurulmas› de¤il, 1967 s›n›rlar› ötesinde oluflturulan yerleflimlerin büyük k›sm›n› vermeksizin kendi s›n›rlar› içindeki nüfus a¤›rl›¤›n› zedeleyecek tekliflerdir. Bu tekliflerin bafl›nda da flüphesiz Filistinli mültecilerin yurtlar›na geri dönüfl hakk› gelmektedir. Geçti¤imiz dönemde Bar›fl Süreci Kudüs’ün statüsü ve Filistin devletinin ilan› gibi yine önemli olan bir konudan de¤il, mültecilerin dönüfl hakk› konusundaki anlaflmazl›ktan t›kanm›flt›. Di¤er bafll›klardaki t›kanma er ya da geç afl›labilme olanaklar›na sahipken mültecilerin talepleri ile ‹srail devletinin kendi içinde yek vücut savundu¤u Yahudi bir ‹srail tezi aras›ndaki uzlaflmaz çeliflki, ancak mültecilerin taleplerinden çeflitli biçimlerde ve tedrici olarak vazgeçirilmeleri durumunda savafl ya da benzeri bir çat›flmaya vard›r›lmadan sonuçland›r›labilecekti. Bu arada bir parantez açarak, sürecin bir savafl boyutuna t›rmanma ihtimalinin, uluslararas› ve bölgesel konjonktür nedeniyle zay›f bir olas›l›k olmakla birlikte, Filistinlilerin dönüfl hakk›ndan vazgeçirilmeleri olas›l›¤›n›n da son derece zay›f oldu¤unu belirtelim. ‹srail-Filistin Bar›fl Süreci ‹srail ve Filistin d›fl›nda di¤er Arap devletleri ve uluslararas› güçlerin etkilendi¤i ve etkiledi¤i bir süreçtir. Bu süreç yine hem Filistin hem de ‹srail iç politikas›n›n birinci gündemi olarak ülkeler içindeki iç siyasal rekabetin zemini ve taktik bir arac› olarak da anlam tafl›r. Bu nedenlerle ‹srail-Filistin bar›fl görüflmelerinin bir maddesi ya da tümü üzerinde yap›lacak bir analiz tek bir boyuta gere¤inden fazla önem atfetmemelidir. Örne¤in bütün süreci de¤iflmeyen bir sa¤ Siyonist politikan›n oyun alan› olarak yorumlamak, ya da her fleyi ABD’nin planlad›¤›n› söylemek çok etmenli bu sorunu gerçekten indirgemek anlam›na gelir. Bu nedenle yaz›, her ne kadar Bar›fl Sürecinin yaln›zca belli bir bafll›¤›na odaklan›yor ise de sorunun görünen ve iddia edilen söylemlerinden çok arkas›nda yatan sosyal belirleyicilerine baflvuruyor. Baflka bir deyiflle ‹srail politikas› denirken ‹srail’deki “A” ya da “B” partisinin de¤il ‹srail’in devlet politikas› haline gelmifl siyaseti kastediliyor. Ayn› flekilde Filistinli mülteciler derken de mülteciler toplulu¤unun art›k gelenekselleflmifl, yerleflik hale gelmifl durum, de¤er ve bak›fllar›n› vermeye

171


172

Hakan Günefl

çal›fl›l›yor. Önem tafl›yan tikel görüfl ve durumlar ise daha çok uçlar›n s›n›rlar›n› tespit etmede kullan›lm›flt›r. Örne¤in ‹srail’deki bar›fl yanl›s› hareketin sözcülerinin söyledikleri ‹srail’in resmi politikas›n›n emareleri olarak de¤il, ancak ‹srail politikas›n›n esneme s›n›r›n› tayin için gündeme getirilmifltir. Çal›flman›n birinci bölümünde konunun güncel ba¤lam› ortaya konuluyor. ‹srail ve Filistin taraflar›n›n mülteciler sorunu konusundaki tutumu ABD’nin getirdi¤i öneriye verdikleri reaksiyonlar etraf›nda ele al›n›yor. Bu bafll›kta Arap ülkelerinin konuya yaklafl›m› ile ‹srail ve Filistin taraflar›n›n iç ayr›mlar›na da, konuyu etkileme oranlar› ölçüsünde da k›smen de¤iniliyor. Sorunun genel bir panoramas›n› çizen ilk bölümün ard›ndan ‹srail taraf›n›n uzlaflmaz tutumun tarihsel geri plan› 1948 öncesi Siyonist nüfus politikas› ile anlafl›l›r k›l›nmaya çal›fl›l›yor. Bu geri plan Siyonizm’in ‹srail’in mevcut siyasal tutumunu belirleyen ana paradigma olmas› itibar›yla önem tafl›yor. Ard›ndan sorunun di¤er taraf›na geçilerek 1948 sonras›nda topraklar›ndan sürülen Filistinli diasporan›n oluflturdu¤u toplam nüfus, ülke da¤›l›mlar› , yaflam koflullar› ve dönüfl hakk›na bak›fllar› ile birlikte resmedilmeye çal›fl›l›yor. Bu k›s›mlar› uluslararas› sözleflmelerde Filistinlerin dönüfl hakk›n›n nas›l ele al›nd›¤› ve bugünkü tart›flmalara dayanak yap›lan BM kararlar›n›n neler söyledi¤ini anlatan bir bölüm izliyor. Bu bölümde de 1967 sonras›nda ABD ve SSCB’nin konuya yaklafl›mlar› bugünkü yaklafl›mlarla k›yaslanarak ele al›n›yor. Filistinli mültecilerin bugünkü tutumuna ›fl›k tutan tarihsel geçmiflin ele al›nmas›n›n ard›ndan, çal›flmam›z ‹srail Devleti’nin kuruluflundan itibaren kendi içinde yürüttü¤ü nüfus politikas›na odaklan›yor. Bu bölümde ortaya konan veriler ‹srail’in kendi devlet alg›s› ve bu alg›n›n bar›fl görüflmelerinde mülteciler sorununu nas›l etkiledi¤i sorusuyla çözümlenmeye çal›fl›l›yor. Son olarak sonuç bölümünde, aç›klanan ikili boyutun girifl bölümündeki “uzlaflmaz yaklafl›mlar” tezi etraf›nda genel bir de¤erlendirilmesi yap›l›yor. Sonuç bölümü, güncel geliflmeleri de¤erlendirmekle birlikte spekülatif tart›flmalar› kapsamaktan uzak durmaya çal›flarak temel ç›kar›mlara ulaflmaya çal›fl›yor.

Sorunun Güncel Ba¤lam› 2001 y›l›n›n ilk uluslararas› gündemi 2000 y›l›n sonbahar›nda kopan ve artan fliddet koflullar›nda devam› zorlaflan ‹srail-Filistin Bar›fl Sürecinin devam›n›n sa¤lanmas› idi. 1993 y›l›nda Oslo’da var›lan anlaflman›n öngördü¤ü 5 y›ll›k geçifl sürecinin sonuna ge-


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

linmifl ancak Filistinlilerin temel anlaflmazl›k konular›nda yol al›namaz hale gelmiflti. ‹kinci ‹ntifada olarak adland›r›lacak olaylar, ‹srailli sa¤c› lider Ariel fiaron’un Mescid-i Aksa’ya yapt›¤› provokatif ziyaretin ard›ndan bafllam›fl olsa da iki taraf›n yaklafl›k 8 y›l aradan sonra yeniden bu kadar fliddetli bir biçimde karfl› karfl›ya gelmesinin çok önemli baflka sebepleri vard›. ‹srail, ülke içi partiler aras› iç politik hesaplar ile ülkenin genel stratejik ç›karlar›n›n birbirine kar›flt›¤› bir saik ile davranm›fl ve Filistinlilerin Devlet ilan›, üstelik baflkenti Kudüs olan bir Filistin Devleti ilan›n› ipleri elinden kaç›rmak biçiminde yorumlam›flt›. Her pazarl›kta bir fley verirken bir fley alman›n kural oldu¤u anlay›fl›yla hareket eden ‹srail için, ba¤›ms›z bir Filistin Devleti’nin kurulmas› ve tan›nmas› ile Do¤u Kudüs’ün k›sm› ya da tümüyle verilmesinin karfl›l›¤›nda esasl› bir taviz kopar›lmal›yd›. En az›ndan iktidardaki ‹flçi Partisi ittifak› lideri Ehud Barak için bu böyle idi. Filistinliler aç›s›ndan Özerk Yönetim uzad›kça uzam›fl, 50 y›l› aflk›n ba¤›ms›zl›k mücadelesinin en büyük özlemi olan ba¤›ms›z Filistin Devleti’nin kurulmas› ‹srail taraf›n›n ayak sürümesi nedeniyle nihayetlenememiflti. Arafat yönetimindeki merkez güçler içerde artan ekonomik s›k›nt›lara yan›t vermekte baflar›s›z oldu¤u gibi, Hamas gibi radikal dinci örgütlerin etkileri de gün geçtikçe artm›flt›. Özerk topraklar d›fl›nda bulunan ve Filistin Ulusal Hareketinin önemli bir parças› olan mültecilerin sürüldükleri bölgelerden yurtlar›na dönüflü konusunda tek bir kazan›m dahi sa¤lanamad›. Mülteciler bar›fl›n kime ne getirdi¤ini sorgulamakta her zamankinden daha kesin hükümlü davrand›lar. Filistin kamuoyu ‹srail’e belli bir güç uygulamaks›z›n Do¤u Kudüs ve mülteciler konusunda geri ad›m att›rman›n mümkün olmad›¤› anlay›fl›na giderek daha s›cak bakmaya bafllam›flt›. Üstelik Güney Lübnan’dan ‹srail’in çekilmesi, Hizbullah’›n gerilla savafl›n›n bir sonucu olarak görüldü¤ü oranda gerilla savafl›n›n cazibesi Filistinliler için bir kez daha gündeme gelmiflti. Görüflmeleri iki taraf aç›s›ndan t›kanma noktas›na getiren bu genel atmosferde iki temel konu di¤er tüm anlaflmazl›k maddeleriyle k›yasland›¤›nda hayati önem tafl›yordu ve vazgeçilmezler olarak gündeme getirildi: Do¤u Kudüs’ün Filistinlilere verilmesi ve Filistinli mültecilerin dönüfl hakk›. ABD Baflkan› Bill Clinton’un görev süresinin tamamlanmas›nda önce sonuca vard›rma iste¤i ile iki taraf› uzlaflmaya ikna etmeye çal›flt›¤› “Bar›fl Görüflmelerine devam” önerisi Arafat ve Barak’tan yan›t bulunca 2 Ocak’ta Waflington’da yeniden bafllad›. Clinton’un formülü genel, ancak tart›flmalar›n kilitlendi¤i te-

173


174

Hakan Günefl

mel konular aç›s›ndan kesinlikleri olan bir biçimde gündeme geldi. Do¤u Kudüs Filistinlilere b›rak›lacak buna karfl›l›k Filistinliler de mültecilerin dönüfl hakk›ndan vazgeçecekti.‹ki taraf›n da önce kabul edilemez buldu¤u çerçeve daha sonra üzerinde konuflulabilecek bir zemin olarak kabul edildi. Bir bak›ma ‹srail Do¤u Kudüs’ten, Filistinliler ise mültecilerin dönüfl hakk›ndan genel olarak vazgeçebileceklerini ortaya koymufl oldu. Clinton’un önerisi mültecilerin dönüfl hakk›n›, “mültecilerin ‹srail’e de¤il, ancak Filistin Anayurdu’na dönüfl hakk›” olarak ortaya koymufltu. Baflka bir deyiflle mülteciler, Clinton’un Bar›fl önerisinde, hangi bölgeden sürülmüfl ya da göç etmifl olursa olsun Bat› fieria ve Gazze’den oluflacak olan Filistin Devleti’ne dönebileceklerdi (The Economist, 6-12/1/2001:31). Madrit ve Oslo’dan beri Bar›fl Süreci’ndeki Amerikan formülasyonlar›n›n a¤›rl›¤› ve önemi düflünüldü¤ünde Clinton formülasyonu her iki taraf›nda üzerinde bir biçimde anlaflmaya zorlanacaklar› bir çerçeveyi ifade ediyordu. Ancak bu kez sürecin kilitlendi¤i konular iki taraftaki iç politik dengelerdeki hassasiyetler de hesaba kat›ld›¤›nda kolay çözülebilir görünmüyor. Tepkiler çok kesin olarak ifade edildi. Arafat’a yönelik tepkiler üç ayr› kanaldan geldi. Birincisi önemli say›da mülteci bar›nd›ran Lübnan, Ürdün, Suriye ve Irak gibi ülkeler mültecilerin dönüfl hakk›n›n kabul etmeyen bir bar›fl›n bar›fl olamayaca¤›n› ifade ederek Arafat yönetimine nihai bir ad›m atmadan önce iyi düflünmesi gerekti¤ini an›msatt›lar. ‹kinci itiraz, say›lar› üç milyonun üzerinde bulunan ve y›llard›r geri dönme özlemi ve amac›yla flartlar› son derece a¤›r olan kamplarda yaflayan Filistinli mültecilerden geldi. Mülteciler geri dönme hakk›n›n uluslararas› sözleflmeler ile bireylere tan›nm›fl bireysel bir hak oldu¤unu, herhangi bir ulusal önderli¤in kendileri ad›na böyle bir tasarrufta bulunamayaca¤›n› sözcüleri arac›l›¤›yla net bir biçimde ifade etti (The Economist, 6-12/1/2001:31). Üçüncü tepki kanal› ise Filistinli radikal dinci ve sol örgütlerden geldi. Bar›fl Sürecini bafl›ndan beri Filistin ulusal davas›na ihanet olarak sayan bu kesimler Arafat’›n Filistini tümüyle ‹srail’in kollar›na atmakla suçlad›. ‹srail’de de durum pek iç aç›c› de¤ildi. Waflington görüflmelerinin ayr›nt›lar›n›n bas›na yans›mas› ile birlikte ‹srailli muhafazakar ve afl›r› dinci kesimler Barak’› suçlayarak Do¤u Kudüs üzerindeki tarihsel haklardan vazgeçmenin mümkün olmayaca¤›n› belirten aç›klamalar yap›ld›. Do¤u Kudüs’te yüz binlerce insan›n kat›ld›¤›, Filistin bölgesindeki yerleflimcilerin ve afl›r› dincilerin


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

a¤›rl›kta oldu¤u bir gösteri ile Kudüs’ün bir k›sm›ndan bile vazgeçmenin ‹srail Kamuoyu için kolay kabul ettirilebilir bir ifl olmad›¤›n› ortaya koydular. ‹srail’de fiubat 2001’de yenilenen seçimler ve Barak karfl›s›ndaki aday olan Sa¤c› lider Ariel fiaron’un Barak’›n alt›na imza ataca¤› herhangi bir bar›fl anlaflmas›n›n kendileri taraf›ndan tan›nmayaca¤›n› ilan etmesi, tart›flmalar› bir anlamda ‹srail seçimleri ertesine tafl›m›fl oldu. Kudüs konusunda ‹srail siyaset ve kamuoyunu iki e¤ilim olarak ele almak mümkünse de mültecilerin dönüfl hakk› konusunda ‹srail’de yönetim ister sa¤ isterse de merkez solda olsun, Devlet politikas›nda bir de¤ifliklik olmayacak gibi görünüyor. ‹srail, mültecilerin ‹srail topraklar›na dönüflünü hem 1947 Birleflmifl Milletler Taksim Karar›’na ayk›r›, hem de ‹srail Devleti’nin Yahudi karakterini yok edecek ve bu nedenle de kabul edilmesi mümkün olmayan bir öneri olarak de¤erlendiriyor. ‹srail’e göre Madrid’te ilk ad›m› at›lan ve Oslo’da iki taraf›n imzalar› ile kabul edilen Bar›fl Konferans› kararlar› 1947 BM Karar›n›n onaylanmas› yani biri Yahudiler di¤eri Araplar için olmak üzere iki devletli Filistin topraklar›n›n iki devlete taksim edilmesinin onaylanmas› anlam›na geliyor. Öte yandan bir Yahudi devleti olarak kurulan Eretz ‹srail’in Filistini mültecileri bir biçimde kabul etmesi durumunda ortaya ç›kacak demografik tablo, ‹srail devletinin Yahudi karakterinin kaybolmas› anlam›na gelece¤inden , yukar›da bahsetti¤imiz hukuki dayanak olmasa dahi , mültecilerin ‹srail’e dönüflü reel olarak kabul edilebilir bir öneri olmaktan ç›k›yor. Üstelik bu konuda ‹srail’in parçal› siyasal güçler tablosunda tek ayk›r› ses olmad›¤› da eklemeliyiz. Amos Oz ve A.B. Yehoshua’n›n da aralar›nda bulundu¤u bar›fl yanl›s› giriflimlerde adlar›na hep rastlanan sol tandansl› ‹srailli ayd›nlar›n “Filistin Liderli¤ine” adl› aç›k mektuplar› bar›fl konusunda en aç›k olan taraf›n bile mültecilerin ‹srail’e dönüflünü yerine getirilmesi imkans›z bir talep olarak de¤erlendirdiklerinin iyi bir örne¤ini oluflturuyor. Ayd›nlar yay›nlad›klar› bu aç›k mektupta Bar›fl görüflmelerinde Barak’›n mülteciler konusundaki pozisyonunu desteklediklerini belirtiyor. Mektupta, mültecilerin ‹srail devleti s›n›rlar› içine dönüflünün kabul edilmesinin mümkün olmad›¤›n› belirterek böyle bir dönüflü kabul etmenin aç›k olarak ‹srail Devletini elimine etmek anlam› tafl›yaca¤›n› ifade ediyorlar. ‹srail solunun bar›fl konusundaki en aç›k fikirli taraflar›ndan olan Meretz Partisi Lideri Yossi Sarid daha da aç›k ifade ediyor:

175


176

Hakan Günefl

‹srail Kudüs’teki kutsal tepeye sahip olmadan (do¤u Kudüs’ü vererek) yaflamaya devam edebilir ancak dönüfl hakk›n› tan›d›¤› takdirde yaflamas› mümkün de¤ildir. Filistinlilerin bu konuda ›srar etmeleri durumunda bir bar›fl olma olas›l›¤› yoktur. (The Economist, 612/1/2001:32)

Bugüne kadar bar›fl için var güçleri ile çal›flm›fl ve ‹srail içindeki Arap nüfusun haklar› konusunda da eflitlikçi politikalar izlemifl, hatta onlarla seçim ittifak› dahi yapm›fl ‹srail solunun tavr›n›n böyle olmas› demografya savafl›n›n derinli¤ine iflaret eder. Ancak dönüfl hakk›n›n ilgas› ya da bir biçimde reddi de, büyük bir k›sm› son otuz y›l›n› kamplarda geçirmifl, bar›fl gemilerinin ad›n› bile “dönüfl” (al Awda) koymufl, dönüfl üzerine ciltler dolusu öykü, roman ve fliir yazm›fl ve say›lar› mevcut Filistin topraklar›ndaki ulusdafllar›n›n say›s›n› aflan bir topluluk olan Filistin diasporas› için de kabul edilebilir bir durum de¤il. Mültecilerin dönüfl hakk›ndan feragat etmesini isteyen ABD Plan› Arafat’›n kendi örgütünün üyeleri taraf›ndan dahi reddedilmifl durumda. Baflka bir deyiflle Filistin Arafat önderli¤inin verili güçsüz durumunda Filistin Devletinin kurulmas›n›n bir diyeti olarak gündemine alm›fl göründü¤ü Do¤u Kudüs’e karfl›l›k mültecilerin dönüfl hakk›ndan vazgeçme formülü Filistinde hemen tüm kesimler taraf›ndan kabul edilmez bulunuyor. Ülkesindeki ikrarc› (confessionalist) siyasi yap›n›n gere¤i olarak dinler ve mezhepler aras› nüfus dengesi konusunda hassas olan Lübnan baflta üzere olmak ülkeleri içinde istikrars›zl›k unsuru olarak gördükleri Filistinli mültecileri sonsuza dek bar›nd›rmak istemeyen Ürdün ve di¤er Arap Ülkeleri’nin ABD Plan›na yan›t› Arap Birli¤i zirvesinden verildi. Arap Birli¤i mültecilerin dönüfl hatt›n› tan›mayan ABD plan›n›n reddettiklerini aç›klad›. Arap birli¤i ad›na aç›klamada bulunan M›s›r D›fliflleri bakan› Amr Musa, Lübnan baflta olmak üzere mültecilere ev sahipli¤i yapan ülkelerin ABD plan›nda öngörülen ev sahibi ülkelerin mültecileri “absorb” etmesi formülünü reddettikleri ve Arap Devletlerinin Filistinli mültecilerin dönüflünü “kutsal bir hak” olarak gördüklerini ifade etti. Peki ‹srail Devleti’nin yurdundan sürgün etti¤i Filistinlilere geri dönüfl hakk› tan›mas› gerçekten “‹srail Devleti’nin temel niteli¤ini ortadan kald›racak” bir sonuç do¤urur mu? Konunun daha iyi anlafl›lmas› için iki noktaya mutlaka detayl› bir biçimde bakmak gerekiyor. Birincisi ‹srail için Yahudi Devleti karakterinin neden ve ne anlamda vazgeçilmez oldu¤u, bu-


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

nun tarihsel kökenleri; ‹kinci olarak ise tüm dünyaya yay›lm›fl Filistin diasporas› ve/veya mültecilerinin konumlar› ve geri dönüfl konusundaki ›srarlar›n›n gerekçe ve s›n›rlar›n›n anlafl›lmas›.

Siyonist Nüfus Politikas›n›n Kökleri: Dünyan›n dört bir yan›na yay›lm›fl bulunan Yahudiler kendileri için güvenli bir anayurt ve devlet aray›fllar›nda yaflad›klar› belki en büyük sorun üzerinde ço¤unluk oluflturduklar›n› iddia edebilecekleri bir co¤rafyadan söz edemiyor olmalar›yd›. 1900’lerin bafl›ndan itibaren çeflitli anayurt seçenekleri üzerinde durmufl ve art›k bu konuda en uygun yerin tarihsel olarak da Yahudi anavatan› olan Filistin oldu¤una karar verilmiflti. Filistin, tarihsel olarak en az›ndan bir dönem bir Yahudi Krall›¤›’n›n yurdu ve 19. yüzy›l›n sonunda art›k dünyan›n hemen dört bir köflesindeki diasporada olarak yaflayan Yahudilerin da¤›lmadan önce toplu olarak yaflad›klar› son co¤rafi bölge idi. Ancak Dünya Siyonist örgütünün siyasal bir karar ile Filistin’i anayurt edinme karar›n› hayalden gerçe¤e dönüfltürmenin yolu tarihsel iddialardan de¤il, Filistin topraklar›nda belli bir Yahudi nüfus ço¤unlu¤unu sa¤lamaktan geçiyordu. Bu nedenle Modern Siyonizm’in önderlerinden Chaim Weizmann 1924 gibi erken bir tarihte bile Filistin topraklar›ndaki Arap ve Yahudi nüfusun karfl›laflt›rmal› do¤um oranlar›n› izliyordu (Simha (1979) ’dan akt. Mcdowel,1993:645). Siyonizmin ço¤unlu¤u elde etme stratejisi ise temel olarak bölge üzerinde nüfuza sahip ve Yahudi diasporas›n›n üzerinde etkide bulunabilece¤i büyük devletlere dayanmakt›. Karar›n ilk al›nd›¤› y›llarda bölge Osmanl› ‹mparatorlu¤u s›n›rlar› içinde Kudüs Mutasarr›fl›¤› dahilindeydi. Yahudilerden oluflturulan bir heyet Osmanl› Padiflah› II. Abdülhamit ile görüflerek Yahudileri iste¤ini uygun ve elbette yerleflme hakk› ile s›n›rl› bir talep (devlet konusuna vard›rmadan) eflli¤inde sundular. Abdülhamit bu iste¤i geri çevirdi. ‹ttihat ve Terakki döneminde de parti, bölgedeki huzursuzlu¤u önlemek için 20 Haziran 1909’da, Beyrut’taki 50.000 yabanc› uyruklu Yahudi’nin Filistin’e göçünü devletin ç›karlar›na zararl› olabilece¤i gerekçesiyle yasaklad›. I. Dünya Savafl›’na kadar Araplar’›n ve Siyonistlerin Osmanl› Devleti üzerindeki bask›lar› sürdü. I. Dünya Savafl› s›ras›nda Siyonist hareketin önderlerinden V. Jabotinski, “33 y›ld›r Filistin’de Yahudilerin yerleflmesi için Türkler aras›nda sempati yaymaya çal›fl›yoruz. Onlar› seviyoruz, kalplerimizde ayr›l›k de¤il, sadece Osmanl› egemenli¤i alt›n-

177


178

Hakan Günefl

1 Ancak yine de Osmanl› yönetimindeki yahudilerin say›s› 1914 resmi rakamlar›na göre yaklafl›k olarak 84.660’a ancak ulaflabildi. Bu dönemde bölgenin toplam nüfusu 689.000 idi. Yahudilerin ulaflt›¤› bu rakam I. Dünya savafl›nda sürgün ve di¤er nedenlerle bir düflüfl yaflad› ve ayn› rakam› tekrar yakalamalar› için 1922 y›l›n› beklemeleri gerekecekti.(Halloum,1988: 145).

da, Filistin’de hürriyet içinde yaflamak var” diyordu (Bozkurt, 1989: 202,203). Ancak k›smi nüfus aktar›m› d›fl›nda Osmanl› döneminde Siyonist bir baflar›dan söz etmek pek do¤ru olmaz. Her fley bir yana küçülen ‹mparatorlu¤un Arap tebaas›n›n tepkisini almak Osmanl› için hiç rasyonel bir davran›fl olmazd›. Nitekim devletin en ufak bir e¤ilim göstermemesine ra¤men II. Meflrutiyet Meclisi’nin Arap mebuslar› Yahudilerin yerleflme ve toprak sat›n alma taleplerini meclise tafl›y›p soru önergeleri verdiler (Kayal›, 2000:116). Konunun ilk muhatab› olan Abdülhamit gibi (Halloum, 1988:164) Jön Türkler de (Kayal›, 2000: 5,166,230) ‹mparatorlu¤un toprak bütünlü¤ünü korumak ad›na Yahudilerin taleplerini geri çevirdi. Ancak her durumda yerel düzeyde kimi yerel Osmanl› yöneticilerinin rüflvetle ikna edilerek Yahudilere toprak sa¤lanmas› gerçekleflebiliyordu (Halloum, 1988:145).1 Bu aflama konunun üç boyutu oldu¤unu görüyoruz. Birincisi, Yahudiler Filistin’de nüfus art›fl› elde etmek istiyorlar ve bu amaca ulaflmak için Osmanl› yönetimi ile anlaflabilecekleri inanc›ndalar. ‹kincisi, Osmanl›y› yönetimi, beklenin aksine bu yaklafl›m› reddediyor. Üçüncüsü, Araplar için konu bu kadar erken bir safha da dahi hassasiyetle ele al›n›yor. Birinci Dünya Savafl›’nda koflullar de¤iflti. Savafl bitmeden Yahudilere bir anayurt vadeden ‹ngiliz Balfour Deklarasyonu yay›nland›. 1917 y›l›nda Filistin topraklar›n›n ‹ngiliz ve müttefik güçlerin eline geçmesi ile birlikte Siyonist stratejinin arad›¤› uygun koflullarda ortaya ç›km›fl oldu. Diasporan›n belli isimleri özellikle Weizmann, ‹ngilizler üzerinde belli bir etkiye sahipti. Herzl’den sonra Dünya Siyonist Örgütü’nün bafl›na geçen Weizmann örgütün merkezini Londra’ya tafl›d›. Bir di¤er etken Savafl koflullar›nda Balfour deklarasyonun yolunu açt›¤› politika ‹ngiliz manda rejimi koflullar›nda art›k hayat bulabilirdi. Avi Shaim’in Ortado¤u ve özellikle Filistin’e flekil veren dönem (formative period) olarak adland›rd›¤› iki savafl aras› dönemde bir dizi Yahudi göçü (Aliyah) ile siyasal Siyonizm’in hedefledi¤i nüfus ço¤unlu¤u sa¤lama ve bunu müteakiben devlet oluflturma sürecinde önemli bir yol al›nd› (Shaim, 1995:12). 1880’lerden itibaren s›n›rl› say›da insan›n Filistin’e göçü anlam›na gelen Aliyahlar’›n ilk ikisi savafl öncesi ve s›ras›nda gerçekleflirken ikinci Aliyah’tan itibaren ciddi say›da Yahudi’nin Filistin’e akmaya bafllad›¤› görülür. 1919-1923 y›llar› aras›ndaki üçüncü Aliyah ile ço¤unlu¤u Do¤u Avrupa’dan yaklafl›k 30.000 göçmen Yahudi Filistin’e yerlefltirilir. 1924-1926 y›llar› aras›nda


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

gerçekleflen dördüncü göç dalgas›nda ise a¤›rl›kl› olarak Polonya’dan olmak üzere 50.000 kadar Yahudi Filistine göç etti. Bu tarihten 1933 y›l›na kadar y›ll›k Filistin’e gelen Yahudi göçmen say›s›nda y›l ortalamas› itibar› ile bir düflüfl yafland›. Yahudi Ulusal Fonu’nun (Jewish National Fund) ve Genel ‹flçi Konseyinin (Histadrut) tüm yerlefltirme tar›m araç gereci ve sermaye sa¤lama çal›flmalar›na ra¤men Filistin’de hayat Bat› ülkelerine göre hiç de cazip olmad›¤›ndan göç say›s›nda bir düflüfl yaflan›r. Ancak Hitler’in Almanya’da ipleri tam olarak ele almas›n›n ard›ndan yani 1933 y›l› ile birlikte beflinci Aliyah dalgas› ile Filistin’e göç eden Yahudi say›s›nda dramatik bir art›fl oldu. 1933-1936 y›llar› aras›nda toplam 170.000 Yahudi göçtü. Göç yaln›zca Siyonizm’e ikna edilmifl Yahudilerin de¤il ancak ABD ve Kanada gibi ülkelerin uygulad›¤› s›n›rl› kotalar yüzünden baflka seçene¤i kalmayan Yahudilerin de baflvurdu¤u bir yol idi. Beflinci Aliyah tahmin edilebilece¤i gibi a¤›rl›kl› olarak Almanya’dan göç eden Yahudileri kaps›yordu ve bunlar daha önceki Yahudi göçmenlerle k›yaslanamayacak kadar iyi e¤itimli ve sermaye sahibi göçmenlerden olufluyordu. Bunlar daha çok sahil kentlerine yerlefltiler ve giriflimcilik ile ifltigal ettiler (Cleveland, 1994:236). Sonuçta ‹ngilizlerin savafl öncesi Araplarla aralar›n› açman›n hay›rl› olmayaca¤›na karar vermeleri ve Yahudi göçlerine yasak getirmeleri ile birlikte göçler illegalleflir ve say› oldukça düfler. 1922’de say›lar› Yahudi kaynaklar›na göre 93.000 Filistin kaynaklar›na göre 84.000 olan Filistin’deki Yahudi nüfusu 1936 y›l›n›n sonunda 382.000 ulafl›r. Bu dönemde Arap nüfusu 700.000’den 983.000’e ulaflm›flt›r. 1946 y›l›na gelindi¤inde ise 1.310.866 Araba karfl›l›k 599.922 Yahudi ve 31.562 Arap ve Yahudi olmayan nüfus tablosu ile Filistin’in yüzde 67’si Arap, yüzde 31’i Yahudi ve yüzde 2’si di¤erlerinden olufluyordu (Cleveland, 1994:237). ‹srail Devleti kuruldu¤unda Filistin’in demografik tablosundaki Yahudi nüfusunda patlama meydana geldi. En büyük göçler devlet ilan›n›n ard›ndan meydana geldi. ‹srail devletinin kuruldu¤u y›l olan 1948’de 650.000 olan Yahudi nüfusu 1951’de 1.300.000’e ulaflt›. Bu dönemde gelenlerin neredeyse tamam› Naziler taraf›ndan yerlerinden edilmifl Do¤u Avrupal› Yahudiler idi. Ancak bu tablonun öteki yüzünde Filistin dram› vard›. 1948 tarihi Yahudiler için devletleflmenin ilk y›l› olurken Filistinliler için sürgün ve yurtlar›ndan olman›n ilk y›l› anlam›n› tafl›yordu. 1948-49 savafl›n›n ard›ndan Filistinli Arap nüfusun yüzde 37’si diaspora konumuna düfltü. 1967 savafl›n›n ard›ndan ise Filistinli-

179


180

Hakan Günefl

ler’in yar›s› Filistin topraklar› d›fl›nda mülteci konumunda bulunuyordu. ‹srail’in s›n›r d›fl› etme politikalar› sonucunda 1979 y›l› itibari ile Filistinlilerin yüzde 57’sinden fazlas›, 1982 itibari ile de yaklafl›k yüzde 60’› mülteci konumuna düfltü. Bunlar›n büyük bir k›sm› komflu Arap devletleri içinde a¤›r flartlar alt›nda bar›nd›klar› mülteci kamplar›nda yaflad›lar (Halloum, 1988:31).

Filistin Diasporas› 1948 Arap-‹srail savafl›n›n ard›ndan Filistinliler bir dizi göç dalgas› yaflad› ya da maruz kald›. 1948 mültecilerine ek olarak yüz binlercesi de 1967’de yerlerinden edildi (displaced) Tüm bu göç dalgalar›n›n sonucunda farkl› ülkelerde biriken bir mülteci ve yerlerinden edilmifl insanlar toplulu¤u Filistin diasporas›n› oluflturuyor. Filistin Merkezi ‹statistik Bürosu verilerine göre tüm dünyadaki toplam Filistinli 1998 y›l› itibar› ile 8.041.569’u buluyordu. Bu say› günümüzde toplam 9 milyona yak›n bir nüfusu ifade ediyor. Filistinlilerin dünya üzerindeki da¤›l›m› ise flöyle: ‹srail

: 910,510

Gazze

: 1,039,580

Bat› fieria

: 1,857,872

Ürdün

: 2,328,308

Lübnan

: 430,183

Suriye

: 465,662

M›s›r

: 48,784

Suudi Arabistan

: 274,762

Kuveyt

: 37,696

Di¤er Körfez Ülkeleri

: 105,578

Irak, Libya

: 74,284

Di¤er Arap Ülkeleri

: 5,544

Amerika (tüm k›ta)

: 203,558

Di¤er

: 259,248

Toplam

: 8,041,569

Kaynak: Le Monde Diplomatique, Aral›k 2000 (UNWRA Reports’dan)

Tüm Filistinli nüfusunun yaklafl›k 3.6 milyonu Ürdün, Suriye, Lübnan, Bat› fieria ve Gazze fieridi’nde k›sa ad› UNRWA olan Birleflmifl Milletler Filistinli Mülteciler Ajans›’n›n yönetimindeki kamplarda yafl›yor (Le Monde Diplomatique, 12/2000).

Mültecilerin koflullar› Filistinli Mültecilerin koflullar› bulunduklar› ülkelere göre farkl›l›k gösteriyor. Bu farkl›l›k Filistinli mülteciler, FKÖ ve di-


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

¤er örgütlerle bu ülkelerin iliflkileri ve ev sahibi ülkelerin iç dinamiklerine göre belirleniyor. Ürdün’deki mültecilerin yüzde 18.2’si kamplarda yaflamaktad›r. ‹srail devletinin kuruluflunun ard›ndan en yüksek say›da mülteci bu ülke taraf›ndan kabul edildi. Ürdün ‹srail’în kuruluflu ve onu izleyen savafllarda kabul ettiklerinin d›fl›nda 1990 y›l›nda da ek olarak Körfez Savafl›’nda FKÖ’nün Irak’› desteklemesi nedeniyle Kuveyt’ten kovulan 300.000 mülteciyi daha kabul etmifltir. Ürdün Filistinli mültecilere ulusal pasaport sa¤layan tek ülke olsa da bu ülkedeki mülteciler de çeflitli ayr›mc› uygulamalara maruz kal›yor. 1970 y›l›na kadar El Fetih ve FKÖ en güçlü deste¤ini bu ülkedeki kamplarda yaflayan Filistinlilerden al›yordu. Ancak Kara Eylül olarak bilinen 1970-71’de Ürdün ordusu ile girilen “iç savafl›n” ard›ndan FKÖ bu ülkeden kovuldu. Lübnan’daki mültecilerin yüzde 55’i hala kamplarda bar›nmaktad›r. Ürdün’den Kovulan Filistinli siyasi örgütlerin merkezi Lübnan olmufltu. Ancak FKÖ 1982 y›l›nda merkezini buradan da tafl›mak durumunda kald›. Mülteciler aras›nda güçlü bir maddi ve manevi dayan›flma örgütlemeyi baflarm›fl olan FKÖ’nün bölgeden çekilmesi ile birlikte mülteciler korumas›z ve yard›ms›z kald›. Lübnan ülkesindeki mültecilere do¤al vatandafll›k hakk› vermeyi reddetti. Mülteciler y›llard›r yaflad›klar› bu ülkede ifl bulmak ve kamu haklar›ndan yararlanmak konusunda ciddi sorunlar yafl›yor. Ülkedeki mültecilerin iflsizlik oran› yüzde 40 civar›nda. Suriye’de bulunan mültecilerden yüzde 29’u kamplarda kalmaktad›r. Suriyelilerin sahip oldu¤u haklara sahip olmakla birlikte s›k› bir denetim alt›nda tutulmaktalar. Bat› fieria’daki mültecilerin yüzde 26’s›, Gazze’deki mültecilerin ise yüzde 54.8’i kamplarda yaflamaktad›r.

Mültecilerin Dönüfl Hakk› Mültecilerin dönüfl hakk› ilk olarak Birleflmifl Milletler Genel Konseyi’nin 11 Aral›k 1948 tarihli 194 say›l› kakar› ile tan›nd›. ‹kinci olarak ise 1973 Yom Kippur savafl› sonras› yap›lan de¤erlendirmeler çerçevesinde 3236 No’lu 22 Kas›m 1974 tarihli kakarda Filistinlilerin dönüfl hakk› geri al›namaz (inalienable right) bir hak olarak tan›mland›. 3236 No’lu BM karar› Filistinlilerin dönüfl hakk›n› vazgeçilmez bir hak olarak tan›mlaman›n ötesinde Filistin sorununun çözümünde kilit bir bafll›k olarak da adland›r›yordu. Ancak ‹srail ve Filistin aras›nda bugün oldu¤u gibi somut bir bar›fl gündemi

181


182

Hakan Günefl

2 Lukacs 22 Kas›m 1974 tarihli UN General Assembly Resolution 3236 Concerning the Question of Palestine adl› belgeye dayanmaktad›r. 3 Lukacs 25 Eylül 1979 tarihli Statement of the Problem in the Middle East, Soviet Foreign Minister Gromyko at the UN General Assembly adl› belgeye dayanmaktad›r. 4 Lukacs, 29 Temmuz 1984 tarihli The Soviet Union Proposal on the Middle East Settlement adl› belgeye dayanmaktad›r. 5 Lukacs, 1969 tarihli The Rogers Plan: Adress by Secretary of State Rogers, Washington, DC., 9 December adl› belgeye dayanmaktad›r. Özellikle belge içindeki ilgili alt bafll›¤a (“Issues of Refugees and Jarusalem”) bkz.

olmad›¤› için bu karar da Filistinlilerin dönüfl hakk› ile ‹srail topraklar›n›n m› yoksa Filistin topraklar›n›n m› kastedildi¤i özel olarak belirtilmemifltir. Dönüfl hakk› temel bir hak ve ‹srail’in kabul etmeye zorlanaca¤› bir karar olarak formüle edilmifl ise de detayl› bir tan›mla ele al›nmam›flt›r (Lukacs, 1992:15).2 Bu dönemde Sovyet D›fliflleri Bakan› Gromyko BM Genel Kurulu’nda aç›k bir biçimde Filistinlerin vazgeçilmez haklar›n›n (bu arada dönüfl hakk›n›n da) sa¤lanmas› gerekti¤ini belirtirken dolayl› bir biçimde de olsa ‹srail topraklar›n›n dahil oldu¤u bir dönüfl hakk›ndan bahsediyordu (Lukacs, 1992:17).3 Ancak aç›kça Araplar› destekledi¤ini belirten Sovyetler dahi kimi zaman geri dönüfl hakk› ya da tazminat ödenmesi önerisi getirerek, Filistinlilerin vazgeçilmez haklar›n› tazminat ile gidermeye dönük politikalar izleyebilmifllerdir (Lukacs, 1992:27).4 Amerika Birleflik Devletleri ise pek çok belgesinde ne ilginçtir ki Filistin sorununun alt maddelerini belirtirken Kudüs (ya da kutsal yerler) ve mülteciler sorununu ayn› alt bafll›k içinde ele alm›flt›r. T›pk› Bill Clinton’un 2 Ocak 2001 tarihli Bar›fl Önerisi’nde oldu¤u gibi. ABD’nin genel olarak 1967 sonras› statükoda de¤ifliklik istedi¤i söylenebilir. Ancak tümüyle 1967 öncesine dönmenin mümkün olmad›¤› fikrinde ‹srail’e destek olan ABD için Kudüs’ün karfl›l›¤› mültecilerin dönüfl hakk›ndan vazgeçmesidir. Bunun ilk emarelerini 1969 tarihli Rogers Plan›’nda görebiliriz. Rogers 1969 y›l›nda bugünkü tart›flman›n bir benzerini yapmaktad›r. Ona göre di¤erleri içinde öyle iki bafll›k vard›r ki tüm di¤er konulardan daha önemlidir: Kutsal Yerler ve Mülteciler sorunlar›. Rogers ‹srail’in tek tarafl› olarak 1967 de ortaya koydu¤u statükoyu elefltirir ancak mülteciler konusunda as›l vurgulad›¤› fley ma¤duriyetlerinin giderilmesi için bir fleyler yap›lmas›d›r. Dönüfl hakk› kavram›n› kullanmaz. Kudüs konusunda ise daha elefltireldir ve ‹srail’in tutumunu tan›mad›klar›n› rahatl›kla söyler (Lukacs, 1992:55-60).5 Ancak BM’nin bir çok karar›n› ve ABD ve SSCB’nin BM ile uyumlu pek çok yaklafl›m›n› dinlemeyen ‹srail devleti Filistinlilerin geri dönüflü konusunda en ufak bir yumuflama göstermedi. Tüm görüflme ve bar›fl ça¤r›lar›n› önce kendi varl›¤›n› tan›ma kofluluna ba¤layan ‹srail ile, ‹srail’den önce iflgal etti¤i topraklardan çekilmesini isteyen Arap devletleri ve Filistin ulusal hareketi aras›nda bar›fl görüflmelerinin bafllayaca¤› 1991 y›l›na kadar bu konu iki taraf aras›nda somut bir müzakere maddesi haline dahi gelmedi.


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

Bar›fl Görüflmelerinde Mülteciler Sorunu 1991 y›l›ndan itibaren mülteciler konusu üç ayr› forumda konufluldu. Bunlardan birincisi 1991 y›l›ndaki “Mülteciler Konusunda Çok Tarafl› Çal›flma Gurubu” toplant›s› idi. ‹kincisi Dörtlü Komite toplant›lar› ve üçüncüsü de ‹srail-Filistin ikili konular› bafll›klar›ndaki toplant›lara iflaret ediyordu. Mülteciler Konusunda Çok Tarafl› Çal›flma Gurubu 30 Ekim 1991’de bafllayan Madrid Konferans›nda kuruldu. Ortado¤u, ‹srail, M›s›r, Ürdün, Filistinliler, Suriye ve Lübnan’dan toplam alt› delege ile temsil edilirken (Suriye ve Lübnan daha sonra toplant›y› boykot etti). ‹srail mülteciler sorununun tüm Ortado¤udaki mülteciler olarak genifl bir biçimde ele ald›rmak gibi bir taktik izledi. Toplant›lar 1995 Aral›¤›na kadar ask›ya al›nd›. Somut bir ilerleme sa¤lanamad›. Dörtlü Komite, Oslo düzenlemeleri uyar›nca ara dönemde 1967’de yerlerinden olmufl kiflilerin problemleri ile ilgili konular› ele almak üzere kurulmufltu. Ancak pratikte tek bir ad›m dahi at›lamad› bu komite ile de. Filistinli mülteciler sorunu ‹srail-Filistin ikili konular› çerçevesinde nihai statü tart›flmalar› içinde ele al›nacak konulardan birisi olarak tan›mlan›yordu. Problem daha önce de iflaret etti¤imiz üzere ‹srail ve Filistin aras›ndaki ikili sorunlardan birisi olmas›n›n yan›nda komflu Arap ülkeler baflta olmak üzere mültecilere ev sahipli¤i yapan tüm ülkeleri ilgilendiren bir boyut tafl›maktad›r. Suriye, Ürdün ve Lübnan en çok mülteci bar›nd›ran ülkeler olarak bu ülkelerin bafl›nda gelmektedir ve soruna bu anlamda taraft›rlar. Filistinliler için Oslo görüflmeleri s›ras›nda kabul edilmesi gereken hem Filistinli göçmen sorununu yaratman›n sorumlulu¤unun hem de bunlar›n dönüfl haklar›n›n ‹srail taraf›ndan tan›nmas› idi. Filistin bu tan›man›n ard›ndan yap›lacak uygulamay› tart›fl›labilir bularak belli bir esneme pay› da gösteriyordu. Ancak ‹srail taraf› mültecilerin dönüfl hakk›n› reddedip onlar›n ev sahibi ülkelerde kalmas› ve bu ülkelere nihai yerleflimlerinin sa¤lanmas› için uluslararas› yard›m›n temin edilmesi görüflünü savundu. ‹srail’in di¤er konularda gösterdi¤i esnemeyi mülteciler konusunda hiç ama hiç göstermemesi ard›nda çok temel bir gerçek var: ‹srail bir Yahudi devleti olarak kuruldu ve Filistinli mültecileri kabul etmesi durumunda demografik olarak bir Yahudi devleti olmaktan ç›kacak hale gelme endiflesi var. Bar›fl için toprak formülasyonunu savunan ‹srailli çevreler dahi bar›fl için mülteci dönüfl hakk› dememekte. Bu konuda tüm ‹srail tabiri caiz ise tek bir beden gibidir.

183


184

Hakan Günefl

6 ‹srail Nüfus Bürosu ‹nternet Sitesi’ndeki bilgilerden yararlan›lm›flt›r.

‹srail’in mültecilerin dönüfl hakk› konusundaki kat›l›¤›n› anlamak için ülkedeki mevcut Yahudi nüfus sorununa ve devletin yaflad›¤› ikileme daha yak›ndan bakmal›y›z.

‹srail Devleti’nin ikilemi Siyasal Siyonizm’in hedefi ‹srail devleti idi. Do¤al olarak, gerçekleflen bu hedefin siyasal Siyonizm’in flekillendirici ilkeleri alt›nda olufltu¤u söylenebilir. ‹srail Devleti tüm sorunlar›na ra¤men biçimsel anlamda da olsa Ortado¤u’nun en demokratik ülkelerinden birisidir. Ülke içinde emek cephesinin örgütlenme ve ifade hakk›, örne¤in hiçbir Ortado¤u ülkesinde görülmeyecek kadar ileridir. Toplum kozmopolit bir kültürel bileflimin yan›nda ortak de¤erler kümesine de sahiptir. Bir Yahudi devleti olmas›n›n yan›nda pek çok kentte Yahudi nüfusunun üçte biri ile yar›s›na yak›n› aras›nda de¤iflen Arap nüfus mevcuttur. K›saca ‹srailli Araplar olarak adland›r›lan bu kesimin yaflam koflullar› ve kimlik oluflumlar› özerk yönetim alt›nda bulunan Filistinlilerin ço¤unlukta oldu¤u Bat› fieria ve Gazze’dekinden farkl›d›r. ‹srail vatandafl› olan bu Arap toplulu¤unun toplam 6 milyon civar›ndaki ‹srail nüfusu içindeki paylar› alt›da birin üzerindedir. Bir milyonu biraz aflk›n bu nüfusun yüzde sekseni Sünni Müslüman, yüzde 12’si H›ristiyan ve yüzde 8’i de Dürzi Araplardan oluflmaktad›r.6 ‹srail devleti toplumsal düzeyde çeflitli ayr›mc› uygulamalara tuttu¤u Arap vatandafllar›na oy ve siyasal yaflama kat›l›m hakk› tan›m›fl ve Araplar Knesset’te genellikle sol koalisyon listelerinden ya da ba¤›ms›z Arap listelerinden seçilerek yer alm›fllard›r. Ancak ‹srail’de özellikle sa¤ güçler yak›n geçmiflte flimdi ‹srail Devleti’nin bulundu¤u topraklarda ço¤unlu¤u oluflturan bu Arap vatandafllar›n› giderek bir tehdit olarak görmektedir. Araplar›n nüfus art›fl oranlar› ‹srailli Yahudilerin çok üzerinde gerçekleflti¤i ve diasporadaki Yahudilerden ‹srail devletine ak›fl durdu¤u sürece bu tehdit alg›s›n›n artaca¤› rahatl›kla söylenebilir. Bu konudaki say›sal verilere geçmeden ‹srail devletinin kurucu ve mevcut resmi meta-ideolojisi olan siyasal Siyonizmin önemli temsilcilerinin Yahudi nüfusunun mutlak hakimiyetinde bir ‹srail devleti anlay›fl›n›n tarihsel geliflimine bakmakta yarar var. ‹srail devletinin kuruluflunda önceki dönemde izlenen Siyonist nüfus politikas›n›n kökenlerine ilk bölümlerde de¤inmifltik. Devletin kuruluflu ve özellikle 1948 ve 1967 savafllar›n›n yüz bin-


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

lerce Filistinli Arap’› mülteci konumuna düflürmesine ra¤men ‹srail devleti kendini “güvende hissedememifl” ve resmi s›n›rlar› içindeki Arap nüfusun Yahudi nüfusuna oran›n› düflük tutabilmek için bir dizi politika gelifltirmifltir. ‹srail’in ‹flçi Partisinin kurucu ve liderlerinden Golda Meir’in ‹srail Baflbakan› iken 1969’da yapt›¤› konuflma içerdeki Arap az›nl›k konusunda nas›l bir politika izlendi¤ine iyi bir kan›t oluflturuyor: Kendimize flunu sormal›y›z: Ne tür bir ‹srail ‹stiyoruz? Benim yan›t›m hiçbir soru ya da kuflkuya yer b›rakmaks›z›n Yahudi bir ‹srail olacakt›r. Az›nl›¤›n günümüzde yüzde 50’lik bir kesimi oluflturup oluflturmad›¤›na iliflkin gündelik kayg›lar› bir yana b›rakaca¤›m›z bir Yahudi ‹srail. (Halloum, 1988:37)

Bu 1993’e kadar sürdürülen ve aç›kças› rahatl›kla ›rkç› diyebilece¤imiz ‹srail devlet politikas›n›n en ›l›ml› temsilcilerinden birisi olan Golda Meir’den geliyor. Birde afl›r› sa¤ ve dinci guruplar›n konuya nas›l yaklaflt›¤› düflünülürse, ‹srailli Araplar›n 1990’lara kadar yaflad›¤› kabusun boyutlar› daha iyi kavranacakt›r. 1967 savafl›nda Savunma Bakan› olan Moshe Dayan, Do¤u Kudüs’ün ‹srail’e ilhak› konusunda Arap rahats›zl›¤› oldu¤unu ancak bunun hiçbir önem tafl›mad›¤›n›, çünkü onlar istedi¤i için de¤il ‹srailliler istedi¤i için orada bulunduklar›n› ifade edecektir. Knesset’in D›fl ‹liflkiler Komisyonu David Hacohen ise 1973 y›l›nda Araplardan “ onlar insan de¤il, onlar bir halk da de¤il onlar tümüyle Arap’t›r” diyerek dönemin ›rkç›l›¤a kayan Siyonizmini yans›tacakt›r (Halloum, 1988:38). Nitekim 1967 ile birlikte fliddeti iyice artan bu ›rkç› söylem ve uygulamalar Birleflmifl Milletlerde Siyonizm’in bir ›rkç›l›k türü olarak tescillenmesi ve mahkum edilmesine neden olacakt›r. BM’nin 10 Kas›m 1975 tarihli 3379 no’lu karar› ile Genel Konsey, “Her Türden Irkç› Ayr›mc›l›¤›n Eliminasyonu Deklarasyonu” baflta olmak üzere çeflitli BM karar, sözleflme ve deklarasyonlar› çerçevesinde Siyonizm’in bir ›rkç›l›k ve ›rkç› ayr›mc›l›k biçimi oldu¤unu ilan etti (Halloum, 1988:313). Bildi¤imiz gibi ‹srail bu tür kararlar› pek önemsemeden ayr›mc› politikalar›n› ve ülkeden Araplar› atma (deportation) uygulamalar›n› sürdürür. Bu süreç 1990’lar›n bafl›na kadar sürecektir. ‹srail Devleti’nin Filistinli say›s›n› azaltmaya çal›flman›n yan›nda etkin olarak uygulamaya çal›flt›¤› iki politika daha vard›r: Yahudi nüfus içinde do¤umu teflvik yoluyla ülke içindeki Arap-

185


186

Hakan Günefl

lar›n ço¤alma katsay›s›n› dengelemek ve diasporadaki Yahudileri ‹srail’e yerleflmeye ikna etmek. Ancak bu iki politikan›n uygulanmas›nda da ciddi sorunlar yaflan›yor. Diasporadan gelen göçmenlerin say›s› Araplar›n do¤um oran›ndaki art›fl› dengeleyecek bir etkide bulunam›yor. ‹srail en az yar›m yüzy›ld›r Araplar›n yüksek do¤um oran› konusunda ne yapabilecekleri sorusunu konufluyor. 1948-49 Arap ‹srail savafl›n›n ard›ndan önemli say›da Arap›n ülkeyi terk etmesi ‹sraillilerin mevcut Araplar›n do¤um oran›n› eskisi kadar çok düflünmemelerini sa¤lad›. Ancak yine de Yahudi nüfusun ço¤almas› için teflvik edici politikalara baflvuruldu. 1943’te 2.2 olan Yahudi do¤um oran›n›n yetersiz oldu¤unu belirterek Filistinli Yahudileri “demografik görevlerini yapmaya” ça¤›ran Ben Gurion Devlet Baflkan› olarak iktidara geldi¤inde ça¤r› yapman›n ötesine gitti. Ben Gurion 1949 y›l›nda onuncu çocu¤unu do¤uracak annelere ödül vermeyi taahhüt eden bir yasa ç›kard›. Ancak hesaba kat›lmayan bir fley gerçekleflti ve k›sa bir süre sonra ödül için baflvuran ‹srailli Arap annelerin say›s›n›n Yahudi annelerden kat kat fazla oldu¤u görüldü. Amac›na ulaflmayan yasa 10 y›l sonra yürürlükten kald›r›lmak durumunda kald› (Simha’dan akt. McDowel, 1993:645). 1950’lerin ortas›ndan 1960’lar›n sonuna kadar yeni bir do¤um-nüfus politikas› gelifltirilmeye çal›fl›ld›. 1966 y›l›nda Bakanlar Kurulu’na sunulan bir raporda yüzy›l›n sonunda ülke nüfusunun 4.2 milyon Yahudi ve 1.6 milyon Arap’tan oluflaca¤› öngörülüyordu. Bu raporun ard›ndan ülke nüfusunun düzenli ve sistematik takibi için merkezi bir nüfus dairesi 1967 y›l›nda kuruldu. ‹srail’in gelece¤i için Yahudi do¤um oran›n yüksek tutulmas› elzem bir konu olarak görülüyordu (McDowel, 1993:645). Raporun öngörüleri tam olarak gerçekleflmedi. Yüzy›l›n sonuna gelindi¤inde 1967 savafl›ndaki yeni sürgün ve göçler ve 1990 sonras›nda eski SSCB ülkelerinden gelen yo¤un Yahudi göçü sayesinde Yahudi nüfusu 4.2 milyonu aflarken Arap nüfusu 1 milyon civar›nda kald›. ‹srail’deki Yahudiler aras›ndaki do¤um oran› geliflmifl bat› ülkeleri ortalamas› olan 2.2’nin üstünde seyretti. 1950-53 aras›nda yüzde 3.5 olan do¤um oran› 1970’lerde yüzde 3’e geriledi. 1980’lerin bafl›nda ise bu oran 2.8 civar›nda seyrederken Arap nüfusun do¤um oran› yüzde 4’ün üzerinde devam etti. 1985 y›l›nda Likud Partili bir milletvekili olan Meir Cohen Avidor Knesset’te yapt›¤›


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

konuflmada ‹srail’e göçün azalmas› ile birlikte ortaya ç›kan nüfusun oransal gerilemesi riskini her y›l 100.000 Yahudi bebek dünyaya getirerek aflmak gerekti¤ini belirtti. Bu y›l içinde 60.000 Arap bebe¤e karfl›l›k 50.000 Yahudi bebe¤in dünyaya gelmesi gerçekten ‹srail’de Yahudi nüfusun ço¤unluk durumunu korumak isteyenleri (ki bu istisnas›z tüm ‹srailli politikac›lar› kaps›yordu) telafla düflürecek özellikte idi. Baflbakan fiimon Peres yapt›¤› konuflmalarda Yahudi annelerden en az dört çocuk do¤urmalar›n› istedi. Baflbakan annelere ço¤unlukta kalmak için bu görevi yerine getirmeleri gerekti¤ini s›kl›kla an›msat›yordu (Jerusalem Post International 14/12/1986’dan akt. McDowel, 1993:646). Yahudi annelerin devletin talebine çok heveskar karfl›l›k vermemeleri üzerine devlet de bir yandan Filistinlileri çeflitli bahanelerle ülke d›fl›na kovmaya bir yandan da diasporay› ülkeye çekmeye h›z veriyordu. 1972-82 y›llar› aras›nda ‹srail’e göç eden Yahudi say›s› 178.000 ile s›n›rl› kalm›flt›. Bu y›llarda ABD’de yap›lan bir anket Amerikan Yahudi diasporas›n›n yüzde 80’inin göç etmeyi ciddi anlamda pek düflünmedi¤ini ortaya koyuyordu. Arap nüfus ile aras›ndaki orant›y› sabit tutmak için y›lda 60.000 göçmenin ‹srail’e gelmesine ihtiyaç duyuldu¤u halde bu say› seksenli y›llar boyunca y›lda ortalama 10.000’in alt›nda kald›. Üstelik bu y›llarda özellikle ABD’ye, tersine göç hareketleri bile yaflan›yordu (Mc Dowel, 1993:646). 1970’lerden sonra ‹srail’e göç eden Yahudilerin bu tarihten önce göç edenlerle belirgin farklar› var ve bu da ‹srail iç ve d›fl politikas›n› etkileyen sonuçlar do¤uruyor. 70’lerden sonra gelen göçmenlerin büyük bir ço¤unlu¤u Ortodoks Yahudilerden olufluyor. Siyasal tercihleri ço¤unlukla yay›lmac› afl›r› sa¤ ve dinci partilerden yana oluyor. Özellikle ABD’den gelen göçmenler kendi tercihleri ile do¤a ve hayat koflullar›n›n a¤›r oldu¤u iflgal bölgelerindeki yerleflimlere (settlements) yerleflmeyi tercih ediyor. Diaspora göçünün ‹srail iç politikas›na uzun süre etkisi olan bir di¤er özelli¤i de, ‹srail’in iflgal etti¤i yerlerden çekilmesi durumunda ‹srail’e göçün azalaca¤› endiflesinde yat›yordu. 1970’lerden itibaren bu gerçek di¤er faktörlerin yan›nda bar›fla giden ad›mlar› olabildi¤ince a¤›rlaflt›ran bir etkiye sahip oldu (McDowel, 1993:647). ‹srail’in ›srarl› tüm politikalar›na ra¤men baflar›s›z olarak de¤erlendirilebilecek nüfus politikas› bu ülkenin hem iç hem de Bar›fl Süreci baflta olmak üzere d›fl politikas›na olumsuz etkilerde bulunuyor. Ülke içinde ço¤unlu¤u kaybetme korkusu olma-

187


188

Hakan Günefl

yan bir ‹srail’de en az›ndan politik yelpazenin solunda bulunanlar için mültecilere dönüfl hakk› tan›mak daha kolay olabilecekken, mevcut durumda dahi ço¤unlu¤u koruma endiflesi yaflayan bir ‹srail’de hiçbir kesim Filistinli mültecilerin dönüflüne en ufak bir ›l›ml› yaklafl›m göstermiyor. Bu söyledi¤imiz elbette ‹srail politikas›n›n desteklenmesi olarak yorumlanmamal›. Yapt›¤›m›z yorum sadece mevcut siyasal güçler, bu güçlerin ülke ve ulusal güvenlik alg›s› ile politik seçenekler karfl›s›ndaki tutumlar›n›n a盤a ç›kar›lmas› anlam›n› tafl›r.

Sonuç Çal›flmam›z›n bafl›nda Bar›fl Süreci’nin Do¤u Kudüs’ün statüsü ve Filistin Devleti’nin ilan› gibi yine önemli olan bir konudan de¤il, mültecilerin dönüfl hakk› konusundaki anlaflmazl›ktan t›kand›¤›n› belirtmifltik. Bugün ‹srail bar›fl masas›ndan çekildikten sonra yedekte tuttu¤u kendi bar›fl plan›n› devreye sokmufl durumda. Ördü¤ü duvar birkaç y›l önce yedekte tuttu¤u plan›n birinci kademe uygulamas›d›r. 2001’de iki taraf›n yedek planlar›n› hat›rlamakta yarar var: Bu planlar Barak ve fiaron için oldu¤u kadar de Arafat için geçerli geçerlidir (Benn, 2001). Tek tarafl› ayr›lma planlar›n›n birbirinden fark› Filistin Özerk Yönetimi’ne b›rak›lan A ve B bölgelerinin (Bat› fieria’n›n yüzde 42’si) d›fl›nda kalan C bölgesi üzerinde yo¤unlafl›yordu. Üç planda da A ve B bölgesi Filistin devletine b›rak›l›yor ancak C bölgesi Arafat için tümüyle içerilirken, Barak ve Sharon için pazarl›k konusu olarak b›rak›l›yordu. Pazarl›k sonucunda C bölgesinin tümüyle b›rak›lmas›na Barak daha yak›n bir politika izlerken (yüzde 5’lik bir Yahudi yerleflimci bölgesi d›fl›nda) fiaron daha az›n› vermek niyetinde idi. Nitekim bugün örülen duvar neredeyse tüm C bölgesini Filistin’in fiilen kontrolünden ç›kartacak bir tasar›m› temsil ediyor. ‹srailli bar›fl yanl›lar›n›n ‹srailin “güvenlik duvar›n›” apartheid duvar› olarak adland›rmalar› bofluna de¤il. ‹flgal alt›ndaki topraklar›n yaklafl›k yar›s›n› bir duvar s›n›r›yla di¤er yar›s›ndan ve ‹srail’den ay›ran apartheid mimarisi Filistinli mültecilerin yurtlar›na dönüfl hakk›n› yeni “yol haritas›”ndan tümüyle kald›r›yor. Mülteciler bir yere dönecekse bu ancak Bat› fieria ve Gazze’deki topraklar olabilir demektedir ‹srail. Üstelik bu kez iflgal alt›ndaki topraklar›n yüzde beflini oluflturan yerleflim bölgelerini koruma ad›na önerilen Filistin devleti s›n›r›n› yüzde 55 daha küçülttü¤ünden mültecilere kale duvarlar› içindeki bölgelere geri dönme d›fl›ndaki tüm seçenekleri kapat›yor.


Orta Do¤u’da Demografya Savafl›: Mülteciler Sorunu ve ‹srail’in Nüfus ‹kilemi

8 metre yüksekli¤e sahip olan apartheid duvar› tamamland›¤›nda 1000 kilometreyi bulacak. Karfl›laflt›rmak gerekirse bu 155 kilometrelik Berlin duvar›n›n yaklafl›k 7 kat›na denk bir duvardan söz ediliyor burada. ‹srail’in Filistin ve Arap dünyas›yla “anlaflma” yöntemini 1948, 1955, 1967, 1982 ve son olarak bu duvar ad›m›nda yapt›klar›yla de¤erlendirecek olursak ortaya flu strateji ç›k›yor: Önce iflgal edip sonra bir miktar çekilmek için pazarl›k etme, anlaflamad›¤› zaman bir miktar daha iflgal ve eskiden pazarl›k konusu etti¤ini ilhak edip yeni iflgali pazarl›k konusu etme ve bunda da istedi¤i anlaflma sa¤lanmazsa biraz daha.... Bu bak›mdan ‹srail güvenlik duvar›n›n yeni bir iflgal olarak yorumlanmas› daha do¤rusu iflgal alt›ndaki topraklar›n bir k›sm›n›n ilhak› olarak adland›r›lmas› hiç de yanl›fl olmayacakt›r. Duvar’la fiaronun sa¤lamak istedi¤i ikinci ve belki de daha önemli hedefin mültecilerin dönüfl hakk› tart›flmas›n› masa d›fl›nda b›rakacak yeni bir statüko ya da “bar›fl” çerçevesi yakalamakt›r. Sivilleri öldüren terörist Filistinliler propagandas› ABD kamuoyunu arkas›na daha rahat almas›na yararken, AB kamuoyunu etkisizlefltirecek özellikler gösteriyor. Filistinli intihar eylemcileri otobüslerde ifline gitmekte olan s›radan ‹srailli vatandafllar›n› öldürdükçe, ‹srail de bu otobüs enkazlar›n› Brüksel’e gönderiyor. Gönderilen otobüs say›s› mart 2004 itibar›yla sekize ulaflt›. Ayn› kamuoyunun en az 50 kat daha fazla sivil kayb› olan Filistin halk›na kulaklar›n› kapam›fl oldu¤u bir gerçek olsa da sivilleri hedef alan intihar eylemlerinin “Birinci ‹ntifada”da yakalan meflruiyet çizgisinin k›y›s›ndan dahi geçemedi¤i de bir gerçek. Bu nokta uluslararas› kamuoyu deste¤i almay› etkileyen bir faktör oldu¤u kadar ‹srail içi ve Filistin içi bar›fl hareketinin geliflimi aç›s›ndan da önemli bir konu oluflturuyor. Filistin halk›n›n uzun ve destans› mücadelesinde gelinen nokta bir bak›ma tam da intihar eylemcilerini meflrulaflt›rmak isteyenlerin söylediklerini and›r›yor: Çaresizlik ve umutsuzlu¤un patlamas›. Oysa Filistin için, gerçekten koflullar çok güç olsa da, çare de umut da vard›r. Her gün ifle giderken belediye otobüsünde patlayan bir bomba ile ölebilece¤i halde, olaylar›n görünen yüzünün derinine bakmay› bilen ‹srailliler aras›ndaki bar›fl inisiyatifi hiç de zay›f de¤ildir. Bu bak›mdan ‹srail’in apartheid duvar›n› intihar bombalar› ile de¤il, iki taraf›n bar›flseverleri ve emek güçlerinden baflka hiç bir kuvvetin y›kamayaca¤›n› tespit etmek hem do¤ru-meflru noktaya iflaret etmek hem de tek gerçek alternatife iflaret etmektir. ‹ki halk apartheid duvar›n› y›kmadan ‹srail’in demografya savafl›na da son veremez.n

189


190

Hakan Günefl

Kaynaklar Benn, A. (2001)“Sharon Reiterates His Seperation Plan”, Ha’aretz Daily Newspaper, 16,01,2001. Cleveland, W. L. (1994) “A History of Modern Middle East”, NY: Westview Press The Economist (January 6-12 2001), “The Palestinian Right of Return” Flapan, S. (1979) Zionism and the Palestinians London: Barnes & Noble. Bozkurt, G. (1989) Gayrimüslim Osmanl› Vatandafllar›n›n Hukuki Durumu (1839-1914), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay›nlar›. Halloum, R. (Abu Firas) (1988) “Palestine Through Documents”, ‹stanbul: Belge International Publishing House. Kayal›, H. (2000) “Jön Türkler ve Araplar”, çev. Türkan Yöney, ‹stanbul: Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›. Lukacs, Y. (der.) (1992) The ‹sraeli-Palestinian Conflict: A Documentary Record, Cambridge: Cambridge University Press. McDowall, D. (1993) “Dilemmas of the Jewish State”, A. Hourani, P. S. Khoury, M. C. Wilson (der.) The Modern Middle East içinde, London: Tauris Publishers. Shlaim, A. (1995) War and Peace in the Middle East, New York: Penguin Books.


Praksis 11

| Sayfa: 191-220

Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak Y. Emre Gürbüz

ugün, Orta Asya’n›n gelece¤inde söz sahibi olmas› beklenen iki ülke var: Özbekistan ve Kazakistan. Her iki ülke de Orta Asya’da sahip olduklar› kaynaklar ve insan gücü aç›s›ndan dikkat çekiyor. Ancak 1991 onunda bu ülkeler ba¤›ms›zl›klar›n› kazand›klar›nda, özellikle nüfusunun yaln›zca %41,1’ini ülkeye ad›n› veren etnik grubun, Kazaklar›n oluflturdu¤u Kazakistan’da etnik kaynakl› kar›fl›kl›klar›n ç›kmas› bekleniyordu. Ne var ki, Kazakistan’daki “hassas durum” herhangi bir çat›flma ç›karmad› ve ba¤›ms›z bir ulus-devlet kurma çal›flmas› devam ediyor. Günümüzde Kazakistan’da en önem verilen konu istikrarl› bir biçimde büyümenin sürdürülmesi ve 2030 y›l›na kadar ülkenin sahip oldu¤u do¤al kaynaklar› kendi kullanabilen, iyi e¤itimli bir nüfusa sahip, uluslararas› alanda sayg›n, modern bir ulus-devlet olmas›d›r. Bir ulus-devletin inflas›nda, ulusal bilincin oluflturulmas›n›n vazgeçilmez bir yeri vard›r. Ancak bunun ülkedeki Kazaklar d›fl›ndaki topluluklar› fazla rahats›z etmeden yap›lmas› da büyük önem tafl›yor. Kazaklar›n son 300 y›ll›k tarihi Ruslarla çok yak›n bir iliflkiye sahne olmufltur; ülkedeki yo¤un Rus nüfus ve Rusya’yla ortak yaklafl›k 4.500 kilometrelik s›n›r, bu iliflkinin daha uzun süre devam edece¤ini göstermektedir. Ayr›ca, özel bir anlaflmayla Rusya Federasyonu’nun kullanmaya devam etti¤i Kazakistan s›n›rlar› içindeki Baykonur Uzay ‹stasyonu ve Kazakistan’daki nükleer tesisler de Rusya ile Kazakistan’›n aras›ndaki iliflkinin herhangi bir zafiyet affetmeyecek tarzda sürmesini gerektirmektedir. Gerek Rusya’n›n gerekse Kazakistan’›n ba¤›ms›z, istikrarl› ulus-

B


192

Y. Emre Gürbüz

devletler kurma yoluna girdikleri flu dönemde Kazakistan’›n Rusya’n›n herhangi bir müdahalesinden daha az etkilenmesini sa¤lamas›n›n bir yolu ülkedeki Rus nüfusun say›s›n› ve etkisini ülkeye ad›n› veren Kazaklar lehine azaltmakt›r. Kazakistan, -k›smen de olsa- tarihsel kaynaklardan oluflumu izlenebilen, bundan dolay› uluslar›n oluflu hakk›nda fikir verebilen bir örnektir. Ayr›ca, Kazakistan, farkl› bir gelenek üstüne kurulu olmas›na ve ulus-devletlerin olufltu¤u ça¤dan farkl› bir dönemde, bir anda ba¤›ms›zl›¤›n› kazanm›fl bir ülke olmas›na karfl›n, yine de kendini ayn› uluslaflma sürecine girmek durumunda b›rakan koflullarla çevrili bulmufltur. Üstelik de bu, ülkeye ad›n› veren nüfus (Kazaklar) d›fl›nda yo¤un bir baflka nüfusun (Ruslar›n) oldu¤u ve uluslaflma sürecinin keskinleflmesi durumunda güçlü bir devletin (Rusya Federasyonu) müdahalesine aç›k olarak yap›lmas› gereken bir gerekliliktir. Bu yaz›da, k›saca kimlik ve ulus(al kimlik) tart›flmalar›na de¤inip “yer tespiti” yapt›ktan sonra tarihte Kazaklar›n ne zaman ortaya ç›kt›¤›, Kazak olarak adland›r›lan bu toplulu¤unun nas›l olufltu¤u ve günümüzde nas›l bu toplulu¤un bir ulus olarak biçimlendi¤i üstünde durulacakt›r. Böylelikle, Kazaklar›n ne zaman bir ulus olarak ortaya ç›kmaya bafllad›klar› ve bugün onlar› bir ulus-devlet kurma yoluna iten nedenler ile bunun nas›l bir geliflim izledi¤i aktar›lmaya çal›fl›lacakt›r.

Kimlik Tart›flmalar› Kimli¤in oluflumu hakk›ndaki tart›flmalar için burada ben ve “öteki” aras›ndaki iliflkinin nas›l de¤erlendirildi¤inden konuya yaklaflmakta yarar var. Bu, ulus, ulusal kimlik üstüne olan düflüncelerin geliflimini de etkilemifltir. Kifli kendini bir yandan tan›mlad›¤›, oldu¤u bir yandan ise olmad›¤› özelliklerle tan›mlar. Kazak (ya da Türk) olmak ba¤lam›nda örnekleyecek olursak, kifli kendini Kazak (Türk) olarak de¤erlendirirken hem Kazakl›k (Türklük) olarak niteledi¤i olumlu ve hatta olumsuz özelliklere sahip oldu¤unu hem de öteki (örne¤in Kazak için Özbek ya da Rus, Türk için Yunan ya da Arap) olmad›¤›n›, yani sahip oldu¤u kimi özelliklere sahip olmad›¤›n› düflünür. Bu konudaki tart›flmalara bak›ld›¤›nda; öncelikle Descartes kiflinin kendi düflüncesini temel al›r. “Cogito, ergo sum” (Düflünüyorum, öyleyse var›m) varg›s› kimlik aç›s›ndan bak›ld›¤›nda kiflinin varl›¤›n›n kendi tahayyülünün ya da ç›kar›m›n›n bir ürünü oldu¤u sonucunu verir. Buna göre, kendimizi kendimize yük-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

ledi¤imiz niteliklerle tan›mlar›z. Özne, sadece kendisi için bir gerçeklik tafl›r ve nesne ile, çevresini saran tüm dünya ile iliflkisinden ba¤›ms›z olarak vard›r. Bir adada tutsak tek bafl›na kalm›fl bir insan kendi d›fl›ndaki dünyayla iliflkisi olmamas›na karfl›n kendinin bilincindedir ve bir kimli¤e de sahiptir; öyleyse varolan kimli¤imizin d›fl›m›zdaki dünyaya ihtiyac› yoktur. Hegel’in özne elefltirisi kimlik tart›flmalar› için farkl› bir kap› aralam›fl, ancak 1960’lara Kartezyen özne anlay›fl› geçerlili¤ini korumufltur. Hegel, öznenin d›fl dünyaya kapal› olarak de¤erlendirilemeyece¤i, kendi varl›¤›ndan önce varolan özneler aras› bir alana girdi¤ini ifade ediyordu. Kiflinin kendi ay›rd›na varmas› için bu özneler aras› alanla, toplumsal oluflumla iliflki içine girmesi gerekiyordu. Özne kendini bilmek için ötekine muhtaçt›. Hegel’in ünlü efendi-köle diyalekti¤ine göre, efendinin kendini tan›mlayabilmesi için kölenin onu tan›mas›na ihtiyac› vard›. 1960’larda post-yap›salc›lar›n yükselen elefltirileri sonucunda kimli¤e daha farkl› bak›lmaya baflland›. Bu yaz›n›n kapsam›na girmedi¤inden bu tart›flmalar girmek girmek yerine, bugün bireylerin yaln›zca tek bir kimli¤e sahip olmad›¤›, her zaman birden fazla kimliklerinin oldu¤unun düflünüldü¤ünü belirterek devam edece¤im. Bu kimliklerin önem s›ras› döneme, içinde bulunulan koflullara ba¤l› olarak de¤iflir. Örne¤in, bir kifli ayn› zamanda Türk(iyeli), kad›n, politikac›, solcu, feminist, Laz, Ankaral› (ayr› ayr› annenin ve baban›n kentlerinden gelen aidiyetler ve kiflinin kendi büyüdü¤ü kent, her biri), Müslüman, Sünni, ODTÜ’lü, X liseli, X tak›m›n›n taraftar› vs. olabilir. Bu kimlikler, toplumsal iliflkilerde kullan›labilecek, di¤er insanlarla iliflki kurmak için ifllevsel araçlar sunar ve hangisinin öne ç›kaca¤› içinde bulundu¤umuz çevreye göre de¤iflir. Ulusal kimlik aç›s›ndan bakacak olursak, Frans›z tarihçi, millet ve milliyetçilik konusundaki önemli isimlerden biri olan Ernest Renan’a (1823-1892) göre “milletin varl›¤› günlük bir halk oylamas›n›n” sonucudur. (Renan, 1994: 17) Pierre Bourdieu’ya göre, “infla etti¤imiz” dünya, “biliflsel ve güdüleyici yap›lar olarak hareket eden habitus ile iliflki içinde (...) gerçeklefltirdi¤imiz hedefler - izleyece¤imiz prosedürler, seçece¤imiz yollar- ve ‘sürekli teleolojik bir nitelik’ tafl›yan amaçlarla” oluflur. Buradaki “düzenlilikler gerekli, hatta do¤al görünürler, çünkü onlar› kavrad›¤›m›z alg› flemam›z›n temelini olufltururlar” (Bourdieu, 1977: 78). Ulus-devletler içinde do¤mufl, bunlara dayal› bir uluslararas›

193


194

Y. Emre Gürbüz

sistemde yaflayan bizler için de millet eskiden beri varolan “do¤al” bir olgudur. Renan’›n söz etti¤i “halk oylamam›z›” yaparken, bunu Bourdieu’nun daha genel olarak belirtti¤i gibi zaten flekillenmifl olan alg›lar›m›z›n s›n›rlar› içinde bu seçimi yapar›z. Ayr›ca yine Bourdieu’nun ifade etti¤i gibi, gerçeklefltirmek istedi¤imiz amaçlar›m›z ve hayatta kalmak için gerekli koflullar›n fark›nda olarak ama üstünde düflünmeden nas›l hareket edece¤imizi belirleriz (Bourdieu, 1977: 78). Bir insan›n kendini bir milletin parças› olarak hissetmesi de alg› flemalar›n›n buna uygun bir yap› içinde flekillenmesi ve günlük olaylar› buna uygun olarak de¤erlendirerek “yeri”ni yenidenüretmesi/kabullenmesi ile gerçekleflir. Bunu, elbette kiflinin karfl›s›ndakilerle iletiflim kurma ve ortak bir paydaya sahip olma gereksinimi de güçlendirir. Olaylar› de¤erlendirirken, çevresindekilerle iletiflim kurarken kifli “do¤ru yol”da oldu¤una dair ald›¤› -sözlü ya da sözsüz- uyar›larla kimli¤ini pekifltirir ya da di¤er kimlikleri aras›nda daha arka plana iter. Bafltaki de¤erlendirmeye dönecek olursak, kifli bugün ne Kartezyen öznedeki gibi toplumdan ba¤›ms›z bir özne olarak ne de ötekinin karfl›s›ndaki, onun arac›l›¤›yla kendini bilen bir özne olarak alg›lan›yor. Kifli, bugün daha çok toplumun içinde “erimifl”, onunla bütünleflmifl, infla olan, dinamik bir varl›k olarak alg›lan›yor. Ancak burada toplumla kifli aras›nda yaln›zca olumlayan bir iliflki olmad›¤›n› da belirtmek gerek. Kiflinin ben olabilmesi için ötekiyi de bilmesi, tan›mlamas› ve ba¤›ms›z bir özne olarak kendi farkl›l›¤›n› ortaya koyabilmesi ihtiyac› ortaya ç›k›yor. Günlük hayatta nas›l davrand›¤›m›za bakt›¤›m›zda, sahip oldu¤umuz ço¤ul kimli¤in kimi unsurlar›n› bazen yak›n›m›zdakilerle yak›nlaflmak için öne ç›kard›¤›m›z›, bazen kendimizi ortaya koymak için ayr› durdu¤umuz unsurlar› öne ç›kard›¤›m›z söyleyebiliriz. Yaz›n›n kapsam› aç›s›ndan di¤er kimlikleri bir yana b›rak›p, ulusal kimlik aç›s›ndan bakacak olursak da hem devletin resmi söyleminde hem de vatandafllar›n gündelik söylemlerinde kiflinin kendini “kendine has”, ba¤›ms›z bir özneymifl gibi tan›mlad›¤› örneklere de çok rastl›yoruz, kendini öteki üstünden, onun olumlu yans›mas› olarak de¤erlendiren örneklere de rastl›yoruz. Her ulus kendini “zeki”, “uygarl›¤›n sahibi/tafl›y›c›s›”, “çal›flkan” vb. olarak niteler, bir yandan bunun alt›n› çizmek, resme bir derinlik katmak için de ötekilerin bu özelliklerden uzak oldu¤unu vurgular. Dolay›s›yla, burada da kolayca özetlenemeyecek girift bir tablo söz konusudur.


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

Ba¤›ms›z Kazakistan’da Kimlik Sorunu SSCB’nin 1991 y›l›nda da¤›lmas›n›n yeni oluflan ba¤›ms›z cumhuriyetlerde yaratt›¤› sorunlardan biri kimlik sorunuydu. SSCB döneminde yarat›lmaya çal›fl›lan Sovyet insan› (homo sovieticus) geçerli¤ini yitirmiflti ve hem vatandafllar hem de meflruiyetlerini güçlendirmek isteyen devletler bu aidiyetin yerine yeni bir ortak aidiyet koyma ihtiyac› duymaya bafllad›lar. Ba¤›ms›zl›k sonras›nda ortada güçlenmesi muhtemel, birlefltiricilik ölçütleri farkl› üç aidiyet vard›: Müslümanl›k, kavmiyetçilik ve ulusal kimlikler. K›saca, Kazakistan’da 1991’e kadarki süreçte bu kimliklerin durumu hakk›nda bilgi verebiliriz. So¤uk savafl y›llar› boyunca Orta Asya’da ‹slamîyetin durumu hakk›nda çeliflen düflünceler türemiflti. 1920lerde Bolfleviklerin Orta Asya’da egemenliklerini kurmas›ndan sonra bu bölgede Bat›dan çok az araflt›rmac› çal›flma yapabilmiflti.1 ‹kinci Dünya savafl› sonras›nda so¤uk savafl y›llar›nda gelifltirilen pek çok yaklafl›m da bunun gibi eski çal›flmalara dayan›yordu. Bu çal›flmalar›n pek ço¤unda Kazaklar›n fiamanl›k2 ve ata kültü gibi eski inançlar›yla ‹slamîyeti birlefltirdikleri, bu nedenle “yeterince” Müslüman olmad›klar› yorumu yap›lmaktayd›.3 Bir baflka kesim içinse, Kazakistan da “Rus mezalimi alt›nda ezilen Müslüman Orta Asya’n›n” (ya da “Türkistan’›n”) bir parças› olarak bask› alt›nda Müslümanl›¤›n ayakta tutulmaya çal›fl›ld›¤› bir yerdi.4 Ba¤›ms›zl›ktan sonra her iki yaklafl›m›n da çok do¤ruluk tafl›mad›¤› görüldü. SSCB döneminde dine ve özelde ‹slamîyete karfl› tav›rda de¤ifliklikler olmufltur, ancak genel olarak ‹slamîyetle ilgili k›s›tlamalar olmas›na karfl›n, ‹slamîyet tamamen yasaklanmam›flt›r. Camilerin ve medreselerin say›s› çok azalm›flt› ancak bunlar›n tamamen ortadan kald›r›ld›¤›n› ya da ibadetin yasakland›¤›n› söylemek de abart›l› olur. Devletin hedefledi¤i daha çok ‹slam’› güçlendiren etkenleri ortadan kald›rmakt›. Bu amaçla, imamlar›n yetkileri azalt›lm›fl, ‹slamî kurumlar› gelir ak›fl› sa¤layan vak›flar kapat›lm›fl ve ‹slamî düflüncenin yay›lmas›n›, yeni kuflaklar›n yetiflmesini sa¤layan Kur’an okullar› ve medreseler la¤vedilmiflti. Ancak camiler için gerekli imamlar› yetifltirmek üzere birkaç merkezde medreselerin daha sonra tekrar faaliyete geçti¤ini biliyoruz. Ayr›ca, Rus Çarl›¤›’nda oldu¤u gibi SSCB içinde de devlet izniyle faaliyetlerini sürdüren dört müftülük kendi cemaatleriyle ilgili iflleri organize etmeye devam ediyordu. ‹slam’›n etkisi, daralt›lm›fl bir alan için geçerli¤ini korurken, kamusal alan dind›fl› etmenlerle etkinli¤ini artt›r›yordu.5 Ancak bu-

195

1 Kazakistan üstüne bir saha çal›flmas›na dayal› bilgiler aktaran en önemli çal›flma Alfred Hudson taraf›ndan 1936 y›l›nda yap›lm›fl “Kazak Social Structure” (1938) adl› çal›flmad›r. Ancak Hudson’›n Kazak steplerindeki göçebe üretim biçimi ve bunun toplumsal örgütlenmesini anlatt›¤› antropolojik çal›flmas›n›n “saha çal›flmas›”n› devlet denetiminde, Kazakistan’›n o zamanki baflkenti AlmaAta’dan (bugün Almat›) hiç ç›kmadan yapt›¤›n› da belirtmek gerek. 2 fiamanl›k ya da fiamanizm biçiminde yayg›n olarak kullan›lmakta olan bu terimlerin kullan›c›lar›na ifllevsel geldi¤i için 20 yüzy›lda kabul gördükleri söylenebilir. Ancak asl›nda animizm ve ata kültü ile iliflkilendirilebilen uygulamalar›, “fiamaizm” olarak adland›rmak sistemli bir inanç varm›fl gibi yan›lt›c› bir düflünce do¤uruyor. Ayr›ca bu, “sistem”in merkezine flaman›n yerlefltirildi¤i “d›flar›”dan (etik - antropolojideki anlam›yla, emik’in karfl›t›) bir bak›fltan tafl›n›yor. Bu, muhtemelen araflt›rmac›n›n onun arac›l›¤›yla bir sistem kurmaya giriflti¤i kiflinin flaman olmas›ndan ve onun penceresin-


196

Y. Emre Gürbüz

den bakarak sistemini oluflturmaya çal›flmas›ndan kaynaklan›yor. fiaman, halk›n inançlar›n›n, uygulamalar›n›n oda¤›ndaki kifli de¤il, araflt›rmac›n›n oda¤›ndaki kifli olmufl olmal›. Duruma flöyle de bakabiliriz; e¤er “fiamanist” olarak adland›r›lan halklardan bir araflt›rmac› ‹slamîyet ya da H›ristiyanl›k üstüne araflt›rma yapacak olsayd›, yukar›daki örne¤e göre ‹slamîyet’i ‹mamizm, H›ristiyanl›¤› Papazizm olarak adland›rd›. 3 Bu yaklafl›mdaki çal›flmalar için Bkz. A. Hudson (1938) E. Bacon (1980), M. A. Bikzhanova, K. L. Zadykhina, O. A. Sukhareva (1974). 4 SSCB’nin y›k›l›fl›n›n da ‹slam ülkelerinin ayaklanmas›yla gerçekleflece¤i umudunu besleyenler vard›. 5 Kazakistan’da yapt›¤›m›z görüflmelerde, Sovyet döneminde “Nauçniy Ateizm” ya da “⁄›l›mi Ateizm” (Bilimsel Ateizm) dersi okutuldu¤unu ö¤rendik. Ders kitab›, dinlerin toplumsal tarihini anlatarak bafll›yor ve dinin kültür ile siyasetteki yeri ve Ateizmin geliflimi ile ilgili bilgilerle devam ediyor. Bkz. M. P. Mtseblova (1988), K. fiulembaev (1978). 6 Sünnet ve ölümle il-

na karfl›n kimi ‹slamî gelenekler6 -Komünist Parti ileri gelenleri aras›nda dahi- varl›¤›n› korumufltur. Öte yandan “‹slam’›n derecesi” ile ilgili de¤erlendirmeler ise, bugün antropolojideki çal›flmalarla geçerlili¤ini yitirmifltir. Bugün ‹slam’a bak›flta uygulanan “halk ‹slam›”, “folk ‹slam”, “gündelik ‹slam”, “ortodoks ‹slam” gibi ayr›mlar›n ya da “yaz›l›” olan› “yaflanan”a üstün gören s›n›fland›rmalar›n -en az›ndan akademik çevrelerde- pek itibar görmedi¤i söylenebilir. Art›k, “‹slam’› yaflayan” insanlar›n kendi de¤erlendirmelerin belli bir dönemde yap›lan yorumlara uygunluklar›ndan ya da fleriat ve ‹slam’›n befl flart›na ne kadar uyuldu¤undan daha çok dikkate al›n›yor.7 Buna göre bir toplulu¤un (insan›n) kendini Müslüman olarak görmesi yeterli görülüyor. Kazaklar da -di¤er pek çok ‹slam toplumunda oldu¤u gibiinanm›fl Müslümanlar olarak gördükleri atalar›ndan ö¤rendikleri ‹slam’› uygulaman›n onlar› inanm›fl Müslümanlar yapt›¤›n› düflünüyorlar. Bu anlay›flta önemli olan ‹slam’›n befl flart›n›n s›k› takipçisi olmak de¤il, taze jol (temiz, ar›, saf yol ya da do¤ru yol) olarak adland›rd›klar› atalar›n›n, evliyalar›n›n inanc›n›n takipçisi olmakt›r.8 Bu haliyle ‹slam (taze jol) Kazak kimli¤ini güçlendirici, örne¤in daha “dindar” görülen Özbeklerden (öteki) ay›r›c› bir etken ifllevi görebiliyor. Her ne kadar zaman farkl› geliflmelere aç›k olsa da, bugün için Kazakistan’da bu ‹slam’›n güçlenmesi ulusal kimlik ya da kavim kimli¤ini zay›flat›c› bir etken de¤il. Ancak ‹slam’›n geliflimi devletin bafl›ndaki seçkinler taraf›ndan izlenmekte ve resmi düflüncenin d›fl›nda oluflumlara yol açmamas›na dikkat edilmektedir. Kavim kimli¤i genel olarak Orta Asya’da geçerli, önemli bir kimlik olarak de¤erlendirilir. Bunun Orta Asya’daki yeri ve ifllevi Türkiye’deki hemflehrili¤in yeri ve iflleviyle yak›nl›klar gösterir. Türkiye’de ise, yerlefltirme (iskan) politikalar›yla kavim ba¤lar› parçalanarak, Güneydo¤u Anadolu (afliretler) d›fl›nda önemini yitirirken, kiflinin “nereli” oldu¤u kimli¤inin önemli bir parças› olarak alg›lanmaya bafllam›flt›r. Tüm Kazaklar, üç jüz içinde s›n›fland›r›lm›fl kavimlerden birine mensuptur. Bu üç jüz (Ulu Orda, Orta Orda, Kiçi Orda) hiyerarflik bir yap› oluflturur. Ancak bu kavim ba¤lar›n›n bugün gündelik iliflkiler içinde ne kadar belirleyici oldu¤u tart›flmaya aç›k bir konudur. Benim tan›fl›p konufltu¤um Kazaklar da buna farkl› tepkiler verdiler. Kimisi “bilmiyorum” deyip geçifltiriyor, kimisi biliyor ama bunun kendisi için çok önemli olmad›¤›n› söy-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

lüyor. Bölgeyle ilgili kaynaklarda iliflki a¤lar›n›n bu ba¤lara göre olufltu¤unu, ifle al›nma, yükselme gibi konularda bunun önemini vurgulayanlar da var, bunun çok önemli olmad›¤›n› ifade edenler de var.9 Sahada yap›lan gözlemlere dayanan bu de¤erlendirmelerdeki çeflitlilik asl›nda genelgeçer bir durumun olmad›¤›, ortak kavim ya da jüz ba¤lar›n›n özel koflullara göre önem kazand›¤›n› gösteriyor olmal›. Belki bu anlamda da bizdeki hemflehrilik ile benzerli¤i oldu¤u düflünülebilir. Kazakistan’›n ba¤›ms›zl›¤›n› kazanmas›n›n ard›ndan öne ç›kan kimlik Kazakl›k oldu. Bu hem Kazak halk› için hem de Kazakistan devleti için önceki dönemdeki “Sovyet insan›” kimli¤inin yerine geçirilmeye en uygun kimlikti. Devlet aç›s›ndan bakacak olursak; uluslararas› alanda ba¤›ms›z bir devletin kendine yer bulmas› vatandafllar›n›n ülkelerini, cumhuriyetin ilke ve ideallerini benimsemesiyle mümkündü. Modern ulus-devletler ça¤›nda bu, sa¤lam bir ulusal kimli¤in de oluflturulabilmesiyle gerçeklefltirilebilirdi. Kazakistan Cumhuriyeti’nin vatandafl› olmaktan gurur duyan, onun ilkeleriyle mücehhez vatandafllar varolan koflullar alt›nda bir ulus-devlet içinde oluflturulabilirdi. Kazak ulusunun inflas›(na devam etmek), ayr›ca köktenci ‹slamî düflüncelerin yay›larak Kazakistan’› modernleflme yolundan ay›rmak ya da kavmiyetçili¤in güçlenerek Kazakistan’›n parçalanmas› -en az›ndan zay›flamas›- tehditlerine de set çekebilirdi. Ne var ki, yo¤un bir Kazak-d›fl› nüfusa sahip olan Kazakistan’da bunun çok dikkatli, özellikle Kazakistan’›n Rus nüfusunu k›flk›rtmayacak biçimde yap›lmas› gerekiyordu. Bu olgular, resmi Kazak milliyetçili¤ini do¤uran düflüncelerin temellerini haz›rlad›. Kazak halk› aç›s›ndan duruma bakacak olursak, Sovyet insan› düflüncesinin ve Sovyet ideallerinin y›k›lmas›, tüm SSCB’de yayg›n bir kesim içinde büyük bir düfl k›r›kl›¤› ve boflluk duygusu yaratm›flt›. ‹nsanlara kendilerini adayacaklar›, inanabilecekleri yeni idealler gerekiyordu. Görünen o ki, devletin de aralad›¤› kap› sayesinde, sahip olduklar› kimlikler aras›ndan Kazak kimli¤i, pek çok kifli için öne ç›kan bir kimlik olarak geliflmeye bafllam›flt›r. Bu, elbette ki “sorunsuz” ilerleyen bir süreç de¤ildir, ancak bu sürece geçmeden önce ulusal kimlik ve milliyetçilik kuramlar›yla ilgili düflüncelerden Kazaklar›n oluflumuyla ilgili olabileceklere de¤inip ard›ndan bugün “Kazak” dedi¤imiz bu toplulu¤un nas›l bir tarihsel sürecin ürünü oldu¤u, dolay›s›yla kimlere Kazak denildi¤i üstünde durmak konuya daha da aç›kl›k getirecektir.

197

gili ‹slamî uygulamalar bunlardan en yayg›n olanlar›d›r. Her Kazak sünnet olur, ölünce ölüsü ‹slamî kurallara göre y›kan›r ve imam›n rolünü korudu¤u bir cenaze töreni düzenlenirdi. Bunun yan›nda türbe ziyaretleri, özellikle de “ikinci Mekke” olarak sayg› gören Türkistan (Yesi) kentindeki Ahmet Yesevi Türbesi’ne “hac” önem verilen dini uygulamalar olarak varl›¤›n› koruyordu. 7 Elbette, halen kendi “gerçek ‹slam” s›n›fland›rmas›yla Kazak toplumunu de¤erlendiren, halk›n “‹slamî” gördü¤ü adetleri “‹slam öncesi kal›nt›lar” olarak görenler var. Sovyet döneminde kabul gören anlay›fl da buydu ve bugün de Kazak akademisyenler aras›nda bu yaklafl›m› koruyanlar var (örn. S›zd›qova, 1997). 8 Bu konuda yeni ve önemli bir çal›flma için bkz. B. G. Privratsky (2001). 9 Joma Nazpary de Kazakistan’daki izlenimlerinden toplumsal iliflki a¤lar›nda kavmiyetçili¤in çok belirleyici olmad›¤› sonucunu ç›karm›fl. (Nazpary, 2003: 21) Görünen o ki, afla¤›da anlat›lan Stalin dönemindeki kolek-


198

Y. Emre Gürbüz

tivizasyon kampanyas› s›ras›nda di¤er pek çok fleyle birlikte kavim ba¤lar› da parçalanm›fl. 10 Millet ve milliyetçiliklerin oluflumu konusunda yayg›n bir literatür var. Yeni ortaya ç›kan koflullar ve bunlar›n bir ürünü olarak milletin nas›l olufltu(ruldu)¤u devletin bürokratik ve askeri ayg›tlar›n›n güçlenmesi; eflit ve yayg›n e¤itim; (“ulusal” olan ya da olacak) belli bir bölgede da¤›t›m› yap›lan yay›n organlar› (Anderson, 1991); sanayileflmeyle kentlere göç ve farkl›l›¤›n fark›na var›fl (Gellner, 1983); ancak kendilerine ait bir ulusal devlet içinde yükselebilecek, koloninin merkezinde yükselme olanaklar› olmayan –koloninin d›fl›nda do¤mufl- ayd›nlar›n varl›¤› (Anderson, 1991); güçlü bir devletin denetiminde iç pazarlar›n oluflumu ve d›fl pazarlarda güçlü olmak için de güçlü bir devlete duyulan ihtiyaç gibi çeflitli koflullarla aç›klan›yor. Milletin “modern” etkenlerle oluflturulmufl, (ya da bunlar›n sonucunda “keflfedilip” infla edilmifl – Hobsbawm, 1992) bir topluluk oldu¤u tes-

Millet Tart›flmalar› Ulus-devletlerin vatandafllar› olarak günümüzde pek çok kiflinin kendini uzun bir tarihsel dönemden beri varolan bir milletin parças› olarak kabul etmesine karfl›n, tarihsel belgelere dayanarak yap›lan araflt›rmalar, uluslar›n tarihin bafllang›c›ndan beri varolan topluluklar olmad›¤›n›, zaman içinde ortaya ç›kt›klar›n› ve de¤iflime aç›k olduklar›n› gösteriyor. Topluluklar›n “nation” ad› verilen ç›karlar›, amaçlar›, tarihleri (atalar›), dilleri, dinleri, yaflad›klar› topraklar ortak olan bir bütünün parças› olduklar›n› “fark etmeleri”nin, 18. yüzy›lda gerçekleflmeye bafllayan yeni bir olgudur. “Nation” sözcü¤ünün ya da “ulus”, “millet” sözcüklerinin bugünkü anlamda kullan›lmaya bafllanmas›n›n çok eski olmamas›n›n, bu topluluklar›n ortaya ç›k›fl›n›n da asl›nda çok eski bir olgu olmad›¤›n› gösterir. “Nation” sözcü¤ünün ‹ngilizce’de kullan›m› 16. yüzy›ldan önceye gitmez, ancak ‹ngilizce’deki ilk kullan›m›nda (1584) “aile, sülale, boy” anlamlar›nda kullan›lan bir sözcükken, 17. yüzy›l bafl›nda (1602) bir ülkenin halk›n› tan›mlamak için kullan›lmaya bafllanm›flt›r (Little, 1965; 1311). Özellikle Fransa’daki monarfliyle art›k belli s›n›rlar içinde bütünleflmeye bafllayan bir ülkenin ortaya ç›kmas› burada belirleyici bir olgu olarak göze çarp›yor. Ancak bu sözcü¤ün bugünkü anlam›n› kazanmas› 18. yüzy›ldaki geliflmelerle daha çok ilgilidir. Fransa’da monarflinin y›k›lmas› ve yerine kurulacak yeni bir yönetimin meflruiyet ihtiyac›, bir millet içinde ortak amaçlar etraf›nda birleflmifl vatandafllar›n (citoyen) oluflumu gerekli k›l›yordu. Rousseau gibi ayd›nlanmac› düflünürlerin temellerini att›klar› ilkeler, devrimi yapanlar için, bir hanedana, hanedan›n yönetiminin meflruiyetine dayanmaktan daha uygun geliyordu. Böylelikle, özgür vatandafllar›n bir millet olarak bütünleflip, kendi devletlerine destek verdikleri bir modeli destekleyen bir milliyetçilik anlay›fl› geliflmeye bafll›yor. Frans›z devrimi gerçekleflti¤inde bu milliyetçilik düflüncesi, yaln›zca varolan seçeneklerden biriyken, devrimden sonraki geliflmeler millet ve milliyetçilik düflüncelerinin geliflmesini sa¤layacak yönde olmufltur. 19. yüzy›lda kapitalizmin geliflimiyle kapitalizm öncesi aidiyetlerin (dini ve kavmi ba¤lar›n ve bunlara ek olarak köy, lonca gibi aidiyetlerin) zay›flamas› ve buna paralel olarak devletlerin vatandafllar›yla daha homojen bir bütünlük kurma yönünde yeni olanaklar edinmifl olmas›10 millet düflüncesinin Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika’da güçlenmesine neden oldu.11 20, yüzy›lda ise, millet olma düflüncesi tüm dünyaya yay›larak en geçerli, yayg›n normlardan biri haline geldi. Öyle ki, bugün


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

pekçok kifli binlerce y›ld›r varl›¤›n› koruyan bir milletin parças› oldu¤unu düflünüyor ve tarihe bakt›¤›nda da kendi milletinden olanlar› arayarak -ve ayn› yaklafl›mla tarihi anlatan kiflilerin kitaplar›nda bunu “bularak”- tarihteki yeri hakk›ndaki düflüncesini pekifltiriyor. Öte yandan, devletler aç›s›ndan da uluslararas› alanda kendini kabul ettirebilmek, millet olarak “eskili¤in” gösterilebilmesi ve yayg›n kabul gören, dolay›s›yla sorgulanmayacak denli do¤al kabul ettirilebilmesine ba¤l›d›r. Hatta, yaln›zca bir millet olarak eski olmak da tek bafl›na yeterli görülmüyor, devlet kurma hakk›na sahip olmak için geçmiflte güçlü devletler kurmufl olman›n gösterilmesi, ulus-devletin kuruldu¤u topraklarda (ve bazen komflu topraklarda da) hak iddia edebilmek için söz konusu milletin burada güçlü bir devlet kurmufl oldu¤unun gözler önüne serilmesi, ayr›ca “uygar dünya”da bir yerlerinin oldu¤unun kan›tlanmas› için de millet olarak güçlü uygarl›klar kurmufl olduklar›n›n iddia edilmesi gerekiyor. Bu niteliklere devletin vatandafltan beklentisiyle ilgili baflka nitelikler de eklenebilir (örne¤in “ba¤›ms›zl›¤›na düflkün” olmak, “asker millet” olmak ya da “kad›n›n toplumda erkekle eflit” olmas› gibi). Bugün, bir ulusal kimlik sahibi olman›n ayr›lmaz parças› olarak, Kazakistan tarihi yeniden yaz›l›rken de Kazaklar›n, geçmifli 2500 y›l öncesine uzanan, eski, köklü bir millet olduklar›, pek çok devlet kurduklar›, üstelik bu devletleri bugünkü Kazakistan’da kurduklar›, ayr›ca bu devletlerin “barbar göçebeler” olmad›klar›n›, insanl›¤a katk› yapm›fl parlak uygarl›klar kurduklar›n› sunmak büyük önem tafl›yor. Bunlar, modern ulus-devletler aras›nda yer alabilmek ve Kazakistan topraklar›n›n gerçek sahipleri olundu¤unu -hem d›flar›ya karfl› hem de bu düflüncelerle yetiflmifl vatandafllar nezdinde- gösterebilmek için zorunlu bir kofluldur. Bu nedenle, afla¤›daki sat›rlarda Kazaklar›n kaynaklardaki bilgilere göre tarih sahnesine ne zaman ç›kt›klar› üstünde durulacakt›r.

Kazak Halk(lar)› Tarihi Kazak sözcü¤ünün ortaya ç›k›fl› ve bir millete ad olmas›, di¤er milletlerin incelenmesi için de örnek teflkil edebilecek, ilginç bir geliflim izlemifltir. Tarihsel kaynaklarda “kazak” sözcü¤üyle ilk kez 13. yüzy›lda (yaklafl›k olarak 1240’larda) karfl›lafl›yoruz. Bugünkü Mo¤olistan’dan M›s›r’a kadar uzanan genifl bir alanda “kazak” ya da “kazakl›k” olarak geçen iki terim karfl›m›za ç›k›-

199

pitini yapanlar genelde Anthony Smith’in s›n›fland›rmas›na uygun olarak “modernist” olarak adland›r›l›yorlar. Modernist yazarlardan B. Anderson, Gellner ve Hobsbawm’›n temel yap›tlar› Türkçe’ye de çevrildi. Bkz. Hobsbawm (1995), Anderson (1994), Gellner (1992). Ayr›ca, Türkçe’de bu konudaki tart›flmalar›n verildi¤i, girifl niteli¤inde derli toplu bir çal›flma için bkz. Özk›r›ml› (1999). ‹ngilizce’de ise, özgün metinlerin bir seçkisi için bkz. Hutchinson, Smith (1994). 11 Milliyetçili¤in Osmanl›’ya gelifli de 19. yüzy›ldaki geliflmelerle ilgidir. “Millet” sözcü¤ünün bugünkü anlamda kullan›lmaya bafllanmas› da 19. yüzy›l›n sonlar›na, “ulus” sözcü¤ünün bu anlamda kullan›lmaya bafllanmas› ise, 20. yüzy›la ait bir yeniliktir. Bundan önce her iki sözcü¤ün de kullan›m› görülmesine karfl›n, farkl› anlamlarda kullan›l›yordu. “Millet” Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda Müslüman olanlar d›fl›ndaki kifliler için ve bunlar›n ba¤l› olduklar› dini otoriteyle ilgili bir tan›md›. Bu anlamda, kökeni, dili vs. ne olursa


200

Y. Emre Gürbüz

olsun Rum Ortodoks Kilisesi’ne ba¤l› kifliler “Rum milleti”nden kabul ediliyordu. Buna, Bulgar Kilisesi’nin 19. yüzy›l sonundaki ayr›l›fl›na kadarRum Ortodoks Kilisesi’ne ba¤l› tüm Osmanl› teba’s› dahildi. “Ulus” sözcü¤ü ise, Mo¤olca ve eski Türkçe’de kullan›lan bir sözcüktür. Anlam›yla ilgili kesin bir yarg›da bulunmak mümkün olmasa da, bir idare alt›nda yaflayan kifliler için kullan›ld›¤› söylenebilir. Bu anlamda bugünkü ulus sözcü¤üyle benzer gibi görünse de, geçmiflteki “ulus”ta ayn› soydan, ortak bir dili konuflan, s›n›rlar› kesin çizgilerle belirli topraklarda yaflayan bir toplulu¤un söz konusu olmad›¤›n› düflünmek daha makul. Bu nedenle, burada asl›nda ne Frans›z millet anlay›fl›ndaki vatandafll›k (ya da toprak) ilkesine dayal› ulus, ne de Alman millet anlay›fl›ndaki soya dayal› birlikten söz edilebilir. 12 Daha önce de Kazak sözünün tarihte yer ald›¤›na dair iddialar var. Önceki dönemlerden Bizans, Arap ve Rus kaynaklar›nda Kuzey Kafkasya civar›nda yaflayan benzer ada

yor.12 Gerek Cengiz Han’›n ölümünden sonra yaz›lm›fl bugünkü Mo¤olistan’da yaz›lm›fl “Mo¤olar›n Gizli Tarihi” adl› yap›tta ve M›s›r’da yönetimi ele geçirip kendi hanedanlar›n› kurmufl olan K›pçaklar (Memluklar) döneminde haz›rlanm›fl Arapça-K›pçakça Sözlük’te. Kumekov’a göre, kazak sözü “serbest, bafl›bofl” anlam›nda K›pçakça’dan ç›kma, 13. yüzy›lda K›pçaklarla birlikte yay›lm›fl bir sözcüktür.13 15. yüzy›lda bu sözün Timur’un birbirine rakip torunlar› taraf›ndan kullan›lmakta oldu¤unu görüyoruz. Kaynaklarda, belli bir yeri, devleti, yönetimi, idaresi vs. olmayan ayr›ca herhangi birine de tabi olmayan kimi hanlar›n, emirlerin ya da beylerin onlar› izleyen birkaç savaflç›yla (örne¤in k›rk civar›nda) kazakl›k yapt›klar›ndan söz edilir. Bu kifliler, bu dönem boyunca hem deneyim kazan›r, hem ünlerini yayar hem de sonras› için çok önemli olan ittifaklar kurarlar. Di¤er koflullar›n da uygun geliflmesiyle bu kifliler aras›ndan çevresindeki savaflç›lar›n (nökör) say›s›n› art›r›p, güçlü yöneticilerle ittifaklar kuran, kazand›klar› baflar›larla güçleri ve birlikleri bir kartopu etkisiyle artan kifliler vard›r. Tarihte, Cengiz Han, Timur, Babür fiah gibi daha sonradan önemli imparatorluklar kurmufl olan pek çok kiflinin bu anlamda kazak olduklar›, kazakl›k yapt›klar› dönemler vard›r. Bugün Kazak olarak adland›r›lan toplulu¤un oluflmaya bafllamas› ise, 15. yüzy›l›n ortalar›ndaki (1459-1460) bir olaya dayan›yor. Özbek olarak adland›r›lan bir toplulu¤un bafl›ndaki Ebulhay›r Han yönetimi alt›ndaki topluluklarla birlikte yaflad›klar› steplerden güneye bugünkü Özbekistan yak›nlar›na ilerlemeye bafllay›nca, steplerdeki hayatlar›n› sürdürmek isteyenlerin bir k›sm› Karay Han ve Cani Beg Han öncülü¤ünde ana gruptan ayr›l›p Bat› Jetisu (Semirechniye, Yedisu) bölgesine (bugünkü Almat› yak›nlar›na) göç ediyorlar. Ebulhay›r Han’›n ölümü (1462) ve Ebulhay›r Han’›n idaresi alt›ndaki Özbekler aras›ndaki kar›fl›kl›klar, “kazak olan hanlar”a kat›l›m› art›r›yor. Bu gruba önce “Kazak-Özbek” deniyor, kazak olan Özbekler anlam›nda. Ancak 16. yüzy›ldan itibaren, Kazak ad› bir toplulu¤un ad› olarak yerlefliyor.14 Önceden hanlar için kullan›lan bir terim böylece o han(lara)a tabi olanlar anlam›nda tüm halk›n ad› oluyor.15 Özbek olarak adland›r›lan toplulu¤un 16. yüzy›lda yaklafl›k olarak bugünkü Özbekistan’a göç etmesi, buradaki topluluklarla kaynafl›lmas›, yerleflik hayat›n gündelik ve politik gerekleriyle daha içli d›fll› olmalar› ve ‹slam’la iliflkileri gibi etkenler halen göçebeli¤i sürdüren kuzeydeki Kazaklarla ayr›flmalar›n› sa¤l›yor.16


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

16. yüzy›lda Kazaklar›n say›s› ve yay›ld›klar› alan baflka göçebe kavimlerin kat›l›m›yla artt›. Henüz 1510’da Kas›m döneminde nüfuslar› bir milyona ulaflm›flt›. Ancak bu birlikler kolayca olufltuklar› gibi kolayca da da¤›labiliyorlard›. Bir süre sonra (1530) Tahir Han zaman›nda 400.000 kifli topluca hanlar›n› terk ettiler ve han yaln›z bafl›na öldü. Daha sonra da hanlar seçilmeye devam edildi. Ne var ki, genifl Kazak Stepleri ve göçerlik istikrarl› bir biçimde uzun süre bir arada yaflamaya sadece esnek bir örgütlenme içinde olanak veriyordu. 16. yüzy›lda Kazak kavimleri jüz (tr. yüz) ad› verilen bütünler içinde örgütlenmeye bafllad›. Bunun tam olarak ne zaman, nas›l ortaya ç›kt›¤›yla ilgili bilgi yoksa da 1616’da Rus Çarl›¤›’n›n iki görevlisi, T. Petrov ve I. Kuitsyn, yapt›klar› gezide Ulu Jüz’den söz ediyorlar. Demek ki, muhtemelen 16. yüzy›lda, Kazaklar Ulu Jüz, Orta Jüz, Kiçi Jüz olarak üçe ayr›lm›flt›r. Bunlardan Ulu Jüz Kazaklar›n ilk yerleflti¤i Jetisu ve Sirderya çevresinde, Orta Jüz bunun çevresindeki kuflakta, Kiçi Jüz ise Kazak Steplerinin bat›s›nda yer almaktad›r. Bu terimler Bat› dillerinde genelde say› ya da boyut aç›s›ndan büyüklü¤ü ça¤r›flt›r›r biçimde “Great/Middle/Small” olarak çevrilse de, yerleflim yerlerine bak›lacak olursa, bunlar muhtemelen “yafl”a, yani Kazak olmalar›na göre s›ralanmaktad›r. Bunu ça¤r›flt›r›r bir çeviri de (Senior/Middle/Junior) vard›r, ama daha az itibar görmektedir. Kifliler önce boylar›na, kavimlerine ve cüzlerine göre s›ralan›rlar. Her bir topluluk kendi aras›nda toplan›r, kararlar bu kurultaylarda al›n›r. Ayr›ca, her bir grubun kendi seçti¤i bir yöneticisi vard›r. Bu esnek yap›, farkl› göçer topluluklar›n›n Kazak “konfederasyonu”na kat›l›m›n› kolaylaflt›rm›fl ve Kazak olarak adland›r›lan toplulu¤un gerek nüfusunu gerekse göçerlik yapt›klar› topraklar›n alan›n› artt›rm›fl olmal›. Bu birlik, savunma ve belki daha da önemlisi hayvanc›l›k yap›lacak topraklar›n paylafl›m›n›n yap›lmas› için oluflmufl bir örgütlenme olmal›. 17. yüzy›lda Rus Çarl›¤›’n›n genifllemesi Kazan ve Astrahan Hanl›¤›’n› ortadan kald›rmas›, bunlar›n korumas›ndaki göçerlerin Kazaklara kat›lmas›na neden olmufltur. Ancak bu olay, Kazaklar için iki tehlikenin ortaya ç›kmas›na da neden olacakt›r. Hem Rusya hem de Hazar Denizi’nin kuzeyindeki otlaklar› terk edip Kazaklara kat›lan Nogaylar›n boflalt›klar› yerlere gelip yerleflmeye çal›flan Kalmuklar17 sonraki dönemde ayn› üretim biçimini paylaflmalar› nedeniyle, Kazaklar’›n ellerindeki otlaklar, Kazaklar için ciddi tehditler oluflturacakt›r. Ancak bu iki etkenin Kazak toplulu¤unun -öteki üstünden- kendini kurmas›na katk›

201

sahip halklardan söz ediliyor. Ancak ça¤dafl Kazak tarihçi Kumekov’a göre, bunlar›n hepsi ayn› halktan, Ad›ge’lere dahil Kasog’lardan bahsediyor. Bu ve di¤er iddalar için bkz. Kumekov, 1998: 53-55. 13 Ünlü tarihçi ve dilciler W. Barthold ve G. Hazai taraf›ndan bu sözün kökeni “kaçmak” anlam›ndaki Kaz (-ak ise, fiilden isim yapma eki) olarak aç›klan›yor. Bu makul bir aç›klama gibi görünse de tarihsel kaynaklarda bunu gösteren aç›k bir ifade yoktur. (Barthold, Hazai 1999) 14 Yine de bunun bir toplulu¤un ad› olmaya bafllarken di¤er anlam›n› da bir süre korudu¤unu belirtmek gerek. 16. yüzy›l bafl›nda Özbeklerin hanlar› fiiban Han da kazakl›k yap›yor, onun rakibi olan -bugünkü Özbekistan’dan ç›kard›¤›, daha sonra Babür Hint-Mo¤ol ‹mparatorlu¤u’nu kuranBabür fiah da gençli¤inde kazakl›k yapt›¤›ndan söz ediyor. (Arat, 1987). 15 Burada Özbek isminin bir toplulu¤a ad olmas›n›n da benzer bir geliflimi oldu¤unu belirtelim. 16 Asl›nda Özbek sözünün 20. yüzy›la


202

Y. Emre Gürbüz

kadar bu bölgede yaflayan herkesi de¤il, yaln›zca buradaki göçerleri niteledi¤ini belirtmekte yarar var. Osmanl› döneminde “Türk” ya da “Türkmen” sözünün göçerler için ve küçültücü bir s›fatla kullan›lmas› gibi... Ne han ne de yerleflikler kendilerini “Özbek” (ya da Türk) olarak görmezler. Ancak d›flar›dan bakanlar (bizim gibi zamansal olarak ya da o dönemki seyyahlar gibi baflka yerden gelenler) yayg›n olarak bu genellemelere baflvuruyorlar. Ben ise, burada bugünkü halk›n (Özbeklerin) atalar› anlam›nda Özbek sözünü kulland›m. 17 Kalmuklar, Cungaryal›, Congar ya da Oyrat olarak da adland›r›lan Bat› Mo¤ol kavimlerinden biridir. Di¤er Mo¤ollar gibi Budisttirler. 17. yüzy›ldaki seferleri do¤udan gelen son göçebe imparatorluk kurma giriflimi olarak tarihe geçmifltir. 18 Volga’n›n bat›s›nda 500 hanelik küçük bir Kalmuk toplulu¤u kal›yor. Bugün bunlar Rusya Federasyonu içinde bir özerk bölgeye sahip, 174.000 kiflilik (1989 nüfus say›m›) Mo¤ol kökenli küçük bir Budist toplu-

sa¤lad›¤›n› da söyleyebiliriz. Nitekim, kimin, hangi kavimlerin Kazaklardan oldu¤uyla ilgili kriterler bu dönemde sabitleflmifltir. Bugün, Kazak denince anlafl›lan, bu dönemden önce sonra Kazak Steplerine gelmifl olan -tüm- halklard›r. 17. yüzy›l ve 18. yüzy›l›n bafllar› Kazaklar aç›s›ndan çok olumsuz geçer. Kazaklar bu dönemi Kalmuklar›n önünden kaçarak ya da onlar›n boflaltt›¤› otlaklara ilerleyerek atlatmaya çal›fl›rlar. 1730’larda Kiçi Jüz han› Ebülhay›r Han, Rus Çarl›¤›’ndan koruma talep eder ve 1734-1742 aras›nda Kiçi Jüz, Orta Jüz hanlar› ve ile Ulu Jüz’den kimi kavimler Rus Çarl›¤›’n›n korumas›na girerler. 1759’da Çin’in Orta Asya’daki Kalmuklara karfl› yollad›¤› 200.000 kiflilik bir ordu yaklafl›k bir milyon Kalmuk’u ortadan kald›r›r, böylece Kazaklar için Kalmuk tehdidi sona erer. Kazaklar ve Kalmuklar aras›nda yaklafl›k yüz elli y›l süren savafllarda yaklafl›k iki milyon Kazak’›n üçte ikisinin öldü¤ü tahmin ediliyor (‹smail, 2002 :60). Rus Çarl›¤›, 1771’de kendi topraklar› içinde Volga’n›n do¤usunda kalan bütün Kalmuklar› Çin’e yollar.18 Kazaklar için Kalmuk tehdidinin ortadan kalkmas›na ve Kazak hanlar›n›n korumal›¤a yaln›zca resmi, uygulamada genifl, özgür steplerde çok anlam› olmayan bir olgu olarak bakmalar›na karfl›n, Rus Çarl›¤›’n›n sivil ve askeri mekanizmalar›yla örgütlenen Kazaklar için yeni bir sisteme sahip olmas› sonucunda 18. ve 19. yüzy›lda Kazaklar gittikçe daha s›k› ba¤larla Rus Çarl›¤›’na ba¤land›lar. Genifl Rus Çarl›¤›’n›n bir parças› olmak güvenlik, istikrar, genifl bir alandaki otlaklar› kullanmak, daha sonra ayd›nlar ve tüccarlar için daha genifl bir hareket alan› anlam›na geliyordu. Çarl›¤›n Rus-olmayanlara karfl› kendi topraklar›nda izledi¤i siyaset ayn› dönemde Birleflik Krall›k, Fransa gibi di¤er emperyalist güçlerin izledi¤i siyasetten farkl›yd›. Ruslar, kendi devletlerinin etki alan›n›n hemen yan›ndaki topraklarda ad›m ad›m ilerliyorlard› ve egemenliklerin derinleflmesi de zamana yay›lm›fl olarak, duruma göre de¤iflen politikalar izleyerek gerçeklefliyordu. Örne¤in 18. yüzy›lda, yerel yöneticilerle birlikte çal›fl›l›r, yerel geleneklere, yasalara (adat) sayg› gösterilirken, 19. yüzy›lda yavafl yavafl merkezi devlet iktidar›n›n güçlenmesiyle yerel yöneticiler ve yasalar çarl›k sistemin artan oranda belirleyici oldu¤u bir yap›n›n içine al›n›yordu. Bu, Rus Çarl›¤›’n›n genifl s›n›rlar› ve koruyucu flemsiyesi alt›nda yaflayanlar için de tercih edilecek olanaklar sunan bir durum yarat›yordu. Ne var ki, Ruslar ve Kazaklar (ya da bir baflka topluluk) aras›ndaki iliflkinin her zaman sorunsuz oldu¤unu iddia etmek de yanl›fl olur. Çeflitli dönemlerde pek


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

çok rahats›zl›¤›n, hatta isyan›n ortaya ç›kt›¤› da do¤rudur. Örne¤in 1822’de çarl›¤›n Orta Jüz han›n›n yetkisizlerini almaya çal›flmas› 1825’te 1850’lere kadar sürecek olan büyük bir isyan bafllatt› (Kappeler, 2001: 187-188). Orta Jüz han› Kinesar› Kas›mov (1802-1847) bugün de bir kahraman olarak sayg› görmektedir. Daha büyük isyan ise, 1916’da Birinci Dünya Savafl› s›ras›nda çarl›¤›n cephede savaflmalar› için Müslümanlar› (dolay›s›yla Kazaklar›) da silah alt›na alaca¤› söylentisinin ç›kmas›yla yafland›. Bu, Kazaklar›n tarihindeki en önemli felaketlerden birine neden oldu. Çar›n, 19 Haziran 1916’da bir kararnameyle 19-43 yafl aras›ndaki tüm erkekleri cephe gerisinde çal›flmak üzere (merdikar) askere alacak olmas›, zaten Orta Asya’da artmakta olan huzursuzlu¤un patlamas›n› tetikledi. Göçerlerin, özellikle de Kazaklar ve K›rg›zlar›n,19 bat›dan gelen Slav köylülerinin otlaklar›na yerleflmesiyle hayat tarzlar› tehdit alt›ndayd›. Say›s› az ama k›fl› atlatabilmek için elzem olan verimli topraklar bat›dan gelen çarl›¤›n korumas› alt›ndaki köylüler taraf›ndan yerleflime aç›l›yordu. Göçerlerin en çok ihtiyaç duyduklar› topraklar baflta olmak üzere ellerindeki alan gittikçe daral›yordu. Ayr›ca, savafl koflullar›nda artan vergiler ve tüccarlar›n yapt›klar› zamlar da huzursuzlu¤u artt›rmaktayd›. Tüm bu etkenler, hanlar›n, serdarlar›n (komutanlar›n) tekrar seçilmesine ve kavimlerin ortak bir örgütlülük içinde ortak düflmana karfl› savafla giriflmelerine yol açt›. Bu birlikler, eskiden oldu¤u gibi vergi toplama ve yarg›lamalar gibi devletin yetki alan›na giren uygulamalar› da üstlendiler. Ancak y›l›n sonuna do¤ru isyan bast›r›ld›. ‹syan s›ras›ndaki çat›flmalarda, çat›flmalardan kaçmak için gittikleri çöllerde ya da çat›flmalar›n getirdi¤i k›tl›k nedeniyle ölenlerin say›s› belirsizdir. Ancak kimi yerleflimlerin nüfusunun %73’e varan oranda azald›¤›, bu arada Verniy (bugünkü Almat›) nüfusunun %45, Piflpek (bugün K›rg›zistan’›n baflkenti Biflkek) nüfusunun %42 azald›¤› kay›tlara geçmifltir. Kimi kavimler çarl›kla anlaflt›, kimileri (Turar R›skulov’a göre 500.000 kifli) Çin’e kaçt› (Olcott 1987; 125); bunlar›n bir k›sm› burada karfl›laflt›klar› Kalmuklar taraf›ndan katledildi (Z. V. Togan, 1981: 337-338). Sa¤ kalanlar›n bir k›sm› (yaklafl›k 53.000 kifli) Bolflevik Devrimi’nden hemen sonra steplere geri döndü. Türkiye’de, Zeytinburnu’ndaki Kazaklar›n önemli bir k›sm› da ya bu tarihlerde ya da 1949 Çin devriminden sonra Türkiye’ye gelenlerin çocuklar›d›r. Ancak bugün hala Çin Halk Cumhuriyeti’nde Sinkiang (Sincan) Uygur Özerk Bölgesi’nde yaflayan genifl bir Kazak toplulu¤u vard›r.

203

luk olarak yaflamlar›n› sürdürüyorlar. Volga’n›n do¤usundaki Kalmuklar 1771’de Rus Çarl›¤›’n›n etkisinin artmas› nedeniyle, Çin’e kaç›yorlar. Göç eden 169.000 Kalmuk’tan, göç s›ras›ndaki sald›r›lar nedeniyle ancak 70.000 kifli Çin yönetimindeki topraklara ulaflabiliyor. Burada Çin yönetimi taraf›ndan kendilerine toprak veriliyor. (Z.V. Togan, 1981: 176-177) 19 Burada, Ruslar›n ilk iliflki kurduklar› dönemden beri Kazaklara K›rg›z, K›rg›zlara ise Kara-K›rg›z dediklerini belirtelim. Ayn› dönemlerde Orta Asya d›fl›ndaki pek çok Müslüman toplulu¤a da Tatar dediklerini ekleyebiliriz. Hatta daha sonra “Azeri” olarak adland›racaklar› toplulu¤a da uzun sure Tatar denmifltir. Uluslar›n henüz oluflmad›¤› bir dönemde uluslar›n ad›n›n ne oldu¤u da asl›nda çok önemi de¤ildir, devletin s›n›fland›rmas›nda uygun görülen bir yerde de¤erlendirilmeleri yeterlidir.


204

Y. Emre Gürbüz

‹syandan sonra çarl›k sert uygulamalara giriflti. Pek çok Kazak topraklar›ndan sürüldü ve bu topraklar bat›dan gelen yeni kolonistlerin kullan›m›na aç›ld›. Al›nan kat› önlemler o zaman Menfleviklerden bir hükümet müfettifli olarak bölgeye giden, fiubat Devrimi’nin ard›ndan hükümetin bafl›na geçecek olan Aleksandr Kerenski taraf›ndan da sert biçimde elefltirilecektir. Önce fiubat Devrimi, sonra da Bolflevik Devrimi Kazak ayd›nlar› aras›nda yeni umutlar›n canlanmas›na neden olur. 19. yüzy›l›n sonundan bafllayarak Kazaklar aras›nda milliyetçilik düflünceleri güçlenmektedir. Ancak bu milliyetçilik, Rusya’dan ayr›lmak, ba¤›ms›zl›k için de¤il, Ruslarla birlikte Kazak halk›n›n modernleflmesi için verilen bir mücadeledir. Özellikle, Rusya Müslümanlar› aras›nda yay›lmaya bafllayan reformist cedidcilik düflüncesinden etkilenen Kazak dergisi çevresinde toplanan bir grup ayd›n Kazak halk›n› köhne düflüncelerden kurtar›p ayd›nlatmak için yo¤un bir mücadele içine girmifltir. Kazaklar›n Bolflevik Devriminden önceki tarihlerine bak›ld›¤›nda, Kazak milliyetçili¤inin 19. yüzy›l sonu, 20. yüzy›l bafllar›nda ortaya ç›kmaya bafllad›¤›n› görüyoruz. Bu milliyetçilik, 19. yüzy›l sonunda K›r›ml› Tatar e¤itimci ‹smail Gasp›ral› (18511914) taraf›ndan bafllat›lan cedidcilik düflüncesinin etkisiyle oluflmufltur. Cedidciler, geleneksel e¤itime karfl› modern bir anlay›flla ayd›nlanm›fl gençlerin yetifltirilmesine yönelik okullar›n aç›lmas› ve bu görüflleri yayan dergi ve gazetelerin ç›kar›lmas›na önem veriyorlard›. Amaçlar›, Rusya’dan ayr›lmaktan çok, Türkdilli, Müslüman halklar›n geri kalm›fll›klar›ndan kurtulmalar› ve modern dünyan›n ileri milletleri aras›nda yerlerini almalar›yd›. Bu anlamda, bu, kültürel boyutu öne ç›kan bir milliyetçilikti. Bu düflüncelerden etkilenen Kazak ayd›nlar› da çabalar›n› Kazaklar›n Rus Çarl›¤›’ndan ayr›lmalar›ndan çok, geleneksel yap›lar›ndan s›yr›larak ileri bir millet olmalar› üstünde yo¤unlaflt›r›yorlard›. Mücadele ettikleri köhne yap›y› ise, toplumu geri b›rakan dini yap› ve kavmiyetçilik olarak görüyorlard›. Ancak amaçlar›na ulaflmak için Kazak ayd›nlar›n›n arkalar›n› yaslan›p güçlenebilecekleri toplumsal s›n›flar, siyasi kesimler henüz oluflmam›flt›. Genifl Kazak Steplerinde ve kentlerde söz sahibi olanlar -Rus yetkililerin yan›nda- hanlar ve din adamlar› gibi geleneksel otorite figürleriydi. Ancak bu kifliler, Kazak ayd›nlar› için ittifak kurulabilecek kifliler olmaktan çok temsil ettikleri de¤erleri de¤ifltirmek istedikleri figürlerdi. Yaln›z burada bir genelleme yapman›n do¤ru olmayaca¤›, bu kesimlerden Kazak ayd›nlar›na des-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

tek verenlerin de oldu¤unu belirtmekte yarar var; hatta pek çok Kazak ayd›n›, ekonomik durumlar› ve toplumsal sayg›nl›klar› itibar›yla çocuklar›na iyi bir e¤itim ald›ran seçkin ailelerden gelen ve/ya da dini e¤itim alm›fl kiflilerdi. Okullar›n aç›lmas›, yay›nc›l›k faaliyetleri ve kütüphanelerin kurulmas› gibi Kazak ayd›nlar›n› girifltikleri ifller, ekonomik olarak destekleyecek birileri ç›kmad›¤› sürece devam etmesi mümkün olmayan, kendi kendini idame ettiremeyen etkinliklerdi.20 Kazak ayd›nlar›, halen söz sahibi olan dini, kavmi aidiyetler karfl›s›nda, Kazaklar› kendi etraflar›nda toplamalar› mümkün olmad›¤›ndan, bir ulusal bilinçle hareket etmeye bafllam›fl olmalar›na karfl›n, Rus ayd›nlar›yla birlikte Çarl›k yönetimini etkileme yolunda çal›flmaya aç›kt›lar. Bu nedenle, kurtuluflun Rusya’n›n bir parças› olarak Ruslarla birlikte gerçeklefltirilece¤ine inand›klar›n› söylemek yanl›fl olmaz. Bunu gösteren ilginç bir örnek; dönemin Kazak ayd›nlar› aras›nda en önde gelen yay›n olan Kazak dergisinin kurucular›ndan ve önemli yazarlar›ndan Alihan Bökeyhanov’un ayn› zamanda bir Kadet (Rus anayasal reformistlerin partisi) üyesi olmas›d›r. Ancak Kadetlerin milliyetçi ve muhafazakar kimlikleri Kazaklar aleyhine kararlar al›nmas› yönünde ifllemeye bafllay›nca, 1917 yaz›nda Bukeihanov partiden ayr›l›p, Rusya’da fiubat Devrimiyle oluflan yeni özgürlükçü ortamdan da yararlanarak, Mustafa Çokayev ve Ahmet Baytursunov ile ülke tarihinde önemli bir yer edinen Alafl Orda21 partisini kurarlar. Parti, hedefini “Rus kolonyal bask›s›ndan kurtulmak” ve “Kazak halk›n›n uygar dünya halklar› aras›na girmesi” olarak belirlerler (Nurpeisov, 1998: 129-130, 140). Ancak Bolflevik Devrimi ard›ndan amaçlar›n› demokratik ve federal bir Rusya’da Kazaklar›n yerel özerkli¤i olarak aç›klarlar. Aç›klad›klar› on madde bir Kazak ordusunun kurulmas›, Kazak dilinde yayg›n e¤itim, Rus kolonicilerinin topraklar›n›n Kazaklara geri verilmesi, yasalar›n yerel geleneklere daha uygun hale getirilmesi gibi maddelerin yan› s›ra, kad›n erkek eflitli¤i, din ve devlet ifllerinin ayr›lmas›, iflçi haklar›, zenginden daha çok vergi al›nmas› gibi maddeler de içeriyordu. Rusya’da ç›kan iç savafl Kazak Stepleri’nin Moskova ile ba¤›n› kopar›r. Kazaklar, merkezi Orenburg olan (bugün Kazakistan’›n kuzeyinde Rusya Federasyonu’nun s›n›rlar› içinde) ba¤›ms›z Alafl Orda devletini kurarlar. Bu dönemde devletlerini ayakta tutmak için Beyaz Ordu’yla ittifak yaparlar. Beyazlar, Alafl Orda hükümetine silah ve ordu kurmalar› için e¤itim verir. Ancak Beyazlar k›sa süre sonra Bolflevikler karfl›s›nda sürekli yenilgilerle

205

20 Çok genifl bir alanda geliflen bu okullaflma ve yay›nc›l›k etkinlikleri devam etseydi, B. Anderson’›n “hayali cemaatleri” için ilginç bir örnek oluflturabilirdi. K›r›m’dan Orta Asya’ya, Kazan’dan (bugün Tataristan’da) ‹stanbul’a ve hatta Kahire’ye kadar genifl bir alanda bas›lan dergiler ayd›nlar aras›nda dolafl›mdayd›. Ancak bunun yan›nda daha dar ilietiflim a¤lar›ndan da (Kazaklar aras›nda oldu¤u gibi) söz edilebilir. Ancak geliflmeler, bu iletiflim a¤lar›n›n yaratt›¤› “hayali cemaatler” yerine SSCB’nin yaratt›¤› s›n›rlar içinde “hayali cemaatler”in infla olmas›na neden oldu (Anderson 1991). 21 Alafl Orda: Kazak kavimlerinin efsanevî atas›. Kazak mitolojisine göre, üç jüz Alafl Orda’n›n Kazak adl› o¤lundan olan üç torunu taraf›ndan kurulmufltur.


206

Y. Emre Gürbüz

22 Baflkurdistan cumhurbaflkan› ve ordu komutan› Zeki Velidi Togan, bir mektupla kendi görüflünü soran Kazak liderleri Bukeyhanov ve Baytursunov’a “Kolçak’›n (Beyazlar›n komutan›) afl›r› düflmanl›¤› nedeniyle Bolfleviklerle anlaflman›n daha uygun oldu¤u”, “birkaç güne kadar Bolfleviklerin saf›na geçecekleri”, “ancak Bolfleviklere de güvenmemek gerekti¤i”ni ifade eden bir mektup yazar. (Nurpeisov, 1998: 137) 23 “K›rg›z” burada “Kazak” anlam›nda kullan›lm›flt›r. Ruslar Kazak terimini Rus Kozaklar› için kullan›yorlard›. 1925’te Bolflevikler K›rg›z yerine yaln›zca Kazaklar için Kazak, Karak›rg›zlar için K›rg›z sözünün kullan›lmas›n› kabul ettiler, ancak yine de 1920’lerin sonuna kadar Kazaklar için resmen K›rg›z sözü kullan›lmaya devam edildi (Carr, 1989: 291).

zay›flamaya bafllar. Ayr›ca, Beyazlar Çarl›k Rusyas›n›n milletlerin haklar›na hiç s›cak bakmayan düflüncelerini muhafaza ediyorlard›. 1919’da Orta Asya, Tataristan ve Baflkurdistan’da savaflan di¤er pek çok milliyetçi önderle birlikte Kazak önderleri de Lenin’in “uluslar›n kendi kaderlerini tayin hakk›” ilkesinden de güç alarak Bolfleviklere kat›l›rlar.22 (Nurpeisov, 1998: 131-137) Alafl Ordac›lar, 1917 sonbahar›nda kurulmufl, Bolflevikleri destekleyen Üç Jüz partisiyle birlikte çal›flmaya bafllarlar, ama as›l amaçlar› “Kazaklar›n uygar milletler aras›nda yer edinmesi için mili demokratik reformlar› yapmak”t›r. Bu ilk cedidcilerin de önlerine koyduklar› hedeften çok farkl› de¤ildir, ancak onlar bunun için yeterli toplumsal deste¤i bulamam›fllard›. Bolfleviklerin yönetimindeki bir ülkede arkalar›na onlar›n da deste¤ini alarak, üstelik de ulusal haklara önem veren bir yönetimde hedefledikleri amaçlara ulaflabileceklerini düflünüyorlard›. Moskova 1919’da genel af ilan ederek Alafl Orda’n›n di¤er üyelerinin de Bolflevik Parti içinde Kazak halk›n›n gelece¤i için çal›flmas›n›n önünü açt› (Nurpeisov, 1998: 138-139). 1920’de Bolflevikler, baflkenti Orenburg olan K›rg›z23 Özerk Sovyet Sosyalist Bölgesi’ni (Oblast) kurdular. Ayn› y›l, Bukeihanov gibi kimi Alafl Ordac›lar› tutuklansa da, Turar R›skulov gibi pek çok önemli Kazak ayd›n› 1937’deki Stalin’in temizlik harekat›na kadar parti içinde çal›flmaya devam etti. 1937-38 temizli¤i s›ras›nda SSCB s›n›rlar› içinde kalan tüm eski Alafl Orda üyeleri yaklafl›k 22.000 Kazakla birlikte “burjuva milliyetçisi” olduklar› gerekçesiyle ortadan kald›r›ld›. Kazaklarlar›n tarihinde önemli yere sahip bir baflka olay 1929’da bafllayan kolektivizasyon giriflimidir. Kazak göçerlerinin yerleflik hayata geçirilmesi 20. yüzy›l›n bafl›nda Kazak ayd›nlar› aras›nda tart›fl›lm›fl, ilerleme için gerekli görülmüfl bir olgudur. Tart›fl›lan daha bunun yöntemi ve h›z›d›r. Pantürkist ve pan‹slamîst görüfllere yak›n olan Aykap dergisi göçerlerin yerleflik hayata geçirilmesini hiç zaman kaybetmeden h›zla gerçeklefltirmek gerekti¤ini savunuyordu; Kazak dergisi yazarlar› ise, yerleflik hayata geçmenin bir anda olmas›n›n dengeleri sarsaca¤› ve bunun zamana yay›lm›fl olarak yap›lmas› gerekti¤ini savunuyordu. Oysa 1929’da yeterli ön haz›rl›k yapmadan giriflilen kolektivizasyon, buna direniflin yaratt›¤› y›k›m bir yana, kurulan çiftliklere yerleflenlerin dahi açl›ktan ölmesine neden olmufltur. 1929’da al›nan ani kararla bir ay içinde (Aral›k 1929) 500 kolhoz kurulmufltur. fiubat 1930’da kolhozlara yerlefltirilenler toplam nüfusun %35.3’ü, Mart 1930’da %42.1’idir. Ka¤›t üstünde bu büyük


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

bir baflar›d›r, ama yerlefltirilen göçerlere para, yap› malzemesi, tohum, gübre, ilaç, g›da maddesi vb. ulaflt›racak altyap› haz›rlanmam›flt›r. Bunun sonucunda kolhozlara getirilen hayvanlar ve insanlar burada hastal›klardan ve açl›ktan ölmeye bafllam›flt›r. Nisan’da göçerler kolhozlar› terk etmeye bafllam›fllar ve 7019’a ç›kan kolhoz say›s› Haziran’da 5701’e düflmüfltür. Göçerler, kolhozlara gitmemek için büyük direnç göstermifl, pek çok göçer, hayvanlar›n› kolhozlara b›rakmaktansa öldürmeyi tercih etmifltir. Göçerlerden 1916’daki gibi Çin’e kaçanlar da olmufltur. Kolektivizasyon s›ras›nda kaç kiflinin öldü¤ü belirsizdir, ancak kolektivizasyonun bafllad›¤› 1929’da 1.232.000 olan hane say›s›, 1936’da 565.000’e inmifltir (Olcott, 1987: 185). 1915’te alt› milyon olan nüfus, 1930’da 4.120.000’a düflmüfl ve kolektivizasyon kampanyas› s›ras›nda yaklafl›k 1.750.000 kifli açl›k, hastal›k ya da çat›flmalar nedeniyle ölmüfltür. Yaklafl›k 653.000 kifli ise bölgeyi terk etmifltir. 1959’a gelindi¤inde Kazak nüfusu ancak 2.8 milyon olmufltu (Sarsembayev, 1999: 325). Afla¤›daki tablo, bu dönemin Kazaklar›n ekonomisi için vazgeçilmez olan hayvanc›l›¤› nas›l etkiledi¤ini göstermektedir.

24 Domuzlar Rus, Ukraynal› ve Alman göçmenler taraf›ndan beslenmektedir ve domuzlar›n say›s›ndaki de¤iflim bu topluluklar›n göçlerine parelel olarak de¤iflmektedir.

Tablo 1: Kazakistan’da hayvanc›l›k 1916 Küçükbafl

1924

1929

18.364.000 11.400.000 27.200.000

1934

5.062.000 4.750.000

7.400.000

At

4.340.000 2.500.000

7.200.000

441.000

300.000

141.000

278.000

300.000

1946

2.261.000 8.132.000 10.249.000

S›¤›r

Domuz24

1941

1.591.000 3.356.000

1951

1962

18.038.000 30.404.000

3.519.000

4.455.000

6.139.000

897.000

851.000

1.453.000

1.110.000

451.000

149.200

401.000

2.282.000

Kaynak: Allworth, 1994: 302

Tablodan da görüldü¤ü gibi Kazaklar›n hayvanlar›n›n çok küçük bir k›sm› kolektivizasyon sürecini atlatabilmifltir. Bu kay›plar›n 1962 y›l›nda dahi üstesinden gelinebilmifl de¤ildi. Ancak Stalin’in kolektivizasyona giriflirken tek hedefi planl› üretimle üretkenli¤in artt›r›lmas› de¤ildi; hedeflerinden biri, hatta daha önemlisi geleneksel Kazak otorite iliflkilerinin k›r›lmas›, büyük hayvan sahiplerinin, geleneksel iktidar sahiplerinin ortadan kald›r›lmas›yd› ve insanlar -ve hayvanlar- için sonuçlar› çok a¤›r olan bu altüst olufl bunu da sa¤lam›flt›r. Kazakistan’›n bugünkü s›n›rlar›yla bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak oluflmas› 1936 y›l›nda gerçekleflti. Orta Asya’daki di¤er cumhuriyetler, 1924 y›l›nda Uluslar Komiserli¤i’nin (Narkomnat) bafl›ndaki Stalin’in Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist

207


208

Y. Emre Gürbüz

Cumhuriyeti’nden yeni cumhuriyetler yaratmas› sonucunda oluflmufltu; Kazakistan ise, “özerk bölge” statüsünde Rusya SFSC’ye ba¤l› olarak kalm›flt›. 1936 y›l›nda oluflturulan cumhuriyetin s›n›rlar› çizilirken K›rg›z (Kazak) Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden farkl› olarak kuzeydeki eski baflkent ve 19. yüzy›l sonundan itibaren Kazak ayd›nlar›n›n merkezi olan Orenburg bu s›n›rlar›n d›fl›nda kalm›fl; güneyde, Sirderya boylar›ndaki yo¤un olarak Özbeklerin yaflad›¤› topraklar Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin s›n›rlar› içine al›nm›flt›r. Böylece, Kazakistan Cumhuriyeti’nin bugünkü s›n›rlar› da oluflturulmufltur. Günümüzde de geçerlili¤ini koruyan “hayali cemaat” bu s›n›rlar içinde oluflturulmufltur. Sovyet etnojenez çal›flmalar› içinde topra¤a dayal› bir Kazak milleti anlay›fl› infla edilirken, bu milletin 2500 y›ld›r (ilk uygarl›ktan beri) Kazakistan s›n›rlar› içinde yaflayan halklar›n çocuklar› olduklar› düflüncesi temel al›nm›flt›r. Her ne kadar Kazaklar bir millet olarak 20. yüzy›lda ortaya ç›kmaya bafllam›fl olsalar da, ya da ilk Kazak Hanl›¤› 16. yüzy›lda oluflmufl olsa da, SSCB döneminde çizilmifl s›n›rlar içindeki 2500 y›ll›k tarih, Kazaklar›n (ya da Kazak halklar›n›n) tarihi olarak benimsenmifltir. Bu anlay›fl geçmifle karfl› kucaklay›c› olsa da, Kalmuklar›n sald›r›lar› -ve “büyük birader” Rusya’n›n Kazaklar› “korumas› alt›na almas›”- sonras›nda Kazak Stepleri’ne gelenler bunun d›fl›nda tutulmufl, steplere daha önce gelip üç jüz alt›nda örgütlenmifl olan boylar sabit kabul edilmifltir. Bu, -Frans›z milliyetçili¤inden farkl› olarak- yaln›zca topra¤a de¤il, soya da dayal› bir milliyetçilik anlay›fl› yaratm›flt›r. Kan›mca bu durum da “2500 y›ll›k Kazak yurdu”nun yaln›zca bir soya, Kazaklara ait oldu¤u yönündeki inanc›n güçlenmesinin önünü açm›flt›r. Kruflçev döneminde Kazaklar merkezden gelen direktiflerle gerçekleflen bir baflka rahats›z edici durumla karfl›laflt›lar. Yüzlerce y›ld›r kullanmakta olduklar› topraklar Moskova’da “bakir topraklar” olarak adland›r›lmaya uygun görülmüfl ve bu topraklar›n tar›ma aç›lmas›na yönelik yeni bir plan bafllat›lm›flt›. Bu Kruflçev’in tah›l üretimini artt›rmak için bel ba¤lad›¤› en önemli projeydi. Bu projeyle genifl Kazak Stepleri bat›dan gelecek yeni bir göç dalgas›yla Rus ve Ukraynal› çiftçilere aç›lacakt›.1936’daki kolektivizasyon plan›ndan sonra nüfusu hala kolektivizasyon öncesindeki say›ya ulaflamayan Kazaklar, 1959’dan sonra kendi ülkelerinde az›nl›k durumuna düfltüler. 1959’da Kazaklar›n Kazakistan nüfusu içinde oranlar› %30’a düfltü, Ruslar›n oran› ise %42,7’ye ç›kt›. Merkezin büyük umutlar ba¤lad›¤› “bakir top-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

raklar” projesi, ilk y›llardaki h›zl› üretim art›fl›n›n ard›ndan, topraktaki tuzlanma, ve afl›r› sulaman›n verimli ince üst tabakay› erozyonla inceltmesi sonucunda, üretim ayn› h›zla düflmeye bafllad›. Sonuçta, “bakir topraklar” projesi topraklar›n fakirleflmesi ve Kazakistan’da Ruslar›n ço¤unluk konumuna gelmesinden baflka bir ifle yaramad›. 1930-1962 aras›nda SSCB’nin bat›s›ndan Kazakistan’a yaklafl›k 3.950.000 kifli göç etti. Kazakistan’da Moskova’ya karfl› duyulan rahats›zl›¤› besleyen en önemli etkenler olarak; bu göçler ve tar›m politikalar›yla birlikte önemli ifllerde ve partide önceli¤in Ruslara verilmesi, Sirderya’dan sulama nedeniyle afl›r› su çekilmesi nedeniyle Aral Gölü’nün kurumas›, nükleer, bakteriyolojik ve kimyasal silah denemelerinin Kazak Steplerinde yap›lmas› nedeniyle sakat ve ölü do¤umlar›n art›fl› say›labilir. 1986’da Gorbaçev’in glasnost ve perestroika politikalar›yla ba¤lant›l› olarak, yozlaflm›fl parti görevlilerini görevden al›n›p yerlerine merkezden atanacak kiflilerin getirilmesi, Kazakistan SSC’de 1936’daki kuruluflundan sonraki en ciddi soruna neden oldu. Kazakistan SSC’nin bafl›na -Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri olarak- bir Rus’un (Gennady Kolbin) geçirilmesi yönünde 16 Aral›k’ta al›nan bir karar, 17-18 Aral›k’ta baflkent Alma-Ata’da (bugün Almat›) büyük bir isyan›n ç›kmas›na neden oldu. Bu isyan Kazak tarihinde “Jeltoksan” (Aral›k) ad›yla yerini ald›. Sabah ö¤rencilerin bafllatt›¤› bir yürüyüfl, çevreden kat›lanlarla k›sa sürede büyüdü ve müdahalelere karfl›n gösteriler iki gün boyunca devam etti. SSCB aç›s›ndan da çok kritik bir hal alan bu eylemi bast›rmak için Afganistan’daki içsavaflta görevli olan General Karpov, komutas›na verilen yaklafl›k 10.000 kiflilik özel askeri kuvvetlerle duruma müdahale etti. Bugün bu olay Kazak milliyetçili¤i aç›s›ndan önemli, gururla an›lan bir olay olarak ele al›n›yor; Rus flovenizmine ve asimilasyon politikalar›na karfl› bir direnifl olarak sunuluyor. Gösteride tafl›nan pankartlardan öne ç›kar›lanlar da kimi milliyetçi kaynaklarda “Ruslar Rusya’ya Gitsin”, “Kolbin Rusya’ya Dön”25 ya da “Kazakistan Kazaklar›nd›r”26 gibi sloganlar oluyor. Ancak kimi kaynaklarda da “Yaflas›n Lenin’in Düflünceleri”, “Yaflas›n Lenin’in Uluslar Politikas›”, “Zorunlu De¤il Gönüllü Halklar›n Birli¤i” gibi sloganlardan ve Lenin’in portrelerinin tafl›nd›¤›ndan da söz ediliyor (Kozybaev, 1998: 161-169). Gösteri, yaln›zca Kazak milliyetçilerinin de¤il, farkl› düflüncelere sahip binlerce kiflinin kat›ld›¤› bir eylem olmufl olmal›. Tutuklananlar›n milliyetleri

209

25 Bkz. Kesici , 2003; 227. 26 Bkz. ‹smail, 2002; 113.


210

Y. Emre Gürbüz

de kat›lanlar›n a¤›rl›kl› olarak Kazaklardan oluflmakla birlikte bu gösterinin yaln›zca Kazaklara mal edilemeyece¤ini de gösteriyor. Tutuklananlar: 2302 Kazak, 25 Rus, 18 Uygur, 10 Tatar, 7 K›rg›z. Bu gösteriler bast›r›ld›ktan sonra Kolbin üç y›l kadar Kazakistan’› yönetmeye devam etti ve 1989 y›l›nda yerini bir Kazak olan -halen iktidardaki - Nursultan Nazarbayev’e b›rakt›. Sonraki y›llarda di¤er SSCB cumhuriyetlerinde Moskova’ya karfl› direnifl güçlenirken, Kazakistan bu direnifllerin d›fl›nda kald›. 1991’de di¤er cumhuriyetler tek tek Moskova’dan ayr›l›p ba¤›ms›zl›klar›n› ilan ederken, Kazakistan “Sovyet evi”ni en son terk eden cumhuriyet oldu. SSCB alt›nda geçen y›llar pek çok olumsuzluk getirse de, SSCB’nin parças› olmak Kazak modernleflmesine de önemli katk› sa¤lam›flt›. Yüzy›l önce cedidcilerin gerçeklefltirmeyi arzulad›klar› hedeflerin pek ço¤u Sovyet yönetimi alt›nda gerçeklefltirilmifl, ekonomik koflullar›n olgunlaflmamas› nedeniyle ayd›nlar›n arkalar›ndaki toplumsal destek yetersiz oldu¤undan tasfiye edemeyecekleri eski yap› yerini modern bir yap›ya b›rakm›flt›. Bu nedenle, merkeze karfl› yaln›zca olumsuz duygular beslenmiyordu. Öte yandan, Kazak SSC’deki nüfusun a¤›rl›kl› olarak Ruslardan oluflmas› da yönetici kadrolar aras›nda tedirginlik yaratan bir unsurdu. Rus nüfus kentlerde (Kazakistan kentlerindeki Rus ve Kazak nüfus oran› için Tablo 3’e bak›n›z) ve Kazakistan’›n merkezi, kuzeyi ve do¤usundaki oblastlarda yo¤unlaflm›flt›. Bu kesimin Alma-Ata’n›n politikalar›ndan ayr› düflmesi ülke içinde büyük bir kar›fl›kl›k ç›karabilir, genifl arazilerin Rusya’ya kat›lmas›na yol açabilir ya da en az›ndan nitelikli iflgücünü oluflturan bu kitle ülkeyi terk edebilirdi. Bunlar, Kazak yöneticilerinin göze alamayacaklar› olas›l›klard›. Dolay›s›yla, Kazak yöneticileri mümkün oldu¤unca dengeleri gözeterek yumuflak bir geçiflle ülkeyi yönetme yolunu seçtiler.

Ba¤›ms›z Kazakistan Cumhuriyeti Cumhuriyetlerin SSCB’den ayr›lma hakk›n› kullanmalar› 11 Mart 1990’da Litvanya ile bafllad› ve hemen ard›ndan 9 Nisan 1990’da Gürcistan ayr›ld›. Di¤er cumhuriyetler ise, 1991 A¤ustos’unda gerçekleflen baflar›s›z darbe girifliminin ard›ndan SSCB’den ayr›ld›lar. En son ayr›lanlar Orta Asya cumhuriyetleri ve bunlar›n içinde de Kazakistan oldu (16 Aral›k). Yaln›zca yönetim de¤il, halk da SSCB’den ayr›lmaya çok istekli görünmüyordu. Nitekim, Mart 1991’de yap›lan bir referandumda Kaza-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

kistan nüfusunun %80’i SSCB içinde kalma yönünde oy kullanm›flt›. (Nazpary, 2003: 54) SSCB’nin y›k›lmas›, yüzü merkeze dönüp olarak kurulmufl, kendi kentleri aras›nda yayg›n bir iletiflim a¤› bile olmayan ülkeleri ifllevsizleflmifl bir yönetim ayg›t›yla bafl bafla b›rakt›. Yeni bir devlet yönetimi kurmak ve vatandafllara u¤runa çal›flacaklar›, kendilerini adayacaklar›, yaflamlar›n›n anlam kazanaca¤› yeni bir hedef göstermek gerekiyordu. Bunun için içinde yaflad›¤›m›z ulus-devletler ça¤›nda bir ulus-devlet kurmak ve halka millet olma bilincini vermekle ulafl›lmas›n›n en uygun yol olaca¤› düflünüldü. Ancak bu hiçbir afl›r›l›¤a kap› aralamadan, yukar›da belirtildi¤i gibi, ülkedeki di¤er milliyetleri korkutmadan yap›lmal›yd›. Bunun için “Kazakistan’›n Kazaklar›n oldu¤u” ama “geleneksel Kazak konukseverli¤i içinde Kazaklar›n di¤er milliyetlere de kucak açt›¤›” söylemi yayg›nl›k kazand›. Bunun halk içinde de kabul gördü¤ünü söyleyebiliriz. Kazakistan, bize, geçmiflte yaflananlar ne kadar olumsuz olursa olsun, halklar›n bir arada yaflamaya devam edebilece¤ini gösteren bir örnektir. Bu, çok hassas dengeler üstüne oturmufl, d›flar›dan bak›nca her an patlayabilecekmifl gibi görünen bir birlikteliktir ve bir kere bu yola girilecek olunursa, geçmiflten beslenerek fliddetin artt›r›labilece¤i çok örnek var. Ancak bunun flu ana kadar sorunsuz bir biçimde iflliyor olmas› dahi dikkate al›nmaya de¤erdir. SSCB döneminde harita bafl›nda Stalin taraf›ndan çizilen27 s›n›rlar›n ba¤›ms›zl›ktan sonra çeflitli sorunlara yol açmas›na karfl›n genel olarak geçerlilik kazand›¤› söylenebilir. Bunda kuflkusuz, kendi yetki alanlar› belirlenmifl ve onaylanm›fl olan yerel iktidar sahipleri taraf›ndan kabul görmüfl olmas›n›n da pay› vard›r. Sovyet dönemi, milliyetçili¤in hangi s›n›rl›l›klar içinde yap›labilece¤ini ve bundan sonra ne tür iddialar›n dillendirilebilece¤ini de belirlemifltir. Nitekim, Kazakistan’da geliflen milliyetçili¤in en temel unsuru ata yurdunun Rus kolonizasyonundan ar›nd›r›lmas› olmufltur. Her ne kadar bu, Sovyet yönetiminin etkisiyle geliflmifl bir millet ve toprak anlay›fl›ndan güç alsa da, geliflmeler onlar›n niyetinin d›fl›nda bir sonuç do¤urmufltur. Kazakistan’da yönetim, ba¤›ms›zl›ktan sonra Kazak nüfusunu artt›r›lmas› politikalar›na a¤›rl›k verdi. Kazakistan d›fl›ndan gelenler28 ve Kazaklar›n yüksek nüfus art›fl› Kazaklar›n nüfusunun artmas›na yard›mc› olan temel etkenleridir. Bunun yan›nda, kuzeydeki ve do¤udaki oblastlarda -ve kent merkezlerinde- yo¤unlaflm›fl olan Rus nüfusun a¤›rl›¤›n›n k›r›lmas› için Kazak nü-

211

27 Bu çok s›k kullan›lan bir klifledir; ancak –buna içkin olanmilletlerin “s›n›rlar› asl›nda belli” yerlerde yaflad›klar› varsay›m› bir yana b›rak›n, henüz milletlerin bile oluflmad›¤› ya da yeni oluflmaya bafllad›¤›, insanlar›n özellikle kentlerde hepsi “anadili” olan iki-üç dil konufltuklar› bir dönemde s›n›r çizmenin hiçbir biçimi için geçerli kriterler yoktur, bunlar ancak sonradan geçerlilik kazan›r. S›n›rlar kiflilere sorularak çizilmeye kalk›lsayd› en iyi ihtimalle –kifliler kendilerine bir ulusal kimlik seçecek olurlarsa- dahi ortaya karmakar›fl›k bir patch-work ç›kard›. 28 Kazakistan d›fl›ndaki Kazaklar, Özbekistan’da nüfusun %4.2’sini Turkmenistan’da %2.0 oluflturmaktad›r, ayr›ca Bat› Mo¤olistan’da bir Kazak toplulu¤u vard›r. Ancak en büyük Kazak toplulu¤u 1916 isyan› ve 1929’da bafllayan kolektivizasyon s›ras›nda Çin’e kaçm›fl olan, bugün Çin Halk Cumhuriyeti Sinkiang Uygur Özerk Bölgesinde yaflayan yaklafl›k 900.000 kiflilik Kazak toplulu¤udur. (Soucek, 2000: 331, 335, 336, 338)


212

Y. Emre Gürbüz

29 Tar›ma aç›lan topraklarda çal›flmak üzere gelmifl olan Rus, Ukraynal› ve Beloruslar. 30 Alman göçmenler, II. Katerina zaman›ndan bafllayarak, Osmanl›’dan (K›r›m Hanl›¤›’ndan) al›nan ya da Kozaklar›n boflaltt›¤› alanlarda tar›m kolonileri kurmalar› için davet edilmifllerdir. Alman köylüler, Polonya s›n›r›ndan Kars’a kadar genifl bir alanda tar›m kolonileri kurmufllard›r. Onlar için Sovyet Devrimi’nden sonra Volga çevresinde bir özerk bölge de kurulmufltur. ‹kinci Dünya Savafl› s›ras›nda Nazi Almanyas›n›n ani sald›r›s›n›n ard›ndan SSCB’nin bat› s›n›rdaki Almanlar d›fl›ndaki tüm Almanlar potansiyel tehdit olarak görülerek sürülmüfltür. Kazakistan’daki yo¤un Alman nüfus da bu sürülenlerin çocuklar›d›r. Bu kalabal›k Alman nüfus için Brejnev döneminde Kazakistan’da bir özerk Alman bölgesi kurulmas› düflünülüyordu. Bu Almanlar›n ço¤u ba¤›ms›zl›ktan sonra, kendilerine vatandafll›k hakk› ve çeflitli imkanlar sunan Almanya’ya göç etti.

fusun bu kesimlere göçü teflvik edilmektedir. Örne¤in, Kazakistan’›n baflkentinin Almat›’dan ülkenin merkezindeki Astana’ya tafl›nmas›n›n Kazak nüfusunun ülkenin merkezine ve kuzeye hareket etmesi için oldu¤u kabul edilmektedir. Kazakistan içindeki hareketlilikle ilgili kesin bilgiler olmamakla birlikte 1998’in ilk üç ay›nda Kazakistan içinde göç edenlerin %73,5’nin Kazak oldu¤unu söyleyebiliriz. Bu hareketlili¤e karfl›n 1999’da Kazakistan’›n 19 oblast›ndan alt›s›nda Ruslar a¤›rl›klar›n› koruyordu, ancak 1989’da bunlar›n üçü (Do¤u Kazakistan, Kuzey Kazakistan ve Karaganda) ve baflkent olan Astana’da Kazaklar›n nüfusu Ruslar›n üçte biriyken, bugün bir oblast d›fl›nda (Kuzey Kazakistan) iki toplumun nüfuslar› birbirine yaklaflm›flt›r. (Olcott 2002: 174-175, 247-248) Kazaklar›n nüfusunun artmas›n›n yan›nda, Kazaklar d›fl›ndaki milletlerin “anavatan”lar›na geri dönüflleri, Kazaklar›n nüfus içindeki oran›n› artt›rmaktad›r. Art›k kendileri için daha iyi bir yaflam umutlar›n›n Kazakistan’da tükendi¤ine inanan Slav29 ve Alman30 kökenlilerin “kendi” ülkelerine geri dönmektedir. Bu topluluklardan özellikle Almanlar ve Ukraynal›lar›n büyük k›sm› Kazakistan’dan ayr›lm›flt›r. Birleflmeden sonra Almanya tüm eski SSCB ülkelerindeki Almanlara baflta vatandafll›k olmak üzere ifl ve iyi bir yaflam için imkanlar sunmufltur. Bunun sonucunda karma evliliklere sahip aileler ve kendilerini daha önce Rus olarak kay›tlara geçirtenler de Almanya’ya dönmek için baflvuruda bulunmufltur. Bugün, Almanya kalan Almanlar› o ülkeyle iliflkilerinde arac› olarak kullanmak amac›yla onlar›n kalmalar›n› teflvik etmektedir. Ancak Kazakistan’›n gelece¤inin belirsiz, Almanya’n›n ise yeni olanaklarla dolu olmas›, Almanlar›n Kazakistan’daki varl›klar›n› geçici olarak görmelerine neden olmaktad›r. Slavlar içinden Belaruslar ve Ukraynal›lar›n ço¤u ülkelerine dönmüfltür. Ancak Kazakistan içinde a¤›rl›kl› bir yeri olan Ruslar göç edenler aras›nda çokmufl gibi görünseler de, orant›sal olarak özellikle on y›l önce de yo¤un olduklar› yerlerde yine yo¤un olarak yaflamaktad›r. Bunda büyük bir kitle olduklar› için de¤iflen koflullarda da ayakta kalmalar›n› sa¤layacak olanaklara sahip olmalar› (iliflki a¤lar›), daha önce sahip olduklar› avantajlardan kaynakl› kimi nitelikleri (teknik yetkinlikleri), -Kazakça bilmeyen Kazaklar dahil- Rusça konuflan, ayr›ca Ruslara olumlu bakan seçkin bir kesimin varl›¤› ve tabi belki de hepsinden önemlisi Rusya’daki durumun da geri dönüfl için çok özendirici olmamas› sa-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

y›labilir. Ruslar, Rusya’daki durum nedeniyle Rusya d›fl›ndaki ülkelere de (ABD, Kanada, Avustralya gibi) göç etme e¤ilimindeler. Teknik becerileri, e¤itimleri, çok-kültürlülükleri ve dil ö¤renmeye yatk›nl›klar› gibi etkenler Rusya d›fl›ndaki ülkelerden de kabul almalar›n› kolaylaflt›r›yor olmal›. E¤er Rusya’daki olumlu gidifl sürecek ve iflçi talebi artacak olursa, Kazakistan’daki Rus nüfusun h›zla azalaca¤› düflünülebilir. Kazakistan’›n nüfusun keskin inifl ç›k›fllarla de¤iflen yap›s› afla¤›daki tabloda gösterilmifltir: Tablo 2: Kazakistan’daki milliyetlerin nüfus da¤›l›m› 1926 1959

1970 1979 1989

1991

1993 1994

1999

2002

Kazaklar

57,6

30,0

32,6 36,0

39,7

41,1

43,1 44,3

53,4

55,7

Ruslar

19,7

42,7

42,5 40,8

37,8

37,0

36,5 35,8

30,0

28,3

1,5

7,1

6,6

6,1

5,8

4,6

4,1

3,6

2,4

1,8

Ukraynal›lar 13,7

8,2

7,2

6,1

5,5

5,3

5,2

5,1

3,7

3,3

Almanlar

Özbekler

1,9

1,5

1,7

1,8

1,8

2,0

2,1

2,2

2,5

2,6

Tatarlar

1,3

2,1

2,2

2,1

2,0

2,0

2,0

2,0

1,7

1,6

Uygurlar

0,6

0,6

0,9

1,0

1,1

NA

NA

NA

1,4

1,4

Belaruslar

0,4

1,2

1,5

1,2

1,1

1,1

1,1

1,1

NA

0,6

Koreliler31

1,6

0,8

0,6

0,6

0,6

NA

NA

NA

NA

0,6

Kaynak: 1926 ve 2002 için Kesici 2003: 226; 1959-1994 için Sakenova, 1998:182183; 1999 için Olcott 2002: 249)

Tablodan da görüldü¤ü gibi, Kazakistan’da Kazaklar›n nüfus oran› 1926-59 aras›nda Ruslar lehine sert bir düflüfl yaflam›fl, ancak Ruslar›n sürmekte olan göçüne karfl›n, Kazaklardaki yüksek do¤um oran› nedeniyle, ba¤›ms›zl›ktan hemen önce (1989) Kazaklar tekrar en yüksek nüfuslu toplum olmufllard›r. Tablo, Kazakistan’›n özellikle bat›dan gelen göç dalgalar›yla nas›l bir çokmilletli bir nüfusa sahip oldu¤unu ve ba¤›ms›zl›ktan sonra Kazaklar lehine de¤iflimini de göstermektedir. Kazak yöneticiler aç›s›ndan nüfus sorunu yaln›zca Kazak nüfusunun yükseltilmesi ve Ruslar›n yo¤un oldu¤u bölgelere Kazak nüfusunun kayd›r›lmas› de¤ildir. Ruslar, genel olarak kentlerde de a¤›rl›kl› olan bir topluluktur.32 Dolay›s›yla, Kazak yönetimi kendini k›rsal a¤›rl›kl› Kazak nüfusunun kentlere göç etmesi için de önlemler almak zorunda hissediyordu. Afla¤›daki tablo nüfusu 200.000’in üstündeki kentlerdeki Kazak nüfusunu göstermektedir:

213

31 Koreliler, ‹kinci Dünya Savafl› s›ras›nda SSCB’nin Kore s›n›r›ndan Japonlarla iflbirli¤i yapmalar› çekincesiyle Orta Asya’ya sürülmüfllerdir. 32 Kentlerde yaflayan Ruslar›n yan›nda istatistiklere yans›mayan genifl bir Rus-dilli Kazak nüfusu vard›r. Kentli, ayd›n Kazaklar aras›nda Kazakça bilmeyen kendi aralar›nda Rusça anlaflan genifl bir kesim vard›r. Uzun y›llar Rusça konuflmak bir ayr›cal›k gibi kabul görmüfltür. Bu nedenle, kendi kültürüne sahip ç›kan bir Kazak milleti oluflturmak istatistiklerin yans›tt›¤›ndan daha zordur.


214

Y. Emre Gürbüz

33 Bu bilgi, Kazakistan’da tan›flt›¤›m›z, Türkiye’de hayvanc›l›k bitince Kazakistan’a gelen bir celebin verdi¤i bilgilere dayan›yor. Ama Kazakistan üstüne farkl› kaynaklar da hayvanc›l›ktaki olumsuz durumu do¤ruluyor.

Tablo 3: Nüfusu 200.000’in üstündeki Kazakistan kentlerin Kazaklar›n oran› Kent

Toplam Nüfus 1989

Toplam Nüfus 1999

1989’da Kazaklar %

1999’da Kazaklar %

Astana

276.000

313.100

17.5

40.9

Almat_

1.071.900

1.130.000

23.8

38.5

Aktöbe

253.000

253.000

31.6

53.0

Karaganda

507.300

437.700

12.6

24.2

Köstenay

229.800

222.500

9.1

18.8

Pavlodar

329.700

299.700

14.4

24.0

Petropavlovsk

239.600

203.400

8.6

13.9

Semey

317.100

269.700

26.5

48.8

Çimkent

380.100

357.900

29.2

48.7

Taraz

306.300

325.500

28.7

52.1

Üst-Kamenogorsk

322.800

310.900

10.5

18.5

Kaynak: Olcott, 2003; 250

Tablodan da görüldü¤ü gibi, ba¤›ms›zl›ktan sonra k›rdan kente gelenlerle, komflu ülkelerden gelen Kazaklar ve Kazaklar d›fl›ndaki toplumlar›n Kazakistan’dan ayr›lmas› sonucunda kentlerdeki Kazak nüfus oran› artmaktad›r. Bu kentlerin Kazaklaflmas› amac›na uygun bir geliflmedir. Ancak buna karfl›n Kazaklar›n nüfusun yar›s›ndan fazlas›n› oluflturdu¤u yaln›zca iki kentin (Kazakistan’›n güneyinde, K›rg›zistan s›n›r› yak›n›ndaki Taraz ve kuzeybat›s›nda Rusya s›n›r› -ve eski baflkent Orenburg- yak›n›ndaki Aktöbe) olmas› da ilginçtir. Ancak bu göçler, k›rdaki hayvanc›l›¤›n çökmüfl olmas›yla da ilgilidir (Nazpary 2003: 56). “Özellefltirilme” s›ras›nda herkesin bir parças›n› alarak terk edilmifl yap›lara dönüfltürdü¤ü kooperatifler, fabrikalar gibi, hayvanlar da ucuza elden ç›kar›lmakta ve hayvanlar›n say›s›n›n artt›r›lmas› hatta korunmas› önemsenmemektedir.33 Yaln›zca nüfusun niteli¤i de yönetim için önemli bir konudur. Kazakistan’da teknik beceri gerektiren ifller genellikle Ruslar taraf›ndan yap›lmaktad›r. Kazak nüfusun ülkenin kendi ayaklar› üstünde yükselebilmesi gerekli teknik yeterliliklere sahip olmamas› hala bir sorun teflkil etmektedir. Kalifiye iflgücünü oluflturan Ruslar›n Kazakistan’› artan bir h›zla terk etmesi Kazak yönetimi için arzu edilecek bir durum de¤ildir. Kazakistan Kazak nüfusunun bu a盤›n› giderebilmek için e¤itime çok önem vermektedir. Ülkede küresel kapitalist ekonomiye entegrasyon için bir yandan yabanc› flirketlerin beklentileri-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

ni karfl›layabilecek, bir yandan da kapitalizmin gereklerine uygun gençler yetifltirilmeye çal›fl›lmaktad›r. Okullarda hem teknik niteliklere sahip, hem Pazar ekonomisinden anlayan hem de -Rusça ve Kazakça d›fl›nda- en az bir yabanc› dil bilen, ayr›ca bilgisayar da kullanabilen gençler yetifltirilmesi yönünde politikalar izlenmektedir. Pek çok baflar›l› genç devlet bursuyla yabanc› ülkelerde e¤itim almaktad›r. Ayr›ca, ülkede yabanc› vak›f ya da özel flirketlerin ve yeni oluflmaya bafllayan Kazak giriflimcilerinin özel okul ve üniversiteler açmas›na izin verilmektedir. Ülkeye akan yabanc› sermaye, yap›lan yat›r›mlar ve bunlar›n beklentilerine karfl›l›k verebilecek kadrolar›n henüz say›ca çok az olmas› nedeniyle e¤itim önemli bir sektör olarak geliflmektedir. Kazaklar çocuklar›na, özellikle de k›z çocuklar›na iyi bir e¤itim vermeye çal›flmaktad›rlar.34 Kazakistan devleti de yeni yetiflen kuflaklar›n kentlerde iyi bir e¤itim almas›na büyük önem vermeye bafllam›fl olsa da, gerek kente gelenlerin yetersizlikleri gerekse ifl olanaklar›n›n k›s›tl›l›¤› kentlerde iflsizlik sorunu yaratmaya bafllam›flt›r. Bu durum, okul sonras› e¤itime yönelik kurumlar› da artt›rm›flt›r. Ne var ki, üniversite mezunu pek çok kifli, e¤itimleri de¤iflen düzenin beklentilerine karfl›l›k gelmedi¤i için ya iflsizdir ya da düflük vas›fl› ifllerde çal›flmaktad›r. Bunun için k›sa vadede bir çözüm de görünmemektedir. Kentlerdeki yo¤un iflsizlik koflullar› alt›nda insanlar, oluflturduklar› iliflki a¤lar› ile hayatta kalmaya çal›flmaktad›r. Yukar›dan afla¤›ya devletin her kademesi iliflki a¤lar› içinde kazanç elde etmeye çal›flmaktad›r ve kaynaklara en yak›n olan üst tabakadaki kesimler d›fl›ndaki ço¤u insan da as›l olarak bu iliflki a¤lar›yla geçimlerini sa¤lama yoluna girmifltir.35 Toplumsal iliflki a¤lar›n›n önemi, kuflkusuz pek çok ülke için geçerlidir. Türkiye’de de belli kazançlar›n paylafl›m›n›n benzer iliflki a¤lar›nda içinde gerçekleflti¤ini söylemek yanl›fl olmaz. Ne var ki, durumun Kazakistan’da ulaflt›¤› boyutun vahameti, hayat› idame ettirmek için gerekli ücretlerin düflüklü¤ünden ve bu tür iliflki a¤lar›yla akacak gelirin ek gelir de¤il, geçinmek için temel gelir kayna¤› durumuna gelmesinden kaynaklanmaktad›r. Bu ekonomik koflullar alt›nda devletin halka ne u¤runa yaflad›klar›n›, çal›flt›klar›n› vurgulamas› daha da önem kazan›yor. Resmi devlet söylemi de bunun temelini haz›rl›yor. Kazakistan büyük yer alt› zenginliklerine sahip bir ülkedir. Ülkede ç›kan kurflun, çinko, kadmiyum ve gümüfl yüksek kalitesiyle d›fl pazarlarda talep bulmaktad›r. Ancak as›l büyük zengin-

215

34 Gerek Kazaklar gerekse konufltu¤umuz di¤er milletlerden aileler, erkek çocuklar›n nas›lsa ayakta kalacaklar›n›, ama k›z çocuklar›n›n hem iyi bir evlilik yapabilmeleri hem de evlilik yapamasalar bile kendi bafllar›na ayakta durabilmeleri için iyi bir ifl bulmalar› ve bunun için de muhakkak okumalar› gerekti¤ini söylüyorlard›. Kazakistan’da kad›n nüfusu erkek nüfusundan çok fazla ve aileler pek çok k›z›n evde kalaca¤›n› düflünüyor. 35 Kazakistan’daki toplumsal iliflki a¤lar›n›n ifllevi ve iflleyifl biçimi hakk›nda antropolojik bir saha araflt›rmas› için bkz. Nazpary, 2003.


216

Y. Emre Gürbüz

lik kayna¤› petrol ve do¤al gaz kaynaklar›d›r. Bu enerji rezervlerinin kapasitesi konusunda rivayet muhtelif olsa da Kazakistan gibi düflük nüfuslu (14.950.000 - fiubat 1999) bir ülke için bu rezervler üretimin artt›r›lmas›yla -ve daha adil bir paylafl›m sistemiyle- büyük bir refah kayna¤› olacakt›r. 1995’te 20.000.000 ton olan petrol üretiminin, yeni boru hatlar› infla edildikten sonra 2014’te 120.000.000-140.000.000 tona ç›kar›lmas› planlanmaktad›r (‹smail, 2002: 118). Kuflkusuz, tek bafl›na bu bile Kazakistan’›n bugün mücadele etti¤i pek çok sorunla daha kolay bafl edebilmesini sa¤layacakt›r. Zengin yer alt› kaynaklar› nedeniyle Kazakistan büyük yat›r›mlar çekmektedir. Kazakistan, çekti¤i yabanc› yat›r›mlar aç›s›ndan tüm BDT ülkeleri aras›nda Rusya Federasyonu’ndan sonra ikinci s›rada yer almaktad›r. Kifli bafl›na düflen yabanc› sermaye aç›s›ndansa elbette birinci s›radad›r (kifli bafl›na 400 US$). Bu yat›r›mlar›n %73’ü ABD, %4,7’si Büyük Britanya, %4,7’si Çin Halk Cumhuriyeti, %3,7’si Türkiye, %2’si Almanya kaynakl›d›r (‹smail, 2002: 122). Kazakistan yönetimi, bu yat›r›mlarla ekonomisini toparlama yoluna girmifl ve 2000 May›s’›nda vadesinden önce IMF’e olan borcunu ödemifltir. Ayr›ca devlet, Kazakistan genifl topraklar›n› birbirine ba¤lamak, merkezin etki a¤›n› güçlendirmek ve yabanc› yat›r›mc›lar› çekmek için altyap› yat›r›mlar›na önem vermektedir. Yeni havaalanlar›, Çin’den ‹stanbul uzanan bir demiryolu hatt› (Büyük ‹pek Yolu-Transasya Demiryolu), Hazar Denizi’nde Aktau kentinde liman, Bat› Kazakistan-Çin, Kazakistan-Türkmenistan-‹ran boru hatlar› yap›lmas›, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hatt›na ba¤lanma, Kazakistan’›n optik telle iletiflim altyap›s›n›n güçlendirilmesi hedeflenmektedir. (‹smail, 2002: 123-126) Tüm bu geliflmeler, Kazakistan vatandafllar›n›n gelecekleri konusunda umutlu olmalar›na imkan vermektedir. Bu ekonomik geliflmeler ya da olanaklarla birlikte yeniden ba¤›ms›z Kazakistan devletini kurmufl olman›n gururu ve Kazak de¤erlerinin yüceltilmesi üstüne kurulu söylem vatandafllar› bir arada tutabilecek bir tutkal ifllevine sahiptir. Resmi milliyetçilik söylemi, uzun y›llar sonra tekrar elde edilmifl ba¤›ms›zl›¤› ve zengin kaynaklar sayesinde ulafl›l›r görünen gelecek güzel günleri heba etmemek gerekti¤i kan›s›n› güçlendiriyor olmal›. Burada, resmi devlet milliyetçili¤ini milliyetçilik kuramlar› üstüne çal›flan Paul Brass’›n yaklafl›m›yla da de¤erlendirmek mümkün. Brass, etnik gruplar›n önderlerin, seçkinlerin ya da po-


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

litik sistemin tasar›mlar› oldu¤unu öne sürüyor. Brass’a göre, etnik de¤erler de yarat›l›rlar ve toplumsal gruplar› harekete geçirmek için kullan›l›rlar: Etnik gruplar›n içinde yer alan seçkinler ve karfl› taraftaki seçkinler toplulu¤un kültürel unsurlar›n› seçer, onlara yeni de¤erler ve anlamalar katar ve onlar› kendi ç›karlar›n› korumak ve di¤er gruplarla rekabet etmek için toplulu¤u harekete geçirecek semboller olarak kullan›rlar. (Brass, 1994: 87) Kazakistan’da da resmi milliyetçilik söylemi, Kazaklara istikrarl› bir biçimde ilerlemeye devam ederlerse, 2030’da do¤al kaynaklar›n› kendi iflleyen, 2500 y›ll›k anayurtlar›nda atalar›na lay›k bir ülke olarak Kazak görkemini tekrar canland›r›p modern dünyan›n sayg›n devletleri aras›nda yerlerini alacaklar›n› ifade etmektedir. Nazarbayev taraf›ndan bu yolda planl› bir biçimde emin ad›mlarla ilerledikleri anlat›lmaktad›r. Do¤al kaynaklar›n›n zenginli¤i sayesinde ekonomik olarak Kazakistan’›n gittikçe güçlendi¤i yanl›fl da de¤ildir. Her ne kadar iflsizlik oran› yüksek olsa da, Sovyet döneminde kazan›lm›fl paras›z sa¤l›k ve e¤itim kurumlar›n›n varl›¤›, kentlerde ›s›nma, s›cak su, telefon gibi hizmetlerin bedava, ulafl›m›n çok ucuz olmas› gibi kimi sosyal haklar›n geçerlili¤ini korumas› yaflam maliyetini düflürmektedir. Görünen o ki, bugün katlan›lan zorluklara karfl›n “art›k bir Kazak olarak ba¤›ms›zl›klar›n› kazand›klar› kendi ata yurtlar›nda” umut dolu bir gelece¤e ilerleme düflüncesi insanlar› resmi uygulamalar d›fl›ndaki aray›fllardan uzak tutuyor. Ayr›ca, istikrar›n bozulmas›n›n bedellerinin çok daha a¤›r olaca¤› düflüncesi de, durum ne kadar olumsuz olsa da, insanlar›n günü kurtaracak aray›fllarla yetinmelerine neden oluyor. SSCB sonras› dönemde Kazaklar için kendilerini uzun geçmifle sahip, umut dolu gelece¤e uzanan bir bütünün parças› hissetmelerinin bir yolu Kazak milletinin parças› olarak kendilerini görmekti. Ba¤›ms›zl›ktan önce çok kimsenin yerini bilmedi¤i bir ülkede yaflarken, ba¤›ms›zl›k ve yer alt› kaynaklar› dolay›s›yla Kazakistan’›n tan›nmaya bafllamas›, uluslar aras› alanda kendine bir edinmesi Kazaklar›n ülkelerinde ve ülke d›fl›nda Kazak kimli¤inden daha gurur duymaya bafllamalar›na yard›m etmektedir. Bu etkenler, Kazak kimli¤inin Kazaklar›n sahip oldu¤u di¤er kimlikler aras›ndan sivrilip daha fazla ön plana ç›kmas›n› kolaylaflt›rmaktad›r. Önümüzdeki dönemde Kazakistan planlar› geliflimini sürdürebilir ve bunu daha fazla vatandafl›yla paylaflabilirse Kazakistan

217


218

Y. Emre Gürbüz

güvenli ad›mlarla ilerleyen vatandafll›k bilincinin daha da güçlü oldu¤u bir ülke olarak yoluna devam edebilir. Bu vatandafll›k bilincinin kuflkusuz yaln›z Kazaklar için de¤il Kazakistan’da yaflayan tüm halklar için kapsay›c› bir aidiyet olmas›nda yarar vard›r. Ayr›ca, hem Kazakistan’›n genifl topraklar›nda tüm vatandafllar›n›n eme¤ine ihtiyac› vard›r, hem de kaynaklar herkesi refaha kavuflturabilecek kadar zengindir. Devlet politikas› zaman zaman “Kazakistani”li¤i öne ç›kar›r görünmekle birlikte; “baflka devleti”, “gidecek yeri” olmayan Kazaklar›n millet bilincinin güçlenmesi -en az›ndan nüfustaki Kazak yo¤unlu¤u “yeterince” artana kadar- devlet söyleminde daha önceliklidir.n


Kazakistan’da Bir Ulus-Devlet Kurmak

219

Kaynakça: Allworth, Eeward. (ed.) (1994) Central Asia, 130 Years of Russian Dominance, A Historical Overview\ Durham, NC: Duke University Press. Anderson, Benedict. (1991) Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, London: Verso. _________(1994) Hayali Cemaatler, Milliyetçili¤in Kökenleri ve Yay›lmas›, ‹stanbul: Metis. Arat, Reflit Rahmeti. (haz.), (1987) Gazi Zahiruddin Mumammed Babur, Vekayi Babur’un Hat›rat›, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Bacon, Elizabeth E. (1980) Central Asians under Russian rule : a study in culture change, Ithaca, N.Y: Cornell University Press. Barthold, W. ve Hazai, K. (1999) “Kazakh” in Encyclopaedia of Islam CD-ROM Edition v. 1.0, Leiden: Koninklijke Brill NV. Bikzhanova, M. A., Zadykhina, K. L., Sukhareva, O. A. (1974) “Social and Family Life of the Uzbeks”, in Dunn, Stephen P., Dunn, Ethel (ed.) Introduction to Soviet Ethnography, Berkeley, California: Copy Centers of Berkeley. Bourdieu, Pierre. (1977) Outline of A Theory of Practice, Cambridge University Press, London. Brass, Paul R. (1994) “Elite Competition and Nation Formation”, Hutchinson, John & Smith, Anthony, ed., Nationalism içinde Oxford: Oxford University Press, 83-89. Carr, Eric. H. (1989) Bolflevik Devrimi 1, 1917-1923, Istanbul:Metis. Gellner, Ernest. (1983) Nations and Nationalism, Oxford: Blackwell. _________ (1992) Uluslar ve Ulusçuluk, ‹stanbul:‹nsan. Hobsbawm, Eric J. (1992) Nations and Nationalism since 1780: Programme, Myth, Reality Istanbul:Ayr›nt›. _________ (1995) 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik, Istanbul: Ayr›nt›. Hudson, Alfred E. (1938) Kazak Social Structure, New Haven: Yale University Press. Hutchinson, J. & Smith, A. (eds.), (1994) Nationalism, Oxford: Oxford University Press. ‹smail, Zeynefl. (2002) Kazak Türkleri, Ankara:Yeni Türkiye Yay›nlar›. Kappeler, A. (2001) The Russian Empire: A Multi-Ethnic History, Pearson Education. Kesici, Kayyum. (2003) Dün, Bugün ve Hedefteki Kazakistan, ‹stanbul: IQ Kültür Sanat Yay›nc›l›k. Kozybaev, M. (1998) “The December Phenomenon (1986, Almaty)”, in History of Kazakhstan Essays, (ed.) Kzybaev, M. K., Ministry of Scinece-Academy of Sciences of the Republic of Kazakstan-Institute of History and Ethnology Named by Ch. Ch. Valikhanov, Gylym, Almaty, 160-169. Kumekov, B. (1998) “About the Term Kazak”, History of Kazakhstan Essays, (ed.) Kozybaev, M. K., Ministry of Scinece-Academy of Sciences of the Republic of Kazakstan-Institute of History and Ethnology Named by Ch. Ch. Valikhanov, Gylym, Almaty, 53-61. Little, William. (1965) Oxford Universal Dictionary, Vol. II, London: Caxton Publishing Company Limited. Mtseblova ,M. P. (1988) Nauçniy Ateizm, Moskova: ‹zdatel’stvo Politiçeskoi Literatur›. Nazpary, Joma. (2003) Sovyet Sonras› Karmafla: Kazakistan’da fiiddet ve Mülksüzleflme, ‹stanbul: ‹letiflim. Nurpeisov, K. (1998) “The Alash Party’s Role and its Place in the Social and Poloitical Life of Kazakhstan”, History of Kazakhstan Essays, (ed.) Kzybaev, M. K., Ministry of Scinece-Academy of Sciences of the Republic of Kazakstan-Institute of History and Ethnology Named by Ch. Ch. Valikhanov, Gylym, Almaty, 124141. Özk›r›ml›, Umut. (1999) Milliyetçilik Kuramlar›, Istanbul: Sarmal. Olcott, Martha Brill. (1987) The Kazakhs, Hoover Institution Press, Stanford University, Stanford, California. _________ (2001) Kazakhstan: Unfulfilled Promise, ,Washington D.C:Carnegie Endowment for International Peace.


220

Y. Emre Gürbüz

Privratsky, Bruce G. (2001) Muslim Turkistan: Kazak Religion and Collective Memory, Richmond, Surrey: Curzon Press. Renan, Ernest. (1994) “Qu’est-ce qu’une nation?” in Hutchinson, John, Smith Anthony D. Smith, Nationalism, Oxford: Oxford University Press. Sarsembaev, A. (1999) “Imagined Communites: Kazak Nationalism and Kazakification in the 1990s”, Central Asian Survey, 18(3), 319-346. S›zd›kova, Gauhar M. (1997) Ongtüstik Qaqaztar› aras›nda¤› ‹slam¤a Deyingi Dini Nana›m-senimder Tural› [Güney Kazakistan’da ‹slam öncesi Dini ‹nançlar], Ahmet Yasawi University Herald 1997, No. 5, pp. 22-24. Soucek, Svatlov. (2000) A History of Inner Asia, Cambridge: Cambridge University Press. fiulembayaev, K. (1978) ⁄›l›mi Ateizm, Almat›: Mektep Baspas›. Togan, Zeki Velidi. (1981) Bugünkü Türkili Türkistan ve Yak›n Tarihi, ‹stanbul: Enderun Kitabevi.


Praksis 11

| Sayfa: 221-234

Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›? 1 ‹flaya Üflür

Girifl ‹ktisatç›lar›n, iktisat tarihçilerinin ya da sosyal tarihçilerin ve sosyologlar›n ilgisini çeken konular›n bafl›nda hâlâ sanayi devriminin geldi¤ini söylemek abartma say›lmaz. Böyle bir ilginin nedenlerini anlamak; bir bak›ma hakl› göstermek de pek zor olmasa gerek. Çünkü Sanayi Devrimi “dünyan›n tek bir bütün” (Cipolla, 1980: 5)2 haline gelmesini mümkün k›lan insanl›k tarihinin dönüm noktalar›ndan biri fleklinde alg›lanagelmektedir. Sanayi Devriminin yol açt›¤› sonuçlar›n tart›fl›lmas›ndan belki de daha çok, Sanayi Devrimine neden olan “faktörler” ya da Sanayi Devriminin oluflumu üzerine tart›flmalar hâlâ canl›, sürekli ve hararetlidir. Bu da anlafl›labilir bir fleydir. Çünkü Sanayi Devriminin alg›lan›fl› dönemsel olarak farkl›laflmakta3, her seferinde yeniden tan›mlanmaktad›r. Alg›lan›fltaki farkl›l›klar de¤iflik “faktörlerin” ön plana ç›kar›lmas›na yol açmakta, bu da bu sefer, “faktörlerin” tarihini araflt›rmay› zorunlu k›lmaktad›r. Böylece tarih, her seferinde adeta yeniden yaz›lm›fl olmaktad›r4. Bunun yan› s›ra sanayileflmenin bir “tutku”, bir “zorunluluk”, biçiminde hissedilmesi ve sanayileflmeye “geç kat›lan” uluslar›n mevcudiyeti, Sanayi Devriminin oluflumuna bir “yol gösterici” olarak bak›lmas›na ortam haz›rlamaktad›r. Baflka bir anlat›mla, Sanayi Devrimi, sanayileflmeye reçete fleklinde görülebilmekte ve oradan türetilen politikalar demetinin temelini teflkil edebilmektedir5. E¤er böyle ise konunun iktisatç›lar ve iktisat tarihçileri için çekici olmayaca¤›n› kim iddia edebilir? Bununla birlikte iktisat tarihçileri sanayileflme [=Sanayi

1 Yard›mlar› ve elefltirileri için Dr. Gülseren Adakl›’ya teflekkür borcum var. 2 Cipolla, insanl›k tarihinde dönüm noktas› teflkil eden iki devrim zikretmektedir: “ziraat devrimi” ve “sanayi devrimi” (1980: 8-22). “Milattan önce 7000 y›llar›nda do¤an Ziraat Devrimi ile milad›n onsekizinci yüzy›l›nda do¤an Sanayi Devrimi ... tarihte yeni bir ça¤›n bafllang›c› olmufllard›r.” (23). 3 Alg›lay›fltaki bu farkl›laflman›n nedenine bir cevap, Benedetto Croce’nin flu yaklafl›m› olabilir mi?: “Tarihsel bir çal›flma, bir fliirin sadece fliirselli¤i ile yarg›lanmas› gerekti¤i gibi, sadece tarihsel yararl›l›¤› (merit) ile yarg›lanmal›d›r. Tarihi infla eden fleyin ne oldu¤u flöyle tasvir edilebilir: [tarih], pratik hayat›n gereklerinin uyard›¤› kavray›fl ve anlay›fl edimidir (act). ... Bütün zamanlar›n ve bütün halklar›n tarihsel çal›flmalar› bu biçimde do¤mufllard›r ve her zaman böyle do¤acaklard›r. (...) Her tarihsel


222

‹flaya Üflür

yarg›n›n alt›nda yatan pratik gerekler, bütün tarihe ‘ça¤dafl tarih’ niteli¤ini verir; çünkü ele al›nan olaylar zaman içinde ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar, gerçeklikte tarih, bu olaylar›n titreflti¤i halihaz›rdaki ihtiyaçlara ve halihaz›rdaki durumlara at›fta bulunur.” (1955: 15-17). 4 Soruna bu aç›dan bak›fl bilebildi¤imiz kadar›yla yeni say›labilir. Nitekim R. M. Hartwell de rahats›zl›¤›n› ayn› ba¤lamda flöyle dile getirmektedir: “... Sanayi Devrimi, bir buçuk yüzy›ldan daha fazla bir süreden beri tarihçiler aras›nda sürekli bir araflt›rma ve tart›flman›n kayna¤› olagelmifltir. ... Ne var ki Sanayi Devriminin tarihyaz›m›na ilgi, literatürdeki mutlak büyümeyle orant›l› de¤ildir.” (1971: 42). Hartwell, Sanayi Devrimi üzerine yap›lan araflt›rmalardaki dört “problemden” söz etmektedir: 1) Sanayi Devriminin tan›mlanmas›, 2) tarihteki rolü, 3) Sanayi Devrimini ortaya ç›karan de¤iflme süreci ve 4) Sanayi Devriminin sonuçlar›. (43). 5 Bu noktada sorun: a) “reçetenin” kim(ler) taraf›ndan yaz›laca¤›na ve fakat ayn› zamanda b) “do¤ru” yaz›l›p yaz›lmayaca¤›na

Devrimi] öncesi s›nai üretim birimlerinden “sanayileflmenin” üretim birimine, yani fabrikaya geçiflin nas›l meydana geldi¤i ve bu iki ayr› s›nai üretim biriminin birbirlerinden nas›l ay›rt edilmeleri gerekti¤i hususunda aç›kça sorulmufl bir soru çerçevesi içinde durmam›fllard›r. Farkl› bir söyleyiflle, “geçiflin” genel bir teorisi kurulmam›fl, bunun yerine “Sanayi Devrimine yol açan nedenler” üzerinde durulmufltur (Hartwell, 1971: 51-52; 1967: 5379, özellikle bkz. 58-59). Nedenler aras›nda, üzerinde en fazla durulanlar› da teknoloji ile yat›r›mlard›r. Keza, iyi bilindi¤i üzere birçok iktisatç› ve iktisat tarihçisine göre “sanayi öncesi toplum” durgun, geri, esas itibar›yla tar›msal bir yap›ya sahiptir. Bu tür niteliklere sahip bir toplumdan dinamik, ileri, s›nai bir yap›ya sahip topluma geçifl, ancak sanayileflme ile mümkün olabilmifltir. Fark edilmifl olaca¤› üzere sergilenen, siyah-beyaz bir resimdir ve burada gölge tonlar›na dahi yer yok gibidir. Sorunlardan bafll›ca biri, tam da bu noktada karfl›m›za ç›kmaktad›r: Söz konusu “geçifl”; tedrici, giderekçi, düzçizgisel bir yol mu izlemifltir, yoksa kendi içinde bir süreklili¤e sahip olsa bile bir noktadan itibaren süreklilikten bir “kopufl”, bir “s›çrama” gösteren bir yol mu izlemifltir? K›saca “geçifl”, evrimci mi yoksa devrimci mi idi? S›nai üretim birimleri aç›s›ndan bak›ld›¤›nda esas olarak üretimin elle yap›ld›¤› Kaufsystem ile d›flar› ifl verme (putting out) sisteminden, üretimin “makine” ile gerçeklefltirildi¤i fabrika sistemine geçilmifl oldu¤u ileri sürülür. Dolay›s›yla fabrika sistemi, sanayileflmenin tam anlam› ile “alamet-i farikas›” haline gelmifl olur. Fabrika sistemi ile birlikte bir taraftan canl› enerjinin yerini cans›z enerji kaynaklar› al›rken, di¤er taraftan o güne kadar benzeri görülmemifl boyutlarda piyasa genifllemesine tan›k olunur. Mâmul mal arz›, hayal edilmemifl ölçülerde artar. Bu iki olgu, makine ve piyasa, herhangi bir teorik çerçeve olmaks›z›n ç›plak gözle dahi gözlenebilen, Sanayi Devriminin “iki kilit sembolü”dür: “[makinan›n] üretkenlik derecesi ile [piyasan›n] büyüklü¤ü ve boyutu, iktisat tarihçilerinin “Sanayi Devrimi” olgusuna yaklafl›mlar›n›n geleneksel analitik s›n›rlar›n› meydana koyar.” (Berg vd, 1983: 4). fiematik, fakat özü itibar›yla sundu¤umuz bu Sanayi Devrimine giden yola geleneksel ve egemen yaklafl›m “... paradigmas› ... 1960’lar›n sonunda bir krize girdi.” (Mendel, 1982: 74). Sanayi Devrimi öncesi “sanayileflmeye”6 alternatif bir çözümleme önerisi getirildi¤i ileri sürülmekteydi. Bu “yeni” çözümleme önerisi 1970’lerden itibaren “yeni” bir iktisat tarihi literatürü oluflturdu: Proto-sanayileflme. Böylece iktisat tarihçilerinin siyah/beyaz re-


Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›?

simleri içine ton farkl›l›klar›yla birlikte gri renk de girmifl ve böylece kapitalist sanayileflme sürecine bu çerçeve ile daha fazla nüfuz edilebilece¤i ileri sürülmüfl oluyordu. Birinci kuflak proto-sanayileflme teorilerinin izah ve tahliline geçmeden önce, sahnenin ayd›nlanmas› aç›s›ndan Kaufsystem oluflumunu ve iflleyiflini ele almakta yarar görüyorum.

Kaufsystem Lonca sistemi on alt›nc› yüzy›ldan itibaren çözülmeye bafllad›. Ancak bu ifadeden, loncalar›n on alt›nc› yüzy›ldan sonra ortadan kalkt›klar› sonucu ç›kar›lmamal›d›r. Lonca sistemi, merkezi devletin denetimi ve düzenlemesi alt›nda on dokuzuncu yüzy›la kadar süregelmifltir (Lipson, 1943: 330-351; Nussbaum, 1968 [1935]: 207). On yedinci yüzy›lda loncalar iki önemli ve a¤›r bask› ile karfl› karfl›ya gelirler: “Bir taraftan, egemenli¤ini k›skançl›kla koruyan mutlak›yetçi devletin, loncalar›n ba¤›ms›zl›¤›n› s›n›rland›rma ve onlar› do¤rudan kendi otoritesi alt›na almay›” (Pollard, 1981: 60) istemesi; öte yandan, “loncalar›n denetimi d›fl›ndaki piyasa için çal›flan sanayinin geliflmesi.” (62). Bunlardan birincisi merkantilizme, ikincisi ise d›flar› ifl verme sistemine iflaret eder. Nüfusun ve ticaretin art›fl› ile birlikte kentsel üretim örgütlenmesi içinde ifllev farkl›l›klar›n›n (üretici ile tüccar) belirginleflti¤i ve geliflti¤i gözlenir: Düzenli ve sistemli bir biçimde fuarlar aç›lmaya bafllar ve piyasalar genifller7. Piyasalar›n genifllemesi karfl›s›nda ba¤›ms›z üreticilerin ya da zanaat atölyelerinin etkilenmediklerini düflünmek gerçekçi olmaz. Ne var ki meydana gelen de¤iflmeler, mevcut çerçeveye ilaveler ya da varolan sistemin genifllemesi niteli¤indedir; çerçevenin kendisi henüz bir de¤iflme göstermez. Hem üretici, hem de ayn› zamanda “tüccar” ifllevini gören küçük üretici (usta-zanaatkâr) ifl alet ve araçlar›n›n sahibi olmaya devam etse bile hem iç, hem de d›fl piyasalar›n genifllemesi sonucunda ifllev farkl›l›¤› ile yüz yüze gelir. Ürününü art›k do¤rudan do¤ruya tüketiciye de¤il tüccara satmaya bafllar. Bu andan itibaren küçük üretici aç›s›ndan “talep”, “kestirilebilir” olmaktan ç›kar: Hem “talebin” niteli¤ini dolay›s›yla “tüketici tercihlerini”, hem de talepteki muhtemel geliflme ve de¤iflmeleri bilecek durumda de¤ildir. Bu anlamda “risk” üzerinden kalkm›flt›r ama riskle birlikte “müteflebbislik” ifllevi de silinmeye yüz tutar (Landes, 1970: 43-44; 1966: 11-12). Art›k o, belli (istenen) niteliklere sahip mallar›, belirlenmifl karfl›l›klar üzerinden tüccara satmakta-

223

ba¤l› olacakt›r. Ya “reçete” bir “sistemi”, yani kapitalizmi temsil ettikleri ölçüde ve temsil ettikleri kadar›yla “ç›karlar” için yaz›lm›flsa ne olacak? Bu, ayr› bir yaz›n›n konusudur fakat Haa-Joon Chang’›n Kalk›nma Reçetelerinin Gerçek Yüzü adl› çal›flmas› (2003) bu konuda iyi bir fikir verebilecektir. 6 Biraz ayk›r› görülebilecek olan bu yan cümlecik, proto-sanayileflme görüflünün bir kanad›nda (sol) yer alan Peter Kriedte ve arkadafllar›n›n kitaplar›na verdikleri isimden, “Sanayileflmeden Önceki Sanayileflme”den (Industrialization before Industrialization) esinlenilerek kuruldu. Bu konu üzerinde afla¤›da duruyorum. Ancak bu ba¤lamda protosanayileflme görüflünü savunan araflt›rmalarda benim rastlamad›¤›m, fakat kendi aç›mdan önemli olan bir ayr›m› vurgulamak ve (zorunlu olarak çok k›sa bile olsa) aç›klamak isterim. Bilindi¤i gibi iktisadi geliflme ve iktisat tarihi (bu arada elbette ki sosyoloji) literatüründe, “toplum tipleri” aras›nda temel (ve geleneksel) ayr›m; sanayi-öncesi (pre-industrial) toplum, sanayi


224

‹flaya Üflür

toplumu (industrial society) ve sanayisonras› (post- industrial) toplum aras›ndad›r. Böyle bir ayr›m, di¤er fleylerin yan›s›ra, san›yorum, düzçizgisel evrimci teorilerle ba¤lant›l›d›r. Bu teorik çerçevenin “ara” bir toplum tipi kavramlaflt›rmas›na izin verece¤i hayli kuflkuludur. Ama amac›m, bu ve bununla ilintili sorunlar› tart›flmak de¤il. “Sanayi-sonras›” toplum tipini de bir tarafa b›rakarak sanayi-öncesi ile sanayi toplumunun aras›nda bir geçifl tiplemesi için “sanayileflme öncesi toplum” deyiflini öneriyorum. Sanayileflme öncesi toplum bir düzeyde iflteki iliflkiler – üretimdeki iliflkiler ba¤lam›nda-; her iki iliflki türünün de çözülmeye bafllad›¤›, ancak iflteki iliflkilerin form olarak baflatl›¤›n› sürdürdü¤ü, buna karfl›l›k üretimdeki iliflkilerin çözüldü¤ü fakat egemenli¤ini de kuramad›¤› üretim örgütlenmesinin cari oldu¤u toplum tipi fleklinde alg›lanabilir. Bir di¤er düzeyde -sanayileflme kavram› ba¤lam›nda-; diyakronik iflbölümünün yayg›nlaflt›¤›, fakat kendi darbo¤azlar›n› kendi kendine aflmaya yetecek güce ulaflamad›¤› top-

d›r. ‹kinci olarak, siparifl ve “arz” yönünden tüccara ve tüccar›n açaca¤› krediye ba¤›ml› hale gelmifltir. Yeni sipariflleri ya da artan “talebi” karfl›layabilmek için üretimini daha fazla kalfa ve ç›rak istihdam etmek suretiyle art›rabilir. Böyle bir durumda “emek arz e¤risi” geriye döner (Schlumbohm, 1981: 100). Küçük üreticilerin hem üretim araç ve gereçlerine, hem de hammaddelere sahip oldu¤u ve fakat emek ürünlerini tüccara satt›klar› “s›nai” üretim sistemine Almanca bir deyifl olan Kaufsystem ad› verilir (Schlumbohm, 1981: 98-101; Bücher, 1968/1901: 117-119 -özellikle bkz. sayfa 117’deki 23 numaral› dipnot). Bu sistemde küçük üreticinin üretim süreci üzerindeki denetimi tamd›r: Hem üretim sürecini denetlemekte, hem de üretim süreci içinde görev bölüflümünü kendisi gerçeklefltirmektedir. Üretim birimi yine, bir-iki kalfa ve ç›rakla birlikte hanehalk›d›r. Ancak üretim süreci sonunda ortaya ç›kan ürünler, münhas›ran tüccara sat›ld›¤› ölçüde, küçük üretici, eme¤inin ürünü üzerindeki denetimini kaybeder. Bir bütün olarak ele al›nd›¤›nda, küçük üretici aç›s›ndan üretim, teknik deyimiyle, de¤iflim için de¤il, kullan›m içindir. Her ne kadar küçük üretici ürününü baflkas›na (tüccara) para karfl›l›¤›nda sat›yorsa da, böylece elde etti¤i para, hanehalk›n›n geçimini sa¤lamak (ve tabii “yenileme yat›r›mlar›” yapmak) üzere di¤er mallar› sat›n almada kullan›lmak içindir. Buna karfl›l›k tüccar aç›s›ndan durum tam tersinedir. Tüccar, satmak için sat›n almaktad›r. Dolay›s›yla tüccar›n amac›, mallar›n de¤iflim de¤erleri farkl›l›¤›ndan yararlanmaktad›r. Böylece ayn› süreç, tersine dönmüfl gözükür. Ne var ki tüccar, üretim sürecinin kendisine müdahale edemedi¤i sürece, baflka bir deyiflle tüccar sermayesi sadece tüccar sermayesi olarak varl›¤›n› korudukça, küçük üretici yok olma potansiyelini içinde bar›nd›rsa da mevcudiyetini sürdürebilir. Küçük üretici, sadece tüccar taraf›ndan komisyon (commission) üzere üretmeye bafllad›¤›nda, d›flar› ifl verme sistemi ile karfl› karfl›ya geliriz8. Her ne kadar d›flar› ifl verme sistemi, on üçüncü yüzy›lda gözlenmekte ise de (Braudel, 1982: 317) sistemin geliflimi ve yayg›nl›k kazanmas›, on alt›nc› yüzy›ldan itibarendir.

Proto-Sanayileflme Proto-Sanayileflme kavram›, Mendels’in 1972 y›l›nda yay›mlad›¤› bir çal›flma ile (241-261)9 iktisat tarihi literatürüne girdi10. Mendels bu çal›flmas›nda proto-sanayileflmeyi, “ça¤dafl gerçek


Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›?

sanayileflmeyi önceleyen ve haz›rlayan bir ilk evre”; Sanayi Devrimini ise “ikinci evre” olarak ileri sürmekteydi (241). Daha önceki bir çal›flmamda ayr›nt›lar›yla gösterdi¤im üzere, on yedinci yüzy›l, sermayenin yo¤unlaflt›¤›, imalat›n ticarileflti¤i ve ticarileflen imalat›n k›rsal alanlara yay›ld›¤› bir yüzy›l olmufltu. Geliflmelerin on sekizinci yüzy›lda da devam etti¤i söylenebilir. Gerçekten; ...on sekizinci yüzy›l belirgin bir sanayileflme dönemiydi. Meydana gelen sanayileflme birçok hükümetin kurmak istedi¤i türden çok farkl›yd›. Her yerdeki en genel özelli¤i, k›rsal iflgücünü kendi evlerinde yap›lan imalat faaliyetinde k›smi-zamanl› istihdam etmesiydi. Ürettikleri mallar nadiren lüks ya da savunma piyasas› için yap›l›yordu. [Bu mallar›n] büyükçe bir k›sm› ya kentsel piyasan›n daha az varl›kl› tüketicilerinin tüketimi için, ya k›rsal nüfusun kendi tüketimi için, ya da uzak d›fl piyasalara yönelik ucuz tekstillerdi. Emekleri mevsimlikti ve yüksek becerili de¤ildi. [Bu] sanayiler çok farkl› kal›plarda gevflek örgütlenmeye sahiptiler; fakat hemen her durumda, büyük ölçüde devlet sermayesinden ya da devlet denetiminden ba¤›ms›zlard›. ... Baz› bölgelerde demir ürünleri imalat›, saatler, oyuncaklar ayn› biçimde geliflti; fakat ister ipekli, yünlü ya da pamuklu olsun, tekstil tipik bir k›rsal üründü. ‹ngiltere’de Sanayi Devrimini bafllatan teknolojik dönüflümler, bu k›rsal tekstil sanayilerinde yo¤unlaflm›fllard› ve bunlar›n K›ta’da geliflmesi, eski “imalattan” daha çok, Sanayi Devriminin gerçek müjdecisi olarak görülebilir (Milward ve Saul, 1973: 93-94)11.

Bir bak›ma Mendels ve di¤er proto-sanayileflmecilerin yapmaya çal›flt›klar›; on alt›nc› yüzy›ldan itibaren sürekli bir biçimde görülmeye bafllanan, on yedinci yüzy›lda Bat› Avrupa’n›n hemen her bölgesine yay›lan ve on sekizinci yüzy›lda varl›¤›n› (gelifltirerek) koruyabilen ve yukar›da kaba resmi çizilen ortam› teorilefltirmeye çal›flmak olmufltur denilebilir. O halde genel bir kavram olarak proto-sanayileflme, “sanayileflmenin” kökenlerini k›rsal sanayi, tar›msal uzmanlaflma, tüccar kapitalizmi ve aile örgütlenmesinin birbirleriyle iliflkilendirilmesinin özgül bilefliminde aramaya yönelik bir teorik çerçeve biçiminde anlafl›labilir12. fiu da var ki, teorik yönelimlerde kavram›n referans çerçevesi her zaman ayn› de¤ildir. Hatta ayn› yazarda dahi kavram›n zaman içinde kavran›l›fl› farkl›l›klar gösterebilmektedir. Bununla birlikte, proto-sanayileflme temel teorik yöneliminin iki ayr› varyanta sahip oldu¤u ileri sürülebilir. Varyantlardan birinin (liberal) önde gelen temsilcisi, Mendels’tir; di¤er varyant› ise Kriedte, Hans Medick, Jürgen Schlumbohm temsil eder. Bu iki varyant›n kesifl-

225

lum tipi fleklinde de alg›lanabilir. Bu toplum tipi, “sanayi toplumu” de¤ildir; çünkü sanayi, topluma henüz damgas›n› vuramam›flt›r. “Sanayiöncesi toplum” da de¤ildir; çünkü tar›mdaki geleneksel (feodal) iliflkiler çözülmüfl; tar›msal üretim yayg›nl›¤›n› sürdürmekte fakat daha önceleri olmad›¤› ölçüde “sanayi”ye muhtaç hale gelmifltir. Zenginlik, sanayi-öncesi toplumda oldu¤u gibi hemen hemen tümüyle toprak, stok ve güç anlam›n› tafl›maz ama henüz bütünüyle “para” anlam›na da gelmez. Akla gelebilecek bir soru, bu “ara” toplum tipinin göstergelerle temsil edilip edilemeyece¤idir. Ne var ki bu ayr› bir çal›flmay› gerektirir. 7 Orta ça¤larda ticaretin geliflmesi ve kal›b› ile fuarlar›n rolü için bkz. Pounds (1974: 338-402; özellikle fuarlar aç›s›ndan bkz. 347361) ve Lipson (1943: 221-263). Lipson, fuar ile pazar aras›nda anlaml› ve nüfuz edici bir ayr›m yap›yor: ‹lke olarak her ikisi de ayn› ifllevi yerine getirmelerine karfl›l›k, önem dereceleri itibar›yla birbirlerinden bir hayli farkl›lafl›rlar. Pazar, yerel isteklere cevap


226

‹flaya Üflür

verir ve arz edilen ürünler, yerel ürünler ve gündelik mallard›r. Buna karfl›l›k fuarlar genellikle “ulusal” ve “uluslar aras›” mallar›n sergilendikleri yerlerdir. Bunlar, pahal› ve nadir mallard›r (248). 8 D›flar› ifl verme (putting out) sisteminin genellefltirilmifl bir tan›m›n› literatürde bulmak güç oldu¤u gibi, isimlendirilmesi de de¤ifliklik gösterir. Almancada Hauseindustrie, Frans›zcada industrie a domicile olarak adland›r›lan olgu, C. Bücher’in etkisiyle yine Almancada Verlagsystem fleklinde yerleflmifltir. ‹ngiliz ve Amerikan literatüründe putting out ad›n› al›r. Bu konuda bkz. Gay (1934: 711). Öte yandan yukar›da anlat›lan Kaufsystem ile Verlagsystem aras›nda her zaman berrak bir ayr›mlaflt›rmaya gidildi¤i de söylenemez. Örne¤in Bücher (1968: 117-149) seyyar sat›c›dan (kaufmann, chapman) bahsetmesine ra¤men, bunu bir sistem olarak görmez. Özelliklerini sayd›¤› Verlagsystem, bizim yukar›da Kaufsystem fleklinde tan›mlad›¤›m›z üretim örgütlenmesinin de özelliklerini tafl›r. Bücher’in tan›mlamas›nda ay›r-

me terimlerinin, di¤er bir söyleyiflle ortak noktalar›n›n birden fazla oldu¤u söylenebilirse de terminolojilerinde, teorik motivasyonlar›nda ve ele ald›klar› (ayn›) de¤iflkenleri vurgulamalar›nda önemli farkl›l›klara sahip olduklar› da aflikard›r. Afla¤›daki tart›flma ve aç›klamalar, bu ayr›m çerçevesinde yürütülecektir. Mendels’in orijinal makalesinde koydu¤u biçimiyle proto-sanayileflme, “fabrikaya geçiflin do¤rusal bir modeli [idi] ve neoklasik iktisadi varsay›mlarla karfl›laflt›rmal› üstünlükler teorisine dayand›r›lm›flt›.” (Berg vd., 1983: 16). Ancak “Mendels’in kendi tan›m› bir çok aflamalardan geçmiflti” (Mendels, 1982: 75)13. Deyim ilk baflta “ilke olarak k›rsal aladaki imalat faaliyetlerinin genifllemesi” fleklinde tan›mlan›rken, daha sonralar› deyime “operasyonel” bir nitelik kazand›r›lmaya özen gösterilmifltir. Bu “operasyonel” biçiminde Mendels’te proto-sanayileflme, tan›m ve bir dizi hipoteze dayanmaktad›r. Önce tan›mlaman›n ö¤eleri üzerinde dural›m: a) Proto-sanayileflmede çözümleme birimi, “esas olarak bölge”dir. (Mendels, 1982: 77). b) Bu “bölge” içinde tar›m ile sanayinin karfl›l›kl› etkileflimi esas noktad›r. Baflka bir ifade ile piyasaya yönelik üretim, el zanaatlar› temelinde köylülü¤ün kat›l›m› ile örgütlenmifltir. Böylece köylüler, üretime kat›lmakla ek bir gelir elde edebilmekteydiler. Köylülerin üretime kat›lmas›, kural olarak tar›msal ritme ba¤l› olup, dolay›s›yla mevsimseldir. (Mendels, 1982: 77). c) Böyle bir üretim ortam›nda gerçeklefltirilen ürünlerin piyasas› “bölgenin”, hatta ulusal s›n›rlar›n d›fl›nda yer al›r (Mendels, 1982: 77). Proto-sanayileflme böylece yerel ihtiyaçlara yönelik zanaat üretiminden ay›rt edilmifl olur. d) Proto-sanayi faaliyeti ile ticari tar›msal art›k üreticileri aras›nda esasl› bir ba¤lant› söz konusudur (Mendels, 1982: 79). Böylece, kendi geçimlerini sa¤lamaya yetecek miktarda topra¤a sahip olmayan köylülük, gelirini hem proto-sanayi faaliyetlerinde, hem de büyük çiftliklerde çal›flmak suretiyle elde etmifl/art›rm›fl olur. Dikkat edilmifl olaca¤› üzere, “bölge” içinde bir yandan “sanayide” çal›flabilen köylülük, di¤er yandan tar›msal art›k üretebilen büyük çiftçiler bir araya gelmifl olurlar. e) Proto-sanayileflme süreci boyunca kent, “bölgenin” iktisadi yap›s›nda esasl› bir ö¤edir. Çünkü kent, tüccarlar› ve piyasalar› arac›l›¤› ile proto-sanayileflmeyi koordine eder ve hatta yönlendirir (Mendels, 1982: 79). Bu da anlafl›labilir bir fleydir; çünkü d›flar› ifl verme sisteminin tüccarlar›, Kaufsystem’in ba¤›ms›z (küçük) üreticilerinin ürünlerini teslim ettikleri piyasalar ve üre-


Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›?

timin nihai aflamas›n›n tamamland›¤›, beceri ve sermayenin en fazla yo¤unlaflt›¤› yerler, kentlerdir. Özet olarak, “proto-sanayileflme, bir bölge çerçevesi içinde üç ö¤enin efl-zamanl› meydana gelifli ile tan›mlanabilir: K›rsal sanayiler, d›fl piyasalar ve ticari tar›m›n bölgesel geliflimi ile k›rsal sanayinin symbiosis’i” (Mendels, 1982: 79, vurgu benim, ‹Ü) Yukar›da belirtildi¤i üzere, böylece tamamlanan proto-sanayileflme, bir dizi hipotez de önermektedir. Hipotezler, afla¤›da özetlenmektedir: a) Proto-sanayileflmenin bir sonucu, o güne kadar nüfusun do¤al büyüme oran›n› yerel geçinme araçlar›na intibak ettiren sanayi öncesi demografinin kendi kendini düzenleyen niteli¤ini k›rmas› olmufltur. Bu k›r›lmaya da proto-sanayileflmenin yaratt›¤› ek gelir yol açm›flt›r (Mendels, 1982: 80). b) Proto-sanayileflmenin meydana geldi¤i bölgelerde çok geçmeden, azalan getirilerle karfl› karfl›ya kal›nm›flt›r. Çünkü faaliyetler “serpilmifl” halde bulunmaktad›rlar; bu da tüccar aç›s›ndan hem ürünlerin toplanmas›nda, hem de kalite kontrolünde güçlükler yaratmaktad›r. Bunun bir sonucu olarak baz› tüccarlar, iflgücünü bir atölye çat›s› alt›nda toplamay› ve emek tasarrufu sa¤layan mekanik bulufllardan yararlanmay› daha kârl› bulmaya bafllam›fllard›r. c) Bu bölgelerin inflas› ve mekanik bulufllar›n (makinelerin) üretime sokulmas› için gereken sermaye, proto-sanayileflmenin geliflmesi ile birlikte yerel olarak tüccarlar›n, tar›msal faaliyetlerini ticarilefltiren çiftçilerin ve toprak sahiplerinin ellerinde birikmeye bafllam›flt›r. d) Proto-sanayileflme, tüccarlar›n bölgeler-aras› ve uluslararas› ticaret deneyimlerinin bir sonucu olarak, teknik bilgi ve birikimine de katk›da bulunmufltur. e) Proto-sanayileflme evresi boyunca ticari tar›m›n geliflmesi, bu sektöre, sanayileflmenin daha sonraki evresinde kentlere g›da mal› arz› sa¤lama olana¤›n› vermifltir. f) Proto-sanayileflmenin geliflti¤i bölgelerde Sanayi Devrimine do¤ru bir hareket olmufltur ya da Sanayi Devriminin meydana gelmesi kolaylaflm›flt›r (Mendels, 1982: 80). Ancak bunun mutlak bir zorunluluk olmad›¤› da belirtilmelidir. Proto-sanayileflme teorisinin di¤er varyant›, yukar›da belirtildi¤i gibi, Kriedte vd. ile temsil edilmektedir. Ancak “teorinin” bu varyant›, ba¤›ms›z bir gelifltirmeden daha çok, Mendels ile Richard ve Charles Tilly’nin çal›flmalar›na dayand›r›lm›flt›r:

227

dedici özellik, üretici ile tüketici aras›na tüccar›n girmesidir. Bu son nokta için bkz. Schlumbohm (1981: 101’deki dipnot 40’›n 277’deki izahat›). Ayn› flekilde Paul Mantoux da Kaufsystem ile Verlagsystem aras›nda bir ayr›m yapmaz ve putting out sistemini bazan cottage industry, bazan domestic industry fleklinde adland›r›r. Ancak onun gerek 5662 aras›nda anlatt›¤› “domestic industry”, gerek 62-68 aras›nda anlatt›¤› “Domestic Industry” olsun, bir yandan Kaufsystem’in, öte yandan Verlagsystem’in özelliklerini tafl›maktad›r. Mantoux’nun 62. sayfadaki 3 no’lu dipnotta tüccar imalatç›y› (merchant manufacturer), Frans›zcadaki fabricant sözcü¤ü ile karfl›lad›¤›na dikkat çekelim (1961: 56-68). Keza Lipson da “s›nai örgütlenmenin evriminde dört aflama ay›rt edebilece¤imizi” söylüyor: “hanehalk›” (houshold), “lonca”, “domestic system” ve “fabrika” (1943: 1). Lipson’un “domestic system” ad›n› verdi¤i “aflama”, kuflkusuz putting out’tur. 9 Kavram, bir “araflt›rma program›n›n” parças› olarak sunan


228

‹flaya Üflür

Richard Tilly ve Charles Tilly’den al›nm›flt›r (1971: 184-198): “fabrika sisteminden önceki sanayileflme ya da proto-sanayileflme” (186). Tilly ve Tilly’nin, proto-sanayileflmeyi, Mendels gibi sadece fabrikadan önceki bir durum olarak de¤il, fakat onu önceleyen ve yolunu haz›rlayan bir geçifl aflamas› olarak gördüklerini belirtelim. Benzer bir kavram›, “proto-fabrika” kavram›n› daha önce Herman Freudenberg ile Fritz Redlich kullanm›fllard› (1964: 372-401): “Hem ‘sermaye’-yo¤un ihraç ekonomilerinin büyümesi, hem de ‘sermaye’-yayg›n ihraç ekonomilerinin geliflmesi arac›l›¤›yla 1750’lerde vücut bulan s›nai teflebbüs türünü ‘proto-fabrika’ olarak adland›rmay› öneriyoruz” (381) 10 Biraz farkl› bir “tarihçe” için bkz. Ogilvie (1993: 159-179, özellikle bkz. 159161). Ogilvie, bir önceki dipnotta belirtilen yazarlar› “birinci kuflak” fleklinde nitelendirmektedir. 11 Bu al›nt› ile yazarlar›n, durumun tam ve gerçek bir resmini verdiklerini ima etmek istemiyorum elbette. Yönelimin, anahatlar› ile bu tarzda oldu¤una tan›k tutmak istiyorum sadece.

Eldeki çal›flma, F. F. Mendels ile Charles ve Richard Tilly’nin gelifltirdi¤i araflt›rma kavram›n› al›yor ve onu daha gelifltiriyor. Proto-sanayileflme burada, nüfusun büyük k›sm›n›n tamam›yla ya da önemli ölçüde geçimini bölgeler-aras› ya da uluslar aras› piyasalar için s›nai kütle üretiminden sa¤lad›¤› k›rsal bölgelerin geliflmesi fleklinde tan›mlanabilen “sanayileflmeden önceki sanayileflme” olarak kavramsallaflt›r›lm›flt›r. (Kriedte vd., 1981: 6)14

Teorinin bu varyant›n›, üç yazar›n ortak görüflünü kapsayacak biçimde özetlemek bir hayli güçtür. Çünkü yazarlar, kendi aralar›nda bir çok önemli noktada farkl›laflmaktad›rlar. Bununla birlikte teori bir bütün olarak göz önüne al›nd›¤›nda, çözümlemelerin iki farkl› tarihsel düzeyde gelifltirildi¤i ileri sürülebilir: Makro ve mikro düzeyler15. Makro düzeyde Kriedte, proto-sanayileflmeyi feodal-tar›msal toplamlar›n çözülüflü ve s›nai kapitalizme geçiflte bir evre olarak ele almaktad›r (Kriedte vd., 1981:6 ve devam›). Feodal tar›msal toplumlar›n çözülüfl sürecinin kendisi de iki evreye sahiptir. Birinci evrenin önkoflulu, nüfus art›fl› ve tar›m sektörünün üretkenli¤inin artmas›nda yatmaktad›r (Kriedte vd., 1981: 6 ve 12). Çözülme sürecinin birinci evresinde ortaya ç›kan kent ile k›r aras›ndaki iflbölümü ve bu iflbölümünün h›zland›rd›¤› k›rsal nüfus içindeki farkl›laflma ve kutuplaflma süreci, proto-sanayileflmenin temellerini sa¤lam›flt›r. Her ne kadar bafllang›çta k›rla kent aras›ndaki iflbölümü, sanayileflmenin geliflmesinin motoru olmuflsa da, süreç içinde güçlükler bafl göstermifltir. Çünkü kent ekonomisi içinde iflgücü ve hammadde arz›, loncalar›n izledikleri iktisadi politikalar nedeniyle esnek de¤ildi. Tüccar sermayesi bu problemi, s›nai üretimi kentten k›rsal bölgelere kayd›rmak suretiyle çözdü. Bu arada farkl›laflma ve kutuplaflma, tüccar kapitalistin yararlanabilece¤i iflgücü ve hammadde kaynaklar›n› yaratm›flt›. ‹flte proto-sanayileflme, feodalizmin kapitalizme dönüflümü sürecindeki bu ikinci evreye aittir (Kriedte vd., 1981: 7). Proto-sanayileflmenin geliflmesi sadece feodal ba¤lar›n çözülmeye bafllam›fl olmas›n› gerektirmez; fakat süreç bir kez bafllay›nca, kendisi de sürecin h›zlanmas›nda bir faktör olur. Öte yandan proto-sanayi bölgelerinin oluflumu, bölgeler-aras› iflbölümünde önemli bir ilerleme anlam›na gelir. O halde proto-sanayileflme; hammaddelerin, nihai ürünlerin, g›da mallar›n›n ve iflgücünün arz ve talebini etkiledi¤i için sonuçlar›, zorunlu olarak bütün toplumu kapsar. Proto-sanayileflmenin sadece bölge-


Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›?

ler-aras› piyasalar›n oluflumu ile de¤il, uluslar aras› piyasalar›n oluflumu ile de yak›ndan ilintili oldu¤u söylenmelidir (Kriedte vd., 1981: 8 ve 13) Kriedte’ye göre k›rsal bölgelerde üretim merkezlerinin geliflimine bir çok faktör katk›da bulunmufltur: Tar›msal üretimin uzun dönemli dalgalar› ile nüfus hareketlerinin karfl›l›kl› etkileflimi; k›rsal bölgelerde nüfus art›fl›ndan kaynaklanan iflsizlik (Kriedte vd., 1981: 23), bunlar içinde en önemli olanlar›d›r. On yedinci yüzy›ldan bafllamak üzere on sekizinci yüzy›lda tar›msal ve nüfus dalgalanmalar›n›n karfl›l›kl› etkileflimi kritik bir noktaya ulaflt›. Tar›msal geliflme ile nüfus hareketleri aras›nda bir zamanlar pozitif olan iliflki, negatif bir iliflkiye dönüfltü ve bu suretle tar›m gelirleri azalma gösterdi. Tar›m gelirlerindeki bu kriz, üretimde farkl›laflmaya yol açt›. Buna bir de hem kentlerdeki ücret gelirlerinin yükselmesinden, hem de geliflen d›fl piyasalardan kaynaklanan talepteki canlanma eklenmelidir. Kentler bu yeni duruma cevap veremez hale gelince, tüccar kapitalistler, sanayiyi k›rsal bölgelere kayd›rd›lar. Baflka bir ifade ile, on sekizinci yüzy›l›n bafllar›nda hem tar›m sektörü, hem de sanayi sektörü problemli durumdayd›lar; bunlardan hiçbiri problemini kendi bafl›na çözecek potansiyele sahip de¤ildi. Problemin çözümü, bu iki sektörün karfl›l›kl› iliflkisi sayesinde olabilirdi. Proto-sanayileflme, bu iki sektör aras›nda ba¤ kurmak suretiyle problemin çözülme sürecini bafllatt› (Kriedte vd., 1981: 23-24). Tar›m sektörü ba¤lam›nda bu sektör içinde ortaya ç›kan farkl›laflma; bir yandan kendi tüketimi için s›nai üretimde bulunmayan fakat piyasaya tar›m ürünleri arz eden büyük çiftliklerin, di¤er yandan yeterince topra¤a sahip olamayan ve tar›mdaki marjinal verimlilikleri s›f›r olan, buna karfl›l›k piyasaya yönelik s›nai üretimde bulunmaya bafllayan geçimlik çiftliklerin ortaya ç›kmas›na yol açm›flt›. ‹flte ilke olarak, proto sanayileflmenin tar›mc› temelini bu geçimlik çiftliklerin meydana getirdikleri söylenmektedir (Kriedte vd., 1981: 25-26). Di¤er bir söyleyiflle Kriedte’ye göre proto-sanayileflmenin geliflmesinde itici güç, nüfus hareketi ve bunun yol açt›¤› yoksulluktur. Tar›m sektörü bir bütün olarak ele al›nd›¤›nda, proto-sanayileflmeye dört tür katk›s› oldu¤u gözlenir: ‹flgücü, beceri ve sermaye, ürün ve piyasa (28). Özetle, proto-sanayileflmenin önkoflullar›n› ortaya ç›karan birbirleriyle ba¤lant›l› üç süreçten bahsedilebilir: 1) feodal toplumun karars›zl›¤› ve çözülmesi (14-15); 2) nüfus art›fl› ve bunun bir sonucu olarak sosyo-ekonomik farkl›laflma ve kutuplaflma (15-17; 19); 3) tüccar

229

12 Paralel bir yorum, Lennart Jörgberg’te bulunabilir: “Protosanayileflme, tar›mc› toplumun s›nai büyümesinde bir aflama olarak tan›mlanm›flt›r. Bu s›nai büyüme, hammadde ve emek arz› söz konusu oldu¤unda, yerel tar›mc› toplulukla dolays›z ba¤lant›lar›n› koruyan koflullarda meydana geldi. Ayn› flekilde tar›mc› nüfus, baflat (dominant) piyasay› flekillendirdi. Kavramdan yararlananlar genellikle [onun] bölgesel niteli¤ini de öne sürdüler.” (Jörgberg, 1982: 1). Jörgberg’in yaz›s›na seçti¤i bafll›¤›n (“Proto-industrialization: An Economic Historical Figment?”/ Proto-sanayileflme: Bir ‹ktisadi Tarihsel Hayal mi?), kavram karfl›s›nda kuflkucu bir tav›r al›fl› da ortaya koydu¤unu belirtelim. Nitekim yaz›n›n yer ald›¤› dergideki (The Scandinavian Economic History Review) araflt›rmalar›n ortak genel sonucu Danimarka, Finlandiya ve Norveç’te K›ta Avrupas›ndakine benzer bir proto-sanayileflmenin “keflfedilmedi¤i” yolundad›r. 13 Proto-sanayileflmenin Mendels varyant›n›, onun “Proto-Industrialization: Theory and Reality. Ge-


230

‹flaya Üflür

neral Report” (1982) bafll›kl› çal›flmas›na dayanarak aç›kl›yorum, çünkü ulaflabildi¤im en “rafine” çal›flmas› bu. 14 Yazarlar, proto-sanayileflme ile ilk (early) sanayileflme aras›nda bir ayr›m yap›lmas› gerekti¤ine iflaret ediyorlar: “‹lk sanayileflme, sanayileflmenin birinci evresi anlam›na gelir ve merkezi Avrupa’da ondokuzuncu yüzy›l›n birinci yar›s›na kadar gider.” (Kriedte vd., 1981: 208). 15 Nitekim Kriedte’nin kendisi, mikro ve makro “göstergelerden” söz etmektedir. 16 Bu gözlemin en sa¤lam dayana¤›, 1982 y›l›nda Budapeflte’de toplanan Sekizinci Uluslar aras› ‹ktisat Tarihi Kongresi’ne sunulan tebli¤lerin bafll›klar›na bak›lmak suretiyle bulunabilir (Mendels, 1982: 106-107).

sermayesinin öncülü¤ünde geliflen uluslar aras› ticaret. (21-23; 33-35). Proto-sanayileflmenin Kriedte vd. varyant›n›n mikro düzeyinin çözümlemesi, Hans Medick’in yaz›lar›nda (1981a ve 1981b) bulunabilir. Medick’e göre (1981a: 38) kapitalist olmayan tar›mc› toplumlarda üretim, tüketim ve biyolojik yeniden üretimin birli¤i, iktisadi ve sosyopolitik düzenin temelini oluflturur. Bu birlik , de¤iflikli¤e u¤ram›fl olsa bile, proto-sanayileflme evresi boyunca sosyo-ekonomik sistemin merkezi bir ö¤esi olarak kal›r. Köylü çiftli¤inde oldu¤u gibi k›rsal sanayideki üretim süreci de küçük üreticilerin aile ekonomilerine dayan›r. Kapitalizm öncesi tar›mc› toplumlarda köylü ailesi, mülkiyet iliflkilerinin ve geçinme koflullar›n›n “ toplumsal yeniden üretim” sürecinde temel bir rol oynam›flt›r. Bu rol, toprak sahipli¤i ya da en az›ndan toprak üzerindeki denetim yetkisi nedeniyledir. Lord ile köylü ailesi aras›ndaki iliflki, üretim, tüketim, yeniden üretim ve bölüflüm iliflkilerinin temelini oluflturur ve bir birlik meydana getirir. Oysa “proto-sanayi” bölgelerinde, üretim ve egemenlik, mülkiyet, geçinme iliflkilerinin “toplumsal yeniden üretim”inin birli¤i çözülmüfltür (Medick, 1981: 39). Bu çözülme ile birlikte k›rsal zanaatkarlar topraklar›n› kaybettiler ve dolay›s›yla geçimlik araçlar›nda bir aç›k meydana geldi (45). Bu a盤› telafi etmek üzere ev sanayiinde aile iflgücünü kullanmaya dayal› bir sistem ortaya ç›kt›. Bu yeni koflullarda dahi; hanehalkç›, geleneksel “aile ekonomisi”nin yap›sal ve fonksiyonel öngereklerine ba¤l› kald› (40). Feodal iliflkilerin çözülmesi sonucunda beliren bu yeni aile ekonomisinin “rasyonalitesi”ni, A. V. Chayanov analizini sürdüren Medick’e göre “net kârdan daha çok gayr›safi ürünün maksimizasyonu” oluflturur. Böylece aile ekonomisine katk›da bulunan bireysel üyelerin emek paylar› ile gelir aras›nda bir ayr›m yap›lmad›¤› gibi tar›msal eme¤in getirisi aras›nda da bir fark görülmez: “Aile ekonomisi ölçemedi¤ini maksimize edemez.”(Medick, 1981: 41) Öte yandan, proto-sanayinin egemen aile tipi, çekirdek ailedir. Bu nitelik onu, köylü toplumunun çözülme dönemindeki di¤er k›rsal gruplardan ay›rt eder (Medick, 1981: 54). Ne var ki bu aile tipinin ortalama büyüklü¤ü, çiftçi ailelerinkinden daha fazlad›r. Bu da ne çocuk ölüm oranlar›n›n daha düflük olmas›ndan, ne de çocuk do¤um oranlar›n›n daha yüksek olmas›ndan kaynakla-


Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›?

n›r. Bunun nedeni, evlenme yafl›n›n erken olmas›d›r. Böylece ortaya ç›kan her yeni ailede çocuklar, s›nai iflgücünün bir ö¤esi olabilmektedirler. Sanayinin yap›s› ve iflleme mekanizmas› da bunun için elverifllidir. (54-57) Bu “aile ekonomisi “ ile tüccar ya da d›flar› ifl verme sermayesinin karfl› karfl›ya gelmesinin, farkl› bir ifade ile, bu iki ayr› yap›n›n bir arada yaflamas›n›n makro-ekonomik etkileri de olmufltur. Bu makro-ekonomik etki kendini öncelikle tüccar kapitalist aç›s›ndan bir “farkl›l›k kâr›” yaratmakta ortaya koyar. Bu “farkl›l›k kâr›”, hem lonca sisteminden, hem de manüfaktürden elde edilebilen kâr›n üstündedir (Medick, 1981: 50). O halde k›rsal sanayinin bu “farkl›l›k kâr›”ndan ötürü proto-sanayi sisteminin büyüme sürecinde itici güç oldu¤u söylenebilir. Bununla birlikte k›rsal s›nai aile ekonomisi ile tüccar sermayesi aras›ndaki sembiyotik iliflkinin bir geçifl süreci iliflkisi olarak görüldü¤ü de vurgulanmal›d›r (53). D›flar› ifl verme sistemi bilinen güçlükleri (136137) aflamad›¤› zaman, yerini fabrika sistemine b›rakacakt›r. Çünkü proto-sanayileflme süreci boyunca s›nai kapitalizme geçiflin önkoflullar› da yarat›lm›fl olur. Bu önkoflullar flöyle s›ralanabilir (141-142): 1) Proto-sanayileflme süreci içinde genifl bir beceri sahibi iflçi katman› oluflmufltur. Bu, ilk fabrikalar›n iflgücü depolar›n› teflkil edecektir. 2) Proto-sanayileflme boyunca sermaye biriktiren bir grup tüccar-imalatç› ve küçük zanaatkar, sanayileflmenin ö¤elerini oluflturacaklard›r. 3) Üretimin örgütlenmesiyle iliflkili olarak, hiç kuflku yok ki d›flar› ifl verme sistemi, önceki örgütlenmelere k›yasla bir ilerlemeyi temsil eder. Çünkü d›flar› ifl verme sistemi, tüccar sermayesi ile üretim alan› aras›nda bir ba¤ kurmufltur. 4) Proto-sanayileflme boyunca tar›mc› bölgelerle kalabal›k s›nai bölgeler aras›nda sembiyotik bir iliflki geliflti. Proto-sanayileflme ilerledikçe, s›nai bölgeler g›da mal› arz› aç›s›ndan çevrelerindeki k›rsal bölgelere ba¤›ml› hale geldiler. Bu bölgelerden gelen talep bask›s›, tar›msal bölgeleri üretimde daha etkin olmaya zorlad›. 5) Proto-sanayileflme boyunca yerele, bölgesel, ulusal ve uluslar aras› piyasalar a¤› geliflti. Proto-sanayileflme ile piyasalar›n geliflmesi birbirlerini karfl›l›kl› olarak etkilemifltir. ‹flte bu befl noktada proto-sanayileflme, kapitalist sanayileflmenin temellerini atm›flt›r. Görüldü¤ü gibi proto-sanayileflmenin her iki varyant› birkaç

231


232

‹flaya Üflür

temel ortak noktada birleflmektedirler. Bu ortak noktalar flöyle s›ralanabilir: 1) Her iki varyantta da çözümlemenin bafllang›ç noktas›, bölgedir. Çözümlemeler bölgeden bafllar, sonra ulusal ve uluslar aras› alanlara kayar. 2) Çözümlemelerde de¤iflkenler aras›ndaki iliflkilerin yönü; nüfus hareketleri/tar›msal yap›, tar›msal yap›/tüccar sermayesi ya da d›flar› ifl verme sistemi aras›ndad›r. 3) “Aile ekonomisi” iktisadi ve sosyo-kültürel yönleriyle birlikte merkezi bir öneme sahiptir. 4) Özgül araflt›rmalarda farkl›l›klar gözlense de teorinin her iki varyant›nda proto-sanayileflmenin bafllang›ç tarihi çak›flmaktad›r: On alt›nc› ve on yedinci yüzy›llar. 5) Nihayet; her iki yaklafl›m, proto-sanayileflmeyi “s›nai kapitalizme geçiflte bir aflama” fleklinde ele al›r.

*** Proto-sanayileflme teorisi, 1970’li y›llardan sonra iktisat ve nüfus tarihinin ilgi çekici konular›n›n bafl›nda gelmifltir. Teori neredeyse her fleyi kucaklayan bir teori niteli¤inde görülmeye bafllanm›flt›r: Sanayileflmenin kendisinden nüfus hareketlerine, sanayileflmeden sanayisizleflmeye (de-industrialization), geliflmifllikten azgeliflmiflli¤e, özgül sanayi kollar›n›n gelifliminden genelde sanayileflmeye, vb. kadar hemen her konuda bir aç›klama getirir nitelikte görülmüfltür16. Bununla birlikte teoriye önemli ve ciddi elefltiriler de yöneltilmifltir (örn. bkz. Coleman, 1983; Houston, 1984). Her fleyden önce teorinin iktisat tarihine yeni bir “paradigma” getirdi¤i iddias›na karfl› hâlâ “eski paradigman›n”; karfl›laflt›rmal› üstünlükler ve yeni evrimcilik paradigmas› içinde kald›¤› elefltirisi vard›r (Berg vd., 1983: 1-32; özellikle bkz. s. 16 ve sonras›). Bu ba¤lamda teorinin her iki varyant›n›n da teleolojik nitelikte oldu¤u ileri sürülmüfltür. (Perlin, 1983; Hudson, 1983; Schremmer, 1981) Teori, k›rsal sanayinin farkl› süreç ve iliflkilerini tek bir deyim alt›nda toplamak suretiyle eldeki problemle iliflkisi zorunlu olmayan tüm s›nai örgütlenmeleri ayn› a¤›rl›kta görmüfltür. Oysa yap›lmas› gereken, her süreci ayr› ayr› ele al›p incelemektir. (Perlin, 1983; Pollard, 1981: 76) Di¤er taraftan teori, baz› bölgelerin sanayileflmeye geçerken, baflka bölgelerin neden geçmedi¤ini aç›klayabilmekten uzakt›r (Pollard, 1981: 76-77). Ayr›ca teori, de¤iflkenleri aras›ndaki ilifl-


Proto Sanayileflme: Sanayileflme Tarihine Bir Katk›?

kileri de tam olarak kavramam›flt›r. Örne¤in k›rsal sanayi, özgül nüfus kal›b›ndan ötürü mü yerleflmifltir; yoksa k›rsal sanayi yerlefltikten sonra m› bu nüfus kal›b› belirmeye bafllam›flt›r? Bu nokta pek berrak de¤ildir. (Fischer, 1973: 161) Daha da önemlisi, proto-sanayileflmenin nedenleri ve kaynaklar› aç›k de¤ildir (Gullickson, 1983: 832; 848-850). Baflka bir deyiflle, proto-sanayileflmenin nedenleri sorusuna verilen cevap, kendi içinde yeterli olmad›¤› gibi, somut durumlar› aç›klamakta da baflar›l› olamam›flt›r. Getirilen elefltirilerde hakl›l›k pay›n›n büyük oldu¤u kuflku götürmezse de, proto-sanayileflmenin, farkl› disiplinleri bir araya getirmek suretiyle anlay›fl›m›za yeni ufuklar açt›¤› da do¤rudur.n

233


234

‹flaya Üflür

Kaynakça Berg, Maxine vd. (der.) (1983) Manufacture in Town and Country before the Factory, CUP. Braudel, Fernand (1982) The Wheels of Commerce (Civilization and Capitalism, Vol. II), çev. S. Reynolds, Londra: Collins. Chang, Haa-Joon (2003) Kalk›nma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, çev. T. Ak›nc›lar Onmufl, ‹stanbul: ‹letiflim. Cipolla, Carlo M. (1980) Tarih Boyunca Ekonomi ve Nüfus, çev. M. S. Gezgin, ‹stanbul: Tur. Coleman, D. C. (1983) “Proto-industrialization: A concept too many”, Economic History Review, Vol. 36, 435-448). Croce, Benedetto (1955) History as the Story of Liberty, New York: Meridian Books. Fischer, Wolfram (1973) “Rural Industrialization and Population Change”, Comparative Studies in Society and History, Vol. XV. Freudenberg, Herman ve Redlich, Fritz (1964) “The Industrial Development of Europe: Reality, Symbols, Images”, Kyklos, Vol. XVII, 372-401. Gay, Edwin F. (1934) “Putting Out System”, Encyclopedia of the Social Sciences, Vol. XIII, 7-11. Gullickson, Gay L. (1983) “Agriculture and Cottage Industry: Redefining the Causes of Proto-Industrialization”, Journal of Economic History, Vol. XLIII, No: 4. Hartwell, R. M. (1967) “The Causes of the Industrial Revolution: An Essay in Methodology”, The Causes of the Industrial Revolution in England içinde, Londra: Methuen. Hartwell, R. M. (1971) The Industrial Revolution and Economic Growth, Londra: Methuen. Houston, R. ve Snell, K. D. M. (1984) “Proto-industrialization? Cottage Industry, Social Change, and Industrial Revolution”, Historical Journal, Vol. 27, 473-492. Hudson, Pat (1983) “From Manor to Mill: The West Riding in Transition”, Berg, Maxine vd. (der.) Manufacture in Town and Country before the Factory içinde, CUP. Jörgberg, Lennart (1982) “Proto-industrialization: An Economic Historical Figment?”, The Scandinavian Economic History Review, Vol. XXX, No: 1. Kriedte, P; Medick, H.; Schlumbohm, J. (der.) (1981) Industrialization before Industrialization, çev. B. Schempp, CUP. Landes, D. S. (1966) “Introduction”, The Rise of Capitalism içinde, Londra: The Macmillan Co., 11-12. Landes, D. S. (1970) The Unbound Prometheus, CUP. Lipson, E. (1943) The Economic History of England, Vol. 3, The Age of Mercantilism, Londra: Adam and Charles Bloak. Mantoux, Paul (1961) The Industrial Revolution in the Eighteenth Century, New York: Harper and Row Publishers. Medick, Hans (1981a) “The Proto-industrial Family Economy”, Kriedte, P; Medick, H.; Schlumbohm, J. (der.) Industrialization before Industrialization içinde, çev. B. Schempp, CUP, 38-73. Medick, Hans (1981b) “The Structures and Function of Population Development under the Proto-industrial System”, Kriedte, P; Medick, H.; Schlumbohm, J. (der.) Industrialization before Industrialization içinde, çev. B. Schempp, CUP, 74-93. Mendels, Franklin (1982) “Proto-Industrialization: Theory and Reality. General Report”, ‘A’ Themes, Eight International Economic History Congress, Budapeflte. Mendels, Franklin F. (1972) “Proto-Industrialization: The First Phase of the Industrialization Process”, Journal of Economic History, Vol. XXXII, 241-261. Milward, A. S. ve Saul, S. B. (1973) The Economic Development of Continental Europe, 1780-1870, New Jersey: Rowman and Littlefield. Nussbaum, E. L. (1968) A History of the Economic Institution of Europe, New York: Augustos M. Kelly Publishers. Ogilvie, Sheilegh C. (1993) “Proto-Industrialization in Europe”, Continuity and Change: 8(2), 159-179. Perlin, Frank (1983) “Proto-industrialization and Pre-colonial South Asia”, Past and Present, No: 98, 36-39. Pollard, Sidney (1981) Peaceful Conquest, The Industrialization of Europe: 1760-1970, CUP. Pounds, N. J. G. (1974) An Economic History of Medieval Europe, Longman. Schlumbohm, Jurgen (1981) “Relations of Production – productive forces- Crises in Proto-Industrialization”, Kriedte, P; Medick, H.; Schlumbohm, J. (der.) Industrialization before Industrialization, çev. B. Schempp, CUP. Schremmer, Eckart (1981) “Proto-Industrialization: A Step Towards Industrialization”, The Journal of European Economic History, Vol. 10, No: 3. Tilly, Richard ve Tilly, Charles (1971) “Agenda for European Economic History in the 1970’s”, Journal of Economic History, Vol. XXXI, 184-198.


Praksis 11

| Sayfa: 235-249

Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

Uluslararas› iliflkileri biçimlendiren en temel dinamiklerden biri olan sermayenin küreselleflmesi ve karfl›-küreselleflme olgular› üzerine alan›n üç önemli iktisatç›s› Freeman, Radice ve Bellafiore ile Praksis Yay›n Kurulu olarak yapt›¤›m›z yuvarlak masa toplant›s›n› yay›ml›yoruz. Son zamanlarda literatürde çok s›k karfl›laflt›¤›m›z “küreselleflme” kavram› size ne ifade ediyor? FREEMAN- Oldukça bulan›k olan küreselleflme kavram› üzerine genel olarak durmaktansa, sermayenin küreselleflmesinde gerçekte neler yaflan›yor, ben daha çok bunun üzerine durmak istiyorum. Küreselleflmenin etkisi de¤iflik ülkelerde tamamen farkl›lafl›yor; küreselleflmenin iktidara etkisi sizin zengin bir ülkede mi fakir bir ülkede mi yaflad›¤›n›za göre de¤iflir. Geliflmekte olan ya da bir üçüncü dünya ülkesinde, görebildi¤im kadar›yla afla¤› yukar› bütün ampirik vakalarda, sermayenin egemen oldu¤u dünya pazar›na kat›lman›n etkisi parçalanma oluyor. ‹flte Sovyetler Birli¤i’nin, Yugoslavya’n›n da¤›lmas› var, Hindistan’da, Meksika’da ve baflka yerlerde ayr›l›kç›l›k e¤ilimleri görüyoruz. Belki o kadar büyük ölçekte olmasa da Çin’de de parçalanma e¤ilimleri güçleniyor. Tarihin daha önceki zamanlar›nda da ayn› sermaye küreselleflmesi süreci, Avusturya ‹mparatorlu¤u’nun ve Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun y›k›lmas› ve Afrika'n›n bölünmesi gibi sonuçlara yol açm›flt›. Buna karfl›l›k, günümüzün zengin ülkeleri daha genifl bloklaflmalara yöneliyor. Bence bunun nedeni, yeniden yap›-


236

Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

land›r›lm›fl bir küresel piyasan›n içinde yer almak ve onu yönlendirmek için genifl ölçekli bir üretime duyulan ihtiyaç. Ayr›ca modern teknolojinin örgütlenmesini ve yoksul ülkelerin piyasalar›n›n yönlendirilmesini temin etmeye yetecek derecede bir ölçek ekonomisinin yarat›lmas› da bir baflka neden. Bu nedenlerden dolay› daha genifl ölçekte çal›flmak gerekiyor. Nihayetinde neler olabilece¤i ile ilgili olarak üç tane temel görüfl ya da model var. Bir tanesine göre üç genifl blok tek bir blok halinde ifllemeye bafllam›fl durumda. Kuzey Amerika, Güneydo¤u Asya ve Avrupa aras›ndaki s›n›rlar yavafl yavafl kaybolacak ve en az›ndan zengin ülkelerde tek bir küresel sermaye oluflacak. Bu sermaye dünyan›n dörtte üçünü terk ediyor, ama en az›ndan dünyan›n yaklafl›k dörtte birini kapsayan birleflik bir mali, endüstriyel ve ticari yap›ya sahip olacaklar. Öteki tez, bloklar aras›ndaki rekabetin artt›¤›n› ileri sürüyor. Teze göre, zengin ülkeler taraf›ndan yönlendirilen bölgesel bloklar aras›ndaki farkl›laflma ve rekabet, onlar hareket alan›n› geniflletmek, ekonomik üstünlü¤ü ele geçirmek ve hatta hayatta kalabilmek için çabalad›kça daha da artacakt›r. Üçüncü tez ise, tek bir ulusun hegemonik oldu¤unu ve ileride de hegemonik kalaca¤›n› iddia ediyor. Geçen yüzy›lda bu rolü ‹ngiltere oynad›, 1950’lerde ise Amerika. Bu anlamdaki hegemonya, lider ülkenin refahtan belki de daha fazla pay alsa bile dünyan›n geri kalan ülkeleri için daha fazla yarar sa¤lad›¤› anlam›na gelmektedir. Lider ülkenin dünya sistemini hem mali hem de ticari ve hatta siyasi olarak organize edebilme biçimindeki hegemonik haklar› her ne kadar istenmese de, bu sözü edilen yararlar –artan hayat standartlar›, yeni ürün ve teknolojilere eriflim, ekonomik istikrar – bu ülkenin lider olarak kabul edilmesini sa¤lamaktad›r. ‹flte bu nedenle “Britanya Bar›fl›” (Pax Britanica) ya da “Amerika Bar›fl›” (Pax Amerikana) gibi deyimler ortaya at›lmaktad›r. Bu bak›fl aç›s›na göre, ABD bu türden bir dönemi kurabilir. Bu türden bir “Alt›n Ça¤”da, ABD himayesi alt›nda yeni teknolojilerin kullan›m› dünyan›n geri kalan›n› Tarihin Sonu’na tafl›yacakt›r. Ayr›ca bu teze göre her geçen y›l bir baflka ony›la ertelense de, liberal bir cennetin bizi bekledi¤inden eminiz. Bana göre birinci ve üçüncü tezlere karfl› kan›tlar çok aç›k. Tarih ‹ngiltere’nin hegemonyas›n› koruyamad›¤›n› ve hegemonyan›n sonunun sanayi ülkeleri aras›ndaki vahfli bir rekabete yol açt›¤›n› göstermifltir. Bu vahfli rekabet önce savafla, sonra Rusya ve Orta Asya’n›n büyük bölümünün dünya piyasas›na bas kald›-


Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri

r›fl›ndan sonra geriye ne kald›ysa yeniden paylafl›lmas›na ve daha sonra da baflka bir savafla yol açm›flt›r. Tarih hep flafl›rt›c› yenilikler ortaya ç›karmaktad›r. Buradan bak›nca ABD’nin ayn› yolda tökezlemeyece¤ini söylemek mümkün de¤ildir. Öte yandan, flimdiye kadar ABD’nin bu yolda mesafe ald›¤›n› da kabul etmek gerek. ABD’nin hegemonyas›yla rekabet edebilmek mümkün de¤il ve bu hegemonya katlanan bir k›tl›¤a yol aç›yor; nihayetinde di¤er ülkelerin tasarruflar›n› azalt›yor ve bu üç blok aras›nda gittikçe artan bir rekabeti üretiyor. San›r›m küreselleflme “teori”sinin zay›fl›klar›ndan birisi, bir çok savunucular›n›n devasa, otomatik ve kaç›n›lmaz olarak gördü¤ü büyük de¤iflimler hakk›nda soyut bir biçimde konuflmas›. Ama yaflanan tarihe ve yaflanan gerçeklere bakmak gerek. Esas›nda küreselleflmenin bugünkü aflamas›, aç›kça ABD taraf›ndan desteklenen belirli bilinçli siyasal de¤iflikliklerle birlikte 1980’lerde bafllad›. Bu ne bu piyasan›n kendi içinden üretti¤i içsel bir süreçti, ne de uzun vadeli bir e¤ilimdi. Bu bir dönüm noktas›yd› ve bir mühendislik eseriydi. Tabi ki bu, bu mühendisli¤in bir süreden beri ifllemekte olan piyasa güçlerini kullanmad›¤› anlam›na gelmiyor. Ancak 1980”ler ve dünya birikiminin bugünkü aflamas›, IMF ve Dünya Bankas› politikalar›n›, flu anda aflikar oldu¤umuz tamamen yeniden yap›land›r›lm›fl dünya ticaretine, GATT türündeki iki tarafl› mutabakatlardan vazgeçerek DTÖ türü çok tarafl› anlaflmalara do¤ru dönüfltüren bir piyasa liberalleflmesi dalgas›yla birlikte aç›ld›. Bu dönüflüm keskin ama siyasi olarak örgütlenmifl bir hareketin sermaye ve mallar için tek bir piyasa yaratmas›n› da içeriyordu. Bu kurumsal de¤iflikliklerin bilinçli olarak oluflturulduklar›na dair bir sürü kan›t vard›r. BELLOF‹ORE- Son y›llarda birbirlerini tamamlayan sorular ve devam eden tart›flmalardan biri, meta piyasas›nda, üretimde ya da sermayenin hareketlerinde global e¤ilimlerin var olup olmad›¤›. Bir di¤eri, tümüyle küresel bir ekonomiye do¤ru bir e¤ilimin ya da böyle bir ekonominin gerçekli¤inin olup olmad›¤›. Üçüncüsü de, düzenleme yaklafl›m› çerçevesinde, su s›ralarda içinde bulundu¤umuz durumun kapitalizmin tümüyle yeni ve tutarl› bir aflamas› olup olmad›¤›. Bunlar birbirinin ayn› sorular ya da tart›flmalar de¤il ama birbirleriyle ilgililer. ‹lk iki soruda, ‘hiper’ küreselleflme teziyle, ‘zay›f’ küreselleflme tezinin karfl› karfl›ya getirildi¤ini, üçüncüsünde de söz konusu olan›n, varolan›n tümüyle yeni bir post-Fordist model oldu¤u fikri oldu¤unu görüyoruz.

237


238

Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

Ben, özellikle meta ve sermaye piyasas› bak›fl aç›s›ndan, dünya ölçe¤inde güçlü, birlefltirici e¤ilimlerin oldu¤u çerçevesinde, gerçekte zay›f bir küreselleflmenin oldu¤u fikrinin ›l›ml› bir savunucusuyum. Ama bu bölgeler aras›nda, özellikle meta piyasas› ba¤lam›nda farkl›l›klar olmad›¤› anlam›na gelmiyor. Uluslararas› aç›kl›¤›n, örne¤in, Avrupa ya da Amerika’n›n ekonomik aç›kl›¤›n›n, s›n›rl› olmas›na karfl›n, uluslararas› imalat ve hizmet sektörü flirketlerinin, bu ekonomilerle s›k› iliflki içinde oldu¤u do¤ru. Bu nedenle, zay›f küreselleflme ve bölgeselleflmeye vurgu birlikte giden fleyler. Bunun da geliflmekte olan ülkelerde ve üçüncü dünya ülkelerinde farkl›l›klar yaratt›¤›na inan›yorum. Burada, yeni endüstrileflmifl, geliflmekte olan ve geliflmifl denilen ülkelerin çok ayr›nt›l› bir analizine sahip olmam›z gerekti¤ini ekleyece¤im. Varolan krizi düflünürsek, Avrupa, Japonya ve Amerika aras›nda gerçek bir fark var. Amerika için Japonya ‘d›flsal’, yabanc› bir ekonomi de¤il, daha çok, içsel bir mesele. Bu, sermayenin özgürleflmesiyle, Do¤u Asya krizini aç›kl›yor. Siyaseti ekonomiden ay›ramay›z, ya da ekonomiye homojen bir gerçeklik olarak bakamay›z. Ekonomik politikalar ba¤lam›nda çok büyük farkl›l›klar var ve biz hala birleflmifl bir dünyadan hayli uzaktay›z. Öte yandan, geliflmekte olan ülkelere kendi farkl›l›klar› içinde bakmal›y›z. Güneydo¤u Asya ülkelerinin, Latin Amerika ya da eski Komünist ülkelerin, Afrika ülkelerinin durumlar›n› birbirlerinden ay›rmal›y›z. Güçlü sermayenin ‘çevresi’ olmakla, baz› bölgesel ba¤lant›lar kurmak aras›ndaki farkl› kutuplaflt›r›c› e¤ilimlerle tan›mlanabilecek çok farkl› durumlar var. Bu do¤ru olsa da, bu karmafl›k süreçte, küresel e¤ilimlerin var oldu¤unu, onlar›n yaln›zca birer mit olmad›¤›n› düflünüyorum. E¤er, bilinen sermaye piyasas› içinde, en belirgin küreselleflme sürecine bakarsak, 1990’larda bu küreselleflme sürecinin nas›l istikrars›zl›¤›, mali istikrars›zl›¤› artt›rd›¤›n› ve geliflmifl alanlara, en çok da Amerika’ya inan›lmaz bir sermaye ak›fl› yo¤unlu¤u içinde sonland›¤›n› görmek flafl›rt›c›d›r. Tam olarak en geliflmifl küresel konum, sermaye piyasalar›ndan biri, daha önce emsali olmayan refah ve iktidar yo¤unlaflmas›n› belirliyor; bu da Amerika’n›n aktif siyasas› ile siyasal olarak yarat›l›yor. Bu nedenle, hiper küreselleflme tezine inanm›yorum, zay›f bir küreselleflmenin var oldu¤unu düflünüyorum, bu da ayr›nt›land›r›lm›fl bir biçimde analiz edilmeli. Yine de, olup gidenin birlefltirici, dünya-ölçekli bir süreç oldu¤unu, bunun birçok aç›dan bütünlefltirici olmaktan ziyade, farkl›laflt›r›c› oldu¤unu vurgulamak istiyo-


Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri

rum. Örne¤in, üretimin küreselleflmesi denilen fley, yerel ö¤elerin gitgide daha çok iliflkili oldu¤u konumlar hiyerarflisi yarat›yor, küreselleflme denilen fley bu. Bu da mali ölçekte yo¤unlaflma e¤ilimiyle ve mülkiyetin yeni biçimlerinin yarat›lmas›yla beraber gidiyor: ‹flçi, bireysel tasarruf eden biri olarak, emeklilik fonu gibi fleylere kat›ld›¤›nda, sermayenin bir parças› oluyor, kendi kendisini sömürüyor. Ayn› zamanda küçük ve orta ölçekli iflletmelerin tafleron kullan›m›n›n yay›lmas›na tan›k oluyoruz. Bu, iflçi sendikalar›na ve iflçilere karfl› sald›r›larla, asl›nda emek piyasas›n›n parçalanmas›n› beraberinde getiriyor. Tüm bu süreçler iflçi s›n›f›n› bölüyor ve asl›nda bildi¤imiz anlamda bir iflçi s›n›f› fikrini yok ediyor. Hemen hemen her yerde, tepeden ya da bu sakl› gerçek süreçlerle olsun, ortak bir s›n›f›n parças› olma alg›s› belirsiz bir hale geliyor. Sonuç olarak, homojen olmayan, bölünmüfl bir iflçi s›n›f› ile beraber giden uzun-erimli bir sermaye birikim süreci aflamas›nday›z. Bu dünya ölçe¤inde tümüyle yeni birfley. Bu durum, yaklaflan sermaye kriziyle de¤iflebilir. Bilinçli toplumsal mücadele ve siyasal eylemlerle de¤iflmelidir. O zaman sorun, bu zay›f küreselleflme krizine nas›l müdahalede bulunulaca¤›d›r. Küreselleflme ve ekonomik eflitsizlik aras›ndaki iliflki çok da basit de¤il. Tabii ki küreselleflmenin ekonomik eflitsizli¤i art›rd›¤›na kat›l›yorum. Ama, ekonomik eflitsizli¤in h›zla artmas›n›n, kendi bafl›na solun yeniden yap›lanmas› lehinde bir fley oldu¤u konusunda flüphelerim var. Liberal ekonomik düflüncede eflitsizli¤in nas›l yorumland›¤›na bak›l›rsa, bu aç›kça görülebilir. Adam Smith’e bakal›m. Smith, ekonomik eflitsizli¤in büyüme için iyi olaca¤›, toplum için iyi olaca¤› düflüncesindeydi, çünkü büyüme, ona göre, ücretli iflçiler için en baflta gelen iyiydi. Yani, birikim h›zland›kça, daha çok ifl olana¤› ve daha yüksek ücret. Bu dilencileri “çal›flan yoksullara” dönüfltürdü. fiimdi, 1980’lerdeki epey farkl› bir argüman; yani Hayek’in argüman›. Kabaca özetlersek, Hayek’e göre, ekonomik eflitsizli¤in iflçiler lehine olaca¤›n›, tümüyle yoksul olmaktan daha iyi bir durum oldu¤unu bilemeyiz. Ama kesin olan fley, toplumsal da¤›t›m ve üretim örgütlenmesinin herhangi bir di¤er türünde olduklar›ndan daha iyi durumda olacaklar›d›r. Gitgide yoksullaflabilirler, ama bir rekabet içindeler, ve sistemi de¤ifltirmek, herkesin yoksullu¤una neden olacak birfleydir. Ne yaz›k ki, ekonomik eflitsizlikteki art›fl, siyasi havada bir

239


240

Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

de¤iflimin göstergesi olmad›¤› için, bu argümanlar, son yirmi y›ld›r ikna edici bulunuyor. Seattle ve Cenova’daki gösteriler, varolan düzenin meflrulu¤unu yitirmeye bafllad›¤›n›n göstergesi. Ekonomik eflitsizli¤in artmas› bir argüman olarak kullan›labilir ama, kendi bafl›na kapitalizme karfl› bir argüman de¤ildir. Reformizm için bir argüman olabilir. Eksik olan, siyaset ve ekonomik siyasa bak›fl aç›s›ndan üretilecek bir alternatif. Örne¤in, sermayenin krizine, kapitalist bir yan›t›n mümkün olmad›¤›n› ya da bunun yaln›zca reformist bir yan›t oldu¤unu düflünmüyorum: bir di¤er yan›t ifl ve savafl türü bir çözüme; kamu harcamalar›na dayanan ekonomik büyümeye geri dönebilir. Bu arada, bu hiçbir ayr›m yapmadan, devletin ve Keynesçili¤in sonundan bahseden sol taraf›ndan da aç›kça reddedilen birfleydir. Keynesçi alt›n ça¤›n sonunun ve büyümenin h›zlanmas›n›n soldan; yirmi y›ldan fazla devam eden anti-Keynesçi politikalar ve yavafl büyümeden sonra flimdi karfl› karfl›ya kalmak zorunda kald›¤›m›z ayn› sorunu tan›mlayan siyasi mücadelelerden kaynakland›¤›n› düflünüyorum: ne üretilece¤i ve nas›l üretilece¤i sorunu. Korkar›m ki, Seattle hareketi bu soruyu yeterince ve derinlikle tart›flmad›. Günümüz dünyas›nda küreselleflme güç iliflkilerini nas›l bir dönüflüme u¤rat›yor? RADICE - Küreselleflmeyi anlamaktaki büyük sorun, tart›flmalar› yap›land›ran kavramlar›n burjuva ideolojisine dayanmas›d›r, ve [bu kavramlar] elefltirel çözümlemeye tabi tutulmal›d›r. Bask›n burjuva yaklafl›m›na göre, küresel düzeyde piyasa temelli bir toplumsal düzen (dünya ekonomisi), ulusal düzeyde de devlet temelli bir toplumsal düzen (ulus devlet) bulunmaktad›r ve bu ikisi karfl›l›kl› olarak birbirine z›tt›r [antagonistiktir]. Baz› yazarlar, küreselleflmenin ulus devleti dünya ekonomisine tabi k›ld›¤›n› savlamaktad›rlar: Neoliberaller bunu yararl› görmektedir çünkü [küreselleflme] devleti geri çekmekte ve herkesin dünya piyasas›nda ‘özgür bireyler’ olarak ifllev görmesine izin vermektedir, di¤er yandan sosyalistler devleti, insan haklar›n›n ve serbest piyasan›n eflit olmayan sonuçlar›na karfl› sosyal korunman›n kayna¤› olarak savunmaktad›r. Di¤er yazarlar bu sava kuflkuyla yaklaflmakta ve ulus devletin hükümran olmay›, siyasal olarak meflru olmay› sürdürdü¤ünü ve halen ekonomik küreselleflmeyi popüler ve demokratik amaçlara tabi k›labilece¤i sav›n› ileri sürmektedir.


Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri

Di¤er yandan, kapitalizmde devlet, en az piyasa kadar kapitalist s›n›f›n hakimiyetini/iktidar›n› sürdürmenin merkezinde yer al›r: O bir kapitalist devlettir. S›n›f iktidar›n›n arenalar› olarak, piyasa ile devlet aras›ndaki iliflki sürekli meydan okumalara maruz kalmakta ve sürekli de¤iflmektedir: Biz, kendisine karfl› olan mücadeleyi bilgilendirebilecek [bilinçlendirebilecek] bir kapitalizm elefltirisini gelifltirmek için, onun [piyasa ile devlet aras›ndaki iliflkinin] tarihsel evrimini çözümlüyoruz. Bunu yapma çabas› içinde, neyin olup bitti¤i, geliflen olay ve buhranlar›n nas›l yorumlanmas› gerekti¤i konusunda anlaflmazl›klar ortaya ç›kmaktad›r. Bana göre bir bütün olarak sistemle -dünya sistemi ya da küresel kapitalizm- bafllamak ve sonra çözümlememizi genelden özele ve bunun tersine götürerek, bir olay›n özel bir durum mu yoksa daha genifl sonuçlara/etkilere mi sahip oldu¤unu yarg›lamaya çal›flarak, gerçek olaylarla karfl›laflt›rabilece¤imiz daha ayr›nt›l› çözümleme nesnelerine bölmek/indirmek anlaml› gelmektedir. Böylece, Hannes Lacher’›n ortaya koydu¤u gibi, devletin ve dünya piyasas›n›n birlikte evrimine ve kapitalizm ortaya ç›kt›kça ve geniflledikçe bu ikisinin ald›klar› farkl› biçimlere bakarak ‘küreseli tarihsellefltirmek’ zorunday›z. Piyasaya ile devlet, ya da serbest ticaret ile korumac›l›k aras›ndaki zamand›fl› bir z›tl›k/ikilik yerine, farkl› tarihsel dönemlerde çok farkl› biçimler buluyoruz. Marksistler kapitalizmin dönemlefltirilmesi üzerinde çok tart›flt›, çünkü böyle bir yaklafl›m kapitalizmin kendisinin tarihsel bir toplum biçimi oldu¤unu, tarihi aflan, de¤ifltirilemez do¤al bir biçim olmad›¤›n› vurgulamaktad›r. Küreselleflme diye adland›rd›¤›m›z fley, o zaman, dünyay› 1870'ler civar›ndan 1970’e kadar dünya ekonomisini çerçevelemifl ulus devlet üzerine kurulu ‘uluslararas›’ düzenden bir ayr›l›fl/dönüfl/de¤iflmedir. Ulus devlet, endüstriyel kapitalizmi Britanya’dan Avrupa’n›n geri kalan›na, Kuzey Amerika’ya, Asya ve Afrika’ya yayan siyasal çerçeve oldu. Burada, devletin rolünde ve devletler aras›ndaki çat›flmalarda, özellikle Avrupa’n›n endüstriöncesi deneyimi ile önemli bir biçimsel süreklilik bulunmaktad›r: Portekiz, ‹spanya, Fransa, Hollanda ve ‹ngiltere aras›ndaki ticari liderlik için verilen savafl, ve 1648’deki Westphalia anlaflmas›na dayanan/giden diplomas› sistemi. Ancak ulus devletler aras›ndaki etkileflimin içeri¤i do¤al olarak endüstriyel kapitalizmin yay›lmas› ile de¤iflir, çünkü rekabet artan biçimde ticaretin askeri denetiminden çok endüstriyel üretkenlik temelli olmaya baslar.

241


242

Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

Her durumda 1870’den 1970’e, her yerde sermaye birikimi ve siyasal hakimiyet ulusal bir temelde örgütlenir duruma gelmifltir. Bu, ‘birinci dünya’da, sonunda, liberal kapitalizmin buhran›ndan ve faflizme karfl› mücadeleden do¤an Keynesçi refah devleti biçimini al›r. Üçüncü dünyada, emperyal kolonicilik yerini devlet-önderli¤inde sanayileflme merkezli bir ulusal kalk›nma modeline b›rak›r. Hatta, komünizmin ‘ikinci dünya’s›nda ekonomik ve toplumsal düzen, devletin rolünü ulusal öz-yeterlilik ve merkezi planlaman›n afl›r› bir biçimine tafl›yan ulusal kalk›nman›n aynadaki bir yans›mas›d›r. Yaklafl›k 1970’den beri olan fley kapitalizm içindeki bütün gerilimlerin su yüzüne ç›kmas›d›r. 1965 ile 1975 aras›nda, savafl sonras› ‘alt›n ça¤’›n var zannedilen uyumunu darmada¤›n eden, flafl›lacak say›da fley oldu: Armstrong, Glyn ve Harrison, Capitalism Since the War (Savafltan Bu Yana Kapitalizm) adl› kitaplar›n›n ilgili bölümüne ‘[Her]fley Da¤›l›r’ [Things fall apart] bafll›¤›n› vererek bunu iyi yakalamaktad›r. Kapitalizm için zorluk, bu buhran›n ekonomik ile siyasal aras›ndaki iliflkiyi yeniden kurma gere¤ini vurguluyor olmas›d›r. Bu ikisinin ayr› kalmas› kapitalist s›n›f hakimiyeti/iktidar› için yaflamsald›r, böylece ekonomik alan, demokratik meydan okuyufla çok daha fazla aç›k olan siyasal hakimiyet/iktidardan çok, öncelikle özel mülk taraf›ndan yönetilmeyi sürdürecektir. Devletleraras› iliflkiler düzeyinde, sol için bu sorun Birinci Dünya Savafl› s›ras›nda Lenin ile Kautsky aras›nda olan tart›flma taraf›ndan tan›mlanm›flt›r. Kautsky, ‘ultraemperyalizm’ kuram›nda, önde giden kapitalist ç›karlar›n sonunda maliyetli düflmanl›klar›n› bir kenara b›rak›p çal›flan kitleleri ve dünyan›n kaynaklar›n› sömürmek için bir araya geleceklerini ileri sürmüfl; Lenin, emperyal düflmanl›klar›n önce savafla yol açaca¤›n› ve bunun çal›flan s›n›flar üzerine getirece¤i yükün [bu s›n›flar›n] aya¤a kalk›p kapitalizmi alafla¤› etmelerine yol açaca¤›n› savlam›flt›r. Lenin bu beklentiyi devletin ekonomik çeliflkileri çözmekte artan rolünü vurgulayan, kapitalizmin tarihsel bir çözümlemesi üzerine temellendirmifltir: rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizme dönüflür ve devlet kapitalizminin biçimlerine yaklafl›rken, s›n›f iktidar›n›n temelleri de giderek daha fazla görünür olacakt›. Lenin’in görüflü 1945’e kadar süren buhranlar ve çat›flmalardan do¤mufl gözükmektedir. ABD’nin hegemonyas› alt›nda flöyle ya da böyle istikrarl› bir savafl sonras› rejimin kurulmas›, ço¤u kuramc› taraf›ndan, daha az emperyal olan güçlerin ve bölgesel ‘alt-emperyalizmler’in he-


Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri

gemonyas›n› kabul etti¤i ve meydan okumaktan kendini al›koydu¤u, üçüncü bir alternatif, - ‘süper emperyalizm’ alternatifiolarak görülmüfltür. 1970’e gelindi¤inde, di¤er yandan, emperyalizmin her üç türünün de (ultraemperyalizm, emperyal düflmanl›klar ve süperemperyalizm) devletleraras› sistemde bir araya getirilmifl olarak ortaya ç›kt›¤›n› kabul etmek daha uygun görünmekteydi. Sermayenin yap›lar›na bakarak, içinde rekabet etmenin özgürlü¤ünü her yönden tadabilecekleri uyumlu bir ‘’ultraemperyalizm’i tercih etmeye e¤ilim gösteren, sahipli¤i, finans›, üretimi ve sat›fllar› etkin bir biçimde küresel kapsama sahip olan, baz› ulus ötesi ‘fraksiyonlar’ tan›mlayabiliriz. Sermayenin di¤er bölümleri halan öncelikle ulusal ya da bölgesel bir temelde örgütlenmekte ve ‘kendi’ ulus devletleri ile olan öncelikli iliflkileri sayesinde, di¤er güçlerle olan bir düflmanl›k iliflkisinde, rekabetçi avantaj› elde etmeyi istemektedirler. Kimi di¤erleri de en fazla ABD’de yat›r›m yaparak ya da ABD ç›karlar› ile ayn› çizgiye gelmeyi teflvik ederek, ‘süper emperyalist’ ABD devletiyle iliflkili olarak kendi birikim stratejilerini gelifltirmek kayg›s›ndad›r. Devletler aras›ndaki siyasal iliflkilerde bu farkl› e¤ilimler, flu anda ‘yönetiflim’ olarak adland›r›lan bir biçim ço¤almas›na/çoklanmas›na yol açmaktad›r. Ulus ötesi devletler-aras› kurumlar›n büyümesi tekçi bir küresel yönetiflim sistemine olan gereksinimi yans›tmakta, di¤er yandan ABD, Japonya ve AB (ya da tam olarak G7 ya da G8) ‘üçlüsü’ süren emperyal düflmanl›¤› temsil etmektedir. Bu yap›lar›n ikisi de, bunun karfl›s›nda, üçüncü dünya üzerindeki dikey bir emperyal hakimiyet iliflkisini yap›sal uyum ve ‘devlet baflar›s›zl›¤›’ biçimlerinde, desteklemektedir. Bu yüzden ekonomik ve siyasal yap›lar›n karmafl›k bir bileflimi bulunmaktad›r: Herfleyin üzerinde bir küresel kapitalizm sistemi, tek bir sistem bulunmakta, ancak dünyan›n farkl› parçalar›ndaki, farkl› alanlar›n bütüne uyumuna iliflkin koflullarda çok büyük farkl›l›klar bulunmaktad›r. ‹ktidar iliflkileri hakk›ndaki esas soruya iliflkin olarak, s›n›f›n küresel co¤rafyas›n› ele almak ve özellikle de 1950’ler›n ve 1960’lar›n ba¤›ml›l›k kuramlar›n›n merkezi yap›tafllar›ndan biri olan ‘komprador burjuvazi’ düflüncesine dikkat çekmek istiyorum. Gerçekten ba¤›ms›z ulusal kalk›nma yollar› infla etmeye yönelik giriflimlerin genel baflar›s›zl›¤›, bu bak›fla göre, ulusal burjuvazilerin zay›fl›¤›na, ya da hatta yeni sömürgeci ekonomik ç›karlara ba¤lanmak yoluyla ‘ulussuzlaflt›r›lma’lar›na s›k› bir biçimde ba¤l›yd›. 1990’lara gelindi¤inde, bu oldukça fazla evren-

243


244

Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

selleflmiflti. Bütün [heryerdeki] burjuvazilerin ‘kendi’ ulus devletlerine siyasal ba¤l›l›¤› azald›: IMF’n›n neoliberal ideolojisini ya da ‘Washington uzlaflmas›n›’, böylece ortaya ç›kan bir ulusötesi burjuvazinin parças› haline gelerek benimsediler. Ancak ulusçu siyasetin bu da¤›lmas›na, çal›flan s›n›flar›n da¤›lmas› da efllik etti. Geliflmifl kapitalist ülkelerde bu, sendika üyeli¤indeki düflüflte ve ulusal toplu pazarl›k ve korporatist siyasal uzlaflma yap›lar› gibi temel prensiplerin erozyonunda görünür durumdad›r. Hollanda gibi baz› ülkelerde yeni bir ‘esnek’ korporatizm infla etmek siyasal olarak yap›labilirdir, ama bu istisnai [bir durum]dir. Ayn› da¤›lma e¤ilimi üçüncü dünyan›n büyük bir bölümünde de örgütlü eme¤i etkilemifl görünmektedir. Bu önemli bir kötümserlik sorununa yol açmaktad›r: Eme¤in, devleti ele geçirecek ve dönüfltürecek türde baz› seçimsel [electoral] meydan okuyufllar› örgütleyen bir de¤iflim ajan› oldu¤u dair geleneksel düflünceyi kaybetmifl görünüyoruz. Kapitalizmin bugün önerdi¤i fley neoliberal bir evrensel piyasa fantezisi, post-Fordist bir esnek ve ödüllendiren çal›flma ve oyun hayalidir. Biz bunu bir aldatmaca, devletler aras›ndaki ve içindeki çok büyük refah ve güç eflitsizliklerinin ve dünya kaynaklar›n›n k›s›tlanmayan ya¤mas›n›n bir maskesi olarak görüyoruz. Seattle’deki protesto, neoliberalizme karfl› çok genifl bir koalisyon için bir potansiyel oldu¤una iflaret etmifltir. K›smen bu, tam da küreselleflme, ortak sorunlar ve ayn› zamanda kullanabilece¤imiz yap›lar ve a¤lar› üreterek, insanlar› birbirine ba¤lad›¤› için olmufltur. Ancak kapitalizmin ekonomisinin bizi bir araya getirmesini beklemek zorunda de¤iliz. E¤er tarihsel olarak örgütlü eme¤in yükselifline bakarsan›z, bu [yükselifl] yaln›zca iflçileri fabrikalarda bir araya getiren sermayenin yükseliflinin sonucu de¤il, ama daha çok iflçilerin yarat›c› mücadelesinin sonucudur. Bu nedenle, farkl› ilerici güçler taraf›ndan çok farkl› amaçlar için savafl›ld›¤› yönündeki karamsarl›¤› reddediyorum. Da¤›lm›fl küresel proletaryan›n herhangi bir parças›n›n karfl›s›na ç›kan koflullardaki herhangi bir de¤iflme küresel kapitalizmin ortak çerçevesine iliflkin olarak anlafl›labilir. Bu nedenle Zapatistalar, Güney Meksika’da latifundistas taraf›ndan toprak ve kaynaklara daha fazla el konulmas› ile Meksika devletinin NAFTA’ya kat›l›m› aras›ndaki ba¤lant›lar› tam olarak gördü ve bunu küresel ticaret ve finanstaki geliflmelere ba¤lad›. Benzer bir durum, Güney Kore’de yüz binlerce iflçiyi ifllerinden f›rlat›p atan 1997-8 buhran› için de söz konusu. Bizim görevimiz insanlar›n ortak ç›karlar›n›


Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri

anlayabilecekleri ve bölünmüfllüklerinin üstesinden gelmeyi ve dünyalar›n› dönüfltürmeyi olanakl› k›lacak bir ortak vizyonu infla edecekleri araçlar› sa¤lamaya çal›flmakt›r. Sol gruplar›n ve partilerin siyasal mücadelesinde ulus-devletin rolü nedir? Seattle tipi eylemleri nas›l de¤erlendirmek gerekir? FREEMAN- Bir kere küresel düzeye ulaflm›flsan›z, her yerel eylemin küresel bir etkisi vard›r. Bu durumun belki de en aç›k örne¤i Ortado¤u’daki olaylard›r. Burada, belli bir co¤rafi anlamda bakarsan›z, Filistin ve ‹srail aras›nda, ya da daha do¤rusu ‹srail ve Filistin aras›nda tamamen yerel bir çat›flma geçmektedir. Ama bu çözülemeyen yerel kriz sürekli olarak küresel düzeye do¤ru f›rl›yor. Bana göre dünyan›n durumu, Amerika’n›n hegemonik lider olarak statüsünü sadece dünyan›n di¤er ülkelerine sermaye ihraç ederek koruyamad›¤› ve dünyay› kendi paras›yla yeniden kuramad›¤› gerçe¤iyle yap›lanm›fl durumdad›r. Bu nedenle ilk olarak ABD gittikçe artan bir flekilde sadece paras›yla de¤il ayn› zamanda ordusuyla da dünyay› yeniden yap›land›rmak zorundad›r. Bu durum ise devleti tam olarak dünya sahnesinin önüne koymaktad›r. ‹kinci olarak ise, ABD -tamamen ilk sürece içerilmifl bir biçimde- dünyan›n artarak ço¤alan birçok bölgesinde siyasal istikrar›n temellerini y›kmaktad›r. Sonuç olarak, daha sonra küresel düzeye s›çrayan görünüflte yerel krizler sürekli biçimde yarat›lmaktad›r. Bu durum giderek artan biçimde devletin ne yapmas› gerekti¤i sorusunu merkeze alan krizlere yol aç›yor. Zira devlet, birçok insan için temel sorunlar›n›n ço¤unu çözebilecek kaynaklar› harekete geçirebilme ümidi tafl›yan tek araç. Yüksek derecede istikrar›n oldu¤u yerde bile ayn› süreç geçerlidir. Londra’y› bu duruma örnek olarak verebilirim. Bu flehir dünya sermayesinin buraya yöneliflinin ve finans ve iflletme hizmetlerinin uzun süreli yükseliflinin ard›ndan çok say›da insan›n iflgaline u¤rad› ve böylece iflyerine gidebilmek neredeyse imkans›z hale geldi. Sadece Londral›lar› etkileyebilecek görünen yerel tart›flmalar h›zl› bir flekilde genelleflti. Sermayenin kendisi bile demiryollar›n›n ve metronun nas›l iflletilece¤i ve devletin rolünün ne olmas› gerekti¤i konusunda bölünmüfl durumda. Çünkü, dürüstçe söylemek gerekirse özellefltirilmifl demiryollar› çal›flm›yor, kelimesi kelimesine söylersek, belki de trenlerin çal›flmad›¤› Mussolini

245


246

Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

günlerine geri dönme tehlikesi var. Bu sorunu daha fazla özellefltirme ile mi çözersiniz, yoksa daha fazla ya da daha de¤iflik bir devlet müdahalesiyle mi? Bu bir ulusal politika meselesidir. Ancak, dünya uluslar› özellefltirme konusunda bölünmüfl durumda. Buna sermayenin yeni üretici bir kapasite yaratmak yerine, varolan kapasiteyi, öncelikle de önceki devlet kapasitesini basitçe ele geçirdi¤i ve yeniden yap›land›rd›¤› sald›rgan bir küreselleflmesi neden oluyor. ‹ngiltere'de Londra’daki demiryollar› ile ilgili tart›flma karmafl›k bir küresel tart›flman›n parças› oldu. Ki bu tart›flma esas›nda, en baflta ulus devletlerin ne yapmas› gerekti¤i ile ilgili bir tart›flmayd›. Böylece en coflkulu küreselleflmeciler bile, sabah olunca islerine gidemeyince devletin bu iflle u¤raflmas›n› istiyor. Küçük bir noktadan ç›karak – bir bankac›n›n sabah ifline nas›l gidece¤i – küçük bir yerel durum küresel düzeye tafl›nd›. Bu nedenle ben Hugo’nun sendikac›l›k hakk›nda söylemifl olduklar›na pek ikna olmad›m. Esas›nda, özellefltirilmifl demiryollar›n›n olmas› gerekti¤i gibi çal›fl›p çal›flmad›klar› tart›flmas›ndaki örgütlenmenin ço¤u, yeniden canland›r›lm›fl ve militan sendikalar taraf›ndan gerçeklefltirildi. ‹ngiltere’de, yani Hugo’nun kendi memleketinde sendikalar ard› ard›na militan ve solcu önderli¤e getirdi. Ama biz y›llarca “modernlefltiriciler”den, sendikalar›n yok olmaya do¤ru gitti¤ini duyduk. Birdenbire sendikalar geri döndü. Sendikalar üyelerini, kendilerinin geçerlili¤ini, kendi yerel mücadelelerinin küresel önemini isteksiz de olsa kabul eden kamuoyuyla birlefltirerek, kendisini belirli bir halkç› anlay›fl sayesinde yeniden yap›land›r›ld›. “Küreselleflme”, bu nedenle küreselin yerel olana etkisi kadar, yerel olaylar›n küresel sahnedeki etkisiyle de ilgili birfleydir. Küçük bir devlet ya da dünyan›n küçük bir parças›ndaki olaylar –ister Afganistan, ister Chiapas, ister Porto Alegre isterse de Bat› fieria olsun – küreselleflmenin bugün ald›¤› flekle gelmeden önceki dönemden çok daha büyük etki yaratmaktad›r. Di¤er bir deyiflle, küreselleflme tezinin kendisi, yerel olaylar›n ve yerel devlet eylemlerinin art›k bir etkiye sahip olmad›¤› görüsüyle çeliflir. Yerel eylem, yerellikle s›n›rlarland›r›lamaz; insanlar, onlara izin veren küresel güçler koalisyonunu bir araya getirebilirlerse devletler aras›nda hareket edebilir – fakat bu durum genel olarak, onlara izin veren dünya güçleri aras›ndaki iliflkilerin güvenli¤ini sa¤lamadan hareket edemeyecekleri gerçe¤inin ifadesinden baflka bir fley de¤ildir; yani büyük sonuçlar›n gittikçe daha fazla bir biçimde güç taraf›ndan belirlendi¤i bir dünyada yafl›yoruz.


Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri

Amerika güce fazlas›yla sahip oldu¤u için dünyay› bu flekilde yönetmektedir. Avrupal›lar ayn› amaca ittifak yaparak ulaflmak zorundalar, zira sadece dayan›flmay› art›rarak hareket edebilirler. Fakat bu imkans›z olan bir fley de¤ildir. Örne¤in Küba, -dünyadaki en küçük devletlerden biri – flimdiye kadar ony›llar boyunca ABD’ye karfl› bunu gerçeklefltirdi. Gerçek sorun ulus devletin çözülüflü de¤il, dayan›flman›n sars›lmas›d›r. Birilerinin yerel bir eylemi, hayatta kalmas›na müsaade eden küresel bir koalisyon olmadan gerçeklefltirebilmesi daima bir ütopyayd›. ‹flte bugün, bu her zamankinden daha do¤ru. Küreselleflme nedeniyle de¤il, ABD sermayesinin ço¤unun dünyan›n di¤er ülkelerine ba¤›ml› oldu¤u bir dünyada, ABD devleti için sapmalar› ve istisnalar› kabul etmek her zamankinden daha fazla hoflgörülemez oldu¤u için. Bu nedenle Seattle hareketinin karfl›laflt›¤› en önemli görev tam olarak dayan›flman›n yeniden kurulmas›d›r. Onlar›n seçti¤i hedefler adil ve geçerli, zira çok büyük say›da yoksul insan› etkiliyor ve bu nedenle de bu dayan›flma için büyük bir bileflim var. Buraya kadar bence çok etkili oldular. Bir yanl›fl yap›l›rsa bu, de¤ifltirilmesi ve düzeltilmesi gereken tek fleyin uluslararas› kurumlar›n kendisinin kurallar› oldu¤unu varsaymaktan kaynaklanacak. Oysa gerçekte, de¤ifltirilmesi gereken, açl›ktan ölen insanlar üzerinde bu kurallar› uygulama gücünü sa¤layan dünya güçleri aras›ndaki siyasal iliflkidir. Ekonomik kendi kaderini tayin hakk› için gerekli olan temel dayan›flmad›r. Yani, ister Küba, ister Çin, ister Arjantin, Malezya ya da Güney Afrika olsun dünyadaki her ülke ve her devlet kendi halk›n›n ç›karlar› için kendi ekonomik politikalar›n› belirleme hakk›na sahip oldu¤unu söylemelidir. Bu borç verenlerin lefl yeme hakk›ndan daha büyük bir hakt›r. Bence bu tamamen pratik bir politika ve eylem plan›d›r. Bence bunun burjuva ideolojisi sorunuyla da ilgisi var. Gazete ve dergilerde bulunabilecek hayalci teorilerin baz›lar› hakk›nda flüphelerim var. Ben Galileo’nun büyük bir hayran›y›m. Asl›nda Galileo, inançl› bir Katolik’ti. Ama olgulardan bafllad› ve süreç içinde kendi hayat›na mal olan kurumun ö¤retisini yerle bir etti. Olgular gerçektir; postmodernistlerin dedi¤i gibi, farkl› gözlemciler ve farkl› teoriler için neyin olgu olarak kaydedildi¤i ve bir olgu olarak nas›l kaydedildi¤ine göre büyük çeflitlilikler olacakt›r. Ama benim bu ba¤lamda olgu olarak kastetti¤im fley, sizin kavramsal çerçeveniz ne olursa olsun kendisini sizin bilincinize empoze eden bir fleydir.

247


248

Riccardo Bellofiore-Alan Freeman-Hugo Radice

Düz ve kaba bir realist için, Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin y›k›laca¤› “yap›s›-bozulmufl gerçeklik” yoktur. Bu fley farkl› insanlar taraf›ndan deneyimlenebilir, betimlenebilir, alg›lanabilir ve kuramsallaflt›r›labilir. Ama bunun gerçekleflmifl oldu¤unu inkar etmek merkezsizlefltirilmifl bir totalite içinde olmayacakt›r – böyle bir fley ancak psikotik bir say›klama durumunda paylafl›labilir. Küreselleflmenin etkileri bu anlamda birer olgudur. Zengin ve fakir aras›ndaki gittikçe artan mesafe o kadar güçlü bir olgudur ki, hiç kimse ona gözlerini kapayarak kurtulamaz. Savafl da ayn› derecede inkar edilemez bir fleydir. Argüman›n her iki taraf›nda da, bugünkü sermaye küreselleflmesinin eflitli¤i art›rd›¤›n› ya da dünyan›n 20 y›l öncesine göre daha huzurlu oldu¤unu ciddi ciddi iddia edebilecek kimse kalmad›. Devletin etkisinin azal›p azalmad›¤›, azald›ysa ne derecede azald›¤› konusunda bir tart›flma var. Bana göre bu sorunun yan›t›, en son çözümlemede tarihin günümüzdeki aflamas›n›n, dünyan›n istikrarl› bir örgütlenme türüne yol aç›p açmad›¤›na ba¤l›d›r. E¤er, dünyan›n artan bir yoksullaflmas›n›n efli¤inde, çal›flan bir yönetim ve toplumun oluflumu için en temel ihtiyaçlara sahip de¤ilsen, bu yoksulluktan etkilenenler gittikçe daha fazla ümitsizlik eylemlerine yönelecekler, dünyan›n bölgeleri gittikçe istikrars›z hale gelecek ve direnme yolunu arayanlar ellerinde ne varsa kullanacaklard›r. Bence onlar›n devleti kullanmaya çal›flmayacaklar›n› düflünmek safl›k olur. Sorun en son çözümlemede gücün s›n›rlar›na dayan›yor. Bir devletin, dünya piyasas›n›n etkilerini azaltmaya, dengelemeye ve reddetmeye yönelik bir politikas›n› uygulamaya geçirip geçiremeyece¤ini belirleyen fley, dünya piyasas›na de¤il, dünya siyasetine –en temel olarak da halihaz›rdaki ABD hükümetinin onlara izin verip vermedi¤ine – ba¤l›d›r. Bu nedenle buradaki temel mesele, istikrarl› bir dünya düzeninin, esas›nda 1980 ve 1990’larda olgusal olarak gördü¤ümüz artan farkl›laflma temelinde yükselebilip yükselemeyece¤idir. Ben bu konuda tamamen flüpheci kalmaya devam ediyorum. Bence küreselleflme sözcü¤ü maalesef ideolojik bir savafl›n ö¤esi haline geldi. Asl›nda, dünya tarihinin belirli bir aflamas›na geldik ve esas olan bunu yönlendiren ana güçleri anlamakt›r. Ona ne isim verece¤imiz o kadar da büyük bir fark yaratm›yor. Ona isterseniz “büyük k›rm›z› Mac” ya da istedi¤iniz baflka bir ismi verin, gerçekte ne oldu¤u de¤iflmeyecektir. Akademik kuramc›n›n e¤ilimi, son çözümlemede bilinçli in-


Yuvarlak Masa: Küreselleflme ve Güç ‹liflkileri

san eyleminin bir sonucu olan gerçek tarihsel olaylara kaç›n›lmaz süreçler atfetmektir. E¤er, esas›nda özel ya da k›smi bir ç›kar› temsil eden –örne¤in Wall Street’in finansörleri- bir fleyi desteklemeyi ya da en az›ndan onunla uyuflmay› sa¤lamak istiyorsan›z, bu ç›kar› aç›kça sunmak ve “bu gerçekleflmeli, çünkü bu benim ve benim arkadafllar›m için iyi ve bu bizi daha zengin yapacak” demek her zaman kötü bir fikirdir. ‹lk arad›¤›n›z fley, muhaliflerinizin baflka bir yol olmad›¤›na inanacaklar› bir teorik çerçevedir. Bir çok kötü mutlakç›l›k (absolutism), onlar›n uygulad›¤› fleyin dünyan›n olmas› gerekti¤i flekle uygun oldu¤u düflüncesinden bafllar. Eski dinsel düzenler birçok barbarl›¤› tanr›n›n kanunlar› temelinde hakl›laflt›rd›. Bugünlerde bu türden bir ifllev ekonomik analizler taraf›ndan yerinden edilmifl durumda. Yani do¤a, tanr›n›n yerini alm›fl durumda. Baflta neoliberal teori olmak üzere, ekonomik teori bütün esas analitik kurgular›n› “do¤al” olarak sunar – “do¤al” faiz oran›, “do¤al” iflsizlik oran› vs. Yani küreselleflme kendi varl›¤›n› tehdit eden koflullar› yaratt›¤›nda, ona karfl› “dünya düzeni” sözcüklerinin önüne “do¤al” sözcü¤ünü yap›flt›rarak ve küreselleflmenin “do¤al” muhaliflerini ise “do¤al olmayan”, “bilim-d›fl›” olarak sunarak gelmeye çal›fl›yor. Asl›nda, sermaye küreselleflmesini tehdit eden birçok y›k›c› güç, sermaye küreselleflmesinin kendisi sayesinde dünyaya geldi. Bütün bir gençlik kufla¤›n›n öfkesini üzerine çekti. Afganistan gibi ülkeleri öylesine büyük krizlere soktu ki, yerini kanunsuzluk ve barbarl›¤a b›rakt›. Fiili olarak Arjantin ve belki de Türkiye gibi ülkelerde de siyasal istikrar›n temellerini yerinden etti. Bilimsel görüfl, sürecin yap›sal istikrars›zl›¤›n› tan›mak, dinamiklerinin ne oldu¤unu sormak ve buradan ç›karak, eski aflama kendi varoluflunun temelleri olan kurumlar› destekleyemedi¤i ve yeniden üretemedi¤i için –bugünden itibaren - yeni bir tarih aflamas›na girilmeye baflland›¤›nda, bunun ne tür bir fley olabilece¤i üzerine çal›flmakla olur. Sermayenin küreselleflmesi yönündeki güçlü e¤ilim, flimdiye kadar periferiye do¤ru küreselleflmekten ziyade sermayeyi metropolde yo¤unlaflt›rd›. Basit bir sermaye piyasas›n›n yarat›lmas› küreselleflme sürecinin bütün y›k›c› e¤ilimlerini art›r›yor; süreç kendisiyle çelifliyor. Devletin gelece¤i, baz› soyut teorilere de¤il, halk›n devletle ne yap›laca¤›yla ilgili verece¤i karara ba¤l›d›r. Ki bu y›k›c› süreç, temel gerçeklere halk›n bilinçli ilgisini çekmeyi baflard›kça bu karar ortaya ç›kacakt›r.n

249


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.