Yeni Dünya İçin ÇAĞRI • Özel Sayı • Temmuz 2013 • Fiyatı: 1,00 TL
ÖRGÜTSÜZ BİR HALK KOLAY AVDIR! ÖRGÜTLÜ HALK İSE YENİLMEZDİR!
15-16 HAZİRAN BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİ ANILDI
POLİS ÇADIRLARI SÖKTÜ...
Tunus Dersleri
Güvercin Anıldı
DHL İŞÇİLERİNDEN PROTESTO
KATLİAMIN 20. YILINDA MİTİNG
Emekçiler Torba'ya Girmeyecek!
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
GEZİ PARKI DİRENİŞİ VE İŞÇİ SINIFI
2
Gezi Parkı ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan direniş biçim değiştirerek sürüyor. Mücadele toplantılarla, etkinliklerle ve birçok ilde sürdürülen park forumları ile devam ediyor. Devletin gözaltılar ve tutuklamalarla direnişle hesaplaşmaya çalışması da sürüyor. Geçen sayımızda Gezi Parkı direnişi üzerinde durmuş ve başyazımızı “ kapitalizmi yıkma mücadelesinin gerçek öznesi üreten, bütün değerleri yaratan sınıf, işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı önderliğinde emekçi sınıf lar harekete geçmeden, sömürü sistemlerini devirmek mümkün değildir. Bütün bunları öğrenmek, bilinçlenmekte yetmez. Örgütlenmeliyiz.” sözleriyle bit i r m i ş t i k . Bu ya z ı m ı z d a Gezi Parkı direnişini işçi ve emekçilerin durumu üzerinden değerlendirerek yukarıdaki sözümüzü açıklamak istiyoruz. Gezi Park ı direnişinin en önemli yanı tüm ülkede milyonlarca insanın şu veya bu şekilde kendiliğinden direnişe geçmiş olmasında yatıyor. Bunun yanında en önemli sorunu da bu milyonlarca insanın ezici çoğunluğunun örgütsüz olmasındadır. Aynı güç örgütlü olmuş olsa idi direnişin ortaya çıkaracağı sonuç andaki sonuç ile kıyaslanamayacak kadar büyük olurdu. Hiç şüphesiz bizce en güçlü ve etkili örgütlülük işçi sınıfının örgütlülüğüdür. Ancak biz örgütlülüğü sadece işçi sınıfının örgütlülüğü ile sınırlamıyoruz. Ezilen, sömürülen diğer tüm sınıf ve katmanların da örgütlülüğü gerekmekte, işçi sınıfı yürütülen mücadelenin öncüsü olmalıdır. Gezi Parkı direnişine katılanların, militan bir mücadele sergileyenlerin büyük çoğunluğunu öğrenci gençlik oluşturuyordu. Harekete damgasını vuran sınıf küçük-burjuvaziydi. Bunun yanında direniş içerisinde hiçte azımsanmayacak kadar işçi ve emekçi de yer aldı. Bu işçi ve emekçilerin arasında sendikalarda örgütlü kesimlerde çoğunluktaydı. Ama sendikalar yoktu, olamadı. İlk olarak KESK Gezi Parkı
Gezi parkı direnişinin en önemli yanı tüm ülkede milyonlarca insanın şu veya bu şekilde direnişe geçmiş olmasında yatıyor. Bunun yanında en önemli sorunu da bu milyonlarca insanın ezici çoğunluğunun örgütsüz olmasındadır. Aynı güç örgütlü olmuş olsa idi direnişin ortaya çıkaracağı sonuç andaki sonuç ile kıyaslanamayacak kadar büyük olurdu. direnişinden önce kararlaştırdığı ve 5 Haziran’da yapacağı grevi Gezi Parkı direnişi ile birleştirerek 4 Haziran gününe çekti.KESK’in aldığı karara göre polis şiddetini protesto etmek için 4 Haziran günü işyerlerine siyah kıyafetler ve bantlarla gidilecek, saat 12.00’de greve çıkılacaktı. Grev 5 Haziran günü de sürdürülecekti. Daha sonra DİSK, TTB ve TMMOB’de KESK’in grevini destekleyeceğini açıkladı. “240 bin” üyesinden dem vurarak bu kararını açıklayan KESK’in grevi, grev olarak gerçekleşmedi. 4 Haziran günü öğle saatlerinde her zamanki türden basın açıklamaları ile “grev” gerçekleştirildi. 5 Haziran günü de biraz daha kalabalık olarak aynı tabloyu gördük. KESK üyelerinin bulunduğu kamu dairelerinde ise durum sıradan bir günden farksızdı. Günlük ça lışma devam etmekteydi. DİSK’in greve desteği de yapılan yürüyüş ve basın açıklamalarına yöneticilerin ve çok az sayıda işçinin katılımı ile gerçekleşti.
Sendikaların durumunu bilen bizler açısından bu sürpriz değildi. Ancak duyarlılığı olağanüstü derecede artmış olan kitleler KESK’in “240 bin üyesiyle” yapacağı grevi dört gözle bekler olmuştu. Bunun yanında işçi sendikalarının da grev kararları alarak harekete geçmesi bekleniyordu. 1970 yılında gerçekleşen 1516 Haziran Büyük İşçi Direnişi bir fırsat olabilirdi. DİSK grev kararı alarak “hayatı durdurabilirdi.” Oysa öyle olmadı, 15-16 Haziran’da DİSK 13 bölgede etkinlik, yürüyüş ve basın açıklamaları yapmakla yetindi. Nihayet 17 Haziran’da KESK, DİSK, TTB, TMMOB ve TDB genel grev kararı aldı. DİSK ve KESK öncülüğünde oda ve birlikler İstanbul’da saat 16’da Taksim’e yürümek istediler. Polis izin vermedi, görüşmeler yapıldı ama polis ikna edilemeyince Ta k s i m’e y ü r ü n m e k t e n vazgeçildi. Diğer illerde de benzer şekilde ve genelde direnişin olduğu parklara doğru yürüyüşler
yapıldı. Sonuç itibariyle bu grevde grev olarak değil, eylemlerle geçmiş oldu. Günlük yaşam devam etti. Elbette bu durum bir sürpriz değil. Çünkü hem memur, hem de işçi sendikalarının örgütlülük durumu içler acısı. Gezi parkı direnişi sendikaların bu içler acısı durumunu geniş kitlelere de göstermiş oldu. Çünkü grev, grev demekle, eylemlerde sürekli “Genel grev, genel direniş” sloganları atmakla, sendikaları göreve çağırmakla olmuyordu. Bu çok daha ciddi, sabırlı ve kararlı bir iştir. İşyerler inden, kendi üyelerinden bile uzak olan sendikaların büyük çoğunluğu için bırakalım hayatı durdurmak, orta ölçekli bir işletmede işi durdurmak bile hayaldir. Hatırlanacağı üzere 22 Nisan’da Tek Gıda-İş Sendikası Çaykur’da ilk kez greve çıktı. Tek Gıda-İş Sendikası anlaşmazlıkla sonuçlanan görüşmelerden sonra grev silahını kullanmak istedi. 58 işyerinde 9 binden fazla örgütlü işçi greve çıkacaktı. Sendika Çaykur’un uzlaşmaz tutumuna karşı bu gücünü öne sürüyordu. Ancak grev daha başladığı gün, yeterli katılım olmadığı, Çaykur’un greve karşı 7 bin civarındaki mevsimlik işçiyi işe çağırması ve bu işçilerinde grev kararına uymayarak işbaşı yapmış olmalarından dolayı sona erdi. Bu durum Tek Gıda-İş Sendikasının durumunu somut olarak gözler önüne serdi. Sendikalar yeni haklar elde etmek bir yana, üyelerinin en basit haklarını bile koruyamaz duruma geldiler, getirildiler. Bu konuda sermaye ve temsilcileri ellerinden geleni yapıyorlar. Sorun burada değil. Sorun bir bütün olarak sendikalarda, işçi sınıfından yana olan örgütlenmelerdedir. Sendikaların toplam örgütlülüğü çalışanların %10’unu bile bulmamaktadır. Örgütlü olanların önemli bir bölümü de kağıt üzerinde üye konumunda. Yani sendikaların gerçek anlamda hayatı durdurabilecek güçleri yoktur. Andaki en önemli sorun bu iken, sendikaların bu gücünü bilen veya bilmesi gereken sınıftan yana birçok örgütün hala eylem-
lerde “Genel grev, genel direniş” sloganlarını atması ve sendikaları göreve çağırması bilinç bulanıklığı yaratmaktan başka bir şey değildir. Eğer hastalığı teşhis edemezseniz, doğru reçete yazamazsınız. Sendikaların gücünü ve durumunu bile bile “genel grev” sloganları atarsanız, en basit eylemleri bile grevmiş gibi değerlendirirseniz, kitlelerin sınıfın gücünden ve öncü rolünden şüphe duymasını sağlarsınız. Yıllarca bu yapıldı ve hala yapılıyor. Sendikaların önemli bir bö-
lümü sarı, sınıf uzlaşmacı, işbirlikçi bir konumda durmaktadır. Sendikaların başına sendika bürokrasisi çöreklenmiştir. Çok az sayıdaki sendikanın mücadeleci konumda olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Kısacası sendikal alanda durum içler acısıdır. Sonuç itibariyle, sendikaların Gezi Parkı direnişinde çok aktif bir rol üstelenebilecek durumları olmamıştır. Mücadeleci olarak tanımlayabileceğiz birkaç sendika bile alanlara çıkmamış, birçok ilde parklarda sürdürülen
direnişlere aktif destek vermemiştir. Sınıfın ve sendikalarının durumu budur. Bir tek işçi sınıfı üretimden gelen gücünü kullanarak sermayeye ve onun tüm partilerine diz çöktürebilir. Bu gerçeği bilerek hareket etmek zorundayız. Gezi Parkı direnişi bu anlamda hem sendikaların var olan gücünü/güçsüzlüğünü göstermesi, hem de halkın diğer kesimlerinin örgütsüzlüğünü gözler önüne sermesi açısından büyük bir rol oynamıştır. Bu yüzden görev öncelikle sarı,
işbirlikçi, sınıf uzlaşmacılara karşı mücadele ederek işçi sınıfını örgütlenmektir. Diğer taraftan işçi sınıfının kendi sınıf partisi önderliğinde ezilen ve sömürülen diğer kesimleri de örgütlemek gerekmektedir. Aksi halde birçok isyan burjuvazinin ayak oyunları ile kolayca bastırılabilecektir. “Örgütsüz bir halk egemenler için kolay avdır. Örgütlü halk ise yenilmezdir.” Şimdi hedef örgütlenmek, örgütlenmek ve örgütlenmektir. 06.07.2013
Bugünlerde Başbakan RTE ve AKP hükümetine tepki konulacak çok şey var şüphesiz... Ve her kesimden de farklı tepkiler yükseliyor. Ancak Başbakanın bir davranışı var ki, sınıf bilinçli işçiler buna kesinlikle tepkisiz kalmamalı! Hürriyet gazetesinde çıkan habere göre (ki AKP teşkilatının açıklamasında bir nevi doğrulanıyor) Başbakan RTE Gezi Parkı Direnişi nedeniyle yaptığı görüşmelerden birinde söz alan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nu “Haddinizi bilin, sizin haddinize mi bize sosyoloji öğretmek” diye azarlıyor ve öfkeyle ayağa kalkıyor ve kızı Sümeyye tarafından yatıştırma amacıyla dışarı çıkartılıyor. Olayın nasıl geliştiğini DİSK
Genel Sek reteri Arzu Çerkezoğlu Hürriyet gazetesine şöyle açıklamış: “Çerkezoğlu, toplantıda söylediklerini şöyle aktardı; “Sayın Başbakan’a hitaben ‘Siz de çözüm istiyorsunuz, biz de çözüm istiyoruz. Ancak bunu sadece mimari bir proje sorununa indirgemek yanlış olur. Eğer biz bu toplantıyı 25 Mayıs’ta yapıyor olsaydık, haklı olurdunuz, sadece mimari bir projeden bahsederdik. Ancak geçen 17 günde bu ülkede başka bir şey yaşandı. Gezi eylemlerine katılan yüzbinlerce insan, bir irade ortaya koydu. Siz gerek bu toplantıda, gerekse daha önceki konuşmalarınızda hep halkın iradesinden bahsediyorsunuz. Biz de bu kelimeyi çok seviyoruz. Halkın iradesi önemlidir. Olay mimari bir mesele değil, toplumsal bir gerçekliğe dönüşmüştür. 17 gün içinde olaylarda 4 ölüm olayı yaşanmış, binlerce kişi yaralanmıştır. Artık bu olay sadece Gezi parkıyla ilgili olmaktan çıkmıştır. Artık ortada toplumsal ve sosyolojik bir durum vardır. Buna karşı da bir şeyler söylemek zorundasınız’ dedim. Çerkezoğlu’nun bu sözleri üzerine salonda bir gerginlik yaşandığı, Başbakan Erdoğan’ın da
‘bir siyasetçi olarak sosyolojiyi iyi bildiğini’ söylediği belirtildi.” Yaşanan kısa gerginliğin ardından , önce Ba şbak an Erdoğan, ardından da kızı ve danışmanı Sümeyye Erdoğan toplantı salonundan ayrıldı.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23510391.asp) Bu olay tepkisiz kalınamayacak kadar önemlidir: Bir Başbakan’ın kimseyi azarlama hakkı yoktur, hele hele bir sendikanın Genel Sekreterini azarlama hak k ı hiç yoktur! RTE’nin DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’na yönelik davranışı tam bir pederşahi, üstün erkek tavrıdır ve bu red ve teşhir edilmek zorundadır. RTE’nin karşısında konuşan, ister beğenelim ister beğenmeyelim, işçi sınıfının bir kesiminin örgütlü olduğu bir sendika, bir kitle örgütünün temsilcisidir. Evet, DİSK’i gerçek bir sınıf sendikası olmadığı noktasında beğenmiyor, eleştiriyoruz. Ve bu reformist-sendikanın andaki Genel Sekreteri olması sıfatıyla Arzu Çerkezoğlu’da bu eleştirilerimizin hedefidir şüphesiz. Ancak bu doğrular, bizim Arzu Çerkezoğlu şahsında genelde işçi sınıfına, özelde de işçi ve emekçi kadınlara yapılan hakareti sineye çekeceğimiz anlamına gelmez! Şu açık bir gerçektir ki, Arzu Çerkezoğlu, erkek egemen olan DİSK teşkilatı içinde bir kadın sendikacı olarak zorlu bir mücadeleyle yönetime kadar yükselebilmiştir. Onun DİSK Genel Sekreterliğine kadar yükselebilmiş olması sendikayı erkek egemen olmaktan çıkarmamaktadır. Onun kat etmiş olduğu zorlu yol,
erkek egemen sendikaların kadın sendikacılara yer açmaya karşı nasıl direndiklerinin göstergesi olmaktadır. Ve şurası çok açık ki, sendikadaki ve toplumdaki erkek egemen zihniyete rağmen DİSK Genel Sekreteri pozisyonuna gelen Arzu Çerkezoğlu bir kadın yönetici olarak her gün her saat kendini kabul ettirme mücadelesi yürütmek zorunda kalmaktadır. Başbakanın öfkesine ve hakaretine maruz kalmış olmak da işte buna tekabül etmektedir. Ve yine görülen o ki, Arzu Çerkezoğlu çok yalnızdır. Olayın hemen ardından DİSK Yönetim Kurulunun resmi bir “sen benim Genel Sekreterime hakaret edemezsin!” açıklaması olmamıştır. Bundan sonra gelse de bu tespitimizi değiştiremez, tam tersine ancak ve ancak ataerkil zihniyete karşı durma refleksinin ne durumda olduğunun göstergesi olur. Başbakanın böylesine ölçüsüz davranabilmesinin esas nedeni, karşısında kitlesel olarak örgütlü gerçek sınıf sendikasının bulunmamasıdır. Görev işçi sınıfı ve emekçilerin toplumsal gücünü dayatan gerçek sınıf sendikalarının yaratılmasıdır. Böylesi sınıf sendikaları ataerkilliği aşarak gelişecektir. Sınıf bilinçli işçi ve emekçilere bu konuda çok görev düşüyor. Öyleyse hemen işimize koyulalım: İşyerinde, sendikada ve toplumda her türden erkek egemenliğine karşı mücadelemizi yükseltelim. Ne AKP saltanatı - ne Kemalist diktatörlük! Evde-sokakta-sendikada kahrolsun erkek egemenliği! 17.06.2013 Yeni işçi dünyası okuru
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
SEN DİSK GENEL SEKRETERİ ARZU ÇERKEZOĞLU'NA BÖYLE DAVRANAMAZSIN!
3
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
15-16 HAZİRAN BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİ ANILDI
4
İşçi sınıfının gücünü gösterdiği 15-16 Haziran büyük işçi direnişi 43. yılında anıldı. Adana’da bulunan DİSK’e bağlı sendikalar 15 Haziran Cumartesi günü saat 18.30’da Genel-İş Sendikası Adana Şubesi önünde bir araya geldi. KESK ve diğer demokratik kitle örgütleri de eyleme destek verdiler. Genel-İş önünde sendi ka temsilcileri ve işçiler beklerken Atatürk Parkından devrimci/sol
kurum ve partiler destek yürüyüşüne geçtiler. İki grup Genel-İş önü nde bi rleşt i k ten sonra Büyükşehir Belediyesi önüne doğru yürüyüş başladı. Yürüyüş boyunca, “Faşizme karşı omuz omuza!, Yaşasın 15-16 Haziran direnişimiz!, Her yer Taksim her yer direniş!” sloganları atıldı. Atatürk Park ı na gelindiğinde burada bir basın açıklaması yapıldı. DİSK adına Bölge Temsilcisi Kemal Aslan basın açıklamasını okudu. Açıklamada 15-16 Haziran büyük işçi direnişi selamlandı ve kitlelerin 43 yıl sonra yine Haziran ayında direnişe geçtikleri belirtildi. Polisin saldırıları ve AKP’nin tutumu eleştirildi. Yapılan basın açıklamasının ardından Çukurova Eşcinsel İnisiyatifi üyeleri bir basın açıklaması yaptılar. Çukurova
Eşcinsel
İnisiyatifi’nden çağrı… Çukurova Eşcinsel İnisiyatifi üyeleri Adana’daki Taksim Gezi Parkı direnişine ilk gününden bu yana aktif destek verenlerden. İnisiyatif üyeleri yaptıkları açıklama ile bir eşcinselin daha hayatına mal olan homofobik ahlakı kınadılar. İnisiyatif adına konuşan Sait Can Türkiye’de yaşayan lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüellerin nefret ve şiddete maruz kaldıklarını belirtti. Sait Can inisiyatif adına son olarak ailesinin homofobik baskısı nedeniyle 13 Haziran’da 22 yaşındaki Cenk’in intihar ettiğini açıkladı. Can Cenk’in ölümüne ailesinin ve toplumun homofobik/transfobik ahlakının neden olduğunu belirtti. Açı k la mada şöyle denildi: “Türkiye’ de yaşayan Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Transseksüeller olarak sürekli bir nefret ve şiddete tanık olmaktayız. Cinsel yönelim veya cinsiyet kimliklerimiz nedeniyle yaşadığımız baskılar, bizi ya gizlenmeye ya da açılarak mücadeleye mecbur kılmaktadır. Bazen direkt olarak hayati tehlike nedeniyle bazen de işimizi, arkadaşımızı ya da ailemizi kaybetmek korkusuyla gizlenmek zorunda bırakılmamız onurlu yaşam hakkımızı açıkça elimizden alırken, bunun kar-
şısında durmak ve açılma cesareti göstermek ise bizi bir ölüm kalım savaşıyla burun buruna getirmektedir. (…) LGBT intiharları toplumsal cinayettir. Bildiğiniz gibi ülkemizde insanlar, eşcinsel, travesti yahut transseksüel olduğu için neredeyse her gün öldürülmekteler. Gazetelerin üçüncü sayfaları bu sözümona “marjinal” kimliklerin trajik hikayeleriyle doludur. Ancak gazetelerde yazılmayan bir tür cinayet daha vardır; Toplumsal Cinayet. Bu cinayetler kendini masum bir İNTİHAR şeklinde gösterse de bunun temelinde homofobik /transfobik nefretin olduğu gerçeği su götürmez. (…) Biz Adanalı LGBT’ler ve Atatürk Parkı Direnişçileri olarak kendi doğurduğu yavrusuna sahip çıkmaktan utanmış bu aileyi ve onların evlat kanıyla kirlenmiş ahlaklarını kınıyoruz! Olay bir intihar olduğu için yasal olarak bir suçlu arama şansımız yok. Ama biliyoruz ki bu bir dolaylı cinayettir. Ve suçlu, gelenek görenek maskesi altında vahşi bir canavar gibi aramıza sızan ve toplumsal birliğimize karşı büyük bir tehdit oluşturan homofobik/transfobik ahlaktır. Bu ahlak, evlerimizde, okullarımızda, işyerlerimizde, siyasilerin kürsülerinde her gün yeniden yaratılmakta ve neredeyse kutsal bir anlama bürünmektedir. Biz bu ezberci nefretin bir an önce durmasını, tüm transfobik/homofobik şiddet mağdurlarının haklarının savunulmasını, LGBT bireylere karşı olanlar da dahil tüm nefret cinayetlerinin sorumlarının bulunmasını ve yargılanmasını talep ediyoruz. Gerçek barış, toplum içerisindeki bütün bireylerin özgürlüğü ve eşitliği ile mümkün olacaktır. Cenk’in intiharı son nefret trajedisi olsun” Yapılan açıklama “Eşcinsel/ Transseksüel kanlarıyla kirlenmiş ahlakınız batsın! Homofobik/ transfobik cinayetlere son!” denilerek bitirildi. Açıklama sonrasında alanda bulunanlar “Susma haykır, eşcinseller vardır” sloganı atarak İnisiyatif üyelerine destek verdiler. 17.06.2013
15-16 HAZİRAN BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİNDEN TAKSİM GEZİ DİRENİŞİNE…
ve duyurusunu yapmıştık. Bu nedenle ve bu saldırıların sıcağı sıcağına tartışılmasının verimli olacağını düşündüğümüzden iptal etmeyi ya da ertelemeyi düşünmedik. Toplantı YDİ ÇAĞRI adına kısa bir sunumla başladı. Sunumda 15–16 Haziran işçi direnişinin gelişmesi, direnişin patlak vermesi ve sonuçlarına kısa tezler halinde yer verildi. Bu direnişin kendiliğinden bir hareket olduğu, M-L bir önderlikten yoksun olduğu vurgulandı. Öte yandan bu direnişin işçi sınıfına kendi gücünü gösterdiğini, işçilerin örgütlü olduklarında karşılarında hiçbir gücün duramayacağını ispatladığı ifade edildi. Ardından Gezi Parkı direnişlerinin de arka planı
dikkat çekildi. Sunumun ardından tartışma bölümüne geçildi. Bu bölümde en çok, Gezi Parkı direnişlerine Kürt hareketinin sınırlı desteği, 15-16 Haziran direnişi ve Gezi Parkı direnişinin içerik olarak farklılıkları, sendikaların, işçi ve emekçilerin bu direnişe katılımı, devrimcilerin bu sürece dahil olması konuları üzerinde duruldu. 15-16 Haziran direnişinin, sınıfın üretimi durdurmasıyla içerik olarak devrimci olduğu, sendikaların, iki günlük grev dışında sınıfın bir hareketi olmadığı söylendi. Devrimcilerin bu süreci yönetemedikleri, kitle içerisinde marjinal bir konumda durdukları, hiçbir devrimci örgütün sınıf içerisinde bir güç oluşturamadığı vurgulandı. Devrimci örgütlerin gücünü kadrolarının oluşturacağı vurgulandı. Devrimci örgüt ve yapıların anda güçsüz oldukları bu nedenle harekete öncülük etmek durumunda olmadıkları, aksine hareketin peşinden sürüklendikleri ifade edildi. Devrimci örgütlerin bu hareketten dersler çıkarması gerektiği, kadro sorununa ağırlık verilmesi gerektiği, sınıf la daha fazla iç içe olmaya çalışmaları gerektiği söylendi. Toplantı tartışma bölümünün ardından sona erdi. 17.06.2013
TAKSİM GEZİ PARKI DİRENİŞİNE 15. GÜNDE SALDIRI 11 Haziran Salı günü, Taksim Gezi Parkı direnişinin 15. gününde polis direnişe saldırdı. Saat 07.30’u gösterdiğinde Çevik Kuvvet Tomalar eşliğinde Taksim Meydanına girdi. Bir grup polis AKM önüne konuşlandı. AKM’ye asılan pankartlar, flamalar söküldü. Bir grup polis Atatürk anıtı önüne konuşlandı. Anıta asılan flama ve bayraklar indirildi. Diğer yandan polis şu anonsu yapıyordu: “Lütfen gezi parkına girin. Etkinliklerinize devam edin. Gezi Parkına müdahale edilmeyecektir.” Sabah saat 07.30’dan gece saat 05.00’ye kadar polis saldırısı, ça-
tışmalar, direniş sürdü. Tarlabaşı Bulvarı, Harbiye, Mete Caddesi, İstiklal Caddesi, Sıraselviler’de barikatlar kuruldu. Polis her seferinde biber gazı, tazyikli su, ses bombası eşliğinde saldırdı. Harbiye tarafında çatışma saatler sürdü. Saat 14.00 sularında çevik kuvvet Gezi Parkı içine girdi. Yoğun protestolar sonucu bir süre sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Polisin her saldırısı sırasında Gezi Parkı içine yoğun gaz bombası, biber gazı atıldı. Tazyikli su sıkıldı. Çadırların bir bölümü bu saldırılar sırasında yıkıldı. Bir ara revir boşaltılmak zorunda kalındı.
Taksim Dayanışması Polisin saldırısını protesto etmek için insanları Taksim’e çağırdı. Binlerce kişi saat 19.00’da Taksim’deydi. Saldırı protesto edildi. Basın açıklaması okundu. Konuşmalar yapıldı. Bir süre sonra polis hiçbir uyarı yapmadan binlerce kişiye saldırdı. Yoğun gaz bombası, tazyikli su eşliğinde yapılan saldırı ile kitle dağılmak zorunda kaldı. Taksim Meydanında kurulan çadırlar kaldırıldı. Meydana asılan pankartlar, flamalar indirildi. Meydan belediye ekipleri tarafından temizlendi. Taksim Gezi Parkı direnişinin 16. gününde Polis Taksim
Meydanına yerleşti. Meydana çıkan yollara kurulan barikatlar kaldırıldı. Alan trafiğe açıldı. Polisin saldırısı sırasında onlarca kişi yaralandı. Yaralılar içinde durumu ağır olan insanlar var. Saldırı sırasında polis plastik mermi de kullandı. Gezi Parkına Topçu Kışlası adı altında yapılması planlanan AVM iptal edilsin! Gezi Parkı betondan arındırılarak gerçek anlamda yeşillendirilerek park yapılsın! Taksim Meydanı yeşillendirilerek yeşil alan yapılsın! 12.06.2013
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Adana’da, Yeni Dünya İçin Çağrı olarak, 16 Haziran Pazar günü İHD’de “15-16 Haziran Büy ü k İşçi Direnişinden Taksim Gezi Parkı Direnişine… Benzerlikler, Farklılıklar, Dersler” başlığı altında, serbest kürsü tarzında bir tartışma toplantısı düzenledik. Toplantımızın bir gün öncesinde yani Cumartesi günü polis başta Taksim olmak üzere direnişe katılan tüm illerdeki eylemcilere saldırdı. Adana’da da polis Atatürk Parkı’nda direnen kitleye saldırdı ve kurulan çadırlarla küçük kütüphaneyi yıktı. Bütün gece çatışmalar yaşandı. Bu nedenle katılım düşündüğümüzün altında kaldı. Toplantımızı bir hafta öncesinde kararlaştırmış
ve gelişimi kısaca anlatıldı. Gezi parkı direnişlerine gelmeden önce AKP’nin nasıl iktidara geldiği anlatıldı. 80 yıldır uygulanan baskıların AKP’yi iktidara taşıdığı, ordu vesayetine AKP döneminde son verildiği, paşaların, askerlerin yargılandığı ve tutuklandığı ifade edildi. Kürt sorununa ilişkin çözüm sürecinin de yine AKP hükümeti döneminde başlatıldığı söylendi. AKP’nin iktidarını pekiştirdiği bu uygulamaların devamında örneğin yeni içki yasası düzenlemesi, eğitim sistemindeki değişiklikler, çoğunluk oyuna dayanan baskıcı tutum, eleştirilere karşı tahammülsüzlük gibi faşist uygulamalarda bulunmaya başladığı söylendi. Gezi parkı direnişinin ülkelerimiz tarihinde bir ilk olduğu vurgulandı. İlk kez tabandan demokrasi sesinin bu kadar gür bir şekilde yükseldiği, direnişlerin hızlı ve ani bir şekilde yaygınlaştığı ifade edildi. Bu direnişin de kendiliğinden bir hareket olduğu, ama direnişlerin yayıldığı alan, direnişlere aktif katılan kitlelerin sayısı ve nitelikleri bakımından 15-16 Haziran işçi direnişinden farklı olduğu ve eylemlerde ulusalcıların büyük etkisi olduğu vurgulandı. Aynı zamanda kitlelerin örgütsüz oluşları ve bu harekete öncülük edecek güçlü bir komünist partisinin eksikliğine
5
POLİS GEZİ PARKI İÇİNE GİRDİ, GEZİ PARKI YASAK BÖLGE! Taksim Gezi Parkı direnişinin 18. gününde, Başbakan Erdoğa n içer isi nde Ta k si m Dayanışması’dan 2 temsilcinin bulunduğu heyet ile görüştü. Erdoğan “üç beş çapulcu” dediği insanların temsilcileri ile direniş sonucu görüşmek zorunda kaldı. Direnişin talepleri konusunda görüşmede herhangi bir uzlaşmaya varılamadı. Hükümet taleplerin karşılanması doğrultusunda herhangi bir adım atmadı. Başbakan ile yapılan görüşme hakkında Gezi Parkı sakinlerine bilgi verildi. Parkın 7 noktasında oluşturulan forumlarda görüşme üzerine tartışıldı. Tartışmaya katılan insanlar direnişin nasıl sürdürüleceği üzerine görüşlerini ifade ettiler. Taksim Dayanışması platformu içerisinde yer alan kurumlar sabaha kadar süren toplantı yaptılar. Direnişin sürdürülmesi düşüncesini ifadede eden kurumlar yanında, HDK bileşenleri direnişi tek çadır kurarak sürdürme kararı aldı. Bu karara bağlı olarak HDK bileşenleri çadırlarını topladılar. Direnişin 20. gününde Taksim’de yapılacak miting ile direniş bitirilecekti. Fakat Cumartesi günü polisin müdahalesi buna izin vermedi.
Taksim Gezi Parkı direnişinin 19. gününde polis Gezi Parkına saldırdı ve parkı ele geçirdi. Polis saldırıdan önce Taksim Meydanında anons yapmaya başladı. "Bu yaptığımız son uyarılardır. Gezi Parkı'nı terk edin", "Dağılmanız için yeterli süre verilmiştir. Aranızdaki provokatörlere inanmayın", "Kamuya açık alanı işgal edemezsiniz. Taksim Meydanı'ndaki vatandaşlar oradan uzaklaşın" şeklinde anonslar yaptı. Taksim Meydanında bekleyen kitle ve park içindeki kitle dağılmadı.
Saat 20.50 civarında Tomalar tazyik li su sıkmaya başladı. Meydandaki kitle dağıldı. Tomalar Gezi Parkına tazyikli su sıkmaya, polis gaz bombası atmaya başladı. Çevik kuvvet gezi parkına girdi. Yoğun gaz kullanan polis çadırları sökmeye başladı. İlerleyen çevik kuvvet revire girdi. Revirdeki doktorların ısrarı sonucu revirden ayrılan polis gaz bombası atmayı ihmal etmedi. Gazdan etkilenen sağlık personeli dışarıya çıkmak zorunda kaldı. Gezi Parkını tamamen ele geçiren polisin ardından parka iş ma-
kineleri girdi. Parkta kurulu her şey toplanmaya başladı. Harbiye yönüne doğru dağılan kitlenin bir bölümü Divan Oteline sığındı. Buraya da polis gaz bombası attı. Mecidiyeköy’e kadar kitleyi kovalayan polis metrobüs durağına gaz bombası attı. Mecidiyeköy durağında durmayan metrobüsler ancak kitlenin otobüslerin önünü kesmesi sonucu durdu. Taksim Meydanı, Gezi Parkını işgal eden polis alana kimseyi yaklaştırmadı. Taksim çevresinde, Harbiye’de, Dolapdere’de, Sıraselvilerde binlerce kişi polis ile çatıştı. Osmanbey’de polis ile çatışma sabaha kadar sürdü. Direnişin 20. gününde, İstiklal Caddesi, Tarlabaşı Bu lvar ı, Osmanbey’de çatışmalar gün boyu sürdü. Polis ile çatışan binlerce kişi barikatlar kurdu. Polis tazyikli su, gaz bombası ile kitleyi dağıtmaya çalıştı. Polisin saldırısı sonucu onlarca kişi yaralandı. Onlarca kişi de gözaltına alındı. Osmanbey’de bekleyen kitle içinde bulunan bir okurumuz polisin attığı gaz kapsülünün yüzüne gelmesi sonucu yaralandı. Okurumuz hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. 16.06.2013
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB’DEN GEZİ PARKI DİRENİŞİ'NE DESTEK EYLEMİ
6
DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB; AKP hükümetinin Gezi Parkı direnişini bastırmak için kullandığı azgın faşist terörü protesto etmek için 17 Haziran’da hizmet üretimini durdurma, alanlara çıkma kararı aldı. “Aciller dışındaki hizmet üretimini durdurarak şehirlerin merkezi meydanlarına” yürüme kararı alan konfederasyonlar, hizmet üretimini ne kadar durdurdular tartışılır. Konfederasyonların genel grev kararı ve uygulaması propaganda anlamında bir değeri var. Fakat gerçek anlamda uygulanan ve yapılan genel grev değil. İstanbul’da sendikalar iki noktada toplandı. Taksim Tünel ve Şili’de bulunan DİSK önü. Ta k s i m Tü ne l ’ d e K E SK , TMMOB, TTB, TDB üyeleri ve
y ürüy üşe katılmak isteyenler toplandı. Polis 2 Toma ve çevik kuvvet ile cadde üzerinde barikat kurdu. Kitlenin yürüyüşüne izin verilmedi. Bu durumu protesto için uzun süre oturma eylemi yapıldı. 1 saat 15 dakika sonra konfederasyonlar adına basın açıklaması okundu. Açıklamadan sonra eylem bitirildi. Kitlenin bir bölümü dağılmayarak Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. Zambak sokak başına kadar yürüyen, sokak başında bekleyen kitleye polis saldırdı. Şişli’de bulunan DİSK önünde toplanan DİSK üyeleri ve yürü-
yüşe katılan kurumlar Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. Pangaltı’ya kadar süren yürüyüş, polisin yürüyüşe izin vermemesi sonucu burada basın açıklaması yapıldı. Açıklamadan sonra yürüyüşe katılan kitlenin bir bö-
lümü dağıldı. Yürüyüşe devam etmek isteyen, bekleyen kitleye bir süre sonra polis saldırdı. Saldırı sonrası Kurtuluş’un ara sokaklarına çekilen kitle ile polis arasında çatışma yaşandı. 17.06.2013
İŞÇİLER, EMEKÇİLER GEZİ PARKI EYLEMLERİNE DESTEK OLMAK İÇİN İŞ BIRAKTILAR 15 Haziran günü Taksim ve Gezi Parkı’na yapılan müdahalenin ardından, bu müdahaleyi protesto etmek amacı ile KESK, DİSK, TMMOB, TTB ve TDB ortak karar alarak, tüm bölgelerde, 17 Haziran Pazartesi günü 1 günlük iş bırakma eylemi yaptılar. Eyleme sendikalar, odalar ve sağlık örgütleri ile birlikte çeşitli siyasi örgüt temsilcileri, gazete çevreleri katıldı. Adana’da da iş bırakan işçi ve emekçiler caddelerde idi. Saat 11.00’da Büyükşehir Belediyesi önünde toplanan kitle, sloganlar, alkışlar ve ıslıklarla son dönemde direnişlerin Adana’daki merkezi haline gelen Atatürk Parkı’na kadar yürüdüler. Yürüyüş boyunca “Faşizme karşı omuz omuza!, Direne direne kazanacağız!, Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!, Hükümet istifa!, Her yer Taksim, her yer direniş!, İşçi memur el ele genel greve! vb.” slo-
ganları atıldı. Atatürk Parkı’na gelindiğinde ilk olarak direnişlerde hayatını kaybeden direnişçiler için 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Ardından basın açıklaması okundu. Açıklamada şunlar söylendi: “Taksim Gezi Parkı’nın ranta kurban edilmesine karşı gelişen yurttaş duyarlılığını polis terörü ile bastırmaya kalkışan
AKP iktidarı Türkiye halkının vicdanının, hak ve adalet arayışının güçlü duvarına çarptı. … Bizler Türkiye halkının hak, adalet, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en köklü emek ve meslek örgütleri olarak, AKP iktidarının despotik bir rejim oluşturma yönündeki bu saldırganlığının durdurulmasının bugünün en yakıcı demokratik görevi olduğu ka-
nısındayız. Bu nedenle AKP hükümetinin polisi tarafından uygulanan şiddete derhal son verilmesini ve başta Taksim olmak üzere şehirlerin meydanlarında uygulanan polis ablukasının kaldırılmasını talep ediyoruz.” Açıklamanın ardından eylem sonlandırıldı. Yürüyüş boyunca atılan sloganlarda, okunan basın metninde hep AKP’ye yüklenilmiş, AKP’nin faşistliğinden bahsedilmişti. Fakat bu hükümetin, parçası olduğu kapitalist sisteme ve bu sistemin faşizanlığına dair tek kelime söylenmedi. Her ne kadar anda faşizmin uygulayıcısı AKP ise de asıl sorun kapitalist sistemin kendisindedir. Yalnızca anti AKP’ci olmak yetmez, anti Kapitalist olmak gereklidir. Yaşasın İşçilerin Birliği! Kahrolsun kapitalizm ve her türden gericilik! 17.06.2013
POLİS ÇADIRLARI SÖKTÜ, HALK SOKAĞA DÖKÜLDÜ bulunan barikatları kaldırdı. 17.06.2013
Polisin saldırısının ardından parka giren belediye ekipleri her şeyi topladı ve temizlik yaptı. Bu durumda Pazar günü akşamı protesto edildi. Saat 17.00’den itibaren insanlar parkta toplanmaya başladılar. Yaklaşık 5 bin kişi toplanmıştı. Ardından yürüyüş başladı. İstasyon Meydanına doğru yüründü. Yol boyunca sloganlar atıldı. Evlerden ve yürüyüş güzergahından da destek geliyordu. Sular mevkiine gelindiğinde kitlenin çoğunluğu alınan karara uyarak İstasyon Meydanına doğru yürüyüşe devam etti. Yaklaşık bin kişilik bir grup ise AKP il binasına yürümek için Kasım Gülek
Köprüsüne yöneldi. Meydana gelindiğinde en az 10 bin kişi toplanmıştı. Meydanda bir basın açıklaması yapılarak polis şiddeti kınandı ve talepler tekrar açıklandı. Meydanda basın açıklaması yapılır ve kitle Ziyapaşa Bulvarından tekrar Atatürk Parkına doğru ilerlerken Kasım Gülek köprüsünü tutan polis orada bulunanlara saldırdı. Akşam geç saatlere kadar çatışmalar sürdü. Sular’da çatışmalar devam ederken Atatürk Caddesi üzerinde birkaç barikat kuruldu ve ateşler yakıldı. Polis gece geç saatlerde kitleye tazyikli su ve biber gazı ile saldırarak Atatürk caddesinde
KARARA RAĞMEN ADANA HALKI YÜRÜDÜ 17 Haziran akşamı da yaklaşık 2 bin kişi Atatürk Parkında toplanmaya başladı. Ancak ne yapılacağına ilişkin bir belirsizlik vardı. Gelen insanlar yürüyüş yapılacağını düşünerek gelmişlerdi. Sendika, siyasi parti ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcilerinden oluşan platformda bir kararsızlık vardı. Bazı insanlar inisiyatif kullanarak yürüyüş yapmak için çaba gösterdiler. Ancak platform temsilcileri alanda konuşarak yürümeme kararı aldılar. Bunun üzerine birçok kişi alandan ayrılmaya başladı. Bir süre sonra bu karara itiraz edenler parkta bulunan insanlara giderek yürüyüşe ikna etmeye çalıştılar. Bu ikna çabaları platformun aldığı karar nedeniyle geri çevrildi. Sonuç itibariyle platformun kararına rağmen yaklaşık bin kişi Atatürk Caddesinden yürüyüşe geçti. Sular civarında Kasım Gülek Köprüsüne doğru ilerlediler. Polis her zamanki yerde kitleyi durdurdu
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Polisin Taksim Gezi Parkına saldırı düzenleyerek çadırları sökmesinin ardından Adana polisi de Atatürk Parkındaki çadırları söktü. Buna öfkelenen halk sokaklara çıkarak tepkisini gösterdi. Taksim Gezi Parkı direnişine destek vermek amacıyla insanlar 15 Haziran Cumartesi günü de Atatürk Parkında buluştu. Bugün de eylem olağan bir şekilde sürüyordu. Cumartesi günü olduğundan park içerisi kalabalıktı. Eylemcilerin yanı sıra birçok kişi parka gelerek neler olduğunu görmeye çalışıyordu. Özellikle yazılan sloganlar, dövizler ve çapulcu kütüphanesi ilgi çekiyordu. AKP’li bir grubun saldırısına uğrayan Akkapı mahallesinin kurduğu çadırda ilgi çeken yerlerden biriydi. Akşam saatlerinde yine AKP il binasına yürümek isteyen bir gruba polis saldırdı. Gece boyunca çatışmalar sürdü. Çatışmaların bitmesinin ardından polis gece 02.30 civarında Parka saldırdı. Çadırların sökülmesini engellemeye çalışan 8 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar bir gün sonra serbest bırakıldılar.
7
ve dağılmaları yönünde uyarılar yaptı. Uyarılara rağmen kitle dağılmadı. Daha sonra polis tazyikli su ve gaz ile kitleye saldırdı. İnsanlar saldırı üzerine geri çekildiler. Ara sokaklarda ise sivil polisler insanları gözaltına almaya başladı. Polis Atatürk parkına kadar saldırısını sürdürdü. Bu olay halkın direnişe devam etme isteğini ancak örgütlü kesimlerin hala bu direnişin gerisinde kaldığını bir kez daha gösterdi. Bunun yanında polis hala barışçıl gösterilere saldırmaya devam ediyor. Herhangi bir saldırı olmamasına rağmen polis iki haftadır insanların demokratik hakları olan protesto hakkına saldırıyor, Kasım Gülek köprüsünü abluka altında tutuyor. Akşamları da bazı caddeleri tuta-
rak araçlarla yapılan protesto konvoylarını engelliyor. Yine Saydam caddesi üzerinde TOMA’lar ve Akreplerle barikat kurarak insanların Akkapı Mahallesinden Atatürk Parkına doğru yürüyüş yapmalarını engelliyor. “İleri demokrasi” ile övünen AKP’nin faşist yüzü bu olaylarla iyice su yüzüne çıkmış oldu. Artık şapka düştü kel göründü! 18.06.2013 GÖZALTI TERÖRÜ SON HIZ DEVAM EDİYOR Gezi parkı direnişinin ardından başbakan yaptığı her konuşmada birilerini hedef gösteriyor. Sanatçılar, öğrenciler, aydınlar, siyasetçiler, sendikacılar, gazeteciler, siyasetçiler vd. Yani Gezi Parkı dire-
nişine destek veren herkes RTE’nin hedefi haline geldi. Meydanlarda hepsiyle hesaplaşacağız diye bar bar bağırıyordu. Nitekim başbakanın ağzından çıkan her sözü emir kabul eden yetkililer çapulcularla “hesaplaşmak” için çalışmalara tez elden başladılar. Hükümet tam anlamıyla bir cadı avı başlatmış durumda. Bu sabaha karşı da İstanbul, Ankara ve Eskişehir’de daha önce belirlenmiş olan 100 ayrı adrese baskın düzenlendi. ESP ilçe örgütleri, Etkin haber Ajansı, Atılım gazetesi, Sosyalist Gençlik Dernekleri baskın düzenlenen adresler arasında idi. Haberimizi yazarken gözaltına alınanların sayısı 70 civarındaydı. Bu gözaltıları protesto etmek amacı ile Halkların Demokratik Kongresi’nin çağrısı ile 18 Haziran
günü Adana Abidin Dino Parkı önünde bir basın açıklaması düzenlendi. Açıklamada şunlar söylendi: “Tüm bu gözaltılar, AKP’nin halk ayaklanması karşısında yenilgisinin bir kez daha teyit edilmesidir. Halkın özgürlük ve demokrasi talebiyle başlattığı onur ayaklanmasını bastıramayan devlet, sosyalistlere, devrimcilere, saldırarak intikam almaya çalışıyor. Sosyalistleri ve devrimcileri sürekli hedef göstererek “ bizi onlarla baş başa bırakın” diyen Erdoğan’ın bu oyunu da tutmayacak. Onuru, özgürlüğü, geleceği için ayağa kalkan milyonları durduramayacaktır.” Basın metninin okunmasının ardından açıklama sona erdirildi. 18.06.2013
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
ESENYURT’TA BİR TAKSİM DAYANIŞMA EYLEMİ ÜZERİNE
8
Merhaba değerli dostlar! Haziran ayını geride bırakırken Haziran’ın birinci haftası (5 Haziran Çarşamba) KÖZ’ün çağrıcısı olduğu ve bizim de katıldığımız, Gezi Parkı direnişine destek için bir eylem düzenledik. Eyleme çağrı ve koordinasyon telefon üzerinden ve al acele gelişti! Bundan ötürü gelişen eksiklikleri anlayabiliyoruz. Fakat eylemlik esnasında gelişen bazı durumlar bizi tavır almaya itti. Kısaca eylemliğin gelişim sürecine bakalım ve sonrada tavır takındığımız konulara değinelim. Telefon üzerinden yapılan konuşmada bize söylenen KÖZ ve Yeni Dünya İçin Çağrı’nın Örnek mahallesinden başlayarak Esenyurt Cumhuriyet Meydanına geleceği ve orada SODAP’la birleşip, oradan Depo durağına yürüneceği ve orda bizi bekleyen diğer kurumlarla (Halk Evleri, TKP vs) birleşip basın açıklaması yapılacağıdır. KÖZ kendisinin flama getirmeyeceğini söyledi, ama buna dair bir kararın alınmadığını isteyen kurumların flama getirebileceğini söyledi. Bizde diğer kurumların flama aç-
madığı bir yerde bizim flama açmamızın doğru olmayacağını söyleyip flama getirmeyeceğimizi söyledik. Akşam eylemin başlayacağı mahalleye gittik ve yürüyüşe geçtik. Her kurumdan birer kişi bir araya gelip yürüyüş güzergahını belirledik ve alınacak kararlarda ortak inisiyatif kullanma kararı alındıktan sonra yürüyüşe başladık. Örnek mahallesinden Bağlarçeşmeye sloganlar eşliğinde yürüyoruz, atılan sloganlar: Faşizme karşı omuz omuza!, Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!, Tayyip istifa!, Her yer taksim her yer direniş!, Halkların kardeşliği için tek yol devrim! vb. Halkların kardeşliği için tek yol devrim! sloganı atılırken KÖZ okuru bir arkadaş gelip, bu sloganı attıran YDİ Çağrı okuru arkadaşa hem fiili, hem de sözlü ( omzuna öfkeyle vurarak “yeter bırak artık şu sloganı atmayı”) müdahalede bulunmuştur. YDİ Çağrı okuru arkadaşın neden bu sloganı atmayalım sorusu üzerine KÖZ den arkadaşın verdiği cevapsa hayli ilginç: “tabi atılır onu demek istemedim sonra konuşu-
ruz” deyip olayı kapatmıştır. Devamında Esenyurt Meydanına gelindiğinde KÖZ okuru arkadaş kitleyi durdurup “arkadaşlar bugün kandil, insanlar camide ibadet ediyor. Sessiz bir şekilde meydanda bizi bekleyen arkadaşlarla birleşip buradan hızlı bir şekilde ayrılacağız” dedi. Kitle slogan atmaya devam ederek alana girdi. Alanda bekleyen kitlenin Türk bayrağı taşıdığını görünce, bizden bazı arkadaşlar tavır takınarak Türk bayrağı altında yürümek istemediğini söyledi. Organizasyonu yapanların devrimci kurumlar olduğu düşünülünce Türk bayrağı altında yürümek bize epey şaşırtıcı geldi. Bazı arkadaşların buraya kadar yüründükten sonra eylemin terk edilemeyeceği ve yürümeye devam etmek gerektiğini belirtmeleri üzerine, kurumdan YDİ Çağrı flamaları getirilip, eyleme YDİ Çağrı flamaları altında devam edildi. Depo durağına doğru yürüyüş devam ederken, YDİ Çağrı okuru bir arkadaş eylemin tabelada yapılmasını önerdi, fakat KÖZ okuru arkadaş buna itiraz ederek Depo’da
KISA... KISA 3 Haziran Taşeron İşçileri İş Bıraktı Dersi m’ de Feda ş İ l Müdürlüğüne bağlı olarak çalışan AKSA isimli taşeron firmanın 1 Haziran’da 27 işçiyi işte çıkarmasının ardından 3 Haziran günü çalışan 97 işçi arkadaşlarının işe geri dönemsi için firma
önünde iş bırakma eylemi yaptılar. Yapılan eylem ve görüşmeler olumlu sonuç verdi ve işten atılan işçiler yeniden işbaşı yaptılar.
ve şirketin borçları nedeniyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) dev red i len Show 6 Haziran TV ve SKY Türk’te Show TV ve SKY Türk ça lışan 360 işçi, İşçileri Eylem Yaptı 5 aydır maaşları Çukurova Holding’e bağlı olan ödenmediği için 5
eylem yapan kurumların olduğunu ve onlarla eylem yapmanın daha doğru olacağını söyleyip öneriyi kabul etmedi. Depo durağına varıldıktan sonra TKP ve Halkevi çalışanlarının gelip flamalarımızı indirmemiz gerektiğini, çünkü böyle bir kararları olduğunu ve bunu eyleme çağrıda bulunduklarında KÖZ’e de söylediklerini öğrendik. Biz “Türk bayrakları insin, biz de flamaları indirelim” tavrını takındık. Fakat flama indirme ısrarının sürmesi sonucu sorun yaşanmaması için flamaları toplayarak alandan ayrıldık. KÖZ’den arkadaşların Halkevleri ve TKP’nin flama taşımama kararını bildikleri halde, bu durumu bize söylememelerini, kitleyi ısrarla Depo durağına yönlendirmelerini yanlış buluyor ve eleştiriyorum. Devrimci ve demokratik kurumların Gezi Parkı destek eylemlerinde flama taşımama hassasiyetlerini yanlış buluyorum. Türk bayraklarının taşındığı yerde, “o başka” dememek, devrimcilerin kendilerini ifade eden flamaları taşımaları gerektiğini düşünüyorum. Haziran 2013 YDİ Çağrı okuru
Haziranda iş bıraktılar. İşçiler kanalın Kemerburgaz’daki binasının önünde eylem yaptılar. 27 Haziran Ay t aç G ı d a Direnişte
İşçileri
Çankırı’da faaliyet gösteren ve Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş’in örgütlü olduğu Ay taç Gıda İşletmesinde çalışan işçiler 4 aydır ücretlerini alamadıkları ve yaşanan işten atmaları protesto etmek için 27 Haziran günü direnişe geçtiler. 400’ü aşkın işçi bu süreçte işten atıldı.
28 Haziran BEDAŞ İşçileri Hakları İçin Yürüdü BEDAŞ’ın özelleştirilmesinin ardından işten atmalara, taşeronlaştırmaya, ağır çalışma ko-
şullarına maruz kalan BEDAŞ işçileri, “İşimize, Emeğimize, Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz” pa n k a r t ıyla 28 Ha zi ra nda BEDAŞ Genel Müdürlüğü’ne yürüdüler. Burada bir basın açıklaması yapan işçiler, sonra dağıldılar.
1 Temmuz FCMP TR Metal İşçileri Direnişte Manisa’nın Turgutlu ilçesinde faaliyette bulunan FCMP TR Metal fabrikasında çalışan işçilerden 34’ü, 28 Haziran’da performans düşüklüğü bahane gösterilerek işten çıkartıldılar. Aralarında sendika temsilcileri de bulunan, Disk’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlü olan işçiler 1 Temmuz günü fabrika önünde direnişe başladılar. 4 Temmuz Camiş İşçileri Greve Çıktı Türk-İş’e bağlı Selüloz-İş Sendikası’nda örgütlü Camiş
Ambalaj işçileri 6 aydır süren toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamadığı için greve çıktılar. Şişecam’a bağlı işletmenin Eskişehir ve İstanbul’daki fabrikalarında çalışan 400 işçi grevde. 5 Temmuz Van’da Taşeron İşçiler 1 Günlük Grev Yaptılar Van Büyükşehir Belediyesi’nde taşeron şirkette temizlik işçisi olarak çalışan 460 işçi 1 günlük grev yaptılar. Sendikalaşma hakları için yaptıkları bu grevin ardından, işçilerin sözcü olarak seçtikleri 9 işçi işten çıkartıldı.
Sivas katliamının 20 yılında, katliam Kadıköy’de düzenlenen yürüyüş ve miting ile bir kez daha lanetlendi. Alevi Bektaşi Federasyonu, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri tarafından organize edilen miting için iki ayrı noktada buluşuldu. Haydarpaşa Numune Hastanesi ve Eski Salı Pazarında toplanan binlerce kişi kortejler oluşturarak yürüyüşe geçti. Esk i Sa lı Pazarı kolunda; PSAKD üyeleri, Halkevleri, HDK, BDP, EMEP, ESP, SDP, SYKP, ÖDP, TKP, Partizan, Mücadele Birliği, Özgür Demokratik Alevi Hareketi, BDSP yürüdü. Haydarpaşa kolunda; Alınteri, Devrimci Hareket, TÖPG, Sürekli Devrim hareketi, DHF yürüdü. Biz Haydarpaşa kolunda yürüdük. “Koçgiri, Ağrı, Zilan, Dersim, Maraş, Sivas… Tüm katliamların hesabı devrimle sorulacak!” pankartı arkasında kortej oluşturduk. Kortejimizde YDİ Çağrı, Yeni Dünya Gençliği, Yeni Kadın Dünyası flamaları taşındı. Yürüyüş boyunca; “Sivas’ın katili faşist TC devleti, Faşizme ölüm tek yol devrim!, Zam, zulüm, işkence, işte faşist TC!, Katliamcı devlet yıkacağız elbet!, Faşizme karşı omuz omuza!, Her yer Taksim her yer direniş!, Halkların kardeşliği için
tek yol devrim!” vb. sloganlarını sıklıkla attık. Miting programı saygı duruşuyla başladı. Sivas katliamında katledilenlerin isimleri tek tek okundu, kitle hep bir ağızdan "burada" yanıtını verdi, "Sivas şehitleri ölümsüzdür!, Sivas'ın ışığı sönmeyecek!, Gün gelecek devran dönecek katiller halka hesap verecek!" sloganlarını attı. PSAKD Genel Başkanı Kemal Bülbül mitingin ilk konuşmasını yaptı. Hükümetin "teklik" politikasını eleştiren Bülbül "Bu teklerin hiçbirini kabul etmedik, etmeyeceğiz" dedi. Hükümetin "Milli İradeye Saygı" mitinglerine dikkat çeken Bülbül, "Bu mitingler Erdoğan'ın bittiğinin gösterge-
sidir" diye konuştu. 3. Köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesini eleştiren Bülbül, "Bu ismi kabul etmiyoruz. Köprünün meydana getirdiği doğa katliamı unutuldu" diye konuştu. Cumhurbaşkanı'nın "İki devlet projesinin birine Pir Sultan, diğerine Hacı Bektaş adını veririz" açıklamasını hatırlatan Bülbül, "Bunu kabul etmiyoruz" diyerek taleplerini sıraladı: "Sivas'taki üniversitenin adını Pir Sultan Abdal Kültür Üniversitesi yap. Hacı Bektaş'a Hacı Bektaş Doğa Üniversitesi kur. Tunceli'nin adını Dersim yap, üniversitenin adını Seyit Rıza Üniversitesi yap. Ha k i kat leri A raştırma Komisyonu kur, halk lardan
maddi ve manevi özür dile." Bülbül, bir hafta sonra Madımak Oteli'nin önünde olacaklarını duyurdu, "Katledilen tüm canlarımız için Madımak'ın önüne” gelme çağrısı yaptı. Grevde bulunan Hava-İş üyesi işçiler sahneye çıktı. Kitle grevdeki işçileri, "Direne direne kazanacağız" sloganıyla karşıladı. KESK'li tutukluların ailelerinin gönderdiği mesaj okundu. Kürsüden tutuklu KESK'lilere selam gönderildi. Taksim Dayanışması adına TTB Merkez Konsey üyesi Doktor Osman Öztürk konuştu: "Sizleri AKP'nin saldırılarına rağmen direnen milyonlarca çapulcunun iradesi adına selamlıyorum" dedi. Hükümete ilettikleri taleplere hala bir yanıt alamadıklarını belirten Öztürk, "Taleplerimize yanıt alamadığımız gibi, baskı ve tutuklamalarla susturulmaya çalışılıyor" dedi. Öztürk taleplerini sıraladı: "Taksim ve Kızılay'daki yasaklara son verilmesini, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını, binlerce kişinin yaralanmasına, 4 yurttaşımızın ölmesine neden olan başta İstanbul, Ankara ve Antakya emniyet müdürleri ve valiler olmak üzere tüm sorumluların yargılanmasını, gaz bom-
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
KATLİAMIN 20. YILINDA MİTİNG
9
basının yasaklanmasını, direnişe katıldığı için gözaltına alınan ve tutuklananların serbest bırakılmasını, haklarında soruşturma açılmayacağının duyurulmasını, başta Gezi Parkı olmak üzere tüm parkların halkın kullanıma açılmasını istiyoruz." Taksim direnişi sırasında yaşamını yitiren Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert ve Ethem Sarısülük'ü hatırlatan Öztürk: "Onların onurlu ve kararlı duruşları, mücadelemizde yolumuzu aydınlatacak. Unutmuyoruz, unutmayacağız." Diyerek konuşmasını sonlandırdı. Alevi Bektaşi Federasyonu adına Avukat Muhterem Aktaş
Konuştu. Başbakan'a seslenen Aktaş, "Yavuz Sultan Selim ismini verdiğiniz 3. boğaz köprüsüne her şeyden önce doğa katliamına yol
Hukuk Köşesi Bu bölümde iş yasalarına göre açıklamalarda bulunmaktayız. Burjuva devletlerde yasalar patronlar ve sermaye yararına yapılır. İşçi sınıfı haklarını almak ve bu haklarını genişletmek için tüm yol ve araçlarla mücadele yürütmelidir. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz Hukuk mücadelesidir. Bu nedenle mücadele yürüten işçi sınıfı yasaları bilmek zorundadır.
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu – VII
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Üyelik - I
10
6356 sayılı Kanunun Üçüncü Bölümü üyelik konusuna ayrılmıştır. Kanuna göre işçi sayılan ve 15 yaşını dolduran her işçi sendikalara üye olabilir. 2821 sayılı eski kanunda bu yaş sınırı 16 idi. Sendikalara üye olmak serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanamaz. Ayrıca aynı işkolunda ve aynı zamanda birden çok sendikaya üye olunamaz. Ancak aynı işkolunda ve aynı zamanda farklı işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçiler birden çok sendikaya üye olabilirler. Eğer bu hükme aykırı bir şekilde birden fazla sendika üyeliği varsa sonraki üyelik geçersiz sayılır. Birden fazla sendikaya üye olmakla ilgili bu hükümde yenidir, 6356 sayılı yasa ile ilk defa getirilmiştir. Bir işyerinde ana işin dışında yardımcı işlerde çalışan işçiler de, işyerinin girdiği işkolunda olan bir sendikaya üye olabilirler.
açtığı için bütünüyle karşı çıkıyoruz. Bu köprüye verilecek ismin de birleştirici, kaynaştırıcı olması gerekir. Kırımlarla anılan bir ismin
bu köprüye verilmesi, köprüden her geçtiğimizde yaramızı kanatacaktır. Yol yakınken bu isimden vazgeçin. Ülkemizin Yavuz Selim'e değil aklı selime ihtiyacı var" dedi. Mitingde yapılan konuşmaların ardından Arif Sağ, Sebahat Akkiraz ve Mustafa Özarslan sahne aldı. Mitingde Taksim Gezi Parkı direnişi de selamlandı. Hükümetin, polisin faşist terörü eleştirildi. Binlerce kişi sık sık "Her yer Taksim, her yer direniş!, Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!" sloganlarını attı. Mitingde Yeni İşçi Dünyası Haziran sayısının satışı yapıldı. 23.06.2013
Kanunun üyelikle ilgili en önemli değişikliği noter şartının kaldırılmış olmasıdır. Yeni yasaya göre bir “sendikaya üyelik, Bakanlıkça sağlanacak elektronik başvuru sistemine e-Devlet kapısı üzerinden üyelik başvurusunda bulunulması ve sendika tüzüğünde belirlenen yetkili organın kabulü ile e-Devlet kapısı üzerinden kazanılır”. İşçi tarafından yapılan başvuru sendika tarafından 30 gün içinde reddedilmezse üyelik kabul edilmiş sayılır. Haklı bir neden gösterilmeden üyelik başvurusu kabul edilmeyen işçi 30 gün içerisinde dava açarak itirazda bulunabilir. Bu durumda mahkemenin kararı kesindir. Üyelik ile ilgili noter şartının ve diğer prosedürlerin kaldırılmış olması yeni yasanın en olumlu yanlarından biridir. 2821 sayılı Kanuna göre Askeri şahısların (Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı işyerlerinde bu Kanun anlamında işçi olarak çalışanlar hariç) sendikalara üye olmaları ve sendika kurmalarının yasak olduğu belirtiliyordu. Ancak 6356 sayılı yeni yasada böyle bir hüküm yok. (Madde 17) Sendikaya üye olanların aidat ödemesi gerekmektedir. Yasaya göre üyelik aidatının miktarı sendikaların tüzüklerinde belirlenen kurallara göre belirlenir. Üyelik ve dayanışma aidatları sendikanın işveren yazılı başvurusu üzerine işçinin ücretinden kesilerek sendikaya ödenir. Buna uymayan veya yaptığı kesintiyi zamanında ödemeyen işveren faiziyle ödemek zorundadır. Eski yasaya göre üyelik aidatı işçinin bir günlük çıplak ücretini geçemezdi. Bu hüküm kaldırılmış oldu. Bunun yanında eski yasada “Sendika tüzüklerine, üyelik aidatı dışında, üyelerden başka bir aidat alınacağına ilişkin hükümler konamaz.” denmekteydi. Yeni yasada böyle bir hüküm bulunmuyor. (Madde 18) iscikosesi@gmail.com adresine sorularınızı gönderebilirsiniz.
ITF’den Maltepe Belediyesi’ne Plaket Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF) Ma ltepe Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Zengin’e plaket verdi. Maltepe Belediyesi sorumluluk, sosyalcilik, katılımcı yönetim çalışmalarından dolayı ödül aldı. 26 Haziran Çarşamba günü Ma ltepe Beled iyesi Tü rk a n Saylan Kültür Merkezinde düzenlenen törene Maltepe Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Zengin,
Uluslararası Taşımacılar Sendikası ITF Proje Kordinatörü Ramazan Bay r a m, B eled iye-İş G enel Sekreteri Nihat Ayçiçek, sendika işyeri temsilcileri, işçiler katıldı. Tören i n aç ı l ı ş konu şmasını Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu ITF Proje Koordinatörü Ramazan Bayram yaptı. Bayram, “ITF’nin esas çalışma alanını belediye olmamasına rağmen sendika ve sendika
üyelerinin yaşadığı alanın çok önemli olduğunu düşündük. Çünkü işyeri ya da ikamet ettiği yerde üyelerimiz belli bir alan içerisinde yaşamaktadır. Bu n de belediyeleri değerlendirdik ve değerlendirmemiz sonucunda Maltepe Belediye Başkanı Prof.
Dr. Mustafa Zengin’e yapmış olduğu çalışmalardan dolayı onur plaketi takdim etmek istedik” diye konuştu. Maltepe Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Zengin, “Aldığımız ödüllerle, yapılan anketlerle, yaptığımız hizmetlerin karşılığını
her zaman görüyoruz” şeklinde konuştu. ITF tarafından ödüle layık görülmenin çok önemli olduğunu belirten Zengin, “Bu ödüller bazen bizi yargılayan bazen bizleri karşısına çıkaran çevrelere karşı da güçlü olduğumuzu gösteriyor. Bu
güçlülüğü bize verdiği için ITF’ye çok ediyorum” dedi. Tören B ele d i ye-İ ş G enel Sekreteri Nihat Ayçicek, Taşeron İşçileri Derneği başkanının yaptığı konuşmaların ardından sona erdi. 26.06.2013
DHL İŞÇİLERİNDEN PROTESTO Lojistik ve kargo şirketi DHL'de, TÜMTİS Sendikasına üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarılan ve 1 yıldan bu yana direnişte olan işçiler, 41. İstanbul Müzik Festivali'nin taşıyıcı sponsoru olan DHL şirketini protesto etti. 19 H a z i r a n g ü nü B e r l i n Counterpoint Ensemle Grubu'nun da katılımcısı olduğu etkinlik öncesinde Kadıköy Süreyya Operası önünde toplanan işçiler, "İstanbul Müzik Festivali Sponsoru DHL Lojistik A.Ş sendikal haklara saygı duymuyor", "369 gündür direniyorlar haberiniz var mı?", "DHL'de çıkarılan işçiler geri alınsın", "Korsan
sendika istemiyoruz" yazılı dövizler taşıdı. Etkinlik öncesinde DHL'nin sendika karşıtı tutumunu teşhir
eden broşürler de dağıtan DHL işçileri, direnişleri hakkında bilgi verdi ve destek istedi.
Konser için gelen dinleyiciler ise DHL işçilerinin eylemine ilgisiz kalmadı. Dinleyiciler, DHL'nin çalışanlarına uyguladığı baskıyı kabul edilemez bulduğunu belirtirken, bazı dinleyiciler de tepkilerini konsere katılmayarak ifade etti. İşçiler, protestonun hedefinin müzik festivali olmadığını; kültür ve sanat etkinliklerine sponsor olan şirketin Türkiye'de çalışanlarına uyguladığı sendikal baskılar ile sürmekte olan sendikal mücadeleye dikkat çekmek olduğunu dile getirdi. İşçiler, "İçeride sendika düşmanı olan şirketin dışarıda sanatsever görüntüsüyle imaj düzenlemesi"
DİSK Genel İş Sendikası ve Akdeniz Belediyesinin ortaklaşa düzenlediği “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş, Demokratik Özgürlükçü Anayasa” işçi kurultayı yapıldı. Büyükşehir Kongre Sarayında gerçekleşen işçi kurultayına sendikalar ve emek örgütleri de katılmıştı. Açılış emek davasında düşenler için dört dilde okunan enternasyonal marşı eşliğinde saygı duruşu ile başladı. Açılış konuşmasını Genel İş Sendikası başkanı Kemal Göksu yaptı. Göksu konuşmasında Gezi Parkı eylemlerinden bahsederek, “ kendinden olmayan, muhalif olanlara baskı uygulayan AKP faşizmine karşı direnişte olduklarını belirtti. 15-16 Haziran da grev ve direnişe neden olan burjuvazinin, sendika ve TİS yasalarında yapmak istediği değişikliklerle DİSK’i devre dışı bırakmaya çalışması oldu. Buna karşı işçiler üretimi durdurarak direnişe geçti. Bu direniş sonucu dönemin hükümeti yasayı geri çekmek zorunda kaldı. Bugünde aynı şeyler oluyor. AKP hükümeti sermayenin çıkarları doğrultusunda işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına saldırmaktadır. 43 yıl önce DİSK‘i kapatmaya çalışan zihniyet bugün tekrar görevde. Haklarımızı nasıl kazanacağımızı 15-16 Haziran direnişinden öğrendik” dedi.
A kden i z B eled iye Ba şk a n ı M.Fazıl Türk kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasında emeğe değer verdiklerini, bunu lafta değil pratikleri ile de gösterdiklerini belirtti. “Taksim direnişi bağlamında iktidar intikamcı dilini değiştirmelidir. Bu dili açılım süreci açısından kaygı vericidir.” Sinevizyon gösterimine geçildiğinde işçilerin önemli bir kısmı salonu terk etti. Genel İş Sendikası YK üyesi Vakkas Kılınç, 15-16 Haziran direnişi ile Gezi Parkı direnişi arasında bağ kurdu. “Gezi’de olan bir ağaç eylemi değildi. Toplumda oluşan hoşnutsuzluğun dışa vurumuydu. AKP zulmüne karşı bir direnişti. Biz her yer Taksim Her yer direniş! diyenlerin yanında olmalıyız” dedi. Emek örgütleri arasındaki kopukluğa değindi. Konferansa davetli olan Toros
Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Özer söz aldığında salon önemli oranda boşalmıştı. Özer bu durum hakkında rahatsızlığını belirterek sunumunu yapmaya başladı. Özellikle yerel yönetimler üzerinde durdu. Demokrasinin gelişmesinde yerel yönetimlerin önemine değindi. Taksim direnişini selamladı. Bu direnişi bahane ederek barış sürecini baltalamaya çalışanların olduğunu, hükümetin de eğer barış istiyorsa yalnız ben varım dilini bırakması gerektiğini anlattı. Bugün şehirlerde 56 milyon insanın yaşadığını belirten Özer, “yerel yönetimler yasasına rağmen her şey Ankara’da yönetiliyor. Bu mantık 1930’ların katı yönetim anlayışıdır. Bundan vazgeçilmelidir” dedi. Konferansa davetli olan Şair Yazar Adil Okay da kitleyi selamladı. Devlet balonlarımı geri ver
kampanyası hakkında bilgi verdi. Bu konuda kısa bir video gösterimi yapıldı. Avrupa da var olduğu söylenen sosyal hakların özellikle sosyalist sistemin çökmesi ile önemli ölçüde yok edildiğini anlattı. Okay, AB halklara özgürlük falan vermemiştir. Sovyetler Birliği bütün uluslara eşit haklar vermiştir. 21. Yüzyılda yeni örgütlenmeler geliştirmek zorundayız. Kürt hareketinin 12 Eylülden sonra geliştiğini ve fakat sınıf hareketi ile birleşemediğini vurguladı. Kadın Platformu adına Derya Narlı söz aldı. Narlı, Gezi Parkı direnişi ve direnişe destek veren kadınları selamladı. Ucuz işgücünün kadını vurduğunu belirtti. Görünmeyen emek olarak ev işinin artık ücretli iş olarak görülüp yasallaşmasını istedi. 4+4+4 eğitim sistemi ile kadını eğitimde dıştalamaya çalışıldığını ve çocuk gelinlerin çoğalmasına neden olacağını anlattı. AKP Hükümetinin 11 yıldır sürdürdüğü kadın düşmanı politikası sonucu daha çok kadın erkekler tarafından şiddete, cinsel tacize, tecavüze maruz kalmakta, öldürülmektedir dedi. İşçi kurultayı işçilerin katılımı açısından başladığı gibi bitmese de olumlu idi. 27.06.2013 Mersin’den bir Yeni İşçi Dünyası okuru
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
MERSİNDE İŞÇİ KURULTAYI
11
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
“İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ YASASI ÜZERİNE” NOTLAR
12
Değerli arkadaşlar, Yeni İşçi Dünyası Mart sayısında, “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası Üzerine” başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda, “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu”nun yasalaşma süreci ve yürürlüğe giren yeni kanun hakkında bir değerlendirme yapılmaktadır. Bu değerlendirme yazısında, problem gördüğüm sorunlar hakkında tavır takınmayı gerekli görüyorum. Ama önce yeni çıkan yasaların değerlendirilmesi bağlamında kimi saptamalar yapmak istiyorum. Baskı ve sömürünün egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Egemen sınıf ların çıkardığı her yasada onların temel kaygısı, sermayenin gücüne güç katmaktır. Eğer sermayenin egemen olduğu bir toplumsal düzende çıkarılan bir yasa, işçilerin emekçilerin lehine bir takım „iyileştirmeler“ içeriyorsa bunun iki nedeni olabilir. 1. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin geldiği boyutlar bir takım iyileştirmeler yapılmasını dayatır, zorunlu kılar. 2. Bizzat burjuvazi kapitalizmin gelişmesinde artık emek üretkenliğini arttırmak için işçi ve emekçilerin çalışma koşullarında belirli değişiklikleri gerekli görür. Her iki halde de fakat çıkan yasalar hiç bir şekilde kapitalizmin egemenliğini sorgulayan, sınırlayan yasalar olmaz. Biz yasa değişikliklerine yaklaşırken bu temel gerçeğin bilincinde davranırız. Biz eğer yasalarda işçiler ve emekçiler lehine bir değişiklik varsa, bunu tespit eder, işçileri ve emekçileri bu değişiklerden yararlanmaları için teşvik ederiz. Fakat diğer yandan yasalardaki bu gibi değişikliklerle işçiler/ patronlar arasındaki temel sorunların çözülmediğini, çözülmeyeceğini de açıkça ortaya koyar, gerçek çözümün reform(cuk)larda değil, devrimde olduğunu vurgularız. Komünistler, işçilerin yaşam koşullarındaki iyileştirmeler konusunda tarafsız kalamaz, kalmamalıdır. İşçilerin lehine olan her türlü iyileştirmeler desteklenmeli ve daha ileriye taşınması için amansız mücadele yürütülmelidir. Komünistler, işçi ve emekçilerin lehine olan yasaların asla kökten bir değişiklik olmadığının bilincindedir. Ama komünistler, ücret artışı için de, örgütlenme özgürlüğü için de, özgürlükler alanının genişlemesi için de aynı heyecanla mücadele eder. Komünistler, re-
formlar uğruna mücadeleyi yadsımaz. Reform mücadelesini devrimci mücadeleye bağlı olarak ele alır. Komünistler, kapitalist sistem içerisinde yürütülen günlük iktisadi ve siyasi mücadele ile nihai amaç arasındaki bağı birbirinden koparmaz. Komünistler, İşçi ve emekçilere, mücadele ile kazandıkları kazanımların her an geri alınabileceğini, kazanımların kalıcı hale gelebilmesi için de ücret köleliği sisteminin ortadan kaldırılması gerektiği bilincini taşır. Son dönemde, AB yasalarına uyum çalışmaları çerçevesinde, işçi sınıfının yaşama ve çalışma şartlarını doğrudan ilgilendiren birçok yasa değişikliği yapıldı. Çıkarılan kimi yasalar hakkında YİD sayfalarında tavır takınılıyor. Eski yasa ile yeni yasa karşılaştırması yapılıyor. Bu yapılırken yer yer yapılan yasa değişikliklerinde, işçilerin, emekçilerin lehine olan maddelerin olumlu olduğunu söylemekten kaçınılıyor. AKP karşıtı cephenin kimi söylemlerinden etkileniliyor. Olumlu sayılabilecek kimi maddeler yanlış yorumlanıyor. Ret edilmesi mümkün olmayan maddeler hakkında, pratikte uygulanmayacağı gerekçesi ile karşı çıkılıyor. Tabii ki belirleyici olan kâğıt üzerinde yazılı olan değil, uygulama. Ve birçok halde uygulama yasalardan kötü. Ve tabii ki bunun teşhir edilmesi gerek. Bu bir görev. Fakat bu teşhir işinde bizim işçilere vereceğimiz bilinç ne olmalı? „Bu yasalar var ama zaten uygulanmaz“ mı? Yoksa „Bu yasalar var. Uygulanmıyorlar. Bu yasal haklarımızı kullanalım. „ mı? Bence ikincisini yapmamız gerek! Gelinen aşamada, kâğıt üzerinde işçiler ve emekçiler yararına olan birçok yasa var. Görevimiz, uygulanmayan yasaların pratikte uygulanması için mücadele etmek ve işçi sınıfını doğru bir temelde aydınlatmaktır. Görevimiz, kimi „sol“ sendikacıların söylemlerini değil, bağımsız siyasetimizi ortaya koymaktır. Görevimiz, yeni çıkan yasaları eski yasalar ile karşılaştırmak ve yeni yasalarda olumlu sayılabilecek maddeleri açıkça ortaya koymaktır. Kimi yasalarda olumlu maddelerin olduğunu söylemek, AKP savunuculuğu değildir. AKP işbirlikçi büyük burjuvazinin talepleri doğrultusunda yaptığı bu değişiklikleri keyfinden ya da işçi dostu olduğundan yapmıyor! Bu açık. Ve biz bunu açık söylüyoruz, söyleriz.
Fakat eğer değişikliklerde işçiler lehine, işçiler tarafından kullanılabilecek şeyler varsa, bunu da açıkça tespit etmekten çekinmeyiz. Şimdi “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası Üzerine” YİD’nin yaptığı değerlendirmeye geçebiliriz. Üzerinde konuştuğumuz kanun 6331 sayılı kanundur. Bu kanun 38 maddeden oluşmaktadır. YİD, emekçileri yakından ilgilendiren bu kanunu ele alıp incelemektedir. YİD, “kanunlaşmaya giden süreç” (YİD Mart sayısı, sf. 3) başlıklı bölümü olduğu gibi Özgürlük Dünyası dergisinden almıştır. Bu makale Türk Tabipler Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi’nde de yayınlanmıştır. Tabii ki YİD, yasanın kanunlaşma sürecindeki gelişmeleri okuyucularına aktarmak için araştırma yapabilir, yapmalıdır da. Ama başkalarının yazdıklarının noktasına virgülüne dokunmadan YİD sayfalarına taşınması doğru bir yöntem değildir. Y İD’nin de belir t tiğ i gibi, Türkiye tarihinde ilk defa ayrı bir yasa olarak “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu” çıkarılmıştır. Ayrı bir kanunun çıkması bile bir olumluluktur. Ama YİD soruna böyle yaklaşmıyor. YİD, 4857 sayılı İş Kanunu’na atıfta bulunarak şöyle diyor: “Şimdiye kadar İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili maddeler 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. Bölümü içerisinde “İş Sağlığı ve Güvenliği” ana başlığında 77 ve 89 arası maddeleri kapsıyordu. Ve güya 2004 yılının Nisan ayı başında çıkarılan “İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları hakkındaki yönetmelik” ile pratiğe uygulanı yordu. Oysa bu maddelerin pra tiğe nasıl uygulanmadığını her gün yaşanan iş cinayetlerinden görmek mümkün.” (Agy, sf. 3) YİD, 6331 sayılı kanunun değerlendirmesine geçmeden önce tavrını olumsuz olarak ortaya koyuyor. Gerekçesi nedir? Şimdiye kadar İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili maddeler 4857 sayılı İş Kanunu’nun içerisinde vardı. Ama bu maddeler uygulanmadığı için iş cinayetleri yaşandı. Yasa hükümleri pratikte uygulanmıyor veya eksik uygulanıyor gerekçesi ile en başından konulması gereken tavır bu olamaz, olmamalıdır. Önce Türkiye tarihinde çıkarılan bir yasada, çalışanların lehine hükümler varsa bunlar açıkça ortaya konulmalıdır.
Yasanın bu yanıyla olumlu olduğu en başa konulduktan sonra, işçilere ve emekçilere bu yasanın pratikte uygulanması için mücadele çağrısı yapılmalıdır. Öncelikle işçilerin ve emekçilerin kendi haklarını bilmesi gerekir. İşçilere taşıyacağımız mesaj şu olmalıdır. Yasa koyucu kimi eksikliklere rağmen “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu” çıkarmıştır. Bu yasanın işletmelerde ve kamu kurumlarında uygulanması için işverenler zorlanmalıdır. Yasanın uygulanmadığı işletmelerde ve kamu kurumlarında, yasanın uygulanması için hukuksal zeminde mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Bu kanunun 2. maddesi, yasanın hangi alanları kapsayacağını açıklamaktadır. YİD bu yasa bağlamında şöyle diyor: “ İlk bakışta sanki gerçekten de tüm işyerlerinde uygulanacakmış gibi görünüyor. Fakat güvenlik güçleri, afet ve acil durum birim leri, ev hizmetleri ile yanında işçi çalıştırmayan esnaf işyerleri bu yasanın dışında bırakılıyor.” 4857 sayılı İş Kanunu’na göre, “sanayiden sayılan, devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran ve altı aydan fazla sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde her işveren bir iş sağlığı ve güvenliği kurulu kurmakla yükümlü” idi. Yeni yasa bu ayrımları ortadan kaldırdı. Yeni yasa, “kamu ve özel sektöre ait bütün işlere ve işyerlerine, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine, çırak ve stajyerler de dâhil olmak üzere tüm çalışanlarına faaliyet konularına bakılmaksızın” uygulanacaktır. Yeni yasada 50 işçi sınırı kaldırıldı. Sigortalı en az bir işçi çalıştıran bütün işyerleri bu kanun kapsamına girmektedir. Bu kanun apartmanları, vakıf ve dernekleri de kapsamaktadır. Yasa kapsamına; “Fabrika, bakım merkezi, dikimevi ve benzeri işyerlerindekiler hariç Türk Silahlı Kuvvetleri, genel kolluk kuvvetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının faaliyetleri, afet ve acil durum birimlerinin müdahale faaliyetleri, ev hizmetleri, çalışan istihdam etmeksizin kendi nam ve hesabına mal ve hizmet üretimi yapanlar, hükümlü ve tutuklulara yönelik infaz hizmetleri sırasında, iyileştirme kapsamında yapılan iş yurdu, eğitim, güvenlik ve meslek edindirme faaliyetleri” alınmamaktadır. YİD, eski yasa ile yeni yasayı so-
destekte bulunacağı belirtilmektedir. Çalışan sayısı 1-9 arası olan işyerlerinin aylık iş sağlığı ve güvenliği ödemelerini devlet üstleniyor. Doğrusu da budur. Burada yanlış olan nedir? Yasanın hiçbir yerinde, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin yerine getirilmesinin, işçilerin ödeyeceği primlere bağlı olduğu şeklinde bir ibare yoktur. Kanunun 6. maddesi, her işverenin iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve diğer sağlık personeli görevlendirmesi gerektiğini belirlemiştir. İş yerleri, sağlık personelini iş yerinde istihdam edilebileceği gibi, “bu hizmetin tamamını veya bir kısmını ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alarak yerine” getirebilecektir. Yani sağlık personeli olmayan işyerleri, işyeri dışındaki kimi sağlık kurumları ile anlaşma yapabilir. Dışardan hizmet almaya “belirli bir kesime pazar oluştur”duğu gerekçesi ile karşı çıkılıyor. İşletmelerde istihdam edilecek sağlık personeli de pazar oluşturmuyor mu? Öne sürülen gerekçe ve eleştiri yanlıştır. İşyerleri tehlike derecesine göre sınıflandırılıyor. YİD, yasada yer alan iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi istihdamı konusunda şartlara bağlı geçiş sürecini özetledikten sonra şöyle diyor: “Buradaki sor un ise geçiş sürecine rağmen bütün işyerlerine yetecek kadar iş güvenliği uzmanı ve işyeri heki minin sağlanıp sağlanamayacağı sorunudur.” Yeterli iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekiminin yetiştirilmesi, sağlanması devletin görevidir. Yasa koyucu yasa yaptığına göre, yasada güvence verdiği yükümlülükleri yerine getirmek zorundadır. Yerine getirmiyorsa, devleti teşhir etme ve yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı mekanizmalarının oluşturulması gerekir. Yasanın pratikte uygulanması için bize düşen görev, mücadele ve çalışanların doğru eğitilmesidir. İşveren, işyerinin değişik bölümlerindeki riskler ve çalışan sayılarını göz önünde bulundurarak, dengeli dağılıma özen göstermek kaydıyla, çalışanlar arasında yapılacak seçim veya seçimle belirlenemediği durumda atama yoluyla çalışanların temsilcilerini belirlemek zorundadır. Bu düzenleme, yasanın 20. maddesinde yer almaktadır. Buna göre; a) İki ile elli arasında çalışanı bulunan işyerlerinde bir. b) Elli bir ile yüz arasında çalışanı bulunan işyerlerinde iki. c) Yüz bir ile beş yüz arasında çalışanı bulunan işyerlerinde üç. ç) Beş yüz bir ile bin arasında çalışanı bulunan işyerlerinde dört. d) Bin bir ile iki bin arasında çalı-
şanı bulunan işyerlerinde beş. e) İki bin bir ve üzeri çalışanı bulunan işyerlerinde altı. YİD, yasanın 20. maddesini özetledikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: „Fakat biz biliyoruz ki “işçilerin söz sahibi olması” ve “katılımının sağlanması” gibi söylemler palavradan öteye gidemeyecektir. Çünkü yasada yer alan işçi ve emekçinin gerekli iş sağlığı ve gü venliği tedbirlerinin alınmaması halinde “çalışmaktan kaçınma hakkı” ve “çalışanların görüşle rinin alınması ve katılımlarının sağlanması” gibi “haklar” iş gü vencesinin yasal güvence altına alınması halinde üzerinde konu şulabilir bir şeydir. Aksi halde sesini çıkaran “işçinin/emekçinin işten atılma hakkı”ndan öteye gidemeyecektir.“ YİD’nin yaklaşımı bu. Ama bu yaklaşım ve yöntem doğru değil. YİD, açıkça bu yanlıştır demediği yasa maddesi hakkında ya pratikte uygulanamaz, ya da bu „söylemler palavra“dır diyerek karşı çıkıyor. İşyerlerinde, iş sağlığı ve güvenliği için işverene önerilerde bulunacak, gerekli tedbirlerin alınmasını istemek gibi konularda işyerindeki tüm çalışanlarla işveren arasındaki iletişimi sağlayacak bir iş sağlığı ve güvenliği çalışan temsilcisi (temsilcileri) görevlendirilecektir. Sendika bulunan işyerlerinde, sendika temsilcisi aynı zamanda çalışanların temsilcisi olarak görev yapabilecektir. Yasanın 13 maddesi „çalışmaktan kaçınma hakkı“nı düzenlemiştir. Yakın tehlike ile karşı karşıya kalan işçiler, kurula, kurulun bulunmadığı işyerlerinde işverene başvurarak tehlike durumunun tespit edilmesi hakkına sahiptir. İşçilerin istemi üzerine, kurul veya işveren acil toplanarak karar alma ve aldığı kararı işçilere yazılı olarak bildirme yükümlülüğüne sahiptir. Çalışanların bir tehlike durumunda, çalışmaktan kaçınma hakkı vardır. Ciddi ve yakın tehlikeyle karşı karşıya kalma ve talep edilmesine rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda çalışanlar, çalışmaktan kaçınma hakkına sahiptir. Çalışanların, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmadığı dönemin ücretini alması ve gerek kanunlardan gerek ise iş sözleşmelerinden doğan haklarının kısıtlanmaması güvence altına alınmıştır. Bizim yapmamız gereken, işçileri bu haklarını almak için mücadeleye çağırmak, örgütlemektir. Bu yasal hakların patronlar tarafından yerine getirilmediği şartlarda bunu teşhir etmek, mücadele için kullanmaktır. Bu yapılacak
yerde „zaten olmaz“ „palavradır“ vs. ile „teşhir“ işçileri pasifizme iten bir yöntemdir. Yanlıştır. Yasanın 17. maddesinin 3. şıkkında „Mesleki eğitim alma zorunluluğu bulunan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde, yapacağı işle ilgili mesleki eğitim aldığını belgeleyemeyenler çalıştırılamaz.“ hükmü yer almaktadır. YİD’nin yine itirazı var. Şöyle deniyor: „Bunun da ne kadar pratiğe uygulanacağını göreceğiz. Çünkü bu kişilerin eğitimi hem devlet hem de patronlar için ek maliyet anlamına gelecektir.“ Yine şu pratik meselesi. Pratiğe uygulanmıyorsa çalışanların görevi, yasada yazılanların pratikte uygulanması için çalışmaktır, mücadele etmektir. Nasıl uygulanacağı, uygulanıp uygulanmayacağı esas olarak işçi sınıfının bu haklara sahip çıkmasıyla belirlenecektir. Budur söylenmesi gereken. Yasanın 26. maddesi idari para cezalarını düzenlemektedir. YİD, 26. maddede düzenlenen para cezalarını özetliyor. Özetin ardından şu yorum yapılıyor: „Yasa, işverenlere yaptırımları artırıyor, ancak yerine getirilmeyen yaptırımlar için işverenlere caydırıcı cezaları öngörmüyor.“ Yeni yasanın işverenlere yaptırımları artırması, eski yasa ile karşılaştırıldığında olumlu bir adımdır. Öncelikle bunun adının konulması gerekir. Yerine getirilmeyen yaptırımlar için, cezalar aylık olarak hesaplanıyor. Denetim dışı kalacak olan işverenlerin hiçbir zaman yaptırımlara maruz kalmayacağı iddia ediliyor. Denetim yapılmayan işyerlerinde çalışanların görevi, aynı zamanda denetimin sağlanması için girişimlerde bulunma zorunlulukları da var. İşverenler için öngörülen cezalar, yaptırımlar evet yeterli değildir. Yasaya bu yönden eleştiri getirmeli, daha ağır cezalar talep etmeliyiz. Ama burada da sorun eski yasa ile yeni yasanın karşılaştırılması ve yeni yasanın eski yasaya oranla olumlu olduğunun tespit edilmesidir. YİD, yeni yasayı değerlendiriyor ve yeni yasanın „esas olarak patronların çıkarlarını gözeten bir yasa“ olduğu sonucuna varıyor. Doğru. Fakat kapitalizm şartlarında bu genel doğru bütün yasalar için geçerli. Burada Türkiye tarihinde ilk defa çıkan ve çalışanların lehine olan birçok hüküm YİD tarafından görülmüyor. Ret edilmesi mümkün olmayan hükümler bağlamında da pratikte uygulanamaz gerekçesi ile ret ediliyor. YİD’nin yeni çıkan yasaları bu bakış açısıyla değerlendirmesi bana yanlış görünüyor. 27.05.2013 Yeni İşçi Dünyası Okuru.
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
mut olarak yan yana koyup karşılaştırma gereği duymamakta ve yeni yasada olumlu olan hükümlerin olumlu olduğunu söylemekten imtina etmektedir. YİD, yasayı tersten eleştirmeye kalkmakta ve yanlış yapmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, genel kolluk kuvvetleri ve MİT’in bu yasa kapsamına girmesine zaten gerek yoktur. Ülkelerimizde en ayrıcalıklı konumda olan bu kurumlardır. Sigortalı işçi çalıştırmayan kendi adına iş yapan esnafların bu yasa kapsamına alınmamasının da anlaşılır bir yönü vardır. Ev işlerinin ücretlendirilmesi evet bizim talebimizdir. Yasa eleştirilecekse, eksikliklerine rağmen yasanın olumlu olduğu ve bunun pratikte uygulanması için mücadele çağrısı yapılması gerekmektedir. Bu sistemde, sermayenin çıkarları temelinde yasa yapanlardan zaten sosyalist yasalar yapmasını beklemiyoruz. Bu yasanın uygulama alanı oldukça geniş bir alandır. Üretimin yapıldığı bütün alanlarda bu yasa geçerlidir. YİD’nin “İlk bakışta sanki gerçekten de tüm işyerlerinde uygulanacakmış gibi görünüyor” şeklindeki eleştirisi gerçeği yansıtmıyor. Evet, bu yasa sanayiden sayılan bütün işyerleri için geçerli bir yasadır. Devam edelim. YİD şöyle yazıyor: “Yasa, işyerlerinde verilmesi zor unlu olan işyeri sağlık ve güvenlik hizmeti ile ilgili işçi sayısı sınırını kaldırdığını belirtmesine rağmen gerçekte sayıyı 10 işçi sınırına indiriyor. Çünkü 1–9 işçi/ emekçi çalıştıran işyerlerindeki hizmetin “ küçük işyerlerine ek maliyet bind irmemek” amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından destekleneceği belirtiliyor. Böylelikle aslında bu işyerlerinin faturası devlete değil adına prim ödenen işçilere/ emekçilere kesilirken;10 ve üzeri işçi/emekçi çalıştıran işyerlerinde ise “dışarıdan hizmet alma” ibaresi ile hizmetin piyasa koşullarında verilmesinin zeminini hazırlayarak belirli bir kesime pazar oluşturuyor.” YİD’nin burada yazdıkları gerçekleri yansıtmamaktadır. YİD, yasa “gerçekte sayıyı 10 işçi sınırına indiriyor” diyor. Bu tezin gerekçesi ise, 1-9 işçi çalıştıran işyerlerinde primlerin işçilerin ödeyeceği iddiasıdır. Yasanın 7. maddesinde, “iş sağlığı ve güvenliği” hizmetlerinin nasıl destekleneceği ortaya konulmuştur. 10’dan az çalışanı olan ve tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinin, ekonomik varlıklarını sürdürebilmesi için, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin yerine getirilmesinde, bakanlığın maddi
13
“ “İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ YASASI ÜZERİNE” NOTLAR” BAŞLIKLI YAZI ÜZERİNE KISACA…. Yeni İşçi Dünyası’nın Mart sayısında, “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası Üzerine” başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazımızda, “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu”nun yasalaşma süreci ve yürürlüğe giren kanun hakkında bir değerlendirme yapmaya çalıştık. “İşçi sağlığı ve güvenliği yasası üzerine” notlar” başlıklı yazısında okurumuz, sorun gördüğü noktalarda tavır takınıyor, eleştiriler getiriyor. Okurumuzun eleştirileri konusunda tavrımız kısaca şöyle: *Genel olarak burjuvazinin egemen olduğu şartlarda, çıkarılan yasalara karşı yaklaşımımızın ne olması gerektiği hakkında, okurumuzun yaptığı tespitleri doğru buluyoruz. *”Son dönemde, AB yasalarına uyum çalışmaları çerçevesinde, işçi sınıfının yaşama ve çalışma şartlarını doğrudan ilgilendiren birçok yasa değişikliği yapıldı. Çıkarılan kimi yasalar hakkında YİD sayfalarında tavır takınılıyor. Eski yasa
ile yeni yasa karşılaştırması yapılıyor. Bu yapılırken yer yer yapılan yasa değişikliklerinde, işçilerin, emekçilerin lehine olan maddelerin olumlu olduğunu söylemekten kaçınılıyor. AKP karşıtı cephenin kimi söylemlerinden etkileniliyor. Olumlu sayılabilecek kimi maddeler yanlış yorumlanıyor.” Okurumuzun bu eleştirisi doğrudur. AKP hükümetinin çıkardığı kimi yasalara takındığımız tavırlarda, yer yer anti AKP cephenin tavırlarından etkilendik. Örneğin Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, 4+4+4 kademeli eğitim sistemi hakkında takındığımız ve okurlarımızdan gelen eleştiriler sonucu düzelttiğimiz tavırları bu duruma örnek olarak verebiliriz. *”YİD, “ kanunlaşmaya giden süreç” (YİD Mart sayısı, sf. 3) başlıklı bölümü olduğu gibi Özgürlük Dünyası dergisinden almıştır. Bu makale Türk Tabipler Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi’nde de ya-
Eğitim Köşesi
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
BORSALAR I
14
Borsalar, kapitalist ekonominin ayrılmaz bir parçası, kapitalist ticaretin bütün biçimlerinin, öncelikle de para ve “değerli kağıt” ticaretinin (tahvil-hisse senedi) büyük çapta örgütlendiği, çok önemli ölçüde spekülasyon alanı olan kurumlardır. Üretim içinde yer alan sermayenin para biçimi, üretken biçim ve meta biçimidir. Kapitalizmin gelişmesi içinde, sanayi sermayesi ticaret sermayesi ve banker sermayesi (faiz karşılığı borç verilen sermaye) ayrışır. Banker sermayesi de ticaret sermayesi de dolaşım alanında yer alır. Banker sermayesinin hareket biçimi, daha fazla para alabilmek için borç para vermek (kredi vermek) olduğu, P-P1 formülü, bu hareketin şematik ifadesidir. Burada artık para sermayesinin sahibi, bu sermayeyi geçici olarak, artı değere el koyabilmesi için sanayi kapitalistinin hizmetine sunma durumundadır. Bu hizmetin karşılığında ondan verdiği borca ek olarak bir fazlalık, faiz almaktadır. Bu aslında sermaye mülkiyetinin artık net bir biçimde, sermayenin doğrudan üretimde kullanılmasından ayrılması anlamına gelir. Hangi yolla elde edilirse edilsin, anda mümkün olan en fazla para sermayeye sahip olmak ve bunu sürekli çoğaltmak her kapitalist açısından temel amaç hale gelir. Tek tek kapitalistler sermayenin yoğunlaşmasına paralel olarak, sahibi oldukları işletmeler adına hisse senetleri çıkararak, bu hisse senetlerini satın alanları, hisse senedinin değeri oranında firmalarına ortak ederler. Ortaya bu biçimde anonim şirketler çıkar. Daha 17. Yüzyılın başında ilk kez görülen anonim şirketler, yani “pay ortaklı” şirketler, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren kapitalist büyük işletmenin esas biçimi haline gelir. Hisse senedi sahibine,
yınlanmıştır. Tabii ki YİD, yasanın kanunlaşma sürecindeki gelişmeleri okuyucularına aktarmak için araştırma yapabilir, yapmalıdır da. Ama başkalarının yazdıklarının noktasına virgülüne dokunmadan YİD sayfalarına taşınması doğru bir yöntem değildir.” Başkalarının yazdıklarını olduğu gibi doğru buluyorsak, YİD sayfalarına bunun taşınması yanlış değil. Yanlış olan aktarılanların başkasına ait olduğunun belirtilmemesi ve kaynak verilmemesidir. * “YİD, 6331 sayılı kanunun değerlendirmesine geçmeden önce tavrını olumsuz olarak ortaya koyuyor.” “Önce Türkiye tarihinde çıkarılan bir yasada, çalışanların lehine hükümler varsa bunlar açıkça ortaya konulmalıdır. Yasanın bu yanıyla olumlu olduğu en başa konulduktan sonra, işçilere ve emekçilere bu yasanın pratikte uygulanması için mücadele çağrısı yapılmalıdır.”
Okurumuzun bu eleştirisini ve nasıl yapmak gerektiği konusundaki önerisini doğru buluyoruz. *”YİD, eski yasa ile yeni yasayı somut olarak yan yana koyup karşılaştırma gereği duymamakta ve yeni yasada olumlu olan hükümlerin olumlu olduğunu söylemekten imtina etmektedir.” Okurumuzun bu eleştirisini ve 6331 sayılı yasanın nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda yaptığı tespitleri, bu konuda bizim yanlış tespitlerimize yönelen eleştirilerini doğru buluyoruz. Yazılarımızı eleştirel bir bakışla okuyan okurlarımızdan gelen eleştiriler bizi ilerletiyor. Yaptığımız yanlışları görmemizi sağlıyor. “İşçi sağlığı ve güvenliği yasası”nı değerlendirdiğimiz yazıda, yaptığımız yanlışları görmemizi sağlayan okurumuza teşekkür ediyoruz. Okurlarımızdan aynı duyarlılığı sürdürmelerini istiyoruz. 07.07.2013 Yeni İşçi Dünyası
üzerinde belirtilen miktar oranında, şirketin kazanç dağılımından pay alma hakkı kazandıran değerli kâğıttır. Değerli kağıtlar halinde var olan ve sahibine kardan pay hakkı kazandıran sermaye artık en soyut biçimine ulaşmış, üretimle bağı hemen tamamen kopmuş ve bir spekülasyon aracı haline gelmiş fiktif (varsayımsal) sermayedir. Anonim şirketler, yalnızca üretim alanında değil, dolaşım alanında, yani değer ve artı değer üretmeyen alanlarda da çıktı. Bunların yanında devletler de, piyasaya borç senetleri sürerek, fiktif sermayenin, dolayısıyla fiktif sermaye ile borsada oynanması imkanlarını arttırdılar. Gelişmiş kapitalizmde borsaların gerçek işlevlerini kavramak açısından fiktif sermayenin ne olduğunun bilince çıkarılması belirleyici önemdedir. Borsa, çıkış noktasında, kapitalizmin gelişmesine koşut olarak, ticaret kapitalistlerinin ve tefeci/bankerlerin dolaşımı hızlandırabilmek amacıyla belli alanlarda bir araya gelme ihtiyacından doğdu. İlk borsalar Avrupa’nın ticaret merkezlerinde ortaya çıktı. Borsa kavramının, Brügg’lü (bugünkü Belçika) bir banker ailesinin adı olan von der Burse’den türediği varsayılır; bunların Brügge’deki malikaneleri 1487’de Avrupa’nın en önemli borsası idi. Borsalar kuruluşlarında doğrudan doğruya ticaret kapitalistlerinin ve tefeci/bankerlerin, ancak üye olanların girebileceği özel kurumları oldu. Başlangıçta ve oldukça uzun bir süre, borsalar gerçek metaların ve borç verilen sermayenin büyük çapta alınıp satılma kurumları olarak işlev gördü. Dolaşımı hızlandırıcı rolleri kapitalizmin gelişmesinde önemli rol oynadılar. Para ticaretinin, giderek meta ticaretinin yerini alması; fiktif sermayenin giderek artması ve 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra belirleyici hale gelmesi; kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde, sanayi sermayedarlarının da elinde önemli ölçüde anda yeniden üretime sokulması fazla kar getirmeyecek olan sermaye fazlası borsaların önemini artırdı, işlevini değiştirdi. Başlangıçta kapitalist ekonominin tali bir görüntüsü olan borsalar, kapitalist ekonominin en önemli unsurlarından biri haline geldiler. 07.07.2013
Mısır’ da Ordu bir y ı l önce seçimle işbaşı na gelen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı darbe yaptı. Mursi Cumhurbaşkanlığından azledildi. Mu r s i t a r a f ı n d a n G e n e l Kurmay Başkanlığı ve Savunma Bakanlığına atanan Abdulfettah el Sisi, bütün kuvvet komutanlarını yanına alarak canlı yayınlanan basın toplantısı yaptı. Basın toplantısına, El Ezher Şeyhi Ahmed et Tayyip, Mısır Kıpti Ortodoks Kilisesi Patriği Kardinal Tovadros, Kendine Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) adını veren, seçimlerde fazla bir varlık gösteremeyen, batıda “liberal” olarak tanıtılan örgütün liderlerinden eski Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed el-Baradey, Nur Partisi Genel Başkanı Celal Merra, Tahrir meydanında günlerdir toplanan ve Mursi’nin istifası taleplerini dile getiren “Temerrüd” (İsyan) Hareketinin temsilcileri olarak tanıtılan kimi kişiler de katıldı. Sisi şu açıklamaları yaptı: “Mursi’nin cumhurbaşkanlığı geçerli değildir. Anayasa askıya alınmıştır. Anayasa Mahkemesi başkanı geçici olarak cumhurbaşkanlığı görevine vekâlet edecektir ve anayasal açıklamalar yapma yetkisine sahiptir. Anayasa Mahkemesi Başkanı, seçim yapılana kadar cumhurbaşkanlığı görevini yürütecektir. Uzmanlardan oluşacak teknokrat bir hükümet kurulacak. Anayasa için taslak oluşturacak, bu taslak için ulusal çıkarlar gözetilecek, gerekli önlemler alınacak. Mısır ordusu Mısır halkı için bütün barışçıl protestolara da izin verecektir. Bu adım vatanın selameti, ulusun birliği açısından atılmak zorunda kalınmıştır. Hukukun üstünlüğü çerçevesinde bu rolü üstlenmiş bulunuyoruz. Ulusal kurumlar devrede olacak ve karar verici kurumlar çalışacak. Bütün taraflar uzlaştıktan sonra seçimler yapılacaktır. Ulusun yeniden inşasında hiç bir güç dışlanmayacak, bütün güçlerin katılımı sağlanacaktır.” El Sisi bu açıklamaları yaptığı sırada Tahrir Meydanında toplanmış olan yüz binlerce kişi açık faşist bir askeri darbeyi coşkuyla selamlıyordu. Başka meydanlarda toplanmış yüz binler de darbeyi lanetliyor,
kan ve can pahasına bu darbeyi kabul etmeyeceklerini söylüyordu. Taraftarlarına ulaşan son mesajında Mursi, darbeyi kabul etmediğini, kendisinin Mısır’ın seçilmiş cumhurbaşkanı ve ordunun da kumandanı olduğunu açıklıyor, taraftarlarını şiddet kullanmaksızın darbeye karşı direnmeye çağırıyordu. Aslında iki gün önceden tarihi bildirilmiş bir askeri darbe idi bu. 1 Temmuz’da Ordu Mursi’ye 48 saat mühlet verdi. 48 saat içinde ya “siyasetçiler” vatanın ve milletin çıkarları gereği anlaşacaklar ya da ordu “gerekli adımları atacaktı”. Mısır’da Baasçı faşist bürokrat elitin Ocak 2011’deki halk ayaklanması ertesinde o zamana kadarki şefleri olan Mübarek’i feda etmek zorunda kalmaları ertesinde, yapmak zorunda kaldıkları ilk seçimde siyasi iktidarı Müslüman Kardeşler örgütüyle paylaşmak zorunda kalmaları hiç istemedikleri bir sonuçtu. Seçimlerden birinci parti olarak çıkan Müslüman Kardeşler örgütü siyasi iktidar mevkilerini kendi lehine ve egemen Baasçı bürokrat elit aleyhine genişletmeye başladığında, yerleşik iktidar sahiplerinin en başta ordunun, güvenlik güçlerinin, yargının, devlet bürokrasisinin devrim ve demokrasiyi savunma adına direnişi başladı. Mursi’nin yeni Anayasa’nın hazırlanması aşamasında, ordunun yetkilerini geçici olarak kendinin üzerlenmesini istemesi ile ordu ve bürokrasinin esası ile Mursi arasındaki geçici ittifak da bozuldu. Bu noktadan itibaren Mısır’ın yarı resmi yayın organı El Ahram’ın daha 1 Temmuz’da başlıkta ilan ettiği gibi Mursi’nin kaderi belli olmuştu: Ya istifa ya Azil! Bu gerekli adımların bir bölümü zaten kamuoyu oluşturma konusunda Müslüman Kardeşlerin se-
çim kazanması ertesinde çoktan atılmaya başlanmıştı. Anayasa’da Şeriat’a atıf lar –bu atıf ların Mübarek dönemi Anayasasında da var olduğu unutulup, unutturularak- ülkenin Ortaçağ karanlığına götürüleceğinden endişeli kitleyi sokağa dökmek için ustaca kullanıldı. Ocak 2011’in kazanımlarının şimdi de Müslüman Kardeşlerin şeriatçı diktatörlüğü tarafından yok edileceğinden korkan, sübjektif olarak daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyen, bunun için sokağa çıkan on binlerce, yüz binlerce insanın haklı protesto ve talepleri, kendi iktidarlarının kirli “mücadelesini” yürüten Baasçı bürokrat elit tarafından askeri darbenin kaldıracı olarak kullanıldı. “Her yer Tahrir! Her yer Direniş”! 2011 Ocağının Mübarek’i silip süpüren devrimci isyanının bu muhteşem sloganı, 2013 Temmuz’unda askeri darbe kutlamalarının sloganı oldu. Bu, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin örgütsüzlüğünün doğal sonucudur. Ne yazık ki, örgütsüz halkın haklı talep ve mücadeleleri egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşının aracı/kaldıracı olarak kullanılabilmekte, her “yarı devrimi” bir “tam karşı devrim” izleyebilmektedir. Yine de hiç bir şey boşa değildir. Emekçi yığınlar bu mücadelelerde kendi siyasi deneyimlerini edinmekte, öğrenmektedir. Ne biri ne ötek i! Bi z ne İslam soslu “mu h a f a z a k â r demokrasi“, ne de güya laiklik adına savunulan Baasçı / Kemalist diktatörlük lerden ya nay ı z . Bunlar gerçekte aynı sömürücü
sınıfların değişik kesimlerinin işçiler emekçiler üzerindeki diktatörlükleridir, yoktur birbirlerinden özde farkları. Fakat burjuvazinin egemen olduğu yerde, bu gerçeği hiç unutmadan, mümkün olan en geniş demokrasiden yana olmalıyız. Doğrudan demokrasinin araç ve gereçleri ne kadar gelişkin olursa, işçi ve emekçilerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi için imkânlar o ölçüde artar. Bu yüzden ne adına olursa olsun askeri darbelere ilke olarak karşıyız. Halkın oyuna, sonuç ne olursa olsun saygı gösterilmesi burjuva demokrasisinden minimum talebimizdir. Çoğunluk adına, çoğunluğu temsil etme iddiasıyla, azınlığın hiçe sayılmasının burjuva anlamda demokrasi ile ilgisi olmadığı gibi; çoğunluk iradesinin yokmuş sayılması, sadece kendinin halk diğerlerinin hiçe sayılması da o demokrasiden o kadar uzaktır. Mısır’daki askeri darbeyi lanetliyor, bu darbeye hangi gerekçe ile olursa olsun destek verilmesini kınıyoruz! Türkiye, Kuzey Kürdistan’da Mısır’daki darbeye gıptayla bakıp, ona öykünen darbecileri lanetliyoruz. Hiç kimsenin seçilmiş bir hükümeti seçim dışı bir yolla dev irme hak k ı yoktur. Devrim, işçi sınıfının ve emekçi yığınların çoğunluğunun ona sahip çıkmasını gerektirir. Yoksa devrim değildir. İşçileri, emekçileri gerçek demokrasi ve özgürlüğün ancak kendi siyasi iktidarlarında gerçekleştirebileceklerinin bilincinde; burjuvazinin iktidar dalaşının parçası olmamaya çağırıyoruz. İşçilerin, emekçilerin iktidarı için, gerçek demokrasi ve özgürlük için, sömürüye karşı, yeni bir dünya için, sosyalizm için mücadeleye! Örgütlenmeye! 07.07.2013
Temmuz 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
MISIR’DA ASKERİ DARBE… NE SİSİ, NE MURSİ, NE BAASÇI, NE DE DİNCİ DİKTATÖRLÜK!
15
DÜNYADAN İŞÇİ HABERLERİ ILO TÜRKİYE'Yİ KARA LİSTEYE ALDI
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) her yıl hükümet, işçi ve işveren temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen konferanslarının 102'incisi 5-20 Haziran 2013 tarihleri arasında Cenevre’de yapıldı. Konferans sonucuna göre, Türkiye, ILO aplikasyon komitesinde "kara listeye" alındı. Listede Türkiye dışında göze çarpan ülkeler arasında, Pakistan, Kamboçya, Mısır, İran ile son dönemde büyük ekonomik kriz içindeki Yunanistan da yer alıyor. Cenev re' dek i Sta ndar t lar ı n Uygulanması Komitesi toplantısında Türkiye adına Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Ana Bilim Dalı Başkanı Zeki Parlak konuştu. Parlak konuşmasında, Türkiye'nin son dönemde çalışma hayatı konusunda attığı adımları anlatarak, özellikle Kasım ayında çıkarılan yeni Sendika yasasından bahsetti. Hükümetin resmi temsilcisi Parlak'ın yaptığı konuşmanın ardından işçi temsilcileri söz alarak, Türkiye'deki durumu işçiler açısından anlattılar. Bu çerçevede, Türkiye'de son dönemde yaşanan gelişmeleri sıraladılar. Fransız temsilci: “Sendikacılar hapiste. Bu şartlar altında toplu pazarlığın olması imkânsız” KESK başkanının seyahat özgürlüğünün yasaklanması, KESK yetkililerine yönelik soruşturma, gözaltı ve tutuklamalar gündeme getirildi. “Birçok sendika üyesi halen hapiste, birçoğunun seyahat etme özgürlüğü yok, yargı süreçleri uzun, 72 sendika üyesi ile KESK yetkilileri polis tarafından tutuklandı ve 2012 yılından beri mahkeme devam ediyor. 22 sendika üyesi, mahkemeleri başlamadan 289 gün hapishanede tutuldu, mahkeme öncesi göz altıların uzun sürmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı. Ve bu şartlar altında toplu pazarlığın olması imkânsız.” KESK’li sendikacıların tutuklu olmasını eleştiren Uluslararası Kamu Görevlileri Federasyonu (PSI) temsilcisi ise şunları dile getirdi: “Çoğunluğu KESK üyesi olan 151 sendikacı 2013 yılının Şubat ayında tutuklandı. Bu bunların bir kısmı-
nın serbest bırakıldı ancak diğerleri hala tutuklu. Sendika ofislerine aşırı güç kullanılarak silahlı polis baskınları yapıldı. Yeni sendikalar kanunu sendikalara üye olma ve toplu pazarlık yapma hakkını zorlaştırıyor.” Toplantıda, işveren kesimi adına söz alanlar, Türkiye'nin çıkardığı yeni Sendikalar Kanunu için teşekkür etti. İşveren temsilcileri, üçlü sosyal diyalogun bir uzantısı olarak iş mevzuatında ki iyileşmeleri takdirle karşıladıklarını ancak kamu sektöründeki var olan problemleri analiz etmek için ek istatistiki verilere ihtiyaç olduğunu vurguladılar. Türkiye'nin ILO’dan teknik destek alması gerektiğini ifade ettiler. Toplantıda Türkiye'ye tek destek, kendileri de kara listeye giren Pakistan ve Mısır'dan geldi. Pakistan hükümet sözcüsü, ILO’nun tüm temel sözleşmelerinin Türkiye tarafından onaylandığını, ülkenin 87 ve 98 sayılı Sözleşmelerine paralel önemli adımlar attığını, yeni kanunun sosyal diyalog temelinde çıkarıldığını söyledi. Mısır ülke temsilcisi ise, Türkiye'nin uluslararası sözleşmelere uyum sağlamak için gözle görülür adımlar attığını, ulusal pek çok yasal iyileştirme yaptığını, bunların sosyal diyalog ile gerçekleştirildiğini, kamu görevlilerine 87 ve 98 sayılı Sözleşmelerin prensipleri doğrultusunda toplu sözleşme hakkının tanındığını söyledi. Karar: * Komite, ülkede son dönemde kabul edilen yasaları takdirle karşılamakla birlikte, kamu sektöründe toplu sözleşme kapsamında bulunmayan kamu çalışanları ve kamu sektöründe toplu pazarlığın önündeki diğer kısıtlamalara yönelik düzenlemelerin yapılmasını beklemektedir. * ILO sendikal haklar konusundaki mevzuatın 98 sayılı Sözleşme ile tam uyumlu olmasını sağlamak üzere hükümeti teknik işbirliğine davet etmektedir. * Komite, hükümetten, Uzmanlar Komitesi’nin değerlendirmelerine paralel olarak özel sektörde sendikal ayrımcılığa ilişkin verilerin toplanması için bir sistemin kurulmasını ve yeni mevzuattaki muğlaklıkların giderilmesini talep etmektedir.
PORTEKİZ'DE GENEL GREV
Portekiz'de uygulanan kemer sıkma politikaları halk arasında giderek daha fazla hoşnutsuzluk yaratıyor. Ülke genelinde gidilen greve işverenler de destek verdi. Portekiz’deki bir günlük genel grev, toplu taşımadan posta dağıtımına, çöplerin toplanmasından tren ve uçak seferlerine kadar ülkede günlük hayatın felce uğramasına neden oldu. Özellik le kamu çalışanlarının yüksek oranda destek verdiği grev, muhafazakâr hükümetin kemer sıkma önlemlerine karşı son iki yılda gidilen dördüncü genel grev oldu. Şimdiye dek grev çağrısını Portekiz İşçileri Genel Konfederasyonu (CGTP) yapıyordu. Ancak bu kez, aslında son iki yılda hükümetin tasarruf tedbirlerini kısmen destekleyen Genel İşçiler Sendikası (UGT) da genel grev çağrısına ortak oldu. Sendikanın Başkanı Carlos Silva şunları kaydediyor. "Portekiz için çok büyük endişe duyuyoruz. Troyka ve hükümetin tasarruf tedbirleri yoksulluğa, maaş ve emeklilik ücretlerinin düşmesine neden oluyor. Ayrıca işçilere daha az hak tanınırken, bu şekilde sosyal dayanışma da tehlikeye giriyor" diye konuştu. Por tek i z İş çi ler i G enel Konfederasyonu (CGTP) Başkanı Armenio Carlos da iki yıllık görev süresi içerisinde 300 bin kişinin işine son veren hükümetin gücünün bu grevle zayıf layacağını düşünüyor. Carlos, 800 bin üyeli konfederasyonun 'hükümetin istismar ve yoksulluğu tetikleyen politikalarına' hayır dediğini ve istifasını talep ettiğini ifade etti.
Genel grev, 1974 y ı lı nda k i ‘Karanfil Devrimi’nden bu yana her iki büyük konfederasyonun beraber yaptığı dördüncü genel grev oldu. Bu grevlerden iki ise Başbakan Pedro Passos Coelho’ya karşı yapıldı. Grevin yanı sıra ülke genelinde protesto gösterileri de düzenlendi. Göstericiler erken seçim, yeni ekonomik ve sosyal politikalar talep etti. 2011 yılında aldığı 78 milyar euroluk yardım paketine karşılık Portekiz’in yerine getirmekle yükümlü olduğu sert tasarruf önlemleri, ülkede ağır sonuçlar doğurdu. Portekiz üç yıldır derin bir resesyonda, işsizlik oranları ise yüzde 18 dolayında. Bu oran, gençler arasında yüzde 40’ın üzerine çıkıyor. Hükümet, gelecek yıl kamu kurum ve kuruluşlarında 30 bin kişinin daha işine son vermeyi planlıyor. Merkez sağdaki koalisyon hükümeti iki haftadır sendikalarla müzakereler yürütüyor. Genel İşçiler Sendikası Başkanı Silva, hükümet uzlaşmaya yanaşmazsa sürdürülen diyaloğa son verileceğini belirtti. Silva "Hükümet sendikalarla bir savaş isteyip istemediğini iyi düşünmelidir. Zira tüm bu tedbirler, Portekiz’deki sosyal barışı, korkunç sonuçlarla tehdit ediyor" şeklinde konuştu. Uzmanlar, hükümetin, halkın geniş tabanlı desteğini almadan planlanan ek sıkı tasarruf tedbirlerini hayata geçiremeyeceğini düşünüyor. Uluslararası Para Fonu’nun son raporu da ülkede büyüyen siyasi istikrarsızlığın reform paketini tehdit ettiği uyarısında bulunmuştu. Kaynak: Deutsche Welle 06.07.2013
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Metin Yoksu • Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 9 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • e-mail: info@ydicagri.net • web: www.ydicagri.net YDİ ÇAĞRI Sayı 164 nin İşçi Özel Sayısı • Temmuz 2013 • Fiyatı: Türkiye: 1,00 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli