1980 1 ocak

Page 1


YIL BİR SAYI BİR

3 TAVIR

BİR MÜCADELE ALANI OLARAK KÜLTÜR

5

ŞİİR

15

HÜKÜMETLER VE KÜLTÜR POLİTİKASI

17

TAVIR

30

Mümine MERT

ŞİİR

36

N. Y. VAPTSAROV

GENÇLİK BİRLİKLERİNİN GÖREVLERİ ŞİİR

39 43

Mehmet AYDIN N. HİKMET

BULGAR HALKININ ÖVÜNCÜ N. Y. VAPTSAROV

Öykü

45 Nam HA

DEĞİNMELER

51

M. ÖZENBAŞ'LA SÖYLEŞİ

58

GELECEK SAYIDA ÇAĞRI

V. İ. LENİN B. BRECHT

TAVIR

60 64

TAVIR


ÖNEMLİ NOT Hem enerji kısıtlaması hem de kağıt yokluğuna bilinen klasik teknik aksaklıklar da eklenince, ilk sayımızı zorunlu olarak geciktirdik. Okuyu­ cularımızdan özür diler, gelecek sayılarımızı ayın ilk onbeş günü içinde çıkaracağımızı duyu­ ruruz. TAVIR

Dizgi - Baskı : ZAFER MATBAASI — Çatalçeşme Sokak Tevfik Birkan Han. No: 1 Cağaloğlu/İSTANBUL


YIL BİR SAYI BİR Yeni yılda yeni bir kültür - sanat dergisi daha. Yaşamın ve sa­ vaşımın en genel hatlarıyla özümlenmesi anlamında bir birikimin, dergi aracılığıyla yeni bir somuta dönüşmesi olarak değil ama, yo­ ğun, sıkı ve sabırla sürdürülen bir çalışmanın sonucu olarak TAVIR. Bir yanda emperyalizm, ideolojik yapılanmalarıyla sistemli sal­ dırılarıın sürdürürken, diğer yanda elli küsür yıllık savaşkan ve utkan (!) savaşım yıllarında kültürel planda hiç bir şey yapmadan laf bonkörlüğü yapmak. Öte yandan emperyalizmin kültür politikası­ nı genel hatlarıyla bilmesine rağmen onun ne denli uyuşturucu, hedef saptırıcı bir politikası olduğunu kavramasına karşın ona karşı mü­ cadele etmeyi yadsıyan devrimciler. Ve hem aydın çevrede, hem de devrimci kitleler içinde doğru devrimci çizgiyi kültürel planda mü­ cadeleye tabi tutacak, onun kadrolaşmasını ve örgütlenmesini ya­ ratacak organizasyonu a r a m a çabaları. Evet yukarda değindiğimiz olgular bizi kültür ve, sanat alanında bir boşluğu doldurmaya aday, yol gösterici bir dergi çıkartmaya zorladı. İlk sayımızda, bundan sonra da sürekli kılacağımız kuramsal görüşlerimizin açılacağı bir bölümümüz var. «Mücadele Alanı Ola­ rak Kültür» bu türden yazılarımızdan ilki. «Hükümetler ve Kültür Politikaları», AP azınlık hükümetinin kurulması üzerine değişen hükümetlerin ne derece bir kültür poli­ tikaları olduğuna açıklık kazandırmak amacına yönelik bir soruş­ turma yazısı. Güncel olan, tartışılan konulara kamuoyunda ilgi oluş­ turmak amacıyla soruşturma ve röportajlar dergide yer alacak. Yaşamlarını devrimci mücadeleye adamış, gerektiğinde bu uğur­ da ölüme göğüs germiş, sanatlarını mücadelede bir silah olarak kullanmış olan devrimci sanatçıların tanıtılmasına yönelik yazıla­ rımız da yer alacak dergimizde. İlkinde; «Bulgar Halkının Övüncü» Nikolas Yonkov Vaptsarov'un yaşamı ve şiirleri tanıtılıyor. «Gençlik Birliklerinin Görevleri», Lenin'in bu makalesi devrim­ cilerin eğitim ve kültür konularında kendilerine ders çıkarmaları ve yaşamlarında örnek almaları açısından yararlı olmasını düşün­ düğümüz bir yazı olarak dergimizde yer alıyor. TAVIR TAVIR/3



BİR MÜCADELE ALANI OLARAK KÜLTÜR Mehmet AYDIN Devrimciler herhangi bir konuya açıklık kazandırmak için kendilerine bi­ limsel yöntemi (diyalektik yöntemi) kılavuz olarak alırlar. Bu nedenle kültüı konusundaki yaklaşımımızda da yöntemimiz diyalektik materyalizm olacaktır Yararlanacağımız bilim ise, çağımızın tek devrimci sınıfı olan işçi sınıfının bi­ limi Marksizmdir. «Marksizm bize bir meseleye yaklaşırken, soyut tariflerden değil, objektif gerçeklerden hareket etmemiz ve bize yol gösteren ilkeleri, siyasetleri ve tedbir­ leri bu gerçeklerin tahlilinden çıkarmamız gerektiğini gösterir.» (Lenin) Ekonomik temelde nitelik bir değişikliğin olması, yani üretici güçlerin ge­ lişimini sağlayacak üretim ilişkileri ile, eski üretim tarzına uygun üretim iliş­ kileri arasındaki çelişki, üst yapıda da ideolojiler arasında bir çelişki olarak kendini gösterir. Bu yeni ideoloji, üretici güçlerin gelişimini sağlayacak yeni üretim ilişkilerinin gelişiminde de yardımcı olur. İnsanlık tarihinin, belli bir aşamasında toplumların sınıflara ayrılmasıyla ideolojilerde belli bir sınıfın damgasını taşımışlardır. Dolayısıyla da bir üst yapı kurumu olan kültürü toplumların sosyo-ekonomik yapısından ayrı ince­ lemek olanaksız hale gelmiştir. Bilim, sanat, ahlak, teknik, politika vb. alanlarının maddi ve manevi ürün­ lerinde olduğu kadar, toplumsal yaşama biçimlerinde de ifadesini bulan kül­ tür, toplum ve doğanın tarihsel bir süreç içerisinde üretim yapan insan tara­ fından değiştirilmesinin bir ifadesidir. Bu nedenle Mao'nun da dediği gibi : «İnsanın toplumsal yaşamında kendini gösteren her kültürel yapı o top­ lumun ekonomisinin ve siyasetinin ideolojik bir yansımasıdır.» TAVIR/5


Ekonomik yapıya hakim olan, üretici güçleri elinde bulunduran, bunlara bağlı olarak politik iktidarın sahibi olan sınıf, ya da sınıflar kültüre de kendi damgalarını vururlar. Onu sömürdükleri sınıfların ideolojilerine karşı çıkacak bir ideolojiyle biçimlendirirler. Çağımızda iki temel sınıf olan proleterya ile burjuvazi arasında hayatın her alanında süren mücadele, kültür alanında da sürmektedir. Bu mücadele­ nin dışında kalmak mümkün değildir. Herkes şu veya bu şekilde sınıf bilinçlerini düzeylerine göre, sınıfsal yapılarına göre birinin yanında tavır geliştirirler. Yap­ tıkları çalışmalar direkt, yada dolaylı olarak ikisinden birine hizmet eder. BU nedenle bu alanda tarafsızlık diye birşey söz konusu olamaz. Gerek burjuvazinin, gerekse emekçi yığınların kültürleri birbirlerini etki­ lerler. Buna hakim sınıflarla, ezilen sömürülen sınıfların kültürleri birbirleri üzerinde etkide bulunurlar demek daha doğrudur. Emekçi yığınların kültür birikimlerindeki hakim sınıfların yarattığı olumsuz etkiler arındırılmadıkça dev­ rimciler sosyalist kültürün yaratılmasında başarıya ulaşamazlar. Bu ise ancak devrimcilerin doğa ve toplumsal olayları yorumlamalarındaki yöntemleri olan diyalektik materyalizm ile olur. Bilindiği gibi devrimci mücadele çok yönlü kavranıp sürdürülmesi gereken bir mücadeledir. Devrimci kültür çalışmaları da bu mücadele alanından bi­ ridir. Toplumsal düzenin değiştirilmesinde bu alanda yaratılan örgütlülük ve bu örgütlülüğün sürdürdüğü mücadele temel bir öneme sahip olmasada; temel alınan mücadeleyi kültürel araçlarla desteklemesi nedeniyle reddedilemeyecek bir konuma sahiptir. Mao kültür hareketinin devrim hareketinin pratiği açı­ sından önemini belirtirken şunları söylüyor; «Devrimci kültür geniş halk yığınları için, güçlü bir devrimci silahtır. Hem devrimden önceki ideolojik zemini hazırlar, hem de devrim sırasında geniş dev­ rimci cephe içerisinde önemli ve gerçekten gerekli bir mücadele cephesi oluş­ turur.» Devrimci kültür çalışmaları, her şeyden önce kapitalizmin şartlandırmala­ rından arındırılmış sosyalist insanın yetiştirilmesinde (hem devrimden önce, hem devrimden sonra) işlevi vardır. Yani toplumsal yaşantımızda, eğitim öğ­ retim kurumlarında, çeşitli sanat alanlarında, TV, radyo vb. kitle iletişim-haberleşme araçlarında yansıtılan kültür insanların düşünce yapılarının oluşu­ munda, hayata bakış açılarının gelişiminde büyük rol oynar. Çağımızda dünya halklarının kültürel gelişimini engelleyen (emperyalizm sömürü ağı içinde tuttuğu ülkelerin ekonomik gelişimini nasıl ki yeni sömür­ gecilik yöntemleriyle engelliyorsa) en önemli öğelerden biri emperyalizmin kül­ tür politikasıdır. Bugün emperyalizm sömürgesi, pazarı haline getirmek istediği bir ülkeye; ekonomik, siyasal, askerî ve kültür politikalarıyla bir çok alanda birden yanaş­ maktadır. Ekonomik alanda yukardan aşağı oluşturduğu hafif ve orta sana­ yiye dayalı çarpık kapitalist sistem. Siyasi platformda görünürde bağımsız, gerçekte ise ekonomik bağımlılığın doğal sonucu olarak emperyalizmin istem­ lerine göre biçimlenmiş siyasal yapı (parlementer demokrasi maskesi altında sürekli faşizm). Askeri alanda emperyalizmin dünya üzerindeki egemenliğinin korunmasına yönelik bir yapı (ki yabancı üsler, çeşitli askeri paktlarda yer alma vb.) Kültürel alanda ise' tüm bu alanlardaki yozluğunu çürümüşlüğünü, 6/TAVIR


asalaklığını, sömürüsünü gizlemek, hatta hoş göstermek, kendi düşünce sis­ temini aşılamak, halkların kültürel gelişimini engellemek, çarpıtmak, kültürel yabancılaşmayı oluşturmak, gelişen devrimci kültür çalışmalarını engellemek, en doğru, en güzel olanı burjuva kültür ve sanat anlayışı olduğunu yerleştir­ mek ve bunu ulusal kültür politikası diye adlandırdığı; tüm ulusun benimse­ diği varsayımına dayanan kavramlarla ideolojik zeminde de haklı göstermek, yüzyıllardan beri halkların maddi yaşamlarından kaynaklanan kültürel biri­ kimlerinin olumlu yönlerini yozlaştırmak için yoz, kozmopolit, bir kültür poli­ tikası oluşturur. Emperyalizmin yeni sömürgesi olan ülkelerde, kapitalizmin iç dinamiği ile* gelişememesinin doğal sonucu olan olgunlaşmamış anlamdaki milli kriz sürekli olarak varlığını korur. Bu ise, hakim sınıfların iktidarlarını sürdürmeleri için, sürekli baskı ve zoru devlet içersinde örgütlendirmelerine yol açmaktadır. Bu tip ülkelerde burjuva demokrasileri aramak olanaksızdır. Devlet biçimi sömür­ ge tipi faşizmdir. Sömürge tipi faşizmi emperyalizmden ayrı bir olgu olarak ele almak olanaksızdır. Bu nedenle kültür alanında da faşizmin etkilerini ayrı bir olgu olarak ele almayacağız. Bugün faşizmin isteği şey, düzenin ve kendi ideolojisinin devamını sağlayacak kişi ve kurumlar oluşturmaktır. Bunlar ara­ cılığıyla da kendisine taban yaratmaya çalışmaktadır. Bunu bazen yalan, kara­ lama, iftira kampanyasından ibaret sanat, kültür faaliyetleriyle, yalanının kâr etmediği bazı zamanlarda da toplumsal etkisi yüksek sanat eserleri ve yaratı­ cılarına karşı, terörle sürdürmektedir. Kültür alanındaki devrimci çalışmalar emperyalizmin kültür politikasını ve faşizmin demogojisini yıkıcılığını kurumlarıyla birlikte teşhir etmeyi amaç­ lamalı, ezilen halkların çıkarlarını savunmayı, kurtuluşlarının yollarını ve bu­ na engel oluşturanları sergilemeyi amaçlamalıdır. Emekçi sınıf ve tabakaları arasında birliğin sağlanmasına yönelik olmalıdır. Geleceğin proleter kültürü­ nün yaratılmasına zemin hazırlamak amacıyla, geçmişin demokratik özlü kül­ türünün yozlaştırılmalarına karşı mücadele etmelidir. Devrimci saflardaki kü­ çük burjuva özlemlerinin yansıması olan popülizm, yılgınlık, pasifizm ve ben­ zeri türden eğilimlere karşı tavır almalıyız. Kısacası kültür alanındaki devrimci mücadelede, diğer alanlardaki gibi si­ yasi mücadeleye bağlı ve onun belirleyiciliğinde sürmelidir. Bunu sağlamak, alandaki çalışmaları merkezi bir örgütlülük altında sürdürmekle olacaktır. Bu örgütlülük hem alana ilişkin kadrolaşmayı gerçekleştirmeli hem de alanda ku­ rumlaşmaya yönelik olmalıdır. Bunu ise, kendi dışındaki bağımsız çalışmaları, belli bir dünya görüşüne dayanan kültürel perspektifi oluşturduğu ölçüde sağ­ layacaktır. Devrimcilerin bugünkü hedefi, kısa vadede kültür alanındaki devrimci ça­ lışmaları emperyalizme ve faşizme karşı sürdürülen mücadelede demokratik bir mevzi halinde bütünleşmek olmalıdır. Zaten bugün sürdürülen demokratik mü­ cadele geneldeki devrimci mücadelenin bir parçası olması nedeniyle; kültür alanındaki demokratik mücadelede siyasi gerçeklerin açıklanmasına, kitlelerin bilinçlenmesine yardımcı olan devrim için eğitim ve kültür mücadelesinin bir parçasını oluşturur. Devrimci kültür çalışmalarının başarıya ulaştırılması için hem sanatsal yönü hem de içeriği üstün olan yapıtlar yaratılmalıdır. Niteliği dü­ şük yapıtlar en az, emperyalizmin kültür politikasının ürünleri kadar tehlikeTAVIR/7


lidir. Engels bu konuda şunları söylüyor : «Özellikle çapsız edebiyatçıların, eser­ lerindeki zekâ geriliğini örtmek için ilgi çekeceğinden şüphe olmayan politik imalar yapmaları alışkanlık oldu.» Bu belirlemelerin ışığında ülkemiz somutuna bakacak olursak; ülkemizin 1920'lerde emperyalizmin fiili işgalinden, küçük burjuva radikallerinin önder­ liğindeki ulusal kurtuluş savaşı ile kurtulmasından sonra, küçük burjuvazinin ülkede milli burjuva yaratma çabasına paralel olarak, ulusal kültür yaratma çabaları da olmuştur. Bu konuda öncülüğü hümanist aydınlar üstlenmiştir. Küçük burjuvazinin, ekonomik alanda milli burjuva yaratma çabaları ça­ ğımızın emperyalizm çağı olması nedeniyle boşa çıkmış ve ülke 1946'dan itiba­ ren emperyalizmin gizli işgali altına girmiş (ki bu dönem Marshall-Truman Doktrinleri, yabancı sermayenin ülkeye girişini düzenleyen kanunlar, Ameri­ ka'yla karşılıklı dostluk, yardımlaşma, kültür alışverişi (!), NATO gibi askeri paktlarda yer alma ve benzeri olayların yoğun olduğu bir dönemdir) buna bağlı olarak emperyalizm ülkemizin kültürel sürecine de müdahale etmiştir. (Çünkü, emperyalizm ekonomik, askeri, siyasal ve kültürel bütün bir sistemdir). Sonuç ise, küçük burjuva hümanistlerinin, hümanizmi yaygınlaştırma çabalarının bo­ şa çıkışı, yerine emperyalizmin sömürüsünü devam ettirebilmesi için zorunlu bir ittifak içersinde siyasi iktidarı elinde bulunduran, hakim sınıflar ittifakı­ nın yapısına uygun çarpık bir kültürel yapının gelmesi olmuştur. Bu yapının görünümü kentlerde işbirlikçi, tekelci burjuvalar tarafından yaygınlaştırılan emperyalizmin kültür politikasının yoz ürünleri, kırsal kesimde gerici feodal kültür öğelerinin (şeyhlik, tarikatçılık, din ve mezhep ayrılıklarının körüklen­ mesi) filizlendirilmesi, güçlendirilmesi şeklindedir. Sol adına, ilericilik adına yürütülen çalışmalar ise uzun yıllar ülkemiz so­ lunda, siyasi anlamda doğru devrimci bir önderliğin olmaması revizyonizmin etkisinde oluşu, kültür alanına da yansımış pasifizm, yoksulluk edebiyatının sürekli olarak işlenmesi ve sürecin özelliklerini dile getirmeyen eserler dönem dönem boy göstermiştir. Bu arada gündemde olan bazı çalışmalar ve birkaç tutarlı kalem dışında bir şey yapılamamıştır. Yapılamadığı gibi, yapılanların da etkisi zayıf kalmıştır.

EMPERYALİZMİN KÜLTÜR POLİTİKASI Kapitalizmin emperyalizm aşamasında yeni sömürge ülkelerde artık burju­ va demokrasisinden (burjuvaların kendi aralarındaki demokrasiden) söz edi­ lemiyor. Çünkü ekonomik hayatta tekelci burjuvazinin mutlak hakimiyeti söz konusu. Bu ise tekelci sermayenin gittiği her yere beraberinde baskı eğilimini ve siyasi gericiliği de götürmesini ve mevcut çelişkilerin artması sonucunu doğuruyor. Kısaca bu nedenlerden dolayı gündeme gelen gericilik, kültürel alanda da kendini gösteriyor. Kapitalizmin henüz üretici güçleri geliştirdiği serbest reka­ betçi dönemindeki burjuva kültürünün ilerici dinamiği kayboluyor. Yerini ise her şey tekeller için çığlığını atan, kültürel alanda tam anlamıyla bir gericiliği oluşturan emperyalizmin yoz ve kozmopolit kültür politikası alıyor. 8/TAVIR


Emperyalizm çağında sermayenin uluslararası boyut kazanmasına paralel olarak, kendi yarattığı ulusal kavram ve sınırları tanımadan gerici ideoloji­ sine dayalı uluslararası bir kültür yaratmaya girişir. Kendi kültür politikasına yüklediği işlevlerde bunun gerçekleştirilmesine hizmet eder. Emperyalizm I. ve II. bunalım dönemlerinde kültür politikasının işlevleri günümüzdekinden daha farklıdır. Biz ülkemiz devrimcilerine ışık tutması ve somuta ilişkin olması nedeniyle ağırlıkla emperyalizmin günümüzdeki kültür politikasını ve işlevlerini ele alacağız. Bugün artık emperyalizm geri bıraktırılmış yeni sömürge konumundaki ülkelere sermaye, emtia, teknik bilgi vb. yanında toplumun kültürel gelişimini engelleyen, yoz ilişkilere zemin oluşturan, kendi düşünce sistemini aşılayan kültür politikasını da ihraç etmektedir. Nasıl ki bu ülkelerde kendisine bağlı olarak oluşturduğu ekonomik yapı çarpık bir kapitalizm ise kültürel yapı da yoz, karmaşık, çarpık bir kültürel yapıdır. İşte yeni sömürge ülkelerde dev­ letin ulusal kültür politikası diye emekçi kitlelere, halka açıklanan programlar, bu çarpık kültürel yapı sınırları içinde oluşturulmakta ve emperyalizmin istem­ lerini yerine getirme işlevini üstlenmektedir. Ülkemizde kültürel alanda emperyalizmin etki ve denetiminin gündeme gelişi 1946'lar sonrasına denk düşer, bu dönem ekonomik alanda yabancı ser­ mayeye açıldığımız, askeri alanda emperyalizmin Asya'nın batısındaki jandar­ malığını üstlendiğimiz (ABD ve İngiliz üsleri, NATO, vb.'de yer aldı­ ğımız) bir dönemdir. Başında da belirttiğimiz gibi emperyalizm ülkemizin eko­ nomik, siyasal, askeri bütün alanlarına el atmıştır. Aslında buna el atmak ye­ rine emperyalizmin 1940'lardan sonra biçimini değiştirdiği, enerji ve doğal kaynaklarımızın sömürülmesi, ülkenin kendi askerlerince emperyalizm adına işgalini, eğitim ve kültür kuramlarında emperyalizmin isteklerine cevap veren bilim ve sanat adamlarının yetiştirilmesini, bunlar aracılığıyla da mevcut dü­ zeyin en iyi ve doğru olduğuna inandırılmış, kendi sorunlarını düşünmekten uzaklaştırılmış, hem emperyalizm hem de işbirlikçileri tarafından katmerli sömürülmesinin nedeninin emperyalizme bağlı çarpık kapitalist sistem olduğunu öğrenmesi engellenmiş, düzene karşı tepkileri emperyalizmin eğitim ve kültür politikasıyla pasifize edilmiş, insan yığınları yetiştirilmesini amaçlayan yeni sömürü yöntemi, gizli işgal demek daha doğrudur. Emperyalizmin kültür politikasının işlevlerini daha da açarsak; yeni sömür­ ge ülkenin emperyalizm tarafından sömürüsüne ideolojik zemin hazırlamak, bu sömürü kitlelerin gözünden uzak tutmak. Bunu denetimi altında bulundurduğu kitle iletişim araçları aracılığı ile yapar. Hiç de önemli olmayan bir haber ga­ zetelerin birinci sahifesinde radyoların ilk haberlerinde verilir, günlerce on­ dan söz edilir. (Örneğin, Haydar Paşa'nın Torunu İstanbul'da, vb...). Bunun ideolojik zemini de daha önce aynı amaçlarda hazırlanmıştır. Kitleleri kendi sorunlarından, daha iyi üretim ilişkileri önerici ideolojik kıvılcımlardan uzak tutmak, kapitalist-emperyalist düzenin var olan, olabile­ cek en iyi tek düzen olduğuna kitleleri şartlandırmak. Buna paralel olarak, sü­ rekli burjuva yaşamının reklamını yaparak kitlelerde burjuva özlemi yaratmak. Yine renkli burjuva basınındaki fotoromanlar, TV'deki mutlu aile görüntülü diziler (Katraytlar, Küçük Ev, vb...) bu amaç içindir. Devrimci gelişimleri çarpıtmak, devrimcilerin yararlandığı konuları kullaTAVIR/9


narak devrimci özü yozlaştırmak, devrimci aydınların kitlelere devrimci dü­ şünceleri yaymalarını engellemek, devrimci yayınlar üzerinde artan bir baskı uygulamak. Basında olayları sürekli olarak devrimcilerin aleyhine aktarmak, haksız­ lık, yoksulluk insan tarafından sömürülmesini kaderci anlayışla ele alıp kit­ lelerin bunlara karşı çıkmalarını engellemek, teselliyi başka şeylerde aratmak. Tommix - Texas'lar, seks kitapları, karete kitapları, filmleri kullanarak gençliği zararlı düşünce akımlarından uzak tutmak. Sansürle de devrimci ya­ yınların işlevini daha da azaltmak. Kültür politikası sonucu birer sanayi haline getirdiği kuruluşlar aracılığı ile sömürüsünü arttırmak ve kitlelerde tüketim güdüsü kazandırmak. Bugün bi­ linen bir gerçektir ki Walt Disney'in çizgi romanları, çizgi filmleri ABD em­ peryalizminin yeni sömürgesi olan her ülkede okunmakta, gösterilmektedir. Amerika bu düzenli dağıtımdan yılda milyonlarca lira kazanmaktadır. Ayrıca o ülkelerde kurduğu montaj sanayii ürünlerinin pazarlamasını sağlamak için çeşitli reklam şirketleri kurar, propagandistler yetiştirir. Kitleleri bunları alma­ ya zorlar. Günlük hayatta etrafımıza bir göz atarsak, yaşamımızın hemen her anı Amerikan emperyalizminin tüketimine zorlayan afiş, ilan, radyo, TV prog­ ramları adeta gözümüzün kulağımızın içine sokulurcasına sergilenmektedir. Emperyalizme karşı dünya halkları her geçen gün zafer ulusal kurtuluş savaşı vererek kazanmakta ve gerçek yüzünü iyice açığa çıkartmaktadırlar. Bu­ nu emperyalizm de farketmekte ve sömürüsü olduğu ülkelerde kültürel pro­ paganda araçları ile kendisinin dost, müttefik, yardımsever olduğunu kanıtla­ maya çalışmaktadır. Emperyalizme karşı başkaldıranlar ise, o ülkenin resmi makamlarınca hemencecik anarşist, bölücü ve hatta vatan haini dahi olarak gösterilebilmektedir. ABD haberler merkezinin bir dönem bütün okul çocuklarına gösterilmek üzere dağıttığı filmler hatırlansın. Sanat ve kültür ürünlerinde de devrimci temalar kullanarak yozlaştırma­ ların yanında, burjuva eğilimlerini de hakim kılmaya çalışır. Bunun en güzel örnekleri, yeni yeni sanat akımları, kübizm, fütirizm, yeni eğilimler vb. oluş­ tururlar. Bunlar üzerinde bilimsel tartışmalar yapılır. Sempozyumlar düzenlenir. Kozmopolit kültürel yapı içinde yalnız emperyalizmin uluslararası yoz koz­ mopolit politikanın ürünleri yer almaz. Aynı zamanda üst yapıda hâlâ varlığını sürdüren pre-kapitalist kalıntıları (şeyhlik, tarikatçılık, ağalık, mezhep ayrılıkları) da yer alır. Emperyalizm bunları da körükleyerek halkların kültü­ rel gelişimine engel teşkil ettirir. Buna ilişkin ülkemizde pek çok örnek yaşan­ mıştır. En çarpıcı ve güncel olan Maraş katliamı da böyle bir zeminde tez­ gâhlanmıştır. Emperyalizmin kültür politikası aynı zamanda tehlikeli bir popülizm an­ layışı da geliştirir. Bunun aracılığıyla, halkların yüzyıllar boyu yaşatıp, günü­ müze ulaştırdığı kültür birikimini yağmalan kendi amaçları için kullanılır. Reklamlarında kullanır, müzik alanında özünü yozlaştırarak kullanır. (Türkçe sözlü hafif müzik vs.). Bütün bunlar emperyalizmin yeni sömürge ülkedeki kültür işbirlikçileri diyebileceğimiz kurum ve kişilerce tezgâhlanır. Bunlar da zaten işbirlikçi te­ kelci sermayenin denetimindedirler. (İst. Sanat ve Kültür Vakfı). Yeni sömürge ülkelerde siyasi iktidarı ellerinde bulunduran ittifak, em10/TAVIR


peryalizme bağlı işbirlikçi tekelci burjuvazi, toprak ağalan ve tefeci tüccar­ lardan oluşan yapıdır. Emperyalizme bağımlı çarpık kapitalist sistemi zorunlu sonucu olarak, devlet kurumlarında yukardan aşağı örgütlendirilen faşizm kültür alanında emperyalizmin kültür politikasına yarayan ek işlevlerde gündeme getirmektedir. Bunların birincisi yukardan aşağı örgütlendirilen faşizme kitle tabanı yaratmak anlamında ırkçı, şoven, milliyetçi duyguların abartılması, barbarlığa tekabül eden saldırganlık aşılanması ve toplumsal korku (komünizm vb.) oluşturulması. Devrimcilerin kültür ve sanat eserlerinde işledikleri konulan ele alıp çarpıta­ rak sunmada kendini gösteren yalan, iftira, karalama kampanyası ve bun­ ları sağlayacak kurumlar oluşturmasıdır. Diğeri ise gündeme geldiği dönemin ve ülkenin koşullarına uygun olarak biçimlenmesine rağmen her dönemde ve her ülkedeki temel özelliği olan baskı, terör, katliamları ile kendi ideolojisine, örgütlenmesine hizmet etmeyen her şeye olduğu gibi kültür ve sanat eserleri­ ne bunların yaratıcılarına karşı çıkışıdır. Bunun örnekleri dünyanın çeşitli ül­ kelerinde olduğu gibi ülkemizde de görülmüştür.

KÜLTÜR ALANINDA MAHKÛM EDİLMESİ GEREKEN HATALI YAKLAŞIM: SEKTERİZM Bu tavır, açıkça belirtmeseler de, kültür alanında çalışmaların gereksizli­ ğini, basit işler olduğunu, boş insanların uğraşı olarak değerlendiren anlayış biçiminde genelde yansımaktadır. Tavrı daha da açmadan önce, kaynaklandığı maddi şartlara değinmek uy­ gun olacaktır. 61 Anayasasının getirdiği nispi demokratik ortam, sol yayınla­ rın, özellikle aydınlar arasında okunup tartışılmaya başlanıp ve bunların ışığında ülkenin sosyo ekonomik yapısının analizi yapılıyor. Bu tespitler doğ­ rultusunda gençlik, köylüler, işçiler örgütlendiriliyor. Bunların mücadeleleri­ nin içinden yetişen devrimcilerin oluşturdukları örgütlülük, hakim sınıfların telaşına yol açıyor. Telaşla birlikte tüm kurumlarıyla beraber gelişen bu örgüt­ lülüğe saldırıyorlar, onun örgütsel yapısını dağıtarak mücadelenin öne çıkar­ dığı devrimcileri öldürüyor ya da hapse atıyorlardı. Devrimcilerin dağıtılmasından sonra boş kalan ortam, faşizmin sivil güç­ lerinin örgütlenmelerinin nicelik ve nitelik olarak gelişimine fırsat yaratmıştır. Faşizm, resmi ve sivil faşizm güçleriyle karşı saldırıya geçmiş, demokratik mevzi­ leri birer birer işlemez hale getirmiş ya da kendi ideolojisini yayan kurumlar durumuna getirmiştir. Bütün bunlara karşılık, devrimcilerin dağınık olan güçlerini toparlayarak, kendilerini savunmaları gündeme gelmiştir. Bu nedenle bütün çalışmaları anti-faşist mücadelede örgütlenme doğrultusunda olmuştur. Devrimci kültür çalışmaları olarak, yalnızca belli anlamlarda maddi gelir sağlamak ve kitlelerin anti-faşist potansiyelini arttırmak amacını güden kültür ve dayanışma geceleri düzenlenebilmiştir. Bu gecelerde yer alan ozanların dev­ rimci temayı sanatsal olarak yansıtmadaki başarısızlıkları, belli anlamlarda sa­ nat yapabilenlerin ise burjuva özlemleri içinde olmaları, gecelerin kitleler üzeTAVIR/11


rinde olumlu etki bırakması bir yana, kültür konusunda yanlış bilinçlenmele­ rine yol açmıştır. Öyle ki, eline saz alan devrimci sempatizanlar doğal olarak gecelerde gördükleri ozanlara özenerek, slogan türü yapıtlara ilgi duymuşlar­ dır. Dolayısıyle, geceler olsun, diğer kültür çalışmaları olsun (ki hayata geçi­ rilen bölgede, gece yapılacaksa ona göre biçimlenir) kitlelerin boşalım istem­ lerini tatminden öteye gidememiştir. Geceler dışındaki kültür çalışmalarının yo­ ğun olduğu kurumlar halkevleri oluyordu. Devrimcilerin denetiminde olanların­ da, kültür çalışmaları bilimsel yöntemle sürdürülmeye çabalanıyordu. Fakat merkezi bir örgütlülüğün kültür alanındaki çalışmaları da denetleyecek yan örgütlülüğü olmayışı, buraların da etkisini sınırlandırıyordu. Bir de sol adına yazan, çizen, söyleyenler vardı bu dönemde. Bunların iş­ lediği konular, geçmişin maceracı tutumunun (!) mahkûm edilmesi, perdesi al­ tında yılgınlık, pasifizm ve devrimcilerin canları pahasına yarattığı mücadeleyi yermekti. Onlar, yeni bir potansiyel yaratmak yerine, geçmiş mücadelenin ya­ rattığı potansiyeli de günbegün eritiyorlardı. İşte, kültür çalışmalarına sekter yaklaşım diye adlandırılan bu sol bakış açısı, bütün bunların sonucu oluştu. Süreç içinde devrimci mücadele değişik çalışma birimlerinde gelişti. Yeni devrimciler yetişti ve bunlar ge­ lecekte ülkeyi toplumsal refaha götürecek yapının temellerini attılar. Fakat, devrimci mücadelede asıl olmasa da, mücadelenin gelişimine etkide bulunacak kültür alanındaki çalışmalara sol bakışı üzerlerinden atamadılar. Bugün de sol'un kültür alanındaki çalışmaları sosyalist insanın yetiştirilmesini amaçla­ masına rağmen, bir sürü yoz ilişkileri bünyesinde barındıran, sosyalizmle entellektüel bilgilenmelerini tatmin için ilgilenen insanların ve bunların ürünlerinin yer alması; buna alternatif olabilecek kültür alanındaki devrimci çalışmaların yetersiz ve örgütsüz oluşu, devrimci mücadelede coşkuyla yer alan insanların kültür çalışmalarını yanlış değerlendirmelerine yol açmıştır. Devrimci mücadelenin bugünkü düzeyi ve vardığı örgütlülük artık sadece anti-faşist mücadelenin öncelikle sürdürüleceği dönemin dışına taşmıştır. Yani; yeni örgütlülükler yaratmak, daha önce ele alınmayan çalışma alanlarında ör­ gütlenmek gerekliliğini hissettirmiştir. Çeşitli defalarda vurguladığımız gibi, bu alandaki çalışmalar toplumun kurtuluşundaki genel çalışmaların doğrultu­ sunda ele alındığı ve toplumun daha ileri bir sisteme ulaşmasında çalışan dev­ rimcilerin, sosyalist insanın yaratılmasında işlev gördüğü sürece (bunların sağ­ lanması, bu alandaki çalışmaların örgütlü bir yapı içersinde yer alması sonucu oluşur) kültür alanındaki devrimci çalışmaları gereksiz uğraşı olarak görmenin yanlışlığı kavranacaktır. Bu konuyu emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veren Gine devriminin önderi A. Cabral'ın şu sözleriyle bağlayalım : «Zihinlerin - kafa yapılarının yeniden dönüştürülmesi, bu yüzden halkın kurtuluş hareketiyle gerçek bütünleşmesini sağlamak için kaçınılmaz olmak­ tadır. Böyle bir yeniden dönüştürülme mücadeleden önce de yapılabilir. Fakat mücadele sırasında, mücadelenin gerektirdiği fedakârlıklarına katılırken, halk kuleleriyle gerçekleşen günlük temaslar yoluyla tamamlanır.»

12/TAVIR


KÜLTÜRÜN ÖNEMİ VE PROLETER KÜLTÜR Mevcut düzenin ilişkileri geniş yığınları kendi ideolojisi doğrultusunda şart­ landırmaktadır. Bu durum devrimci çalışmalarda, yenilmesi gereken bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü devrimci mücadelede kararlılığın sağlan­ ması, devrime inanç ruhunun arttırılması; öncelikle kişiyi düzenin alışkanlık­ larından arındırmakla olur. Bu konumda kültür alanında çalışan devrimcilere önemli görevler düşmektedir. Bizler insanlığın tarihi boyunca durmadan de­ ğişip, gelişen bilgileri özümlemeden, sosyalist insanın yetiştirilebileceğini zan­ nederek, yoğun çaba harcamadan genel doğrularla yetinirsek başarıya ulaşamayız. Lenin'in bu konudaki sözlerini tüm devrimciler hatırında tutmalıdır : «Kapitalizmin şartlandırdığı halk kitleleri üzerindeki alışkanlıkları, yanlış görüş ve düşünceleri yenemezsek devrimimiz başarıya ulaşamaz.» Lenin'in bu önermesi devrimden sonraki süreç için ağırlıkla geçerli olma­ sına rağmen, devrim öncesi süreçte de mücadele eden insanların (en azından örgütlü bir yapıda yer alan devrimcilerin) bu alışkanlıklardan kurtulmaları için de geçerlidir. Kültür alanında örgütlenmeyi ve çalışmayı gerektiren bir diğer unsur da, hakim sınıfların kültürüne alternatif devrimci kültürün tohumlarını atma ve bunu kitlelere anlatacak, iletecek bir kültür politikası oluşturulması zorunlu­ luğudur. Bilindiği gibi çağımızdaki devrimlerin ideolojik öncülüğü, işçi sınıfının ideolojisidir. Bu nedenle, devrimci kültür bu ideolojinin belirleyiciliğinde yara­ tılmak durumundadır. İşçi sınıfının bilimi, yani marksizm dünyanın anlaşı­ labilirliğini, düzenin değişebilirliğini, emekçi yığınların sömürülmelerinin, bas­ kı altında tutulmalarının kaderleri sonucu olmadığını, emperyalizmden kay­ naklandığını açıklar. Somut çelişkilerin çözümünü gösterir. Devrimci kültür ça­ lışmaları ve bu konuda oluşturulacak kültürel perspektif emekçi yığınlar için güçlü bir devrimci silah olmalıdır. Burjuvazinin ideolojisine karşı, işçi sınıfının ideolojisini savunmalıdır. Mao'nun da dediği gibi «yeni olan her şey zorlu ve acılı mücadeleden geçilerek elde edilecektir. İyinin de, kötünün de, mücadele içinde denenip kanıtlandığı kültür için de böyle olacaktır.» Bu çalışmalardaki hedefimiz bir avuç ayrıcalıklıya, entellektüel - aydın çev­ reye değil, ülkede ezilen, sömürülen yığınlara hizmet etmek, onlar tarafından anlaşılmak, sevilmek ve desteklenmek olmalıdır. Onların duygu, düşünce, istem ve mücadelelerini yansıtmalıdır. Bu sayede tüm dünyadaki devrimcilerin amacı olan işçi sınıfının uluslararası kültürünün yaratılmasından bir adım atmış olabiliriz. İşçi sınıfının uluslararası kültürü, öncelikle tek tek ülkelerin emperya­ lizmden kurtuluşları sonucu kendi ülkelerindeki devrimcilerin mücadelelerinden kaynaklanan geçmiş kültür birikimlerinin sosyalist ideolojiyle eleştirel yorum­ laması sonucu oluşturulan devrimci kültürlerinin «kültür devrimleri sonucu» yaratılacaktır. Bunların süreç içersinde birbirleriyle ilişkileri, birbirlerine kat­ kıları sonucu işçi sınıfının uluslararası kültürü yaratılacaktır. Bunu yaratır­ ken Marksizmin gereği, burjuva çağının en değerli başarılarını reddetmek bir yana, insan düşüncesinin, uygarlığının gelişiminde ortaya çıkan her değeri TAVIR/13


alıp, yeniden biçimlendirmelidir. Ancak bu sayede gerçek proleter kültür yara­ tılır. Yoksa proleter kültür kendilerini proletaryanın ideolojik öncüsü sayan salon sosyalistlerinin, entellektüel gevezelerin dar çevreleri içersinde mücadele­ den soyut olarak yarattıkları kültür değildir. Bugünkü devrimci kültür çalış­ maları, gelecekte ise proleter kültürün amacı (süreçlerinin özelliklerine uygun olarak) sömürüye, özel mülkiyete dayanan, eski toplumsal düzeni yıkıp yerine sömürüden baskıdan arındırılmış gerçek anlamda özgür düzeni yaratacak dev­ rimcilerin yetiştirilmesini; diğer alanlardaki devrimci çalışmalara yardım ede­ rek, karşı-devrim güçlerinin sonunun gelmesini kolaylaştırmak olmalıdır. Kül­ tür perspektifinin oluşturulmasını salt kitaplıklar, kitaplar vb. arasında ara­ maya çalışmak bizi başarısızlığa götürür. Bu ancak insanlığın bugüne kadar yaşadığı toplumsal süreçler içinde edindiği bilgi ve tecrübesine dayalı olarak kültürel birikiminin incelenmesi; yaşanılan süreçteki örgütlü işçi, köylü, emek­ çi yığınların emperyalizme ve faşizme karşı verdikleri mücadelelerine bağlı ola­ rak oluşturulacaktır.

KÜLTÜR ALANINDA ÖRGÜTLÜLÜK Kültür alanında yürütülen devrimci çalışmalar bir örgütlü yapı altında toplanmazsa gerekli etkinliği gösteremez. Gerek bireysel çalışma yürütenler, gerek amatör olarak küçük gruplar halinde kollektif çalışma yürütenler, çalış­ malarını yaratılan bu örgütlü yapıya aktarmalıdırlar. Doğaldır ki bu örgütlü­ lüğün yaratılması azami olarak çeşitli olaylar karşısında aynı şekilde düşüne­ bilen ve aynı tavrı geliştirebilen kişilerin ya da toplulukların bir araya gelerek ortak bir çalışma programını hayata geçirmeleriyle olacaktır. Emperyalizmin yeni sömürgesi konumundaki ülkelerde, ülkenin emperya­ lizmden kurtuluşunda temel öneme sahip olmaması nedeniyle kültür alanın­ daki devrimci çalışmalar yaratılan bu örgütlü yapısıyla, siyasi örgütlenmenin ideolojisi doğrultusunda bir kültürel perspektif oluşturmalıdır. Günümüzde gerek dünyada, bağlı olarak da ülkemizde sosyalizmin anlamı­ nın ve işlevinin çarpıtılması, Marksizmin revize edilmesi (yani oportünizm ve revizyonizmin her çeşidinin siyasi ortamda var olduğu) de düşünülürse; ki her biri sosyalizme ulaşmak, emperyalizmi kovmak için bir dizi teori üretmektedir­ ler. Dolayısıyle kültür alanında da bir o kadar gruplaşma (çoğu açıkça belirtmeseler de siyasi yoğunlukların direkt örgütlendirdikleri) belirmektedir. Bu­ nun sonucu kültür alanında çalışan tutarlı demokrat, ilerici, devrimci birçok unsurun bu yapılar içerisinde gün geçtikçe yozlaşmalarına, devrimci coşkula­ rını yitirmelerine yol açmaktadır. Örgütlü kültürel yapının dikkat edeceği bir başka sorun ise küçük burju­ va, kendiliğindencilik, popülizm vb. zaaflarla mücadele etmektir. Örneklerini sürekli olarak yaşadığımız bu dönemlerde bazı devrimci (!) sanatçılar bu yapı­ ları kendi popülist eğilimleri için (geçici bir süre yer alacakları) basamak ola­ rak görürler. Var olan sınıflar mücadelesine katkıda bulunmak yerine entellek­ tüel gezeveliklerini ya da kültür konusundaki isteklerini tatmin edecekleri bir yer olarak görürler. Bu yapı içinde yer alan devrimciler kültürel denetim me14/TAVIR


kanizmasıyla birlikte, siyasi denetimi de gündemde tuttukları sürece bu tip eğilimleri kolayca meydana çıkarırlar. Örgütlülük kültürel çalışmaları kurtuluş mücadelesindeki etkisi tali de ol­ sa güçleri ve maddi olanakları oranında en iyi bir biçimde hayata geçirmelidir­ ler. Bunun için uzmanlaşma temel alınmalıdır. Uzmanlaşmayı sağlamak ama­ cıyla burjuvazinin kurumlarından dahi yararlanılmalıdır. Bugün burjuvazinin yarattığı kültür dallarından mücadelemizde en etkili olanlarına öncülük tanı­ yarak birçoğunda çalışmayı hayata geçirmelidir. Başında da belirttiğimiz gibi sadece pratik çalışmaların örgütlendirilmesi değil, bunun yanında başta devrimci mücadelenin sürdürülmesinde halka ön­ derlik edenlere olmak üzere tüm ezilen, sömürülen işçi ve köylü yığınlara netleştirecek bir teorik yaklaşım yaratmalıdır. Ancak bu sayede kültür alanındaki çeşitli dallar aynı hedefe yönelik ürünler yaratırlar. Yine ancak bu sayede genel mücadelenin diğer alanlarındaki devrimciler örgütlenmelerinde bu alanın ça­ lışmalarından yararlanabilirler. Bu teorik yaklaşımın oluşturulması ideolojik mücadele sürecinde iyice şekillenir ve tüm devrimcilere mal olur. Yaratılan örgütlülüğün hedeflerinden biri de alanına ilişkin bağımsız ça­ lışmaları ve devrimci sanatçıları çatısı altında toplamak (yani ülke çapında var olan kültürel potansiyeli toparlamak) olmalıdır. Bu ise doğru devrimci ide­ olojinin (dünya görüşünün) tüm alanlarda birden yürütülen mücadelelerle ken­ dini kabul ettirmesiyle doğru orantılı olarak gelişeceği bilinen bir gerçekliktir.

—ŞİİR— N. HİKMET — CEVAP NUMARA DÖRT — Bu yazı gizli bir din halinde bir nevi neo-faşist bir ideoloji yaptıkları halde bunu ikrardan sakınanlara aittir. Böy­ le bir halt karıştırmıyoruz diyenler üze­ rine alınmayabilirler. Onlar istiyorlar ki çift ağızlı baltalarıyla yuvarlansın kafalarımız önüne yarın o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadroların... KARDEŞLER! onlara sokakta rastlarsanız eğer ölümü görmüş gibi çevirin başınızı. Kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken arkadan sırtınıza bir bıçak girebilir... TAVIR/15


Onlar istiyorlar ki kara toprağın kalbi durana kadar biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun... Kadınları karşılarında oynatalım. Ve dumanlanmağa başlayınca gözümüzün bakışı yavaşlayınca damarlarımızda kanın akışı karaya vurmuş balıklar gibi köprü altlarında yatalım... KARDEŞLER! Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer yedi tas su dökün ellerinize. Yırtarak bayramlık gömleğimi ben peşkir yaparım size... Biz, ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar, biz, aynı yastıkta yatar gibi toprağa başlarını yan yana koyanlar, biz, yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye, saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek gebereceğiz.. Ve kadrolar parlatarak kara gömleklerinin beyaz kordonlarını gömecekler kadife koltuklara golf pantolonlarını... KARDEŞLER! Onların adına benziyorsa adınız eğer adınızı değiştirin. Vebanın girdiği kapıdan girin Onların evine atmayın ayak... Onlar istiyorlar ki çift ağızlı baltalarıyla yuvarlansın kafalarımız önüne yarın o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadroların...

16/TAVIR


HÜKÜMETLER VE KÜLTÜR POLİTİKASI 1923 devrimi, önder sınıfın karekterini yansıtan bir ulusal devrimdir. Em­ peryalist işgal kırılmış, komprador burjuvazi tasfiye edilmiş, feodalizmin ideolo­ jik ve politik gücü kırılmıştır. Ülkede tek parti yönetimi altında küçük bur­ juvazinin diktatörlüğü egemen kılınmıştır. Bu yönetim özel mülkiyet ve kârı temel alan kendi sınıfsal ve de ekonomik örgütlenmesini genişleten, «millî burjuvazi» yaratmaya yönelik, bir ekonomi - politika yürütmüştür. Başlangıçta emperyalizmle ekonomik plandaki ilişkilerde çekimser davranıp, yabancı te­ kellere ilişkin stratejik işletmeler satın alma yoluyla ulusallaştırılıp borç al­ mada son derece dikkatli davranılırken öte yandan kapitalist dünya içinde yer alınarak, yabancı sermayeye bazı imtiyazlar tanınmaktadır. Feodalizmin ekono­ mik gücüne dokunulmamaktadır. Küçük burjuva yönetim, emperyalizm ve feo­ dalizmle olan bütün köprüleri atamamaktadır. Küçük burjuva diktatörlüğünün, kültür politikası ideolojik - politik ve eko­ nomik çizgisine koşutluk gösterir kuşkusuz. Millî burjuvazi yaratma çabalan, ilerici liberal aydınların burjuva hümanizmini yaygınlaştırılması çabalarıyla karşılanır. Bu aydınların meclislerde yer almaları ve yönetimlerdeki görevleri, özellikle eğitimdeki belirleyiciliklerini, dönemin kültür politikasının çizilmesin­ de burada vurgulamak gerekir. 1923 devrimi, önder sınıfın karekterinden dolayı sürekli kılınamamış, du­ raklama ve geriye dönüşlerle birlikte ülke yeniden sömürgeleşme sürecine girmiştir. 1950'li yıllarında başında «Amerika'nın Sesi» radyosu ünlü bir tangocumu- ' zun sesiyle dünyaya şöyle sesleniyordu. «Dostluk Şarkısı» Amerika, Amerika Türkler, dünya durdukça Beraberdir seninle Hürriyet savaşında Bizim kimlerle birlik olacağımızı, kimlerle kardeş sayılacağımızı biz değil bizim adımıza «Amerika'nın Sesi» haykırmaktaydı, hem bize, hem dünyâya (1). TAVIR/17


Bu yeni dönemde, kentlerde işbirlikçi tekelcilerce emperyalizmin kültür poli­ tikasının yaygınlaştırılmasının yanında, toprak ağalarının din olgusu, batıl inançlar, gelenek ve görenek temellerine dayanan gerici kültür öğelerinin ya­ şatılması çabalarının aynı potada eritildiğini gözlemliyoruz. Sonuç burjuva anlamda dahi olsa hümanizm kavramına tahammülü ol­ mayan emperyalizmin bu anlamdaki çabaları yerle bir etmesidir. Emperyaliz­ min kültür politikası, yeni sömürgecilik ilişkilerinin gereklerinin karşılanma­ sında, ülkemizde Amerikan emperyalizminin içsel varlığının pekistirilmesinde ve gizlenmesinde, dolayısıyla anti-emperyalist düşünce hareket ve duyguların gelişiminde insan bilincinde bir örtü işlevini görmüştür. Artık, kültürel yaşam bu politika doğrultusunda çeşitli iktidarlar tarafından biçimlendirilecektir. Yabancı yönetmenlerle kurulup geliştirilmeye çalışılan dev­ let tiyatroları, konservatuarlar. Resmi ideolojinin karşısında en küçük kıpır­ danmaların zorla bastırılması, tutuklanan tartaklanan sanatçılar, bombalanan tiyatrolar, yasaklanan oyunlar. Saldırıya uğrayıp kırılan heykeller, engizisyonu anımsatan yasak kitap listeleri.

1977'de yönetime gelen CHP ağırlıklı hükümet kültür politikası kavramına MC hükümetlerinden farklı yaklaştıklarını savundu ve kültür politikalarını «Ulusal, demokratik ve halkçı» olarak ilân etti (2). Onlara göre yürütülecek po­ litika toplumdaki tüm sınıfların gereksinimlerini karşılamalıydı. Bunun için de siyasal iktidarlarla birlikte değil de «Toplumsal yapıdaki evrime koşut» olarak değişecek bir düzenleme gerekliydi. Bu da özerk kurumlaşmaydı (3). CHP, devleti egemen sınıftan bağımsız ve özerk olarak bu güce, iktidara sahip, çeşitli sınıfların birbirleriyle çelişen çıkarlarını ortak bir yararı gerçekleştirmeye yönelik olarak uyumlu hale getiren, uzlaştıran bir mekanizma olarak gören özne devlet an­ layışını savunur. Doğal olarak bu kavrayış egemen sınıfların denetiminin dı­ şında kurumlaşmaları olanaklı görür. Devlet, sınıflar mücadelesi sürecinde üretim araçlarını özel mülkiyeti altında tutarak doğrudan üreticinin artık ürü­ nüne el koyan sömüren sınıfın, sınıf egemenliğinin örgütlenmesidir. Üretim araçlarının sahibi olan sınıf, düşünsel çabaları da denetleyecektir. 18/TAVIR


Sınıflı toplumun kültürü çeşitli sınıfların çıkarlarının ve ideolojilerinin damgasını taşıdığı için sınıfsal bir karakter taşır. Bu sınıfsallık özellikle mane­ vi ve düşünsel kültür ürünleri, yaşam tarzları, ahlâk ve âdetleri için de geçer­ lidir. Öte yandan maddi bazı alanlar da sınıf çıkarlarının etkisi altındadır. Bu nedenle uzlaşmaz sınıflarla belirlenmiş her sosyo-ekonomik kuruluşta, tüm ulu­ sun ya da halkın ortak, homojen bir kültüründen söz etmek olanaksızdır. «Her ulusal kültürde demokratik ve sosyalist kültürün öğeleri bulunur. Çünkü her ulusta yaşam koşullarıyla demokratik ve sosyalist bir ideoloji üreten, sömürülen ve baskı altında tutulan bir kitle vardır. Ama her ulusta yalnızca öğeler biçiminde kalmayıp egemen olan bir burjuva kültürü de vardır.» (Lenin) CHP ağırlıklı hükümetin yerini alan AP azınlık iktidarının kültür politikası ne olacaktır? Yanıtımız şudur — MC'ler CHP ağırlıklı hükümet AP yönetimleri yöntem farklılıkları ile özünde sömürüsünün devamını sağlamak için sömürü altında tuttuğu halkın kültürel yaşamını devamlı ve örgütlü bir şekilde baskı altında tutan emperyalizmin kültür politikasının birer uygulayıcısı olmuşlar ve olacaklardır. Bu dönemde yine «Millî terbiyemize aykırı ahlâk, aile, h a t t a cemiyet de­ ğerlerimizi yıkmaya matuf kitaplar»dan oluşacak yeni listeler hazırlanacaktır. Dilde aşırılıklardan sakımılmasını isteyen, bazı oyunların yakından izlenmelerini ve yasaklanmalarını bildiren genelgeler birbirini izleyecektir. Görevimiz : Geçmişin demokratik özlü kültürünün asimilasyonunu önlemek, geçmişten kalan mirasın pozitif yönlerini sosyalist ideoloji ile yoğurarak dev­ rimci kültürün nüvelerini oluşturmaktır. Emperyalizmin kültür politikasının faşist demogoji ve tahribatının teşhir ve mahkûm edilmesi devrimci sorumlu­ luğumuzdur. Devrimci kültür mücadelesinin genel siyasi mücadeleye bağımlı kılın­ ması ise zorunluluktur. CHP ağırlıklı hükümetin istifası ile birlikte TAVIR de­ ğişen hükümetler ve kültür politikaları sorununa kültür alanındaki demokra­ tik örgütlenmeler ve kişilerin bir bölümü ile ilişki kurarak yaklaşmak istedi. Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Aziz Nesin. Yazar, sendikacı ve sanatçıların örgütlenmesi yolundaki çabaları ile tanınan Kemal Sülker ve sanatçı Timur Selçuk sorularımızı yanıtladılar. Yeni olmanın kendine özgü koşulları­ nın yanısıra, ilişkilerimizde gözlenen tek yanlı ' olumsuzluklar soruşturmanın daha geniş bir platforma yayılmasını engelledi. Sanatçı kişiliğini gözönüne alarak görüşlerine dergimizde yer verip, savunmak istediğimiz Yılmaz Güney'le Ekim - Birlik'teki arkadaşlarının sekter tavırları nedeniyle ilişki kuramadık. Soruları Yılmaz Güney adına yanıtlamak isteyen bu arkadaşlar ayrıca bizleri sanatçı ve siyasi kişilikleri arasına çizgi çekmekle suçladılar. Yılmaz Güney sa­ natçı kişiliği ile tanınıyordu. Ve doğal olarak yanıtları siyasi görüşlerini de yansıtacaktı. Doğal olmayan ise Ekim - Birlik'in siyaset olarak var olma koşul­ larını dergimizin sayfalarında aramasıydı. Bir diğer olumsuzluk dergimiz Tİ-SAN ilişkisinde yaşandı. Tiyatro Sanat­ çıları Derneği'ndeki arkadaşlar «örtülü MC'nin kuruluşunu daha üst düzeyde boyutlu eylemlerle (!) karşılayacaklarını» belirterek sorularımızı yanıtlamadılar. Bu tavırlar, devrimci ilkelere ve demokratik örgütlerin yapılanmalarına ters düşmektedir. Sürgit olumsuzlukların, tutarsız, ilkesiz davranışların teşhir ve tecrit sürecinin en kısa yaşandığı kesimin sol kamuoyu olduğunu ayrıca vur­ gulamak ise gereksiz olacaktır.

TAVIR/19


1 — Genel olarak «Kültür Politikası» kavramı üzerine düşünceleriniz. Dev­ letin kültür politikası, hükümetlerin kültür politikası şeklinde bir ayrım dü­ şünür müsünüz? Aralarındaki ilişki sizce nasıl yorumlanır? 2 — IMF somutunu yaşıyoruz. Diğer emperyalist kurum ve kuruluşlarla ilişkilerimizde, sosyal, ekonomik, siyasal alanlarda sürekli sonuçlarını gözlem­ liyoruz. Emperyalizmin ülkemizde devlet ya da hükümetlerin kültür politikaları üzerinde ki etkisinden söz edebilir misiniz? Ederseniz, sonuçları hakkında bilgi verir misiniz? 3 — Tüm toplumsal sınıfların gereksinimlerine yönelik bir kültür politi­ kasından söz edilebilir mi? Geçmiş CHP ağırlıklı hükümetin kültür bakanı olan A. Taner Kışlalı'nın «Özerk bir kurumlaşma bunu sağlayabilir» görüşüyle bir­ likte değerlendirir misiniz? 4 — Cephe yönetimleri ile CHP ağırlıklı hükümetin kültür politikası üze­ rine karşılaştırın ah gözlemleriniz? 5 — CHP ağırlıklı hükümetin yerini alan AP azınlık iktidarının bu konu­ daki tavrı sizce ne olacaktır? Kültürel yaşantıda değişmeler sözkonusu mu? 6 — Demokratik güçlerin cephe tipi yönetimlerin kültür politikalarına yak­ laşımları ne olmalıdır? Kültürel yaşantı üzerindeki sömürgen dış baskı olarak tanımlayabileceğimiz emperyalizmin kültür politikasına karşı demokratik güç­ ler nasıl bir tavır geliştirebilir? Tavırda birlikteliğin ilkeleri sizce ne olmalıdır? 20/TAVIR


AZİZ NESİN

YANIT 1 — Kültür politikasını belirleyen başlıca etmen ekonomi politi­ kasıdır. Her ülkenin bir ekonomik politikası olması nasıl zorunluysa buna ko­ şut olarak bir de kültür politikası olması hem gerekli, hem de zorunludur. Tür­ kiye'nin bugüne dek kültür politikası yok idi. Hiç de olmadı tarihimizde. İlk kez CHP ağırlıklı hükümet bir kültür politikası saptadı, son güne ancak ye­ tişebildi. Devletle, hükümet arasındaki kültür politikası bakımından olan iliş­ kiye gelince, devlet bilindiği gibi Cumhurbaşkan'ında odaklanan, bunun dışın­ da da bir somut varlığı olmayan soyut bir kavramdır. Ancak kendisini mey­ dana getiren, kendisini oluşturan kurumlarla sornutlaşır. Hükümet bunun baş­ lıca somut kurumudur. Hükümetle devleti birbirinden ayırmak bu bakımdan do£ru olmaz. Hükümet, yasaları yürüterek ve kurum olarak devletin en büyük temsilcisidir. Onun için hükümetlerle devleti özellikle Türkiye'de ayırmamak gerekiyor. Ancak şu v a r : Hükümetleri değişik partiler alabilir, iktidara geçe- bilir, oysa devlet sürer gider. Türkiye'de bunu biz ayıramayız. İngiltere'de ör­ neğin; Muhafazakar Parti iktidara geçer, değişir, İşçi Partisi iktidara geçer, ama İngiltere hükümetinin değişmeyen bir ekonomi politikasının hiç olmazsa ana çizgileri vardır. Türkiye'de böyle olmuyor. Özellikle çok partili düzeno gir­ dikten sonra her hükümet aynı zamanda devlete de sahip çıktığı için kendi, politikasını izliyor. Egemen sınıfların temsilcileri neyi istiyorlarsa, hem ekono­ mi politiği, hem de bunun doğrultusunda, ama çizilmemiş, belirlenmemiş, ya­ zılmamış olan kültür politikasını yürütüyorlar. YANIT 2 — Biz Truman doktrini ile ekonomik boyunduruk altına girdik. Daha sonra Marshall yardımı, Nato vb.'le daha fazla boyunduruklar altında kal­ dık. Kurtuluş Savaşının ilk dönemlerindeki ekonomik bağımsızlığımızı İkinci Dünya Savaşın'dan sonra çok daha iyi yürütebilirdik. Ama yanlış yönetildik. TAVIR/21


Ayrıca kişisel düşüncem emperyalist ülkelerden hiçbir borç almamak doğrultu­ sundadır. Ama bugünkü koşullarda, hangi iktidar gelirse gelsin bu anlaşma­ ları yapmak zorundadır. Ancak toplumsal yapı tümüyle değişirse böyle anlaş­ malara girilmez. Onların kültür politikası, yani kültür emperyalizmine gelince. Türkiye'de son yıllarda kültür emperyalizmi yoktur, emperyalizm nedir ki kendi kültürü olsun biçiminde düşünceler gelişti. Ben buna katılmıyorum. Kültür em­ peryalizmi vardır. Emperyalizmin çok sağlam bir kültürü vardır. Sinemasıyla, çocuk oyuncaklarıyla, filmleriyle, şarkılarıyla. Kültürü, hayatı kapsayan, sü­ rekli, doğurgan, organik bir varlık olarak ele almak gerekiyor. Yani emperya­ lizmin kültürü yoksa, kendisi de yoktur. Kültür emperyalizminin girişi yol açı­ cılıktır. Ekonomi politikaya buldozerlik görevi yapar. Onun önündeki engelleri temizler. Emperyalizm arkasından girer. Emperyalizmin girdiği hangi ülkeye ba­ karsak bakalım, bu durumu gözleriz. Türkiye başlangıçtan beri, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra emperyalist güçlerin kültürlerinin egemen olduğu bir ülke halindedir. YANIT 3 — Türkiye'nin kültür politikasını saptayan kurulda üyeydim. O bakımdan A. Taner Kışlalı'nın burda ne demek istediğini çok daha iyi biliyo­ rum. A. Taner Kışlalı ister istemez bir partinin görüşü sınırları içinde bağım­ lıdır. Ama benim kişisel görüşüme göre ilerici bir kişidir. Ve kültür bakanlığı sıra­ sında çok önemli işler yaptı. Bunların başında Türkiye'nin kültür politikasının sap­ tanması geliyor. Bu tarihimizde ilk kez oldu. Osmanlılıktan, Cumhuriyet kurulduk­ tan bu yana, Türkiye'nin kültür politikası saptanmamıştı. Bence, konunun önemi, en ileri ve en iyisinin yapılmasında değil, bir hükümetin ilk kez yapmasındadır. Hükümet tarafından böyle bir kültür politikasının saptanması önemli­ dir. Bu, bundan sonra gelecek hükümetleri -bunu değiştirsinler, kaldırsınlar, önemli değil- bir kültür politikası saptamaya zorlayacaktır. CHP ağırlıklı hü­ kümet hem kendisinin, hem de kendisinden sonra gelecek iktidarların müdahale edemiyeceği bir kurum oluşturmak istedi. Yol aradı, özerkleşmeyi buldu. Bunda da karşısına engeller çıktı, gerçekleştiremedi. Özel kurumlaşma, özerk­ leşme, kurumların özerkleşmesi, tek umar değil. Çünkü bu kurumlar uygulama­ da gerici ellere geçebiliyor. Bugünkü koşullarda yapılabileceklerin en iyisi ola­ rak özerkliği düşündük: Kurumlara partilerin müdahale edememesi için tek bir güvence vardı : Özerkleşme. Bunun için de özerkliğin koşullarını iyi hazırlayıp, saptamak gerekiyor. Kaldı ki bunlar da sorun değil. Özerk yaptığımız bir ku­ rumun özerkliğini başka bir hükümet oylarıyla kaldırabiliyor. Ama bir takım umarlar arıyorsunuz. Ancak bunları bulabiliyorsunuz. YANIT4 — Cephe Hükümetlerinin saptanmış bir kültür politikası yoktu. Ama kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda gerek yayınları, gerekse izle­ dikleri yolla, çok bilinçli ve iyi bir kültür politikası uyguladılar. Yalnız burada her iki partinin de aynı sınıfın temsilcisi olduğunu söyleyeyim. Cephe partileri temsil ettikleri sınıfın belirli katmanlarının çıkarları doğrultusunda bir po­ litika izlediler. Evet, bunun dışında en hafif anlamıyla savurganlık diyebilece­ ğimiz paraların kendi aralarında, yayın işlerinde veya başka işlerde sorumsuz­ ca kullanıldıklarını gördük. Bugün kültür bakanlığındaki kadroları değiştirme­ ye çalışacaklardır. Bütün yapılan işleri kendi çıkarları doğrultusunda ya değiş­ tirecekler ya da ortadan kaldıracaklardır. YANIT 5 — Kültürel yaşamı hükümetler yapmıyorlar ki. Ne AP yapıyor, 22/TAVIR


ne CHP yapıyor. Kültürel yaşamı halkımız yapıyor. Aydınlar yapıyor, işçi sını­ fımız yapıyor. Bunlar yaratıyor. Bunlar, bu varlıklar gene yürüyecektir. İster CHP ağırlıklı hükümet olsun, ister Cephe Hükümetleri gelsin, h a t t a isterse diktatorya gelsin, bu kültür gene sürecektir. İstediğimiz şudur ki; hangi sınıfın hükümeti olursa olsun, sürmekte olan gerçek ulusal kültüre hız verici işler yapsın. Burada şu konuya açıklık getirmek isterim; Ulusal kültür egemen sını­ fın politikası doğrultusundadır. Ve onu egemen sınıfın kültürü belirler. Bu bir kuraldır. Ama egemen sınıf Türkiye'de burjuvazi yani ulusal olan burjuvazi değildir. Yanlış olan bu. Türkiye'nin burjuvasının yeni ve kapkaççı olması ne­ deniyle henüz kendisine özgü kültürü varedememiştir. Fransız burjuvazisinin kültürü ulusal bir kültürdür. Çünkü Fransız burjuvazisi vardır. Türkiye'de ege­ menlerin kendi kültürüm dediği şey, ya gelenekçi eski kültürün gerici öğeleri­ dir, ya da bağımlı oldukları yabancı ülkelerin kültürleridir. Türkiye'de burju­ vazinin 40-50 yıllık bir geçmişi vardır. Bu kadar kısa sürede kültür oluşmaz. Oysa Türk halkı binlerce yıldan beri geliyor. Onun için ulusal kültürün tem­ silcisi bugün egemen olmayan sınıftır. SON YANIT : Sorunuza genelde bir yanıt vereyim. Bence örgütün en büyük başarısı ister politik olsun, ister ekonomik olsun, ister sosyal, ister kültürel ol­ gun, en büyük başarısı, kendi sürekliliğini, yaşayışını sağlamaktır. Dengeyi sağ­ lamak gerekiyor. Neyi ne kadar vereceksiniz, neyi ne kadar alacaksınız? Bunu bilmek gerekiyor. İster Cephe Hükümeti gelsin, ister örtülü Cephe Hükümeti gelsin, ister askeri yönetim gelsin, amaç yaşayabilmektir. Nasıl davranmalıdır? Her örgüt bunu kendisi ayarlamalıdır, bazen susmalıdır ,bazen konuşmalıdır? ne, ne kadar konuşulacaktır, bunu bilmek gerekir. Genel politikanın dışında, her örgütün ayrı bir politikası vardır. Nitekim Türkiye Yazarlar Sendikası'nın kendine özgü bir politikası vardır. Dışarıdan bakıldığı zaman bu politika yerilebilir, bazı bölümleri eleştirilebilir, ama bizim kendi politikamızdır o. Biz önce genelde, genel doğruda yürüyebilmek için, gidebilmek için, yaşamamız gerekli olduğuna inanıyoruz; koşullar sürekli değişebilir, her koşula uyabileceksiniz. Bu oportünist bir yaklaşım değildir. Kendi çizginizi bilincinizi yitirmeden verece­ ğiniz ödünlere alacağınız karşılıkları hesaplamak demektir. Hatta ödün değil o, bir anlamda pazarlık demektir.

TAVIR/23


KEMAL SÜLKER

1 — Kültür politikası kavramı, tek başına ele alınamaz. Biliyoruz ki her türlü politika üretim ilişkilerine bağımlıdır. Ekonomik alt yapının belirleyiciliği, üst yapının da etkileri sonucu kültür politikası, sanat politikası, ekonomi poli­ tikası vs. oluşur. Sınıflı toplumlarda, sınıf mücadelesinin olduğu toplumlarda egemen sınıflar, hangi katmanlardan, hangi güçlerden oluşuyorsa kültür poli­ tikası da onların iktidarını sürdürmek, onları geniş kitlelere sevimli göstermek temelinde biçimlenir. Günümüzde burjuvalar, karşıt oldukları işçi sınıfını hır­ sız, bayağı, kaba şeklinde anlatmak isteyen, onları küçümseyen, karalayan bir politikayı çok süslü şekilde ortaya koyarlar. Oysa bu, kendilerinin örtülü hır­ sızlığını, kibar budalalıklarını örtbas etme amacı güder. Karşıt sınıftan olanlar ise -iktidara gelmeyi amaçlayan sömürülen sınıf- ya kendi içinde, sınıfının sa­ n a t eserlerini ortaya çıkarır, ya da bilinciyle işçi sınıfının yanında yeralmış in­ sanlarla birlikte proleterya kültürünü oluşturmaya yarayan yapıtlar verir. Zaten sınıflı toplumlarda c ülkeye kalıcı yapıtlar vererek onur kazandıran yazar­ lar, toplumcu gerçekçiliğe yaraşır eserleri verenlerdir. Burjuvazinin övülecek hiçbir sanatsal, ekonomik, sosyal yanı olmadığından o sınıfın önde gelen sanat­ çısı da çıkamıyor. Devleti soyut olarak ele alamıyacağımız için hükümetlerin uyguladığı genel bir devlet kültür politikasından söz edebiliriz. Tek partili dönemin CHP ikti­ darlarında, Demirel yönetimlerinde, Ecevit döneminde bunlar hemen hemen aynı sınıfların desteğinde iktidarlar olduğundan kimi zoru kullanmayı, kimi al­ datmayı kendine yöntem olarak çizmiştir. Sonuçta bunların kültür politikaların­ dan temelde değişen önemli hiçbir şey olmamıştır. Örneğin, ne Tevfik Fikret insancıl yapısıyla kitlelere iyi tanıtılabilmiştir, ne de çok değerli bir fıkra ya­ zarı olan Sabiha Sertel kendi türünde edebiyat kitaplarına girmiştir, • ne de Nâzım Hikmet devlet aracılığıyla okurlara ulaştırılabilmiştir. Bir Nâzım Hik­ met ne zaman okura ulaşabilmiştir? İktidara yürüyen sınıf, kendi şairine kendi 24/TAVIR


sanatçısına sahip çıkma bilincine ermeye başlayınca. Bugün Nâzım Hikmet bir bayraksa, demek ki dün bayrak olamayışı, dünkü işçi sınıfının zayıflığından, bugünkü işçi sınıfının gücünden ve dünyanın en kalıcı öğelerinden biri olan barışı istemelerinden geliyor. Bu pasif bir barış istemi değil tabii... Bana göre kültür politikası, devletin kültürel politikası olarak vardır: Fakat bu kültür politikasına karsı iktidara aday olmak isteyen, iktidara gelmek is­ teyen sınıfın kültür politikasıyla da mücadele halindedir. Ama bu politika sı­ nıfsal içeriği ile mutlaka galip gelecektir. Hükümetlerin yapısında önemli de­ ğişiklikler olursa, kültür politikasında değişiklikler olabilir. Ancak öyle bir çağ­ da yaşıyoruz ki iki yoldan birini seçmeye mecburdurlar. Ya emperyalizmden, tekellerden yana olacaklardır, ya da emekçi halkların yanında yer alacaklar­ dır. Bunun dışında sosyal-demokrasinin yaşayabilmesi olanaklı değildir. 2 — Bir kere IMF ile bağlantı kurulması, yani emperyalizmin para baba­ larıyla ve çeşitli finans kurumlarıyla işbirliği yapılması, devletin emperyalist blokun içinde yer alması sonucunu vermiştir. Bu yüzden NATO'nun da içinde­ dir. Devlet kurumları, kültür politikasını yönlendiren, kültür politikasına kat­ kıda bulunan kurumlar, geniş iletişim araçlarının başında bulunanlar, devletin bu politikasının dışına çıkamazlar. Kendi iç sansürleri vardır, denetim kurul­ ları vardır. Son günlerde dikkati çeken bir tartışma, konuya açıklık getirir. Çok saygı duyduğum, yapıtlarına hayran olduğum Timur Selçuk, TRT Müzik De­ netim kurulu'na seçilmiştir. Ve bu arada Zülfü Livaneli'nin Nâzım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği iki parçayı çeşitli müzik kurallarına, klasik müzik öğre­ tisine bağlı kalarak denetlemiş, «uyum eksikliğine vardık» gerekçesiyle «bu bes­ teler TRT'de çalınamaz» demiştir. Müzik kuralları tek başına ele alındığı za­ man Timur Selçuk haklı görülebilir. Ama yasaklama kararı Nâzım Hikmet'in şiirine yansımıştır. Bir de bu devlet danışmanı olmanın insana kuruma bağlı kalma zorunluluğundan ileri geliyor. Bugün TRT'deki filmler, müzik program­ ları, çeşitli yayınlar, emperyalist kültürün belirleyiciliğindedir, arada bir değerli yapıtlar görülse bile... Savaş kahramanlığı, Kore'de kahramanca savaşmış falan adamın filmi, «aşağıdakiler-yukardakiler»de uşaklığın öyküsü, uşak olmanın mutluluğu bir ba­ kıma gösteriliyor. Burada eleştiri doğru olmakla birlikte devrimci özü, bu ku­ rumlara tepki gelmesine neden olacak ölçüde gerektiğince yoktur. . Çağın ortaya getirdiği, bütün halka yararlı şeyler, insanların ortak kültür mirasıdır. Dil, müzik... Şimdi bunları emperyalist aşamaya gelmiş kapitalist ülkeler, bu kültürleri kendi kültürlerine dönüştürme aşamasındadırlar. Yoksa emperyalistlerin bir büyük sanatçı yetiştirebilmeleri, büyük bir ozan yetiştirebilmeleri olası değildir. Yani zulme, sömürüye dayanan bir edebiyat ayakta du­ ramaz. Sömürüye karşı edebiyat vardır. Ancak emperyalistler, sanat eserleri olmamakla birlikte kendi çıkarlarını savunmaya yönelik çabaların içindedir­ ler. Ve kendi ülkelerinin halklarının mirasını açığa vurmaktan çok, onları çar­ pıtarak geri getirme ve yeni öğeler etrafında zencilerin hayvanlığını, kızılderililerin yok edilmesi gerekli insanlar olduğunu filmler vb. yollarla yansıtmakta­ dırlar. Bunlar emperyalizmin kültürüdür. Olumsuz bir kültürleri vardır emper­ yalistlerin. Halkların kültürü ise daima olumlu yönde gelişir. Karacaoğlan'dan, Dadaloğlu'ndan, Pir Sultan'dan gelen kültür zulme başkaldırmanın araçlarıdır. İnsanlar, renklere, ırklara bölünmemiştir. Ama bunların mistik yanlarını alan TAVIR/25


emperyalist kültürler vardır. Bugün Mevlana'yı insancıllığından ziyade bir tu­ rizm aracı haline dönüştüren törenler yapılmaktadır. Mevlânâ'nın asıl amacı, asıl kendisini bugüne kadar yaşatan öğeler daima geri planda tutulmaktadır. İnsanoğlunun ortaya koyduğu bütün iyi şeyleri emperyalizm kendi sömürü çar­ kına uydurmak için kullanmaktadır. Bu onların kültür politikasıdır. Bence Viet­ nam'daki, Kore'deki mezarlar emperyalizmin birer büyük anıtıdır. Hatta Çanak­ kale'deki mezarlar da... 3 — Ben buna hayır diyeceğim. Yani tüm toplumsal sınıfların gereksin­ melerine yönelik tek bir kültür politikası olamaz. Toplum sınıflara bölünmüşse, sınıfsal yapıya göre kültür ve gereksinmeler vardır. Sınıf kültürü vardır. Ben bugün bir ampul peşindeyim, benim gereksinmem bu. Ama bu akşam Eczacıbaşı'nın evinde olsam herhalde kırk ampullu bir avizenin altında kalırım. Onun gereksinmesi bu değil. Benim gereksinmem de onun gereksinmesi değil. İhtiyaç­ lar, özlemler, amaçlar, yaşantılar değişik olduğuna göre, kültürler de sınıfların yapısına göre değişecektir. Varlıklı sınıfın sıkıntısı video sisteminde kullandığı TV film kasetlerinin artık bıkkınlık getirdiğidir. Benimse Ruhi'nin, Livaneli'nin yeni çıkan bir uzunçalarını alabilmek için 200 TL.'sını bir araya getirmek ve ondan yararlanmak ihtiyacıdır. Sınıflar üstü politika sınıfsız bir toplumda olabilir. Bulgaristan'da olabilir. Sovyetler Birliği'nde olabilir, Polonya'da olabilir. Orada kurumları yöneten in­ sanların aralarında sosyalistçe, barışçı bir yarış vardır. Örneğin Pavlov, bir kurumun başındayken kitapların yaygınlaştırılması, kitapların halka, işçilere, köylülere ulaştırılması işinde başarısız olursa, yerine Pavel getirilir. Bu olanaklı. Bizde özerk bir kurumun başına kimi getireceksiniz? Birisi en iyi hikaye yazarı olarak bilinen Yaşar Kemal der. Doğrudur der, A. Taner Kışlalı, Yaşar Kemal'i alır. Ya da Aziz Nesin'i alır. Bir başka gazete İbiş'in Rüyası'nı yazmış bir başka yazarını gösterir. -O da gelsin, o da sanatçıdır- der. Bir diğeri -sadece sanat de­ ğil, sanat eleştirmenleri arasında Ahmet Kabaklı var «Türk Edebiyatı» diye 3 ciltlik kitap yazmıştır- der. Onu da getirir. Ama bu üç dört kişi onlarca memur arasında temel kararda olumluluk sağlıyamaz. Çünkü siyasi ik­ tidarın temsilcisi kendine uygun sekiz on kişiyi o kuruma yerleştirmiş­ tir. Azınlıkta kalan Yaşar Kemal veya Aziz Nesin istediklerini gerçekleştiremez­ ler. Yani kurumlar partiler üstü olamayacağı gibi, politika üstü de olamaz. Böy­ le düşünenler devleti soyut bir kavram olarak kabul ediyorlar. Devleti bir sı­ nıfın başka bir sınıfın üretimine el koyduğu, artı-değer sağlamakla görevli bir mekanizma olarak görmüyorlar. 4 — Milliyetçi Cephe, militarist görüşleri savunan, teokratik görüşleri sa­ vunan, faşizan görüşleri savunan ve emperyalizmin mutemet adamları olan in­ sanların biraraya gelmesiyle ortaya çıkan bir garip siyasal oluşumdu. Şimdi, din devleti kurmak isteyen «hak ile batıl» diye gerçekleri anlatmak isteyen, yani tamamen dini terminolojiye bağlı kişilere göre tanrı, sadece insanları ve hay­ vanları vareder. Tanrı'nın dışında insanlara ve hayvanlara benzer veya onları simgeleyen yapıtlar ortaya koymak küfürdür, günahtır. Yokedilmesi gerekir. Bu anlayışta olanlar, bu nedenledir ki heykelin düşmanıdırlar, heykel yaptırmaz­ lar. Bugün, İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun önüne bir işçi heykeli konur. İşçinin elinde ister istemez ya çekiç olacaktır, ya anahtar olacaktır, onu kırmışlardır. Elbette ki Taner Kışlalı'nın Kültür Bakanı olduğu dönem ile Milliyetçi Cephe 26/TAVIR


dönemini kıyaslayamayız. Bu, Kışlalı grubuna göre lehte bir görüntüdür. T. Kış­ lalı heykellerin kırılmasını istemez, yapılmasına engel olmaz, klasik operaları gösterir, opera düşmanlığı yapmaz, ama bu sonuçta hiçbir şeyi değiştirmez. Tabana önemeyen ve kendi sınıfının kime dayandığını bilmeyen bir iktidar kültür politikası, sanat politikası iflasa mahkûmdu sonuç da bu oldu. 5 — Bugün Demirel'in kurduğu yeni hükümetin kültür politikası, eğitim politikası, hatta devlet yönetme politikası, bundan önceki dönemden çok farklı olacaktır. Demirel gerçekten, halkı aldatmasını çok iyi bilen, çoğunluğun his­ lerini okşayan, onların anladığı dilde konuşmasını çok iyi başaran bir politika­ cıdır. Bu nedenle ulusal demiyeceğim, ama evrensel değerlere önem veren ye artık Batı'nın bile kabul ettiği bazı sol ve sosyalist anlayışa ılımlı bakış getiren Ecevit iktidarının gösterdiği hoşgörüyü Demirel'den beklememiz olanaklı de­ ğildir. Demirel'i bugün iktidar yapan güçlü sınıflar kendi siyasal iktidarlarının sona ermesini sağlayacak ve kapitalizmin içinden fışkıran bir proleter düşün-cenin gelişmesini değil, onun bastırılmasını isterler. Bu nedenle AP azınlık ik­ tidarının getireceği kültür şöven bir k ü l t ü r d ü r . İ ş ç i sınıfının bilincine düşman bir kültür ve politikadır, Milli Eğitim kadrosu, Kültür Bakanlığı kadroları de­ ğiştirilecektir. A.T. Kışlalı zamanında dağıtılmayan dergiler tekrar dağıtıl­ maya başlanacaktır. Ve barışçı, insancıl bir edebiyat ve sanat yerine mezhep kışkırtıcılığına, ırk kışkırtıcılığına, milli bütünlük ve beraberlik teranesi ile azınlıklara karşı düşmanca tavır alınacaktır. İşçi sınıfının özlemlerini, istem­ lerini gerçekleştirmeye sırt çevirecek bir anlayış egemen olacaktır. 6 — Demokratik güçlerin birliğini sağlamak, bugünkü aşamada başlıca gö­ revdir. Ne yazık ki, işçi sınıfı henüz kendi içinden yeterli, lider niteliğinde pek az kişiyi çıkarabilmiştir. Bununla birlikte demokrasiyi, barışı, sosyalizmi savu­ nan bunca dergide, bunca köşe yazarlığında ustalaşmış emekten yana kültür oluşmasını başaranlar vardır. Bu nedenle okurların belli fraksiyonların sözcü­ leri arasında geçerli bir tercih yapması, -izlenecek dergi, gazete ve kitapları Batın alamadığı için- sağlıklı bir sonuca varması güçleşmektedir. Evet, armut­ larla kabakları bir arada toplamak olası değil. Ama ister Amasya elması ol­ sun, ister Tokat elması, isterse yumuşak, isterse sert olsun bütün elmaları bir arada sergilemek başarılabilecek bir iştir. Bu başarı, ortak kültür politikasının da saptanması sonucu verecektir. Sömüren sınıfların karşısında daha güçlü bir kültür politikası saptanınca bunu izleyecek yüzbinler, bunlara dayanarak yeni ürünler verecek yüzlerce insan çıkacaktır. Sosyalist kültür, barışçı, insancıl, yaratıcı, kardeşçe dayanışmaya, bütün sömürülen, mazlum insanlara dostça ba­ kacak bir nesil, bir kuşak yetişmesine hizmet edecektir. Hacıyağı kokmayan, Nötron tekniğini yeren bir kültür... Halkımızın özlemlerine dayalı, onun kıv­ rak, ince, sağlıklı yapısına yaraşır bir kültür, ancak sosyalist kadroların bir­ likteliğinden geçer.

TAVIR/27


TİMUR SELÇUK

YANIT — 1 — Kültür politikası dediğimiz zaman, devletin ne olduğunu düşünmekte yarar var. Devlet burjuva devlet ise gelen hükümetin politikası, devlet politikasının dışında bir politika olmayacaktır. Ülkemiz koşullarında sosyal-demokrat ya da daha sağda bir hükümet geldiğinde sağlıklı bir sosyalist kültür anlamında neler yapılabilir? CHP yönetimleri sırasında bazı konularda karşımıza çıkan engeller MC yönetimleri sırasındaki güçlükleri aşıyordu. Ve, müzik alanında çalışan bizler bu konuda işin terminolojisine girmeden şu so­ nucu çıkarıyorduk : Pratikte değişen hiçbir şey yok. Kendi özlediğimiz anlamda bir kültür politikası ele alındığında; bu sos­ yalist devletin kültür politikası olacaktır. YANIT — 2 — Basit olarak yaşadığım, bildiğim şeyleri size aktarayım. Galatasaray Lisesi'nde 12 yıl okudum. Türkçe dışında bütün derslerimiz Fran­ sızca idi. Daha sonra yine eğitimim için gittiğim Fransa'da, Fransız edebiyatı ve genel olarak Fransız kültürüne ilişkin bazı konuları, Fransız'lardan daha derinlemesine bildiğimizi onlar da, biz de hayretle gözlemledik. Bizden de önce Alman okulları modası varmış. Bizim dönemimiz Fransız okulları döneminin sonuna düştü. Bugün ise Amerikan okulları modası var. Ve bunlar kadroların, yarının yöneticisi olarak kişilerin eğitildiği yerlerdir. Alın okul sorununu rad­ yoya uygulayın. Bu kurumun da içinde olan bir kişi olarak söylüyorum; Hafta­ lık bir yayın programının istatistiğini çıkardığımızda müzik yayınlarının yüzde sekseninin batı müziği yani yabancı müzik olarak dinlendiğini görüyoruz. Geri kalan yüzde yirmi Türkçe sözlü şarkılar. Ama özgün yapıtlar tüm programın sadece yüzde yedisi, diğer yüzde onüç yabancı beste üstüne yazılanlar. Radyo ve televizyon 20-25 milyon izleyicisi ile bence okulların en büyüğüdür. Kısaca bütün bunlar da emperyalizmin kültür alanına yansımasıdır. Ve 5-6 yaşından itibaren girilen bir bağımlılık ilişkisini açıklamaktadır. YANIT — 3 — Tüm toplumsal sınıfların gereksinmelerini aynı potada ha­ mur edebilecek bir kültür politikası olabilir dersek, sosyalizmin çıkışını yadsı­ mış oluruz. Ama buradan sosyalizm kurulana kadar emekçi yığınlar hiç bir şe­ kilde eğitimden paylarını almayacaklar, bu eğitimin onlara verecek hiç bir şeyi olamaz şeklinde bir yorum çıkarılmamalıdır. Bu bizi bütün kadroların ancak sosyalizm kurulduktan sonra yetiştirilebileceği çarpık anlayışına götürür. Bu­ günün koşullarında dahi emekçiler eğitimden kendilerine düşen payı mutlaka almalıdırlar. Çünkü burjuva eğitiminin getirdiği bilim ve bırakacağı miras çok önemlidir. Tüm sınıfların ortak eğitimi burjuva ve sosyal demokrat partilerin yaraların üstünü merhemlemek için kullandıkları bir slogandan başka bir şey değildir. Bu anlamda özerk kurumlaşmaya da inanmıyorum. Yara üstüne ge­ çici bir merhem ya da büyük bir ağrıya aspirin. Ben bu şekilde nitelendiriyorum.. YANIT — 4 — MC dönemlerinin bir bakanı ya da kültür müsteşarı ile CHP ağırlıklı hükümetin bakan ve müsteşarları bir araya gelseler, değişiklik ve ge­ lişmelere ilişkin karşılıklı birçok şey söylerler. Fakat siz halkın içinden onun 28/TAVIR


gözüyle bakarsanız değişiklik adına hiç bir şey göremezsiniz ne Radyo - TV ku­ rumunda ne eğitim düzeninde. CHP ağırlıklı hükümet lehinde bir olumlu göz­ lemim var. Atatürk Kültür Merkezi'nin geçen yılki faaliyetleri. YANIT — 5 — Biliyorsunuz gelirgelmez Gürer Aykal'ı görevinden aldılar. Yakında Ergin Orbey'i de alacaklar. Ayrıca TRT'deki değişiklikler Milli Eğitim müsteşarlığına getirilen Ayvaz bey ve diğer kıyımlar. Aslında ben örtülü MC'nin tavrını daha dürüst buluyorum. Adamlar açık olarak sağcı olduklarını söylü­ yorlar. Sosyal demokrasinin hem o memnun olsun hem. bu anlayışında değiller. Ankara Operası'nda Nâzım'ın metni üzerine yazılmış Ferhat ve Şirin bale­ sinin iki aydır provaları sürüyordu. Geldiler ve oyun kalktı. İşte kültürel ya­ şantıda değişme. YANIT — 6 — Burada genel olarak söylenecek sözlerin dışında deneyim­ lerim ve araştırmalarım çok kısıtlı. Bizler kendi konumuzda ilerici niteliği olan tüm arkadaşlarımızla işbirliğine dikkat etmeliyiz. Bu doğrultuda gerek semi­ nerlerle gerek açık oturumlarla, tartışmalı sohbetli konserlerle müzik aracılı­ ğıyla kitlelerin birleşmesini sağlamak yolundaki görevlerimiz çok daha fazla olacaktır. Biz ilerici kuruluşların bir araya gelerek saptayabileceği ortak kültür politikası doğrultusunda üstümüze düşen görevleri almaya hazırız.

TAVIR/29


BULGAR HALKININ ÖVÜNCÜ NİCOLAS YONKOV VAPTSAROV Çeviren ve Derleyen: Mümine MERT

Bansko'da (Bulgaristan) doğdu. İlk öğrenimini doğduğu şehir­ de, 1916-1923 yılları arasında bitirdi. Razlog Lisesi'nde okudu (192326). Toplumsal görüşleri, edebiyat ve tiyatroya ilgisi bu dönemde oluşmaya başladı. Varna Denizcilik Okulu'nda geçen yılları (192632) geleceğin şairi için ideolojik ve politik bir olgunlaşma dönemi ol­ du. Vaptsarov; burjuva düzeninin sert koşulları, sınıf çatışmasının büyük sorunları ve emekçilerin devrimci mücadelesiyle karşılaştı. İlk başta görüşleri soyut bir insancıllıktan kaynaklanmışsa da daha sonra tutarlı eleştiriciliğe yöneldi. Denizcilik okulunu bitirdikten sonra, Vaptsarov, Kotcherinova kentindeki kâğıt fabrikasında tek­ nisyen olarak çalışır ve bölgenin komünist parti yöneticileriyle bağ­ lantı kurar. 1935'de Bulgar İşçiler Birliği Kongresi'nde delege seçi­ lir. Aynı yıl Rila vadisi Bulgar Komünist Partisi Bölge Komitesi üye­ si olur. Kültürel örgütlenmelerin bağrındaki etkinliği ve 1930 yıl­ larında kitlesel eylemlere katılımı, militanların sekter ayrılıklarının yok edilmesini hedefleyen partinin yeni politikasına sıkıca bağlıdır. 30/TAVIR


1936'da Sofya'ya taşınır. Sonbahardan sonra Bulgar Demiryollarında buharlı lokomotif makinisti olur. 1938 Kasımında devlet tabakha­ nelerinde teknisyenliğe başlar. Vaptsarov, SSCB ve Bulgaristan ara­ sındaki yardımlaşma ve dostluk paktından faydalanarak, 1940'da Razlog eylemini düzenler. Bu eyleme (Sobelev eylemi de denir) ka­ tıldığı için mahkemeye verilir ve Godetch'e kapatılır. Daha sonra «Technitcheski-Glas» ve «Litteraturen-Kortik» gazetelerinin yazı ku­ rullarında çalışır. 1941 sonbaharında, devrimci eylemlerin baş so­ rumlusu olan, Tsviatko Radoinov'un başkanı olduğu Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesinin Merkezi Askeri Komitesi'ne alınır. 4 Mart 1942'de Vaptsarov yakalanır ve Parti Merkez Komi­ tesi'ne açılan davada arkadaşlarıyla beraber yargılanır. Dört ay süren işkencelerden sonra idama mahkûm edilir. Vaptsarov mah­ keme önünde şöyle d e r : «Namuslu bir yurttaş olarak vatanın kur­ tuluşu için çarpıştığımın bilinciyle hareket ettim. Pişmanlık duymu­ yorum. Kimseden de yardım istemiyorum.» Yedeksubay okulunun atış alanında Anton Ivanov, Anton Popov, Atharase Romanov, Petre Bogdanov ve Guorgui Mintchev ile birlikte k u r ş u n a dizilir. Vaptsarov ilk şiirlerini gençlik ve çeşitli derneklerin dergilerin­ de yayınlandı («Globus», «Borba» vs.). G. Karastavov, C. Radevski, N. Lankov, N. Khrelkov, B. Angheiouchev, A. Gendov, S. Sotirov, N. Chmireel ve diğer ünlü parti üye­ si aydınlarla olan dostluk bağları ona ideolojik ve sanatsal gelişi­ minde özel bir önem kazandırmıştır. Nicolas Yankov takma adıyla 1940 yılında hayatta iken yayın­ lanan tek eseri «Motorların Türküsü» adlı kitabıdır. Vaptsarov'un duygusal kahramanı, zamansız ilkbaharın güzel kokusu ile barut kokusunun birbirine karıştığı dramatik ve karan­ lık bir devrin ürünüdür. 1930 yıllarının Christo Smirnenski ve diğer proletarya şairleri gibi Vaptsarov da kahramanını, Bulgar Proletaryası'nın devrimci şiiri tarafından miras bırakılan şiirsel değerler ile yaratmıştır. Sanatsal açıdan usta bir elle tasvir edilen bu k a h r a m a n ruhen karışık, sosyal hayatta zengin, canlı ve dinamiktir. Gerçeği ve parti savaşını onaylayan, sayıları sürekli artan emekçi kitlelerin bir ha­ bercisidir. O, yaşam koşullarının kaçınılmaz olarak komünist düşüncele­ re götüreceği alelade işçinin, komünistin sembolüdür; o geceleri yor­ gunluktan bitkin yatan meçhul işçidir-, o «kendisini insanların için­ de bulan ve insan olan», «insan üzerine «şiir»in a n a kahramanıdır; TAVIR/31


\

o fabrikalarda, bürolarda çalışan tanınmamış binlerce insandan biridir. 1930 yıllarının ortalarında parti içindeki sol sapmalar kesin ola­ rak dağılır ve dikkatler halk kitlelerine yöneltilir. Ve eğer Vaptsarov, bu yeni çizginin en aktif partizanlarından biriyse bu bir rast­ lantı değildir. Genç işçinin yaratıcı olgunluğa eriştiği ve en önemli şairlerin ortaya çıktığı devirde, parti mücadelesinin desteğini ve temelini halk kitlelerinin bağrında arar. Vaptsarov'a lirik kahraman modelini veren de bu halk kitleleridir. Ozan, onların günlük çetin çalışma yaşamlarından, şiirlerinin lirik atmosferini çıkarır. Onların ahlaksal ve psikolojik özellikleri, Vaptsarov'un şiirsel dünyasının psikolojik ve ahlaksal rengini verir. Komünist savaşçı ve sokaktaki adam, halk ve parti bölünmez, bir bütün haline gelir. Bu birleşmeden sağlam psikolojik bir lirik kişilik doğar. Vaptsarov, trajik görüşünü ateşli bir özveri yoluyla ifade eder.. Ölmeden evvel yazdığı şiirler, bir kuğunun şarkıları değildir; yaşamı selâmlayarak ölüme meydan okuyanların ateşli haykırışlarını yansıtır. Kahramanın ölümü, son­ suz insan dramının zincirinin bir halkasından başka bir şey değildir. Vaptsarov'un şiiri teknik ilerlemenin dinamizmini gösterir, çağın endüstriyel görünümünü algılama olanağı sağlar. Bu havasıyla, ozan, modern teknikle ekmek ve özgürlük için mücadelenin, insan­ la makinanın bağını olağanüstü bir gerçeklik ve şiddetle göster­ meyi başarır. Şiirlerinden örneklerle düşüncelerini açalım ve onu daha ya­ kından tanımaya çalışalım: Dramatik şiir «Düello», Vaptsarov'un yazdığı en iddialı ve hırs­ lı şiirlerinden biridir. Bu yapıtta, insanlığın devamlı ve şaşmaz bir şekilde mutluluk ve kurtuluşa doğru gittiği önlenemeyen bir coşku ve inançla gerçekleştirilmiştir. Şiire başlar başlamaz, geçişe gerek duymadan ozan bize hemen kavga meydanını gösteriyor. Biz ellerimizi sıkıca ördük, Seninle sıkıca kapıştık. Kan damlıyor yüreğimden Sense çökmüşsün. O zaman? Birisi yere yığılacak, Birisi yenilmiş olacak. 32/TAVIR


Ve yenilen sen olacaksın. İnanmıyor musun? Korkmuyor musun? Ama ben, her hamleyi düşündüm, Son cesaretimi topladım Ve yenilmiş olacaksın sen, Dökülen kudurmuş hayat. Kapitalizmin çok sade bir simgesi olarak «Dökülen, kudurmuş hayat» m karşısında devrimci proletarya adına konuşmaları ozanı­ mız yüklenmiştir. Vaptsarov, aynı şiirin bir başka bölümünde emperyalizmin bi­ limi ve ilerlemeyi engelleyemeyeceğini anlatır. Ve insanlığın kazanımlarına devrimciler adına sahip çıkar. Hatırlıyorsun değil mi? bir motor çınlıyor gülüşü ve iyimserliğiyle sisler, Hani kuşlar bile inmiyor ıslak boşluklara: parçalıyor buzlu perdeleri bir motor kanatlarıyla, değiştiriyor yeryüzünü ve benzin buharların patlamasıyla temizliyorlar yolu gelişimin. Devrimci savaşın her yerde patlaması ve enternasyonalizmin güncel bir konu olmasından etkilenen Vaptsarov, dinamik bir ifade kullanarak emperyalizmin son günlerini yaşadığını gösteriyor. Ve ben yanıyorum, sen de yanıyorsun. Ve ikimiz ter içinde yüzüyoruz Ama senin gücün tükeniyor zayıflıyor, TAVIR/33


düşüyorsun sen. Onun için acımasızca ısırıyorsun. Ölüm korkusu içindesin, belki de. Bir başka önemli şiiri olan «Tarih» Tarihi ve onun gelişimini sağlayanın kitleler olduğunu gösterir. Burada başrolde anti-faşist savaşçıları görüyoruz. Onlar, halkın temsilcisi olarak hareketin için­ de bir damla olduklarının farkındadırlar; fakat kanlarıyla kahra­ manlık destanları -yazdıkları için de mutluluk içindedirler. Şiirin başında anti-faşist hareketin geniş tabanı gösterilmeye çalışılır. Biz meşhur kişiler değildik, çalışırdık fabrikalarda, bürolarda, biz köylüydük, ki bizler ekşi ekşi soğan ve ekmek kokardık, ve sarkık bıyıklarımız altında hayata hınçla küfrederdik. Devrimci fikirlerin bereketli topraklar bulmasının esas neden­ leri de ağır çalışma koşulları ve ucuz ücretlerdir. Gerçekçi köy tab­ losunu çizerek Vaptsarov, halkın sefaletini sergiliyor. Tarla kenarlarında doğardık. Dikenlerin orda, kuytuda Analarımız ter içinde yatarlardı, Kurumuş dudaklarını ısırarak. Sinekler gibi ölürdük güzün Bronşitten çekerdi kadınlar Şarkıya dönüşen ağıtlarını Yalnız yaban otları duyardı. Faşist terör arttıkça devrimci mücadele kızışır. Özgürlük arzu­ suyla dolup taşan gençler, silahlı mücadeleye çekinmeden atılır. Ve sabretmenin kemikleşmiş felsefesini atarak yeni ideallerine sarılır­ lar —Sosyalizm—: Böyle gelmiş böyle gider derlerdi evde babalarımız. Bizse surat asıp tükürürdük onların aptalca felsefelerine. Öfkeyle kalkardık sofralardan 34/TAVIR


Ve dışarıya çıkardık, ki orada bir umut sarıyordu bizi güzel ve aydınlık bir şeylerle. Bu büyük şiirin sonunda da devrimci bir sadelik gösterilir. Ger­ çek devrimciler, kariyer ve herhangi başka bir ödül beklemeden bu savaşa katılmışlardır. Onlar sadece halkın mutluluk ve refahını sağlamak istemektedirler. Ve onlar için en büyük ödül bunların gerçekleşmesi olacaktır. Bu büyük mücadeleye katılanların hepsi her an ölebileceklerini bilmektedirler. Ve istedikleri son şey de ba­ şarılarını emin ellere bırakmaktır. Halkına karşı büyük sevgisinden dolayı ölümü göze alan bu kişiler, gelecek nesillerin mücadelenin zorluklarını bilip, kazanılmış zaferlerin korunmasını ve değerinin bilinmesini istiyorlar. Fakat anlat, basit kelimelerle bizim nöbeti, devir alacaklara, onlara - gelecekteki nesilere savaşmışlardı de - korkusuzca. Genç yaşta ölmesine rağmen büyük şair arkasında çok değerli bir edebi miras bırakmıştır. Tarih ve Düello'nun yanında diğer önem­ li şiirleri «Hatıra», «Korkmayın Çocuklar», «Fabrika kuracağız», «inanç», «Mektup», «İnsan için türkü», «Vasiyet»tir. Şiirlerinden başka röportajları da vardır. Açık denizde «Marma adası», «Süveyş anahtarı». «Tiyatro ve seyirciler», «En gençlerin edebiyatı üzerine» adlı makaleler. «Baraj», «Dalgalar uğradığı zaman» adlı radyo oyun­ ları da yazmıştır. «Halklar arası dostluk ve barışa olağanüstü katkılarından» do­ layı 1952'de barış ödülünü aldı. 19 Haziran 1953'de de Budapeşte'de Dünya Barış Konseyi, Niko-' las Yonkov Vaptsarov'a Bulgar Ulusal Ozan ve Kahramanı unva­ nını verdi.

TAVIR/35


—ŞİİR— N. Y. VAPTSAROV

SAMİMİCE (Karıma)

Seni nasıl çağırayım, sevgilim? Dolduruyor kalbimi nağmeler, Fakat benim sevgime isim yok Ve öyle kalpten mısralar Seni güçlükler içinde tanıdım diye mi Sevgilim, öyle fethettin beni? Yoksa bunun için günler mi kabahatli? Engebeli, kahramanlıklarla bezemeli Bu tarihsel ve anıtsal günlerde Darağacı, mahpus ve savaşlarla dolu Aşk daha gerçek, daha derindi, Çünkü ölüm gözlüyor yolumuzu... Ama biz daha 25 yaşındayız... Çiçek açmış çağırıyor gençliğimiz, Hayır, hayır biz seninle düşeceğiz Aşkımızı da göz kırpmadan feda edeceğiz. Ve yine kimse, kimse bilmesin O eylül günkü hülyalarımızı Yine temiz sevinç dolup taşsın Doğmamış oğlumuz Vladimir için.

36/TAVIR


ÖLÜMDEN

ÖNCE

Kavga acımasız, gaddardır. Kavga, dedikleri gibi destansı. Ben düştüm. Yerimi başkası alacak ve... o kadar Burada kişinin... ne önemi var. İnfaz, ve infazdan sonra - kurtlar. Bu, bu kadar basit ve mantıklıdır. Fırtınada yine birlikte olacağız, Halkım benim, 4

Çünkü birbirimizi seviyorduk.

İNANÇ İşte - nefes alıyorum Çalışıyor Yaşıyor Ve şiirler yazıyorum Başarabildiğini kadar. Kaşlarımızı çatmış Bakışıyoruz hayatla dik dik, Ve onunla savaşıyorum Gücümün yettiği kadar. Hayatla ölüm kalım savaşındayız, Fakat sen sanma ki, Hayatı sevmiyorum. Aksine, aksine! Ölmek üzere olsam bile, Hayatı çelik şamarı ile Ben yine seveceğim, Ben yine seveceğim... Diyelim ki, simdi assalar İpi boynuma ve «Nasıl, bir saat daha, yaşamak ister misin?» deseler. Hemen haykırırım : «İndirin, indirin daha çabuk indirin ipi canavarlar!» Onun için, hayat için, Her şeyi yapabilirim Uçabilirim Göklerde maket uçağıyla TAVIR/37


Patlamaya hazır roket içine Girebilirim, tek başına. Uzayda bilinmeyen, gezegen Arayabilirim sonsuzluklarda. Ama her şeye rağmen hissedeceğim, O hoş kıpırtıyı içimde. Yukarıya baktığımda göreceğim, Gökyüzünün maviliğini. . Herşeye rağmen hissedeceğim, O hoş kıpırtıyı içimde, ki hâlâ Yaşıyorum, ki hâlâ var olacağım. Fakat, diyelim ki siz Bir buğday tanesi kadar olsanız Benim inancımdan. Haykırırdım o zaman, Kalbinden yaralanmış panter gibi Haykıracağım acımdan. Geriye ne kalacak Benden o zaman? İlmiklenmiş olacağım Ve daha açıkça Ve daha doğruca Soygundan bir an sonra Ben bir hiç olacağım! Belki de yok etmek istiyorsunuz onu, Benim inancımı Müjdeli günler için; Benim inancımı, ki yarın hayat daha iyi Daha güzel olacak. Pekiyi, ya nasıl hücum edeceksiniz, baylar? Kurşunla? Hayır! Yaramaz! Arta kalan da, para etmez! Ö derin göğüsümde, Çelik zırhla kaplıdır. Ve onu delecek mermi Daha yoktur. Daha yoktur.

38/TAVIR


Çürümekte ve can çekişmekte olan bu düzenin yıkılıp yerine sosyalist bir top­ lumun yaratılmasında gençliğin üzeri­ ne büyük görevler düşmektedir. Bu gö­ revlerin yerine getirilebilmesi için; sos­ yalist eğitim gerekmektedir. Bu eğitimin nasıl yapılması gerektiği hakkında bize ışık tutacak olan Lenin'in öğretisidir. Bu amaçla Lenin'in Gençlik Birlikleri'nin görevinin ne olması hakkında Rus Genç Komünist Birliği'nin 3'üncü Rus­ ya Kurultayı'nda- yapılan konuşmasını yayınlamayı yararlı gördük. Bu yazı bize gerçek bir sosyalistin ken­ disini nasıl yetiştirmesi ve geliştirmesi hakkında yol göstermektedir.

Gençlik Birliklerinin Görevleri V. İ. LENİN

Yoldaşlar: bugün Genç Komünist Birliği'nin temel görevlerin­ den ve Sosyalist Cumhuriyet'te gençlik örgütlerinin genel olarak ne gibi nitelikleri bulunmasından söz etmek isterim. Bu soruna değinmek daha da gerekli bir duruma gelmiştir. Çün­ kü sosyalist bir toplum yaratmanın asıl göreviyle yüzyüze gelecek olan kitle bir yerde gençlik olacaktır, denebilir. Çünkü açıkça beTAVIR/39


lirmiştir ki, kapitalist toplumda yetişen emekçi halk kuşağı, sömü­ rüye dayanan eski kapitalist hayat tarzının temellerini yıkmak gö­ revini yerine getirebilir. . Gençliğin karşısına çıkan görevlere bu açıdan bakınca, gençli­ ğin genel olarak görevleri ve özellikle Genç Komünist Birlikleri ile öteki örgütlerin görevleri kanımca bir tek sözcükle özetlenebilir: Öğrenmek. Elbette bu «tek bir sözcük»tür. Neyi öğrenmek? Nasıl öğrenmek? Bir tek sözcük, bu temel ve en önemli sorunlara cevap veremez. Burada önemli olan ş u d u r : Eski, kapitalist toplumun de­ ğişmesi ile, sosyalist toplumu yaratacak olan yeni kuşakların yetiş­ mesi, eğitim ve öğrenimi eski çizgiler üzerinde yürütülemez. Genç­ liğin eğitimi, yetiştirilmesi ve öğrenimi eski toplumun bize bıraktığı malzemeden başlayarak yürütülmelidir. Sosyalizmi sadece, bilgi, örgütleri ve kurumların bütünlüğü esasına göre eski toplumdan bize miras kalan insan gücü kaynaklarından ve yöntemlerden yarar­ lanarak inşa edebiliriz. İşte bu gerçekle gençliğe ne öğreteceğimiz ve —Sosyalist genç­ lik adına gerçekten lâyık olmak istiyorlarsa.—gençliğin nasıl öğ­ renmesi gerektiği sorunlarıyla ayrıntılı bir şekilde ilgilenmeliyiz. Yine aynı şekilde, başlattığımız işi tamamlayıp bitirebilmek için gençliğin ne şekilde yetiştirilmesi gerektiği sorununa da değinmeliyiz. Şunu belirtmeliyim ki, bu sorulara verilecek ilk ve en doğal cevap ş u d u r : Gençlik Birliği ve genel olarak gençlik, sosyalizme doğru ilerlemek için sosyalizmi öğrenmelidir. Ama bu —«Sosyalizmi öğrenmek»— çok genel bir cevaptır. Sosyalizmi öğrenmek için neler gerekmektedir? Sosyalizmi öğrenmek dendiği zaman, doğal olarak ilk akla gelen sosyalist el kitaplarında, broşürlerde ve kitaplarda toplanmış bilgilerin t ü m ü n ü iyice hazmetmektir. Bununla birlikte, Sosya­ lizmin incelenmesini bu şekilde tanımlamak çok kaba ve yetersiz olmaktadır. Sosyalizmi öğrenmek için sadece sosyalist kitap ve bro­ şürlerde yazılanları hazmetmek yeterli olsaydı, gider kitap hokka­ bazlarına ve kendini övmeye meraklı kişilere başvururduk. Bu çoğu kez bize zararlı olurdu, çünkü bu gibi insanlar sosyalist kitaplarda ve broşürlerde verilen bilgileri ezberler, ama çeşitli bilgi dallarını biraraya getiremezler. Ve sosyalizmin gerçekten kendilerinden is­ tediği biçimde hareket etmekten yoksundurlar. Eski, kapitalist top­ lumun bize miras bıraktığı en büyük kötülüklerden, bahtsızlıklar­ dan biri kitaplar ile gerçek hayat arasındaki büyük uçurumdur. Her şeyi m ü m k ü n olan en iyi biçimde anlatan kitaplarımız vardı. Ama 40/TAVIR


çoğu durumlarda bu kitaplar en zararlı ve iki yüzlü yalanlarla do­ luydu. İşte bu yüzden sosyalizm hakkında kitaplarda verilen bilgi­ leri ezberlemekle yetinmek çok hatalıdır. Eylem olmadan kavga verilmeden, sosyalist broşürlerden ve eserlerden edinilmiş kitap bilgileri kesinlikle değersizdir. Çünkü bu teori ile pratiğin eskiden olduğu gibi birbirinden ayrılması demek­ tir. Bu ayrılık, bu uçurum ise, eski burjuva toplumunun en zararlı özelliğiydi. Soru ş u d u r : Sosyalizmi incelemek için bunların t ü m ü nasıl biraraya getirilmelidir? Eski okullardan, eski t ü r bilimden neleri almalıyız? Eski tür okulların belirttikleri hedef her konuda eğitil­ miş insanlar yetiştirmek, bilimleri genel hatlarıyla öğretmekti. Bu­ nun tamamiyle hatalı olduğunu biliyoruz, çünkü toplum tümüyle halkın sınıflara ayrılması temeline dayandırılmıştı, bu şekilde sür­ dürülüyordu. Bir yanda sömürenler, öte yanda ezilenler vardı. Sı­ nıf ruhuyla iyice donatılmış oldukları için, eski okullar doğal olarak sadece burjuvazinin çocuklarına bilgi aktarmakla yetindiler. Her söz burjuvazinin çıkarları uğruna tahrif edilmişti. Bu okullarda da­ ha genç yaştaki emekçi ve köylü kuşaklar eğitilecekleri yerde daha çok burjuvazinin çıkarlarına göre yetiştiriliyorlardı. Bu kuşaklar burjuvazinin işe yarar hizmetçileri olmak, onun başarısını ve raha­ tını bozmadan kendisine kâr sağlamak için eğitim görüyorlardı. İş­ te bu yüzdendir ki eski tür okulları bir kenara atmakla birlikte, on­ lardan gerçek sosyalist eğitim için gerekli olanları almayı da ken­ dimize görev yapıyoruz. Eski okul katıksız bir kitap bilgisi okuluydu, sonu gelmez tekrar ve ezberlerle doluydu deniliyor. Bu doğrudur ama, eski okullarda kötü olan şeylerle bize yararlı olanları birbirinden ayırmalı ve bun­ ların arasından sosyalizm için gerekli olanlarını seçebilmeliyiz. Kişi, insanlığın biriktirdiği bilgi haznesini hazmetmeden de sos­ yalist olabilir derseniz, çok büyük bir hataya düşmüş olursunuz. Sosyalizme yol açan o bilgilerin t ü m ü n ü elde etmeden sosyalist slo­ ganları ve sosyalist bilimin sonuçlarını öğrenmeyi yeterli bulmak hatalı olur. Marksizm, sosyalizmin insan bilgisinin tümünden orta­ ya çıktığını gösteren bir örnektir. Marks'ın öğrettiklerinin neden en devrimci sınıfın milyonlarca, on milyonlarca insanın akıllarını, yü­ reklerini kazandığını soracak olursanız, bir tek cevap alırsınız: çün­ kü Marks eserini, kapitalizm döneminde elde edilen insan bilgisinin sağlam temeline dayandırmıştı. İnsan toplumunun gelişmesini etki­ leyen yasaları araştırdı. Marks ve ardında kapitalizm kaçınılmaz TAVIR/41


bir şekilde sosyalizme dönüşeceğini anladı. En önemli olanı ise, bu görünüşü, o kapitalist toplumu en doğru, ayrıntılı ve derin bir şe­ kilde araştırarak, kendinden önceki bilimin yarattığı her şeyi iyice hazmederek tanıtladı. Bir tek ayrıntıyı dahi gözardı etmeden, insan toplumunun ya­ rattığı her şeyi eleştirerek yeni bir biçim verdi. İnsan düşüncesinin yarattığı her şeyi, emekçi sınıf hareketi açısından, yeniden ele aldı, eleştirdi ve tanıtladı. Proleter kültürden söz ettiğimiz zaman bunu aklımızdan çıkar­ mamalıyız. İnsanlığın bütün gelişmesinin yarattığı kültürün değiş­ mesini bildiğimiz takdirde, proleter kültürü yaratacak duruma ge­ lebiliriz. Bunu açıkça anlamadan soruna çözüm yolu bulmak müm­ kün olmayacaktır. Proleter kültür ne havadan kapma bir şeydir, ne de kendilerine proleter kültür uzmanları süsünü verenler tara­ fından yaratılmıştır. Bütün bunlar saçmalıktır. Proleter kültür, in­ sanlığın, kapitalist, bürokrat, toprak ağalarından oluşan toplumun boyunduruğu altında biriktirdiği bilgi haznesinin mantıksal geliş­ mesi olmak durumundadır. Bütün bu yollardan proleter kültüre gidilmiştir ve gidilecektir. RUS GENÇ KOMÜNİST BİRLİĞİNİN ÜÇÜNCÜ RUSYA KURULTAYINDA YAPILAN KONUŞMA. 2 Ekim 1920

42/TAVIR


—ŞİİR— B. BRECHT

KOMÜN'ÜN KARARI

Gücünüz güçsüzlüğümüzdendir bizim Yasalarınız bizi köleleştirmek içindir Köle olmaya niyetlenmedik Irgalamaz kanunlarınız bizi Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde Ölümden değil Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik Aç bırakılmışız bir kez Bu han-ı yağmaya nasıl dayanmışız mübarek Ekmek nedir, canımız ne? Bir namus borcumuz kalmış bilelim Bundan böyle. Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde Ölümden değil Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik. Bundan böyle. Üst üste ve dike dike han hamam Yurtsuz bıraktığınız bizi ve düşünüldüğünde Bizleri yersiz bıraktığınız Ve kovuklarımız dar geldiğinde bize Verdik kararını, şu han apartman dediklerine Bir kez de biz oturalım dedik. Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde Ölümden değil Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik. Ve kömürsüz dona dona gördük biz Kömürü sizlerde tepeleme gördük Yok ısınacağımız böyle giderse Ve el koymaksa kömüre Kararı toptan verdik. Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde Ölümden değil Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik. Ve düşündük kahredecek Ücretimizi helâlinden ödemek sizi kahredecek

TAVIR/43


Ve düşündük fabrikaları Fabrikaları üstlensek Emeğimiz değil size, hepimize yetecek. Toplar ve tüfeklerle üzerimize geldiğinizde Ölümden değil Hayatın zilletinden korkmayı yeğledik. Ve gördük ki döneklerin Dediklerinden dönenlerinmiş hükümet Ve dedik, hayatı kendi ellerimizle kurmaya Ahdetmeliydik. Ve düşündük ki akıllanmadınız Top güllesi tüfek mermisinden gayrı lâf tanımadınız Topları üstünüze helâlinden Bu kez biz çevirmeyi yeğledik.

44/TAVIR


Öykü - NAM HA

TANTE BA ANA VE ÇOCUKLARI Tante Ba kulağını bambu kepenklere dayadı. Oğlunun soluk alışını tanımıştı. Araladı kapıyı : — «Minh, sen misin?» — «Evet ana.» ' Minh'in, tanıdık, dost gölgesi sessizce içeri kaydı. Bir kibrit çaktı. Gaz lâmbasının titrek ışığı ana-oğulu aydınlattı. Minh, büyük oğluydu Tante Ba'nın. Ev kapkaranlık gecede, Minh'in varlı­ ğıyla şimdi daha az terkedilmiş gibiydi. Ana, oğlunun güçlü omuzlarına, kocaman gölgesine sevgiyle baktı: — «Aç mısın?» — «Değilim ana.» Sesini alçaltarak : «... sen haberleri ver bir an önce, zaman yok.» Anasının anlattıklarını zaman zaman kaşları çatılarak dinledi Minh. Tante Ba söyleyeceklerini bitirdi ve ekledi: . — «Bugün bir asker geldi, Tou'yla biraz çatıştılar.» — «Çatıştılar mı?» — «Telâşlanma canım, önemli değil. Kardeşin okuldayken, asker onun bi­ sikletini almış, Tou avludayken geri getirdi. Atıştılar. Asker tomsonunu doğ­ rultunca, Tou adamın yakasına yapıştı. Bir şey olacak diye çok korktum ama, neyse çekti gitti herif.» Tante Ba, çocuğunun uyuduğu yatağa sevecen gözlerle baktı. Minh, kıvançla gülümsedi : — «Küçük kardeşim aslan gibi...» — «Onu da örgüte alamaz mısın?» — «Burada daha yararlı olur.» - Tante Ba içini çekti : — «Onun için çok kaygılanıyorum. Bir gün ya tutuklayacak, ya da vuracak­ lar.» Minh birden doğruldu : — «Seçme hakkımız yok ana! Savaşmalıyız. Biz onların hakkından gelemezsek, pnlar bizi yok edecekler. Kaygılanma, kardeşim ne yaptığını biliyor. Gün gelecek,hepimizi geride bırakacak o. Tou'ya güvenebilirsin.» Bir an durdu, yumuşak bir sesle : «Şimdi gitmem gerek anacığım, nerdeyse şafak sökecek. Bize köydeki asker ve silâh sayısını bildirmeyi unutma.» Bir kaç adım attı, döndü : — «Hoşça kal anam.» Karanlığa karıştı, ayak sesleri uzaklaştı, yitti gitti. Tante Ba, kapıyı kapa­ yarak, ot yatağa oturdu. Derin soluklarla uyuyan en küçük çocuğu Mai'ın üsTAVIR/45


tünü örttü. Sırtını duvara dayadı, dizlerini topladı. Bakışları bir süre, bomboş odada dolaştı. Dışarda rüzgâr uğulduyordu. Hain düşman saldırıları gibi denizden çıkıp, ormanda ıslıklar çalarak ilerliyor, pirinç tarlalarını geçip, stratejik köylere ula­ şıyordu. Damdaki demir kiremitler takırdıyor, köpek seslerine makineli tüfek gürültüleri karışıyordu. Tante Ba oğlunu düşündü. Şu sırada, Onu ormana ulaştıracak patikada yürüyor olmalıydı. Her enge­ beyi, her çalıyı, atacağı her adımı gözünde canlandırmaya çalıştı. Oğullarının yürüyüşünü çok iyi bilirdi. Minh çabuk, atik, Tou'ysa ağır, sağlam yürürdü. Ki­ şiliklerine uygundu yürüyüşleri : Minh kıvrak ve ataktı. Tou, sessiz ve inatçı. Okulda, generalle, posta müdürünün oğullarını dövdüğü için tutuklamalar­ dı bir kez Tou'yu. Onu salıvermeleri için nasıl da dil dökmüştü. Minn'le işbir­ liği yaptığından kuşkulanınca, bir kez daha tutuklandı. — «Onu bağışlayın baylar... Ne yaptığını bilmeyen bir çocuktur O. Küçük bir çocuk...» — «Çocukmuş... Hıh! Gidi tüydüz Vietkong senii!..» diye bağırdı bölge komiseri. «Kafası ezilmeli bunların!» Ağzından tükürükler saçılıyordu. Tou, el­ leri arkasından bağlı, düşmanı tepeden tırnağa süzdü. Tante Ba umutsuzca : — «Şerefli bölge komiseri, Onu- bağışlayın. Daha 15 yaşında. Hiçbir şey bilmez O.» — «İyi avukatlık yapıyorsun kocakarı. Ama ya oğlunu tanımıyorsun ya da tanımazlıktan geliyorsun. Onlarla başa çıkılmaz. Hepsinin, hepinizin ne mal olduğunu çok iyi bilirim. Topunuz Vietkongsunuz! Babanız, ananız, büyük oğ­ lunuz, şimdi de bu. Topunuz öyle doğuyorsunuz, öyle doğuruyorsunuz... Yalnız­ ca 15 yaşındaymış... Hiçbir şey bilmezmiş... Yutar mıyım sanıyorsun? Bir gün hepimizi öldürecek bunlar. Artık yetti be!» Komiser Tou'nun kulağına yapıştı : — «Bu seferlik bağışlıyorum seni. Ama bir daha dert açarsan başımıza, duanı etmeye hazırlan.» — «Çek elini, dokunma bana!» Tante Ba bu sırada çocuğunu odadan dışarı çekivermişti bile. İşte Tou böyleydi... Ona «doğuştan Vietkong» demekte haklıydı komiser, Tante Ba'nın yanağından yaşlar süzüldü. Ngo Dinh Diem'e karşı ilk kurulan direniş örgütünde çalışan kocasını hatırladı. On yıldır hiç haber alamamıştı. . Nam-Bo ya da Poulo-Cordor'da öldürüldüğü söyleniyordu. Bakmak, beslemek için üç Çocuk bırakmıştı ona. Bu üç çocukla, aslında bir hazine bırakmıştı. Onların üstüne titrerdi Tante Ba, kollarının, bacakları­ nın hergün biraz daha güçlendiğini, vücutlarının, kafalarının biraz daha ge­ liştiğini görür, umutlanırdı. Minh, şimdi yakışıklı bir erkek olmuştu. Arananlar listesine adının geç- . memesi için, Onu uzak bir köydeki yakınlarının yanma göndermeyi düşün­ müştü bir zamanlar. Ama Minh, partizanlarla ilişki kurmuş, onlara elbise, ilâç sağlamıştı. Bir gece eve geldi : — «Ana ben hattı geçiyorum. Bana ihtiyaçları var.» dedi. Söz, öylesine açık, kesin, doğal söylenmişti; Minh, öylesine inançlıydı ki, 46/TAVIR


karşı çıkmak güçtü. Oğul, artık bir partizan oluyordu. Komandolara, Yankeelere karşı savaşmak, köyde barınan ajanları cezalandırmak için. Ve anasına bu kara­ rını, sanki bir yürüyüşe çıkıyormuş gibi rahatlıkla söylüyordu. Tante Ba, ka­ rarın gerekliliğine inanıyordu. Şaşırmadan kabullendi. Minh'in gidişiyle, ananın omuzlarından bir yük kalkmış gibi oldu. Şimdi sıra Tou'daydı. Tou, daha 9-10 yaşlarında başlamıştı kukla askerlerden nefret etmeye. Onların saçını, okşamasına, omuzuna dostça vurmasına izin vermez­ di. Şimdi açıkça kaçıyordu. O zamana kadar bilincine varmadığı bir nefretle tutuştuğunu duyuyordu yüreğinin. Bütün gün tek söz etmeden oturup düşündüğü olurdu. Böyle durumlarda Tante Ba'nın içinden ev işi yapmak gelmezdi. O da çöker, oğlunun akıllı, inanç­ lı yüzüne dalardı. Saçlarını, kaşlarını, gözlerini, burnunu, dudaklarını tek tek incelerdi. Tou'nun kafasından geçenleri çözmeye çalışırlardı. Ne düşünüp, ne kuruyorsa Tou, mutlaka doğruydu. Buna inanıyordu. Bir gün, kendi kendini mırıldanırken yakaladı Tante Ba : «Ne düşünüyor­ sun oğul? Senin için kaygılıyım. Tezcanlılık etme, henüz çok gençsin.» Sanki oğlu onu duyacaktı. Birden sıçradı ana. Utandı düşüncesinden... Bir gün komandolar köyde kamp kurdu. Tou, o gün okula gitmedi. Akşam­ üstü satılmış zorbalar köyden ayrılmaya hazırlanırken evden çıktı. Bir el bom­ bası patlaması. Bir an sessizlik. Makineli tüfek kusmukları!.. Yüzü ışıl ışıl eve döndü Tou. — «Yalnızca iki tane öldürebildim ana. Daha uzağa fırlatmalıydım bom­ bayı. Kollarım henüz gerektiği kadar güçlü değil.» - Küçük Mai ellerini çırparak mutfaktan fırladı : — «Senin saklandığın yerden o kadar olur. Ben daha iyi bir yer biliyorum. Ordan tek bir bombayla en az beş tanesini öldürebilirsin.» Anası Mai'a çıkıştı : — «Hadi sen mutfağa! Kızlar bu işlere karışmaz.» Mai üzgün, çekildi. Tante Ba derin bir göğüs geçirdi. Konuşulanların dışardan duyulmasın­ dan korkuyordu. — «Aç olmalısın. Git de birşeyler ye.» — «Olur ana. Pazularımı güçlendirmem gerek. Bir daha yakına sokulaca­ ğım. Mai'a da öyle çıkışma. Bildiği yer bize yararlı olabilir.» Yemek boyunca yanına oturup onu seyretti Tante Ba. Tou, son lokmasını yuttuktan sonra : — «Ben gidiyorum anacım, geceyarısından önce dönmem.» dedi. Ana, ses­ sizce oğluna baktı. Cevaba zaman bırakmadan gitmişti. Yalnızca haber veri­ yordu ona. Partizanlara katılmasına engel olamayacaktı anası, bunu biliyordu. Tante Ba, ot yatağına büzüldü. Gözünü kırpmadan, saatler boyu düşündü. Bütün gün bir avuç pirinç uğruna oradan oraya koşuşmakla geçerdi. Ama ge­ celer onundu. Binlerce düşünce, binlerce anı geçerdi aklından. Eski günlere takılıp kaldığı olur, ama şafakleyin kendini hep o pırıl pırıl yolda bulurdu, önce kocasının, sonra da çocuklarının kendilerini adadıkları yolda. Onların gölgelerini görür, inançlı seslerinin yankısını duyardı. «Sevgili oğulları...» Boğazında onurlu hıçkırıklar düğümlenir, gözlerinde sevinç yaşları birikirdi... Aklıyla, onların her adımını izlemeye hazırdı. Gece dönüşlerini bekTAVIR/47


lerdi uyumadan. Bir yaprak hışırtısı, bir dal çıtırtısı, bir ayak sesi... Pırlardı kapıya! Bir gece Tou, eve her zamankinden daha geç geldi. Yatağın kıyısına otur­ du. Odanın orta yerine bir suskunluk çöktü kaldı. — «Ne var, n'oldu oğul?» Tou gene sustu. Düşüncelerini söze aktarmakta güçlük çekiyordu... — «Sana bir iyi, bir de kötü haberim var ana.» Ananın, ana elleri, oğulun omuzlarını kavradı: — «Çabuk söyle!» — «El bombası olayından sonra, Halkın Devrimci Gençliği'ne kabul edil­ dim.» :. Gözleri nemlendi Tante Ba'nın, bir kuş havalandı yüreğinden... — «Öteki haber?» Sıkıca kavradı anasının ellerini Tou, dimdik baktı gözlerine : —- «Sakın ağlama ana!» — «Nedir? Minh'e bir şey mi oldu yoksa?» — «Görevdeymiş ana... Uçakların saldırısına uğramışlar...» — «Evet?...» — «Yüreklice... Akıllıca davranmış Minh, uçağa ateş açmış, düşürmüş. Ama ötekiler taramışlar yeri... Deminki sevinçli yürek, şimdi acıyla sarsılıyordu. Dudaklarından, isteme­ diği bir cevabın sorusu döküldü Tante Ba'nın : — «Sonra?» — «Sonra... Ağlama ana... Ağlama, alacağım öcünü!» — «Ağlamamak...» Tante Ba dudaklarını ısırdı. Burnunun direği sızlıyor­ du. Bir el yüreğini sıkıştırıyordu... — «Vietnam kurtulduğu gün ağlarsın anacım. Şimdi kavga zamanı. Şimdi topunu öldürmeliyiz. Ağlamaya zaman yok!» — «Senin için nasıl ağlamayayım yavrucuğum, Minh'im... Neden Tou, ba­ na gozyaşlarımı saklamamı söylüyor?.. Aslında... Aslında o kadar basit ki... Bak, artık ağlamıyorum. Ağlamıyorum işte.» Yumruklarını, göz çukurlarına bastırdı Tante Ba. Yaşlar kirpiklerinde asılı kaldı. Tou, okula gitmiyordu artık. — İnsanlarımızın aşağılandığını görmeye dayanamıyorum. Bir gün t u t a ­ mayacağım kendimi, tıkacaklar içeri.» diyordu. Haklıydı oğulu. Ama evde kalması da tehlikeliydi. Kukla askerler her gün köydeydi. — «Okula gitmeyi gerçekten istemiyorsan, partizanlara katılmalısın.» dedi Tou'ya, «Onlarla yaşamalısın. Köyde kalman tehlikeli.» Oğlu başını salladı: — «Konuştuk arkadaşlarla anacığım. Burada daha yararlı olduğuma ka­ rar verildi. Herkes bırakıp giderse, köydeki işleri kim yapacak?» Sustu Tante Ba. Tou, nereye gittiğini, ne yaptığını çok iyi biliyordu. Dua­ larının etkinliğine inanmadan, Buda'ya oğlunu koruması için yakardı. Köylü­ lerin çoğu, onun gibi uykusuzdu. Sanki köyün iki ucundaki askeri noktalar, birer mengeneydi. Köyü iki ucundan ezip, sıkıştıran birer mengene. Geceleri, partizanlar köye gelir, toplantılar yapar, muhbirleri öldürür; kuk48/TAVIR


laların yüreğine korku salarlardı. Düşmanın çivili çizmeleri kauçuk sandalların üzerine basar, partizanlar düşman çizmelerinin bıraktığı izler üstünde yürür­ lerdi. Partizanların tüfek sesleri, düşmanın top atışlarına karışıyordu. Bir gün, gelen kukla askerler, her zamankinden daha önce bıraktılar köyü. Onların gidişinden hemen sonra, ekmek satan bir kadın geldi. Çevrede orospu ve polis olarak bilinirdi. Tou, onun hemen arkasında bitiverdi. Durdurdu ka­ dını ve elindeki bombayı göstererek : — «Kaçmaya çalışma! Yükünü bırak, benimle gel.» dedi. Polis sapsarı kesilmişti : — «Nereye?» Tou, ormanı gösterdi. Düştüler yola, Partizanlar uzun zamandan beri bu kadının peşindeydi. Onu bulmaları aslında tuhaf bir rastlantıydı. Tou, kadı­ nın, neden askerlerin gidişinden hemen sonra ortaya çıktığını düşünmemişti bile. Ormanın kıyısında kadın yavaşladı. Tou, bombanın fünyesini açtı, çevreyi kolaçan ederek, kadını itti. Polis birden haykırdı : • — «Ben size ne yaptım? Beni neden tutukluyorsunuz?» Çalıların ardındaki düşman, işareti almıştı : — «Dur! Kaldır ellerini yukarı!» Durmakla durmamak arasında kısa bir an geçti. Tou'nun tepkisini bek­ lemediler bile. Bir makineli kusmaya başladı. Tou sırtüstü yıkıldı. Ayağından vurulmuştu. Fünyesi açılmış bombayı elinde sımsıkı tutuyordu. Onu öldü sa­ nan komandolar iyice sokuldular. Bomba patladı, beş komando düştü. Tou'nun bir kolu ve bir bacağı kırılmıştı. Onu, sırılsıklam bir hücreye attılar. Kapının parmaklığından al bir güneş sızıyor, Tou'nun, sevgili bayrakları­ nın rengine benzeyen, kanlı gömleğini ışıldatıyordu. Genç elektrikçi Nguyen Van Troi'u düşündü Tou. Onun,' beyaz gömleğini, beyaz pantolonunu düşündü. Onlar da, ansızın kızıla kesmişti. İdam manga­ sının karşısındaydı Nguyen Van Troi. Gözünü kırpmamıştı. Tou, düşüncelerini başıboş bıraktı. İşkencesinin sorularını duymuyordu bile. Bir kez olsun bakışlarını adamdan yana çevirmemişti. — «Neden konuşmuyorsun itoğluit!?» — «Defolun başımdan! Babamı düşünüyorum şimdi, ağabeyimi düşünüyo­ rum.» — «Kendini tatilde mi sandın küçükbey?» — «Defolun başımdan diyorum!» İşkenceciler, bir süre sonra yöntem değiştirdiler. İşkence etkili olmuyordu «Gerekli bilgileri verirse, ona Saygon'da iyi bakılacağını, isterse okula bile gi­ debileceğini» söylediler. Tou, bir kahkaha attı : — «Aklımı çelmeye çalışmayın, çocuk değilim». İşkence, yeniden başladı. Tou, iyice hırpalanmıştı. Susuyordu. Konuşunca, yalnız aşağılayıcı sözler çı­ kıyordu ağzından. Akşamleyin bölge komiseri geldi. Kibirliydi içeri girerken. Bir iskemleye oturdu. Yerde, yarı baygın yatan Tou'ya baktı. Boğazını temizledi. Sustu. Bir­ den bağırmaya başladı : — «İşte gene sen!... Seni Vietkong dölü!... Haklıymışım... Biz sizi gebertemezsek eğer, siz bizi temizleyeceksiniz. Bu kez anan -yalvarmaya gelemez.» »

TAVIR/49


— «Senin affına ihtiyacım yok. Kim oluyorsun sen?» — «Konuş ulan! Yoksa bilirim ben konuşturmasını! Konuş!» — «Ben senin gibi vatan haini değilim.» Sapsarı olmuştu komiser. Dişlerinin arasından tısladı : — «Bana çabuk bir bambu kamışı getirin.» Kamışı, Tou'nun kolundaki yaraya soktu. Bükmeye başladı. — «Şimdi konuşacak mısın?» Gözleri kan çanağına dönmüştü komiserin. Tou, dişlerini sıktı. Komiser, bambu kamışı yaraya biraz daha soktu, kı­ vırdı... — «Konuşacak mısın ulan!?» Tou sustu. Son gücünü toparladı. Ansızın korkunç, boğuk, kin ve inanç dolu bir kahkaha çarptı komiserin suratına, Kahkaha, bir tükürük gibi yapıştı kaldı kiralık katillerin suratına, işkenceciler donup kaldılar. Komiser, bitkin, ayağa kalktı. Tante Ba, gaz lambasının soluk ışığı altında, her zamanki yerinde oturu­ yordu. Dışarda kapkara bir gece vardı. Uğuldayan rüzgârla, damdaki demir ki­ remitler takırdıyor, uzaklardan makineli tüfek sesleri geliyordu. Düşman kork­ muştu. Tou'nun ölümünden sonra partizan hücumları daha sık, daha etkili olu­ yordu. Bir sürü «stratejik köy», bağımsızlığa kavuşmuştu. Aklında binlerce düşünce, binlerce anı vardı Tante Ba ananın. Kimi za­ man kendinden geçer gibi oluyor, ama sonunda her zamanki gibi, aydınlık, pırıl pırıl bir yolda buluyordu kendini. Kocasının ve iki oğlunun aydınlık, pırıl pırıl yolunda. Büyüktüler. Ve çok güzeldiler. Umut saçıyorlardı. Gerçeğin katılığı, bir an yüreğini titretti Tante Ba'nın : — «Fakat bir daha asla gelemeyecekler. Gelip, beni göremeyecekler.» Katıydı gerçek. Yüreği acıdı ananın. Somut bir acıydı bu. Ağlamamak için dişlerini sıktı. Dudakları titredi. Bir kuş gibi çırpındı. Yavaşça açıldı kapı. Küçük Mai içeri süzüldü. Tante Ba, kendini suçlu saydı. Onu, küçük kızını hiç düşünmemişti. «Ne­ den,» diye sordu kendine, Elbette, o daha küçücük bir kızdı. Daha 11 yaşındaydı. Mai, anasının yanıbaşına oturdu. Yatağa saygıyla bir şey bıraktı. Bir el bombası. Bir somun bırakırmış gibi bıraktı. Anasının ellerini sıkı sıkı kavradı : — «Ağlama ana, şimdi ağlama. Sonra ağlarsın. Düşman yurdumuzdan çe­ kip gidince ağlarsın. Şimdi ağlamaya zaman yok.» İrkildi Tante Ba. Sesi, aynı Tou'nunki gibiydi. Kendinden emin, sert, inançlı. Elini kızının başına koydu. Alnına düşen bir tutam saçı geriye itti. «Saçları ne kadar kısa... Henüz bir çocuk.» Doğduğu gün baktığı gibi baktı ona. Aynı sevecen bakışlarla... Sanki yep­ yeni bir çocuk doğuruyordu. Bu çocukla birlikte yeniden doğuyordu. Mai, bom­ bayı incecik parmaklarıyla kavrayarak :. — «Bu, Tou'nun bombası ana. Partizanlardan başka bombalar da isteye­ ceğim. Tou'nun öcünü alacağım. Minh'in, babamın, bizimkilerin. Herkesin ve her şeyin öcünü alacağım ana.» Tante Ba, Mai'ı göğsüne bastırdı. Bombayı aldı. Ömründe ilk kez bir bomba alıyordu eline. Sanki içinde hayat vardı soğuk demirin. Göğüs geçirdi. — «Yavrum... küçüğüm... oğullarım, kocam!... Hepimiz Vietnam'ın aydın­ lık yolundayız... Sonunda güneşin doğacağı aydınlık yolda.» Uzaklardan bir yerlerden, geceyi yırtan el bombalarının gürültüleri geliyordu. 50/TAVIR


DEĞİNMELER İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ - GRAFİK SANATLAR KOLU I. KARİKATÜR YARIŞMASI İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin kültürel etkinlikle­ rinden Grafik Sanatlar bölümünün 5 Kasımda açtığı Karikatür Yarış­ masının sonuçları 22 Aralık'ta açıklandı. Birincilik ödülünü Meh­ met Özenbaş'ın kazandığı yarış­ manın amacı ve genel değerlen­ dirilmesini İTÜ - GSK yöneticile­ rinden dinleyelim : «Aralık 79. İTÜ - GSK olarak düzenlediğimiz I. Karikatür Yarış­ ması sona erdi ve sergisi Karika­ türcüler Derneği sergi salonunda açıldı. Aralık 77'de ise İTÜ - GSK daha yeni kurulmuş ve ilk sergi­ sini İTÜ bünyesinde panolara, du­ varlara, pencerelere asarak varlığı­ nı kanıtlamıştı. Arkasından ikinci sergimiz hazırlanmış, Arı Kültür Şenliği için de İTÜ kitlesine su­ nulmuştu. Ve bir buçuk yıllık sus­ kunluk dönemi. Daha doğrusu susturulmak. Nasrettin Hoca Ka­ rikatür Yarışması'nın duyuruları­

nın bile asılmasının engellenmesi. Ama İTÜ - GSK mücadelesini sürdürdü. Mücadele için güçlü olmak, güçlü olmak için de karika­ tür sanatının içerisinde yoğun araştırmalarla var olmak gereki­ yordu. Karikatür sanatını genel­ de ikiye ayırdık. Pembe gözlükler takan, et yığını haline gelen, ge­ rici bir anlayışla çizilenleri bir kö­ şeye ayırdık. İyiniyetle çizilen ama biçim yönünden düşülen hatalar­ la dolu olanlardan, biçim yanını önemsemeyip slogancı yanı ağır basanlardan dersler aldık. Ve hal­ kın mutluluğu için çalışan kari­ katürcüler yanında safımızı alıp I. Karikatür Yarışması ile anlayı­ şımızı ülke çapında hayata geçir­ dik. Ülkemizdeki gerçek karikatür­ cülerin küçük bir kısmından olu­ şan seçici kurul 22 Aralıkta top­ lanarak yarışmaya katılan 86 ka­ rikatürcünün 190 yapıtını değer­ lendirdi. Ferruh Doğan, Ali Ulvi Ersoy, Tonguç Yaşar, Mustafa Uykusuz, İsmet Lokman, Cemal Arığ, M. Kemal Şahin'den oluşan kurulun değerlendirmeleri şu şe*

kildeydi :

MEHMET ÖZENBAŞ . . İTÜ - GSK Birincilik Ödülü ALİ IŞIK İkincilik Ödülü AHMET ÖNEL Üçüncülük Ödülü SEMA ÜNDEĞER Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü : AHMET SABUNCU Cumhuriyet Gazetesi Özel Ödülü : OHANNES ŞAŞKAL TÜM-İTÜ-DER Özel Ödülü TUFAN ARKAYIN Makina Müh. Odası İst. Şb. Özel Ödülü İ n ş a a t Müh. Odası İst. Şb. Özel Ödülü : LEVENT KARADAYILAR MAHMUT AKGÜN TAVIR/51


5 Ocakta sergisi açılan yarış­ maya katılan karikatürlerde gör­ düğümüz en büyük eksiklik, özbiçim dengesinin olmayışıydı. Bi­ çim endişesinin olmayışıyla kar­ şımıza çıkan slogancı karikatür, biçimin yanlış kullanılması ile karşımıza çıkan vurgulayıcı yanı çıkamamış karikatürler, özü ihmal

edilen salt biçim haline gelmiş karikatür. Yarışmaya konulan özel ödüller, vermeye çalıştığımız gerçek karikatür sanatı mücade­ lesinde yanımızda gördüğümüz demokratik kuruluşların ödülleri. Bunların sayısının önümüzdeki yarışmalarda artması en büyük dileğimiz ve amacımız.»


— KİTAPLAR — T

LENİN : Sanat ve Edebiyat Payel Yayınevi İkinci basım Çeviren : Bülent Arıbaş Bu kitabın kültür ve sanat alanında mücadele veren herkes tarafından okunup özümlenmesi gerekmektedir. Aynı zamanda tüm devrimcilerce de okunmalıdır. Çünkü, kültür alanında verilen mücadelenin değerlendirilmesi, sa­ nat - siyaset ilişkisini kavrayıp çalışma alanlarında yararlanma­ da ve en önemlisi de devrimci ça­ lışma yapılması gereken bir alan olan kültürel alanın önemini kavramaları kollektif çalışma an­ layışıyla bu alana ilişki sağlama­ larının gerekliliği konusundaki netlik getirmektedir. Kitap iki bölümden oluşmak­ tadır. İlk bölümde daha çok Lenin'in parti edebiyatı, ulusal kül­ tür, resmi dil, gazetelerin niteliği, Sovyet hükümetinin karşılaştığı güçlükler ve başarılar, Rus devri­ mi üzerine olan görüşleri yer al­ maktadır. İkinci bölümde ise edebiyat ustaları üzerine görüşlerini yansı­ tan mektuplar kısmı, Lenin ta­ rafından imzalanan kararname ve kararlar ve son olarak da karısı Nadejya Krupskaya, Maksim Gorki, Clara Zetkin ve Lunaçarski'nin Lenin'le ilgili anıları ve sanat ya­ şamı anlatılmaktadır. Kitabın ikinci makalesi özgür­

lük adını taşıyan «Svoboda» der­ gisine karşı Lenin'in eleştirel gö­ rüşleridir. «Svoboda» grubunun «Ne ciddi ve sağlam görüşleri, ne prog­ ramı ve taktiği ve ne de örgütü, kitlelerle bağı vardı» şeklinde Lenin tarafından eleştirilmekte­ dir. Bu grup ekonomizmin ve te­ rörizmin görüşlerini savunmakta ve Rusya'da anti-Iskra'cı grupla­ rı desteklemektedir. Lenin bu dergiyi popülizm örneklemesi ola­ rak nitelendirmekte ve yazarları­ nın sosyalist düşüncenin yeni bir tasvirini yapmadan ve bizzat kabalaştırarak kendi aldatıcı diliyle okuyucuya sunmaktadırlar. Bu bölümdeki parti örgütü ve parti edebiyatı kısmında Lenin'in siyaset dışı bir edebiyatın kabul edilemeyeceği, edebiyatın bir par­ ti edebiyatı olması gereği ve bu alanda verilecek olan mücadele­ nin toplumsal yaşamı değiştirme­ de önemli bir rol oynayacağı gö­ rüşleri belirtilmektedir. Burjuva edebiyatı belli insan gruplarının tekelinde, burjuvazinin dar, kalıp­ çı sanat anlayışını yansıtmakta ve amaçları sadece kâr ve kazanç hırsı olmaktadır. Lenin, parti ede­ biyatı ilkesini neye dayandırmak­ tadır? Bunun cevabını Lenin'in şu satırlarında bulabiliriz : «Edebiyat işçi sınıfının genel davasının bir kısmı haline gelme­ li, bütün işçi sınıfının bilinçli bü­ tün öncülleri tarafından hareke­ te geçirilen, o tek ve bölünmez TAVIR/53


büyük' sosyal demokrat mekaniz-| mada 'küçük bir çark, küçük bir] vida' olmalıdır.» Lenin, edebiyatın partinin görüşlerini benimsemesi gerektiğisavunmaktadır. Burada anlatıl­ mak istenen körü körüne bir bağlılık, zorlayıcı bir kabullenme de­ dir elbette. Partinin ideolojisi proletaryanın öz devrimci ideolojisidir, Marksizmdir. Bunu benim­ seyen ve partiye üye olan yazar­ lar kendilerini burjuva önyargıla­ rından, kölelikten kurtarıp tam bir çalışma özgürlüğü sağlayabile­ cekler ve kitlelerle ilişkilerini güç­ lendireceklerdir. Ve yaratılacak olan edebiyatta sosyalizm düşün­ cesi temel alınarak milyonlarca emekçiye ve onun genel davasına hizmet edecektir. Kitabın diğer önemli makale­ lerinden birisi de «Ulusal Kültür» bölümüdür. Burada marksistlerin ulusal kültürden ne anlamaları gerektiği açıkça ortaya konmak­ tadır. Her ulusal kültürde demok­ ratik ve sosyalist özlü kültürün unsurları vardır. Çünkü sömürü­ len bir toplumda yaşama koşulla­ rı zorunlu olarak sosyalist bir ide­ olojiyi doğurmaktadır. Ama ulu­ sal kültürde egemen olan kültür, toprak sahiplerinin, burjuvazinin gerici yoz kültürüdür. Lenin «Ulusal Kültür sloganından yana çı­ kan herkesin yeri marksistlerin arası değil, küçük burjuvazinin saflarındadır. Bize özgü olan slogan 'Demokrasinin ve dünya işçi hareketinin uluslararası kültürü­ dür.'» der: Lenin bu sloganı ileri sürerken her ulusal kültürün sosyalist unsurlarını alıyoruz demek­ tedir. Bunu ise makalesinde şu satırlarla açıklamaktadır. «Bunları sadece ve kesinkes 54/TAVIR.

burjuva kültürüne ve her ulusun, burjuva milliyetçiliğine karşı ol­ duğumuz • için alıyoruz.» Kitabın büyük bir bölümü Le­ nin in edebiyat ustaları üzerine görüşlerini ve bunlarla yazışması­ nı kapsamaktadır. Lenin 1912 yı­ lında Sosyal Demokrat gazetesin­ de yazdığı «Herzen'in Hatırasına» başlıklı makalesinde bu edebiyat tasının, gazetecinin hem zaafla­ rını, hem üstünlüklerini ve Rus devrim tarihindeki yerini gösteri­ yor. Feurbach taraftarı, yani ma­ teryalist olan Herzen, Rus popü­ lizminin kurucusudur. Lenin onun başardığı en büyük' işin yabancı ülkelerde hür bir Rus basını kur­ mak olduğunu belirtiyor. 1905 devriminin çağdaş ro­ mancıları arasında Lenin'i en çok çeken Tolstoy'la Gorki olmuştur. Rus devriminin iki itici kuvveti köylü sınıfı ve işçi sınıfını büyük bir sadakatle canlandıran bu iki yazar, Rus edebiyatının en büyük­ leri ve halka en yakın olanlarıydı. Lenin Tolstoy hakkında ikin­ ci makalesinde şöyle demektedir: «Tolstoy öldü. Güçsüzlüğü ve za­ yıflığı felsefede dile getirilen, dâ­ hi sanatçının eserlerinde yansıyan Rusya, devrim öncesi Rusya'sı geç­ mişin karanlıklarına gömüldü, gitti. Ancak Tolstoy'un bıraktığı mirasta geçmişin karanlıkları içi­ ne gömülüp gitmeyen geleceğe öz­ gü olan unsurlar da vardır. Rus proletaryası bu mirası kabullen­ mekte ve incelemektedir.» Lenin, Gorki hakkındaki dü­ şüncelerini bir mektubunda şöyle belirtmektedir. «Siz sanatçı kabi­ liyetinizle Rusya işçi hareketine —hem yalnız Rusya'daki işçi ha­ reketine değil— büyük hizmetler ettiniz, Yabancı ülkelere göç et-


miş olanlar arasındaki bu müca­ delenin pek önemli olmayan olay­ larından doğan neşesizliklere hiç bir şekilde kendinizi kaptırmaya­ cak olursanız daha çok hizmet edeceksiniz. >> Kitap, edebiyat ustalarının ve

karısının Lenin'le olan anılar kıs­ mıyla son bulmaktadır. Kısaca özelliklerini belirttiği­ miz bu kitap, kültürel eğitim açı­ sından bize ışık tutacak ve geç­ mişin deneylerinden ders çıkar­ mamızı sağlayacaktır.

DOST DOST İLLE KAVGA ENVER GÖKÇE

özlem belirtiliyor, kardeşçe hayat özleniyor (Oy Beni). Enver Gökçe : «Adı haritalarda bile bulunmayan Bir köyündenim Anadolu'nun» derken; «Anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar Kan kardeşiz, sizlere kanım kaynıyor» derken de; halktan biri olduğu­ nu, yabancı olmadığını vurgulu­ yor. Şiirlerinde materyalist bakış açısından kaynaklanan kavgaya çağrı vardır.. «İlk Adım»da : «Dum dum kurşunuyla vursalar da, Her zaman böyle dövüşeceğiz; Gırtlak Gırtlağa, diş dişe, tank tanka Demokrasi için, Eşitlik ve hürriyet uğruna» derken demokrasi uğruna, kavga­ ya tek başına değil, bir bütün ola­ rak girmek gerektiğini belirtiyor. Kavgada, özlemde, özgülden evrensele, tekten genele ulaşıyor. «Güzel şeylere hasrettir memleketim Güzel şeylere hasrettir bu dünya» demesi bu yüzdendir. Enver Gökçe'yi kendimize ya­ kın bulmamızın bir nedeni de di­ linin halka yakın olması, eserle­ rinde halk deyişlerinden, türküle-

Faşizmin kendinden olmayan herkese karşı giriştiği baskı ve zulmün en somut örneklerinden biridir Enver Gökçe. «Dost Dost İlle Kavga» adını verdiği bu kitabında, baskıyla, zulümle, işkencey­ le bilinçli kafaların değiştirile­ meyeceğini çok iyi göstermiştir. O, Mehmet Ergün'ün deyişiyle «Zor günlerin, kavganın adamıdır. Türkçenin büyük ustası devrimci şiirin yüz akıdır.» Dost Dost İlle Kavga'nın ilk sayfaları Orhan Suda'nın sunuşu ve Mehmet Ergün'ün, «Enver Gökçe'nin Şiiri» başlıklı yazıyla, En­ ver Gökçe ile bir konuşmaya ay­ rılmış. Şiirler ise iki bölümde toplan­ mış. İlk bölüm, «Yusuf İle Bala­ ban» adlı uzun şiirden oluşuyor. Bu şiirde, topraksız köylülere ezi­ yet eden bir ağa ile, onu öldürerek mahpusa düşen bir köylü anlatınyor. Yusuf mahpusta toplumsal gerçekleri öğrenir, bilinçlenir. «Yusuf, Enver Gökçe'nin devrim­ ci niteliğinin ete kemiğe bürünmesidir» der, Orhan Suda. İkinci bölüm, «Dergilerden Kalanlar» da, «Turan Emeksiz», «39 Harbi», «fakültenin önü»nde faşizmin yürürlükten kaldırdıkları ve II. Paylaşım Savaşı koşulları eniyor ve gelecek günlere olan

TAVIR/55


rinden bölümler almasıdır. Enver Gökçe şiirlerinde . konuşma dilini kullanmıştır. O, «Şiirlerimiz bir memleket türküsü, bir bozlak, bir hoyrat gibi okunmasını isterken, onların bir senfoni bütünlüğünü göstermesini isterim.» derken bu özelliği vurguluyor.

O BİR MİLİTANDI : T. D. Van (Ma Yayınları Saldırgan ve sömürücü ABD emperyalizmine karşı mücadele veren halklar arasında, Vietnam halkının kuşkusuz büyük bir yeri vardır. Onlar bu saldırganlığın en acımasızını yıllarca göğüsledi ve haklı olmanın sabrını bilinçli mü­ cadele ile birleştirerek «Ameri­ kan sömürücülerini» yenmeyi ba­ şardılar. Kitap, o mücadelede yer alan binlerce kişiden birini; Nguyen Van Troi'yu anlatıyor. Troi diğer devrimci arkadaşları gibi sade ve kararlı bir kişiliğe sahip. Fakat, diğerleri gibi onda da sadeliğin büyüklüğü var. Kitapta bu örnek alınması gereken kişilik, abart­ maya kaçmadan, efsaneleştirme­ den tüm yalınlığı ile aktarılıyor. Okuyucu her satırda, mücadelede . kararlı bir er olmanın koşullarını öğreniyor. «Seni daha iyi bir kız yapmak istiyorum. Daha fazla sevdikçe, daha iyi insanlar yapmaya çalış­ malıyız birbirimizi.» «Türküleri adamakılı öğrenemedim, çünkü yazamadım onları. Bize onları öğreten arkadaş ya­ kalanıp dövüldü. Ama hücreye ge56/TAVIR

«Dost Dost İlle Kavga» En­ ver Gökçe'nin «Mahpusta yatan­ ların, çıyanların uyuduğu saatler­ de» yazılmış eserlerinin tümü. Zor günlerin, kavganın ürünü. Zor günlerden geçecek olan bizlerin mutlaka okuması gereken bir eser.

ri getirildikten sonra, engellemeye çalıştığımız halde yeniden söyle­ meye başladı. Dedi ki : «Hapisanede türkü öğretmek, devrimci bir görevdir, çünkü türküler insanı iyimser ve güvenli kılar.» Troi, Mac Namara'yı öldür­ mek için onun geçeceği Cong Ly Köprüsü'ne bomba yerleştirir. Fa­ kat, Mac Namara ölümden kıl pa­ yı kurtulur. Troi tutuklanır, yeni evlendiği karısı da sorguya çeki­ lir. Troi'nun tüm işkence ve suç­ lamalara karşı verdiği cevap şu­ dur : «Eğer siz eşkiyalar beni bir komünist ajan olmakla suçluyorsanız, bu bana verse verse onur verir». Troi idama mahkûm edilir ve kurşuna dizilir. Ölümü de yiğitçedir : Bak : Kollarını bağlıyorlar Son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi Birazdan göğsünü parçalayacaklar. Ama kan onu geriletmiyor Başlıyor şarkısına «Yaşasın Ho Şi Minh, Yaşasın Vietnam . Damarlarım damarlarıma bağlı yaralarından Çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir Nguyen onun siperi.» (Nihat BEHRAM)


«GÖSTERİLERİMİZ KÜLTÜR BAKANLIĞI SİNEMA DAİRESİ BAŞKANLIĞINCA BİR SÜRE İÇ İN DURDURULMUŞTUR AKM'ne «umut»u seyretmeye gidenlerin karşılaştığı duyuru. İstanbul Film Yapım ve Gös­ terim Merkezi film gösterileri, Kül­ tür Bakanlığı Sinema dairesi BaşKanlığınca «bir süre için» durdu­ ruldu. Haber, 26 Aralık Çarşamba günü, Yılmaz Güney'in . «Umut» filminin gösteriminden önce geldi. «Umut» dahil, «Karaçarşaflı Ge­ lin», «Yusuf ile Kenan» gibi top­ lumsal içerikli birçok film göste­ riden kaldırıldı. Ocak 1980 progra­ mında yer alan Şerif Gören'in «Al­ manya Acı Vatan»ını seyircinir görmesi olanak dışı artık. Göre­ ve başladığı yaklaşık iki yıllık sü­ re içinde, İstanbul'da film göste­ rileri yapan diğer dernek ve ku­ ruluşların tersine, gerçek ve bi­ limsel bir sinematek olma yolun­ da ilerleyen bu kuruluş, «Ferhat ile Şirin»in akıbetine uğradı. Her türlü yeniliğin, gelişmenin ve devrimci hareketin karşısında yer alan faşist zihniyet, bu girişimin­ de geç bile kalmıştı. Sinema gibi eğitici ve etkileyici bir sanat da­ lını, doğru yönde kullanma yo­ lunda yürüyen bir kurumlaşmaya izin veremezdi elbet, Ne yapıyor­ du Film Yapım ve Gösterim Mer­ kezi; Herşeyden önce şunu söy­ lemek gerekir ki oynatılanlar eksiksiz bir biçimde doğru, devrim­ ci mücadeleyi yansıtan filmler de­ ğillerdi. Ayrıca merkez geniş halk kitlelerine de açılamıyordu. Sa­ dece belirli bir entelektüel düze­ ye gelmiş seyirciler yararlanabili­ yordu. Ancak bu, merkezin zih­ niyetinde olan bir yanlışlık değil, onun sınırlamaları içinde kalma­ ya zorunlu olmasından doğuyordu.

Filmlerden sonra açılan tartışma­ lar (yaygın olarak uygulanmama­ sına rağmen) yararlı ve sinema­ nın eğitsel rolünü öne çıkaran ge­ lişmelere yol açıyordu. Bunların yanında, birçok açık oturumda, Türk Sineması'nın sorunları tar­ tışıldı. İzleyici ile birlikte çözüm . arandı. Sinema olayı ile kitleler arasına Yeşilçam'ın (ticari sinemanın), çektiği set aşılmağa ça­ lışıldı. Yabancı ülkelerin birçok ustaları tanıtıldı, dış ülkelerde de Türk Film'leri haftaları düzenle­ yerek uluslararası kültür alışveri­ şine katkıda bulundu. Uzun sü­ redir yapılamayan Balkan Film Festivali gerçekleştirildi. İlk defa tüm Balkan ülkeleri festivale ka­ tıldılar. Kısa metrajlı film yarış­ ması düzenlendi. Bunların yanın­ da, gösteriler çok az bir ücretle sinemanın emta olarak değerlen­ dirilmesi anlayışının dışına çıkılabildi. Merkez, film yapım çalışma­ larına, laboratuar, plato inşa ça­ lışmalarına girişerek, Yeşilçam'a (ticari sinemaya) alternatif olma çabalarına girişti. Ne var ki C.H.P hükümeti tarafından birçok yönden olduğu gibi, bu konuda da engellendi. Sonuçta, olay şaşır­ tıcı ve beklenmedik bir olgu ol­ madı. Ülkemizin içinde bulundu­ ğu ekonomik, siyasal ve toplum­ sal şartlara bağlı olarak gelişen doğal bir olay. Bütün bu baskı ve engelemelere karşın sinema sa­ natının susturulamayacağı, dev­ rimcilerin katkıları ile daha da . gelişeceği bilinen bir gerçekliktir. TAVIR/57


İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ GRAFİK SANATLAR KOLU 1. KARİKATÜR YARIŞMASI BİRİNCİSİ MEHMET ÖZENBAŞ'LA SÖYLEŞİ TAVIR

TAVIR — Sayın Mehmet Özenbaş, bize kısaca özgeçmişinizden bahseder misiniz? ÖZENBAŞ — 1958 yılında Bursa'da doğdum. Yüksek öğrenime kadar Bursa'da kaldım. Halen İstanbul'da İDGSA Dekoratif Sanat­ lar Fakültesi Tekstil Bölümü'nde okumaktayım. TAVIR — Karikatür çizmeye nasıl başladınız? Daha doğrusu, neler etkiledi sizi? ÖZENBAŞ — Lise sonda Tayfur Şapolya, Kemal Akkoç'la olan arkadaşlığımız, resime olan ilgimi karikatüre dönüştürdü. Bu arka­ daşların yardımları ve önerileriyle çizgimi geliştirmeye başladım. İzlediğimiz yöntem, hemen yarışmalara katılmak, dergilere, gaze­ telere çizmek değil, sürekli karalamak, öğrenmekti. Akademiye girmem benim için dönüm noktası oldu. Eski lise çevrem yok olmuş yerine İstanbul'un çelişkilerle dolu ortamı gel­ mişti. Ev bulma sorunu, parasal sorun... Bursa'dan çok büyük apay­ rı bir dünya. Tüm bu sorunlar, ortam, çizdiklerime yansımaya baş­ ladı. Karikatürün salt çizmek değil, çok okumak, görmek, yorum­ lamak ve bilinçlenmek olduğunu anladım. Karikatür sanatının top­ lumsal işlevini hissettim diyebilirim. Bu dönemde çeşitli yarışmala­ ra katılmaya başladım. (Nasrettin Hoca - 75, Çarşaf Dergisi - 75, Marostica-75, Akademideki özel bir yarışma ). Aynı dönemde başgösteren parasal sorunlarım yüzünden, 79 yılına kadar çizerlik, yönün- den sanattan koptum. Bu süre içinde oluşan birikimle ve ülkede 58/TAVIR


gelişen olayların baskısıyla yeniden karikatür çizimine dönmeye kendimi zorunlu hissettim. TAVIR — Sizce karikatür nedir? İşlevi ne olmalıdır? Türkiye'­ de karikatürün gelişimi nasıl olmuştur? Ülkemiz karikatürcülerinin içinde bulunduğu ortamın değerlendirmesini yapar mısınız? ÖZENBAŞ — Karikatür sanatı, plastik sanatlar içinde en yalın sanat dalı. Özü ve biçimiyle halka en kolay ulaşabilen sanat dalı. Karikatüre çizgi-mizah dersek, bu, yani mizah, toplumumuzda es­ kiden beri var olan bir şey. Karikatür toplumun özünden kaynakla­ nıp, halkı iyiye, güzele doğru bilinçlendirmek için kullanılmalı: Bu­ nun için karikatürcülerin bu anlayış çerçevesinde örgütlenmeleri, var olan örgütlenmelerin çok iyi düzenlenmesi, geniş bir yayın or­ ganına sahip olması gerek. Çünkü karikatür, kitlelere ulaştıkça bir anlam kazanır. Demek istediğim, bugün Türk karikatürcülerinin büyük bir kısmı, kendilerini ancak yarışma ve kısıtlı sergilerde gösterebiliyorlar. 70 yıllarının başını bir eksen olarak kabul edersek, bundan önce karikatür sanatı belirli bir usta kitlesinin elindeydi. Bu yıldan sonra gençlik örgütlenmeleri, kurulan Karikatürcüler Derneği çalışmaları, çeşitli mizah dergilerinin etkinleşmesi gençlik içinde karikatür sanatının yaygınlaşmasını kolaylaştırdı, hızlandır­ dı. Bunu, gençlerin toplumsal sorumluluklarını duymaları ve bu duygularını, yukarda söylediğim gibi en kolay yol olan çizgiye dök­ meleri olarak belirtebiliriz. Bu genç karikatürcülerin gerçek kari­ katürü öğrenecekleri bir yayıncılık ve iletişim ortamı olmadığından, gelişim sağlıksız oldu. Öz ve biçim dengesi kurulamadı. Bu eksiklik henüz giderilmiş de değil. TAVIR — Yine ülkemizde sayısı gitgide artan karikatür yarışmaları olgusu var (!). Karikatür sanatımız açısından bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? OZENBAŞ — Karikatürcülerin heveslenmesi ve açılan sergiler, yapılan duyurular ile sağlıklı karikatüre yardımcı olunması, belli amaçlar koyması açısından yarışmaları olumlu buluyorum. Yarış­ ma dar bir çerçevede kalacak, sorunu salt yarışma olarak ele alacak­ sa bence olumsuzdur. Yani yarışma olgusunun burjuvazinin anla­ dığı anlamda kullanılmaması gerekir. Yarışmalar karikatürcülerin kullanıldığı, işleri bittikten sonra unutulduğu alanlar değil, katılan­ ların ve izleyicilerin bir şeyler alacağı bir alan olmalı. Yarışmalar, sergilerinin mümkün olan her yerde açılması, kalıcı sürekli yarar­ lanabilecek yapıtlar bırakılması, karikatürcülerle olan ilişkilerinolumlu yönde geliştirilmesi şeklinde olabilir. TAVIR/59


GELECEK SAYIDA... SANAT - SİYASET İLİŞKİSİ Bu yazı, konu hakkında okurların araştırmaya yöneltilmeleri, konuyu kendi aralarında tartışmaları ve fikirler yürütmelerini sağ­ lamayı amaçlamaktadır. Bu nedenle kapsamı da sınırlı olacaktır. Konuya ilişkin geniş yazı bir sonraki sayıda yayınlanacaktır. Alter­ natif anlamda görüşlerimizi açmaya çalıştığımız bu gibi konularda­ ki yazılarda genel yöntemimiz bu olacaktır. Yani okuyucuya genel bir bilgi sunup araştırmaya yöneltmek, sonra çıkan geniş yazıyı değerlendirmesini ve eleştirilerini bize göndermesini istemektir. Bu şekilde kültür alanındaki mücadelede kollektif çabalarımıza okuyu­ cularımızın da katkısını sağlayabilirsek seviniriz. Konuya sanatın bilimsel tanımlamalarını ele alarak yaklaşaca­ ğız. Plehanov'un «Sanat sosyal hayatın aynasıdır.» diye çok kısa ve özlü bir tanımlaması vardır. Bu tanımlamayı açtığımızda sanatı «Dünyayı temsil etmenin bir yolu, bir bilme aracı, bir toplumsal bağ, bir sınıf silahı, insancıl bir zenginleşme, bir bilince varış, bir toplumun aynası» sayan Marks'ın tanımlaması ile; sanat ve sanat ürünlerini «İdeolojik birer şekil olarak sosyal hayatın insan beynin­ deki yansıması ve onun ürünleri» olarak gören Mao'nun tanımla­ ması ile karşılaşırız. Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere sanatın gelişimi top­ lumun sosyal, ekonomik yapısındaki değişmelere bağlıdır. Demek oluyor ki sanat toplumun gelişimine, sosyal sınıfların yapılarında oluşan değişmelere bağlı olarak değişir ve gelişir. Sanatın maddesi gerçekliktir. Fakat bu gerçeklik durağan, cansız bir gerçeklik, olay­ ların yüzeysel ve geçici bir görünüşe dayalı izlenimi anlamındaki gerçeklik olmalıdır. Her sanatçının eserlerinde kendine göre bir an­ layışla gerçeği yeniden yaratması söz konusudur. Doğru olanı ise, hayatın tarihsel materyalizm ışığında gerçeğe uygun olarak yeni­ den yaratılmasıdır. Stalin'in «insan ruhunun mimarları» olarak ta­ nımladığı yazarlar, sanatçılar da bunu başarabilenlerdir. Sanat ya­ ratımı, insanın estetik duyarlılığının ve gereksinmelerinin şekillen­ mesi sürecine bağlıdır. Bunun kaynağı da Marks'ın en yüce değer olarak tanımladığı emektir. 60/TAVIR


Sanatın gelişimine bağlı olarak, sanat tarihi; gerçekliğin sana­ ta özgü bir biçimde yansıtılışının gittikçe derinleşmesinden, estetik kavrayışın ve dünyanın insan tarafından dönüşüme uğratılışının daha geniş boyutlara erişip, genişleyişinin tarihinden başka bir şey değildir. Engels, siyasal, hukuki, felsefi, edebi, dinsel ve diğer üst yapı kurumlarıyla ekonomik temel arasındaki ilişkinin tek yönlü olma­ dığından söz eder. Bu ilişki karşılıklıdır ve ekonomik temel son çö­ zümlemede belirleyicidir. Sanatın gelişiminin ekonomik yapıdaki değişmelere bağlı olduğunu belirtmiştik. Bu değişmenin üst yapıda kendine uygun bir ideoloji doğurduğu da bilinen bir gerçektir. Do­ ğal olarak oluşan sonuç, ideolojik özden yoksun bir sanatın olama­ yacağıdır. Plehanov bunu şu şekilde açıklıyor: «Belli bir anda, belli bir toplumda veya sınıfta egemen olan ideolojinin kökü kısmen insan türünün gelişiminin biyolojik şart­ larında, kısmen de bu toplumun veya sınıfın doğuş ve yaşayışının tarihi şartlarındandır.» Bu nedenle ne sanat için sanat, ne mutlak sanat diye bir yaklaşım olamaz. Yani ideolojik özden yoksun bir sanat olamaz. Bütün bunlar burjuvazinin sanata kendi çıkarları için fayda­ cılık yükleme amacının gizlenmesine hizmet eder. Burjuvazi sanat sanat içindir ve benzeri türden kavramlarının arkasına gizlenerek sanatı pazarda alınıp satılan bir meta haline getirir. Yine burjuva , sanatçılar da kapitalist toplumun kokuşmasını, yozlaşmasını örtbas etmek için her şeyin iyiye gittiğini, hiç bir şeyin çözülme durumun­ da olmadığını, var olabilecek en iyi toplumsal düzen olduğunu kanıtlamaya çalışırlar. Burjuvazi mutlak sanattan ya da sanat ala­ nında mutlak özgürlükten de söz eder. Bunlara karşı Lenin'in şu sözlerini hatırlatmak yeterlidir. «Paranın iktidarı üzerine kurulmuş bir toplumda, bir avuç in­ san asalak olarak yaşarken, emekçi yığınların yoksulluk içinde süründükleri bir toplumda gerçek ve tam bir 'özgürlük' olamaz: Siz, bay yazar, burjuva yayınevi sahibine, sizden açık-saçıklık ve 'kut­ sal' sanata 'ek' bir kılıf altında fuhuş bekleyen burjuva kamuoyuna karşı özgür müsünüz?» Burjuva edebiyat ve sanatı bir karamsarlığı yansıtır. Sanatçı­ nın hemen her geçen gün yaratılan yeni akımlarla hayata yaban­ cılaşmasına yol açar. Faydacı sanat anlayışı olarak adlandırılan, sanatçı ve onu sa­ ran sosyal çevre arasında bir uyum olduğu zaman ortaya çıkan, TAVIR/61


Sanat sanat içindir kavramını savunmaktan bir anda vazgeçerek oluşan yeni şartların gerektirdiği ideolojik perspektif veya ona ya­ kın perspektifle hareket eden bir akımdır. Buna ülkemizden Cem Karaca örneği verilebilir. Bir dönem (71 örgütsel yenilgisi sonrası­ nın toparlanması ve sola genel bir sempatinin doğduğu zamanlar), sırf çıkarı için devrimci içeriği olan parçalar yapmıştı, şimdi ise ne olduğu belli olmayan bir akım peşindedir. Romantikler, parnasyenler, realistlere gelince bunlar, içinde ya­ şadıkları sosyal çevrenin örf ve adetlerinin kendilerini isyana yö­ neltmesi sonucu gerçekte burjuvayı lanetliyorlar. Fakat onun düze­ nine bağlı kaldıkları için, toplumun hayatını düzeltmeyi amaçlayan akımlara gözlerini kapadıklarından eserlerinin etkileri de zayıf oluyor. Sanatın bir çağın toplumsal gelişme derecesini aynen yansıttı­ ğını söylemek veya bir burjuva sanatçısının eserlerinin burjuva sı­ nıfının zorunlu ürünü olduğunu öne sürmek hatalıdır. Bu bizleri kaderciliğe, ön yargılı olmaya götürür. Sanat eserlerinde yansıtılan hayat, yaşanan hayattan daha can­ lı, ideale daha yakın olmalıdır. Devrimci sanatçıların eserleri de işçi, köylü, emekçi yığınların mücadelelerinden, yaşamlarından konularını alarak, yığınların tarihi ileri götürmesine yardımcı ol­ malıdır. Coşkuyu, yeniliği, iyimserliği yansıtmalıdır. Çünkü; o gü­ cünü devrimin ideolojik öncülüğünü üstlenmiş çağın tek devrimci sınıfı olan işçi sınıfından almaktadır. Devrimci sanat ve edebiyat özgür olacaktır. Lenin'in de dediği gibi: «Bu edebiyata yeni güçlülükler katan ne kazanç hırsı ne de kişisel yükselme tutkusu değil, sosyalizm düşüncesi ve emekçilere karşı duyulan yakınlık olacaktır.» İşçiler, köylüler, aydınlar için özel sanat olamaz. Sanat herkes içindir. İşçiler, köylüler de yüksek sanat eserlerine lâyıktırlar. Fakat onların sanat ve kültürel eğitim düzeylerine uygun olmalıdır. Bu noktada sanatın düzeyinin yükseltilmesi ve yaygınlaştırılması ile karşılaşmaktayız. Sanatın bir avuç burjuvanın elinde kalmasını is­ teyemeyiz. Devrimci sanatçılar sanatı geniş kitlelere yaygınlaştır­ mada bitmez tükenmez bir azimle çalışmalıdırlar. Yaygınlaştırma ile birlikte her geçen gün yığınların eğitim düzeyinin ilerlemesine uygun olarak sanat düzeylerini de yükseltmelidirler. Aksi taktirde yığınlar her gün aynı türküyü söylemekten usanacaklardır. Devrimci sanatçılar bu çalışmaları doğrultusunda burjuva sa 62/TAVIR


hat anlayışını da mahkûm etmelidirler. Sanat sanat içindir, apolitik sanat, mutlak sanat türünden burjuva ikiyüzlülüklerini açığa çı­ kartmalı, burjuva gerçeğinin karşısına kendi gerçeğimizi koymalı­ dırlar. Sınıflar üstü bir sanat anlayışı değil, sınıf mücadelesinde devrimci ideolojiye bağlı bir sanat anlayışı sergilemelidirler. Sanat eleştirisine gelince; ikili bir eleştirimiz olmalıdır. Birin­ cisi sanat eserlerinin içeriği yönünden eleştirilmesidir. Toplumun ileriye götürülmesinde bir mesaj iletmeyen eserler sanat yönünden ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar bir bütün olarak başarılı sayı­ lamazlar. İkinci ölçütümüze gelince, bu eserlerin içeriğine bağlı ol­ makla birlikte ona etkide bulunduğu için de bir yana atılamaz. İçe­ riğin etkili olmasını istiyorsak onu mümkün olan ve anlaşılabilen en iyi sanatla yansıtmalıyız. Plehanov'un şu sözlerini tüm devrimci sanatçılar göz önünde bulundurmalıdırlar. «Edebi olayın toplumsal karşılığını bulmaya çalışan bu eleştiri, eğer bunu bulmanın yetmediğini ve toplum bilimin estetiğe kapı­ sını kapamayıp, ardına kadar açması gerektiğini anlamazsa bizzat kendine ihanet etmiş olur. Maddeci eleştirinin ilk işi ikinci işini ge­ reksiz kılmaz, tam tersine onu zorunlu bir tamamlayıcı olmaya götürür.»

TAVIR/63


ÇAĞRI

Dergimiz, sanat ve kültür yaşamında tutarlı, güncel mücadelenin gereklerine uygun bir tavır oluşturmayı amaçlayarak yayın­ lanmaya başlıyor. Yaşanılan süreçte yansımasını emperyalizmin kültür politika­ sında gözlemlediğimiz, yozlaşma, çürüme, gericileşme karekterindeki burjuva sanat ve kültür anlayışı; kaynağını insanların (gerek birey olarak gerekse bütün bir toplum halinde) doğa ile ve birbir­ leri ile sürdürdükleri daha iyi bir yaşama ulaşma mücadelelerinden alan, devrimci ideoloji ile yoğrularak güncele ve ülke koşullarına göre şekillenen, her geçen gün daha da gelişen (genelde sürdürü­ len doğru devrimci mücadelenin başarısıyla orantılı olarak) kültür ve sanat anlayışını yok etmek, özünü çarpıtmak, gelişimini engelle­ mek için yoğun çaba harcamaktadır. Yaşamımızın her alanında bizlerin devrimci gelişimine engel oluşturan, bizlere hayatı zehir eden burjuva alışkanlıklarına, ku­ rumlarına karşı çıkarak, onların oyunlarını bozan, ikiyüzlülükle­ rini açığa çıkaran bizler kültür alanındaki devrimci çalışmalara da gücümüzün yettiği kadar katkıda bulunmalıyız. Bu sayededir ki kollektif bir çabanın ürünü olarak devrimcilerin ülke tespitlerine uyumlu bir kültür politikaları oluşacaktır. Dergimiz, bu anlayışı benimseyen, kültür alanındaki devrimci çalışmaların zorunluluğunu ve önemini kavrayarak toplumsal çe­ lişkilere Marksizmin ışığında çözüm yolları gösterebilen tüm okur­ larına açık olacaktır. Okurlarımız; kültür ve sanata ilişkin araştır­ ma inceleme yazılarını, şiir, hikâye, öykü ve romanlarını, karikatür, grafik, resim ve fotoğraflarını, halk bilimi hakkındaki derlemelerini, kısacası kültür ve sanata ilişkin ellerindeki veya bulabilecekleri tüm verileri ile bizlere yardımcı olurlarsa; bu alandaki çelişkilerin ger­ çek çözümünün de devrimle olacağı gerçeğini kavrayan bizlerin ba­ şarısına katkıda bulunmuş ve hatalarımızın en aza inmesini sağ­ lamış, daha da önemlisi, alandaki mücadele kollektif olarak başa­ rıya ulaştırılmış olacaktır.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.