1980 4 mayis

Page 1


KÜLTÜR VE SANAT YAŞAMINDA YIL: 1

SAYI: 4

TAVIR MAYIS 1980

YAŞASIN 1 MAYIS HALBİIİMİNİN İÇERİĞİ — ÖNEMİ — İŞLEVİ FUÇİK'İN SÖZLERİ İŞKENCEYE YENİLMEZ DEVRİMCİLER I — TÜRKİYE ÜNİVERSİTE — AKADEMİ. — YÜKSEK OKULLAR HALK OYUNLARI ŞENLİĞİNİN ARDINDAN «71» YARGILANIYOR — KARAR 71 Üzerine — KARAR 71 ÜZERİNE OYUN YAZARI CENGİZ GÜNDOĞDU VE YÖNETMEN BURÇİN ORALOĞLU İLE SÖYLEŞİ DEVRİMCİ EDEBİYAT RUHU VE GEO MİLEV EYLÜL DESTANINDAN KARİKATÜRE GENEL BİR YAKLAŞIM YİRMİNCİ YÜZYILDA FAŞİZME KARŞI SAVAŞTA DEVRİMCİ EDEBİYAT YOLDA - ÖZGÜRLÜK— ALDIRMAYIN ÇOCUKLAR DEĞİNMELER

50 TL.

203

TAVIR

205

Mehmet AYDIN Zeynep ERAY

211

Kemal KORAY

214

Nermin EREN

221

TAVIR

227

TAVIR

232

Ercüment TEMELLİ

235

Geo MİLEV

239

TAVIR

252

Samih EL KASIM

254

Georgi DİMİTROF

257 258

HO Şİ MİNH TAVIR


TAVIR * Sahibi: Mustafa SÜLKÜ * Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Şevki ÖMEROĞLU * Abone Koşulları: Yurt içi; 6 Aylık 300 TL, 1 Yıllık 600 TL, Yurt Dışı: ABD 25 Dolar, F. Almanya 40 DM, İngiltere 10 Sterlin, Fransa 85 Frank * Posta Çeki: Mustafa SÜLKÜ 12094 4 * İlan. Tam Sahife 2500 TL, 1/2 Sahife 1250 TL, 1/4 Sahife 625 TL * Yazışma Adresi: Kurabiye Sokak, Akgün Apt. Kat 3 Taksim/İstanbul * Dergimizde yayınlanan, yazı ve resimler, derginin adı gösterilerek kul­ lanılabilir. Gönderilen yazı, resim ve ilanların sorumlulukları sahiplerine

aittir.

GAZİ MATBAASI — 1980 İSTANBUL


Yaşasın 1 Mayıs 20. yüzyılın son çeyreğini yaşadığımız bugünler, burjuva demokrasisiy­ le yönetilen ülkelerde bile, bütün görkemiyle kutlanılan 1 Mayıs, ülkemiz­ de yasak. 1 Mayısın yasak olması, devlet gücünün halka karşı bir çeşit gösterisi. Pahalılığın, yokluğun ve ekonomik zorlukların üstesinden gelemeyenler, 1 Mayısı yasaklayarak, akıllarınca güçlü olduklarını gösteriyorlar. Evet, güç­ lüsünüz! Büyüksünüz! Fakat sadece, öküze benzeyebilmek için şişnen kur­ bağa kadar.

1 Mayıs işçi sınıfının mücadele günüdür. Ekonomik-demokratik kaza­ nımlarının savunulduğu bir simge gündür. Sanat ise; en kısa ve en genel tanımıyla yaşamı (kavgayı), estetik kaygularla yansıtma aracıdır. Ülke­ mizde devrimcilerin örgütlü eylemleriyle yeri ve işlevi kazandırılmaya ça­ lışılan 1 Mayıs, sanata henüz yansıyamamıştır. 12 Mart, eksik ve yanlış­ lıklar taşımasıyla birlikte; roman, öykü, şiir ve oyanda değişik yanlarıyla kullanılmasına karşın, 1 Mayıs birkaç şiir ve DİSK'in afiş yarışmalarının ötesine geçmemiştir. Bir 12 Martın belirli ölçülerde sanatsal yaşama girebilmesini, 71 hare­ keti ideolojisinin devrimcilerce savunulması ve o doğrultuda örgütlenilmesine bağlayabiliriz. Çünkü, doğru devrimci ideoloji kitleleri sarıp kucak­ lamakta, kendisini dosta-düşmana kabul ettirmektedir. Gelişen süreç, kül­ tür ve sanat yaşamında da doğru tavrı gündeme getirecek ve o alanda da eksiklik ve zaaflar giderilecektir. Bu olay 1 Mayıs için de böyledir. Müca­ delemizle ne ölçüde 1 Mayısı kurumlaştırabilirsek, kültür ve sanat yaşa­ mında da, o ölçüde 1 Mayısın etkisini göreceğiz. TAVIR/203


Bu sayımızda, tartışılmasını istediğimiz görüşlerimizden olarak, M. Aydın'ın Zeynep E r a y ' l a b i r l i k t e hazırladıkları «Halkbiliminin İ ç e r i ğ i Önemi İşlevi»

başlıklı

yazıyla, 71 hareketini konu edinen Şehir Tiyatrolarının Ka­

r a r 71 oyununu ele a l a n «71» Yargılanıyor i l e oyun yazarı ve yönetmeniyle yapılmış küçük b i r söyleşimiz var. Geçen sayıda b i r ş i i r i n i yayınladığımız, bu sayıda;

«Fuçik'in Sözleri» ve

arkadaşımız K e m a l Koray'ın

«işkenceye Yenilmez Devrimciler» adlı

i k i ş i i r i n i daha yayınlıyoruz. Nisan ayının sonlarına d o ğ r u İstanbul'da 1. T ü r k i y e Üniversite Akade­ mi ve Yüksek O k u l l a r H a l k Oyunları Şenliği y a p ı l d ı . Bu şenliği; hem ge­ lecek k ü l t ü r ü n y a r a t ı l m a s ı açısından hem de

öğrenci gençliği b i r l e ş t i r i c i

işlev yüklenmesinden dolayı dergimize aldık. T A V I R , k a r i k a t ü r e özel b i r önem vermekte. Genç k a r i k a t ü r c ü l e r i n ü l ­ ke sorunlarını k a v r a y a b i l m e l e r i somutu

karşısında, onların düşünce ve

çizgilerine y e r ve yön vermek i ç i n b i r sunu yazımız var. D e v r i m c i selamlarımızla.

TAVIR 204/TAVIR


Halkbiliminin İçeriğiÖnemi-İşlevi • Mehmet AYDIN — Zeynep ERAY Dünya halkları, bugünkü yaşam ve bilgi düzeyine, insanlığın binlerce yıllık yaşam ve bilgi birikimi sayesinde ulaşmıştır. Kişinin heıgün yaşadığı olaylar bilincini, tavırlarını etkilemiş ve bu etkilenişler sonraki günde ya­ şantısını değiştirmiş, yani günlük maddi yaşantısı onun bir sonraki güne daha deneyli ve farklı bir birikimle geçmesine neden olmuş, sosyal bilin­ cinin belirlenmesinde birincil derecede rol oynamıştır. Yaşam koşulları­ nın sosyal bilinci oluşturması sonucu tarih birçok toplumsal yapıya tanık olmuştur. Bu toplumsal yapıların gerektirdiği üretim ilişkilerinde, farklı sı­ nıflar, üretim içinde farklı konumlarda olan sosyal topluluklar, doğal ola­ rak farklı dünya görüşlerini savunmuşlar ve ayrı kültür yaşamları olmuş­ tur. Alt yapıdaki bu yaşam koşulları farkı, onların düşüncelerinin oluşma­ sına ve giderek bu düşünce belirmesi maddi yaşam koşullarım değiştirme yolundaki çabalarına neden olur. Hangi çağda olursa olsun bu karşılıklı ilişki ve çelişki yumağı, maddi ve manevi anlamda sınıf kavgalarının teme­ lini oluşturmuştur. Kısaca alt yapıdaki ilişkiler ve olaylar, kişinin ve top­ lumun üst yapıdaki değer yargılarının oluşmasını belirlemiştir. Yalnız göz­ den uzak tutulmaması gereken şey, bu etkilenmenin tek yanlı olmadığıdır. Maddi yaşamın üretilmesinde kişinin ve toplumun sosyal bilinci de etkile­ yici bir görev üstlenir. Maddi yaşam ve kültürel yaşam sürekli etkileşim içinde bulunur. Sınıf kavgalarının yaşamın değişik alanlarına yansıması, biçimde farklı olmasına karşın içerik olarak o denli farklılık taşımaz. Ya­ şamı bu farklı alanlarındaki sınıfsal çelişkilerin ayrı ayrı incelenmesi mut­ laka çok daha geniş boyutlu yazıların hatta kitapların tam anlamıyla altından kalkabileceği bir olaydır. Bu yazıda incelenmesi düşünülen halk bi­ limi konusunun yeterince açılabilmesi için konunun özgül sınırlarının çi­ zilmesi zorunludur. Bu nedenle maddi yaşama salt kültürel yaşama etki­ si anlamında yaklaşılacaktır. Yaşamın, bilginin yeniden üretiminde, bu üretim uğraşısı içinde bulu­ nan kişi ya da yapı, daha önce sözünü ettiğimiz insanlığın binlerce yıllık bilgi ve yaşam birikimim en küçük unsuruna varana dek özümlemek zoTAVIR/205


rundadır. Bu zorunluluk halkbilimi konusunda kendisini açıkça gösterir. Eğer içinde yaşadığımız zaman diliminde var olan çelişkilere bilimsel, çağ­ daş bir yaklaşımla çözüm getirmek zorundaysak, aynı zorunluluk halkbi­ limi konusunu aynı niteliklerle incelemede de doğar. Çünkü geçmişin kül­ türel yaşamını ve dolaylı olarak alt yapıdaki oluşumları bize aktaran en Önemli olgulardandır halkbilimi. Çünkü egemen sınıflar, tarih boyunca, kendi kültürlerini üreten kesimin, emekçi halkların kültürüne egemen kı­ lıp, o dinamik kültür öğelerini yok etmeye ya da en azından baskı altına almaya özen göstermişlerdir. Tarih, öldürülen ozanların, bilim adamlarının yakılan kitapların, yıkılan mimari yapıların, yağmalanan uygarlıkların, soysuzlaştırılan kültürel değerlerin utancını taşır. Tüm bunlara karşın geçmiş kaybolmamışsa, o deneyler ve bilgiler bize ulaşmışsa bunun nede­ ni yaşayan ve yok edilemeyen halk kültürüdür, bu kültürü ve yaşamı içe­ ren, inceleyen halbiliminin varlığıdır. Konunun önemi ve irdelenmesi gereği buradan kaynaklanmaktadır. Bu kısa girişten sonra, halkbilimi kapsamına giren kavramlardan ön­ ce halk tanımını netleştirmek gerekmektedir. HALKBİLİMİ : Halk; «Belirli bir kara parçası üzerinde yaşayan geniş insan yığınıdır» şeklinde tanımlara rastlamak olası. Ancak çağdaş dünya görüşümüz bize insan tanımı konusunda bazı kıstaslar verir. Bu kıstaslarda; kendisini geliştirebilen yetkinleşen, yaşam değerlerini yeniden üretebilen varlık şek­ lindeki tanımı gerekli kılar. O halde halk: «İnsanlığın gelişimine ürettik­ leriyle katkıda bulunan geniş insan yığınıdır». Yani biz gerçek anlamda halk tanımını yapmak istiyorsak, üretmeyen kesimi ve onun ideolojisinin etkisi ile yaşam düzeyinin yükselmesine engel olan asalak kesimi bu yığın dışında tutmak zorundayız. Ayrıca bu kıstasların içine zaman kavramını da etkileyici bir unsur olarak almak gerekmektedir. Tarihin çeşitli zaman dilimlerinde üretime katılan sınıflar değiştiği için bu olguyu o özgül tarih­ sel koşulları içinde incelemek zorunludur. Belirli bir süre için, örneğin feo­ dal toplumda üreten kesimi oluşturmasına rağmen toplum yapısının değiş­ mesi ile egemen duruma geçen ve hiçbirşey üretmeyen burjuvazi gibi top­ lumsal sınıflar tarih içinde farklı konumlarda olabiliyorlar. O halde halk: «Yaşadığı zaman ve toplum içinde insanlığın gelisîmne ürettikleriyle sü­ rekli olarak katkıda bulunan, geniş insan yığınıdır». Başka bir deyişle «çe­ şitli toplumsal süreçler içinde üretime direkt katkıda bulunan ve varolan üretim sistemiyle çelişkisi olan sınıf ve katmanlara» halk diyoruz. Bu sınıf ye katmanların üretim içindeki yerlerinin ve konumlarının sosyal bilinçle206/TAVIR


rine, dolayısıyla tavırlarına yansımasını adını veriyoruz.

inceleyen bilime de halkbilimi

Halkbilimi tanımı, folklore olarak ilk kez İngiltere'de William John Thomas adlı bir toplum bilimci tarafından kullanıldı. Bu sözcük 1878 yılın­ da Londra'da Folklore Society adlı dernek kurulunca yeni bir bilim dalı­ nın adı olarak bütün dünyaya açıklandı. Bu tanım daha, sonraları İskandi­ nav, Rus, Portekiz ve İspanyol bilginlerince kabul edildi. Fransa'da halk gelenekleri karşılığı olarak bir süre daha Traditicn Popularie, İtalya'da Tradizioni Populari deyimleri üzerinde duruldu. Almanlar ise uzun sü­ re Folkskunde sözcüğünü kullandılar. Fakat folklor sözcüğü bugün artık benimsendi ve bütün dünyada yaygınlaştı. Ülkemizde de halkbilimi konusunda çeşitli kavramlar ortaya atıldı, tartışıldı. Ancak bu tartışmaların başlamasından bu yana, bu alanın net­ leşmesi anlamında fazla bir yol katedilemedi. Bu konuda Türkiye'de ilk yazılar 1910'lu yıllarda yazıldı. Günümüze kadar da çeşitli kişi ve kurum­ larca gerek kuramsal anlamda ve gerekse araştırma-derleme niteliğinde çalışmalar yürütüldü. Ancak bunların sistemli, örgütlü bir bütünlüğünden ve net bir dünya görüşünden kaynaklandığını söylemek mümkün değil. Çağ­ daş dünya görüşünü savunduğunu söyleyen kişi ve yapıların, çalışmaları ayrı ayrı ve sistemsiz, örgütsüz yürütmesine karşılık egemen sınıflar çok daha bilinçli bir politika izlediler, izlemekteler. Uygulanan bu politikanın amacına geçmeden önce konuyu yazının ge­ nel çizgisi elverdiğince somuta indirgemek yararlı olacaktır. Halkbiliminin kapsamında şunları sıralamak mümkün: 1 — Halk Edebiyatı, 2 — Halk Müziği, 3 — El sanatları, 4 — Halk tıbbı, 5 — Halk mimarisi, 6 — Halk giysileri, 7 — Halk oyunları, 8 — Halk inançları, 9 — Halk sporu,. Bu kaba sıralama ayrıntıya inildikçe genişletilebilir. Her toplumsal yapıda egemen sınıf ve üreten sınıf için ayrı ayrı dün­ yalar, yaşam tarzları olmuştur. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi üretim TAVIR/207


içindeki yerleri farklıdır. Bu yapının kültürel yaşama, sanata yansıması da aynı farklılığı içermiştir. İki ayrı sanat anlayışı, iki ayrı kültürel de­ ğerler toplamı vardır. Konuyu bu genel hatlarından halk edebiyatı alt baş­ lığına indirgediğimizde de bu genel kurallar değişmeyecektir. Bütün-parca ilişkisi gereği edebiyatta da halk edebiyatı ve egemen sınıfların sözcü­ lüğünü yapan edebiyat şeklinde bir gruplaşma, ikili bir yapı görürüz. Halk edebiyatı genellikle, çeşitli baskı yöntemleriyle tarihte zaman zaman yok edilebildiği gözlenen yazılı edebiyat ve hiçbir zaman yok edilemeyen söz­ lü edebiyat şeklinde ikiye ayrılır. Egemen sınıflar yıllarca bir kez olsun kulakten kulağa yayılmayı, böylece olayların yorumlarının, değer yargıları­ nın kuşaktan kuşağa geçişini engelleyememişlerdir. Saray için, Osmanlı Hanedanı için övgüler düzen bir yığın saray şairinin karşısına : Şalvarı şaltak osmanlı/Eğeri kaltak osmanlı, Ekende yok, biçende yok/Yiyende ortak osmanlı anonim deyişiyle Anadolu çıkıyor. Bu dörtlükte ve benzerlerinde gördüğümüz, tüm bir toplumsal yapının eleştirisidir. Üretim şekilleri, sömüren-sömürülen ilişkisidir. Fransız sarayı hakkında söylenen şu söz sanırız ola­ yın dünya genelinde de farklı olmadığını gösteren iyi bir kanıt. «Saraym gerçek durumunu öğrenmek isteyenler, bu konuda yazılan kitapları okuya­ caklarına, o yüzyılda Paris sokaklarında söylenen türküleri incelesinler. Çünkü o kitaplar birtakım kişiler üzerine övgülerle doludur. Sokak şarkı­ ları ise saray durumunu bütün çıplaklığı ile ortaya koyar.» Halk kendi yaşamını, düğününden cenazesine, uyumasından konuşmasına, sevgisinden nefretine, «melemez kuzu»luğundan isyanına dek türkü­ lerde anlatır, ağıtlarda anlatır. Tarlada madımak topladığını, madımağın ise yedikleri içinde önemli bir yeri olduğunu türküsünde söyler. Yürü bre Hızır Paşa/Senia de çarkın kırılır, Güvendiğin padişahın/O da birgün devrilir. dizeleriyle isyanını, umudunu yayar. Gün olur kamanın sapına sedef kakma­ lı işlenir duygular, gün olur heybe, halı nakışlarına yansır. Yayan giderken omuzlarında biriken karı nasıl silktiğini, kurtları nasıl kolladığını canlan­ dırır oyunlarında. Tek başına nasıl sevdalı, hep birlikte nasıl güçlü oldu­ ğunu sergiler. Doğayla içiçe yaşar ve giysilerindeki renklerde yarışır do­ ğaya karşı. Doğa koşullarım, ağlardaki balıkların hareketini Karadeniz oyunlarında, bir kekliğin bir turnanın hareketlerini turna barı, keklik oyun­ larında görmek mümkün. Semahlar ise alçakgönüllü, dost, sabırlı, bilge insanların güzelliğini yansıtır. Canlı, üretken, yenilenen yaşantı üretim araçlarının yetkinliği elverdiğince, oyasından cepkenine, takısından kiü208/TAVIR


mine değin el saatlarında gözlenir. Kısaca yaşamını sanatına, kültürüne yansıtır. Tüm bunların ve benzeri olguların büyük bir titizlikle ve sabırla değerlendirilip gelecek kuşaklara bırakılması ve gelecek çağın kültürü­ nün yaratılması eyleminde birer temel taşı olarak kullanılması zorunludur. Halkbilimi ve halkbilimcileri böylesi bir görevle karşı karşıyadırlar. Konunun bu denli geniş olmasına ve bilimsel bir yöntemle araştırılıp her türlü politikaya karşı yaşatılması zorunluluğuna rağmen bu anlamda çalışmaların yeterli olduğunu söyleyemiyeceğiz. Toplumda egemen olan ideolojiler ve olanaklar elverdiğince yapılabilen araştırma ve açıklama­ lar konunun çağdaş yorumunu yapmaya yetmemiş ve netleşmesini sağla­ yamamıştır. Özellikle Halkevleri ve benzeri yapıların bünyelerindeki ay­ dın kesimin derlemeleri, konunun öneminin kavraması için kabul edilebile­ cek girişimler olarak kalmışlardır. Halkbilimi araştırmalarının şimdiye dek somut bir gelişim izleyememesi ve içerdiği önemin gözlerden saklı kalması bazı nedenlere bağlanabilir. Bu nedenlerin başında çoğu zaman konuya gereken önemin verilmeyişi geliyor. Bir ikinci etken olarak, araş­ tırma ve derlemelerin tek tek kişi ya da kuruluşlarca yapılması bir bü­ tünlük içinde, çağdaş dünya görüşünün odağından geçirilerek değerlendi­ rilmemesi, somuta indirgenmemesi geliyor. Diğer etkenleri ise halkbilimi araştırmalarının bilimsel ve diyalektik bir yöntemle yapılmaması ve çalış­ maların sergilenmesi için yeterli olanakların olmayışı ya da bu olanakları yaratmak için bir çabanın olmayışı şeklinde sıralamak olası. Bu tür ne­ denlerle boş bırakılan bir alanı, varolan toplumsal yapıda egemen güçler ve onların dünya görüşleri, politikaları ustalıkla kullanmıştır, kullanmak­ tadır. YOZLAŞMANIN ASIL NEDENİ Anadolu, bulunduğu coğrafi konumundan dolayı yıllar boyunca çeşitli uygarlıkların tanığı olmuş, yıllarca değişik ulusların ya da ulusal azınlık­ ların, halkların yaşadığı bir kara parçası olmak durumunda kalmıştır. Bu yaşantının günümüze bıraktığı zengin bir kültür birikimidir. Bu kültürel yapıda Anadolu'da yaşayan tüm halkların maddi yaşamının izlerini gör­ mek mümkünken, burjuvazi, milliyetçi-şoven bir ideoloji gereği ulusal kültür aldatmacası ile, bunlara sahip çıkmak gereğini duymuştur. Günü­ müzde tüm kültür konularında olduğu gibi, halkbilimi konularındaki ça­ lışmalarda, gerici-şoven bir anlayışa hizmet edecek kadrolar tarafın­ dan yönlendirilmek istenmektedir. Çağdaş yaşamın olanaklı kıldığı tüm araçlar aracılığı ile yürütülen ve temelde, kavgada, kitlelerin direncini kırmaya yönelik politika kültürel alanda böyle bir uygulamayı gerekli krTAVIR/209


lar. Egemen kültürün denetiminde olan basın, radyo, sinema, TV, tiyatro, şenlikler ve benzeri araçlarla tüm kültürel değerler gibi halk müziği, halk oyunları, halkın yaşamında yer alan olguların hepsi gerçek içeriklerinden tamamen saptırılarak, üretim sistemine uygun düşen kültür politikası ge­ reği yozlaştırılmaktadır. Bu yozlaştırma içerikte olduğu kadar biçimde de açıkça gözlenir. Halk giysilerinden, motiflerinden yararlanılarak modern sanatın oluşması hızlandırılır (!), halk müziğinden esinlenilerek türk ha,fif müziği oluşturulur(!), doğu illerinin ve başlıbaşına bir halkın malı olan türkülerimiz, ağıtlarımız, bol ağlatılı türk filmleri ile yıldız oluveren sanatçılar tarafından icra edilir (!) ve değişik yörelerin lehçeleri reklam filmcilerimize esin kaynağı olur. Bu yapılanlara masum bir üretim gözüyle bakmak mümkün değildir. Hepsi daha önce sözünü ettiğimiz sistemli, milliyetçi-şöven politika gere­ ği gerçekleştirilen olaylardır. Halkların özgün halk dansları, türküleri, dil­ leri değiştirilerek türkçe sergileniyorsa, bu o halkın köksüz bırakılmasının gereğidir. Gerçekleştirilen bu çarpıtmalar halk kültürünü kaynaklandığı topluma yabancılaştırmak ve o toplumu geçmişin olumlu kültür öğelerin­ den koparmak amacındadır. Toparlarsak, ülkemizde varolan resmî «folklor» ve «kültür» uygulaması, ulusal baskıcı ve asimilasyoncu hakim ulus siyasetini en açık olarak yansıtmakta ve tümüyle bilimsel olmaktan uzak bulunmaktadır. HER ZAMAN EN ÜRETKEN KESİMİN, HALKLARIN YAŞAMINI YANSIT­ MAK KONUMUNDA OLAN HALKBİLİMİ BUNDAN SONRA BU DENLİ YALNIZ BIRAKILMAYACAKTIR. Ülkemiz koşullarında yükselen devrimci mücadelenin boyutlarıyla doğ­ ru orantılı olarak bu konuda da programlı ve uzun dönemli, bilimsel bir ça­ lışmaya gidilmelidir. Halkbilimi konusunda, geçmiş kültürün yaşatılma­ sı, gelecek kültürün yaratılması şeklinde önümüze çıkan görevler, geçmiş ve gelecek üretim şekli ve gelecek üretim şekillerini ve ilişkilerini, bun­ lara denk düşen maddî ve yaşamı ve kültürel yaşama yansımasını bilim­ sel yöntemle değerlendirip, günümüz koşullarının tahlilini gerçekleştirip yerine getirmektir. Bu girişimler salt kuramsal anlamda yürütülmemeli, aynı zamanda pratik çalışmalar ve somut örnekler olarak gelecek için saklanacak belgeler şekline dönüştürülmelidir. Hepsinden önemlisi halkın yozlaştırılan, asimile edilen kültürel değerlerine sahip çıkmanın yanısıra bu yozlaşmanın maddî kökenlerim açıklamalı, alternatif bir yapıyla bur­ juva ideolojisinin zedeleyemediği ilerici-devrimci unsurların, olguların proletaryanın ve kavgasının çıkarları doğrultusunda bilinçli bir şekilde kul­ lanılmalıdır. 210/TAVIR


Kemal KOBAY FUÇİK'IN SÖZLERİ «Proletaryanın ölümsüz nın sevgili anılarına» Hayatı sevdim güzeliği uğruna koşarak girdim savaş alanlarına Sizleri sevdim kısanlar kıvanç duydum karşılık görünce sevgim yanlış anlaşıldığımda acı çektim insanlar mayısın ilk saatlerinde varoşlarda pankart geren insanlar akan selimiz sokaklarda zindanda olsamda yürümekteyim yine yüzbinlerle kızalan'da kapıdan pencereye yedi adım yedi adım pencereden kapıya can çekişiyorum işkenceden susuzum nefes alamıyorum Milyonlar savaşıyor 1943 mayısında özgürlük ve demokrasi uğruna onlardan biriyim ne güzel şimdi ölüme gitmekteyim ellerinizi sımsıkı avuçlarım sımsıcak sıkarım Sevinç için yaşadık kıvanç için savaştık hüzün adımızla birlikte anılmasın TAVIR/211


İŞKENCEYE YENİLMEZ DEVRİMCİLER

Onları tanırım alanlarda yığın yığın bir kavga seli grev boyları işgal günleri nasıl yiğitçe türkü yakar gibi mermi yakarlar tarla sürer gibi pusu bozarlar aynı cesarette içeri düşünce bilirim kâr etmez işkenceye yenilmez devrimciler Kolları birer çelik arı kovanı Vızır vızır işler namluları ellerinden uçuveren nazlı sahan, can goncası konar faşist yuvalara oysa şimdi bağlamışlar ellerinden, kollarından ıslak tahta bir sehpaya

212/TAVIR


Sevgi açan yüreğinde yüreğinde tümen tümen tarifsiz öfkeleri, hıncı çıkıyor işkenceden giriyor işkenceye İnce kara bir yılan akıyor dolanı dolanı ellerinde dilinde şişmiş çatlamış falakadan ayağının tabanı irin tutmuş yaralan Düşünmek gelecek güzel günleri belenirken coplar al kızıl kana yanarken ciğerin cana can katar düşünmek fabrika işgallerini eylemlerini kavga yankılanırken bilincinde dayanmak kolaylaşır işkenceye yarılır dört duvar çatlar demirler direncin ulaşır bize içini ferah tut yüzünü sıcak savaş sürüyor çünkü her mevzide 1980

TAVIR/213


1. Türkiye Üniversite - Akademi Yüksek Okullar Halk Oyunları Şenliğinin Ardından Nermin EREN

19 ve 20 Nisan günleri İTÜ — Spor Kulübü tarafından 22 yüksek öğrenim kurumu ve iki konuk top­ luluğun katıldığı halk oyunları şen­ liği düzenlendi. Halkbilimi alanında bugüne de­ ğin burjuvazinin hedef saptırıcı, gözboyamacı şenliklerine alterna­ tif olarak kabul edilmesi gereken bu şenlik, halkbilimi çalışmalarına devrimci kültürün yaratılması anla­ mında sahip çıkılması gerekliliğini kavrattı. Sergilenen oyunlarda, ülkemiz insanlarının yıllar öncesinden günü-. 214/TAVIR

müze kadar ulaşan değişik yaşam koşullan, dostluğu, iştenliği, kıvrak zekası yansıtıldı. İki gün süren gösterileri ve üçüncü günkü paneliyle halkbilimi çalışmalarına bilimsel yaklaşımı içermesi anlamında ilk kez düzen­ lenen bu şenliği yalandan izledik. 19 Nisan günü saat 12'de baş­ layacak şenliği izlemek üzere ge­ len binlerce kişi salonu gösterinin izlenebileceği son kişilik yerine ka­ dar doldurmuştu. Salona girildiğin­ de şenliğe katılan toplulukların dostluk ve dayanışmayı içeren, halk


«Geçtiğimiz ay içerisinde İstanbul Spor ve Sergi Sarayında genç, yaşlı, öğ­ renci, memur, işçi geniş bir halk kitlesini bir araya getiren ve onlara unu­ tamayacakları coşkulu iki gün yaşatan halkoyunları şenliği düzenlendi...» kültürüne sahip çıkılması, yaşatıl­ ması ve devrimci kültürün yaratıl­ masını içeren pankartları gözleni­ yordu. Şenlik açılışı konuşmasıyla başla­ dı. Konuşmada halkbilimi, halk oyunları kavrayışı, şenliğin amaç­ ları ve yarışma olmayışının neden­ leri açıklandı. «Halkbilimi toplumların maddi yaşamlarının üretilmesinde o top­ lumun bireylerinin birbirleri ile, başka topluluklarla ya da doğa ile kurdukları ilişkileri, mücadeleleri müzikler, gelenek görenekler oyun­ lar vd. aracılığı ile günümüze yan­ sımalarını inceler. Halkbiliminin

görevi sadece araştırma inceleme yapmakla da sınırlı değildir. Ayrıca toplumun yaşamının daha ileriye götürülmesinde yardımcı olan çağ­ daş kültürün, devrimci kültürün yaratılmasına da katkıda bulunur, ona kaynaklık eder. Halkoyunlarını halkbiliminden ayrı bir olgu olarak ele almak olanaksızdır. Çünkü onun çeşitli çalışma alanlarından bilidir halk oyunları. Özgün müzikleri ve ritm kuralları olan oyunlarımızda tar­ ladaki çalışmasından, düğündeki sevincinden, birbirleri ile kavga larına kadar yıllar öncesi bir top­ lumsal yaşamın yansımaları sergi­ lenir. TAVIR/215


«...Şenliğe katılan tüm ekipler coş­ kulu, organize ve son derece disip­ linli seyircinin bitmez tükenmez al­ kışları arasında Şenlik Halayı çek­ tiler...» Halkoyunları çalışmaları salt eğlenmeye ya da boş zamanlarda hoşça vakit geçirmeye yönelik bir uğraş olarak görülmemelidir. Ana­ dolu halkının yaratıcı zekâsının ürünleri olan bu zengin ve gür oyun kaynağı, onun coşkusunu, cana ya­ kınlığını dostluğunu anlatır. Bu oyunlara sahip çıkılmalı, yaşatıl­ malı yozlaştırılmaları engellenme­ lidir. Bu ve bundan sonra yapıla­ cak olan bu tür şenlikler ve dina­ mik üniversite gençliğinin çalışma­ ları bu açıdan değer taşımaktadır.» Dağıtılan broşürlerde olsun, ku­ lüp başkanının konuşmasında ol­ sun şenliğin amaçları şöyle açıkla­ nıyordu: «Halk bilimi çalışmalarına sa­ hip çıkarak, bu çalışmalara bilim­ 216/TAVIR

sellik kazandırmak için tartışma or­ tamı yaratmak. Halk bilimi aracı­ lığıyla geçmiş kültür mirasının olumlu öğelerini gün ışığına çıka­ rarak, çağdaş kültüre katkısını sağlamak. Tüm yüksek öğrenim kurumu toplulukları arasındaki iliş­ kileri geliştirmek. Sorunlarının or­ tak olarak ve etkin biçimde du­ yurulmasını sağlamak. Halk bili­ mini her türlü yozlaştırmalardan arındırıp, şoven duyguların sömü­ rüsüne alet olmaktan kurtararak halk yararına işler bir duruma ge­ tirmek.» Günümüzde egemen sınıfların hemen her alanda sürdürdüğü ya­ lancılığını, hedef saptırıcılığın halk bilimi alanında da görmek olası. Çeşitli burjuva kurumları halk bili­ mine sahip çıktıklarını iddia ede­ rek halk bilimi çalışma alanların-

«... Şenliğe salt Öğrenci gençlik çağ­ rılı değildi. İstanbul Halk Oyunları Topluluğu (İHOT) ile İstanbul Kaf­ kas Kültür Derneği'nin de gösterile­ ri ilgiyle izlendi. Ulusal azınlıklar­ dan olan Çerkes'lerin tarihsel halk danslarından sundukları gösteri so­ lunu coşkuya boğdu.»


da yoz anlayışları doğrultusunda yarışmalar, şenlikler düzenlemek­ tedirler. Böylece hem halk bilimi­ nin yozlaştırılmasına, hem de halk bilimi çalışmalarının yanlış kavra­ nılmasına yol açmaktadırlar. «Maddi hayatin üretiminin be­ lirleyici olduğu, bunun yanında nüfus, coğrafi şartlar gibi diğer et­ menlerin etkilediği toplumun üst yapı kurumlarında farklılıklar ol­ ması kaçınılmazdır. Buna bağlı ola­ rak farklı yörelerdeki müzik, çal­ gı, giysiler de farklı olacaktır. Bu anlamda halkbiliminin bir bileşe-

Şenlik düzenleme kurulu bize hazır­ lık çalışmalarına ilişkin şunları söy­ ledi: «Üniversitelerle ilk ilişkilerin sağ­ lanması anlamında 3-4 ay önce baş tılan çalışmalar, özellikle nisan ayı başından sonra yoğun bir tempo ka­ zandı. Öyleki son bir haftalık süre­ de uykulu saatlerimiz sayılıdır...»

nini oluşturan oyunlarımız birbirle­ ri ile yarıştırılamaz. Çünkü onlar değişik yörelerde yaşayan topluluk­ ların farklı yaşam koşullarından kaynaklarını alan bir bütünün par­ çalarıdırlar. Bütün içinde hepsini ayrı bir yeri ve değeri vardır». Ya­ rışma olmayışını anlatan olumlu yaklaşımı, katılan topluluklar, iz­ leyicileri yarışma düşüncesinden uzaklaştınyordu. Açılış konuşmasının ardından şenliğe katılan toplulukları karşı­ lamak için İTÜ-HBTopluluğunun Bingöl yöresi oyunları sergileye­ cek elemanları, alana özgün mü­ zikleri ile geldiler. Sonra sırasıy­ la diğer topluluklar sergileyecek­ leri oyunlara ait özgün müzelerin­ den biri ile alana girdiler. İTÜ — HBT elemanlarınca coşku ile kar­ şılanarak salondaki yerlerini götü­ rüldüler. Anonsla birlikte topluluk­ lar alanda içiçe halkalar oluştur­ dular. Hep birlikte açılış halayı çektiler. Halaydan sonra o gün gösterisi olan ekipler salonu terk ederken, diğerleri salonun dört yanına dağılarak oturdular. Göz­ lem Kurulu üyelerinin (Cavit Şentürk, Prof. Dr. Burhan Aytuğ, Doç. Melik Boydak, Sabri Dcnat, Hüse­ yin Şahin, Mesut Güner, Şinasi Ünal) de salondaki yerlerini al­ malarından scnra gösteriler baş­ ladı. 1. gün Yüksek Teknik Öğret­ men Okulu (Artvin), Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi (Ga­ ziantep — Barak) Edirne Devlet Mühendislik ve Mimarlık Fakülte­ si (Edirne), İstanbul Üniversitesi TAVIR/217


«...Şenliğin en iyi niteliğe kavuşma­ sı için 30 dolayında ekiple birkaç kez, ayrıca İstanbul'da yiyecek, ya­ tacak ve ulaşım gereksinimlerinin karşılanması için gerekli yerlerle yüzlerce sayfalık yazışmalar yapıl­ dı. Birçok afiş örneği arasından se­ çilen afiş bastırıldı. Afiş öylesine beğeni kazandı ki, şenlik anısına yaptırılan yazma, mendil, kibrit üzerlerine, tanıtma broşürüne ve her türlü duyuru ve pankartlarda kullanıldı...»

(Siirt), İstanbul Yüksek Denizcilik Okulu (Bayburt), İDMMA Galata­ saray Mühendislik Fakültesi (Bit­ lis), Zonguldak BMM Fakülte­ si (Artvin) ve konuk İstanbul Halk Oyunları Topluluğu (Bitlis) ekiple­ rinin gösterileri izlendi. Dört saat süren açılış ve gösteriler sonunda kimse şenliğin 1. günkü bölümünün sona erdiğini anlayamadı. Çünkü izleyicilerin yemek sorunundan, ara larda devrimci sanatçıların halk müziği parçalarından oluşan müzik yayınına, şenlik hatırası eşyala­ rın bulunduğu köşeye varıncaya ka218/TAVIR

dar herşeyin düşünülmüş olması, görevlilerin devrimci disiplin ve öz­ veri ile çalışmaları binlerce izleyi­ cinin 4 saat boyunca sıkılmamalarını sağladı. İkinci gün salon yine dopdoluy­ du. Görevliler coşkuyla çalışıyor ve binlerce disiplinli izleyici en küçük bir sorun çıkarmıyordu. İs­ tanbul dışından gelen toplulukların gösterilerinin daha yoğun olduğu bugün birinci günden de coşkuluy­ du. Konuk İstanbul Kafkas Kültür Derneğinin sergilediği Çerkeslerin tarihi halk dansları gösterisi izleyi­ ci kitlenin beğenisini topladı, çoşkuy la alkışlandı. Kafkas Halk oyunları­ na Kars oyunları adı altında faşistlerce sahip çıkılıp, ulusçu, ırkçı ideo­ lojilerine alet edilmesine karşın, ül­ kemizdeki ulusal azınlıkların kül­ türlerinin baskı altında tutulması­ na, asimilasyona uğratılmasına kar­ şı kendi kültür değerlerine devrim­ ci anlamda sahip çıkmaları beğeni­ yi coşkuya dönüştürdü. Konuk top­ luluktan başka İTÜ — HBT (Bingöl), Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü (Art­ vin), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Diyarbakır), Bursa Üniversitesi (Bursa — Orha­ neli), Ege Üniversitesi Spor Yüksek Okulu (Afyon — Dinar), Ege Üni­ versitesi Makina Fakültesi (Üsküp), İstanbul Devlet Tatbiki Gü­ zel Sanatlar Yüksek Okulu (Van), İstanbul Devlet Güzel Sanat Akade­ misi (Trabzon — Sürmene), İDGSA Uygulamalı Endüstriyel Sanatlar Yüksek Okulu (Ağrı), İİTİA Gaze­ tecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek


Okulu (Diyarbakır Kız), Hacettepe Üniversitesi (Adıyaman), Orta Do­ ğu Teknik Üniversitesi Türk Halk Bilimleri Topluluğu (Adana), Bo­ ğaziçi Üniversitesi (Erzincan — Şi­ ran — Gümüşhane Semahları) top­ luluklarının gösterileri izlendi. İzleyicilerin bitmesini istemediği şenliğin kapanışı da açılışı kadar görkemli oldu. Gösterilerden sonra kapanış halayını başlatmak üzere Gözlem Kurulu alana çağrıldı. Bu sırada toplulukların rehberleri oyun­ culara kulübün hazırlattığı şenlik anısı eşyaları dağıtıyordu. Gözlem Kurulunun da katılmasıyla topluca kapanış halayı oynadı. Halayın ar­ dından Gözlem Kurulu adına yapı­ lan konuşmada bazı eksikliklerini saptamalarına rağmen tüm toplu­ lukları, emeğe saygı ölçütünde yap­ tıkları değerlendirmede başarıya değer gördükleri belirtildi. Bütün topluluklara plaketlerinin de verilmesinden sonra şenliğin gös­ teriler kısmı sona ermiş oldu. Şenlik 21 Nisan günü İstanbul Ta­ bip Odasında düzenlenen panelle so­ nuçlandı. Panel, şenliğin eğlence aracı olarak düzenlenmediği, halk biliminin devrimci kültüre katkısını sağlamaya yönelik ilk adım olduğu düşüncesini pekiştirdi. Panel ODTÜ - Türk Halk Bilim­ ler Topluluğu, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi — Halk Bilimleri Topluluğu, Nibceğu Kültü­ rel Dergi, dergimiz TAVIR halk bili­ mi kavrayışlarını, İstanbul Üniversi­ tesi HOT ise halk bilimine ilişkin

geçmişteki başarılı çalışmaları olan Halk evleri konusunda açıklamalar­ da bulundular. Halkbiliminin günümüzdeki iş­ levinin, çağdaş kültürün yaratılma­ sında önem ve yönteminin, inceleme alanının neler olması gerektiği ko­ nularının tartışıldığı, halkbilimi ta­ nımlarından, kapsamına giren kcnuiardan, yozlaştırmalarına kadar bir çok konunun açıklığa kavuşturulduğu panel canlı bir tartışma ortamı oluşturdu. Nibceğu Kültürel Dergi'nin «•Folk­ lor varlığımız gerici ve tek ulusçu bir şoven anlayışla bozulmakta ve hatta geniş ölçüde öldürülmektedir. Bozma ve yok etme işlevi, genel ola­ rak tüm halkların kültürlerinin de­ mokratik ve devrimci öğelerinin tü­ müne yönelmiş bulunmaktadır» bi­ çimindeki yaklaşımla sürdü. ODTÜ - THBT'nin «Halk bi­ liminin görevi değişmeyi nedenle­ riyle birlikte saptama ve olduğu gibi tanılama ve tanımlama ol­ malıdır. Eğer halkbilimi bu konu-

«... Sporcu arkadaşlarımız ve kulüp doğal üyelerinden 250 görevli sap­ tandı...» TAVIR/219


da bir tutum olacaksa ölçütü es­ kiye bağlılık değil ancak nesnel estetik kuralları olmalıdır» yakla­ şımı ve diğer konuşmacıların ben­ zer yaklaşımları panelde üniversi­ te topluluklarının boyutunu aşan bir tartışma ortamı yarattı.

«...Panelle birlikte üç gün süren şenlik basın toplantıları, Radyo, TV programları ile kamuoyuna du­ yuruldu.»

Panelin sonunda katılan toplu­ luklar ortak bir metni imzaladılar. «Halk bilimi çalışmalarının çağ­ daş kültürün yaratılmasındaki öne­ minin bilincindeyiz. Bugüne değin egemen sınıflar tarafından yoz­ laştırılarak, şovenist duyguların körüklenmesine alet edilen halkı­ mızın kültür mirasına sahip çıka­ cağız. Şenlik aracılığıyla sağlanan ilişkilerimizi, geliştirip, bu yozlaş­ tırmalara, hedef saptırıcılığa ortak olarak ve daha etkin bir biçimde karşı çıkacak yapılanmayı oluşturmak hedefimizdir. Toplumun genel kurtuluşundan ayrı düşünü­ lemeyecek çalışmalarımızda emek­ çi insanlarımızın İstemelerini dile getirmek, onlara hizmet etmek, ay­ dın olmamız nedeni ile bir görev değil zorunluluktur.»

NİBCEĞU Kültürel Dergi * * *

* *

220/TAVIR

Ülkemizdeki ulusal azınlıklardan Çerkeslerin kül­ türel dergisi. Üç ayda bir yayınlanır. Yazışma adresi: PK 78 Karaköy Tek istekler için 40 TL pul gönderilmeli Abone için yıllık 160 TL.


«71» YARGILANIYOR - K a r a r 71 Üzerine•

TAVIR

Tiyatro dinamik bir olay. Dünden bugüne, bugünden yarına değişebilirliğin, toplumsal yaşamın kavranılıp aktarılmasının da çok önemli bir ara­ cı ve yansıtıcısı olabilir. Bu dediklerimiz dünyaya proleterya ideolojisi doğ­ rultusunda, yaklaşan çabalarda görülür kuşkusuz. Çelişkileri var oldukları toplumsal koşullarda irdeleyip, güncelle bağını kuruyorsanız seyircinizin gözünde bunları tuhaf kılıyorsanız, günümüz koşullarına da ve diyalektik materyalist görüşle biçimlendirdiğiniz gelecek koşullarda alternatif gö­ rüşleriniz seyircinizin de doğrusu olur. Bir devrimci sanat ürününün ana özelliği değişebilirlik çevresinde biçimlendirilmesindedir. Olgular oluştuk­ ları toplumsal koşullar içinde değerlendirilmeli, neden sonuç ilişkileri için­ de çözüme gidilmelidir. Tiyatro içinde var olan birçok sanatsal öğe ile birlikte kitleleri çarpı­ cı bir biçimde etkileyebilen ve belli bir birikimin oluşmasını sağlamanın da önemli bir aracıdır. Ve tiyatro ülkemizdeki diğer sanatsal etkinlikler gibi güdükleştirilmeye, güdülmeye çalışılan bir yapı olarak vardır. Ege­ men sınıflara göre tiyatro ölmüştür. Onlar timsah gözyaşları döküp, kitle­ leri denetleyecek düzen ilişkilerini haklı kılacak yeni sanatsal etkinlik­ lerin arayışına girerler. Bir takım ultra akımları bu anlamda desteklerler. TAVIR/221


Değişebilirliğin en iyi anlatım araçlarından biri olan tiyatro egemen sınıflar açısından ölmüştür. Bu doğrudur. Çünkü çağımızın belirleyici ege­ meni burjuvazinin değişmesini istediği hiç mi hiç ama tek bir düze taşı yoktur. İlerici devrimci öz gericileşen burjuvazinin değil proleteryanın ideo­ lojisinde yaşam kaynağı bulabilir. Sanata burjuva düşmanlığını baskı ve saldırıları bu anlamda değerlendirmek gerekir. Kendilerine yöneltilen bir silan olarak tiyatroyu karşılarında görenler dolaylı, dolaysız baskıları sürekli olarak gündeme getirmişlerdir. Kumpanyalar, ağız dolusu küfür­ lerle perde açıp kapayanlar dolaylı baskıların sonucu oluşan ilkel yapılar­ dır. Devlet Tiyatrolanndaki baskılar ve bu doğrultudaki gelişmeler henüz güncelliğini korumaktadır. İstanbul Şehir Tiyatrosu ise bu politikanın so­ nuçlarını ilginç bir şekilde yaşamaktadır. Bir yanda ilerici oyunlar sahne­ lenirken öte yanda gerici oyunların ve kumpanya örneklerinin sahnelen­ diği görülmektedir. Ürün vermeme şeklinde bir anlayışın da devrimci po­ litika (!) olarak ortaya konduğu bu koşullar Şehir Tiyatrolarında nitelikli, devrimcilerce savunulan oyunların da çıkmasına engel olamıyor. KARAR 71 Tüm bu koşullar için­ de ileriye yönelik bir adım olarak de­ ğerlendirilip anti-faşist, anti-emperyalist özü devrimcilerce korunup sahip çıkılmalıdır. Ancak bu, özün, doğru devrimci görüş doğrultusunda eleşti­ rilip biçimlendirilmesi çabalarına en­ gel olan tüm liberalist yaklaşımları da dışında tutmalıdır. KARAR 71 şehir tiyatrolarının iş­ leyişinin, yoz ilişkilerinin, çıkar he­ saplarının içinde nasıl oluştu? Yazıl­ masında, sahnelenmesinde hareket noktası olarak neyi gördü? Yoğun ola­ rak tartışılmasının, kapalı gişe oyna­ masının gizi nerede? Bir tiyatro yapıtının gücü, tarihselden güncele çektiği çizginin doğruluğunda aranır. 1968-71 döneminde gelişen sınıflar mücadelesi bir tarihsel kesit olarak sunuluyorsa, bu tarihsel dönemden çıkarıl­ ması gereken dersler mesaj olarak belirmelidir. KARAR 71 biçimsel olarak bu çizgide bir oyun. Eksikliği ise bu tarihsel dönemin 71'in Türkiye devrimindeki öneminin kavranamamasında görülüyor. 71 yorumlanamamıştır. Tarihsel olarak eksik kavranmış hatta bazı noktalarda 71'e subjek222/TAVIR


tif yaklaşılmıştır. (Necip kişiliği). Tarihsele sübjektif yaklaşmanın objek­ tif aktarımları engelleyeceği açıktır. Türkiye'de sınıflar mücadelesi 1968'lerde başlamadı kuşkusuz. Ve 1971' de de bitmedi. 1960-70 dönemi Türkiye devriminin yolunun arayışıdır. Revizyonizmin bataklığından sürdürülen devrimin yolunun arayışı mücadele­ sidir.. 71 öncesinin Türkiye'sinde devrimin yolunun halk savaşı mı, ayaklan­ ma mı, cuntacılık mı MDD mi tartışması bugün artık geçerliliğini bizzat pratikte yitirmiş ve yerini 71'e damgasını vuran hareketin teorik tezleri­ nin, pratiğinin sol, sağ ve devrimci yorumlanışı almıştır. 1980'ler Türkiye' sinde 71 dönemine eğilen bir sanatsal biçimlenme bu özelliğe duyarlı ol­ malıydı. 71'e damgasını vuran hareket, oluşum sürecinde — yıllarca teorik gelişmeyle birlikte süren TİP-MDD muhalefeti ve organize ideolojik mü­ cadele ve pratiği içinde — değerlendirilip oyun bu çatı üzerine kurulmalıydı. Bu süreçte halk kitleleri içinde çalışılmış, sayısız miting gösteri ve grev­ ler yapılmış gençliğin demokratik üniversite kavgasına öncülük edilmiştir. KARAR 71 bütün bu koşullarda malzemesini iyi seçememiş, çünkü kendisi­ ni devrim arayışının bir aracı saymıştır. Oysa bugün sorun Türkiye devriminin yolunun arayışı değil, proleteryanın belirlenen perspektifinin hayata geçirilmesi sorunudur. Devrimci hareket dünün tecrübe, deney birikimi üzerine yükselmektedir. Bir devrimci sanat ürünü ise mücadeleye olan kat­ kısıyla değerlendirilir. Bu anlamda KARAR 71 bizce fırsat kaçırmıştır. Hiçbir sanat yapıtna rastlayamayacak kadar dinamik bir konu bulmuş ve onu biraz cömertçe harcamıştır. 71'i anlatan oyunlar daha önce de yazıldı. Ancak bunlar mücadeleyi an­ latan oyunlar değildi. 12 Martın karan­ lık yüzünü teslimiyetçi, icazetli bir bakış doğrultusunda, egemen sınıfla­ rın tezgahlarını sergileyerek anlattı­ lar. Çözüm anlamında bir işlev taşı­ manın ötesinde devrimci mücadeleyi karalayan mesajlar verdiler. «-Kendi­ ni Yazan Şarkı», «Sakıncalı Piyade» özleriyle devrimci potansiyeli eritme çabalarına girdiler. Devrimcilere goşist, küçükburjuva maceracıları kü­ fürlerini savurdular. TAVIR/223


KARAR 71 devrimcilere küfretmiyor ama devrimci ideoloji doğrultu­ sunda biçimlenmiyor. KARAR 71'İN ÖYKÜSÜ VE ÇIKARILAN SONUÇLAR.

Oyun 1968-71 yılları arası gelişen sınıflar mücadelesini YAZICI'nin ki­ şiliğinde yargılar. «İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Ama ken­ di keyiflerine göre kendi seçtikleri koşullar içinde değil, insanlar tarihi geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların gelene­ ği büyük bir ağırlıkla yaşayanların beyinleri üzerine çöker» (Yazıcı). 71 bu replikle aktarılmaya başlanır. İlk etkili mesajdır bu. Mücadele revizyonizmin bataklığında başlatılmıştır. Oyunda 71 solu'nun ideolojik ayrılık­ ları sergilenmekte, yazıcı ise doğru ve yanlışların altını çizerek kararını bildirmektedir. Bektaş barışçı yollardan iktidarın ele geçirilebileceğini sa­ vunan bir işçi temsilcisidir. Silahlı biçimde sürüdürülmeye başlanan müca­ delenin faşizme davetiye çıkardığı inancındadır. Mücadelesinin sınırı varolan anayasanın uygulanması istemlerinin ötesine gitmez. NECİP bir ayağı or­ duda bir ayağı işçi sınıfı içinde olan devrimci bir subaydır. Başlangıçta or­ dunun sol kanadının müdahalesi durumunu şartlı olarak kabullenmektedir. Süreç içinde cuntacılarla anlaşamayacak onlardan kopacaktır. Küçük burujuva aydın Ferit sol kemalistlerin önderliğinde, demokratik örgütlerin des­ teğinde orduya devrim görevini yüklemiştir. Seyfi pasifist çizgide görü­ nen Bektaş'ın karşısında cesur, yiğit, militan bir devrimcidir. Kitlelerin po­ litik örgütlenme düzeyine silahlı propaganda ile geleceği düşüncesini sa­ vunmaktadır. İktidar yönetemez duruma getirilecek, yüzbinler onları des­ tekleyecektir. Bektaş'm kızı Fatma olayların gelişimi süresince bilinçle­ nir. Babasına karşı önce Seyfi'nin o ölüncede Necip'in yanında yer alır. Egemen sınıflararası gittikçe keskinleşen çelişkiler, yükselen toplum­ sal muhalefet, KARAR 71'in öyküsü bu çatıda biçimlenir. Aralarındaki çe­ lişkileri çözümsüzlük aşamasında erteleyen egemen sınıflar bütün güçle­ riyle devrimcilere saldırırlar. Oyunun gelişimi içinde çözülen cuntacı Fe­ rit ve katledilen Seyfi'den sonra Necip, Bektaş ve kızı Fatmada öldürü­ lür. Yazıcı son repliğini söylemektedir. «İşçi sınıfının politik örgütlenmesi doğru yolda kanalize edilmezse mücadele haklı bile olsa yenilgiye mahkum­ dur.» Yazıcının bu genel önermesine 71 özelinde katılmamız olanaksız. KA­ RAR 71, 1958-71 dönem'nde verilen mücadelenin yanlışlığını, işçi sııfından kopuk olarak yürütüldüğü noktasında görmekte, gençlerin(!) haklı olduğunu ancak işçi sınıfının tecrübesinin mücadelede eksik olduğu düşüncesini savunmaktadır. 224/TAVIR


Oyunun başlarında yer alan Resneli Niyazi sahnesinde yazar tarihsel yabancılaştırrma unsurunu kullanarak bu konuda ilk verilerini sunuyor. Padişah zulmüne karşı 200 askeri ile ayaklanan yüzbaşı Resneli Niyazi'nin başlattığı haraket başarıya ulaşır. Sultan Abdülhamit hürriyeti ilan eder. Ancak bir sınıf temeline dayanmayan bu örgütsüz hareket örgütlü olan burjuvazinin işine yarayacak faturayı işçi sınıfı ödeyecektir. Yazar bu dü­ şüncesini 68-71 dönemini 1908 tarihsel sürecinde göstererek Resneli'den 71'e bir çizgi çekmiştir. Doğrusu bu çizgiyle seyirci aynı zamanda 71 olgusunada yabancılaştırılmıştır! Ayağında botlar, kadife pantalonlarla heyacanlı keskin gençler, işçi sınıfından bağımsız bir şekilde yürüttükleri mücadelede kahramanca ölen insanlar. Karşımıza yine gençliğin silahlı mücadeleden yana olmasını genç ve dinamik olmalarına, yaşlarıyla orantılı, heyecanlılıklarına bağlayan devrimci olmayan anlayış çıkmaktadır. «Herhangi bir kimsenin burjuvaziye karşı kahramanca mücadele et­ mesi elbette büyük birşeydir. Fakat ileriye doğru atılması gereken adım, burjuvaziye karşı yüzbinlerin mücadele etmesidir» (Yazıcı). 71 örgütsel yenilgisinin revizyonist gelenek içerisinde aramayan hareket içerisinde be­ liren sağ sapmayı kavramayan anlayış Kızıldereyi egemen sınıflara vuru­ lan güçlü bir darbe olarak göremez ve bugün yarattığı potansiyeli de sür­ dürülen mücadeleyi de anlayamaz. Geniş kitle ilişkilerine sahip hareket, parti içinde beliren sağ sapma nedeni ile bu ilişkileri silahlı mücadele p'atformuna kanalize edememiş, kitleden kopuk olduğu için değil, silahlı mücadeleyi yürütemediği için yenilmiştir. Oyundaki Necip kişiliği üzerinde de biraz durmak gerekiyor. Tarihsel bir görev yüklenen ve yazıcı ile birlik­ te karar veren Necip'in düşünceleri sağ sapmanın düşünceleri doğrultusun­ dadır. Onlar da mücadelenin en keskin anında silahlı işçi timleri oluşturma vb. Doktor Kıvılcımlı'nın revizyonist tezlerine, mücadeleden kaçmak için dört elle sarılmışlardır. KARAR 71 ideolojisindeki karmaşıklığa, yanlışlara rağmen anti-faşist. anti-emperyalist niteliğini koruyan bir oyun. Açık faşist dönemin geliş ko­ şullarını başarılı bir şekilde açıyor. Açık faşist dönemlerin önünde biliyoTAVIR/225


ruz ki başlıca iki görev durur. Egemen sınıflararası çelişkilerin çözümlen­ mesi ve yükselen toplumsal muhalefetin bastırılması. Oyun egemen sınıf­ lararası çelişmelerde toprak ağalarına ağırlıkla yer vermiyor. Ancak 71'de tasfiye edilmeye çalışılan ittifak unsurlarının başında toprak ağaları geliyordu. Öte yandan yükselen toplumsal muhalefet karşısında bütün güç­ lerin devrimcilere yöneltilmesi doğru bir yorumla aktarılmış. 12 Mart açık faşizminin ülkemize gelişi yine tarihsel yabancılaştırma ile Hitler Alman­ ya'sında gösterilerek başarılı olunmuş. YAZARIN KAYGUSU ÜZERİNE KARAR 71'in gerçekten övgüyle belirtilmesi gereken özelliği, seviyeli çizgisinde görülmektedir. Oyundaki sol kişilikler küfürlerle karalanmaya değil ideolojileriyle mahkum edilmeye çalışılmaktadır. Onların, faşizme, emperyalizme karşı yanları özenle korunmaya çalışılmaktadır. KARAR 71'in bu anlayışı bütün demokrat ve devrimci kültür-sanat yaratıcılarımızca benimsenmeli, ürünlerimiz egemen sınıflara propaganda malzemesi olma­ malıdır. BİÇİM ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ KARAR 71 biçimsel olarak burjuva tiyatrosunun kalıpları dışında göstermeci tiyatro olarak izleniyor. YANGELDİMCİ ve YAZICI tipleri oyun­ da «yaratılan potansiyelin erimemesi» düşüncesiyle kullanılmışlar. Yazıcı, gerilimin arttığı sahnelerde araya girerek oyunun seyirci tarafından duy­ gusal olarak algılanmasını engelleyebiliyor. Onları düşündürmeye ve yar­ gı vermeye itebiliyor. Ancak yangeldimcinin müdahaleleri tam tersi so­ nuçlar yaratabiliyor. Son sözlerimizi KARAR 71'in güçlü bir sanat yapıtı olmadığı noktasın­ da söyleyeceğiz. Sanat yapıtının kitleler üzerindeki etkinliği ancak, doğru devrimci görüş temelinde üst düzeyde sanatsal yaratışlarda kendisini gösterir. Günümüzde ilerici oyunların oluşması ne kadar zor koşullar altında gerçekleşiyorsa, eksikliklerine de o derece hoşgörülü davranılmalıdır. Önemli olan ise, hoşgörülükle liberalizm arasındaki çizgiyi iyi saptayabimek, oyunları yapıcı ve ilerletici biçimde eleştirebilmektir. 226/TAVIR


KARAR 71 üzerine oyun yazarı Cengiz Gündoğdu ve yönetmen Burçin Oraloğlu ile söyleşi •

TAVIR

Sayın Cengiz Gündoğdu tiyatro nedir sizce? Ben, bir yazımda bunu yazdım. Şöyle dedim. Türkiye'de güzel bir dün­ ya için savaşım verenler var. Bir dakika bile fazla yaşaülmayanlar. İşte burda tiyatro, geride kalanlara, bu halkın nasıl tarih yaptığını göstermeli­ dir. Bitmez tükenmez öldürmelerle açmaza sokulmak istenen insammıza güç kaynağı olmak zorundadır tiyatro. Geride kalanlara güç vermek için tiyatro tarihle birlikte güncel yaşamın içine girmelidir. TAVIR/227


Tarihle birlikte güncel yaşamın içine mısınız?

girmek sözünü biraz somutlar

Söylemek istediğim şu. Güzel bir dünya tarihsiz kurulmaz. Şimdi bizim bir tarihimiz var. Nasıl bir tarih bu? Sömürücülere, zorbalara karşı satır satır yazılmış bir tarih. Ama bize böyle gösterilmiyor bu. Padişahlar, sul­ tanlar geldiler, mutlu, adil bir düzen kurdular. Öylece yaşadık işte. Ba­ kın, İbni Haldun, ne diyor bu konuda, «Derinliğine bakıldığında, tutarlı bir incelemedir tarih. Olup bitenlerin nedenlerini, nasıl başlayıp nasıl geliş­ tiğini inceliğiyle ortaya koymadır». Ama diyor İbni Haldun, asalaklar gelir­ ler, karman çorman ederler tarihi. Değiştirirler, bir sürü yalanı sürerler piyasaya. Tam burada İbni Haldun'un güzel bir gözlemi var. Şöyle, «bunun­ la birlikte gerçeğin gücüne karşı konulamaz. Yanlışın şeytanı, tutarlı görü­ şün silahıyla vurulup yokedilebilir». İşte ben bunu yapıyorum. Yanlışın şey­ tanlarına karşı oyun yazıyorum. «Sapak»ta bunu yaptım. «Karar 71»de bu­ nu yaptım. Oyun yazmak bir savaştır benim için. Yanlışın şeytanlarına kar­ şı bir savaş. Bn anlamda «Karar 71»i hangi şeytanlara karşı yazdınız? Önce şunu söylemek gerekiyor. Bir çok görüş var 71 yılında olup bi­ tenlerle ilgili. Örneğin şöyle deniyor. Devrimcilerin bilinç altında doyurul­ mamış bir çok istek varmış. Bu devrimciler de bilinçaltının güdüsüyle baş­ kaldırmışlar. Bu görüşe göre, devrimciler birer hasta. Devrimci harekete moda diye bakanlar da var. Bir modaymış bu, Avrupa'dan bize geçmiş. Bu hareketin serüvencilik olduğunu söyleyenler de var. Bir başka görüş şu. Bu olup bitenler kızıl emperyalizmin kışkırtmasıyla oldu. Bunların hiç biri doğru değil. Bu görüşlerin hepsi, yanlışın şeytanı. Yanlışın şeytanı gördüğünüz gibi bir tane değil. Çok. «Karar 71» bu şeytanlara karşı yazıl­ dı. «Karar 71» şunu diyor, yazıcının diliyle, «Bu bir tarihsel mücadele bi­ çimidir». Bunu biraz açar mısınız? Elbette. Bu ülkenin insanları sürekli hareket halinde. Mustafa Akdağ yazdı bunu. 1520 yıllarında hazine tamtakırdı, Osmanlı'da kötüye gidiş başlamıştı. Ne oluyor kötüye gidiş başlayınca? Medrese öğrencileri ayak­ lanıyor. Ondan sonra Celali ayaklanmaları filan... Türkiye halkı, şaka de­ ğil, dört yüzyıldır mücadele veriyor zorbalara karşı. Ne demek bu? Dü­ şünelim. 71'de olup bitenler Türkiye tarihinin getirdiği bir mücadele bi228/TAVIR


çimidir. O mücadelenin kökü, Anadolu topraklarındadır. «Karar 71» bunu gösteriyor işte. 71 hareketinin geçmişten ayırıcı özelliği şu. Bu dönemde Türkiye insanı, geniş ölçekte sosyalizmle kucaklaştı. Üstyapı devrimcili­ ğinden toplumsal devrimciliğe yönelen bu süreçte devrimciler, eşitlikçi Türkiye için öne atıldılar. «Karar 71» bu öne atılışın Öyküsüdür işte. Şeytanlar da var «Karar 71» de. Evet. Nasıl söyleniyor halka. Devrimciler, ülkeyi bilmem nerenin sö­ mürgesi yapacaklarmış da, gelmişler, kurtarmışlar. «Karar 71» neyi gös­ teriyor bu noktada. Sanayiciler, bankacılar, tüccarlar, toprak ağaları, iş­ çinin yarattığı artık değerin paylaşımı için sofra başında korkunç bir sa­ vaşa girdiler. Ben, bunu da gösterdim. Sermaye sınıfının 12 Mart'ı nasıl tezgâhladığını... «Karar 71» öae atılışın Öyküsüdür dediniz. Şunu sormak istiyoruz. Oyun­ da devrimciler için «Doğru yolda yanlış adım attılar» diyorsunuz. Yanlış adım neden atıldı sizce? Önce şunu söylemek istiyorum. Burada şaşırtıcı olan, «Doğru yolda yan­ lış adımın atılması değil. «Doğru yolda doğru adım atılmış» olsaydı, tarih, o zaman şaşırırdı. ABD emparyalizmden destekli, deneyli bir sınıf var karşıda. Buna karşı teori ve pratiğiyle son derece deneysiz devrimciler. Tarih, yalnız olumluyu değil, olumsuzsu da sürükler çağdan çağa. Dev­ rimci açıdan geçmiş pek tutarlı değil bizde. Tarihi, istediğimiz gibi yapa­ mıyoruz ne yazık ki... Kısaca, tarihin biçimlendirdiği bir yanlıştır o. Ka­ çınılmaz bir yanlıştır o. «Karar 71»'de bütün bunları yeterli bir şekilde açıkladınız mı? Önce her şey yeterli sanılır. Sonra oyun başlar. Bir bakarsınız, şurası fazla olmuş, burası eksik olmuş. Burası tam anlatılmamış dersiniz. Sakın yanlış anlaşılmasın, her oyun yazarı, ya da her yazar için söylemiyorum bunu. Söylediklerim kendim için. «Sapak»ta da böyle oldu. «Karar 71» de de... İnsan elbette ki, eksiksiz bir sanat ürünü yaratmak ister. Ama öyle bir kaçgun devrinde yaşıyoruz ki, insan bile, eksiksiz insan olamadı daha. «Karar 71»e yöneltilen eleştiriler değerlendiriyorsunuz?

nelerdir, siz, bu eleştirileri nasıl

«Karar 71»in eleştirisi yapılmadı daha. Çünkü eleştiri, Plehanov'un de­ yişiyle, bir ürünün toplum bilimsel karşılığını bulmaktır. Ama bu hiç bir TAVIR/229


zaman yeterli olmaz. Bunun yanı sıra, ürünün estetik tavrını da ortaya çıkarmak gerekir. Bunların hiç biri yapılmadı. Buna karşı kimi devrimci arkadaşlar, bu oyuna karşı bir tavır koydular. Geçen gün Mayakovski'nin bir şiirini okudum. Ataol Behramoğlu çevirmiş. Şöyle diyor. Mayakovski: Aynı davaya gönül verdiğimizden/kuşkunuz olmasa gerek/ yürek hattında/ ayrılığımız yok/Eğer siz/değilseniz/bizden yana/ve biz/sizinle/birlikte değilsek/ne gerek var/bunca çabaya/(...) Ne yaptımsa ben/sizindir hepsi/ (...) Ün denen şeyden/daha kaypak/ve daha çürük/ne var şu dünyada?/ Onu mezarıma mı götüreceğim öldüğümde?/Tüküreyim içine/en yüksek derecede/şöhretinin de/parasının da ve o türden ne varsa (...) Dileğiniz sövmekse/düşman çok, bakın/öte yanında/kızıl barikatların» Kısaca söyle­ mek istediğim şu. Türkiye gibi bir ülkede devrimci sanatçı kolay yetiş­ mez. Onlara karşı hoşgörülü davranmak zorundayız.

Sayın Burçin Oraloğlu, KARAR 71'i göstermelik biçimde uygulamakta­ ki amacınız nedir? Önce şunu belirtmek isterim, biz Gündoğdu ile 1976 dan beri bir ça­ lışmanın içindeyiz. Bu beraberlikteliğin iki ürünü olarak Sapak ve Karar 71 gerçekleşti. Bir yönetmen olarak oyunun doğumuna kadar bir hekim gibi izlediğim çok oyunda kullanacağım biçim ve yöntem zaten belliydi. Bunu şunun için söylüyorum yazar ve yönetmen olarak birbirimizden soyutlanmış değildik. Oyunu şöyle bir incelerseniz nasıl bir dünya görüşünden yola çıktığını hemen görürsünüz. Bu görüş tarihe, dünyaya idealistçe bir kuruntu taşı­ madan bakan bir görüştür. Karar 71 olgulara dayanır. Olayları uyduruk ilişkiler içinde değil, kendi ilişkileri içinde inceler. Olanı biteni olduğu gibi gösterir. Gerçekte olup bitenden başka gerçek göstermediği için de Karar 71 maddeci bir oyundur. Biçim olarak ele alındığında da görülür ki oyunun genelinde yer ve za­ man çokluğu vardır. Oyun kahramanları yerine, koşulların ve dış dünyanın (davranışlarını belirlediği kişiler vardır, oyunun aksiyonu da buradan düz bir çizgi izlemeden gelişir. 230/TAVIR


İnsanın kendi kendisinin bilincine varabilmesini, açığa vurulmamış bi­ linçsiz arzuların dünyası olan düş dünyasını çözmede gören, bireyci Freud psikolojisini ve yanılsamayı dışlayan bu biçim de açık oyun biçiminden baş­ ka bir şey değildir. Oyunun içeriğini öne çıkartmak, çelişmelerden gerçeğe varmak, tarih­ teki deneylerden geleceğe ışık tutmak ve seyirciyi düşünerek karar ver­ meye zorlamak şeklinde özetlenebilecek amacımızı gerçekleştirmek için de göstermeci tiyatro anlayış ve üslubundan hareket ederek Karar 71'in aksiyon sürecine, bütünselliğine ve ilişkilerine uygun olarak diyalektik bir yorum getirmeye çalıştım. Sayın Oraloğlu, oyununuz sol kesimden gerektiği ilgiyi gördü mü? Seyirci oyunumuz daha sahneye çıkmadanönce Karar 71 ile ilgilenme­ ye başladı. Ben bu ilgiyi sağlıklı bulmuyorum çünkü bu yapay ilgi o kitle­ lerin aynı zamanda ön yargıya varmasını da getirmiştir. Oyun sahneye çık­ tığından beri boş oynamadı, sezon sonuna kadarda kapalı gişe oynayaca­ ğının belirtileri var. Sahneye konduğundan bugüne kadar, Karar 71'e yöneltilen eleştiriler nelerdir, siz bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Karar 71'i anlayamayan ya da anlamak istemeyen bazı kişiler bu oyu­ nun grafiğini çizemeyeceklerini söylediler. Oysa yukarda açıkladığım an­ lamda bir oyunun grafiği elbette çizilemez çünkü oyun ana konunun özelli­ ğini taşıyan sahnelerden ve düz bir çizgi izlemeyen aksiyonlardan nesnel gerçekliğe ulaşır. Bir başka ilginç görüşse Karar 71'in didaktik olduğu idi. Uslamlamayı öngören bir oyun nasıl didaktik olur, hâlâ merak ediyo­ rum doğrusu. Bizce öğretisel oyun, seyircinin belli bir siyasal ve toplumsal görüşe kazandırılması adına yan tutan akıllı, tezli oyundur. Bu eleştiriliyorsa eleş­ tirenlerin niteliklerini ortaya koyması bakımından ilginçtir. Oyuna daha başkada eleştiriler gelmektedir. Bunlar gerçekle ilgisi olmayan duygusal eleştirilerdir.. İdeolojik plandakilerse kendi ideolojileri doğrultusunda tu­ tarlı olabilirler bu çok doğaldır. Biz sözümüzü açık seçik sahnede söylüyoruz. Burjuvazi ilişkilerinin ipliğini pazara çıkaran, emperyalizmi ve kapitalizmi çırçıplak, seyirciyi duygu batağına saplamadan, coşturmadan, boşaltmadan, yargıcı durumuna getirerek sunan antifaşist bu oyunun çeşit­ li tepki ve eleştirilere hedef olması sağlığının, göstergesidir kanısındayım. TAVIR/231


Devrimci Edebiyat Ruhu ve

Geo Milev (1895-1925) Çeviren : Ercüment TEMELLİ 15 ocak 1895 senesinde eski Zara ilinin Rodnevo köyünde doğdu. Da­ ha küçük yaşta edebiyat ve sanata karşı duyduğu ilgi daha sonra bu alanı meslek olarak seçmesine neden olmuştur. Babası Milo Kasabov kültürlü, bilgili ve çevresinde sevilen bir kişidir. Mesleği yayıncılıktır. Bir süre «Makedonya Gözyaşları» gazetesini çıkar­ maya çalışmış ancak başaramamıştır. Küçük yaşlarda babasından etkile­ nen Geo Milev karikatür çizmeye, şiir yazmaya başlamış ve bunları elde hazırladığı dergilerde yayınlamıştır. Geo Milev yüksek öğrenimine Sofya Edebiyat Fakültesin'de başlamış (1911-1912), Almanya'da devam etmiştir. Burada bir yandan psikoloji ve felsefe derslerine devam etmiş, diğer yandan da çeşitli kültürel etkinlik­ lerde bulunmuş, tiyatro, sergi, konserlere gitmenin yanısıra Almanca, Fran­ sızca ve Rusçadan çeviriler yapmıştır. Çevirilerini ve kendi yazdığı yapıt­ ları Bulgaristan'a göndererek «Kavga» dergisinde basılmasını sağlamıştır. 232/TAVIR


1914 de Leipzig'ten gönderdiği Kırlangıç dergisinde basılan sekiz yazınsal niteliklikli mektubundan anlaşıldığına göre o yıllarda Almanya'daki mo­ dern edebiyat akımına kapılmıştır. Almanya'dan sonra Londra'ya giden şair, sınıflar arasındaki çelişkiyi «Temza Üzerinde Gece» adlı yapıtında anlatmıştır. Modern akımın yanında formalizme de ilgi duyması Londra gidişine rastlar. "Birinci Paylaşım Savaşı'nda şovenist duygulara kapılmayan bir avuç insanın arasındadır. Bu denemde «Doyran Gölü Yanında» ve «Ateş Kırbacı­ nın Felaketi» yazılarıyla dönen dolapları anlatmıştır. Savaşta telsizci iken ağır yaralanarak Berlin'de tedaviye gitmesi, 1918'lerde Almanya'da gücü­ nü gösteren expresyonizm akımı ile ilgilenmesine neden olmuştur. Bu akımdan etkilenerek çıkan «Aksiyon» dergisinde de bir süre çalışmıştır. 1919 yılında çeşitli deneyimlerle yoğurulmuş bir yazar olarak Bulgaris­ tan'a dönen Geo Milev 1922'de birkaç yabancı yazarın tiyatro yapıtlarını sahneye uygulamış, böylece ilk bilimsel tiyatro sanatçılarının ortaya çık­ masına da yardımcı olmuştur. Ayrıca ilk olarak (Bulgaristan'da) Van Gogh,Gogen, Roden ve başkalarının portre reprodüksiyonlarını yapması, bu sanatçıları uluslararası platformda tanınmasını sağlamıştır. Bu çok yön­ lü çalışmalarıyla uluslararası klasiklerin Bulgaristan'a girmesini, Puşkin, Geothe, Heine, Shekespeare, Şofokil, Verharini gibi sanatçıların Bulgar okurlarına tanıtılmasını sağlamıştır. Bu dönemlerde yazdığı «Gaddar Yüksük» yapıtıyla gerçeklerin acı ol­ masını açıklayarak, savaşın daha iyi bir yaşantı vaad ettiğini vurgulamış­ tır. 1922 yılında çıkan «Cehennem» ve «Öfkenin Günü» adlı bitmemiş şiir­ sel destanlarında artık Geo Milev kendini devrimci bir yazar olarak tanıt­ maya başlar. Bu yapıtlarında kitlelere, milyonlarca işçi ve köylüye sesle­ nir. Onları, «gururlu lordlar, tok bankerler, subaylar ve sürüsepet itlere» karşı isyana davet eder. (Özellikle «Cehennem»de). Devrimci tohumları daha Berlin'deki tedavisinde kapmıştır. Oradaki anılarını da Geo Milev, 1924 yılında «Çirkin Düz Yazılar»ında anlatır. 1919 devrimi, Bulgaristan'da ve tüm Avrupa'da alevlenen devrimci ha­ reketler, Geo Milev'in üzerinde büyük değişimler yaratır. «Terazi» dergisi­ nin çıktığı Eylül ayaklanmasından önceki dönemde, yazar, birçok yapıtını ve çevirisini okuyucuya sunar. Mayakovski'den yapılan ilk çeviri onundur TAVIR/233


(«Bizim Marşımız» şiiri). Devrimci nitelikli «Bulgar Halkı Bugün» yazısıy­ la sert bir dil kullanarak burjuvaziye saldırır. 1923 Eylül ayaklanması her yönden önemli olduğu gibi aydınların ve edebiyatçıların kesiminde de büyük yankılar uyandırır. Aydın çevrelerde «devrim» düşüncesi, sis perdesi arkasındaki bir görüntü gibj net değildir. Ayaklanmanın, gerçekleri gözler önüne sermesi devrimci edebiyatı daha bir üst düzeye yükseltir. Bu arada, devrimci edebiyat ruhu ile ortaya çı­ kan yazarların başında Geo Milev'i görürüz. Demokratik ve devrimci sanata özlem duyan Geo Milev, var olan ede­ biyatta devrimci ruhu yaratıp, yeni atılımlara girme çabasındadır. 19241925 yılları arasında «Alev» dergisinin sorumluluğunu üstlenerek burjuva­ ziye saldırmaya devam eder. Büyük toplumsal olayların (Eylül ayaklan­ ması ve kanlı sonu) sonunda böyle bir hareket, cesaret ve azim isteyen bir iştir. Gündemde olan burjuva ideolojisinin demogoji ve yalanlarını açı­ ğa çıkaran yazıları arasında «Polis Kritiği», «Bay Boris Vazov'a Açık Mektup» makalelerini görebiliriz. «Devleti Koruma Yasası» ve «Polis Kri­ tiği»nde, halk üzerindeki aşırı baskı ve terörün dayanağı olmadığını ve Ey­ lül isyanının bastırılmasıyla başlayan toplu katliamların suçunu hafifletemeyeceğini gayet iyi açıklar. Aynı makalenin sonunda da «Düşüncenin ale­ vini dünyada söndürecek itfaiye yoktur» diyerek devrimci ruhun yenilgiye uğramadan başarıya ulaşacağını anlatmaya çalışır. Artık en uzun şiiri olan «Eylül»ü bitirmiştir. Eylül ayaklanmasını bir yıl sonra anmak amacıyla şiir «Alev» dergisinde yayınlanır. Dergi çıkar çıkmaz bütün sayıları polis tarafından toplatılıp yasaklanır. Geo Milev tutuklanarak mahkemece bir yıl ağır hapse mahkûm edilir ve tüm yasal hakları elinden alınır. Kararın uygulanmaya geçmesinden kısa bir süre sonra diğer anti-faşist ve komünistlerle birlikte boğularak öldürülür. (14/ 4/1925). Bulgaristan'ın büyük şair, yazar ve sanatçılarından biri daha en ve­ rimli çağında böylece katledilmiştir. Tüm yaşamı boyunca gerçekleri ara­ yan Geo Milev, onu bulduğu anda öldürülür. Kendisinin de dediği gibi, «İnsanoğlunun kavranabilmesi, hoşnutsuzluk ve arayışlarda başlıyor... Ezilmemiş ve dikenli patikalardan insanlığı, Kolomb ve Galile'lerin kuşakları yürüyor...» 234/TAVIR


• Geo MİLEV

EYLÜL DESTANINDAN Halkın sesi: Hakkın sesi Derisi bin kere bıçakla delik deşik halk— sersem sepelek, horlanan, dilencidende aşağı görülerek beyni yitirilmiş, sinirleri bitirilmiş yığın— ayaklandı paldır küldür karanlığından yaşamının ve yazdı kanıyla kaderim : ÖZGÜR! Ayaklandı halk— tezgahlardan, ocaklardan çıkarak — çekiş elde, isle, kurumla, kıvılcımla yoğrulmuş halde, — ve elde orak, yürüdüler ovalardan topraktaki kara isin adamları iliklerine işlemiş rutubet ve ayaz ve ömür törpüsü sabırları hiç bir eyleme sığmaz. Meydanları kızıl bir atlas gibi kapladı kan. Ölüm çığlıklarının yarısı çıkamadı Kılıçla kesilen gırtlaktan. Zincir, pranga şakırtıları saçtı ölüm. TAVIR/235


Hapishaneler adam almıyor, tıklım tıklım, zincirlendi umutlar. Ve kışla, cezaevi avlularından komutlar : — Doldur ve kapa,

ateeeeş! Evlerde kapılar içerden sürgülü. Ve dışardan yüklenir davetsiz misafirler. Oğul elde tabancayla eşikte ölü Baba asılmış direğe. Baygın yatar kirletilen kızkardeş, namus kanı çarşafta ateş gülü. Köylerinden sürülüp çıkarılmış köylüler, hepsini askerler katmışlar önlerine: bu bir hazin kervandır, yürürler bir çukur kenarına bir duvar dibine doğru. Komut: Dur! — Doldur ve kapa! Mekanizmalar şakır şakır: Ku Kluks. — Klan, — Ateeeeş! Tek kişi yok ayakta kalan. On ceset, kurşuna dizdikleri kıyıdan düştüler külçe gibi bulanık ölgün sularına Meriç'in. Sular sürükledi ölüleri, sular ölülerin kanıyla yanarak için için. Ve çok uzak bir yerlerde yankılanarak sokaklarca ıssız yanık gürlüyordu bando-mızıka: «Şumi Maritsa...» 236/TAVIR


Kanla boz-bulanık... Ve yangın geçmiş, çiğnenmiş tarlalarda diken yumaklarıyle boy boy otlar arasında kelleler yuvarlanmada, kan içinde sakal-bıyık, yüzlerini tanıyamaz doğuran ana bile, yüzleri satırla kıyık. Darağaçlan dikilmede kara kollarını açarak (darağaçlan ölüm sisi içinde birer hortlak.) Havada çelik yüzü parıldayan baltanın durmadan yayılan korkunç türküsü, bu türkü her inişte kırdığı kemiğin kütürtüsü. Tan yerinde çepeçevre yanan köylerin kızıltısı. Kandır kan derelerin çağıltısı. Ve göklere odun çatkılarından alevler yükselir, gökler alçalır. yalar tanrı tahtının kutsal tabanını alevlerin bütün kutsallıklara söğen dili. Ve biz omuz vererek uçsuz bucaksız göksel köprülere, kaldıraçlar ve halatlarla indireceğiz o mutlu cenneti yeryüzüne, yani bunca kederle bunalmış, al kanlara bulanmış yeryüzüne. Bekleyip göreceklerimiz de TAVIR/237


tıpatıp uygun düşecek filozoflarla şairlerin peşin sözüne: — Tanrısız! Efendisiz! Eylül Mayısa dönüşecek. Ve insan yaşamı bir yükseliş olacak bitimsiz, sonsuz, yüceden yücelere dek Yeryüzü cennete dönüşecek: Dönüşecek cennete yeryüzü!

(Çeviren: O. Ufuk)

238/TAVIR


KARİKATÜRE GENEL BİR YAKLAŞIM •

TAVIR

Hemen her alanda karikatürden yararlanılan bir ortam içindeyiz. Gün­ lük yaşantıda sürekli örneklerini görüyoruz bu ilişkinin. Karikatür, okudu­ ğumuz gazetenin sayfalarında, kitap kapaklarında, dergilerde, afişlerde, broşürlerde, panolarda yerini buldu. Sayıları hızla artan karikatür yarış­ malarının duyurulan, sergiler, kartpostallar ve daha niceleri... Günümüz insanı, içinde bulunduğumuz düzen ve ekonomik koşulların zorlamasıyla zamanının pek azını okumayaı çeşitli kültür ve sanat etkin­ likleriyle ilgilenmeye ayırabiliyor. Belirli saatlerde gerçekleşen sinema, tiyatro gibi etkinlikler ve belirli bir alım gücünü gerektiren kitap, dergi... vb. gibi basın - yayın organlarının izlenmemesinin yanısıra, uzunca bir ya­ zıyı tek karede genel hatlarıyla özetleyiveren bir karikatür, bu olumsuz ortam içerisinde insanımızın yanıba.şında olabiliyor. Anlatım dilinin özelli­ ğinden kaynaklanan bu şanslı niteliği ile karikatür, okuyucu ile kurulan ilişki zincirinin ilk halkası oluyor. Bu anlamda karikatür hem başlıbaşına bir öğretici hemde usta bir tamamlayıcı işlevini yüklenmektedir. Halkımızın mizaha olan yakınlığı ve günümüz koşulları biraraya geldi­ ğinde, çizer ve okur yönünden alışılmamış bir potansiyeli gözlemliyoruz. Yukarda sözünü ettiğimiz karikatür izleyicisinden «okur kitlesi» niteleme­ siyle söz edişimizin nedeni, tüm sanat dallarında verilmesi gereken müca­ deleyi kısaca açmamızı da gerekli kılmaktadır. Emperyalizm kültür ve sanatı yozlaştırarak var olan durumun sürdü­ rülmesi doğrultusunda bir araç olarak kullanmaktadır. Devrimcilere düşen TAVIR/239


görev, sanatı burjuva dünya görüşünün egemenliğinden kurtarıp, verilen mücadele doğrultusunda, gerçek biçimi ile, sanat olduğunu unutmadan kullanabilmektedir. Sanat ne bir rahatlama aracıdır ne de hoşça vakit ge­ çirtecek bir zevk aracı, alıcısını düşündürecek, gerçekleri kavramasına yardımcı olacak ve onu yönlendirebilecek bir olgudur. Bu nedenle karika­ tür de ne salt güldürmeyi amaçlamalı ne de gülündükten sonra unutula­ cak olaylar dizisi olarak kalmalıdır. Karikatür izleyicisi, salt izleyici ol­ maktan kurtarılmalı, yansıtılanla özdeşleşebilmelit sorunun yabancısı ol­ mamalıdır. Yani karikatürün okuru durumuna gelmelidir. Çizgiyi yardım­ cı bir öge durumuna indirgeyen, bol sözlü, düşünmeyi gerektirmeyen ko­ lay anlaşılır ama o denli tehlikeli (kişiyi düşünme tembelliğine iten) kari­ katürlerin izleyicisinin ülkemizde çok sayıda olduğu düşünülürse, bu elbetteki kolay olmayacaktır. Amaç burada ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce karikatür okurunu eğitmek ve karikatürde gerekli öz-biçim dengesini kurabilmektir.

KARİKATÜRÜN DOĞUŞU : Karikatür sanatı yakın zamanda doğmuş bir sanat değil. Kökeni tarih öncesi dönemlere değin uzanır. Bu sanat dalı insanlık kültürünün gelişimi ile ancak 19. yy. da karikatür diyebileceğimiz kullanımına erişmiştir. Da­ ha önceleri resim sanatında mizahm kullanıldığına ve mizahın, resimin an­ latım olanaklarıyla biçimlendiğine tanık oluyoruz. Mizah, resimle kurduğu bu ilişkide biçimsel olanaklarını geliştirmiştir. Karikatürün ortaya çıkışı­ nın ön koşulu olan bu olgu, 19. yy. başlarında gelişen baskı teknikleriyle yaygınlaşmış ve gelişimini sağlamıştır. Karikatür İtalya'da kendini tanıt­ tıktan sonra İngiltere'de yaygınlığını, arttırmıştır. Bu yy. da basım teknik­ lerinin gelişmesi, beraberinde basıma dayalı sanatın da yaygınlaşmasını getirmiş, karikatür önüne geçilemeyen kök salmasına başlamıştır. Toplum­ sal çelişkiler arttığında karikatür buna ayak uydurabilmesini becermişse, izleyicisi tarafından kucaklanmış, bu gücü ile dünyanın dört bir tarafına yayılarak evrensellik kazanmıştır. Artık karikatür basım tekniklerinin ge­ lişmesi öncesi sanatı değildir. Sanatçı bu evrenselliğin uzağında, bu olanak­ lardan yoksun, masasının başında kendi dertleri, komşusunun sıkıntıları için değil tüm dünya sorunlarının çözümü ve ülkesinin kurtuluşu için çizecektir. Bu yol açılmıştır. 240/TAVIR


ÜLKEMİZDEN VE DÜNYADAN İLK KARİKATÜR ÖRNEKLERİ

TAVIR/241


ÜLKEMİZDE KARİKATÜR : j

Bildiğimiz ilk türk karikatürü 24 Kasım 1870 tarihinde yayınlandı. İlk mizah dergimiz olan, Teodor Kasap'ın «Diyojen»inde. Osmanlı yönetimine karşı bir yayın politikası sürdüren Diyojen, yönetimi Meşrutiyet isteğiyle alabildiğine eleştiriyor ve eşitlik, adalet, Özgürlük kelimelerini bolca kul­ lanıyordu. 1. Meşrutiyetin ilanından sonra meşrutiyete bunca emeği geç­ miş dergilere özgürlük bekleyenler yanıldılar. Durum birden değişmiş, savunulan meşrutiyetin meclislerinde mizahın günah olup olmadığı tartı­ şılmaya başlanmıştı. Tepkinin nedeni ise mizah dergilerini meşrutiyet dö­ nemi baskılarını, yanlışlıklarını eleştirmeleri idi. Oysa meşrutiyet bu mi­ zah dergileri içinde yine de savunuluyordu. Bu eleştiriler bile meşrutiyet­ çilerin sabırlarını aşmış ve karikatürcüler üzerinde baskı uygulanmaya başlamıştı. Birinci Meşrutiyetin kalkması ile karikatürcüler ve dergileri üzerindeki baskı dayanılmaz bir hal almış ve karikatürcüler için Avrupa'­ ya gitmekten başka çare kalmamıştı. Jön Türkler'in desteği ile Avrupa'da çeşitli yayın organlarında Türk karikatürcülerinin çizdiği Abdülhamit tip­ leri yer almaya başladı. Bu dönemin karikatürcülerinden «Cem» özellikle saray, mutlakıyet kavramına karşı çıkıyor ve mizaha karşı hoşgörüsüzlüğü her fırsatta eleştiriyordu. Türk karikatüründe ilk önemli ad olarak gördü­ ğümüz «Cem» batılı karikatürcüler tarzında bir çizimle Osmanlı yöneti­ mine karşı olan mücadelenin savunuculuğunu yapmış ve bu yönden en etki­ li çizer olarak «Cemal Nadir» dönemi öncesinde tek başına belli bir dönemi simgelemiştir. 1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanıyla ülkemiz bir anda Birinci Meş­ rutiyetten bu yana geçen otuz yılın karikatürcülerde yarattığı birikimle çok sayıda (otuzbeşin üzerinde) mizah dergisi ile kaplanıverdi. Meşruti­ yet bekleneni verememeye başladığında, İkinci Meşrutiyetin sonlarına doğru tüm bu dergiler üzerinde baskı başlayacak, bir zamanlar kapışılan der­ giler şimdi birer birer kapatılacaklardır. Kurtuluş Savaşı yıllarına gelindiğinde ise iki dergiyi görüyoruz. Bu iki dergide İstanbul'da yayınlanmakta. Ve iki ayrı uçta mizah yapmaktadırlar. Bunlardan «Güleryüz» Kurtuluş Savaşını desteklemekte, sömürgecilik yandaşlarıyla savaşmaktadır. Diğeri olan «Aydede» ise İngiliz sömürgeciliğini isteyip, Kurtuluş Savaşı yandaşlarını «komünist» olarak nitelendirmektedir. Aydede'nin yazılarını yazan Refik Halit ve karikatürcüsü de Rıfkı'dır. Öze­ ne bezene çizdiği, övdüğü işgal kuvvetleri karikatürleri ile yetinmeyen Rıfkı, Kurtuluş Savaşı kuvvetlerine silâh taşıyanlara işkence edecek kadar «hain»leşmiştir. Kurtuluş Savaşı sonucunda Refik Halit ve Rıfkı soluğu Av­ rupa'da alacaklardır. 242/TAVIR


CEMAL NADİR

TURHAN SELÇUK

OHANNES ŞAŞKAL

TAN ORAL TAVIR/243


CUMHURİYET DÖNEMİ KARİKATÜRÜ :

Cumhuriyetin ilk yıllarında göze çarpan iki karikatürcü var. Bunlar­ dan Ramiz, Osmanlı İmparatorluğu'nun sen dönemlerinde başlayan etkin­ liğini cumhuriyetin ilk yıllarında da sürdürür. 1928 yılında gazetelerde gö­ rülmeye başlayan Cemal Nadir, ülkemizde karikatüre olan ilgiyi arttıran, kendisinden sonra gelecek «Orta Kuşak» için usta görevi gören bir kişidir. Cemal Nadir Dönemi diye adlandırdığımız bu dönemde, dönemin diğer çi­ zerleri (Necmi Rıza, Orhan Ural, Şevki Çankaya) bir etkinlik göstereme­ mişlerdir. Tek partinin egemen olduğu cumhuriyet döneminin ilk yılların­ da, karikatürler genellikle ikili konuşmaya dayanıyordu. Bu karikatürler büyük çoğunlukla önce çiziliyor, sonra buna uygun bir espri bulunuyordu. Ağırlığı söze dayanan bu karikatürlerde yönetimi hedef almış eleştirilere rastlamak olası değildir. Ya yönetimi ilgilendirecek eleştirilere hiç giril­ miyor ya da girildiğine sorunlar kişisel hatalar olarak işleniyordu. Ken­ dine özgü tipleriyle tanına Cemal Nadir'in ardından gelen bir orta kuşak hareketi de başlangıçta Cemal Nadir'i örnek alacaktır, öz-biçim bakımın­ dan. Çok partili hayata geçiş dönemine kendi kişiliğini bulmaya başlayan orta kuşak başlıca: Mustafa Uykusuz, Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Nehar Tüblek, Yalçın Çetin, Tonguç Yaşar, Oğuz Aral, Mistik, Suat Yalaz, Ali Ulvi, Altan Erbulak, Ferruh Doğan ve Bedri Koraman gibi adlardan oluşmaktadır. Geçiş döneminin artırdığı çelişkiler, İkinci Dünya Savaşı son­ rası dünyaya hızla yayılan yeni sömürgecilik ve karşıtı demokrasi düşün­ cesi, daha da ileride sol düşünce, orta kuşak karikatürcülerinde daha da ilerde sol düşünce, orta kuşak karikatürcülerinde büyük bir değişmeyi de beraberinde getirir. Emperyalizm yoz kültür politikasıyla halkı uyutmak için elinden geleni yapmaktadır. Karikatürlerde komünizm tehlikesi işlen­ mekte, boş umutlar, boşvermişlik politikaları beyinlere enjekte edilmekte­ dir. Diğer yandan orta kuşak karikatürcülerinin büyük bir kısmı toplumsal aksaklıkları eleştirmekte, kendilerinden önceki karikatürcülerin güldürü yanı ağır basan, esprisi yazıya dayalı karikatürlerinin tersine, izleyiciyi düşündüren, evrensel bir dile sahip, çizgi ile mizaha dayalı, yazısız karika­ türlerin temelini atmaktadırlar. 1950 — 1950 arası dönemde orta kuşak karikatürcüleri toplumsal aksak­ lıklara karşı verdikleri mücadele ile karikatürün halk arasında yaygınlaş­ masını ve sevilmesini sağlamışlardır. 1961 Anayasasının getirdiği, eski dönemle kıyaslanamayacak bir özgür­ lük ortamıdır. Orta kuşak karikatürcülerinin büyük bir sınavıdır bu. Bu 244/TAVIR


TAVIR/245


ortam içinde kitleler mitingler düzenleyebiliyorlar, dileklerini meydanlar­ da söyleyebiliyorlardı. Sol düşünce yaygınlık kazanıyordu. İktidar değiş­ miş, AP'nin eline geçmişti. Bir kısım karikatürcüler eski alışkanlıklarını sürdürüp Menderes'i eleştirmeye devam ettiler. Bir kısmı eleştiri karika­ türlerini, burjuva ilericiliği ile çizmeye devam etti. Kitlelerin gerisinde ka­ lan bu karikatürcülerden ayrı bir kısmı ise safını seçmiş, gerçek yerini bul­ muştur. Kitle eylemlerinin karikatür sanatının önünde gitmesi, bir başka deyiş­ le karikatürün gerçek işlevini bir kısım karikatürcünün çizimleri dışında bulamaması, karikatürü gazetelerin birinci sayfasından çıkartmış, 12 Mart döneminde bu bir kısım karikatürcülere de gazete kapılarının kapanması, 1930-70 arası yıllarının karikatür sanatı yönünden boş geçen yıllar olma­ sına neden olmuştur. Genel olarak toparlarsak toplumsal eleştirileri, halktan yâna oluşları, karikatüre biçim açısından da güzel örnekler katmalarıyla orta kuşak ka­ rikatürcülüğü gerçek karikatürcülüğün temelini oluşturur diyebiliriz. GENÇ KARİKATÜRCÜLER VE DERGİLER — KİTAPLAR :

Karikatürümüze, 1970'li yıllarda toplumsal çelişkilerin üst düzeye çık­ ması, gelişen mücadele, Karikatürcüler Derneğinin kurulması, yaygın ser­ giler açılması ve mizah dergilerinin yayın hayatına atılması ile genç ka­ rikatürcüler patlaması diyebileceğimiz, ülkenin her yanından katılım sağ­ lanır. Birçok genç karikatürcü içlerinde oluşan duygu ve düşünceleri, be­ yaz kağıda istanbul çevresinden kurtarıp coşkuyla çiziyorlar. Genç, çiz­ meye aç bir kuşak. 1970'li yıllara değin İstanbul çevresinde bulunan ve bir­ birleriyle kolayca ilişkiye geçebilen karikatürcülere geniş bir katılımdır bu ve beraberinde birçok sorunu da getirecektir. Basının tekelleşmesi ve karikatürcülerden kendi istedikleri gibi değil egemen burjuva idolojisinin hizmetinde çizmelerim istemeleri, genç kari­ katürcülerde bir küskünlük yaratmış ve onların önüne sadece iki seçenek koymuştur. Ya istenilen türde karikatür çizmeyi kabul etmek ya da yarış­ malarda istediklerince çizmek. Aksi takdirde çizdikleri karikatürler ma­ salarının üzerinde kalacak ve hiçbir anlam taşımayacaktır. Sulu mizah türü dergilerde çizmeye başlayan pekçok karikatürcü orta kuşaktan beri belli bir düzeye gelmiş karikatürümüzün sesini duymamış­ tır bile. Bu konuda hem karikatür kitaplarının azlığı hem eğitici bir dergi­ nin yokluğu, hem de genç karikatürcülerin iyi değerlendirilememiş olması en büyük etkenlerdendir. 246/TAVIR


Karikatür sanatının gelişimi için önemli konulardan biridir karikatür kitapları. Örneğin 1976 ve 1977 yıllarına dek son derece az sayıda olan bu kitaplar artan karikatürcü potansiyelinin istemi sonucu yalnız bu seneler­ de basılanlarla eski basılanları kat kat geçmiş ama yine de ülkemiz ka­ rikatürcülüğü için son derece az bir sayıda kalmıştır. Günümüzde de bunun değiştiği söylenemez. Yetişen genç karikatürcülere kaynak olacak, oluşan birikimi somut olarak rahatça izlemelerini sağlayacak karikatür kitapları ile bol yayın arasındaki ilişki yadsınamaz. Yapılan sanatın kitleler için ol­ duğundan söz ediliyorsa bu ilişkiyi gözardı etmemek gerekir. Unutulma­ malıdırki: karikatür çizildikten sonra işlevi doğrultusunda kitlelere ulaş­ madıkça, onlarla kaynaşmadıkça sürekli bir geriye dönüş yaşayacak, için­ de taşıdığı eleştiri gücü anlammı yitirecek, işlediği konular ne olursa "olsun bir anda sadece birkaç kişinin duyduğu fısıltıya iniverecektir. Bundan da­ ha da tehlikelisi, sayıları son derece az olan karikatür kitaplarına bir de «Süper fiyatlı» karikatür albümleri eklenince ortaya çıkıyor. «Bugüne ka­ dar çok kitap çıkarttım, çok karikatür çizdim, biraz da Avrupa'da, doğu TAVIR/247


bloğunda çokça yapılan lüks baskılı karikatür albümüm olsun», «üçüncü hamur kağıda basılmış kitaplar, kötü ve ucuz baskılı kitaplar, kötü ve ucuz baskılı kitaplardır» türünden anlayışın yorumunu ise okurlarımıza bırakıyoruz. Yalnızca vurgulanması gereken; sanatçı yapıtlarını ülke ko­ şullarına göre, sanatını yaptığı kesimin koşullarına göre piyasaya sürme­ lidir. Sesini duyurduğu kesimin kurtuluşu gerçekleşene kadar da görevi bitmez. Bunun tersi düşünce, 1970'li yılların başlangıcmda yetişen büyük bir potansiyeli zora koşan anlayışın bir halkasıdır. Karikatürcünün görevi sadece çizmek değil çizdiklerini halka ulaştırabilmektir. Bunun için her yöntemi denemelidir. Elde bulunan olanakların ucuz ve bol yayın için zor­ lanması pek çok çözümü de beraberinde getirecektir. Daha başka yollar, örneğin: Karikatürcüler Demeği aracılığı ile seçme kitapçıklar çıkartıl­ ması, sergilerin yarışmaların yoğunlaştırılmaları ve en önemlisi bu çalış­ maların geniş kitle ile bağ kurması için denemeler yapılabilir. Yetişen bu genç karikatürcüler tekelci basın için oldukça cazip bir ya­ tırım kaynağı idiler, aynı zamanda. Tekelci basın eldeki bu karikatürcü potansiyelini, karikatüre yeniden duyulan ilgiyi paraya çevirmek isteyecek tir. Nitekim istedi de. Ve emperyalizmin yoz kültür politikası karikatür alanında da koca koca harflerle yazdı: SÖMÜRÜYE HİZMET... Pekçok dergi birbiri ardınca yayın hayatına başladı. Bu dergiler yoluyla kitlelere fuhuş, serserilik, yoksulluğun güzelliği, vurgunculuk, köşeyi dönme mizah olarak sunuldu. Ulusal giysili Yunan halkının karikatürleri çizilip em­ peryalizmin yapay düşmanlık politikası gereği aşağılandı. Asıl kavga giz­ lenip kitleler politikadan uzak tutulmaya çalışıldı. Halkı düşünmeye zor­ layan, gücünü çoğunlukla özünden ve çizgiye dayalı olmasından alan kari­ katürden tam bir eskiye dönüşle vazgeçilip, gücünü TV reklamlarından alan, sadece sözüne gülünen, sanat olarak bir değeri kalmamış karikatür­ ler çizildi. Amaç yalnızca «Yazısız karikatürleri halk anlamaz, o yüzden böyle çiziyoruz» muydu acaba? Böylesi bir ortamda büyük bir uyutma aracı olan TV'yi, dizi filmleriyle, reklamlarıyla, hiçbir gerçekçi yanı olmaksızın tek­ rar tekrar reklam yaparcasına çizmek, bir düzen sonucu olan sorunlar «po­ litikayla uğraşmıyoruz, politikacılarla uğraşıyoruz» basitliğine ve hedef saptırıcılığıa indirgemek ne derece gerçek mizahtır. Ne derece halka hiz­ met etmektir? Osmanlı dönemi türk mizahını incelersek ilginç bir konuyla karşılaşı­ yoruz. Halkımızın mizahi geleneğinde var olan bir boşalıp rahatlama ol­ gusunu görüyoruz. Halkımız kendini ezenlere başkaldırmak olanağını bula­ madığı zamanlarda mizahı sadece bir başkaldırma olanağını bulamadığı zamanlarda boşalma aracı olarak da kullanıyor. Bunu iyi bilen «sulu mi248/TAVIR


zahçı»ların sürekli kullandıkları söz de şudur; «Halkımız tüm günün hıncı ve yorgunluğu ile evine geldiğinde, başından geçenleri rahat koltuğuna oturup dergimizde izliyor ve kahkahalarla gülüp bir yeni güne içi rahatla­ mış olarak hazırlanıyor». Önce halkın dikkatini bir iki nokta üzerine çek­ mek, sonra da mizahı bir emniyet sübabı gibi kullanıp halkı rahatlatmak... «Halkımız yazısız karikatürü anlamaz» diyerek çizgi olarak hiçbir sanat­ sal değeri kalmamış, resimli fıkralar oluşturan, sorunlara değinse bile oldukça yüzeyde kalan, genellikle yoz anlayışları, köşeyi dönme politika­ ları, yaşamın «gırgır» yanlarını gösterme yoluna kaçan sulu mizah ör­ neği mizah dergilerini yaygınlaştırmak, sonra da «Biz çok satıyoruz, doğ­ ru biziz» yaygarasını basmak, karikatür sanatına hizmet değil, ancak idea­ list dünya görüşünün yanında yer alıp gerçek karikatüre balta sallamaktır.

KARİKATÜR YARIŞMALARI : Günümüzde sayıları oldukça artan karikatür yarışmalarının gerçek iş­ levlerinden uzak kaldıkları acı bir gerçek. Yakın bir geçmişte «Ya sermayenin istediği gibi, ya da yarışmalarda gönlünce çizmek» sorunuyla karTAVIR/249


şı karşıya kalmıştı genç çizerler. Bu anlamda yarışmaların önemi sen de­ rece fazlaydı. Günümüzde basının çeşitli dallarında karikatürcülere yeni alanlar açılmıştır gerçi ama yine de yarışmaların önemi sürmektedir. Çi­ zerler bu yarışmalarda büyük bir heyecanla, coşkuyla çizmektedirler. Bu yarışmalar tam anlamıyla karikatür şöleni haline dönebilmektedir. Oysa yapılanların çoğu bir yarışma tertipleyip katılan karikatürleri geniş kitle­ lere duyurusunu yapmadan elit bir kesime sergilemek (tüm Anadolu'nun yanında İstanbul'un da elit bir kesim sayılacağı unutulmamalı) sonra onca eseri kaldırıp tozlu raflara koymak burjuva tarzı yarışma anlayışından öteye geçemez. Özünde ne denli ilerici-devrimci konular üzerine kurulursa kurulsun Anadolu'nun dört bir yanma dağılmış demokratik örgütler, gale­ riler, sergi alanları bulunurken zahmete el sürmemek, yarışma duyurusu­ nu yapıp herşeyi bitti saymak karikatür sanatını sürekli olarak kısıtlı kal­ mış, kitap basım olanakları biraraya gelinip çözümlenmeye çalışılmamış, ellerindeki sayılı olanakları kullanıp ortaya çıkarttıkları yapıtları tozlu raflara atılmış genç karikatürcüler ve arkalarından gürül gürül yetişen yeni kuşak nasıl ulaşacaktır kitlelere? Çizilen karikatürlerin tartışması, 'öz-biçim yanlışlıkları nasıl duyurulacaktır çizerlere ve günümüz karikatür cülerine?... Burjuva anlayışlardan doğan tüm bu eksiklikler tasviye edilebilmeli ve eldeki olanaklar (Karikatür gerçekten bir silah, uzun bir yazının küçük, vurucu bir kopyası olarak önemli kabul ediliyorsa, bu sanatın çeşitli bö­ lümlerinde sonuna kadar kullanılabilmelidir. NE YAPILMALI? İşin önemi ortadadır. Sürdürülen devrimci mücadelenin yaşamın her alanına kayması gereği de. Karikatür eleştiri gücünden dolayı geniş bir kitleyi bağrında toplayabiliyorsa, onları rahatça etkiliyebiliyorsa, uzun uzun yazılarla açılan konuları kitlelere kolayca anlatabiliyorsa mizahi bir geleneğe sahip halkımızca kolayca benimsenebiliyorsa «ne yapmak gerekir» diye çözümsüz beklemek yanlıştır. Karikatür büyük eleştiri gücünü kulla­ nabilmeli, kültür alanında bir silah olabilmelidir. Çağdaş karikatürcüler dediğimiz orta kuşak ve devamı çizerlerin karikatürlerinde görülen; çizgi­ yi temel anlatım aracı olarak kullanan karikatürün eksik yanı, çoğu za­ man sadece sorunları ortaya koymakla yetinip, bunların açılmaları yönün­ den ileriye dönük çözüm önerileri getirememeleridir. Bu nedenle de kari­ katürün işlevi gerçek hedefini bulamamaktadır. İzleyenler karikatürü laf kalabalığından uzak, yalın, güzel şekliyle izliyorlar, yaşadıkları sorunları, 250/TAVIR


farkına varmadıkları ayrıntıları algılıyorlar. Ancak çözüm önerisi getiril­ memesi nedeni ile sorun yeteri derinlikte açılamıyor. Devrimci bir sanat­ çının yapması gereken ise biçimi ya da özü abartmaksızın, öz-biçim uyu­ mu sağlayarak anlatılmak istenileni bilimsel bir dünya görüşünün oda­ ğından geçirerek çözümleriyle birlikte sunmaktır. Gerçek karikatür budur. Bu olmalıdır. Bu demek değildir ki salt sorunu ortaya koymakla yetinen karikatür yadsınmalıdır. Hayır. Onların da olumlu bir işlevi olacaktır kuş­ kusuz. İçlerinde taşıdıkları devrimci öz, izleyiciyi kavrayacaktır. Devrim­ ci sanatçı ise sorunu nedenleriyle sunmanın ötesinde nedenlerle gelen tanı­ ları ışığında onların aşılması doğrultusunda çözüm önerileri de getirebilen sanatçıdır. Karikatür ülkemizde tanınmadan çok önceleri batıda yaygınlaşmıştı. Bunun doğal sonucu olarakta, karikatürcülerimiz batının yetkin örnekleri­ ne yönelmiş ve onların usta çizgilerinden, anlatım olanaklarından etkilen­ mişler ve yararlanmışlardır. Bu ilişkinin yanlış olan yanı batı okurunun (Karikatür izleyicisinin) yabancısı olmadığı konuların da karikatürcülerımizce benimsenmesidir. Sonuçta dergileri ve yarışmaları; sulu mizah ör­ nekleri, kovboy, sihirbaz, ıssız ada, yoz anlayış karikatürleri kadar çağdaş mizah örneği; okurunun sadece zihnini yoran, onun anlayış düzeyinin çok üstüde, entellektüel karikatürlerde doldurmuştur. Oysa yapılması gereken, gerek sorun, gerekse sorun'un çözümle donatılması ile net ve açık bir çizim tarzının izlenmesi ve sanatçının görevini unutmamasıdır. Ele alınan ko­ nunun düşüncenin en anlaşılır şekliyle (Öz ve biçimin diyalektik birliği kurularak) çizilmesi gerekmektedir. Ayrıca karikatürün geniş halk kitlele­ ri ile bağ kurabilmesi için gerekliliği yadsınamaz diğer özellikleri ise, çi­ zerin geleneklerden devrimci bir tarzda yararlanması ve diğer sanat dal­ larının olanaklarını kullanabilmesidir. Eğer karikatür bir çizgi mizahsa, çizin; fıkraların uzun uzun sözlerin eklentisi olmaktan kurtulsun. Yazının, sözün egemenliği son bulsun. Çizgi kendine özgü sanatsal olanaklarıyla karikatürü güçlü kılsın, geliştirsin. Eğer karikatür bir sanatsa, çizin; kitleler için, özgürlük günleri için... Gerekli ilgi gösterildiğinde görsel yönden halkımıza yatkınlığı ile etkili bir sanat haline gelen karikatür konusunda görüşlerimizi açmaya, çeşitli karikatürcülerle yapacağımız konuşmalarla (gerçek karikatür, günümüz karikatürü ve çözümler doğrultusunda) devam edeceğiz. TAVIR/251


Samih EL KASIM

YİRMİNCİ YÜZYILDA

Öğrendiydim nefret etmemeyi yüzyıllar boyunca, beni zorla yoldan çıkardılar: Fırlattım oku suratına koca yılanın, çarptım ateşten kılıcı canavar tanrının suratına. İlyas Peygamber yaptılar zorla beni yirminci yüzyılda. Öğrendiydim ağıza almamayı sapık düşünceleri yüzyıllar boyunca. Bugün yapıştırıyorum kamçıları tanrılara, o tanrılar ki gönlümdeydiler, kutsaldılar, sattılar benim halkımı iki pula o tanrılar yirminci yüzyılda. Öğrendiydim kapalı tutmamayı konuklara kapımı yüzyıllar boyunca. Ama bir gün açtım gözlerimi ve gördüm ki neyim var neyim yok yağma Hasan'ın böreği. Ve gördüm ki asmışlar karımı, 252/TAVIR


ve yavrumun sırtında na şöyle şöyle yara izleri. Konuk değilmiş onlar, anladım, düşmanmışlar. Mayınlar, bıçaklar topladım eşiğimden. Sonra ant içtim bütün yaralarım adına: Atmayacak eşiğimden adımını, dedim, bir tek konuk yirminci yüzyılda. Bir şairden başka bir şey değildim yüzyıllar boyunca tanrıdan medet uman. Oysa şimdi ben bir volkanım, yirminci yüzyılda. Patlayan bir volkan! (Çev. : A. Kadir — Afşar Timuçin)

TAVIR/253


Faşizme karşı savaşta devrimci edebiyat • Georgi DİMİTROF

28-Şubat 1935'de Sovyet Yazarlar Birliği'nde yapılan konuşmadan. Leipzig'deki mücadelenin üç ay sürdüğü bilinmektedir. Leipzig duruş­ ması, yargıçların, avukatların, ajanların, savcıların, müfettişlerin de bü­ tün diğer yüksek dereceli polis memurların kişiliğinde Alman faşizminin çürümüşlüğünü apaçık ortaya koymuştur. Sanıklar bile kendi aralarında özel politik bir gurup meydana getiri­ yorlardı. Aralarında çeşitli akımların, çeşitli sınıfların, tiplerin temsilci­ leri vardı, fakat işçi sınıfının devrimci partisinden, devrimci proletarya­ dan, lumpen-proletaryadan da temsilciler bulunuyordu. Ayrıca komünist ve işçi hareketinin küçük burjuva unsurlarına, bürokratik ve philisten düşün­ cenin kalıntılarına rastlanıyordu: iyi tanıdığımız Torgler arkadaş (eski yoldaşımız da diyebilirim) bunların tipik bir örneğidir. Arkadaşlar, bu üç aylık mücadele sonunda, bilindiği gibi komünizm bü­ yük bir zafer kazanmıştır. Komünizm, dünya proletarya güçlerinin ve na­ muslu aydınların seferberliği sayesinde bu zaferi kazanmıştır. Evet, bu mü­ cadele kazanılmıştır, çünkü resmiyet kazanmamış ve onaylanmamış ol­ masına rağmen, Alman faşizmine karşı tüm Komünist, Sosyal Demokrat ve İşçi Partilerinin oluşturduğu bir birleşik cephe vardır. Zafer kazanıldı, çünkü Nasyonal-Sosyalist kitlelerin içinde bile Nasyonal-Sosyalizmin pro­ vokasyonlarına karşı bir hareket ve komünist sanıklara karşı da büyük bir sempati doğup yükseldi. Faşist Almanya'nın güçlü şahsiyeti Göring'in mahkeme salonuna 40-50 kişilik saldırı kuvveti ile gelip, ben salondan çıkarıldığım zaman, kendi taraftarlarının bakışları arasında nasıl mahcup ve yıkılmış halde salonu terk etmek zorunda kaldığını çok iyi anımsıyorum. 254/TAVIR


Bu, Sovyet Yazarlar Birliği toplantısında, Leipzig duruşması gibi pro­ leter hareketin, devrimci düşünce ve pratiğine büyük 'katkısı olan böyle te­ mel, bir materyelin şimdiye dek sizlerce işlenmemesinden doğan şaşkın­ lığımı ifade etmeme izin verin. Burjuva yazarları gibi yalnız lirik bir şekilde aşktan, sübjektif duygu­ lardan bahsetmek istemeyen birkaç yabancı yazar tanıyorum. Onlar da proletaryanın devrimci hareketine bir katkıda bulunmak istiyorlar. Ve bu zavallı kabiliyetler düşünüyor, tekrar düşünüyor, yazabilecek bir şeyler arıyorlar. Oysa milyonlarca insanın ateşli kavgasına baksalar, binlerce dâva, grev, gösteri, işçilerle sınıf düşmanlarının mücadelesini görseler, Leipzig dâvasının belgelerini daha yakından inceleseler, yazacak çok daha iyi konular bulabilirler. Van der Lubb'u ele alın! İşçinin, nasıl sınıf düşmanının âleti haline ge­ lebileceğini göstermeye çalışan Lubb örneği. Van der Lubb'un bu olumsuz kahramanı binlerce genç işçinin eğitiminde ve gençlik içinde faşizme kar­ şı yürütülen mücadelede yararlı olabilir. Gençlik yıllarımda, edebiyatta bende en güçlü etkiyi bırakanın ne ol­ duğunu anımsıyorum. Yine karakterimde ve savaşçı olmamda en çok et­ kisi olan nedir? Tüm açık yürekliliğimle söylüyorum: Çernişevski'nin yapı­ tı «Ne Yapmalı». Bulgaristan'da işçi hareketi sırasında kazandığım daya­ nıklılığın, Leipzig dâvasında sonuna dek içimde taşıdığım, cesaret, sebat ve metanetin, gençliğimde okuduğum bu yapıtla yakın ilgisi var. Almanya'da, Avusturya'da, Bulgaristan'da, Çin'de ve diğer ülkelerde­ ki proletarya hareketinin kahramanlarına, edebiyatımızın neresinde rast­ lıyoruz? O halde binlerce insanın izleyeceği bu örnekler nerde? Van der Lubb gibi gençlere ders olacak etten ve kemikten, olumsuz ör­ nekleri de gösterin yapıtlarınızda. Edebiyat, devrimci kuşağın eğitiminde büyük bir rol oynar. Bize yar­ dım ediniz, işçi sınıfının partisine yardım ediniz. Ona mücadele için roman, şiir, hikâye gibi emin silâhlar veriniz! Devrimci kuşakların doğmasına ya­ pıtlarınızla yardımcı olunuz. Burjuvazi, kendi zamanında edebiyatta dahil olmak üzere her türlü imkânı kullanarak sınıf çıkarları için mücadele etmişti. Servantes'in Don Kişot'u gibi şövalyelik kalıntılarını kim gülünç duruma düşürdü? Bu yapıt burjuvazinin elleri arasında feodalizme ve aristokrasiye karşı kullanılan en mükemmel, en korkunç silâh oldu. Devrimci proletarya da kendine bu nun gibi güçlü bir silâh sağlayacak, küçük de olsa bir Servantes'e ihtiyaç vardır. TAVIR/255


imkân bulduğum her zaman çok okurum. Fakat şunu da eklemem ge­ rekir ki, devrimci edebiyatımızı okumaya her zaman sabrım yetmiyor!. «Yaşasın devrim» deyip duran bir kimse, devrimci bir yazar değildir. Yalnız, işçi kitlelerini devrime çağırmada katkısı bulunan, onları düşmana karşı mücadelede birleştiren bir yazar devrimci sayılır. Belki konuşmam biraz sert oldu. Bunun için beni bağışlamanızı dile­ rim... Beni yeni tanımadınız. Ben herşeye adıyla hitap ederim. Sovyet Yazarlar Birliği'nin kurulmasından sonra, daha geniş olanak­ larla daha yararlı ürünler verebileceğinize inanıyorum. «Pravda» • 4 Mart 1938 (1) Gençlik üzerine Notlar, Georgi DİMİTROF, Evren Yayınları.

YAZARLAR ve ÇEVİRMENLER YAYIN KOOPERATİFİ EROL TOY IĞRIP / roman ÇETİN ALTAN AL İŞTE İSTANBUL / anlatı M. GORKİ BOZGUNCU / hikayeler F. DÜRRENMATT ŞÜPHE / roman BEKİR YILDIZ HALKALI KÖLE / roman KEMAL BİLBAŞAR BEDOŞ / roman Arifpaşa Sokak. Kurt İşhanı, Cağaloğtu-İSTANBUL, 27 73 37

256/TAVIR


HO ŞI MINH

YOLDA Elimi kolumu sımsıkı bağladılar ama, işte kuş sesleri, cıvıl cıvıl, çiçekler işte, burcu burcu, duymak ve koklamak ne güzel/ Yollar artık o kadar tasalı değil. Tek başıma sayılmam ben artık o kadar. Hani nerde, gelsin o babayiğit gelsin alsın benden bu mutluluğu! (Çev: A. Kadir) ÖZGÜRLÜK Dağları ha aştım ha aşacağım derken, bir bulut bir dağ, bir dağ bir bulut. Yansıtır dağları, bulutları aşağıda bir ırmak, rengini hiç bir şey silemez. Yürürüm Si-Fong-Ling üzerinde, bir başıma, yüreğim çarparak, gözlerim güneyde, kafam bizim dostlarda. (Çev: A. Kadir) ALDIRMAYIN ÇOCUKLAR Uyanır uyanmaz bitlerimizi kırmaya başlarız. Saat sekiz dedi mi, çan çalar, gelir aşımız. Aldırmayın çocuklar, bu kahırlı, karanlık günlere, adamakıllı doyurmaya bakalım şimdi karnımızı, nasıl olsa yakında apaydınlık olacak önümüz. (Çev: A. Kadir)

TAVIR/257


DEĞİNMELER HABERLER OLAYLAR AP AZINLIK İKTİDARININ SİNEMAYI ELE GEÇİRME ÇABALARI BOŞA ÇIKARI­ LACAK, SİNEMA EGEMEN SINIFLAR ELİNDE BEYİN YIKAMA VE FAŞİST DEMOGOJİNİN YAYILMA ARACI OL­ MAYACAKTIR. Devrimci, demokrat ne görürse onu yoketmekle çalışmalarına başlayan Tevfik Koraltan'ın Kültür Bakanlığı şimdi sanat birimlerinde alternatif kurumlaş­ masını sağlamak ve bu yapıları ele geçirmek düşüncesiyle çeşitli organizas­ yonlara girişiyor. Milli Sinema Kongresi bu niteliği nedeniyle demokratik sanat çevrelerince dıştalandı. Önce tertip ko­ mitesine üye olarak çağrılan Atilla Dor­ say bir mektupla komiteye katılmayaca­ ğını bildirdi. Dorsay, kongreye katılmak­ la kongre düzenleyicisi olarak işlev göre ceğini belirttiği Kültür Bakanlığı Sine­ ma Dairesinin yanlışlarına katılmış ve eleştiri hakkını teslim etmiş sayılacak­ larını bildirdi. Mektubunun son bölü­ münde, Kültür Bakanlığının en sorumlu mevkilerinde görev alanların çağın ge­

258/TAVIR

risinde kalan bir milliyetçilik anlayışı­ nın somut örneklerini verdiğini anlatan Atilla Dorsay aralarında temel görüş ayrılıkları bulunan uygulayıcılarla ça­ lışmalarını yararlı görmediklerini bildir­ di. Daha sonra ise basına ortak bir açıklamada bulunan 13 demokratik ku­ ruluş kongreye katılmayacaklarını bu­ nun yerine sinemamızın gerçek kong­ resini yapacaklarını bildirdi. Milli Sine­ ma Kongresinin kınandığı ortak bas.n bildirisinin tam metnini sunuyoruz: ORTAK BASIN BİLDİRİSİ Türkiye'de yaşanan bunalımın as­ lında egemen sınıfların, işçi sınıfının ve tüm emekçi halkımızın çıkarlarına karşı olan önlemler almak ve bu önlem'erin halk yığınlarına karşı niteliğini göz­ lerden saklamak için yaygın bir baskı ve şiddet ortamı yaratmasından kaynak landığı biliniyor. Sömürü ve baskı dü­ zeninin sürmesi için kitlelerin gerçek­ lerden uzak tutulması, ekonomik ve politik tercihlerin yalnızca sermayenin yararına ve onu kurtarmaya yönelik olduğununun kltlelerce anlaşılmaması gere kiyor. Bu tarihsel misyonu yüklenmiş gözüken günümüz iktidar, bu alanda kitleleri gerçeklerden soyutlamak, uyuş­ turmak, beyinlerini yıkamak istiyor. Kit­ leleri uyandırmaya yönelik başlıca alan-


lardan biri olan, sanat alanında da sine­ mada da izlenen politika temelde bu­ dur. Zaten bugüne dek, devlet sinema­ ya her müdahelesinde emekçilerin hakla­ rını ve düşüncenin yolunu kısıtlayıcı, engelleyici bir tavır ortaya koymuştur. Yapılagelen çeşitli ve sayısız kongreler­ de, komisyonlarda alınan kararların bu­ güne dek nasıl uygulandığı ve bun­ lardan sinemanın hiçbir şey kazanmadı­ ğı da ortadadır. Demirel hükümeti kurulduğu gün­ den beri kültür ve sanatın her alanın­ da devrimci, ilerici, demokrat sanat ey­ lemlerini, filmleri, oyunları, kitapları, dergileri, tüm yayın hayatını açık ve gizli baskılarla sindirmeye, engelleme­ ye çalışmıştır. Kitleleri uyuşturucu yön­ de işlev gören söz gelimi seks filmleri ve yayınları hızla çoğalırken, demokrat ve ilerici yapıtlara ve bu yapıtların üre­ tilmesini sağlayan alanlara vurulan eko­ nomik darbeler gözönünde sürüp git­ mektedir. Hükümetin bunları yaparken yaptığı işleri, kendi varlığını ve sanat politikasında doğrulaması ve legalize etmesi gerekmektedir. İşte bizce Kültür Bakanlığı tarafın­ dan 5/12 MAYIS tarihleri arasında ya­ pılması tasarlanan Milli Türk Sinema Kongresi bu amaca yöneliktir. Bu kong­ renin hazırlık toplantıları sırasında Kül­ tür Bakanlığının hiçbir açık seçik sine­ ma politikası olmadığı görülmüştür. Da­ ha önce çeşitli alanlarda aldığı karar­ larla ülkedeki kültür yaşamının gelişi­ mine darbeler vuran, baskılar—yasak­ lar getiren bu bakanlığın zaten bir si­ nema politikası olsaydı bile bunun si­ nemamızın ve sinema emekçilerimizin

yararına olacağına inanmıyoruz. Bu kongre, yalnızca iktidarın sanat politi­ kasını kamuoyu önünde legalize etmek amacına yönelik göz boyayıcı bir girişimdir, Hazırlık toplantılarında bakan­ lık adına kişilerce çağrılması düşünülen bazı kuruluşların sinema ile hiçbir iliş­ kisi olmayan ve temelde tutucu, gerici kuruluşlar olması da bu kongreden Türk Sinemasının ve emekçilerinin ya­ rarına sonuçlar çıkamayacağına değin başka bir işarettir. Bu açıdan, biz aşağı da adı yazılı kuruluşlar, bu kongreye katılmama ka­ rarı aldık. Bu kongreyi kamuoyu önün­ de kınıyor ve mahkum ediyoruz. Biz sinemanın ve sinemanın her dalında et­ kinlik gösterenlerin gerçek temsilcileri olarak aynı tarihlerde programı ayrıca açıklanacak olan çeşitli panel, seminer, açık oturum ve dayanışma geceleriyle sinemamızın gerçek kongresini yapıcağız. SİNE-SEN (Türkiye Sinema Emekçi­ leri Sendikası) YÖN-SEN (Yönetmen, Yardımcı Yö­ netmen ve Senaryo Yazarları Derneği) FİLM SET TEKNİSYENLERİ DERNEĞİ FİLM IŞIKLANDIRMA YÖNETMENLE­ Rİ DERNEĞİ FİLM-SES SİNEMA YAZARLARI DERNEĞİ TÜRKİYE SİNEMA-TEK DERNEĞİ TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI PERSA-İŞ GÖRSEL SANATÇILAR DERNEĞİ İFSAK TRT-DER Tl-SAN TAVIR/259


pıyor, milliyetçilere baskı yapıyor. Ama sağ sesini çıkarmıyor. Sansürün milliyet­ çiler yararına devlet tarafından yeniden düzenlenmesi gerekir» derken, FaruK Kenç «Biz sansüre karşı değiliz, sansü­ rün kalkmasını istemiyoruz» diyerek sansürü övüyordu.

Emin Bilgiç ve Faruk Kenç başkanlığın­ daki Komisyon Millî Sinema Kongresinde Daha önce Milli Sinema Kongresi' nin 5-12 Mayıs tarihleri arasında yapı­ lacağı duyurulmuştu. Ancak demokratik örgütlerin protestoları kongrenin fiyas­ ko diyebileceğimiz sonunu hazırladı. 5 Mayısta Atatürk Kültür Merkezi'nde başlayan, kongre ödül törenleri vb. ile ancak 6 Mayısa kadar uzatılabildi! «Milli Sinema Kongresi» nin birin­ ci günü Kültür Bakanlığı Müsteşarı Emin Bilgiç'in de katıldığı ödül töreni yapıldı. Törenden amaç otuz sanat yı­ lını aşmış sanatçılara birer «Takdir bel­ gesi» vermekti. Ne varki bu belgelere lâyık görülenlerin büyük bir çoğunlu­ ğu ödüllerini almaya gelmedi. Gelen­ ler arasında Film-San Genel Sekreteri Faruk Kenç ve Zeki Müren gibi isimlerede rastlanıyordu. Başlangıçta yüze ya­ kın olan davetli sayısı verilen, kokteyl sonrası yirmiye indi. Beceriksizliğin, bilgisizliğin ve geriliğin en ince örnek­ lerinin sergilendiği kongre ikinci günsonunda hiç bir sonuç alamadan da­ ğıldı. İkinci günde özellikle sansür üzerine yapılan konuşmalar ilgi çe­ kiyordu. Bir delege, «Türkiye'de san­ sür sola baskı yapmıyor, sağa baskı ya­ 260/TAVIR

Sinemanın eğitici, milletin sanat zevkini yüceltici bir sanat olduğu gibi devleti parçalayıcı, bölücü de olabileceği düşüncesinde olan Emin Bilgiç ise, bü­ tün konuşmaları dinledikten sonra, top­ lantıdan, çok şeyler öğrendiğini açıkla­ dı. Demirel azınlık iktidarının sinema­ mızda yükselen İlerici akımları bastır­ mak, faşist baskıları ve sansüre taban bulmak amacıyla düzenlediği «Milli Si­ nema Kongresi» silahı geriye tepmiş demokrat ve devrimci güçlerin gericiliğe ve faşistlere vurduğu sillenin an­ latımı olmuştur.

İSTABUL ÜNİVERSİTESİ I. KÜLTÜR ŞENLİĞİ Nermin EREN İstanbul Üniversitesi Halk Oyunları, Tiyatro ve Halk Müziği Toplulukları 1980 çalışma yılı ürünlerini, halkbilimi konusunda bir panelin de yer aldığı 3 gün süren I. Kültür Şenliğinde sergile­ diler. 28 Nisan da Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunda başlayan şenlik her kolun özenli çalışmalarına karşın, orga­ nizasyonda ki bazı aksaklıklar nedeniy­ le istenilene uyamadı.


ŞİŞLİ KÜLTÜR MERKEZİ; DEVRİMCİ

tutam nefesi simgeliyor. Merkezin özel­

KÜLTÜR KAVGASINDA BİR

likle

TUTAM NEFESİ SİMGELİYOR Geçtiğimiz

devrimci

sinemaya kazandırabile­

cek çok şeyleri olabilir, yeter ki bizler bu olanakları doğru yönde değerlendir­

ayın önemli gelişmele­

meyi bilelim.

rinden birisi de kuşkusuz «Şişli Kültür

Devrimci

Kültür

yaşamına

akılcı

Merkezi»nin açılması oldu. Parlak lâflar

katkılarını

edilebilir, ama bu devri çoktan kapattık.

süre için, Sanat Merkezi işlevi salt sine­

beklediğimiz (Bir aylık bir

Şimdi artık hesap yapmalıyız, devrimci­

ma olmasa gerek. Diğer sanat dalları

ler olarak

ve daha zengin bir ortam yaratılmalı­

neler kazandık,

burjuvaziye

neler kaybettirdik diye! Bu tür yapılan­

dır.)

malar önceden denenmiş ancak bir türlü

çıkmalı, ileriye dönük ve tutarlı ürünler

yürütülememiş olarak

verebilmesi için

çıkıyorlardı.

kültür sahnesine

Ancak bu

kuruluşa devrimci olarak sahip katkıda bulunmalıyız.

sefer ki, daha

ciddi ve daha akılcı tutumları barındı­

SÖYLEŞİ

ran bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. Tüccar kafasından, kâr hırsından uzakta bir ticari sinema. Yeniden üretebilmek için ticari olma zorunluluğunu yadsıya­ mayız, ilerici, devrimci nitelikte filmle­ ri oynatmaya kararlı olan merkez aynı zamanda

açık

oturumları,

sergileri,

«ALLI PULLU SANAT» VE

Selim BODRUMLU

konferansları hayata geçirebilecek. Dü­ zenlenecek programlarda, yeni kuşağın tanımadığı merak konusu olan

filmler

de yer alacak. Uzun metrajlı yapıntı filmlerin ya­ terilmesi yararlı olmasını

beklediğimiz

bir girişim. Bu, birçok genç sinemacıya şans

Geçtiğimiz ay içinde Afşar çin,

İstanbul

«Sanatta

nında, kısa metrajlı filmlerin de gös­

tanıması

ve

meye yöneltmesi

onları

film

üret­

açısından gerçekten

çok önemli. Herhangi bir üyelik sistemi-

TOPLUM

İLİŞKİLERİ

Filarmoni

Yozlaşmanın

Timu­

Derneğinde

Toplumsal

Kay­

nakları» konulu bir söyleşide bulundu. Sanatta yozlaşmanın toplumsal ve kişi­ sel nedenlere dayandığını belirten sa­ natçı, her iki yozlaşmaya karşı alınması gerektiğini

önlem

söyledi. Konuşma

kısaca şu biçimde özetle nebilir: "

'

'

.

'

:

.

.

.

'

nin uygulanmayışı, sinemayı elit entellektüel kesimden kurtarıyor, halka, si­ nemanın

gerçek

Yönetmenlerin

sahibine götürüyor,

filmlerini oynatacak

sa­

lonları bulamadığı, sinema salonlarının bombalandığı, kızgın bir dönemde Şişii Kültür Merkezinin

beyaz perdesi bir

TAVIR/261


«Sanatta yozlaşmanın kişisel neden­ leri tamamen pedagojiktir ve ruhsal bo­ zukluklardan kaynaklanır. Bu oldukça tehlikeli ve toplum için zararlıdır. Bu kişisel nedenler ortadan kaldırılamaz ne var ki yetkinlik kazanmaları sağlık'ı toplumlarda daha azdır, pazarlanamazlar. Yoz sanatı bilebilmek için, önce sağlıklı ölçütleri bulup çıkartmalıyız. Sanat yapıtı bir duygu ve düşünceler yumağıdır. Sadece duygu olmadığı gi­ bi, sadece düşünce de olamaz- Her sa­ nat yapıtının bireysel bir yapısı vardır. Ancak bu sanat ürünün başlı başına bi­ reysel olduğunu getirmez. Unutmama­ lıyız ki, birey de toplumsal ve tarihsel bir varlıktır. Sanat yapıtı toplumun ve tarihin özelliklerini taşıyan, nesnel ve öznel gerçeklikleri taşıyan, toplumsal, tarihsel bireyin ürünüdür. Gerçeklik­ lerin toplumsallığı vetarihselliği ne de­ rece açıksa, sanat yapıtı da o derece doğrudur. Sanatta tekil tüzeli, öznel nesneli, birey toplumu açıklamak için vardır. Bu doğmaca sunulmuş bir yön­ tem değil bir gerçekliğin doğrudan doğruya anlatımıdır. Yerel bir olgudan, evrensel bir ol­ guya gidebilirsiniz. Bunları yaparken, akımlardan önce, başlıca tutum gerçek­ çilik tutumu olmalıdır. Çünkü toplumcu gerçekçilik tarihsel ve toplumsal ger­ çeklerin açıklamasıdır. Dönüştürücü et­ ken, sanatın toplumsal yanıdır. Sanatın gerçekçi yanı ise, insana insanlık duru­ munu göstermek için vardır. Sanatla ilgili herşey yaşanılanla direk ilişkilidir. Bir yerde, insanın do­ ğal olana katkısı, yorumu. Herşeyden önemlisi sanat yasamın kendisinde var­ 262/TAVIR

olmaz, üretilir. Tarihsellik, toplumsallık, evrensellik boyutları içinde toplumcu gerçekçi sanatçı yeniden üreten insan­ dır. Bilgi gerçekliğin kendisi. Bilgi ol­ madan ya yoz sanat yapılır, ya da yoz­ laşmaya eğilimli sanatlar yapılır. Bilgi­ siz sanatçı insana gelişigüzel yaklaşım insanı yanlış yorumlar, böylelikle yoz­ laşmanın ilk tohumlarını atar. Bu onun beceriksizliğinin eseridir. Yoz sanat in­ sanı kötü ve yanlış yollara iter ve yay­ gınlaşması da çok kolay olur. Geri bı­ raktırılmış ülkelerin yoksul halkları, kısa vadede sevindiren yalanı daha çok sever ve çabuk kabullenir. Sanatın yozlaşması, giderek yaşamı da yozlaş­ tırır. Bu, giderek toplumun yozlaşması­ na varır. Yoz sanat, insanı olamayacağı gibi gösterir, insan gerçeğini çarpıtır. Toplum bir süre sonra bir morfinman gibi yoz olan ister. Bu istekler karşıla­ nır. «Kör alıcı, kör satıcı» ilişkisi yürü­ yüp gider. Yoz sanat sadece bir ticaret meta-ı değil, bir sömürü aracıdır da. Bundan, sakat toplumdan çıkarları olan­ lar ve bu sanatı allayıp pullayıp satışa çıkaranlar sorumludur».

A Ç I K

O T U R U M

B E L G E SİNEMASI AÇIK O T U R U M U «BİR YÖNETMENİN HASTALIĞIN­ DAN ÖTÜRÜ BÜTÜN BİR KURTULUŞ SAVAŞININ SESSİZ GEÇİRİLİŞİ BİRAZ TRAJİK KOMİK BİR OLAYDIR.» Nisan ayı içersinde İstanbul Film


Yapım ve Gösterim Merkezinde Türki­ ye sineması açısından önemli bir açık oturum yapıldı; Belge Sineması. Onat Kutlar'ın yönettiği açık oturuma Çetin Öner, Kemal Sevimli, Güner Sarıoğlu, Semih Taytak konuşmacı olarak katıl­ dılar. Kısaca özgeçmişlerini anlatan ko­ nuşmacılar daha sonra belgesel sinema­ nın işlevini anlattılar.

Semih Taytak genç bir sinemacı. Samsun Üniversitesi arkadaş gurubuyla bir köy belgeseli yapmış; Arayış. Bü­ yük güçlüklerle gerçekleştirilen film ifsak kısa film yarışmasında Bank-sen, Kaşif, Maden-İş ödüllerini aldı. Semih Taytak, «sinema aracılığı ile Umutlu halkının sorunlarını Türkiye kamuoyuna ulaştırmayı amaçladık» diyor. Kemal Sevimli uzun süredir film çekimlerinde bulunmuş bir sinemacı. Oluşturduğu belgesel film grubu ile çalışmalarını sürdürüyor. Sevimli bel­ gesel film ile «toplumun sosyal siya­ sa gelişmesine katkıda bulunuruz» di­ yor. Ancak ekonomik sorun!ar nedeni ile bunu yerine getirememekten yakı­ nıyor. Çetin Öner'in gerçek etkinlik sa­ hası tiyatro. Ancak belgesel film çalış­ malarında da bulunmuş. Öner, oturum da bizce çok önemli konulara değindi; «Geçiş dönemindeki Türkiye'de uzlaş­

maz çelişkileri yaşıyoruz. Buraya nasıl geldik, sorunlar nasıl çözümlenecek? Bü­ tün bunların belgeselini yapmak ister­ dim. Her konuda belgesel film yapıla­ bilir. Ancak sıralamada acil olanlarını gözleyebilmeliyiz. 1980 Türkiye'sini an­ latmalıyız. Ülkemiz konu açısından her alanda çok verimli. Belgelenecek, bel­ gelenmesi gereken çok şey var. Bu ko­ nuda, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin kesin desteği alınmalıdır.» Güner Sarıoğlu ise belgesel filmin işlevini tartışmazdan önce onun bir vücut bulması gerektiğini, Türkiye'de henüz belgesel sinemanın tam anlamı ile oluşmadığını, kurumsallaşmanın sağ­ lanamadığını vurguladı. Örgütlenmenin gerekliğini de tüm bunlardan yola çıka­ rak açıkladı. Oturumu yöneten Onat Kutlar ise, belgesel türün ülke ve dün­ yadaki tarihsel gelişimini anlattıktan sonra işlevinden sözederken onun «ta­ nık» ve «savaşçı» yönlerine değindi. Ülkemiz gerçeklerine son derece paralel bir yapıda gelişen oturum nicel gelişme içinde büyük bir kazanç olarak görüldü. EDEBİYAT E Ğ İ T İ M İ EDEBİYAT İ L İ Ş K İ L E R İ AÇIK O T U R U M U «EGEMEN SINIFLAR EDEBİYATI KÜLTÜR TARİHİNDEN AYIRARAK, AYRINTISIYLA UĞRAŞIYORLAR.» 24 Nisan perşembe günü, TYS'nin üçüncü açık oturumu olan «Edebiyat eğitimi, edebiyat ilişkileri», Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunda yapıldı. Oturuma Ataol Behramoğlu, Atillâ Özkırımlı, Ender Kâmil Boyacı, öğretmenTAVIR/263


lerden Hüseyin Celil Altın

Erkan, Erdem Kanat,

konuşmacı olarak

Egemen

sınıfların

tarihinden

ayırarak,

katıldılar.

edebiyatı

kültür

ayrıntısıyla uğraş-

tıklarını belirten Ataol Behramoğlu, öğrencilerin bundan sıkıldıklarını belirt­ ti. Behramoğlu

varolan, edebiyat eğiti­

minin ileriye dönük olmadığını, tam ter­ sine geriye dönük olduğunu belirtirken, yazarların

görevlerini de belirleyerek;

bize düsen

edebiyat tarihini ortaya

çıkarmak, işçi

edebiyatını geliştirmek­

katılan edebiyat

menleri eğitim

öğret­

konusunda doğal ola­

rak geniş açıklamalarda bulundular. Celil Altın, öğretmen yetiştiren okul­ larda öğrenciye yaratıcılığın yerleştiril­ mediğini bu yüzden bın

dışına

öğretmenin kita­

çıkamadığını

açıkladı.

Er­

dem Kanat ise, bugünkü eğitim politi­ kasının insanı edilgen kıldığına, onu ki­ şisel yarara, savaşkanlığa, ırkçılığa sü­ rüklediğine değindi. Düzen, çarkına uygun dişlileri yarat­

tir, dedi. Edebiyat eğitiminin tarihçesine deği­ nen Özkırımlı, 47 — 48 yıllarında Sa­ bahattin Eyüboğlu, tav'ın yeni edebiyat dıklarını ancak

Toplantıya

Pertev Naili Borakitapları hazırla­

bunun engellendiğini,

ma

sevdasında okullarda

beyin

yıka­

maya devam ediyor. Devrimciler, haya­ tın her alanında olması

gerektiği gibi

kültürel alanda da düzene karşı gelme­ li, düzeni teşhir etmelidirler.

öldürüldüğü o dö­

Edebiyat düzen

insanı yetiştirmede

nemlerde bu kitapların toplatıldığını an­

değil devrimlerin

eğitiminde bir araç

Sabahattin Ali'nin

lattı. Bu dönemden sonra, artık kitap­

olacaktır. Mücadelede kasarlılığın sürek

larda divan edebiyat ürünlerine rastla­

liğinin

nıyor, tam anlamı ile geriye dönülüyor.

cektir.

sağlanmasında görev yüklene­

DERGİMİZE GELENLER Dergiler : OYUN — Şubat - Mart Sayı: 12-13 YABA — Mart - Nisan Sayı: 8-9 ÇIKIN — Mart - Sayı: 1 SÜREÇ — Nisan - Mayıs - Haziran Sayı: 2 YAPIT — Şubat - Mart - Nisan Sayı: 38-39-40 YEDİTEPE — Ocak - Şubat - Mart - Nisan İ.D.G.S.A — K.Y.E.K - Yayın Bülteni - Sayı: 1 Kitaplar - YAZKO Halkalı Köle — BEKİR YILDIZ (Roman) Bedoş — KEMAL BİLBAŞAR (Roman) Iğrıp — EROL TOY (Roman) Al İşte İstanbul - ÇETİN ALTAN (Anlatı) Şiir Kitapları Ölüm Yok Ki — ARİF DAMAR Kalk Yiğit Öfkem - NEVZAT ŞİMŞEK Neruda — ENVER GÖKÇE (Çeviri) 264/TAVIR



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.