MERHABA 1991 yılına girdik. 5. sayımızı ekonomik zorluklardan dolayı gecikmeyle yayınlıyoruz. Ko ar adım bir heyecanla, Tavır'la tamamladık bu yılı. Emperyalistlerin çıkarları için sava a sürüklenen bir ülkede haksız sava lara kar ı sanat, edebiyat... Fa ist yasaların, baskının, zorun, dayatmanın kar ısında demokrasi mücadelesini, devrimci mücadeleyi destekleyen; uzun ve zorlu mücadeleler sonucu her türlü bedeli ödeyerek yeni gelenekler yaratan ve kapısına kilit vurmakla mücadelesinin durdurulamayaca ına inandı ımız TAYAD'ı 'Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımla ma Derne i', gözaltına alınmaya, i kenceye, tutuklanmaya ra men demokrasi mücadelesi verenleri destekleyen sanat, edebiyat... Seslerini madencilerin sesine, yeraltı tünellerinden Zonguldak sokaklarına fı kıran, devrimci önderlikle bir gün boraya, sele dönecek ı ı ın u ultusuna katan sanatçılar. Kol kola yürüyen sokaklarla, kar altında tohum büyüten tarlalarla, özgücüne güvenerek dü manların burçlarını zorlayan mızraklar için, dorukları sarsacak rüzgarlar için yapılan sanat bize umutlu bir gelecek vadediyor. "Karanlık Oda Sosyalizme Açılan Yolu Aydınlatacak" adlı yazımız, FOSEM'in devrimci sanatçıların dü üncelerine, hedeflerine açıklık getirmesi açısından önemli. Adnan Yücel'in bölümler halinde yayınlayaca ımız yeni, destan iiri "Ate in ve Güne in Çocukları" adı yasak ülkenin tarihine, toplumsal mücadelelerine iirsel ı ıklar yakacaktır. Tavır devrimci kültür cephesinin sesi, iyiye, güzele, do ruya giden yolda bir TAVIR
tartı ma platformu olmalıdır. "Yeryüzü A kın Yüzü Oluncaya Dek" Mücadele, Ama Nasıl? adlı TKM-Tavır imzalı yazı bu çerçevede de erlendirilmelidir. 80 sonrası, emperyalist kültür kitlelerin be enisini de i tirmede, sanatsal yakla ımlarını yozla tırmada önemli mesafeler katetti. Tavır, adları unutturulan ozanların, edebiyatçıların emekçilere ula masında, tanıtılmasında bir köprü olacaktır. Tavır, de i ik da ıtım olanakları yaratarak gecekondulara, fabrikalara, maden ocaklarına ula ıyor. Okuyucularımız iirler, öyküler gönderiyor. " afaksız Ya ayanlar" madenci bir okurumuzun öyküsü. "Hücreler Aydınlandı" tutsaklık ko ullarıyla; süreklile en, yaygınla an devrimci direni in öyküsü. Birinci elden tanıklık. "Gözlerdeki Sis" Çetin enyurt'un TAYAD Öykü Yarı ması'nda ödüllendirilen bir öyküsü. "Gözlerdeki Sis"de ya ayanların yazdı ı bir öykü. Grup Yorum Zonguldak'ta, Fosem Mersin'de.... "... zlenimler" ba lıklı yazılarda küçük burjuva sanatçılarla devrimci sanatçıları ayıran özellikler görülebilir. Ekonomik nedenlerle sayfa sayımızı artıramadı ımız için, bu sayımızda yer almayan kısa oyun metinleri, nota ve arkı sözlerini, gelecek sayılarda yayınlamaya devam edece iz. Yeni yılda geli en, zenginle en, giderek edebiyat dünyasında emperyalist kültüre alternatif sosyalist bir odak olabilecek bir Tavır dile iyle. Daha hızlı ko ulan bir mücadele yılı dileklerimizle... 1
KARANLIK ODA SOSYAL ZME AÇILAN YOLU AYDINLATACAK! FOSEM
Sabah gazeteyi elimize aldı ımızda, günlük haberlerle ba lantılı olarak irili ufaklı bir sürü foto rafla kar ıla ırız. Yolda giderken ilan panolarına, duvarlara yapı tırılmı tüketimi özendirici reklam foto rafları görürüz. Bir kuruma kaydımızı yaptırırken, bir i e girerken, bir belge çıkartırken istenen ba lıca evrakların içinde mutlaka vesikalık foto rafımız da yer alır. Örnekleri ço altmak mümkün. Yüzelli yıllık geçmi iyle, teknik alanda gerçekle en bulu ların foto raf makinalarına ve malzemelerine yansımasıyla birlikte foto raf; yediden yetmi e hepimizin ya antısında kendisine bir yer edinmi tir. Bugün, ömründe hiç foto raf görmemi lerin sayısı okyanusta damla kadardır. Bütün bunlara kar ın, sıradan birine "Foto raf sanatı üzerine ne dü ünüyorsun? Hiç sanat foto rafı gördün mü?" vb. sorular yöneltti imizde büyük bir olasılıkla alaca ımız yanıt bir kaç sözcü ü geçmeyecektir.
film gereklidir. Pozlanmı filmin banyosunu, karta aktarılmasını da hesaplarsak, yüklüce bir miktar çıkar kar ımıza. Zaten geçim sıkıntısından bunalan, kuru ların hesabını yapmakta olan emekçi halkımızın, foto raf alanında çalı malar yapması çok zordur.
Foto raf sanatının, sınıflar mücadelesinde etkin olarak kullanılmamasının, Türkiye emekçi halklarına ula tırılamamasının en büyük nedeni; foto raf sanatçılarının büyük ço unlu unun küçük burjuva kökenli olmasıdır. Foto raf sanatının, küçük burjuva foto raf sanatçılarının tekelinde bulunmasının nedenlerini ekonomik temellerde aramak gerekir. Foto raf, çekiminden izleyiciye ula tırılmasına kadar, sürekli para harcanmasını gerektiren bir u ra tır. Foto raf çekimi için en azından bir foto raf makinası ve
estetik kaygıların ön plana
TAVIR
Foto raf alanında söz sahibi olan küçük burjuva sanatçılar, dü ünce ve de er yargılarını ürünlerine de yansıtmı lardır. Sanat her zaman, sınıfsal bir nitelik ta ımı tır. Ça ımızda burjuva dünya görü ünü dile getiren sanat da sınıfsal karakteri gere i yozla mı tır.
Foto raf sanatının sınıfsal niteli ini gözardı edenler, burjuva ideolojisine denk dü en kaygılarla anla ılmaz görüntülerin elde edildi i, geçti i, iletilmek istenen herhangi bir mesajı olmayan ürünler ortaya koymaktadırlar.
Foto raf sanatının sınıfsal niteli ini gözardı edenler, burjuva ideolojisine denk dü en kaygılarla anla ılmaz görüntülerin elde edildi i, estetik kaygıların ön plana geçti i, iletilmek istenen herhangi bir mesajı olmayan 2
ürünler ortaya koymaktadırlar. "Seslendi i kitlenin bilgi ve deneyimlerine hiçbir ey katmayan, onları geldikleri gibi geri gönderen, kaba içgüdüleri gıcıklamaktan ve ham yada içi geçmi görü leri beslemekten ba ka bir tasası olmayan sanatın de eri sıfırdır." diyor Bertolt Brecht. Ne yazık ki, bugün üretilen sanat foto raflarının büyük ço unlu u bu tanımın kapsamı içinde yer almaktadır. Ayrıca, çe itli kurumların, foto raf malzemesi üreten firmaların açmı oldukları foto raf yarı malarında, konunun "nü, portre, turistik yerler, vs." olarak belirlenmesi foto raf sanatçısını dar kalıplar içine hapsetmekte, burjuvazinin istemlerine göre ürünler ortaya koymasına neden olmaktadır. Foto raf alanındaki olumsuz örneklerden yola çıkarak, ülkemizde iyi ürünler olmadı ını söylemek yanlı olur. 60'lı ve 70'li yılların sonlarında, özellikle toplumsal muhalefetin yükseldi i yıllarda geli en süreçten etkilenen sanatçılarda günceli estetik yakla ımlarla yarına ula tırabilmenin kaygısını ta ımı lardır. Dönem dönem bireyler ya da kısa süreli ya ayan gruplar tarafından güzel foto raflar üretilebilmi tir. Foto raf sanatını yozla mı burjuva be eni ve dünya görü ünden kurtarmanın yolu onu sınıfsal niteli iyle de erlendirmekten geçer. Foto rafın gücü yadsınamaz bir gerçektir. Dünya foto raf tarihinden ve ülkemizdeki foto raflardan verece imiz çarpıcı örnekler, bu gücü kanıtlamaya yeterli olacaktır. Yirminci yüzyılın ilk yarısında, Amerika'nın birçok eyaletinde zor ko ullarda çalı an çocukların foto raflarını çeken Levis Hine, TAVIR
toplumun kanayan yarasına parmak basmı , bu konu üzerine kamuoyu olu turulmasında etkin bir rol oynamı tır. Böylece 14 ya ından küçük çocukların çalı masını yasaklayan, 16 ya ından küçük çocukların da günde 8 saatten fazla çalı mamasını sa layan yasanın çıkarılmasına hizmet etmi tir. "Foto raf gerçe in kendisinden daha etkilidir" diyor Levis Hine. Demekle kalmıyor objektifini halkın sorunlarına, toplumsal çeli kilere do rultarak, ya adı ı ortamın de i mesine de katkıda bulunuyor. 1936 yılında, spanya'da Cumhuriyetçi güçler fa ist Franko kuvvetlerine kar ı ülkenin dört bir yanında sava ırken, Robert Kapa elinde foto raf makinası en ön saflarda yer alıyor. Cumhuriyetçilerin fa izme kar ı verdi i mücadeleyi belgeliyordu. 1954'de Fransız emperyalizminin Vietnam i galini belgelemek u runa ya amından oluyordu. Japon emperyalizminin Çin'e saldırısını, ikinci payla ım sava ını da belgeleyen foto rafçı, dünyayı yerinden sarsıyor "kim için, ne için sava " sorularının netle mesine yardımcı oluyordu. 1935'lerde Amerika'da, Dorothea Lange foto raflarıyla, göçmen ailelerinin içinde bulundukları kötü ko ulları açı a çıkarıyor, "göçmen ana"adlı foto rafının gazetelerde yayınlanmasıyla binlerce ki inin göçmen kamplarına yardım etmesini ko ulların iyile tirilmesini sa lıyordu. Amerikan emperyalizminin, 1983 yılında Karayipler Denizi'ndeki Granada adasının i gali sırasında basının adaya giri i yasaklanmı tı. Her ey olup bittikten sonra gazetecilerin adaya girmesine izin verilecekti. Emperyalizm Granada da insan haklarını koruma maskesi altında yapaca ı katliamları, 3
dünya kamuoyundan gizlemeyi hesaplıyordu. Ne yazık ki, evdeki hesap çar ıya uymadı. Tesadüfen adada bulunan üç foto rafçı; Claude Urraca, Fabion, Michel Parbot ABD askerlerinin e tirdi i terörü, halkın yol ortasında kur una dizilmesini belgelediler. Böylece bu foto rafçılar emperyalizmin gizlemek istedi i gerçek yüzünü günı ı ına çıkardılar.
mücadelesine katıldı ının, soykırıma ve fa ist teröre kar ı direndi inin göstergesidir. Da larda yakılan ate ler, sokaklarda varillerin türküsü, zafer i aretleri, resmi ideolojiye en iyi yanıtlardır. Zılgıt seslerini duyabilirsiniz o foto raflarda. Silahların gölgesinde ya amanın ürküntüsünü, ihanetin alçaklı ını ama yine de umudu, birle menin gücünü görebilirsiniz. Çeltek faciasıyla birlikte topra a Ülkemizde toplumsal mücadeleyi belgeleyen foto raflara baktı ımızda, bu gömülen maden i çilerinin ve ailelerinin foto rafların, resmi ideolojinin yalanlarını ya adıkları dramı, çekti i acıları, suratlarına nasıl çarptı ını görebiliriz. madenlerdeki çalı ma ko ullarının foto raflarla yüre imizde 1977 1 Mayıs katliamının foto rafları, ilkelli ini, silahlı çatı manın devrimciler arasındaki hissetmedik mi? sürtü meler sonucu ba lamadı ının, Ya Küçükarmutlu'da militan kontrgerillanın planlı bir saldırısı yakalama bahanesiyle, gecekondu oldu unun kanıtıdır. Kahramanmara 'ta, halkını sindirmeye yönelik baskınlar. Çorum'da sivil fa ist çetelerin önceden Polisi, bir ehit verme pahasına geri i aretledikleri evlere saldırıp çocukları, püskürttükten sonra, ellerinde sopalarla gebe kadınları, genç, ya lı kendilerinden yeni bir saldırıya kar ı hazır bekleyen olmayan herkesi katletmeleri foto raflarla gecekondu kadınlarını, belgeleyen belgelendi. Bu foto raflar cunta eflerinin foto raflar, yalvaranların de il, terörist, cani türü iddialarının aksine direnenlerin kazanaca ını göstermiyor devrimcilerin halkı fa ist teröre ve mu? katliamlara kar ı savundu unun kanıtı de il Bütün bu örneklerden görülece i gibi midir? foto rafın gücü apaçık ortadadır. 1 Mayıs'89 da M.Akif Dalcı fa ist Yapılması gereken, bu gücü sınıflar kur unlarla öldürüldü. Resmi mücadelesinde hak etti i yere açıklamalarda göstericilerin birbirini oturtmaktır. vurdu u söyleniyordu. Ertesi gün, Sadece stanbul'da gecekondu gazete foto rafları bir trafik polisinin sayısının 500.000'e ula tı ını, silahını do rultup, hedef gözeterek ate çocuklu unu ya ayamadan fabrikalarda, etti ini gözler önüne seriyordu. Dalcı'nın atölyelerde çalı maya ba layanları, ellerinde ta lar polis kur unlarına kar ı madenlerde en ilkel ko ullarda üretim ölümü göze alarak direndi i anda yapanları, pazar yerleri da ıldıktan çekilen foto raf, sınıf mücadelesinin sonra yere atılan sebze ve meyveleri keskinli ini sömürüsüz topluma giden toplayanları, hakkını aramak için soka a yolda her eyi gö üslemek gerekti inin dökülenleri, genel grev hazırlı ı yapan açık bir belgesidir. i çileri, YÖK zincirini kırmak için boykota Silopi, Nusaybin, Cizre foto rafları K....... 'da halkın, yurtseverlerin TAVIR
giden üniversite ö rencilerini dü ünürsek, foto raf sanatçısının objektifini nereye do rultması 4
gerekti ini daha iyi kavrayabiliriz. Böylesi bir süreçte bireysel, içe dönük, yalnız estetik kaygılarla foto raf çekenler kendilerini sorgulamalıdırlar. Salt, sanat yapma adına çekilen foto rafların, burjuvaziye hizmet edece i akıldan çıkarılmamalıdır. Foto raf sanatçısı ça ının tanı ı olmalıdır. Bu tanıklık sanatçının toplumsal çeli kileri belgelemesiyle, foto raf diliyle mücadelenin tarihini yazmasıyla mümkündür. Bir grev yerini, oradaki co kuyu, dayanı mayı gösteren bir foto raf greve çıktı ında, yalnız kalmanın endi esini ta ıyan di er i çilere moral kayna ı olabilir. Zonguldak'da 48 bin madencinin açlı a, yoksullu a, kötü çalı ma ko ullarına kar ı greve çıkmaları, halkın grevcileri desteklemesi, di er ocakları harekete geçirebilir. Foto raf; dayanı manın, örgütlenmenin gerekli ini kavratabilir. Devrimci foto raf sanatçısı, belgesel foto raf çalı malarına yönelmelidir. Toplumsal geli meyi (sosyal, kültürel, ekonomik), toplumsal mücadeleyi foto raf s a n a tın ın g ü cü y le belgelemelidir. Belgesel foto rafların yanı sıra kurgu foto rafları da toplumsal mücadeleye katılmalıdır. Negatiflerin uygun bir ekilde bütünle tirilmesiyle ya da karanlık oda tekni inden ve ı ık-gölge oyunlarından, mümkün oldu unca yararlanarak olu turulacak kurgu foto raflar, izleyiciye bir mesaj iletebilece i gibi, estetik güzelli iyle de uzun süre hafızalardan silinmeyecektir. Ele alınan soruna çözüm getirmek için bir adımdır foto raf. Söylediklerimizden foto rafın sadece içeri ine önem verilmesi gerekti i anla ılmamalıdır. Sadece içeri e önem veren yakla ım kaba saptamacılıktır, bundan kaçınmak TAVIR
gerekir. Foto rafta öz ve biçim e it a ırlıkta olmalıdır. Estetik de eri olmayan bir foto raf içeri i ne denli önemli olursa olsun kısa sürede unutulur. Sanatçı objektifine hakim olmalı, görsel elemanları de erlendirebilmen, teknik olanakları ve sanatsal yeteneklerini yapıtına aktarabilmelidir. Biçimde halkın anlayaca ı bir dil olu turulmalıdır. Belge foto rafları bir makalenin, bir romanın, bir haber yazısının aktaramadı ı gerçekli i oldu u gibi verebilir. Bu güç sanatçının dünya görü üyle do rudan ilintilidir. Foto raf bir e itim, propaganda aracı olarak da önemli bir i leve sahiptir. Bunun en güzel örne i FOSEM'in "Haksız Sava lara Hayır" adlı dia gösterisidir. Bu çalı ma binlerce emekçiye gösterilmi , haksız sava lara kar ı emekçi halkımızın tepkisini eyleme dökmesine, emperyalist sava a kar ı komitelerde örgütlenmesine yardımcı olmu tur. Küçük burjuva foto rafçıları elitist yakla ımlarını, ürünlerini, izleyiciye ula tırırken de sürdürmekte, sergi salonlarının ve sanat galerilerinin dı ına çıkmamaktadırlar. Dolayısıyla ürünlerini izleyenlerin sayısı bir kaç yüzü a amamaktadır. Oysa foto raf, emekçi halka ula tırılmalıdır. Gecekondu mahalleleri, fabrikalar, i yerleri, hastaneler, okullar, sokaklar hatta pazar yerleri do al bir sergi salonu olarak de erlendirilmelidir. Bunun yolu örgütlü sanatçı olmaktan geçer. Foto raf emekçi yı ınların daha iyi ya ama, hak arama mücadelesine, demokrasi mücadelesine, yeni bir toplum yeni bir dünya kurmak için iktidar mücadelesine katılacaksa, foto raf sanatçısı da örgütlü olmalıdır. Foto raf sanatı, karanlık odanın karanlı ından yayılan bir ı ı a dönü melidir. Sömürüsüz topluma giden yolu aydınlatmalıdır. 5
Adnan YÜCEL
R i
ATE N VE GÜNE N ÇOCUKLARI
-1 -
Ate in ve güne in topraklarında Adem'den önce de akardı o nehirler Adem'in arkasında yürüyen erler Bütün olanları çok sonradan gördüler Ate in çocukları olmazdan önce
ama 'ın çocuklarıydılar Bir alınteri pi erdi ocaklarında Bir de yüreklerinde dostluklar Gelip iki nehrin arasında durdular Her birine bir tutam saç Bir de kurban sundular Halklar denizine do ru akan I ıktan bir nehir oldular Nehirlerden biri topra ı dölleyen Di eri da ları delip yol edendi Ve ama gökyüzünde bir görkemdi ki nehrin ortak yüre inde kutsal ki nehrin ortak dilinde erdemdi Da yoktu ki çıkılsın yücesine A aç ve yaprak dilinden Yanıtlar verilsin tanrının sesine
TAVIR
6
Medya'nın ataları dü ündüler Seslerini koyup rüzgârın yelesine Tüm halklara haber verdiler
afak öncesi bir ulu törende Gönül gönüle bütünle tiler Yapma da lar diktiler yeryüzüne Adına "zigurrat" dediler ki nehrin arasındaki tüm halklar Bir a ızdan aynı sözü söylediler Ve her törende tanrıça Ninsun'u
ama 'a haberci gönderdiler Nerden bilsin ki Medya'nın ataları Yapma da lar gerçek da a benzemez Çıplak da larda ku lar sevi mez Kuytularında çiçekler gülü mez Yamaçlarında a açlar filizlenmez Nerden bilirlerdi ki Altı ulusun ortak tanrısı Yapma da ların sesine yanıt vermez Zigurrat da a benzesin diye
ama öfkelenip ı ı ını kesmesin Ninsun a layıp üzülmesin diye Görkemli çınarlar diktiler birine En büyük olan Babil'dekine Gür çamlar Ate renkli narlar diktiler Adem'in arkasında yürüyen erler Bütün bunları sonradan gördüler Ve yapma da a Babil'in asma bahçesi dediler O günden sonra Medya'nm ataları
ama 'ın sesine ses verdiler Bin kudüm Bin zil çalıp sabahlara dek Ninsun'un gözya ını dindirdiler Ve Medya'nın en bilge megine Sözlerin en kutsalını söylettiler TAVIR
7
Ah Medya ate in ve güne in sesi Altı halk nehrinin mitolojik denizi Kaç kez kuruyup yeniden ça ladın Ba ka nehirlere karı ıp, kendini aradın skit oldun Hitit oldun I uva'da özgür gezen yılkı atlarını Sava arabalarına ilk sen ko tun Babil'in asma bahçelerini Urartu'nun da kalelerini kurdun Ve Asur'da ba kaldırıp zulme syanı ate in diliyle tarihe koydun Yüzyıllar suyundan bir damladır senin Acılar destanından bir mısradır senin Sevinçlerin-a kların ve hüzünlerinle A ıtların-oyunların ve türkülerinle Sen ki büyük bir halklar denizisin Dört bin yıl sonra bile ama Hâlâ yurtsuz dilinde " em"dir senin Ah o güzellikleri yok eden dinler nsanlı ın çocukluk ça ına Zulmün kılıcını sokan cinler Tanrı adına halkları kulla tıran Ve kralları tanrıla tıran kinler Yeryüzünü sınır sınır Gökyüzünü yıldız yıldız böldüler Her kralın tanrıla ma töreninde Bölük bölük insan yediler ki nehrin arasında Ay'ı karartıp güne i söndürdüler Ve bir sabah Babil'in asma bahçesinde Tanrıça Ninsun'u karanlı a gömdüler ki nehrin arasında tüm nehirlere Ayrı ayrı bir din verdiler Ve Medya nehrine "zerdü t" dediler Bir de "avesta" adlı tabletlerde "Gatha" denilen kurallar gönderdiler Güne yerine ate i gösterdiler
TAVIR
8
ki nehrin arası Ba tan sona bir yangındır artık Nerden bilsin ki Medya'nın ataları Ninsun fırlayıp karanlıklardan Binmi dalgaların köpüklü ba ına Bir elinde gökyüzü Bir elinde deniz Çıkmı bin yıllık Yunan yolculu una Bin yılda nice tanrıçalar do urmu Gökyüzündeki yıldızlardan Asterte Denizdeki köpüklerden Afrodit olmu Fenike'den Troya'ya tüm kıyıları
ama 'ın sönmeyen ı ı ıyla yo urmu Bin yıl sonra eski Yunan'da Dalgalardan fırlayıp Thetis olmu ki nehirden ve ama 'tan uzak Bir nice tanrıya nektar sunmu Ve Ar ipel kıyılarında yükselen Olimposlarda kavu mu zigurratına Yani gerçek da ların O ula ılmaz tanrısal doruklarında ki nehrin havada birle en sesine Yerden sesler yükseldi bir gece yilik ve kötülük adına Tabletlerden okunan bir söylence Zerdü t bir hürmüz rahibiydi Mazda reformcusu bilge bir ki i Ve Medya'nın en kutsal megiydi yilikle kötülü ün sonsuz sava ında yili in ate ten sihirli sesiydi Dü ünce iyi dü ünülsün Söz iyi söylensin iyi yapılsın derdi Sonra geldi i gibi bir karanlıktan Bir ba ka karanlı a do ru giderdi Ve her gidi inden sonra Karanlık yırtılsın diye ardından Güne e do ru bir ate yükselirdi. (Sürecek) TAVIR
9
TAVIR
10
Soner KAYNAR
RLER
TE BEN GELD M te ben.geldim Bölüp geceyi can uykularından li iverdim gülü lerine, Özlemlerim, Tutkularım, Kimi zaman a lamaklı oldu um Ezgilerle geldim. Pir Sultanım Canım, can yolda ım Aynı yolun yolcusuyuz Güne in hüzünlü o luyuz. te ben geldim Gün batımlarına Yürek yangılarına inat Bir sevda var omuzlarımda Yarınlara ta ımak için Türküleri ku andım da geldim. Nazımım ustam Canım, can yolda ım Aynı yolun yolcusuyuz Güne in hüzünlü o luyuz.
TELL DUVAKLIM Sevdamızdır adı Telli duvaklım, Al utançlarına Kalem tutmaz, Dil yetmez de de il Ahdimizi kolla Mahir yüreklerde. Ki saçlarında, Haykıran bir militandır gece. Gözlerinde, Direnen bir anadır gündo umları. Tenin bu dayımsı Kıraç topraklarda yeti en Onurumuzdur sevdice im. TAVIR
11
R
Çetin BO A
KIYILARI NARÇ ÇEKL NEH RLER Gel, o acımasız gecenin alevlerinden; geç de gel ki, güne inle serinleyelim. En co kulu direni ler sarsın kentlerini, ço alsın gelece in güzel özlemi. Her eyi yeniden yaratırken, sevinçleri her insana e itleyelim. Beynimizin ve yüre imizin o en eski ate ini; hep yüksekte, öyle canlı ve hiç söndürmeden. Gel, turunçların ba kaldırdı ı alanlardan; tanrılarla didi en halklara, kurtulu u gösterelim. Portakal çiçekleriyle burun buruna sokaklarda, i çilerle çelikle mi en anlamlı enlikler için. Çukurova'yı allı pullu bir gelin gibi bezeyen, mavzerini çatıp gelmi o a rının yüre ine seslenelim. Ve dünyayı renklendiren bir ı ı ın izinde; en geni , en yaygın ufuklar edinelim. Gel; yepyeni bir afak atanda. Nasıl olsa, bu saatte bütün i çiler ayaktadır. Yeni ve kararlı birliklerin özgürlü ünce gel. Çünkü bu haklı kavga, her yanı sarıp ku atmaktadır. Hayatın en yüce de eri eme i; bilinçle, sevgiyle, dirençle damıtarak gel. Barı ve karde li in kıvılcımlarıdır tutu an, o evrensel türkülerde bulu tu umuz. Gel, kıyıları narçiçekli nehirlerden geçelim. Gel, önümüzdeki u sonsuz ı ı a yürüyelim. Dü meden, dökülmeden, durmadan; insanın en gerçek, en umutlu sevdasına. Denizlerce ço alan en güçlü devrimler için; bütün insanlı ı kucaklayacak bir birli in yolunda; yata ında kıpkızıl ı ıklarıyla, narçiçekli nehirlerin arkısını söyleyelim...
TAVIR
12
"YERYÜZÜ A KIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK" MÜCADELE, AMA NASIL? TKM-TAVIR roman, iir ve öykü kitapları çıkıyor, karikatürler dergilerde yer almaya ba lıyor, cezaevi ürünü besteler kasetlerde sesini duyuruyordu. Ancak, direni i anlatma gibi önemli bir misyonu yüklenen bu sanatçılar ne yazık ki, ço unlukla cezaevlerinde yılgınlı a dü en, en azından direni in ve mücadelenin içinde örgütlü olarak yer alamayan insanlardı. Genel olarak iki grupta toplayabilece imiz bu yazar ve sanatçılar ya devrimci mücadeleyle uzaktan yakından ilgisi olmayan "hariçten gazel okuyup" akıl hocalı ı yapmakla yetinen, silahlı mücadeleye hastalık derecesinde allerji duyan küçük burjuva aydın-entelektüellerden, ya da 12 Eylül döneminin yarattı ı ortamda, örgütlü devrimci yurtsever saflardan çıkan, "sanatçı"lı ını örgütlü ve aktif mücadeleden kaçı ın paravanası olarak Uzunca süren bu sessiz, dejenere kullanan ve bu do rultuda u veya bu hava, devrimci seslerin kendini sanat oranda yol kateden, ba ka bir deyi le alanında eksi i ile yanlı ıyla da olsa ifade birincilerle bütünle me yolunda ilerleyen etmesiyle bozulmaya ba ladı: Direni ve veya bütünle mi olan utangaç mücadele bu kez cezaevlerindeki yılgınlardan olu maktadır. Sonuçta mücadeleyle anlatılıyordu. Direni i devrimci mücadele; kimi zaman eksik ve anlatan anı, yanlı , kimi zaman do ru, kimi zaman küçük burjuva aydınlarca, kimi zaman
Yenilgi ve yarı yenilgi yılları devrimciler için çok ilginç geli melerin gözlendi i dönemler olma özelli i de ta ır. Bir tarafta teslim olmamak için dövü enler, (belki sonuçta esir dü mü lerdir) di er tarafta ise esir dü meyi bile göze alamayıp mültecili i seçerek kaçanlar ya da bu ülke içinde kendilerine "dertsiz, tasasız" bir dünya yaratanlar. 12 Eylül'den sonra Türkiye solu da i te böyle bir dönem ya adı. Bu dönemin sanat alan ınd aki geli melerinden biri ise, cuntanın halkın ve duyarlı kesimlerin bilincini teslim alma politikasındaki ba arısının do al bir sonucu olarak, geçmi in örgütlü mücadelesinde yer alan aydın sanatçı kesimin; birey özgürlü ünü ve örgütlülü ün bireyi reddetti ini ke fetmesiydi. Bunun 80'in hemen sonrasına denk dü mesi ise basit bir rastlantıydı herhalde!
TAVIR
13
devrimci sanatçılarla anlatıldı. Ve bu direni ürünleri, devrimci mücadelenin geli imiyle orantılı olarak daha geni kesimlere ula maya ba ladı. "Yeryüzü A kın Yüzü Oluncaya Dek" bu direni ürünlerinden biridir. iir, 12 Eylül öncesinde ve sonrasında, çe itli alanlardaki mücadele ve direni in olumlu ve ozan tarafından olumsuz olarak nitelenen yönlerini, iir bütünselli i içinde vermeye çalı an bir destan iirdir ve genel hava olarak olumludur. Pasifizmi, kaçkınlı ı, yılgınlı ı mahkum etmekte, direni i ve direnenleri, yılgınlara kar ı net bir ekilde olumlamakta ve savunmaktadır. "Direni , inanç, kavga, bilinç" birbirinden ayrılmaz bir ekilde içiçe girmi tir iirde. Oldukça etkileyici bir anlatımı olan iirde imge sıkıntısı çekilmemekte, hatta bu imgeler bazen oldukça vurucu gücü olan bir niteli e de bürünebilmektedir. air dü üncelerini aktarırken biçimde sı lı a dü memekte, kimi zaman soru sorarak, kimi zaman destansı anlatımlarla, tavrını net bir ekilde anlatmaktadır. Bu ise iirin sıkıcılı ını engellemekte, akıcı, yalın ve etkili anlatımıyla da iir dikkat çekmektedir.
iirin dili genel olarak olumlanabilir. iir dilinde olması gereken iki ana ölçüt; emekçi halkın anlayabilmesi ve emekçi halkın dilini y e tk in le tir me , zenginle tirmede i levli olması ve devrimci sanat diline hizmet edebilmesi, iirde vardır. Ancak bazı bölümlerde bu durum yok oluyor, bir anla ılmazlık ve mu laklık seziliyor. Bu bölümlerin, genellikle ozanın içerikte kafasının karı ık oldu u ve devrimcilere utangaç bir üslupla ele tiri getirdi i yerler oldu unu görüyoruz. Ancak demin de belirtti imiz gibi, bu bölümler azdır ve
TAVIR
iire hakim olan dil yapısı, anla ılabilir, net ve gülün dikenini gö üslemekten kaçmayan bir niteliktedir.
iir, genel olarak devrimcileri anlatmaktadır. Bu anlatımda devrim-kar ıdevrim çatı ması temel alınmı tır ve bu olumlu bir yöndür. Öze ve biçime ili kin bu özellik önemlidir. Yurtsever bir ozanın ya da proletaryadan yana saf tutan ürünler verme iddiasında olan bir ozanın bu konudaki samimiyetinin bir ölçütü de iirinin eksenidir. Bu eksene sınıf çatı ması oturtulmamı sa, yaldızlı radikal söylemler, ajitatif yönler, insanların " u kadar devrimci", "bu kadar yi it" oldu undan bahsetmek fazla anlam ta ımayacaktır. Sanat ürünlerinde temel sınıfsal çeli kinin, o ülkenin ko ullarına yansıması ön planda olmak zorundadır. A. Yücel iirinin eksenine sınıf çatı masını almı , halkın anlayabilece i bir dille, kendini de içine kattı ı, devrimcilerden yana saf tutmu , onların direncini, inancını, bilincini olumlamı ve bu kavganın sürece ini vurgulamı tır. Bu yönüyle olumlanabilen ozan, iirin içinde bu olumlulukları fazlasıyla gölgeleyebilecek yanlı lara da sıkça dü mü tür. Bunları iirin biraz daha somut de erlendirilmesiyle göstermeye çalı alım: I. Bölümde ozan, devrimci mücadeleyle tanı masını anlatır. Bu sürecin genel hatlarını kısaca çizer. Ozan, devrimci mücadeleyle "uçurumlarda d ir en en güllerin" törenlerle yakılmadı ı 12 Mart öncesinde tanı mı ve bu "deprem ça ına (12 Mart) girmi tir. leride neler oldu unu görece imiz "yaralı tutkular"la (ki bunlar ozana göre devrimci mücadele tarafından hala a ılamamı tır) ama yarınlara olan a k ile, ba lılık ve kavga ile deprem ça ında da ayaktadır 14
Bu bölümde ozan özde le tirme tekni i kullanmı tır. Devrimci mücadeleyi kendisini örnek alarak anlatmaya çalı mı tır. Bölüm, hemen her bölüm sonunda tekrarlanan; kavganın, yeryüzü a kın yüzü oluncaya dek sürece i mesajıyla bitiyor. II. Bölümde, ozan; diyalektik materyalist bir bakı ı yakaladı ı toplumlar tarihini ba arılı ve güzel bir dille anlatıyor. Bu bölümde olumlu bir yön daha kendisini gösteriyor. iirin bütününde, hem imgesel-kapalı ve hem imgesel-açık ama iirsel bir yapı olu turan dizeler burada daha anla ılır kılınarak açık dizeler öne çıkıyor. III. Bölüm direni ve direni te ölenlerin destanına somut bir giri te ba lıyor. Ancak ozanın bireysel siyasi kimli inin öne çıktı ı, "serden geçti yaralı tutkularının" açıldı ı bölüm silahlı mücadeleye kar ı çıkı a dönü üyor. Devrimciler aceleci, acemi ilan ediliyor, mücadele hedefsizmi imajı bırakılıyor: "Yoksul bir kör dö ü ü müydü bu Ceylansız bir av partisi mi yoksa" Ya da "Kıraç topraklara sulak mı denildi Ate böcekleri yıldız mı bilindi" dizeleriyle devrimciler ate böce i, onları çıkaran gençlik hareketi ise kıraç, gösteriliyor. "Bütün sesler ihanet tonunda sanki Bütün gözler ihbar ku kusunda" diyerek ozan sübjektif kaygı ve güvensizliklerinden ba ka bir ey anlatamamakta. "yürürdü, korkusuz ve yarınsız" "Hayır
dizeleriyle ozan, yılgınlık ve karamsarlı ını silahlı mücadeleye maletmi tir. Gorki'nin dedi i gibi "bütün dü ünlerde ni anlı, bütün gömmelerde ölü" olan küçük burjuvazinin yaygın bir psikolojik tepkisidir ozanınki. A. Yücel de il, davadır kötü ve suçlu olan!... Ba lardaki yarına ba lılık ve inanç kalmamı tır artık. Ama A. Yücel gene de devrimcilere söz söylememektedir: "Ne sevgi susuzu korkusuzlu adır sözümüz Ne bilinç yoksulu kahramanlı a Ey her soruda bin im ek çakı tı Her yüzde bin kelebek bakı lı do a Bu sesleni imiz yalnız sana" dizeleriyle devrimciler; korkusuz, kahraman ama sevgi susuzu ve bilinç yoksulu olarak niteleniyor. Buna ra men bütün suç do adadır. Ozan, do anın evrimini hızlandırmayı ına hayıflanmaktadır. Ama ozan bu bölümün sonuna do ru "Bir filizlik fidan de il Bir umutsuz güman de il Bir do u tur bu afak diliyle" diyerek mücadelenin sürece ini vurguluyor. "Bir ırmak olup sonsuz yürüme/bir çı olup yürüdükçe büyüme" dizeleriyle de (aynı bölümdeki) "yürürdü korkusuz ve yarınsız" dizesine kar ı çıkıyor adeta. Ozan tam bir çeli kiler yuma ına dönü üyor. IV. Bölümde ozan yine özde le tirme tekni iyle kavgaya olan ba lılı a (büyük a k) de indikten sonra, 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinin soyut bir betimlemesini yaparken, silahlı mücadeleye getirdi i ele tirileri geri çekmeden, oportünizm ve reformizmle farkını koymaya çalı ıyor. "Bildiklerindeki mavi çı lıklara" hayır diyen ozan:
Hiçbir zamanı göstermiyordu saatler" TAVIR
15
"Yitip giden pembe çocuklu umuz
Ve daha niceleri daha niceleri
Yine zamansız büyümü bir kandı"
Velhasıl hiç bir güzelli i
dizeleriyle, gençli i, bilinçsizce, çocukluk hülyalarıyla zamansız silahlanmasını gündeme getiriyor. "Ve yalnız ve zamansız" bir mücadele sonucu gidenlerin ardından, "Hayır Ege'de tütün de ildi hiç kimse Çukurova'da pamuk Konya'da bu day de ildi a layan Ucu kırık bir kalemdi yalnızca Bir de yakılan kitap Ve bıçaklanan defterdi ba ıran" denilerek, darbeyi yiyenlerin yalnızca aydınlar ve ö renciler oldu u köylüler ve i çilerle ba kurulamadı ı için onların a layıp, ba ırmadı ı anlatılıyor. Oysa devrimciler halktan bu kadar kopuk olmadı ı gibi, " kalemin ucu"nu kıran cuntanın, Ege'nin tütününe, Çukurova'nın pamu una ve Konya'nın bu dayına hiç bir ey yapmadı ı ozanın da katılmayaca ı bir anlam çıkabilir. V. Bölüm, "yanılgı içinde olan" halka ve devrimcilere sesleni tir. "Koynumuza çırılçıplak giren" 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinden ders çıkarılmalıdır. Bu bölümde reformist anlayı lara kar ı ihtilalci bir tavır belirlerken, devrimci mücadeleye de (kara çalmaya kadar) varan ele tiriler ya dırılmaya devam ediliyor. "Ama asılsız Ama iirsiz Ama kitapsızdık Önce airleri kovduk aramızdan A kımızı
bile
anlatamadık sevdi imize
Sonra bilim adamlarını kovduk
Bir türlü katmadık güzelli imize Bir at gözlü ü müydü bu Bir bakar körlük mü yoksa Ki ya amın tümünü kucaklamadan Varmak istedik o sonsuz ya ama" Ozan, iirin ba ından beri kullandı ı bir imgeyle (a ksız) devrimcileri inançsız olarak ilan etti i gibi (kitapsız) diyerek de devrimci teori eksikli i gibi pek haddine dü meyen (ve anla ılan bilmedi i konularda) ele tiriler de getiriyor. Devrimcilerin inançtan ve teoriden yoksun oldu unu söyleyen ozan, bu mücadelenin bugüne kadar sürmesini nasıl açıklayacaktır acaba? Bir de devrimcilerin kovduklarından bahsediyor A. Yücel. Me er devrimci mücadeleye katılmak isteyen ne çok aydın, e itimci, air, bilimadamı varmı da, bunları devrimciler engellemi , katılanları da kovmu ! A. Yücel devrimcileri "at gözlü ü" ile bakmakla "bakar kör"lükle suçlarken kendisini unutuyor herhalde. Devrimciler bunların bir tekini bile bırakın kovmayı, onları devrime kazandırmak için olanaklar sunup, çaba göstermedi mi? Kaldı ki, A. Yücel, iirin daha önceki bölümlerinde, küçük burjuva reformistlerle ayrı mayı onaylayan bir anlatıma girmi tir. Bu da, ozanın bir iç çeli ki olarak kendisini gösteriyor. Bizim ülkemizdeki aydınların büyük bir ço unlu unun, sırça kö klerinde silahlı mücadeleye hakaretler ya dıran, devletin silah kullanmasına ses çıkarmayan "anti-terör"istler oldu u da bilinen bir gerçektir. Bu ülkenin aydın ve sanatçıları Latin Amerika'nınkilere ne yazık ki benzememektedir. Silah ve iiri
Sonra e itimcileri TAVIR
16
yanıba ında ölen kaç sanatçı gösterebilir Adnan Yücel bize? Böyle güzellikler olup da, bizim içimize katmadı ımız var mıdır? A. Yücel, karamsar ve hayal kırıklı ına u ramı bir hava da çiziyor iirinde. "Nice yıllar geçmi ti aradan Her anı bir ba ka deprem Bir ba ka kırım içinde Dört bir yana haberler salınarak Öldü denildi i halde inanılmayarak Ve gittikçe silahla an türkülerde Da lara güne do durulmayarak Nice yıllar Her anı kutsal bir çı lık içinde" ve "U runa can verdi imiz canlar Bir türlü anlayamadılar"
Bu bölümler yılgınlık ve direni çatı malarıyla doludur. Mücadele kaçkınlı ı ve yılgınlık yadsınıyor; direni in co kusu, yüceli i, gelece i iire yediriliyor. 12 Eylül sonrasının pasifikasyonyılgınlık ortamında ozan, küçük burjuva unsurların ruh halini çok güzel bir imgelemeyle yansıtıyor; "Ylldızlar metal metal dü mü yere Her yerde sessizlik kayna ıyor Kafalar susmu omuzlar konu uyor" Devrimci mücadeleye ça ıran seslere kar ı, kaçı ve suskunluk ancak bu kadar güzel anlatılabilinirdi. Bu bölümlerde ozan yine yer yer yanılgılara dü se de genel olarak olumlu mesajlar veriyor. IX. Bölüm, 12 Eylül sonrası devrimci mücadelenin cezaevleri cephesindeki destanıdır. "Yekpare mermer dediler adlarına
"Bir eyler vardı hep yarım kalan Ve
ki her yerleri çamurla sıvanmı
dü lerle bir türlü ba da mayan"
Donmu sanki üstlerinde sesler
A. Yücel'in hangi dü lere kapıld ını bilemeyiz ama o, bu dü leri devrimci harekete maletmeye çalı arak hata yapıyor, hayalinde yarattı ı silahlı mücadeleyi ele tiriyor. Silahlı mücadelenin 71 sonrası geli en potansiyelini, halkın durumunu, devrimci hareketin da ınıklı ından yararlanan reformizmin, nasıl ve hangi sloganlarla geni anti-fa ist potansiyeli potasında eritmeye çalı tı ını anlayamamı tır. Ülkemizde silahlı mücadelenin i levini kavrayamamı tır. VI., VII., VIII., bölümlerde 12 Eylül süreci ve mücadelesi, fa izmin zulmü, katliamları, özellikle cezaevlerindeki ve i kencelerdeki direni ler ön plana çıkartılarak somutla tırılmaya çalı ılıyor. TAVIR
Türküler bir ıslıkta yarım kalmı " Mermer simgesinin, bireysel yi itli i, sa lamlı ı, sertli i, kusursuz ve korkusuzlu u ifade eden anlamı yanında, onların dondurulması, özce ifadesi olan inanca ba lılı ın bırakılarak, isimlerin h e y k e lle tir ilme s in e kalkı ılmasını ozan ele tiriyor. Ama silahlı mücadeleye kar ı çıkı larında, yani ölüm orucu ehitlerini kendi bütünlü ü içinde ele almamakla ozan da aynı eyi yapmıyor mu? "Tepeden tırna a maviydi her ey Kara-kapkara kirli bir mavi Hele damatlıklar ve gelinlikler Renklere zulüm bula tı ı bir anda Yekpare mermer dediler onlara 17
Nasıl da severlerdi oysa maviyi Gökyüzü gibi sonsuz Denizler gibi kusursuz olunca" Bu kümede Tek Tip Elbisenin (TTE) insanları tek tiple tirmede bir zulüm aracı olarak kullanılması ve alınan kar ı tavır sergilenir. Ozan, "Yekpare mermer dediler adınıza" dizesindeki mermer simgesine kar ı çıkarken, Ölüm Orucu ehitlerinin misyonuna daha uygun imge kullanmı tır.
Enginleri savunan yoktu sanki Nehirleri duyan yoktu ba ka Ta larla söyle tiniz her sabah Yarılıp sulara yol verdi kayalar Yapraklara sordunuz kendinizi A açlarla söyle tiniz Dört mevsim çiçekle yüklendi dallar Ve ıslak beton çıplaklı ında Karanfiller topladınız topraktan Her korkuda dirildi vurulanlar
"Bazen kıyılarda çı lık çı lı a Bazen
Ama onlar O sevdaları yollarda koyup
doruklarda sessiz Karanlı ın silini iydiler
kaçanlar
oysa Sessizli in tükeni iydiler Ve ya amın anlam kazandı ı her anda Do anın
Bir türlü anlayamadılar
birden bire serili iydiler"
Acılarda yoktular çünkü yanımızda Sevinçlerde yoktular
"Ey bugünden yarınları görenler
Kur un sıcaklı ını ya arken yüre iniz
Yekpare mermer dediler adınıza
Onlar buz tadında bir so uktular
Yekpare mermer
Bir o kadar da korkak.
Kavganın kuraklı ında denizle irken
Sevgiden yoksun ve dalkavuktular
A kın sularında sonsuzla ırken dediler Gecenin karnında gündüzle irken
Yekpare mermer dediler adınıza Ki koca
Ölüm Oruçlarında iirle irken dediler
bir tarihti sözleriniz Der ki imdi her
Ve kuraklı ın yetmi be inci gününde
okunu unda Dikilece iz kar ısına bu
Bir filizde bahçele irken
gecenin Da larla-ormanlarla dikilece iz
Bahçeler dolusu çiçekle irken dediler
Ve asla çekilmeyece iz Sularla birlikte yükselece iz
Ne bir saray sütunundaydınız olsa Ne de bir tanrı ba ındaydınız Günlerin do u unda
Öyle yalansız-öyle içten Bitinceye dek
Suların akı ındaydınız hep Bir kitabın
yürüyece iz Ama hiçbir zaman
co kuyla okunu unda Bir iirin kırankırana
bitmeyece iz
yazılı ındaydınız Ve açlıkta bir ekme i payla manın O ul balı mutlulu undaydınız
Belki parçalanmı bir gece yarısı Belki de çeyrek kala nazlı bir sabaha
TAVIR
18
Ey ölüm oruçlarına dalıp girenler Zamanı
mücadelesinde yerli yerine oturtulma çabasıyla sürüyor. 12 Eylül sonrası, devrimci mücadele için bitti diyenlere en iyi yanıtı yine direni vermi tir. "Bitti" teorisini üretenler, solun sa yorumcularından sosyal demokratlara, umutsuz aydınlardan burjuva fraksiyonlarına kadar hep yılgınlık ektiler. "Demokrasi"nin gelece i günlerin beklentisiyle yan gelip yatanlara yanıtı yine mücadele vermi tir. "Ey her ey bitti diyenler
rüzgara salıp gidenler Yekpare mermer
Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler
dediler adınıza Çamurlarla kaplı yekpare
Ne kırlarda direnen çiçekler
mermer
Ne kentlerde devle en öfkeler
Ölümün koynunda biter açlı ımız Sakın ha bizi çok çok övmeyin Övüp de yer altında üzmeyin te bizden önce giden dostlar Yine gülümseyen yüzlerle Denetleyen gözlerle bakıyorlar Bütün günler içilecek kıvamda imdi Bütün a klar ya anacak kıvamda
Henüz elveda demediler u anda günün tanıklı ında Güne in
Bitmedi daha sürüyor o kavga
gürültüsü diyorum adınıza O çamurlar ki
Ve sürecek
kuruyup çatlayacak Parça parça
Yeryüzü a kın yüzü oluncaya dek" Tarihsel sınırları içinde gördü ü i levler, cevap verdi i ihtiyaçlarla iire ilerici bir misyon da ta ımaktadır. Bu nedenle olumlu ve olumsuz yönlerini ayırıp, bir tarafını yadsırken, di er tarafına sahip çıkmalıyız. Ozanın, özellikle düzen sınırları dı ında bir mücadele çizgisini savunması, ülkemizde çokça görülen "aydın entellektüelizmi ve sekterizmi"ni kendisiyle çeli kiye dü me pahasına, yer yer a ması, egemen sınıflar kar ısında devrimci mücadeleyi kendince zaaflı ve eksik yönleriyle bütün olarak savunması, onun sahip çıkılması gereken ilerici yönünü olu turur. "Yeryüzü A kın Yüzü Oluncaya Dek" en genelde 12 Eylül yenilgisi ko ullarında, yılgınlı a kar ı direnmenin, kaçkınlı a kar ı kavganın, inançsızlı a kar ı inancın savunulmasıyla, direni te ehit dü enerin, eksik de olsa, y üc e li in in ve anlamının vurgulanmasıyla popülizme dü meyen düzeyli, etkileyici, anla ılabilir söylemiyle de er kazanıyor.
dökülüp üstünüzden Korkular gibi karı acak topra a Ve mermerler ki kalacak Yine denizlerle gökyüzünün arasında Yine dimdik ve ayakta Gülümseyen afaklarla parlayacak Ve gelincik yüzlü bir dünyada Çocuklar do acak aydınlı ınızda Adınıza türkülerle ba layacak" Bir alt kümede ele tirinin yönü, aydınların yalan sanatına çevriliyor. Sınıf mücadelesinde anıtla anların öne çıktı ı ko ullarda içinde "aydınlarımız" dü lerde mendil açılan mermersiz ve elsiz heykeller yapmakla u ra ıyorlar. Mermersiz, çünkü inanç ve kararlılık yok; elsiz çünkü mücadelede ve toplumda i levsiz. iir, direni e kayıtsız kalanların ele tirisi, ölüm orucu direni çilerinin sınıf
TAVIR
19
ÖYKÜ
HÜCRELER AYDINLANDI...
Ahmet GÜN Betonun üzerinden kıvrılmı , iliklerine dek i leyen so u a ve vücudunu saran morlukların acısına kar ın uyuma sava ı veriyordu. Böylesi anlarda ne kadar uykusuz olsada uyuyabilmek, adeta vücudun beyne kar ı verdi i bir meydan muharebesini andırırdı. Sinop'ta uzun yıllar süren hücre ya antısını hatırladı. Her dakika, her saat so u a, karanlı a, yalnızlı a/zaman zaman ellerinde kalaslarla kendisini ziyaret eden gardiyanlara kar ı, tek ba ına direnmi ti. Sabreden kazanırdı. Sonunda direnciyle; dü manı, so u u ve karanlı ı dize getirmi , nerdeyse fareler bile ona pek ili mez olmu tu. "Sinop'a" nasıl girmi se öyle çıkmı tı: Ba ı dik ve onurlu... O kazanmı tı. imdi ba ka bir cezaevindeydi. "Sinop günleri tekrarlanıyor" diye dü ündü. Sinop kadar rutubetli de ildi bu bodrum katı.... Ne varki, gardiyanlar Sinop'u aratmayacak kadar gözü dönmü ve saldıngandı. On yıldan fazla bir süredir cezaevlerinde "gün yüzü görmü lü ü yok" misali yatıyordu. Sabrının, yıllarca sınanan direni çili ini, duymayan bilmeyen kalmamı tı. Dosyasını her gitti i yerde kırmızı kalemle konulmu i aretler süslerdi. Bu i aretler onun yenilmezli ini anlatıyor, yıllardır nasıl baskı ve i kence yapıldı ını belgeliyordu. Buz gibi karanlık hücreleri boylamasına ili kin emirler, bol ı ıldaktı avizelerin süsledi i lojmanlarda miskince pinekleyen bürokratlardan gelirdi. Ne geri adım attırabildiler ona, ne de u ra maktan, i kence yapmaktan vazgeçtiler. Acılarla geçen yıllar, o güleç yüzüne sis perdesi indirmemi ti. Falaka altında i kencecinin suratına tükürürken, onca acı içinde bile gülmeyi bilir, bu güleç yüz i kencecileri çılgına çevirirdi. Her yeni gitti i yerde oldu u gibi, burada da, "ba aramayacaksınız!" diye haykırmı tı. "Sen eleba ısın, savcı bey öyle diyor" dedi, mazgala yakla an gardiyan... TAVIR
20
"Hesabını görece iz, dara acını özletece iz sana... Beni asın, bunların elinden kurtarın diye Meclis'e dilekçe yazacaksın, Savcı beyin dizlerine kapanacaksın...." Kıvrıldı ı yerden do ruldu. Mazgalın yanına do ru ilerleyip kendisine laf atan gardiyana yakla tı. Yüzüne ı ık vuruyordu imdi. Yüzü gözü i mi , suratı tanınmayacak durumdaydı. Ama yine gülüyordu i te... Gözlerinin içindeki parıltıyı kimse söküp atamazdı. O, mazgala yakla ınca, üst perdeden atıp tutan gardiyan iki adım geri çekildi. Aslında onca dayaktan sonra aya a kalkabilece ini tahmin edememi ti. Gardiyan yan döndü, yüzünü göstermek istemiyordu. O, "tanıdım seni" dedi, "gel kaçma, senin o çok güvendi in-savcılarına yalvarma fırsatı bile vermeyece iz" balyoz gibiydi sesi. Koridorda yankılanan sesi, di er hücrelerdeki arkada larına her zaman güven verirdi. O susmadıysa i ler yolundadır, hiç susmayaca ına göre i ler her zaman yolunda olacaktır... Tutsakların tehdit dolu sesleri tecrit hücrelerinin sıralandı ı koridoru çınlatırken cezaevinin hemen yanındaki lojmanda bir kadın çekine çekine kocasına yakla ıp omuzlarını ovmaya ba ladı.Kocasının patlamaya hazır bir volkan gibi oldu unu hissetmi ti. Yıllardır böyle görmemi ti onu. Telefonun ba ına oturuyor, bekliyor, bekliyordu. Bir öfkeye bo uluyor, bir donukla ıyordu. Kadın, çocukları babalarını bu durumda görmesinler diye erkenden yatırmı tı. Savcı ise karısının davranı larıyla ilgilenmiyor, gitgide aleyhine dönen olayları yeniden de erlendirmeye çalı ıyordu. Kimdi bu nsanlar? Yıllardır/"kendilerini kaybetmi " insanları yönetmeye alı mı , hepsini kolaylıkla "adam etmeyi" ba armı tı. Takdirnameler almı tı bakanlıktan, ba arılarından kaynaklanan iyi bir prestiji vardı. Otoriter olarak tanınırdı. Hangi cezaevine gitmi se orayı süt liman etmi ti. Ama imdi durum farklı görünüyordu. Sabah hücredekilerin durumunu sormu , gardiyanlar sırıtkan bir yüz ifadesiyle hücrelerde savcı hakkında söylenenleri aktırmı tı. Savcı mesajı almı tı, ama personelin kar ısında küçük dü mek istemedi. Önce hı ımla bir a a ı, bir yukarı gidip gelmi , "arada bir ziyaret edin onu" demi ve eklemi ti; "tuz ve ekerlerini kesin. Bakalım bunca sopanın üzerine ne kadar dayanabilecekler". Okkalı bir küfür savurduktan sonra da personelin yanından uzakla mı tı. Kadın, kocasının bu buza kesmi korkulu yüz ifadesini yıllar önce bir kez daha görmü oldu unu hatırladı. Daha gençtiler ve kocası bir ta ra cezaevinin savcısıydı. Cinayet suçundan hükümlü bir mahkumun fazlaca sorun çıkarması üzerine hücreye atılmasını emretmi ve epeyce hırpalatmı tı. Genç adam nuh demi peygamber dememi ti, kar ısında e ilmemi ti. Savcı adamın inadını kırmayı, ki ili ini yok etmeyi bir kez kafasına koydu u için daha de i ik yöntemler denemeye ba lamı tı. Bir gün zaten kuru ekmekten ba ka yiyecek TAVIR
21
verdirmedi i mahkumun suyunun da kesilmesini emretmi ve ne olmu sa ondan sonra olmu tu.Savcı "görece iz serseri!" diyordu, "delikanlılı ının sınırı nereye kadar?"Ne varki genç adamın delikanlılı ının sınırı ölüme kadar uzanıyordu. Bir sabah buz gibi katıla mı cesedini buldular hücresinde. Tabii ki, olay hemen örtbas edildi. Fakat ölen mahkumun cenazesini almaya gelen karde i, bir fırsatını bulunca tabancasını çekti i gibi savcıyı kur un ya muruna tutmu tu. Savcıyı hemen hastaneye yeti tirmi ler ölümden zor döndürmü lerdi. Taburcu olduktan sonra da korku pe ini bırakmamı tı. Kendisini yaralayan genç yakalanıncaya kadar adeta canlı bir cenaze gibi, ku kulu bakı larla dolanıp durmu tu ortalıkta. "Ne felaketti" dedi kadın."Allah bize öyle günler göstermesin. Cezaevinde i lerin yolunda gitmedi ini, kocasının mahkumlar kar ısında yenildi ini anlamakta zorluk çekmiyordu. imdi durum daha da vahimdi. Çünkü bu kez kötü muameleye u rayan bir mahkumun akrabaları çıkmayacaktı kar ısına. Hücredekilerin hepsi "terörist" ti, dı arıda arkada ları, örgütleri vardı, üstelik 12 Eylül de köklerini kazıyamamı tı.
Kadın,
kocasının
yaptıklarımı
yanıma
bırakmazlar"
diye
dü ündü ünü anlıyordu. Ne bir soru soruyor, ne de bir ey söylüyordu. Sadece onu yatı tırmaya çalı ıyordu. Savcı ikidebir telefon ediyordu cezaevine. Birbirinden tutarsız emirler veriyor, personeli oradan oraya ko turuyordu. Gardiyanlar kâh a a ı inip hücrelerinden çıkardıkları tutsakları dövüyor, kâh tutsakların üzerine so uk su döküp "yalayın, susuzlu unuz geçer"diye histerik çı lıklar atıyorlardı. Her defasında da sloganlar bir tokat gibi patlıyordu suratlarında, serseme dönüyordu hepsi. Yaralılar, aya a kalkamayacak durumda olanlar vardı... Ama hastaneye götürülmedikleri gibi pe pe e atılan dayaklar yaralarının iyile mesine, kabuk ba lamasına fırsat vermiyordu. Duvarlarda koyu kırmızı, kahverengiye çalan lekeler olu mu tu. Bu lekeler direni mesajı olacak ve duvarlardaki kanlı mesajı alanlar teslim olmayı aklına dahi getirmeyeceklerdi. Duvarlara i lenen bu kırmızı i aretler, çekilen acıların belgesi olacaktı. Günün yorgunlu uyla sessizli e gömülen hücrelerde, uzaklardan gelen kapı gürültüleri ve görevli gardiyanın so ukta ü ümemek için bir ileri bir geri yürümesinden çıkan ritmik ayak sesleri dı ında çıt çıkmıyordu. Hücrelerde zaferle biten günün yorgunlu unu alt eden düzenli ve huzurlu soluk alı lar duyuluyordu. Eri ilmez gibi görünen her eyi, rüyalarda da olsa ko ar adım yakalamak olana ı do mu tu. Pis ve yarı ıslak bir yatakta yattı ı halde güzel bir rüya görmeye ba ladı. Mazgalı sessizce açıp, içeriyi süzen gardiyan, onun dinginlik içinde gülümseyi ini a kınlıkla izlerken, "bunca eye ra men hala nasıl böyle uyuyabiliyorlar" dedi, TAVIR
22
içinden. Direni ba ladı ından beri huzur içinde uyuyamayan gardiyanın mazgalı kapatırken çıkardı ı metalik ses bile rüyayı bölemedi. Rüyasında on yıl öncesindeydi, sanki.... Gençti. Saçları neredeyse alnını kapatıyordu. Yirmi ya ın dinamizmiyle fırladı yata ından, önemli i i oldu u günler daha saatin zili çalmadan uyanırdı. Sigara içmek için alelacele bir eyler atı tırdı, evdekileri uyandırmadan sessizce çıktı kapıdan, yarı aydınlık sokaklara dalıp hızla gözden kayboldu. Yollar, ak am ya an ya murun izlerini ta ıyordu. Kaldırımlarda yer yer su birikintileri olu mu tu. Paçalarına çamur sıçramasın diye kaldırıma çıktı. Esen rüzgar sarıya çalan kumral saçlarını da ıtıyordu. Ne kadar da severdi sonbahar aylarında sabah rüzgarlarını. Öylesine serin serin eser, sıkıntılarını önüne katıp götürür, rahatlatırdı içini. Bekledi i araba tam saatinde yana tı kaldırıma. Arkada larının i aretinden i lerin yolunda gitti ini anladı. Koltu un kenarına yerle mesiyle arabanın kalkması bir oldu. Camı yarıya kadar araladı. "Hazır dursun" dedi kendi kendine... Ön koltu un üzerinde duran çantayı aldı, fermuarını açtı... Uygun bir yerde durdular. Bekleyeceklerdi. Apartmanın giri i rahatça görülebiliyordu. Az sonra makam oförü arabayla gelecek, zili çalacaktı. Nitekim her ey bekledikleri gibi oldu. oför çok disiplinliydi do rusu, dakika sektirmemi ti... Makam otomobili hareket etti. Arada bir mesafe bırakarak pe ine dü tüler. Arayı fazla açmaması için arkada ını uyardı. Makam otomobili ana caddeye çıkmı tı, yakın takipteydiler, nerdeyse tampon tampona. Sapakta yol tıkandı. Kırmızı ı ı a rastlamı lardı. Öndeki araç durdu. Aracı sollayıp tam yanına yana tılar. Öndeki arabalar hareket edene kadar bekledi. Camdan uzandı... Cam kırıkları saçıldı etrafa... Lastiklerden hafif bir çı lık koptu. Sabah uyandı ında saatin kaç oldu unu anlayamadı. Operasyon sırasında saati kaybolmu tu. Kolu uyu mu tu. Aya a kalktı. A rılarını unutmaya çalı arak a ır a ır egzersiz yapmaya koyuldu. Gündüz nöbetini devralan gardiyanın açtı ı radyoda Karadeniz türküleri duyuluyordu. Hay gözünü seveyim senin radyo gibi... Egzersizi horon figürlerine benzemeye ba lamı tı. Pek beceremedi ama... Türküler bitti. Saat 9.00'u vuruyordu. Kula ını mazgala yana tırdı. Haberler ba lamı tı. lk haberde dikkat kesildi. Spiker tane tane okudukça, duyduklarına inanamıyordu. Halâ rüyada oldu unu sandı. Yan hücrelerden gelen sevinç dolu haykırı larla kendine gelebildi. Gardiyan radyoyu kapatarak, ko ar adım nöbet yerini terkediyordu. Gardiyanın arkasından ba ırdı; "Savcı beye selam söyle, ula ılmaz insan yoktur. Kendine dikkat etsin!" Hücrelerdeki tutsaklar sevinç sa ana ına tutulmu lardı. Tek ba larına de illermi , sanki elele tutu mu lar gibi halaya durmu lardı. Kimsenin yarasına, acısına aldırdı ı yoktu... TAVIR
23
MÜZ K
NASIL B R ÇOKSESL L K Grup YORUM Daha önceki yazılarımızda çokseslilik konusuna kısaca de inmi tik. Fakat Ça da Halk Müzi ine ili kin genel bir bakı açısı sunmaya çalı tı ımızdan, çokseslilik konusuna ba lı ba ına yer ayıramadık. Yıllardan beri tartı ılan, hatta tartı ma sürecini tamamlayıp, herkesin dü ünsel planda benimsedi i, fakat uygulamada bazı do ruların gözden kaçırılıp yanlı lara dü üldü ü bu konuyu, do ru perspektifi kavrayabilmek için açmak gerekiyor. lkel ya antının müzi i basit bir dille anlatılabiliniyordu. Fakat toplumsal i bölümünün giderek karma ık bir hal almasıyla, müzik ihtiyacı sınıf çeli kilerine ba lı, karma ık bir müzik diliyle ifade ediliyor. Bir dü ünceyi ya da belli bir olayı anlatmak amacıyla, ölçülü ve uyumlu seslerin, belli bir dünya görü ü ve sanat anlayı ı içerisinde, ritimli veya ritimsiz, estetik olarak sunulması eklinde tanımlayabiliriz müzi i. Hangi müzi i ele alırsak alalım, müzi i olu turan iki temel öge vardır: 1. Ses (melodi-ezgi-name) 2. Ritm (tempo-tartı-vuru ) Bu iki elemanın zenginle mesini sa layan ey ise, çoksesliliktir (armoni). TAVIR
Bu da üçüncü unsurdur. Çokseslilik, en genel anlamıyla iki ya da daha fazla sesin, ezginin, aynı anda uyumlu bir ekilde çalınması ve söylenmesidir. Teknik olarak da öyle ifade edilebilir: Uyumlu sesler dizisi veya akorların birbirine ba lanma bilgisi... Çokseslilik, bir müzik cümlesinde ifade edilen temayı geli mi orkestra ve ses zenginli iyle sunarak, daha geni bir anlatım olana ı sa lar. Tek seslili e göre karma ık ama zengin bir anlatımdır. Çokseslilik bir zenginle me aracı olmasına ra men bizim müzi imiz çoksesli olabilmi mi acaba? ÜLKEM ZDE ÇOKSESL MÜZ N BEN MSENMES VE HALK MÜZ Müzi imizi çoksesli bir biçimle sunma çabaları, çok yapay bir geçi le benimsetilmeye çalı ıldı. Osmanlı döneminde Avrupa'dan çoksesli müzik toplulukları getirildiyse de, müzikleri de çalgıları da benimsenmedi. Çoksesli müzik saray açısından Avrupa'daki bandolar aracılı ıyla tepeden inme bir biçimde yerle tirilmeye ba landı. 24
Osmanlı döneminde saray kültürü koku mu lu un çaresini ithal kültürde bulmaya çalı tı. Bu uygulama ve bakı açıları cumhuriyet döneminde de sürdü. Asıl geli tirilmesi gerekenin saray müzi i ya da ithal müzik de il de, halkın yüzyıllardan beri demokratik de erleriyle biçimlendirdi i halk müzi i olması gerekti i görülmedi. "Türkçülük"le tanınan Ziya Gökalp bile, sorunu o günkü aydınlara göre çok daha iyi koyabilmi tir. Ziya Gökalp öyle diyor: "Geleneksel sanat müzi i Bizans'tan alınan Do u müzi idir. Yeni Türk Müzi inin yaratılması için, halk ezgilerinin derlenip çoksesli teknikle i lenmesi gerekir".
Yeni geli en burjuvazi feodal kültürü sahiplenemedi, giderek emperyalizme ba ımlı hale gelmesi çeli kilerinin çözümünü dı arıda aramasına yol açtı.
Yeni geli en burjuvazi feodal kültürü sahiplenemedi, giderek emperyalizme ba ımlı hale gelmesi çeli kilerinin çözümünü dı arıda aramasına yol açtı. Yani, yanıba ında duran binlerce yıllık kültür mirasmı geli tirmek, ulusal bir potada eriterek evrensele ula tırmak onun i i de ildi. O dönemde Türk Müzi i yasaklandı, ba lamalar fırınlarda yakıldı. Halk müzi i konusundaki altyapı çalı maları "denemecilikten" öteye götürülemedi. Müzikte geli me adına, yeni müzisyenler yurtdı ına yollandı.
HALK MÜZ NE DARBE Halk müzi ine darbe vuran resmi ideoloji, geli meye açık türküleri tozlu raflarda bırakmı , içeri i bo altarak gericile tirmeye özen göstermi tir. Halk müzi inin co kulu, isyancı, düzene ba kaldıran yönleri hep törpülenmi tir. Sözlerin yanısıra müzikler de deformasyona u ramı tır. Bir dönem, halk müzi i radyoda sanat müzi i sazlarıyla çalınmı , orada kullanılan "koma" sesler (ara sesler) ve süslemeler kulaklara alı tırılmı , olumsuzluklar halk müzi inin genel tavrıymı gibi yer etmi tir.Yakın zamandaki arabesk ve benzeri ö eler de, halk müzi ini di er yoz müziklerle aynıla tırmı tır. "Otantik" söylemek kaygısı da halk müzi ini statikle tiren di er bir olaydır. Otantik söylemek bir solist açısından asla mümkün de ildir. Otantik söyleme biçimine yakla mak için ancak derleme yaptı ınız kaynak insanı getirip söyletmek gerekir. Bu ekilde türküler, "bozulmamak" adına tek tip bir yorumlama biçimiyle söylendi i ve çalındı ı için geli tirilememi tir. Çe itli müzik kurumlarının "memurları" (örne in, TRT, Konservatuar vb.) zamanla halk müzi inin içini de bo altıp, resmi (egemen) ideolojinin istedi i müzi i yaparak burjuvaziye hizmet ettiler yıllarca. Halk müzi inin olumlu yönleri bu insanlar tarafından da sahiplenileme-di i gibi, yozla tırıldı da... Ba ka bir deyi le, müzi imizde çokseslili e gitmesi gereken süreç yerine, kopu ya andı. Çokseslili i yaratamamanın gerekçesi de çokseslili i yapmayanlar tarafından "Halk müzi inde çokseslilik yoktur" kılıfıyla savunuldu.
TAVIR 25
HALK MÜZ NDE ÇOK SESL L K Halk müzi inde elbetteki sistemle mi bir armoni tekni i yoktur. Do u toplumlarına has makamsal arayı , armonik arayı a göre daha a ır basmı tır. Halk müzi inde ilkel ama kendili inden geli en armonik olaylar öyle sıralanabilir: 1. Halk müzi indeki tezeneli çalgılarda (ba lama, cura, tar, vb.) aynı anda vurularak elde edilen çokseslilik (örne in ba lama düzeninde) 2. Yaylı çalgılarda yayı, aynı anda birden fazla tele sürterek çalma tekni i (örne in kemençe) 3. Tezeneli, yaylı ve nefesli çalgılarda dem tutma (örne in Trakya zurnası, ba lama açı ları vb..) 4. Çifte ve tulumdaki çift yapının kazandırdı ı iki seslilik. 5. Tek çalgı olmasına kar ın, kavalla yapılan ve halkın "kavalı horlatıyor" diye adlandırdı ı iki ve üç sesli çalma ustalık ve tekni i. 6. Uzun ve kırık havaların bazılarının söyleni lerinde sözlü bölüm söylenirken, sazların aynı "ayaktan" ba ka bir ezgi çalmaları. 7. Ege ve Seymen türkülerindeki "kanon" söyleyi biçimleri. Bazı türküler orijinal çokseslidir. Örnekler:
haliyle
1. Tunceli'nin Pertek ilçesinden derlenen "Vardım Dostun Bahçesine". 2. Kavalla çalınan "Allı Durna Halayı" 3. Ege'den "Bir Kız le Bir Gelin" (Semah) Örnekler ço altılabilir... TAVIR
Bu örnekler, halk müzi inde günümüze göre yetersiz de olsa, çokseslilik yapısının oldu unu gösteriyor.
ÇA DA HALK MÜZ N N GEL M Ba tan beri aktarmaya çalı tı ımız tıkanık sürecin önünü açmak gerekiyordu. Bırakalım türküleri çokseslendirmeyi, türküleri dinleyen kesim giderek azalıyordu. Türkülerin tortula mı , geri bir söyleyi ve çalı biçimiyle söylenmesiyle, geli en insanın duygularının yakalanması da mümkün de ildi. Bu noktada Ruhi Su'nun çalı maları gündeme geldi. Ruhi Su otanti inin içerisinden ça da a, evrensele uzanan yolda, halk müzi inin içindeki canlı, dinamik yönleri ortaya çıkardı. Ruhi Su türküleri ça da bir yorumla, olumsuz etkilerden arındırarak söylüyordu. Oturttu u bu do ru söyleyi halk müzi i açısından bir dönüm noktası oldu; yeni üslubu, bu türkülerin çoksesli olarak söylenmesi veya çalınması olana ını sa lıyordu. Halk müzi ini hareket noktası olarak kabul eden insanlara geni bir bakı açısı sunuyordu bu çalı malar. Bazı sanatçılar ise çokseslilik sorununu akademik düzeylerde kavradılar. Örne in "Türk Be leri" adıyla anılan müzikçiler, tamamıyla Batı temelinde dü ünüp hareket ettikleri için kitleler tarafından benimsenemediler. Onlar için geli me sadece biçim düzeyinde ifade ediliyordu. Ruhi Su, "Türk Be leri"ne göre çok farklı bir 26
rotadaydı. O, biçimi gelenekselin içine sıkı tırmadı. Biçim yönüyle onu gelenekselin içinden çekip çıkardı. Tek sesli anlatım tarzının, bugünün gerçekli ini yansıtan sanatın gücünü ifade etmede yetmeyece ini gördü. Çokseslilik yolunda yerel ve otanti i devrimci de erlerle evrensele ula tırdı.
ÇOKSESL L K NEDEN GEREKL D R? NEREYE KADAR-NASIL B R ÇOKSESL L K? Çokseslilik, halkımıza mücadeleye özgü çok zengin ve karma ık ya amı ifade etmenin en uygun biçimidir. Tek seslilik tüm bunları anlatmada yetersiz kalmaktadır. Burada yapılması gereken, ba ta da belirtti imiz gibi, halk müzi i içinde kendili inden bir biçimde yer alan yöresel armonik olayları geli tirebilmektir. Fakat bu armoni eklini, kendi enstrümanlarımızla yorumlamaya, hatta enstrümanlarda teknik olarak zenginlik katabilme özelliklerini de zorlamaya çalı malıyız. Ba lama, kaval, kemane, kemençe, cura, tulum, zurna, mey, tar, davul ve daha bir çok enstrümanın bugüne kadar çalım açısından klasikle mi bir çok de erini geli tirip kullanmalıyız. Kendi motif ve formlarımızı korumalı ve geli tirmeliyiz. Konuları ne kadar serbest tarzda ele alsak da bunların, öncelikle kendi formlarımızla anlatılmasına, bizim aletlerimize öncelik verilmesine olanak tanımalıyız. Enstrümanlarımızın teknik yapısını TAVIR
geli tirmeyi de denemeliyiz. Yani aletlerin, tınılarını bozmadan, daha verimli enstrümanlar yapmalı, anlatım gücünü ve çalım kolaylı ını geli tirmeliyiz. Gerekti inde Batı çalgılarını da tamamlayıcı bir öge olarak orkestrasyonda kullanabilmeliyiz. Bu konuda yakla ımımız gereksiz yere Batı enstrümanlarını ne öne çıkarmak, ne de ba nazlı a dü erek kullanmamak olmamalıdır. E er sözlü müzik yapıyorsak, iirleri, bulacak oldu umuz yeni müzik motiflerinin üzerine ta ırken, yaptı ımız müzikle kendi zenginliklerimizi ne ölçüde ortaya çıkarabildi imiz ve sonuçta nasıl bir harmanlamaya gitti imiz noktasında sorgulayıcı olmalıyız. Yabancıla ma ya anıyorsa, ürünlerimizi tekrar ba tan ele almalıyız. Ya adı ımız süreci yeterli düzeyde aktarabilecek, yetkin, sanat de eri olan iirler ya da anlatımlar yaratmalıyız. Ezgileri armonilerken geleneksel müzi imizin olumsuz özelliklerinden sıyrılabilmeliyiz (koma, gırtlak yapma, yöre tavrını belirleyici kılma vb). Ezgileri arı ve sıcak bir söyleyi le geni kitlelere ula tırabilmemiz. Var olan türkü formlarını daha da geli tirerek, uzun süreli özgün müzikal çalı malar yaratabilmeliyiz. Çalı malarımızı kitlelere götürece imizden "kitle be enmezse be enmesin, ben diledi imi üretirim" diyemeyiz. Bu anlayı "elitizme" hizmet eder. Temelinde kitleleri küçümseme ve kendi çalı malarını abartma duygusu 27
yatmaktadır. Kitlenin pe inden giderek bir ba ka hataya, popülizme dü ebiliriz. Popülizmin kitleleri geli tirmek, onlara bir eyler vermek kaygısı yoktur. Kitle be enisinin esiri olmu lardır. Bugün halâ tek ba lama ile yola çıkan bir çok insanın dü tü ü hata budur. (Hâlâ "deyi lerde" ısrar etme, halkın inanı ını sömürme anlayı ı da bunun içindedir) Bu iki türden çalı malar da çokseslili in geli mesine hizmet edemez.
Çokseslilik konusunu teknik, içerik ve üslup
açısından,
ulusal
müzi in
biçimlendirilmesi çabalarıyla, diyalektik bir bütünlük içerisinde kavramak ve yeni müzi i (Ça da Halk Müzi i) olu turmak olarak görmeliyiz. Ça da
unu
Fakat Halk
Müzi i
belirtelim tek
ki,
ba ına
çokseslilikle ifade edilemez. Geleneksel Halk Müzi i ne kadar orkestra düzeniyle sunulsa da, ne kadar geni ve sa lıklı derlemeler yapılsa da, akademik yanı çok geli mi boyutta da olsa, güncel olanı
Her eyden önce halkımıza seslenmeliyiz. Onlarla ba larımızı geli tirmeliyiz. Bunun yolu, onlardan kopmadan, üretimlerimizle sadece bir adım önde olmaktır. Çokseslendirme anlayı ımız bu olmalıdır.
kendine
TAVIR
edinemiyorsa,
süreci
yakalayamıyor, hayatın dı ında kalıyor demektir. Ça da Halk Müzi i do ru bir dünya görü üyle
ifade
dinamiklerini bakı la
edilmelidir.
yanlı
irdeleyen
ve
Ya amın
yetersiz
ve
bir
gerçeklikler
kar ısında edilgen kalan müzik anlatımı Ça da Halk Müzi i olamaz. Bu
anlamda
bazı
sanatçılarımız,
bütünüyle do ru bir perspektifle ürünler veremedilerse eden
Her eyden önce halkımıza seslenmeliyiz. Onlarla ba larımızı geli tirmeliyiz. Bunun yolu, onlardan kopmadan, üretimlerimizle sadece bir adım önde olmaktır. Çokseslendirme anlayı ımız bu olmalıdır. nsanlarda bir be eni düzeyi yaratmak ba ka türlü mümkün de ildir. Aksi durum (yani kitleleri dikkate almama) onları geli tirmedi i gibi, zamanla gerçekliklerini de yadsıma noktasına götürecektir bizi.
konu
belli
de,
çokseslili e
çalı malar
hizmet
yapmı lardır:
Yavuz Top'un biçim yönüyle geli tirdi i çoksesli türkü denemeleri, Adil Arslan'ın "Do u Batı Divanı" adlı çalı ması, Fuat Saka'nın Livaneli'nin "E kiya")
özgün ilk bu
denemeleri, çalı maları
Zülfü
(Özellikle
örneklemeler
içine
alınabilir. Yeni müzi in yaratılması konusunda çalı malarımızın, belli bir yol kattetti ini, sanatçılara
deneysel
bir
birikim
sa ladı ını dü ünüyoruz.
28
KAPKARA B R K TAP Tuncay AKAR
Bugünlerde "Kara Kitap" adlı bir kurugürültü dola ıyor ortalıkta. Kara Kitap Orhan Pamuk'un son, romanı 9 ayda 7 basım yaptı, 20 binin üzerinde sattı. Bu roman için edebiyat dergilerinde, gazete sayfalarında kıyasıya bir tartı ma yürütülüyor: Edebiyatın doru una (Nokta, Doruktakiler 90) oturtulan Orhan Pamuk'ta zaman zaman katılıyor bu tartı malara. Etrafında bu kadar gürültü koparılan romanın emekçi yı ınlar açısından hiç bir de eri yok. Yazar, proletaryanın davasının yabancısıdır. Hiç bir gün devrimcilerin dostu olmamı tır, Köhnemi düzenden yanadır, onun parçasıdır. Orhan Pamuk aklına ne gelmi se onu yazmı . "Birbirine aykırı olan parçacıkları açık olmayan ba larla birbirine ba layarak yalın kat gerçekli e kar ı çıkmı , gramer kurallarını hiçe sayarak dille oynamı , dili yırtmı " (1) Bu, yeni denenen bir biçim de il, Burjuvazinin sanatı anlamsızla tırmak, toplumsal hayata ve mücadeleye yabancıla tırmak için deneye geldi i eski bir biçim. Yazar, toplumsal ve siyasal mücadeleye çamur atmasa, o eski anlamsız oldu u bilinen savları yeni cilasıyla ortaya sürmese, bu yazıyı yazma gere i duymayacaktım. Her eyi izleyen bir "göz" her eyi gizli gizli düzenleyen bir "el", "askeri darbenin" sis perdesinin sürdü ü yıllarda asıl olanla taklit olan arasında ki belirsizli i ke fediyor. 4 yıl u ra arak "Türkçe yanlı ları rekoru"(2) kırdı ı Kara TAVIR
Kitap'ı yazıyor, Romanın anahtar ki isi kendisini terk eden karısını aramaktadır. Bu öykü birbirinden çok farklı öykülerle iç içe geçmi tir. Yazar romanında bir gazetecinin ya amı ve kö e yazılarıyla, toplumsal ve siyasal olaylara, geli melere ili kin dü üncelerini açıklıyor. Ama çekilmez bir da ınıklık ve anla ılmaz bir ku kuyla evini terk eden kadının ve a abeyi, Milliyet Gazetesi kö e yazarının öldürülmesiyle ana öykü noktalanıyor. "Yaz sonu bir askeri darbe" (s. 416) olur. "Politika denen çirkefin çamuruna batmamı ihtiyatlı yurtseverlerden kurulu yeni hükümet geçmi te kalmı siyasal cinayetlerin suçlularını tek tek bulaca ını (s.416)" açıklar. Belki de "sıradan okurlar bunun görünen anlamının tuhaflı ını dü ünürken, harflerin esrarından haberli olanlar bu cümlenin bekledikleri tebli oldu unu hemen anlayacaklar ve ellerindeki ifrelerle kendilerini yeni yepyeni bir hayata ve yolculu a çıkaracak serüvene atılacaklar (s.296)" "... Ellerinde ceza fi leri oradan oraya ko an belediye memurlarının bakı ları arasında eskiden Bo aziçi denen bu bo lu un çamurunda kurulmaya ba layacak yeni mahallelerden söz ediyorum: Gecekondulardan, sala , bar, pavyon ve e lence yerlerinden, atlı karıncalı lunaparklardan, kumarhanelerden, camilerden, dervi tekkeleri ve Marksist fraksiyon yuvalarından ve kapkaççı Plastik atölyeleriyle, naylon çorap imalathanelerinden... "(s.21) 29
Ne kadar zorlama bir umut(4). Yazarın bilinci çaresiz bir hastalı a yakalanmı . Ruhsal sıkıntılarını, umutsuzlu unu anlatıyor. Elbette "inanılmaz ustalıkla birbirinin üzerine konmu görüntülerden olu an tarifsiz güzellikte bir stanbul çizerken", "gerçekten tanımlanması güç (3)" tatlar da alıyordu Ali Sirmen gibi. Orhan Pamuk emekçi yı ınların kapitalizmin boyunduru undan kurtulmalarının hayal oldu unu dü ünüyor. Burjuva mülkiyetine dayalı toplumsal sisteme kar ı yürütülen mücadeleyi küçümsüyor. Bütün bu edebi hafiflik, bu esrarlı yakla ım, dil içinde kıvranı , bütün bu, safsata, bu tutarsızlık dünyanın de i tirilemeyece ini kanıtlamaya çalı ıyor. Yazar mistik bir havayla çoktan yok olmu yerleri arıyor, koku mu bir tortunun içinde dönüp duruyor. Ki isel hayatın, ruhsal dalgalanmaların, saplantıların, bilinç kaymalarının yüceltilmesi hayata hükmedip onu yeniden kurmayı hedefleyenler için ne kadar da çekilmez. Hem de toplumsal mücadelenin iradi bir ivme kazandı ı dönemde. ".... dergilerde (sosyalist basın kastediliyor) okudukları adların ve kahramanların ço u hayali oldu u gibi, bu adların düzenledi i kimi gösteriler, toplantılar, gizli genel kurullar, yeraltı parti kongreleri, banka soygunları da hiç gerçekle memi ti, "(s.72) Hayat Orhan Pamuk'a "nesnel ve gösteri siz" olgular sunarak kar ı çıkıyor, "... Bekta ilerin üçüncü geli leri" dedi Saim, "Cumhuriyetten elli yıl sonra oldu. Bu sefer Nak ibendilik tarikatıyla de il, Marksizm, Leninizm kisvesiyle..., tarikatta da, siyasi örgütte de yapılan, yazılan, ya anan her ey birbirinin tıpa tıp aynısıydı... (77).... bu siyasi örgüte katılan gençler Bekta i olduklarını TAVIR
bilmiyorlardı, hayır bütün bu i in orta kademe parti yöneticileriyle Arnavutluk'ta ki bazı Bekta i eyhleri arasında yapılmı gizli bir anla mayla düzenlendi inden büyük bir ço unlu un, belki de üç be ki iden ba ka hiç kimsenin haberi yoktu. "(s.78) Herkesin görmek istedi i eyi göstermesi bilinen bir gerçektir. Ya da olayları dünya görü üne göre çarpıtır, de i tirmeye çalı ır; olmasını istedi i biçimde hayal eder. nsanın bunları yazabilmesi için beynini satması yetmez, bilincini de yitirmesi gerekir. Böyle bir çirkef içinde yüzmeyi nasılda beceriyor, böbürleniyorlar, "Gerçek bir edebiyat doyumu"(5)ya ıyorlar? Orhan Pamuk vb. sosyalizmin büyük bir darbe yedi ini ve bir daha do rulmamak üzere yıkılıp gitti ini dü ünebilir! Ama proletarya her eyin bitti inin dü ünüldü ü anda bile tutu turabilir dünyayı, inatçı, umutlu ve sevinçli bir ate le yakalayabilir Orhan Pamuk gibilerinin üstündeki gö ü, kaydırabilir ayaklarının altından topra ı. Ülkemizde hayat ciddi bir çıkı a sahne oluyor. Gecekondular, maden ocakları, fabrikalar, üniversiteler güçlerini topluyor, dalgalanıyor. Devrimci mücadele yetkinle iyor, ulusal mücadele güçleniyor. Kara Kitap'ı bir ba yapıt olarak lanse edenler anlamsızlı ı, koku mu lu u hayatın geli en, güçlenen akı ının kar ısına çıkaranlar bu roman gibi tarihin sayfalarında unutulacak, çürüyeceklerdir. Onlar kalıcı olamaz. Hayat mücadele edenlerin ellerinde yeniden ekillenecek. D PNOTLAR: 1) Nokta Dergisi 2) Tahsin Yücel 3) Ali Sirmen 4) V.l. Lenin, Sanat ve Ede'biyat 5) Füsun Akatlı, Gösteri. 30
ÖYKÜ
GÖZLERDEK S S Çetin ENYURT
Sayamayaca ı kadar çok, polis yı ılmı tı soka ın giri ine.Tabancalarıyla, otomatik silahlarıyla bulundu u yere. Hatta bütün soka a hedefli hedefsiz mermi ya dırıyorlardı. Soka a girmeye tereddüt ettiklerini farketti. " imdi caddeler onların, sokaklar bizim; korkacaklar elbet..." Silahının namlusunu, kapı kıyılarına saklanarak kendisine yakla maya çalı an iki polise çevirdi, teti e asıldı; bir ....iki.... üç kez arka arkaya ate ledi, sustu. Mekanizma geride kalmı tı. Heyecanının, geriliminin bütün do al ritmi alt üst oldu. Öfkeyle kabzayı parçalamak iste iyle doldu: "Allah kahretsin...Gene dikti mermiyi" Polisler durumu anlamadan saklanacak bir yer bulmalıydı. Geriye çekiliyordu, soka ın içlerine do ru sessiz ve ko ar adımlarla... Polislerin aralarına dalmasıyla çatı manın ba ladı ını, arkada larının caddenin öbür tarafındaki soka a, kendisinin de bu tarafa girmek zorunda kaldı ını farketti. imdi kolay bir avdı. Yakalanabilece ini biliyordu, hızlanmalıydı. Mekanizmayı yerine oturtmu tu; geriye do ru alaca karanlı a bir iki el daha ate etti. Her zaman kadınların, kızların kapı önlerinde oturup dedikodu yaptı ı, çocukların bin bir türlü maskaralıkla oyun oynadı ı sokak bombo tu imdi. Çocuk seslerinin yerini silah sesleri almı tı. Mermilerin ço u havaya, körlemesine yakılıyordu. "Burada yakalanırsam helal olsun bana..." Yakalanmak?...Yakalanmak bir anlamda sa ele geçmek demekti. Oysa öldürmek istiyor olabilirlerdi. Sanki biri, torbasındaki irili ufaklı, eski yeni, çe it çe it renkteki kutuları geli i güzel ortalı a yayıp, sonra parma ını aralarından geçirerek öyle bir düzeltmi kargacık burgacık, bir labirent gibiydi sokaklar... Hayatının büyük bir bölümünü geçirdi i bu yörenin sokaklarını, bütün çıkmazlarını, dar ara geçitlerini, girdisini çıktısını avucunun içi gibi bilirdi. Umulmadık yerlerden, geçitler bulurdu. ki adım önündeki ara soka a hızla daldı. Küçükken oyunlarda ya da mahalle kavgalarında bu çıkmaz soka ı sıkça kullanır, soka ı kesen duvarın önündeki bidonların üzerine çıkarak bahçeye atlar, oradan arka soka a geçerdi.. Artık arasınlar ki bulsunlar... Çıkmaza girdikten bir süre sonra bidonların yerinde olmadı ını farketti. O an bir tela kapladı içini. Karanlıkta yürürken ansızın bir bo lu a dü er gibi bir ey. TAVIR
31
Rahatlama sürecinin birden bire gerilime dönü mesi...Duvarı a ması mümkün de ildi, artık bir kapandı burası. Çevresine soru turan gözlerle bakarken di lerinin arasından, duyulur duyulmaz bir sesle "aksilik" diye söylendi. Silah sesleri eski yo unlu unu kaybetmi ti, düzensiz aralıklarla ve tek tek atılıyordu. Polisler soka a yayılmı tı. Bazıları çıkmazın ba ındaydı. Uzaktan, polislerin ba ırtılarını duyuyordu. Bir dolu küfür. "Ne çok küfürlü konu uyorlar" Bir kısmı kendisineydi küfürlerin, o da kar ılık verdi ba ırmadan. Ba ının epey üzerinden bir mermi havayı yaran bir sesle gelip geçti. lk defa bu sesi bu kadar net algılıyordu. Merminin havada ıslık çalması bu olsa gerek diye dü ündü. Sa tarafta, mutfak bölümleri soka a bakan binanın ilk katı yarı yarıya topra a gömülüydü. Oraya yöneldi. lk katın pencere demirlerine basarak kendini yukarıya, açık olan mutfak penceresine do ru çekti, zorlandı, tekrar denedi. Ba ardı. Evin içinde sıkıntılı bir hava vardı. Kadın bir yandan sinirli bir ekilde pencere kenarındaki kızını çeki tirip odanın di er kö esine itiyor, bir yandan da ba ırıyordu: "Körolasıca! u pencerenin önünde durma demiyor muyum sana! Kör bir kur un rastlasın da öl! O zaman sende kurtulursun, ben de!" Genç kız istemeye istemeye odadan çıkıp di erine geçerken: " yi iyi, evin içinde de karı artık. Yok orda durma urda dur. Sana kalsa dolabın içine girece iz." Etine dolgun, yapılı, 45-50 ya larında olan kadın üzerine geçirdi i kolsuz hırkasının alt dü mesini sürekli çözüp ilikliyordu, söylenmeye ba ladı: "Ba a çıkılmaz. Bunlarla ba a çıkılmaz. Dili nah bir karı olmu . Mektepde ders yerine bunları ö retiyorlar zaar. Pencerede olursa ne olurmu . A a ıda a ı ı bekliyor da i mar edecek. Babası olacak herife dedimde dinletemedim. Liseye miseye göndermeyelim diye. Otursun evde oturdu u gibi. Neymi , okuyup bilmem ne olacakmı . Tabii kendisi..." Arada iyice seyrekle en silah sesleri yeniden ba layınca duruyor, dinliyor, arkası kesilince söylenmeye devam ediyordu: "Tabii kendisi Almanya'larda kimbilir neler yapıyor. Gördü ü yok, etti i yok. Büyü ü de aldı yanına, burada da bırakmadı. Benim burada iki çocu un pe ine ko maktan bu ya ta saçlarıma ak indi." Kızı dayanamadı: "Anne! Yeter artık, gene ba lama" Sesini iyice yükselterek kızına döndü: "Gene ba lama de il mi? Gene ba lama. Ba ka bir laf bilmezsin zaten.Hemen. bulur bulu turur yakı tırırsın. Kar ında ha anan varmı , ha bir çocuk. Ben bilmezmiyim sanıyorsun? Gizli gizli bir eyler getirip oku, ben görmüyorum ha, Ananı aptal yerine koy de il mi? Taksimlere, maksimlere git anan duymasın..." Parma ını ıslatıp kapıya sürdü: TAVIR
32
" uraya yazıyoruum. Haberin olsun; sokakta yere tükür o saat bana yeti ir. Sen bu mahalleyi bilmez misin? Elin deyse adın oruspuya çıkar. Orospuya çıkınca da bir daha ömürbillah düzeltemezsin." Silah sesleri durmu tu, sokaktan gelen ko u turma ve anla ılmaz seslere de kulak vermedi. Deminden beri ana kız arasındaki çeki meyi, sandalyenin arkalı ına oturarak sessizce dinleyen di er çocu a; " n oradan a a ı! Sandalyenin ba ına tavuk gibi tünemek de nereden çıktı!" diye azarlaması izledi. Ondan da hırsını aldıktan sonra söylenmeyi kesti. Mutfa a yöneldi. Kapıdan içeri adımını atar atmaz a zından bir çı lık yükseldi. Kar ısında elinde silahı Sedat vardı. Sedat'ın, parma ını sus i areti eklinde a zına götürmesiyle O'da otomatik bir kumanda mekanizması gibi iki elini kendili inden a zına götürdü, kapattı. Çı lık ne bitti ne de tamamlanabildi, tastamam yarıda kesildi. Onun iki eli a zında, gözleri alabildi ine açılmı heykel gibi duru u Sedat'ta bir komiklik hissi uyandırdı. Kolundan tutup, salondaki kanepeye do ru götürürken: "Korkma, polis kovaladı mecburen buraya girdim. Meraklanma bir ey olmaz" diye sakinle tirmeye çalı tı. Kadın a kınlık ve korkuyla: " imdi sen..." dedi, yutkundu, "...deminden beri polislerle çatı an sen misin?" "Evet" "Bir sürü polis senin pe inden cayır cayır kur un atarak, buraya, kadar geldiler öyle mi?" "Hay allah. Elbet geldiler, geldiler ama buraya girdi imi görmediler. zimi kaybettiler." "Bizim evin etrafında de iller mi?" "Buradalar, da ınıklar herhalde." Kadın inler gibi: "Ya Rabbim, nedir bu ba ıma gelenler. Niye benim ba ıma gelir?" Sedat: "Ne gelmi ki ba ına! Mahallenin gençlerinden biri evine misafir gelmi . Beni ne tanırlar." "Misafirin elinde silah pe inde bir yı ın polis mi olurmu o lum. Hem de kapı dururken pencereden giriyorsun. u silahınıda gözümün önünden çek, bana fenalık geliyor." Sedat silahını beline yele tirdikten sonra döndü, kadının elini tuttu: "Niye korkuyorsun Hacer ana? Hergün böyle eyler oluyor. Hem sen bunca senedir kadın ba ına yalnız, hırlıyı hırsızı evin ete ine yakla tırmamı sın, hiç kimseden korkun olmamı , a zına ne gelmi se söylemi etmi sin, imdi uncacık olaydan, dı ardaki üç tane polisten korkuyorsun." Hacer kadın hırkasındaki mendil irisi bezi çıkarıp kızına uzattı: " unu ıslat getir kızım, her yanımı ter bastı" dedikten sonra Sedat'a döndü: " yi güzel de o ul. Ben yalnız ba ıma bir kadınım, polislerle kim ba a çıkmı ki, ben becereyim. Allah göstermesin, imdi tüfeklerini çevirip evin her bir penceTAVIR
33
resine kur un sıkarlarsa ben ne yaparım, ne ederim? Kapıyı kırar eve girerler de hepimizi götürürlerse ne yaparız?Seni beni götürürler bu iki sabinin, bunların hali nice olur? Bizi kim arar, kim sorar? Elin o lunu aldı eve, çoluk çocu unu orta yerde peri an koydu demezler mi? Babaları Almanya'dan gelip, beni öldürmez mi?" Sedat pencereye do ru yürüdü, perdenin kenarından soka a bir göz attı, polisler halâ uzakla mamı lardı. Birkaçı kar ı evin penceresindeki bir adamla konu uyor, di erleri eller tetikte sa ı solu ara tırıyordu. Soka ı boydan boya ar ınlıyorlardı. Kulak kabarttı. Çıkmaz tarafından da seçemedi i bazı sesler duyuyordu. Soka a tekrar öyle bir göz attı ında, bir iki jandarma komandosu gördü. Demek jandarma da olaya müdahale etmi ti. A ır hareketlerle geri döndü. Endi eli hali yüzünden belli oluyordu. Hacer kadın, her eyi, her kapıyı denemi , geri de çözüm bulamamı ; dönüp dola ıp hep aynı yere, hep ona gelmi te, bütün çareler, bütün umutlar ondaymı , a zını açıp söyleyece i üç be kelimeye kalmı gibi gözlerini ondan ayırmıyor, her hareketini, yüzünü, gözünü, ellerini, adımlarını izliyor; ille gözlerini yakalıyor, nefes alı ını ta oradan hissediyordu. Sedat bu kelepçeli bakı lardan kurtulmak istiyor, çabalıyor, bir türlü beceremiyordu. Hangisiyle? Dı ardakilerle mi yoksa, buradaki Hacer kadının bakı larıyla mı çatı mak daha zordu? Yürüdü, Hacer kadının yanına oturdu, dizinin birini yukarı çekti, elleri saçlarına gitti öylece bir an durdu: "Peki Hacer ana, polisler birazdan çekilirler, çekilrnezlerse gev erler, o zaman çıkarım." Hacer kadının önce bakı ları olmazlandı, sonra söze döküldü: "Sende bilirsin, bunlar imdi, karda kı ta umutsuz hastalı a yakalanmı aç kurtlara benzerler, gitmezler... gitmezler o ul." "Buraya kazık çakacak de iller ya, elbet çekip giderler." "Hiç giderler mi? imdi her ta ın altını, her kuytuyu, kö eyi buca ı ararlar." Sedat yerinden kalktı; biraz önceki sakin hali kaybolmu tu. Sesinden belliydi sinirli oldu u. "Ne yani, dı arı mı çıkayım? imdi dı arı çıkmak, yakalanmak yahut ölmek demek. Öyle mi olsun?" Hacer kadın diklendi: "O nasıl söz, a zından yel alsın. Allah yazdıysa bozsun. Ne yi it gençler vuruldu gitti. O elleri kırılasıcalar, her bir dalı, her bir gözü, kolu, kanadı, bir bir çürüyüp dökülesiceler, o baba yi itleri vurdular da hiç acımadılar, biraz olsun vicdanları sızlamadı. Seni de vururlar..." Sesi bir yoku tan a a ı iner gibi gittikçe alçaldı, yumu adı. Düzlü e kıpırtısız bir bo lu a salınır gibi devam etti: "Neden yaparsınız? Niye böyle kendinizi helak edersiniz? Kendinize, ananıza, bize acımıyor musunuz? Bu koca devlet nasıl yıkılır, tümen tümen ordular, bölük bölük polis, koca koca topları, uçakları nasıl durdurursunuz, neyle kar ı koyarsınız? uncacık genç nasıl becerir?" Sedat, kapının e i inde durmu tu. Hacer kadına kar ı kinsiz bir öfke dalgası kabarıyordu içinde, yükseliyor, birden nasıl oluyorsa bitiyor, yok oluyordu. Yerini TAVIR
34
katı ıksız sevgi, katı ıksız merhamet duygusu alıyor; arkasından biri, sonra öbürü, hep birbiri ardına dizilmi ini çıkı ların durulmasını bekliyordu. Öfkesi, her gün sorulan ve her gün yanıt verilen bu soruların imdi, bu ate le barutun yanyana oldu u anda, bu karma ada sorulmasmdandı. Oysa Hacer kadının sorup sormadı ı da belli de ildi. Bıkkın bir tavırla kestirip attı: "Böyle bir zamanda neler diyorsun be Hacer ana. Sırası mı imdi?" O sırada küçük Orhan annesinin yanına ko arak geldi, kocaman açılmı gözlerle annesinin ete ini çeki tirerek: "Anne kız... anne kız! Kapının önünde bir dolu polis toplanmı , büyük büyük tüfekleri var." Hacer kadın bir taraftan o lunu gö süne bastırırken, di er eliyle deminden beri elinde sallandırıp durdu u ıslak bezle kâh yüzünü siliyor, kâh serinlik versin diye sallıyordu: "Demedim mi ben gelirler diye? Allahım, imdi ne yaparım ben? Kapıyı kırarlar, hepimizi götürürler, o zalımlarm i kencesine nasıl dayanırız? imdi kime ne derim ben? Evim, oca ım peri an oldu. Kime ne yaptım, nedir benim bu kara talihim?" Sedat dayanamadı, patladı: "Yeter be! Nedir bu sosyete karıları gibi a layıp sızlanma? Bende seni Osmanlı bilirdim, u haline bak! Çocuklarından da mı utanmıyorsun? Sanki dünya yıkılıyor!" Hacer kadın bezgin bir ifade ile: "Ben sana bir ey dermiyim Sedat o lum, ben sana bir ey dermiyim... Benimki kara talihime, u kara yazıma." Genç kız dayanamadı. Sonunda söze karı tı: "Ana, Sedat a abey haklı. Bırak kalsın. Daha dün, biz de ilmiydik, o gençler olmasa kurtçular bizi köye tekrar göç ettirecekti diyen. Bugün evimize bile rahat girip çıkıyorsak onların sayesinde. ki ay önceyi dü ün... Evine adımını atar atmaz pe inde bir sürü, önümüzü kesmeler, laf atmalar, dü ündükçe geceleri kâbus görüyorum halâ. Almanya'dan gelen paramıza bile ortak olmu lardı, u bilezikleri halâ yerine koyamadık. O zaman, o gençler buraya da bir gelse diye Sedat a abeye az mı yalvardık, az mı dua ettik? imdi onlar dara dü ünce de, bana bir ey olmasın diye onu ortada mı bırakaca ız?" Hacer kadın a kın... kızının da Sedat'tan yana tavır almasıyla, tüm umudu kırılmı gibi sa a sola bakmaya ba ladı. Elini koyacak, gözünü kaçıracak yer aramaya ba ladı. Bir an, evden çıkıp gideyim ne halleri varsa görsünler diye dü ündü." Ama nereye gidecek, ne yapacaktı.Sonra, sonra ne olacaktı? Olabileceklerden korktu ve bu dü ünceyi de hemen kafasından savu turdu. Sonra yine, yüzyılların beyninde ku aktan ku a a aktarılarak çorakla tırdı ı duygu ve dü ünceler ile, aniden toparlandı. Satı'yı azarladı: "O dü esi çeneni kapatsana sen!" "Aman aman ne halin varsa gör. Hiç bir eye laf ettirmezsin zaten." Bu sırada Sedat dı arıya bir göz attı, sonra sa a sola baktı. Bir süre dı kapının önündeki gürültüleri dinledi, salona döndü. TAVIR
35
Eski yerine gelince durdu, dü üncelere daldı... "Senin, onlar için hayatını ortaya koydu unu bildikleri halde insan nasıl bu hallere dü ebiliyordu? Hayır bu unutmak de ildi. Evet gerçek körlük bu olmalıydı. nsanlar halâ, yüzyılların üzerindeki sisleri yo unla tırdı ı bir pencereden bakıyorlardı dünyaya. Ve gördüklerine inanamıyor, güvenemiyordu. Her devrimcinin ölümü o pencereden bir sis bulutunu alıp kaldırıyordu. Evet, Hacer anaların yaptı ına bencillik, korkaklık da dense demek ki pencerelerindeki sisleri da ıtmak için devrimcilerin daha çok im ekleri kıskandırmaları gerekiyordu..." Sedat, Hacer anaya baktı, o da dü üncelere dalmı tı. Yeniden gözgöze geldiler, ikisi de yumu amı , sakinle mi ti. Sedat gülümseyerek gitmekten yana kararını vermi oldu unu anlatmaya çalı ıyordu."Demek ki Hacer anaların uyanması için Hacer anaya yenilmek gerekiyormu ."Arka pencereden çıkıp gidecekti. Fakat Hacer kadının da bakı larındaki anlam de i mi ; kısılan, küçülen gözlerin yerini, cam gibi duru bakı lar almı tı. O'da "kal, seni saklayaca ım" diyecekti. Bir süre öyle bakı tılar... Kesin ilk sözü söyleyen son sözü söylemi olacak, onun dedi i yapılacaktı. Hacer ana bir kez daha Sedat'ın "kalmam, gizlenmem gerek"demesini, kendisinin de onaylamasını bekliyordu. Sedat'a do ru, yenilmi bir âdım attı. Tam bu sırada Sedat "hemen çıkıyorum Hacer ana" dedi. Hacer ananın yüzü allak bullak oldu. Ne "kal", ne "git" diyebildi. Sedat: "Hadi bir çar af çıkarın." Hacer ana: "Ne diyeyim o lum. Elimden ne gelir. Sen daha iyi bilirsin!" Karanlık giderek biraz daha a ırla ırken, dı arıdan halâ ayak sesleri, geliyordu. Satı di er soka a çıkan dar geçidi pencereyi açarak kontrol etti, görünürde bir ey yoktu ve bu tarafta sessizlik hakimdi. Sedat yoku u hesap ederek, a a ı do ru inerim diye dü ündü. Polisler, büyük olasılıkla yukarı tarafta olurlar dedi kendi kendine. Silahını belinden çıkardı, emniyet durumunu ve a zında mermi olup olmadı ını kontrol ettikten sonra, kemer tokasının altına soktu. Çar afın bu tarafını Hacer kadınla Satı sıkı sıkıya tuttular; Sedat, kısık sesle "ho ça kalın," "dikkatli olun" dedikten sonra a a ı sarktı ve atladı. Hacer kadın pencereden Sedat'ı izlemeye çalı ıyordu; bir süre sonra gözden yitirmesine ra men pencereden ayrılamadı, sanki sessizli i bekliyordu. Satı dolaba yaslanmı öylece duruyor, yalnızca anasına bakıyordu. Birden tek bir el silah sesi duyuldu, kulakları irade dı ı bir alı kanlıkla arkasından pe pe e gelecek bir kaç el atı daha bekledi. Ancak otomatik silahların kulakları sa ır eden cayırtısı doldurdu ortalı ı. Hacer kadın ve Satı birden kendilerini karanlı a vurdular. Kur unların geldi i yöne, Hacer kadın önde, Satı arkada se irttiler. Meydana açılan, dolmu ların kalktı ı soka ın ba ına. Sedat boylu boyunca yatıyordu. Hacer kadın karanlı ı delen bir çı lık kopardı ve Sedat'ın üzerine kapandı. Satı bir süre kaskatı kesilmi gibi öylece baktı. Sonra Sedat'ın maske olarak da kullandı ı ka kolunu alarak oradan hızla uzakla tı...
TAVIR
36
ÖYKÜ
K M N Ç N, K ME KAR I Ender SELÇUK
Heyacanlıydı. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Elindeki ka ıdın bir önünü bir arkasını çeviriyor, okuyor, okuyor, tekrar okuyordu. Sıkıntı, merak karı ımı bir tedirginlik içindeydi. Onu endi eyle izleyen dedesi, babası, anası ve karde leri de meraklanmı tı iyice. "Üç gün içinde, hem de üç gün içinde öyle mi?" diye söylendi. "Ne yaparım ben, Nazlı'ma nasıl söylerim bunu" Aklından geçenleri kimsenin farketmedi ini sanıyordu. Ya lı dedesi bile duymu tu oysa. — Hayrola evladım neyin var? Nazlı'ya da ne oldu, ne bu derdin? diye bastonuyla dürttü ünde kendine gelebildi. "Askerlik" dedi. "Askere ça ırıyorlar. Hem de üç gün içinde birli imde olmalıymı ım." Meraklı gözler üstündeyken bir fırlayı ta televizyonun dü mesine bastı. Kapalıydı. Radyoya ko tu. Sıkıcı bir arkıdan ba ka bir ey yok. Onu da dinleyemezdi. Aradı ını bulamamanın kızgınlı ıyla geri döndü. Gazete gözüne ili ti. "Ekonomimiz Sava ı Kaldırır." Sanki kendi sava acakmı gibi diye dü ündü. "Off" diye fırlatıp attı gazeteyi. Ellerini akaklarına dayadı. Çaresiz, kararsız bir haldeydi. Dedesi; — Evladım, gel hele öyle otur. Ne olmu askerlik sülüsün gelmi se. Bundan büyük ey mi olur? Aslan gibi delikanlı oldu unu gösterir. Kocaman adam olmu sun demektir bu. O ana kadar yapmadı ı biçimde dedesine yüksek sesle; "duymuyor musun"-zor duydu u aklına geldi, ama a zından çıkmı tı birkere. "Hep sava sava deyip duruyorlar. Sava a girece iz, asker gönderece iz diyorlar. Bize ne sanki El Sabah'tan, Saddam'dan. Kendi i lerini kendileri halletsinler. Ölmek istemiyorum. Daha yeni ni anlandım Nazlı'yla. Ben ya amak istiyorum. Bir yuvam olsun istiyorum." Dede; — Evladım sakin ol. Onlarda olur. Ben de askerlik yaptım, baban da yaptı. Askerlik ibadettir. Bir saatlik nöbet bir yıllık ibadete bedeldir o lum. Sava mı . Ne olmu ? Bak ben Kore'de sava tım da bir ey mi oldu? Ya ıyorum i te. Girmiyordu. Kafasına hiç bir ey girmiyordu. Kimseler dindiremezdi içindeki fırtınayı. "Nazlı'mdan ba ka" dedi sessizce. Ve kendini evden dı arı attı. arkasından gelen "evladım, o lum, a bi" seslerini duymadan. Solu u Nazlı'nın çalı tı ı fabrikanın önünde aldı. Bereket ki ö len yeme i TAVIR
37
tatilindeydiler. Avludaydı Nazlı. Ona do ru yürürken bir hüzün kapladı içini . "Birtanem" diye dü ündü. "Ben senden nasıl ayrılırım." Terdirginli ini belli etmek istemedi. Sakin sakin anlattı askere ça ırdıklarını, üç gün içinde gitmek zorunda oldu unu... " stersen" dedi; "Ö leden sonra izin al gezelim, konu alım. Gidip de dönmemek var" "Sus" dedi Nazlı. "Neler diyorsun sen? Ben sensiz ne yaparım? Tamam izin alayım. Ama aklından çıkar bunları. Seni bekleyece im biliyorsun, bilmelisin." Hızla yürüdü. zin alabilmi ti zor bela. Gözlerinde pırıl pırıl bir sevinç çıktı kapıdan. Gezdiler, dola tılar elele, sarma dola . Bıkmayasıya, doyasıya konu tular. Hayaller, beklentiler...Ah! Bir sen, bir ev, bir de araba. Vay be! Hayalleri doruktaydı. Havanın karardı ını farketmediler bile. Nazlı'sını evine bırakırken, sık sık mektup yazaca ına, bir an bile habersiz bırakmayaca ına söz verdi. Bekleme sözü aldı. Bilinmeze giden yolda adımlarını atmakta zorlanıyordu dizleri. "Sa dönebilecek miyim? Bir daha birbirimizi görebilecek miyiz?" Ku kulu, kapkara dü üncelerle durmadan yürüdü. Bir hafta olmu tu asker olalı. Askerlik sohbetlerinde acemilere bir-iki ay sonra silah verdiklerini duyardı hep. kinci haftasında zimmetlenmi ti silahlar. Ve bu, bir kurt, kemiren bir kurt olmu tu beyninde. "Bu kadar çabuk mu gönderecekler sava a" soruları yiyip bitiriyordu sanki içini. Nazlı bütün güzelli iyle canlandı gözünde. Kaleme, ka ıda sarıldı aceleyle. 14 Aralık Erzurum Nazlı'm, sevgilim, senin yanında olsam, elini avucumda tutsam, bütün sıkıntılarımın geçece ini biliyorum. Çok uzaktasın, dünyanın öbür ucunda! Ellerim tüfe imin buz gibi kabzasını tutuyor, sıcacık ellerinin yerine. Senin ...... Dünyanın öbür ucunda oldu unu bildi i halde hemen cevap bekliyordu. Çıldırtan bir sabırsızlıkla. "Bir hafta geçti halâ yanıt yok" diye dü ündü ve tekrar yazmaya koyuldu. Bu kez bir eyleri farkettirmek iste iyle. Bilirse daha çabuk yazar dü üncesiyle. 19 Aralık Erzurum Nazlı'm biliyorum bekleyeceksin.Biliyorsun yazaca ım dedim ve yazdım. Cevap alamadım Kafamın içinde ye illiklerin bittii ini hissediyorum. ılık bir rüzgar esiyor içimde. So uk (-24°) lapa lapa kar ya ıyor. Buzla an toplanma alanının üstüne. Senin sevdi inin de üstüne. Donuyorum. çimde senin sıcaklı ın, dı arıda karın so u u delirtiyor beni. Komutanımız iki saat nutuk attı, elindeki de nekle haritadan bir yerleri gösterirken. Biraz dikkat ettim, Türkiye haritası de ildi tek ba ına, "Ortado u" dedi komutan "Ve dünyanın gözünün üstünde oldu u Türkiye. Bakın u stratejik konuma bakın. Avrupa ile Asya arasında bir köprü, Ortado u'nun bir anahtarı. Bu anahtarı elinde tutan satratejik bir jandarma karakolu gibi." , Bunları niye anlatıyorum diye a ıracaksın. Bak, daha bitmedi. "Sava " dedi yüksek sesle komutan. "Sava a hazır olun. Vatana yakı ır, Türk askerine yakı ır mehmetçikler olun. Her an tetikte bulunun." Anlayamadım. Kimse de anlayamadı. Niye sava ? Ülkemize mi girmi ti TAVIR
38
dü man?Kimse bilmiyordu. Soramazdı da. Nazlı'm bana cevap yaz. Her an sava a götürebilirler. Senin...... Dünyanın öbür ucuna kaç günde giderdi mektup, bilmiyordu, bekliyordu dört gözle. Ve sarılıyordu kalem ka ıda. 23 Aralık Erzurum Sevgilim, Nazlı'm geçen mektubumda yazmı tım. ki saat boyu nutuk dinlerken dondu umu, eridi imi. Tir tir titriyorum hummalı gibi, Erzurum hastanesinin ko u unda imdi. Kâbus mu, hayal mi, rüya mı, oldu unu bilmedi im acılar içinde kıvranıyorum. çimde badem a açları çiçek açıyor. Kanım, sevinç, hüzün ve özlemle dolu, bir müzik ritminde atıyor damarlarımda. Senin adın Nazlı'm, senin adın denizin üstünde uçan bir martı gibi içime süzülüyor. Bir iir dünyasında mıyım? Dudaklarımda bir arkı geziniyor. Hiç bitmesin istiyorum! Alarm sirenleri... Alarm çı lıklırı. "Sava " diyorum içimden. te lanet olası sava . nsan sava a giderken nefret mi eder hep? Sava çılar da kemikten ve sinirden olu an gövdelerinin içinde bir ruh ta ımazlar mı? Sava korkunç bir ey Nazlı'm, korkunç bir ey. nsan yüzü, yerini goril maskesine bırakır. Beyni, kıllarla kaplı kan torbasıdır artık. " leri!" "Hepsini gebertece iz!" Bu çı lıklar insan sesi de ildir artık. Dü ünmeye bile fırsat vermiyor, " leri, gebertin" çı lıkları. Hücum emri veriliyor. Çocu unu emziren bir kadın dikiliyor önüme. Dur yeter der gibi. tiverdim, yıkılıp dü tü ünü gördüm ve yürüdüm. Arkamdan gelen "lanet melun" sözüyle alçaldı ımı, utandı ımı hissettim iliklerimde.
alvarlı, çok genç bir delikanlı. Benim ya ımda ya da yakın. Belki benim gibi bir de Nazlı'sı vardır. Ba ında kareli siyah beyaz pu usunun altından iri ri gözleri görünüyor. Gö üs gö üslerim. Onu yere devirmek için u ra ıyorum. Körük gibi inen iki gö üsten gelen sesten ba ka ses yok. Bir de çatırdayan kemik sesleri . Tüfe im dü mü omuzumdan. Delikanlı uzanmaya çalı ırken birden bir çı lık koyverdi. Dizlerimin çözüldü ünü hissettim ayaklarımın dibine yuvarlandı ında. e karı an biri vardı. Seçemedim kim oldu unu. Donmu um adeta. Omuzuma dokunan elin sahibinin "gördün mü tam zamanında gerekeni yaptım. Biraz gecikseydim cehennemi boylayacaktın. te böyle. Ya amak için öldüreceksin." deyi iyle e ilip gö sünü dinledim. Oh, ölmemi ti, ya ıyordu. Ama a ır yaralı ve baygındı. Seni öldürmek isteyen, buna mecbur olan bir adamın gövdesinin solu unu, a zından akan salyaları, seninkine karı an korkusunu, yalnızca ondan önce davranma amacıyla içinde büyüyen hırsı hissetmek kadar ürkütücü bir ey yok. Kin beslemeden, sırf korkudan öldürmek kadar büyük bir alçaklık oldu unu dü ünemiyorum. Öldürmek de il, tutsak almak artık hedefim. Üç yaralı esir alınmı ve ba ında bekleme görevi bana veriliyor. Sanki içimden geçenleri okumu lar, beni denemek istiyorlarmı gibi. Vermeye çalı tı ım, sırt çantamdan çıkardı ım yiyecekleri reddeden genç yaralı; — Gırtlak gırtla a bo u tun benimle. Ne i in var topraklarımızda? Ne istiyorsun benden, demez mi? Dilim dama ım birbirine dola ıyor, küçüldükçe küçüldü ümü hissediyorum. Zoraki; — Ben mi ? Ne isteyebilirim ki? Seni ne gördüm, ne de tanırım. Ya sen? Senin TAVIR
39
bana bir gıcı ın mı var ki, bo u tun benimle? Öldürmek istedin? — Yoo. Deyip ekledi hemen. — Öyleyse, öyleyse neden biribirimizi öldürmeye kalktık? — Korkma biz tutsakları öldürmeyiz. Deyiverdim kendi adıma. Sanki duymu tu birileri bunu. Bir manga askerle geldi çavu . "Hizaya Geç! Ni an Al! Ateee !" Üçü de yere yı ıldı. Cesetler üzerime yüklenmi tonlarca yük gibiydi. Ya bir de bana yaptırsalardı bu i i. Ne yapardım? "Beni de öldürün, dayanamıyorum!" diye haykırıp tüfe imi mi atardım. Yooo, asla bunu yapamazdım, boyun e erdim. Nazlı'm boyun e erdim. Seni görmek, bir kere daha kollarımda sıkmak için ya amak isterdim. Alçaklık oldu unu bile bile Nazlı'm, bile bile. Utanıyorum. Her yanımızı sis kaplıyor. Bir ey seçilmiyor. Gökyüzü ile da lar birbirine karı mı . Lapa lapa kar ya ıyor. çimdeki ate alev alev. Kar, so uk, açlık.Kargalar ve gece. Karda nöbet, devriye. Titriyorum. Sava , hep sava . Okuldan bir arkada ım dikiliyor önüme bütün heybetiyle. Ne kadar da özlemi im. Hiç de i memi . Yoo topallıyor mu ne? Yine o ate li konu masıyla ba ırıp, ça ırıyor. "Açın gözlerinizi moloz yı ınları. Sava ! Kimin için, niçin, hiç dü ündünüz mü? Petrol eyhleri için, kan emiciler için, Amerikan dolarları için. Kime kar ı sava ıyor sunuz? Yoksul Ortado u halklarına kar ı, kendi halkınıza kar ı, kendi emekçine, yoksuluna kar ı. Sizde zerre kadar beyin yok mu? Mezbahaya götürülen koyun sürüsü müsünüz? Hain misiniz? Üç kuru a satın mı aldılar sizi?" Eziliyorum, bir böcek gibi hissediyorum kendimi. çimden "ne yapabilirim ki" dedi imi duydu sanki. "A ın çiti, gelin bize katılın! Yoksul insanları öldürmeyin! O kadar çoklar ki bitiremezsiniz. Kendinizi öldürtmeye yemin mi ettiniz, pisi pisi ne? Bakın onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarcayız." Aman tanrım o ne? Yerden mantar gibi insan bitiyor. Kadını, erke i, çocu u, delikanlısı, ihtiyarı. Ya lı bir kadın ba ırıyor, elleri havada. "Henüz geç kalmadınız, derin uykudan uyanın artık! Evlatlarım bize gelin. Gelin de ölümsüzlük suyunu için!" diye ba ırıyor olanca gücüyle. Neyim ben? Neden, kimin için sava ıyorum? Ülkeyi kurtarmak için mi? Ya burası, burası benim ülkem mi? Hayır! Görev, vatan, asker kaçaklı ı sözcükleri anlamsızca, ruhumu zincire vurmu , bunca acıyla bu sözcüklerin hiç ilgisi yokken. Siyah beyaz kareli ba örtülü, yoksulluk akan insanların arasından sesler yükseliyor. "Karde ler! Gelin karde olalım. Halklar karde çe ya asın! Haksız yere sava mayalım." Tanrım, yüre im daha fazla dayanmayacak. Ya çatlayıp yerinden fırlayacak ya da beni oraya götürecek. Karanlıklar denizinde bo uluyorum. Birden kendimi kadınlı, erkekli halkın arasında görüyorum. Sen de varsın içlerinde. lahi bir sarho luk kaplıyor her yanımı. Dalgasız berrak bir denizde yürüyoruz sanki seninle elele. Kolum beline dolanmı ken birden güller arasında, elma, portakal yüklü a açların arasında yürüyoruz. Nereye gitti imizi sordu umda "Cennet" diyorsun Nazlı'm, "cennete sava ın olmadı ı, halkların karde çe ya adı ı cennete." Ate im dü tü. Gözlerimi açtım. Geliyorum Nazlı'm. O cennete gitmek için bekle beni... Senin ...... TAVIR
40
B R "NAMUS ANITI": HAL T REF ... Nedim AKAR
27. Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne "Karılar Ko u u" adlı filmle katılan Halit Refi , Yusuf Kurçenli ile "En yi Yönetmen" ödülünü payla tı. Karılar Ko u u "En yi Film" dalında Altın Portakal alırken, ba kadın oyuncusu Hülya Koçyi it'e de "En yi Kadın Oyuncu" ödülünü kazandırdı. Bunun yanında "En yi Yardımcı Kadın/ Erkek Oyuncu" ödüllerini de yine aynı filmdeki rolleriyle Ay egül Ünsal ve Tuncer Necmio lu aldılar. Böylece "Karılar Ko u u" filmi festivalden toplam be ödül almı oldu. Filmin yönetmeni Halit Refi 'in festival öncesi ve sonrasında yaptı ı açıklamalar, bizi böyle bir yazı yazmaya zorladı. Bu yüzden öncelikle Refi 'in neler söyledi ine ve bunların neden böylesi bir zorunluluk do urdu una bakalım. Festival sonuçları belli olduktan sonra Cumhuriyet Gazetesi'nin Refi ile yaptı ı röportajda, "Talihsiz" denebilecek açıklamalarla kar ıla ıyoruz. Refi ,"yarı maları sanatçı haysiyetine aykırı" buldu u halde "... kabullenmek zorunda" kaldı ını söylüyor. Ama kendini yarı manın havasına kaptırmadan da edemiyor. Yusuf Kurçenli'nin filmi "Karartma Geceleri"yle öyle bir rekabete giriyor ki, Antalya'da sanki stanbul'un rövan ı ya anıyormu havası olu uyor. Bilindi i gibi 9. Uluslararası stanbul Film Festivali'nde "Karartma Geceleri", "En yi Türk Filmi" seçilmi ti. Konuyla ilgili
olarak Kurçenli'nin 2 Ekim Salı günlü Güne Gazetesi'nde çıkan sözlerini aynen aktarıyoruz:"... Asıl çarpıcı olan, Refi 'in kazanmasına ra men tatmin olmaması. Bu noktada sanıyorum tüm tepkisi Karartma Geceleri'ne dönük. En yi Yönetmenli i benimle bölü mesi O'nun için ne ifade ediyor bilemiyorum. Ama herhalde kendisi, rövan ı yeterince alamamı olarak görüyor. Sanırım O'na göre, Antalya'da Karartma Gecelerinin esamesi okunmamalıydı. Be ödül almı bir filmin yaratıcısı olarak bu tatminsizlik bana çok tuhaf geliyor. Sanki bu 30 yıllık birikimin de il de, 300 yıllık gerilimin ifadesi." Ayrıca "sanatçı haysiyeti"nden sözeden birinin "bir punduna getirip Kemal Tahir ile Rıfat Ilgaz'ı kar ıla tırması ve Ilgaz'ı nek aban'ın yazarı olarak nitelendirmesi" ne kadar haysiyet dü künü oldu unu kanıtlıyor. Rıfat Ilgaz gibi saygın bir sanatçıyı yarattı ı " nek aban" tiplemesi ile alaya alarak düzeysizli ini gösteriyor Refi . Acaba sadakatla ba lı oldu u Kemal Tahir'in, Mayk Hammer romanlarına yaptı ı katkılardan böyle söz edebilir mi? Bilindi i gibi Mayk Hammer çok tutunca, Kemal Tahir de bu diziye ek olarak üç tane roman yazmı tır. Refi , Cumhuriyet Gazetesi'ndeki aynı röportajda, "Karartma Geceleri"ni 12 Eylül'e göndermelerde bulunmakla suçlayıp, "bunu gerçekçilik anlayı ına uygun" bulmadı ını söylüyor. Oysa 41
TAVIR
Refi , bunlarla yetinmeyip daha da ileri gidiyor ve 12 Eylül öncesindeki devrimci mücadeleye, devrimci iddet eylemlerine de dil uzatıyor. kendi Kemal Tahir hayranlı ının hangi boyutlara ula tı ını göremiyor. "Karılar Ko u u"nu yaparken 1940'lı yılları anlatmak yerine, Kemal Tahir'e ihanet pahasına "Kemal Tahir'i anlatabilmek" istiyorsa, Kemal Tahir feti izminin gözlerini kör etti ini söylemekten ba ka bir ey kalmıyor, geriye. Bir yandan "herhangi bir fikir ve gaye u runa gerçekleri de i tirmemek önemli" derken, öte yandan gerçekleri ne yazık ki, kendi sübjektif amaçları u runa de i tirip, Kemal Tahir'i diledi ince kullanabiliyor. Örne in, Kemal Tahir'in ya arken yayımlamayı dü ünmedi i hatta, bitirmedi i Karılar Ko u u adlı romanını, Refi alıp kendi kafasına göre tamamlıyor ve Karılar Ko u u'nu çekiyor. "O yıllarda 12 Eylül döneminde oldu u gibi, i kence ön planda de il" saptaması, gerçekçilik anlayı ının, "Sansaryan Han"ı göremeyecek kadar sı oldu unu kanıtlıyor. Sansaryan Han'ı mı dediniz? Orası kutsal bir mabettir. Oraya gidenlere i kence yapılmamı (!), tırnakları sökülmemi tir(!) Bu saptama üzerine kendisine, "40'larda i kence yok mu? Örne in me hur Sansaryan Han'ı ne yapaca ız?" sorusu yöneltiliyor. Alınan cevap, üstadın aynı zamanda usta bir demagog oldu unu da gösteriyor: "O yıllarda en tehlikeli insan Nazım Hikmet. Okuyun, parma ına dokunmamı lar. Filmini seyredenler 'Hapishane pansiyon gibi bir yermi ' diyorlar. O zamanlar öyleymi . Bir nevi sürgün daha çok." TAVIR
Refi , bunlarla yetinmeyip daha da ileri gidiyor ve 12 Eylül öncesindeki devrimci mücadeleye, devrimci iddet eylemlerine de dil uzatıyor: "12 Eylül den sonra durum farklı. Adam öldürülüyor, devlete kar ı örgütlü faaliyet var. Yani insanlar yazdıkları için de il, bomba attıkları için i kence görüyorlar." (Güne Gazetesi) Yine Cumhuriyet'teki röportajında "12 Eylül döneminde insanlar iir, roman yazdı ı için, devletin resmi görü üne aykırı dü tü ü için i kence görmüyor, çok ba ka meseleler var. Devlete kar ı örgütlü, dı ardan kaynaklanan terör hareketleri, iddet olayları var" diyor. Refi 'e bakarsanız, " kencenin hukuki bir yol olup olmadı ı tartı ılır. Ama meseleyi karı tırmamak lazım" (!) Çünkü, "meseleyi karı tırırsak" altından devletin i kenceci yüzü çıkabilir. Bunların yanısıra "Avrupa kapılarının kapanmaması için i kencenin Türk kültürünün bir parçası oldu u teması ısrarla i lenmekteyken, böyle bir iddiaya mesnet te kil edecek çalı mayı gerçekten kendi in ançlarım çerçevesinde yanlı bir ey olarak görmekteyim" diyor. Beyefendinin bir sorunu da, "Kol kırılır, yen içinde kalır" ilkesine uyulmaması. Yoksa "Avrupa kapıları" yüzümüze kapanır. O'na, i kence sonrasında kangren olmu bir kol görüp görmedi ini, o dayanılmaz kokuyu duyup duymadı ını sormak gerekiyor. "Yarı maları sanatçı haysiyetine aykırı buldu u" halde, "... kabullenmek zorunda kaldı ı" için H. Refi bir "NAMUS ANITI"dır. Çünkü, "zorunda kaldıkları için" her bir eylerini satılı a çıkaranlardan ayrımı yoktur. Sosyoekonomik yapısı "zorunda kalmadı ına" ili kin bazı ipuçları vermekteyse de "O kadar kusur, kadı kızında da olur" deyip, üstadı fazla üzmemeliyiz!.. 42
ÖZGÜRLÜK ÇI LI I ebnem ÇA LAR
Her yerde, her eyde; ekonomide, kültürde,
politikada
APARTHE T
(ırkçılık)... Büyük
bir
mücadele
Afrikalılar
eden
vah ete
kar ı
direniyor. Aydınlarımız filmi ya lı gözlerle izlerken
12
Eylül
günlerinde
kendi
tavırlarını dü ünebilmi ler midir acaba?
ölülerini,
Gazeteci
tutsaklarını, kahramanlarını, yenilgi ve
aydınlarına,
kavgalarını omuzlarına almı yürüyorlar,
örnek olmalıdır.
Donald'ın gazeteci
tavrı ve
ülkemiz
yazarlarına
sonu bilinen bir gelece e do ru. Güney Afrika'da çok sık ya anan Filmin jeneri inden itibaren ba layan
trajediyi, Getto'ların yıkılıp yakılmasını,
deklan ör ve daktilo sesi adeta filmin ana
yoksullu u, baskıyı ve bunun sonucu
ritmini olu turan bir ö e, bir gazetecilik ö esi olarak kullanılıyor. Bu yanıyla filme bir "gazetecilik filmi"de denilebilir. Film Biko'nun ölümünden sonra gazetecinin serüveni
ve
Biko'yla
anımsadı ı
ya adıklarını
(Fla bek-geriye
dönü )
sahnelerle devam ediyor. Liberal
bir
tanıklık
gazeteci
(siyahların)
ediyor.
kar ıla ıyor,
ön
dünyasına
Baskıyla,
gözaltına
tehditle,
alınıyor.
Bu
gerçek onu kendisiyle, hatta düzenle hesapla maya
kadar
götürüyor.
Irk
ayrımına kar ı çıkıyor. Kaybedece i pek çok eyin farkında olup bu bedeli ve ölümü dahi göze alarak, ça ına, insanlı a olan sorumlulu unun bilincinde fa izme ve ırkçılı a kar ı TAVIR
mevzii
olu unu
hareketinin mücadeleye
görüyoruz.
Ö renci
kitleleri
yönlendirme,
katmada
ne denli etkili
oldu unu da görüyoruz. (Steve Biko'da bu hareketin-SASO/Güney Afrika Ö renci Birli i-
"beyaz"
yargılarından sıyrılıp Biko aracılı ıyla Bantu'ların
inatçı bir öfkeyi, Sveto'nun bir direni
lk
kurucuları
arasında
yer
almaktadır) Steve Biko'nun ba kanlı ını yaptı ı G. Afrika Ö renci Birli i SASO, tüm beyazları aynı kefeye koyuyor. Filmde gazeteci Donald'ın Biko'yla yaptı ı gece gezintisinde, "bütün beyazları aynı kefeye koyamazsın" dedi i ve bir ba ka siyahın "evinde kaç i hizmetçisi çalı tırıyorsun?" diye kar ılık verdi i sahnede oldu u gibi. Gerçekte Biko liberallerle ili ki kurulmasını, onlarla çay içilmesini dahi, "emperyalist bir zevk" 43
olarak yorumluyor. (Oysa filmdeki Biko liberal Donald'la içki bile içiyor). Steve Biko 1972'de: "Karaların bugüne dek yaptı ı en büyük yanlı , ırk ayrımcılı ına kar ı olan herkesi müttefik olarak kabul etmektir. Uzun süre kara halk, bir tek beyaz hükümeti öfkesinin hedefi olarak görmü , tüm egemen gücün üzerine gitmemi tir. Karaların kullandı ı tüm politik sözlük bir bakıma liberallerin mirasıdır" diyor. Steve Biko, kendi deyimiyle "kendini beyazların
toplumunda
görmeyen
kara
askıntı
insanlar"
olarak
yaratma
"askeri yı ına a", "sebebsiz ölümlere", "i kenceye" kar ı direnen, protesto gösterileri, yürüyü ler düzenleyen bir halk... Panzerlerin üzerilerine yürüdü ü, hedef gözetilmeksizin ate açtı ı, kur un ya muruna kar ı zılgıt sesleri ve sloganlarla yürüyen, coplanan, yerlerde sürüklenen, dövülen, gözaltına alınan (tıpkı G. Afrika'lı karde leri gibi, Bantu'lar gibi) insanları hatırlıyorsunuz. Filmin finalindeki ara yazılarda fa ist Güney
Afrika
açıklamalarıyla
yönetiminin ölüm
resmi
nedenleri
mücadelesinde önemli bir yere sahip.
sıralanıyor: " ntahar", "do al nedenler",
Filmdeki alternatif klinikler, halkevi gibi
"10.
kültürel ve sosyal olgular bunun ifadesi.
açıklamaların Christopher Vanvyk'ın(1). u
Filmin ba ındaki yıkım sahnelerinde
kattan
dü tü"...
gibi.
dizeleriyle çakı ması rastlantı de il;
kamera hareketleri ve kullanılan renkli
"Tutukevinde 9. kattan dü tü
filtreler o denli etkileyici ve ba arılı ki
kendini astı
ya anan
gerçe i
yanıba ınızda
hissediyorsunuz. Di e di , kur una ta ,
yıkanırken bir sabun parçasına basıp kaydı kendini astı
panzerlere ve dozerlere barikat durulan direni leri.
Yıkım
sonrası
yanan
barakaların arasında dola an insanlar, çocuklarını arayan kadınlar ve her eye ra men yeniden yapılan evler. Biko'nun bir foto rafı yıkıntılar arasından çıkarılıp tekrar direnen bir umut olarak yıkılmı bir evin pencere kenarına asılıyor. Yine
yıkım
sahnesinde,
Bu
yıkanırken kendini astı ..." Bu
açıklamaların,
bu
dizelerin
ülkemizdeki 12 Eylül dönemi resmi açıklamalarıyla çakı ması da rastlantı de il.
yıkımdan
sonra ba layan ve insanı yüre inden yakalayan müzik, görüntülerle birlikte o denli etkileyici ve çarpıcı ki; kimli i, dili yok sayılan
K...
halkının
dü ünüyorsunuz.
Lice
mücadelesini ve
Cizre'de
ya ananları hatırlıyorsunuz. "Sürgüne", TAVIR
D PNOTLAR 1) Gürhan Uçkan, G. Afrika Cumhuriyeti. 44
1
TAVIR
45
GREV ZLEN MLER Grup YORUM
Maden i çileri yıllardır omuzlarında ta ıdıkları yükü atarak yürüyorlar yeryüzüne. "Gemileri yaktık, dönü yok" diyorlar, kazma kürek ellerinde. Yabancıların e itilmi köpeklerini bile sokmaya kıyamadı ı kör kuyularda adeta elleriyle kazıyorlardı yerin dibini. Kendi çocukları titrerken so uktan, "yürekleriyle ısıtıyorlardı ba ka evleri". En a ır i i yapıyorlar ama en dü ük ücreti alıyorlardı. Yoksuldular. Açtılar. Buna ra men kadınlar her vardiyada yeniden ölüme gönderiyordu kocalarını. te bu yüzden yürüyorlar, bu yüzden öfkeli, kararlı bakı ları. Maden i çileri ayakta, hergün do al mitingler yapılıyor. " çiyiz, haklıyız, kazanaca ız" diyen ses genel grevin habercisidir. "Ocaklarda üretim yarıya dü tü, jeolojik yapı, ileri teknoloji getirmeye uygun de il. Ocakları kapatabiliriz. stiyorsanız size devredelim diyorlar. Maden ocaklarından Zonguldak sokaklarına yayılan o müthi u ultu "elbette ocakları yönetebiliriz. Üreten biziz, yöneten de biz olaca ız" diyenlerin kıpırtısıdır. Bundan korktukları için tehdit ediyorlar. OHS, Fosem, Grup Yorum ve Tavır emekçileri maden i çilerine destek vermek amacıyla Zonguldak'a gittiler. Oyunlarla, türkülerle, gösterilerle grevcilerle birlikte oldular. Zonguldak'la birlikte yürüdüler. 3 ARALIK PAZARTES Sabahın erken saatleri... Her kö eba ında bir panzer olmasa normal TAVIR
ya am sürüyor sanılır. Dükkanların camında grevi destekleyen dövizler asılı. Zonguldak bir bütün, i çi, esnaf, madenci aileleri kararlı bir dayanı ma içinde. Sabah, Maden sendikası ba kanı
emsi Denizer ile görü tük. Maden i çilerini desteklemek amacıyla geldi imizi söyledik. Ancak sendika ilgisiz. çilerin deste e ihtiyacı yok, dı ardan gelen destek her zaman provakasyona yol açabilir diye dü ünüyorlar. "Al silahını, öfkeni ku da gel, kavga seni ça rıyor (Ça rı/ Grup Yorum) deyi imizden olsa gerek. Her sözün arasında siyaset yapmıyoruz" diyenler kendilerini güvenceye aldıklarını dü ünüyorlar belki de. "Gel ki afaklar tutu sun. Gel ki geceler çatlasın, bizim olsun almterimiz" diyenler potansiyel suçlu olarak kabul edilmiyor mu zaten. Sendika ba kanı kürsüdeki konu masını bitiriyor. Grup Yorum türküler söylüyor kitlelerin içinde. Gruplara ayrılıyoruz, grevcilerin evlerine konuk oluyoruz. 4 ARALIK SALI 5 ARALIK ÇAR AMBA Miting yeri bir gün önceden belli. Biz de Kozlu bölgesinde ocaklar önündeki alanda toplanan i çilerle birlikteyiz. Kadınlar e lerinin yanında. Çocuklarının ellerini tutmu lar, kucaklarında çocukları... Kadınlar da hınçlı, kararlı. Toplanma alanında türküler söylüyoruz.. Grev ate inin türkülerini, co kunun türkülerini... Kozlu'dan Zonguldak'a 46
kadar kadınlar önde yürüyor. Biz i çi kortejinin içindeyiz. Mitinge katılmayanlar pencerelerden alkı lıyorlar. Sendika binası önünde toplanıyoruz. Türküler söylüyoruz, i çiler halaya duruyor, "i çi sanatçı omuz omuza" diye sloganlar atıyorlar. Zonguldak barosu da i çilerle birlikte. Bu dayanı maya pencerelerden bo tencereleri çınlatan kadınlar da katılıyorlar. Ya lı bir kadın pazar torbalarını bir çıtaya ba lamı , bo bir cüzdan asmı ucuna "çantalar bo , çantalar bo " diye haykırıyor. Küçücük çocukların boynuna "sava de il,
akın akın katılıyor korteje, trenden inen ya lı bir kadın öpücüklerle selamlıyor i çileri.
ekmek istiyoruz" yazılı yaftalar asılmı . Emperyalist sava kar ıtı sloganlar inletiyor meydanları. Bir yel esiyor, filizlenen bir fırtına "güçlüyüz, haklıyız, kazanaca ız." Çar amba gecesi Karadon bölgesindeyiz. Fosem bir kahvede grevcilere dialar gösteriyor Grup Yorum'un müzi i e li inde. Üzülmez bölgesi ubesine gidiyoruz.
için. Babaları çocuklar...
6 ARALIK PER EMBE 7 ARALIK CUMA Karadon bölgesinde toplanıyoruz. Yoldan geçen-otobüslerden inen i çiler TAVIR
Cuma, sabah bir i çi madenci kıyafetleri ile çalı ma biçimi ve ko ullarını anlatan bir gösteri sunuyor. OHS "Sava a Hayır" ve "Grev" adlı oyunlarıyla katılıyor bu gösteriye. 8 ARALIK CUMARTES Kozlu'dan yürüyoruz Zonguldak'a do ru Kadınlar yürüyor, çocuklar yürüyor. Kadınlar bo tencereleri vura vura yürüyor. Çocuklar yürüyor, kitap için, defter için, çocuklar yürüyor ekmek
ocaklara
gömülen
9 ARALIK PAZAR Maden i çileri, i kıyafetleri ile baretleriyle gelmi ler, yanlarında e leri. Biz de sazımız, gitarımız... türkülerle yola çıkıyoruz. zmit'e mitinge gidiyoruz. Devrimci Gençlik, Devrimci Kadınlar... zmit sokaklarında haklılı ımızı gösteriyoruz, inancımızı haykırıyoruz. Mitingin sonunda ayrılıyoruz madencilerden, kavgalarını yüre imizde ta ıyarak, kavgamızı bilincimizde i leyerek" tekrar gelin" diyorlar. Grup Yorum 18 Aralık'tan sonra yine Zonguldak'ta... • 47
MERS N ZLEN MLER Sadun CAN A zımızda Küçükarmutlu'da tek göz bir konduda pi irilip "hele karnınızı doyurun, çekime sonra devam edersiniz" denilerek bizimle payla ılan yeme in tadı, ci erlerimizde yerin 410 metre altındaki Zonguldak madenlerinin kömür tozu, ülkemizin en büyük limanlarından birine sahip Mersin'e geliyoruz. Amacımız; Emperyalist sava lardan görüntüleri içeren ve ara konu malarla zenginle tirerek hazırladı ımız "Haksız Sava lara Hayır" adlı dia gösterimizi L KAT ( Liman çileri Sendikası) Mersin ubesinde liman i çilerine, di er sendika ubelerine, derneklere ( HD), parti binalarına (HEP) ve hatta köylere kadar ula tırıp, "haksız sava " kar ıtı bir kamuoyu olu turmak. Aynı zamanda, liman i çilerinin çalı ma ko ullarını belgeleyen video ve dia çekimleri de yapabilmek. Gurbetçi liman i çileriyle, tarım i çileriyle sıcak bir emek ehri Mersin. Yerli" göçmenler, sürgünler ehri. Salt bu yüzden ikircikli insanlar ehri.. Likat-l ubesindeki onarım nedeniyle, biti ikteki Petrol ubesinin yolunu tutuyoruz. Toplantı salonu, gösterimizi gerçekle tirebilmek için gerekli ko ullara fazlasıyla sahip. Her ne kadar, stanbul'da onlarca i yerinde, hastane ve fabrikalarda sundu umuz gösteriye tepkileri kabaca biliyor da olsak içimizde bir merak var. Ne de olsa burası, stanbul'dan yüzlerce kilometre uzakta bir ehir. Salona giriyoruz. çi temsilcileri, i çiler yerlerini almı lar, bizi bekliyorlar. Herkes meraklı gözlerle bizi izliyor. Bazı i çiler kendi aralarında konu uyor: "Taa, stanbul'dan çıkıp gelmi ler. Film göstereceklermi ." Gösteri ba ladı ında, konu malar kesiliyor. Salona tam bir sessizlik hakim oluyor. Nasırlı parmaklar arasına kıvrıla kıvrıla tüten sigara dumanları arasında, zleri dolu dolu olan i çileri TAVIR
seçiyoruz. Tam bu sırada "Sen. Makina ba ındaki..." diye ba layıp "e er hayır demezseniz" diye biten yazılı metni okumaya ba lıyoruz. Görüntü, müzik, efekt ve metin bile imi istenen atmosferi yaratıyor. Dolu dolu gözlerin yerini, öfkeyle ve nefretle bakan gözler alıyor. Gösteriden sonra, haksız sava ların emekçiler üzerinde ne gibi sonuçlar yarataca ını, sava bölgesi olan Mersin ve Adana'da ya ayan halkların kar ıla acakları yıkımı konu uyoruz. Ayrılaca ımız sırada yanımıza gelen bir kaç i çi, yıllardır, bu tür etkinlikler izleyemediklerini, hatta tartı tı ımız konuları bile konu amadıklarını dile getirip te ekkür ediyor. 22 Ekim 1990 Limandaki i çilerin çalı ma ko ullarını belgelemek üzere, Likat-l ube ba kanıyla birlikte, sabah erkenden limana hareket ediyoruz. Gün simenderlerin (yük bo altmayı ve yüklemeyi yönlendiren kimse) tehlike i aretleriyle devasa vinç kancalarında salına salına inen sapanlarla, i çilerin bedenlerine, yüreklerine i leyen yaslı bir türküyle ba lıyor. Kapıda görevli gümrük memurlarının soran bakı larına aldırmadan, limanda i çi temsilcisi bir arkada la bulu uyoruz. Limana giri çıkı lar, gümrük muhafaza memurları tarafından, (gümrük bölgesi oldu undan) kontrol ediliyor. Özellikle foto raf makinası vb. araç gereçlerle girmeye izin verilmiyor. Ancak sendika ubesinin 1 Mayıs'ta hayata geçirdi i kararlı direni (birçok yönden ba arılı bir toplu sözle meyi de beraberinde getirmi ) bu yasa ıyumu atmı . Böylece sendika yetkilileri limana, istedikleri ekilde girebiliyor. Liman bölgesi, uçsuz bucaksız bir labirenti andırıyor. Foto raf makinası elimizde, i çi temsilcisi kılavuzumuzla birlikte dola ıyoruz: Liman devasa 48
vinçlerin kancalarında gemi ambarlarına inip çıkan çe it çe it balyalar, çuvallar ve sandıklarla dolu. Paketleme, yükleme yerlerinde ko turan i çiler, yanımızdan vızır vızır geçen yükleme araçları bizi alı ık olmadı ımız bir duyguya* bo uyor. Liman emekçileri kamyonların, tırların üzerinde, yanında, çevresinde, tehlikeyle koyun koyuna çalı ıyor. Vinç sesleri, gemi düdükleri, her türden mekanik sese karı an insan sesleriyle koca bir canavarı andırıyor Mersin Limanı. Yirmi adım ötemizde devrilmi bir yükleme aracının etrafına toplanan i çileri görünce, yönümüzü oraya çeviriyoruz. Bir kaç dakika önce bir kaza olmu . Yükleme aracının oförü yaralı olarak hastaneye kaldırılmı . Benzeri kazaların hergün oldu unu söylüyor i çiler. Mersin Limanında i çilerin çalı ma ko ulları kötü, i güvenli inden yoksunlar. Sık sık i kazası ve can kayıplarının ya andı ı bir yer Mersin Limanı. Çekimler tamamlandıktan sonra, dia gösterimizi gerçekle tirmek üzere, "yuvarlak" denilen çay oca ına geliyoruz. çiler hazırlanmamıza yardımcı oluyor, vardiya de i imi öncesi... çi tulumları içindeki i çiler üçer be er gelip tahta sıraların üzerine oturuyor. Gürültülü akala malar, meraklı sorular kaplıyor ortalı ı. Hınca hınç dolan çay oca ı salonunda yakla ık 300 ki i var. Pencerelere örtü gerdi imiz için zaten karanlık olan salonda, sigara dumanlarının da yardımıyla göz gözü görmez oluyor. Arada bir kapının aralanmasıyla sızan ı ık bir bıçak gibi karanlı ı kesiyor. Gürültülü bir bomba efektiyle birlikte herkes susuyor. Gözler diaları yansıttı ımız panoda kilitleniyor. Halepçe görüntüleri ekrana yansıyor. Ön sıralarda bir i çi gözlerinden parıldıyarak akıp, çenesine dayadı ı elinin parmakları arasında kaybolan gözya larına aldırmadan öbür elindeki sigarasını derin derin içine çekiyor. TAVIR
Gösteri bitti inde co kulu bir alkı kaplıyor ortalı ı. 23-24-25 Ekim 1990 Yol-l ubesi, liman i çilerinin yemekhanesindeyiz. kinci kez ça rıldı ımız Kristal- ubesinde ve HD ubesinde yaptı ımız dia gösterileri aynı yo unlukta, aynı co kuyla devam ediyor. 26 Ekim 1990 Yeniden limana gidiyoruz. Liman i çilerinin çalı ma ko ullarını belgeleyen video çekimleri yapıyoruz.. 27 Ekim 1990 Halkın Emek Partisi il binasındayız. Kar ımızda ya amları kan, gözya ı ve sürgünlerle dolu, yürekleri yaslı, toprak kokan elleriyle ve illede kırmızı giyen kadınları, kızları, erkekleri ve çocuklarıyla, Halepçeli ölü bir çocu un görüntüsüne iç geçiren bir halk, K.......... halkı var. Bir kö ede ak ba örtülü, ba ını duvara dayamı ve dalıp gitmi ya lı bir ana. Yanında ya lı bir baba, kurak toprak gibi çatlak alnından akan terleri siliyor. Öbür kö ede ya lı bir adam, kalın pos bıyıkları arasından üfledi i sigara dumanını, eliyle savurup dü ünceli gözlerle görüntülerin akı ına dalıyor. Bir kız çocu u, arada bir yanında oturan anasına bir eyler sorup yeniden görüntülere dönüyor. Gösteri sona erdi inde gösterinin bitti ini dahi farkedemiyorlar. Gösteriden sonra Kozanlı köyüne gidiyoruz. Aynı ilgi ve tepkileri Kozanlı köyünde de görüyoruz. 28 Ekim 1990 Adana Halkevi Osmaniye SHP lçe Binası ve Osmaniye'ye ba lı Kırmıklı köyünde yaptı ımız gösteriler oldukça co kulu bir potansiyeli açı a çıkarıyor. On yıldır tepki ve dü üncelerini ifade edemeyen bu insanları hareketlendiriyor, canlandırıyor... Ellerimizde i çi ellerinin dost sıcaklı ı stanbul'a do ru yola koyuluyoruz.
49
OKURLARIMIZDAN RLER
Devrim DEM R
KAVGAYA SELAM Onurlu bir ya am için Umut biledim yüre imde Lokma lokma ekmek için Nasır biledim ellerimde Ellerim toprak Yüre im toprak Tohum ekip Harman hasat, ekin biledim Yo ruldum, kemikle tim Talana gün biledim Kinimi sabrıma vurup O ul verdim can verdim
ahlandı yıllarca bilenen öfkem Kopardım zincirlerimi
ahlandı sabırla yo rulan öfke Vurup gö süne zulmün Geçirip pençesine gözlerine Kör karanlı ında bo mak için ahlandı Artık aklanmalıydı tarih Zulmün dara açları Silahları, çarmıhları Tutu up kor ate inde Yanmalıydı cayır cayır Çünkü artık da lardan Alaca karanlıkları yaran Kızıl umutlar ı ıldıyor Artık umut Pamuk tarlalarında Irgat katarlarında nsan pazarlarında, fabrikalarda Silah tutuyor ellerim Kur un sıkıp da larda Dolu uyorum alanlara Tarihi yeniden yazaca ım Kızıl karanfillerle bezeyip Nazlı bir gelin gibi, Dü ünler yapaca ım TAVIR
50
OKURLARIMIZDAN RLER
Tarkan KAYNAR
ANADOLU'YA DA R... Toprakları bilir misin Kıraç Anadolu yüzlerine benzer. Ellerdir yüce olan, o topra ı i leyen, Gel gör ki, yıllar var lal olmu diller. Sevdalar eller gibidir, kapkara ve yüce, Bir o kadar da suskun, dillere yakın. Nice küller közlendi bin yıllardır nice, korkman gayri o ellerden, yakalan, dokun. Güne bir ba ka do ar tepenin berisinden, Irmak bir ba ka akar Anadolu'da, nsan bir ayrı büyük unutulmalarda, güleç ve dimdik olur canlar sevdalarda.
KARAELMAS EH TLER NE Yeniçeltek, dumanı tütmez bir ocak. nsanların suskun, öfkeli kalmı , Çocukların yavan, salkımsaçak. Karaelmas, kurbanın olayım ekmek kapısı, bebelerin yarını, umutların umudu seni ya atanların canı sana kaldı yetimlik mi olacaktı tevekkülün sonu. Bin yıllar sonra yerini alacak içine gömdü ün maden i çileri çocuklarımız kömür diye yakacak yarına mı kaldı bebelerinin kini Deler geçer topra ı, gün gelir baretler, Karaelmas dirilir bacakları üstüne Yürür üstüne üstüne karanlı ın Dirilir bir bahar sabahı aydınlı ında güne in
TAVIR
51
OKURLARIMIZDAN ÖYKÜLER
Recep BRAH MO LU
AFAKSIZ YA AYANLAR afak söküyordu. Her sabah oldu u gibi, deniz kıyısından ba layarak da larla kucakla an tepelerin ardından do an güne , gökyüzünü kızıl bir örtüye dönü türmü tü. Gün ı ı ında yemye il olan kuytular karanlıktı. Rüzgar estikçe bir bayrak gibi dalgalanan, me e a açlarının yaprakları yer yer kızıla çalıyordu. Mavi sularına bakarken dü lere daldı ım deniz, çimen yerine kırmızı topra ın hakim oldu u bir ova gibi uzayıp gidiyordu. Sahile vuran dalgalar, kırmızı giysileriyle karanlık tepelere do ru ko an onbinlerce, yüzbinlerce insandılar sanki. Dü ünceler içinde dalgaları, gökyüzünü seyrederken, akaklarımdan a a ıya tüm vücuduma yayılan bir cızırtıyla ürperdim. Tüylerim diken diken oldu. Taa a a ılarda, sahildeki demiryolunda Karabük'e giden kömür treninin düdük sesiydi duydu um. Dü üncelerimden sıyrıldım. Kom umuz Kara Hüseyin'in i kazasında öldü ünü bir ak am üzeri ö renmi tik. Karadon'da "motorcu"... Gelik'ten Karadon'a kömür çekerken motor yoldan çıkıp kanala dü mü . Arkadan gelen kömür arabaları da birbirine girip üst üste yı ılınca karmakarı ık olmu oca ın içi. O karı ıklık sırasında be tonluk kömür arabasıyla yandaki ba demirinin arasına sıkı ıp, paramparça olmu Kara Hüseyin, kurtaramamı canını. Kara Hüseyin'in ölümü beni çok etkiledi. Günlerce uyku tutmadı gözlerimi. Ne kadar kolay; bir i kazası... ve her ey sona eriyor. Aklım almıyor bir türlü. Beynim duracak sanıyorum dü ünürken. Ocaktaki i inin dı ındaki tüm zamanını harcayarak yaptı ı yeni evinde birgün bile çoluk çocu uyla oturamadan, genç ya ta öldü Kara Hüseyin. Ev yaptı ı yamacın a a ısındaki düzlükte, Hatice ninenin evinin yanındaki çe menin üzerine oturur seyrederdim. Evini yaptı ı yer kayalıktı. Temeli kazdıkça önüne koca koca kayalar çıkıyordu Kara Hüseyin'in. Yanında yardımcı olarak çalı an köyün gençlerinden biriyle birlikte, kayalara biraz büyükçe bir murçla delik açıyordu. Yardımcı tokmakla murca vururken, Kara Hüseyin'de murcu delinecek uygun yerlere konduruyordu. Sonra açtı ı deliklere madenden a ırdı ı dinamitlerden doldurup, üstüne de sarı çamur sıkı tırıyordu. Be altı tane "Berec" piline di er uçları deliklerde olan uzun teller ba lıyor, uzaktaki kayaların arkasına iyice sindikten sonra var gücü ile ba ırıyordu: — La ım var! La ım vaaaar!.. Bir iki dakika bekledikten sonra, bir ucu pillerin ön kısmına ba lı olan tellerin di er ucunu pillerin arka tarafına de dirdi i an ortalık "Güüüüüm!" diye inliyordu. Sonra ortalı ı bir toz bulutlu sarıyor, havada ta parçaları uçu uyordu. Bazen bu ta lar kom uların evinin üzerine dü üyor, bir iki kiremit kırıyordu. O zamanlar en çok ho uma giden görüntü buydu. Çatısına ta dü en evlerden birisi de Fatma teyzenin eviydi. Ona köyde Koca Fatma derlerdi. Fatma Teyze kendi halinde, erkeksi tavırları olan bir kadındı. Günde belki de iki paket "Bafra" sigarası içerdi. Havada uçan ta lardan biri onun TAVIR
52
evinin üstüne dü ünce Fatma Teyze hemen evin kapısından dı arı fırlar, bir elini beline koyup di er elini de Kara Hüseyin'e sallayarak ba ırırdı: — Ulan Kara Hüseyin yetti artık! Ulan bu kaçıncı ta ha? — Korkma, bir eycik olmaz evine be Fatma abla... — Bir ey olmazmı . Ulan kendine ev yapayım derken bizimkisini ba ımıza yıkacan. Fatma teyze ba ırdıkça Kara Hüseyin hep gülerdi. Sonrada alaylı bir sesle: — Hele bir yıkılsın da yeniden yaparız. Bu kez Fatma teyze kızar, artık duda ına kadar bitmi Bafra sigarasının kökünü hiddetle yere savurup söylenirdi: — Delinin söyledi i söze bak! Ulan ben sana hazır evimi yıktırır mıyım, sen kendine ev yapacan diye? Bir süre sonra Kara Hüseyin Fatma teyzeye seslenirdi: — Gel hadi gel. Bak Zeynep bize mis gibi çay demlemi . urda ye il çimene yayılıp birer çay içelim. Fatma teyze oflaya puflaya çıkardı Kara Hüseyin'in yanına. Çimene serilen örtünün üstüne kurulurlar Zeynep ablanın doldurdu u, mis gibi çayı yudumlarken sohbete ba larlardı. Bu arada Kara Hüseyin, Fatma teyzeye bir Bafra sigarası uzatır, o sigarasını yakıp bir nefes çekince bir paket "Bafra" sigarası da cebine koyardı. Böylece çatıya bir ta daha dü ünceye kadar Fatma teyzenin gönlünü alıp çalı maya devam ederdi. Onları izlemek en büyük zevklerden biriydi benim için. Uzun ve yorucu çalı malar sonucu evin in aatını bitirdi Kara Hüseyin. Artık geriye yalnızca boya, badana i i ile birlikte evin tuvalet ve banyosundaki küçük tamir i leri kalmı tı. Bu i leri bitirip de çoluk çocuk evinde oturmak nasip olmadı Kara Hüseyin'e. Birgün birinci vardiya i çilerini getiren ak am banliyö treniyle ölüm haberi geldi köye. Kara haberin geldi i günden beri i çi treninin düdük sesi bir burgu gibi yüre ime i liyor. Trenin düdü ünün her ötü ü Kara Hüseyin'in ölüm haberini veriyor sanki. Gözlerim dolu dolu oluyor, a lamamak içini kendimi zor tutuyorum. Ölümüne en çok üzülüp a layanlardan birisi de Fatma Teyze oldu. Herkesin katı yürekli birisi olarak bildi i koca Fatma yas tutuyordu: — Ben sensiz ne yaparım Karao lan? Kiminle dertle irim? Biraz nefes alıp yeniden ba lıyor, kömür ocaklarına demedi ini bırakmıyordu: — Bu kaçıncı aldı ın can, kaçıncı yıktı ın yuva, daha yetmedi mi? Her tepenin ete inde aç bir canavar gibi bekliyorsun. Daha doymadın mı kör olasıca ocak. Kara Hüseyin'in karısı Zeynep abla da eski evin tahta merdivenine oturmu , be ya ındaki o lu kuca ında, a lıyordu. Sürekli aynı sözü söylüyordu: — Bizi bırakıp nereye gidiyon Hüseyin'im? Yeni evinde bir tas çorba içmeden nereye gidiyon Hüseyin'im? Zeynep ablanın o yanık sesi, o gün bu gündür kula ımda yankılanıp durur. Maden ocaklarında ya anan her ölümlü i kazasında, Kara Hüseyin'ler, genç ya ta kuca ında çocu uyla dul kalan Zeynep ablalar, yetim kalan madenci çocukları ve onların ya adı ı acıyı kendi yüre inde ya ayan, can alıcı ocaklara lanet okuyan Fatma Teyzeler gelir aklıma. Öfkeyle sıkarım yumruklarımı. Bitecek bilirim, maden i çilerinin haklarını almak, çalı ma ko ullarını düzeltmek için tek bir beden oldukları gün, bütün bu acılar, a ıtlar. TAVIR
53
HABERLER
Y T RD KLER M Z YANN S R TSOS ÖLDÜ "Aynı gece, tutukladılar Aleko'yu. Kimseyi ele vermedi Aleko. Üç gün üç gece asılı kaldı. Kimseyi ele vermedi. Bir militan gibi öldü Aleko. Gerçek bir yolda gibi öldü. Son anında haykırdı: "Binlerce yıldız var içimizde bizim. Öldüremez sizinki onları." (Çev. Ö. nce) Ritsos, kinci Payla ım Sava ı sırasında, fa ist Alman i galine kar ı Yunan Direnme Hareketi'ni desteklemi tir. Albaylar cuntası döneminde de tutuklanmayı göze alarak yurdunu terketmemi tir. Cunta eflerine, politikayla ilgilenmenin airlerin
en büyük görevi oldu unu söylemi tir. Uluslararası baskılar sonucu pasaport alabilmi olmasına kar ın cuntayı protesto etmek için yurtdı ına çıkmamı tır. Önemli eserleri arasında: "Umarsız Penelope, Tanıklıklar, Ta lar, Yinelemeler, Parmaklıklar, Boyun E meyen Ülke, Graganda'yı sayabiliriz. KER M KORCAN ÖLDÜ Linç, Tatar Ramazan, damlıklar, Ter Adamları, Dimitrof Geçiyor adlı kitaplarıyla tanıdı ımız yazar Kerim Korcan 9 Kasım'da öldü. Kerim Korcan 1938 ve 1957 yıllarında tutuklanmı ve toplam 12 yıl cezaevinde yatmı tır.
"EVET! SAVA A HAYIR GECES " YASAKLANDI Emperyalist Sava a Kar ı Sanatçılar Kurulunun, 30 sanatçının katılımıyla 25 Kasım 1990 da düzenledi i "Evetl Sava a Hayır" adlı gece stanbul Valili i'nce yasaklandı. Halkımız, emperyalistlerin çıkarları için sava a sürüklenmeye kar ı
çıkıyor. Kitleler, sava kı kırtıcılarını protesto ediyor, tavrını her fırsatta ifade ediyor. lerici, demokrat, aydın ve sanatçıların, halkla sava kar ıtı bir program çevresinde birle mesi iktidarı korkutuyor.
GRUP YORUM'A YASAKLAMA Grup Yorum'un Kastamonu, Bandırma, zmir, Ankara, Mersin ve zmit konserleri yasaklandı. Grup Yorum'un konserleri bültenimizin ilk sayısından beri defalarca tekrarladı ımız bilinen gerekçelerle yasaklanıyor. Bazen konser izni veren, bazen de "potansiyel suçlu" yakla ımıyla kendi yasalarını
çi neme pahasına izin vermeyen anlayı Yorum'un ya am kaynaklarını kısıtlamaya ve halkla bütünle mesini engellemeye çalı maktadır. Türküler yasaklanabilir mi? Haftalar boyu Kozlu'da, Karadon'da, Üzülmez ve Zonguldak'da sokaklar meydanlar türkülerle çınladı, türkülerle soluklandı.
RÖLYEF YER NE REKLAM PANOSU Heykeltra Kuzgun Acar'ın Emekli Sandı ı adına yaptı ı Kızılay'daki gökdelenin önündeki "Türkiye Rölyefinin sökülmesinden 9 yıl sonra, nihayet konuyla ilgili detaylı ara tırma ba latıldı. Büyük ehir Belediyesi 1988 yılında TAVIR
"hurda" olarak satılan rölyefin nerede oldu unu ara tırıyor. Sanatçının bir ba ka eseri Ankara'nın en i lek merkezlerinden birine konulacak. Kuzgun Acar'ın 9 yıl önce sökülen rölyefinin yerinde u an Vakıfbank'ın reklam bilboardı duruyor. 54
SOSYAL EK NC 'N N R K TABI TOPLATILDI Belge Yayınları, Yeni Sesler Dizisi'nden yayınlanan Sosyal Ekinci'nin "Ça rı" adlı iir kitabı toplatıldı. "Yitik Ülke'yi aramanın yollarında sesli dü ünen "bir air", belki de geç kalmı olmasına kar ın..../ kangölüne.."banıp
parma ını "...'ın da larına akan" bir air olma iddiasında Sosyal Ekinci. Ça rı adıyla yayınladı ı iirlerinde "direni in lulu'larını" haykırmak isteyen, "da da direnenleri arkısız bırakmak" istemeyen bir air.
KÜÇÜKARMUTLU HALKININ SERG S Konut satın alamayacak, kira ödeyemeyecek durumdaki dar gelirli insanlar 1985-86 yıllarında Küçükarmutlu'ya yerle meye ba lamı lardı. Hayat pahalılı ı, yoksulluk insanları sa lıksız, derme çatma, altyapısı olmayan gecekonduları yapmaya yöneltmi tir. Defalarca yıkıma u ramalarına kar ın, gecekonduların sayısı bugün 1000'e ula mı tır. Küçükarmutlulu'lar varlarını yoklarını ortaya koyup yaptıkları tek göz
evlerinin yıkılıp yok olmasına göz yumamazlardı. Tüm gecekondu ya ayanları güçlerini birle tirip örgütlendiler. Yıkımlara direni le cevap verdiler. Biraraya gelip yol, su, elektrik vb. sorunları imkanları ölçüsünde çözmeye çalı ıyorlar. Küçükarmutlu halkı OKM'de foto raflarıyla, el ürünleriyle, vb. çalı malarıyla ya am biçimlerini sergiliyorlar.
FSAK 6. STANBUL FOTO RAF GÜNLER FSAK ( stanbul Foto raf ve Sinema Amatörleri Derne i)'nin düzenledi i " stanbul Foto raf Günleri'nin altıncısı Aralık ayı içerisinde gerçekle ti. Ustalar ve genç ku ak foto rafçılara yer veren TAVIR
sergiler açıldı. 7 sergi salonunda 10 sergi gerçekle ti. Fransız Kültür Merkezi'nde dia gösterisi yapıldı. Çatı Restoran'da "Foto raf ve Sinema Yeme i" yendi. Foto raf ve Sinema ödülleri verildi. 55
B R D REN TÜRKÜSÜ: "MADENC " FSAK üyelerinden Faruk AKBA , brahim AKYÜREK, irin KÜÇÜKTABAK, Celal DEN Z, Sevil ÜZREK, Hatice TUNCER, Birol ÜZMEZ'in 12/13 Aralık 1990 günü OTOMOB L- sendika merkezinde yaptıkları, iki bölümden olu an "MADENC " adlı dia gösterileri ilgiyle izlendi. Aynı gösteri 22 Aralık'ta Bo aziçi Ekin Sanat Derne i'nde tekrarlandı.
Kömür karanlı ında kanayan umutları için, emeklerinin hakkı için, ekmek için, grizuyu yüreklerinde ta ıyarak, yeryüzüne çıkan madencilerin türküsü, kare kare geçerken gözlerimizin önünden içimize i leyen sancılı bir öfkenin gerilimini duyduk. Karde yürekli kömür adamlarını seyrederken, yükselen bir ça rının, genel grevin co kusunu ya adık.
ASYA-AFR KA YAZARLAR B RL SEMPOZYUMU Asya-Afrika Yazarlar Birli i "De i en Dünyamızda Yazar" ve "Telif Hakları" konularını tartı mak için 6-7 Aralık günleri stanbul'da sempozyum düzenlediler. 1958 yılında 50 ülkeden yazarların katılımıyla kurulan bu kültür ve sanat hareketi toplumsal ve siyasal mücadele içinde yer almaya çalı tı. "... Asya-Afrika Yazarlar Birli i emperyalizmin, sömürgecili in, yeni sömürgecili in, Siyonizm'in ve ırkçılı ın her türlü biçimine kar ı tavır almı yazarların gönüllü birli ini olu turur." (Birli in
tüzü ünden) Birlik gerçek bir kültürel geli me için özgürlük ve ba ımsızlı ı ön ko u! olarak kabul etmektedir. 7. ve son kurultayını 1983 yılında Ta kent'te yapan Birlik bu kurultayda "Barı ve Detant" konusunu tartı mı tı. Sosyalist dünyada geli en olayların, siyasal dönü ümlerin Asyalı ve Afrikalı yazarları etkilememesi olanaksızdı. Birli in yayınladı ı Lotus Dergisi yayınını durdurmu tu. Lotus Edebiyat Ödülleri de 1985'den bu yana verilemiyor.
DÜZELTME: Tavır sayı 4, sayfa 6 : "altı mayıs halaylarında duydu" yerine "altı mayıs balaylarında duydu", "bu kanlı dü ün" yerine "bitecek bu kanlı dü ün". Tavır sayı 4, sayfa 20 : ".... halk ne eylerse iyi eyler" mantı ıyla hareket etti ini gözlemliyoruz. yerine ".... etmedi ini gözlemliyoruz."
TAVIR
56
TARAFSIZ AYDINLAR 1
2
Tarafsız aydınları
O gün
yurdumun
basit insanlar,
sorguya çekilecek
tarafsız aydınların
günün birinde
kitaplarında, iirlerinde
en basit insanları
yer almayanlar,
tarafından
her gün ekmek getirenler onlara
halkımızın.
süt getirenler, çörek ve yumurta getirenler,
Soracaklar onlara
giysilerini dikenler,
ne yaptılar diye
arabalarını sürenler,
a ır a ır ölürken
köpeklerine, bahçelerine
ulusları,
bakanlar,
tatlı bir ate gibi
onlar için çalı anlar,
ufacık, bir ba ına.
gelip soracaklar: "Ne yaptınız
Kimse sormayacak onlara
acı çekerken yoksullar için
giysilerini,
içlerinde sevgi
uzun ö le uykularını
ve ya am sönüp giderken?"
yemek sonrasında, bilmek istemeyecek kimse
3
anlamsız u ra larını,
Tarafsız aydınları
hiçlik konusunda görü lerini,
güzel yurdumun.
nasıl para kazandıklarını
cevap veremeyeceksiniz.
felsefe yaparak. Sorguya çekilmeyecekler
Yiyip bitirecek sizi bir
yunan mitolojisi konusunda nasıl i rendikleri konusunda kendi kendilerinden,
sessizlik kuzgunu. Yüre inizi kemirecek zavallılı ınız Susup
korkuyla ölürken içlerinde bir eyler.
kalacaksınız kendi utancınızla.
Sormayacaklar nasıl vardıklarını do rulara yalanın gölgesinde.
OTTO RENE CAST LLO Türkçesi: Ülkü TAMER DÜ ÜN, ubat '86