"EVE GİREMİYORUZ..."
Forumlar, dayanışma, sabır, demokrasi, örgütlenme…
Hep bilirdik “olağanüstü dönemler”in ardından eve dönüş zor oluyor diye. Kadınlar için daha bir zor oluyormuş meğer tecrübeyle sabitledik bir kez daha. Hangi forumdan hangi kadınla konuşsam eski gündelik hayat düzeneğinin dağıldığını, yeni bir rutin oluştuğunu, her güne Gezi Parkı’nda uyanırcasına “yeni bir gün, ne olacak acaba?” merakıyla uyandıklarını söylüyor. Hayatı yeniden merak duygusuyla yaşamayı özlemiş herkes, “normal”in normal olmayacağını yeni bir “normal”in üstelik de neredeyse kendiliğinden yaratılabileceği duygusu sarmış herkesi. Forumlar başladığında herkes gidebileceği en yakın forumu seçmeye çalışıyordu. Bölge bölge forumların oluşmasından heyecanlanan pek çok Şişlili önce Maçka forumuna gitmeye başladık. İlk gününü unutmayacağım, neredeyse 200 kişi “aman ha dağılmayalım, giderek kalabalıklaşalım” telaşı eşliğinde söz almaya başladı. Herkes eskiye dönüş olacağından henüz ziyadesiyle korkuyordu çünkü. Parkta kazanılmış yeni kavramlar, el işaretleri, söz alma sırası, moderatörün işlevi, kadınlara pozitif ayrımcılık, oylama mı eğilim belirleme mi derken sakinleşerek neler yapılabileceğinin konuşulmasına geçiş çok zor olmadı, örgütsüzlerin ayaklanması diye tarif edilince örgütlenme tartışması hep önemli bir başlık oldu haliyle. Barış konusu uzun tartışıldı kimi zaman. Birbirini kırmamaya-itmemeye çalışan bir topluluğun toplantısının parçası olmanın bile kimi zaman yettiği görülürken kimi zaman edilen bir cümleye sinirini bastırarak yapılan konuşmalara da tanık olduk elbette. Ama dert hala ortaktı: aman azalmayalım, dağılmayalım, çok zor geldik yanyana… Kadınlar Maçka’da ayrı toplantılar yapıp direniş sürecindeki gözaltılardaki taciz ve şiddeti forumların tartışma konusu haline getirdiler. Maçka Forumu’nun başlamasının üzerinden birkaç hafta geçmeden mahallelerde daha küçük forumlar örgütlendiğini duymaya başlayınca herkes mahallesinde örgütlenme üzerine de düşünmeye başladı. Kurtuluş-ortanca Parkı Forumu Şişli Merkez Mah (Sıracevizler) Forumu Maçka deneyimlerinin üzerine inşa edildi ve hala daha sürüyor. İlk gününden bu yana Tatavla Dayanışması (Kurtuluş & Feriköy Ortanca Parkı) semtine-ismine ve tarihine uygun bir şekilde çok fazla rengi biraraya getirmeyi başardı. Parkta “gençlerin”
toplanmasını homurdanarak izleyen amcaya mikrofonu uzatınca 50 yıldır bu mahelledeyim, hoşgeldinizmahallemize dedirten forum, “ninelerimden bu yana buradayım, asıl siz hoşgeldiniz bu mahalleye” diyerek mahallenin kovulmuşlarını hatırlatan forum üyesiyle biraradalığı sağladı. Bu durum bir sonraki gün parktan geçerken mikrofonu kapıp “depremi de konuşsanıza” diyen başka mahallelilerle bağ oluşturdu. Çocuklarla yapılan atölyeler, Şişli Bomonti semtindeki Kazova Tekstil Fabrikası’ndan atılan işçilerin direnişine destek yürüyüşü, Sivas’ın yıldönümünde Kurtuluş ara sokaklarında sloganlarla yapılan yürüyüş ve ardından çok kalabalık bir şekilde izlenen 2 Temmuz belgeseli ve yapılan müzik dinletisi… 1992’nin meşum gününe dair anılarını anlatırken insanlar yeniden yeniden aynı şaşkınlığı yaşadılar “nasıl yaktılar 35 insanı!” ve forumda olmak o zaman bir daha anlamlı oldu. Ertesi gün gelenler “Yok, bir daha dönemeyiz eve, vazgeçmeyeceğiz” demeyi yeniden ateşledi. Artık bir aşamaya gelindiğini ve forumun değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu söyleyenler, bundan sonrasında ne olacağını tartışmak isteyenler, etkinliklerle ve eylemlerle forumu beslemek gerektiğini söyleyenler, mahallenin sorunlarıyla ilgilenerek mahalleyle bağı güçlendirmek gerektiğinden bahsedenler, talepler oluşturulmalı diyenler, Taksim Dayanışması’nın işlevini tartışmak gerektiğini önerenler, Yerel forumların önemine vurgu yapanlar, yereli merkezi birarada tutmak en doğrusu diyenler, eğilim belirleyememekten rahatsız olanlar, Kazova işçilerinin polis müdahalesi olacağını söylemesi üzerine her gün 20.30’da parkta buluşup Kazova işçilerine desteğe gitmenin çok önemli olduğunu söyleyenler, arada kendi söyleyeceğini unutup unutturana kızanlar, forumun sabrını güçlendirdiğini düşünenler, neden 513 Facebook üyemiz varken 20-25 kişi geliyor parka diyenler, sosyal medyada daha görünür olmalıyız önerisi yapanlar, çocuk atölyesine gelen kadınlarla diyalogu kuvvetlendirmenin önemini hatırlatanlar… İşte forum bu, görünen o ki sorular hemen her forumun sorusu, tartışılanlar hemen her yerde tartışılıyor. Ama ilk günlerden farkı şu ki, kimse artık dağılmaktan korkmuyor, belli ki kimsenin eve dönmeye niyeti yok… Hem Ali İsmail’in vasiyeti de herkesin hatırında… Demek ki doğru söylemişiz: Bu daha başlangıç!
Hemzemin’in tüm sayıları www.hemzeminposta.org adresinde PDF formatında yayınlanmaktadır. Direnişin, forumların sesini yükseltmek için forumlara gitmeden, sokağa inmeden önce bu adresi ziyaret edin; son sayıyı bastırın, çoğaltın, yaygınlaştırın. Onlar kanun yapmaya devam etsin, tarihi yazan bizleriz! www.hemzeminposta.org facebook.com/hemzeminposta twitter.com/hemzeminposta hemzeminposta@gmail.com
AKP hükümetinin ve onun başı Türkiye -Belediye- Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın (adına Belediye Başkanı dedikleri, tüm o kendi önemsizliklerini kendileri kabul ve ilan etmiş kişileri anma yükünden biz de kurtulalım) Taksim Meydanı'nda ve Taksim Gezisi'nde yapmak istedikleri hangi bütünün parçasıdır? Taksim Meydanı ve yakın çevresinde trafiği yer altına alma hevesinin iki ana amacından birisi üzerinde çok konuştuk; Taksim'in başta 1 Mayıs olmak üzere tüm toplumsal eylemlere kapatılması hedefi. Malum 1 Mayıs 2013'ten önce Erdoğan'ın başvurduğu (Mayıs-Haziran eylemleri ile madden de bir anlamı olmadığı anlaşılan) "aman ha çukura düşersiniz" edebiyatı... Ancak, trafiğin -hiç bir akli gerekçe ile izah edilemiyor olmasına karşın- yer altına alınmasının aslında sermaye lehine gerçekleştirilen "sınıfsal" bir tercih olduğunu da artık daha fazla vurgulamamız gerekiyor.
Tarlabaşı'nda savaşla zorunlu göçe tabi tutulmuş Kürtleri, yoksul Türkleri, kâğıtsız göçmenleri, seks işçilerini, son ütücüleri, lgbt'leri, komileri, selpak satıcılarını, uzun sözü kısası en alttakileri, devletin tüm olanaklarını bir sermayedarın lehine kullanarak sürgün eden irade, "mutenalaşmış Tarlabaşı" sakinlerinin Tarlabaşı Bulvarı’nın trafiğiyle hiç muhatap olmaksızın İstiklal Caddesi’nin "renkli sosyal hayatına" katılmasını hedeflemektedir. Aynı zamanda, o sosyal hayata katılmak istemeyen küresel mütedeyyin burjuvazi için İstiklal Caddesi’ne paralel olarak yaratılacak -ve ihtimal helal eğlence turizmine yönelecek- yeni bir "İstiklal Caddesi" ile eşsiz kârlılıkta yeni "muhayyel mekânlar" yaratma arzusundadır. Daha yalını, Taksim "projesi", Tarlabaşı "projesi"nin bir devamıdır ve battı çıktı inşaatlarındaki ısrar, salt bir siyasi güç gösterisinden değil sınıfsal bir tercihten kaynaklanmaktadır... Peki Taksim Gezisi'nin türlü çeşitli isimle yapılaşmaya açılması hevesini simgeler dünyasının sınıfsal temelinden devamı 2. sayfada
vegan forumu ADALARDA FORUM TALİMİ gezi parkında ...1.sayfadan devam
ayrı bakarak anlamak mümkün mü? Taksim Gezisi'ndeki yapılaşma hevesi, modern kent merkezinin ve o merkezde yakın dönem mücadelelerin doğrudan etkisiyle yoğunlaşan toplumsal muhalefetin yarattığı mekânsal etkinin dağıtılmasını hedeflemektedir. Ancak, Taksim Meydanı'nın adına Topçu Kışlası dedikleri bir "kale" ile tahkimi, Meydanın (tıpkı Tarlabaşı gibi) devletleştirilmesi ve piyasalaştırılması; devletleştirilerek piyasalaştırılması sonucunu hedeflemektedir. Yine bir taş ve yine birden çok daha fazla kuş: tören alanı olmak dışında bir anlamı kalmayan bir kent meydanı(!), emeğiyle geçinen insanların meta tüketmek zorunda kalmadan kentsel hayata katılmalarına olanak veren bir parkın devletin tüm olanaklarının kullanılması sonucunda piyasalaştırılması, "biz orada neler olduğunu iyi biliriz" imasının homofobik özüne uygun ve "kızlı erkekli.." diye başlayan cümlenin arkasındaki akla ziyan zihniyetin gereksindiği bir mekânsal kontrol ve buna bağlı olarak "yeni muhafazakâr" burjuvazinin kent merkezini fethi, toplumsal muhalefetin mekânsal olarak da merkezden itilmesi ya da bunlardan çok daha önemlisi kent merkezinde tüketmeden hiçbir şey yapılamaz hale getirilmesi... İkinci yılını dolduran masa sandalye operasyonu da "alkole düşman dinci" kalıbına sığmayacak bir kapitalist rasyonaliteye dayanmakta. Özellikle siyasi iktidara yakın büyük sermayenin Beyoğlu'nda tapu topladığı, bu konuda ısrarcı olduğunu uzunca bir süredir biliyoruz. Kentin merkezinde bu kadar ucuz çay, kahve içilmesi özel vergilerle fiyatları şişirilmiş olsa da nispi olarak hâlâ ucuz bira ve rakı eşliğinde muhabbet edilebilmesi, muhafazakâr tahayyül kadar Türkiye kapitalizminin rasyonalitesi için de "sınırı" aşmış; aşılması gereken bir sınır haline gelmiştir. Tüm binanın değerinden daha fazla değerlenen hemzemin mekânların bedelinin düşmesi için sokakta muhabbet keyfine son verilmesi ve tapu avcılarının işinin kolaylaştırılması; insanların buluştuğu çay içip bir eyleme katıldıktan sonra ucuz bira içerek sohbete devam ettikleri bir sosyalleşme geleneğinin basit bir mekânsal düzenlemeyle sonlandırılması; İstanbul kent merkezinin sadece 2
turistlere ya da zenginlere ve ancak para biriktirerek ayda yılda bir "Beyoğlu'na çıkanlara" açık hale getirilmesi ve köpürtülen Beyoğlu'nda kârı misliyle arttırma hevesi... Taksim, Meydan'dan başlar ve Tarlabaşı, Bedrettin Mahallesi, Perşembe Pazarı, Karaköy, Dolmabahçe ve nihayet Gümüşsuyu üzerinden geniş bir yay çizer... Tarlabaşı'ndaki tehciri, Bedrettin Mahallesi'ndeki sürgün hazırlığını, Perşembe Pazarı için kurgulananı, Karaköy sahilinin tümüyle Galaportlaştırılmasını, Dolmabahçe'de ve devamında Gümüşsuyu'nda öngörülen dönüşümü, ötesi kamusal sağlık mekânlarının buharlaşması hazırlığını yahut Okmeydanı'nda hazırlıkları son aşamaya gelen "dönüşümü" gündemimize taşımaksızın yaptığımız her şey eksik kalacaktır. Taksim ve Taksim Gezisi ancak "büyük" Taksim için verilecek bir mücadeleyle, Tayyip Erdoğan'ın bizi simgeler dünyasına sıkıştırmasına izin vermeyerek ve kentimizde olanın sınıfsal niteliğine dikkat kesilerek kazanılabilir. Hadi Tarlabaşı 1. Etap'ta hazırlıksız ve donanımsız yakalandık; Tarlabaşı 2. Etap'ta da etkili bir mücadele kuramayan bir toplumsal muhalefetin uzun vadede Taksimin elimizden alınmasına direnmesi mümkün olabilir mi? İş çıkışı Taksim Gezisi'nde direnen beyaz yakalıyla Tarlabaşı arasında bağ kuracak bir siyaset, yaşadığımız kentte gerçek bir muhalefete uç verecektir. Taksim Gezisi ve Taksim Gezisi'nde kazandıklarımız sosyal taleplerle, sosyal mücadele ile buluşmalıdır. Direnişimizin anti-otoriter karakterini, muhafazakâr piyasacılığa ve onun rıza mekanizması temsili demokrasiye ilişkin açık itirazımızı, müşterek sosyal taleplerle birleştirmek, mücadelemizi düzen içi "hoş bir seda" olarak sınırlama çabasına anlayacağı dilden yanıt verecektir.
İstanbul’un Adalar ilçesine bağlı, üzerinde insan yerleşimi olmayan ve ekosistem için oldukca önemli olan Yassıada ve Sivriada’nın tarihi, doğal ve arkeolojik SİT statüleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından kaldırılınca, henüz toparlanmakta olan Adalar forumları bu iki adanın tıpkı parklar, dereler gibi boş ve atıl algılanması ve değersizleştirilip özel mekanlara dönüştürülerek kısa vadeli karlar uğruna talan edilmesıne karşı, insan olmayanlarla da paylaştığımız müşterek mekanların müşterek kalması için yan yana gelerek Haziran Günleri ardından örgütlenen belki de en kapsamlı ve kapsayıcı doğrudan eylemi 21 Temmuz Pazar günü gerçekleştirdiler. Hem her forum gibi kendi içlerinde hem de birbirlerinden farklı dinamiklere sahip olmaları beklenebilecek Burgazada, Büyükada, Heybeliada ve Kınalıada’da ayrı ayrı tartışılarak alınan ortak kararla ’Artık Yeter’, ’Diren Adalar’ demek için buluşan takalar, filikalar, motorlar, yelkenliler, fenerler, uçurtmalarla oluşturulan direniş yüklü filo, Kabataş ve Kadıkoy’den de dayanışmaya gelenlerle birleşerek Marmara’ya yelken açtı. Yassıada ve Sivriada’nın ‘imara açılması’yla kapımıza dayanan iktidarın hak, hukuk ve sınır tanımayan doğa katliamı ve gasp politikalarına, Adaların bütünlüğünü bozmaya yönelik bu düzenlemenin zamanla tüm adalarda uygulanması tehdidine, konuyla ilgili ve yetkili tek anayasal kurumumuz olan TMMOB’nin özlük haklarının hukuksuz bir biçimde yok sayılmasına, yaşam alanlarımıza sorgusuz sualsiz el konulmasına, doğayı hiçe sayan barbarlığa, betonlaşmaya, hak gaspına, yağmaya ve hukuksuzluğa karşı ortak basın açıklaması hali hazırda taş ocağı diye oyulmuş olan Sivriada’da okundu. Sonrasında Yassıada’ya geçilip Menderesler’i idama mahkum eden duruşmanın da yapıldıgı spor salonunda ilk müşterek Adalar forumu gerçekleştirilerek adanın üzerine yapıştırılmış simgesel kodların dibine hep birlikte kibrit suyu serpildi. Forumda, Adalar’ın imar konusunda geçirdiği süreç aktarıldı ve durum değerlendirmesi yapıldı, Adalar’ın imara açılması, turizme tahvili hususunun kentsel dönüşüme dair olduğu, meseleyi salt bir AKP karşıtlığı veya istifa talebine indirgemenin yetersizliği vurgulanarak siyasal ufkumuzun daha geniş oldugu anımsandı. İletişim ve örgütlenme kanallarını çoklaştırarak HESler ve nükleere karşı müştereklerimizi savunmak için küresel kapitalizme karşı topyekün bir tavır almanın elzem olduğu da ifade edildi. Böylece Adalar ahalisi dört farklı forumda bir meclis haline gelmeye çalışıp ilk kez ortak karar alabilme, metin yazabilme, iş yapma deneyimi ve söz üretmiş durumda. Bu daha başlangıc oleey!
buluşuyor
Hayvan ve hayvansal ürünleri tüketmeye karşı yaşam biçimi olarak özetlenebilecek veganlık anlayışı, Gezi Direnişi’ndeki varlığını bir üst noktaya taşıdı. Direnişin başından beri şiddet karşıtı eğilimleriyle polisin saldırılarına bir tezatlık yaratan veganlar, İstanbul forumlarına bir yenisini ekledi. Geçtiğimiz Cumartesi saat ikide (polisin Gezi’yi kapamasından hemen önce) yapılan ilk vegan forumuna, vegan olanların yanı sıra konuyu merak edenler de katıldı. Forumda kişisel deneyimlerden bilimsel çalışmalara veganlığın birçok yönü konuşuldu. Özellikle hayvansal beslenmenin insanlar için bir zorunluluk olduğu mitine karşı söz alan katılımcılar, asıl sağlıklı beslenmenin vegan beslenme olduğunu öne sürdüler. İnsanın protein ve demir ihtiyacı gibi genellikle et yemeden karşılanılamayacağına inanılan gereksinimlerinin sebze ve tahıllardan da alınabildiğini belirten katılımcılar, bu sayede hem hayvanlara eziyet edilmeyeceğini hem de hayvansal beslenmeden doğan sağlık sorunlarından kaçınılabileceğini vurguladılar. Vegan beslenme için çeşitli tiyoların, yemek tariflerinin ve kaynakların da paylaşıldığı forumda, sağlıklı beslenmenin yollarını arayan kişilerden, hayvanların özgürlüğünü toplumsal özgürlük için koşul olarak görenlere birçok vegan tanışma olanağı yakaladı. Valinin Gezi Parkını bir musluk gibi kapatıp açmasından son anda kurtulan ilk Vegan Forumu, önümüzdeki Cumartesi (27 Temmuz) saat 17.00’da Gezi’deki çocuk parkına Boğaz yönünden bakan tepelikte tekrar toplanacak. Veganlık ile ilgili daha fazla bilgi için www.vegankolektif.org sitesi ziyaret edilebilir.
7
AKP’nin Taksim Projesi ve Beyoğlu Tahayyülü Genelinde sermaye açısından, özelinde de AKP için tarihî Beyoğlu’na yüklenen turizm misyonunun bir iç mantığı mevcut. Açılacak dört ve beş yıldızlı otellerle sınıfların mekânsal ayrışması tamama erdirilerek kent merkezi steril kılınmaya çalışılacak. Çalışanların örgütlenmesinin çok zor olduğu turizm sektörü sayesinde işverenlerin eli güçlendirilecek, ücretler minimize edilecek. Ve belki de en önemlisi, ileride farklı fonksiyonlar verilebilecek ülkenin en değerli yapı stoğu devlet eliyle sermayeye devşirilecek.
Sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin de belli başlı kültürel merkezlerinden olan Beyoğlu ilçesinde iktidarın icraatları 2012’de başlayan “masa ve sandalye” operasyonuyla gündeme gelmişti. Akabinde, Erdoğan’ın seçim kampanyasında böbürlenerek ilan ettiği Taksim Projesi’nin 1/1000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’na eklendiğine şahit olduk. Bu planın ışığında öngörülen sınıfsal, kültürel ve iktisadî ilişkilere göz atmak, AKP’nin Beyoğlu’na dair kapsamlı tahayyülünün ne olduğunu anlamak için elzem görünüyor. Sınıfsal açıdan “Beyoğlu yakın gelecekte kimin kullanımına sunuluyor” sorusunu yanıtlamak için emlâk kulislerinde Ağaoğlu, Ulusoy, Çalık, Demirören, Ciner, Metro, Bilgili ve daha nice büyük şirketin “turizmin kalbi konumundaki” Beyoğlu’nda otel ve rezidans yapmak üzere kâh şu tarihî binayı, kâh öteki tarihî hanı aldığına dair haberleri takip etmek iyi bir başlangıç olabilir. Fakat, Beyoğlu’nu soylulaştırma hevesi ve hamlesi, şirketler ve bireylerin açtığı yoldan harekete geçmedi. Aslında, AKP’nin Beyoğlu için biçtiği kaftana göre çizilen belediyenin 1/1000 ölçekli “koruma planı” kapıyı ardına kadar açarak iştahları kabarttı. Öyle ki, planın ana özelliklerinden biri, “yenileme alanı” adı altında açtığı gediklerle doğrudan sermaye müdahalelerini buyur etmesi. Buyrun Yağma Hasan’ın sofrasına… Buna göre, Tophane mahallesinin bir kısmı, Galataport olması murad edilen sahil alanı, planda tam olarak ismi konmasa da Perşembepazarı, Bedreddin mahallesi, zaten çoktan kaybettiğimiz Tarlabaşı’nın bulvara komşu dokuz adası, Galata’nın kule civarındaki çok büyük bir kesimi, Tarlabaşı’ndan Emek sinemasına uzanan bir alan, Park Otel ve civarı plandan sökülüp alınarak “yenileme” söylemi içinde büyük şirketlere ikram edildi ya da edilmeye hazırlanıyor. AKP’nin sınıfsal eşitsizlik arttığı ölçüde emlâk ve toprak rantına yönelen son otuz senenin neoliberal ekonomisinin ateşli bir takipçisi olduğu artık aşikâr. Dubai’de balonu çoktan inen “finans merkezi” hülyasını Ümraniye’de hayata geçirmeye hazırlanması, büyük beklentilerle açılan Akfırat’taki Formula 1 pisti, bitmez tükenmez olimpiyat hevesiyle birden çok ilçede emlâk spekülasyonu denemeleri, kırk küsur mahallenin emlâk kredi sisteminin sınırlara dayanması ve oy kaygısıyla bu mahallelerin yıkılmasının zorluğu karşısında “Afet Yasası” icat edilerek aba altından 4
sopa gösterilmesi, böylece inşaat şirketlerine ve orta sınıflara göz kırpılması, sayıları 300’ü geçen AVM ile kamu toprak müsaderesi ilk elde akla gelen konut ve kent arazisine dayalı rant örnekleri. Bu yüzden, AKP’nin Beyoğlu gibi merkezî konuma sahip bir yeri Tarlabaşı’nda yaptığı gibi el koyarak temellük etmesine, devletin tüm imkânlarını seferber ederek emlâk rantı yaratmasına şaşmak saflık olur. “Turist” denen gelgeç kitleyi ve kurulacak rezidanslarda oturacağı varsayılan ayrıcalıklı bir azınlığı saymazsak, çalışanlar dışında büyük oranda insansızlaşacak bu yerleşimlerden başka, halen mahalle özelliğini koruyan Tomtom, Tarlabaşı’nın geri kalanı, Cihangir, Gümüşsuyu ve Emekyemez gibi yerlerin nüfusu ise buralardaki ticaret alanları artırılarak 90 binin altında tutulacak. Böylece, tıpkı Serdar-ı Ekrem Sokak’ta şahit olduğumuz gibi, açılan butikler, tasarım ofisleri, üst-sınıf terziler ve “diner”larla alt sınıflar üzerindeki baskı artacak, mütekabiliyet yasasıyla küresel aktörler, uluslararası emlâk şirketleri mahallelere yerleşecek ve kiraların üç bin avro seviyesine çıkması umulacak. Yani, Beyoğlu yerellikten büyük ölçüde arınarak ayrıcalıklı bir azınlığın küresel tüketim zevklerine hizmet edecek.
Bu nedenle, bahsi geçen planda “turizm” anahtar konumlardan birine yerleştiriliyor. Plan raporunda doğrudan otel alanı olarak, halihazırdaki iki Marmara Oteli, Pera Palas ve ilçedeki 67 otelin 30’unun bulunduğu Talimhane bölgesi zikrediliyor. Ancak, bunlara kâğıt üzerinde Turizm Bakanlığı’nın yetkisinde bulunan, fakat aslında belediye uhdesindeki Park Otel, tüm bu söz konusu yerlerin toplamından daha büyük alana sahip olan Galata Kulesi ve civarındaki alan, nihayet Salıpazarı-Galataport mevkiini de eklemek gerekiyor. Otelleşmesi planlanan alan bununla da sınırlı değil. Zira tüm taban alanının yüzde 12’sine tekabül eden kısım THT (ticaret-hizmet-turizm) olarak tasnif edilmiş bulunuyor. Özellikle Tarlabaşı ile İstiklal Caddesi arasından Galata’ya doğru uzanan geniş aralıktaki binaların hemen hepsi, kuvvetle muhtemel çoğu birleştirilerek otel yapılmak üzere THT olarak kodlanmış durumda. Buradaki işletmelerin ruhsatları geçiciye çevrilerek, yeri ve zamanı geldiğinde çıkarılmaları kolaylaştırılmış oldu. Yani planda otelleşme adına yazılıp çizilenlerin özeti, iktidarın Beyoğlu’ndaki her beş binanın birini otel yapma niyetinde olması.
Bu durumda, Taksim Meydanı’nı körleştiren, küçük işletmeleri ortadan kaldıran, ortalığı AVM’ye boğan, ekonomiyi küresel bir turist kitlesinin haftasonu seyahatlerine bağımlı kılan, mahalleleri elit bir kitlenin yaşam alanına çevirmeyi amaçlayan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı, AKP ve temsil ettiği İslâmcı-kapitalizm açsından ne anlam ifade ediyor? Murad edilen sınıfsal ayrışma gerçekleşirse, emekçi kitlelerin, yani müstakbel dindar toplumun vakit geçireceği bir mekân olmaktan çok, kapitalizmin Simcity’si haline gelecek Beyoğlu. Türkiye’nin üst sınıflarıyla (Türkiye GSYH’sinin yaklaşık yarısının 39 bin kişiye ait olduğu düşünülürse, büyük bir kalabalıktan bahsetmiyoruz) gittikleri mekânları yerellikten renksizliğe sürükleyen zincir turizmin müşterilerinin bulunacağı bir Beyoğlu İstanbulluların erişimine kapanacak. Böylece, AKP bir yandan kapitalist eğilimlerin nimetlerinden faydalanacak, diğer yandan muhafazakârlık sadece sembolik düzeyde, hem de sadece yeniden gündeme gelen Taksim Meydanı’na cami projesiyle değil, planda “ihya edilmesi” düşünülen ve çoğu cami olan 17 tarihî eserle temsil edilecek. Sınıfsal yaklaşım yoksunu laik kesimin “Beyoğlu bir zamanlar ne nezih bir yerdi” diye temcit pilavı gibi tekrarladığı çarpık nostaljinin muhafazakâr ruh ikizi olan bu görüş istila hazırlıklarını imar planında tamamladı. Ancak, 200 senedir her dinden ve dilden emekçi İstanbulluların yaşam pratiklerini kamusal alana yansıttığı Beyoğlu hiçbir zaman elit bir bölge olmadı. Bundan sonra da tüm saldırılara rağmen olmayacak. Bunun için kendi lisanımızda, sokak eylemleri düzenleyerek, toplumsal hareketleri mekânda hâkim kılarak, tahliyelere karşı mahallelinin yanında yer alarak, kamusal alanda içki içerek “kiç” kazaları ilçeye şâmil kılmaya devam etmek görevimiz. Express, sayı 127’den kısaltılmıştır. (neo-İslâm özel sayısı, Nisan 2012) 5
dİRENİŞİN GÖZÜ: ANTAKYA Antakya’da halkın ve demokratik kitle örgütlerinin gezi parkı ile dayanışma için başlatmış oldukları direniş devam ediyor. 01 Haziran’da gezi parkının göstericiler tarafından işgal edildiği gün başlayan Halk ayaklanması 1 hafta boyunca şiddetli bir şekilde sürdü, Abdullah Cömert'in polis tarafından -hala nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde- öldürülmesiyle çatışmalar şiddetini iyice arttırdı. 1 haftanın sonunda polis müdahalesini durdurunca halk sessiz eylemini sürdürdü, yürüyüşler her gün devam etti. Ta ki Ali'nin ölümüyle birlikte yeniden bir öfke patlaması yaşanana kadar. Ali İsmail Korkmaz’ın cenazesinin Antakya’ya geldiği 12 Temmuz günü, cenaze töreninin ardından Armutlu’dan Ulus Meydanı’na doğru yürüyüşe geçmek isteyen Hatay Halkı, Armutlu BP Benzin istasyonu önünde polis barikatı ile karşılaştı. Ali İsmail Korkmaz’ın katledilmesini protesto etmek isteyen kitle, polisin çok sert müdahalesi ile karşılaştı. Burada şunu belirtmek isterim ki polis o gün özellikle daha önceki günlerde sergilediğinin çok üzere bir şiddet ile göstericilerin üzerine saldırdı. Müdahale esnasında, Yılmaz Öztürk başına isabet eden gaz kapsülünden dolay beyin kanaması geçirdi, 8 arkadaşımız çeşitli yerlerinden yaralandı. 12 Temmuz günü başlayan direniş 5 gün boyunca sürdü. Başta Armutlu olmak üzere, Affan, Sümerler, Gazi, Harbiye, Ekinci, Elektrik, Dörtayak mahalleri olmak üzere Hatay halkı polis şiddetine karşı dimdik ayakta durmaya başardı. Gece sabaha karşı akrepler ile ara sokaklara girerek gençlere saldırmak isteyen polise, halk evlerinden yollara taşıdıkları koltuk, kanepe, buzdolabı ve çamaşır makinaları ile kurdukları barikatlar ile direndiler.
cevİZLİ TEKEL HALKINDIR Tekel’in 2001 yılında özelleştirilmesinin ardından hukuksuz bir şekilde, Tekel’in vergi borçları öne sürülerek hazineye devredilen Cevizli Tekel Kampüsü, destekçileri arasında Ahmet Davutoğlu’nun da bulunduğu Bilim ve Sanat Vakfı tarafından kurulan İstanbul Şehir Üniversitesi’ne 49 yıllığına kiralandı. Cevizli Tekel arazisinin bir bölümüne bu özel üniversitenin ana kampüsü inşaa edilmek isteniyor. 55 milyon dolara mal olması beklenen üniversite kampüsün büyük bir bölümü Ülker’i de bünyesinde barındıran Yıldız Holding yönetim kurulu başkanı Murat Ülker tarafından finanse ediliyor. Geçtiğimiz günlerde kampüsün giriş kapılarına inşaat tabelalarının asılmasıyla birlikte Cevizli Tekel Dayanışması öncülüğünde protesto gösterileri yapılmaya başlandı. İçinde yaklaşık 4200 adet onlarca çeşit ağacı, endüstri ve kültür mirası olan pek çok yapıyı barındıran alanda, 1974 yılında yapılmaya başlanan kazılarda 6
Gençlerini polise vermediler. Balkonlarından polise tepki gösteren insanların evlerinin içine gaz bombaları atıldı. Armutlu’da bir eve atılan gaz bombası yangına sebep oldu. 5 gün süren eylemler ve polis şiddetinin ardından Hatay Halkı oturma eylemi yapmaya başladı. Hatay’ın bütün mahallerinden gelen halk Armutlu’da tek vücut haline geldi. Yaralıları evlerine alan halk, evde pişirdiği yemekleri direnişçilere dağıtan anneler, evlerin bodrum katlarında kurulan revirler, kepenk kapatarak direnişe destek olan esnafı ile Hatay Halkı direniş ile adeta tek vücut oldu. 22 Temmuz sabah saat 04:00 civarında Akdeniz Mahallesi’ndeki Sevgi Parkı’na düzenlenen şafak operasyonu ile parkta buluna çadırlar polis tarafından söküldü. Sevgi Parkı’nda 13 ve aynı gün düzenlenen ev baskınlarında 15 olmak üzere toplam 28 direnişçi gözaltına alındı. Baskın sonucunda çadırlar sökülerek belediye ekipleri tarafından el konuldu. Direnişte yitirilenler anısına dikilen çınarların bir kısmı yerinden söküldü, Abdullah Cömert müzesi dağıtıldı. Polis, Cömert’e ait kıyafetlere, diğer aksesuarlara ve Cömert için açık tutulan anı defterine el koydu. Şu anda Sevgi Parkı, BP benzin istasyonu ve Armutlu yoğun polis işgali altında. Küçük gruplar bazen polis müdahalesi olmadan BP Benzin istasyonuna kadar yürüyebiliyor ama kitlesel bir eylem yapılması polis tarafından engelleniyor. Gezi direnişinin “Beyni” eğer Taksim Meydanı ise “göz”ü Antakya’dır. Antakya’nın kozmopolit yapısı bir mezhep çatışmasına dönüştürülmeye çalışılsa da Antakya Halkı direnişin her safhasında bu kozmopolit yapısına uygun davranarak, farklılıkları bir zenginlik olarak görmeye devam etmiştir. Geç Roma, Erken Bizans dönemine ait olduğu tespit edilen arkeolojik kalıntılar çıkarılmıştı. Maddi yetersizliklerden dolayı 1977 yılında kazılara ara verilmişse de 2010 yılında tekrar başlandı ve halen alanın üç ayrı noktasında arkeolojik kazılar yapılmaya devam ediliyor. Ekolojik, tarihi ve kültürel olarak büyük bir öneme sahip olan ve kamuya ait olan bu alanın, devlet ve sermaye işbirliği ile ranta açılması 19 Temmuz Cuma günü Cevizli Tekel önünde yapılan eylemle protesto edildi. “Doğamıza kentimize tarihimize sahip çıkıyoruz, Cevizli Tekel’i vermiyoruz” pankartı arkasında toplanan yüzlerce kişi adına basın açıklamasını okuyan TMMOB Kartal Temsilciliği Başkanı Aysel Durgun, alanın kentsel, çevresel ve kültürel değerine vurgu yaptıktan sonra, Cevizli Tekel Kampüsü’nün kamuya ait olduğunun, halkın ortak kullanım alanı haline dönüştürülmesi gerektiğinin ve olası bir depremde toplanılabilecek tek alan olduğunun altını çizdi. Cevizli Tekel Dayanışması yaşam alanlarına, doğasına sahip çıkmak isteyen herkesi 26 Temmuz Cuma saat 21:00’de Cevizli Tekel Kampüsü sahil kapısı önünde yapılacak Tekel Forumu’na çağırıyor. facebook.com/CevizliTekelDayanisma | twitter.com/CevizliTekelDay
biraz kenara mösyö Haziran Günleri’nin bir büyük şehrin tam anlamıyla merkezinde bir yerde doğmasının ve şekillenmesinin bir anlamı var mı? Tesadüfler bir yana, her soru gibi tespitlere ve ihtimallere dair belirli bir yorumu ima eden bir soru bu. Şimdilik imalarla yetinelim. Gezi hadisesinin, farklı toplumsal kesimlerin iktidar karşısında besledikleri öfkelerin bir araya gelip patlaması olduğu birçok kez söylendi. Şüphesiz öyle. Siyasal iktidarın nobran söyleminin ve güvenlik aygıtının pervasız şiddetinin kışkırttığı, birikmiş öfkelerin bir dışavurumuydu yaşanan. On yılı aşan tek parti iktidarı döneminde farklı biçimlerde dışlananların öfkelerini tek bir potada akıttıkları bir başkaldırı. Diğer yandan bu başkaldırıya ana karakterini verenin, bilhassa genç erkek ve kadınların otorite karşısında haykırdıkları özgürlük çığlığı olduğu unutulmamalı. Her şeyden evvel, gerek ruhunu gerekse militanlık düzeyini gençlerin belirlediği, anti-otoriter bir karşı koyuştan bahsediyoruz. Elbette buraya has bir otoriterlik değil bu. AKP’nin ve genel olarak Türkiye siyasetinin heybesinde taşıdığı öğelerin harmanlandığı, ama esasen neoliberal kapitalizmin olmazsa olmaz bir öğesi karşımıza aldığımız. Neoliberal dönemde kırda ve kentte farklı örneklerine şahit olduğumuz el koyarak/mülksüzleştirerek birikim stratejisinin işleyebilmesi için zaruri olan ve hayatın her alanına sızan bir dinamik. Kadınların bedenine, norm kabul edilen yaşamların dışında kalanlara, siyasallaşmış meydanlara, kuytu sokaklara, HES ve TEKEL direnişçilerine ya da üniversite kampuslarına yönelik baskı, siyasal iktidarın zihniyetinin bir ürünü olduğu gibi, aynı zamanda küresel trendlerin de bir yansıması. Sokakları dolduran gençlerin büyük çoğunluğunun muhtemelen bildikleri tek hükümet olan AKP, işte bu neoliberal otoriter siyaset anlayışının, dünyanın farklı köşelerindeki egemenleri kıskandıracak denli, ideal bir örneği.
yeni mensupları, sınıfsal örselenmeyi belki henüz çalışma hayatı üzerinden anlamlandırmıyorlar. Ya da çoğu durumda kesikli olarak ve eğreti koşullarda katıldıkları çalışma hayatında yaşadıklarını politik bir dile tahvil etmiş değiller. Bu, belirli bir gençlik kesiminin sömürü ve yabancılaşma ilişkileri içine giderek daha fazla gömüldüğü gerçeğini ortadan kaldırmıyor elbette. Ama Haziran Günleri bu cenahta bir itirazın ifadesi olmadı. Diğer yandan aynı kesimler metalaşma süreçlerinin her alanda yaygınlaşmasını ve derinleşmesini, bu dinamiğe kaçınılmaz olarak eşlik eden otoriterleşmeyi bizatihi gündelik hayatlarında ve kentsel mekândaki tecrübelerinde doğrudan deneyimliyorlar. İşte bu nedenle bu kümenin, AKP iktidarının otoriter karakterini kökünden kavrayıp sarstığı sahanın şehre ve mekâna dair politikalar olması tesadüf değil. Meselenin tam da o üç ağaç olduğunu daha önce de söyledik, ama mösyölerin anladığı anlamda değil. Haziran Günleri’nin kıvılcımını yakan direniş üç ağacın, yani kent merkezindeki bir müşterek alanın akıbetine kimin karar vereceğine dair bir kavgaydı. Bu anlamıyla Emek Sineması, 1 Mayıs alanı, Beşiktaş meydanı, Kadıköy sokakları ve daha nicesi aynı kavganın konusudur. Yoksulların kent mekânında ötelenmesi, bir bütün olarak ezilenlerin yaşam alanlarının parçalanması, kent merkezlerinin ruhsuzlaşması, müştereklerimize yapılan saldırıların farklı görünümleridir. İşte gençlik pek çok itirazın yanı sıra gündelik yaşamının ve kendini var ettiği kentsel mekânların devletten günbegün darbe almasına, sermaye tarafından sömürgeleştirilmesine itiraz etmektedir. Haziran Günleri bu anlamıyla da bir milattır. Çoğu kez adlı adınca tanımlayamadığımız bir kesim cüret etti ve şehri kendinin kıldı. Gündüzün sahiplerine inat geceyi sokakta geçirdi. AVM’lerin renksiz koridorlarını, ruhsuz aile evlerinin fırfırlı salonlarını sonsuza dek terk etti. Bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demek ki Mösyö Haussmann, baksanıza sokaklar özgürlük kokuyor!
Sokağa damgasını vuran gençlik açısından ise bu neoliberal otoriter anlayışın en doğrudan hissedildiği alanlar mekân ve beden politikaları. İşçi sınıfının bu 3