“…Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım…” Louis Aragon Tarihin her birimizin katılımı ve tanıklığıyla bir daha asla geri çevrilemeyecek şekilde yazılışının üzerinden bir yıl geçti. Seneyi devriye geldi çattı; seneyi seneye devretmenin, direnişle alınan soluğu, direnişle tazelemenin zamanı... 1 Mayıs 2013’ten başlayarak basın açıklamalarının, toplantı, yürüyüş, zulmedenleri her türlü teşhir ve ihtarlarımızın, akıl almaz şekillerde devamı 2. sayfada
...1.sayfadan devam
yasaklanmasının üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Ethem, Ankara OSTİM’de ter döken bir işçi, Ali İsmail sınavlarını vermek için çalışan bir üniversite öğrencisi, Berkin Okmeydanı sokaklarında uçurtmasını uçuran umut, Hasan Ferit mahalle çetelerinin korktuğu halk, Abdocan ve Ahmet Antakya’da kavruk yürek, Medeni sınırlara karşı isyan, Mehmet ve Fadime Ayvalıtaş Ana-Oğul’dular! Gel ki hesap sorma bugün canını alanlardan! Soma henüz olmamış, Uğur ve Ayhan öldürülmemiş, Mehmet İstif ve daha onlarca kardeşimiz, yoldaşımız yaralanmamış, gözlerini kaybetmemiş, ölmemişti… “sıradan” günlerden nasıl etsek de kurtulsak diye düşünüyorduk bizler. Sıradan ve tekinsiz günlerdi. 27 Mayıs gecesi iki iş makinası sesi, daralmış bir nefesle, gece on ikiye iki kala evlerinden fırlayan bir avuç insan Gezi Parkı’na vardıktan sonra, artık hiç birimiz için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. İşte gün dönüp, dünya serinlerken bir akşamdan bir sabaha, insankızı ve insanoğlu fıtratımızda vardı direniş, baktık ki direniyorduk. Korkmuyor, yan yana, yıkılmaz bir inançla bizleri kentlerden kovan, mahallelerimizi peşkeş çeken, plazalarda iyiymiş gibi yalnızlığı muştulayan, fabrikalarda, tersanelerde ve madenlerde iş cinayetleriyle canımızı alan, koca harflerle BİZ’i biz’den ayırmaya çalışan üç yıldızlı sermaye karşımızda duruyor, biz ise karşısında önümüz açık geziyorduk. İşte o muhteşem anda öylesine sarsılmaz bir bilinçle bir aradaydık ki ne akşam haberlerinin verdiği tiksinti, ne korkunç sesiyle takım elbiselilerin ezberleri ne de kolluk güçleri dağıtabildi bizleri. Korkunun karşısında kahkahalar atıyor, daha bir ay önce, 1 Mayıs günü tüm şehir kapatılarak bizlere yasak edilmeye çalışılan ülkenin en büyük meydanında, Gezi Parkı’nda bir ağızdan ve yürekten haykırıyorduk:
BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM! Tapeler ile seçimler arasına sıkıştırarak bastırmaya çalıştıkları sokak direnişimiz her şeye 2
rağmen devam etti. Direnişimizin medyası da kendimizdik, “eylemci”si de. Yasaklara ve insanlık dışı şiddetlerine karşı dün ve bugün yılgınlık yoktu, direniş vardı. O gün sermayeyle uzlaşıp bizleri parklarımızdan, meydanlarımızdan etme cüreti gösterenler, güvencesizlik ve taşeronlukla bizlerin iş yerlerimizde de bir araya gelişinin korkusunu ve buhranını bugün yaşamaya devam ediyor. Kazova’da ilmek ilmek, Greif’de fabrika çatısında, vahşi dişlileriyle Maslak 1453’ün dev inşaatında ya da Soma Holding önünde, devlet-sermaye-sarı “sendika” elinde yitirdiğimiz, emekleri çalınan kardeşlerimizin hesabını sormaya devam ederek varlığımızı halkların ve sınıfımızın varlığına armağan edeceğiz. Her türlü güvencesizleştirmeye, sigortasız, sendikasız, esnek çalışmaya karşı, İşçi sınıfı içinde işsizlik, ücret, emeklilik, meslek, cinsiyet, ırk-etnisite, din, yöre, kıdem, kültür ve vatandaşlık farkları üzerinden yaratılabilecek her türlü ayrımcılığa geçit vermemek için, Her işçinin –kayıtlı, kayıtsız, işkolu ve işyeri barajına bakmaksızın– toplu sözleşme hakkından yararlanması ve böyle bir sendika yaratmanın önünde yasal ve fiili engellerin kaldırılması için, Bütün üyelerin aidatını elden ödediği, temsil gerekli olduğunda seçilenlerin her an geri çağırılabildiği, işçiyi örgütüne yabancılaştıran her türlü bürokratlaşmanın demokratik ve yatay bir işleyişle önlenebileceği işçi örgütleri için, Ve bir tek işsiz, bir tek sigortasız, bir tek sendikasız işyerinin kalmayacağı günler için,
MÜCADELEYE DEVAM EDİYORUZ! Kentlerimizi, mahallelerimizi, bostanlarımızı terk etmiyoruz! Artık çok iyi bildiğimiz yöntem ve gerekçeleriyle; paranın tapınaklarını inşa etmek için doğanın yok edilmesine, plazalar ve dev gökdelenlerle kentimizin beton beton örülen koca bir zindana çevrilmesine, yoksullaştırılmış devamı ve yoksunlaştırılmış halkın evleri yıkılarak 3. sayfada
Gezİ’nİn yolunu Soma İŞÇİsİ AÇIyor
Gezi'yi anmanın en iyi yolu, Direnişin birikimi büyüyor taşeron rejiminin ipliğini Öte yandan 2008 küresel krizinin yıkıcı etkisi ile memleket sathında işçi sınıfı bir dalgalanma pazara çıkaran bir kitle içine girdi. Her ne kadar bu mücadeleler Sümerhareketini inşa etmek bank, Tekel, THY ve Çaykur gibi örneklerde arzu edilen kazanımlara ulaşamasa da her bir itiraz olacak. oluşan direniş birikimine katkı yaptı. Gezi ile Ölümleri kanıksamış bir toplumda sayılar ehemmiyetini yitirmekte, ama biz yine de hatırlayalım. Adalet Arayanlara Destek Grubu'nun İş Cinayetleri Almanağı'nda çetelesini tuttuğu üzere 2013'te en az 1253 emekçi iş cinayetlerinde can verdi. Yangın Kulesi'nin 2014'ün ilk dört ayı için hazırladığı raporda en az 396 iş cinayeti kayda geçti. Bu yekûnlara meslek hastalığı sebebiyle sönen yaşamlar ve fiziki/ruhsal rahatsızlıklar dahil değil. Sonra Soma katliamı vuku buldu, maden en az 301 işçiye mezar oldu. Kulak kesildik. Zonguldak'taki kömür madeni, Konya'daki barit ocağı, Mardin'deki elektrik direği, Bağcılar'daki rezidans, Çorum'daki su baskını ve Maslak 1453 inşaatı iş cinayetlerinin rutinleştiği gerçeğini çıplaklaştırdı. Kâr güdüsüyle iş güvenliğini yok sayan sermaye, ne pahasına olursa olsun büyüme şiarıyla denetim mesuliyetini yok sayan devlet ve sararan sendika üçgeninin taşeronlaşma ve güvencesizleşme girdabına soktuğu işçi sınıfı neoliberal iktisat illüzyonunu canlarıyla ayakta tutmakta. Güvencesizliği 2003'te çıkardığı yeni iş kanunu ile kural haline getiren AKP şimdi de
yağmacı düzene ve müşterek varlıkların çitlenmesine karşı çıkma noktasında buluşan mücadelelerin ivmesi Gezi sonrası dönemde harlandı. Ayrıntılı bir döküme bit.ly/iscidirenisi adresinden ulaşılabilir, biz bazı ortak yanları vurgulayalım. Direnişlerin çoğu kamuda değil, özel ya da taşeron şirketlerde güvencesiz işçilerce gerçekleştirildi. Çoğu direniş sendikaların ilan ettiği yasal grevlerle değil, emekçilerin fiili, meşru mücadeleleriyle vücut buldu. İşyerinin önünde çadır kurma, basın açıklaması ve sendika işgali gibi doğrudan eylemlerin yanısıra DEDAŞ, Emlak Konut, Feniş Alüminyum, Greif, Kazova, Moda Çorap ve Zentiva İlaç gibi örneklerde bir özyönetim modeli olarak fabrika işgalleri de direniş repertuvarında hatırlandı. Geçtiğimiz günlerde Soma işçileri madenlerin kamulaştırılması için eyleme geçerek iş bıraktı ve sendika yönetimini istifaya zorladı. Soma işçileri Gezi'nin akması gereken mecralara dair hepimize yol gösteriyor. Ve Gezi'yi anmanın en iyi yolu, iş cinayetlerine isyan eden, taşeron ve güvencesizlik rejiminin ipliğini pazara çıkaran bir kitle hareketini inşa etmek için ateşe odun taşımak. 7
ORTAK ALANLAR EYLEMEK İstanbul'un dört yanında serpilen kent bostanları, bostan dayanışma ağında bir araya geliyor. Hiç kimsenin beklemediği bir anda patlayan Gezi isyanı sonrası forumlara akan yaşam savunucuları ortak alanlar eylemek üzere işgal evleri kurmaya ve kent bostanlarını sahiplenmeye başladılar. Eğer sahiplenilecek bostan yoksa, bostanlar kurmaya giriştiler. Var olan düzene alternatif bir yaşamı, kolektif bir anlayışla yeniden örmeye koyuldular. Kapitalist üretim ilişkilerinin hüküm sürdüğü şehirde, doğayla tüm ilişkisi kopan (koparılan) insanın isyanı, akacak bir mecra daha buldu: Bostanlar. İnsanlar, mahalle aralarında bulunan kamusal/boş/terk edilmiş/kullanılmayan alanları kolektif yaşam ve üretim alanlarına dönüştürmeye başladılar. Kenti doğrudan değiştirmek, yıkımı durdurmak, elde kalan yaşam alanlarını korumak, sistemin gıda egemenliği üzerinden dayattığı, manipüle ettiği yozlaşmış ilişkileri deşifre etmek ve bütün bunları yaparken de kendi özyönetimlerini kurmak bostan girişimlerinin ortaklaştıkları noktalara dönüştü. İsyanla yükselen mücadeleyi alanlara, sokaklara taşımanın haricinde yeni bir yaşamın mümkün olabileceğini ve bunun hemen şimdi, şehrin tam ortasında inşa edilebileceğini göstermek, tüketen şehirli olmaktan çıkıp, üreten, paylaşan, dönüştüren etkin eylem alanları yaratmak, alternatif ekonomiler üretmek, kendi kendine yeterli, sürdürülebilir bir yaşamı hayal olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürmek bostanların ortak hedeflerinin bir kısmı olarak öne çıktı. 6
Bostanlar tecrübelerini paylaşıyor İstanbul geneline yayılan ve Gezi isyanı sonrası sayıları hızla artan bostanlar arasında son aylarda ivmelenen bir şekilde gelişen dayanışma ve paylaşım esasen forumlar, burada somutlaşan ilişkiler ve oluşturulan ağlar üzerinden gelişmeye devam ediyor. Geçen ay kurulan bostan dayanışma ağı ile bostanlar arasında tarımsal deneyim ve özyönetim tecrübelerinin paylaşılması amaçlanıyor. Şubat sonunda Tarlataban kolektifi tarafından yapılan bir çağrıyla, tüm bostanlara tohum çimlendirmelerini, kendi seralarında yapabilecekleri bilgisi iletildi. Çağrıya sadece İstanbul'daki bostanlar değil, şehir dışındaki diğer oluşumlar da tohum desteğiyle katkıda bulundu. Bostanlar arasındaki ilişkiler sadece tohum takası ve fide vermekle sınırlı kalmıyor. Kurulan ağlar üzerinden bilgi ve deneyim paylaşılıyor ve yeni bostanlar için destek isteyen forumlar ya da okullarla dayanışma geliştiriliyor. Bir direniş alanı olarak bostanlar şehirde çoğalmaya, çoğaldıkça da başka bir müşterek üretimin ve ilişkiler ağının mümkün olduğu fikrini yeşertmeye devam ediyor.
...2.sayfadan devam
kentlerden sürgün edilmesine, inşaat odaklı sermaye birikiminin kalkınma ve ekonomik büyüme zırvalarıyla işçi ve emekçi kitlelerin üzerinde gerçekleştirdiği kıyım, cinayet, sömürü ve zorbalık düzenine…
DİRENİŞİMİZLE CEVAP VERİYORUZ! ALIŞIN HİÇ BİR YERE GİTMİYORUZ! Sermayenin tarım alanlarımızı ve su havzalarımızı mahveden, suyumuzu kirleten talanına karşı, Tüm ormanlarımızı yok edecek, su kaynaklarını kurutacak 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanalistanbul, Yeni İstanbul, HES gibi projeler başta olmak üzere mega-yağma projelerine karşı, Riskli alan, riskli bina, 2-B kararlarıyla kurulu düzenleri yerle bir edilen, sürgün edilen, borçlandırılan, evini mahallesini kaybetme kabusu yaşayan bizlerin; sağlıklı, güvenli, güvenceli, doğayla ve insanla barışık bir konutta ve kentte yaşama hakkının gaspına karşı, Ortak kamusal haklarımız ve dayanışmamız için,
üzerimize doğrultulan bütün savaş teçhizatı, kolluk güçleri ve kendi yüreksizliklerinden devşirme korku siluetlerine karşı,
BİR ARADA, OMUZ OMUZA, YAN YANAYIZ! Gezi’de ya da Soma’da, Lice’de ya da Okmeydanı’nda, Taksim’de yahut Tuzluçayır’da, Antakya’da, ODTÜ’de, İTÜ’de… Can bizim canımız, kent bizim kentimiz, emek bizim emeğimizdir! Ölümsüzlerimizden biliyoruz, hiçbir canımız egemenlerin mallarının yongası değil, kabusudur! Geçmişte… 31 Mayıs 2013’te ya da şimdi…
HER YERDEYİZ, HER YERİZ! MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞİZ!
Bu metin hazırlanırken “İşsiz ve Güvencesiz İşçilerin Güvencesizler Hareketi Bildirisi” ve “İstanbul Kent Savunması Bildirgesi”nden yararlanılmıştır.
Hemzemin’in tüm sayıları www.hemzeminposta.org adresinde PDF formatında yayınlanmaktadır. Direnişin, forumların sesini yükseltmek için forumlara gitmeden, sokağa inmeden önce bu adresi ziyaret edin; son sayıyı bastırın, çoğaltın, yaygınlaştırın. Onlar kanun yapmaya devam etsin, tarihi yazan bizleriz! www.hemzeminposta.org facebook.com/hemzeminposta twitter.com/hemzeminposta hemzeminposta@gmail.com
Hiç kimsenin mekanı
Gezi direnişi işgal ev ve bostanları gibi yeni siyaset alanlarını, forumlar gibi yeni organizasyon biçimlerini dolaşıma soktu. Gezi direnişinin yıldönümü yaklaşırken Gezi’den geriye ne kaldığı, Haziran boyunca sokakları tutan enerjiye ne olduğu tartışma konusu olmayı sürdürüyor. Gezi’yi salt AKP karşıtı bir hareket olarak değerlendirmeye teşne olanlar için, gerilemeyen, yerel seçimlerden zaferle çıkan bir AKP ve Cumhurbaşkanlığı hevesinden vazgeçmemiş bir Erdoğan manzarası, Gezi’nin kazanımlarını görmeyi zorlaştırıyor. Oysa Gezi; işgal evleri, işgal bostanları gibi yeni siyaset alanlarıyla, forumlar gibi yeni organizasyon biçimleriyle son bir yılda Türkiye’de başka örgütlenme ve tartışma alanlarını dolaşıma sokmuş durumda. Gezi’nin mirasını elbette salt bu alanlara indirgeyemeyiz ancak ardında bıraktığı bu zengin mirası nasıl kullanacağımız, bu mekan ve tartışmaların içini nasıl dolduracağımız soruları bizden cevap bekliyor.
Müşterekleştirme olarak işgal
Bütün bu bakiyenin içinde işgal evleri ve bostanlarını, aralarındaki ekolojik arayış, kent mücadelesi, konut mücadelesi, ortak alan yaratma gibi içerik farklarını yadsımadan “işgal alanları” olarak nitelendirirsek, Türkiye’de işgal alanları, Gezi sonrası ve onun ürünü sayılabilir mi? Bunun cevabı hayır. Fabrika, işyerleri ve üniversite işgallerini dışarıda bıraktığımızda dahi, Türkiye’de işgal alanları yeni deneyimler sayılmaz. Gezi’nin ürünü olduğunu söyleyebileceğimiz ilk işgal evi deneyimi olan Don Kişot’un bulunduğu Kadıköy Yeldeğirmeni semtinde bile konutların %6’ya 4
yakını hâlihazırda barınma amaçlı işgal edilmiş durumda. Türkiye’de, özellikle tarihi semtlerde gayrimüslimlerin zorunlu göçleri sonucu boşta kalan mülklerin azımsanmayacak bir kısmı devletin gaspına ve bireysel işgallere uğradı. 1970’lerde kırdan kente göç eden nüfus, gecekondularını üstüne kurdukları arsaları işgal ettiler. Bu anlamıyla işgal alanları Türkiye için yeni bir deneyim sayılmaz. Peki o zaman yeni olan ne? Gezi ürünü diyebileceğimiz işgal deneyimlerinin getirdiği asıl yeniliğin, işgal ettiği alanları kolektifleştirmek ve müşterek kullanıma açmak gibi ortak bir arayış olduğunu söyleyebiliriz. Bunun bilinçli, programlı bir arayıştan çok Gezi ruhunun sezgisel bir kendi-
ni ortaya koyuşu olduğunu söylenebilir. Gezi direnişi İstanbul’da, kentin merkezlerinden birinde, Gezi Parkı’nda 15 günlük bir işgal ve komün deneyimini yarattı. Hükümetin, kamusal bir alan olan parkı, AVM için imara açarak değişim değeri haline getirme isteğine karşı direniş, parkın müşterekleştirilmesi ve komünleştirilmesi biçimini aldı. Gezi direnişi, kentin merkezinde, karanlık bırakılarak unutturulmaya çalışan, kadınların gece saatlerinde girmeye çekindiği bir parkı, milyonların 24 saat ortak kullanımına açtı. Aynı ruhu, Don Kişot’un komşularına mekanı kullanması için çağrı yaptığı mektupta, Caferağa işgal evinin Mahalle Evi olarak adlandırılmasında da görüyoruz.
İşgallerdeki yer seçimlerinin de bu müşterekleştirme fikrinin güç kazanma isteğinden bağımsız olduğu söylenemez. Üsküdar İmrahor bostanının ve Caferağa ortak bostanının mülkleri vakıflara, Caferağa işgal evinin mülkü hazineye ait; Don Kişot işgal evi de mal sahipleri arasındaki dava dolayısıyla “hiç kimseye ait” bir mülk. Bu anlamıyla Gezi işgallerinin, kendini ortak zenginliğin parçası olarak sunan kamu mülkiyeti, toplumsal hizmetlerle anılan vakıf mülkiyeti ve “hiç kimsenin mülkiyeti” biçimlerini müşterekleştirirken önemli seçimlerle işe başladığı söylenebilir. Bu seçimler yerine orta sınıfların, beyaz yakalıların Türkiye’de yaygın olduğu üzere geleceğini güvence altına almak için satın aldığı ikinci evinin işgal edilmesi tercih edilseydi, hem ortak zenginliklerimiz tartışması hedef şaşırabilir, hem de birlikte mücadele etme potansiyeli taşıyan bu sınıflar hasımların kucağına itilebilirdi. Gezi direnişinin ürünü olan işgallerdeki müşterekleştirme arayışının diğer göstergesi ise bu alanları idare eden yapılardaki çeşitlilik. İşgalleri gerçekleştiren Kadıköy’deki iki forumun, yani Yeldeğirmeni ve Caferağa forumlarının, Gezi’den sonra düzenli toplanmayı başarmış olması ve içinde anarşizmden sosyal demokrasiye uzanan geniş bir siyasal yelpazeyi barındırması salt tesadüf olarak değerlendirilebilir mi? Bizi birleştiren ortak örgütlenmelerimiz, forumlarımız ne kadar monolitik siyasal eğilimlerin egemenliğine giriyor, diğer sesleri bastırıyorsa onların idare ettiği alanlar da müşterek alanlar olmaktan çıkma ve mülkleşme eğilimi taşıyacaktır. Bu sebeple mevzubahis forumlardan çıkan işgallerin siyaseten çeşitlilikler barındırıyor olması yalnızca bir tesadüfle açıklanamaz. Bu anlamıyla, müşterekleştirilmeye çalışılan alanlar ve bu alanların idaresini ve denetimini üstlenmeye çalışan müşterek örgütlenmeler olarak forumlar, Gezi’nin en önemli kazanımlarından biri olarak değerlendirilmelidir. 5