Tavir137

Page 1



01 merhaba_sablon 3/6/14 2:14 PM Page 9

Merhaba

Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com tavirdergisi@yandex.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi General Zeki Doğan Mh. İmam Alim Sultan Cad. No: 12/19 Mamak Tel: 0 312 391 37 75 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Hesap No (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sk. No: 10 Çobançeşme/İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın Türü: Yerel Süreli

Dergimizin Şubat-Mart sayısına son halini açlık grevi için bulunduğumuz Diren! Kazova-DİH Mağaza ve Kültür Merkezi'nde veriyoruz... Grup Yorum; en meşru haklarının gasp edilmesi, hiç gerekçe gösterilmeden yurtdışı yasaklarıyla engellenmeye çalışılması üzerine bir aylık açlık grevine başladı. Şarkılarımızı, türkülerimizi açlığımızla buluşturduk olanca coşkumuzla haykırmaya devam ediyoruz. Biz bir ay boyunca fiziken aç olacağız, ruhumuz ise yoldaşlarımızın sevgisi, bağlılığı ve mücadelemizin doğruluğuyla dolup taşacak... Bu sayımızda Veysel'in savunmasını paylaşıyoruz sizlerle, Veysel savunmasında devrimci sanatı ve devrimci sanatçılığı anlatıyor, bakidir diyoruz sözlerine.. Veysel ve Gamze hala tutsak... Veysel'in üç kişilik hücresine sürekli saldırı haberleri alıyoruz. Onlarca gardiyan doluyor ve işkence yapıyor. Gamze ise 25 Şubat’ta görülen ikinci duruşmasında da tahliye edilmedi. Mahkemede tiyatrocu dostları da yalnız bırakmadı Gamze’yi. Umudun Çocukları Orkestrası’yla çocuklarımız yeni umutlar açıyor bizlere... Onları anlatıyoruz bu sayımızda... Önümüzdeki günler yoğun... Malum, Mart, Nisan, Mayıs ayları... Bir Bağımsız Türkiye Konseri daha önümüzde, büyük bir coşkuyla bekliyoruz... AKP tarihsel misyonunu yerine getiriyor ve halkın her kesimine, sanata, sanatçıya saldırmaya devam ediyor. Karşısındayız ve asla mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz diyoruz... Bir dahaki sayımızda buluşmak dileğiyle... Dostlukla..


02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:15 PM Page 30

3

5

9

13

14

16

18

19

22

26

27 28

29

33

GÜNCEL grup yorum halkın türküleri sınır tanımaz GÜNCEL veysel şahin savunma GÜNCEL ibrahim karaca mesam kazanı DENEME kırıklar hapishanesi harika yüzsüzler diyarı DENEME levent karakaya bir gün orada bağımsızlığımızı kutlayacağız DENEME deniz ekin önce kadınlar düşer GÜNCEL denge hevi halepçe katliamı İZLENİM selen kardelen bir adım daha İZLENİM hüsnü yıldız hakkari van izlenimleri DEĞERLERİMİZ serhat soylu dayanışma AYIN FOTOĞRAFI fosem KELİMELERİN DİLİ aslı tekin toplum mühendisliği GÜNLÜK grup yorum grup yorum açlık grevi günlükleri RÖPORTAJ tavır grup yorum’un açlık grevini ziyaret edenlerin duygu düşünceleri

35

37

39

40

42

43

45

48

52

53

56

58

59

62

RÖPORTAJ tavır grup yorum elemanı ayfer rüzgar ile röportaj GÜNCEL mete yılmazer sanatçı ezilen halkların safında olmalıdır ŞİİR migjeni umudun çocukları orkestrası RÖPORTAJ tavır erdal bayrakoğlu ile röportaj KELİMELERİN DİLİ levent karakaya yaşasın müziğin enternasyonal dayanışması AÇIKLAMA grup yorum-umudun çocukları aileleri umudun çocukları orkestrası açıklama GÜNCEL grup yorum yozlaşmaya karşı bir alternatif: umudun çocukları orkestrası RÖPORTAJ tavır halkın mühendis mimarlarıyla röportaj NOTA grup yorum yeni baştan MAKALE mehmet esatoğlu sanata saldırılara karşı barikat TİYATRO deniz ekin bir faşistin tipolojisi:sondan sonra KİTAP leyla güney burası çayan SİNEMA eda çalışkan belgesel: sicko HABER


3-4 açlık grevi_sablon 3/6/14 2:16 PM Page 3

güncel

güncel

halkların şarkıları sınır tanımaz grup yorum’a yasak konulamaz grup yorum

Grup Yorum Üyelerine Yurtdışı Yasağının Kaldırılması İçin;

ci sanatçıları tutuklatıyor ya da şu an grubumuza olduğu gibi yurtdışına çıkış yasağı koydurarak cezalandırmaya çalışıyor.

Bir Aylık Açlık Grevi Yapıyoruz!..

Grup Yorum'u ve Türkülerini Hapsedemezsiniz.

kında verdiği yurtdışı yasağını kaldırdı! İşlenen suç çok açık ve belgeli olduğu halde sanıkların tamamı hakkında, istisnasız hepsi hakkındaki tüm denetimli serbestlik ve yurtdışı çıkış yasaklarını kaldırdı mahkemeler. Ama Grup Yorum’a yönelik yasağı ısrarla sürdürüyorlar...

AKP kendisinden olmayan, kendisine muhalif olan tüm sanatçıları hedef alıyor. Tiyatroları kapatıyor, özel tiyatrolara ödenekleri kesiyor, filmlerden desteğini çekiyor, oyuncuları dizilerden çıkarttırıyor, heykelleri yıktırıyor, şarkıları yasaklıyor. Gezi’ye katılan sanatçıları yandaş basınına hedef aldırıyor, linç kampanyaları örgütlüyor, çeşitli bahanelerle gözaltına aldırıyor. Muhalif, devrim-

Grup Yorum üyeleri Ali Aracı, Ayfer Rüzgar, Selma Altın, Sultan Kavdır, Dilan Balcı ve Seçkin Aydoğan hakkında, çeşitli mahkemeler tarafından "yurtdışına çıkış yasağı" kondu. Söz konusu mahkemelere defalarca başvuru yapmamıza rağmen bu yasak kaldırılmadı. Tüm halkımızın tanık olduğu, 17 Aralık 2013’de AKP’ye yönelik tarihin en büyük hırsızlık ve yolsuzluk operasyonunda yargılananlar hak-

AKP adım adım tüm kurumları ele geçirmeye devam ediyor. Şimdi de yargıyı kullanarak istediğini yapıyor. Ama şurası çok açık; tüm güç gösterilerine rağmen yine de korkuyor bizden. Korktuğunu AKP Gençlik Kolları Genel Merkezi’nin Kasım – 2013 tarihli raporundan da görebiliyoruz. Bizi önce terörist ilan ediyor, sonra “ağırlık merkezimize vurulacak darbelerle” yok edilmesi gere-

AKP’nin Sanata Saldırılarının Son Bulması İçin;

şubat-MaRt 2014 | taVIR | 3


3-4 açlık grevi_sablon 3/6/14 2:16 PM Page 4

ken bir grup olarak ilan ediyorlar Grup Yorum’u. İşte AKP’nin “demokratlığı”. Ancak faşist bir kafanın sarf edeceği sözlerle dolu bu rapor… Bununla sınırlı değil AKP’nin Yorum düşmanlığı ve yasadışılığı. Bu sene Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda konser yapmak için İBB Kültür AŞ’ye başvuruda bulunduk. Ancak yetkililerden ‘Grup Yorum’a Harbiye’yi vermeyecekleri, hiçbir belge de imzalamayacakları’ cevabını aldık. Her yeri babalarının çiftliği olarak görüyorlar. Ve düşmanca duygularla, yasadışı da olsa konserimizi engellemeye çalışıyorlar. 29 yıldır türlü baskılara, saldırılara rağmen yürüyüşümüze devam ediyoruz. Gözaltına alındık, tutsak edildik, işkencelerden geçirildik, kültür merkezimiz basıldı, konserlerimiz yasaklandı, çıkmamış albümümüz çalındı... Saldırıların hiç bir biçimi türkülerimizi söylememizin, halkımıza gerçekleri anlatmamızın önüne geçemedi. Ne kavga için atan yüreklerimizi durdurabildiler, ne de üreten beyinlerimizi teslim alabildiler. Her defasında yenildiler, yenildiler, yenildiler... Biz Grup Yorum'uz 29 yıldır kavganın türkülerini yapıyoruz. 29 yıldır Anadolu'muzu, ezilen halkların tümünün alınterinin ıslattığı toprakları karış karış geziyoruz yüreklerimizdeki sevdayla. 29 yıldır adımlıyoruz yolları "dünyanın öbür ucunda bir insana atılan haksız tokada" olan öfkemizle... Dünyadaki ezilen halklarla dayanışmamızı engelleyemeyeceksiniz. "Tüm baskıyı ülke içinde tutar, ezer geçerim..." hesabı mı yapıyorsunuz... Ama bunu başaramadınız, başaramayacaksınız. Biz enternasyonalizmin sadece bir slogan olmadığını ilan ediyoruz, işte bundan korkuyorsunuz. Irak’ta Canlı Kalkan olduk, Suriye halklarının yanında yer aldık, Rosa Lüksemburgların katledilişlerinin yıldönümlerinde Almanya'da

4 | taVIR | şubat-MaRt 2014

olduk... Halkların Uluslararası Dayanışma Sempozyumunda Amsterdam’da yer aldık... Che özetlemiş; Gerçekten insan olan herkes, başkasına atılan tokatın acısını kendi yanağında duymalıdır. İnsanlık tarifi mi arıyorsunuz, işte budur. Sevgimiz de, nefretimiz de bu tanımın içindedir. Dünyadaki ezilen halklar; katliamcı, işkenceci, hırsız olduğunuzu yüzünüze haykıracak... İşte bu yüzden yurtdışı yasağı koyuyorsunuz, "Katliamlar, işkenceler, hırsızlıklar yanıma kar kalır" hesabı yapıyorsunuz. Ama gerçekler, sizin yalanlarınızdan çok daha güçlüdür. Bu yüzden korkuyorsunuz... Bu tavrımız sadece saldırıya uğrayan halklarla dayanışma olarak görülmemelidir. Bu tavır, doğrudan ülkemiz halklarının geleceği açısından da zorunlu bir tavırdır. Çünkü emperyalistler tarafından Irak'a, Sudan'a, Afganistan'a veya başka bir yere atılan bombalar, esas olarak bizim topraklarımızı ve geleceğimizi de tehdit etmektedir. Bombaların bizim ülkemize de düşmesini engellemek, tavrımızın güçlülüğüne ve zayıflığına göre biçimlenecektir. Bizim ülkemize düşecek bombaları da engellemek için enternasyonalist dayanışmayı büyütmek için mücadele ediyoruz. Grup Yorum Yurt Dışına Neden Çıkıyor? Biz devrimci sanatçılarız. Ezilen halkların mücadelesinin birer sıra neferiyiz ve bu mücadelenin türkülerini söylüyoruz. Emperyalizmin askeri, siyasi, ideolojik, kültürel tüm saldırılarına karşı bir Sanat Cephesiyiz. Emperyalizm Ortadoğu'da, Afrika'da, Latin Amerika'da, Asya'da, Avrupa'da saldırıyor. İşte tam da bu nedenle Irak'ta 14 yaşında Amerikan askerlerinin tecavüzüne uğrayan Abir'in; Latin Amerika'yı emperyalizme dar eden komutan Che'nin; Siyonist İsrail hücrelerindeki Filistinli tutsakların; Arapların, Kürtlerin, Latin Amerikalıların türküsüdür; " Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" diyen Mahirlerin türküsüdür dilimizden, enstrümanlarımızdan dökülen... Ve dün-

ya halklarıyla dayanışma, ortak düşmana karşı ortak mücadele tarihsel ve siyasal sorumluluğumuzdur. Bu sormululuğumuz gereği 29 yıldır yurt dışında sayısını hatırlayamayacağımız konserler, eylemler örgütledik. Örgütlemeye de devam ediyoruz. Biz vatanseveriz... Bağımsız Türkiye istiyoruz… Biz enternasyonalistiz... Başka uluslara karşı her türlü ön yargıyı, küçümsemeyi, yok saymayı reddediyoruz... Biz halkımızı seviyoruz... Halkımızın mücadelesini dünya halklarıyla paylaşmak için yurtdışına çıkıyoruz... AKP de işte bu nedenlerle yurtdışına çıkışımızı engellemek istiyor... "Sanat, düşmana karşı savunmada ve saldırı da mücadele aracıdır." diyen Pablo Picosso da omuz başımızdadır. Nazım Hikmet'in sözünü, Ruhi Su'nun sazını bugune taşıyanlarız biz. Biz halkın sanatçılarıyız. İdil'iz, Ayşe Nil ve Ayşe Gülen'iz.Sanatımızla, geleceğin yolunu aydınlatan Sanat Cephesiyiz. Bize gücünüz yetmez... Hiçbir güç ezilen dünya halklarıyla dayanışmamızı engelleyemedi, engelleyemeyecek! Türkülerimiz sınırları aşıp, yasakları delip Avrupa'da, Asya'da, Ortadoğu'da ve dünyanın dört bir yanında emperyalizme karşı direnen halkların yüreğine akmaya devam edecek. Grup Yorum Üyeleri Hakkında Verdiğiniz Yurtdışı Çıkış Yasaklarını Kaldırın! Sanata ve Sanatçılara Yönelik Baskılara Son Verin! Bu taleplerle 14 Şubat’tan itibaren, 1 ay süreyle açlık grevindeyiz! SINIR, YASAK TANIMAYAN TÜRKÜLERİMİZ KAZANACAK! TÜRKÜLER SUSMAZ, HALAYLAR SÜRER! KAHROLSUN EMERYALİZM YAŞASIN HALKLARIN ULUSLARARASI DAYANIŞMASIq


5-8 veysel savunma_sablon 3/6/14 2:17 PM Page 5

güncel

güncel

savunma veysel şahin Tam bir yıldır tutsağım... Gerekçesi iddianamade her ne kadar örgüt üyeliği ve yöneticiliği olarak belirtilse de aslında devrimci sanatçı ve gazeteci kimliğim nedeniyle 12 aydır tutsak bulunuyorum. Şimdi anlatacaklarım bu iddiamın kanıtları olacaktır ve bir bakıma savcının iddialarına karşı savunmamın temelini oluşturacak. Sanatı, sosyalist sanatı ve devrimci sanatçı uzun uzadıya anlatacak ve burada bir sanat tarihi dersi verecek değilim ama bir günü anlamak için geçmişi bilmenin yararlı olacağına inanıyorum. Sanatın doğuşu, neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. İlkel komünal toplumda mağara duvarlarına kazınmış resimler, günlük yaşam içerisinde dil henüz yeterli olgunluğa erişmediğinden insanların birbirlerine başlarından geçenleri taklit ederek anlatması, av hayvanlarını korkutmak için taşlarla, sopalarla çıkarılan ritmik seslerle başladı resmin, tiyatronun, müziğin ve diğer sanat dallarının serüveni. Yani Bertolt Brecht'in dediği gibi “sanatın çıkışı insandır” Sanat, Karl Marks'ın tanımıyla "insanın yaratıcı eylemi, doğanın ve insanın karşılıklı etkileşiminin bir aşaması bu bağlamda toplumsal bir karakter taşıyan yaşamı insanileştiren bir olgu, araştırıcı, yaratıcı çok yönlü tümel insana

ulaşma çabası" iken ne yazık ki bu sınıflı toplumlara geçişte artık sanatta sınıf tavrı denilen bir olgu ile yüz yüze geliyoruz. Sanat artık toplum yaşamının kendisi gibi komünal değildir, giderek "bireysel" hale gelmiş getirilmiştir sınıflı toplumlarda. Ve bu "bireyci- bencil sanat" kapitalizmde emperyalist dönem de tavan yapmıştır.

tekstil gibi bir sektör haline gelmiştir. Burjuvazi sanattan büyük paralar kazanabileceğini keşfederken bundan başka şeyler için de yarar elde edebileceğini gördü tabii. Kapitalist kültürü yaymak için sanattan daha güçlü bir araç olamazdı. Adına "yedinci sanat" denilen sinemadan örnek verececğim bu konuda.

Böylelikle bir doğrunun altını çizmenin zamanı geldi: Sanatı diğer tüm olgularda olduğu gibi sınıfsallıktan uzak düşünemeyiz.

Amerikancı kültürün - siz bunu kapitalizmin bireyci, bencil kültürü olarak anlayın- en büyük ihraç markası Holywood hakkında Hintli yazar Babura Patel "Bizim mirasımıza yapılan tecavüz" adlı eserinde bakın neler diyor:

Madde bilinç ilişkisinde nasıl ki birincisi belirleyici ise sanat da maddi yaşam koşullarına paralel bir seyir izler. Artık ezenlerin ve ezilenlerin sanatı doğmuştur bunlardan sözde bir sanattan bahsedemeyiz. Bütün sınıflı toplumların ortak karakte- ristik özelliği" daha fazla, daha fazla sömürü"dür. Ama bunu en iyi şekilde hayatı geçiren ve dünya üzerinde yaşanan en büyük sömürü sistemini, kapitalizmi var edenler burjuvalardır. Burjuvazi sinekten yağ çıkarmayı erdem gören bir sistem olan kapitalizm içerisinde sanatı da bir meta haline getirmekte gecikmedi elbette.

"Holywood, ABD'nin dünyadaki en güçlü silahı ile 600 milyonluk halkın böylesine kültürel olarak döllenmesi işini üstlendi. Film üstüne filmler, iki savaşı boyunca Hindistan'a gönderildi. Filmler bize rumba ve samba yapmayı öğretti. Filmler bize kumrular gibi sevişmeyi ve kur yapmayı öğretti. Filmler bize öldürmeyi ve çalmayı öğretti, filmler bize "Hi" ve "Gee" (Merhaba ve Hay Allah! anlamlarına gelir) demeyi, onlar gibi çığlık atmayı öğretti. Filmler bize şeytanlığı ve boşanmayı öğretti ve filmler bizi neşe/canlılık kokan yerlere ve içki alemlerine götürdü.

Sanat, kapitalizm öncesi toplumlarda gösterişli eğlencelerin, şatafatın, sarayların semboli iken; emperyalist- kapitalist sistem içerisinde artık bir ticaret aracıdır, metadır. Ve neredeyse otomotiv gibi,

Holywood bizim yiyeceklerimizin, suyumuzun, havamızın, sanatımızın, kültürümüzün, geleneklerimizin, felsefemizin, hayat ve insan ilişkilerimizin etkisini bozdu. Holywood'un dokunduğu

şubat-MaRt 2014 | taVIR | 5


5-8 veysel savunma_sablon 3/6/14 2:17 PM Page 6

ne varsa kirlenmiştir. Amerikalıların bir bir günahı pek çok ilintili modaya dönüştü. İşte eğlence yoluyla bize öğrettikleri "Amerikan yaşam tarzı!" Sayısı sınırlı birkaç iyi filmle bize bin bir tane çürümüş kokuşmuş filmleri gösterdiler." Holywood işte bu misyonunu, hiç hız kes- meden yalnızca Hindistan'la sınırlı değil tüm dünyaya yayılarak sürdürüyor. Afrikalı'nın balta girmemiş ormanlarına, Güney Amerika'nın cangıllarına, Anadolu'nun mezralarına kadar her yere, her sinemaya, her eve girerek sürdürüyor. Önce kendinizi düşünün diyor; birey olun diyor; çalın çırpın rüşvet alın verin, yolsuzluk yapıp zengin olun diyor; eşinizi aldatın, uyuşturucu kullanın, haplanın kafanızı dağıtın dünya nimetlerinden azami miktarda yararlanın, yozlaşın, çürüyün aslınızı inkar edin, dilinizi kimliğinizi gelenek ve göreneklerinizi unutun ve bizim gibi olun, bizim dilimizi konuşun diyor... Aslında bunları sadece Holywood demiyor, burjuva sanatının tüm dalları söylüyor halka. İşte sınıf tavrı budur. Bur-

6 | taVIR | şubat-MaRt 2014

juvazinin sömürüye dayalı, bireyciliğe ve bencilliğe endeksli sistemin devamı için böyle bir kültür gereklidir ve sanat bu kültürün oluşumunda birinci derecede rol oynamaktadır. Bütün egemenler gibi burjuvazi de kendine kocaman bir "sanatçı" ordusuyla saldırmaktadır halka, halkın değerlerine kültürüne... At sahibine göre kişner derler. İşte bu burjuva sanatçıları da nemalandıkları burjuvalar gibi düşünür, onlar için "üretirler", "sanat" icra ederler. İnsan yaşadığı gibi düşünür elbette. Sahipleri sağolsun onları lüks içinde yaşatmak için ellerinden geleni yaparlar. Sırça köşklerde yaşatırlar onları, bol kazançlı müzayedeler düzenler, ne anlattığı bilinmeyen tablolara, yozluğun sanatına(!) milyon dolarlar verirler. Sakıp Sabancı Müzesi'nde, Koç Müzesi'nde sergiler açarlar. Astronomik ücretler alır aktörler, aktrisler. Ev değil, malikhanede büyütürler çocuklarını bu burjuva sanatı üstadları... Bunların halkla bir bağları yoktur, olması da beklenemez zaten. Onlar halk için değil, burjuvazi için, biraz da doymak bilmez egolarını tatmin için yaparlar sanatlarını. Karşılığını da fazlasıyla alırlar.

Sanat, kapitalistin elinde artık bir metadır, burjuva sanatçısı da bir meta üreticisidir. Ressamların değeri, sattıkları tablolarıyla; heykeltıraşların değeri sattıkları heykelleriyle; müzisyenlerin değeri albümlerinden ve konserlerinden aldıkları ücretleriyle; aktör ve aktristlerin değeri de aldıkları ödüller ve film başına aldıkları parayla ölçülür hale gelmiştir. Senaryosuna, oyunculuklarına, yönetimine bakılmadan; ne kadar gişe yaptığına bakılıyor artık filmlerin değerini ölçmek için. Pahalı olan "iyi", "güzel", "çağdaş ve modern" kabul ediliyor. Eh, kapitalizmde her şey paraya endeksli olduğu için bunda bir terslikte görmüyor koca koca sanat eleştirmenleri. Kapitalizm dokunduğu her şeyi kirlettiği yozlaştırdığı için burjuva sanatı ve sanatçısı da bu yozlaşmadan payını fazlasıyla alacaktır elbette. Sırada artık el birliğiyle halkı yozlaştırmak vardır sanat eliyle... Birey kutsanır önce. Burjuva ideologlar; "sanatçının özgür yaratımını engelleyen


5-8 veysel savunma_sablon 3/6/14 2:17 PM Page 7

her düşünce tehlikelidir, gayri ahlakidir. Reddedilmelidir” diyordu ya, iflah olmaz egoist sanat düşkünleri mal bulmuş mağribi gibi atlarlar bu tercihin üzerine. Sonra gelsin ucube "sanat" akımları, adına cinsel özgürlük denilen pornografi, halktan kopuk seçkinci bir dil ve üslup, "birey olmanın sonsuz huzuru ve dayanılmaz hafifliği” Gelsin yılgınlık, karamsarlık, bohem yaşam, konformizm, müşkülpesentlik, yorgunluk, umutsuzluk, hiçlik duygusu, karmaşa, kaos.. Ve tabi çılgınca bir tüketim kültürü. Bütün bunlar kitleleri uyutmak için bir araç oldu egemenlere. Yalnı emeği alınteri değil duygu ve düşünceleri de azgınca sömürüldü halkın bu burjuvalar ve onların yardım yatakçısı, tetikçisi sanatçı, bozuntuları tarafından. ... Halka ve değerlerine önelik bu hayasızca akının karşısına dikilecek güç yok mudur peki? Vardı elbette: Devrimci sanat! Yani başka bir deyişle halk için sanat!

sanatı ve sanatçıyı kölece bağımlılığa üretim kabızlığına ve paranın/ mevkinin/ konum ve kariyerin esaretine mahkum ettiğini görmüyorlar! Burjuvazinin örgüt düşmanlığını sanat alanında da bu bahsi geçen aydın ve sanatçılar icra ediyorlar bir bakıma.. ... Oysa devrimci sanat örgütlüdür. Örgütlü sanatçı güçlü sanatçıdır çünkü. Yaşamı- mın her alanında olduugibi sanat cephesinde burjuvaziyle savaşabilmek için örgütlü olmak gerektiğine inanır devrimci sanat. Devrimci sanat, bilinç taşır. Politik gerçekleri halka sanat yoluyla anlatır, doğruyu gerçeği, siyasi iktidarın yalanlarını gösterir..

Devrimci sanat yılgınlığın, karamsarlığın, umutsuzluğun, yozluğun değil, umudun geleceğin, aydınlık güzel günlerin, insana dair en güzel düşlerin taşıyıcısıdır. Devrimci sanat halktır, halktan yanadır! Bireysel kurtuluşun değil toplumsal kurEgemenlerin değil ezilen yoksulların, aç- tuluşun adıdır. ların, sömürülenlerin, yok sayılanların, horlananların, aşağılananların tarafındadır. Devrimci sanat asla konformist, zor beğenen elitist, mükemmeliyetçi değildir. Devrimci sanat adı üzerinde; devrimcidir. Bir oyuncu, bir izleyici ve ışık... Tiyatro için Eskiyi, köhemiş çürüyen ve yozlaşanı yı- bu üçünün yeterli olacağına inanır. Sahkıp yerine yeniyi, güzeli, doğruyu koyar. ne sokaktır,ışık da gün ışığı ya da bir konCesurdur. Doğru bildiğini hayata geçirme- dudaki mum, gaz lambası.. de tereddütsüzdür. Devrimci sanat halkın sanatıdır, kaynağıDevrimci sanat, savaşçıdır. Egemenlerin nı halktan alır. Halktan öğrenmesini bilir, halkın kültürüne, sanatına ve değerleri- mütevazıdır. ne karşı açtığı savaşta halkın kültürüyle, değerleriyle donanarak karşı koyar ve yeni Ve ben bir devrimci sanatçı olarak buninsanın, sosyalist insanın kültürüyle hal- ları savunuyor, doğru olduğuna inanıyor, hayata geçirmek için çabalıyorum. Bu kın kültürünü birleştirerek savaşır. yüzden tutuklandım, bu yüzden hedef seDevrimci sanat, bireye değil kolektivizme çildim. Burjuvaziye, onun sömürü düzedayanır. Kolektif sanatın bireyi körelt- nine, pespaye sanat anlayışına biat etmemediğine, aksine bireyin gelişmi ve öz- yerek devrimci sanatı, devrimci sanatçıgürce düşünüp üretmesine katkı sağla- lığı kendisine şiar edinen ve bünyesinde dığına inanır. Kolektivizmin, örgütlü sa- Grup Yorum'u, Kültür Sanat Yaşamında Tanat ve sanatçılığın, özgürlüğü kısıtladığı- vır Dergisi'ni, İdil Halk Tiyatrosu'nu, Fotoğnı vaaz eden burjuva- küçük burjuva ay- raf ve Sinema Emekçileri Fosem'i barındın ve sanatçılar kapitalizmin asıl olarak dıran İdil Kültür Merkezi bu yüzden he-

def seçildi 18 Ocak 2013 tarihinde.. Daha önce sayısız kez hedef seçilerek basılan, yağmalanan, emekçileri gözaltına alınan, tutuklanan, yıllarca hapiste tutsak kalan İdil Kültür Merkezi en son bu tarigte binlerce polis tarafından basıldı ve ben tutuklandım. ... Gecenin 04.30'u... Kapımızda yüzlerce evet yüzlerce polis... Tepemizde helikopter. Aslında mahallemiz, Mahmut Şevket Paşa işgal edilmiş binlerce polisle, bunu daha sonra öğreneceğiz. "Açın kapıyı" diyor bir ses. "Teslim olun!" Savaşta mıyız? Gelenlerin yüksek silah gücüne, çelik yeleklerine, bombalarına, TOMA'larına, akreplerine, kar maskelerine bakılırsa öyle! Bu silah ve kıyafetlerle gece gezmesine çıkmış olamazlar. Denk güçlerin savaşı değil tabi bu. Bombalara karşı bağlama, tüfeklere karşı kaval, mermilere karşı notalar, türkülerimiz var elimizde sadece. Buna rağmen korkuyorlar bizden, yoksa neden gündüz gelmesinler günün her saati açık olan kültür merkezimize? Ama onlar 04.30'da geliyorlar. " Zamanlama manidar" demiyorum çünkü onların yöntemi bu malum, kurt puslu havayı sever. Çok sürmüyor, koçbaşı ile kapımızı dövmeye başlıyorlar. Sonradan bizzat başbakanın ağzından sayısı 11'e çıkacak olan ama iki üç santim sacdan mamul tek kapımız bu güçlü darbelere dayanamıyor tabii. Ama hayır, kapıyı değil duvarı yıkmışlar meğer. İki yıl önce geldiklerinde epey uğraştıkları kapıya değil, daha kolay yıkacaklarını gördükleri duvara yönelmişler bu kez. Sürü halinde içeri dalıyorlar. Geçen sefer arama emri göstermişti şeflerinden biri. Bu kez hiç öyle bir zahmete girmiyorlar, doğrudan üzerimize yöneliyor kar maskeli haydutlar. Küfrün, hakaretin bini bir para. "Yere yat lan" diyor ağzından salyalar akan biri. Talimatı yerine getirilmeyince zor zaptettiği ama gözlerin-

şubat-MaRt 2014 | taVIR | 7


5-8 veysel savunma_sablon 3/6/14 2:17 PM Page 8

den fışkıran öfkesi ile saldırıyor. Gaz sıkıyorlar gözlerimize, üzerimize atlıyor, ters kelepçe takıyorlar birer birer. Gözlerine bakmaya çalışıyorum. Bir gram zeka pırıltısı yok... Ne zaman kültür kelimesi duysam elim silahıma gidiyor diyen Hitler'in propoganda bakanı Goebbels'in torunları ondan on yıllar sonra sanata, kültüre, sanatçıya düşmanlıkta hiç de aşağı kalmadıklarını göstermiş yakmış, yıkmış, kırmış, dökmüş, sövmüş, çalmış çırpmış ve muzaffer bir edayla siyasi şube koridorlarına getirmişti bizleri.. Bilindik uygulama işkence! Zorla üst araması önce ahlak dışı. Bir de kameraya alıyorlar, öyle pervasızlar. Üst araması yapılırken ellerim akradan sımsıkı kelepçeli durumda yerlerde süründürülüyorum. Cebimden çıkanlar tutanak altına

8 | taVIR | şubat-MaRt 2014

alınıyor. Paraların seri numaraları yazılıyor tek tek. Görmüyor ama duyuyorum. Tutuklandığımda kimliğim dışındaki her şeyle birlikte paraların da bana verilmesi gerekiyor ama cüzdanımda dahil olmak üzere hiçbir şey verilmiyor. "Eşyalarım, üzerimden çıkan 1500 lira nerede?" sorum havada kalıyor, cevaplanmıyor önce. Üsteliyorum,adliyede görevli Siyasi Şube Şeflerine. Biri telaşla Emniyette karışıklık olmuş eşyalarırınız getirilmemiş. Avukatınıza yarın teslim ederiz" diyor. Avukatıma durumu anlatıyor ve Metris'e doğru yola çıkıyorum. Sonra öğrenecektim avukatıma da o para ve eşyalar teslim edilmeyecekti. Açıkça göz göre göre soyulmuştum. Büyük ihtimalle o kısmın görüntüleri ve tutanak yok edilmişti. Adli soruşturmalardafiilden faile gidilir ama bizim hukuk sistemimizde hep tersi olur nedense. Ancakbenim yaşadığım olayda her şey o kadar

aleni ki, nereden giderseniz gidin sonuçta hırsızlık var ve hırsız da polis.Şim- di burada suç duyurusunda bulunsam "kovuşturmaya yer olmadığına” denilecek veya "burası yeri değil" denilecek biliyorum. "Zehir zıkkım olsun" diye beddua etsem tutmayacak onu da biliyorum. "Keser döner sap döner" diyerek bu hırsızlığı ineye çekmeyi de ben kendime yediriyorum çünkü o para Tavır Dergisi'nin matbaa borcuydu.. Ne yapacağımı ben de bilemiyorum ama şunu bilin ki biz işte bu hırsızların, soysuzların, bu işkencecilerin hazırladıkları fezlekelerle tutuklandık, yargılanı- yoruz. Yoksa iddianame mi deseydim? Çünkü polisin hazırladığı fezleke ile bize verilen iddianame arasında pek bir fark göremedik.. q


9-12 mesam_sablon 3/6/14 2:18 PM Page 9

güncel

güncel

mesam kazanı ibrahim karaca 17 Ocak 1987 tarihinde kurulan MESAM, Türkiye’nin tecrübeli ilk dört meslek birliğinden biridir. Dünyadaki diğer meslek birlikleriyle telif alanında karşılıklı olarak yaptığı temsilcilik sözleşmeleri nedeniyle tanınır ve itibar edilir. Öyle bir birlik ki, içi beni dışı seni yakıyor. Yönetimde olanı da, olmayanı da orada “bazı işlerin döndüğünü” söylemeden edemiyor. MESAM’ın varlık nedeni, müzik eseri üreten sanatçı üyelerinin telif haklarını korumaktır. Kalbinizdeki sevgiliye bir şiir yazıp müziklediniz ve şarkınızı yarattınız. Biriktirdiniz, zamanı geldiğinde bir albüm yaptınız. Şarkılarınız piyasada ticaret konusu bir maldır artık. Kendinizi ne kadar piyasanın dışında sanırsanız sanın, üretimlerinizi rafa dizip “müşteriyle” buluştuğunuz anda pazara dahil olursunuz. Kapitalist ilişkilerin hüküm sürdüğü her yerde, sanatçının yaşayabilmek için yarı tüccar olma mecburiyetinden söz eder büyük ustalar. Ürünü pazara sunması değil, kendini o pazar için var etmesi ve onun güzellemesini yapması kötüdür sanatçının. Telif geliri; ticari bir faaliyet içindeki kurumların kazanç sağlarken mekanda kullandığı müzik eserleri için ödediği kullanım bedelidir bir yönüyle. Tıpkı tavanda yanan elektriğin faturası gibi. Bu nedenle, şarkılarınız satıldıkça veya çeşitli yerlerde kullanıldıkça belli havuzlarda telif adı altında belli meblağlar birikir. Dünyanın her yerinde, telif hakları için örgütlenmiş meslek birlikleri vardır. İlgilen-

mezseniz, sizin şarkılarınızın da içinde olduğu binlerce eser için piyasadan toplanan telif geliri başkalarına gidecektir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 27 no’lu maddesi “Herkes, sahibi bulunduğu her türlü bilim, edebiyat ve sanat eserlerinden doğan manevi ve maddi menfaatlerinin korunması hakkına sahiptir” der. 19 Haziran 2013 tarihi Taraf Gazetesinde Mehmet Baransu imzasıyla yapılan haberde; sektör yöneticilerinden iki ismin kurduğu şirketten söz ediliyor ve bu şirketlerin, sanatçı teliflerini düşük göstermek suretiyle dolandırıcılık yaptıkları söyleniyordu. Avea ve TTNnet’te indirilen şarkıların sayısı aracı şirketler tarafından az gösterilmiş, sanatçılara düşük telifler ödenmiş, denetim sırasında firmanın evrakta sahtecilik yaptığı da ortaya çıkmış. (Mış diyorum, çünkü bütün bunları bir MESAM üyesi olarak MESAM yönetiminden değil, Baransu’dan duydum). Aracı kurumlar, başta Turkcell olmak üzere Avea ve TTNet’le anlaşma yapıp sanatçıların operatörlerden indirilen şarkıları karşılığı ödeme alıyorlarmış. Kimler? Avrupa Müzik adlı şirketin sahibi iki kardeş. Biri MSG, diğeri MÜYAP yönetim kurulunda. MÜYAP, önce iki kardeşe ait şirkete ödeme yapıyor, ardından da para meslek kuruluşlarına transfer ediliyor, daha sonra da sanatçıların telifleri ödeniyor. Bu şirkette, mobil firmaların gönderdiği indirilme ve tıklanma rakamlarıyla oynanıp paranın büyük bölümüne el konuluyor, kurulan sistem ve yapılan anlaşma gereği MÜYAP’a gönderilen rakamlar baz alınıyor. Bu yapılanmaya ve usulsüzlüklere karşı çıkan tek kurum ise; Baransu’nun yazdığına göre, MESAM ve onun

başında bulunan Arif Sağ yönetimi. Ancak, sanatçıları sömüren kişiler MESAM’dan bazı isimleri para karşılığı istifa ettirmiş! Niçin? Olağanüstü Genel Kurul’a giderek kendi adamlarını seçtirmek, aynı çarkı aynı yönde döndürmek için. İşte, bazı müzik yapımcılarının son günlerde Arif Sağ’ı hedef alan açıklamalar yapmalarının nedeni buymuş. (İsim zikredildiği için ben de kullandım). Bu yazıya ait linke rastlayıp okuduktan sonra, yönetimden bir arkadaşla internette karşılıklı yazıştık. Konuşmaları buraya almam bir özeli deşifre etmek değil. Çünkü, aynı sayfa sakini olan çok sayıda arkadaş da yazdıklarımızı görüp okudular. Son genel kuruldan sonra; MESAM’dan değil, ama o sayfadan atıldım… İyi oldu. Karşılıklı laflamalarımız şöyleydi: - Bunu yazan Baransu... Şu “bavulcu” değil mi? Yeni bir bavul mu verdi MESAM ona? Ve Taraf Gazetesi... Çıktığı günden beri sadece arkadaş masalarında rastlarsam okuduğum bir gazetedir. Evet, MESAM'da bir kaynayan kazan var, ama o kazan Baransu gibi kalemlerin yazdıklarıyla anlaşılacak bir kazan değildir. Bu iş, MESAM içinde eğri otursalar bile doğru konuşmaları gereken arkadaşlar arasında çözülecek bir sorundur. - Farkında mısın İbrahim, soyguncuları savunma noktasına düşüyorsun. O istifalar, ki içinde çok masum olanları da var, organize olarak MESAM’ı çökertme operasyonudur.

şubat-MaRt 2014 | taVIR | 9


9-12 mesam_sablon 3/6/14 2:18 PM Page 10

- Kimseyi savunmuyorum. Baransu Kim? MESAM Üyesi mi? Kışkırtıcı ajan gibi yazmış. Ergenekon iddianamesi gibi. Bunu söylemek yolsuzluk yapanları savunmak mı? Bunların diline mi düşecekti MESAM? Bunun başka bir platformu yok mu? Soyguncu kim? Ben bir MESAM üyesi olarak bunları Baransu'dan mı duymalıyım? O kim yahu? - Burada haberin içeriği ve korkunçluğu ortada değil mi dostum? Ve bu noktada direnen MESAM’ı itibarsızlaştırma operasyonunu görmüyor musunuz… Yapılanlar bir muhalefet hareketi mi, yoksa MESAM’ı çökerterek direnecek güç bırakmama mı? - Bir MESAM üyesi olarak benim bilmediğim şeyleri Baransu’dan mı öğrenmeliyim? En gereksiz şeyler için üyeleri bilgilendiren yönetim bunu neden Baransu ile duyuruyor? İçerik kiminle tartışılmış? Hangi MESAM üyesiyle? Yalandır veya doğrudur demiyorum. Beni anlıyor musun? Kimseye gebe değilim. Ne yönetime, ne muhalefete. Hani diyor ya şair “Mertçe olsun isterim/ Dostluk da düşmanlık da” diye… Benim itirazım yönetime değil, yönteme! Yönetime itirazlarım bende saklıdır, ama o itirazları gidip Baransu'ya anlatmam! Burada şu soru geliyor aklıma: Yönetimler (iktidarlar) neden hep aynı dili kullanır? Bütün iyi vasıflar kendilerinde toplanmıştır, ama kuyu kazmak isteyen düşmanlar tarafından kuşatılmışlardır. MESAM yönetimine muhalefet edenler ise, dertlerinin yukarıda zikredilen aracı şirketler lehine çalışmak olmadığını belirterek “Yönetimin kasten ve birlikte hareket etmek suretiyle MESAM kayıtlarında, ve işlemlerde usulsüzlük yaptığı; Protokol ile denetim dışı hesap oluşturduğu; Genel Kurul onayı alınmaksızın ihtiyari kurullar yaratıp, bu kurulların çok sık yapılan toplantılarına katılmalarını gerekçe göstererek yüksek miktarlarda “Huzur

10 | taVIR | şubat-MaRt 2014

Hakkı” adı altında usulsüz gelir ve menfaatler sağladığı; Hukuk ve mevzuatı hiçe sayarak, iştigal alanı denetim olmayan bir yerden “sözde” denetim hizmeti aldığı, MESAM’ı zarara uğrattığı ve bu durumun belgelerle sabit olduğu; Genel Kurul tarafından konulan asil üyelik kriterlerine uymadığı halde bazı kişileri asil üye yaptığı, bazı kişileri ise müzik eseri sahibi bile olmadıkları halde üye kaydettiği; Bunları dillendirip yönetimi eleştiren üyeleri üyelikten attığı…” gibi gerekçelerle yönetime karşı muhalefet ettiklerini söylüyorlar hala. Taraf’ta yayınlanan o yazıdan sonra; bir takım adamlar tarafından “ceplerine para konularak” MESAM yönetim kurulundan istifa ettirildiği şeklinde suçlanan eski üyeler, gazeteye bir tepki yazısı gönderdiler… Şöyle: “Sayın Muhatap! 19 Haziran 2013 tarihli Taraf Gazetesinin 14. Sayfasında Mehmet Baransu imzasıyla ‘Bu Yolsuzluğun Bestesi Henüz Yapılmadı’ başlıklı bir haber yapılmıştır. Her halinden gazetecilik ilke ve ahlakına uygun olmayan ve ilk bakışta sipariş izlenimi bırakan haberde, Müzik Telif Hakları ile ilgili bazı konularda durum değerlendirmesi yapılmış, sonuç kısmında ise MESAM Yönetim Kurulundan istifa eden isimlere son derece çirkin, gayri ahlaki ve utanç verici yakıştırmalarda bulunulmuştur. Denilmektedir ki, istifa eden bazı isimler, söz konusu kuruluşlardan aldıkları para karşılığı istifa etmişlerdir. Bu isimler kimlerdir? En kısa zamanda kamuoyuna belgeleri ile birlikte açıklanmazsa hem haberi yazdıranlar, hem de yazanlar için hukuki girişimlerde bulunacak ve kamuoyu önünde ispat etmeye davet edilecektir. MESAM Yönetim Kurulundan istifa eden asil ve yedek üyeler, istifa gerekçelerini tüm basın yayın kuruluşları ile paylaştılar. Her ne hikmetse bu haberi yalnızca Taraf Gazetesi yayınlamamıştı. Bu durum bile başlı başına açıklanmaya değerdir. MESAM Yönetim Kurulundan istifa eden isimlerin her biri, topluma mal olmuş saygın, erdemli ve onurlu sanatçılardır. Hiçbirisi bir para karşılığı kirli ve çirkin bir

iş yapmamıştır. Bu haberi yazdıranlar kendi ilişkileriyle karıştırmış olabilirler ama bilinmelidir ki istifa eden çok sayıda kişi, habere konu olan kişileri tanımamaktadır. Taraf Gazetesi ve Mehmet Baransu konuya bu kadar duyarlı ise önce istifa gerekçelerimizi yayınlasın ve sonra da meslek birliğimiz MESAM’da olup bitenleri araştırsın. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Telif Hakları Genel Müdürlüğü tarafından inceleme altına alınan konuları takip etsin. Yolsuzluğa karşı duran insanları yolsuzluk haberinin içine dahil edip, deyim yerindeyse "çamur atmak" insani ve ahlaki değildir. Saygılarımızla, MESAM Yönetim Kurulundan istifa eden Asil ve yedek üyeler”. (İsimlerini yazmama gerek yok). Son genel kurulun divan başkanı (Ahmet Koç), Milliyet yazarı Ali Eyüboğlu’na şunları söylemiş: “ Genel Kurul’un gündeminde tek madde vardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın zorlamasıyla MESAM’la MSG’nin lisanslama ve telif dağıtımı konusunda yapacakları ortaklık. Yönetim, Genel Kurul’dan yetki almadan bu ortaklığı kurmuş, Beşiktaş’ta 750 metrekare lüks bir ofis tutmuş, dayamış döşemiş ve MSG ile oluşturdukları İcra Kurulu’na huzur hakkı ödemiş. Genel Kurul buna karşı çıktı. Bakanlık, MESAM yönetimini bir yıl önce ‘Aralık 2012’de Genel Kurul yap, bu iş için üyelerden yetki al’ diye uyardığı halde; bunlar, bu iş için bir yılda 1 milyon lira harcadıktan sonra yaptılar toplantıyı. MSG, bir yıl önce Genel Kurul yapıp, bu iş için üyelerinden yetki aldı, MESAM yönetimi yetki almadan yaptı bütün bunları”. Aynı yazar, Arif Sağ’a da sormuş, cevabını almış: “Kültür ve Turizm Bakanlığı bize dedi ki ‘Telif konusundaki mükerrer ödemeleri önlemek için MESAM ve MSG olarak ortak hareket edin’. Biz de bunun üzerine MSG ile ortak lisanslama, tahsilat ve dağıtım için bir araya geldik. MESAM ve


9-12 mesam_sablon 3/6/14 2:18 PM Page 11

MSG’nin telif dağıtım esasları farklı. MSG ile üç ay üzerinde çalışıp, yeni telif dağıtım yönergesini çıkardık ve bunu onaylatmak için aynı gün, aynı saatte, ama farklı yerlerde Genel Kurul yapma kararı aldık” Yani temel problem mükerrer ödemeler mi? Bunun için mi bütün kıyamet? Kaç kişiye mükerrer ödeme yapılmış, neden ve ne kadar? Bunun bakanlıkla ne ilgisi var? İmza sirküleri bile olmayan, hatta MESAM’a kestiği fatura tarihinde henüz kurulmamış olan bir denetleme şirketine ödenen paralardan ve söz etmek olmazdı tabii ki. Arada bir MSG lafı geçiyor. Nereden çıktı bu MSG? Dursun Karaca şöyle diyor: “Kültür Bakanlığı, hükümet emriyle entrikalarla dolu bir yasa değişikliği yaparak, müzik yapımcılarının ve komşu hak sahiplerinin (Müzik yapımcı ve yorumcularının) meslek birliği kurabilmelerinin önünü açtı. MSG, hileli olarak kuruldu! Yoldan geçen manav, kasap, terzi ve ne buldularsa üye yaptılar ve bakanlık buna 5 Yıl göz yumdu. Sonra kabuk bağladılar. Olayların tam içinde olan biri olarak söylüyorum; bunlar belgeli tespitlerimdir. MESAM itirazı üzerine yürütmeyi durdurma kararı alındı, ama artık iş işten geçmişti ve müzik yapımcıları kendi kazançlarının yanısıra bizim telif haklarımıza da ortak edildiler. Bu bir demokrasi ve insan hakları katliamıdır. Buna itiraz eden 4 Kültür Bakanı ve müsteşar Emre Kongar önce direndiler, sonra kısa sürelerle o dönemde (1995) ardarda istifa etmek zorunda kaldılar” Her kurumda, örgütte veya oluşumda muhalefet edenler bulunur ve bu durum demokrasinin gereğidir. Sorulacak sorusu olanlar, ikna edici cevap beklerler, eleştirirler. Bir memur yapı kooperatifi düşünelim. İnşaat bitip dairelerine kavuştuktan sonra her üyenin yönetime şu soruyu sorma hakkı vardır sanırım: Bu inşa-

atta ne kadar kum, çakıl, demir, çimento kullanıldı? Kooperatif başkanı bu soruları duyduğunda, üyelere “bir kısım ne idüğü belirsiz adamlar” diyebilir mi? Arif Sağ’ın mızrap tutan sanatçı eli elbette ki öpülesidir, ancak bu durum ona ve MESAM yönetimine muhalefet edilemeyeceği anlamına gelir mi? Sorulan sorulara sağlıklı cevaplar istemeyi “MESAM’ı çökertme operasyonunun bir parçası” olarak mı görmek gerekir? Bu meslek birliğinin binlerce üyesi var ve çoğu orada neler olup bittiğini bilmez. Bilmediği için de sadece seyreder (ben de ayrıntısıyla bilmiyorum). Nerelerden telif alınıyor, ne kadarı kaç kişiye gidiyor, toplanan muazzam meblağlar nerelerde sıfırlanıp eksiye dönüyor? MESAM neden zarar ediyor? 40 milyon (eski parayla trilyon) borç olduğunu söyleyen üyeyi belgelerle susturup deşifre etmek yerine, asil üyelikten atmak ve borcun 40 değil 10 olduğunu söylemek tatmin edici bir cevap sayılabilir mi? Buharlaşan bir para var demek, ama iki rakama da inanmıyorum ben. MESAM’daki zarar kuruşu kuruşuna ne kadardır? Bunun adı zarar mıdır? Zarar, ticari faaliyetler için geçerlidir. Sanayi şirketi miyiz biz? Depoyu su mu bastı? Hammaddeler kullanılmaz hale mi geldi? Önceki kongrelerden birinde, dışarıya (yani bankalara) borç olmadığını söyleyip övünüyordu o zamanki yönetim. Bu durum övünülecek bir durum mu? Bankaya borcun yok, ama üyelerine var! Bu daha kötü değil mi? Kaç üyenin evinde yılda kaç kez suyu, elektriği kesiliyor, haberiniz var mı? MÜYAP, müzik şirketlerine ait bir birliktir mesela. MÜYAP’ın piyasadan düzenli olarak para toplama gerekçesi neye dayanıyor? Sanatçı tarafından yaratılan müzik eserini üretip satan firma, ürettiği malı (yani ticarete konu olan müziği) satar, parasını cebine koyar ve işi orada biter. Tacirdir çünkü. İşi müzik yaratmak değil, yaratılan müziği içeren CD’leri basıp satmaktır. Be-

nim şiir kitabımı basan yayınevi benim şiirlerimden dolayı kimseden telif isteyebilir mi? Kitabımı basar, bana telifimi öder, kitapları satar ve katlandığı maliyeti aşan bir paranın kasasına girmesini bekler. Piyasada kullanılan ve yeniden tüketilen şarkıların sahibi, sanatçıdır. CD’yi basan firma, her müzik tüketildiğinde yeniden bir maliyet altına girmez ki! Yeniden basarsa yeniden satar ve yeniden kar eder. Telifle ne ilgisi olabilir? Alın size üzerinde tartışılacak netameli bir soru: Yolunu şaşırıp aracı şirketlere veya MÜYAP’a akan paranın dolaysız olarak MESAM’a akması gerekmez mi? MÜYAP düşmanlığı değil yaptığım. Burada bir zemin kayması var diye düşünüyorum. Toplanan telifler neden MÜYAP üzerinden önce aracı firmalara gidiyor ve oraları suladıktan sonra sanatçılara dağıtılmak üzere MESAM’a geliyor? Veya Turkcell gibi yerler neden aracı şirketlere yapıyor ödemesini, oradan azalarak MÜYAP’a geliyor ve biraz daha azalarak MESAM kasasına giriyor? Avuç içi kadar telefona dünyaları sığdıran Turkcell gibi operatörler neden telife konu olan şarkıların bir listesini MESAM’a vermez? MESAM yönetimi neden bu tür firmalarla götürü usülde anlaşıp onların gönlünden kopan meblağa razı olur? Veya nasıl razı edilir? Neden TTNet adlı kurumla da aynı tür bir anlaşmaya sıcak bakar? Neden “Liste istiyorum kardeşim!” diyemez? Milliyet yazarına TTNet’le ilgili olarak şöyle demişler: “Turkcell’den aldığımız yıllık telif bedeline yakın bir para istedik, onlar bunu vermeye yanaşmadı. TTNet adına bizimle pazarlığa oturan Avrupa Müzik’in ortağı -ki ortaklardan diğeri daha önce Turkcell’le pazarlık ettiğimizde bu kez yapımcı olarak bizimle birlikte masadaydı- istediğimiz paranın ancak yarısını verebileceklerinde ısrar edince, biz de o zaman eserlerimizi kullanmayın dedik ve ihtarnameyi gönderdik. O yüzden MESAM yöneti-

şubat-MaRt 2014 | taVIR | 11


9-12 mesam_sablon 3/6/14 2:18 PM Page 12

mi olarak aldığımız kararlarla menfaatlerini bozduklarımızın karşı atakları bunlar”. Yani, her sözü dolaştırıp “Lobi” ye bağlıyorlar. Faiz Lobisi değil, ama MESAM’ı karıştıran bir lobi var muhalefet edenlerden (benim de içinde bulunduğum) oluşuyor kesin… Başka ne denir? MESAM’a yarısı buharlaşarak gelen meblağlar bile milyarlar ediyor ve üzerine türlü sis perdeleri asılıyorsa, olup biten her şeye ve telif konusuna kayıtsız kalan sanatçıların kıyameti koparması gerekmez mi? Teorik olarak gerekiyor; ama ne yazık ki en fazla 600 kişinin katılıp yarısının neler olup bittiğini anlayamadan ayrıldığı kongrelerde 50 kişi arasında kopuyor kıyamet. Son kongrede 460 kişi vardı mesela. Daha adil bir dağıtım nasıl yapılabilir? MESAM havuzu kaç kişi için dolup boşalıyor? Şu koskoca memleket yıllardan beri hep o arslan payını alan 25-30 kişiyi mi dinliyor? Geçenlerde gazetenin birinde 50 kişilik bir liste yayınlandı, MÜYORBİR’in 2013’te dağıttığı telifle ilgili. Yani sadece müzik yorumcusu olarak dağıtılan. İlk sırada 100 bin TL ile bir kadın popçu var, sonunda ise 24 bin TL İle bir erkek popçu. Bunun MESAM’daki karşılığı nedir, bilmiyorum. MESAM’da beste ve söz için nasıl bir liste var? Organizatöründen 400 bin TL istenen 30 yıllık Grup Yorum’a MESAM her ay ortalama kaç para telif yatırıyor mesela? 500 Liradan fazlaysa boğazın sularına bırakırım kendimi. Otel, lokanta, eğlence mekanları, radyo, TV, i-tunes, mağazalar ve her yerden her yıl alınan meblağların nereye gittiğinin hesabını, perdesiz, dumansız ve şaibesiz olarak kim anlatacak? Üyelerine bunları tartıştırmayıp; bilgilendirme toplantıları adı altında neden “propaganda” yaptınız hep, ey şimdiki ve geçmişteki MESAM yönetimleri? MÜYORBİR, MSG, MESAM ve MÜYAP; lisanslama yaptıkları irili ufaklı kuruluşlardan ayrı ayrı ve düzenli olarak her yıl telif topluyorlar. Önce biri

12 | taVIR | şubat-MaRt 2014

gelip alıyor, arkasından öbürü, sonra diğeri. Esnaf da lanet okuyor artık bu duruma. Yarın başka bir birlik kurulsa, o da lisanslama yapıp beşinci eleman olarak telif kuyruğuna girecek. Yanlış mı düşünüyorum? Tek seferde telif toplayıp aralarında bölüşseler, esnafı da canından bezdirmeseler, olmaz mı? Sorular ve kullandığım dil sivri mi geliyor sana? Ben üyeyim kardeş… Benim adıma yaptığın tahsilattan kendi payını alıp gerisini bana aktarma görevini ben verdim sana. Benim adıma oradasın. Yapacağın asıl işi perdeleyip zemin kaydırmak, lafazanlık, tekkecilik, sağcılık, solculuk, futbolculuk yapmak adına değil! O işler için enerjisi ve cesareti olan varsa buyursun, işte sokaklar. MESAM’da bir devrime ihtiyaç var! Kendimizi arkasına saklayacağımız soyut bir sözcük değildir bu sözcük… MESAM’daki devrim; üyelerin yüzünü güldüren, devrim niteliğinde iyileştirmelerdir. Dergah, arabesk, pop, halk, protest, caz ve her türlü müziği yaratan insanların gerçek meslek örgütü olmayı böyle başarabiliriz. MESAM’ı kimlerin yöneteceği hiç umurumda değil. Ortada içe sinmeyen bir gidişat varsa, iktidarı acımasızca eleştirmem gerekir benim. Eleştirmiyorsam, ben de kire bulaşmışımdır. İktidar mevkii yozlaştıran ve kirleten bir mevkidir. Eleştiri, iktidarın kendine çekidüzen vermesi için bir fırsattır her zaman. Buradaki eleştiri, inşaatın neden yapıldığına değil, yapılırken nelerin olup bittiğinedir. Soruların iktidara sorulması kadar doğal ne var? Yönetim dururken o soruları kime soralım biz? MESAM adeta kuşatılmışken neden külahlar öne konulmaz? Üyelerle en ince ayrıntısına kadar tartışılmaz, çare bulmakla görevli kadro propagandayla yetinip kendi kayığının derdine düşer? 27 Aralık 2013 günü yapılan Olağanüstü Genel Kurul, eskilerin bir kopyasıydı. MSG ile ortak lisanslama yapılmasını görüşüp oylamak için toplanılan bu kurul öncesi yönetim, herkesin havuzdan eşit pay alacağı yönünde propaganda yapıp, dağıtımda adalet sağlana-

cağı için bu kongrenin tarihi bir fırsat olduğunu söylüyordu. Burhan Bayar’dan öğrendiğime göre; MESAM yönetimi üyelerini haysiyet kuruluna verip ihraç etmekle zaman harcarken, BMI adlı Amerika Meslek Birliği ile MSG arasında MESAM’dan gizli görüşmeler yapılmış ve MESAM sözleşmesi iptal edilmiş. MESAM yerine kiminle sözleşme yapılmış? MSG ile! Yani BMI hakları MSG’ye geçmiş. Aynı MSG’nin ‘zaten iki yıldan beri size hiç para yollamıyorlar’ diyerek MESAM’ı bazı yabancı meslek birliklerine şikayet etmesini ise, onunla ortak protokol yapmak için her şeyi göze alan MESAM yönetimine hatırlatmak geliyor elimizden sadece. MESAM kongrelerinde çok sormuşumdur kendime: Ruhlarımıza dokunan binlerce güzel şarkıyı gerçekten bu topluluk mu yarattı? Bakın neler oldu orada o gün: Çekişmeli geçeceğini biliyorduk. Gelemeyen üyelerden alınan vekaletnameler hayli fazlaydı. Çünkü toplantı hafta sonu yerine Cuma günü yapılıyordu. Önce divan kurulu seçilirken küçük tartışma yaşandı. İlk oylama “usul hatası” gerekçesiyle iptal edilince, tekrarlandı… İlk kazanan yine kazandı ve “hareketli saatler” başladı. Dağıtım konulu tek madde için toplanan genel kurulda, verilen yeni yönergeler de vardı. Bu yönergelerin oylanmak üzere okunmaya başlanması üzerine, bazı yöneticiler ve üyeler salondan ayrıldı. Genel Kurul devam etti ve yönetimin asil üyelikten attığı isimler oylanarak geri alındı. Yönetim Kurulu için bir nevi güven oylaması yapıldı, güvenoyu alamayan yönetim azledilmiş oldu. Oylamalar yapılırken salon dışındaki görevli masalarda bulunan hazirun cetvelinin “kaçırıldığı” anlaşıldı, bu durum tutanaklara geçirildi. Fakat biraz sonra genel kurulu kayda alan kameradaki kasetin “yürütülmüş olduğu” anlaşıldı. Bütün bunların; genel kurulu iptal ettirmek için yapıldığını söyleyen muhalif üyeler kapıları tuttu, küçük bir arbede ve gelen polisler nezaretinde yapılan arama sonunda hazirun cetveli ve kasetin geri getirilmesi sağlandı. Bu manzara-i umumiyeyi görseniz yukarıdaki soruyu siz de sormaz mıydınız? q


13 harika yüzsüzler _sablon 3/6/14 2:19 PM Page 13

deneme

deneme

harika yüzsüzler diyarı kırıklar hapihanesi Lewis Carroll’ın Alice (Alis) Harikalar diyarında isimli bir çocuk kitabı vardır. Harikalar Diyarında hayvanlar konuşur, kriket oyununda araç olarak kullanılır. Alis ’in bu diyara uyum sağlayabilmesi için bazı değişimleri yaşaması gerekiyor. Birşeyleri yiyip yada içerek büyür ya da küçülür. Kraliçe ve onun emrinde iskambil kağıdından askerler vardır. Kraliçenin sürekli olarak ‘’Vurun kafasını !...vurun kafasını !...’’ demesine çok şaşırır ve çok kızar Alis. Harika Yüzsüzler Diyarı da Harikalar Diyarı gibidir. Sürekli ‘’Tıkın içeri”, ’’Vurun kafasını !’’ diyen bir kral vardır Harika Yüzsüzler Diyarı’nda. İskambil kağıdın dan olmasa da kağıttan paraya bağlı polis, asker ve mahkemeler vardır. Harika Yüzsüzler Diyarında da büyümek için yemek gerekiyor. Kral “Yedirtmem ! yedirtmeeem !.. diye bağırıyordu. Yedirtmez çünkü kendisi yer. Kral, yedi ve yedikçe büyüdü. Çocukları gemilere sahip oldu, milyon dolarla oynamaya başladı. Akrabaları, dostları ve yandaşları da yediler; yedikçe büyüdüler. Yedikleri insandı; insanların ekmeği,insan emeğiydi. Yedikleri doğaydı.İnsanlar buna karşı çıkıp “Hakkımızı yedirtmeyiz!” dediklerinde kral höykürmeye başlıyordu. “Terörist, iç mihrak, dış mihrak , milli irade, darbe…” diye bağırarak polislere sesleniyordu: “Vurun kafalarını!” Elinde bir dergiyle Ferhat’ı gördü; “Vurun” dedi kral. Vurdular felç ettiler. Engin isyan etti buna; “Vurun kafasını !” dedi kral. Kafasına vura vura öldürdüler. On dört yaşındaki Berkin’i gördü; ‘’Vurun kafasını !’’ dedi. Polis gaz kapsülüyle kafasından vurdu. Ethem’i gördü direnirken; “Vurun kafasını !” dedi. Polis silahını çekip kafasından vurdu Ethem’i. Kral

“Vurun kafalarını !” dedi; Medeni’yi, Ahmet’i, Abdullah’ı, Hasan Ferit’i vurdular. Herkes dindar sanıyordu. Ama paraya tapardı kral. Din onun maskesiydi, sömürü aracıydı. Başka duyguları da sömürürdü. Duygu sömürüsü için sıklıkla ağlardı. Bir gün yine kral ağlıyordu. “Neden ağlıyorsunuz?” diye sordular. “Mısır da vururlarak öldürülen Esma için” dedi. “Çok mu üzüldünüz?” diye sordular. “Çoook…” dedi burnunu çekerek. Mendiliyle gözyaşlarını sildi. “Bizim ülkemiz de de çocuklar öldürüldü” dediler. “Evet” dedi , “Biliyorum...“ “Onlara neden ağlamadınız?” dediler. “Neden ağlayacakmışım, ölüm emirlerini ben verdim!” dedi. Ağlamaya devam ediyordu kral. Çatallaşan sesiyle “Siz benim Esma’ya neden ağladığımı biliyor musunuz ?” dedi. “Biliyoruz. Çok gençti. Üzüldünüz” dediler. “Doğru, üzüldüm” dedi. “Gençliğine değil, ölüm emrini ben değil de başkası verdiği için üzüldüm.” Kral bu yüzden ağlıyordu. Mahkemeler kururluyordu Harika Yüzsüzler Diyarı’nda. Kral mahkemelerde “Tıkın içeri ! Tıkın içeri!” diye bağırıyordu. Yargıçlar “gizli tanık” ifadesine göre yargılıyor, kralın emrini yerine getiriyorlardı hızla. Büyük hırsızlara dokunulmuyor ama aç kaldığı için yiyecek çalanlar içeri tıkılıyordu. Haklarını savunanlar içeri tıkılıyordu. Kral adına çalanları ,öldürenleri, işkence yapanları yargılamıyordu mahkemeler. Bir de kardeşi vardı kralın. Tıpkı kral gibiydi o da. Paraya tapar, dini inancı sömürür ağlar... Yalancı ve hırsızdır. Kral yiyerek büyüdükten sonra kardeşinin küçülmesini istedi. Kardeşi bunu kabul etmedi. Adamlarına gizlice emir verdi kral; “Vurun kafasını!” dedi. Kardeşi başına gelecekleri anladı.

Harekete geçti. Kontrolündeki mahkemeleri, polisleri görevlendirdi. Kralı, ailesini ve yandaşlarını izletti. Onların bazı hırsızlıklarını ortaya serdi. Evlerden kasalar içinde, ayakakbı kutuları içinde milyon dolarlar çıktı. Kralın yakın adamlarını tutuklattı. Bu dururma çok sinirlendi Kral. “Vurun kafalarını” demeye başladı yine. Operayonda görev yapan polisleri görevinden aldı. O polisler çocukların katiliydi. O polisleri savunmuş “yediiirtmem” demişti kral birkaç ay önce. Hırsız polis ve kral o kadar utanmazlardı ki yüzleri bile kızarmadı. Kendi hırsızlıklarından hiç bahsetmeden, başkalarını suçladılar hep. Kral yine “Terör, darbe, milli irade…” ezberini tekrarlayarak kendini mağdur ilan etti. O hep mağdurdu. Mağdur olduğunu söyleyerek kral olmuştu zaten. Kral öldürürken, ona haksızlık yapıyordu ölenler. Kral mağdur... Kral işkence yaparken, yaptırırken, işkence görenler haksızlık yapıyordu krala. Kral yine mağdur... Herkes krala haksızlık yapıyordu. Kral hep mağdur... Mağdurum diyerek yedi, yedikçe de büyüdü kral.

Kardeşlerin savaşından sonra kral değişir, başka birisi kral olabilir belki. Ne fark eder ki ama. Bütün krallar çıkarlarına ters düşen herkes için “Vurun kafasını !” demeye devam ederler. Özellikle baskıya , sömürüye, yoksulluğa, yolsuzluğa karşı çıkanlar “darbeci”dir, “terörist”tir Harika Yüzsüzler Diyarı’nda. Kral’ın emriyle ya kafaları vururlur ya da içeri tıkılırlar. Alis rüyasında gitmişti Harikalar Diyarı’na .Uyandı ve kraliçe yok oldu. Halk da uyanacak mutlaka. Krallar ve kralların düzeni yok olacak. q

şubat-MaRt 2014 | taVIR | 13


14-15 bir gun orada_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:19 PM Page 14

deneme deneme

bir gün orada bağımsızlığımızı kutlayacağız... levent karakaya

Bir Bağımsız Türkiye konserinin daha arifesindeyiz. Bir yandan yurtdışı yasaklarına dair başlatmış olduğumuz açlık grevlerimiz sürerken, bir yandan Halkın Elleri albümünden şarkılar söylüyoruz İstiklal Caddesi'nde.. Yağmurlar ne enstrümanlarımızı susturuyor ne de ayakkabıları su dolmuş dinleyicilerimizin coşkulu halaylarını..

ev hapisliklerini tanımadığımızı ilan ettik ve ilk günden itibaren bütün işleremize devam ettik. Konserlerimiz, etkinliklerimiz, eylemlerimiz, çalışmalarımız, müzik üretimlerimiz, kültür merkezi faaliyetlerimiz devam etti. Grubun yarısı, yaklaşık bir sene boyunca yurtdışına çıkamadı.

Çeşitli zamanlarda konsolosluklar tara85'te başlayan yolculuğumuz, bugün fından engellemelerle karşılaştık. İngilyine yeni yollardan geçiyor... tere konsolosluğu iki defa vize başvurumuza "ret" verdi. Onlarca yıldır yüzHalkın Elleri albümümüz kayıt aşama- lerce defa ülkelerinde konserler vermiş sında polis baskınına uğradı, el konul- olan grup üyelerine bu kez vize vermedu kayıtlara. Tekrar baştan toparladık, diler. Nedeni ise; "gidip geri gelmeme müzisyen dostlarımızla birlikte yeni- ihtimalleri var", "yurtdışında para kazanacaklar, bu paraları nereye verecekleden yarattık Halkın Elleri'ni.. ri belli değil" şeklinde gayri ciddi, akıl Katıldığımız eylemlerde gözaltına alınır- dışı cevaplarla açıklamaya çalıştılar. ken işkencelerden geçtik. Solistimizin kulak zarı patlatıldı. Kemancımızın par- Kültür merkezimiz baskına uğradığınmakları kırılmak istendi. Tam on dört da iki çalışma arkadaşımız Tavır Dergisaat, biber gazlı, ıslak, yaralı bir şekilde si yazarları, çalışanları ve İdil Halk Tiyatçevik otobüsünün içinde bekletildiler. rosu oyunculara Gamze Keşkek ve Veysel Şahin tutuklandı. Bir yıldan fazla bir Yine katıldığımız eylemlerden dolayı, zamandır sudan gerekçelerle hapisdevrimcileri sahiplendiğimiz için bir hanede rehin tutuluyorlar adeta. arkadaşımız tutuklandı, 7 arkadaşımıza "ev hapsi ve yurtdışına çıkış cezala- Grup elemanlarımız hakkında polis, rı" verildi. "Ev hapsi cezaları" boyunca, çeşitle kereler komplolar kurdu. Televiz-

14 | TAVIR | şubAT-mART 2014

yonlarda, gazetelerde boy boy yalan haberlerle süslediler komplolarını... Yabancısı değildik bu komploların ve boşa da çıkardık. Halkımızla, dinleyicilerimizle.. Koca bir halk ayaklandı ve birlikteydik, barikatlarda, direnişte, türkülerimizle.. Sanatçılar baskı altına alındı. Birçoğu hakkında soruşturmalar, davalar, cezalar, engellenen konserler, iptal edilen konser sözleşmeleri, tiyatroların ödeneklerinin kesilmesi, sanatçıların gözaltına alınması, kurumların basılması, yasaklamalar, sinema salonlarının yıkılması, sanat kurumlarını baskıcı zihniyetlerin egemenlik altına alması.. Ve daha bir dolu baskı... yasak... korkutma politikası... Bütün yasakların, baskıların karşısında yılmadık, sinmedik, direndik... İnadına sanatçı meclislerini oluşturduk, bunlar sanatçıların direniş ve dayanışma mevzilerine dönüştü. Yeni albümümüzü çıkardık hızla, Halkın Elleri'ni halkımıza teslim ettik. Ve başka yeni albümlerin sözünü verdik, hızla çalışmalarına başladık. Umudun Çocukları adında bir orkestra kurduk, çocuklardan bir senfoni orkestrası yaratacağız, sanatçı dost-


14-15 bir gun orada_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:19 PM Page 15

larımızla kolektif bir çalışma sonucunda... Geleceğin çocukları bizim ellerimizde büyüyecek, değer görecek, eğitimimizin farkını görecek. Anadolunun dört bir yanında müzik gruplarıyla geliyoruz.. Onlarca müzik grubu kuruluyor, peş peşe.. Aynı yolda birlikte yürüme kararlılığıyla... İdil Tiyatro Atölyemiz halklaşıyor, İdil Halk Tiyatrosu adıyla mahallelere genişliyor. Mahallelerimizde tiyatro atölyeleri kurduk. Fotoğraf ve Sinema atölyemizle yeni fotoğrafçılar, yeni sinemacılarla birlikte kolektif üretimlerle yolumuzda yürüyoruz. Şimdi de baskıların karşısında başımız dik, direniyoruz. Bütün bu üretimlerimizin, kolektivizmimizin coşkusuyla bir aylık açlık grevi direnişi başlattık. Hakkımızdaki yurtdışı yasakları tamamen ortadan kalkıncaya kadar direneceğiz.. Böyle böyle örüyoruz hayatı.. Kendi el-

lerimizle.. Halkın elleriyle.. Hayatın her alanında kendi alternatif yollarımızla, yürümeye devam edeceğiz. Düzenin bize dayattığı, emperyalizmin bize dayattıklarıyla değil kendi ürettiklerimizle besleneceğiz, güçleneceğiz.. Tıpkı Ferhat'ın felçli bacaklarına yürüteç yaptığımız gibi. Tıpkı halk bahçelerini oluşturduğumuz gibi, kendi ürününü kendisi yetiştirecek insanlarımız, doğal tarımla.. Tıpkı evlerin elektrik ihtiyaçlarını karşılaması için oluşturmaya çalıştığımız enerji kaynakları çalışmamız gibi.. Tıpkı kurduğumuz umudun çocukları orkestrası gibi.. Tıpkı açacağımız spor salonları gibi.. Halkın içinde halkla birlikte, halkın imkanlarıya... Yüzlerce, binlerce insanımızın yeteneğiyle, el becerisiyle, yaratıcı zekasıyla ilmik ilmik öreceğiz hayatı... Bu halkın elleri Haziran Ayaklanması'nda devredeydi, dozerleri kullandı, barikat duvarlarını kurdu, yeni yollar buldu, yaratıcığıyla ezdi düşmanı... Şimdi de devrede ola-

cak. Bağımsız Türkiye konserleri aynı duygunun ürünüdür. Bu duygular ve hedefler içerisindeyken 4.Bağımsız Türkiye Konseri geliyor.. Yürüdüğümüz bu coşkulu ve umutlu yoldaki en büyük konserlerimiz oldu, Bağımsız Türkiye konserleri.. Bir gün o alanlarda BAĞIMSIZLIK KONSERLERİ de gerçekleştireceğiz. Şimdiye kadar hayallerimizi gerçekleştirdik, bu da gerçekleşen "hayaller"imiz olacak. Bu sene 13 Nisan'da yapacağız, yine Bakırköy Halk Pazarı'nda, bir diğer adıyla Bağımsızlık Meydanı'nda.. Sanatçı dostlarımız, dünyanın birçok yerinden gelen yabancı konuklarımız, dinleyicilerimiz, yoksulluğun ortasındaki halkımız bizi yine yalnız bırakmayacak. Biz o gün orada olacağız, sizi bekliyoruz.. q

şubAT-mART 2014| TAVIR | 15


16-17 önce kadınlar duser_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:20 PM Page 16

deneme deneme

önce kadınlar düşer... deniz ekin

“... balçıktan bir külçe olan dölleri en iri elleriyle kepçeliyen ve biçimliyen ve hep önce kendiyle biçimliyen o dehşetli yontucuyu doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen anneyi o usta nakkaşı unutmadık”* Onlar toprağa düşen ilk cemreden, filiz veren tohumdan, her bahar biraz daha güçlüce toprağa tutunan çiçeğin kökünden korkarlar. İşte bundan ki, filiz veren çiçeğin tohumuna kurşun sıkarlar, toprağı eşeleyip bir büyük hınçla ağacın kökünü çekip koparırlar...

yaşama düşmandırlar; hiç yaşamadıklarından.. Emeğin ve sevginin hayat bulmuş halidir; kadın... İnsan türünün kendine has duygularını taşır bedeninde. Can verendir, dünyayı yaratan ve emeğiyle şekillendirendir... Her kadın biraz annedir sadece kendi evladı için değil, yaşam kattığı tüm insanlık için... Bir avuç sömürücü asalak dışında; her kadın biraz büyük insanlık için yaşar.. Kadın ve Toplum İlkel komünal toplumda kadın erkek ayrımı henüz başlamadığından kadının topluluktaki konumu erkekle aynıydı ve hatta tarımlı toplumlarda anaerkil bir sistem hakimdi çünkü topluluğun ekonomisini kadın sağlıyor; ailenin devamını doğurganlığı oluşturuyordu.. Kadın bu yüzden tarımlı topluluklarda söz sahibiydi.

Çünkü onlar hayatın akışına, doğanın güzelliğine, toprak ananın koruyuculuğuna, bir ananın bembeyaz çarşafı Fakat göçebe toplumda bu iş tam terkana bulayan acısından dünyaya kattı- si oluyordu; kadın daha bağımlı ve ğı yaşama düşmandır.. Çünkü onlar geri planda kalıyordu.. İlkel komünal 16 | TAVIR | şubAT-mART 2014

toplumları resmeden geçmiş çağlardan günümüze kalan heykel ve heykelciklerde kadınlar; normal insan formlarından daha büyük formlarda biçimlendirilmiştir. Bunun nedeni de kadınlara duyulan saygı ve minnet duygusudur... Sınıflı toplumlarla birlikte kadının toplumdaki rolü çok daha geri planda kalmış ve erkeğe bağımlı hale gelmiştir. İlkel komünal toplumdan alıp kapitalist topluma kadar kadının insanlık tarihindeki yerine baktığımızda kapitalizmde kadının metalaştığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Günümüzde artık kadın, bir çikolatanın dahi satılması için meta olarak karşımıza çıkıyor. Kadının beden formları toplumdaki statüsünü belirliyor ve kadın varlığını sürdürebilmek için erkeğe tabi oluyor. Kapitalizmin vahşi saldırısı karşısında kadın emeğiyle varolma mücadelesinin yanında başkaları tarafından saldırıya


16-17 önce kadınlar duser_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:20 PM Page 17

Sonuç Yerine; Anne “Zalım zamanlarda önce Analar düşer toprağa” **

açık bir ar, namus kavramlarıyla da sıkıştırılıyor.. Ya namus belasına bir eş cinayetinin kurbanı oluyor, ya üç beş sömürücü asalağın saltanatının devamı için üç beş kuruş para uğrunda günde on- on iki saat çalışıyor ya da üç beş koyun karşılığında kendinden otuz- kırk yaş büyük adamlara satılıyor.. Ve ilkel komünal, sınıfsız toplumun erkekle eşit; saygı duyulan çoğu zaman ailenin yöneticisi konumundaki kadını, kapitalist toplumda karşımıza; alınıp verilen korunup kollanmak zorunda olunan ve kaç koyun ettiği belli olan bir mal, meta haline dönmüş bir kadın olarak karşımıza çıkıyor.. Kadın ve Devrimci Mücadele Yaşadığı düzenin sömürüsü, zulmü karşısında viran olması gayesiyle atıldığı kavgada daima ezberletilen duyguların içerisinde bulur kendini. kadın.

Toplumsal normlara göre kadın korunup kollanmalıdır ve fakat devrimci kadın bu düşünceyi yıkar. Bayrağını göklere asan ve mücadelesinde bir kartal kesilen Sabo'dur bundan böyle.. Kadının korunup kollanma gerekliliği yalnızca ezberletien bir duygu, düşünce biçimidir. Kadın kendi ayakları üzerinde durabilen, gerektiğinde yönetme sanatını layığıyla yerine getiren, devrimci mücadelede en ön saflara gitmekten geri durmayandır.. Devrimci kadın; yalnız kendi dünyaya getirdiği çocuğun annesi olmayı değil bütün çocukların annesi olmayı tercih edendir. Çocuklar ağlamasın diye, kendi ömrünü feda edebilendir. Devrimci kadın; gözpınarları dolup taşan anaların karşısında “durulur mu güzel anam/durulur mu?” diyerek dünyanın ilk kadın ölüm orucu şehidi olabilendir. Ve bu yüzden ki ilk önce vurulması gerekendir (!)...

Anne, dokuz ay on gün boyunca her gününü bin emek, bin sevgiyle geçirip bir yaşam katar büyük insanlığa ve onlar aslında hiç yaşamayanlar gelir alır kattığı yaşamı elinden.. İşte o vakit zalım zamanlarda önce anneler düşer toprağa... Açlık olur öfkeleri gün gün erirler Armutlu'nun yoksul kondularının bahçesine çiçek olup açacaklarını bilerek.. Taşı sıksa un edecek öfkeleriyle beklerler, iki yüzlü günleri de devirirken İstanbul'un orta yerinde bir hastanenin bahçesinde Uyan Berkin Elvn sloganları arasında, ya da çöker yüzleri yüreklerindeki acının ve öfkenin yansımasıyla, dalar gider gözleri kendi oğulları bir daha geri gelmeyecek olsa da milyonlarca oğlunun gözlerinin içine bakışında... Ya da oturur yüreğine evladının acısı her çerçeve elinde katıldığında yürüyüşlere ve ellerde çerçeve olur bir süre sonra “gözün arkada kalmasın ana senin de hesabını soracağız daha” sözleri arasında... Annedir yüreği gitme dese de evladına bilir o gidecektir kavgaya çünkü kavga artık hava ekmek su gibidir Anadolu'da çünkü viran olasıya girişilmiştir bu mücadeleye ve katılır o da alnında kızıl bandı bembeyaz başörtüsüyle şimdi en öndedir tabut taşımaktan nasır tutmuş omzu, gözpınarlarının ardına gizlediği gözyaşlarıyla... Ve kavga amansızdır artık, hiç anne olmamayı göze alacak kadar amansız ve kararlı... Bütün insanlığın annesidir artık kadın gelecek güzel günleri doğuracaktır çünkü...

*Arkadaş Zekai Özger **Grup Yorum

şubAT-mART 2014| TAVIR | 17


18 halepce_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:21 PM Page 18

günce güncel

halepçe katliamı dengê hêvî

Tarihe bir kara gün daha ekleniyordu emperyalist güçler tarafından, 16 Mart 1988 günü Halepçe katliamı ile. Irak ile İran arasındaki savaşta peşmergeler Halepçe'ye gelmiştir. Burada İran'nın da yardımıyla Kürt halkı Saddam rejiminin yıllardır kendilerine uyguladığı baskılara, zulümlere ve iskencelere karşı ayaklanmıştır. Saddam Hüseyin bunun üzerine Kürtleri bastırmak için Korgeneral Ali Hasan Al-Majid Al-Tikriti'ye Halepçe Katliamı’nın emrini vermiştir. Ve Amerika'nın Saddam'a İran'a karşı kullansın diye verdiği sekiz adet MİG-23 uçağı yine Amerika'nın Irak'a sattığı kimyasal silahlarla 16 mart 1988 tarihinde Halepçe'ye saldırmıştır. Bu saldırı sonunda resmi kayıtlara göre 6357 kişi hayatını kaybetmiş ve 14765 kişi yaralanmıştır. Bu saldırının izleri günümüzde hala görülmektedir. Hatta Hiroşima ve Nagasaki'ye

18 | TAVIR | şubAT-MART 2014

oranla özürlü doğum oranın 4-5 kat fazla olduğu söylenmektedir. Bu katliamdan önce halk tehlikeyi sezmiş ve evlerinin altında sığınaklar yapmıştır. Bu sığınaklardan birinden kurtulan genç bir kız o kara günü şöyle anlatır; "Yoğun bir bombardıman sesi ve uzunca süren sessizliğin ardından aileme yemek yapmak için yukarı çıktım. Hava da çöp kokusu vardı. Sonra elma ve muz kokusu gelmeye başladı. Kafeste kuşumuz vardı. Onun ölmek üzere olduğunu gördüm ve dışarı baktım. Dışarıya baktığımda hayvanların ölmeye başladığını gördüm. Hemen sığınağa inip aileme olanları anlattım. Herkes öksürmeye başlamıştı. Nefes almakta zorlanıyorduk. Sığınaktan çıktık. Çıktığımızda atılan kimyasal bombaların rüzgar esintisinin hesap edilerek atıldığını fark

ettik. Bizde ters yönde koşmaya başladık. İnsanlar bitkindi artık koşamıyorlardı. Kimi yere yığılıp kalıyordu. Kimi de kucaklarındaki ölmek üzere olan çocuklarını taşıyamıyorlardı ve çoğu çocuklarını bırakmak zorunda kalıyordu. Keşke o gün ben de ölseydim." diyordu. Halepçe sokaklarında binlerce çocuk, anneleri ve babaları ile kucak kucağa katledilmişlerdir. Katliamın yürek dağlayan görüntülerinde, sokaklar cesetlerle dolu, kimi sofra başında, kimi bebeğini emzirirken, kimi evinin önünde, kimi şehrin dışındaki tarlarda toplu halde zehirli ölüme yenik düşmüşlerdi. Kimyasal gazın etkisinden cesetlerde ağır derecede yanıklar ve morarmalar olduğu görünmekteydi. Halepçe Katliamı ne ilkiydi ne de sonuncusu olacaktı yapılan katliamların. Üzerinden yirmi altı yıl geçmiş olmasına rağmen Halepçe Katliamı’nın asıl sorumluları hala yargılanmadı. Her ne kadar Saddam Hüseyin yargılanmış ve idam edilmiş ise de biliyoruz ki bu katliamın asıl sorumluları, yani kendi işbirlikçileri olan Saddam Hüseyin'e kimyasal silah verenler hala yargılanmadı. Öyle ki bu katliamın asıl sorumlularından biri olan ve sözüm ona bu katliamın hesabını sormak, ayrıca Iraktaki diktatör rejimi yıkmak için Irak'a giren Amerikan askerleri Irak halkını bir kez daha vahşice katletmişlerdir. Emperyalist güçler Roboski'de de katlettiler ve hala halkları katletmeye devam ediyorlar tıpkı şu anda Suriye'de olduğu gibi...q


19-21 kazova_sablon 3/6/14 2:22 PM Page 19

izlenim

izlenim

bir adım daha selen kardelen

ama haklarını almak için mücadele ettikleri de olur, olur ya işte o vakit iş değişir!

Her sabah gün ağarmadan yola düşer işçiler, her sabah makine sesleriyle uyanırlar güne, sabahtan akşama saatlerce çalışırlar; ekmek parası için, evlerini geçindirmek için geçerler makinelerin başlarına… Kaldırırlar şalterleri basarlar düğmeye başlar çarklar dönmeye… Çoğu sömürüldüğünün farkında değildir onlara “ekmek kapısı” açan patronlarına şükrederler, bilmezler o patronlarının emekleri üzerinden ne kadar fazla kazandığını, bilmezler. Ki patronlarda istemez zaten işçiler nasıl bir sömürü düzeni içinde olduklarını fark etsinler. Uzun çalışma koşulları, geçim derdi derken günleri ayları yılları geçer. Her zaman ki gibi işlerine gittikleri bir sabah işten atıldıklarını öğrenebilirler,

fabrikanın kapandığını, patronun iflas etmiş olduğunu veyahut… Birden işsiz kalırlar oysa hayatları ona bağlıdır, kolay mı bu devirde iş bulmak ama ansızın kapı dışarı edilebilirler, kendilerini birden bire sokakta bulabilirler. Her işçi bu tehlikeyle karşı karşıyadır. Aslında işçilerin en iyi bildiği şey budur; işlerine bir gün son verilebilir çünkü patronlar işçileri bununla tehdit eder ve her işçi dua eder çalıştığı koşullara, koşullar her ne olursa olsun ona verilenle yetinmeye mecburdur kendince; mecbur bırakılmıştır oysa… İşsiz kaldıklarında bilmez işçiler ne yapmaları gerektiğini, bilmezler haklarını nasıl alacaklarını… Hemen başka iş ararlar, haklarını almak için çözüm yolları düşünürler. Kimi zaman sadece dava açarlar kimi zaman onu bile yapmazlar

İşte Kazova işçileri işlerine gittikleri bir sabah fabrikanın kapandığını, işsiz kaldıklarını öğrendiler. Bir trikotaj fabrikasında çalışan işçilerdi onlar, uzun saatler çalışıyorlardı iki kuruş para için ne fazla mesaileri ne onca çalışmaları emeklerinin karşılığını alamıyorlardı. Alamadıkları gibi patron maaşlarını da vermiyordu artık, onlara kendi dertlerini anlatıyor, zor durumda olduğunu onlara ekmek kapısı açan bir lütufta bulunan patronlarını biraz idare etmelerini istiyordu. Aslında patronları tarafından ne kadar sömürüldüğünün farkında olmayan Kazova işçileri; işler kötüdür, ekonomi kötü olur ya zaten patron kuran üzerine el bastı, iş kolay mı bulunuyor idare edelim deyip sustular… Aslında çaresizdiler, çaresizliklerinden sustular. Dört ay para almadan çalıştılar, çalıştılar, çalıştılar… Patronları 31 Ocak’ta onlara 1 haftalık izin verdi, izin sonrasında da maaşlarını alacaklardı. Bir hafta sonra fabrikaya gelen işçiler fabrikada kimseyi bulamadı, patronları bir avukat yollamıştı, iflas etmişti ve fabrikayı kapatmıştı yani artık işsizdiler, peki ya alamadıkları maaşlar, patron iflas etti parası yok, maaşlarını ödeyecek parası yok… 94 işçiyi 4 aylık maaşları, kıdem ve ihbar tazminatlarını vermeden kapı dışarı etmişti ve yıllardır emek verdikleri, kendi emekleriyle var ettikleri fabrika artık kapılıydı. Ne yapmalıydı işçi-

şubat-mart 2014 | taVIr | 19


19-21 kazova_sablon 3/6/14 2:22 PM Page 20

kaya girip kendilerini fabrikaya kitledi ellerinde pankartları, megafonlarıyla, fabrika binasında sallandırdılar pankartlarını, inanç ve kararlılıkla haykırdılar ”her ne olursa olsun haklarımızı alıncaya kadar burayı terk etmeyeceğiz”. İşçilerin yarısı da dışarı da çadır da kaldı desteklerini fabrika önünden sürdürdü. Çok geçmedi polis gelip fabrikanın boşaltılmasını istedi. İşçiler kararlıydı; “bizim hakkımız olanı almadan çıkmayız, bizim peşimize düşmeyin işçilerin hakkını alıp kaçan patronu yakalayın.” Çıkmadılar fabrikadan, fabrika onlarındı, fabrikanın onca yıl ayakta kalmasını onlar sağlamıştı hem de kaç kuruşa…

ler, aylardır zor durumda olan patronlarını sırf işleri devam etsin diye idare etmişlerdi ama o patron işçilerin karşısına bile çıkmadan son vermişti işlerine üstüne üstlük haklarını vermeden. Kararsızdı işçiler ne yapabilirlerdi ne yapmalıydılar? Avukatla görüşüp dava açmak akıllarına geldi ve birkaç avukatla görüştüler. Avukatlardan bazıları haklarını sadece dava açarak alamayacaklarını ki dava sürecinin ne kadar süreceğinin belli olmadığını, haklarını almanın başka yolları da olduğunu anlattılar. Seslerini duyurmalı, patronlarını teşhir etmeli ve hakları olanları almak için mücadele etmeleri gerekti. Hepsi birbirinden farklı ama aynı sömürüye maruz kalan 94 işçinin kaçı sağcı kaçı solcu, dindar olanı olmayanı var mıydı? Kaçı daha önce hak arama mücadelesine katılmıştı, yada hakları için sokağa çıkanları destekliyordu? Belki bir kaçı. 94 işçinin 29’u eylem yapma kararı aldı, hem fabrika önünde hem patronun evi önünde hem de yine alamadıkları hakları için direnen işçilerle birlikte Taksim’de, durup beklemenin anlamı yoktu. İlk kez direniş önlükleri giyip, el-

20 | taVIr | şubat-mart 2014

lerine pankartlarını alıp sokağa çıktılar, ilk kez 1 Mayıs’a katıldılar; gazla, tomayla, copla, polisle ve “devletleriyle” karşı karşıya geldiler. Her yaşadıkları bir soru daha sorduruyordu onlara. Bugüne kadar hiç soramadıkları soruları belki korka korka sordular kendilerine, cevap vermekten de korktular belki… Fabrika önüne çadır kurdular çünkü patron gelip gece yarısı fabrikadaki makineleri çalıyordu, 4 aylık maaşlarını kıdem ve ihbar tazminatlarını alamayan işçilerindi o makineler. Çadır kurmak, eylemler yapmak başka şeyler daha yapmak gerekti. Her gün fabrikaya bir borçlu gelip fabrika içine girip makinelerin değerini yazmak istiyordu işçiler buna izin veremezdi ki patronlarından hala ses çıkmıyordu. Fabrikayı işgal etmeye karar verdiler, ilk denemelerinde olmadı yapamadılar. Çünkü işgal etmeyi düşündükleri gün sokak polis ablukasındaydı, bir soru daha belirdi şimdi. İki, üç derken sonunda her şeyi göze alıp girdiler fabrikaya; haklıydılar, emeklerinin karşılığını istiyorlardı, hırsız olan patronlarıydı onlar değildi, işçilerin yarısı fabri-

Fabrikanın içine girdikleri zaman işçiler, patronlarının hırsızlığı daha da gün yüzüne çıktı, makinelerin bir çoğu fabrikadan kaçırılmıştı, fabrika talan edilmişti. Her adımlarında umutlanıyor;” patron bu kez bizi muhatap alacak almak zorunda.”Ama hırsız patronları işçilerin haklarını vermeye hiç yanaşmadı. Ne yapacaklardı? Kendilerince her yolu denediler; eylemler yaptılar, çadır kurdular, fabrikayı işgal ettiler. Peki ya şimdi? Uzun süre emek harcadıkları fabrikayı dolaştı işçiler, yarım kazaklar buldular belki bu kazakları tamamlayıp satabilirlerdi. Kaç aydır parasızdılar, kiraları, faturaları birikmiş kimi zaman elektrikleri, suları kesilmişti, çoluk çocuk açlık içindeydiler, yarım kazakları tamamlayıp satarlarsa biraz nefes alabilirlerdi ve öyle de yaptılar kazakları tamamlayıp satışa sundular. Sorular çoğaldıkça çoğaldı; “Kazağı üreten patron mu? Makineyi çalıştıran? Üreten kim? Biz. O halde patrona ihtiyacımız yok patronsuz üretim yapabiliriz.” Her gün biraz daha haklılıklarına inandılar, inandıkça kendilerine, meşruluk-


19-21 kazova_sablon 3/6/14 2:22 PM Page 21

larına daha cesur adımlar attılar, kimi zaman korktular, düşündüler epeyce ama madem haklı olan onlardı ve haklarını almak için mücadele etmek gerekti, durmadılar. Kendileri gibi olan işçiler ne yapmışlardı, başka örneği var mıydı? Örneği olsun olmasın önemi yok madem patron maaşlarını ve haklarını vermeden kaçtı o halde alacaklarına karşılık makineler işçilerin. Patron çalmıştı ya bir çok şeyi yine de üretim yapmaya yeter malzeme vardı. Hadi çalıştıralım dediler makineyi , bastılar düğmeye ama ne ola makineden ses çıkmaz baktılar makinenin sağına soluna ki motorlar yok, parçalar eksik. İflas edip kaçan bir patronun işi değildi bu her şey belli ki inceden hesaplanmış… Her şeyin üstesinden geldiler bugüne kadar bununda üstesinden gelirler. Yarım kalan kazakları tamamlayıp sattıkça kazandıkları paralarla makineleri tamir ettirdiler ve artık makineler üretime hazır patronlar için değil bu kez işçiler için halk için çalıştı makineler ve dokudular kazakları artık Kazova işçileri üretiyordu. Direnişe başlayan işçiler ne direnişin bu kadar uzun olacağını kestirebilmişlerdi ne de böyle bir sonuca gidileceğini zaten 94 işçinin 29’u eylemlere başlamış ama yalnızca 11 işçi devam ettirmişti direnişi. İş şimdi dava yoluyla haklarına karşılık gelen makineleri almaktaydı. Öyle düşünüyorlardı ki makineleri icra yoluyla alacaklardı, satıp parayı bölecekler ve herkes kendi hayatına devam edecekti, direnişi kazanmış olacaklar ve direniş sonlanacaktı. İlk hedefleri buydu ama onların söylediği gibi; ”süreç onları öyle bir noktaya getirdi ki” artık amaçları, hedefleri farklılaştı. Çünkü Kazova İşçileri ne bu sürece tek başlarına başladılar ne de direniş boyunca yalnızdılar. Devrimci İşçi Hareketi onlara yol gösterdi, deneyim aktardı, güç oldu. Her geçen gün biraz daha büyüdü Kazova İşçileri, onlarla yürüyen insan sayısı her geçen gün arttı.

Direniş boyunca bir çok etkinlik gerçekleştirildi, Kazova işçileri yalnız kalmadı. Onların direnişlerini büyütmek için hiç tanımadıkları insanlar onlarla çadırda kaldı, onlarla sabahladı, kazaklarını aldı, kazakların daha da fazla satılması, dayanışmanın ve direnişin büyümesi için emek harcadı, onlarla sokağa çıktı. Artık bu iş Kazovayı aşmıştı, sadece Kazova işçilerini ilgilendirmiyordu. Türkiye’de hiç olmamış bir şeyi gerçekleştirdi Kazova işçileri; fabrika işgal ettiler onunla kalmayıp patronsuz bir fabrikada üretime geçtiler, işçi sınıfı tarihine bir sayfa daha eklediler ve artık bu mesele yalnızca onların meselesi değildi. Bu iş devam etmeli, sürmeliydi. Zaten makineleri satıp bölüşseler ne olacaktı yine gidip bir fabrikada çalışacaklar yine aynı sömürüye maruz kalacaklardı, o patronunda aynı şeyi yapmayacağını nereden bileceklerdi. Kooperatif kuralım dediler, “kendimiz üretip kendimiz satarız. Olur mu, yapabilir miyiz? Yaparız.” İcra yoluyla makineleri aldılar, bir atölye ve mağaza kiraladılar. Kooperatif için sadece prosedürlerin tamamlanması gerekti. Bir tüzüğe ihtiyaçları vardı, nasıl idare edecekler, nasıl programlayacakları bu kooperatifi? Tüzüğü tamamlayıp isimlerini netleştirdiler artık mağaza açılışını yapabilirlerdi. Diren! Kazova- DİH Mağaza Kültür Merkezi, sadece mağaza değil aynı zamanda bir kültür merkezi. Direnişleri boyunca şiirle, müzikle, fotoğrafla, tiyatroyla, sinemayla seslerini duyurdu işçiler, film festivali, defile, konserler, dayanışmayla büyüdüler, yanlarında duran insan sayısı artıkça kazanabileceklerine daha fazla inandılar, işçilerin kurduğu bu kooperatif daha da büyümeli, bütün işçilere örnek olmalıydı. Kazova İşçileri birlik olmanın, dayanışmanın neleri değiştirebildiğini gördüler, yapılan etkinliklerin, söyleşilerin katkılarını birebir kendi hayatlarında yaşadılar ve bu sebeple sadece mağaza değil kültür merkezi de açtılar. Diren! Kazova-DİH Mağaza Kültür Merkezi 25 Ocak’ta açıldı. Direnen; Goldaş İşçile-

ri, BELTAŞ işçileri, BEDAŞ işçileri, Şişli Belediyesi işçileri, EGS işçileri, HEY Tekstil işçileri, Rozateks işçileri, Punto Deri işçileri, Kazova işçilerinin yanındaydı, sanatçılar, gazeteciler, aydınlar… Açılışta yine bir defile düzenlendi. Defilede fabrika da buldukları yarım kazaklar değil yeni tasarlanan; sanatçı dostlarıyla tasarladıkları kazakları sergilediler. Ötekiler Müzik Topluluğu, Bandista ve Grup Yorum şarkıları ve türküleriyle Kazova İşçilerinin bu anlamlı gününde yanlarında oldu… Kazova İşçileri mağazayı açıp halka verdikleri sözü tutacaklarını kanıtladılar. Kazova İşçileri direniş içinde halka söz verdiler; “Sözümüzü tutacağız. Halk için ucuz ve kaliteli kazak üreteceğiz. Patron olmayacak başımızda. Kendi işimizin sahibi olacağız. Kendimiz üretip, kendimiz yöneteceğiz.” Sözlerini tutuyor Kazova İşçileri fakat hırsız patronları icra yoluyla aldıkları makineler için itiraz etmiş ve Kazova işçileri şuan atölye de makineleri çalıştıramıyor ve Kazova İşçileri bu durum içinde şöyle söylüyor; “Biz direnişe başlarken çaresiz değiliz demiştik. Şimdi de çaresiz değiliz. Direnişimiz bitmedi, sürüyor. Sadece biçimi, yeri, koşulları değişti o kadar. Kazova İşçileri direnmeye, direnenleri desteklemeye, örnek olmaya devam ediyor. Ve son söz yine Kazova İşçilerinin; “halkımız için ucuz ve kaliteli kazak üreteceğiz. Halkımızı kanser yapan ucuz ve naylon ipliklere mahkûm etmeyeceğiz. Direnişimiz içinde doğan Diren! Kazova – DİH Mağaza ve Kültür Merkezi yeni bir direniş mevziisidir. Şimdi direnişimiz bu mevzide devam ediyor. Biliyoruz ki önümüze bir sürü engel çıkacak. Ama hepsini aşacağız. Kararlıyız. Ve kazanacağız. Yolumuza küçük küçük zaferlerle devam edeceğiz. Hayatın ve devrimin iyi bir öğrencisi olacağız.” q

şubat-mart 2014 | taVIr | 21


22-25 van hakkari_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:27 PM Page 22

izlenim izlenim

hakkari ve van izlenimleri hüsnü yıldız

Bugün Hakkari’de Ekinsu ve Adarların evinde misafiriz. İlk anlardaki ürkeklerini üzerlerinden attıklarından yaklaşık 1 saattir aralıksız sohbet ediyoruz. İdris abinin Hakkari üzerinden kendi yaşamını anlatmasını ilgiyle dinliyoruz.

Yüksekova - Gever Hakkari - Culemerg Van - Wan Ağrı - Agiri Hınıs - Xinus Pülümür - Plemore

Cilo Dağı Türkiye’nin 2. En büyük dağı: Bu notu erkenden düştük. Çünkü ye4135 rel halkın büyük çoğunluğu il ve ilçe-

22 | TAVIR | şubAT-mART 2014

leri Kürtçe adları ile konuşuyor. Hakkari ve Yüksekova yani Culemerg ve Gever bölgesini çevreleyen Cilo Dağı Türkiye’nin 2. Büyük dağı imiş. Wan-Hakkari yolunun hiç bitmeyecek duygusu uyandıran virajlarını, keskin, sarp ve derin vadilerini peş peşe ardımızda bırakıyoruz. İçinde bulunduğumuz minibüste kesintisiz Kürtçe şarkı ve türkü-


22-25 van hakkari_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:27 PM Page 23

ler çalınıyor. Yol güzergahı boyunca birkaç arama noktasından aracımız durdurulmadan geçtik. Söylenilene göre bugünlerde girerken değil çıkarken kimlik sorgulaması yapılıyormuş. Hakkari merkeze hava karardığında varıyoruz. Saat yaklaşık olarak 16:30. İlk gözümüze çarpan; bu oldukça küçük kent merkezinde birçok polis ve zırhlı askeri aracın sürekli hareket halinde olması. Bizi Maya-Der aileleri adına karşılayan arkadaş bu durumun olağan olduğunu söylüyor. İlde bir seçim telaşı var. Konuştuğumuz herkes, aşiretçiliğin bu seçimlere de damga vurduğunu söylüyor. AKP aşiretler üzerine daha bir fazla oynuyor gibi. Bir de cemaat denilen yapının dershane, öğrenci ve cemaat evleri ile hatırı sayılır bir nüfusa sahip olduğunu öğrendik. Yine cemaate bağlı olduğunu gazetelerden okuduğumuz market, simit salonları gibi ticari kuruluşlar da ana caddede boy gösteriyor. Bir gecemizi geçirdiğimiz Hakkari’de yani Culemerg’de Kürt halkımızın sıcak ve samimi misa-

firperverliğini her an hissetik. "Barış" sürecinin izlerini seçim atmosferinde de gördük. Kimi ilçe adayları mutlak önceliğin barış süreci olduğunun altını çiziyorlar. Şükranlarımızı sunarak ayrıldığımız bu kentin sahiplerine dost eleştirisi olarak şunu söyledik: “Tansu Çiller döneminde iki kez DYP’den belediye başkanlığı yapmış biri, amaç ilçede seçim kazanmak olsa da asla kabul edilemez. Hakkari’nin bu bölgesine acılarımızı paylaşmaya, ortak değerlerimizi sahiplenmeye geldik. İflah olmaz geleneklerimiz, yüzyıllara dayanan kardeşliğimiz yoksul ve mazlum olanın yanında değer kazanmıştır." Ve ardından kucaklaştık, davetkar bakan gözlere "yeniden geleceğiz" cevabı vererek. Yönümüzü bu defa Yüksekova'ya çevirdik. Gever, yani Yüksekova tarihi İpekyolu güzergahı üzerinde kurulmuş. İlçe merkezine girerken yolun neden altı şeritli olduğu sorumuza aldığımız cevap buydu. İran pazarı denilen Han’a yabancı göz-

lerle girdik. Han dediğimiz, tarih öncesi bir alışveriş merkezi. İrili ufaklı onlarca dükkan var. Zemin üzerine sadece beton dökülmüş olduğundan ufak su birikintilerine basarak ilerliyoruz. Dükkanlarda satılan malların büyük çoğunluğu İran’dan kaçak geliyor. Çay, sigara, elektronik eşya, süs eşyaları vb. Daha doğrusu ne ararsanız o var. Meşhur kaplumbağa terbiyecisi vardır hani, o ve benzeri bir yağlıboya tablosunu 1.500 TL’den başlayan bir pazarlıkla 100 TL’ye alabilirsiniz. Bizi karşılayan arkadaşla merhabalaştık. Aslında bizi dün beklediklerini, gelmeyince merak ettiklerini anlatıyor. Samimiyetine inanıyoruz. Nedenlerimizi anlatıp bir iki saate kadar 20 arkadaşımızın daha geleceğini aktarıyoruz. Seçim atmosferi burayı da etkisi altına almış. Birkaç dakika sonra şu anki belediye başkanı yanımıza gelip “hoşgeldiniz” diyor. Gelişimizin amacını anlatıp programımızı aktarıyoruz. Tahrip edilen mezarları ziyaret ederek basın açıklaması yapacağımızı, akabinde ai-

şubAT-mART 2014| TAVIR | 23


22-25 van hakkari_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:27 PM Page 24

lelere taziye ziyaretinde bulunacağımızı söylüyoruz. Yardımcı olmak istediklerini söylüyorlar. Basını sorduğumuzda DİHA ve Yüksekova Haber’den iki arkadaşla tanışıyoruz. Dışarıya baktığımızda her yerde kar var. Ama yöre halkı bu sene karın az yağdığını söylüyor. Hava ise soğuk. Bizden bir gün sonra yola çıkan arkadaşlarımız da geldi. Tanıyoruz onları, biliyoruz nasıl fedakar olabileceklerini. 28 saat yoldan geliyorlar, bir de araç şöförlerinin yolu şaşırıp mesafeyi uzatmaları ekleniyor üstüne. Sarılıp kucaklaşıyoruz arkadaşlarımızla. Belli karınları aç ama uyulması gereken bir program var. Mezarlık ilçenin çıkışında olduğu için bize eşlik edecek Maya-Derli aileler ile birlikte mezarlığa gitmek için araçlara biniyoruz. Mezarlığa vardığımızda pankart açıp düzenli sıra oluşturuluyor. Ölümün saygıyı hak ettiği yerdeyiz. Karlara bata çıka M. Reşit İşbilir ve Veysel İşbilir’in mezarlarına geliyoruz sloganlar eksilmeden. Basın açıklamasını okuyor, karanfillerimizi bırakıyoruz. Şehitlerimizin asla ölmeyeceğini, unutulmayacağını anlamlandırmak oluyor karanfilde ifadesini bulan. “Bize Ölüm Yok” marşıyla buradaki anmayı sonlandırıyoruz. Mezarların tahrip edilmesini protesto eden M.Reşit İşbilir ve Veysel İşbilir katledilince, onların katledilmesini protesto eden kitlenin içindeki Bemal Topçu da katlediliyor. Mezarı ise yine ilçe merkezinde ama ayrı bir yerde. Bu yüzden şimdi ikiye ayrılıyoruz. Bir kısmımız M.Reşit İşbilir ve Veysel İşbilir’in ailesini ziyaret ederken diğerleri Bemal Topçu’nun mezarına ve ailesine gidiyor. Veysel İşbilir’in evindeyiz. Büyükçe bir salonda yaklaşık 30 kişi bağdaş kurmuş oturuyoruz. Amca çocukları Veysel İşbilir ve Reşit İşbilir. Anne omuzlamış tarihin bu dönemini. Yükü öylesine ağır ki tek kelime Türkçe bilmemesine rağ-

24 | TAVIR | şubAT*mART 2014

men anlatıyor, anlatıyor… Acısını, bize söylemek istediklerini ses tonundan anlayabiliyoruz. Panzer diyor Türkçe, açıyor kollarını iki yana. Panzerin önüne geçtiğini, beni ezmeden geçemezsin dediğini anlatmaya çalışıyor. Sonra panzerin içindeki polisin kafasını hayır anlamında salladığını söylüyor yine hareketleriyle. O kadar kızgın ki ağlayamıyor. O gün amca çocukları işten geliyorlarmış. Mezarlık protestosu da olaysız bitmek üzereymiş. On bine yakın insan ilçe merkezine varmak üzereyken bir anda sinsi ölüm adres bilmiş amca çocuklarını. Biri motor tamircisi diğeri demir doğramacı. Yağlı iş elbiseleri üzerlerinde, elleri kirli halde vurulmuşlar. Birinin göğsünden 6 mermi çekirdeği çıkarılmış, diğeri kafatasından vurulmuş… Annenin beddualarına "amin" deyip ananın ellerinden öpüyoruz. Mezarların tahrip edildiğini gösteren görüntüleri izlerken biz de lanet okuyoruz. Devlet ve burjuva medya körleri sağırları oynayıp hiçbir görüntüyü yayınlatmamış. Geverli yani Yüksekovalı dostlarımız gece bizi misafir edip ağırlamak istiyorlar. Van’daki depremzedelere gitmemiz gerektiğini söyleyince “en azından yemeğimizi yiyin” diyorlar. Gördüğümüz saygı ve sevgiye buruk karşılık veriyoruz. Arkamızda saygı duyulacak bir dostluk bıraktık. Cilo Dağı’nın sarp buzullarına göğüs germiş herkesi bir kez daha selamlıyoruz. Devlet daha önce karakollarına değil silah, mühimmat; erzak bile götüremezken, çözüm süreciyle birlikte yaklaşık 220 adet kalekolu yapıp bitirmiş. Bu somut veri bile “barış” denilen sürecin nasıl bir sahtekarlık olduğunu gösteriyor. Kırmak değil amacımız, Kürt halkımız da biliyor bunu. Ama sormadan da geçemeyiz. Kiminle barış? Sorulacak bunca hesap varken, Veysel’in annesi “katilleri istiyorum” diye

haykırırken bu neyin barışı? Yolculuğumuzun Hakkari ve Yüksekova kısmından sonra Van'daki konteynır kente geldiğimizde saat 21.00’i buluyor. Geleceğimizi bildiklerinden büyük çoğunluk bizi bekler durumda. Ortalıkta pek çocuk yok. Belli, erkenden yatırmış ebeveynleri. Ortak olarak kullanılan konteynıra geçiyoruz hep birlikte. Çaylar geliyor. Sıcak sohbetlerle karıştırıp ziyaretimizin sebebini anlatıyoruz. Aldığımız ilk izlenim direnişin kaderine terk edildiği. Dilimiz döndüğünce yakın zamanlarda zaferle sonuçlanmış direnişlerden örnekler veriyoruz. Barınma hakkının, eğitim ve sağlık gibi devletin karşılaması gereken anayasal hak olduğunu vurguluyoruz. Hele direnişçi bir arkadaşın Van halkının sahiplenmemesinden yakınarak hep birlikte Van'ı toplu terk etme eylemine şiddetle karşı çıkıyoruz. Alternatifli birçok öneri sunuyoruz. Hak almak için bedel ödemeye hazır olunması gerektiğini hatırlatıyoruz. Sırayla direniş nöbeti tutup konteynırlardaki misafirhanede uzanıyoruz. Yaklaşık yarım saattir ayaktayız. Deyim yerindeyse ayaklarımız buz tutmak üzere. Ayağımızda kışlık ayakkabılar olmasına rağmen az ötemizde yanan ateşten çıkan kıvılcımlar çok ama çok cezbedici geliyor. Yöneliyoruz; elindeki çubukla ateşi harlayan çocuğa "merhaba" diyoruz. "Merhaba, hoşgeldiniz" diyor. Adımı söyleyince "ben de Emre" diyor. Ekliyor Emre "memnun oldum" Sonra diğerleriyle tanışıyoruz: Şeyma, Nergiz, Mirza, Nejdet, Zehra... Yaşları 5 ila 12 arasında. Bizim gibi ayaklarında kışlık ayakkabıları ve üstlerinde montları yok. Abartı değil gördüklerimiz, çocuk yüzleri deprem sonrası değişmiş. Hepsinin yüzü çizik, burnu kırık. Tabi enkaz altında değil ama enkaz üzerinde geçen üç yıllık yaşamda olmuş. “Okuyor musu-


22-25 van hakkari_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:27 PM Page 25

nuz?” sorusuna kimi “evet” kimi “hayır” diyor. “Ne olacaksınız büyüyünce?” dediğimizde çoğunluk “vali, savcı, polis olacağım” diyor. "Emir verecem, diyecem ki evi olmayana ev verin, işi olmayana iş. Bizi burada görmeyen validen de hesap soracağım." Farkındalar mı bilmiyoruz, parçası oldukları ülkede savcı, polis, yargı üzerinden adalet sorgulanırken, bu çocuklar büyüyünce adalet dağıtmak istiyorlar anayasada güvence altında olması gereken barınma hakkı için. Ateşin feri söndükçe ilgimizi çekmeyen koku daha ağırlaşıyor. Nejdet soracağımızı anlamış gibi cevaplıyor; "Bu bakır kablosu yanınca çıktı ortaya. Hırsızlar boş olan konteynırlardan çalıyorlardı. Biz de onlardan aldık. Kilosunu 10 TL'den satacağız. " Adını kaç türlü saygı sözleriyle anlat-

tığımız dayanışmanın şehidi dediğimiz Hasan Beyaz amcamız; sümükleri üst dudağına değen çocukların selamı var. "Biz" dediler, "dostumuzu da düşmanımızı da asla unutmayız. Çoğumuz geceleri Hasan amcanın getirdiği battaniyelerle ısınıyoruz. Getirdiği kazakları, çorapları, pantolonları giyiyoruz. Dert etmesin artık bulup da getiremediği kabanı." İnsanlık devam ettikçe her olacak doğal afette insanlar adını söyleyecek, hatırlayacak, şerefinle ölmen yüceltilecektir. Erken aramızdan ayrılmana kızgın olsak da, unutma; seni ölümüne seviyoruz. Ve artık sözümüzü söylemenin vakti. Konteynır kentteki çocuklar, kadınlar ve erkeklerle birlikte pankartımızın arkasına geçiyoruz. Kızıl flamalarımız çocukların elleinde. Başta Türk bayrağı sanıp almak istemiyorlar. Devrimcilerin bayrağı olduğunu söyleyince hepsi kaldıra-

bildiği kadar yukarı kaldırıyor. Hüsnü Yıldız Halk Cephesi adına sözlü olarak açıklama yapıyor. Atılan slogana bir yenisini de çocuklar ekliyor: "Milyonlar Kutuda Depremzede Sokakta" Hepimizin hoşuna gidiyor bu slogan, çocukların öncülüğünde tekrar atıyoruz. Ve en son atılan slogan en içten atılan slogan oluyor. Sivil polisi, akrep denilen aracı tam karşımızda bizleri tehdit ve taciz ederken haykıraraktan bir slogan yükseliyor: "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak" Soğuk iyice vücudumuza yerleşirken ayrılma vaktinin geldiğini söylüyoruz. Tek tek tokalaşıp mutluluk ve sevgi ile avuçlarımızdan birbirimize öpücük yolluyoruz. Yüreğimiz buruk ama çocuk gözlerdeki umutla yine gelmek üzere ayrılıyoruz. q

şubAT-mART 2014| TAVIR | 25


26 degerlerimiz_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:28 PM Page 26

değerlerimiz değerlerimiz

dayanışma serhat soylu

Bencilliğin, bireyciliğin izlediğimiz dizilerle, filmlerle; dinlediğimiz müzikle, okuduğumuz kitaplarla alabildiğine yüceltildiği günümüzde halkımızın değerlerini sahiplenmenin, koruyup büyütmenin önemi ortada… İnsanlık tarihi boyunca yaratılan değerlerin sınıfsal bir karakteri de vardır elbette. Bencillik, bireycilik burjuvaziye aitken; dayanışma, paylaşım gibi değerler halklarımıza aittir örneğin. Düzenin bizlere öğrettiği, dayattığı her şeyin panzehri halkımızın kendi öz kültüründe mevcut. Bu ayki sayımızda da onlardan bir tanesini; Dayanışma konusunu ele alacağız. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” der halkımız. Yanı başında açlık, yoksulluk kol gezerken rahat uyku uyunamayacağını bilmektir dayanışma… Bir lokma ekmeği, bir yudum suyu paylaşabilme erdemidir. İşte açlığımızın, yoksulluğumuzun, çektiğimiz bilcümle acıların sorumlularının bizden unutmamızı istediği budur… “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” der halkımız… Yalnızlığın güçsüzlük; birlikteliğin, paylaşmanın, omuz omuza olmanın güç olduğunu göstermektir dayanışma… Haziran Ayaklanması’nda en somut haliyle gördüğümüz buydu aslında. Ezilen, emekçi halkın el ele verdiğinde kurduğu barikatlar, seslendirdikleri şarkılar daha bir görkemli, daha bir ahenkli çıktı ortaya Taksim’de, Hatay-Ar-

26 | TAVIR | şubAT-MART 2014

mutlu’da, Ankara-Kızılay’da ve Anadolu’nun dört bir yanında… Unutturmak istiyorlar dayanışma gibi bizi biz eden değerlerimizi çünkü bu görkemden, bu ahenkten korkuyorlar… Ne kadar büyürse barikatların görkemi, birlikte söylenen şarkıların ahengi; o kadar hızlanacak kaçınılmaz sonları! Biliyorlar… Kızıldere’de Denizler’in idamını durdurmak, Türkiye devriminin prestijini korumak için kahramanca çatışarak şehit düşen Mahir Çayan ve dokuz yoldaşı yalnızca Türkiye devriminin manifestosunu yazmakla kalmıyor, aynı zamanda dayanışmanın ne demek olduğunu da öğretiyordu bizlere… Ortak düşmana karşı omuz omuza verip silah elde savaşmak, can verip can almayı göze almak; safını dosta düşmana ilan etmektir dayanışmak… Değerlerimiz savaşçıdır. Bizi ezenlerin, sömürenlerin yarattığı değerlerle savaşırlar. Değerlerimizi korumalı, büyütmeliyiz ki bu savaştan zaferle ayrılabilelim. Böylece değerlerimiz bizi devrime, sosyalizme; tüm insanlığı kurtuluşa götürecektir. Yazımıza geçmiş zamanlardan günümüze ışık tutan bir hikayeyle son verelim… Hz. İbrahim ile karıncanın hikayesine kulak verelim: “Nemrud, ona karşı gelen İbrahim peygamberin ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara ka-

dar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış. Nemrud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış. Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş: - Acele ile nereye gidiyorsun? Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş: - Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim peygamberi ateşe atacakmış. Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum. Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki: - Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki? Bir damla su taşıyan karınca: - Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır…” q


27-ayin fotografi_sablon 3/6/14 2:29 PM Page 27

ayın fotoğrafı

fosem

ayın fotoğrafı

şubat 2014 | taVIR | 27


28-toplum mühendisi_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:31 PM Page 28

kelimelerin dili kelimelerin dili

toplum mühendisliği aslı tekin naneciliğin konulduğu bir ülkede halkı rahatça sömürebilir, ülkeyi daha rahat yönetebilirler. İşte bu yüzden halkı yozlaştırma politikalarını sistemli ve planlı bir şekilde uygularlar. Yoz kültürlerinin tüm ülkeye hakim olmasını, halkı teslim almasını isterler.

Toplum mühendisliği; “toplumun geniş bir kesiminin sosyal davranışları üzerinde etkide bulunmaya yönelik girişimlerdir’ olarak tanımlanmıştır. Daha anlaşılır bir şekilde ifade etmek gerekirse ‘toplum mühendisliği’ sisteme uygun aptallaştırılmış, iradesi ve beyni çalınmış insanlar yaratmayı amaçlamaktadır. Halkın apolitikleştirilmesi, düzene itaat etmesi için 'toplum mühendisliği' adı altında politikalar hayata geçirilmiş; sesini çıkaran, hakkını arayan herkes tehdit olarak görülüp sindirilmek, yok edilmek istenmiştir. Böylece bu tür insanlar düzen için tehlike olmaktan çıkacaklardır. Tarihteki tüm iktidarlar egemenliklerini sürdürebilmek için kendi ideolojilerini, yaşam tarzlarını hayatın tüm alanlarına yaymak, en geniş kitlelere benimsetmek isterler. Hiçbir sömürücü iktidar

28 | TAVIR | şubAT-mART 2014

sadece devletin "zor" araçlarıyla toplumu yönetemeyeceğine göre, bu kaçınılmazdır. Tam da bu nedenle emperyalizm, toplumu istediği gibi şekillendirip yönlendirebilmek amacıyla yozlaştırmayı değişik araç ve yöntemlerle bir politikaya dönüştürmüştür. Halklarımızın tarihinden günümüze kadar ulaşmış ve yaşamımızın bir parçası olmuş olumlu özellikler, emperyalist yozlaştırma politikasının ilk hedefleridir. Egemenler tüm hak alma mücadelelerine, zulme karşı direnişlere ‘ bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyerek görmezden gelip sırtını dönecek bencilleşmiş yığınlara ihtiyaç duyar. Birliğin, yardımlaşmanın, dayanışmanın ortadan kaldırıldığı; yerine bencilliğin, ba-

Bu şekillendirmeyi ’toplum mühendisleri’ bizzat kendi elleri ile yapmaktadır. Aynı eller açlıktan kırılan yoksul halkın elindeki ekmeğini çalıp gözünü boğazındaki lokmaya dikmişken, kapitalizmin ürettiği ‘ihtiyaç dışı’ malları pazarlamak için tüketim toplumuna uygun insan tipleri yaratmaya çalışmaktadır. Bunu başta medya olmak üzere birçok araçla kitleleri, televizyonların önüne kilitleyen yalan-yanlış haber ve görüntüleri, reklâm bombardımanları, bitmeyen dizileri, her gün her saat beyin yıkama ve insanları yönlendirme faaliyetleri, halka yönelik propaganda ve sürekli tekrar yöntemi ile gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Toplum mühendisliğinin emperyalizmin halka karşı yürüttüğü bir faaliyet olduğu apaçık ortadadır. Tıpkı emperyalizmin yumuşatılmaya çalışılıp masumane birşeymiş gibi ‘küreselleşme, globalleşme’ gibi kavramlarla ifade edilmesi gibi ‘toplum mühendisliği’ de halkın üzerinde uygulanan emperyalist politikaların yumuşatılarak sunulmaya çalışılan safsatadan başka bir şey değildir. Buna karşın bu faaliyetlerin etki alanını daraltmak devrimci mücadele ile mümkündür. Bu yoz kültürün alternatifi devrimci ahlak ve kültürdür. Egemenlerin çıkarları doğrultusunda ‘inşaa’ edilen toplumun aksine devrimciler sınıfsız, eşit toplum yaratmayı hedeflemektedir. q


29-32 grup yorum_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:33 PM Page 29

grup yorum açlık grevi günlükleri grup yorum

1.Gün Bugün bir aylık açlık grevine başlayacağız. Günler öncesinden çalışmalarına başladık, el ilanları, duyurular, internet çağrıları, ailelerimizle neden açlık grevi yaptığımız üzerine sohbetler. Bir gün öncesinde, İdil'in aileleriyle bir araya gelerek akşam yemek yedik, ardından türkülerimizi çaldık söyledik. Coşkuluyuz, bu coşkumuzu yitirmeden son hazırlıklarımızı yapıyoruz. Bir grup öncesinden Kazova Mağazası'nı düzenlemek için gitti. Pankartımız bu kez farklı, bir karikatür var boydan boya, duvarı yarıp çıkan bir porte var... Türkülerimiz Sınır Tanımaz! Grup Yorum'a Yasak Konulamaz! Yazıyor pankartta... İşlerimizin yoğunluğu arasında, öğlen yemeği saatini geçiriyoruz. Eylemin başlamasına bir saatimiz var alelacele yemek hazırlıyoruz ve bir süre için son kez hep birlikte öğlen yemeğini yiyoruz.. Kazova Mağazası'na geldiğimizde misafirlerimiz karşılıyor bizi. Onlarcası gözümüzün içine bakıyor; ailelerimiz, sanatçı dostlarımız gelmiş... Yönetmen Semir Aslanyürek, müzisyenler Hakan Yeşilyurt, Barış Güney, heykeltıraş Ayla Turan.. Kazova'nın sokağında apartmana çıkmış insanlar, bir süre sonra tencere tava çalmaya başlıyorlar. Okuyoruz basın açıklamamızı yaklaşık yüz kişi var, açlık grevine başladığımızı ilan ediyoruz. Onurlu-

29 | TAVIR | şubAT-MART 2014

yuz, şarkılarımızın, türkülerimizin onurunu yere çalamadılar yine. Onurluyuz, Grup Yorum'un tarihine yeni bir direniş halkası eklemek üzere yola koyuluyoruz... Bir ay deyip, duraksayanlara mücadele tarihimizi anlatıyoruz.. 122 şehidimizi, yüzlerce gün aç kaldıklarını, nasıl mücadele ettiklerini... Kazova işçileri de yanımızda. Direnişi ilmek ilmek, emek emek ören ve kendiişlerinin patronu olan işçiler şimdi mağazalarının önünde yeni bir direnişi ağırlamak üzere hazır bulunuyorlar... Tecrübeliler ve direnişin onurunu taşıyorlar. Gözlerinden anlıyoruz... Açıklamamızın ardından mağaza ve kültür merkezi olarak kullandıkları yere geçiyoruz. Adeta sığamıyoruz, o kadar çok dinleyici dostumuz, ailemiz yanımızda. Bizimle birlikte, burada herkes ev sahibi… Herkes bir yanından tutuyor işin, pankartın asılması, çayın demlenmesi, etrafın düzenlenmesi. Çayın hazırlanmasıyla oturuyoruz masanın etrafına, bağlamımızı, gitarımızı alıyoruz. Türkülerimizi, şarkılarımızı söylemeye başlıyoruz hep birlikte... Akşama kadar gelenimiz gidenimiz hiç eksik olmuyor, akşam 19.00'da Galatasaray Lisesi önünde Halkın Elleri albümümüz için son bir tanıtım konseri düzenleyeceğiz. Ziyaretçilerimizi oraya davet edi-

yoruz... Akşam Taksim'e yürüyerek gitmeye karar veriyoruz ve yola koyuluyoruz. İstiklal Caddesi'nden itibarense önlüklerimizi giyiyoruz ve açıklama yapacağımız alana vardığımızda alkış, ıslık ve sloganla karşılanıyoruz. Bir kez daha heyecanla doluyor yüreğimiz. Bu duyguların tarifi çoğu zaman mümkün olmuyor... Yağmur yağıyor bardaktan boşanırcasına. Fakat yaklaşık iki yüz elli kişi bir an olsun ayrılmıyor eylemden. Coşku giderek artıyor. Anlatıyoruz neden açlık grevinde olduğumuzu, Grup Yorum'un 29 yıllık mücadelesini anlatıyoruz.. Alkışlar tüm İstiklal Caddesi'nden duyuluyor. Kafelerden insanlar alkışlıyor. Türkülerimizi, marşlarımızı söylüyoruz ve tüm dostlarımızı Kazova'ya davet ederek oradan ayrılıyoruz. Yolda, duygularımızı düşünüyoruz ve bu duyguları ancak mücadele ettikçe taşıyacağımızı düşünüyoruz. Bir hayatı dolu dolu yaşamak, ölüme de zulme de "sorarlar bir gün sorarlar" diyerek göğüs germek... Ağız dolusu gülmek ve hiç yenilmemek... Dünyanın bir yerinde atılan tokadın hesabını sorma isteğiyle dolup taşmak... Yüreğinin ta şurasında hissetmek... Kazova'ya sırılsıklam olmuş bir halde dönüyoruz. Bu akşam burada hep birlikte kalacağız. Açlık grevine bütün Yorum olarak başladık, destek olarak sanatçı dostumuz Barış Güney de bizimle. Destek açlık grevi yapıyor... Bir de izin vermeme-


29-32 grup yorum_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:33 PM Page 30

mize rağmen İdil Halk Tiyatro’sundan genç bir arkadaşımız burada "korsan" açlık grevinde. Kazova işçileri hepimize kazak vermek istiyor, onlara yük olmak istemiyoruz. "Burası hepimizin mağazası yukarıda kazaklar dururken siz burada ıslak oturursanız, biz rahat edemeyiz" diyorlar. Ziyaretçilerimiz saat ilerlemesine rağmen hiç azalmıyor... Yoksul mahallelerimiz, halkımız bir armağan hazırlamış bize onu gönderiyorlar bir de notla birlikte... Bu minyatür bir gitar ve içindeki notta "Büyük ailemizin baş eğmeyen sesi, sizleri çok seviyoruz. Bu onurlu direnişinizde bizler de sizinleyiz. Mahalleliler olarak hepinizle gurur duyuyoruz." yazıyor... Burada bir hafta kalacağız, gece gündüz. O yüzden şekil vermemiz gerekiyor. Öncelikle gün içinde dinlenilecek ve gece kalınacak yatağı hazırlıyoruz ve bir odayı diğer odalardan ayırıp oraya basın işlerimizi ve başka işlerimizi görecek şekilde ayarlıyoruz. Gün içinde Çayan Mahallesi'nden ve Kazova İşçilerinden gelen çiçeklerimizi yerleştiriyoruz... Yavaş yavaş buraya yerleşiyoruz. Akşam da bir toplantı yapıp genel şekliyle bir haftayı programlıyoruz. 24 saatin sonunda açlık grevini bitireceğiz Ali hariç hepimiz bir hafta dönüşümlü yapacağız. Bu haftanın dönüşümlü ekibinde Sultan, Seçkin ve Muharrem var... İnterneti takip ediyoruz, dinleyicilerimizin cümleleri bizi mutlu ediyor. Küçük bir sistem kurup ilk kez internete canlı yayın yapıyoruz. Bu buraya gelemeyip yüreği bizimle atan dinleyicilerimizle bizi bütünleştiriyor adeta.. Gecenin ilerleyen saatlerinde, biz bize kalıyoruz, sohbet ediyoruz ve yaklaşık üçe kadar şarkı türkü söylüyoruz. Bu akşam yatak konusunda eksiğiz. Şişme yatakları yaşanan bir sorundan dolayı şişiremiyoruz. Sandalyelerden yatak yapıyoruz çok kısa sürede ve uyumaya koyuluyoruz… Yarının nasıl olacağının heyecanını duyuyoruz, kimler gelecek.

3.Gün Açlık grevinin 3. günündeyiz. Buraya tamamen yerleştik sayılır. Dinleyicilerimiz, dostlarımız da artık biliyor nerede olduğumuzu ve gelenimiz gidenimiz diğer günlerde olduğu gibi hiç azalmıyor. İlk ziyaretçilerimiz Kamu Emekçileri Cephesiydi... Geçtiğimiz yıl, AKP'nin büyük bir operasyonuyla 182 üyesi gözaltına alınmış, onlarca üyeleri tutuklanmıştı... Birçoğu hakkında da, Grup Yorum konserine gitmek, bilet dağıtmak vb. suçlamalar getirilerek tutuklanmışlardı. Çok kısa süre önce tahliye olan Kamu Emekçileri Cepheliler o “büyük” suçlarını tekrar işleyip soluğu bizim yanımızda alıyorlar... Sohbete koyuluyor ve sohbetin bir yerinde memurların çocuklarından, aynı zamanda Grup Yorum'un öğrencisi olan Deniz, "Yaşamak Şakaya Gelmez" şiirini ezbere okuyor bizlere... Bugün sabah dokuzdan itibaren Redhack, Zula Dergisi editör ve yazarları ayrıca Grup Yorum dinleyicilerinin bazıları bir günlük destek açlık grevine başladı... Bugün Direnen Goldaş İşçileri bizi ziyaret etti ve kapının önünde birlikte bir açıklama gerçekleştirdik. Biz açıklama yaparken, mahallemizdeki apartmanlarda oturan komşularımız camlarına çıkıp alkışladı

bir apartmandan da Grup Yorum mendili tutulup, zafer işareti yapıldı. Goldaş işçilerinin ardından, kitlesel olarak Galatasaray taraftar grubu Kızılaslan'lar geldiler. Ve giderken bir sürprizle bize besteledikleri küçük şarkılarını söylediler... TAYAD’lı ailelerimiz geliyor ziyarete... Faşizmin karşısında evlatlarını asla terk etmeyen, zulme boyun eğmeyen, direnişi öğreten analarımız, babalarımız... Sloganlarla giriyorlar mahallemize ve gelip sarılıyorlar tek tek bizlere. Örgüleriyle gelmişler, bir yandan örgü örüyorlar... TAYAD’lı analarımız ve babalarımızla şarkılar türküler söylüyor. Bunu aynı zamanda canlı yayınlıyoruz. Canlı yayınımızı 210 kişi izliyor. Bir yandan da mesajlar geliyor; Trabzon'dan,Almanya'dan, Londra'dan... TAYAD’lı ailelerle birlikte Bir Oğul Büyütmelisin, Onurumsun, Senin İçin, Düşenlere şarkılarımızı ve halaylarımızı söylüyoruz. Çok dar bir alan olmasına rağmen halay kuruluyor. Bugün bulunduğumuz sokakta komşularımıza bildiri dağıttık. Ve direnişimizi anlattık. Hepsi olumlu karşılayarak, ziyarete geleceklerini ifade etti. Grup Yorum Korosu'da pazar günleri yaptıkları derslerinden birisi için ziyaret etti. Direniş sürerken, pratik ve teorik olaşubAT-MART 2014| TAVIR | 30


29-32 grup yorum_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:33 PM Page 31

Nuray abla ve avukatımız Berrak’ın türküleri ile devam ediyoruz. Ve türküler ardı ardına geliyor. Artık bitirmemiz gerekiyor çünkü umudun çocukları entrümanlarına kavuşacak. Toplu bir fotoğraf çektirip onları uğurluyoruz. Bir anda ıssızlaşıyor Kazova. Ama bu ıssızlık uzun sürmüyor. Gazi Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nden dostlarımız geliyor ziyaretimize. Onlarla da hem direnişimizi hem de iktidarın alevi halkımız üzerindeki asimilasyon politikalarını konuşuyoruz. Dayanışma duygularını ifade ederek ayrılıyorlar yanımızdan.

rak faşizme karşı sanatçının tavrını pay- 10.Gün Güne resim ve bileklik yaparak başladık. laştık öğrencilerimizle... Bugün İdil’de bütün ailelerimizin katılaFotoğraf ve Sinema Emekçileri de bir cağı bir kahvaltı yapılacaktı. Merak ediderslerini burada yaptılar. Pazar günü çok yoruz acaba nasıl geçti. Ailelerimizle birlikte olmayı çok seviyoruz. Herşeyimiyoğun geçiyor... zi konuşuyor, kalvaltı ediyoruz, elbirliğiyBurada bir yandan Tavır Dergisi'ne son le soframızı toplayıp şarkılar türküler söyşeklini veriyoruz. Bu ay geciktirdik Tavır'ı lüyoruz, ülkemizden konuşuyoruz, hebiraz. Onun için işlerimize yoğunlaşıyo- deflerimizi konuşuyoruz. Çocuklarımız ruz bir yandan. Burada adeta kültür oluyor yanımızda, onlar da birlikte oyunmerkezini kurduk, bilgisayarlarımız, der- lar kuruyorlar. Bu kahvaltıda hepbirlikte busene yapacağımız Bağımsız Türkigilerimiz burada... ye Konseri’ni konuşacaklardı. 13 NiSeçkin, Sultan, Muharrem ve Ali'nin san’da olacak bağımsız Türkiye konseri. açlık grevinin üçüncü günü bugün. Ailelerimiz kahvaltıdan sonra bizleri ziMisafirlerimiz, şekerler, bitki çayları ge- yarete Kazova’ya geliyorlar. Bir anda tiriyor. Telefonumuz hiç susmuyor, her- Kazova’mız neşeleniyor kalabalıklaşıkes arayıp desteklerini sunuyor. Destek yor. Çocuk sesleriyle doluyor. Bu çoaçlık grevinde bulunan Zula Dergisi edi- cuklar aynı zamanda umudun çocukları orkestramızın elemanları. Bugün ontörleri bizi ziyarete geliyor. lar için çok heyecanlı bir gün çünkü ensİdil Kültür Merkezi Kürtçe müzik grubu trümanları verilecek hepsine. Bir tören Dengê Hevî de bizi ziyarete gelenler ara- eşliğinde olacak. O yüzden hepsi kıpır kısında. Onlarla da Kürt halkının şarkıları- pır. 3 aydır eğitim alıyorlar ve bugüne hazırlanıyorlar. Biz de onlar kadar heyecannı söylüyoruz... lıyız. Üçüncü gün de böylece sona eriyor... Gülşen abla bize şiir okuyor. Ardından

31 | TAVIR | şubAT-MART 2014

FOSEM’den arkadaşlarımız toplantılarını yanımızda yapmak istiyorlar. Dedik ya, herkes burada randevu veriyor birbirine. Direnişimizin sıcaklığıyla buluşturuyorlar toplantılarını, buluşmalarını, geleceğe dair hedeflerini, işlerini… Şair dostumuz Cezmi Ersöz geliyor ziyaretimize. Şiirleriyle yanımızda. Dar zamanlarımızda yanımzıdaydı Cezmi Ersöz, yine bizimle birlikte. AKP’nin sanatçılara yönelik baskıcı politikalarını konuşuyor ve direnişimizin amacını anlatıyoruz. Akşama doğru ülkemizin onlarca İdil’inden bir tanesi geliyor. İdil içeri girer girmez Lanet’i söyleyeni göreceğim diyor. Küçük İdil’in en sevdiği şarkı buymuş. Lanet’i söylüyoruz eşlik etmesi için ama İdil Hanım nazlı… Bize ısınması biraz zaman alıyor. Isındığında ise burada kalacağım diye annesiyle kavga ediyor. TAYAD’lı aileler geçtiğimiz Pazar olduğu bu Pazar da geliyor yanımıza. Yorum, TAYAD’lıların evlatları olmuş hep. Hapishane, gözaltında, eylemlerde birlikteyiz. TAYAD’lı anne ve babalarımız sloganlarla geliyorlar yine. Sokağın başından geliyor sesleri. Yaşları hayli var ama gencecik sesleri… Ellerinden öpüyoruz onları. Bu akşam Dev-Gençlilerin, Şişli Cevahir önünde günlerdir kurmaya çalıştıkları açlık grevi çadırını ziyaret edeceğiz. 3


29-32 grup yorum_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:34 PM Page 32

gündür tam 30 kere saldırıya uğradılar Dev-Gençliler. Tutuklu binlerce öğrencinin serbest bırakılmasını istiyor gençlerimiz. Ve haklı taleplerini halkımıza duyurmak istiyor. Polis azgınca saldırarak engellemeye çalışıyor, bu gerçeğin halka ulaşmasını. Fakat Dev-Gençliler 4 gündür defalarca kez çadır kurmak için girişmde bulunuyor, artık bir irade çatışması. Ve ülkemiz gençliği bir adım bile geri adım atmıyor. Kararlılar 5 gün boyunca sürdürecekler direnişlerini. Aralarında sakatlananlar da var. Saat 18:00 de çok kalabalık bir şekilde Kazova’nın önünden yola çıkıyoruz. Sloganlarla Cevahir’in önüne geliyoruz. Açlık grevi önlüklerimizle selamlıyoruz, günlerdir saldırıya maruz kalan Dev-Gençlileri. Onlar da Grup Yorum Halktır Susturulamaz sloganlarıyla karşılıyorlar bizleri... Açıklamamızı yapıyoruz basına, halaylarımızı çekiyoruz ve yarım saat oturma eylemi yapıyoruz. Yine türkülerimiz, marşlarımızla… Oradan ayrılıp Kazova’ya dönünce polisin tekrar saldırdığını du-

yuyoruz. Bir kez daha öfkeleniyoruz. Avukatımızın gözüne biber gazı sıkıyorlar. Devrimci basının çektiği fotoğraflara el koyuyorlar. Dev-Gençliler çadır kurmaktan vazgeçmiyor. Akşam geç saatlere kadar ziyaretçilerimizle sohbetler ederek bitiriyoruz 10. günü. Çok yoğun bir gündü. Salonumuz defalarca kez dolup dolup boşaldı. Sevdiklerimizle, dostlarımızla, halkımızla, mücadele arkadaşlarımızla, bir aradaydık. Yorgunluğumuzla birlikte mutlu bir uykuya dalıyoruz. Yanımızda kalan destekçilerimizle… 16.Gün Bugün açlık grevindeki 16. günümüz.. Destek açlık grevinde İdil Kültür Merkezi Kürtçe Müzik Grubu Denge Hevi, Ankara Devrimci İşçi Hareketi bulunuyor. Dinleyici dostlarımız yanımızda.. Sayfalar Ortak Platformu yaklaşık 30 kişi, Şişli Camii'nin oradan açlık grevinde oldu-

ğumuz Diren!Kazova-Dih Kazak ve Kültür Merkezi'ne kadar pankart ve sloganlarla yürüdü.. Kapının önünde sloganlarla bir açıklama gerçekleştirdiler. Ardından hep birlikte içeri girip türkülerimizi söyledik. Ve son olarak sokağa çıkıp hep birlikte halaylar çektik... Komşularımız da alkışlarla bizi izledi.. Ayrıca bugün aslen Chicago'lu olan ve bir yıldır Türkiye'de yaşayan Jack mağazanın önünden geçerken merak ederek içeri geldi. Onunla Grup Yorum'u ve neden açlık grevinde olduğumuzu konuştuk. Ardından hep birlikte türküler söyledik. O da gitarla bize eşlik etmeye çalıştı... Bir başka misafirimiz de Şili'dendi.. O bize Pablo Neruda'nın bir şiirini okudu ve hep birlikte El Aparecido'yu söyledik.. Gün çok yoğun geçiyor.. Akşam Halkın Mühendis Mimarları bizi ziyaret etti. 16. günümüz de böylece sona eriyor...q

şubAT-MART 2014| TAVIR | 32


33-34 duygu düşünce_sablon 3/6/14 2:38 PM Page 33

röportaj

röportaj

grup yorum’un açlık grevini ziyaret edenlerin duygu düşünceleri tavır

-Grup Yorum halkın sanatını sorunlarını dile getiriyor her zaman ve her yerde halkın yanında, bunu engellemek suçtur. Bu suçun karşısında olmak için açlık grevinde olan sizi ziyarete ve desteğe geldik. Halk olarak yanınızdayız ve sizi çok seviyoruz. Sultan Gül -Kurulduğu günden beri birçok baskıya maruz kalan Grup Yorum şimdi de yurtdışına çıkış yasağı ile karşı karşıya, konserleri yine yasaklanıyor. Kavga türkülerini, umudun türkülerini susturmaya halkın sesini kısmaya çalışıyorlar. Biz biliyoruz ki hiçbir güç Yorum’u susturamaz, halkın mücadelesini engelleyemez. Bu zorlukları da aşacağız daha güçlü söyleyeceğiz türkülerimizi. Bugün açlık grevinde olan Grup Yorum’a destek vermek için buradayız. Grup Yorum Kazanacak…Hüseyin Mutlu -Yüzyıllardır bu halkın en derin acılarını ve sömürülen yaşamlarının, en büyük destek gösteren etkenlerden birinin, bir dinleyicisi, destekçisi ve özellikle bu dönem başlatılmış olan greve bir günlükte olsa destek vermek onurdan öte, var olmanın gerekliliğidir. Dayanışmayla… Reşit Çakırtaş -Grup Yorum’un bu duruşunu selamlıyor, onların yanında olmaktan mutluluk duyuyorum. Herkesin onlarla olması, onları yalnız bırakmaması lazım. Çoğalarak

büyümek, omuz omuza olmak zamanı! Cemaynur -Türkülerimizin susturulmasına izin vermeyeceğiz. Ve her zaman yanınızda olacağız. Ezilenlerin sesi olup dile getirdiğiniz için teşekkürler. Yüreğimizin yettiğince yanınızdayız. Sevgili Dostlar, Yoldaşlar… -Halkın şarkılarına faşizmin ket vurmasını bırak bir tek söz bile söyleyemez. Bundandır ki yıllardır Yorum’u susturamadılar susturamayacaklar. Yaşasın halkların şarkılarını yapan Grup Yorum’a. Selam olsun tüm dünya halklarının haklı mücadelesine. -Bu haklı ve onurlu davanızda KızılAslan ailesinin her zaman sizin yanınızda olacağını belirterek söze girmek, ardından da asla ama asla yalnız olmadığınızı hatırlatmak isteriz. 30 yıldır sesimiz oldunuz… Fikirlerimize, düşüncelerimize türkülerinizle destek çıktığınız için size olan borcumuzu ödemeye geldik. Her ne kadar imkansız olsa da tribünde ve barikatta marşlarınızı, türkülerinizi söyleyip ısınmaya devam edeceğiz. Kızılaslan -Sizler gibi doğru yerde duran, bizim gibi insanların hissettiklerini türkülere döken, bizleri mutlu kılan, bizlerin gururla ve övünçle bizlere ait değerleri olan, Grup Yorum’u övgüyle hayatımızda her zaman büyük bir onurla taşıyacağız. Sizler bizlerin Pir

Sultan’ısınız. Sizleri sevgi, saygı ve hürmetle selamlıyorum. Haklı olan davanızda sizleri kutluyor ve her zaman yanınızda olacağımızın sözünü veriyorum. Her şey gönlünüzce olsun… Ali Çakaloğlu -Sevgili Grup Yorum Tayadlı aileler sizlerle bir kez daha gurur duyuyoruz. Tutsaklarımızın ve tayadlı ailelerimizin tüm sıcaklığıyla direnişinizi selamlıyor yüreklerinizden öpüyoruz. İyi ki varsınız. Sizi çok seviyoruz. Gururumuz, onurumuz, coşku ve umut kaynağımızsınız. Tayadlı Aileler -Canım Grup Yorum, sizleri çok seviyoruz. Direnişinizi destekliyor, türkülerinizi tüm halklara dinletebilmenizi yürekten istiyor ve bunu başaracağınıza eminiz. Hepinizi sevgiyle kucaklıyor öpüyoruz. Zerrin, Özgür, Ekim -Mamostê me û rêgirtîyê me Grup Yorum. Em ji we alimîn ji bo qedexa tekoşînê bikin. Em ji we alimîn serhildanê. Di vê tekoşînê di em zanin hûnê gelek rîya ronahî bikin. Emê di vê rîyê de bi hevra bimeşin. -Öğretmenlerimiz ve yol arkadaşlarımız Grup Yorum. Sizden öğrendik yasaklara karşı mücadele etmeyi. Sizden öğrendik baş kaldırmayı. Bu mücadelede daha nice yolları aydınlatacağınızı biliyoruz. Bu yolda beraber yürüyeceğiz. DENGÊ HÊVÎ

şubat-mart 2014 | taVIr | 33


33-34 duygu düşünce_sablon 3/6/14 2:38 PM Page 34

-Merhaba Grup Yorum. Size yurtdışı yasağı koymaları kimsenin haddi olamaz. Yurtdışı yasağı konulabilir ama bunu tanımamanız gurur verici. Ve böyle eylemler açlık grevleriyle tavrınızı göstermeniz bize birçok şey öğretiyor. Kazova işçilerinin mücadele yerlerini görmek çok etkileyici. Burayı savaşa savaşa kazandılar ve silahları, emekleri, doğruları. Kazova direniş mağazasının dekoru çok iyi olmuş. Kazova işçileri gibi sizinde kazanacağınızı biliyoruz. Ahmet Denizer Türküler Susmaz… Yıllardır dinlediğimiz Grup Yorum’un mahallemizde başlattığı açlık grevinde yanındayız. Bu daha başlangıç mücadeleye devam. Şişli Merkez Forum Adına Arzu -Grup Yorum’a açlık grevinde başarılar diliyorum. Seyahat etme özgürlüğümüz kısıtlanamaz diyorum ve yasakçı zihniyeti kınıyorum. Türküleri yazanlar yasaları yapanlardan daha güçlüdür. Grup Yorum’un haklı davasında yanındayım.HALKIZ, HAKLIYIZ, KAZANACAĞIZ! Baki İlgin -Umudumuzun temsilcisi Grup Yorum’a açlık grevinde kazanılacak zaferleri ile başarılar diliyorum. Ezilen ve sömürülen Türkiye hatta Dünya halklarının gözdesi, gururu Grup Yorum’un yani yoksul halkın gözdesi, simgesi ve uluslar arası dayanışmanın devamlılığından korkan ve engelleyen AKP faşizmi Grup Yorum’un direnişinden korkmalılar diye düşünüyorum. Umudumuzun nasıl bir direniş geleneği olduğunu tüm Dünya bilmektedir ve her zaman zafere ulaşacağımızı görmüşlerdir. Açlık grevinin sürdürülmesinde başarılar dileğiyle. Mesut Aktürk -Açlık grevi deyince aklına ne geliyor? Mahirlerden Dayılara, Sabolardan Sinanlara Niyezilere Sibele İbrahime Muharreme duyduğumuz, onların bize devrettiği bayrağı sonunda ne olursa olsun biz bu davayı günü geldiğinde aç kalıp günü geldiğinde fedalara bürünüp birken iki olmanın bir adım öne çıkmanın

34 | taVIr | şubat-mart 2014

gururu ve onuruyla verdiğimiz mücadelenin 1996 ölüm orucunun verdiği bilinçle, her zaman direnmek zaferi getirme azmiyle… Varsın tüm oklar üstümüze yağsın biz doğru gördüğümüz bu yolda sonuna kadar yürüyeceğimize söz verdik. Ersin Gençer -Merhaba çok değerli Grup Yorum ailemiz. Sizin halkımıza ulaşmamanız için yurtdışına çıkmanızı engellemeye çalışıyor AKP faşizmi. Sizde bu yasakların kalkması için 1 aylık açlık grevine başladınız. Bu 4. Gününüzde bende sizinle birlikte ‘’Direnen Goldaş İşçileri’’ adına 24 saat açlık grevine başlıyorum. İşbirlikçi AKP faşizmi Grup Yorumun bir adım bile geri atmadığı 29 yıldır hiç çıkmadığı yolundan çıkaracağını sanıyor. Ama buna ne gücü yeter ne de hayatı yetmeyecektir. Grup Yorum Halktır, Candır, Direniştir. Devrimci Sanat Engellenemez! Devrimci Düşünce Susturulamaz! Grup Yorum Halktır Susturulamaz! DİRENEN GOLDAŞ İŞÇİLERİ Merhaba, Konserlerinize daha önce gelmemiş olmama rağmen sizlerle burada tanışmaktan çok mutluyum. Sizleri konserden daha yakın izlemek çok güzel. Fakat tanışma şeklimiz bana üzüntü verdi. Keşke demokratik bir düzende, açlık grevinde değil de böyle samimi bir ortamda söyleşi yapmak ve türkülerinizi bir arada söylemek şeklinde olsaydı. Bundan sonra sizleri sürekli takip edeceğim. Konserlerinizde bulunmak dileğim. Sizlere başarılar diliyorum. İnşallah daha mutlu günlerde buluşmak üzere, kazanmanız dileğiyle…Vildan Bilgili -Sevgili Grup Yorum Üyeleri, Devrimciler ya bir yol açmak ya da yolun kendisi olmak durumundadır… Sizler üzerinize düşen tarihsel görevlerin tamamını, harikulade bir şekilde yerine getiriyorsunuz. Bana düşmez ancak gurur duyuyorum sizlerle. Bu zorlu görevi de başarıyla nitelendireceğinizden eminim. Kafamı toplayıp düşüncelerimi daha derli top-

lu ifade etmek isterdim ancak olmadı. Tüm devrimci hislerimle sevgilerimi sunuyorum sizler. İyi ki varsınız. -Sevgili Grup Yorum Üyelerine, Girmiş olduğunuz bu zorlu yolun bir an önce zaferle neticelenmesini diliyorum. Bir anne olarak sizlerle gurur duyuyorum. Kazova DİH Kültür Merkezinin komşusuyum. Desteğe, yardıma her an hazır olduğumu belirtmek isterim. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum… Sezen Çil -Merhaba sevgili ailem, Ailem diyorum çünkü Grup Yorum türküleriyle marşlarımıza direniş ve zaferlerimizi notalarıyla kucaklamıştır. Düşmanı kızdıran bu tavrınız nedeniyle hukuksuzca konserleriniz engelleniyor, yurtdışına çıkmanız yasaklanıyor. Düşman hiçbir saldırısıyla bizleri yenemeyecektir. Meşruluğumuzu gerek açlık grevleriyle gerek basın açıklamalarıyla dosta düşmana duyuracağız. Grup Yorum Halktır Susturulamaz! Devrimci Sanat Engellenemez! Diyerek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Umut Cem Güler -19.02.2014 tarihinde Grup Yorum’un ziyaretine gittim. Gerçekten devrimcilere yakışır duruş ve cesaretleriyle, bizi yüreklendirdiler. Eminim bu grevleri zafere ulaşır, bizleri de mutlu ederler. Çünkü ülkemizin, onlara ihtiyacı var. Hepinizi seviyorum yoldaşlarım. Perihan AlanboyMustafa Fındıkoğlu -Gülmek bir halkı güldürüyorsa gülmektir. Sanat, müzik halkın ezgilerinden ses alıyorsa, halkın tınısına katılıyorsa sanattır, müziktir. Grup yorum sesinin çıtasını halktan alan, türküsünü, ezgisini halka katan bir çığlıktır. Grup Yorum’a reva görülen engeller, zincirler özünde halka konulan engeller, halka vurulan zincirlerdir. Direnişle Yorum’a vurulan prangalar kırılacak, direnişte halk özgürleşecektir. Yaşasın Grup Yorum, Yaşasın Emekçi Halklar q


35-36 ayfer röportaj_sablon 3/6/14 2:39 PM Page 35

röportaj

röportaj

grup yorum elemanı ayfer rüzgar ile röportaj tavır

1-Grup Yorum, tarihinin her sahnesinde, devrimci sanat anlayışı ile halktan yana, halk için sanat yaptığı, devrimcileri sahiplendiği için baskılar, yasaklamalarla karşılaşmış, gözaltılar tutsaklıklar yaşamıştır. Grup Yorum üyesi olarak 13 aylık tutsaklığının ardından özgürlüğüne kavuştun. Neler hissediyorsun? 13 aylık bir tutsaklık yaşadım, evet. 13 ay boyunca fiziki olarak özgürlüğümü kısıtladılar. Hem de tek bir somut delil olmadan, gizli tanıklık diye gayrımeşru bir uygulama yüzünden. Düzen böyle işliyor çünkü. Adaletsizliklerine, haksızlıklarına her dönem bir kılıf uyduruyorlar. Hapishaneler fiziki olarak özgürlüğümüzü kısıtlıyor. Bu yanıyla dışarıda olmak güzel, güzel olmasına da iş bununla bitmiyor. Birincisi daha yüzlerce tutsak var içeride. Bu sadece ülkemizde değil başka ülkelerde de yoldaşlarımız, sosyalistler tutsaklar. İkincisi dışarıda da milyonlarca insan tutsak gibi yaşıyor. Bir şarkımızda diyoruz ya “içerde bedenim tutsak, dışarda düşlerim…” kuşatma her yanda yani. Faşizm şu iki tercihi sunuyor insana; düşüncelerini ifade edersen copa, gaza, tutsaklığa, ölüme razı olmalısın yok eğer bunların hiçbirini istemiyorsan düşüncelerini ifade etmeyeceksin. Böyle bir tablo içerisinde

Grup Yorum da tutsaklıktan payını alıyor çünkü gördüklerini anlatmaktan hiçbir zaman geri durmadı Yorum. Devrimcileri sahiplenmekten de hiçbir zaman geri durmayacak. Çünkü en başta kendisi devrimci. 2-Tutsaklığın aslında icra ettiğin sanata vurulmak istenen bir zincir. Bu zinciri kırmaya yönelik neler yaptın? Devrimci sanatçı olarak bize tutsaklık koşullarından bahsedebilir misin? Yorum’dan korkuyorlar, türkülerinden, şarkılarının yarattığı etkiden hoşnut değiller. Bu çok açık. Sanatın halk için yapıldığı her dönemde bu böyle olmuştur. Örneğin Hacivat- Karagöz yaşadıkları dönemdeki haksızlıkları mizahla anlattıkları için öldürülüyorlar. Çünkü mizah bir anda binlerce kişide etki uyandırırken diğer yandan gerçekleri anlatıyor halka. Bunun gibi halkların türküleri, şiirleri, romanları, öyküleri hep tehlikeli ilan ediliyor tarih boyunca. Grup Yorum bu halkanın bir parçası ve kendi içerisinde de gelenekler yaratmış bir müzik grubu. Tutsaklık deneyimi de var. Bu yanıyla Yorum’un kendi tarihine bile baktığımda hapishanelerin bir okul olduğunu görebiliyorum. Ben de bu tarihe uygun davranmaya çalıştım içeride. Tavır’ın önceki sayılarından birinde yer verilmişti, soda şişesinden shaker(ritm aleti) yap-

tık örneğin. Bunu Gamze ablayla birlikte yaptık. Önce şişenin içerisine ufak boncuklar koyduk, baktık güzel ses çıkıyor şişenin dışını süslemeye başladık. Zeytin çekirdeği ve iplerle güzel bir ritm aleti çıktı ortaya. Yokluklar, imkânsızlıklar içerisinde çıkan bu ses zincirleri kırmaya yönelik bir darbeydi. Hapishanede neredeyse hiç boş vaktim olmadı diyebilirim. Eğitim, okuma faaliyetleri dışında müzik çalışmalarıma devam ettim. Gitar ve yan flütü, koşullar ve imkânlarım doğrultusunda öğrenmeye çalıştım. Aynı zamanda bir söz, beste ekibimiz vardı. Bu ekiple belirli zamanlarda toplanıyor ve söz- beste çalışması yapıyorduk. Yaptığımız bestelerden birini halay çekerken söylemeye başlamıştık bile. Çok coşkulu hep bir ağızdan söyleyebildiğimiz bir besteydi. Bu çalışmaların yanında Yorum tarihiyle ilgili bir kitap çalışmamız vardı içeride. Bu çalışma hala devam ediyor. 4- Hapishanede kısıtlı imkânlarınızla radyodan sadece birkaç kanaldan müzik dinleyebiliyorsunuz. Bir müzisyen olarak kısıtlı imkânlarla dinlemek aslında “dinleyememek” nasıl bir duygu, bize anlatır mısın? Bakırköy Hapishanesi L Tipi bir hapishane. F Tipi Hapishaneler kadar tecrit uy-

şubat-MaRt 2014 | taVIR | 35


35-36 ayfer röportaj_sablon 3/6/14 2:39 PM Page 36

gulamaları olmasa da bir çok yanıyla seni dışardan soyutluyor. Dışarıda birçok şey elinin altında. Dinlemek istediğin bir şarkıyı defalarca açıp dinleyebiliyorsun. Ama hapishanede böyle bir imkân yok. Radyodan birkaç frekanstan ve bazen de televizyondan müzik programları dinliyordum. Elbette ki dışarısı gibi olmuyor. Dinlediğin anda algıladığın kadarı kalıyor sende. Daha dikkatle adeta kulak kesilmek gerekiyor. Bu yanıyla müzik üretiminin önünde engel oluşturulmuş oluyor. Ancak koşullara teslim olmak da doğru değil. Bundan dolayı elimde var olan kaynakları en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştım. Yine de bir yerde müziğimizi de tutsak etmeye çalışıyorlar. Örneğin son çıkan albümümüzü dinleme fırsatım pek olmadı. İçeriye herhangi bir dijital malzeme verilmiyor çünkü. Sadece radyodan çalınan birkaç şarkıyı dinleyebildim. İnsan tutsaklığı böyle zamanlarda daha çok hissediyor. F Tipi uygulamasına geçildi-

36 | taVIR | şubat-MaRt 2014

ğinden bu yana yoldaşlarımız, arkadaşlarımız Yorum’u dinleyemiyorlar. Radyolarda arada bir çalınan birkaç şarkı dışında birçok albümümüzü hiç dinleyemeyen tutsaklar var. Bu tecritin sadece ufacık bir parçası. Tecritte amaç insanı bir dost selamından, bir sesten, yaşama dair en ufak bir güzellikten bile uzaklaştırıp yalnızlaştırmak çünkü. 5- Seninle birlikte tutsak olan devrimci sanatçılardan İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu Gamze Keşkek ile görüşebiliyor muydunuz? Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan İdil Tiyatro Atölyesi Oyuncusu Veysel Şahin ile iletişiminizi nasıl sağlıyordunuz? Gamze abla ile aynı koğuştaydık zaten. Bu nedenle her an birlikteydik. Veysel abi ile de mektuplaşıyorduk. 6- Geçtiğimiz aylarda Grup Yorum’un “Halkın Elleri” adlı yeni albümü çıktı. Albümde, söylediğin “Weyn El Malain” adlı

şarkının konser kaydı bulunuyor. Tutsak olman Grup Yorum’un bir parçası olarak, bu albüm içerisinde yer alana engel olamadı. Bu sana kendini nasıl hissettirdi? Arkadaşlarımın fikriydi bu. Tutsak edilmeme karşı verilmiş bir cevaptı aynı zamanda. Bu elbette ki onurlandırıyor insanı. Ancak benim bu albümde sesim de olmayabilirdi. Bu bir şey değiştirmez. İçerde ya da dışarıda da olsan bu ailenin içerisinde olduğunda doğallığında Yorum’un bir parçası oluyorsun. 7- Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı? Bu tarihin en değerli yaratıcılarından biri tutsaklarımız… Son olarak Bakırköy Hapishanesi ve özgür tutsaklarımızın olduğu tüm hapishanelere selamlarımı iletmek istiyorum. q


37-38 sanatçı safını belirlemeli_sablon 3/6/14 2:40 PM Page 37

güncel

güncel

sanatçı ezilen halkların safında olmalıdır mete yılmazer Yazımızı yazmaya başladığımızda geçmiş aylardan örnekler vererek yazmayı planlıyorduk. Ama gün geçmiyor ki, AKP'nin sanata yönelik baskılarına bir yenisi eklenmesin. Bir dergi yazısına sığamayacak kadar çok şey yaşattılar bize. Yakın zamanda, gazetelerde çıkan habere göre, Harbiye Açık Hava tiyatrosu için, 2014 yılında kira bedelinin 60 Bin lira olarak belirlendiği açıklandı... Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nun kapılarını halk sanatçılarına sonuna kadar kapatmak istiyorlar anlaşılan. Sadece yasak koyarak değil, kimse gelip buraları isteyemesin diye 60 bin lira gibi çok yüksek bir kira bedeli belirlemişler. Bu kira bedeli sadece bir günlük bir kira bedeli. Harbiye'yi biraz anlatalım, sadece yer kirası olarak alıyorlar. İçeride ses, sahne, ışık, elektrik, temizlik vb. hiçbir şey bu bedelin içinde değil. Elektrik için büyük jeneratör kiralamaktan, ses sistemlerine kadar bütün malzemeleri de kiralamak gerekiyor. İşte AKP halka ait olan Harbiye Açık Hava tiyatrosunu halk sanatçıları kiralayamasın diye bu kadar yüksek bir kira bedeli koyuyor. Grup Yorum'a ise son derece keyfi bir uygulamayla, ek olarak yasak koyuyorlar. Geçtiğimiz günlerde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nu Grup Yorum'a vermeyeceklerini sözlü olarak açıkladılar. Yani artık AKP baskıyı yasağı gizleme ihtiyacı hissetmiyor, "ya benden yanasın, ya düşmanım..." diyerek herkesi saflaşmaya zorluyor. İktidarların zaman zaman baskılarını arttırdıklarını, zaman zaman azaltıklarını biliyoruz. Bu baskıların hiç bitmediğini, sadece yöntem değiştirdiğini defalarca gördük, yaşadık. AKP iktidara geldiği dönemlerde, "demokrasi" getireceğine

inandırmıştı birçok sanatçıyı. Sanatçılar umutlanmıştı. Ama AKP gerçek yüzünü göstermekte çok gecikmedi. Barış Atay, Gezi eylemlerine katıldığı için Redhack bahane gösterilerek günlerce gözaltında tutuldu. Gözaltının ardından, Barış Atay yaptığı konuşmada şöyle demişti; "Ülkemin savcısının hayal gücünü zorlayan sizlere bu ülkenin bir genci olarak şunu söylemek zorunluluğumdur. Biz sizden özgürlük talep etmiyoruz. Bizler, sizerin hayal dahi edemeyeceği kadar özgürüz. Şeyh Bedrettin gibi özgürüz. İşkence karşısında tek bir geri adım atmayan Hallacı Mansur, “Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan” diyen Pir Sultan Abdal gibi özgürüz. Zulmün karşısında eğilmeyen Deniz gibi, Mahir gibi, üzerinizden nemalanmaya çalıştığınız Erdal gibi özgürüz. Cesaretlerinden, güzel gülüşlerinden korktuğunuz Ali İsmail, Ethem, Abdullah, Ahmet, Medeni, Mehmet, Hasan Ferit ve Berkin Elvan gibi özgürüz ve sizler asla özgürlüğümüzü elimizden alamayacaksınız." Duru Tiyatro yıkılma tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Tiyatroyu polis bastı. Emre Kınay şöyle demişti: "İktidar ben sana para veriyorum, beni eleştiremezsin" diyor. Bu yüzden baskı görüyor. "Psikolojik olarak giremiyorum, turne yapamıyorum. Dizi yapıyorum. Orada da korkuyorum. Telefon gelir diziden atarlar diye. Hissettiriyorlar. Korkunun olduğu yerde demokrasi olabilir mi?" dedi. Emre Kınay bu baskılara karşı sanatçıları dayanışmaya çağırmıştı, basın açıklaması yaptı, bu uygulamaların faşizm olduğunu ifade etti. Yine bir oyunundan sonra

yaptığı açıklamada, "Ben bir faşisti anlattım, bu oyunda çünkü başımızda bolca faşist bulunuyor. Kültür Bakanlığı benim ustalarımın ödeneğini kesiyorsa; ben söz veriyorum, Kültür Bakanlı’ğından hiçbir destek almayacağım." dedi. Şebnem Sönmez, Halk Ayaklanması sırasında, iktidarın tehditleri karşısında şunları demişti; "İnsanlara gelmeyin demek kimsenin harcı değil. İnsanlar oraya zaten geliyor. Kendi iradeleriyle geliyorlar. İfade özgürlüğü için gidiyoruz oraya. Orası bir park değil mi? Öyleyse gelen gelir. Kamuya açıksa orası, insanlar gelecek. Birileri artık gelmeyin diyor diye insanlar gelmeyecek değil. Ya da ben, ya da başkaları gelin dediği için gelmiyor bu insanlar. Bu insanlar hak aramaya geliyorlar. Polis nasıl müdahale eder oraya? Bu çocuklara nasıl yaparlar bunu?" Bugün AKP'ye karşı söyleyeceğimiz hemen hemen her şey geniş bir taraftar kitlesi bulacaktır. "Herkes AKP'ye karşı” Özellikle 2013’deki Haziran ayındaki halk ayaklanmasının ardından saflar daha da keskinleşti diyebiliriz...Evet bugün belki saflar biraz daha keskinleşti. AKP her zamankinden daha fazla teşhir oldu. Asıl sorun da burada başlıyor, neden daha önce bu yanını görmedi sanatçı dostlarımız... Hadi diyelim ki iktidara yaranmak isteyen sanatçılar zaten halkı umursamıyor... Ama demokrat sanatçılar da AKP'nin aldatmalarına alet oldular. AKP'nin yapmak istediği çok açıktı; sanatçıları kendi safına çekmek için çalıştı. Bizzat başbakan tarafından yemekler verilmişti. 2010 yılında Tayyip Erdoğan'ın verdiği yemeğe katılan sanatçılar arasında; Sırrı Süreyya Önder, Şerif Gören, şubat-mart 2014 | taVIr | 37


37-38 sanatçı safını belirlemeli_sablon 3/6/14 2:40 PM Page 38

Mustafa Altıoklar, Atilla Dorsay, Yeşim Ustaoğlu, Kerem Alışık, Lale Mansur, Derviş Zaim, Erden Kıral da vardı... Hatırlanacağı gibi, bu toplantıya katılanlardan bazıları "Akil Adam" olarak çalışmaya başladılar. Sanatçı dostlarımız, iyi niyetli düşünerek bu yemeğe katılmış olabilirler. Başbakana birinci ağızdan düşüncelerini iletmeyi düşünmüş olabilirler... "Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir." denir... İyi niyetle başbakanın sofrasına oturanlar, iktidarı daha da güçlendirdiler. AKP'nin demokrasi nutukları atmasına yardımcı oldular, halkı aldatmasına hizmet ettiler. 2010 yılında "Akil Adam" heyetinde Lale Mansur da yer almıştı. Lale Mansur bir konuşmasında; "Ümitliyim bu sefer. Gerçekten kararlılar, başarmak istiyorlar. Yavaş yavaş hayal etmeye başladım. Bu olursa; başarılırsa, nasıl bir ülkede yaşacağız diye. İlk defa ömrümde hayal etmeye başladım" demişti. Aradan çok uzun değil, birkaç yıl geçti, halk ayaklanması oldu. Lale Mansur; çözüm süreciyle umutlandığını ancak Gezi Parkı direnişine karşı hükümetin aldığı tavır nedeniyle endişeye kapıldığını söyledi. Mansur; “Başbakan son derece kararlıydı bu süreci işletmeye. Ama şimdi, gerçekten bilmiyorum. Biz niye bu kadar hakaret işittik, niye bu kadar çalıştık?” diye sordu. Lale Mansur'u, iktidarın baskılarına karşı, işkenceye karşı halkın yanında yer alan bir sanatçı olarak biliyoruz. Ama buna rağmen "akil adam" olarak AKP'nin politikalarına hizmet etmiş oldu. Lale Mansur'un niyeti ne kadar iyi olursa olsun sonuçta iktidar aldığı desteklerle daha pervasız saldırdı. AKP çok mu demokrattı da Lale Mansur Başbakana inandı... AKP iktidardayken hukuksuzluklar sürmüyor muydu? İşkenceler sürmüyor muydu, F tipi hapishanelerde tecrit sürmüyor muydu? Hukuksuz yargılamalar sürmü-

38 | taVIr | şubat-mart 2014

yor muydu? Elbette bunlar sürüyordu. Ki Lale Mansu da işkenceye karşı birçok eylemde yer almış olmasına rağmen, başbakanın "iyi niyetli" laflarına kandı ve "Akil Adam" olmayı kabul etti. Bu bize ders olmalıdır. Sanatçılarımıza ders olmalıdır. Egemenler iktidarları boyunca asla halk için çalışmazlar; tarihte örneği yoktur. Lale Mansur da, başkaları da defalarca hayal kırıklığı yaşamıştır. Osmanlı'da oyun çoktur derler. İşte bu da Osmanlı oyunlarından biriydi. Ama her defasında bizi aldatmalarına artık izin vermeyelim. Tek doğru, tek gerçek varsa; o da halkın yanında olmaktır. Kime hizmet ediyor; halka mı hizmet ediyor, egemenlere mi hizmet ediyor? Bu sorunun cevabına göre hareket etmektir. Halk Ayaklanması sırasında yaşadıklarımızı da hatırlayalım; Gezi ayaklanmasından önce, Gezi Park’ına giden Sırrı Süreyya Önder ağaçların kesilmesini önlemek için kepçelerin önünde durmuştu... Ancak AKP saldırdı, ağaçlar kesildi... Bütün ülkede görülmemiş bir Halk Ayaklanması çıktı... Tabii ki ayağa kalkan halk sadece üç ağaç için ayaklanmadı... AKP'nin bütün baskılarına, işkencelerine, gaz bombalarına, tomalarına karşı ayaklandı... Ayaklanma başladıktan hemen sonra tavrını değiştirdi. Ayaklanma sürerken cumhurbaşkanıyla görüştü. Sırrı Süreyya Önder, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yaptığı görüşmenin ardından, "Benim bugünkü görüşmelerden edindiğim izlenim: Demokratik süreçlerin süratle devreye girdiği. Halkta oluşan farkındalığın devlet ve hükümet nezdinde de oluşmaya başladığını gördüm" dedi. "Barışçıl olmayan yöntemleri tasvip etmiyorum" diyerek, eylemlerin şölen havasına dönüşmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu söylemlerle ortamı yumuşatmaya çalışmıştı. Sırrı Süreyya bunları söyledikten sonra, Ali İsmail Korkmaz Eskişehir'de işkenceyle katledildi, 14 Yaşındaki Berkin Elvan'ın kafasına gaz bombası sıkıldı ve Berkin hala komada... Onlarca kişinin gözü plastik mermilerle, gaz bombalarıyla kör edildi, binlerce kişi gözaltına alındı...

Bu eylemler sürerken, Şafak Sezer, önce Beşiktaş'ta Barbaros caddesini trafiğe kapatanlarla birlikte, eyleme katılmıştı. Sosyal medyada kahraman ilan edildi. Daha sonra AKP'nin iftar sofrasında, masasına gittiği Başbakan Erdoğan'dan Gezi için özür dileyip elini öpmek istedi. Şivan Perwer'i sanırım anlatmaya bile gerek yoktur. Yıllardır ülkeye giremeyen Şivan Perwer Başbakan'ın karşısında İbrahim Tatlıses'le düet yaparak uzun yıllar ardından ilk konserini verdi... Kürt halkımız uzun yıllardır Şivan Perwer'i hasretle bekliyordu. "Uzun yıllar sonra Türkiye'de vereceği ilk konser böyle mi olmalıydı?" diye sorası geliyor insanın. Elbette halkın yanında yer almasını beklerdik. İktidarın politikalarına hizmet ederek kendi değerini düşürmekten başka bir şey yapmıyor. Egemenler bu sanatçıları sadece kendi çıkarları için kullanmış oldular. Örnekleri çoğaltmak mümkün. İktidarlar her zaman çeşitli yöntemlerle sanatçıları kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar. AKP bunu çok pervasız yapıyor, "paranı ben veriyorum, beni destekleyeceksin" diye açıktan tehdit ediyor. Buna rağmen "tarafsız" olduğunu, sadece sanat yaptığını söyleyen sanatçılarımız var. Oysa AKP iktidarı sanatı ve sanatçıları hedef alırken artık "halk için mi, sanat için mi sanat yapıyor" diyerek seçim yapmıyor. AKP iktidarı kendisinden öncekiler gibi faşist bir iktidar ve hedeflerinde bütün bir halk var. İktidarlar, ödenekleri kesmekle, aç bırakmakla tehdit ediyorlar. Etsinler!.. Tarihte görülmemiştir ki, Anadolu'da halk için sanat yapanlar açlıktan ölsün. Halk kendisi için sanat yapanları bağrına basacaktır, sofrasının en güzel yerini sanatçısına ayıracaktır. Sanatçı ezilen halkın safında olmalıdır. q


39 siir_sablon 3/6/14 2:41 PM Page 39

şiir

şiir

biz bu çağın çocukları migjeni

Biz, bu yeni çağın çocukları, kopuyoruz babalarımızın boyunduruğundan, savaşmak ve kazanmak için kaldırdık yumruklarımızı, başlatmak için özgürce yaşamı. Biz, bu yeni çağın çocukları, bu öfkeli topraklarda yetişenler, kırbaç ve boyunduruk altında çalışanlar, bize artık zincirlerle boğulmak yok.

Bu kanlı dünya savaşında Zafer ezilenlerden yana, güçlü, sımsıcak zafer, özgür yürek, özgür kafa.

Biz, bu yeni çağın çocukları, acılar içinde doğmuş kardeşler, yöneldik haklı, doğru bir amaca, babalarımızın yasalarından daha soylu.

Gençlik kızgın, güçlü, atılgan, köle gibi yaşayamaz bundan böyle, hıçkırığa, gözyaşına, didinmeye paydos, paydos bu toprağın çocuklarına.

Biz, bu yeni çağın çocukları, atılacağız yeni kavgalara, sevgiyle yeşeren yaşamımızla ödeyeceğiz bedelini özgürlüğün.

şubat 2014 | taVIR | 39


40-41 erdal rop._29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:42 PM Page 40

açıklama açıklama

erdal bayrakoğlu ile röportaj tavır

dolayı ara vermek durumunda kaldık. Tavır: Albümün içinde neler var, nasıl konular işledin?

Tavır: Öncelikle merhaba.. Yeni albümü- nü kutluyoruz. Uzun bir araydı. Albüm hangi yollardan geçti, nasıl zorluklar yaşadın, neden bu kadar ara verdin? Erdal Bayrakoğlu: Evet uzun bir ara verdik ilk albümden sonra.İlk albüm 2006 yılında çıkmıştı. Tam 7 sene sonra Sesumi Duyacaksun adlı albümü çıkardık. Bu kadar ara vermemizin bir çok nedeni var. İlk önce sadece albüm yapmak için albüm yapmak benim hiç bir

40 | TAVIR | şubAT-mART 2014

zaman tarzım olmadı. Bir halkın kültürüyle alakalı müzik yaptığında biraz daha titiz çalışman gerekiyor. O yüzden doğru şarkılar ve kültüre birşeyler katabilecek şarkıları yapmak önemliydi. Sonrası tabii ki imkanlarla alakalı durumlardan kaynaklı bir gecikmeydi. Bilindiği gibi artık müzik piyasası popüler kültür içinde olmayan sanatçılara yatırım yapmıyor ve sanatçılar albümlerinin finansmanını kendileri sağlamak durumunda kalıyor. Bu nedenlerden

Erdal Bayrakoğlu: Albüm 12 şarkıdan oluşuyor. 6 tanesi Türkçe sözlü Karadeniz şarkıları. 4 tanesi Lazca,1 tanesi Gürcüce ve 1 tanesi de Rumca şarkılardan oluşuyor. Albümde ağırlıklı olarak doğayı ve aşkı konu aldık. Karadeniz de hatta bütün Anadolu da yapılan doğa katliamları bizim de içimizi acıtıyordu ve buna bizim tepki vermemizin en anlamlı ve kolay yolu şarkılarımızdı. Bizde şarkılarımızda bunu işlemek istedik. Sevgili İbrahim Karaca'nın 4 tane şiirini besteledik. Yine benim 4 şarkım var albümde. Gerisi de anonim eserlerden oluşuyor. Son olarak neredeyse tüm dünya halklarının dillerine çevirilmiş olan bir marşı ( Çav Bella ) Lazca seslendirdik. Bu marşta Grup Yorum ve Efkan Şeşen ile düet yaptık. Bu marşı Lazca söylememizin amacı da şu; Lazca kaybolmaya yüz tutmuş diller arasında ve bu marş tüm dünyanın bildiği bir marş. Böylelikle diğer halkların da dille alakalı dikkatini çekebileceğimizi düşünmemiz oldu. Tavır: Karadenizli bir sanatçısın.. Bir sanatçının sorumlulukları neler olmalı, politik, duyarlı bir sanatçı nasıl bakar?


40-41 erdal rop._29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:42 PM Page 41

ni iktidara ezdirmeyen, örgütlü davranmaya çalışan; diğeri ise yaptıklarından pişmanlık duyan, veya korkup geri çekilen, içine kapanan, belki özür dileyen... Bu konu hakkında ne düşünüyorsun? Ülkemizde bu koşullarda sanatçılar bu kuşatmayı nasıl yarmalı, hangi yolu izlemeli?

Erdal Bayrakoğlu: Karadenizli veya başka bir halkın sanatçısı olmak diye ayrım yapmıyorum ben. Anadolu'nun hatta dünyanın tüm halkları benim halkım diye düşünüyorum. Ancak; doğduğum coğrafya ile alakalı sorumluluklarım var. Bizim dilimiz yok oluyor ve bir dilin yok olması bir halkın yok olması anlamına geliyor benim için. Bu konuda elimden geldiğince o coğrafya da yaşayan dillere biraz pozitif ayrımcılık yapmaya çalışıyorum. Doğup yaşadığımız, yüzmeyi öğrendiğimiz,türküler yaktığımız derelerimize HES yapılması bizlerin içini acıtıyor tabi ki. Ve halk bu konuda bir olmuş durumda neredeyse. Bizler Karadenizli sanatçılar olarak farkındalık yaratmak zorundayız. Ben elimden geldiğince şarkılarımda bu konulara değiniyorum veya bunlarla ilgili olan bütün projelerde yer almaya çalışıyorum. Bence sanatçının görevi sadece şarkı söylemek olmamalı halkının sorunlarını kendi sorunu haline getirmeyenler halkın sanatçısı olamaz diye düşünüyorum. Tavır: Senin de çalışmalarında yer aldı-

ğın Sanat Meclisi adlı bir sanatçı örgütlenmesi kuruldu. Sanatçılar sorunlarını ve ülkenin sorunlarını tartışıyorlar. Sanatçıya düşen misyon nedir? Nasıl bir yol izlemek gerekir? Erdal Bayrakoğlu: Sanat Meclisi açıkçası tekrar umutlanmamızı sağlayan bir oluşum. Çünkü şimdiye kadar farklı disiplinlerden bu kadar sanatçının bir araya geldiği bir oluşum olmamıştı. Ve şimdiye kadar alınan kararlarla sanatçıların birlikteliğinden nasıl bir gücün ortaya çıktığı görüldü. Sanatçıların kendi sorunlarını kendilerinin tartışmasından ve bunlara kendilerinin çözüm bulmasından daha doğal ve güzel bir şey olamaz diye düşünüyorum. Bu örgütlülük durumu çok büyüyüp gelişirse eğer, sanatın ve sanatçının önünde hiç bir gücün duramayacağını düşünüyorum... Tavır: Son dönemde, Taksim Ayaklanması’nın ardından sanatçılara dönük saldırılar arttı. İktidarın baskı ve saldırıları sonucu iki tip sanatçı portresi oluştu. Biri direnen, dik duran, tavrını gösteren, kendi-

Erdal Bayrakoğlu: Taksim ayaklanması bir halk ayaklanmasıydı ve gücünü de halktan aldı bence. Sanatçılar halkla beraber hareket edince ne kadar büyük bir enerjinin ortaya çıktığı aşikar. Tabi ki bazı sanatçılar bu konuda sessiz kalmayı tercih ettiler. Bunun nedeni de ticari kaygılardı. Ama bir şeyi unuttular açıkçası; siyasetler gelip geçicidir baki olan halktır. Halka sırtını dönersen halkta sana sırtını dönecektir. Sanat meclisi de biraz bu ihtiyaçtan doğmadı mı zaten. Örgütlü olup baskılara,yalnızlaştırmalara karşı örgütlü bir şekilde hareket edip bu ablukayı dağıtmak için Sanat Meclisi kuruldu. Bu kuşatmayı yıkmanın en kolay yolu da sanatçılar arasındaki dayanışmayı büyüterek kimsenin yalnız olmadığını hissettirmekten geçiyor herhalde... Tavır: Son olarak Tavır okurlarına ve tutuklu Tavır emekçileri Veysel ve Gamze’ye ne söylemek istersin? Erdal Bayrakoğlu: Ne yazık ki sanatın özgür olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Dedim ya sanat gücünü halktan alır. Halk yanımızda olduktan sonra hiç bir duvar bizi sanat yapmaktan alı koyamaz. Gamze ve Veysel'i çok özledim açıkçası. Bir an evvel özgürlüklerine kavuşmalarını ve aramıza katılmalarını diliyorum. Tavır okurları sanatçılarını hiç bir zaman yalnız bırakmayacaklardır. Tavır: Teşekkür ederiz. Erdal Bayrakoğlu: Çok teşekkür ediyorum sizlere sesumi duyup duyurduğunuz için. Sevgilerle... q

şubAT-mART 2014| TAVIR | 41


42 ent müz_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:43 PM Page 18

günce güncel

yaşasın müziğin enternasyonalist dayanışması levent karakaya

Müziğimiz her gün yeni kulaklara ulaşıyor. Yeni yurtlara, yeni diyarlara, yeni insanlara.. Başka kültürler, başka müzikler, başka halklar duygulanıyor müziğimizle.. Birlikte söylüyoruz, birlikte direniyoruz emperyalizmin yarattığı teslimiyet dünyasına...

başladığında Türkiyeli dinleyicilerimiz, memleketlilerimiz bizi yalnız bırakmıyor. Kayboluyorlar halklar denizinde... Her bir kültürden birileri dans ediyor, halay çekmeye çalışıyor, coşuyor şarkılarımızla.. Marşlarımızla yumruklar sıkılıyor, enternasyonal şarkılara eşlik ediliyor.

Grup Yorum 1985'ten bu yana 29 yaşında.. 29 yıldır şarkılarımızı, türkülerimizi hiçbir mezhep, din, milliyet, memleket ayrımı gözetmeksizin ezilen dünya halklarına söylüyoruz. Onlar için, onlarla beraber.

Almanya'da ise her yıl düzenlenen Rosa Luxemburg-Karl Liebnecht günlerine katılıyoruz.. Yine binlerce katılımcı, dünyanın dört bir yanından konuşmaya, dinlemeye gelmiş.. Biz de sahne alıyoruz.. Alman sunucu Grup Yorum'un adını tam telaffuz edemiyor, yaşlı bir Alman dinleyici onların adı "Grup Yorum" diye basa basa uyarıyor sunucuyu. "El Pueblo" şarkısında ise yabancılar ayağa kalkıyor, birbirlerinin ellerinden tutup ayağa kaldırıyorlar, hep birlikte coşkulu bir marş okuyoruz. Konser sosnundaki halaylarımızda ise bütün salon, dünyanın dört bir yanından konuklar halaya duruyor. Bilen de bilmeyen de kendini atıyor halay koluan. içlerindeki Türkiyeli sayısı belki de 10' geçmez, oysa yüzlerce kişi halayda. Kolkola olan bütün halkların omuzu, halaya duran ise emperyalizme, sömürüye karşı olmanın öfkesi ve direnci. Yabancı müzik grupları var, aynı sahneyi paylaştığımız. Birlikte konser yapma projeleri çıkararak ayrılıyoruz.

Halkların mücadelelerinin, direniş kültürünün ortaklaşmasının önemli araçlarından biridir müzik de.. Avusturya'da Komünist Partisi'nin düzenlediği uluslararası bir müzik festivalindeyiz. Bütün kıtalardan, birçok ülkeden temsilciler, göçmenler, örgütler gelmiş.. On binlerce insan.. Çadırlar.. Her ülkenin kendi kültürünü ifade ettiği yiyecek stantları, kitap stantları, giysiler.. Bütün mücadeleler birbirini tanıyor.. Tanışıyorlar, birbirinden öğreniyorlar.. Konser günü herkes Yorum'dan bahsediyor. Ne çabuk duyulmuş ve bu kadar insan Yorum için mi gelecek diyoruz. Birçok ülkeden dinleyicimizin olduğunu görüyoruz bu festivalde. Konser

18 | TAVIR | şubAT-MART 2014

Yine Yunanistan'da "Göçmen Festivali"nde on binlerce insanın katıldığı, onlarca ülkeden katılımcıların olduğu bir konser yapıyoruz. Kitleler müziğimizle coşuyor, oynuyor, kendi dilinde dans ediyor. Bizler Afrika'dan, Asya'dan, Avrupa'dan katılan gruplara ritm tutuyoruz. Grup Yorum ne kadar enternasyonal olursa o kadar dokunulmaz olacaktır. Egemenler bunu iyi biliyor. Susturmaya çalışıyorlar şimdi yine. Yurtdışı yasakları veriyorlar. Bakın İngiltere'ye... Şimdiye kadar onlarca kez girip çıkmamıza rağmen, birçok ilinde konserler vermişken, yıllardır gidip geliyorken şimdi ne oldu da, neyi keşfetti de bize vize vermiyor. İki başvuruyu da geri çeviriyor. Milletvekilleri devreye giriyor, halk tepki gösteriyor, imzalar toplanıyor ama hala değişen bir şey yok. Demek ki bu kadar mühim görüyor gidişimizi. Müziğimiz sınırları aşmalıdır, yeni kapıları çalmalıdır. Ezileni, yoksulu, horlanmışı, acısı olanı dünyanın neresinde olursa olsun, hangi köşesine giderse gitsin bulmalıdır. Tutup elinden çağırmalıdır: "Bu Ses Hiç Susmayacak" Türkülerimiz bildiği yoldan yürümeye devam edecek. Her dilde, her renkte, her dinde, millette... q


43-44 umudun cocuklari aciklama_sablon 3/6/14 2:43 PM Page 43

açıklama

açıklama

umudun çocukları orkestrası açıklaması grup yorum-umudun çocukları aileleri

sanatın gücüyle alt edebiliriz. Yeter ki bu imkânı çocuklarımıza verelim…

Biz Halk Çocukları İçin Orkestra Kuruyoruz; AKP’nin Polisi Ailelere Baskı Yaparak Orkestrayı Dağıtmaya Çalışıyor! Bu düzen çocuklarımıza yoksulluktan başka bir şey vermiyor. Yoksullaştırarak küçük yaşta çalışmaya zorluyor. Çalışma yaşını yeni yasalarla sürekli aşağılara çekiyor. Okula gidenlere doğru dürüst bir eğitim vermiyor. Güzel bir gelecek vadetmiyor. Derme çatma bir eğitimle, sağlıksız beslenmeyle, ağır şatlarda çalışma zorunluluğuyla büyüyor çocuklarımız. Kültürle sanatla hemen hiç ilişkisi olamıyor. Bunun için ne zamanı, ne de maddi imkânı olabiliyor çünkü. Bırakın bir enstrüman çalmayı, resim yapmayı, tiyatro oynamayı; doğru dürüst bir konser izleyemiyor, bir sinemaya, tiyat-

roya izleyici olarak da gidemiyor. Mahallelerde, sokaklarda kendi kaderine terkediliyor. Çeteleşmeye itiliyor. Uyuşturucu kullanımı ilköğretim okullarına kadar girmiş durumda. Çocuklarımız gencecik yaşlarında çetelerin, mafyaların ellerinde, uyuşturucuyla, kumarla zehirleniyor…

İşte bu nedenlerle Okmeydanı’nda bir orkestra kurduk. Adına Umudun Çocukları Orkestrası dedik. Bu orkestraya katılmaları için tüm çocuklara açık çağrı yaptık. Kemandan viyolaya, çellodan flüte, kontrbastan piyanoya tüm klasik müzik enstrümanlarını ve bağlamadan ritime halk müziği enstrümanlarını ücretsiz olarak dağıtıp, eğitimi ücretsiz olarak verip, onları hiçbir maddi sorumluluğa sokmadan bir çalışma yapalım dedik. Bu çağrımıza 100 kadar çocuk karşılık verdi. Orkestramız çalışmalarına 2 ay önce başladı.

Bunlara sesini çıkarmıyor AKP ve onun polisi. Çünkü halk çocuklarına bunları reva görüyor. İstiyor ki yozluğun batağında kirlendiği kadar kirlensin.

Bu orkestra ile önce kendi mahallemizde konserler vereceğiz, ardından diğer mahallelerde ve diğer şehirlerde. Ve daha sonra diğer ülkelerde… İlk orkestramızı Okmeydanı’nda kurduk, adım adım tüm yoksul mahallelerde ve birçok şehirde kuracağız bu orkestraları. Onlarca, yüzlerce orkestradan oluşan devasa bir orduya dönüşeceğiz. Halkın çocuklarının fırsat verildiğinde neler yapabileceğini herkese göstereceğiz.

Biz yozlaşmanın ve yoksulluğun kaderimiz olmadığını biliyoruz. Kültürün sanatın bizim çocuklarımızın da hakkı olduğunu biliyoruz. Bu hakkın onların elinden bu düzen tarafından çalındığını biliyoruz. Ve biliyoruz ki onlara bu şans verildiğinde içlerinden ne cevherler çıkacak… Biliyoruz ki bu yozlaşma illetini kültürün ve

Biz bu çalışmamızı yaparken önce bir ailemizden, ardından bir diğerinden, daha sonra bir diğerinden bilgiler gelmeye başladı. Polis orkestradaki çocukların evini arıyordu. Kimilerini emniyete çağırmışlardı. Görüştükleri aileleri korkutmaya, tedirgin etmeye çalışıyor, çocuklarını bu orkestraya gönder-

şubat-mart 2014 | taVIr | 43


43-44 umudun cocuklari aciklama_sablon 3/6/14 2:43 PM Page 44

memeleri için “telkin” ediyorlardı. Çocuklarının müzik eğitimi adı altında terörist olarak yetiştirileceğini, canlı bomba vs. yapılacağını anlatıyorlardı. Bu kadar korkak, bu kadar aciz, bu kadar zavallı AKP’nin polisi. Kendileri bir imkân vermediği gibi, bu imkânı başkaları verdiğinde onu dağıtmaya çalışıyor. Mahallelerdeki uyuşturucu çetelerine hiçbir şey yapmayan polis, kurduğumuz orkestraya gelmemeleri için canhıraş çalışıyor. Böylece memleketi kurtarmış oluyor. Ey AKP’nin Polisi size sesleniyoruz: Biz meşruyuz, siz gayrı meşrusunuz. Biz meşruyuz; çünkü haklı olmamızın gücüyle açık açık yaptık çağrımızı. Orkestrayı kuracağımızı dünya âlem duydu. Kimseden bir şey gizleme gereği ve ihtiyacı duymadık.

ni kaybetmiş olarak yetişin mi diyeceksiniz? Ne verebilirsiniz çocuklarımıza açıklayın! En fazla ağababalarınızın çocukları gibi hırsız olmalarını öğütleyebilirsiniz. Siz çocuklarınızı hırsız olarak yetiştirebilirsiniz, halkın varlıklarını çalın çırpın, ayakkabı kutularında saklayın, biz sizi koruruz diyebilirsiniz. Bu onursuzluk sizindir. Biz çocuklarımızı böyle yetiştirmeyeceğiz.

caklarını anlatıyor. Kimimizi telefonla arayarak, kimimizi emniyete çağırarak korkutmaya çalışıyor. Yalan bilgilerle, videolarla kafa karışıklığı yapmaya çalışıyor ve orkestranın kurulamadan dağılmasını sağlamayı hedefliyor.

Açıklayın! Hangi hakla insanlara akıl veriyorsunuz? Siz mi düşünüyorsunuz çocuklarımızın geleceğini? Siz mi kaygı duyuyorsunuz onlar için? Berkin’i hiç acımadan vuran, onu vuran canileri aylarca saklayan siz mi meraklanıyorsunuz çocuklarımız için? Uğur Kaymaz’ı, İrfan Ağdaş’ı sokak ortasında infaz eden siz mi düşünüyorsunuz çocuklarımızın geleceğini? Utanmazlar! Arlanmazlar! Reziller! Önce elinizdeki çocuk kanını bir temizleyin…

Nereye gittiğimizi gayet iyi biliyoruz. Hırsızların olmadığı, arsızların olmadığı, onurlu, namuslu insanların olduğu, devrimcilerin olduğu bir yere, İdil Kültür Merkezi’ne gönderiyoruz çocuklarımızı. Onlardan hem iyi bir müzisyen olmayı hem iyi bir insan olmayı öğreniyorlar.

Buradan İlan Ediyoruz:

Çocuklarımızı nereye göndereceğimizi sizden öğrenecek değiliz. Sizin aklınıza ihtiyacımız yok.

Polisi uyarıyoruz: Bu yaptığınız suçtur, yasadışıdır. Bu yasadışı faaliyetiniz karşısında tüm yasal haklarımızı kullanacağız. Bu suça devam ederseniz, tek bir aileyi daha ararsanız, bu orkestraya destek veren tüm sanatçılarla birlikte, Umudun Çocuklarının aileleri olarak bu durumu basın toplantılarıyla, eylemlerle protesto edeceğiz. Gerekirse toplu dava açacağız.

Siz gayrı meşrusunuz; korkakça, gizli gizli, insanları kandırarak, yalan yanlış bilgiler vererek etkilemeye çalışıyorsunuz. Hadi, eğer haklılığınıza inanıyorsanız açıktan yapın çağrınızı! İlan edin neden gelmemeleri gerektiğini! Yapamazsınız. Çünkü söylediğimiz gibi, yalancısınız ve gayrı meşrusunuz…

Bütün çabalarınız boşuna. Kendinizi paralasanız da bu orkestraları çoğaltacağız ve korktuğunuz o müzik ordusunu kuracağız. Çocuklarımızı yozluğun batağından sanatımızın gücüyle çekip alacağız.

Biz hiçbir şeyi gizlemiyoruz. Evet, biz sosyalistiz. Evet, biz Devrimciyiz. Göğsümüzü gere gere söylüyoruz bunu. Ve elbette ki çocuklarımıza bir yandan müzik eğitimi verecek, bir yandan enstrümanlarında en iyi eğitimi almalarını sağlayacak, bir yandan düzeninizin pisliklerini anlatacağız. Çocuklarımızın onurlu, erdemli, mutlu, umutlu, vatanına, halkına bağlı, güçlü, kendine güvenli insanlar olmaları için çalışacağız.

GRUP YORUM

Çocuklarımıza müzik eğitimi verilmediği yalanınız da, yakın zamanda enstrüman çalmaya başladıklarında ortaya çıkacak.

Polis, Çocuklarımızı Umudun Çocukları Orkestrası’na Göndermemizi Engellemeye Çalışıyor!

Sizin bu faaliyetinize en iyi cevabı çocuklarımız derslere katılımlarıyla ve konserleriyle verecek… q

Çocuklarımızı, Grup Yorum’un öncülüğünde kurulan Umudun Çocukları Orkestrası’na gönderiyoruz. Burada müzik eğitimi alıyorlar ve orkestranın bir parçası olarak konserler vermeye başlayacaklar.

Umudun Çocukları Orkestrası Aileleri

Siz neyi anlatabilirsiniz çocuklara? Neyi vadedebilirsiniz? Oraya gitmeyin de mafyacı mı olun diyeceksiniz? Oraya gitmeyin de çeteleşin mi diyeceksiniz? Bilgiden yoksun, eğitimsiz, öz güveni-

Ancak İstanbul polisi içimizden kimi aileleri arayarak korkutuyor, tehdit ediyor, çocuğunu bu orkestraya göndermesini engellemeye çalışıyor. Çocuklarımıza müzik eğitimi verilmediğini, “terörist” yapıla-

44 | taVIr | şubat-mart 2014

Yaydığınız ahlaksızlığı, çeteleşmeyi, umutsuzluğu, sefaleti ve sizi ezip geçeceğiz…


45-47 umudun çocukları_sablon 3/6/14 2:50 PM Page 45

güncel

güncel

yozlaşmaya karşı bir alternatif: umudun çocukları orkestrası grup yorum

Kapitalizm sadece emeği değil, dünya üzerinde yaşayan her şeyi sömürüyor, çalıyor. Her şeyi kar uğruna yok ediyor. Doğayı yok ediyor; Orman alanlarını adım adım parselliyor, zehirli gazlarını arıtmadan salarak atmosferi yok ediyor, dereleri, gölleri kurutuyor, atıklarıyla denizleri kirletiyor. En güzel sahilleri eline geçiriyor, halka kapatıyor… Hayvanları yok ediyor; Antartika’dan Afrika’ya vahşi hayvanların derileri, kürkleri, dişleri uğruna soyunu kurutuyor, nesillerini yok ediyor… Bitkileri yok ediyor; Kendi tohumlarını satmak için doğal ürünlerin ekimini yasaklıyor, kotalarla sınırlıyor, GDO’lu, hormonlu ürünlerle dolduruyor dört bir yanı… Sattığı ürünlerle hastalık saçıyor. Teknolojik gelişimi yavaşlatıyor; Elinde kalan eski teknolojileri satmak için yeni keşiflerin halka sunulmasını engelliyor. Meslek sırrı ile formülleri gizliyor, herkesin bu formülleri bilip çok daha geliştirmesini engelliyor. Patent yasalarıyla başkalarının yeni formüller, teknikler geliştirmesini engelliyor. Kapitalizm insanlığın gelişimini engelliyor, durduruyor.

şubat-mart 2014 | taVIr | 45


45-47 umudun çocukları_sablon 3/6/14 2:50 PM Page 46

dar yeryüzünün tüm sorunlarını çözme iddiasıdır Sosyalizm. İnsanların sadece ekonomik sorunlarını değil; sosyal, kültürel, siyasal tüm sorunlarına etkili çözümler üretmenin adıdır.

Bütün bunları dizginsiz, kontrolsüz, doyumsuz bir sömürü ile yapıyor. Milyarlarca insanı en ağır işlerde, karnını zar zor doyuracak koşullarda çalıştırıyor. Düşmanlığı sadece doğaya, hayvanlara, bitkilere ve yetişkin insanlara değil… Kapitalizm çocuklarımıza da düşman. Yoksul halk çocuklarını 8 – 10 yaşından itibaren ağır işlerde çalışmaya mecbur bırakıyor. Çalışma yaşını yasalarla sürekli aşağılara çekiyor. Onların minicik, gelişmeye muhtaç, kırılacak dal gibi olan bedenlerini ucuz iş gücü olarak görüyor. Kimilerini çocuk yaşta evlendiriyor. Çaresizlik içinde kalan kimileri sokakta mendil satıyor, kimileri de çareyi tiner torbalarında arıyor… Şu istatistik her şeyi anlatıyor: Dünyada her 5 dakikada 165 çocuk, açlıktan ve tedavi edilebilir hastalıklardan dolayı ölüyor…

46 | taVIr | şubat-mart 2014

İşte böyle bir dünya yarattı kapitalizm. Sadece en temel ihtiyaç olan besine ulaşamadığı için, çok kolay tedavi edilebilecek hastalıklardan dolayı, o basit tedaviye bile ulaşamadığı için ölüyor çocuklarımız. Onların bedenlerini ya kar edeceği yerler olarak görüyor, ya da tedavi bile olamayıp ölüp gitsinler istiyor. Bunların hiçbiri olmazsa çeteleşsinler, mafyalaşsınlar istiyor… Bu akıl dışı sistemi sorgulayamasınlar, bu akıl dışı sisteme karşı mücadele edemesinler diye bilgiden mahrum kalmalarını, kör cahil yetişmelerini istiyor. Eğer kör cahil olmamışsa, kendi düzenine karşı başkaldırmışsa; çocuk olmasına bakmıyor, sıkıyor kafasına kurşunu, gaz bombasını. Berkin gibi, Uğur Kaymaz gibi sokaklara akıtıyor beyinlerini… Sosyalizm, kapitalizmin bütün bu yok edici yönlerine etkili alternatifler sunabilecek tek düzen. Doğadan vahşi yaşama, yetişkin insanlardan çocuklara ka-

Kapitalizm varlığını ve sürdürülebilirliğini nasıl ki insanları cahilleştirmesinden, yozlaştırmasından, inançsızlaştırmasından, umutsuzlaştırmasından, edilgenleştirmesinden alıyorsa; Sosyalizm de tam tersine insanın gerçek bilgiyle dolu olmasından, sorgulayabilmesinden, üretmesinden, umut dolu olmasından, coşku dolu olmasından alacak. Bu nedenle çocuklarımızı bilgiyle, sevgiyle, kültürle, sanatla, istediği uğraşı yapabilir, istediğini seçebilir halde yetiştireceğiz. Ama çocuklarımızın etkin, güçlü kişiler olması konusunu Sosyalizm’in kuruluşundan sonraya ertelemeyeceğiz. Kapitalizm çocuklarımızı yozlaştırarak ayakta kalıyor. Yozlaştırma silahını elinden alacağız. Yoksul mahallelerde yaydığı yozlaşmayı, değersizleşmeyi, çeteleşmeyi, uyuşturucuyu; yerlerine kendi değerlerimizi koyarak etkisiz kılacağız. Umudun Çocukları Orkestrası bu düşüncelerle atılmakta olan somut bir adım. Şimdi ilk aşamada Okmeydanı’nda hayata geçiriliyor. Amaç bir senfoni orkestrası kurmak. Mahallenin ve çevre mahallelerin çocuklarının bu orkestra içinde ücretsiz olarak müzik eğitimi almasını sağlamak. Enstrümanları da ücretsiz olarak dağıtıp, hiçbir maddi karşılık bekleme-


45-47 umudun çocukları_sablon 3/6/14 2:50 PM Page 47

den orkestrada olmalarını sağlamak. Ve sistemli olarak verilecek olan eğitimle bu orkestranın bir parçası olmalarını sağlamak. Bu orkestrayla mahallede, başka mahallelerde, konser salonlarında, adım adım başka şehirlerde ve başka ülkelerde konserler vermek amaçlanıyor. Enstrümanları ücretsiz dağıtabilmek için, müzisyenlere yönelik ‘ikinci enstrümanını umudun çocuklarıyla paylaş’ kampanyası yapılıyor. Ayrıca tüm masraflarımızı karşılamayı halkımızla dayanışma içinde olarak çözümler üretebiliyoruz. Hiçbir aşamada orkestradaki çocuklara maddi bir yükümlülük oluşturmamak için özenle çalışılıyor. İlk olarak sadece bir mahallede başlayan çalışmayı önümüzdeki yıldan itibaren birkaç mahalleye, daha sonra İstanbul’un birçok mahallesine, Anadolu’nun değişik illerine yaymak esas

hedef. Böylece onlarca orkestra kurulmuş olacak. Bu orkestralardaki yüzlerce kişi içinden karma orkestralar kurulacak… Orkestrada şimdilik keman, viyola, çello, kontrbas, flüt, klarinet, obua, ritim, bağlama ve gitar enstrümanlarıyla çalışılacak. Zamanla bu enstrümanların sayısı artacak. Bu orkestrada yeni bir eğitim tekniği de uygulanacak. Normalde tüm eğitim sistemlerinde ya batı eğitimi veriliyor, ya doğu eğitimi veriliyor. Bunlardan birisini tercih etmeniz gerekiyor. Ayrıca genellikle tek bir enstrümanlar sınırlı tutuluyor. Umudun Çocukları Orkestrasında hedeflenen; hem klasik müzik çalabilen, hem halk müziği çalabilen, hem doğu hem batı tekniğini öğrenmiş, kendi enstrümanı dışında ritim aleti de çalabilen, vokal de yapabilen, piyano da çalabilen çocuklar yetiştirmek. Orkestranın kayıtları tamamlandı ve 2 ay önce eğitime başlandı. 2 hafta için-

de enstrümanlarla eğitime geçilecek. Bu orkestra ile kültür sanatın yoksul halk çocukları için de bir hak olduğunu, kültür – sanatı yozlaşmaya karşı etkin olarak kullanabileceğimizi göstermek istiyoruz. Bu halkın çocuklarına fırsat verildiğinde neleri başarabileceklerini, nelere imza atabileceklerini göstermek istiyoruz. Onların hakkının açlık, hastalık, ölüm, ağır işlerde çalışmak, evlendirilmek, kör cahil yetiştirilmek değil; Ekmek, süt, sağlık, bilimsel eğitim, oyun; yeteneklerini geliştirecek, becerilerini geliştirecek faaliyetler olduğunu göstermek istiyoruz… q

şubat-mart 2014 | taVIr | 47


48-51 muhendis rop_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:51 PM Page 48

röportaj röportaj

halkın mühendis mimarlarıyla röportaj tavır TAVIR : Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız? da yeni inşaat yapımı mı var? Bazılarını halkımız telefondan arayıp bahsettiği için BARIŞ ÖNAL : Adım Barış Önal. Halkın mi- aktarıyorum. mar ve mühendislerindenim. TAVIR : Yani, halk sizi davet ediyor. MEHMET GÖÇEBE : Adım Mehmet Göçebe. Orman Mühendisiyim. MEHMET GÖÇEBE : Tabii ki. Örneğin; Antalya’dan köprü inşaatı telefonu aldık. TAVIR : Projelerinizden başlayalım ister- Yine, Kahraanmaraş'ın bir köyünden seniz. Üç tane projeniz var, bildiğimiz ka- halkımızın mahsulü ile ilgili kültür evi prodarıyla. Ayrıntılı olarak anlatabilir misiniz? jesi istendi bizden.Halkın Mühendis ve Mimarları olarak çağırılıyoruz. Bunun MEHMET GÖÇEBE : Bu projeler aslında bi- nedeni ise, Armutlu’da iken bir kültür evi zim çalışmalarımızın çok küçük bir bölü- yapımı inşaatımız oldu. Bu bir örnek olmünü oluşturuyor. Ön plana bunlar çık- duğu için bizi arıyorlar ve ‘’yaparsa buntığı için değişik alanlara yönelen mühen- lar yapar’’ diyerek diğer bir sürü oda vardis ve mimarlarımız da var. Ama bunla- ken, ellerinde bir sürü olanak varken bu rın dışında bahsedemiyorum. Bundan odaları aramıyorlar ve Halkın Mühendis başka çalışma alanlarımız da var. Örne- ve Mimarları’nı arıyorlar. İşte bu karavan ğin mücadeleye ilişkin, örgütlenmeye iliş- olayı bu gibi yerlere daha çabuk ulaşmakin. Projelerimizin dışında karavan gün- mıza, oradaki halkımızın sorunlarına demimizde ancak bu karavan eksiktir. Biz daha çabuk müdahale etmemize ve onkaravan almıyoruz. Biz ev alıyoruz, ofis alı- larla ilgili o sorunu çözmemize yardım yoruz ve biz araç alıyoruz. Yani aldığımız edecek. karavanımız bizim evimiz olacak, aracı- TAVIR : Karavan, şu anda hangi aşamada? mız olacak ve ofisimiz olacak. Nerede bir direniş var, nerede bir halkın sorunu var, MEHMET GÖÇEBE : Karavanımızın 60 Bin biz orada olacağız ve orada kalacağız. Lira gibi bir maliyeti olacak. Eee, tabii ki Oradaki sorun sona erene kadar orada- karavanı aldıktan sonra masrafları da olaki karavanı ev olarak kullanacağız. Ofis ça- cak. Şu anda karavanımızın 3/2’lik malilışma alınımız yine o karavanın içinde ola- yetini (yaklaşık 40 Bin Lira) topladık diyecak. Bunu, bu şekilde kullanacağız ve ger- biliriz. çekten de, halkımızdan da bu konuda destek alıyoruz. Karavan konusunda da TAVIR : Halkımızın katkılarıyla değil mi? herkes heyecanlanıyor. Bu, sadece İstanbul’u da kapsamıyor. Gideceğimiz MEHMET GÖÇEBE: Tabii ki halkımızın katyerler Anadolu’nun değişik yerleridir. Bir kılarıyla topladık. Biz aslında bu karavayerde HES direnişi mi var, bir yerde ter- nı alırdık. Nasıl alırdık? Şöyle; giderdik kremik santrali direnişi mi var; başka bir yer- di çekerdik, giderdik bilgi yarışmalarına de nehirlerin kirlenmesi mi var, atık mı var, katılırdık daha da fazlasını alırdık. Ama biz siyanür mü var, köprü yapımı mı var ya bunu istemiyoruz. Biz bu karavanı halkı-

48 | TAVIR | şubAT-mART 2014

mızın katkılarıyla, kolektif bir şekilde alalım dedik. Örneğin; biz Halkın Mühendis ve Mimarları olarak bir yerlere gittiğimiz zaman bu da kamuoyunda duyulduğu zaman, oraya bir lira, on lira veren insanlar da şunu görecekler; bizim duyduğumuz heyecanları onlar da duyacaklar, ‘’ben de bu karavanı almak için yardım etmiştim, benimde burada katkım var’’ diyerek bizim yaptığımız bu işi sahiplenmesini daha sonra getirecek. Yoksa karavanı almak zor bir şey değil. Dediğim gibi; kredi falan çekerek, değişik yol ve yöntemlerle alırız. Ama biz bu yol ve yöntemleri reddettik. Tamamen kolektif bir şekilde, halkın parasıyla almaya çalışıyoruz. Mesela, öğrenciler harçlıklarından para biriktirerek karavan için para gönderiyorlar. TAVIR : Böyle bir çağrınız oldu mu? MEHMET GÖÇEBE : Böyle bir çağrımız sitemizde var. Yürüyüş Dergisinde çıktı, Halkın Sesinde yayınlandı. Yurtdışında gönderenler oradan görmüşler. Çok sağolsunlar, katkı olarak gönderiyorlar. Ve gönderdikten sonra da arıyorlar. Bir de sağolsunlar, Cumhuriyet Gazetesi’nden Işıl Özgentürk köşesinde tamamen bizim projelerimiz (karavan, kültür evi, cem ve kültür evi) ve bir de 2013 Ağustos ayında yaptığımız AKP’nin torba tavsiyesi ve rant yasasına izin vermeyeceğimiz adlı yürüyüşümüze de yer verdi. Oradan da arayanlar oldu. TAVIR : Peki ya Halk Bahçeleri? MEHMET GÖÇEBE : Halk Bahçeleri şudur: gerçekten halkımızın mutak olarak, yiye-


48-51 muhendis rop_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:51 PM Page 49

TAVIR : Ne kadar sürer? İlk hasatı ne zaman alırız? MEHMET GÖÇEBE : Hasat mevsimi yaz aylarının sonlarına doğrudur. O zaman alacağız. Bağ bozumu dediğimiz zaman vardır. Tarlayı bozacağız ve tekrar ekeceğiz. Elde ettiğimiz tohumlarımızı da alacağız. Tekrar ekeceğiz. Ektiğimiz ve yetiştirdiğimiz mahsulleri bitirdikten sonra tarlayı tekrar bozmak zorundayız. Tarlayı gelecek yıla tekrar hazırlamak zorundayız. TAVIR : Halk Bahçeleri’nin işleyişi sizinle birlikte, halkla olacak değil mi?

cek olarak kendilerinin üretebileceği, parasız elde edebileceği; daha da sağlıklı yiyeceklerin yerine GDO’lu ürünlere para vererek alıyor. Biz bunu tespit ettik. Örneğin; sebzeydi, domatesti, biberdi... Halkımızın bunları doğal olarak üretebileceği imkanları var. İşte biz bu imkan ve olanakları gördüğümüz için biz de dedik ki; yoksul mahallelerde Halk Bahçeleri kuracağız ve bu Halk Bahçelerini halkımız görecek, orada tohumları fide haline dönüştüreceğiz, o fideleri de kendi kapılarının önünde küçük alanlarda yetiştirebilecekler. Bunula ilgili yoksul halkımızla toplantı yaptık ve bu konuda da halkımızın isteği var. Bu projenin amacı, gerçekten de mutfağa girebilecek bir sürü yiyeceği halkın kendisi daha sağlıklı daha doğal olarak yetiştirip, hiçbir maliyeti bile olmadan, kalkıp GDO’lu yiyecekleri almamaları için bir alternatif gösteriyoruz. Bu ürünlerin tohumlarını da kendileri ekebilecek. Biliyorsunuz, tohum yönünde ülkemiz emperyalist tekellere bağlı ve ülkemizdeki tüm tarım ürünlerini emperyalist ülkelerin tekellerinden alırız. Onların tohumlarını ekeriz ve ürünün tohumlarını tekrar ekemeyiz ve tekrardan tekellerden tohum alırız. Biz

bunu da düşünerek bizim tohumlarımız tekrar ekilip tekrar dönüştürülebilir şekilde olacak. İlerleyen safhalarda bir Tohum Bankası kurmayı düşünüyoruz. Bu Tohum Bankası sayesinde ülke genelinde, gücümüz yettiği kadar herkese tohumları ileteceğiz. TAVIR : İlk olarak nerede başladılar? MEHMET GÖÇEBE : İlk olarak üç mahallede yer ayarladık. Armutlu, Altınşehir ve Kuruçeşme’de yer ayarladık. Ankara Tepecikte’de böyle bir yer arama çalışmamız var. Bu yerlerde Mart’ın sonunda tohumlarımızı ekeceğiz, fide haline getireceğiz ve şenlikle açacağız. Ve hasat zamanında ürettiğimiz bu mahsulleri toplayıp halk sofrasında beraber ürettiğimiz mahsulleri yiyeceğiz. TAVIR : Biraz Sovyetler’deki KOLHOZ’ların işleyişine mi benziyor? MEHMET GÖÇEBE : Tabii. Halk ile birlikte. İşte kolektivizm dediğimiz şey bu. Halk gerçekten söylemlere kanmıyor. Çünkü herkes yalan söylemiş, kandırmış. Biz de bunu pratikte göstereceğiz.

MEHMET GÖÇEBE : Tabii halkla olacak. Sadece halk bahçeleri olmayacak. Aynı zamanda orada yetiştirdiğimiz fideleri halk kendine alacak, kendi evinin önünde yine bizim teknik olarak yardımımızla halk kendi evinde de yetiştirecek. TAVIR : Yani bir dağıtım alanı olacak orası? MEHMET GÖÇEBE : Sadece bizim kurduğumuz halk bahçesinde olmayacak olay. Herkese açık olan bir yer olacak. Burada ürettiğimiz fideler halkın evlerinin önünde de yetiştirilebilecek, balkonda yetiştirilebilecek, terasta yetiştirilebilecek, apartman dairelerinde bile yetiştirilebilecek. TAVIR : Bunun hiçbir maddi masrafı olmayacak mı? MEHMET GÖÇEBE : Hiçbir maddi masrafı olmayacak. Doğal tohumlarımızı aldık. Bu anlamda Anadolu’da GDO’lu tohumları kullanmayan insanlarımız tohumlarınız verebileceklerini kendileri de söylüyorlar. Oralardan da bize ulaşılıyor. Onlarla da görüşüyoruz. Onlardan da alabileceğimizi söylüyoruz. TAVIR : Halk Bahçeleri’ne dair daha ekleyeceğiniz bir şey var mı?

şubAT-mART 2014| TAVIR | 49


48-51 muhendis rop_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:51 PM Page 50

BARIŞ ÖNAL: Ekleyeceğimiz şey şu: Kentsel dönüşümle ilgili kısım biraz eksik kaldı. Bu Halk Bahçeleri, kentsel dönüşüm alanlarında, kentsel dönüşüme karşı yerinde ıslah projesi aynı zamanda. Biz yerinde ıslaha şöyle bakmıyoruz: Yalnızca evlerini depreme karşı korunaklı hale getirileceği, çeşitli iyileştirilmelerin yapılacağı proje diye bakmıyoruz. Bunun yanında o mahallenin tümüyle daha yaşanılabilir, sosyalistlerin nasıl yaşayacağını, nasıl mahallelerde yaşayacağını anlatan bir kavram yerinde ıslah kavramı. Halk Bahçeleri bununda bir parçası aynı zamanda. Sadece ‘’biz sağlıklı besinler üretelim, halkımız sağlıklı beslensin, ucuz beslensin’’ değil.

lecekleri şey bu kadar, üretebileceği şeyler bu kadar. Ama bizim sınırımız yok. Çünkü biz insanlık için, halk için yapıyoruz. Düzenin tüm olanaklarına rağmen onlardan çok daha nitelikli çok daha kaliteli ve çok daha bilimsel projeler üretebileceğimizi biliyoruz ve bunlar onun bir kanıtı. İnsanlara şunu göstereceğiz; biz her şeye itiraz eden değiliz, ona buna karşı çıkan, büyük bilimsel projelere karşı çıkan insanlar değiliz. Esas olarak bilimi temsil eden , teknolojiyi temsil eden, mühendisliği temsil eden de biziz. Onunda en iyisini biz yaparız. Bu düzen yapamaz. Onun yapabileceği her şeyin çok daha iyisini biz yapabiliriz. İddiamız bu!

MEHMET GÖÇEBE : Bizim zaten kentsel dönüşüm ile ilgi başlı başına bir çalışmamız var. Bu projelerin dışında da kentsel dönüşümün içerisindeyiz. Her konuda, yıkımların karşısında olduğumuzu her zaman söylüyoruz. Yıkımların karşısında halkın tek yasasının direnme hakkının olduğunu, bunun meşru olduğunu; bizimde bu meşruluk içerisinde mücadele edeceğimizi, halkımızın yanında olacağımızı her zaman söylüyoruz. Barış’ın da belirttiği gibi Kentsel Dönüşümün olduğu yerlerde yaparak aslında kamuoyuna, buraların diğer yerlere göre çok daha iyi düşündüğünü, çok daha sağlıklı beslendiğini göstermektir aynı zamanda.

MEHMET GÖÇEBE : Bizim yaptığımız halk için. Aradaki fark bu! Yani düzen, kimin için sorusunda teknolojiyi, bilimi oligarşi için kullanırken biz bunun tam zıttı olarak bilim ve teknolojinin halk için kullanılması gerektiğini söylüyoruz. Ve bunun içindir çalışmalarımız.

BARIŞ ÖNAL: Esas olarak şöyle aslında: Bütün bu projeleri, Halk Bahçeleri, bilgisayar oyunu, karavan, güneş ve elektrik enerjisi, yenilenebilir enerji ile halkın enerji ihtiyacını karşılamak… Buna ekleyeceğim daha bir sürü, farklı farklı projeler de var. Evlerimizi depreme karşı daha dayanıklı hale getirmek, evlerin ısı kaybını önleyeceği projeler üretmek , daha bir sürü şey... Bizim burada iddiamız şu: Biz düzenden daha ileriyiz. Biz daha güzel, daha akılcı şeyler, daha verimli şeyler üretebiliriz. Bunun iddiasını taşıyoruz. Mahallelerde de düzen yıkıyor, TOKİ’nin de yaptığını görüyoruz. Bunlar onların yaşama dair projeleri, yaşama dair yapabi-

50 | TAVIR | şubAT-mART 2014

BARIŞ ÖNAL: Mesela güneş enerjisi, rüzgar enerjisi ile elektrik üretimini halkın kendi evinde birebir uygulayabileceği böylece enerji tekellerine bağımlılığını azaltacak ve kendi kendine yapabileceği bir şeyler olduğunu görecek bir proje yapıyoruz. Şimdi bunda şu aşamadayız. Aşamalarını da söylemek lazım. Halk Bahçeleri’nde mevcut arazinin düzenlenmesi aşamasındayız. Halk Komitesi kuruldu. Tohumlar dağıltıldı vesaire… Yenilenebilir enerji çalışmasında da şu an hangisi verimli olacak, maliyeler, güneş enerjisinin maliyeti, rüzgar enerjisinin maliyetini hesaplama aşamasındayız. En uygun halkın olanaklarıyla karşılanabilecek en uygun projeyi üreteceğiz. Bir diğer çalışmamız bilgisayar oyunlarıyla ilgili. TAVIR : Elektriğin ücretsiz dağıtılması, bir ayda yetecek kadar elektriğin güneş enerjisinden elde edilmesi … BARIŞ ÖNAL: Evlerimiz, özellikle gecekondularımız bu konuda çok avantajlı. Me-

sela rüzgar her yerden esiyor. Her evin üzerinde bir rüzgâr var. Çatılarda, her yerde güneş enerjisinden yararlanabilirsiniz. Özellikle tek katlı yapılarda, gecekondularda çatının yüzey alanı kişi başına oranı daha yüksek apartmanlara göre. Bir apartmanda 3-5 kişi yaşarken bir apartmanda 50-100 kişi yaşıyor. Dolayısıyla gecekondudan elde edeceğiniz güneş enerjisinden üreteceğiniz enerji daha verimli olmuş olur. Kişi başına daha fazla enerji üretmiş oluyorsunuz. Herkes kendi evinde bu olanaklardan faydalanarak kendi enerjisini üretebilir. Bunu düzenin dayattığı şekilde enerjisini düzenin dağıttığı yöntemlerle satın almak zorunda değil. Bunu kendisi de bu şekilde üretebilir. Bunun ilk maliyeti oluyor güneş ve rüzgar enerjisinin daha sonra çok cüzi bir kullanım maliyeti oluyor. Bunun için hiçbir yere hiçbir icra ücreti vermenize gerek yok. Bin kilovata kadar, herhangi bir sertifika, herhangi bir belge almanıza gerek yok. Yani herkes kendi evinde uygulayabilir. Sonrasında bunu çift taraflı bir sayaç sistemi şebekeye satabilir. Yani güneş enerjisiyle ürettiği enerjiyi , aynı nasıl biz elektrik enerjisi kullandıkça sayacımız ileriye doğru gidiyor, güneş enerjisi de elektrik ürettikçe sayaç geriye doğru çalışıyor. Bu şekilde bir aylık ihtiyacın tamamı veya bir kısmı bu şekilde karşılanabiliyor. TAVIR : Bilgisayar oyunlarına gelelim. BARIŞ YÜKSEL : Düzen kendi ürettiği oyunlarla, insanları bağımlı hale getirdiği oyunlarla kendi kültürlerini dayatıyor. İnsanlar saatlerce bilgisayar başından kalkmıyor. Menajerlik oyunlarından savaş oyunlarına kadar günün büyük çoğunluğu bu oyunlarda geçiyor. Hem kültürel olarak yozlaşmayı temsil eden oyunlar oluyor. Biz burada da kendi atağımızı koymak istiyoruz. Halkın mücadelesini, devrimcileri anlatan bir oyun yapmak istiyoruz. Şöyle bir şey düşünülebilir; oyunlar genel olarak insanları yalnızlaştırmaya iten şeyler. Biz aslında bilgisayar başında veya daha dar bir ortamda


48-51 muhendis rop_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:51 PM Page 51

bulunmasın da çıkıp sokakta beraber mücadele etmesini istiyoruz. Ama buna rağmen neden oyun yapıyorsunuz sorusunu şöyle cevaplayabiliriz: bilgisayar oyunu oynayan insanı ‘’bilgisayar oynama’’ demenin dışında bir alternatif göstermemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bizi anlatan, doğruyu temsil eden bir oyun insanları bir şekilde etkileyecektir. Bize, devrimcilere, mücadeleye yakınlaştıracaktır. Biz de bunu Taksim üzerinden somutlamayı düşünüyoruz. Çünkü ayaklanmayı anlatan, şu anda hala Berkin için haftalarca eylemler yapılmaya devam ediliyor, her hafta birileri gözaltına alınıyor. Bu mücadele hala devam ediyor. Biz devrimciler de haklı bir konu olarak görüyoruz, görmeye devam edeceğiz. Bunun üzerinden somutlamayı düşündüğümüz bir oyun. TAVIR : Yani oyunun içeriği Taksim Ayaklanması’’yla mı ilgili. BARIŞ YÜKSEL: Muhtemelen öyle olacak.

okuyor ve buradan nasıl bilgi ediniyor? Buradan; 1) Düzenin sürmesini isteyen, saçma sapan, insanı bireycileştiren, insanın çıkarcı düşüncesini daha da arttıran bunlar gibi şeylerin karşısına biz diyoruz ki gerçekten insanlığı temsil eden halkın çıkarları için, halkın ihtiyaçlarını öngören ve mücadeleyi de öneren ….. TAVIR : Bilgisayar oyununa dair ekleyeceğiniz bir şey var mı? BARIŞ YÜKSEL: Yok. TAVIR : Son olarak bu kadar projenin olması aslında düzenin karşısında çok ciddi bir alternatifi ortaya koyuyor ama baskılarda eksik olmayacak. Faşizmin baskısı, gözaltıları, terörü eksik olmayacaktır. Bildiğimiz kadarıyla halkın Mühendis ve Mimarlarından Egemen Akkuş tutsak. BARIŞ YÜKSEL: Sadece Egemen değil. Egemen, Ali Erdoğan (İnşaat Mühendisi) ve Erkin Kocaman (Kimya Mühendisi Öğrencisi). Şu an üç arkadaşımız tutsak.

TAVIR : O hangi aşamada şu an? BARIŞ YÜKSEL: Basit bir prototipini kararlaştıracağız ama senaryonun kurgusunu zenginleştirmeye çalışıyoruz. Daha fazla üzerinde kafa yorup daha nitelikli bir şey oluşturmaya çalışıyoruz. Bizim oyunumuz olacak. Mümkün olduğu kadar iyi ve nitelikli bir şey yapmaya çalışıyoruz. TAVIR : Peki bunun dağıtımı nasıl olacak? BARIŞ YÜKSEL: Daha onu kararlaştırmadık ama düşündüğümüz ücretsiz olabilecek herkesin oynayabileceği bir yere, herkese açık bir şekilde ayarlamayı düşünüyoruz. Kar elde etmek için veya para kazanmak için değil. İnsanlara doğruyu anlatmanın bir aracı olarak kullanacağız. MEHMET GÖÇEBE : İnsanlar kitap okuyor, dergi okuyor, gazete okuyor ama hangi gazeteyi, hangi kitabı, hangi dergiyi

TAVIR : Onlara dair söylemek istedikleriniz nelerdir? BARIŞ ÖNAL : Bütün bu projelerin, bütün bu çalışmalarımızın; faşizme karşı, emperyalizme karşı verilen tüm mücadeleler n bir bedeli var. Devrimciler yıllardı tehdit ediliyorlar. Halkın Mühendis ve Mimarları da bu bedelleri ödemiş, Eda Yüksel’lerden, Yücel Şimşek’lerden bu emaneti devralmış insanlarız biz. Daha önce yine Halkın Mühendis ve Mimarları’ndan tutsak düşen arkadaşlarımız oldu, gözaltına alınanlar oldu. Berkin Elvan için yapılan bir eylemde arkadaşlarımız gözaltına alındı. Bu ülkede bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi veriliyorsa bunun bedelleri de var. Biz de bu biçimiyle tutsak veriyoruz. Bunun da bedelleri olacak. Bunların hiçbirisi bizim bu projeleri hayata geçirmemizde herhangi bir engel oluşturmayacak. Nasıl ki bugün yüzlerce devrimci hapishanelerde özgür tutsak cephesinde direniyorsa bize de bu düştüğü zaman biz-

de aynı şekilde mücadelemize direnişimize devam edeceğiz. Faşizmle yönetilen ülkede yaşadığımız gerçekliğini bilerek bu projeleri bu adımları atıyoruz. BARIŞ YÜKSEL: Biz bunu kolektif bir şekilde yapmak istiyoruz., yapacağız. Bu kolektivizm içerisinde tutsak arkadaşlarımızda olacaktır. Fikirleriyle, yazılarıyla, her türlü katkıyı bize sunacaklardır. Grup Yorum elemanları mesela Ayfer tutsakken kendi sesiyle albümde yer aldı. Kolektivizmin bir parçası olduğunu hem düşmanın engellemelerine rağmen Yorum albümünde bunu hissettirdi veya Seçkin, şimdi Gamze Abla ve Veysel ağabey yazılarıyla, orada ürettikleriyle Tavır’da veya diğer çalışmalarda oluyorsa; bizde aynı şekilde kolektivizmi aynı şekilde içerideki tutsak arkadaşlarımızla vereceğiz. MEHMET GÖÇEBE : Bu ülkede hiçbir zaman baskılar, saldırılar eksik olmadı. Mücadele yükseldikçe de bu baskılar yükselecektir. Ancak bugünkü haklarımız daha iyi. Bu mücadeleyle elde edilmiştir. Projelerimizi hayata geçirirken temel olarak meşruluğu alırız. Ve hep şunu sorarız; Kimin için, kime hizmet ediyoruz? İşte bizim yolumuzu çizen bu! Yani meşruysa, orada faşizmin yasaları karşı da olsa biz o meşruluğu temel alırız. Bu temelde hareket ederiz. Kendimize sosyalist ve devrimci diyorsak; devrimciliği ve sosyalistliği sınıfsallıktan asla soyutlamayız. Temelimizde sınıfsal temelde olur. TAVIR : Bizim soracaklarımız bu kadar. Ekleyeceğiniz bir şey var mı? MEHMET GÖÇEBE : Çalışma alanında başarılar diliyoruz. TAVIR : Biz teşekkür ediyoruz. q

şubAT-mART 2014| TAVIR | 51


52_29-30 ellerimi tut 3/6/14 3:13 PM Page 52

nota nota

agire cengiza (newroz) grup yorum

MIDI 01

1

MIDI 01 5

MIDI 01 9

MIDI 01 13

MIDI 01 17

MIDI 01 21

MIDI 01 25

MIDI 01 29

MIDI 01 33

MIDI 01 37

MIDI 01 41

MIDI 01 45

52 | TAVIR | şubAT-mART 2014

bı lilandina xoşkan bı qerina dayıkan bı agıre cengiza tu bı xer hati hey newroz jı bo azadiya gelan jı bo xwina şehidan jı bo jiyana jinan tu bı xer hati hey newroz newroz gula malaye newroz hesre daykayı tu evina dılayı tu bı xer hati hey newroz

söz-müzik: grup yorum


53-55 kültsen_sablon 3/6/14 2:53 PM Page 53

makale

makale

sanata saldırılara karşı barikat mehmet esatoğlu

Sanat alanına karşı AKP hükümetinin uygulamalarına tepkiler giderek büyüyor. Heykel ve tiyatro alanlarına başlayan heykel kırma, yıkma, oyun sansürleme, engelleme, yasaklama giderek, karikatür yasaklama ve yargılama, operayı, baleyi, senfonik orkestraları yok etme kıyımına dönüşünce sanat çevreleri de bu duruma tepkilerini yükseltmeye başladı. İki yıldır Dikili’de Türkiye Tiyatrolar Birliği toplantılarında ele alınan ve gündeme getirilen tartışmalar 19 tiyatro örgütünün bir araya gelmesiyle oluşturulan Tiyatro Platformu ve Bursa’da 2012 yılında düzenlenen çalıştayın ardından sanat alanının sorunları ve AKP hükümetinin tüm alanı yok etmek üzere hazırladığı TÜSAK yasa taslağına karşı tepkiler çeşitli kentlerde düzenlenen toplantılarda ele alınmaya ve karşı tepkiler örgütlenmeye başladı. Geçtiğimiz Ocak ayında Ankara’da Türkiye Barolar Birliği’nin düzenlediği “Hukuk Sanat Buluşması” nın ardından Şubat ayının üçüncü haftası Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’nın (Kültür-Sanat-Sen) düzenlediği toplantı İstanbul’da 18-19-20 Şubat 2014 günlerinde gerçekleşti. ' Kültür ve Sanata Siyasi ve Ekonomik Müdahalelere Karşı Alternatiflerimiz” adı altında düzenlenen ve üç gün süren çalıştayda Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından üzerinde çalışılan 'Türkiye Sanat Kurulu' (TÜSAK) kurulması ile bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı taslağı masaya yatırıldı.

Yirmi dokuz sanat örgütlenmesinden temsilcilerin katıldığı Çalıştay 18 Şubat günü Karaköy’deki Mimarlar Odası’nda KültürSanat-Sen Başkanı Yavuz Demirkaya’nın açış konuşmasıyla başladı. Mevcut iktidarın kültür ve sanata müdahalelerine karşı alternatif yaklaşımlar oluşturmak hedefiyle bir çalıştay düzenlendiğini söyleyen Demirkaya, taşeronlaştırmanın bir devlet politikası haline geldiği günümüzde gerçekleşen çalıştayın işlevine dikkat çekti. İktidarın on iki yıllık icraatı süresinde özelleştirilmeyen kurum bırakmadığını anlatan Demirkaya, bu kurumlarda çalışan emekçilere hükümetin ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası izlediğini belirtti. Toplam 40 konuşmacının söz aldığı çalıştayda başkan Demirkaya’nın ardından yazar, düşünür Aydın Çubukçu söz aldı. Çubukçu kültür-sanat alanında yaşanan son gelişmelerin siyasal sosyal alandaki gelişmelerle yakın ilgisi olduğuna dikkati çekti. “İktidar gereksinmeleri yolunda sanat alanını disipline etmeye çalışmaktadır” saptamasını yapan Çubukçu iki dünya tasarımı arasındaki çatışmanın giderek sertleşme yoluna girdiğini belirtti. Ortak bir politika ve program ışığında örgütlenemedikçe iktidarı geriletmenin mümkün olmadığına vurgu yapan Çubukçu, bu mücadelede toplumsal güçlerin dayanışmasının yaşamsal bir önemi olduğunu ifade etti. Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) adına ise yazar Hakkı Zariç konuştu. AKP iktidarının sanat alanındaki garip uygulamalarının edebiyat cephesindeki yansımalarını anlatarak konuşmasına başlayan Zariç, ülke

çapında şiddeti her gün artan sansürün boyutlarını da örneklerle ortaya koydu. Sanat alanının darbelere maruz kalan alanlarından biri de plastik sanatlardı. AKP iktidarının “içine tükürürüm” sözleriyle ilk günlerinden itibaren cephe aldığı başta heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yapıtları olmak üzere onlarca heykeli yok ettiği alan adına iki örgütten katılım vardı. Bunlardan biri Heykeltıraşlar Derneği, diğeri yüz dört yıldır yaşayan bir kurum olan Güzel Sanatlar Birliği Resim Derneği. Heykeltıraşlar Dernegi adına konuşan başkan Metin Yergin heykel alanının da taşeronlaşmadan nasibini aldığını belirtti. Sanat alanının üreticisi olan sanatçıların yöneticisi de olması gerektiğini ifade eden Yergin, yeni çıkarılmak istenen TÜSAK yasasının bunun tam tersi bir yönetim biçimi hedeflediğine dikkati çekti. Güzel Sanatlar Birliği Resim Derneği adına söz alan ressam Nazan Akpınar ise 104 yıllık bir dernek olarak, TÜSAK yasa taslağının tamamına karşı olduklarını söyledi. TÜSAK’ın sanat alanının hiçbir sorununa çözüm getirme hedefi olmadığını bugüne dek plastik sanatlar alanında tüm hakların yoğun hukuksal mücadelelerle elde edildiğine dikkati çekti. Red Fotoğraf grubu son yıllarda ülke çapında sosyal ve politik olayları belgeleyen bir sanat örgütlenmesi. Gerek çektikleri fotoğraflar gerekse yaratıcı sergi biçimleriyle adını duyuran fotoğraf grubu adına Özcan Yaman söz aldı.

şubat-mart 2014 | taVIr | 53


53-55 kültsen_sablon 3/6/14 2:53 PM Page 54

Yaman günümüzde iktidarla sanat alanının arasında yaşanan sorunların bir başka ucunda da sermayenin durduğuna dikkati çekerek başladığı konuşmasında sosyal devletin sağlık, eğitim ve sanat alanında tutumuyla kendini ortaya koyacağını ancak ülkemizde en yoğun özelleştirme girişimlerinin bu alanlarda yaşandığını anlattı. Kentsel dönüşüm üzerinde yoğun saldırıların Gezi direnişi ile engellediğini belirten Özcan, yaşanan sorunlara çözüm için 1990’dan bu yana hazırlanmış bir dolu önermelerin, yasa taslaklarının görmezden gelindiğini ifade etti. Oyuncu Janset Paçal ise yaşanan olumsuz gelişmeler konusunda sanat alanının da edilgenliğinin payının olduğunu anlatarak sinemada kamera önü ve arkasındaki güçlerin ayrı ayrı örgütlenmelere giderek alanın saldırılara güçlü tepki vermesine engel olduğunu belirtti. Sinema alanından bir başka konuşmacı da Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği (ÇASOD) adına söz alan oyuncu Can Kolukısa’ydı. Kolukısa sorunları uluslararası arenaya taşımamız gerektiğine vurgu yaparak yetmiş ülkede sanatçı hakları ve telif ödemeleri kusursuz işlerken bizde hala en küçük adımın atılamadığına dikkati çekti. Senaristler adına söz alan yazar Tamer Baran TÜSAK yasalaşsa bile bunu durdurmak için sürekli muhalefet yapmayı önerdi. Birinci günün son konuşmacısı müzisyen Ertuğrul Köse oldu. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası adına konuşan Köse “İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) den kısa bir süre tadilat için çıkarıldık yıllar oldu geri dönemiyoruz” sözleriyle yakındı. İktidar mensuplarının müzisyenlerden bale sanatçılarına tüm alandaki sanat insanlarına ağır hakaretler savurduklarını anlatan Köse, senfoni orkestrasının son yıllarda çok kötü koşullarda prova yaptığını, mekandan enstrümana zorlu koşullarla boğuşarak konserler verdiklerini belirtti.

54 | taVIr | şubat-mart 2014

İlk günün programda olmayan konuşmalardan birini eleştirmen Vecdi Sayar yaptı. Sayar konuşmasında 90’lı yıllardaki Özerk Sanat Konseyi (ÖSK) sürecini anlattı. Dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın çabalarına rağmen konseyin işler haline getirilmesine CHP’li bürokratların engel olduğunu anlatan Sayar, hazırlanan TÜSAK yasa taslağının içeriği boşaltılmış bir ÖSK taslağı olduğunu belirtti. Bir diğer program dışı konuşmayı da mimar Kubilay Önal yaptı. Önal konuşmasında kültür ve turizmin aynı bakanlıkta olmasının sakıncalarından söz etti. Mimarlar üzerinde de her gün yeni yönetmeliklerle çeşitli oyunların oynandığını anlatan Önal TÜSAK’a karşı mimarların da sessiz kalmayacağını belirtti. Karikatürist Canol Kocagöz de çalıştaya sanat alanının özerkleşmesini konu alan bir bildiri yolladı. Devlet Tiyatrosu sanatçısı Atsız Karaduman ise Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sergilenen Necip Fazıl’ın “Para” adlı oyununun sansürlendiğini bu durumun tutanaklara geçmesini talep etti. Çalıştayın ikinci gününde operacılar ve tiyatrocuların konuşmaları vardı. Günün çarpıcı konuşmalarından birini yapan oyuncu Orhan Aydın, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde sanatçıları sokak eylemliliğine ve AKM’yi geri almaya çağırdı. İkinci gün ayrıca Opera Solistleri Derneği Başkanı Arda Aktar, opera solisti Müjgan Özçay, oyuncu Gülhan Kadim, Berfin Zenderlioğlu, Nedim Saban, Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği DETİS Başkanı Mehmet Ege, Tiyatro Opera, Bale Vakfı (TOBAV) başkanı Tamer Levent, Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği (TOMEB) yöneticisi Hicran Yavuz, yönetmen Yücel Erten, Ragıp Yavuz, oyuncu Orhan Kurtuldu TÜSAK yasa taslağının çeşitli yönlerini değerlendiren konuşmalar yaptılar. Oyuncu Orhan Aydın konuşmasında “TÜSAK’ın bir düşmanlık olduğunu söylüyor ve tartışılmaz buluyoruz, tamamen reddediyoruz. Başından beri söylediğimiz bir şey

vardı. Kültür ve doğa varlıklarının hepsi kaptırıldı. Toplantı ve gösterilerle bu durumu paylaştık. Geldiğimiz noktada kendimizi sorgulamalıyız, yoğun bir geç kalmışlık var. TÜSAK hiç bir şekilde tartışılamaz, ret ediyoruz. Bakanlığın hiç bir çağrısına gidilmemeli. Yapılması gereken tasarı çalışmasıdır. TOBAV, Özerk Sanat Konseyi ve Kültür Sanat-Sen’in yaptığı çalışmaları, akıl birliği ile tasarılaştırıp net bir deklarasyonu, sistemin yürütücülerine, bütün demokratik kitle örgütlerine deklare etmeliyiz. 27 Mart Dünya Tiyatro Gününde AKM polis karakolu olmuştur bunu kabul etmiyoruz diye haykırmalıyız” derken Bugüne kadar yaşanan sorunları özetleyen ve kültür sanat alanındaki örgütsüzlüğün, saldırılara birlikte cevap üretememenin sonuçlarından bahseden oyuncu-yönetmen Yücel Erten ise anayasal çerçeveden başlayarak, uygar ve çağdaş yasalarla kaynak dağılımını sağlayan özerk bir çatı kurumun oluşturulması, sanat kurum ve kuruluşlarına ayrılacak ödenek ve desteklerin, maddi ve ayni yardımların, çeşitlendirilmesi ve objektif kıstaslara bağlanması, mevcut ve kurulacak sanat kurumlarının her birinin, rasyonel bir yerinden yönetim anlayışı içinde özerk birimlere dönüştürülmesi, yönetim kademelerinin demokratik yöntemlerle belirlenmesi, süreli olması ve pozitif bir yarış atmosferi içinde özgürce üretmelerinin sağlanması gerektiğini söyledi. Üç gün süren çalıştayın son gününe meslek odası, hukuk ve sendikal alandan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu, İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul,TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, Ankara Baro Başkanı Sema Aksoy da katıldı. Çalıştayın 'Sanata Hukuksal Çözümler' konulu bölümünde konuşan Feyzioğlu, Türkiye Barolar Birliği olarak önümüzdeki günlerde alt komisyonlar oluşturarak kanun taslağı üzerinde çalışacaklarını söyledi. Komisyonlarda ortaya koyacakları projeleri, sanat ve hukuk camiası ile birlikte tartışacaklarını kaydeden Feyzi-


53-55 kültsen_sablon 3/6/14 2:53 PM Page 55

oğlu, "Sanatçılarımızın tek yumruk olması gerekiyor. Sanatın ve sanatçının baskıcı iktidarlar tarafından hedef alınmasının iki nedeni var. Birincisi, sanatı serbest bırakırlarsa toplumun kanatlanacağı ve özgürleşen toplumun hak talep etmeye başlayacağı düşüncesidir. İkincisi de bir sanatçının yeri geldiğinde peşinde milyonları sürükleme gücünün bulunmasıdır. Biz tarihi bir adım atarak hukuk ile sanatı buluşturduk” diye konuştu. Kamu Emekçileri Sendikaları (KESK) adına toplantıya İsmail Hakkı Tombul katıldı. Tombul; “ AKP hükümeti, yukarıdan devlet eliyle, aşağıdan cemaatler ile ülkeyi yeniden dizayn ediyor. Emek sinemasını yok edelim, AVM yapalım anlayışı var, yeni liberal iktisadi anlayış var. Toplumun öncü güçlerinin, sanatçıların bu olaydan etkilenmemesi imkansızdı. Başbakan kızının yaşadığı olaydan sonra ‘tiyatroları özelleştireceğim, bize yük oluyor’ dedi. Gezi Parkı direnişine sanatçılar da öncülük etti. AKM bu süreçte karakol haline geldi. Sanatı özgür olmayan bir ülke yaşamın hiç bir alanında özgürleşemez. Toplumun öncü güçleri olan sanatçılar tek başlarına maddi güç değildir. Ezilenler ve emekçilerle toplumu değiştirme gücüne sahiptir. İkisi buluşursa önlerinde kimse duramaz. Ne AKP ne cemaat ne de başka bir şey. Yan yana bir arada mücadele etmek zorundayız. Sanatın özgürleştiği ve sınırlandırılmadığı bir dünya istiyoruz” görüşlerine yer verdi. Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu ise “Kentler ve kültür sömürü ve yağmanın odağı haline gelmiştir. 1980 sonrası neoliberalizmin saldırı politikaları ile doğa, kentler, yağmaya tabi kalmıştır. Kentsel dönüşüm yasaları, ile yaşam alanlarımıza müdahale edilmiştir. İktidar sınırsız bir yağma yetkisini kavuşmuştur. Yağmanın güvencesi için yeni bir anayasa hazırlıyorlar. Estetiğe ve sanata yapılan baskılar devam etmektedir. AKP’nin kültürel varlıklara, her şeye yaptığı baskıya karşı Gezi süreci sıkıntı yaratmıştır. Diktatör ve sansür yasalarının tarihin çöplüğüne atılacağı inancıyla dayanışma duygularım ile selamlıyorum” dedi. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal

“Türkiye bugün sivil diktatörlükle yönetiliyor, Yalanlar üzerine kurulmuş bir sistem. Hukuk devletini geçtim, onun daha gerisinde olan kanun devleti olmayı bile geçti. Böylesine bir siyasi atmosferde, hukuksuzluk ve baskılardan sanatın nasibini almaması düşünülemez. TÜSAK akıl dışı bir olay. Kültür sanat bu şekilde sınırlandırılamaz, bakanlık kurulunun inisiyatifine bırakılamaz. Bu akıldışılığı çok akıllı bir şekilde göstermek gerekiyor. Çok somut eleştiriler getirmek gerekiyor. Böylesi bir durumda ilk yapılması gereken şey, çağdaş ülkelerin modellerini de inceleyerek, sağlam bir rapor hazırlamak, hukuki gerekçeleriyle rapor sunmak gerekir. İstanbul Barosu bu anlamda hizmetinizde, yanınızdadır. Bunlar tarihin çöplüğüne atılacaktır. Bütün bu çalışmaların sonucunda raporu ilgilere ve kamuoyuna sunmak gerek. Bu süreçte ve direnişinizde yanınızdayız” görüşlerine yer verdi. Üçüncü günün konuşmacıları arasında Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölüm Başkanı Doç. Müride Sun Aksan, Opera sanatçısı Prof. Mesut İtku da vardı. Aksan 1917 Ekim Devrimi sonrası Sovyetler Birliği’ndeki sanat eğitiminden örnekler verdiği konuşmasında ülkemizde ise bunun tam tersi bir belirsiz eğitim modelinin geçerli olduğundan yakındı. İktu ise opera ve bale alanında geçerli yasa ve yönetmeliklerin alana engel çıkarmaktan başka bir işlevi olmadığını savundu. Eleştirmen Üstün Akmen, yönetmen Ragıp Yavuz ve yazar Tarık Günersel sanat alanındaki yasaklamalar ve gittikçe katılaşan sansürden örnekler anlattılar. Gazeteci ve yazar Hayati Asılyazıcı ise basın alanının günümüzde yoğun baskıdan görevini yapamaz bir duruma düştüğünü ifade etti. Çalıştayın kapanışında yönetmen Tamer Levent TÜSAK yasa taslağına karşı çıkarken sanat alanını 657 sayılı yasa cenderesinden çıkarmak için de harekete geçilmesi çağrısını yaptı.

Başkanı Yavuz Demirkaya bir değerlendirme konuşması yaptı. Demirkaya konuşmasında “önlerine ne çıkarsa bütün sürece müdahale eden bir AKP hükümeti ile karşı karşıyayız. Sanatçıları piyasaya mahkum ederek, sendikadan güvenceden mahrum ediyorlar. Sanatı kontrol etmek istiyorlar, para kazanmak istiyorlar. Başbakanın sanatçısı, yani kralın soytarısını yaratmaya çalışıyorlar. AKP’nin emek mücadelesine karşı yoğun organizasyonun başında taşeronlaştırma geliyor. Genel ahlak kurallarını yansıtmaya çalışıyorlar. Biz o gömleği giymeyecegiz. Bu süreçte taşeoranlaştırma çalışmaları, sendikasızlaştırmayı da getirecek. Emek sinemasında direndik, direneceğiz. Seka’da, Petlas’da aynı şeyi yaptı. ‘Zarar’ dedi, rekabet durumuna getirdi. Kar-zarar güdüsü ile bizim alanlarımıza bakılmasını reddediyoruz. Belediyeler ve AKP arasında sanat politikasında birlik yok, rant açmak var. Arkadaşlarımızı yasa olmadan her yerde görevlendiriyorlar. İlahi okutuyorlar, açılışlara gönderiyorlar, bunlara yasal çerçeve koyup emeklerini sömürüyorlar. Avrupa Belediyeleri ile buradaki belediyeleri kıyaslayacak kadar cahiller. Kütüphaneleri devretmek ve müzeleri devretmek için uğraşıyorlar. Karşımızda örgütlü bir siyasi iktidar var. O önerileri AKP ile tartışmanın fayda getireceğini sanmıyorum. Sendikanın tek bir hedefi var; TÜSAK’ı geri çekin. Biz o masaya oturursak da ‘TÜSAK’ı geri çek’ diyeceğiz. Sendika olarak da alternatifimiz şu demeyeceğiz. Çekmediği takdirde oturup konuşacak bir şey yok. TÜSAK geri çekilmezse, süresiz grev kararı alırız. Bu iktidarı bu yaklaşımla birlikte göndermenin zamanı gelmişti. Gezi ile bu süreç başlamıştır.” Çalıştayın bitiminde sonuç bildirgesi katılımcılar ve kamuoyu ile paylaşılarak önümüzdeki günlerde yoğunlaşacak eylemliliklere katılım çağrısı yapıldı. q

Toplantının kapanışında Kültür Sanat Sen

şubat-mart 2014 | taVIr | 55


56-57 sondan sonra_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:56 PM Page 54

tiyatro tiyatro

bir faşistin tipolojisi: sondan sonra deniz ekin

Duru Tiyatro'da Dennis Kelly'nin yazdığı, Füsun Günersel'in çevirdiği ve yönetmenliğini Emre Kınay'ın yaptığı Sondan Sonra isimli oyunu izledik. Emre Kınay ve Ahu Türkpençe'nin oynadığı oyun, 11 Eylül olaylarının ardından Amerikan toplumunda gelişen terörizm paronoyası ve bu olayla birlikte artan faşizan eğilimleri konu alıyor. Oyunun başında bir nükleer saldırı gerçekleşiyor, bu saldırıda birçok insan ölüyor ve her yanı radyoaktif toz bulutu kaplıyor. Mark'ın yeni aldığı evin bir sığınağı bulunuyor ve Mark bu saldırıda Louise'i sığınağına almayı başarıyor. Oyunun ilerleyen dakikalarında, söylemlerinden Louise'i sevdiğini anlayacağımız Mark önceleri yiyeceklerini Louise ile paylaşıyor. Onun kaygılarını azaltmaya çalışıyor. Mark bir yandan da Amerikan toplumunun faşist kafatasçı yapısını temsil ediyor ve oyunun bir yerinde Louise'e; "Bu saldırıyı yapanlar mutlaka sakallıdırlar... Güçlü ve iyi toplumlar dünyadaki zayıf toplumları onların iyiliği için kontrol etmelidir... Biz gücümüzü yeterince iyi kullanmadık. Teröristlere daha katı davranmak şart." diyor. Mark'tan korkan ama onunla birlikte bu sığınakta hayatta kalma mücadelesi veren Louise zor günler yaşıyor. Mark ise giderek, kendi isteklerini dayatmaya başlıyor. Basit bir oyun oynama meselesinde dahi, kendi istediği için sırf Louise'in onunla oyun oynamasını bekliyor; Louise oyun oynamadığında ise onu yemekle tehdit ediyor ve yemeği-

54 | TAVIR | şubAT-mART 2014


56-57 sondan sonra_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:56 PM Page 55

ni kesiyor. Mark bir süre sonra sığınaktaki tüm yemekleri saklıyor, kendi yiyor Louise'e vermiyor. Mark giderek daha da saldırganlaşıyor. Artık Louise'e psikolojik ve fizyolojik anlamda zarar vermeye başlıyor. Mark kendi isteklerini dayatıyor ve bu saldırıları son noktasında tecavüze kadar uzanıyor. Dennis Kelly'nin yazdığı bu oyun bir faşistin tipolojisini ve Amerikan toplumunun paronayak ruh halini çok net ortaya koyuyor. Oyunun dekoru en ince ayrıntısına kadar tasarlanmış, sade ve etkileyici bir biçimde oluşturulmuş. Yabancı bir oyunun Türkiyeli oyuncular tarafından sahnelenmesinin küçük bir handikapı olarak oyunun üslubu yer yer bizim kültürümüze yabancı kalsa da Emre Kınay ve Ahu Türkpençe'nin performansı bunu kapatıyor. Oyunun dramaturjisi öyle güzel örülüyor ve Emre Kınay tarafından öyle güzel oynanıyor ki, Mark'ın giderek faşistleşmesi izleyeni de giderek geren bir hal alıyor. 15 Ocak Çarşamba günü Duru Tiyatro'da izlediğimiz bu oyunun sonuna Emre Kınay Duru Tiyatro'nun yaşadığı sorunlara dair bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: “Konuşmaya başlarken; sizleri rahatsız ettiğimiz için özür dilerim. Bugüne kadar çok komedi oyunu sahne-

ledik, hala daha sergilediğimiz komedi oyunları var ama arada sıra böyle rahatsız edici, faşistleri anlatan oyunlar da sahnelenmeli. Özellikle faşist yöneticilerimizin olduğu bu günlerde bu tür oyunlar daha da anlamlı. Hepinize burada olduğunuz için teşekkür ediyorum, sizlerle biz bir aileyiz bunu samimiyetle söylüyorum ve bu yüzden paylaşmak istiyorum ki; Duru Tiyatro hakkında açılan davayı kazandık, yılbaşından bir gün önce davayı kazandık ve bu sayede uzun bir süreden sonra ilk kez hafta içi bir oyun sergileyebildik. Sizlere de bizi yanlız bırakmadığınız için teşekkür ediyorum.Duru Tiyatro sanat yaşamına devam edecek... Geçtiğimiz zamanda küçük salonumuz ve kullanılmayan bir alanımız dava nihai sonuca varmamasına rağmen kaymakamlık kararı ve kolluk kuvvetlerinin de katılımıyla tahliye edildi. Bu işlem için mahkemenin sonuçlanmasını bile beklemediler. Ama polis arkadaşlara teşekkür ederim gerçekten naziktiler (bu sırada seyirciler gülüyor) Buradan bunu söylüyorum ki; AKP istediği kadar iktidarda kalsın bu onları becerisidir ama onların kültür bakanını tanımıyorum, tiyatroları kapatan biri kültür bakanı olamaz. Kültür Bakanlığı bu yıl içerisinde Genco Erkal'ın, Ferhan Şensoy'un,Müjdat Gezen'in ve bizim tiyatromuzun da olduğu birçok tiyatroyu ödenek vermeyerek cezalandırdı. Hayatında tiyatroya kaç kere gittiğini bilme-

diğim Ömer Çelik adındaki Kültür Bakanı benim ustalarımı cezalandıramaz. O kişi hiç tiyatroya gidiyor mu bilmiyorum, ya da gitse de anlar mı bilmiyorum çünkü tiyatroyu anlayacak birinin yapabileceği şeyler değil bunlar. AKP iktidarı döneminde Cumhuriyet tarihinde bir rekor kırıldı. İçerisinde Muammer Karaca Tiyatrosu, Şinasi ve Akün Sahneleri'nin de bulunduğu 16 tane tiyatro kapatıldı. Tam 5000 tiyatro koltuğu bugün yok. Bu yapılanın eşine ancak 1938 Hitler faşizmi zamanında rastlanır. Tiyatrolara yardım yapmamakla bizi tehdit ediyorlar. Biz onlardan zaten yardım beklemiyoruz, her zaman diyoruz ki yardım yapacağınıza tiyatro binası yapın, oyun sahneleyebilecek bir yerimiz olsun. Size burada söz veriyorum onlar yönetimde olduğu sürece hiç bir kültür bakanlarını tanımayacağım. Duru Tiyatro’yu kapatmak bilek ister. Biz sizden güç alıyoruz, geldiğiniz için hepinize teşekür ediyorum.” diyerek AKP faşizmini teşhir etti.. Emre Kınay bu konuşmasının ardından dakikalarca alkışlandı. Sondan Sonra oyunu, faşizmin yarattığı insan tipini ve Amerikan toplumunun ruh halini anlamak için izlenmesi gereken bir oyun. Sondan Sonra oyun programı www.durutiyatro.com adresinden takip edilebilir. q

şubAT-mART 2014| TAVIR | 55


58 burasi cayan_29-30 ellerimi tut 3/6/14 2:56 PM Page 58

kitap kitap

burası çayan leyla güney

baren duvarlara nakşedilmiş “Burası Çayan” yazıları karşılar sizi. "Burası Çayan" denilerek vurgulanmak istenen Çayan'ın tarihidir. Her biri birer sanat eseri olan duvar yazılamaları daha ilk anda çeker alır sizi bu tarihin içine. Dayı'nın ayak izlerine basarak ilerlediğiniz tarih yolculuğunda Hüseyin Aksoylar, Mehmet Salgınlar, Yücel Şimşekler, Aşur Korkmazlar, Orhan Oğurlar, Metin Keskinler çıkar karşınıza. Onlar Çayan'ın toprağa düşmüş fidanlarıdır.

On beş milyonluk İstanbul’da dört parsellik bir arazidir Çayan Mahallesi. Kapladığı alan küçüktür fakat parası olanın borusunun öttüğü şu kapitalist dünyada halkın ellerinin yarattığı bir abide gibidir şehrin orta yerinde. Neleri neleri yaratmıştır o derya deniz halkın elleri.Yeter ki kolundan bir tutan olsun, yeter ki bir yol gösteren… Çayan halkın emekçi elleri, kardeş elleri, inançlı elleridir. Çayan devrimci irade demektir, örgütlülüktür. Çayan emektir, ısrardır, azimdir. Çayan halk sevgisi, Çayan halkın gücünü açığa çıkartan cüret demektir. Çayan dört parsellik bir arazide yükselen yaşamla, haramilerin saltanatına bir gün mutlaka son verecek olmanın ilanı ve iddiasıdır. Mahalleye girdiğiniz andan iti-

58 | TAVIR | şubAT-MART 2014

“Bilen bilmeyenin adını duyduğunda telaffuz etmekte zorlanmadığı Çayan Mahallesi adını Mahir Çayan'dan alıyordu. Halkın genel ifadesiyle gecekondular denen; devletin resmi yazışmasıyla ve konumlamasıyla, Eyüp Belediyesi'ne bağlı, Alibeyköy Güzeltepe, olarak geçen; ancak devrimciler ve tarihi bilenler açısından ise Nurtepe-Çayan Mahallesi diye adlandırılan bir bölgedir bahsi geçen. Bu mahalle konum itibariyle etrafı suyla çevrili olmayan, Mahir'in ada diye ifade ettiği bir geçmişe sahiptir. (...) Çayan'ın kuruluş tarihi '78'dir. Ancak yerleşimler ve yıkıma karşı mücadele 1976 yılından itibaren başlar. Gecekondular yapılır, yıkıma uğrar. Kimi yerde sonuç alınır. Zabıtalar, askerler, arsalara sahip çıkar kabadayılar yer yer müdahalede bulunur. Devrimcilerin iradi müdahalesiyle daha kıyı köşelerde, geçici gecekondu evleri yapılır ve öylece kalır. Ki bu yıllar aynı zamanda anti-faşist mücade-

lenin büyüdüğü, üniversite ve meydanlarda çatışmaların yoğunlaştığı, işyerlerinde grev ve işgallerin hayata geçirildiği yıllardır. Dayı'nnı önderliğindeki Dev-Gençliler, Mahirler'den aldıkları bayrağı onurla dalgalandırırken, hayatın her alanında olmanın savaşmını da veriyorlardı. Bu savaşın en büyüklerinden birisi de, yoksul halkın barınma sorununu çözmek, yeni bir mahalle yaratarak, özlemi duyulan geleceğe dair yaşamın izlerini pratik yönleriyle görebilmekti. Topu topu iki üç evin bulunduğu, ancak devrimcilerin kararlı duruşu ve çatışmaları sonucu ortaya çıkarılan yeni gecekondularla, daha iradi, daha programlı ve daha örgütlü bir yapılaşmanın adımları da atılmaya başlanıyordu."* Burası Çayan kitabı evlerinden parkına, sağlık ocağından okuluna kadar her metrekaresini devrimciler önderliğindeki halkın yarattığı bir mahallenin tarihini anlatıyor. Sadece kol gücüyle yapılan binalar değildir bu kitapta anlatılan. Halkın örgütlü gücünün nasıl da imkansız denileni başardığını, sosyalistlerin halka verdiği değeri, kapitalist kültürle sosyalist kültür arasındaki farkı göreceksiniz bu kitapta. Burası Çayan, dünyada bir ilk olan Çayan Mahallesi'ni anlatması itibariyle mutlaka okunması gereken bir kitap. *Nurtepe Çayan, syf:16-17, Boran Yayınları q


59 çark_sablon 3/6/14 2:58 PM Page 59

izlenim

izlenim

çark ferit gündüz eşini her gördüğünde düşüncelere dalar. Eşinin polis olması, kendi sınıfıyla düzen arasındaki çelişkiyi derinleştirir. Polis gerçeğini daha da somutlaştırır ve eşi de olsa üretenlerin değil sömürenlerin hizmetinde olduğu pratikte kendini gösterir. Leman mesleğinin gereği bir işçi düşmanı olarak şekillenmiş ve nitelik almıştır, dolayısıyla işçi olan kocasıyla da araları açılmaya başlar.

Rauf genç bir cam işçisidir. Yaşamı evden işe işten eve gidip gelmekten ibarettir. Ekmek parası ve geçinmek için bir zorunluluktur bu Rauf için. Rauf ayrıca Leman isimli bir öğrenci ile nişanlıdır. Bir süre sonra evlenir Leman’la. Artık evi geçindirme derdi de vardır. Dert derdi kovalar bitmez, bir işçidir Rauf ne de olsa. Kendisi gibi işçi olan iş arkadaşları için de durum farklı değildir. Her birinin ayrı bir sıkıntısı vardır. Bir arkadaşının babası böbrek hastasıdır ama sigortaları yoktur. Babasını bir hastaneye götürür, burada doktor babasını sigortaları olmadığı için tedavi etmez, bir de üstüne aşağılar. Bunun üzerine Ali babasını başka bir özel hastaneye götürmek zorunda kalır. Babasının ameliyat masrafını ödeyebilmek için büyük miktarda borç para toplar. Ancak parayı getirdiğinde doktor parayı saymaktan başın sağ olsun bile demeye tenezzül etmez.

Kısa süre sonra cam atölyesinin patronu Rauf, Ali ve diğer iki iş arkadaşları dışında herkes işten atılır. Bu durum Rauf’un içine sinmez ve arkadaşları olmadan çalışmayı reddeder. Rauf ve üç arkadaşı da işi bırakıp, diğer arkadaşlarıyla birlikte terk ederler atölyeyi. Hep birlikte iş aramaya koyulurlar. Rauf’un eşi Leman da çalışmak ister. Rauf’un içine pek sinmez, istemez eşinin çalışmasını, ama geçim derdi başka seçenek bırakmaz. Leman “Madem tüketiyorum o halde ben de üretmeliyim” der. Leman kendine bir iş bulur. Leman Polis olur. Rauf da iş aramaya devam etmektedir. Rauf ve emekçi arkadaşları bir tersanede iş bulurlar. İşe başladıklarında, bu iş yerinin grevde olduğunu ve grev kırıcısı olarak kullanıldıklarını anlarlar. Bir grevci onlara seslenir ve uyarır. Rauf haksızlığa gelemez sonuçta kendisi de bir işçidir ve aynı kaderi paylaşmaktadır. Tersanenin patronuyla tartışır ve polisler tarafından atılır tersaneden. Bu yapılan ağrına gider. Öyle ki evde

Rauf arkadaşlarıyla Kazlıçeşme’de deri atölyesinde yeni bir iş bulur. Koşullar çok ağırdır. Köle gibi çalışır öyle çalıştırılırlar. Denetim yoktur, denetim sadece patronların çıkarı içindir. İşçilerin sağlığı önemsizdir. Rauf’un arkadaşının oğlu bir gün çalışırken iş “kazası”na, iş cinayetine kurban gider. Bu İşçilerin sabrını taşıran son damla olur. Tümü atölyeyi terk ederek genel greve geçer, cinayete kurban giden işçi çocuğu taşırlar omuzlarında. Ve yine polisler çıkar karşılarına işçilerin. Leman’dır, Rauf’un karşısındaki… Bekir Yıldız ve Haşmet Zeybek’in yazdığı bu film sivil cunta koşullarında 1987’de Muzaffer Hiçdurmaz tarafından çekilmiştir. Film Polis baskısından gösterime girememiştir. Filmi çekenler ayrıca birçok baskıya maruz kalmışlardır. Ancak ne var ki bu film çekildiktenden 20 gün sonra, Türkiye’nin sivil cunta koşullarında yaşayan Kazlıçeşme Deri Atölyesi işçilerini greve başlamış ve patronlar bu atölyeyi tasfiye etmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla izlenmeye ve öğrenmeye değer bir filmdir. q

şubat 2014 | taVIR | 59


60-61 sicco_29-30 ellerimi tut 3/6/14 3:00 PM Page 60

sinema sinema

belgesel: sicko eda çalışkan

“Rick iki parmağının ucunu da odun keserken makineye kaptırdı. Bir sigortam yoktu. Ne kadar tutacak; nakit ödemek zorunda mı kalacağım; 2-3 bin dolar mı ya da daha mı fazla? -Rick’ in de bir sağlık sigortası yok ve bu yüzden hastane ona bir seçenek sundu: Orta parmağı 60.000 dolara dikeceklerdi ya da yüzük parmağı için 12.000 dolar. Rick ikisini de diktirecek parası olmadığı için serçe parmağının dikilmesini tercih etti.İşte Amerika’da ve Amerika’nın sömürgesi altındaki ülkelerde insanların hayatı paraya bağlıdır.” Sicko: Amerika’ daki sağlık sisteminin ne üze rine kurulduğunu, insanlardan daha fazla para almak için ya da para kaptırmamak için insanların hayatlarıyla oynayan sadece kendi çıkarlarını düşünen bir avuç asalağın nasıl para kazandıklarını anlatan, bilgi sahibi olacağımız güzel bir belgesel. Amerika’da da bizim ülkemizde olduğu gibi sigortayla muayene olabiliyorsunuz ya da tedavi olabiliyorsunuz. Eğer sigortanız yoksa tedavi olabilmek için tonlarca para ödemek zorundasınız. Paranız da yoksa ölüme terkedilirsiniz. Ve Amerika’da milyonlarca insanın sağlık sigortası yok ve binlerce insan bu yüzden ölüyor. Amerika’yı her yerde överler çok çağdaş bir ülke-

60 | TAVIR | şubAT-mART 2014


60-61 sicco_29-30 ellerimi tut 3/6/14 3:00 PM Page 61

dir, demokratiktir, her imkân vardır, elimizin altındadır diye. Oysa o görkemli gökdelenlerin, o ışıkların, sarayların altında büyük bir açlık, yoksulluk ve yozlaşma vardır. Kan üzerine kurulu bir devlettir Amerika. Sadece sağlık sistemini ele alırsak hasta belgeselinden yola çıkarak Amerika’yı ve dünyada yarattığı sistemi çok net anlayabiliriz. Sağlık eşittir para demektir bu sistemde. Belli sağlık sigortası şirketleri vardır (blue, horrizon, sigma poliçesi vs.) ve ücretsiz tedavi olabilmek için mutlaka sigortanızın olması gerekir. Sigortanız olduğu için her sağlık sorunu ücretsiz tedavi edilir diye bir kural ya da bir yasa yoktur. Belirli hastalıkların tedavisinde ücret ödenmeyeceğini de kural olarak koymuşlardır. Mesela bu hastalıklara örnek verecek olursak: Şeker hastalığı, kalp hastalığı ve kanser... İnsanların hayati riskinin çok olduğu tedavisi ve ilaç masrafları epey pahalı olan hastalıklar. Sadece belli hastalıkları tedavi etmemek değil yaptıkları. Durumu çok ciddi olan insanların tedavisi için kurulda ret kararı veriyorlar ya da en ciddi hastalıkları yokmuş gibi gösteriyorlar. Ve birçok insanın ölümüne yol açıyorlar. Sigorta şirketlerindeki hastaların du-

rumunu inceleyen doktorlar, sağlıkçılar, asistanlar hepsi şirkete daha fazla nasıl para kazandırabilirim derdindedirler ve ne kadar az hastayı ücretsiz tedavi ettirirlerse o kadar iyidir onlar için. Çünkü çok para harcamamış olurlar, milyonlarca insanın parası onların cebinde kalmış olur. Sağlık sigortaları insanların hayatlarını kurtarmak, kolaylaştırmak için değil onları kandırıp paralarını almak içindir. Sigorta şirketlerinde çalışmak, sigorta şirketlerini zenginleştirmek burjuvaların kiralık katilliğini yapmaktır ve ne kadar çok insan ölürse tedavi olmak isteyen insanlara ne kadar çok ret kararı çıkarsa o kadar iyidir onlar için. Nasıl bir sistem olduğunu anlamak için belgeselden şu örneği verebiliriz: 22 yaşında genç bir kız ve boyun kanseri olmuş. Sağlık sigortası kızın tedavi masraflarını karşılamıyor. Gerekçe olarak kıza söyledikleri; 22 yaşındasın ve senin boyun kanseri olmaman gerekirdi. Tedavi etmemelerine neden olan şey 22 yaşında olması... Bilimin, teknolojinin çok ilerlediği söylenen Amerika’da bu kadar saçma bir nedenden kaynaklı insanlar ölebilir. Belgeselde daha demokrat ve sosyalist olan ülkelerle olan kıyaslama-

lar da var. Amerika’da yıllarca insanlar komünizme karşı, sosyalizme karşı kışkırtılmış; hep sosyalizm ve komünizm kötü gösterilmiştir. Oysaki sosyalist bir sistemde her şey insan sağlığı için düşünülmüştür. Sosyalist sistemde insanlar parası olmadığı için ölüme terk edilmez. Her şey eşit ve sağlık da ücretsizdir. Yine belgeselde Küba’ya giden bir grup Küba’yla Amerika’daki ilaç fiyatlarının bir karşılaştırmasını yapıyorlar. Yılllarca Amerikalılara canavar olarak, kötü olarak gösterilen Küba’da ilaçların fiyatı onların nasıl bir ülkede yaşadıklarını bir kez daha yüzüne çarpıyor. Amerika’da 120 dolar ödediği ilacın aynısına Küba’da sadece 5 cent ödeniyor... İnsanın yaşama hakkının bile olmadığı, her şeyin para olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu yalnızca Amerika’nın içinde olduğu bir sistem değil; Amerika’nın sömürgeleştirdiği bütün ülkelerde aynı sistem var. Amerika yalnızca tanklarla toplarla, silahlarla insanları katletmiyor; yarattığı bu sistemin içinde yoksulluktan, açlıktan ölen her insan katledilmiştir ve bunu sorumlusu Amerika’dır. q

şubAT-mART 2014| TAVIR | 61


62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 3/6/14 3:03 PM Page 62

haberler

haberler

Gamze Keşkek Yine Tahliye Edilmedi Gamze Keşkek’in İstanbul 23.Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Çağlayan Adliyesi’nde görülen duruşmasında tahliye kararı çıkmadı. Aynı davadan kaynaklı biraraya gelen Dev-Genç’liler ve Gamze Keşkek’in arkadaşları, İdil Kültür Merkezi çalışanları, GrupYorum elemanları, İdil HalkTiyatrosu Oyuncularının adliye önünde yapmak istediği basın açıklamasına polis saldırdı.Yağmur yağmasına rağmen, açıklama yapmak isteyenleri yerlerde sürükleyerek, joplarla, tekmelerle saldırarak gözaltına almaya çalıştı. Bu saldırılara rağmen adliye önünden ayrılmayan kitle, açıklamasını yaptı. Grup Yorum elemanları da bir konuşma gerçekleştirdi.“Kasalarını dolduranlarla siz aynısınız. Onlardan hesap soramazsınız. Ama onuruyla yaşamak isteyenleri tutuklarsınız, onlara saldırırsınız.”denildi. İdil HalkTiyatrosu ise bütün elemanlarının üstü başı yırtılmasına, kıyafetlerinin ıslanmasına rağmen coşkuyla bir tiyatro oyunu sergiledi. Daha sonra mahkeme salonuna geçildi. Kalabalıktan kaynaklı salona sığmayan seyirciler mahkeme koridorunda bekledi. Mahkemeye Bilgesu Erenus, Mehmet Esatoğlu gibi tiyatrocular da katıldı.

İdil Kültür Merkezi’nde Etkinlikler Devam Ediyor Merkezi'nde gösterilen filme ilgi yoğundu. 25 Ocak Cumartesi günü 18.00 itibariyle yönetmenliğini Ezel Akay'ın yaptığı Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü? filminin gösterimi yapıldı ve ardından Ezel Akay'la söyleşi gerçekleştirildi. 26-30 Ocak tarihleri arasında Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü filminin gösterimine devam edildi. 2 Şubat Pazar günü 19.00 itibariyle Erdal Bayrakoğlu'nun yeni albümü Sesumi Duyacaksun'un tanıtım konseri yapıldı. İlginin yoğun olduğu konserde Erdal Bayrakoğlu yeni albümünden şarkıların yanı sıra Cem Karaca şarkılarını da seslendirdi. 9 Şubat'ta ise Tiyatro Yolcuları "Şeyh Bedreddin Destanı" adlı oyunlarını sergilediler. 11 Şubat'ta Salı İdil Kültür Merkezi'nde 19 Ocak Pazar günü saat 18.00'de günü ise Lal Gece film gösterimi ve ardından filmin yönetHakan Yeşilyurt'un Bize Kalan adlı albümünün tanıtım konseri gerçekleştirildi. İlginin yoğun olduğu konserde meni Reis Çelik ile bir söyleşi gerçekleştirildi. ara ara Grup Yorum da Hakan Yeşilyurt'a eşlik etti. 18-24 Ocak tarihleri arasında 19.00 itibariyle F Tipi Filmin İdil Kültür Merkezi'nde etkinlikler Mart ayı içerisinde de gösterimi yapıldı. Sinemalardan sonra ilk kez İdil Kültür devam edecek. q

62 | TAVIR | şubAT 2014


62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 3/6/14 3:03 PM Page 63

GRUP YORUM GÜNCE 24 Ocak: Amsterdam salon Paradiso'da 1500 kişiye konser verdi. 25 Ocak: Diren Kazova Kazak-Kültür mağazasının açılış etkinliğine katıldı. 1 Şubat: Almanya’nın Aachen kentinde yaklaşık 2000 kişiye seslendi. 2 Şubat: Kocamustafapaşa Dayanışması'nın Berkin Elvan için düzenlediği etkinliğe katıldı. 24-31 Ocak -7 Şubat: Galatasaray Lisesi önünde Halkın Elleri tanıtım konserleri yapıldı. 8 Şubat: İstanbul Gülsuyu Mahallesinde “Yozlaşmaya Karşı Hasan Ferit Halk Şenliği”nde konser verdi. Hasan Ferit Gedik anısına düzenlenen şenliğe yaklaşık 500 kişi katıldı. 12 Şubat: Pendik-Aydos'ta yeni albüm Halkın Elleri'ne dair Grup Yorum’la söyleşi yapıldı. Yaklaşık 600'e yakın kişinin katıldığı söyleşi bir buçuk saat sürdü. 14 Şubat: Diren Kazova Kazak-Kültür binasında 1 aylık açlık grevine başladı. 1 Mart: Kırıkkale Eğitim-Sen'in düzenlediği konserde 600 kişiyle türküler söyledi. 5 Mart: Venezüella Büyükelçiliği’nin Ankara Çankaya Kültür Sanat Merkezi’nde gerkçekleştirdiği anmada, şarkılarını seslendirdi. Uğurlama şarkısını Venezüellalı piyanist Leo Blanco’yla birlikte çaldı.

DUYURULAR 11 Mart: Gazi'de 12 Mart anması için Grup Yorum sokak konseri verecek. 21 Mart: Grup Yorum Sarıgazi'de Newroz ateşi başında olacak.

17 Mart: İstiklal Caddesi üzerindeki Divriği Kültür Derneği önünde saat 13.00'da yapılacak basın açıklamasıyla bir aydır süren açlık grevi sona erecek.

14 Mart: Yurtdışı yasakları ve sanat üzerindeki baskılara karşı saat 19.00'da Tünel'den Galatasaray Lisesi önüne yürüyüş yapılacak. 15 Mart: Tarsus Aşiyan Balo Salonu'nda yapılacak Grup Yorum konseri saat 19.00'da başlayacak. 16 Mart: Antep Kamil Ocak Kapalı Spor Salonu'nda Grup Yorum konseri olacak. Konser saat 18.00'da başlayacak.

Diren!Kazova-Dih Kültür ve Kazak Merkezi Açıldı Kazova direnişi fabrika boşaltılmış olmasına rağmen sürüyor. Direnişin biçimi değişti. Direnişin şekli, amacı değişti ama özü değişmedi. Kazova direnişi patronlara, AKP’ye, tekellere, emperyalizme karşı sürüyor. Patronlar Somuncu ailesi işçilerle uğraşmaya, saldırmaya devam ediyor. İşçilerin icra yoluyla aldıkları makinelerin mülkiyetinin işçilere geçmesini engellemek için bir sürü itiraz yaptılar. Süreci uzattılar. İşçilerin yargılandığı davalar açılmasını sağladılar. Bir devrimciye ceza verilmesini sağladılar. Patronlar bugüne kadar işçileri sömürdükleri yetmiyormuş gibi işçilere saldırmaya devam ediyorlar.

gerçekte mağaza olmayan bir yer açtılar. DİRENKAZOVA – DİH KAZAK VE KÜLTÜR isimli bu yer Şişli Merkez Mahallesi, Abide-i Hürriyet Caddesi Hanımefendi sokak No: 4/ A ŞİŞLİ / İSTANBUL adresinde çalışmaya başladı. Aslında adı üstünde olan bu yerde adından da anlaşılacağı gibi ucuz ve kaliteli kazaklar halka ulaştırılacak. Aynı zamanda ve olması gerektiği gibi burası direnişin içinde doğduğu için direnişin bir kurumu da olacak. Nitekim satış bölümü aynı zamanda direnişini anlatıldığı bir sanat alanına döndürüldü. Satış bölümünün alt katı ise kültür merkezi olarak düzenlenecek. Alt katta bulunan bahçe ise işçiler tarafından yeşillendirildi.

Kazova işçileri patronlara, AKP’ye, tekellere karşı böyle Tamamen beton kaplı bölüm Horasan harcı ile sıvandı, saksıda çiçekler ekildi, yerli tohumlarla üretim yapılacak direniyor. Direniş öğrenerek ve öğreterek sürüyor. küçük bir sera oluşturuldu. Ve bütün bu işler yardımlaşKazova işçileri işgal ettikleri fabrikayı boşaltırken halka ma ve dayanışmayla yapıldı. Halkın, işçilerin, direnenlerin, söz vermişlerdi. Halk için ucuz ve kaliteli kazak üretecek- sanatçıların, aydınların örgütlü faaliyeti bu merkezi ler. Verdikleri sözü tuttular. Ucuz ve kaliteli kazakları hal- yarattı.q ka ulaştırmak için satış mağazası diyebileceğimiz ama

şubAT 2014 | TAVIR | 63


62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 3/6/14 3:03 PM Page 64

haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...

wİdil Halk Tiyatrosu’ndan Sergi İdil Halk Tiyatrosu oyuncuları tutsak elemanları Gamze Keşkek'in Bakırköy Hapishanesi'nde çizdiği tablolardan tutsak ürünler sergisi açtı. Sergi İdil Kültür Merkezi'nde gezilebilir.

inanamadığını belirtti. Arınç, şiirin bir kısmını 'galiz' bularak sansürledi. Öte yandan Nazım Hikmet'in söz konusu şiiri, 19 yaşındayken, Kurtuluş Savaşı döneminde Beyoğlu'nun Yunan bayraklarıyla donatıldığını görmesi üzerine Ağa Camii'nin avlusuna girerek, yazdığı biliniyor.

wGrup Yorum’dan Halkın Elleri Dinletileri Grup Yorum‘un yeni albümü Halkın Elleri'ni halka ulaştırmak amacıyla bir ay süresince Galatasaray Lisesi önünde sokak konserleri gerçekleştirdi. 14 Şubat’ta sonuncusu gerçekleşen konserlere, bir ay boyunca halkın yoğun katılımı oldu.

wTÜSAK Yasa Tasarısı Protesto Edildi İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Yerleşkesi’nde 30 Ocak'ta 14.00-18.30 saatleri arasında yapılacak “Sanat Yönetiminde Yeni Arayışlar, Sanat Konseyi Modeli” konferansında, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından geliştirilen Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa önerisi devlet Tiyatroları'nda çalışan sanatçılar tarafından, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan yeni devlet tiyatroları tasarısı protesto edildi.

wİdil Halk Tiyatrosu Grup Yorum’u Ziyaret Etti Yurtdışı yasaklarına ilişkin bir aylık açlık grevine başlayan Grup Yorum'u İdil Halk Tiyatrosu oyuncuları ziyaret etti. Yaklaşık bir saat süren sohbetin ardından İdil Halk Tiyatrosu oyuncuları tekrar geleceklerini ifade ederek Grup Yorum'un yanından ayrıldı. wSanatçılar Greve Hazırlanıyor Kültür Sanat-Sen’in düzenlediği kültür ve sanat alanına yapılan müdahalelerin tartışıldığı çalıştay, 3 günün sonunda tamamlandı. Üç gün süren çalıştayda konuşmaların ana başlıkları ise TÜSAK ile mücadele edileceği, yasa tasarısına karşı direnileceği ve birlikte hareket edileceği yönündeydi. Kültür Sanat-Sen adına konuşan başkan Yavuz Demirkaya “TÜSAK geri çekilmezse, süresiz grev kararı alırız. Bu iktidarı bu yaklaşımla birlikte göndermenin zamanı gelmişti.” dedi wBülent Arınç’tan Nazım Hikmet’e Sansür 1594'te yapılan Ağa Camii'nin restorasyon sonrası açılışına katılan AKP'li Bülent Arınç, Nazım Hikmet'in Ağa Camii için yazdığı şiirin bir bölümünü de okuyarak, şiiri yazanın Nazım Hikmet olduğunu öğrendiğinde kulaklarına

64 | TAVIR | şubAT 2014

wİstanbul Üniversitesi ÖKM Sahnesi Yıkılıyor İstanbul Üniversitesi ÖKM Sahnesi altyapı ihtiyaçlarını karşılamak bahanesiyle yıkılıp büroya çevrilmek isteniyor. Sahneyi kullanan öğrenci kulüpleri Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi'nin sınav sorularının güvenirliği bahanesiyle sahnelerine alınmıyor. Konuyla ilgili ÖKM Sahnesi ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Tiyatro Kulubü (İÜFFTK) üyeleri 31 Ocak'ta bir bilgilendirme metni yayınlayarak durumu protesto etti. wİdil Halk Tiyatrosu Tutsak Tiyatrocuları İçin Özgürlük İstemeye Devam Ediyor İdil Halk Tiyatrosu oyuncuları tutsak elemanları Veysel Şahin ve Gamze Keşkek'in mahkemesi öncesi, Bakırköy, Şişli-Mecidiyeköy ve Galatasaray'da bildiri dağıtarak mahkemeye çağrıda bulundu. Ayrıca yaklaşık 600 sticker İstanbul'un mahallelerine asıldı.

wKen Loach’a Onur Ödülü 64. Uluslararası Berlin Film Festivali "Berlinale"de, İngiliz yönetmen Ken Loach, Altın Ayı onur ödülüne layık görüldü. Ken Loach, Altın Ayı Ödülü'nün sahibi olmaktan gurur duyduğunu belirterek "Sadece kendim için büyük bir onur değil, filmlerde çalışanlar için de" dedi. wKazova İşçileri Grup Yorum’la Dayanışmak İçin Açlık Grevine Başladı Yurtışı yasaklarının kaldırılması için bir aylık açlık grevine başlayan Grup Yorum’a destek için Kazova işçileri de dönüşümlü olarak açlık grevinde bulunuyor. wAnkara’da Sanat Meclisi Toplantısı Yapıldı 2 Şubat Pazar günü saat 18.00'de Ankara Sanat Tiyatrosu salonunda Ankara'da yaşayan sanatçılar bir araya geldi. Sanat Meclisi'nin İstanbul'da başlayan faaliyetlerini Anadolu'da yaymak için gerçekleştirdiği toplantıların ilki olan Ankara Sanat Meclisi toplantısına Grup Yorum, Mehmet Esatoğlu, Mehmet Özer, Yaşar Gündem, Zerrin Taşpınar, Şenol Tiryaki, Duygu Çivi, Işıl Çivi ve Filiz Tanya’nın da aralarında bulunduğu yaklaşık 50 kişi katıldı. wGrup Yorum direnen Dev-Genç’lileri Ziyaret Etti Grup Yorum Şişli Cevahir önünde, tutsak öğrencilerin serbest bırakılması için çadır açan ve 4 günde 26 kez saldırıya uğrayan Dev-Gençlileri ziyaret ederek direnişte oldukları yerin önünde bir basın açıklaması yaptı. Grup Yorum yaptığı açıklamada Dev-Gençlilerin defalarca saldırıya uğradığını ama bunu basının ve medyanın vermediğini Dev-Genç’in asla yalnız olmadığını ifade ederek Dev- Genç marşını okudu. Eylem çekilen halaylarla son buldu. q




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.