01 merhaba_sablon 5/14/14 12:56 PM Page 9
Merhaba,
Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com tavirdergisi@yandex.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi General Zeki Doğan Mh. İmam Alim Sultan Cad. No: 12/19 Mamak Tel: 0 312 391 37 75 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Hesap No (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma Altın 515 72 82 Baskı Gün Matbaacılık Beşyol Mah. Akasya Sok. No:23 Küçükçekmece/İstanbul 0 (212) 580 63 81 Yayın Türü: Yerel Süreli
Kanla kazanılmış bir bağımsızlıktı, Kurtuluş Savaşı'nın zaferiyle elde edilen. Hani eşelesen karları say ki şehit saçları gelir eline yeşil otlar donunda. Öyle büyük bedel ödedi bu topraklar bağımsızlık için. Sonra? Zulmün tanrılarıyla girilen en aşağılık ilişkiler... Yitirilen bağımsızlıkla birlikte her şeydi... Dört yıldır yeniden dile geliyor "bağımsızlık" türküsü, bu ülkenin en soylu damarından. Yüz binlerdi önce, sonra giderek çoğaldılar. Yorum'un bağımsızlık türkülerine katılan her solukla birlikte ülkenin en büyük halk korosunun sayısı milyona ulaştı bu yıl. Bu onur, bu ülkede bağımsızlığı isteyen tüm halkındır. Bir gün gelecek bütün halkla birlikte söyleyeceğiz bu türküyü. Bir ağızdan, bir yürekten... Bağımsız Türkiye düşümüz değil. Ulaşacağımıza adımız gibi emin olduğumuzdan, düşümüz değil gerçeğimizdir. Ne zaman olacağını bütün bir halk biz belirleyeceğiz. Mehmet'ten Berkin'e yürüdük Taksim'e. 1 Mayıs'ı kana bulayanlar, Taksim'i yine kapatmışlardı Mehmetlere, Berkinlere... Sokaklarda on binlercemizle gaz bulutlarının, mermilerin arasından sıyrılarak atıldık Mehmet'lerin inancıyla Taksim'e doğru. Karanlığın cellatları pusu kursa da, yüzlercemizi gözaltına alsa da, Taksim'e çıkamasak da 1 Mayıs yine bizim oldu, Taksim bizim, tüm meydanlar bizim. Elimizden ebediyen alamayacaklarını bir kez daha gördüler meydanlarımızı... Bir kez daha anladılar Taksim'i onlara vermeyeceğimizi... Mehmet'in de, Berkin'in de yüzünü kara çıkarmadık. Onlarlaydık, bizimleydiler... Dost da bilsin düşman da... Yüreği korkuya bulanmış sendikacılık, particilik, dernekçilik yapanlar da... 1 Mayıs alanıdır Taksim! Aksini iddia eden işçi düşmanıdır, emekçi düşmanıdır. Söz olsun ve dönen de namert: Her 1 Mayıs'ta Taksim'de olacağız! Mayıs'lardan Haziran’lara bu direniş, bu kavga bizim tarihimiz. Yenilerini eklemekten geri durmayacağız. Dostlukla...
02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:56 PM Page 30
3
4
6
10
12
16
18
20
23
ŞİİR hasan hüseyin korkmazgil kızılırmak-1 İZLENİM ferit gündüz bir kez daha bir mayıs İZLENİM serhat soylu bu daha başlangıç, milyonlar olacağız RÖPORTAJ tavır bağımsız türkiye konseri deyince... DENEME efe boztaş o güzel insanlar, sokaklar, meydanlar DENEME ümit ilter yarına yürümek DENEME ümit ilter uçurtmayı vurdular İZLENİM tavır halkların birliği için, dördüncü kez... KELİMELERİN DİLİ tavır protesto ve direniş üzerine
24
27
30 32
34
37
41
43
45
47
DENEME ümit zafer yoz kültür; halkın afyonu, devrimci kültür; halkın sevgisi DENEME deniz korcan şarlo’nun onuru AYIN FOTOĞRAFI mürsel çoban DEĞERLERİMİZ serkan fişek komşuluk KİTAP kırıklar hapishanesi ezilenlerin öğretmeni: paulo freire ANI paluri arzu kal demirci onlar çocuk değil terörist(!) SİNEMA tekirdağ hapishanesi şöhret yolunda GÜNCEL tutsak günışığı elemanları yirmi yıldır susmayan sesimiz: grup günışığı TİYATRO mehmet esatoğlu grev alanında tiyatro günü HABER
ön kapak fotoğrafı: mürsel çoban arka kapak fotoğrafı: fosem ön iç kapak fotoğrafı: fosem ön kapak şiir: enver gökçe
3-siir_sablon 5/14/14 12:57 PM Page 3
kızılırmak-1 hasan hüseyin korkmazgil seninle gelecek-çare yok seninle bu tatlılık ey büyük acı gök incir nasıl ballanırsa acılardan acı koruk nasıl bulursa balların en sarhoşunu o işte o! gel benim darmadağın direncim gücüm emeğim çilem gel gel benim büyük acım gel ve bitir şu işi! kalaylardan mı gelirsin bolivya'lardan rio'nun favelalarından mı ispanya'dan mı viyetnam'dan mı zonguldak kömürlerinden mi gelirsin çukurova'lardan mı yellerle mi gelirsin ateşlerle mi uçarak mı koşarak mı yırtınarak mı gel işte gel gayrı gel gel gel de bitir şu işi elbet bir bildiği var bu çocukların
kolay değil öyle genç ölmek yeşil bir yaprak gibi yüreği koparıp ateşe atmak pek öyle kolay değil hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da yalnız bir bahar çiçeklenir a benim gülüm! elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi yüzümün yaşamak bir köpek gibi tekmelenerek yaşamak öpülüp okşanıp kaldırılarak ne donkarlosun domuz ahırı ne senatör makdoların oda ışığı ne de hacıfışfışın kurban etidir demokrasi demokrasi denilen o haspanın-a benim gülüm lordlar kamarasına açılmaz kapısı beşikteki bebeler bile biliyor bunu artık
biliyor ve unutmuyorlar insan kanıyla işlediğini o teksas tipi demokrasinin elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi yüzümün elbet kolay değil öyle genç ölmek kore bir kan lekesidir akşamlarımızda sızlayan bir kopuk koldur hiroşima uçaklar geçtikçe çırpınan orda uzakdoğu'da gencecik yürekler gibi seğrişir her bahar barış güvercinleri hiroşima çocuklarının burda benim ülkemde titreşip durur yeni barış güvercinleri insan karıştırıyor bazan ölmek mi yaşamak yoksa yaşamak mı ölmek
MAYIS 2014 | TAVIR | 3
4-5 1 mayis_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:57 PM Page 4
anı anı
alacağız seni taksim... ferit gündüz
daha fazla oyalanamazdık. “Hedef Taksim!”di çünkü. Zaman kaybetmeden çıktık Okmeydanı’ndan, ilerledik Şişli’ye doğru. Sloganlarımızı ata ata yürüyorduk Şişli’ye doğru. Halkımız camlardan bizi selamlıyor, alkışlıyordu. Yolda inşaat işçilerine denk geldik, kolaylık dileyerek 1 Mayıslarını kutladık ve “Günlerin bugün getirdiği baskı; zulüm ve kandır. Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez!” diye 1 Mayıs marşını söyleye söyleye ilerledik hedefe doğru. Feriköy’e vardığımızda halkımız camlara çıkıp yine selamladılar bizi, ihtiyaçlarımızı sordular. Halktan biri bizi Feriköy faşistlerine karşı uyardı. Biz faşist devletin kanlı ordusunu karşımıza almışız, üç-beş sivil faşist köpek nedir ki, ezer geçeriz! Zaten tek bir sivil faşiste rastlamadık… Daha sabah erkenden mahallelerin etrafını sarmıştı bile, AKP’nin katil polisleri. Dolayısıyla da Okmeydanı’nda başladık çatışmaya. Azgınca saldırıyorlardı. O an hepimizin aklından geçen belki de Mahir’in “Varsın üstümüze oklar yağsın. Biz doğru bildiğimiz bu yolda sonuna kadar yürüyeceğiz!” sözüydü. Yürüyecektik Taksim’e, çünkü Taksim bizim, Taksim Halkın, Taksim 1 Mayıs alanı. Kimse kendi alanımızı bize yasaklayamazdı, hiç değilse öyle kolay olamayacağını göstermeliydik! Kolay mı öyle yasak koymak? Taksime kadar çatışacaktık; Ekmek, Adalet, Özgürlük için! Özgür Halk ve Bağımsız Vatan için! Evi başına yıkılan yoksul insanlarımız için! Alın teri sömürülen işçiler için! 1 Mayıs 1977’nin ve tüm devrim şehitlerinin hesabını sormak için! Devrim ve Sosyalizm için! Emperyalizme ve faşizme dünyayı dar etmek için! Önderlerimiz Ma-
4 | TAVIR | mAyIS 2014
hir ve Dayı’dan devraldığımız Marksizm-Leninizm’in kızıl bayrağıyla; Mehmet’in koynunda kalan taşları, Berkin’in elindeki sapanı aldık yanımıza düşmana karşı. Şehitlerimizin yolunda kurtuluşa doğru yürümeye başladık, kaldıkları yerden… Sabah saatlerinde dağınıktık. Bir kısmımız Şişli’ye varmıştı bile, biz daha Okmeydanı’ndaydık. Taşlarla, sapanlarla, molotoflarla savaştık düşmana karşı. “Katiller, hepinizden hesap soracağız!” dedik. Bir abimiz Halk Cephesi pankartını hiç düşürmedi elinden. Alnına çatır çatır plastik mermiler isabet ediyordu, her yer gaz bulutuydu; o bir an bile bırakmadı elinden pankartımızı. Hep en öndeydi. Zorlamamızla epey geri çekildiler. Barikatımız yoktu, duvarların arkasını siper ediniyorduk. Çünkü burada
Kurtuluş’a geldik. Burada diğer yoldaşlarımıza ulaştık. Çatışma buradan sürüyordu. 15-20 yoldaşımızın gözaltına alındığını öğrendik. Bedel ödemeden varamazdık hedefe. Gözaltındaki yoldaşlarımızın yerini fazla geçmeden doldurduk, onların kaldığı yerden devam ettik düşmanın üzerine yürümeye. Daha burada da dağınıktık, henüz herkese rastlayamamıştık. Herkesi barikatlardan topladık, buluşma noktası belirledik. Hepimiz bir araya geldikten sonra, daha güçlü yürüdük düşman üzerine. Göğsümüzde Sarı Yıldız, Mehmet ve Berkin’in resmini taşıyorduk. Hepimiz birer Mehmet ve Berkin’dik orada. Kızıl fularımızın ardında onların öfkesini, kinini haykırıyorduk düşmana karşı. Ve dahi umudun adını... “UMUDUN ADI …!” sloganını duyan herkesin gözü bizim üzerimize çevriliyordu. Polisler etrafımızı sarmaya başladı. To-
4-5 1 mayis_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:57 PM Page 5
malar, Akrepler geldi. Bizi biliyor ve korkuyorlardı. Burada da vurduktan sonra çocuk katillerini, ilerledik Taksim istikametine doğru. Şimdi ara bir mahalledeydik, gittikçe yaklaşıyorduk 1 Mayıs alanına. Katil polisler burada da sıkıştırmaya çalıştı bizleri. Toma ve Akrepler tam önümüzdeydi. Sürekli biber gazı fişeği atılıyordu. Geniş bir barikat kurduk. Barikatımız bayağı sağlamdı, ancak mahallede atacak taş yoktu. Elimizdeki olanaklar sınırlıydı. Sapanlılar devredeydi. Sağlam korunuyorduk, ancak karşımızdaki köpeklere yeterince zarar veremiyorduk, gaz içinde boğuluyorduk. Bu mahallede eski Fransız mimarisi bir bina vardı. Onun bahçesinde dolu dolu taş yığını keşfettik. Muhtemelen daha önce orada bulunan binanın yıkıntılarıydı. Çantama doldurdum taşları, barikat biraz ilerideydi. Oraya kadar taşıdım ve yığdım taşları. Herkes kapış kapış aldı, taş yağmuruna tuttu düşmanı barikatın ardından. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Az geri çekildiler. Yine gaz ve Tomanın suyuyla saldırdılar, ama pek işe yaramadı. Kısa süre içinde yine toparlandık hemen. Taş toplamak için hemen ekip oluşturduk. Bahçe uzun süre cephanelik işlevi gördü. Bahçenin sahibi kolaylıklar diledi. Taş toplarken kendisiyle sohbet ettik, bir taraftan da yoldaşlarımız çatışıyor ve taş yetiştirmemiz gerekiyordu. Çantalara, torbalara, bez parçalarına doldurduk taşıdık. Bu sefer daha sağlam saldırıya geçtik. Taşları yere aynı anda yığıp, aynı anda fırlattık. Epey gerilettik, kaçtılar. Bu vesileyle molotoflar ve sapanlar daha sağlam devreye girdi. Tomanın deposunu patlattık. Düşman daha yoğun gaz atıp geri çekildi. Zafer naraları ve sloganlar attık, marşlar söyledik. Aynı esnada halkımızdan biri pencereden yan flütüyle dünya devrim ezgilerini çalıyordu, Çav Bella’dan Enternasyonal’a ve onlardan da Haklıyız Kazanacağız’a uzanan...
Yine ilerledik. Taksim’e çok ama çok yaklaştık. Düşman daha da azgınlaşıyordu. Yukarıdan helikopterle takip ediyorlardı bizi. Tarlabaşı’ndaydık şimdi. Bir kısmımız karşıya geçtik, bir kısmımız geçemeden kaldık. Çünkü etrafı yoğun şekilde çevikler ve Akrepler sardı. Bu sefer sıkıştırıldık. Burada yaralanan ve gözaltına alınan arkadaşlarımız oldu. Taksim’in dibinde olduğumuz için azgınlaşmışlardı iyice. Karşıda nasıl bir kovalamaca olduğunu Tarlabaşından görebiliyorduk. Bizim de etrafımız sarıldı. Bir teyzemiz bizi evine aldı. 15–20 dakika gibi buraya sığındık. Ve arkadaşlarla tekrar bir araya gelip toparlanmak için uğraştık. Kısa süre sonra bir araya geldik yeniden. Yine düşman üzerine ilerledik, bu sefer başka istikametten. Geceye kadar çatıştık yorgunluk nedir bilmeden... Taksim’e giremedik, ama dibine kadar vardık. 1 Mayıs alanımızın o kadar kolay yasaklanamayacağını gösterdik. O yasağı burunlarından getirerek hesap sorduk. Er-geç alacağız Taksim’i. Bu sene mücadelemiz doğrusuyla, eksiğiyle bizimdi. Savaşarak öğrendik, öğrenerek kazanacağız!
Bertolt Brecht’in “Diyalektiğe Övgü”sünü paylaşmak istiyorum, bu anımın sonunda: Şu adımbaşı zulüm kıyım ortamında her egemen yeni bir sömürü peşinde / Şiddet tek güvence. Düzen değişmesin! / Haksızlıklara karşı çıt çıkmıyor ortalıkta ama ezilenleri dinlerseniz, derler ki: / “Dileğimiz gerçekleşemez hiçbir zaman…” / Oysa, yaşam sürüyorsa, dememeli “hiçbir zaman” / Hiçbir zaman kesin değildir kesin sanılan. / Hiçbir şey nasılsa öylece kalamaz, bir gün / buyruktakiler başlayacaktır buyurmaya. / Öyleyse kim diyebilir “hiçbir zaman” / Zulüm sürüp gidiyorsa kimin yüzünden: Bizim! / Bir gün kimin yüzünden yıkılacak: / Gene bizim! / Kim yıkılsa ayağa kalkacak sonunda / ve bir gün mutlaka döğüşecek yenibaştan. / Onu kim durdurabilir bilinçle donanmışsa / Çünkü bugün yenilen yenecektir yarın / Ve hep “bugün” doğacaktır “hiçbir zaman”dan. Halk düşmanları şunu bilsinlerki, diyalektik bizimle! Hakikat bizimle! Kurtulamayacaklar bizden! Bekle bizi Taksim, alacağız seni! q mAyIS 2014| TAVIR | 5
6-9 konser izlenim_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:58 PM Page 6
izlenim izlenim
bu daha başlangıç, milyonlar olacağız serhat soylu
Aylar öncesinden başlamıştık çalışmaya. Bu yıl dördüncüsünü düzenleyecektik büyük buluşmanın. O alanı milyonlarla dolduracak olmanın ayrı bir anlamı vardı bizim için. Haziran ayaklanmasından bu yana milyonlar olduğumuzu alanlarda, meydanlarda birçok kez ispatlamıştık. Şimdi sıra Bağımsız Türkiye konserimizdeydi. 150 bin, 350 bin, 550 bin. Hedef artık milyonlardı. Milyonların Bağımsız Türkiye türkülerini, sloganlarını haykırdığı bir konserdi istediğimiz…
ailemiz yine yanımızdaydı. Mahallelerde, işyerlerinde, okullarda. Kurulan komiteler bulundukları yerlerde konserin duyurusunu yapmaya başlamışlardı bile. Bizim dev finansörlerimiz, satın aldığımız medya patronlarımız yok elbette. Konserimizin kulaktan kulağa fısıltıyla duyurulmaya başlanması bundandır…
Konserin Sloganı Belli Oluyor… Tartışmalara başladık. Ne anlatmalıydı bu konser? Neyi öne çıkarmalıyız? Milyonların sokaklarda taleplerini haykırdığı bir döTarih belli olmuştu: 13 Nisan 2014! Büyük nemde konserimizin sloganı ne olmalıy-
6 | TAVIR | mAyIS 2014
dı? Ekmek, Adalet, Özgürlük! Halkımız bu taleplerle sokakta, yaklaşık bir yıldır. Ekmek de, adalet de, özgürlük de biliyoruz ki Bağımsız Türkiye mücadelesinin zaferi ile halklarımızın olacak. Uzatmanın anlamı yok! İşte dördüncüsünü düzenlediğimiz konserimizin ana sloganı: Ekmek, Adalet, Özgürlük İçin Bağımsız Türkiye Konseri… Biliyorduk ki AKP faşizminin iktidarı dönemi boyunca halka uyguladığı baskı, zulüm; Bağımsız Türkiye özlemini büyütecek. Milyonların talebiyle o alanı hınca
6-9 konser izlenim_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:58 PM Page 7
hınç doldurmamız hiç de zor olmayacak! Çalışmalar Başlıyor… Tüm ülkenin duvarlarını kaplayacak olan afişlerimiz, milyonlarca ele ulaşacak olan bildirilerimizin basılması ile konser tanıtım çalışmaları da başlamış oluyor. İstanbul’un neredeyse tamamında konser tanıtım masalarımız açılıyor, el ilanları ile halkımız konser hakkında bilgilendiriliyor, afişlerimiz duvarlarda yerini almaya başlıyor… Afiş demişken. Bu yıl çalışmalarımız yerel seçimlerle aynı döneme denk geldi. Duvarlarda inanılmaz bir kirlilik. Afişler, pankartlar oy vermeye çağırıyor halkımızı. Bir de bizim afişlerimiz, pankartlarımız var bağımsızlık mücadelesine çağıran. Tüm yalanları, sahtekârlıkları yere çalıyor adeta afişlerimiz, pankartlarımız, el ilanlarımız. Afişlerimiz savaşıyor yani yalanla, dolanla. Konserin tanıtımı için bir internet sitesi açıyoruz, kapatılıyor. Metrobüs-metroya konser tanıtımı vermek istiyoruz, engelleniyor. Basının büyük bir kısmı sansür uy-
guluyor. Facebook hesaplarında sorunlar yaşıyoruz. Kulaktan kulağa yayılıyor konser.
künün sırası geldiğinde hepsi davullarını ellerine almış dizili bir şekilde heyecanla bekliyorlar.
Üç minibüs buluyoruz. Sesli tanıtım aracı yapıyoruz bunları. İstanbul’u mahalle mahalle dolaşıyor bu araçlar. Pankartlar hazırlanıyor son rötuş olarak. Köprüler, alanlar, meydanlar konser pankartlarımızla doluyor. Konseri duymayan kalmamalı…
Koromuzda ve gelen konuk sanatçıların her birinin gözleri aynı bakıyor. Büyük bekleyiş...
Bu sırada biz de konser provalarına başladık. Bir yandan konser tanıtım çalışmalarını tüm yönleriyle (röportaj, televizyon programı vs) örgütlüyor, hem de konserin hem içeriğine yönelik tartışmalarımızı sürdürüyor hem de repertuarımızı çalışmaya başlıyoruz… Koromuzla beraber provalarımızı tamamladıktan sonra son adım olarak bize konserde eşlik edecek olan senfoni orkestrası ve konuk sanatçı dostlarımızla provalara başlıyoruz. Grubumuzun kadın üyeleri, repertuarımızdaki Köroğlu türküsünde asma davul çalacaklar. Heyecanlılar. Provalarda dahi tür-
Artık provalar da bitti. Alana asılacak pankartları, bayraklarımızı, görevli arkadaşlarımızın giyeceği kıyafetleri, önlükleri tamamlamaya çalışıyoruz bir yandan. Konserden iki gün önce, Cuma günü alana genel prova için gidiyoruz. Görevli arkadaşlarımız da o gün oradalar. Biz sahnede, onlar alanda prova alıyoruz. Konser Alanı Süsleniyor… Kıpkırmızı olmalı o gün Bakırköy Pazar Alanı. Sosyalizmin türküleri kızıl bayraklar altında söylenmeli. Bir gün önce akşam alandayız. Görevli arkadaşlarımız alanın ortasında ateş yakmış, ısınıyorlar. Alanda bulunan direklere asılacak sancakları, direkler arasına asılacak kızıl bayrakları, şehit fotoğraflarımızın da bulunduğu, alana asılacak pankartları, kurulacak
mAyIS 2014| TAVIR | 7
6-9 konser izlenim_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:58 PM Page 8
stant malzemelerini götürüyoruz alana. Hemen işe koyuluyoruz. 15-20 kişilik bir ekip hızla alanı sarıp sarmalayan pankartlarımızı asıyorlar. Dayımızın pankartı, Haklıyız Kazanacağız pankartımız, Berkin’imizin pankartı ayrı bir güç katıyor bize. Dönüp dönüp o pankartlara bakıyoruz merak ediyoruz alan nasıl süsleniyor diye. Vinç geliyor, direklere sancaklarımızı asmaya başlıyoruz. Direklerin arasına kızıl bayraklarımızı asıyoruz. Bariyerler geliyor. Bariyerler kurulmaya başlanıyor. Çadırlar geliyor yerlerine kuruluyor… Alan artık konsere hazır, yüzbinleri beklemeye başlıyor…
doğru. Sloganlar, marşlar birbirine karışıyor. Taraftar grupları, liseliler, üniversiteliler, mahallelerden gelen halkımız, yaşlı, genç, çocuk... Anadolu halklarının bir temsili var Bakırköy’de bugün. Artık konser saati yaklaşıyor. Biz de oldukça heyecanlıyız. Bu yıl sahnemizde birçok sürpriz var. Bunların yaratacağı etkiyi ayrıca merak ediyoruz… Bizden önce 1 yıllık tutsaklıklarının ardından özgürlüklerini kazanan halkın avukatları adına Selçuk Kozağaçlı ve Ebru Timtik konuşmalarını yapıyorlar. İktidarı yargılıyorlar, mücadele sonucu dışarıya çıktıklarını haykırıyorlar. Yalanları, yolsuzlukları, bir de onurlu devirmcileri anlatıyorlar. Ardından Halkın Mühendis Mimarları mikrofonu devralarak projeleri hakkında bilgi veriyorlar… Felçli Ferhat Gerçek için yapılan yürüteç, elektrik enerjisi üretmek için imal edilen rüzgar gülü, halkın kendi organik bitkilerini yetiştirdikleri halk bahçeleri...
Konser Günü Geldi Çattı… Anadolu illerinden gelen arkadaşlarımız da alanda yerlerini aldılar. Sabahın aydınlığıyla parlayan kızıl sancaklar ayrı bir hava katıyor bu hummalı çalışmaya. Konuk sanatçı dostlarımız tek tek gelmeye başlıyor. 12’de kapıların açılmasıyla yüz binler alana akmaya başlıyor üç koldan. Daha sonra Almanya’dan gelen “Dance Of Görülmeye değer bir insan seli var alana Harmony” grubunun gösterisi başlıyor. 8 | TAVIR | mAyIS 2014
Anadolu’nun her yöresinden müzikler ve danslarla bir Anadolu anlatımı gerçekleşiyor. Ve Dördüncü Bağımsız Türkiye Konseri Başlıyor… Alan tıklım tıklım dolmuş durumda. Herkes heyecanla birbirine bakıyor ve dillerde aynı sözler “geçen yıldan daha kalabalık!” Hedefimize ulaşıyoruz. Daha da büyüyüp milyonları buluşturmayı başaracağız. Tayyip Erdoğan’ın konuşma sesleri ve çatışma efektleriyle beraber bir oyun sahnelenmeye başlanıyor. Ayaklanma canlandırılıyor sahnede. Siyahlar giyinmiş, katiller ve karşısında fularlı halkın çatışması temsil ediliyor oyunda. Bu sırada ayaklanma döneminde simgeleşen Emine Teyzemiz sapanıyla belirirken sahnede, alkış tufanı kopuyor... Bir çocuk var sahnede. Çatışmanın ortasında vuruluyor. Eller üzerinde sahneden ayrılıyor çocuk. Bu sırada sahneyi tamamen kapatan bir pankart yukardan aşağıya düşüyor. Ayaklanma şehitlerinin
6-9 konser izlenim_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:58 PM Page 9
resmedildiği o meşhur çizim, boydan boya devasa bir pankartta beliriyor. Abdocan, elinde ekmeği Berkin, Ethem’in omzunda, yanlarında Ali İsmail, Hasan Ferit... Gözlerimiz doluyor gururdan, öfkeden. Alanı dolduran milyonların dilinden tek bir slogan, mermi gibi çıkıyor, hesap soruyor. “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!”... Sahne bu pankartla kapalıyken biz sahnedeki yerimizi hızla alıyoruz ve “Zafer Türküsü” adlı marşımıza giriyoruz. Yavaş yavaş pankart indiriliyor ve konserimiz coşkunun doruğunda başlamış oluyor. Berkin için bestelediğimiz şarkıya gelince sıra, Fırat Tanış bir şiirle katılıyor bize. Şarkının başlamasıyla birlikte binlerce kırmızı balon gökyüzüne havalanıyor. Karakaşları, kara gözleriyle Berkin’imiz yanı başımızda sanki. Yanı başımızda uyuyor. Milyonlarca göz çakmak çakmak bakıyor o sırada. Tolga Sağ, Cengiz Özkan, Yılmaz Çelik geliyor; deyişlerimizi seslendiriyoruz birlikte. Büyük alkışlar eşliğinde sahneyi bize bırakıyorlar… Konuklarımız çok bu yıl. Van’dan gelen deprem sonrası devletin mağdur ettiği insanlarımız geliyor sahnemize. Ve onlar için yaptığımız şarkıyı seslendirmek üzere Sanat Meclisi üyesi sanatçı dostlarımız, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Hakan Yeşilyurt, Fırat Tanış, Barış Atay, Bülent Emrah Parlak, Erdal Bayrakoğlu, Menderes Samancılar, Eşber Yağmurdereli, Hüseyin Turan, Hilmi Yarayıcı… ve adını sayamadığımız birçok sanatçı dostumuzla birlikte “Van Üşümesi” adlı Sanat Meclisi’nin kolektif bestesini seslendiriyoruz… Alef ve Şan-ı Şer geliyor sahneye. Ayaklanma döneminde çok dinlenen şarkılarını söylüyorlar rap’in diliyle. Şarkının sözleri hesap soruyor, iktidarı teşhir ediyor, AKP’nin yalanlarını tekrar hatırlatıyor kitleye. Hem seyirciler, hem sahnedekiler keyifle izliyor performansı.
Ardından Direnen İşçiler Korosu’yla Greve Çağrı , Dev-Genç korosuyla Gündoğdu marşını söylüyoruz. Mücadeleyi büyüten iki farklı alandan yoldaşlarımızla paylaşıyoruz sahnemizi yani; işçiler, devrimci gençlik…
eşliğinde. Ardından bizim halay potporimizde bize eşlik ediyorlar. Huseyni Omeri bir ara kendisini öyle kaptırıyor ki halaylara, durdurabilene aşk olsun.
Barış Atay sahneye geliyor ve Hasan Hüseyin’in Kızılırmak şiirini seslendiriyor:
Ayaklanmada yitirdiğimiz sekiz şehidimizin aileleri var şimdi aramızda. Katillere olan öfkemizi, adalete olan özlemimizi dillendiriyor her biri ve onlarla birlikte yemin ediyoruz “Halk Yemini” ile. 5. Eyüp Baş Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumu’na dünyanın birçok ülkesinden gelen dostlarımız da sahnede bizimleydi. Hep birlikte “Hasta Siempre” şarkısını söylüyor, dünya halklarının komutanı Che’ye selam yolluyoruz…
“gel benim darmadağın direncim, gücüm, emeğim, çilem gel gel benim büyük acım gel ve bitir şu işi!”
Cemo diyoruz... Gerisi Hayat diyoruz Anadolu’dan gelen müzik gruplarımızın oluşturduğu dev koroyla birlikte. Ve Çav Bella ile final yapıyoruz.
Sahnede Huseyni Omeri ve İran’dan gelen Erbane sanatçısı Taj Kurdistani var şimdi. Huseyni Omeri Kürt halkı tarafından iyi bilinen bir dengbej. Kürtçe türküler söyleniyor, erbanenin alıp götüren büyülü ritmi
Alandaki coşku, kitlesellik görülmeye değer. Doyamıyoruz… Ne bu coşkuya, ne de bu buluşmaya… Son olmadığını bilmek, az da olsa teselli ediyor bizi. q
Halk Cephesi’nden temsilci arkadaşlarımız sahneyi alıyorlar ve bu yılın kısa bir değerlendirmesiyle birlikte mücadelenin neye doğru evrileceğini gösteriyorlar. Sonunda ise Bağımsız Türkiye konserinin coşkusunu 1 Mayıs’la buluşturma çağrısı yapıyorlar.
mAyIS 2014| TAVIR | 9
10-11 rop_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:58 PM Page 10
röportaj röportaj
bağımsız türkiye konseri denince... tavır
nim gençliğim, Yorum sosyalizme olan inancım. Yorum birçok şey ifade ediyor benim için şu an onlarla yan yana aynı şeyi paylaşıyor olmak, onlarla beraber yürüyor olmak müthiş mutluluk verici. Fırat Tanış: Grup Yorum benim kendimi bildim bileli dinlediğim bir müzik topluluğu. Şimdi de şu yaşıma geldim onların bir konserinin içinde görev alıyorum bu çok heyecan verici bir şey. Meydanda bugün en az 500.000 kişi beklediklerini söylediler. Müthiş bir şey... Bu dünyanın başka bir yerinde olsa bambaşka karşılanır, burada herkes soğukkanlı. Çok heyecanlıyım, çok keyifli...
Tavır: 1- Ne düşünüyorsunuz bu konser- hayatın değiştirilebilir olduğu daha güzel bir dünyanın olduğunun mesajıle ilgili, neden geldiniz? 2- Grup Yorum sizin için ne ifade ediyor? nın verildiği bir şölendir karnavaldır bugün. Ogün Sanlısoy: Ben çok mutluyum burada olmaktan dolayı. Bu konsere Barış Atay: 4.’sü düzenleniyor artık Grup Yorum davet etti, ondan kısa bir uzun uzun yıllar bu şekilde devam edesüre önce Van için bir proje vardı, bir şar- ceğini biliyoruz fakat gönül ister ki bakı projesi. Orada da sağolsunlar davet et- ğımsızlığını ümit ettiğimiz bir Türkitiler, ben de eşlik ettim şarkının bir bö- ye'de değil, bağımsızlığını kazanmış lümünde dolayısıyla bütün arkadaşları bir Türkiye'de yapalım bu konserleri. O sevdim. Benim için büyük bir keyif bu- açıdan Grup Yorum'un başını çektiği Barada bulunmak. Umarım bu gün her şey ğımsız Türkiye konserleri benim için çok güzel olacak. Herkese iyi seyirler di- çok önemli. İlk defa konuk olarak geliliyorum. yorum ama daha önce de katıldım. Dışarıdaki izdihama ve birlikteliğe bakılırİbrahim Karaca: Grup Yorum konserle- sa aslında bu günlerde en çok ihtiyaç ri, Türkiye genelinde bir heyecanın ör- olan şey bu insanların yan yana durmagütlenmesidir. Müzikal anlatımıdır. Ge- sı. leceğe olan, kendine olan güvenin sıkı sıkıya perçinleşmesidir. Müziğin diliyle Yorum benim çocukluğum, Yorum be-
10 | TAVIR | mAyIS 2014
Bülent Emrah Parlak: Yorum bana her şeyden önce direnişi çağrıştırıyor. Özgürlüğü çağrıştırıyor, çocukluğumu hatırlatıyor, gençliğimi... Hala devam eden gençliğimin büyük bir bölümünde Yorum vardı her zaman kalbimde. En çok sevdiğim müzik grubunun konserinde çıkıp bir destekte bulunmak beni mutlu ediyor. Her zaman da desteğimi sürdürmek istiyorum. Bunun biraz devrimci dinamiklerle alakası var, sadece halkına olan bağlılıkla ilgili. Halkına olan bağlılık çok güçlü olunca, bütünleşme çok güçlü olunca, böyle konserler meydana gelebiliyor. Orhan Şallıel: Bu konsere aslında 25. yılda İnönü Konseri’nden sonra başladılar. Arkadaşlar hep anlatıyorlardı, bu yıl ben de onlarla birlikte çalmak istedim. Şu ana kadar gördüğüm bu atmosfer çok az bulunur bir atmosfer. Herkes gelmiş ve gönülden bağlı çok belli. Bu konser çok başka bir konser, diğer hiçbir
10-11 rop_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:58 PM Page 11
konserle kıyas kabul etmeyecek bir ruhu var bu konserin ve burada olmaktan gerçekten ben de çok mutluyum. Selçuk Balcı: Konser halkın kendisini bulduğu ve büyük katılımların sağlandığı her yıl artık gelenekselleşmiş bir konser. Esas bu tip etkinliklerde halkın gerçek gücünü görüyoruz, kitleler bu alana aktı benim için heyecan verici bir durum. Grup Yorum halkın kendi müziğini yapan, insanların yaşadığı acılardan sorunlardan bahseden ve insanları aslında gerçeklerle yüzleştiren bir müzik grubu. Bu yüzden her zaman yanındayız ve destekliyoruz. Hilmi Yarayıcı: Yaşamın kendisini ifade ediyor. Bağımsızlığı, özgürlüğü, adaleti, hukuku kısaca yaşamın her alanına ilişkin demokratik talepleri ve karşısında milyonları temsil eden bir duygu ve düşüncenin toplamı ifadesi. O yüzden bu son dönemde yaşadığımız anti demokratik uygulamalar, yolsuzluklar, rüşvet, kısacası her türlü insanlık dışı uygulama ve demokratik talep karşısındaki baskılar sonucunda başka bir şeyi doğuruyor. Bu da halkın türkülerini yapan, halkın duygu ve düşüncelerini yansıtan bunu müzikle yapan bir grubu Yorum'u ifade ediyor. Yorum da yıllardır ve on yıllardır devam edecek bir müziği ve halkın temsilcisini ifade ettiği için çok anlamlı bir etkinlik bu. İsmail Hakkı Demircioğlu: Böyle güzel etkinlikler yalnızca İstanbul'da değil tüm Türkiye'de olmalı.. Erkan Oğur: Paylaşmak ve burada bizim de görevimiz olması bizim için büyük bir mutluluk. Bu durumdan büyük gurur duyuyoruz. Cengiz Özkan: Bağımsızlık tabi önemli bir şey bir ülke için, Grup Yorum da buna çok destek oluyor. Söylediği ve yaptığı işlerle, göstermiş olduğu duyar-
lılıkla, siyasi bilinçleriyle ve duruşlarıyla örnek teşkil ediyor. Biz de onlarla birlikte hareket edip bu konserin yelpazesini biraz daha geliştirmek için buradayız. Bugün iki türkü söyleyeceğiz. Halk konuşuyor: Sorulan sorular; 1- Konsere nereden geliyorsunuz, kaçıncı gelişiniz? 2- Grup Yorum denilince aklınıza ne geliyor sizin için ne ifade ediyor? zEsenlerden 7 kişi geldik. Daha da gelecek arkadaşlarımız var. Geçen sene askerdeydim gelemedim. Bundan sonra da gelmeye devam edeceğim. Faşizme karşı hep birlikte olmalıyız. Grup Yorum deyince aklıma, özgürlük ve müzik geliyor. zÜsküdardan geliyorum. Grup Yorum'u sevdiğim, şarkılarını beğendiğim için geliyorum. Bu konserler bir şeyler ifade ediyor. Özgürlük ve bağımsızlığı ifade ediyor Grup Yorum benim için. Daha önce 25. yıl konserine gitmek istemiştim gidemedim, Bağımsız Türkiye konserlerine ise ilk kez geliyorum. Çok heyecanlıyım bu konser için sabah altıda kalktım. Konserin saatini bekliyorum. Her şeyden önce Deniz Gezmiş'in ruhu için orada olacağım. zBeylikdüzü'nden geliyorum. Her yıl geliyorum. Grup Yorum bana her şeyi ifade ediyor. Özgürlük, devrim, mücadele... zÇemberlitaş’tan geliyorum. Dört senedir geliyorum. Grup Yorum deyince aklıma bağımsızlık geliyor. zMardin'den geliyorum. İlk kez geliyorum. Grup Yorum bizim devrimci ruhumuzu yansıtan en iyi gruplardan biri. Biz de onun için çıktık Mardin'den geldik, dinlemek için hayatımda ilk defa Grup Yorum konserine geliyorum onun için çok mutluyum. Devrimci ruhu, Yılmaz Güney'in taşıdığı ruhu bugünlere taşıyabilen bir grup olarak görüyoruz.
geliyoruz. Grup Yorum deyince ilk aklıma gelen şey devrim oluyor. Şarkıları devrim ateşi taşıyor. zTopkapı'dan geliyorum. İkinci kez geliyorum. Grup Yorum'u çok seviyorum, çok heyecanlanıyorum. Her şeyi anlatıyor. Grup Yorum anlatılmaz, onları anlatmak için kelimeler yetmez. zBağcılar'dan geliyorum. İkinci kez geliyorum. Grup Yorum deyince emek bağımsızlık, özgürlük aklıma geliyor. zArnavutköy'den geliyorum. Dördüncü kez geliyorum. Grup Yorum özgürlük, emek, protest müzik... zBayrampaşa'dan. İlk kez geliyorum. Grup Yorum, özgürlük, zafer, yalnız olmadığımızı hissettiriyor halk olarak.. zAlibeyköy'den. İlk kez geliyorum. Çok heyecanlıyım. Grup Yorum, özgürlük, hak... için yani çok mükemmeller. Hiçbir ayrım yok, ırkçılık yok her kesimden insana hitap ettikleri için tam birleştirici bir grup olarak görüyorum. Aklıma bağımsızlık ve birleştirici bir güç geliyor. zGebze'den. İkinci kez geliyorum. Grup Yorum'un adını duyduğum zaman tüylerim diken diken oluyor. Dokuz yaşından bu yana Grup Yorum'la iç içeyim. Grup Yorum deyince aklıma ilk birlik beraberlik geliyor. zEsenler'den. İlk kez geliyorum. Kalabalığı görünce gerçekten bu ülkede devrim olabileceğini düşünüyorum. Grup Yorum deyince aklıma ilk özgürlük geliyor... zHadımköy'den. İlk kez geliyorum. Yaşım 65. Yorum'un gençliğinden gençlik almaya geldim. Grup Yorum deyince aklıma direnç, kararlılık, özgürlük geliyor. Onları çok seviyorum... q
zBeylikdüzü'nden geliyoruz. İkinci kez mAyIS 2014| TAVIR | 11
12-15 o guzel_29-30 ellerimi tut 5/14/14 12:59 PM Page 12
deneme deneme
o güzel insanlar, meydanlar, sokaklar efe boztaş
Her çocuğun bir kahramanı vardır. Benim kahramanım Ziya Amca’ydı. Mahallede büyük küçük herkes ona "Peygamber Ziya" diyordu. Bilmezdim neden öyle anıldığını. Bir keresinde anneme sormuştum ona niye "peygamber" dediklerini. "Peygamber gibi adam da ondan” diye cevaplamıştı. Sahiden de öyleydi. Yüzü nurani bir haleyle aydınlatılmıştı sanki. Sevgisi, sıcaklığı bakışlarından taşardı. Onun yüzünden gülümsemenin eksik olduğu bir zamanı hatırlamıyorum. Siyah, gür bıyıkları vardı. Bizim mahallenin çocuklarının hepsi de benim gibi çok severdi Peygamber Ziya'yı. Onun akşamları işten eve dönme saati bizim oyun saatimize denk geliyordu. Bizim sokağa çıkan hafifçe yokuşun altında yorgun argın, iki büklüm haliyle göründüğünde hep beraber oraya doğru koşar karşılardık. Bu karşılamalar çok mutlu ediyordu onu, gülümsetiyordu. O an bütün yorgunluğu giderdi sanki. Hepimizin tek tek saçını okşar, parmaklarıyla saçımızı tarardı. Sonra oradan yolun sonundaki tek katlı gecekondu evine kadar olan birkaç yüz metrelik yolu yanyana yürürdük. O bize sorular sorar, biz hararetle cevaplardık.
rın yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor. Onlar da olmasa bir gün ayakta kalmaz, yıkılır” diyordu annem. Bu tam da benim mahalle camiinde kuran kursuna gitmeye başladığım zamanlardı. Babamın zoruyla mahalle maçlarından geri kalmanın hıncıyla sürekli bozguna uğratıyordum dersleri. Bir gün Hoca kıyamet gününü anlatırken İsa Mesih’in kıyamet zamanı geri döneceğini ve kıyameti ilan edeceğini anlatıyordu. Hocanın anlattıkları beni çok etkilemişti ki ağzım açık dinliyordum. O bitirince de bıktırana kadar birsürü sorular sormuştum arka arkaya. İlgim özellikle İsa Mesih'teydi. Nasıl biriydi, neye benziyordu? Hocaya gına gelse de, bu sordukça Allah korksuyla mecburen cevaplıyordu.
Hocanın verdiği tarif, bıyık hariç, bizim Peygamber Ziya'ya birebir uyuyordu. Bunu fark ettikten sonra özellikle nasıl tanıyacağımız, ne zaman döneceği üzerine yoğunlaştım. Sorularımdan illallah eden hoca en sonunda şöyle bağladı sözünü: "Kim bilir, belki gelmiştir bile, dünyamızdadır İsa Mesih. Belki yarın da kıyamet kopar. Onun kıyameti ne zaman Hatırlıyorum bir keresinde annemleri ilan edeceğini ancak Allah bilir" evde onun hakkında konuşurken duymuştum. “Bu dünya, bu güzel insanla- İşte o günden sonra ben evrenin en bü-
12 | TAVIR | mAyIS 2014
yük, en ulaşılmaz sırrına vakıfmışçasına bir inançla Peygamber Ziya'nın aslında İsa Mesih olduğuna emin oldum. Bu sır, ilahi bir kudret tarafından içime fısıldamıştı sanki. Zerre şüphem yoktu doğruluğundan. Fakat kimselere açmadan bu büyük sırrımı, inançla, sabırla, usulcacık bekledim İsrafil'in Sur’a üfleyeceği ve Peygamber Ziya'nın kıyameti ilan edeceği günü. Ortaokul'u bitirip liseye başlayacağım yılın yaz tatilinde Taksim'de, meşhur bir restoranda işe girdim, iş yerim Gezi Parkı'nın meydan yönünün tam altıydı. Hemen önünde Şişli yönüne giden otobüslerin duraklarının sıralandığı yer. Yaşım on dörttü o zamanlar. Restoran müdürünü, on altı diye kandırıp aldırmıştım kendimi işe. Yaşımın on altı olmadığını sonradan anlamışlardır muhakkak ama ses etmediler, seviyorlardı beni. Ben de sevmiştim orada olmayı. Meydan hele de gece, hayat okulu gibiydi benim için. Böyle bir okuldan mezun olabilmek için yıllar gerekmez, doyasıya yaşanmış birkaç ay, hatta birkaç hafta yeterlidir çoğu zaman. Meydanlar şehirlerin kalbidir. Burası da öyleydi. Hayata dair her şey gelip geçer oradan. Türlü insan hikayeleri kesi-
12-15 o guzel_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:00 PM Page 13
şir. Kimse farkında bile olmadan milyonlarca hatıra gömülür taşlarına. Birinin sevinci bir başkasının öfkesine, onun hüznü berikinin hasretine karışır belli belirsiz. Ve habersiz birbirinden. Meydanlar ki neler neler görmüş, nemlere tanıklık etmiştir. Onun içindir ki yalnızca kalbi değil, hafızasıdır da şehrin. Herkesin ama herkesin ondan alacağı bir şeyler vardır mutlaka. Ve herkes kendinden bir şeyler bırakır geçerken meydana. Bütün bunları meydanın kıyısında çalıştığım o günlerde idrak ettim. Çocuklar vardı, ayrılmaz parçasıydılar meydanın. Mendil satan, su satan, ayakkabı boyayan... İlle de tinerci çocuklar. Yaş yaş, boy boydular. Bizim restoranın önünde oturan müşterilere ilişen olursa kovduğumuzdan ve onlar da biz de hep orada olduğumuzdan bir süre sonra tanış olmuştuk o çocukların hepsiy-
le. Bazen dövüyor, bazen seviyor, çoğu zaman da karşılıklı sigara alıp vererek geçinip gidiyorduk. Tinerciler arasında Samet diye bir tanesi vardı mesela. Çocuk fırlamanın önde gideniydi. Bir keresinde restoranın önündeki seyyar dondurma makinasında çalışıyorken bana gelip 50 milyon vermiş (en yüksek banknottu o zaman) "Abi bu para birkaç gün sende kalsa olur mu?" demişti. "Neden?" diye sordum tabi şüpheyle; ardından da parayı nereden bulduğunu... “Abi dün eve gittiğimde parayı annem verdi. Şimdi biliyorsun, biz diğer çocuklarla beraber parkta yatıp kalkıyoruz. Para üzerimde olursa bunlar çalarlar.” dedi. Söyledikleri aklıma yattığından çok üstünde durmadım. Parayı alıp koydum cüzdanıma. Daha cüzdanı yerine yerleştirmeden yine tinerci tayfasından Fatih isimli bir diğeri geldi. Gelir gelmez de hışımla yapıştı Samet'in boğazına "Ulan o. çocu-
ğu, parayı sen çaldın di mi?" diye bağırıyordu bu arada. Nefesi kesilen Samet kıpkırmızı oldu. Gözleri patlayacak gibi büyüdü. Bir an ölecek sandım. Neden sonra, güçlükle de olsa kurtarabildi kendini. Kurtarır kurtarmaz da pantolonunun iki cebini birden çıkarıp "Ara lan ara" diye bağırdı. Soluk soluğaydı bu arada. Öbürü kallavi bir küfür daha savurup yeniden üstüne yürüyünce kızıp müdahale ettim. Fatih bu kez bana döndü "Abi bu piç kurusu gece uyurken annemin verdiği 50 milyonu çaldı" dedi. Sesi ağlamaklıydı. Öbürü ise hala dışarı çıkardığı boş ceplerini sallayarak "Ara lan ara" diye bağırıyordu. Ortaya çıkan durum karşısında ne yapacağını bilemez halde kalakalmıştım. Neden sonra, ikisini birden omzundan tutup "Gidin başka yerde kavga edin, tezgahın önünü kapatmayın" diye kovdum. Samet'in beni böyle kötü bir duruma mAyIS 2014| TAVIR | 13
12-15 o guzel_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:00 PM Page 14
sokmasına epeyce sinirlenmiştim. İşin kötüsü bir saat sonra bir de gelip utanmadan benden parayı istemesin mi? Eğer kaçmamış olsa elimden bir kaza çıkması işten bile değildi. Akşam Fatih'i çağırıp parayı ona verdim. Parayı Samet'in çalıp bana emanet bıraktığını söylemedim tabi. “Duruma üzüldüğüm için bu parayı ben veriyorum sana, yalnız sen de arkadaşlarını suçlama, belki düşürmüşsündür paranı” demiştim verirken. Parayı görünce gözleri parladı, cebe indirdi hemen. O günden sonra da onlarla bir daha böyle para pul işlerine girmedim zaten. Allah'a yakın bana uzak olsunlardı. Meydanın gündüzü de güzeldir. Yalnız gecesi bir başkaydı. Hayat gece başlar şehrin merkezinde. Ben de genelde gece vardiyasında çalışıyordum. Akşam altı, sabah üç. Bütün günü yarı uykulu yarı sıkıntılı geçirdikten sonra gece olunca meydan geri verirdi bana gözlerimi. Hayat da ben oluyorum o vakit, akıp giden zaman da. Hava kararır kararmaz, el arabalarıyla seyyar satıcılar basardı ilkin durakları. Birden çekirgeler gibi dört bir yandan çıkarlardı piyasaya. Akşam işyerinden çıkıp evlerine dönen son parti insan kalabalığına yetişmiş olurlardı böylece. Torbacı Seço'da hemen hemen aynı vakitlerde gelip Halaskargazi yönündeki duraktan parka çıkan merdivenlerin ortasına çökerdi. Zulası parkın içindeydi. Müşteri oldukça çocuk gönderip lüzum ettiği kadar mal getirtirdi. Gece Beyoğlu'na çıkmak için gelenlerin bir kısmı önce ona bir uğruyor öyle devam ediyordu yoluna. Gözümüzün önünde olup bitiyordu bunlar. Her akşam göre göre aşina olmuştum ben de hepsiyle. Ve böyle mide bulandırarak, ışıkları hiç sönmeden sabah olurdu meydanda. Ancak sabaha karşı el ayak çekilir, ıssızlaşırdı. Şehir o zaman susardı.
14 | TAVIR | mAyIS 2014
O günlerde ben, devrimciliğe yeni yeni adım atıyordum. Varsa yoksa devrimdi artık. Bir an evvel yaz tatili bitsin, okul başlasın ben de kendimi mücadeleye kaptırayım diye iple çekiyordum o günleri. Bizim mahallede Gökhan abi vardı. Gözü kara, delikanlı hem de aklı başında bir abiydi. Hayrandım ona, beni o örgütledi. Okuduğum ilk devrimci kitabı da o verdi. "Ve Çelik Böyle Sertleşti"ydi adı. Sadece kitap vermekle kalmadı, kendisi de çok şey anlatıyor, öğretiyordu bana Gökhan abi. Bizim restoranın içinde, personel tarafındaki tavandan doğrudan Gezi Parkı'na açılan bir çıkış kapağı vardı. Parkın genelde polis otobüslerinin ve panzerlerin bekletildiği, etrafı demir bariyerlerle çevrilip sivil girişine kapatılmış tarafıydı burası. Meydanı tam cepheden boylu boyunca görüyordu. Biz çalışanlar çoğu zaman çıkıp öğle yemeğini orada yerdik. Hem de biraz temiz hava almış oluyorduk bu arada. Polisler bazen "yasak" deyip indirmeye çalışsalar da çoğu zaman karışmazlardı. Bazı günler de gün ışırken, sabaha karşı çıkardım aynı yere. Alabildiğine sessiz ve ıssız oluyordu meydan. Seyrederek hayallere dalardım. Bu Meydan'ın 1 Mayıs Meydan'ı olduğunu biliyordum artık. Orada oturup 77 1 Mayıs'ını düşünürdüm ben de. Televizyondan izlediğim kesik kesik görüntüler gelip geçerdi gözlerimin önünden. Beş yüz bin emekçi ellerinde pankartlarla gelip doldururdu meydanı. Gözlerimi kapadığımda kulaklarımda inlerdi kalabalıkların sesi. Sonra o namert eller tetiklere dokunuyordu. Bir panzer dalıyordu meydana. Sirenleri çalan bir polis arabası karışıveriyordu bir anda meydan panik, kargaşa, çığlık çığlığa koşuşan insanlar. Bir bir geçiyordu gözlerimin önünden. Sanki oradaymış, o günü yaşıyormuşum gibi olurdum. Neden sonra ’89 1 Mayıs'ını canlandırıyordum gözümde. Mehmet Akif Dalcıları, Gökhan abiden dinlemiştim o
günü. O da oradaymış. Emek Sinemas’ının sokağında, Meydan'a doğru yürümek için saaatin gelmesini bekliyorlarmış. Fakat daha saat gelmeden oraya polis saldırısı olmuş ve dağılmışlar. Tarlabaşı'na inilip diğer gruplarla birleşilmiş, sokak sokak, adım adım çatışarak meydana doğru ilerliyorlarmış. Mehmet orada vurulmuş alnından. Hemen önündeymiş Gökhan abinin. Kucağında biriktirdiği taşlar dökülmüş yere, sonra kendi de yığılmış boylu boyunca. Tarlabaşı'na doğru çeviriyordum bakışlarımı bazen Dalcı'yı görmek için. Sanki o an oradan çıkacakmış gibi kucağında taşlarla. Çıkmıyordu tabi. Çıkamadan vurulmuştu, 19 yaşında. "Ama" diyordum meydana bakarak, “biz birgün yeniden çıkacağız bu meydana. Yine kızıla boyayacağız, yetmiş yedidekinden daha görkemli, yüz binler olup dolduracağız, şarkılarımız bayraklarımız öfke yüklü sloganlarımızla.”... İşte o vakit hızlanıyordu kalbimin çarpışı ve hayallerim dünyadan kopup yarına yol alıyordu. O büyük güne gidiyordum apansız. Devrimi bu meydanda kutlayacağımız güne. Yine kıpkızıl meydan. Dört bir yanda umudun adı. Milyonlar doldurmuş coşku dolu. Sonra Dayı çıkacak yüksek bir kürsüye. O davudi sesiyle selamlayacak halkı. Görüyordum bütün bunları da coşkuyla taşıyordu içim. Orada bomboş meydanı seyrederken bütün bunları düşlüyordum işte. On dört yaşında bütün bunları, nasıl düşündün, nasıl hayal ettin demeyin n'olur. Hayalleri büyük bir çocuktum ben ve umut değmişti bir kez düşlerime. Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün meydanda oturdum ve geçmişe gittim, bütün bunları düşündüm. Yine o eski zamanlarda olduğu gibi bir kuşluk vakti. Yalnız bu kez meydanın karşısında değil, orta yerinde, tam anıtın altında oturmuştum. Bir zamanlar benim oturup boş meydanı seyrederek hayaller
12-15 o guzel_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:00 PM Page 15
mış olmanın coşkusunun bile bastıramadığı öfke her şeye rağmen baskındı hala. Akşamın o saatinde yaşlı genç kadın erkek. Meydandaki bütün yüzler birbirine benziyordu. Ama içlerinden biri vardı ki yeri apayrıydı onun. Görür görmez hemen tanımış, donup kalmıştım. Neden sonra kendime gelince yanına koştum. Peygamber Ziya'dan başkası değildi bu. Çocukluk kahramanım, içten içe kıyameti ilan etmesini beklediğim kişi... Onu son kez gördüğüm zamanın üzerinden uzun yıllar geçmişti. Bir süre durup uzaktan izledim onu, yaşlanmıştı iyice. Yüzü kırış kırıştı. Siyah gür bıyıkları yoktu artık. Yüzünü aydınlatan o nurani hale ise yerli yerindeydi. Ve o gün ilk kez öfkeyi gördüm Peygamber Ziya'nın yüzünde. Garip olan şuydu ki o nurani yüze çok yakışmıştı öfke. Dönüp bir kez daha baktım etrafıma. Aynıydı bütün yüzler. O güzel insanlar her yerlerdeydi. Önlerine çıkan bütün engelleri bir bir aşarak o pütürlü duvarları nakış nakış işli o güzel sokaklardan çıkıp akmışlardı meydana. Yüzleri gergin, ayakları kara sular içinde...
kurduğum yerde ise polisler yoktu artık bizimkiler vardı. Sadece orada değil, her yerde, meydanın dört bir yanında, biz vardık. Ve meydana çıkan bütün yollar barikatlarımızla kapatılmıştı. Sene 2013 aylardan Haziran... Ve benim yaşım 30'a değeli çok oluyor. Kırksekiz saat süren göğüs göğüse çarpışmanın ardından girdik meydana. İki hafta önce, meydanı işgal altında tutan bütün polis ordusu ise arkasına bile bakmadan kaçıp gitmişti önümüzden. Kaçarken geride bıraktıkları arabalarını ters çevirip yaktık. Kalkanları barikat malzemesi oldu. Kaskları ise sopaların ucuna geçirip bir süre salladıktan sonra oraya buraya atılmıştı. Daha birkaç
hafta öncesine kadar halka yasaklanan yirmi dört saat işgal altında tutulan meydanda biz vardık şimdi, halk vardı. Öyle günler yaşamıştık ki ne yazması kolaydı, ne anlatması. Yalnızca yaşanırdı. O kırksekiz saat içinde bütün sükunet yasaları kırılmış, korkunun eşiği aşılmıştı. Gözlerden silinmişti her şey, ölüm bile. Ve yürek çıkmıştı meydana. O gün saatlerce en önde çatıştım ben de. Meydana ilk gelenlerden biri olmuştum. Hemen anıta koştum. Tarifsiz bir sevinçti yaşadığım. Kazanmıştık işte ötesi berisi yoktu. Neden sonra, ağır ağır kalabalıklaştı meydan. Dört bir yandan insanlar akıyordu sanki. Hemen bütün yüzlerde öfke coşku ve sevinç karışımı bir ifade vardı. Meydana çıkmış kazan-
O zaman hani küçük bir çocukken kopmasını beklediğim kıyameti hatırladım ve dedim ki kendi kendime ne zaman Peygamber Ziya'lar yumruğunu sıkıp kalkmışsa ayağa, kıyamet işte o gündür düşmana. 15. günün sabahında barikatları yıkıp yeniden girdiler meydana. Önünde sonunda olacağı buydu zaten, bekliyorduk. Ama ne olursa olsun bir kez girmiştik ya meydana birkaç haftalığına da olsa koparıp almıştık ya zulmün elinden. Bu meydan, bu şanlı Haziran günlerini de yazacaktı elbet tarihsel hafızasına. Ve oradan ayrılırken dönüp son kez şöyle dedim meydana: “Bekle bizi ey meydan, milyonlar olup yine geleceğiz sana. Geleceğiz elbet, sözümüz olsun sana ey meydan.” q
mAyIS 2014| TAVIR | 15
16-17 yarina yurumek_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:00 PM Page 16
deneme deneme
yarına yürümek ümit ilter
Hayat yaman sorular sorar insana; “Geri- Evet bir adım öne çıkmak için istemek yeterliydi. Her şeyden önce, istemek. Şu halk si Hayat” demeden önce. düşmanı katillerden hesap sormayı isteSoru, şafaktır aslında. Cevabın doğrusu, mek.. ışıtır hayatı. Kaç patikadan geçerek, buluyoruz hayatın sorularına cevapları. İstiyor muydun bunu? Ayağımız kayıyor belki, düşüyoruz ve kalkıyoruz. Yürümek istiyoruz ve yürü- “Anaların öfkesi katilleri boğacak!” öyle menin adım atmaktan geçtiğini öğreni- ama nasıl? Kim yapacak bunu? Ve sen isyoruz. tiyor musun bakalım? Bu bir öykü değil. Öyküler böyle başla- “İstiyor muyum?” Kaç kez sordun bunu. mazlar. Ama istiyorsan, öyle say. Hatta adı- Aklında dolaştı durdu bu soru evet ama nı birlikte koyalım, “Yarına Yürümek” ol- nasıl? sun. O halde başlayalım öykümüze. Bir adım öne çıkmak yürümek aslında. Değilse, yerinde sayarsın. Bunu biliyorGiriş: Gideceksin! Yarına! Hiçbir şey, hiç kimse sun ve kendine soruyorsun: Beni tutan durduramaz artık seni. Çözdün çünkü, ru- ne? huna vurulan pranganın kilidini. Bilmiyor değildin daha önce. Bildiğinin gereğini Biliyor musun, hiçbir ses insanın içinden yapmak.. Evet, zor gelen buydu. Değilmiş yükselen o sessiz ses kadar sarsıcı olmaz. oysa. Ne zor ne zorbalık, durduramadı işte Vicdanın sesidir bu. seni... Yapabilir miyim? Bir adalet savaşçısı olaBir adım öne çıkmak çağrısı hayat deni- bilir miyim? len kavganın yarına ulaşma çağrısıydı, bir yanıyla da. Sorguladın kendini bir kez Gelişme: daha. Cesaret, tek başına bilgiden değil, inanç16 | TAVIR | mAyIS 2014
tan kaynaklanır. İnanç için “bilgi ve gerçeğin birleştiği bir duygu yoğunluğudur” demişti Dayı. Bilgi edinilir, inanç yaratılır. Denilebilir ki, bilgi inanç için nicel birikim yaratır. O birikimin nicelikten çıkıp niteliğe dönüştüğü yerde inanç başlar. Halkın çektiği acılara dair bilgi sahibisin mesela. İşte bunların hesabını sormak istemek ve gereğini yapmak ise inancın ateşini gerektiriyor. Zalimden hesap sormanın gerektiğine inanıyor musun? Halkın da bir adaleti olması gerektiğine inanıyor musun? Kim soracak acılarımızın hesabını?... Ne tutuyor seni? Hangi pranga kırılmaz, hangi zincir parçalanmaz? Sordun durdun bunları. Kendine, hayata, yumruklarına, korkularına, yarına ve yerde duran kanlara. Sordun bütün bunları. Cevabını vicdanın verdi. Sonuç: “Yarın bizimdir” demişti Dayı. Hatta tam olarak şöyleydi: “Yarın bizimdir demiştik. Bu hep böyle olacaktır. Yarın devrimcile-
16-17 yarina yurumek_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:00 PM Page 17
“yarın” denilen zaman, sömürü ve zulmün olmadığı bir hayatın adıdır. Evet, yarına doğru bir adım atmakta düğümleniyor her şey. Onlar halk düşmanı zalimler, yani bu günü durdurup değişmesini önlemek için akıtıyor halk çocuklarının kanını. Yarın demek devrim demektir. Karşı devrimci halk düşmanları işte bunu engellemek için hep bugünü yaşatmak istiyorlar bize. Ki değişen sadece kardeşlerimizin ismi olsun: Sevcan, Enes, Uğur, Ceylan, Berkin... Hep halkın kanı aksın, halk düşmanlarının canı kahkaha atsın. İşte bu günün gerçeği budur. Ve bu sürüp, gitsin. Öyle mi? Hayır! Bir yanardağ nasıl kükrerse işte öyle yükseliyor yüreğimin sesi: Hayır! İşte bunun için yarına atılan adımları çoğaltmak gerek. Cesaretin var mı buna? Cesaret dediğin “korkusuzluk” değil, istemek demiştim. Doğru soru şu: İstiyor muyum? Neyi: Halka kalkan zalim elleri kırmayı. Kim istemez ki bunu... Kim istemez ve neden?
rindir, halkın devrimci iktidarınındır. Bu kaçınılmazdır. Ne emperyalizm ne de işbirlikçisi iktidarların bunu engelleme gücü yoktur” Yarın'ın bizim olması ona yürümeye bağlıydı. İşte bu büyü yürüyüşün sürmesi hepimizin bir aım daha atmasına ve adımlarına bağlıydı. Yarına bir adım... Yarına bir adım atmak... Yarına bir adım atmak istiyor muyum...
Dönüp dolaşıp aynı yere geliyor içimdeki sorunun çengeli: İstiyor muyum? Giderek bir soru olmaktan çıkıyor bu. Rehbere dönüşüyor. Zalimin yok edemediği ve zamanın eskitemediği o marşımızın sözleri geliyor aklıma: Yarını bu günden kuracaksın. Doğru ve dahası da şu ki: Yarını bu günden kurmak, yarın için savaşmaktır. Mahir Hüseyin Ulaş'ın “Kurtuluşa Kadar Savaş” şiarı da bunu ifade etmez mi zaten? Yarına ulaşmanın başka bir yolu yok. Demek ki,
Anladım ki, her şeyden çok istiyorum bunu. Ki yarına yürümek, tarihi kuşanmaktır. Kuşandık ve söz eylemini yitirdi artık. Sonsöz Yerine: Bu bir öykü değil, demiştim. Ama istiyorsan öyle say: Öyküye say. Hatta adını birlikte koyalım “Tarihi Kuşanmak” olsun. Biliyorsun hayat yaman sorular soruyor insana. Ve doğru cevaplar “Gerisi hayat” dedikten sonra veriliyor. Hadi gel, gidelim artık. Yarına, adım atmaya, hesap sormaya... q
mAyIS 2014| TAVIR | 17
18-19 ucurtma_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:00 PM Page 18
deneme deneme
uçurtmayı vurdular ümit ilter “Çocuğu ekmeğe gönderdiler Gitti güneşi getirdi”*
1. Uçurtmayı vurdular. Düşmedi fakat, yükseldi daha bir. Yükseldi güneşe doğru. Katillerine inat. Alçalırken katilleri, uçurtma yüceldi. Peşinden halkın yüreği, göğüs kafesinden çıkarak.... 2. Uçurtmayı vurdular. Düşsün diye, ayaklarının dibine. Düşmedi fakat ve düşmeyecek. Uçtu, halk denilen gökyüzünün mavişliğini birbirine dikerek. 3. Uçurtmayı vurdular. Ama durduramadılar. Uçarcasına koşmaya devam etti yarına. Acısının her adımında, yüreklerin kapısını çalarak, devam etti koşmaya. 4. Uçurtmayı vurdular. Umuda dair olduğundan. Uçmasın, uçamasın diye. Çünkü yükseldikçe uçurtma, özgürlüğü getiriyor halkın aklına.. 5. Uçutmayı vurdular. Ekmek almaya giderken. Kanayınca kafası, karanfil oldu uçurtma. Ve böylece düşmedi zalimin ayaklarının dibine. Yükseliyor şimdi, tam şuramızda, öfkeli bir uçurtma. 6. Uçurtmayı vurdular. Geleceği çağrıştırdığı için. Düşseydi ayaklarının dibine, çiğneyeceklerdi şerefsizce. Ve fakat, yere değil, yüreklere düştü. Ve silahlandı halkın vicdanı.
18 | TAVIR | mAyIS 2014
18-19 ucurtma_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:00 PM Page 19
7. Uçurtmayı vurdular. Haziran sabahında. Benzemediği için yeşil dolarlara ve para kasasına ve ayakkabı kutusuna sığmadığı için. Gemicik sahibi olmadığı için. Sadece yoksul ve kavruk bir halk çocuğu olduğu için vurdular uçurtmayı. Düşmedi fakat... 8. Uçurtmayı vurdular. Uçurtma emekti. Uçurtma sevgiydi. Uçurtma gelecekti. Uçurtma Berkin'di. Tam da bu nedenle yere düşmedi. Yüreklere düştü ve öfke, sel oldu. “Adalet” diye çağlayarak akan halkın seli. Öfkemiz uçurtmadı artık, zulmün karanlığını parçalayarak yükselen... 9. Uçurtmayı vurdular. Kanadı kafasından yarası. Günler geçti, incecik kaldı bedeni. Mevsimler geçti. Eridi teni. Ve fakat hep aynı kaldı umutlu gözlerinin karası. Ve yükseldi adaletin kartalı yüreğimizden. Hesabını sormak için, adaletsizliğin.
10. Uçurtmayı vurdular. Gökyüzü yalnız kalsın diye. Yanıldılar. Avucunun içinde vicdan taşıyan yumruklar, göğün yarasına yürek basılar. O sapan ve fular, bütün anlamlarıyla yadigar kalmıştır şimdi halka. 11. Uçurtmayı vurdular. Uçurtmayı bile vurdular. Zalimlikte sınır tanımayan bir kalleşlikle. Sabah güneşi tanık oldu bu cinayete ve ışıtırken halkın adaletini, dedi ki: Hesabı sorulacak! 12. Uçurtmayı vurdular. Hem de kaç kez. Önce o sabah ve sonra yalan ve yaygarayla her gün ama her gün çirkef bir saldıganlıkla vurdular uçurtmaya. Defalarca uzatıp çirkef dillerini, aşağılık bir kibirle döktüler pisliklerini. 13. Uçurtmayı vurdular. Düşeceğini sandılar. Uçurtma yükseldi oysa. Yükseldi ve kaldırdı ardı sıra halkı şaha. 269 gün boyunca Berkin için adalet isteyenler, artık istediklerini gerçekleştireceklerini ilan etti-
ler meydan meydan milyonlarca adımla.. 14. Uçurtmayı vurdular. Daha on dört yaşındaydı. Şendi, bıçkındı, arkadaştı, yani en genç haliyle halktı. Ve bir kez bile haram lokma geçmemiş bir yoksul boğazdı. Alınteriyle sulanmış Anadolu'nun kavruk ve umutlu çocukluğuydu. Vurdular onu ve ayağa kalktı Anadolu. 15. Uçurtmayı vurdular. Ve halk “Berkin Elvan / On Beşinde Bir Fidan” diyerek faşizme karşı omuz omuza gelip yürüdü acısını öfke yaparak. *** Uçurtmayı vurdular. Yerinde saysın diye zaman. Fakat ne mümkün bizim uçurtmamız yarattığı fırtına ile alt üst ederek bu harami saltanatını ileri taşıdı zamanı. Ki Berkin için atılan her adım, yarını yakın eder bu dünyada. Kuşandık şimdi uçurtmayı, sormak için Berkin'in hesabını. İşte o kadar... q *müştak erenus
mAyIS 2014| TAVIR | 19
20-22 sempozyum_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:01 PM Page 20
izlenim izlenim
halkların birliği için, dördüncü kez... tavır
5. Eyüp Baş Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumu, İstanbul Büyük Gazi Parkı'nda 16-18 Nisan 2014 tarihleri arasında yapıldı. Bağımsız Türkiye konserinin hemen ardından Gazi Parkı'nda çadırlar kuruldu, park süslendi. Parkın girişinde sempozyumu ifade eden büyük pankartlarla konuklar karşılandı. Alanın etrafı kızıl küçük bayraklarla süslendi. Enternasyonal mücadeleyi, dayanışmayı ifade eden değişik dillerde pankartlar yine bütün alanı kaplıyordu. Kafe, yemek salonu ve teknik işlerin yapıldığı büro da yine çadırlardan oluşturuldu. Ve kurumların stantları.. Parkın tepesinden, yüksek bir yerden bakıldığında bütün alan kıpkızıl görünüyordu.
rampaşa Hapishanesi, Diren Kazova DİH Mağazası, Hasan Ferit'in şehit düştüğü Gülsuyu Mahallesi, “Halkın Mühendisleri’nin projelerinin anlatıldığı Küçük Armutlu Mahallesi, Berkin Elvan'ın şehit düştüğü Okmeydanı Mahallesi, Eyüp Baş'ın Gazi'deki mezarı, yine Dursun Karataş'ın Gazi'deki mezarı ziyare edildi. Mezar başlarında anmalar yapılırken, Berkin'in vurulduğu yerde ise basın açıklaması gerçekleştirildi. 15 Nisan akşamı mezar ziyaretlerinden sonra ise; Gazi Mahallesi'nde Eski Karakol önünden Gazi Cemevi'ne, katılan bütün delegeler ve Gazi halkıyla birlikte "Yaşasın Enternasyonalizm", "Yankee Go Home" pankartları, birçok dilden atılan sloganlar ve ses araçlarıyla birlikte ajitasyonlar eşliğinde “Sempozyum Yürüyüşü” gerçekleştirildi. Daha sonra konuklarla sempozyum ön toplantısı yapılarak, sempozyumun amacı ve “enternasyonalizm”i kurma fikri anlatıldı.
12 Nisan günü yabancı ülkelerden konuklar gelmeye başladı. 13 Nisan’da ise Bağımsız Türkiye Konseri’ni gerçekleştirdik hep birlikte. Gelen delegasyon da sahneye çıkarak Hasta Siempre Ve sempozyum başlıyor... 16 Nisan saşarkısında bize eşlik etti. “Yaşasın En- bahı hummalı bir hazırlıkla sempozternasyonalizm” pankartını açarak. yum heyecanı da sarmıştı görevlileri. 16-18 Nisan tarihlerinde yapılan otu14-15 Nisan günlerinde ise “Politik rumlar üç gün sürdü. Bu üç gün boGezi Günleri” başladı. Sabahat Kara- yunca konuklarla birlik çalışması yütaş'ların direnişlerinin gerçekleştiği rütüldü, hangi adımları ortak atabileÇiftehavuzlar'daki ev, 19 Aralık'ta 6 ka- ceğimizi gördük. 16 ayrı ülkeden 40'a dın yoldaşımızın diri diri yakıldığı Bay- yakın delege katıldı. Ayrıca Türki-
20 | TAVIR | mAyIS 2014
ye'den de Halkın Hukuk Bürosu avukatları Ebru Timtik, Barkın Timtik; ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozaağaçlı, KESK MYK Üyesi Akman Şimşek, araştırmacı-yazar Metin Yeğin, şair İbrahim Karaca, tiyatro sanatçısı Osman Genç ve Grup Yorum elemanları yer aldı. 1.Gün: Sabah; selamlama, açılış konuşmaları, kayıt işlemleri gerçekleşti. Halk Cephesi adına Cihan Keşkek, ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozaağaçlı, KESK MYK Üyesi Akman Şimşek, Lübnan'dan Muhammed Safa, Hindistan Sosyal Birlik Merkezi'nden Manik Mukharjee, Hamburg Üni. Tarih ve Felsefe Profesörü Kaaram Khella, Honduras Halk Cephesi'nden Guillermo Moncada birer konuşma gerçekleştirdi. Selamlama konuşmaları bittikten sonra yemek arası verildi. Yemekten sonra ise ilk oturum başladı. Öğlen oturumunda; Enternasyonalizm ve Emperyalizmin Küreselleşme Yalanları, Emperyalist Saldırganlık ve Emperyalizmin Anti Terör Listeleri tartışıldı, konuşuldu. Halkın Hukuk Bürosu'ndan Barkın Timtik, Arjantin Halk Cephesi'nden Francesco Longa, İrlanda'dan June Kelly, Irak'tan Fawaz Hilmi, Almanya'dan Willi Effenberger, Mısırlı Kaaram Khella konuşmacı olarak yer
20-22 sempozyum_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:01 PM Page 21
aldılar emperyalizmi teşhir eden çalışmalarını paylaştılar ve bu saldırılara karşı ne yapacaklarını tartıştılar. Akşam oturumunda ise; İdeolojik Birlik, Enternasyonalizm ve Marksizm, Leninizm, Maoizm konuları tartışıldı. Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Avukat Selçuk Kozağaçlı, Honduras’tan Mauricio Mendoza, Hindistan’dan Manik Mukherjee, İngiltere’den Steve Kaczynski konuşmacı olarak yer aldılar. İkinci oturum burada sona ererken Halk Cephesi adına FOSEM'in hazırladığı, dünyadaki ilerici önderleri ve hareketleri anlatan "Enternasyonal Direniş" adlı 13 dakikalık bir sinevizyon gösterildi. Bu gösterim sırasında salonda sloganlar ve alkışlar eksik olmadı. 2.Gün: Sabah; İşçi Mücadelesi ve Sendikalar, Adalet ve Hukuk Mücadelesi işlendi. İtalya'dan Gianfranco Costallotti, Yunanistan'dan Pavlos Antonopulos, KESK'ten Akman Şimşek,
Kazova işçisi Bülent Ünal, DİH adına Behiç Aşçı, avukatlık mücadelesindeki bölümle ilgili olarak da Av. Ebru Timtik, Honduras'tan Ricardo Ellner işçilerin mücadelesinin birliğini ve hukukçuların ortak çalışması gerektiğini vurguladılar. Buradan ortak bir anayasa yapma ve Kazova işçilerinin İtalya turu programı çıkarıldı. Öğlen oturumunda; Sanat Mücadelesi, Medya Mücadelesi konuları işlendi. Oturum başlamadan önce Berlin Senfoni Orkestrası’ndan başkemancı Eva Weber kemanıyla Selanik Türküsünü çaldı. Bu kısa dinletinin ardından panellere geçildi. Grup Yorum elemanı Caner Bozkurt, şair İbrahim Karaca, tiyatro sanatçısı Osman Genç, Almanya'dan Eva Weber, İrlanda'dan June Kelly, Yürüyüş Dergisi'nden Güneş Seferoğlu yer aldı. Sanatçılar yapmış olduğu çalışmaları paylaştılar, uluslararası bir sanat meclisi projesi tartışıldı. Medyada ise ilk adımın ortak bir internet sitesi kurmak olduğu vurgulandı. Son oturumda ise; Sağlık Mücadelesi,
Mühendislik ve Mimarlık Mücadelesi konuları tartışıldı. Sağlık Emekçileri adına Fikret Akar, Irak'tan Dr. Fawaz Hilmi, Brezilya'dan Leonardo Anton, Halkın Mimar ve Mühendisleri'nden Olcay Abalay, araştırmacı yazar Metin Yeğin konuşmacı olarak yer aldılar. Burada mühendislerin projeleri ve dünyadaki diğer örnekler tartışıldı, yeni projeler paylaşıldı. Sağlık alanında ise ülkelerdeki sorunlar dile getirildi. 3.Gün: Sabah oturumunda; Emperyalizmin Ortadoğu Politikası konusu tartışıldı. Lübnan'dan Muhammed Safa, Halk Cephesi'nden Cihan Keşkek, Kaaram Khella, Fawaz Hilmi yer aldı. Emperyalizmin Ortadoğu politikasının nasıl çöktüğü ortaya serildi. Bu alanda mücadelenin nasıl birleştirilmesi gerektiğinin yöntem ve önerileri sunuldu. Ayrıca yine aynı oturumun bir bölümünde devrimci gençliğin enternasyonal mücadelesi konuşuldu. Buna ise Devrimci Gençlik adına Dilek Kaya katıldı. Daha sonra ise emperyalizmin tecrit
mAyIS 2014| TAVIR | 21
20-22 sempozyum_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:01 PM Page 22
politikası tartışıldı. Bu oturuma İrlanda'dan Cinaed Decanntun, Sinn Fein örgütünden Dermoit Douglas, Bangladeş'ten Faizul Hakim, Venezüella'dan Gustavo Conde, Honduras'tan Carlos Espinal katıldı. Tecrite ve hasta tutsaklara ilişkin bazı somut kampanyalar tartışıldı ve sonuçlar çıkarıldı. Sempozyumun son oturumunda ise; Meşruluk ve Devrimci Şiddet, Ayaklanma konuları konuşuldu. Bu oturumda Halk Cephesi'nden Bülent Uluada, Yunanistan'dan Vangelis Dimitsantos, yine Halk Cephesi’nden Baran Kuzey Yıldırım yer aldı. Faşizme ve emperyalizme karşı halkların meşru mücadelesi tartışıldı. Emperyalizmin saldırılarına karşı her türlü devrimci şiddetin mümkün ve gerekli olduğu ortaklığına varıldı. Yine bu oturumda Bulgaristan’dan Loudmil Kostadinov Faşizme Karşı Birleşik Cephe konulu araştırma ve derlemesini sundu. Son gün akşamı ise Dev-Genç’ten başlayarak devrimcilerin mücadelesini anlatan Halk Cephesi adına FOSEM'in hazırladığı "Biz Kimiz?" adlı
22 | TAVIR | mAyIS 2014
sinevizyon gösterimiyle sona erdi. 19 Nisan günü ise katılımcı delegelerle birlikte gün boyu süren toplantıların ardından 5. Eyüp Baş Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumu'nun 11 maddelik "Sonuç Deklerasyonu" belirlendi. Bu deklarasyon, daha sonra ayrıca tüm dünya kamuoyu ile paylaşılmak üzere kararlaştırıldı. 20 Nisan günü ise kalan ko-
nuklarla "Bilgi Güçtür" başlıklı eğitim tartışmaları yapıldı. Bu tartışma ve anlatımlarda; diyalektik, materyalizm ve tarihsel materyalizm, doğru düşünme yöntemleri, dilde sadelik ve mücadelede pratik olma, sınıf kini, devrimci şiddetin meşruluğu, reformizm... gibi konular konuşuldu. 21 Nisan günü ise konuklarla özel görüşmeler yapılarak sempozyum bitirildi. 22 Nisan gününe kadar tüm konuklar uğurlanmış oldu.q
23 kelimelerin dili_sablon 5/14/14 1:02 PM Page 23
kelimelerin dili
kelimelerin dili
protesto ve direniş üzerine tavır
Ulrike Meinhof, “Protestodan Direnişe” başlıklı yazısında Fred Homgton'un bir konuşmasından alıntı yapar.
Protestonun ana halkası değiştirmeye altüst etmeye yönelmemesidir. Bu yüzden protesto yeni bir devrim yaratamaz.
“Zaman: Şubat 1968 Yer: Berlin Teknik Üniversitesi
Protesto şikayet eder. Direniş, yumruğunu indirir.
Amerika'daki Siyahi halkın Kara Panterler örgütünün önderlerinden olan Fred Homgton “Uluslararası Vietnam Kongresi”nde konuşurken der ki:
Protesto, talep eder. Direniş talep edilenin gerçekleşmesi için yola çıkar.
‘Protesto, şu ya da bu bana uymuyor dememdir. Direniş bana uymayan şeyin artık gerçekleşmemesini sağlamamdır. Protesto ben buna ortak olmuyorum dememdir. Direniş, diğer herkesin de ortak olmamasını sağlamamdır’.. (Protestodan Direnişe Ulrike Meinhof-Syf: 130 Sel Yayınları)“ Buradan devam edersek, bir benzetme yapmayı deneyelim: Protesto, kafesteki kuşun “Bu kafes pislik içinde” diye bağırmasıdır. Direniş, maviş bir boran olmaktır. Bu yanıyla protesto edilgen bir kabul etmemedir. Direniş, kabul edilmez olanı değiştirmeye kalkışmaktır. Protesto, bana uymuyor DEMEMDİR. Protesto, ortak olmuyorum DEMEMDİR. Direniş, uygun bulmadığımın gerçekleşmemesini SAĞLAMAMDIR. Bunu yaparken diğer herkesin de ortak olmasını SAĞLAMAKTIR.
Protesto tepkiyi içerir. Direniş yıkıcı ve yaratıcı bir güçtür. Karşı çıkılan için yıkıcı, istenen için yaratıcı bir güç olarak somutlar kendisini. Protesto kendi içinde bir alternatif içermeyebilir. Direniş kendi alternatifini dayatır.
Direniş gemileri yakmaktır. Protesto itiraz eder.Direniş ise kavga eder. Protesto egemenler tarafından makul görülen bir yerde “YÖK'e hayır” demektir. Direniş, Dev-Gençliler'in YÖK'ün üzerine yürümek için gidip Dil Tarih Coğrafya Fakültesini işgal etmesidir. Protesto, bedelleri göze almayı içermez. Direniş ise gözü karalığı içerir. Ve ödenen bedel, onur bilinir. Protesto, akıllı uslu solculuğun işidir. Zalime karşı direniş ise devrimcilerin.
Protesto egemenler tarafından hoş görülebilir. Direniş ise ezilmek istenir. Ve bu yaklaşım çatışmayı kaçınılmaz kılar.
Protesto faşizmin zorunu görünce 1 Mayıs'ta Kadıköy'e kaçan EMEP ve TKP'nin tavrıdır. Direniş ise Taksim'e yönelen, çatışan devrimcilerin geleneğidir.
Protesto mezarlığın yanından geçen korkağın ıslık çalmasına benzeyebilir. Direniş ise zamane Azraillerini taşa tutar.
Protesto polisin karşısında uzun eşek oynamayı kaldırır. Direniş ise kendi içinde hesap sormayı barındırır.
Protesto gerçekleştirenler başlangıçta nasıllarsa sonucunda da öyle kalırlar. Direniş ise kendisini gerçekleştirenleri geliştirir, güçlendirir, yeniler.
Protesto diyeceğini demekle yetinir. Direniş ise hayata etki eder, onu değiştirir ve giderek kendisine benzetir. En sonunda hayatın ta endisi olur. Ki direniş yarını bu günden kurmanın has eylemidir.
Protestonun süresi bellidir ve genellikle kısa sürer. Direniş ise süreyle değil, hedefine ulaşmakla ilgilenir. Böyle olduğu içindir ki yeri gelince direniş içinde “Sonuna, sonsuza, sonuncumuza kadar...” demek gerekir.
Ve şair Adnan Yücel haklıdır: “Bu günlerden geri Bir yarına gidenler kalır Bir de yarınlar adına direnenler...” q
Protesto geminin içinde slogan atmaktır.
MAYIS 2014 | TAVIR | 23
24-26 yoz kultur_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:02 PM Page 24
deneme deneme
yoz kültür, halkın afyonu; devrimci kültür, halk sevgisi ümit zafer
Emperyalizmin artık endüstri olarak ça- tu bu yazının ilgi alanından artık çıkıyor. lışan ‘’kültür’’ makinesi, ara vermeksizin Sadece geçerken vurgulamak için değindik. çürüme üretmektedir.
Evet, emperyalizmin ‘’kültür silahı’’nın hedefi bütün halkın zihnidir. Amaç, bireycilik empoze etmektir.
Daha önemlisi, bu endüstrinin ‘’kültürel’’ hedefidir.
Halkın zihnine bireycilik empoze etmek, onu güçten düşürmek, özgüven yoksunu yapmak demektir. Emperyalistlerin kültür endüstrisinin hedefi,halkı HALK olmaktan çıkartmaktır.
Çürütülen insan ruhu ve ilişkileridir. Ernesto Che Guevara haklıdır: ‘’Kültür alanında kapitalizm, verebileceği her şeyi vermiş ve ondan geriye çürüyen bir cesedin iğrenç kokusundan, yani bugünkü sanat dekadansından başka bir şey kalmamıştır.’’ Emperyalist kültür endüstrisi, bu çürümeyi halklara empoze ederek hem ideolojik bir hegemonya yaratıyor hem de burjuvaziye ekonomik çıkar sağlıyor. Konunun ekonomik çıkar kesimi için, şu gazete haberinde geçen meblağ, oldukça fikir vericidir: ‘’Kültürel miras, görsel ve sahne sanatları, yazılı ve görsel medya, animasyon, internet, video oyunları, tasarım, reklamcılık ve mimarlık yaratıcı endüstriler olarak tanımlanıyor. Dünyada bu endüstrilerin büyüklüğü ise UNESCO verilerine göre 1.3 trilyon dolar. Kültür ürünleri ihracatında ilk sıra yıllık 8.5 milyon dolar gelirle İngiltere’nin…’’ (03 Mayıs 2013/Radikal Gazetesi)
Bir diğer ifadeyle, emperyalistler, ‘’görsel ve sahne sanatları, yazılı ve görsel medya, animasyon, internet, video oyunları, tasarım, reklamcılık’’ vb. kültürel faaliyetleriyle ne hedefliyorlar? Emperyalistlerin kültür endüstrisi, halkların bilincini kuşatmakladır: ‘’Hedef bütün halkın zihnidir!’’ CIA’nın ‘’psikolojik Savaş’’ kitabında geçen şu sözler, oldukça ‘’manidar’’ sayılabilir: ‘’İnsanın en kritik noktası zihnidir. Zihnine bir kez ulaşıldı mı, ‘siyasal hayvan’ mermilere bile gerek kalmadan yenilgiye uğratılabilir. Hedef bütün halkın zihnidir.’’
Emperyalistlerin elinde hedefi bütün halkın zihni olan bir silah var. İşte bu ‘’silah’’, emperyalizmin kültür endüstrisidir. Bu silahı ne kadar etkili, yaygın ve aralıkBurjuvazi, ‘’kültür ürünleri’’ satarak, karı- sız kullanırsa, o kadar sonuç aldığının, alana kar katıyor. Konunun ekonomik boyu- cağının hesabını yapıyor emperyalistler.
24 | TAVIR | mAyIS 2014
Emperyalizmin kültür endüstrisinin rehberi, ‘Holivud’tur. Holivud’un kendi ülkesine etkisini Hindistanlı yazar Babura Patel, şöyle anlatıyor: ‘’… Holywood, ABD’nin dünyadaki en güçlü silahı ile 600 milyonluk halkın böylesine kültürel olarak döllenmesi işini üstlendi. Film üstüne filmler, iki dünya savaşı boyunca Hindistan’a gönderildi. Filmler bize rumba ve samba yapmayı öğretti. Filmler bize kumrular gibi sevişmeyi ve kur yapmayı öğretti. Filmler bize öldürmeyi ve çalmayı öğretti, filmler bize ’Hi’ ve ’Gee’ (Merhaba ve Hay Allah! anlamlarına gelir) demeyi, onlar gibi çığlık atmayı öğretti. Filmler bize şeytanlığı ve boşanmayı öğretti ve filmler bizi neşe/canlılık kokan yerlere ve içki alemlerine götürdü.
24-26 yoz kultur_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:02 PM Page 25
Emperyalizmin halklara dayattığı yaşam tarzının odağında, böylesi değerleriyle birlikte halk değil, birey vardır. Emperyalistler karşılarında halkı değil, bireyi görmek isterler. Halkı yenemezler çünkü ama bireyi ezerler. Emperyalistlerin çıkarlarına karşı çıkmayacak bir insan tipi yaratılmasını esas alır kültür endüstrisi. Nasıl yaşayacağımıza, seveceğimize, küseceğimize, boş vereceğimize, ağlayacağımıza, güleceğimize… Her şey göstere göstere öğretilir. Reklamlar bunu gösterir, filmler bunu anlatır, şarkılar bunu söyler, moda bunu arzulatır. Ve sistem, bunu başardığı oranda ayakta kalır. Adorno haklıdır: “Kültür endüstrisinin kurduğu, mutlu bir yaşam için yönergeler değildir; yeni bir ahlaki sorumluluk sanatı da değildir. Aksine en güçlü çıkarlar neyin ardındaysa ona itaat etmek yolunda uyarılardır.” Evet bu kültür endüstrinin amacı emperyalist çıkarlara hizmet etmeyi halklara göstere göstere öğretmektir. Elbette bunu “kaba” bir yöntemle yapmıyorlar. Zira her ”kaba kuvvet” karşısında bir direnç bulur. Bunun yerine emperyalist kültür endüstrisi değişik biçimlerde halklara “Afyon” üretiyor. Görünen yoluyla zorla yapmıyor bunu. Aksine arzulatarak benimsetmeyi esas alıyor.
Holywood bizim yiyeceklerimizin, suyumuzun, havamızın, sanatımızın, kültürümüzün, geleneklerimizin, felsefemizin, hayat ve insan ilişkilerimizin etkisini bozdu. Holywood’un dokunduğu ne varsa kirletilmiştir. Amerikalıların bir günahı pek çok ilintili modaya dönüştü. İşte eğlence yoluyla bize öğrettikleri ‘Amerikan yaşam tarzı!’ sayısı sınırlı birkaç iyi filmle bize bin bir tane çürümüş kokuşmuş filmleri gösterdiler.’’ (Aktaran: Veysel Şahin – Tavır Şubat, Mart 2014 syf: 56)
Doğrudur, emperyalist kültür endüstrisinin zehirli okları, kirletir. Bu zehiri, kiri yaymadan ayakta kalamayacağını biliyor emperyalistler. Emperyalist kültür endüstrisi bir yaşam tarzı dayatıyor halklara. Niye? Halklar nasıl yaşayacaklarını bilmiyor mu? Halkların bir yaşam tarzı yok mu zaten? Halkların geleneksel yaşam tarzlarının odağında emekçilik, dayanışma, vefa, sahiplenme, saygı, sevgi… vardır.
CIA’nın kastettiği işte budur: ”Zihnine bir kez ulaşıldı mı “siyasal hayvan” mermilere bile gerek kalmadan yenilgiye uğratabilir.” “Kültür” silahı işte bunu sağlıyor ve emperyalist ideolijinin halkın zihnine boca edilmesinin yolunu açıyor Bu yanıyla Jean Dubuffet’in şu sözlerine kulak vermekte yarar var: “Kültür, vaktiyle dinin tuttuğu yeri alma yolunda. Tıpkı din gibi şimdi onun da rahipleri var. Peygamberleri, azizleri, yetkililerden
mAyIS 2014| TAVIR | 25
24-26 yoz kultur_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:02 PM Page 26
oluşan organları var. Taç giymeye göz diken fatih, artık halkın önüne, yanında piskoposla değil, Nobel ödülleriyle çıkıyor. Yolsuzluğa batmış senyör günahlarını bağışlatmak için tekke değil müze kuruyor. Artık seferberlikler de kültür adına yapılıyor, haçlı seferleri de kültür adına düzenleniyor. ‘Halkların afyonu’ rolünü oynamak da artık ona düşüyor.” Böyle olduğu içindir ki Suriye halkına savaş açan emperyalistlerin kolunda Angelina Jolie vardı. İşte bu yüzden içlerinde Orhan Pamuk’un da olduğu dalkavuklar Beşar Esad için “idam fermanı” çıkardılar. Bu yanıyla Angelina Jolie ile Orhan Pamuk aynı endüstrinin eseri olarak efendilerinin çıkarları için iş başı yapmışlardır. Amaç aynıdır, halkın zihnini teslim almak…
eğitimsiz, işsiz ve yeni teknolijilerin verdiği imkanlar sayesinde dünyada olan bitenden haberdar son derece öfkeli milyarlar var. Onların başında nükler bomba patlatamayacağımıza göre başka çareler düşünmeliyiz...” Yukarıdaki sözler emperyalistlerin halklar özellikle de gençlik karşısında duyduğu korkuyu da ifade eder. “Onların başında nükleer bomba patlatamayacağımıza göre” diyor emperyalist, “başka çareler düşünmeliyiz.” İşte bu “çare” bütün halkın ama öncelikle de gençliğin teslim alınması, çürütülmesidir.
Evet karşımızda işte bu tablo var. Karşımızda emperyalizmin kültür endüstrisi var. Aralıksız bir şekilde çalışan bir ‘’siEmperyalistlerin akıl hocalığını yapan lah ‘’ bu. Hedefi bütün halkın zihnini ele Zbignew Brzezinsky “Yeni Strateji” ismi- geçirmek, bireycileştirmek. ni verdiği kitabında şöyle diyor: Emperyalistlerin halkın zihnini ele ge“… Şu anda ABD’nin hakimiyet emelle- çirmeye, kirletmeye çalışan silahı var. Birine karşı dünya üzerinde nüfusu genç, zim ise sevgimiz var halk sevgimiz
26 | TAVIR | mAyIS 2014
var… Ki bireycilik dayatan emperyalist kültür endüstrisi devasa maddi gücüne, işleyişine ve yaygınlığına rağmen halk sevgimiz karşısında acizdir. Halkın zihnini ele geçirmeye çalışan emperyalist kültür endüstrisi Büyük insanlığın onuru ve umudu karşısında çaresiz kalır. Bunu sağlayacak olan her birisi devrimci kültürün savaşçısı olan devrimcilerdir. Ve dahası da şu ki Grup Yorum’un her bir konserinde olduğu gibi 13 Nisan 2014’teki bağımsızlık konseri’nde de emperyalizmin kültür endüstrisini ezmiştir halkımız. Zafer emperyalizmin kültür endüstrisinin değil halk sevgisinin ve devrimci kültürün olmuştur. Her alan, bölge ve birimde bu zaferleri çoğaltmalıyız. Emperyalizmin kültür endüstrisinin karşısına devrimci alternatiflerimizle çıkmalıyız. Halkımız kendisinden olanı sahiplenir. O HALDE GÖREV BAŞINA… q
27-29 sarlonun onuru_sablon 5/14/14 1:02 PM Page 27
deneme
deneme
şarlo’nun onuru deniz korcan
Geçtiğimiz ay DHA kaynaklı bir haberde Charlie Chaplin’in “kadın düşkünü olduğu ve yaşamı boyunca 2 bin kadınla yattığı” iddia edildi. Peter Ackroya isminde bir şahısın kaleme aldığı Chaplin biyografisinde, onun sapkın olduğu, iğrenç eğilimleri olan bir seks makinesi olduğu vb. iddialara yer veriliyor. Hatta bu da yetmiyor uzmanlardan görüş alınıyor. “Çocukluğu sorunlu geçen Chaplin’in çocuk yurtlarında büyüdüğüne ve annesinin onunla ilgilenmemesi sebebiyle sorunlu bir kişilik olduğuna vurgu yapıyor, psikolog Alexandr Grappmaier. Bu adı geçen şahısları tanımıyoruz ama biz Şarlo’muzu tanıyoruz. Adı geçen şahısları tanımıyoruz ama burjuvaziyi tanıyoruz. Ona satılmış ruhları da biliyoruz. Şarlo kimdir? Bir de biz anlatalım. Mizahını faşizme karşı silah olarak kullanmış ve egemenlere karşı yoksulların sinemasını yapmış bir sinemacıdır. Yoksuldur, açtır, işsizdir. Filmlerinde itilip kakılan, hor görülen halkı oynar. Onların sorunlarını dile getirir. Ancak ezik değil hesap sorandır. Mizahıyla “sessiz” ama ”bağırarak” hesap sorar ezenlerden. Aslında Charlie Chaplin’in sanat anlayışını anlatan bu kısa bilgi bile bu haberin (saldırının) niye yapıldığını açıklamaya yeter. Ama yine de biz onu ve saMAYIS 2014 | TAVIR | 27
27-29 sarlonun onuru_sablon 5/14/14 1:02 PM Page 28
nat anlayışını anlatmaya devam edelim. Edelim ki kendi pisliğini bulaştırmaya çalışan burjuvazinin iğrenç yüzü ortaya çıksın. Burjuvazi halktan yana olan sanatçıya, aydına, bilimadamına, devrimci önderlere saldırır, kendi ahlaksızlığını yakıştırır. Stalin“cani”dir, Nazım“kadın düşkünü”, Che bir “imaj”dır Yılmaz Güney “despot”, Deniz Gezmiş “aslında hümanisttir”... Halkın bir sözü vardır. “Çirkin kız aynaya bakar, lakabını başkasına takar” Elbette bu saldırıların bir amacı vardır. Bu burjuvazinin bir politikasıdır. Adı “ideolojik propaganda”dır. Amacı halkın gözünde bir değeri olan kişilikleri aşağılamak, değersizleştirmek, itibarlarını düşürmektir. Charlie Chaplin için de hedeflenen budur.
Kimdir Charlie Chaplin? Burjuvazinin ona tarihsel düşmanlığının sebebi nedir?
den yeniden işsiz kaldık. (Onurlu Aydın Biyografileri Tavır Yayınları Syf: 250)
Anlatalım... Yoksul bir halk çocuğu olarak dünyaya gelir ve kendi hikayesini şöyle anlatır;
Sırf hayatta kalabilmek, bir tas sıcak çorba içebilmek için namusuyla para kazanmanın yollarını arar. Açtır, yoksuldur. Yıllar sonra kendi de içinden çıktığı açlığı ve yoksulluğu beyazperde de anlatacak, kapitalizmi yerden yere vuracak, burjuvazi ile alay edecektir.
“Ben Charles Chaplin, 16 Nisan 1889’da Londra’da dünyaya geldim. Babam usta bir güldürü oyuncusuydu, annem operet şarkıcısıydı, daha sonra varyete tiyatrolarında çalıştı. Çocukluk yıllarım, Londra’nın yoksullar mahallesi East Side’da geçti. Babam kendini içkiye verince, evde ocak kaynamaz oldu. Sıcak bir çorba için kardeşim Sidney birçok kez yardım kurumlarının kapısını çalmak zorunda kaldı. Ben onunla gidemiyordum çünkü ikimiz papuçları ortak kullanıyorduk. Babam bizi büyük bir yoksulluk ile baş başa bırakarak öldü. Altı yıl boyunca çalmadığım kapı kalmadı. Arabacılık yaptım, geceleri değişik yerlerde sabahladım. Sonunda annem bir iş buldu ama çok geçme-
İlk filmi 1914 yılında rol aldığı “Ekmek Parası”dır. Sanat hayatı boyunca 1914’den 1966’ya kadar 79 film bırakacaktır sinema tarihine. 1940 yılında Hitler faşizmini teşhir ettiği “Büyük Diktatör” filmine kadar hep “sessiz sinema” tekniğini savunur ve ona sadık kalır. İnsanlığı tehdit eden faşizm kabusuna karşı Chaplin’in “Büyük Diktatör”ü faşizmle alay eden mizahın beyazperdeye nasıl yansıdığına güçü bir örnektir. Faşizmin bu vahşeti karşısında artık pandomim yetersiz kalacak Chaplin sinemasının dili çözülecektir. Üstelik Chaplin bu filmi çektiğinde sene 1940’tır. Ve Nazi İmparatorluğu altın çağını yaşamaktadır. Yenilmez gözükmektedir. Ancak hiçbir zorbalık ve diktatörlük sonsuza kadar sürmez. Büyük Diktatör filminin sonundaki muhteşem konuşma neden Chaplin sinemasının “dilinin çözülmek” zorunda kaldığını ne de güzel anlatıyor. Toplama kampındaki berber yanlışlıkla diktatörün yerine geçer ve bu muhteşem konuşmayı yapar. “Üzgünüm. Ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseye hükmetmek ya da boyun eğdirmek istemiyorum. Elimden gelse, herkese, ister Yahudi, ister zenci ister beyaz olsun tüm
28 | TAVIR | MAYIS 2014
27-29 sarlonun onuru_sablon 5/14/14 1:02 PM Page 29
insanlara yardım etmek isterim. Hepimiz karşımızdakine yardım etmek isteriz. İnsanların yapısı böyledir. Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamayı isteriz, üzüntüsü için değil. Birbirimizden nefret etmek ve hor görmek istemeyiz. Bu dünyada herkese yetecek yer var ve toprak, hepimizin ihtiyacını karşılayacak kadar bereketlidir. Yaşam biçimimiz daha özgür ve güzel olabilir. Açgözlülük insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefretle kuşattı, hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve kanın içine sürükledi. Hızımızı arttırdık ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı yaptı; zekamızı ise katı ve acımasız. Çok fazla düşünüyoruz ama çok az hissediyoruz. Makineleşmeden çok insanlığa muhtacız, zekadan çok iyilik ve anlayışa muhtacız. Bu değerler olmadan hayat korkunç olur, her şeyimizi yitiririz. Uçaklar ve radyo bizleri birbirimize yaklaştırdı. Bu buluşların var oluş nedeni, doğaları gereği, insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmak, evrensel kardeşliği oluşturmak ve hepimizin birleşmesini sağlamaktır. Şu anda bile sesim dünyadaki mil-
yonlarca insana, acı çeken milyonlarca kadın, erkek ve küçük çocuğa, suçsuz insanları hapse atan ve işkence eden bir sistemin kurbanlarına ulaşıyor. Beni işitenlere şunları söylemek istiyorum, "Umutsuzluğa Kapılmayın..!!" Üstümüze çöken bela, vahşi bir hırsın, insanlığın gelişmesinden korkanların duyduğu acının bir sonucudur. İnsanlardaki bu nefret duygusu geçecek ve diktatörler ölecektir. Halktan aldıkları güç, yine halkın eline geçecektir. Son insan ölene kadar özgürlük asla yok olmayacaktır.” Chaplin, faşizmin zorbalığı karşısında halka kurtuluş yolunu şu sözlerle gösterir:
danını yitirmiş sistemine güçlü bir eleştirisidir. ABD’nin bütün baskılarına karşı aydın olma onurunu korur ve bu uğurda bedeller ödemeyi göze alır. Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler komitesince sorgulanır. Filmleri yasaklanır. Yaşlı annesi sınırdışı edilmeye çalışılır. ABD en sonunda onu ülkeden kovar. 1977’de İsviçre’de ölür. Hollywood’a, sinema tekellerine tavrını hep sürdürdü. Şarlo, “Halkın Şarlosu” olarak kaldı ve onlarla uzlaşmadı.
“İnsanlar ölmeyi bildikleri sürece, özgürlük yok olmaz, olmayacaktır.”
“Ben Charles Chaplin, Hollywood’un can çekiştiğini ileri sürüyorum. Hollywood’un bir sanat olarak kabul edilen sinema alanında yapabileceği bir şey yoktur.”
Sinemacılığını Hollywood sineması anlayışı içine hapsetmez. Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir sanatçı, aydındır. Hollywood’un efendisi Chaplin’den hiç hoşlanmaz.
Halkın acılarını beyazperdeye yansıtan Halkın Şarlo’sunun burjuvazinin saldırıları karşısında onurunu koruma görevi yine halka aittir.
1947 tarihinde çektiği “Mösyö Verdaux” kapitalizmin bireyci, bencil, yabancılaşmış, vic-
O bizim Şarlomuzdur. Onuru da bizimdir, koruyacağız. q MAYIS 2014 | TAVIR | 29
30 ayın fotoğrafı_sablon 5/14/14 1:04 PM Page 30
ayın fotoğrafı
ayın fotoğrafı
mürsel çoban
MAYIS 2014 | TAVIR | 30
30 ayın fotoğrafı_sablon 5/14/14 1:04 PM Page 31
Ulrike Meinhof, “Protestodan Direnişe” başlıklı yazısında Fred Homgton'un bir konuşmasından alıntı yapar. “Zaman: Şubat 1968 Yer: Berlin Teknik Üniversitesi Amerika'daki Siyahi halkın Kara Panterler örgütünün önderlerinden olan Fred Homgton “Uluslararası Vietnam Kongresi”nde konuşurken der ki:
Protesto tepkiyi içerir. Direniş yıkıcı ve yaratıcı bir güçtür. Karşı çıkılan için yıkıcı, istenen için yaratıcı bir güç olarak somutlar kendisini. Protesto kendi içinde bir alternatif içermeyebilir. Direniş kendi alternatifini dayatır. Protesto egemenler tarafından hoş görülebilir. Direniş ise ezilmek istenir. Ve bu yaklaşım çatışmayı kaçınılmaz kılar.
‘Protesto, şu ya da bu bana uymuyor dememdir. Direniş bana uymayan şeyin artık gerçekleşmemesini sağlamamdır. Protesto ben buna ortak olmuyorum dememdir. Direniş, diğer herkesin de ortak olmamasını sağlamamdır’.. (Protestodan Direnişe Ulrike Meinhof-Syf: 130 Sel Yayınları)“
Protesto mezarlığın yanından geçen korkağın ıslık çalmasına benzeyebilir. Direniş ise zamane Azraillerini taşa tutar.
Buradan devam edersek, bir benzetme yapmayı deneyelim:
Protestonun süresi bellidir ve genellikle kısa sürer. Direniş ise süreyle değil, hedefine ulaşmakla ilgilenir. Böyle olduğu içindir ki yeri gelince direniş içinde “Sonuna, sonsuza, sonuncumuza kadar...” demek gerekir.
Protesto, kafesteki kuşun “Bu kafes pislik içinde” diye bağırmasıdır. Direniş, maviş bir boran olmaktır. Bu yanıyla protesto edilgen bir kabul etmemedir. Direniş, kabul edilmez olanı değiştirmeye kalkışmaktır. Protesto, bana uymuyor DEMEMDİR. Protesto, ortak olmuyorum DEMEMDİR. Direniş, uygun bulmadığımın gerçekleşmemesini SAĞLAMAMDIR. Bunu yaparken diğer herkesin de ortak olmasını SAĞLAMAKTIR. Protestonun ana halkası değiştirmeye altüst etmeye yönelmemesidir. Bu yüzden protesto yeni bir devrim yaratamaz. Protesto şikayet eder. Direniş, yumruğunu indirir. Protesto, talep eder. Direniş talep edilenin gerçekleşmesi için yola çıkar.
Protesto gerçekleştirenler başlangıçta nasıllarsa sonucunda da öyle kalırlar. Direniş ise kendisini gerçekleştirenleri geliştirir, güçlendirir, yeniler.
Protesto geminin içinde slogan atmaktır. Direniş gemileri yakmaktır. Protesto itiraz eder.Direniş ise kavga eder. Protesto egemenler tarafından makul görülen bir yerde “YÖK'e hayır” demektir. Direniş, Dev-Gençliler'in YÖK'ün üzerine yürümek için gidip Dil Tarih Coğrafya Fakültesini işgal etmesidir. Protesto, bedelleri göze almayı içermez. Direniş ise gözü karalığı içerir. Ve ödenen bedel, onur bilinir. Protesto, akıllı uslu solculuğun işidir. Zalime karşı direniş ise devrimcilerin. Protesto faşizmin zorunu görünce 1 Mayıs'ta Kadıköy'e kaçan EMEP ve TKP'nin tavrıdır. Direniş ise Taksim'e yönelen, çatışan devrimcilerin geleneğidir. Protesto polisin karşısında uzun eşek oy-
31 | TAVIR | MAYIS 2014
namayı kaldırır. Direniş ise kendi içinde hesap sormayı barındırır. Protesto diyeceğini demekle yetinir. Direniş ise hayata etki eder, onu değiştirir ve giderek kendisine benzetir. En sonunda hayatın ta endisi olur. Ki direniş yarını bu günden kurmanın has eylemidir. Ve şair Adnan Yücel haklıdır: “Bu günlerden geri Bir yarına gidenler kalır Bir de yarınlar adına direnenler...” q
32-33 komsuluk_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:05 PM Page 32
değerlerimiz değerlerimiz
bir kelimeyi daha unutuyoruz: komşu serkan fişek
Artık ihtiyacını hissetmiyor olacağız ki, çalmıyoruz zilini yan kapının. Bir fincan uzatıp, "Annem bir fincan kahve istedi, eğer varsa" demiyoruz. Filmlerde veya nostaljik karikatürlerde kaldı bu diyaloglar. Dara düştüğümüzde aklımıza gelmiyor bitişiğimizde veya apartmanda isek alt katta, üst katta oturanlar. İyiden iyiye yalnızlaşıyoruz, iyiden iyiye kendimize dönüyor, başka kimselerin yüzüne bakmaz hale geliyoruz. Günlük dilde artık hiç kullanmıyoruz dikkat ettiniz mi "komşu" kelimesini. Yavaş yavaş hayatımızdan çıkıp gidiyor komşularımız. Dilde de unutuyoruz, duygularımızda da...
32 | TAVIR | mAyIS 2014
Ne çok atasözü var komşu ve komşuluk üzerine dillerimizde. Ne çok deyim var bu kavramlara ilişkin Türkçe'de, Kürtçe'de, Arapça'da, Lazca'da ve Anadolu'nun tüm dillerinde... "Ev alma komşu al" diyor bir tanesi. Evden önemli çünkü iyi komşulara sahip olmak veya eskiden öyleymiş. Şimdi pek ihtiyacını hissetmiyoruz ya ondan böyle diyoruz. İyi komşu olmazsa kimlerle konuşacaksın ki? Kimlere oturmaya gidecek, bir sıcak çay yoldaşlığında saatler süren sohbetlere duracaksın? Kimden yar-
dım isteyecek, "Varsa biraz borç ver, ay başında maaşımı aldığımda öderim" diyeceksin? Kim bakacak çocuklarına sen önemli bir iş için dışarı çıktığında; sırtını güvenle yaslayarak, gözün arkada kalmayarak günlerce kime emanet edeceksin en değerlilerini? "Şurada düşüp ölsem, çürür giderim, kokar cesedim, kapımı çalan olmaz" diye bir düşüncenin asla aklımızdan geçmeyeceği bir hayatı sağlayacak olan biraz da komşularımız değil midir? Komşu komşunun külüne muhtaç değil midir? Yakın, yani hayırlı komşu, uzak, yani ha-
32-33 komsuluk_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:05 PM Page 33
yırsız akrabadan yeğ değil midir? Gün olur kendi kardeşimizden, anamızdan babamızdan daha çok çalmıyor muyuz komşuların kapısını; "komşu kapısı" gibi bir deyim yok mudur dilimizde? Var ama belki bir süre sonra tümüyle silinip gidecek. Nedenini sorgulamanın yeridir şimdi. Hiçbir şey nedensiz değildir. Ve her şey maddi yaşam koşullarının eseridir. Yani insanlar "Hadi ben artık bencilleşeyim, kendimi yaşayayım, kimseyi istemiyorum yaşamımda, başkaları beni ilgilendirmiyor, kardeşim anam babam bile" demez bir anda nedensizce. Ona bu lafları ettirecek bir şeyler yaşanmadan böyle bir kişiliğe sahip olunamaz çünkü. Maddedir ilk önce gelen, bilinç ardı sıra gelir maddenin. Kapitalizmin doğal bir sonucundan bahsediyoruz "bencillik" deyince. Çünkü kapitalizm, insanı kendine döndürür, kendini düşündürür, bireycileştirir, bencilleştirir. Mülkiyetçi yapar. Hep sınıf atlama özlemi yaratır insanların içinde... Kendine dönen insan bir süre sonra bilinç olarak sisteme entegre olmaya, artık tüm değerlerini yitirmeye başlar. Rahatsız olmaz kendini düşünmekten
çünkü meşrulaşmıştır taşımaya başladığı bencilce düşünceler kafasında. Herkes öyle düşünüyor, herkes kendine dönüyordur etrafında. Kardeşin kardeşe borç para vermediği, verse de dövizle verip dövizle istediği bir sistemden bahsediyoruz. Her şeyin bir fiyatının olduğunun vaaz edildiği, her şeyin insana has tüm değerlerin çarşıya, pazar tahtaları üzerinde satılığa çıkarıldığı, mülkiyetin uğruna ölünecek tek değer olduğu bir sistemden... Değerlerin hızla değersizleştiği bir düzende komşuluğun yaşayacağını düşünmenin, nasıl abes bir umut olduğu çok açık değil mi? Ne yazık ki öyle... Yapacak bir şey yok demek, düzene teslimiyetin diğer adı olur. İnsanlık daha ölmedi! Öldürülmesini engelleyecek olan bizleriz elbette. Güçsüzlüğümüz birlik olamamaktan geliyor, komşularımız bile hafızamızdan silmemizden... Paylaşmamaktan, var olanı birlikte büyütmemekten... Varsanız insan gibi yaşamaya, önce sahip çıkmak gerek değerlere. Onura, namusa, ahlaka, dürüstlüğe, paylaşıma... İnsana dair tüm güzelliklere yani. Güzellikler kim içindir? Hepimiz için değil mi? Yani yoksul halk için. Senin için, benim için, bi-
zim için... Bitişiğinde oturan komşun için. Hani o aç iken tok yatamadıkların için. Dara düştüğünde aklına ilk gelenler için... Senden ses gelmeyince ilk meraklanacak olan, kapını ilk çalacak olan, yine ses gelmeyince endişesi büyüyecek olanlar için... Senin için üzülenler için yani... Seninle gülen, ağlayan, coşan, kardeş sıcaklığıyla kucaklayanlar için. Komşun için işte... Çıkın şimdi kapıdan, çalın yanınızdaki kapıyı. "Hayırdır komşu" lafını duymak için endişeli gözlerle bakan dost yüzlü komşudan, çalın. "Buyur gel, hoşgeldin! Valla kaynanan seviyormuş daha yeni çay demlemiştim, birlikte içeriz"i duymak için çalın. "Ben de tam sana geliyordum, kalp kalbe karşıymış görüyor musun?"u duymak için çalın. Yumuşacık kollarla kenetlenmiş sıcacık bir kucaklaşma için çalın. Dost gülücükler için, sımsıcak bakışlar için, hiçbir maddi değerle ölçülemeyecek kadar değerli arkadaşlıklar için çalın. Bütün bunların olmadığını mı düşünüyorsunuz bitişiğinizdeki kapının ardında? Belki de öyledir ama her şey o zili çalmakla başlayacak işte. Bir çalın siz o zili, gerisi gelecektir emin olun... q
mAyIS 2014| TAVIR | 33
34-36 ezilen_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:05 PM Page 34
kitap kitap
ezilenlerin öğretmeni: paulo freire anıl güleryüz
‘’Tarafsız eğitimci yoktur. Biz eğitimcilerin bilmesi gereken şey, kimin yararına bir siyasi felsefe tipini benimsediğimiz ve kimin yararına çalıştığımızdır. Şükür ki benim siyasi fikirlerim egemen sınıf çıkarlarının yararına değildi ve böyle olmayı da sürdürüyor’’(1)
ğı bu sürecin siyasi ve tarihsel önemini düşünüp eşi Elza’ya şöyle demiştir. ‘’Bu gördüğüm ve yaşadığım şeyi iki ya da üç yıl sonra pek çok kişi bana soracak ama muhtemelen ben hapse atılmış olacağım’’(2) Freire 1964’teki faşist darbeden sonra tutuklanmış ve 75 gün tutsaklıktan sonra Şili’ye sürgün Ömrünü ezilenlerin eğitimine özğürlük edilmiştir. mücadelesi ne adayan Paulo Freire’nin 1921 yılında Brezilya’da başlayan haya- Şili’de, Avrupa ülkelerinde, ABD’de getı, 1997 yılında yine Brezilya’da sona er- çirdiği sürgün yılları onu ezilenlerin miştir. Ancak o ezilenlerin yüreğinde bi- eğitimine ve örgütlenmesine daha lincinde özgür yarınlara taşınanlardan- güçlü bağlamıştır. Egitim üzerine yalnız dır. araştırmalar yapmamış, yaratıcı yöntemler, eserler ortaya koymuştur. Şili’de ‘’Pedagoji’’ eğitim bilimi demektir ve yetişkin eğitimi proğramında görevler Freire gençlik yıllarından itibaren eğitim almış. Avrupa ülkelerinde ‘’ezilenlerin ve eğitim uygulamalarına tutkuyla bağ- pedagojisi ‘’ üzerine çalışmalar yaplanmıştır. Tarafı çok nettir. Öğrenmek, mış. A.B.D’de Harvard Üniversitesi’nde araştırmak istediği yalnız eğitim yön- ders vermiştir. Özellikle 1969’da yatemleri değildir. Ezilenlere dair her şeyi yınlanan ‘’Ezilenlerin Pedagojisi’’ kitabı, öğrenmek, onları eğitmek, özgürleşme- devrimcilerin safını egemenlerden yana nin yolunu göstermek istemiştir. belirleyen eğitimcilerin ‘’el kitabı‘’ olmuştur. İlk görevlerinden biri okuma-yazma bilmeyen işçilere, köylülere okuma yaz- ‘’ Ezilenler ancak ezenleri keşfettikleri ve mayı öğretmektir.1960 yılında yaşadı- özgürleşme için örgütlü mücadeleye
34 | TAVIR | mAyIS 2014
ğirdikleri zaman kendilerine inanmaya başlarlar. Bu keşif sadece düşünce düzeyin de olamaz eylemi içermelidir ‘’( 3) Ezilenleri özğürlüklerini kazanmak için örğütlü mücadeleye çağıran Freire eğitimde de ısrarla Praksis’i vurgular. Yani düşünce ve pratik teori ve pratik birlikte olmalıdır. Tek yanlı bir eğitim ve öğrenme anlayışını reddeder. Onun anlayışı şudur. ‘’ Öğretmenliğini yaptığımız öğrencilerden pek çok şey öğrenebiliriz. Bunun olması için. Öğretmenin her şeyi bildiği ve öğrencinin hiçbir şey bilmediği monoton sıkıcı ve seçkinci gelenekçiliği aşmanız şarttır ‘’ (4) O bir yandan ezilenlerin eğitimi için düşünüp yogunlaşırken bir yandan da ezenlerin yani emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin eğitim anlayışlarını pratiklerini ortaya koyar. ‘’ bankacı eğitim sistemini’’ sömürü düzeninin devamını esas olan tüm eğitim kültür politikalarını ortaya koyar ve bu çarkı kırmanın yollarını anlatır. Bir yandan da devrimcilerin yanlışlarını eleştirir. ‘’ Halkla ilişkilerinde diyalog-
34-36 ezilen_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:05 PM Page 35
cu şekilde davranmayan devrimci önderler .ya egemenlerin karakter özelliklerini benimsemişlerdir ve gerçekte devrimci değillerdir. Ya da kendi rollerini tamamıyla yanlış anlamışlar ve kendi sekterliklerinin tutsağıdırlar. Dolayısıyla yine devrimci değildirler ‘’( 5) Bankacı ezberci eğitim sistemini mahkum ve teşhir ederken ‘’ Problem Tanımlayıcı eğitim sistemini’’ önerir. Bilir ki ezenler ezilenlerin ‘’ neden‘’ sorusunu sormasını ‘problemleri tanımlamasını asla istemez izin vermek istemez. Onun hayatı bir pedagoji tutkusu üzerine kurulu değildir. Onun ezilenlere
duyduğu sevgisi sömürüsüz özgür bir dünya ya duyduğu inanç çok açıktır. Ezilenlere dair öğrendiği her şey eğitim konusuna dönüşmüştür. Örneğin ezilenlerin kişiliklerindeki ‘’ ikiliği’’ inceler. Ezilenlerin öfkesini, şiddetini doğru hedefe yönlendirememesini inceler. Ezilenlerin kendilerini aşağılamasını ezenler karşısındaki güçsüzlüğünü inceler. Ve bunları eğitimin somut konuları haline getirip pratiğe geçirir. Freire bir yandan ezilenlerin öğretmeni olmaya çabalarken, bir yandan da mütevazı bir öğrenci olma anlayışıyla yaşamıştır. Örneğin Che’nin öğrencisidir. Küba köylüsünden öğrenme ve onlara
öğretme süreçlerini kendi eğitim anlayışıyla bütünleştirir. Mao’nun ‘’Onlardan (/kitlelerden) bulanık şekilde aldıklarımızı açıkla” anlayışını geliştirmeye çalışır. Amilcar Cabral’dan Afrika’nın ezilenlerini, onların özgürlük mücadelesini öğrenir. ‘’Her devrim kültür devrimidir’’ kültür proğramlarında gönüllü olarak çalışır, hem de ‘’dil kültür ve düşünce arasındaki karşılıklı ilişki”yi araştırır. Gine Bissau’ya Mektuplar kitabında sömürgeleştirilmiş; dili, kültürü yasaklanmış halklara, köklerine sarılıp nasıl umudu büyüteceklerini yeni bir kültürü nasıl yaratacaklarını anlatır. Bağımsızlığını kazanan Yeşil Burun
mAyIS 2014| TAVIR | 35
34-36 ezilen_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:05 PM Page 36
ler aydınlar tarafından sahiplenilmiş ve tartışılmıştır. Ülkesinde adına enstitü açılmış ve eğitim anlayışı uygulanmaya devam edilmiştir. O, ‘’En çok neyi seversiniz? ‘’ sorusuna ‘’Çocukları severim, okumayı severim ‘’ diye cevap verir ve bize neyi nasıl okumamız gerektiğini şöyle anlatır. ‘’Bir kitabı ilgisizce okuyamam. Bana bir yerinden dokunmayan ya da beni kımıldatmayan bir kitabı okuyamam ‘’(8) Başta “Ezilenlerin Pedagojisi‘’ başta olmak üzere kitapları ikinci kez okumayı öğrenir. Ve ekler ‘’ Eleştirel düşüncede eylemdir’’ (9) O pedogoji çalışma şeklimdir, dostluklar kurma şeklimdir diyerek de hayatını, halka adanmışlığını anlatmıştır. Üretimlerinde de bu belirleyicidir. Onun yazdığı tiyatrolar da halkı eğitmenin onlara özgürlüğün yolunu göstermenin ürünleridir. Derdi, hedefi tiyatroyu da ezilenlerin özgürlük mücadelesinde bir silah haline getirmektir. Onu mutlu eden şeylerden biri İngiltere'de bir öğrencinin"Ezilenlerin Pedogojisi" üzerine bir beste yaptığını söylemesidir. Hiç şüphesiz o ezilenlerin en mutlu günlerinde de onlarla olacak ve yeni hayatın mimarlarından biri olarak sonsuza kadar yaşayacaktır. q
kaynakça:
adaları devlet başkanı Aristides Perei- inancını özgürlük tutkusunu daha da ra’nın sözleri Freire’nin de rehberidir. büyütmüştür. Yüreği ve bilgisiyle daima halkıyla dünya halklarıyla birlikte olmuş‘’Özgürlüğümüzü elde ettik ve sömür- tur. gecileri attık, şimdi zihinlerimizi sömürgelikten kurtarmamız gerekir’’(7) ‘’Ezilenlerin Pedagojisi ‘’ kitabı ve görüş16 yıllık sürgün, ödediği bedeller onun leri, yüreği halktan yana atan eğitimci-
36 | TAVIR | mAyIS 2014
(1) Ezilenlerin Pedogojisi / Paulo Freire / Ayrıntı Yayınları / Sayfa: 168 (2) sayfa 167 (3) sayfa 43 (4) sayfa 163 (5) sayfa 104 (6) sayfa 70 (7) sayfa 177 (8) sayfa 189 (9) sayfa 110
37-40 onlar cocuk degil_sablon 5/14/14 1:05 PM Page 37
anı
anı
onlar çocuk değil terörist(!) paluri arzu kal demirçi
Oğlumuz doğduğundan beri uykularımız hep birkaç saatlik ve parça parça. Çok istememe rağmen yine Kızıldere’ye gidemiyorum. Geçen yıl bebek bekliyordum, bu yılsa bebeğim yolda bize rahat vermeyecek derecede küçük. Eşim yolda. Özgür Barva en son mama içtiğinde saat 04:30. Özcan ise bundan 2 saat önce Bolu Kaynaşlı’daymış, internetteki paylaşımını görüyorum. “Kızıldere yolunda” yazmış. Ben de altına yazıyorum: “Kızıldere sana biz de geliriz”. Eşime mesaj yazıyorum: “Her şey yolunda mı, nerelerdesiniz?” Bir saat geçmiş üzerinden telefonum çalıyor. Geç saatte çalan telefon hep ürkütmüştür beni. Saat 05:30. Eşim arıyor. Önce telaşlanıyorum ama mesajımda sorduklarıma yanıt verecek diyorum. Ama yok. “Onur’un evini bastılar” diyor “Ben Bolu’ya dönüyorum, gelebilir misin?” Kendisi Ilgaz’da ayrılıyor Kızıldere’ye giden otobüsten ve karşı yöndeki bir otobüsle tekrar Bolu yolunda. Ben giyinmeye başladım bile. Onur’un babası, dedesi ve ben çıkıyoruz yola. Oğluma dönüp bakmamışım bile yattığı yerde, sonradan yolda fark ediyorum bunu. Gidince ne bekliyor beni bilmiyorum. En iyisi biraz uyumaya
çalışmak. Ara ara uyandıkça durumu soruyorum. Hala evi arıyorlar. “Bu kadar uzun sürdüğüne göre pirinç kavanozlarına da bakıyorlar” diyorum. Sonra öğreniyoruz ki, çelik yelekli, maskeli, uzun namlulu silahlı on polis eve giriyor. Aşağıda da 3 araba polis daha var. Kendilerine kapıyı açan kuzenimi yere yatırıp, ters kelepçe takıyorlar. Bir diğeri de teyzemin karnına dayıyor silahı. Evi arıyorlar. Tam da dediğim gibi pirinç torbalarına varana dek. Onur her durum ve şartta esprili, şöyle diyor: “Takvimi duvardan, dergiyi yerden aldın, pirinç torbasında ne aradın?”. Onlar evden çıkmadan varabilsem soracağım: “Hepiniz bu çocuğu almaya mı geldiniz? Geride kimse kaldı mı?” Bolu’da üç ev ve iki öğrenci yurdu ile İzmir’de bir eve 02.04.2014 tarihinde sabaha karşı 05:00’te baskın düzenliyor polis ve hemen hemen her yerde aynı sahne yaşanıyor. Evlerden birinde gözaltına almaya geldikleri kişinin kapıyı açan arkadaşını yere yatırıp ters kelepçeleyerek yarım saat kafasına silah dayalı bekletmişler. Üstelik silahın kurma koluyla oynayarak. Bir diğerinde kapıyı kırarak girmişler. Sonrasında espri bile yapıyoruz, o ekip çok fazla film izlemiş, çok heyecanlıymış diye. Yurttan aldıkları bir diğer arkadaşımızı gi-
yinirken dahi kameraya çekmişler, bildiğiniz taciz yani. Onur’u evden götürmelerinden 3 dakika sonra eşim varıyor eve; yarım saat sonra da biz. Henüz habersiziz diğer gözaltılardan. Tek bildiğimiz Onur. Emniyete gidiyoruz. Bekletiyorlar bizi fotoğraf çekiliyor, parmak izi alınıyor diye. Kısa da olsa görmek için ısrar ediyorum ama olumsuz. Bu sırada beklemek canımı sıkıyor. Onur’un dedesi bizi görüştüremeyeceğini söyleyen polislere “tabii görüştüremezsiniz, hırsızlıktan alınmadı çünkü” diyor. Polislerden biri safça “yok yok hırsızlıktan değil terör” diyor, diğeriyse bozuluyor söylenenin asıl imasını anladığından. Ben daha fazla bekleyemiyorum. Adliyeye gideyim, savcılıktan bir dosya numarası öğreneyim ve gözaltı kararına itiraz edeyim diye düşünüyorum. Savcı bu talebime karşılık bana vekalet soruyor. Allah Allah kanunları benden iyi bilmeli bu savcı. Üstelik ben ceza avukatı bile değilim. Savcıya vekaletin bu gibi durumlarda istenemeyeceğini hatırlatmam gerekiyor. "CMK'nın 153’üncü maddesi, daha önce yürürlükte bulunan CMUK'un 143’üncü maddesinden farklı olarak
MAYIS 2014 | TAVIR | 37
37-40 onlar cocuk degil_sablon 5/14/14 1:05 PM Page 38
rum. Ama desteklerine ihtiyacım var çünkü bu konuda çok tecrübesizim. Arkadaşlarımızı ayrı ayrı karakollarda tutuyorlar. Mazeret de yer yokluğu. Aralarında mekik dokuyoruz. Eşim hem dışarıdaki koordinasyonu, iletişimi sağlıyor, hem gözaltındaki öğrencilerin aile ve arkadaşlarına dışarıda olanların nasıl davranmaları gerektiği noktasında yol gösteriyor.
müdafiin evraktan suret almak için vekaletname verme zorunluluğunu kaldırmıştır. ŞÜPHELİNİN VEYA SANIĞIN MÜDAFİ SEÇİMİ Madde 149/ (3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz. MÜDAFİ İLE GÖRÜŞME Madde 154 - (1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.” Savcı arama kararı ve savcılık üst yazısını emniyetten alabileceğimi, kendisinin arayarak bilgi vereceğini söylüyor. Ben adliyeden çıktığımda em-
38 | TAVIR | MAYIS 2014
niyetten arıyorlar: “Size baktık ama gitmişsiniz avukat hanım, gelirseniz görüşebilirsiniz”. Demek ki oturup beklememek iyi fikirmiş. Ama ne kadar emniyetli olduğu tartışılır olan emniyette değilmiş Onur, karakoldaymış. Nihayet görüşebiliyoruz. Sımsıkı kucaklıyorum önce. Dikkatlice bakıyorum, acaba hırpaladılar mı? Tahmin etmek zor değil. Avukat görüşme odasında konuşuyoruz. Başkaları da var mı merak ediyor. Henüz bilmiyoruz. Oradan çıkıp emniyete geçiyorum. Arama kararı ve savcılık üst yazısını veriyorlar. Toplamda 7 isim var. O zaman öğreniyorum ki beş kişiler Bolu’da gözaltında olanlar. O sırada terörle mücadele şube amirinin odasındayım. Fazlasıyla iyi davranmaya çalışıyorlar. Nedense batıyor, hiç samimi gelmiyor. O sıra bir telefon İstanbul’dan Halkın Hukuk Bürosundan Av. Ebru Timtik. Eşim dışarıda koordinasyonu sağlıyor o zaman anlıyorum. Gereken her yere haber iletilmiş. Meslektaşıma ben buradayım diğer arkadaşların da müdafiliğini yaparım diyo-
Beni tanımıyorlar ve önce kendimi tanıtmam gerekiyor. Neyse ki zor olmuyor. “Ben Onur’un ablasıyım” diyorum “Halkın Hukuk Bürosuyla da irtibatlı”. Biri hemen “Abla sen Tavır’da yazıyordun değil mi?” diyor, bir diğeri “Onur sizden çok bahsetti”. Hatta Özgür Barva’nın annesi olarak hatırlayan da çıkıyor. Gözleri ışıl ışıl hepsinin, ne kadar güzel yüzlü çocuklar. Sanki daha rahatlar artık. Bunu görmek beni de çok mutlu ediyor. Hatta hal hatırlarını sorup, aileleriyle görüştürdükten sonra epeyce bir süre rahatlamaları için espriler yapıyorum. Saat 15:00 olduğunda hepsiyle tek tek görüşmüş, avukat görüşme odalarında ailelerine haber vermelerini sağlamış, görüştürmüş; su, şeker gibi taleplerini ulaştırmıştım. Artık ifade için bekliyorduk. Saat 16:00’da başladı ifadeler. Arkadaşlar ortak bir kararla kollukta ifade vermeyeceklerdi. Sadece soruları dinleyecek, neyle suçlandıklarını öğrenmeye çalışacaktık. Terörle Mücadele Şubesi’nde küçük bir odada kamera kuruluyor. Tek tek getirilecek gözaltındakiler. Önce Onur getirilmiş. O gittikten sonra Özgür. Soruları dinlemeye başladıkça olayın hiçbir ciddiyeti kalmayacak neredeyse. Arkadaşlarla birbirimize bakıp gülüyoruz elde olmadan. Soru şu: Otobüs zamlarını protesto eylemine katılmaktaki amacınız neydi? Nasıl bir zeka ürünü bu, merak etmemek elde
37-40 onlar cocuk degil_sablon 5/14/14 1:05 PM Page 39
değil. E sen söylüyorsun ya işte amaç otobüs zamlarını protesto etmek. Cezaevine görüşçü gitmek, görüşe gelen aileleri karşılamak, onlara kalacak yer temin etmek, cezaevine mektup yazmak, Grup Yorum konserine katılmak, konsere otobüs temin edip insanları götürmek gibi dehşet verici suçlar işlemişler(!) E o zaman ben eve dönene kadar Özgür Barva’yı da gözaltına alabilirler. Evet kendisi 9 aylık ama cezaevinden mektup aldı daha 1 haftalıkken. Cevap da yazdık. Evimizde takvim de var, konser afişi de, dergi de. Özellikle konserle ilgili soruda dayanamıyorum artık: “Biz o konserde 300.000 kişiydik. Biz buradayız. Geri kalan 299.993 kişi nerede?” 13 Nisan’daki konsere Özgür Barva’yı da götüreceğimizi düşünüyorum. Yok yok bebek değil o bakmayın siz ona terörist o terörist(!) Bir yandan bu suçlamaların hiçbirinin yasadışı eylemler olmadığını düşünerek rahatlıyorum bir yandan da eğer istenirse bu şekilde bile tutuklama yapılabileceğini de çok iyi biliyorum. Bu yüzden de rahat değilim. Ama sürekli gözlerimin içine bakan bu gençler benden bir cevap istiyor bakışlarıyla. Evet bunların hiçbiri yasadışı değil, ama kesinlikle serbest kalırsınız diyemiyorum. Anlıyorlar ne demek istediğimi. Çünkü buralarda tersine işliyor her şey gibi adalet de. Cezasını arayan suçun değil, suçunu arayan cezanın; kafesini arayan kuşun değil, kuşunu arayan kafesin dünyasındayız. Bu arada İzmir’de gözaltına alınan arkadaşımızın içinde bulunduğu araç, 3 araç tarafından eskort yapılarak havaalanına getiriliyor ve uçakla geliyorlar. Ali Onur getirilmiş İzmir’den. Onunla ilk kez karşılaşacağız. Daha beni avukatı olarak kabul etmemiş. Doğrudan ifadeye girmemize imkan yok. Önce görüşmem gerekiyor. Nezaret bodrum katta. Gecenin bir ya-
rısı olmuş. Emniyet binası hayalet şehir gibi boşalmış ve katlar karanlık. Bodrum katta bulunan nezarette Ali Onur ile görüşeceğiz. Nedense aklıma telefonumun orada çekemeyebileceği geliyor. Bir de hiç güvenmiyorum bulunduğum yere ve çevremdekilere. Dışarıda bekleyen eşimi arıyorum ve bodrum kata inip Ali Onur ile görüşeceğimi söylüyorum. Önümde bir polis iniyoruz aşağıya. Karanlık katlardan geçiyoruz, dehlizlerden labirent gibi. Biraz ürkmedim desem yalan olur. İçeri girdiğimde ise aydınlık bir bölüm ve 10 tane sivil polis. İlk kez karşılaştığım Ali Onur’u görmek rahatlatıyor beni. Ona da kendimi tanıtıyorum ve çok sevineceğim bir yanıt alıyorum karşılığında: “Hoş geldin abla, yanlış anlamazsan kimliğini sorabilir miyim?” Bu temkini çok hoşuma gidiyor. Aynı şekilde hemen hemen aynı şeyleri konuşuyoruz. Herkes gibi o da diğer arkadaşlarının nasıl olduğunu merak ediyor. Birlikte yukarı çıkıyoruz ve Ali Onur’un o saate kadar su dahi içmediğini öğreniyorum. Yine eşim koşuyor imdada. Ondan su ve şeker istiyoruz. Bu arada ifade bitiyor, paketi inip alıyorum dışarıdan ve Ali Onur’a teslim ediyorum. Onur’un yanına göndereceklerini duyunca seviniyorum; hiç değilse yan yana nezaretlerde olacaklar bu gece. Sırasıyla Doğan, Eylem ve Ceren de getiriliyor. Doğan’ın ailesi aşağıda bekliyor. Eşim arıyor o sırada. Doğan’ın ailesi görüp göremeyeceklerini soruyor. Oradaki polislere sorduğumda kaldığı karakoldakilerle görüşülmesi gerektiğini söylüyorlar. Ben de tam karşımda oturan, bize soruları okuyan polisin gözlerinin içine bakarak ve üstüne basa basa, eğer bir insan evladı ile karşılaşırlarsa belki görebileceklerini söylüyorum. Gözlerini kaçırıyorlar. Ara verilen bir zamanda soruyorum bu kez: “işinden memnun olmayan, pişman olan var mı burada?” Kamera da açık, “Şeyyy, ne desek ki avukat hanım!”.
Evlerden aldıkları bilgisayarları bizim yanımızda açmak istiyorlar halbuki saatlerdir her türlü müdahaleyi yapmış olabilirler. Meslektaşlarımla da istişare edip kabul etmiyoruz bunu. Bu sırada sürekli aileleri beni arıyor. Şehir dışında olanları telaşlandırmak istemiyorum. “Belki de yarın serbest kalacaklar, merak etmemeye çalışın, iyiler” diyerek sakinleştirmeye çalışıyorum. Artık aynı anlamsız soruları duymaktan yoruldum. Uykusuzluk, endişe, hırs, öfke tüm enerjimi almış. İfadede dokuzuncu saat dolmak üzere. İfadeye getirilen her arkadaşıma hepsi bittikten sonra tek tek yanlarına uğrayacağımı söylüyorum. Onur ve Ali iyiler. Özgür, Eylem ve Ceren’in bulundukları yer gündüz çok soğuktu. Ne kadar ısrar etsek de değiştirmediler yerlerini ama en azından artık üşümüyorlar. Doğan ise çok sıkılıyor, o tek kalıyor. Ailesi kapıda. Hiç değilse annesi 2 dakika görebilsin diye uğraşıyorum. İşte yine kraldan çok kralcı bir polis daha. “Hayır komiserim görüşemezler. Terörle mücadeleden birileri gelmesi lazım görüşebilmeleri için” Komiser beni Doğan’ın yanına götürüyor. İşgüzar hala bağırıyor ardımızdan “hayır görüşemezler” diye. Zaten ayakta zor duruyorum. “Sana ne oluyor?” diye tersliyorum. “Bu kaçıncı gelişim yanına, şimdi mi görüşemeyeceğim?”. Doğan da iyi. Ailesinin kapıda olduğunu, iyi olduklarını söylüyorum ki merak etmesin. Keşke anneciği bi görebilseydi. Bir de ben arabaya bindikten sonra çıkıp aileye “ne yapayım, ben de emir kuluyum, elimde değil” dediğini duymadık mı, delirmemek elde değil. Nasıl sabah edecek bu anneler? Artık diğerlerini de görüp eve gitmeli. Fotoğrafı çekilip Ankara ve İstanbul’daki avukat arkadaşlara mail atılacak 92 sayfa evrak var elimde. Diğer karakola geldiğimizde ben içe-
MAYIS 2014 | TAVIR | 39
37-40 onlar cocuk degil_sablon 5/14/14 1:05 PM Page 40
ri yöneliyorum hemen. Eşim ve Onur’un babası kapıda bekliyorlar. Kapıdaki polise “Çocuklar nasıl?” diye soruyorlar. Polisin cevabı: “Onlar çocuk değil, terörist, DHKP-C’li”. “Nereden anladın?” diyor bizimkiler. Polisin dediğine göre, içeri getirilirlerken hep birlikte “Yaşasın faşizm” (!) demişler. “Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Mücadelemiz” olmasın” diyorlar. “Olabilir, ben anlamam” diyor. Olaya ilgisi ve bilgisi bu kadar işte. O sırada eşim anlatıyor, emniyetin girişinde nöbetçi olan polislerden biri eşimin beklediği aracın kapısını açıp “Ben de eski Dev-Yol’cuyum” demiş. Kovalamış eşim de onu. O kadar çok güler misin ağlar mısın durumu yaşadık ki. Sinirden gülüyoruz artık aralıksız. Eve girdiğimizde artık saat 03:30. 22 saattir sinirlerin kaldıramayacağı bir gerginlik yaşamışız. Ben ayakta duramıyorum artık. Eşimden 92 sayfa evrakın fotoğrafını çekip Ankara ve İstanbul’daki meslektaşlarıma mail atmasını ve soruları okumasını rica ediyorum. Sabah 08:30’da zorlu bir güne başlıyoruz. Hem ortada suç sayılabilecek bir şey yok, hem de benzer durumda yaşanan kötü örnekler var. Hadi iyisini düşünelim. İstanbul’dan meslektaşım Ebru Timtik’ten aldığım açıklayıcı mailler kendime güvenimi sağlıyor. Ne kadar da doğru: Eğer bir protesto eylemi düzenlemek suçsa ve polis de bunu izleyip engel olmuyorsa o da suç işliyor. Eğer bir dernek yasal değilse ve kapatılmıyorsa polis oraya giren çıkanlara tuzak mı kuruyor? Aklına yüreğine sağlık meslektaşım. Üstüne bir de Ankara’dan Engin Gökoğlu ve Özgür Yılmaz’ın da geldiklerini duyunca rahatlıyorum artık. Altı tane gencin özgürlükleri, okul hayatları, gelecekleri ile ilgili ağırlığın altında eziliyorken arkadaşlarımdan aldığım destekle doğruluyorum.
40 | TAVIR | MAYIS 2014
Ankara’dan gelen arkadaşlarla adliyenin karşısında oturup dosyayı inceliyor konuşuyoruz. Artık zaman yaklaştı birazdan adliyeye getirilecekler. Kapıda beklerken otobüs geliyor, zafer işaretleri ile el sallıyorlar bizlere. Otobüsten inip adliyeye girerlerken coşkulu sloganlar atıyorlar. Ne kadar da dimdikler. Dışarıda bekleyen kalabalık umut verici. Arkadaşlarını sahiplenmiş diğer öğrenciler. Aileler de burada. Onların tavırları çok önemli bundan sonra. Acaba çocuklarına nasıl davranacaklar? Artık benim de bir çocuğum var. Değişti mi düşüncem diye yokluyorum kendimi. Asla. Çok endişelenebilirim, çok merak edebilirim ama asla ona, inandığı yoldan yürümesine, engel olmam. Ben öyle bir çocuk istemiyorum. Başkalarının dertlerini yüreğinde hissedebilmeli, yüreği aydınlık olmalı, düşünmeli, kafa yormalı, üretmeli ve paylaşmalı. Kavgada yiğit olmalı.
Poliste sorulan anlamsız sorulardan farklı sorular bekliyoruz savcıdan. Çok da farklı değil ama sorular. Şimdi en zor ana geldik. Birazdan savcı karar verecek. Bir yanıt istiyor çocuklar: Şimdi ne olacak? Evet serbest bırakılabilirler ama tersi de olabilir. İyisini düşünelim değil mi? Otuz sekiz saatin sonunda onlarla birlikte adliye kapısından çıkmak bugüne kadar hiç yaşamadığım, anlatılmaz bir duyguydu. 15 yaşındaydım avukat olmaya karar verdiğimde. Şarkışla’yı dinlemiştim eski bir kayıttan. “Deniz mahkemeye düşmüş avukatı ben olaydım” diyordu. Bu yüzden avukat olacaktım. Ama ben mesleğimin 15. Yılında işte o gün, o adliyenin kapısından arkadaşlarımızı da alarak meslektaşlarımla, zaferle çıkarken ilk kez hissettim avukat olduğumu.q
41-42 sohret yolunda_sablon 5/14/14 1:06 PM Page 41
sinema
sinema
şöhret yolunda tekirdağ hapishanesi
“İnsana işe yaramaz olduğunu düşündüren şarkılardan nefret ediyorum. İnsana bu dünyaya kaybetmeye geldiğini düşündüren şarkılardan...” Bu sözlerin sahibi Amerikalı halk ozanı Woody Guthrie'dir. Ve Şöhret Yolunda filmi ömrünü, sanatını halka adamış bu ozanın hayatını anlatır. Film tam da John Steinbeck'in “Gazap Üzümleri”, “Bitmeyen Kavga” gibi kitaplarında anlattığı emperyalizmin, 1929 krizi sonrası sürecini folk şarkıcısı Woody Guthrie etrafından anlatıyor. ABD gibi ülkelerde folk şarkıcısı denen sanatçılar bizdeki halk ozanlarına denk düşüyor. Woody de halka umutlu şarkılar söyleyen bir ozandır. Bir yandan emperyalizmin krizi nedeniyle halk yoksullaşıp ezilirken bir yandan da ABD'nin orta kesimlerini çöl rüzgarları, çöl tozları vurmaya başlar. Bırakalım tarım yapmayı, ince toz nedeniyle evlerde yaşanmaz hale gelinir. Halk açlık yaşamaya başlar ve tek çare olarak California'da tarım işçiliği yapıp yaşamayı düşünür. Woody'nin de bir ailesi, iki çocuğu vardır. Tabela yazarak, boyayarak, şarkı söyleyerek bir süre yollara düşmemek için direnir. Umutlu, iyimser haliyle çev-
resine güç veren halkını seven bir insandır. Kendine ısrarla deli diyen, işi yaramamaz biri olduğunu söyleyen bir insana aslında değerli ve yetenekli olduğunu anlatır ve fırçalarının bir kısmıyla boya verip kendisinin de güzel resim, çizim yapabileceğini anlatır. Gitar çalar, mızıka çalar, doğaçlama beste yapıp insanlara bir olsun moral vermeye çalışır. Sonuçta Woody de California'ya gitmeye karar verir ve fırçalarını, mızıkasını alıp yola koyulur. Emperyalizmin bunalımı halkı boğmakta ezmektedir. İnsanlar, çocuklar evlerde yollarda durmadan ölmektedir. Burjuvazinin sınıf kinini de görürüz filmde. Trenlere “kaçak” binenlere ateş açılır ve filmde bir örneği gösterildiği üzere yüzlerce insan böyle katledilir. Düzenin resmi kuvvetleri şerifler ve adamları dışında patronların kiralık çeteleri de vardır. Hak adalet diyene, sendika grev diyene hemen saldırır, ezmeye çalışırlar. Bu yolculukta halkın dayanışmasını da görüyoruz. Yolculuğa arabasıyla çıkanlar, yürüyenleri arabalarına alıyorlar mesela. Ne varsa paylaşıyorlar. Woody'nin gece soğuktan titrediğini gören bir insan onunla battaniyesini paylaşıyor ve sırt sırta verip uyuyorlar. Woody cebindeki üç beş kuruşu da arabalarında yolculuk ettiği aileye veriyor. “Sizin çocuklarınız var” diyor. Woody halkın değerlerine sıkı sıkı sarılıyor.
Asla dilenmiyor. Ancak çalışıp emek verdikten sonra verilen yemeği kabul ediyor. Kimi yerde tabela boyuyor. Kimi yerde temizlik yapıyor. Kimi yerde de şarkı söylüyor. California'ya ulaşan yoksulların hali bizim ırgatların bugünkü halidir. Çadırlarda açlık yoksulluk içinde iş bekliyorlar. Sömürü en vahşi haliyle anlatılıyor filmde. Bir yandan da mücadele, grev, sendika tartışmaları oluyor. Woody haksızlığa asla tahammül edemiyor. Mücadele ve grev düşüncelerini destekliyor. Ama örgütsüz halk günden güne düşürülen gündeliklere mecbur bırakılıyor. Woody zenginlere karşı kin duyduğu gibi mücadeleye daha çok katkı yapmanın yollarını arıyor. Film boyunca onun halkın hayatını anlatan şarkılarını dinliyoruz. Irkçılık karşıtı şarkılar da söylüyor. Sendika çalışmalarına destek veriyor. En etkileyici sahnelerden biri de toplantıda hemen bir beste yapıp, işçileri şarkıya katıp sendikayı sahiplendirmesi. Woody ve arkadaşlarına güvensiz, ön yargılı işçiler “Asla sendikadan vazgeçmem, ölsem de sendikadan vazgeçmem” diye ortalığı inletiyorlar. Woody'nin asıl tanınması bir radyoda program yapmaya başlayınca oluyor. Artık yoksullar, tarım işçileri Woody'nin
MAYIS 2014 | TAVIR | 41
41-42 sohret yolunda_sablon 5/14/14 1:06 PM Page 42
umutlu şarkılarını dinleyip güç alıyor. Bir süre sonra da radyonun sponsoru burjuvalar radyo sahibi aracılığıyla ondan mücadeleye halkın yaşamına dair şarkılar söylememesini istiyor. Aynı şeyi bir süre önce çocuklarıyla beraber yanına gelen eşi de söylüyor. Tekrar açlık ve yoksullukla yaşamaktan korkuyor. Onurundan ve halka adadığı sanatından vazgeçmeyen Woody tehditlere boyun eğmeyip şarkılarını söylemeye devam ediyor. Yolculuk sırasında tanıştığı bir işçi radyoya ziyarete geliyor hem bedellere rağmen sürdürdükleri mücadeleyi anlatıyor hem de söyleme devam Woody, tarlalarda herkes seni dinliyor diyoBu arada zenginlerin hayatını da yakın42 | TAVIR | MAYIS 2014
dan görüyor Woody. Gönüllü olarak aşevinde çalışan bir kadınla tanışıyor ve evine gidince bölgenin en zenginlerinden olduğunu görüyor. Ona söylediği ise “Utanmıyor musunuz?” oluyor, “Bunca yoksulların, ezilenlerin olduğu bir yerde böyle zenginlik içinde yaşamaya utanmıyor musunuz?”... Gitarın göğsüne “Bu Makine faşistleri öldürür” yazan Woody radyodan atılınca “şarkılarımı sokakta söylerim” deyip dalıyor halkın ve mücadelenin içine. Anlatılan aynı zamanda bizim hayatımızdır. Çünkü biz de düştük gurbet yollarına, biz de ırgat olduk zenginlerin tarlalarında, bahçelerinde... Nice bedeller ödedik, nice mücadeleler verdik.
Bizim de ozanlarımız var. Woody gibi, Mahsuni’miz var. Ruhi Su'muz var Grup Yorum’umuz var. Bu güzel filmi izleyelim ve halkımıza izletelim. Künye: 1976 Filmin adı: Şöhret Younda / Bound For Glory Yönetmen: Hal Ashby senarist: Robert Getchell, Woody Guthrie Oyuncular: David Carradine, Ronny Cox, NMelinda Dillon, Gail Strickland, Randy Quaid
43-44 günisigi_sablon 5/14/14 1:07 PM Page 43
güncel
güncel
yirmi yıldır susmayan sesimiz: grup günışığı tutsak günışığı elemanları
1992-1993 döneminde, İzmir Dokuz Eylül ve Ege Üniversitelerinde okuyan DEV-GENÇ’liler, faşist saldırılara, baskılara, yasaklamalara karşı mücadele etmekte, Demokratik Üniversite mücadelesini kesintisiz sürdürmektedirler. 9 Eylül Üniversitesi İktisat, Hukuk, Eğitim ve Tıp Fakültelerinde, Ege Üniversitesi kampüsünde DEV-GENÇ bildirileri, afişleri, eylemleri, yazılamaları, pankartları, öğrenci gençliğe, halkımıza gerçekleri taşımakta, kavgaya çağırmaktadır. Demet Taner, Yusuf Bağ, Kevser Mırzak, Uğur Sarıaslan öncülüğündeki DEV-GENÇ’liler üniversitelerde, İzmir sokaklarında, meydanlarında emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmektedirler. Gecekondu yıkımlarında, işçi direnişlerinde, üniversitelerdeki yürüyüşlerde, eylemlerde DEV-GENÇ’lilerin cüretli, kararlı, sesi yükselir. Bu ses; pankart olur, afiş olur, taş olur, sopa olur… Bu ses; saz, gitar çalmasını bilen DEV-GENÇ’lilerin dilinden yükselen kavga türküleri, Bu dönemde kendilerini EYÖDER (Ege Yüksek Öğrenim Gençliği ile Yardımlaşma, Dayanışma Derneği) müzik grubu olarak tanıtırlar. Grubun sesi üniversitelerde, işçi direnişlerinde, yoksul mahallelerde yükselirken, zulmün bekçileri grubu susturmaya çalışır. Grubun üyeleri gözaltına alınır,
işkencelerden geçirilir. Müzik aletleri kırılır, karakollarda rehin tutulur. Ama hiçbir güç ne Dev-Genç’in mücadelesini durdurabilir ne de kavga türkülerinin ağızdan ağıza yayılmasını... 1993 yılı Mayıs ayında Ege Üniversitesi içindeki öğrenci yurdundan devrimci demokrat öğrenciler atılır, üniversitelerde haklarında soruşturmalar açılır. İçlerinde DEV-GENÇ’lilerin olduğu öğrenci gençlik soruşturmaların durdurulması, atılan öğrencilerin geri alınması için eylemlere başlar. Binlerce öğrencinin katıldığı bu eylemlerde EYÖ-DER müzik grubu kavga türkülerini binlerle beraber söyler. Eylemler süresince Ankara yürüyüşü kararı alınır. İzmir DEVGENÇ’liler de bu yürüyüşe katılır, öncülük ederler. Ellerinde pankartları, dillerinde sloganları, sırtlarında sazları ile yürürler. Molalarda, gözaltına alındıklarında türkülerini, marşlarını söylerler. Ankara’nın Polatlı ilçesine ulaştıkları günlerde, Sivas’ta 35 aydın, sanatçı diri diri yakılarak katledilir. Türkülerini, marşlarını, halkın ozanları için söyler ve cenaze töreninde yüz binlerle beraber faşizme öfkelerini haykırırlar. Dev-Gençliler ve EYÖ-DER müzik grubu Ankara’da kaldıkları süreci boyunca Grup Ekin ile beraber bir konsere çıkarlar. Çankaya’daki konsere gelen binlerce insana DEV-GENÇ ruhu ile marşlarını söylerler. Bu konser EYÖ-DER müzik grubu için bir dönüm noktasıdır. Mü-
zik çalışmalarını daha ciddi sürdürmelerinin, bir müzik grubu olarak hareket etmenin temelleri bu konserle atılır. Grup Ekin’den öneriler alırlar ve İzmir’e dönerler.1993 Temmuz-Ağustos aylarında bir müzik grubu kurmak ve çalışmaları düzenli, disiplinli yapmak için karar alırlar. ‘’Adımız ne olsun’’ sorusuna dair gelen önerileri tartışırlar. ‘’Grup Sıyrılıp Gelen’’, ‘’Grup Öncü’’ ve ‘’Grup Gün Işığı’’ adları arasından hayatın içinde, kavgada, türkülerle, marşlarla yol gösteren bir Gün Işığı olmakta karar kılarlar, ‘’Grup Günışığı’’ adını alırlar. Evlerde, çeşitli sendikalarda, üniversitelerin boş derslik ya da salonlarında saz, gitar, flüt, darbuka gibi çalgılarla düzenli olarak çalışmaya ve grup uyumu yaratmaya başlarlar. 1993 yılı yaz ve sonbaharında bir yandan Demokratik Üniversite mücadelesi ve verirken bir yandan da çeşitli sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin etkinliklerine, gecelerine, halkın düğünlerine davetli olarak katılırlar. 1994 yılı haziran ayına kadar yine evlerde, kimi sendikalarda müzik çalışmalarını yürütürken gençliğin, işçilerin, kamu emekçilerinin gösteri ve yürüyüşlerinde halaylar kurarlar, halkın düğünlerine katılırlar, gecelerde konserler verirler. 1994 yılıda İzmir’de Ege Kültür Sanat Merkezi kurulur. Yine aynı günlerde
MAYIS 2014 | TAVIR | 43
43-44 günisigi_sablon 5/14/14 1:07 PM Page 44
mayıs, haziran aylarında İzmir’de Devrimci İşçi Hareketi Gazetesi bürosu, Halkın Gücü Gazetesi bürosu açılır. Açlığa, yoksulluğa, zulme karşı halk örgütlenmektedir. Grup Günışığı büyüyen mücadelenin şarkılarını yapmak, devrimin marşlarını daha geniş kitlelere söylemek için Ege Kültür Sanat Merkezi’nde çalışmalarına başlar. Bu dönemde Büyük Ölüm Orucu Direnişimizin şehitlerinden Murat Çoban Grup Günışığı’na katılır ve grubun sorumluluğunu üstlenir. Grup Günışığı bir yandan kültür merkezinin emekçiliğini yaparken, bir yandan da müzik bilgilerini geliştirmek, enstrüman çalmayı, nota okumayı öğrenmek için çalışmalar yaparlar. Grup Yorum’u, Grup Ekin’i, Grup Özgürlük Türküsü’nü örnek alarak, kendi bestelerini yapmaya, kendilerine özgü bir ses oluşturmaya yağunlaşırlar. Çalışmalarını yoğunlaştırdıkları süreçte 1994 yılının Ekim ayında grubun sorumlusu Murat Çoban gözaltına alınır ve tutuklanır. Grup Günışığı bir yandan Murat Çoban’ı sahiplenir, bir yandan da çalışmalarını aynı kararlılık ve disiplinle sürdürür. Umudun Anadolu’yu kurtuluş savaşına çağırdığı günlerde gruba yeni üyeler katılır. Ege Kültür Sanat 44 | TAVIR | MAYIS 2014
12 Mart 1995’te Gazi Mahallesi’nde başlayan ve Anadolu’ya yayılan halk ayaklanması sırasında Grup Günışığı halkla beraber meydanlardadır.
Aydın, Bergama hapishanelerinde besteler yapar. 21 Eylül 1995 Buca Katliamı, 1996 Ölüm Orucu Direnişi, 26 Eylül 1999 Ulucanlar Katliamı üzerine besteler yapan Günışığı, aynı zamanda yoksul halkın o günlerdeki direnişlerine, özlemlerine dair de besteler yapar… Bu besteler Özgür Tutsakların öneri ve eleştiri alındıktan sonra Grup Yorum’a gönderilir. 1999 yılında Büyük Direnişimizin şehitlerinden Abdülbahri Yusufoğlu öncülüğünde İzmir’de Yaren Kültür Merkezi’nde müzik çalışmaları yapılmaya başlanır. Grubu dışarıda yeniden oluşturmanın temelleri atılır.
Halkın büyüyen örgütlü mücadelesini durdurmak isteyen zorbalık düzeni her yerde olduğu gibi İzmir’de de halka, devrimcilere saldırır. 1995 yılı Mart-Nisan aylarında Ege Kültür Sanat Merkezi ve devrimci kurumlar, dernekler, gazeteler basılır, talan edilir, onlarca devrimci gözaltına alınır. Grup Günışığı’nın enstrümanları kırılır, üyeleri tutuklanır.
Üyelerinden Murat Çoban’ı şehit veren, nice bedel ödeyen Grup Günışığı’nı, kavganın şarkılarını seven ve söyleyenler, halkımız sahiplenirler ve Grup Günışığı halkın ellerinde doğar, büyür 20 yıllık bir tarih yaratır. 20 yıldır susmayan halkımızdan ve haklılığımızdan aldığımız güçle marşlarını söyleyen halaylar kuran Grup Günışığı’na selam olsun.
Tutsaklıkla beraber Grup Günışığı çalışmalarını hapishanede sürdürür. 19952000 yılları arası Grup Günışığı, Buca,
Grup Günışığı’nı yaratan şehitlerimize selam olsun!... q
Merkezi’nde saz, gitar kursları verilerek yeni üyeler yetiştirilmeye başlanır. 1994 yılı sonbaharında ve 1995’in ilk aylarında Grup Günışığı daha çok insana sesini duyurur. Egenin çeşitli il ve ilçelerinde sendikaların, gençliğin bazı demokratik kitle örgütlerinin düzenlediği şenliklere, gecelere davet edilirler ve İstanbul’da kaldıkları süre boyunca Ortaköy Kültür Merkezi’nde Grup Yorum ile çalışmalar yürütürler.
45-46 tiyatro_sablon 5/14/14 1:08 PM Page 45
tiyatro
tiyatro
grev alanında tiyatro günü mehmet esatoğlu
Greif fabrikası İstanbul’un Trakya’sında Hadımköy’de kurulu bir üretim alanı. Binbeşyüz işçinin çalıştığı bu fabrikada zorlu grev günleri yaşanıyor. Geçtiğimiz Şubat ayında toplu sözleşme görüşmelerinin çıkmaza girişiyle başlayan grev ilk elli günü ardında bırakarak sürüyor. Greif patronu fabrikasını taşeronlar aracılığıyla yönetiyor. Taşeronlar yıllardır istedikleri işçiyi işe alarak, istemediğini atarak herkesi asgari ücretle çalışmaya mahkum etmişler. Geçtiğimiz yıl kendi aralarında örgütlenen işçiler kalıcı haklar elde etmek üzere harekete geçiyorlar. Şubat ayında fabrika yönetimine başkaldıran işçiler, bir darbe de DİSK’e bağlı Tekstil sendikasından yiyince fabrikayı işgal ediyorlar. Günlerdir grevlerini bir yandan savunan öte yandan da kamuoyunun desteği için çabalayan işçiler 5 Nisan günü bir “tiyatro günü” düzenlemeye karar veriyorlar. Tiyatro Simurg, Drama Kumpanya ve Devinim Tiyatrosu’nun katılımıyla gerçekleşen “Tiyatro Günü” nde oyunlar sergilendi. Greif çalışanlarının aktif olarak yer aldığı drama çalışmaları yapıldı. Etkinliğe İstanbul’da çalışmalar yapan “Gezi Sanatı” sanatçıları da
MAYIS 2014 | TAVIR | 45
45-46 tiyatro_sablon 5/14/14 1:08 PM Page 46
destek verdi. “Tiyatro Günü” için Hadımköy’e gelen sanatçıları Greif işçileri kapıda karşıladı. Grev çadırında ağırlanan sanatçılara grevin ilk elli gününde yaşanan süreç anlatıldı. Fabrikada oyun gösterileri önce işçilerin grev boyunca değişik belgeseller ve konulu filmler izledikleri adını “Emek Sineması” olarak koydukları yemekhanede önce elbirliği ile bir sahne oluşturuldu. Ardından ilk gösteri için Tiyatro Simurg sahnede yerini aldı. Ülkemizde yaşanan ve ölümlerle biten iş kazalarını konu alan Mehmet Esatoğlu’nun yazıp yönettiği “Ah Şu Tersaneler” oyunu başta tersaneler olmak üzere madenler ve tekstil alanında iş cinayetlerine kurban giden işçilerin öy46 | TAVIR | MAYIS 2014
külerini paylaştı izleyicilerle.Oyunun bitiminde yemek molası verildi. İşçiler bir yandan ekmek arası kumanyalarını yerken öte yandan da oyun ve sanat üzerine oyununun yönetmeniyle tartışmalar yaptılar. Etkinliğin ikinci gösterisini Drama Kumpanya topluluğu yaptı. “Diktatör” adlı gösteri yan yana yaşayan insanların buyurgan bir yönetici tarafından nasıl parçalandığını ve birbirine düşürüldüğünün öyküsünü anlatıyordu. Kemal Oruç’un oluşturup yönettiği oyun işçilerin coşkulu alkışlarıyla uğurlandı. Son gösteriyi ise Ayışığı Sanat Merkezi çatısı altında çalışmalar yapan Devinim Tiyatro Atölyesi yaptı. Kadınların toplum içinde ezilişi ve isyanını konu alan oyun
dünden bugüne kadının yazgısına göndermeler yapıyordu. “Tiyatro Günü” nün son bölümünde drama yönetmeni Kemal Oruç grevci işçileri birlikte oyun oynamaya davet etti. Katılımın yoğunluğu nedeniyle iki gruba ayrılan işçiler Cihan Özdeniz ve Kemal Oruç’un yönlendirmesi ile drama çalışmaları yapıp etkinliğin sonunda yaptıkları çalışmalardan bazı bölümleri izleyicilerle paylaştılar. Etkinlikte ayrıca Kazova işçilerini anlatan kısa bir belgesel gösterildi. Şair Selah Özakın ise şiirlerini işçiler için seslendirdi. Beş saat süren “Tiyatro Günü” için sanatçılar fabrikadan grevci işçilerin halayları eşliğinde uğurlandılar. q
47-48 haber yorum_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:09 PM Page 47
haberler
haberler DUYURULAR w 10 Mayıs Grup Yorum Bursa Kültür Park Açıkhava’da yoğun yağmura rağmen 2000 kişiye seslendi. w 16 Mayıs Grup Yorum Denizli Açıkhava Tiyatrosu’nda sahne alacak. w 19 Mayıs Grup Yorum Zonguldak/Muslu Konseri w 21 Mayıs Grup Yorum İzmir Canan Kulaksız Şenliği Konseri
w 23 Mayıs Grup Yorum Antalya Konseri w 24 Mayıs Grup Yorum Adana Konseri w 25 Mayıs Grup Yorum Mersin Konseri w 29 Mayıs Grup Yorum Kocaeli Konseri www.grupyorum.net www.facebook.com/grupyorum1985 www.twitter.com/grup_yorum
Umudun Çocukları Orkestrası Yeni Yerine Taşındı Bir düş kurduk düştük yollara. Bir şeyimiz yoktu ama koca bir aile sahiplendi düşlerimizi. Sanatın yoksulların, mahalle çocuklarının işi olmadığını vaaz edenlere tokat gibi gelecek bir çocuk orkestrası kuracaktık, kurduk... Altı aydır İdil Kültür Merkezi'nde sürdürüyor Umudun Çocukları Orkestrası çalışmalarını. Yeni bir yerde, daha verimli olabilecekleri bir mekanda olsunlar istedik. İdil'in uzağında olmasın, orkestramızın mekanı ki sürekli bir arada olabilelim; istedikten son-
ra bulunur dedik ve bulduk. Boyadık, temizledik, sandalyeler aldık, yeni pencereler, perdeler taktık. Yeni mekanlarında enstrüman ve orkestra eğitimlerine devam edecekler artık Umudun Çocukları. Yeni yerlerinden yükselecek umudun ezgileri, umut dolu, coşku dolu kahkahalarla beraber... Açılışımızı hep birlikte yaptık. Önce İdil'in önünde buluştuk çocuklarla, ailelerimizle ve umudun çocukları için heyecanlanan tüm dostlarımızla
birlikte. Çocuklarımız enstrümanlarını kucaklayıp sokak sokak dolaştılar Okmeydanı'nda. İdil'in önünden başlayan kısa yolculuğumuz Umudun Çocukları Orkestrası’nın yeni yerinde son buldu. Açılış konuşmasında altı aydır bizimle yürüyen dostlarımıza teşekkür etmeyi unutmadık ve gerçeğe dönüştüreceğimiz bir düş daha dedik: Sonbaharda Umudun Çocukları Orkestrası Konseri! Açılışımıza Grup Yorum da katıldı türküleriyle. Çocuklarla birlikte halaylar çektik. Açılışın ardınan ilk dersimizi yaptık yeni sınıfımızda. Orkestra düzenine göre oturduk ve ilk provamızı yaptık. Çocuklara küçük bir sürprizimiz de vardı. Rengarenk boyaları koyduk önlerine... Umudun Çocukları Orkestrası’nın emekçilerinin, öğretmenlerinin ve tabi ki çocukların elleriyle donattık duvarı... mavi, kırmızı, pembe, sarı, büyüklü küçüklü, zafer işaretli onlarca el... Çocuklarımızın bir de çağrısı var. Henüz orkestraya katılmamış arkadaşlarına yanlarındaki boş sandalyeyi işaret ediyorlar. "Yerin hazır sen de burada, bizimle ol." diyorlar. q
MAyIS 2014 | TAVIR | 47
47-48 haber yorum_29-30 ellerimi tut 5/14/14 1:09 PM Page 48
haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...
wSanat Meclisi Armutlu’nun Duvarlarını Boyadı Sanat Meclisi, bu kez Küçükarmutlu sokaklarında evleri boyadı. Ressam ve heykeltıraşlar, gecekondulardan oluşan mahalle evlerinin duvarlarını “kentsel dönüşüm”e inat rengarenk dönüşüme çevirdi. Bir festival havasında yapılan boyama halk tarafından yoğun ilgiyle karşılandı. Öncelikle ölüm orucunda hayatını kaybeden Şenay Hanoğlu’nun evi boyandı. Çatısına da dantel figürü işlendi. Evi boyamaya gelenler arasında heykeltıraş Ayla Duran'ın yanı sıra oyuncu ve tiyatro sanatçısı Serhat Tutumluer de vardı. Tutumluer böyle bir projede yer almaktan duyduğu mutluluğu dile getirirken, bu projenin giderek büyümesi gerektiğinin de altını çizdi. wGeleneksel 1 Mayıs Pikniği Yapıldı Geleneksel 1 Mayıs pikniği, Halk Cephesi tarafından 27 Nisan’da Gazi Sarıtepe Piknik Alanı’nda yapıldı. Kurulan sofralarla yapılan kahvaltıların ardından saat 12.00’de program başladı. Yapılan açılış konuşmasının ardından Liseli Dev-Gençliler şiirler okudu. İlk olarak Alican Demirtaş “Düşmanın beynine kan sıçradı/Kan Berkin’in kanıydı/Soruldu hesabı Berkin’in, sorulacak/Soran Muharremler olacak” dizeleriyle biten Berkin için kendisinin yazdığı şiiri okudu. Ardından yine Liseli DevGençliler Kahraman Altun’un “Neslim” ve Pablo Neruda’nın “Bir Ceza İstiyorum” şiirlerini okudular. Okunan şiirlerin ardından İdil Halk Tiyatrosu Gazi Mahallesi Topluluğu’nun Kazova işçilerinin direnişi anlattığı tiyatro gösterimi izlendi. Sarıgazi ve Kartallı gençlerin oluşturdukları Grup Umut Yağmuru kendi yaptıkları parçalarını pikniğe gelenlerle paylaştı. Daha sonra Bağcılar Karanfiller Kültür Merkezi’nin
48 | TAVIR | MAyIS 2014
müzik grubu ve Tiyatro Simurg sahnede yerlerini aldı. Oyunların ardından Halk Cephesi 1 Mayıs Komitesi tarafından 1 Mayıs çağrısı okundu. Sonra sahneye Emine teyze çağrıldı ve bir konuşma yapması istendi. Emine Teyze’nin ardından Osman Genç, Ayla Yılmaz ve Grup İklim birlikte sahneye çıkarak türküler söyledi. Ardından Kürtçe ezgileriyle Denge Hevi sahne aldı. Piknikte son olarak Grup Yorum sahneye çıktı ve türkülerini orada bulunan herkesle hep bir ağızdan seslendirdi. wYazar Gabriel Garcia Marquez Hayatını Kaybetti Dünyaca bilinen yazar Gabriel Garcia Marquez, tedavi gördüğü hastanede 87 yaşında hayata veda etti. Nobel ödüllü Kolombiyalı yazar bir süredir zatürre tedavisi görüyordu. 1927’de Kolombiya'nın Aracataca kentinde doğan yazar, 1940’lardan başlayarak uzun yıllar gazetecilik yaptı. Öykü yazmaya 1940’ların sonlarında başladı. Yazar en tanınmış romanı Yüzyıllık Yalnızlık’ı(1967) Meksika’ya ilk gidişinde yazdı. Yüzyıllık Yalnızlık’taki bir bölümden etkilenerek yazdığı öykülerini İyi Kalpli Erendina(1972) adlı kitapta toplayan yazar daha sonra sırasıyla Mavi Bir Köpeğin Gözleri (1972), Başkan Babamızın Sonbaharı (1975), Kırmızı Pazartesi (1981), Kolera Günlerinde Aşk (1985), Labirentindeki General (1989) yayınladı... Yazılarının canlılığı, dil zenginliği ve derin hayal gücüyle ilgi çeken yazar "sürrealizminin Latin Amerika'nın realizminden kaynaklandığını" söylemişti. Garcia Marquez'in, Şilili bir göçmenin memleketine dönüş deneyimini anlattığı romanının 15 bin nüshası Şili hükümetince yakıldı. Sol eserler yayımlamaya devam eden yazar, eski Fransa Cumhurbaş-
kanı François Mitterand ile kişisel dostluk kurdu ve Bogata'dan eski Küba lideri Fidel Castro'nun ajansını idare etti. 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan yazar, 87 yıllık ömrüne, edebiyat adına birçok eser sığdırarak hayata veda etti. wSemir Aslanyürek’in Lal Filmi Vizyona Girdi Semir Aslanyürek’in, Yılmaz Güney’e adadığı ve iki çocuğun Yılmaz Güney’le fotoğraf çektirmek için evlerinden kaçarak çıktıkları yolculuk ekseninde gelişen filmi 26 Nisan’da vizyona girdi. Müziklerini Grup Yorum’un yaptığı filme dair ayrıntılı bilgiyi www.lalfilmi.com adresinden edinebilirsiniz. wRahmi Saltuk Berkin Elvan’ın Ailesini Ziyaret Etti Sanatçı Rahmi Saltuk, polisin attığı gaz kapsülüyle başından vurulan ve 269 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybeden Berkin Elvan'ın ailesini ziyaret etti. Rahmi Saltuk, Berkin'in babası Sami Elvan ve annesi Gülsüm Elvan'a sabırlar diledi. wFazıl Say’a Festival de Yasak! Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'li Menderes Türel'in, 14 yıldır düzenlenen ve genel sanat yönetmenliğini Fazıl Say'ın yaptığı Uluslararası Antalya Piyano Festivali'ne yönelik, "Fazıl Say ya da Fazıl Say'sız piyano festivali devam eder" sözlerinin ardından başlayan tartışma, Say'ın yeni açıklamalarıyla devam etti. Say, eleştirilerini facebook üzerinden, 'Antalya Belediye Başkanı ilk icraat olarak Fazıl Say'ın festivalinden Fazıl Say'ı kovuyor. Kutluyoruz' diye sürdürdü. q