19_

Page 1

.c om

we

w. ne te

ww


Aç1k Mücadele Ve

Meşruluk!

om

Uzun bir aradan sonra yenipen yayınma başlayan dergimizin geçen sayısı da, hiç zaman kaybedilmeden Istanbul DGM tarafından toplatıldı. Gerçi bu karar bizim için hiç de sürpriz olmadı; bugüne kadar çıkan tüm sayılarımız hakkında da topratma kararları verilmişti. Geçen sayımızın toplatılmasına, "Ayın Dosyas1: Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nde Yol Aymmlan" başlıklı yazı ile ••pRKfrizgarT MK üyesi Bawer Firat'la RoplJrtaj" gerekçe gösterildi. Ancak bu kez "ilginç" olan; dergi sorumlularımıza karşı istanbul DGM'de, ağırlıkla PKK'nin yeni dönemdeki duruşunun eleştirel bir tarzda ele alındığı "Ayın

Dosyas1" yazısından

dolayı

"PKK propagandasi yapiidiği" iddiasında

ew e. c

bulunulup, ünlü "Terörle Mücadele Kanunu"nun 8. maddesine dayanılarak dava açılırken, "PRK!rizgari MK üyesi B. Flfat'la Röportaj''dan dolayı bu kez Türk Ceza Kanunu'nun 169. maddesine dayanılarak, "PRK!rizgari örgütüne yard1m ve yataklik" iddiasıyla dava açılmasıydı. Bu "ilginçlik", sömürgecilerin yargı kurumu eliyle düzenlediği yeni oyunlardan başka bir şey değildir. Bir yandan, PKK'nin ''yeni tezler"inin devrimci bir tarzda ortav.a konup eleştirildiği bir yazı, bifinçli olarak "PKK propagandası" gibi gdsterilmeye, bir bakıma yazının anlam ve içeriği çarpıtılmaya çalışılmıştır.

et

Diğer yandan, PRK/rizgari MK üyesi B. Fırat'la yapılan röportajdan dolayı TCK'nın 169. maddesinden dava açılması da, muhalif devrimci yayınları susturmaya dönük baskılar ve devlet terörünün, kurnazca belirlenmiş yeni bir boyutunu ortaya koymaktadır. Anlaşılan, bugüne kadar yüzlerce yayıncı, yazar, aydın ve siyasetçinin Kürdistan sorununa ilişkin düşüncelerinden dolayı in cezalandırılmasına vesile edilen "Terörle Mücadele Kanunu"nun maskesin içte ve uluslararası alanda iyice düştüğü bir dönemde, muhalif düşüncelere karJ.ı yürütülen "hukuk terörü" şimdı, "bakın bunlar zaten düşünce suçlusu degil, gizli örgütlerle ilişkili teröristler" denilerak perdelenmeye çalışılacaktır.

.n

Dün olduğu gibi bugün de toplatma, cezalandırma, kapatma v.b. tehdit ve uygulamalarına rağmen Sterka Rizgari'nin yayın ~izgisini, savunduğu düşüncelerin tarihsel ve toplumsal meşruluğu belirleyecektir.

ww w

Son dönemlerde Kürdistan kamuoyunda, "savaşın sona ermesiyle Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünün açıldığı, AB süreci ve Kopenhag kriterlerine uyum ile birlikte Türk devletinin Kürt sorununa daha gerçekçi ve ılımlı yaklaşmaya başladığı" yönünde bir hava yaratılmaya çalışıldığı gözlenmekte. Türk tarafından ara sıra generaliere de atfen "Kürtçe televizyona izin verilebileceği" türünden açıklamalar yapılması, hatta durup dururken "Kürtçe okul ve yayın hakkının aslında Lozan'da var olduğu" gibi keşiflerde bulunulması v.b. gelişmeler de, bu beklentilerin işaretleri olarak yorumlanmakta. Oysa, PKK nezdinde kapsamlı bir tasfiye ve teslimiyet programı sürdürmekte olan Türk devleti, Kürdistan siyasetinde -en azından yakın dönemde- pek bir değişiklik olmayacağını, hem mevcut uygulamalarıY.Ia, hem de son MGK'da Kürdistan'a ilişkin alınan gizli kararlarla bır kez daha ılan etti. Türk içişleri Bakanlığı'nın yayınladığı genelgeyle "Kürt" kelimesini yeniden. 'yasak kavramlar" listesine dahil etmesi, yurtsever-demokrat basın ile DKÖ'Ier üzerindeki baskıların yoğunlaştırılması, cezaevlerine yönelik fiili saldırıların artması, bir çok yerel demokrat radyo kanalının uzun süreli susturulması v.b. uygulamalar, yakın dönemde legal-açık mücadele alanlarının kotürümleştirilmesi yönünde devlet terörünün daha da yoğunlaşacağının göstergeleridir.


''Türk devletinin değişeceği" beklentisiyle birlikte, Kürdistanlı kitleler üzerinden risksiz, "sigortalı" siyaset yapmak isteyenler, bu durumdan sonuçlar çıkarmak yerine, neredeyse bunun gerçekleşmemesinin faturasını da Kürdistanlı devrimcilere Y,•kmaya çalışmaktalar. Şimdilerde, bir yandan "PKK'nin durumunun, ıllegal mücadelenin ne kadar yanlış olduğunu gösterdiğini, demokratik hakların ancak legal yol ve araçlarla elde edilebileceği, illegal örgütlerin ya ortadan kalkması, ya da legal alandan elini ~kmesi gerektiği" gibi görüşler ortaya atılırken, bir yandan da anti-sosyalist, antı-bağımsızlık çı bir kampanyaya hız verilmekte.

we .c om

PKK'nin içine girdiği tasfiye ve teslimiyet programının (ki, bu duruma, PKK'nin Kemalizmle kalkola girmesine tepki duyanlar da, gerek PKK içinden, gerekse dışından her geçen gün seslerini yükseltmekteler) devrimci-yurtse ver kesimler üzerinde yarattığı ciddi moral bozukluğu ve güvensizliğin, "sigortalı" siyaset yapmak isteY.enler için uygun bir zemin oluşturduğu söylenebilir. Sömürgeci siyasetleri sürdürmelde ısrarlı olan devlete fazlaca yönelmeyen, tersine statükolara bağımlı ve ''yasal sınırlar içinde" bir "legalizm" anlayışı, Kürdistanlı kitlelere tek "alternatif' olarak bırakılmak istenmektedir.

Bu bakımdan, bir süredir farklı kanallardan yürütülmekte olan, yeni bir "legal parti" tartışmalarının üzerinde ciddi Qir şekilde durulmalıdır. "lllegalite-legalite" kavramlarından ne anlaşılmaktadır? Iddia edildiği gibi "diğer tüm yollar tükenmiş, legal yoldan başka bir se~nek kalmamış" mıdır? "Legar mücadele" ile "legalleşme programları" arasındakı ilişki nedir? "Legal yol", sadece "legal bir parti"den mi ibarettir? ''Yasallık" mı, "meşruluk'' mu belirleyicidir? Marksistler bu kavramları nasıl tanımlamalı, nasıl bir içerikle doldurmalıdır? Bu sayımızdaki Ayın Dosyası'nda "Açık siyaset mi, Legal siyaset mi? Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinde Meşru Siyaset Araçlarının Kullanımı Sorunu" başlığı altında bu ve benzeri soruları tartışmaya, cevaplar aramaya çalıştık.

w. ne

te

Bu sayıda yer alan makalelerin ağırlıklı bir kısmı tartışma konularına. ayrıldı. Bunlardan, Recep Maraşil'nın "Bürokrasilerin Egemen Sınıf Olarak Ikame Olması; Sosyalizm ve Siyasal Yabancılaşma" başlıklı çalışması, sosyaliz min sorunları bağlamında yürütülen tartışmalara bir katkı oluştururken, M. Satık'ın "Avrupa'daki Kürdistanlılar ve Politik Perspektifler" başlıklı çalışmasının ilk bölümünde, Sürgündeki Kürdistanlılar ve Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nin Avrupa boyutu üzerine farklı bir bakış getirmekte. Yine ı. lafhan'ın "Diplomasi, Enternasyonalizm ve Kürdistan Sosyalist Hareketi" başlıklı çalışması da, sosyalist hareket açısından "diplomasi" ve "enternasyonalizm" K:onularını ele almakta. N. Kütük'un ''TC'nin Xendekor Katliarnı ve Dü~ündürdükleri" başlıklı yazısında ise, Kuzey Kürdistan'da "zafer" kazandığını dü~ünerek, bu kez Güney Kürdistan'daki kazanımlan yok etmek, fiili Kürt yönetiminı dağıtmak için diğer sömürgeci güçlerle işbirliği içinde çok yönlü provakasyonlar tezgqhlayan Türk devletinin bölgeye yönelik politikalarını ele alıyor. Gürdal Aksoy, "Ideoloji ve Kıble" başlıklı makalesiyle bu sayımıza katkıda bulundu. Koşulları elverdiğ i ölçüde önümüzdeki sayılarda da aramızda olacak.

ww

Geçen sayımızın içeriğiyle ilgili olarak okurlarımızla kurduğumuz diyaloglardan birine de bu sayıda yer verdik. Okurlarımızdan E. Özgür ile yaptığımız böylesi bir yazışmanın özetini de sayfalarımız içinde bulabilirsiniz.

Yeni sayılarda buluşmak üzere ...


ww

w. ne

te

we .c om

gotine-grafi •••••••••••••••••••••••••çizgisözü


dosya meht · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · - -aym dosyasi

Açık

om

Siyaset mi Legal Siyaset mi?

te we

.c

Kürd istan Kurtuluş M ücade/esinde Meşru Siya set Araçlar1n1n J<ullanJmJ Sorunu

w.

ne

Son bir yıldır bir ''yeni dönem" tartışmasıdır sürüp gidiyor. Tartışmayı yürüten kesimler, tesbitte birleşerek yeni döneme özgü siyasetleri ve siyaset araçlarını tartışma gündemine oturtrnuş durumdalar. Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi açısından ''yeni" olanın ne olduğu, sorusunun üzerinden atlayarak yürütülen bütün bu tartışmalarda, "silahlı mücadelenin miyadını doldurduğu", "zaten hiç bir zaman iç ve dış koşullarının olmadığı"naan hareketle artık silah dışında yasaVIegal araçlarla mücadele yürütülmesi gerektiği fikri öne çıkartılmaktadır. Tartışmaların ekseni daha 9ok nasıl bir ~asal araç noktasında kilitlenmı§ görünüyor. Günün ya da ''yeni dönem'ın ihtıyacı bir Türkiye partisi mi yoksa Kgrt kimlikli bir .. parti mi tartışmalırında, dogal olarak henuz böyle bir aracın hangi ihtiyaçtan doğduğu ve dahası hangi program için mücadele

ww

edeceği sorularına yanıt verilmiş değil. Tartı~maya dahil olanlar iki temel tesbitte bırleşmekteler. Buna göre Kuzey Kürdistan'da silahların susması (daha doğru bir ifade ile PKK'nin silahlı mücadeleyi terk etmesi) artık silah dışındaki mücadele araçlarına zemin, ortarn ve olanaklar

yaratmış durumdadır. Ikinci olarak, Türkiye'nin AB'ne aday üyeliğinin kabulü ile birlikte Avrupa taratından Türkiye'ye "dayatılan" Kopenhag kriterlerinden

09-10/00

Türkiye'nin kaçması mümkün değildi. Bunun anlamı ise, Kürt sorununun (Kürdistan sorunu değil!) Avrupa'nın kabulleri içinde çözümüne ilişkin somut adımların atılması, en azından sorunun tartışma gündemine girmesi demektir. Bu nedenle Kürtler sürece hazırlıklı girmeli, mücadele araçlarıyla muhataplıklarını g ündemleştirmelidirler. Amaç ve programlar değil, ihtiyaç ve araçlar temelinde yürütülen bir tartışmada aslında tartışmanın bugüne dE!Qi~ aY.rı§~ . bütün tarafları bir madalyonun ıkı yuzu gıbı üst üste düşüyorlardı ... Sorunun kilitlendiği nokta, dün silahlı mücadelenin program hedefleri için ayağa kalkan kitlelelerin, bugün sUahtan ve radikal programdan koparılmış ol~~k ner~de dura~ları, bu potansiyele kırnın sahıp çıkacagıydı .. "Yeni" dönemi programlayan güç olarak sömürgeci devlet de bu geliŞ,melere karşı kayıtsız değildi. Kuzeyde mılyonlarca insanın desteğinesahip olan, bu desteği parti, kültür merkezleri, insiyatif ve platformlar biçiminde örgütleyen, Kuzey Kürdistan'da yerel iktidarı ele geçiren hareketin devletin kabullerine çekilmek suretiyle strateji değiştirmesi her şeyin sonu değildi. Aslında PKK nezdinde Kürt hareketinin teslim alınması ve tasfiye edilmesi programının başlan~ıcını oluşturuyordu

demek çok daha dogr~ olurdu. Sorun, . . gerillanın TC'nin resmı sınırlarının gerısıne 5


mehi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym dosyasi parlamento ile kopuşmayı doğru çekilerek çürümeye terk edilmesiyle nlar sağ oportünist bir çizgi ve bulmaya arMahir zamanl Bir du. olmuyor ş çözülmü lardı. Bu günlerin Türkiye diretiyor pratikte Kaynak'ın da belirttği gibi, "aslında siyasal ise o günlerde açık ri havarile partisi silahlı radikalizmden arındırılmış bir miktar sol sapmayı temsil gibi reddi siyasetin bölgeye devletin sı dolaşma a gücün dağlard ediyorlardı. qönük politikası için ger~kliydi de". (Ki, Bu ikilem bugün de varlığını koruyor. Öcalan da avukatlarıyla ımralı'da yaptığı in teorik çerçevesini 25 yıl önceki Rizgari'n birinde, haftalık görüşmelerinden o günden bugüne her seferinde , tesbitler miktar "bir e kendisin Genelkurmay'ın toplumsal gerçeklik tarafından doğrulandı. gerillanın Türkiye'de kalması P.erektiğini Çünkü sömürgeci sistem bütün ideolojikbelirttiğini" aktararak, Kaynak ı politik dayanakları ve yapısal kurumlarıyla büyük sorun doğrulayacaktı.) Asıl varlığını koruyor. Sömürge ülke devrimci bedellerle mücadeleye bağlanmı~ kitlelerin hareketinin açık siyasete bakış açısında bir sömürgeci sistemin kabulleri içensine dönüşümün yaşanabilmesi, her şeyden çekilmesinde duruyordu. 20 yıla yakın bu bakı~ açısına kaynaklık eden önce ve -çarpık oluşan mücadele pratiği içinde objenın, yani sömürge-sömürgeci siyasal kitle ması, parçalan bilincin olsade eksik bakışın köklü bir dönüşüme ili§kilere bilincinin de ideolojik ve siyasal intihara mümkündü. ıyla ugramas lenin uğratılması gerekliydi. Yine mücade şiddet rin, mevzile gibi ler kazandığı belediye Neden "Legal Siyaset" Yerine de dahil her yöntemle terbiye edilmesi, "Açak Siyaset" Kavrama r sömürgeci sisteme alternatif yerel iktidarla üreten yeniden değil, sistemle siyasi bağları Bugüne kadar biz de dahil hemen her bir işlerliğe kavuşturulması gerekiyordu. çevre, mevcut sistemin hukuk düzeni içinde Zaman içinde programını adım adım olan siyaset araçları ya da yollarını var uyguluyan Türk devleti, gelinen noktada siyaset" ya da •ıegal mücadele" "illegal ş sağlamı önemli oranda da "başarı" kavramlarıyla tanımladılar. gözüküyor. Bu "başarı"da A.Ocalan ve Ancak, günümüzde bu kavramın, onun PKK'nin tutumunun önemli bir payı vardı. yüklenen anlamların sürec; içeriğine siyaset açık Kuzey'de Kürt hareketinin farklılaşmış olması itibarıyle e içerisind açık ancak r, sayılabili deneyimi sınırlı yeniden sorgulanması gerekmektedir. siyaset Kürt hareketinin tanımadığı bir Marksistler için "legal siyaset"- "illegal nesne gibi sunulmamalıdır. le" vb. kavramlar, kendilerinin mücade kadar ze 1960'1arın sonlarından günümü burjuva hukuk sistemi karşısındaki egemen bile olsa r kesintile uzun zaman zaman bağlantılı olarak kullanılmaya ıyla duruşlar Kuzey Kürdistan'da Kürt hareketi kendisini t sisteme temelden karşı Kapitalis . başlandı tanımladıQ.ı günden itibaren açık siyasete ve onun kurumlarıyla sistemle bu çıkan, oldu. sahibi de io ilişkin görüş ve pratikler uzl~maz bir karşıtlık içinde olan marksist 1960'1ı yıllarda doğu sorunun tartışıldığı­ devrımci hareketrer, burjuva hukuk düzeni dergiler, pe~Jnden bir köşe taşı olarak onun ''zor"u da ic;.eren devlet aygıtı ve gibi R DDKO pratıgi , DDKD, ASK-DE da gizli ör~LUienmek zorundaydı lar. karşısın i dergiler Welat Roja ve dernekler, Rizgari Marksist devrımci hareketlerin açık alanda siyaset denemeleri olarak iya ve onun aygıtiarına karşı "gizli" burjuvaz ilktiler. ve bu örgütlülüklerin burjuva mesi örgütlen i devrimc n 1970'1i yıllarda Kürdista hukuk düzeni içerisinde "illegal" olmaları, hareketi kendisini tanımladığı zaman, açık birbirine yakın anlamlar taşımakla birlikte siyasete ilişkin tesbit ve önermeler aynı şeyler değildir. Zira devrimci marksist i hareket noktasında ikiye ayrıldı. Rizgari er için iliegalite ya da yasadışılı k, hareketl ci sömürge siyaseti; bağımsız seçim egemen sistemin hukuk düzenine göre bir parlamentonun reddi, seçimlerin sömürgeci adlandırmadır. Yani egemen sistemin hukuk sistemin teşhiri amaçlı bir platform olarak kendisini yıkmayı önQören bu düzeni, değil, yasanığı kullanılması, açık siyasetin erı kendine göre "illegal" ya hareketl siyasal i gerektiğ alması esas ti meşruiye adlandırmaktadır. oysa olarak ı" da "yasadış noktalarında temel tezleriyle ortaya da hareketle bizzat an durumd bu "gizlilik", çıkarken, bugünkü gibi sömürgeci lerin -arzuları hareket t marksis i devrimc en r, görenle kapısı parlamentoyu kurtuluş Yani egemen idir. tercihler zorunlu dışındave politika eci sömürg azından ve zor baskı e, düzenin hukuk sistemin aların mutfağı olan sömürgeci

ww

w.

ne

te we

.c

om

dosya

uygulam

09-10/0 0

6


dosya mehi•••••••••••••••••••••••aym dosyasi gizlilikten vazgeçen ve sözkonusu geçici araçları, esasitemel araçlar olarak gören bir anlayışa yöneldi. Bu bakımdan, "legal siyaser, "l~al mücadele" kavramlarını ele alırken, sıstemle aradaki sınırları belirgin hatlarla çizmek gerekmekte. Bugün, bir çok yerde "legal siyasef' kavramı daha çok legalleşen/yasallaşan hareketlerle

anılmaktadır.

Oysa, devrimci marksistler için "legal siyaset" 'f.a da "mücadele" araçları, dün olduğu gıbi bugün de, mevcut sisteme ve onun hukuk düzenine uyma anlamında yasallaşmayı kapsamaz. Tersine, gemişte "legal mücadele" olarak adlandırılan bu alanlarda ''yasallığı" değil, mücadelenin tarihsel ve toplumsal meşruluğu esas

w.

ne te we .c

bir gizliliktir bu. Sisteme karşı temel mücadele aracı olan örgütlenmeyi burjuvzinin saldırıları karşısında koruyabilmek i9in "gizliliğe" baş vurmakla birlikte, devrımcı marksist hareketlerin temel uğraşısı, politikalarını, toplumsal projelerini en geniş ve en yaygın bir şekilde emekçilere ulaştırmak, onları da bu politikalara, projelere ortak ederek sisteme karşı etkin bir mücadele yürütrnektir. Orgütlenmenin gizliliği ile politikaların en geniş emekçi kesimlere taşınması paradoksu içinde, bu kesimlere etkin bir şekilde ulaşmayı sağlayacak türlü yol ve araÇ!an yararlanmayı da öngörür. Bu anlamda "legal siyasef' ya da "legal mücadele", kavram olarak egemen sistemin hukuk düzeninin içinde yer alan, ancak içerikleri devrimci markist hareketler tarafından belirlenen bir özelliğe sahiptirler. Başka bir deyişle, mevcut hukuk sistemi içinde yer alan bu araçlar devrimci hareketleri belirlemezler, tersine devrimci hareketler bu araçların içeriğini belirlemelidirler. Bu temelde devrimci marksist hareketler, kendileri "yasadışı" olmakla birlikte, burjuva hukuk düzeninin yasalarında yer alan kimi olanakları kendi lahlerine kullanmaya çalıştılar, çalışmaktalar. Ancak bu kullanımda, burjuva yasalarının sistemi koruma amacı değil, devrimci marksistlerin mevcut sistemi yıkarak, toplumsal ilişkilerde köklü dönüşümler yaratma amaçları belirleyici olmak durumundadır. Ne varki, uygulamada "legal siyaset" ya da "legal mücadele" araçları olarak tanımlanan bu araçların, bizzat sistemin "devrimci hareketleri belirlediği", düzen içine çekebildiği alanlar haline gelebildiği de görüldü. 90'1ardan itibaren emperyalizmin "Yeni Dünya Düzeni" programiarına bağlı olarak

om

aygıtiarına karşı

ww

geliştirilen, "legalleştirme-ehlileştirme programları", bir çok devrimci hareketin artık sistem karşıtı olmaktan çıkıp, bizzat bu araçlar tarafından belirlenmelerine yol açtı. Diğer yandan, "legal siyaset" kavramı, artık salt bır biçim olarak değil, içerik olarak

da egemen sistemin hukuk düzenine, yasalarına uygun, onun sınırları içinde kalan bir anlamda öne çıkmaya başladı. Nitekim, geçmişte düzen karşıtı olan ve buna karşın "legal siyaset" araçlarından geçici olarak yararlanan birçok hareket, bugün burjuva hukuk sistemini tanıyan, 09·1 0/00

alınmıştır.

Hem bu içeriğe daha çok uygun hem de "sisteme entegre olma"yı da içeren "legalleşme" kavramıyla sınırların belirginleşmesi bakımından "legal mücadele" vb. kavramlar yerine "meşru ve açık mücadele araçları" gibi bir kavramın kullanılması çok daha doğru olacaktır. düşmesi,

illegaiHeNasadaşalak-Gizlllik

ve Açak Milcadele Farklı

siyasal-ideolojik anlamlara sahip birbirleri yerine kullanılması ya da özdeşle~tirilmeleri sorunu, son dönemde PKK ile biriıkte dayatıylan tasfiye sürecinde öne yıkarılan tartışmalar bağlamında daha çok önem kazandı. Buna göre, PKK'nin geldiği yer itibariyle "illegal örgütler" ve "silahlı mücadele" artık işlevini tamamlamış, hatta bazılarına göre bunların ne kadar yanlış ve gereksiz oldukları ortaya çıkmı~tı. "Legal yol ve yöntemlşr" mücadelenın önı.indeki tek seçenekti. Ustellk Türk Devletinin AB'ne aday olması ve AB'nin "Kopenhag kriterleri"ne uymak zorunda bulunması, bu seçeneği hem güçlendiriyor, hem de güvenceye alıyordu. Esas olarak emperyalist kapitalist sistemin ''Yeni Dünya Düzeni" programlarının dilinı kullanan bu kavramların

görüştekiler, bağlamlarından koparılmış kavramları da kendine dayanak yapıy.orlardı. "lllegalite" ile "gizlilik" kavramlarında olduğu gibi, farklı anlamları olan kavramları yanlı~ bir şekilde birbirinin yerine kullanmak suretıyle kendini ispata çalıfıyorlardı. Oysa, başta da belirttiğırniz gibi

7


mehi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • - aym dosyasi demokratik mücadele, gerekse toplumsal ·~ııegal"f'yasadışı" olmakla, "gizli" olmak, kurtuluş mücadelesi, dayandığı sı mf ve birbiriyle ba~lantılı olsa da, aynı şeyler ın örgütlülüğün& ihtiyaç duyar ve tabakarar olan var da ya olan karşıtı değillerdi. Sıstem "status quo"ları değiştirmeyi hedefleyen her bu örgütlüğünde tek bir biçimi ya da kalıbı olamaz. devrimci hareket, egemen sistemin hukuk Fakat, mücadele araçlarının ve ve aydı sayılmakt " düzeni içinde "yasadışı yollarının "legal" ve ·~ııegal" diye öyle de olmak zorundaydı. sınıflandırılması ve dar biçimlerle Keza "silahlı mücadele" de siyasal sınıriandıraimasının bir sonucu olarak, rin, mücadelenin bir aracı olarak, egemenle enin araç, yöntem ve yolları da örgütlenm "zor" gelişmiş en elinde sömürgecilerin pratikte daraltılmaktadır. Nitekim, "illegalite" aygıtları olduğu sürece, en azından meşru "silahlı mücadele" ile sadece bır savunma aracı olarak var olacaktı. rilebilmekte, "legalite" giderek özdeşleşti " mücadele "Silahlı mücadele" ile "açık düzenine bağlı ve onu meşru hukuk egemen siyasal deQil, karşıtı in yolları, birbirlerin gören bir anlam t~ımakta, "legal mücadele talepler ve hedeflerle yürütülen kurtuluş araçları", "gizli örgutler"in açık adresleri (ister sınıfsal, ister ulusal nitelikte olsun) haline gelebilmekte ve nihayet bu araçlar ı. mücadelelerinin araçlarıyd da, dar bi~imlerde ve siyası örgütlerin Siyasal mücadelenin ya bir tek "silahlı şube,leri gıbi görülebilmektedir. mücadele" ile ya da bir tek "a9ık mücadele" Orne~in; 70'11 ve SO'Ii yıllarda "legal ile özdeşleştirilmesi, üstüne üstlük bu 'den anlaşılan şey, siyasi mücadele olmaktan araç de rinin mücadere yöntemle örgütlerin kendilerine alt "derneklerin in" çıkartılarak amaç haline getirilmesi, olması veya ''geniş tabanlı" olarak tabir fetişleştirilmesi, Kürdistan kurtuluş dernek ya da sendikalarda yönetimin edilen . sapmaydı mü~delesi içinde de önemli bir siydi. 90'11 yıllarda HEP'le geçirilme ele araç bir de yi mücadele Ister silahlı birlikte buna ''yasal siyasi partiler" de olarak görsünler, isterse sadece "yasal eklendi ve şimdilerde "legal mücadele" ile sınırlar" içinde mücadele etmeyi tercih kastedilen şey, böylesi bir partinin ri, Hareketle etsinler, Kürdistan Kurtulu' kurulması ya da yönetiminin ele geçirilmesi içınde düzeni hukuk i sömürgec oldu. "illegal"f'yasadışı" sayılmışlar, bundan "Yasal siyasi parti" dene~lerinin ortaya dolayı sömürgecilerin hem fiili saldırılarına bir başka olgu ise, 'gizli örgütler'in çıkardığı içinde düzeni hukuk bu de uğramışlar, hem bu aracı tek ba~larına ele geçirme ağır ceza tehditleriyle karşılaşmışlardır. anlayışları ile, 'sistemle karşı karşıya" Bundan dolayıdır ki, "silahlı mücadele"yi , ondan kopmadan, düzenin yasal gelmeôen ciler sömürge bile, reddeden bir çok hareket bu araçları oluşturma ve içinde sınırları ı sayılmalar illegal" "yasadışı/ n tarafında v.önetme hakkını kendilerinde gören "antikarşısında gizli örgütlenmek zorunda örgüt" anlayışlar arasındaki çatışmada kalmışlardır. Daha çok HEP, DEP, HADEP durdu. tek "nin Bugün, "legal mücadele gözlemlenan bu çatışmada, erati9inde sonuçta ar, savunanl olduğunu yol gerçekçi izlediği yöntem, bu PKK'nin örnegin bu alanda ortaya çıkan kimi olanakların, yönünde oldu. uzlaşma anlayışla ara yanlışilki ve kullanımındaki tüm eksiklik bugün bize daha pratiklerin Yaşanan bir "nin mücadele "silahlı karşın yürütülen Kürdistan gerçek; öğrettiği net bir şekilde kazanımı olduğunu da görmek de, -isteseler rinin Hareketle Kurtuluş istememektedirler. hukuk ci sömürge egemen deler istemese kitlesel 'daki Bununla birlikte, Kürdistan llegal yaşadışı/i a karşısınd düzeyi rilmediği, örgütlendi kalkışın ayağa uyanışın, sayıldıklarıdır. Bu ger~ldik, Kürdistan hatta "silahlı mücadele"nin tek yol olarak kurtuluş hareketelerinın, sömürgecilere linin görülüp, ortaya çıkan kitle potansiye örgütlenmelerinin çekirdegini gizlilik karşı olarak lojistiği" n sadece "gerillanı esaslarına göre oluşturmalarını zorunlu değerlendirildiği de bir olgudur. kılmiiiktadır. Gerçekte, açığa çıkan bu kitle Ikinci olarak; Kürdistan Kurtuluş aracıyla potansiyelinin her türlü mücadele ri, Kürdistanlı kitlelere ulaşmak, Hareketle her karşı cilere sömürge örgütlendirilmesi; onları da mücadeleye katmak üzere türlü yol ve araçtan yararlanılması, bu sömürgecilerin mevcut hukuk düzeni içinde araçların birbirlerinin karşıtı olarak değil, olan her türlü fırsattan da azami ölçüde var aları tanımlanm uyumlu bir birliktelik içinde alı, kullanmalıdırlar. Ancak, yararlanm ulusal rgeci anti-sömü Gerek gerekirdi.

ww

w.

ne te we .c

om

dosya

09-10/00

8


mehi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym dosyasi burada gözönünde bulundurulması gereken araçlarıyla ilişkisinde, bu araçları "ele en önemli husus, bu araçların, belki biçim geçırme", "fethetme" değil, demokratik bir olarak sömürgeci hukuk düzeninin tarzda bu araçlara siyaset taşıma, ama aynı kurallarına uysalar da, içerik olarak zamanda da bu ara~lar içinde üretilen kesinlikle bununla sınırlanamayacakları değerlerden, siyasi-ıdeofojik üretimlerinde gerçeğidir. Başka bir deyişle, açık mücadele de yararlanma anlayışı geliştirilmelidir. araçlarının içeriğini, sömürQeCi hukuk düzeninin yasaları değil, mucadelenin Milcadele KonjönktQrQ ve evrensel hukuk ilkeleriyle de iç içe olan Legal Siyaset Macerası meş(JJiuğu belirlemelidir. Uçüncü olarak; açık mücadele Açık parti tartışmalarında göze çarpan araçlarının tek bir biçimi ve yolu da yoktur. olgulardan biri de, bir olguyla ilk defa karşı Siyasi partiden derneklere, sendikalardan karşıyaymışızcasına öncesizliğin tercih muhalefet insiyatiflerine kadar değişik biçim edilmesidir. Oysa, Kürdistan sosyalist ve alanları kapsayabilir. Mücadelenın her hareketi yakın geçmişte bu olguyu enine türlü ara9larında olduğu Qibi, bunlardan boyuna tartışmış (bkz. Sterka rizgari; 1, 2, 3herhangı birinin fetişleştirılmemesi, özellikle 4, 5-6. sayılar), tartışmanın da ötesinde ciddi devrimci marksist hareketler i9in bu devrimci müdahalelerde bulunmuştu. araçların geçici olduğunun bilınce HEP, Kuzey Kürdistan'da silahlı çıkartılması önemlidir. mücadelenin yükseldiği ve ciddi bir kitle Dördüncü olarak; anti-sömürgeci ulusal desteğine ulaştığı koşullarda doğdu. Kırsal demokratik mücadelede bu araçlardan bir alanın yanısıra, Kürdıstan şehirlerinde ve kısmı -özellikle kültürel içerikli olanlar- aynı Kürdistanlıların yoğun olarak göçettiği zamanda ulusal kurumlaşmaların da yapı sömürgeci metropollerde de ulusal hareket taşlarını oluştururlar ve içeriklerinin bu önemli bir potansiyele ulaşmış, açık temelde doldurulmaları gerekir. yayınlardan çevre demeklerine, kültür Beşinci olarak; açık mücadele araçları, merkezlerinden sendikal harekete kadar aynı zamanda kitlelerin farklı talepler Kürdistanlıların bulunduğu her alanda etrafında örgütlenmesi, siyasete katılım ve örQütlenme, kendini ifade etme eylemleri müdahale bilinci edinmesinin de temel çogalmıştı. araçlarıdır. 1990-91 yılları arasında Kürdistan'da Ve son olarak; gizli örgOtlenmek şehirler patlamış, kitlesel gösteri ve durumunda olan siyasal protestolar kitlesel bir başkalıdırı düzeyine hareketler/partilerin açık mücadele ulaşmıştı. Kuzey Kürdistan'da halk, kendisi

ww

w. ne te

we .

co m

dosya


•• dosya mehi •••••••••••••··~··•••

co m

korkuyu ve geri çekitmeyi örgütlernesi sonucu; bir taraftan Kürdistan şehirleri mücade içinde yetişmiş doğal kitle liderlerini sömürgeci teröre kurban veriyor, diğer taraftan terörle şehirler sindiriliyordu. HEP ise siyaseten bitıriliyor, etkisiz, siyasi bir mevtaya çevriliyordu. Diğer taraftan daha çok metropollerde devlet bürokrasisi içinde yer atcrı, sömürgeci düzen partilerinde çalışmış, avukatlık, mühendislik, doktorruk, bürokratlık mütahitlik gibi değişik mesleki formasyanlara sahip "Yeni Kuşak Kürt Burjuvaları" legal parti çalışmalarını işgal ediyor ve o günden bugüne burjuva partilerinde sahip oldukları deneyimle legal siyasetin yönetici koltuklarını dolduruyordu. Statülerini sömürgeci sisteme borçlu olan, kredi, vergi, mesleki ünvan, ihaterer vb. alanlarda sisteme kopmaz bağlarla bağlı olan siyaset bezirganlarının programları ve pratik duruşlarıyla Kürdistan Kurtuluş Mücadelesınin kitle tabanının radikal ozü arasında ciddi bir antagonizma

we .

ile sömürgeci sistem arasında zora dayalı olarak oluşturalan siyasi bağı koparmış, düzen partilerinin tabeJatarını Ankara'ya postalamıştı. Ancak kurulduktan kısa bir sonra kitleselleşen açık parti bütün bu süreç boyunca kitle taleplerinin ve mücadelesinin aracı olmamış, aksine kitle hareketi önünde bir dalgakıran olarak konumlanmıştı. Başlarda "legal parti"ye mesafeli duran PKK, kısa bir süre sonra bu aracın önemini kavramış ve partiyi adeta işgal ederek kendi siyasal yörüngesine oturtmuştu. Ancak PKK açısından hiç bir kurumun önemi yoktu. Döneme ve konjöktürel ihtiya.çlara göre gerekli ya da gereksiz olabilirdi. Siyasette mevzi tutmak değil, şu ya da bu mevziyi ihtiyaçlara göre harekete geçirmek önemliydi. ~~P, sistem~ k~rşı meşru bi!. di_reniş mevzısı olarnadıgı gıbı, aksıne Kurdıstanlı

bulunmaktaydı.

Franz Fanon'un deyimiyle "ulasalcı legal parti, sömürgeci sıstem ile ulusal kurtuluş hareketi arasında bir tür çağdaş arabutucu" idi. Sömürgeci kölelik zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyi olmayan emek~ı kitleler ile, kaybedeceklerini çağaltan bır parti yönetimi çelişkisi, sonu~a parti yönetimlerinin kitle hareketinı barajlamaları,

ww

w. ne te

kitleler nezdinde aşınan sömürgesömürgeci siyasi bağını PKK'nin direktifiyli yeniden onarmayı önüne koymuştu. HEPSHP seçim ittifakı ile Kürdistan'da siyaseten ölen sömürgeci düzen partileri, bizzat HEP'in yardımlarıyla tekrar Kürdistan'a taşınmıştı. Kürdistan'da serhUdanların siyasi öneminin değerlendirilmemesi ve devrimci bir tarzda yönlendirilmemeleri, Türk devletinin kontra terörüyle şehirleri çaraklaştırma çabaları ve mücadelede ciddi bir korunak ve mevzi olması gereken HEP'in saldırılar karşısında direnişi değil, ama

aym dosyasi


dosya meh1••••••••••••••••••••••-aym dosyasi sistemin kabulleri içine çekme noktasında ciddi düzeyde mesafe almalarıyla

sonuçlanıyordu. HEP'in kuruluşundan

ne te we .c om

itibaren "kitle partisi", DEP ve HADEP'te "Türkiye Partisi" aspirileriyle kitlelere dayatılan Türkiyelifeşma programı, bugün PKK'nin "demokratik cumhuriyet" stratejisinde yankısını bularak, Kemalist blok önerileriyle en uç noktaya ula~ıyordu. Kürdistan şehırlerinin sömürgeci terörle sindirilerek susturulduğu, PKK'nin bugünlerde açık olarak ifade ettiği üzere stratejik değişikliğe yöneldiği ve iyi niyet belgesi olarak tek taraflı ateş-kes ilan ettiği koşullarda yeni bir parti projesi gündemleşıyordu. .. Bar-Eiias'ta imzalanan Surkay-Ocalan protokolü, yankısını Kürt örgütleri arasında bir ulusal cephe çalışmasında buluyor, içeride de daha genış bileşenil bir parti denemesi gündemleşiyordu. Ancak DEP de HEP'in siyasal anlamda mirasçısı olmaktan öteye gidemiyordu.

bir biçimde iç mücadele yürüttü. Somut pratik politikalar üreterek partiye önerdi. DEP'in sömürgeci . parlamentoY.a dönük yüzünü teşhir etti. DEP mılletvekillerinin parlamentodan çekilmesi, halka dönüş, meşruiyet temelinde mücadele, sömürgeci parlamentonun reddi, DEP' e yönelik baskı, cinayet vb. uygulamalara kar§ı yabancı büyük elçiliklere toplu sıQınma vb. öneriler sürekli olarak DEP yönetıminin sistemle barışık yüzüne çarpıp_geri döndü'. Anti-sömürgeci muhalefeti açıkça partiden ihraçla tehdit ettiler. . Etkili devrimci muhalefetin son raundu ise 27 Mart 1994 yerel-genel seçimlerinin boykot ve red edilmesiydl. Daha önce seçimlere katılmayı kararlaştıran DEP yönetimi, anti-sömürgeci muhalef grubunun yürüttüğü etkili siyasal çalışmanın parti tabanında destek ve yankı bulması sonucu istemeyerek de olsa, sömürgecilere kolay bir zafer kazandırma fırsatını tepmek zorunda kaldı. Sömürgeci devletin bozulan seçim oyununa tepkisi 2 Mart'ta, niteliğine uygun· bir darbe oldu. DEP milletvekilleri sille tokat gözaltına alındılar. DEP'in ka~tılmasına dönük çabalar yoğunlaştırıldı. Işin ilginç tarafı bugünlerde TürkiY.e Partisi projesini eleştiren çevrelerin o günlerde seçim oyununa ısrarla destek vermesi ve bu oyunda figüran rolünü içine sindirebilmeleridir. gelişmeler karşısında

Anti-S6mOrgeci Muhalefet Grubunun OzgOn Durumu

ww

w.

DEP'in içinde radikal-bağımsızlıkçı çizgiyi savunan ve Rizgari'nin teorik çerçevesini yıllar önce belirlediği doğrular için mücadele eden anti-sömürgeci muhalefet grubu, partinin temel politikalarıyla ilgili olarak sürekli ve ısrarlı


dosya mehf •••••••••••••••••••••••,aym dosyasi

mürekebi kurumadan bütün ilkeler ayaklar altına alınmaya b~lanmış, kuruluş için gerekli olan farklı bıleşenreri yük olarak algılayan yararcı anlayış önüne ilk iş olarak anti-sömürgeci muhalefet grubu başta olmak üzere uyumsuz sesleri tasfiye etmeyi · koymuştu. Aynı dönemlerde sömürgeci devletin anti-sömürgeci muhalefete yönelik operasyonları işleri bir hayli kolaylaştırmış, bir süre sonra HADEP daha sonra siyaset bürokrasisinin tekeline kalmıştı.

28

sistemde yıpranma ve kokuşma derinleşiyor, ekonomik ve siyasi krize sürekli değişen MGK patentli savaş kabineleri de çözüm alamıyordu. Kürdistan dinamiğinin yanısıra geniş sahip siyasal islam , Türkiye desteğe bir devrimci hareketi ve devlet insiyatifini kırmış olan Alevi hareketi krizin derinfeştirici dinamikleri olarak varlıklarını koruyorlardı. Bölgesel ittifaklar ve emperyalistlerin desteğine rağmen hedeflerine ulaşamayan sömürgeeller 28 Şubat öncesi çok kapsamlı bir plan hazırladılar. Bu planın merkezinde ise Kürdistan devriminin tasfiyesi duruyordu. Orta Asya ve Kalkasladaki durumu lehine kullanma becerisi gösteren Türk devleti, ABD ve Avrupa'nın bölgeye ilişkin politikalarında küçük partner olma ve Kürdistan devrimmin tasfiyesi karşiiğında Y.eni bir işbirli9ine girdi. 28 Subat bu tarihsel ıttifağın çocugu olarak doğdu. Türkiye'nin bölgede emperyalist güçlerle uyumlu bir faaliyet yürütebitmesi içın "içerideki dikenlerın" temizlenmesi gerekiyordu. Ayrıca gerek Kürdistan Kurtuluş Hareketinin gerekse de islamcı hareketin kitlesel boyutlara ulaşmasıyla resmi ideoloji olan kemalizmin darbe alması, aşınması, toplumsal tabanının zayıflamış dlması rejim için büyük bir tehlike oluşturuyordu. 28 şubat bir taraftan rejimi tehdit eden odakların fiili tasfiyesi, öte yandan rejimin ideolojik kaynaklarından başlayarak yeniden reorganizasyonunu hedefliyordu.

ne te we .c om

HADEP'in kurulmasında ilk defa parti bileşenini oluşturan taraflar anti-sömürgeci muhalefetin dayatmasıyla bir ilkeler protakülünde anlaşmışlar, bu ilkeler dergimizin 2. sayısında "Nasıl bir parti" başlığı altında sıralanmıştı. Ancak siyaset bürokrasisi açısından ilkeler bağlayıcı değildi. Daha protokolün

Şubat

Darbesi

HADEP siyasal mirasçısı olduğu partilerin pratiklerini tekrar etti. Ancak silahlı mücadelenin ivme kaybettiği, Kürdistan şehirlerinin bütünüyle susturulduğu, Kürdistan coğrafyasının önemli oranda insansızlaştırıldığı koşullarda, HADEP daha bir i9,8 kapanıyor, nerede ve ne zaman öne sürüleceği belli olmayan bir araç olarak adeta çürümeye

ww

w.

bırakılıyordu. Parti bürokratları siyasetsizliği ilke ediniyor, kitelerle parti arasında büyük uçurum oluşuyordu. Ancak sömürgeci

bir


dosya mehf • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • - aym dosyasi

~

M.

konumlandırmasıydı.

Ancak, müdahalenin asıl ayağı Kürdistan KurtuluŞ. Hareketiydi. Zaten, Türk devletinin mılitarist-bürokratik iktidar odağının başvurduğu geleneksel bir yöntem olarak, ne zaman Kürdistan'la, Kürdistanlılarla ilgili kapsamlı bir saldırı ya da tasfiye harekatı başlatılmışsa, bu girişimin önü mutlaka "laiklik karşıtı islamcı akımlarla mücadele" gibi bir perdeyle örtülmeye çalıŞ,ılmış, böylece uluslararası alandan gelebilecek tepkilerden korunulacağı gibi, destek dahi

we .

devreY.e sokuluyordu. Kürdistan Kurtuluş Hareketi, siyasal islam, Türkiye'deki sol muhalefet ve ek bir önlem olarak Aleviler belli bir tasfiye planı çerçevesinde 28 Şubat'ın çizdiği ideolojik, siyasal ~erçeveye yerleştirilmeliydi. 28 şubat 97'den bugüne gelindiğinde militarist-bürokratik oligarşinin bu planda ciddi başarılar elde ettiği görülüyor. Bağımlı kapitalist yapılanmanın bünyesel krizlerinden en fazla etkilenen küçük ve orta ölçekli sermayenin, Anadolu'nun eşraf ve tücarlarının siyasal temsiline soyunan, bu kesimlerin yanısıra kapitalist sömürü ve yıkımdan hoşnutsuz, ama solun örgütleyemediği geniş bir kesimi dini söylemle etrafında toplayan siyasal islam, radikal islamdan farklı olarak mevcut eğemen iktidar blokundan kopuşmak ve onları dışlamak değil; bu bloka dahil olmak, piyasa ve yönetirnde etkin bir pay istemekteydi. RP'de ifadesini bulan bu eğilim, islami söylemle örgütlenen kitlelerin radikal taleplerinin önünde kontrollü bir baraj işlevi görmüş, sistem tarafından görüntüde iktidar ortağı yapılarak kitle tababını nezdinde yeterince yıpratılmış, güçten düşürüldükten sonra ise daha genel bir müdahelenin gerekçesi yapılarak 28 Şubat kararlarıyla iktidardan uzaklaştırılmıştı.

12 Eylül'de Generallerin SP olmuşsa, 28 bat ta da RP gerekçe olarak sunufmuştu. ünde RP üzerinde yürütülen baskının asıl amacı radikal islamın tasfiyesi, geleneksel uzlaşmacı siyasal islamın terbiye edilerek devletin dinine çekilmesi, kemalist ideolojinin islamı anti-kürt, anti-komünist bir baraj ve kitleleri bu temelde birbirlerine bağlayan bir çimento olarak yeniden rekıelerinden biri nasıl

co m

Aşınan toplumsal meşruiyetin yeniden sağlanması ve toplumsal tabanının yeniden güçlendirilmesi için üç ayaklı bir plan

görülebileceği hesaplanırdı. . 28 Şubat'ta planlaması yapılan

ww

w. ne te

program Öcalan'ın Suriye'den çıkarılarak ABD ve Avrupa'nın destek ve müdahalesiyle Türkıye'ye teslim edilmesiyle bu ayak da J:ıayata geçirilmişti. Tutsaklıktan sonra Ocalan'ın 28 Şubat'ı ve orduyu övmesi, ilerici. bir rol bıçmesi anlamlıydı. Öcalan ve peşinden PKK Başkanlık Konseyi'nin, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin temel tezlerini red ederek


dosya mehr•••••••••••••••••••••••aym dosyasi yılmaz savaşçısı ilan edilen ve ikide bir vatandaşın haklarını devlete karşı savunma gösterileri ~apan taze başbakan yardımcısı Yılmaz'ın 'devletin kendisini marnuriarına karşı koruma hakkı"nı ileri sürerek 28 Şubat kararları uyarınca çıkarılan jurnal yasasını

co m

hararetle desteklemesiydi.

Yapılanma", şme" ve ratikle "'Demok

"'Yeniden

Öcalan'ın Türkiye'ye tesliminden ve

kendisinin partisiyle bırlilae ideolojik ve siyasal olarak sömürgecilere teslim olmasından sonra "iç istikrarsızlık" öğelerinden kurtulmuş bir Türkiye görüntüsünün verdiği güvenle Türkiye'ye AB kapıları açılıyor, ABD'nin baskısıyla en azından proje bazında olsa bile BaküCeyhan Boru Hattı formülü kabul ediliyordu. ABD ve AB emperyalistleri, ileri karakolda iç istikrarın sıstemin istikrarı anlamına geleceğini biliyorlardı. Şimdi ·~ç

istikrarsızlık'' ögelerinden kurtulmuş olan rejimin yeniden organize edilmesi gerekliydi. Devlet mekanizmasının çürümesi, siyasal kirlenme, sermayenin yatırımdan kaçması ve ranta dayalı ekonomi politikasının yarattığı ekonomide eksi 6'larda seyreden küçülme, iç dinamiklerin tahrip olması vs. bütün göstergeler artık devenin bu biçimde güdülmeyeceğini gösteriyordu.

w. ne te

ww

"'Kopenhag

Kriterleri"

we .

emperyalist-sömürgeci rasyonelleri benimsemesi, PKK'nin ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak silahsızlandırılarak sömürgeciler ve emperyalistler nezdinde görücüye çıkarılması programın başarısını gösteriyordu. Ancak emperyalistler ve sömürgeciler açısından asıl başarı, bir mücadele örqütünün teslim alınması ve tasfiye edılmesi değil, mücadele örgütünü var eden kitlelerin teslim alınması ve sömürgecilerin program hedeflerine çekilmesidir. "28 Subat konsepti"nin diğer bir hedefi Türkiye'de devrimci muhalefetin ezilmesiydi. Radikal sol harekete yönelik baskılar, işkence, tecavüz, devrimci tutsaklara yönelik katliamlar, son olarak F tipi hücre dayatması ve sendikasıziaştırma uygulamaları o günden bugüne hız kazanarak devam etti. işçi sınıfının en dinamik ögesi olan memurların jurnalle işinden edilmesi uygulamasına yasal zemin olmak üzere çıkartılmaya çalışılan Kanun Hükmünde Kararname de bu sürecin son halkasını oluşturuyor. Ecevit, kararnamenin 28 Ş.ubat kararlarından hareketle hazırlandığını ıfade ederken, eski cumhurbaşkanı Demirel'in "28 Şubat sürüyor" tesbitinin ne kadar doğru olduğunu gösteriyordu. Devletin demokratikie~tiği yaygarasını koparan sömürgeci devletın "yeni" borazancı başlarının yüzüne çarpan başka bir şamar ise "Demokrasi cepllesinin"


dosya mehi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym dosyast Ayrıca,

AB sadece siyasal bir birlik aksine siyaseti belirleyen bir ekonomik birlikti. Türkiye'nin AB üyelik sürecine girı:nesi demek sadece Dünya Bankası ve IMF reçeteleri değil, ama acil olarak AB' nin dayatacağı ekonomi politikalarını da uygulaması zorunluluğu demekti. Reorganizasyon elbette rejimin resmi ideolojisine, devletin özgün yapılanmasına, güçler dengesinin hassaslığına uygun ve uyumlu olacaktı. Ne varki, devletin de topluma batan bazı sivri uçlarının · törpülenmesi, rejimin yük haline gelmiş ve denetimi dışana çıkmış artık gerekli olmayan bazı ,şğırlıkfardan kurtulması gerekiyordu. Ozünde sistemi daha da sağlamlaştıracak bu tür basit makyajlar bile militarist-bürokratik mekanizma içınde fırtınaların alttan alta kopmasına, kanat ve klikler içinde çatışma ve çelişmelere yol açıyordu. Elbette bütün çatışma ve çelışmelere son müdahele "devletin yüce çıkarları" ilkesiyle MGK'dan yapılıyor, sarsılan taşlar, gerekirse yerınden atılmak pahasına da olsa yeniden onarılıyordu. Militarist-bürokratik diktatörlüğün geleneğine uygun olarak, "değişim" gerekliysa bunu da devlet yapacaktı.

Militarist-bürokratik diktötörlük oligarşik özüne uygun olarak, "yeni" politikaları yeni kadrolarla değil, 70 yıllık geleneksel pc>litikaların yapıcısı ve daha çok yürütücüsü olan güçlerle devreye sokuyor, Türk hakim sınıfları böylelikle imajlarını da tazelemiş oluyorlardı. Ayrıca "kadim devlet" . anlayışı Fıer seferinde topluma bu tür manevralarla tekrar tekrar benimsetiliyordu. Derin devletin yeniden yaP,ılanmasını "demokratikleşme" olarak tercüme edenler ve buna dönük ellerini oğuşturanların üzerinden atiadıkiarı gerçek ise, devletin yeniden yapılanmayı"iÇ," muhalefeti bütünüyle ezmek, ideloJik ve siyasal olarak kendi kabullerine çekmek zemini üzerinde yükselteceği idi. Bunun üç temel nedeni

ew e. c

om

·

değil,

sayılabilirdi.

ne t w.

ww

Birincisi; devletin burjuva anlamda

demokratikleşmesi demek bile, burjuva demokratik bır talep olan ulusların kendi kaderini tayin hakkını kabul etmesi, dolayısıyla Kürdistan gibi bir sömürgeye sahip olmaması demekti. Kürdistan'da kapitalist barbarlığın biçimi olan sömürgecilik, bugün elde ettiği avantajiarta daha da kalıcıla§makta, Türkiye sadece Kuzeyi d~il, Guney Kürdistan:;a da gözlerini dıkmiş durumdaydı. (Ocalan'ın


dosya meht • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym dosyasi

om

asker ve sivil bürokrasinin özerkleştiği ve ayrıcalıklar edindiği bir devlet biçimi olarak Kemalizm, kendi eteğinde bü~üyen burjuva sınıfa vasayet ediyor, gerektiginde sınıfa çekidüzen veren bir konumda bulunuyordu. Hakim sınıflar adına siyaset yapan askersivil bürokrasi Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin yükseldiği son 20 yıl içinde bütün ağırlığıyla siyasete çöküyor, 12 Eylül Anayasası ile MGK gibi devletı yönetme yetkısini tekeline alarak, parlamento ve hükümetleri, kararlarını dikte ettirdiği birer biçime çeviriyordu. Derin devlet denilen olgu aslında Türk devleti içinde yuvalanmış bir gücü değil, ama bizzat Türk devletinin kendisini tanımlıyordu. 1980'den sonra ordu, ekonomi içinde de ciddi bir tekel haline gelmiş, deyim yerindeyse en güçlü sermaye gruplarından biri konumuna erişmiti. Bütün bu etkenler alt alta sıralandığında Türk devletinin yeniden yapılanmasının burjuva anlamda bile demokratikleşmeye değil, olsa olsa bütün

ew e. c

Türkiye'ye önermalerini de unutmayalım). PKK'nin ideolojik, siyasal ve örQütsel anlamda teslimiyeti ve tasfiye sürecine sokulması bile sömürgeci devleti tatmin etmemi~, demokratikleşiyor denilen devlet, dil ve kultür düzeyindeki talepleri bile şarkıtürkü takibine çıkarak, kültür merkezlerini basıp kapatarak karşılamaktaydı. Ikincisi; Türkiye Orta-doğu, Balkanlar ve Kafkaslar'da ciddi roller üstlenmiştir. Bu alanlarda kendi çıkarlarıyla da uyumlu olarak "istikrar" sağlamaya dönük emperyalist müdahalelerde, "istikrarsızlık yaratarak", iç dengelerle oynayarak istikrar sağlamaya dönük operasyonlarda aktif rol üstlenmiş, kapitalist yeniden inşaa programfarında bekçilik rolü üstlenmiş, bu alanlarda emperyalist yeniden paylaşım dalaşmaları nda öne çıkmıştı. Ayrıca Kafkaslar'dan Uzak Asya'ya kadar ABD emperyalizmiyle rekabete dayalı yayılmacı bir politika güden Rusya'ya karşı koç başı misyonu üstlenmişti. Böyle bir gücün toplumun bütününü sindirmi~ ve susturmuş bir zeminde, baştan aşağı mılitarize olması gere!9yor. Uçüncü faktör ise, Türkiye'nin yapısal durumudur. Türkiye'de üyesi olacağı(?) Avrupa ülkelerindeki gibı bir burjuva diktötürlüğü değil, özgün bir diktötörlük biçimi vardı. Burjuvazinin henüz cılız olduğu koşullarda siyasal iktidarı fiilen üstlenen

istikrarsızlık unsurlarının susturulması

üzerinde -ve ancak bu koşulda- kendini dizayn etmesi, sistemin bazı yanlarını törpüleyerek kendisini daha da kalıcılaştırması olduğu anlaşılacaktır.

ww

w.

ne t

Ancak Kürt ve Türk kamuoyunda Avrupa'ya el açarak, dışarıdan ithal demokrasi bekleyenierin sayısı oldukça


dosya mehr••••••••••••••••••••••- aym dosyasi yüzüne ~ıktığı, bazı liberal aydınlarla kendisim siyaseten ifade etmeye başladığı da biliniyor.

om

Yasal Partlye Kilitlanmiş "Legal Çalışma" AnlaylŞI

.c

Dosyanın girişinde ''yeni dönem" tesbitinden hareketle, ''yeni döneme" özgü siyaset tarzı olarak legal parti tartışmalarının başladığına vurgu yapmıştık. Açık çalışmayı, legal partiden ibaret gören anlayı_şların legal partiye biçtikleri misyon da dogal olarak yeni dönem tesbitlerine uygundu. Tesbitın esası, em_peryalistlerin ve sömürgecilerin oluşturdugu gündemdi. Türkiye "iç iştikrarsızlık'' unsurlarından kurtulduğuna göre, demokratikleşrnek

zorundaydı. Bir tarafında DBP ve Roja Teze gazetesinin, diğer tarafında ıse eski.,.yeni HADEP'lilerin yer aldığı tartışmada görünen kadarıyla partinin programında değil ama biçiminde farklılaşma yaşanıyordu.

ww

w.

ne

te we

kabarık. Avrupa'nın mal, sermaye ve silah ihraç ederken gösterdiği istek ve kararlılğı, demokrasi ihraç ederken de göstereceğine duyulan bir inaç var. Türkiye'de burjuva anlamda bile demokrasinin, Türkiye ve sömürge Kürdistan emekçilerinin mücadelesine bağlı olduğuna duyulan inanç kırıldıkça, sözünü ettiğimiz inancın öne çıkm~ı ilginç değil mi? Ote yandan Türkiye'de bu~uva anlamda demokratik hak ve özgürlüklere dönük ciddi dinamiğin bulunduğu, Kürdistan sorununu es geçmek suretiyle eşyayı tersten adlandıran bir sakatlığa ragmen islami kesimden, emekçi sendikalarına, aydın, sanatçı ve bilim adamlarına kadar ayrı ayrı ya da birlikte mücadele platformları açmaya çalıştıkları da bir gerçektir. Yine burjuvazinin dünya piyasasına aÇılan, özellikle Avrupa sermayesiyle ilişkili bir kesiminde, ordunun korumasında kalmak ama vesayetinden de çıkmak ve kendi adına siyaset yapmak yönünde bir eğilimin de yavaş yavaş su


dosya mehi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym

Başkanı Yılmaz Çamlıbel'in

DBP Genel üzerine Ankara Keykan Oteli'nde bir girişim 7 kişilik bir temas grubu gelen araya oluşturuyordu."Silahların susmasının ve

"Demokratikleşme" duasına yatanların

umut kapıları emperyalist "Yeni Dünya Düzeni"ydi. "Dünya artık eskisi gibi silaha başvurmayan kimliklerle ilgili müdahaleyi, o ülkenin içişlerine müdahale olarak kabu

ww

w.

ne

te we

çağrısı

om

başfatıyorlardı.

Türkiye'nin AB'ye aday üye kabul edilmesinin Kürt sorunu bakımından yeni bir döneme işaret ettiği vurgulanıyor, Kürtlerin yenı durumlarını yeni döneme uygun olarak Yl:lPılandırmaları gerektiğinin" altı çiziliyordu. Ocalan çizgisindeki "yeni" Kemalist blokun "Batı'nın müdahalelerine karşı çıkan ve Türk devletine yanaşmaya çalışan" söyleminden farklı olarak, içlerinde A. Meli}t Fırat, M. Emin Sever, Mehmet Vural, lbrahim Güçlü vd. isimleri n de yer aldığı diğer blokta "Kürt kimliği•ni öne çıkartan, ayrıca Batı'nın yardıımyla sorunun çözülebileceğine inanan, güvenen bir söylem kullanılıyordu.

.c

HADEP'in organize ettiği Demokrasi hareketi, Kürt sorunu, insan hakları, çağdaş anayasa gibi temel konularda önermalere sahip bir Türkiye partisi projesini öne sürüyor, CHP'cten ANAP'a kadar geniş bir demokratik bloku savunuyorlardı. Projenin özü, AB kriterlerine uygun, Türkiye'nin özgünlüklerini de hesaba katan, rejimin ideolojik dayanaklarını savunan bir oluşuma dayanıyordu. Bu nedenle Kemalist blok olarak da adlandırılıyordu. DBP ve Roja Teze çevreleri ise 3 Şubat 2000 tarihinde bir toplantıyla yeni projelerini tartışm~a açıyorlar ve 65 Kürt aydını, "Birlik Için Gırişim Grubu" adı altında bir insiyatif

dosyası


dosya mehf • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • - aym dosyast

om

tıatırlatan önermeler yer alıyordu. Bir yazıda "lspanya'da milyonların Bask'a evet, ETA'ya hayır anlayışını Türkiye'de göremiyorsak, bunda Türkiye sol hareketinin de önemli bir payı var.. " deniliyordu. Behlül Yavuz ise tartışmanın her iki tarafında yer alanların özünde biribirlerinden farklı şeyler söylemediklerini açığa vuruyordu."Biz de bağımsızlık istemiyoruz. Gerxekten demokratik bir ülkede demokratık haklarımızı istiyoruz.."

ww

w.

ne

te

we .c

etmiyor, globalteşan dünyanın çözüm önerilerine aykırı olmak olmuyor" deniyordu. Proleter devrimcilikten liberal girişimciliğe iltica eden ibrahim Güçlü ise, "ideoloji"den soyunmayı, dü~man karşısında çıplaklığı herkese öneriyor, 'eski ideorojik prensiplerimizi bir tarafa bırakmak''tan söz ediyordu. Roja Teze'deki tartışmalarda "silahlı mücadelenin reddi" ilkesi ön plana çıkıyor, geçmişten günümüze Türk sömürgecinğinin Kürt siyasetçilerine dayattığı "PKK'yi kınamaları" kıstasını


dosya mehr•••••••••••••••••••••••aym

om

aksine onları meşru görmeyen, karşı çıkan ve mevcut hukuku işlevsiz kılmak isteyen bir parti olmak zorundadır .. KOrt kimlikli bir partiyi kurmak ve yaşatmak isteyenlerin birincil amacı esasen parlementoya seçilmek değil, öncelikle varolan siyasi ve hukuk sistemini değiştirilmesine yönelik olmalıdır." diyordu. (Roja Teze, 18 Subat 2000) "Bir yanıyla ulusal demokratik potansiyeli zulmOn değerleriyle bOtOnle~irmeye yönelik açık ve tehlikeli bir çaba, dıger yanı~la böylesı bir tehlikenin yaşam bulabilcegi bıkkınlık ve hayal kırıklığı zemini.." Dr. Bozan Erdem ise tartışmaların yOrütüldüğO toplumsal zeminin taşıdığı tehlikelere işaret ediyordu. (Roja Teze, 1O

ww

w.

ne

te

we .c

(25 Şubat 2000, Roja Teze) Ancak Roja Teze'de, KOrt hareketinin legal parti macerasından doğru dersler çıkaran ve legal partinin hanQi ilkeler uzerinden yOkselmesi gereldığine vurgu yapanlar da vardı. Selim Murat, "Ulusal Kimlikli Legal KOrt Partisi" başlıklı makalesinde "Muhtevası, · ruhu ve eylemiyle KOrt ve KOrdıstani olan bir parti...KOrtlerin milli istemlerini, ulusal ve demokratik taleplerini, özgOriOk, demokrasi ve barış özlemlerini böyle bir partide görebilmelidir... KOrt sorunun çözümü için çalışan bir parti mevcut hukuk düzenine, yasalara ve yürürlülükteki politikalara boyun eğen bir parti değil,

dosyası


dosya

meht•••••••••••••••••••••••

aym dosyast

Mart2000)

ww w. n

et

ew e

.c

om

sömürgeci parlamentoyu meşru gören, bu parlamentoyu çözüm merci olarak algılayan Açik/Meşru· siyasal mücadele ve anlayış, devrimci ve ulusal kurtuluşçu bir Aç1k Parti anlay1ş1m1z anlayış olamaz. Yıne legal siyasal parti Kürdistan Açık siyasal çalışmada açık parti, Kurtuluş Hareketınin kendisi olamaz. Ancak koşullardan soyutlandığında kuşkusuz bu hareketin çalışma biçimlerinden biri önemli bir siyasal çalışma aracıdır. Geniş ve olabilir.Sömürge-Sömürgeci ilişkilerini ya~gın siyasal çalı~ma, kitlelerle dolaysız belirleyen temel etken zor'dur. Zor'a dayalı bag kurma, kitlelerı siyasal çalışmanın siY.asi bağın koparılması, yani sömürgeci öznesi haline getirme, görüşlerımizin en kölelik zincirinin kırılması yine halkın örgütlü etkin propaganda ve ajitasyon Olanağı ve zor mekanizmalarıyla mümkündür. Bu seçimlerle gücümüzü ölçme aracı olarak nedenlerle Kürdistan Kurtuluş Hareketi açık siyasal parti elbette devrimcilerin doğası gereği illegal (yasadışı ve gizli) siyasar çalışmada tercih edecekleri bir olmak zorundadır. araçtır. Ancak illegalite, açık siyasal çalışma Ancak legal çalışmada şu ya da bu olanağının olduğu iğne deligi kacfar oir alanı aracın seçilmesi, devrimcilerin iradi ya da bile değerlendirmeye, alana özgü mücadele keyfi tercihiyle belirlenmiyor. Tercihlerimizi araçları oluşturmaya engel değil, aksine belirleyen etkenierin başında sözkonusu bö~lesi bir çalışma lllegal yapının geniş kitle aracın üzerinde yükseldiği toplumsal zemin baglarına ulaşması ve yasal korunaktarla ve ona varolma olanağı sunan burjuva korunması için gerekli ve çoğu kez hukuk sistemidir. zorunludur. Irkçı-inkarcı ve imhacı Türk devletinin Yakın geçmişte ve günümüzde a9ık hukuku Kürt ve Kürdistan gerçekliğine veya yasal siyasal çalışma biçimlerinın, kapalıdır. Sömürgeci hukuk, Kürdistan siyasal çalışmanın asli ögesine, yani sorununun inkarı ve Kürdistan devrimci illegaliteye alternatif olarak dinamiklerinin imhasıyla çerçevelenmiştir. konumlandırılması, legal siyasal çalışmada Ceza yasası ve siyasal partiler yasası, illegal örgütlerin görüşleriyle temsiline karşı sömürgeci statüyü yaşatmak, güçlendirmek alerjilerin örgütlendirilmesi çabalarına çokça ve kalıcılaştırmak için vardır. tanık olduk. Bu nedenle mevcut yasalara uymak Bu çaba ve eğilim sömürgeci devlet koşuluyla kullanılacak legal siyasal parti tarafından da sürekli olarak desteklendi ve aracı, özünde sömürgeci düzen açık siyasal çalışmanın varlık koşulu sadece partilerind~n farklı bir i~lev görmez, sadece mevcut sömürgeci burjuva göremez. Ikincisi, sömurgeci parlamento yasalarına uygunluk olarak dayatı larak, sömürge Kürdistan'a ilişkin bütün inkar ve açık çalışma ile iliegalite arasında keskin imha program ve politikaların üretildiği bir hatların çizilmesine bağladı. mutfaktır. Sömürgeciliğe karşı direnme Daha çok sisteme ideolojik ve siyasal savaşı veren Kürdistan Kurtuluş olarak bağh, kaybedecek şeyleri çoğalmış, Mücadelesine karşı konumlanmış bir savaş açık siyasal çalışmada riskleri yok etmeyı kabinesidir. Sömürgeci parlamentoyu siyasi hedefleyerek ~reklenmiş "yeni Kuşak Kürt çalışma yapılacak, sistemi reformlara Burjuvalar'ın orgütlemeye çalıştıkları bu zorlayacak bir çalışma alanı olarak görmek, eğilım, mücadeleye emek vermeden özünde bu parfementoyu ve yapısal kazanımiarına konmaya Ç,alışan, illegal unsurlarından biri olduğu için Türk devletini siyasal mücadelenin büyLik emek ve meşru görmektir. bedellerle ulaştığı kazanımlar üzerinde Kürdistan sorunu, işgal altındaki bir karlyer yapmaya çalı~an, bu kazanımları ülke ve sömürgeleştirilmiş halklar kendi statüleri için sömürgecilerle pazarlıkta sorunudur. Sömürgeci parlamento bir malzeme olarak kullnamakta sakınca Kürdistan Kurtuluş Hareketi'nin amacı görmeyen siyaset asalaklarının eğilimidir. değil, bağımsız, fedaratif sosyalist Kürdistanlı kitleleler ve devrimciler, Kürdistan parlamentosu Kürdistan önümüzdeki dönemde bu asalaklara dikkat Kurtuluş Mücadelesinin sıraretjik hedefidir. etmelidir. Kürdistanlıların sorunlarınının çözüm Ba~a dönüp toparlarsak; mekanizması yabancı parlamentolar değil, -Kürdistan Kurt,uluş Mücadelesi doğası kendi yerel ve federasyon parlamentolarıdı.r. gereği illegaldir. lllegalite bizim ke~i Dolayısıyla legal siyasal parti faaliyetinde tercihimiz değil, imha ve inkarımız uzerine 09-10/00

21


dosya mehi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aytn dosyasi

savunulmalıdır.

Çalişma

et

Yeni Dönem ve Yeni Tarz1m1z

ew e

Sömürgeci parlamento çözüm ya da reform merci değildir. Açık siyasal çalışmada sömürgeci parlamento reddedilmelidir. Kürdistan halklarının sorunlarının tartışma ve çözüm merci Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin stratejik hedefi olan yerel ve federal parlamentolarıdır. (sovyetleridir) -Açık siyasal mücadele bır mucadele biçimidir. Bu biçim mücadelenin asli biçimi olan illegal mücadeleye karşıt ya da alternatif olamaz. Aksine illegal mücadenin geniş kitle bağları kurmasını sağlayacak, ona korunak olacak bir biçim olarak

om

dolayıdır. -Açık siyasal çalışma sömürgeci satütüyü korumaya uyarlı yasalliteyi degil, tarihsel ve toplumsal haklılık üzerinde yükselen meşruiyeti esas almalıdır. Bunu yaparken mücadeler sonucunda kabul ettirilmiş olan yasal mevzileri işletmeyi, genişletmeyi de önüne koyacaktır. -Kürdistan halkları için, inkar ve imha politikalarının mutfağı, meşru direnme savaşı veren Kürdistan harklarına karşı bir sava~ kabinesi olarak konurolanan sömürgeci parlamento meşru değildir.

edenlere 'geniş' özgürlükler bahşederken, · diğer taraftan bir avuç kışkırtıcıya karşı ise şiddet sapasını sürekli hazır tutmaktadır. Yine siyasi gericilik dönemlerinil gözkamaştırıcı siyasi özgürlük'ler sahnesinde devrimci kadro ve liderlerin en karanlık yöntemlerle imha edildiği sıkça görülen olaylardandır. Türkiye'de sistemin kabülleri içinde bile sisteırıi 'denetleyecek', baskı oluşturacak hiç bir oluşuma izin verilmemesi, topluma giydirilen deli gömleğinin toplumsal bir şizofreniye yol açması; toplumda hak talebi ve eyleminin yer altı dışında bir araç bulamaması, radikalizmin tek seçenek olarak ortaya çıkması ve giderek programsal, örgütsel yetersizlik ve yeteneksizliğine karşın toplumun radikalleşmesine karşı geliştirilen formüle yasal alan açılmasıdır. "SiyasaDaşma", "yasallaşma", "siyasi liberalizm" olarak sunulan şey özünde toplumsal muhalefeti sistemin kabulleri içine çekme formülleridir. Emperyalistler ve onların programı içinde Türkiye'de boy verenler, toplumsal ihtiyacı, toplumun ödediği bedellerden soyutlayarak Kopenhagen kriterlerine, Helsinki kararlarına dayandırırken, militaristbürokrasi ise "Kopenhagen kriterleri, Helsinki kararları değil, toplumun ihtiyacı" şeklinde formüle ederek, geleneğine uygun bir şekilde lütüfkarlık yapmaktadır. Son olarak, silahlanmış örgütlü halkın bağımsızlık ve özgürlük heaefi karartılarak, anayasal vatandaşlık, bazı kültürel haklar ve nihayet devletin af ederek büyüklüğünü göstermesi karşılığında PKK tarafından emperyalist program ve onay içinde teslimiyet ve tasfiye dayatmasıyla yeni bir durum ortaya çıktı. Kürdistan KurtuluŞ, Mücadelesi empeı:Y.alistler ve sömurgeciler açısından ideolojık ve programatik olarak silahsızlandırılmış, silahlı mücadele ise bir tehdit unsuru olmaktan çıkarılmıştı. Ancak geride ulusal mücadelenin kitle tabanı

.c

kurulu sistemin mevcut satüyü zor mekanizmasıyla ayakta tutmasından

ww w. n

Radikal bağımsızlıkl(ı sosyalist anlayış · olarak hareketimizin yenı dönem tanımlaması "yeni" kemalistlerle, reformıstlerden temelden farklıdır. Siyasi anlatımlarımızda sık sık siyasi gericilik tanımlaması yapıyoruz. Şimdiye kadarki anlatımlarımız i9inde siyasi gericilikten ne kastettiğımiz anlaşılmış olmalı. Emperyalist Yeni Dünya Düzeni ve onun ülkemizdeki yansıması olan tasfiye ve teslimiyet ile sömürgeci statünOn korunması ve Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'ni sömürQeci rasyonelite i9ine çekerek, sisternın çimentosu halıne getirilmesi eylemidir, siyasi gericmk. Bütün dünya ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadeleleri siyasi gericilik dönemrerinde devrimci yapıların aynı zamanda ağır saldırılara maruz kaldıklarını göstermiştir. Günümüzde ideolojik-siyasal saldırı ve dayatmatarla birlikte bu dayatmalara direnen devrimci öznelerin imhası gündemleştirilmektedir.

Geçmi~ten farklı bır taraftan

burjuvazi

olarak günümüzde kendi saflarına iltica 09-10/00

kalmıştı. 15 yılı aşkın

bir süredir mücadeleyi kan ve canla besleyen, mücadele içinde biçimsiz ve eksik de olsa- ıetişen, ödedikleri bedellerle mücadeleye baglanan milyonlar demoralizasyona, kafa karışıklığına karşın orta yerde duruyordu. 15 yıllık mücadele en azından bir ulusal bilinç, Kürde aitlik kimliği yaratmıştı. Mevcut kitle potansiyelinin bizzat bu kitleyi örgütleyen, yürüten yapı tarafından 22


dosya mehT • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym dosyasi

vardı.

işte Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi

açısından 'siyasalla_şma', 'yasaJJaşma' denilen programın ozü budur. Ozetle;

program, tehdit ve tehlike unsuru olmaktan silahtan sonra, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin kitle tabanına 'siyasal' alanlar açarak, sömürgeci sistemin kabulleri içine çekme amaçlıdır. 'Siyasallaşan' ya da 'yasallaşan' PKK değil, PKK üzerinden Kürdistan Kurtuluş Mücadelesine dayatılan sömürgeci sistemin kabullerine çekilme programıdır. Bu program kısa vadede sömürgeci sistemin aleyhine bir görüntü gibi görünsede, özünde erogram bO§a çıkarılamazsa, PKK nin söyledigi gibi Kürt kitlesi devletin yeniden yapılanması çalışmasında temel bir in~aat malzemesi görevi görecektir. Sistemı zaafa uğratmak bir yana, sistemi güçlendirecek bir malzeme.. Tartıştırılan programın Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin acil program hedeflerini de yer yer içermesi, programları Kürt kitlesi nezdinde de çekici kılmakta, bu amaçla oluşturulan platform ve inisiyatifler hazır bir kitfe tabanına kavuşmuş olmaktadırlar. · Süreci kabaca anlatmaya çalıştık. Her tesbit kendi içinde açılmaya ve tartışılmaya ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca sürecin ciddi belirsızliklerle dolu olduğu, dengelere bağlı olarak bir çok şeY,in bir anda alt-üst olabileceğı, özellıkle sömürgeci egemen sınıfların kendi içindeki saflaşmalarının yeterince netleşmemesinin bu tür sürpriziere her zamankinden daha fazla açık olduğu bilinmelidir. Ancak tayin edici olan böyle bir manzara içinde Kürdistan'da devrimci öncünün görevlerinin tespitidir. Siyasi gericilik döneminde y~mamız gereken programlarımızı tekrar gözden geçirmek, önceliklerimizi tesbit etmek ve esas halkayı Y,akalayarak çubuğu ona bükmektir. Güçler dengesı, kitlelerin durumu, işletilmeye çalışılan programlar bizi çetin günlerin beklediğini gösteriyor.

çetin günlere

Esas halka kitleleri teslim almaya dönük

'siyasallaşma' adı verilen legalizasyon programlarıdır. Bugünlerde platform ve

inisiyatifler biçiminde boyveren bu

programın, önümüzdeki dönemde geniş bir tabanla partileşması hesaplanmaktadır. Devrimci öncü, bütün bu gelişmelerin, bu tür oluşumların altını dolduran kitlelerin dışında durarak salt bu programları yazıp

çizerek teşhir etmekle oyalanamaz. Görev bu tür oluşurnlara girerek, mücadelenin acil program hedefleri doğrultusunda kitleleri örgütlernek ve harekete geçirmek, kitleler içinde örgütlenmektir. Elbette bizi tasfiyecilerden ayıran şey, acil program hedeflerini mücadelenin genel program hedefleriyle uyumlu kılmak, kitlelere bunu kavratmaktır.

we .

çıkarılan

Yapmamız gereken hazırlanmaktır.

co m

sömürgeci sistemin kabülleri içine çekilmesi geret9yordu. Ote yandan Kürdistan'da yerel iktidarı {belediyeleri) ele ge~iren Kürt halkı, yenilgi psikozuna gırmiyor, 6zellikle de belediyelerin halkın istemleri doğrultusunda çalıştıgı bölgelerde yenilgi bir yana 'zafer" elde etmenin tadını ~ıkarıyordu. Sömürgecilerin bu kıtleyi de yenilgi psikozuna sokmaya, sindirmeye ihtiyaçları

Görev Anti-S6m0rgeci insiyatifler OrgOtlemektir.

ww

w. ne te

Dönem Kürdistan hareketi içerisinde de net ayrı~malara yol açmıştır. Ayrışma örgütların döneme ve pofitikalara nasıl baktıklarıyla ilgilidir. Ayrışma kaçınılmaz ve doğaldır. Ayrıca ayrışma temel politikalarda farklılığı dayatırken, KUKM'nin güncel acil talepleri noktasında da beraberlik.zeminleri

09-10/00

yaratmaktadır.

Hareketimiz, KUKM'nin güncel-acil talepleri etrafında diğer güçlerle ortak mücadele perspektifinde ısrar edecek, temel politikalarda ise radikal bağımsızlıkçı sosyalist güç ve çevrelerle ortak mucadele karargahiarı oluşturmayı esas alacaktır. Açık siyasal çalışma sadece yasal partilere kilitlenemez. Kürdistanlı kitlelerin olduğu her alanda anti-sömürgeci temelde örgütlendirilmeli, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, çevre dernekleri, kadın örgütleri, okullar ve fabrikalar, semtler birer anti-sömürgeci mücadele karargahına çevrilmelidir. Anti-sömürgeci perspektife sahip olan sosyalist örgütlerin, bağımsız sosyalist aydınların yanısıra, örgütlü ve örgütsüz Kürdistanlı radikal yurtseverler böyle bir insiyatifin bileşeni olabilir, öncülüğünü yapabilirler. Ayrıca Kürdistan halkının kendi kaderini tayin hakkını savunan Türkiye devrimci hareketiyle insiyatif düzeyinde ortak iş ve güç birlikleri zeminleri yaratmaya çalışmak gereklidir. Anti-sömürgeci insiyatifler, birer tartışma klübü değil, ortak hedefler ve 23


dosya mehf • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym dosyasi

birliktelikleri lnsiyatifler, tasfiye ve teslimiyete, sistemin kabullerine çekilmeyi örgütleyen legalizasyon programıarına karşı ideolojik ve siyasi mücadeleyi yükseltmeli, kitlelerin taleplerine devrimci içerik kazandırarak demoralizasyon dalgasına karşı, coşku ve ilkelere

bağlı . mücadele

kararlılığı aşılamalıdırlar.

ww

w. ne te

we .

Anti-sömürgeci insiyatifler, benzer programlara sahip devrimci çevrelerin dağınık ve tek başına sonu9 alma olanağı olmayan .güç ve enerjilerinı birleştirmeyi önüne koymalıdır. Legal parti ve platformlarda anti-sömürgecimücadele grupları, ortak yayın, ortak kültür kurumları, ortak kadın dernekleri, sendikal faaliyet ve öğrenci gençlik faaliyetlerinde ortak çalışma grupları oluşturmak, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesine devrimci sosyalist soluk getirmek esas olmalıdır. Kürdistan devriminin doğrularını sadece savunmak değil, doğrularla sömürgeci kapitalist barbarlığa ve her türden siyasi gericiliğe karşı mücadele etmek gerekir.

co m

olmalıdır.

09·1 0/00

24


dosya meh1••••••••••••••••••••••• aym dosyasi

co m

Welat Can

we .

Mücad ele Araçlari içinde Legal Partinin Yeri

olmak zaman kaybetmektir, boşa kürek çekmektir. Bu noktada özenle dikkat edilmesi gereken teY· doğru mücadele anlayışına denk duşen doğru araçları tespit edebilmek ya da yaratabilmektir. Sineğin üzerine tank ile gidilmeyeceği gibi, tankın üzerine de sinek ilacıyla gidilemez. Doğayla, mücadelede kullanılan araçların nasıl ki işin özüne ve uaraşılan şeyin niteliğine uygun olması gerekiyorsa, toplumsal mücadelede de, kullanılan gereçler işin özüne ve uğraşılan şeyin niteliğine uygun olmalıdır. Şüphesiz araçlar hem yaşanılan ülkeye, hem de yaşcınıtan döneme göre değişkenlik gösterirler. Basitleştirirsek, Avrupa'da internet bir araçken, Afganistan'da hiçbir şeydir. Milyonlarca yıllık insanoğlu tarihinde -yüz yıl öncesine kadar- at önemli bir araç iken, bugün üzerine bahis oynanan basit bir eğlence nesnesidir. Esas olarak toplumsal mücadelelerin ulusal ve sınıfsal bıs:imleri, diğer mücadeleterin tümünden a~ırt edici ve tayin edici özelliklere sahiptir. Diger mücadelelerden çok daha karmaşık ve çok daha komplekstir. Bu nedenledir Ki, toplumsal mücadelelerde hedefin doğru tespit edilmemesinin ya da doğru tespit edilen hedefin yanlış araçlarla sürdürülmesinin bedeli çok ağır ödeniyor. En hafif deyimle, milyonların kaderiyle aynanmış olunuyor. Tarihin tozlanmış yaprakları arasında ağır bedeller ödenip sonuca vanlamayan yığınla toplumsal mücadeleye; yığınla ulusal ve sınıfsal mücadelelere rastlanır. En son örneğini de bizzat Kürt halkı yaşadı ve hala yaşıyor. Bir mücadelede kullanılacak oran araç ve gereçlerin ahlaki ve insani boyutları, amaçlanan hedef kadar önemlidir. Amaca ulaşmak için her aracı mübah gören Makyavelist anlayış kısa vadede bazı başarılara imza atmış olsa da, bu yakl~ımın kadrolar ve toplum üzerinde yarattığı kırli anlayışı temizlemenin bedeli, kölelik zincirini koparmak için ödenen bedellerden çok daha

Kuşkusuz lagal parti de bir mücadele aracıdır. Ancak onu konuşmadan önce mücadele araçlarının genel karakteristik özelliklerine ana başlıklar altında kısaca bir göz ştalım. Insanoğlu daha ayakları üzerinde dikelmeyi becerarnediği tarih öncesi

ww

w. ne te

dönemlerden, galaksilerin fethini gündemine aldığı günümüze kadar, doğayla ve toplumla sürekli mücadele halinde olmuştur. Bu mücadelelerde değişik ve karmaşık yığınla araç kullanılmıştır. Mücadeleterin her biri kendi karakterine denk düşen araçlar yaratmıştır. Bu araç ve gereçler hedeflenen şeye daha kolay, daha sancısız ve daha çabuk ulaşmayı amaçlar. Toplumsal ilerlemenin motor gücünü işte bu kesintisiz mücadele süreci oluşturur. Yaratılan araçlar toplumsal ve teknolojik geli~melere ivme ve anlam katmıştır. Eğer bugun hala kağnı devrinde değilsek, bu, bir önceki kuşağın birikim ve deneyimlerinin bir sonraki kuşağa aktarılması sayesindedir. Hiçbir kuşak sıfırdan b~lamamıştır. Her kuşak kendinden öncekinin tüm birikimlerini alarak onun üzerinde yükselmiştir. Bundandır ki, evrene hükmetmeye kalkışan ultra teknolojik araçların mayasında, demirin ve ateşin bulunmasından Spartaküslerin başkaldırılarına kadar uzanan insanoğlunun bütün bir süreci bulunur. Araçlar da tıpkı doğadaki diğer nesneler gibi doğar, geliş, büyür ve sonra da ölürler. Miadını dolduran yıQınla mücadele araçları, günümüzde artık muzeleri süslemektedir. Miadını dolduran ve dolayısıyla anlamsızlaşan araçlar üzerinde ısrarcı 09-10/00

ağırdır.

Toplumsal mücadelelerin

handikaplarından birini de "araçların fetişleştirilmesi" sorunu oluşturuyor. Belli bir hedefe ulaşmak üzere ortak paydalarda buluşup parti, dernek, sendika gibı mücadele aracı kuran kadrolar, bir süre sonra yarattıkları araçların kölesi olabiliyorlar. Sıkça fetişleŞ,tirilen araçlardan biri de siyasal partilerdir. Oncaleri "her şey toplumsal kazanımlar içindir"· anlayışı, bir süre sonra "her şey partiyi korumak içindir"

25


dosyasi dosya meht • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • aym

co m

aracılığıyla bir araya gelmeleri, güçlerini birleştirip hedefe ulaşmaları engelfenemedi. Tıpkı işçi sınıfının sendikalaşmasının engellenemediği gibi. Partileri manipüle etmek, içierini boştatmak ve sistemin bir parçası haline getirmek, yirminci yüzyılın ba~ında, egemen sınıfların temel politikalarından biri haline geldi. Toplumsal bilincin gelişmesine, örgütlenme bilincine ulaşılmasına engel olunamıyorsa, o bilincin . kendi sınıf çıkarı doğrultusunda Ikinci du. gerekiyor çalışmak şekillenmesine enternasyonal partnerinin sisteme karşıt olmaları.na rağmen, sistemin bir parçasına dönüşmelerinin başka bir açıklaması yoktur. Bu partiler ile sarı sendikacılığın aynı tarih dilimi içinde var olmaları ve buluşmaları rastlantı olamaz.

Manipüle edilemeyen, sistemin bir parçası haline dönüştürüleme~n partiler üzerindeki yoğun baskı ve polısiye önlemler, şöz konusu partileri gizli çalışmaya itti. lllegal parti anlayışı bu zorunlı.Juğun bir ifadesi oldu. Buradan çıkarılacak sonuç; siyasal partilerin hemen hiçbiri bilerek ya da isteyerek yer altına çekilmedi. Hiçbir partinin böyle bir tercihi yoktu. Baskı ve day~tma bu tercihi neredeyse zorunlu kıldı. lllegal örgütlenmeler zorunlu değildir. Bunu zorunlu kılan ko~ullar oluşmadıkça illegal örgütlenmeye yönelmek yanlıştır. Daha büy.ük kitlelerle buluşmak için legal çalışma olanakları sonuna kadar zorlanmalıdır. Ne lagal parti anlayışını, ne de illegal parti anlayışını fetişleştirmemek gerekiyor. Her ikisi de genel mücadele içinde birer araçtırlar. Hangisinin nerede ve nereye kadar kullanılacağını koşullar belirler. illegal partilerin sıkıntıları ve açmazları başka bir yazının konusu olabilir. Burada sadece illegal partilerin açmazlarının legal partilerden daha fazla olduğunu belirterek geçmek istiyorum. Esas olarak legal partileri irdeleyeceğiz. Ancak illegal-leQ_al parti açmazından kurtulmak için bu on açıklamaları yapmak gerekiyordu. Toplumsal mücadelelerde kullanılan araçların hiçbiri diğerinin alternatifi ya da karşıtı değildir. Ya da hiçbiri "olmazsa . olmaz" değildir. Her araç bir. ihtiyacı karşılamak için doğmuştur. Ihtiyaç karşılandıktan sonra da araç kendiliğinden gereksiz hale gelir. Toplumsal kavgalarda araçlar arasmdakl entegrasyon ve uyum önemlidir. Bunun için ise, hangi aracm ne zaman, nerede ve hangi koşullarda öne Çikacaği ya

we .

anlayı.)nna dönüşebilmektedir. Partiyi, dernegi ya da sendikayı koruma pahasına verilen tavizler, fetişleştirmenin boyutunu gösteren ilginç örneklerdir. Amaca ulaşmak için yaratılan araçların kölesi olmamak gerekiyor. Fetişleştirme olgusunun ağır bedellerini neredeyse her gün yaşadık, her gün yaşıyoruz. Elbette yaratılan kurum korunur, korunmalı da. Burada sözü edilen ve eleştirilen korumanın fetişleştirmeye dönüşmesidir. Yaratılan araca tapareasma bağlı olmaktır. Kendi varlığını onun varlığıyla özdeşleştirmektir. Yaratılan aracın . kendisine yabancılaşmaktır. Politikacıların toplumun siyasi doktoru olduğu iddia olunur. Iddia olunur diyorum çünkü, pek 90k politikacı toplumsal yaraları iyileştireceğıne yarayı daha da derinleşti riyor, ya da hastalıklı olmayan bir topluma hastalığı bizzat kendileri taşıyor. Bunu politikacıların kötü niyetiyle açıklamak kolaycılıktır. Mücadelede kullanılan araç ve gereçlerin toplumun sınıfsal, kültürel, etnik

w. ne te

ve hatta sosyopsikolojik, sosyoekonomik ve sosyopolitik durumuna denk düşmesi gerektiği gibi, aynı araç ve gereçlerin ulusal, bölgesel ve hatta uluslararası konjüktürel duruma da uygun ve uyarlı olması gerekiyor. Yoksa söz konusu araç sahibini vuran silaha dönüşür. Tıpkı Kürtferi vuran silahlar gibi. Hasta olmayan toplumu hasta etmek, ya da yaraları derinleştirmenin nedenlerini buralarda aramak gerekiyor. Legal-illegal Parti Açmaz•

Toplumsal mücadelelerde

insanoğlunun ula,tığı en üst ve en olgun örgütlenme biçim ı siyasal partilerdir.

ww

Siyasal partilerin toplumsal mücadele alanına dahil edilen bir araç olması pek eski değildir. Şunun şurasında yüz küsur yıllık bir geçmişi vardır. Çok yeni bir araç olmasına karşın, toplumsal yaşamda derin ve kalıcı izler bırakmı~tır. Unutulmamalı ki, yirminci yüzyılın en buyük devrimini böylesi bir parti yapmayı başarmıştır. Yerküremizdekı ülkelerin hatırı sayılır bir bölümünün de siyasal partiler tarafından yönetildiğini unutmamak gerekir. Siyasal partilerin doğması, büyümesi ve gelişmesi kuşkusuz pek rahat olmadı. Dönemin egemen anlayı~ları bu partilerin yaşamaması iç!n her türlu zoru ve baskıyı kullandılar. Dogal olarak baskılardan korunmak için yığınla parti illegaliteyi ses:mek zorunda kaldı. Bütün baskılara ragmen insanların siyasal örgütler 09-10/00

26


dosya mehT • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • - aym dosyasi

ew e

Bugünlere kolay gelinmedi. Kürtlerin tarihsel belleğinin zayıf olduğu söylenir. Doğrudur. Biraz geçmişi kurcalayalım. Belieğimizi tazeleyelim. 70'1i yıllarda Kürt halkının antisömürgeci ulusal demokratik mücadelesi formüle edilirken, iktidar erkini elinde tutan ya da onun alternatifi olan ve esas olarak ıdeolojik kaynağını kemalizmden alan partiler "sömürgeci burjuva partileri" olarak adlandırılmıştı. Belirli periyotlarda sömürgede yapılan genel seçimler, "kölenin efendisini seçme özgürlüğü" olarak belirlenmişti. Doğrusu da·buydu. Sömürge bir ulusun sorunu, efendiler arasında seçim yapma değildi, kölelik zincirini parçalamaktı. Durum bu olunca, burjuva partilerınde

om

Legal Partinin Sömürg e Misyonu

Koşullannda

ve sendikalarda kümeleşerek kadroları eğitme önemli siyasal faaliyet alanlarından biriydi. Çoğu yerde siyasal bilinç bu kurumlar aracılığıyla halka taşınıyordu. Yine o yıllardi iki sapma vardı. Sapmalardan biri, tüm DKO'Ieri reddeden ve illegal faaliyet dışında hiçbir çalışmaya sıcak bakmayan mantıktı. Diğeri ise, bu mantığın ikiz kargeşiydi. Onlar da tüm faaliyet alanlarını DKO'Ier içine hapsederek, illegal faaliyetlere soğuk bakıyorlardı. -Tarih iki anlayışı çok çabuk buluşturdu, bugün legal faaliyetleri fetişleştirenler, o gün legal faaliyet içinde olanları hain ilan etmişti. O yınarda legal faaliyet kurumları dergiler, gazeteler, yayınevleri, dernek ve sendikalardı. Bunlara şirketler, kooperatifler, meslek kuruluşları, odalar, vakıflar ve Jegal partilerin eklenmesi 90'11 yıllara tekabül eder. Legal faaliyet alanlarının genişlemesi ve çeşitlenmesi bir yandan ulusun bilinçlenmesiyle ilgiliyken, diğer yandan "küreselleşme"nin -dolayısıyla demokratik normların göreceli olarak olgunlaşmasının-metropol merkezlerine, giderek sömürgeye ulaşmasıyla ilgilidir. Bugün -siyasal partiler hariç- legal kurumlarda çalışma genel kabul görmüştür. Legal parti ise içinde tehlikeleri barındıran bir handikaptır. Tartışma iki boyutludur. En azından biz iki boyutunu birden tartışmak durumundayız. Birinci boyutu legal partilerin varlığı, işlevi ve gerekliliği üzerinde olmalıdır. Diğeri ise irademiz dışında kurulan ve kitlelerin içinde kümeleştiği bu tür partilerde duruş ve çalışma yöntemi üzerinde olmalı.

.c

da geriye çekileceğine karar verebilecek bir komuta merkezine ihtiyaç vardlf. Hepsi bu. Komuta merkezi yoksa, ya da sarsıksa araçlar birbirlerinin önünü kesebileceği gibi birbirlerinin alternatifi haline de gelebilir/er. Tıpkı şu anda "legal-il/ega/" parti tartışmalarmda olduğu gibi...

çalışmak yaniiŞin kaınburu anlamına

ww

w. n

et

geliyordu. 70'1i yıllarda bizi bu tespitleri yapmaya zorlayan olgu, sömürge ulus adına politika üreten bazı çevrelerin "Karaoğlan"ın CHP'sinde politika yapmayı, listelerinde aday olmayı ve böylece ulusun umudunu Ankara'ya taşımayı marifet saymalarındandı. Bu tehlikeli politik anlayı~ üzerinden sömürgeci politika yeniden, yenı baştan, ama bu kez bizzat "sosyalist" Kürt çevreleri tarafından ülkeye ikame Legal parti gerekli mi? ediliY,Ordu. -Sonradan sol jargonlu bazı partılerle benzer politikalar güdülmeye ilk elden buna "~.vet" ya da "hayır" çalı~ıldıysa da esas olarak mantık demek kolaycılıktır. Ulkede illegal siyasal değışmedi- Kuşkusuz "seçim" dönemlerinde örgütlenme ve -merkezi yönetime aday boş durulmayacaktı. Verilen olanaktan olmayan- diğer legal kuruluşlar yeterince yararlanılacaktı. Seçim kürsüsü halkın olgunlaşmı~. kitlelerin muhalefetini bilgilenma ve bilinçlenme kürsüsüne kucaklayabılmiş, taleplerini karşılayabilmiş dönüştürülmeliydi. Belirlenen -ilkeli, şartlı ise, son tahlilde umudu Ankara'ya taşıyacak ve tercihll- koşullar içinde bağımsız adaylar olan legal bir partiye gerek yok. Hatta varlığı desteklenmeliydi. Bu koşullara haiz sakıncalıdır bile. adayların bulunamadığı yerlerde ise Son yirmi yılda ulusal direniş "sömürgeci burjuva partilerine oy yok!" kaynaklarımız çarçur edildi. Neredeyse tüm sloganıyla, sömürgeden boş sandıklarla silahlarımızın barutu boşaltıldı. Ulusal anlamlı protestoların çıkması sağlanmalıydı. demokratik mücadelenin hedefi Nitekim süreci iyi okuyan siyasal çevreler muğlaklaştırıldı. Kitleler bir oraya bir buraya güçleri ve yetenekleri oranında o süreçte koşturuldu, savruldu. Kısacası yanlış bunu yaptılar da... öncüyle tıareket etmenin bedeli çok ağır Yine o }!ıllarda demokratik kitle ödendi. Odeniyor da. Bu toz duman içinde, örgütleri (DKÖ) olarak adlandırılan dernek hiçbir şekilde Kürtlerin iradesi dahilinde 09-10/00

27


•• dosya meht • • • • • • • • • • • • • • • • • • •

om

kapalı kapı,lar arkasında yapılan pazarlıkları

ew e

SERBESTI'de yazdı. Daha kuruluş aşamasında oynanan Bizans oyunlarını belgeleyen ibret verici bir yazıydı. Kürtlerin bilinç ve iradelerinin dışında kurulan bu partiye, sonradan legal mücadele alanını fetişleştiren bazı Kürtler monte edildi. PKK'ye rağmen ülke zemininde politika yapmanın mümkün olmadığı aniB§ılınca, bunların önemli bir bölümü -ki çogu CHP, SHP kökenliydi- kraldan daha çok kralcı kesilerek PKK'Iileştiler. Prim yapmantn başka bir yolu yol<tu. Arkasındaki güçlü kitle desteğini örgütleyemeyen, bunu hiçbir şekilde yönetip yönlendiremeyen PKK ise Q.luşan bu yapının üzerine balıklama atladı. Once liberal Kürtler, ardından "reformist" Kürtler partiden tasfiye edildi. Böylece, PKK aracılığıyla Kürtlerin günde111ine ilk kez legal bir parti de girmiş oldu. lllegal Kürt siyasal 9evrelerinin legal parti

bir parti olurdu ve böylesi bir parti kimsenin tercihi değildi. Gelinen nokta hiç iç açıcı olmasa bile, yapılacak şeylerin var olduğu ve var olacağı a9.ıktır. Adına ne denirse densin, hangi süreçlerden ve nerelerden gelmiş olursa olsun, Kürtler adına legal alanda politika yapan ve hatta genel ve yerel seçimlere katılan partiler var. Bu süreci görmezlikten gelmek mümkün değil. Halkın umudunu bu partilere, hatta bu partilerden birkaç milletvekilini Ankara'ya göndermeye bağladığını yaşayarak gördük. Bu saatten sonra da halka "umut Ankara'da değil, senin öz gücündedi~, dağlardadır" dense bile fayda etmez. Oz gücünün "öz öncüsü" ile nerelere vardığını gördü, yaşadı. Ve daha da kötüsü yorulmayla birlikte karamsarlaşt1. Geçen yıl üç belediye başkanının kısa tutukluluk süreçlerınin bölgede -"ya yeniden PKK savaşmaya başlarsa" yönündeki kuşkunun- yarattığı tedirginlik, bu yorulmamn net bir görünümüydü. Sadece halk değil, gerilla da, aydınlar da yoruldu. Yıllarca anti-kemalist politikalar üreten ve varlığını anti-kemalizm üzerine bina eden "aydın"larımızın sürece sessiz kalmaları ve hatta bir bölümünün Kemalizme övgüler yağdırmasının başka bir açıklaması olamaz. Adına "globalleşme" ya da "küreselleşme" denilen, ancak esas olarak kapitalist-emperyalist sistemin kendini reorganize etme sürecini iyi okumak gerekiyor. Emperyalist metroeellerde sivil toplum grupları ve sisteme ragmen görece özerk davranışlar gösterebilen diğer kurumların kendi devletleri üzerindeki ağırlıkları dikkate alınmalı. Politikalar üretilirken bu grupların varlığı, sistem içindeki duruşfarı ve talepleri iyi hesaplanmalı. Yerkürede tek başımıza yaşamadığımıza göre diğer yaşayanların varlığını dikkate alırken, güçlerlni ve bu gücün Kürt halkının demokratik talepleri yönünde kullanılması için azami dikkat ve çaba sarf edilmeli.

.c

olmayan bir parti -HEP- kuruldu. HEP'in kuruluşu ve onu yaratan koşullar çok iyi biliniyor. Tekrarlamaya gerek yok. A Zeki OKÇUOGLU bu partinin kuruluş biçimini ve

• • aytn dosyasi

deneyimlerinın olmaması, kadrolarının

ww

w. n

et

neredeyse tümünün sömürgeci partilerden devşiriimiş olması, dolayısıyla sistem tarafından törpülenerek terbiye edilen kadrolarla politika yapılması, bu kadroların ülkede süren savaş k~ullarına reel politikalar üretememesı ve giderek derinteşan kimlik bunalımı bu partinin ve arkasından gelen diğer partilerin de temel handikabını oluşturdu. Kimlik bunalımı çok boyutluydu. Devlete sunulan kimlik, siyasal çevretere sunulan kimlik, halka sunulan kimlik ve kendilerini var eden merkeziere sunulan kimlik hep farklı oldu. Derinteşan kimlik bunalımı üretilecek olan politikaların da önünü kesiyordu. Söz konusu partilerden bugüne kadar kimlik bilgisiyle ilgili net ~anıt alınamaması, sunmaya çalıştıkları kimlige bizzat kendilerinin de inanmamı~ olmalarındandır. Partiyi kimin yonettiğini, hatta kararların nerede ve nasıl alındığını, yöneticilerin bizzat kendisi bile bilemiyordu. Kazara üretilen politikalardan çark etmelerinin, dün söyleneni bugün inkar etmelerinin esas nedeni, başkaları tarafından kulaklarının sürekli çekilmesinden kaynaklanıyordu. Bugüne kadar legal parti hep mirasyedi oldu. Esas olarak partinin kimliksiz ve kişiliksiz olması ve sadece mirasyedi olarak kalması isteniyordu. Ayakları üzerinde duran, görece bağımsız varlık gösterebilen ve böylece rüştünü ispatlayan bir parti, güçlü 09-10/ 00

Bütün bu anlatımlardan çıkan sonuç şu: Legal parti esas olarak sömürge ulusların mücadele ara~larından biri değildir. Anca!< çok özgun özellikler gösterse bile Irianda ve Bask ~erçeği ortada. Türkiye'deki legal partı denemeleri de bu örneklerden ders alabilmeli. Onların sistem içindeki fonksiyonları ile sistemle aralarındaki ince denge dikkate alınmalı. Her iki legal partinin "her şey" olmadıklarını, 28


dosya mehi • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • - aym dosyasi

ww

w.

ne

te

we .c

om

ama "bir şey" olduklarını bilmek gerekiyor. ağır sorumluluklar bulunuyor. Kimse bu 70'1i yıllardaki genel ve yerel seçimlerde sorumluluktan ka_çıp tarafgirlik: yapmak bağımsız adayiara yüklenen misyon legal hakkına sahip degildir. partiye yüklenmelidir. Legal partıye "iktidara Sorun ortak paydalarda ulaşmanın bir aracı" olarak bakılmamalı. buluşabilmektedir. Kürtlerin yarınını Ona sivil toplum örgütü misyonu bugunden daha iyi yapmayı hedefleyen her biçilmelidir. calışma ilkesel olarak desteklenmelidir. Kuşkusuz her siyasal anlayışın legal bir Bizim program hedefierimize uymuyor diye partiden beklentileri ve ona yükledikleri yol ayrımına gelinmemelidir, köprüler misyon farklıdır. Çok tehlikeli bir anlayış atılmamalıdır. Her kazanım için verilen olmakla birlikte, hatırı sayılır miktarda mücadelenin bizzat içinde olunmalı, siyasal çevreler, legal partiyi esas mücadele kazanımlar kıskançlıkla korunmalı, aracı olarak görmektedir. Şimdilerde kollanmalı ve onlara sahip çıkılmalıdır. Her içerden ve dışarıdan törpülene törpülene kazanım daha ileri hedeflerin birer sıçrama sisteme uydurulan Kürt "aydın"larının tahtası olarak algılanmalıdır. Politikalar çoğunluğu da legal partiyi esas mücadele bunu üzerine inşa edilmelidir. aracı olarak görmektedir. Bugün ülke zemininde varlık gösteren Ne Yapmali? siyasal çevrelerin neredeyse tümü legal parti kurma çalışmaları içindedir. Kendi Sivil toplum örgütü misyonu içlerinde bir yığın alt grı..ıplar barındıran yüklediğimiz legal partilerin kuruluş HADEP çevresi, $. ELÇI çevresi ile DBP süreçlerine merkezi düzeylerde ~atılmak çevresi "geniş" tabanlı parti kurma önemlidir ama zorunlu değildir. Onemlidir, faaliyetlerini sürdürmekteler. Neden üç ayrı çünkü legal partiyi daha kuruluş parti sorusunun yanıtını kimse veremiyor. ~amasında tarihsel misyonuna denk Programatik hedefleri aynı olan bu düşecek bir formasyonla donatmak çevrelerin neden bir araya gelemedikleri gerekiyor, en azından olması gerektiği yerin açıklanamıyor. Kurulu olan iki partinin en yakınında tutmaya çalışmak gerekiyor. "taban genışletmekten" ne anladıklarını Zorunlu değildir, çunku kitlelerin bulunduğu bilmek olanaksız. Kendilerini feshedip "yEmi" her yerde bulunmak ve onları bilgi-bilinçle bir parti kurmalarının esbabı mucibesi donatmak gerekiyor. Çalışma alanları için anlaşılamıyor. HADEP'in Türk aydınlarını merkezi anlaşmaların varfığ ı ya da yokluğu sürece ikame etme çabalarının diğer önemsizdir. Bu genel geçer bir kuraldır. çevrelerin programatik hedefleri açısından Ancak gelinen noktada bu kural daha bir neyi değiştireceği anlaşılamıyor. Eski önem kazanıyor. Bu kuralı ete kemiğe anlayışa yeni vitrinin neyi değiştireceği bürüodürmek gerekiyor. bilinemiyor. Bütün bunlar gerillanın silah Oyleyse dönüp geçmişimize bir bırakmasından sonra meydana gelen bakalım. botfuğu doldurma telaşı gibi gözüküyor. DEP ve HADEP süreçlerine katıldık. Bu Dogru bir aracı doğru bir hedefe partilerdeki varlığımızın onların doğru yönlendirmek olarak görülmüyor. Yaşanılan politikalar oluşturmasında ne kadar etkili süreçlerden çıkarılan derslerin bir sonucu olduğu ayrı bir konu. Esas olarak kendimize olarak "güçlü bir legal parti" kurmanın "kitle çalışmalarında neredeydik, nereleı:e gereği olduğuna inanmıyorum. Eğer öyle geldik?" sorusunu sormamız gerekiyor. Itiraf olsaydı ortak paydalarda bile "ayrı etmek gerekir ki, legal parti "sahipleri" ne durmanın" bedelinin nasıl ağır ödendiği kadar sağdaydılarsa, biz de o kadar bilinirdi. Yeni bedeller ödenme yoluna "sol"daydık. Bir yandan legal parti gidilmezdi. Bu ayrı duruşları ''farklı renklerin deneyimsizliği, diğer yandan legal partiye ayrı örgütlenme hakkı olarak" açıklamak yüklanecek misyonu. kavrayamamanın yersizdir. Süreci açıklamak için yetersizdir. . sorunlarıydı bunlar. IdeoloJi ile politika Çünkü farklı renkler farklı program hedefleri prasındaki ince sınırı da kavrayamadık. uzerinde buluşup ayrı örqütlenirler. Ama Ideolojik duruşu hep öne çıkardı k. aynı program hedefleri içınde, aynı renklerin Politikanın k,arakterinde var olan esnekliği ayrı örgütlenmelerini algılamak çok zor. göremedik. Ideolojik duruşları politik duruş Bunu kimseye anlatamayız. Legal parti sandık. Kuşkusuz büJün bunları bilerek, çalışmalarının önce bu açmazdan isteyerek yapmadık. Içimizde derinleşen kurtulması gerekiyor. Ve bu. açmazdan illegal mücadele anlayışının_xıllar içinde kurtulmak için her yurtseverin omuzlarında kültüre dönüşmesiydi. Bu kultürün 09·10/00

29


dosyasi dosya meht • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • ayın

En temel handika.bımız .yıllarca TBMM'yi sömürgeciliği meşrulaştıran en üst sömürgeci·kurum olarak belleyip bilincimize ka.zımışken, TBMM'yi hedefleyen bir partide çalışmaktı. Güncel deyimle, arkadaşlarımızın hiçbiri bu durumu "içine sindiremedi." Içe sinmeyen bu durum tüm çalışmalarımıza yansıdı. Her fırsatta parti içinde çalışmama gerekçeleri yaratmak, muhalefet şerhi konulan kararların uygulanmasından kaçınmak

te

we .c

bunlardan sadece birkaçıydı. Birlikte çalı,tığımız siyasal çevrelerin yanlışları ayrı bır şey. Bunlar konuşulur. Ancak esas olarak kendimize dönüp bakmalıyız. Sağlıklı bir geleceğe ulaşmak için geçmişin hatalarından arınmasını bilmeliyiz. Bu hatalarımızı bilince çıkarıp zengin deneyimlere dönüştürebilmeliyiz. 20-25 yıllık ideolojik tespitlerimizi, mücadelenin seyrıne ve yeni gelişmelere uyarlı hale getirebilmeliyfz. "Haklı çıktık" psikozundan kurtulmalıyız. Haklı çıkmalarımızın bedellerını çok ağır ödedik, odüyoruz da... Haklı 9ıktık çıkmasına da, "haksız çıkmamız" içın neler yaptık? Köşede oturup "sakın şöyle yapmayın, sonucu kötü olur" demek ve sonuç kötü çıktıktan sonra da, gerinerek "bak yine haklı çıktık" demek politika yapmak değildir. Tam tersine

om

davranışlarımızile bütünleşmesiydi.

ne

politikasızlıktır. Haklı ~ıkma mantığı, kendini beğenmişlığin kapısını araladı. Kendini beğenen ve dolayısıyla kendini başkalarından daha büyük gören arkadaşlarımız "küçük'' i~lerle uğraşma gereğini duymadılar. "Buyükler, büyük politikalarla uğraşır'' mantığı bizleri atıl

ww

w.

kalmaya mahkum etti. Bu nedenle arkadaşlarımızın çevresinde kendi kültür düzeylerine denk düşen Insanlar oldu hep. Sömürge ulusun devrimcisi, aydını ve hatta her bireyi, her aracı mücadelenin hizmetine sunmakla, ahlaki ve insani boyutunu dikkate alarak, her araçtan sonuna kadar yararlanmalda ve 6ütün araçlara işlerlik ka.zandırmakla mükelleftir. Bunları bilincine ka.zıyıp gereğini yerine getirmeyenierin devrimci ya da demokrat olmak bir yana, yurtsever olabilmeleri de mümkün değildir.

09-10/00

30


Ve

girecektir. Pazarlık masalarından karlı çıkmanın önkoşul~ da doğ~ !?larak ço~ d~ha fazla siyasal, ekonomık, askerı guce, bu gucün yaptırım kapasitesi ve etkinliğine çok daha fazla şantaj kozlarına, faalieyetin muhattabı aleyhine harekete geçirebileceğiniz iç ve dış baskı

we .c

Kürdistan Sosyalist Harek eti

2ıkarlara dayalı olmasıdır. Uluslararası ilişkilerde 'ulusların-aslında egemen ulus olarak örgütlenmiş hakim sınıfların demek daha doğrudur-dostları değil, çıkarları vardır'' deyimi faaliyetin niteliğini tanımfamaktadır. Çıkarlar esas olunca, çıkar temelinde yürütülen faaliyetlerde karşılıklı ödünler, karşılıklı baQ.ımlılık ilişkileri, çıkarları rasyonelleştirmeye dönük propaganda ve tanıtım faaliyetleri vs. araçlar devreye

om

Diplom asi Entern asyon alizm

"Devletlerin Dostlari Değil, Ç1karlar1 Vardir" Ulusal ya da uluslararası arenada yürütülen her faaliyet gibi diplomatik faaliyetin de amacı hedef kitlesi/muhattapları, amacı gerçekleştirmek ve hedef kitleye ulaşmak için kullandığı araçlar bulunmaktadır. Diplomatik faaliyetin esası

jbrahim Tarhan

Burjuvazinin, siyasi iktidarı ele geçirmesiyle birlikte ulus devletler arasındaki ilişkilerde kurumlaşma olgusu ortaya çıkmaya başladı. Devletler arası mali, siyasi, askerı ve istihparat

alanlarında uzmanların yetiştirilmesi, yetiştirilen kadroların işbölümü ve uzmaniaşma temelinde

Emperyalist-kapitalist sistemin rakipsiz bir dünya sistemi olarak kendisini dayattıgı koşullarda, küreselle~me doğmasına uyarlı

olarak sistem içindeki devletlerarası ilişkiler bu güçlerin karşılıklı gei!Ş,tirdiği ilişkilerle değil, ' sist~mi.n Avrupa Birligi, Birleşmiş Milletler, NATO AGIK, IMF gibi siyasal, askeri ve ekonomik ' enternasyonal kurumları tarafından belirlenmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin içinde, styasi, ekonomik ve askeri hegemonya yarışına.dayalı çelişki ve çatışmaların özünu oluşturan kriz kanatlara yaydırılarak çözülmeye çalışılmakta, egemenlik ve hegemonya kavgasının hedef indeki coğrafyalarda, çelişki ve çatışmanın tarafları değil, bizzat hedef coğrafyalardaki yerel unsurlar çatıştırılarak çözümlanrnek istenmektedir. Kendi iÇ,indeki çelişme ve çatışmaları bu bi~imde "çözen" sistem, "Yeni Dünya Düzeni (YDD) dayatmasıyla, kendisine alternatif yada kendisi için tehlikeli radikal devrimci örgüt ve akımlara ise tam bir savaş açmış bulunmaktadır. "YDD"ni ideolojilerin sonu, aemokrasinin zaferi, tarihin sonu, insanın tarihin öznesi olduğu görüşünün iflası vb. ideolojik daytmalarla empoze eden sistem, dayatmaya direnenleri "terörüst" olarak ilan etmekte ve "terörüzme kar~ı mücadele" bütün dünya devletlerinin ikili dıplomatik ilişkileriyle sistemin uluslararası kurumlarının temel ilkesi olarak ileri sürmektedir. Daha düne kadar silahh mücadele veren örgütler "YDD'ni "çağımızın gerçekliği" olarak ilan edip, ideolojik anlamda intihara yöneldiklerinde sistem tarafından artık düşman ya da terörist olarak görülmemekte, tersine sisteme entegrasyonlarına dönük programlar hızla işletilmekte ve bu örgütler dünyadaki radikal devrimci hareketlere karşı bir örnek olarak lanse edilmektedirlerler ..

ww

w.

ne

te

ilgili kurumlarda istihdam edilmereri; bu kurumların devletler arası ilişkilerde yerine göre ~anışman, karar organı, icracı ya da kararın ve ıcranın parçası olmalarıyla en ust düzeye ulaşmış durumda. Bütün bu faaliyetler günümüzde "diplomasi" olarak ifade ediliyor. Diplomasi, aslında sermaye devletinin uluslararası arenada çıkarlarını korumak için kullandığı araçladan biri.Zorun karşıtı sivil bir siyasi ara9 olarak öne sürülmesine l<arşın, diplomasi faalıyeti kendi başına bir araç olmayıp sermaye sınıfının çıkarlarına uyarlı olarak, uluslararası ilişkilerde yer yer zor ile desteklenmiş, zoru meşrul~tıran ya da zorun sonuçlarını kabul ettirmeye dönük ciddi bir ara~tır. Bu muhtevasına karşın genellikle uluslararası Ilişkilerin barışçıl aracı ararak St;!n.~lur. Diplo~atik faaliyet çoğunlukla, karşılıklı goruş alış-verışı, karşılıklı çıkarın gözetilmesi, hukuk ve hakkaniyet ilkelerine dayalı siyasi bir ilişki biçimi olarak lanse edilir. Bütün sunuluş biçimleri özünde yerel ya da uluslararası burjuvazinin kirli siyaset yapma biçimini, siyasal etigini, sömürü ve zulüm üzerine inşa olmuş çıkarlarını cilalamaya dönüktür. Günümüzde uluslarası siyasal entrikalar, sanayi casusluğu gizli askeri faaliyetler, rüşvet üzerine inşa olmuş lobi faaliyetleri, yabancı topraklarda yürütülen istihparat faaliyetleri ile gizli operasyonların örtüsü diplomasi faaliyetidir. Burada dikkat çekici yan, uluslararası arenada bütün bu faaliyetlerin diplomatik dokunulmazlık zırhı iyinde yapılmasına emperyalist-kapitalıst sistemin

unsurlarına bağlıdır.

verdiği onaydır.

09-10/00

31


genge~ ...... ...... ...... ...... ...... ...... ...... ......

Emperyalist-kapitalist sistem içinde diplomasinin tanımı ve diplomatik faaliyetlerin kapsamı buyken, devrimci marksistlerin diplomasiden ne anladıkları ve nasıl faaliyet yürüttükleri oldukça tartışmalıdır. Kapitalist sistemin karşıtı olarak örgütlenmiş devrimci marksistlerin sistemin rasyonellerı içinde ve belirlenmiş sahalar, verili siyasal etik kapsamında faaliyet yürütmeleri mümkün olmadığına göre, devrımcı marksistlerin diplomasiden ne anladıkları, dahası diplomatik faaliyetin devrimci enternasyonalist hareketler için ne anlam taşıdığı tartışılmalıdır. Dünya gericiliğinin

we .c

merkezi olarak emperyalist-kapitalist sistemin uluslararası kurumlara sahip olduğu, küeselleşme dogmasıyla kendisini gezegene dayattığı koşullarda dünya devrimci hareketinin ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin uluslararası birlik bir yana, ulusal çapta bile birlikten yoksun olduğu ve her geçen gün yerelleştiği bilinmektedir. Yerelleşmenin yarattığı en önemli sonuç kendi iç gündemine takılıp kalmak, dışa dönük siyasal çalışmadan ve enternasyonalist perspektiften düşerek kendini tekrarlamak, bir taraftan kendini tekrarlayarak çürürken, diğeğr taraftan iç krizlerle parçalanarak krizin nedeni olan hastalığı yeniden ve yeniden üretmektir. Sınırlı güç ve olanaklarla dar grupçu bakış açısı bir araya geldiğinde pratikte karşılaştığımız önemlı sonuçlardan biri de dünyadaKi gelişmeleri emperyalist medyanın verileriyle yorumlamaktır. Bütün bunlar biraraya geldiğinde ortaya çıkan tablo son derece çarpıcıdır. Kendilerini uluslarası devrimci hareketin yerel (ülkedeki) müfrezeleri olarak tanımlayan hareketler, nitelik ve programiarına yabancılaşmakta, gezegenin dört bir yanında gelişen devrimci mücadeleterin burjuva medyası aracılığıyla basit bir izleyicisi olmaktadırlar. Çoğu kez enternasyonalist dayanışma hareketin üyelerinin bıle okumadıkları dergilerde üstün körü bir yazıyla ifade edilerek görev savsaklanmaktadır. Yerel düzeyde bile görev ve sorumlulukları na önemli oranda yabancılaşmış, yerel düzeyde dealsa asgari birlik ve ittifak zeminlerini dar grupçu anlayışın serseri mayınlarıyla tuzaklamış güçlerin, uluslararası planda devrimci bir programa sahip olmaları zaten beklenemez. Devrimci enternasyonalist programlardan yoksun örgütlerin uluslarası düzeyde kurdukları tek tük ilişkiler devrimci enternasyonalist programın değil, olsa olsa siyasal psikololinin ilgilenme alanını oluştururlar. Çünkü bu tür ilışkilere damgasını vuran "kardeş parti", "ağabey parti" olgusu, özünde örgütlerin kendilerini ve tabanlarını psikolojik açıdan rahattatma girişimlerinden öteye fazla bir anlam ifade etmiyor. Biraz daha kitlesel ve biraz daha geniş olanaklara sahip olan "ağabey parti"lerin

pari"lerine dayattığı ilişki biçimi özünde devrimci enternasyonalist programın iğfali ve bir tür matreslik ilişkisidir. Son yıllarda kendisini şu ya da bu devrimci önderin adıyla isimlendiren hareketlerin uluslararası alanda yaratmaya çalıştıkları ''birlik ve plattormlar" olumlu örnekler olarak ön plana çıksada kasttaşma tehlikesine her zamankinden çok daha fazla açıktırlar. Kastların en önemli özelliği dünyanın çeşitli bölgelerinde antiemperyalist, anti-kapitalist mücadele yürüten devrimci örgütlerle dayanışma, bu mücadelenin ulusal ve uluslararası arenada sesi olma görevlerini ideolojik temizlik ve programsal aynılık koşullarına bağlamalarıdır. Doğal olarak kastların aradığı subjektif koşulları taşımayan hareketler devrimci enternasyonalist programlara sahip olduğunu söyleyen örgütler tarafından peşinen yanlızlığa mahkum edilmektedirler. "kardeş

om

Diplomasi ve Enternasyonalizm Ya da EnternaSyonalist Dayamşma

.. ~rt1şma

KQrdistan Kurtuluş Hareketinin Diplomasi ~cerası ve Zorunlu bir Ozeleştiri.

Tartışmanın ikinci ayağını ise Kürdistan gibi dünyanın son klasik sömürgesinde yürütülen kurtuluş mücadeleşinin özgünlüöü

oluşturmaktadır. Mücadelenin ufusal demokratik

ww

w.

ne

te

haklara dönük yanı, daha esnek bir diplomasi anlayışıyla faaliyet yürütmeyi gerekli kılmakt~ken, sömürgeciligin, kapitalist barbarilgın ülkemizdeki biçimi olmasından hareketle mücadelenin anti-kapitalist niteliği, esnek fakat ilkeli bir diplomasi anlayışınının yanı sıra, ezilenlerin ve sömürülenterin uluslararsı dayanışma ve birliğini yaratmak için devrimci marksistlerin enternasyonalizm anlayışını geliştirmeyi de zorunlu kılmaktadır. Kürdistan kurtuluş hareketinin dptarnasi macerasına baktığımızda ikincisinin ihmal edildi~ini, birincisinin ise mücadelenin devrimci özünü boşaltma derecesinde burjuva bir mantıkla öne ~ı karıldığını görüyoruz. Güney ve Doğu Kürdıstan örneklerini tartı~ma dışında tutarak, anti-emperyalist, anti-kapıtalist sosyalist söyleme sahip olan Kuzey Kürdistanlı güçler nezdinde bir

09-10100

değerlendirme yaptığımızda karşılaştığımız

sonuç farklı olmayacaktır. Bütün "diplomatik'' çalışma alanlarında ve program olarak birbirinden farklı bir ~ok Kürt örgütünde kendisini gösteren böylesı bir @lı~ma tarzı elbette bir anlayışın ve bir tercihin ürünuydü. Her şeyden önce diplomasiye ve dış ilişkilere oldukça -yabancı olan Kürt örgütleri açısından "Kürt halkının dostları kimlerdir'' sorusunun yanıtı netleşmiş değildi. PKK açısından dünyada Türk devletiyle çelişkisi ve hesapları olan her devletten ve oluşlimdan yararlanıtmahydı •. Bu çalışma tarzının pratik sonuçları Şam, Bağdat ve Tahran'da ortaya çıkmıştı. Ayrıca doksanlı yıllarda "sosyalizm" mezara gömülmüş, antiemperyalist, anti-kapitalist ideolojik ve siyasal 32


gengeşr••••••••••••••••••••••••••tartJşma

duruşun geriliaya mermi getirmediği ortaya çıkmıştı. Diplomatik çalışmada tek ilke ilkesizlikti. PSK, programına uyq,un olarak Avrupa sosyal demokrasileriyle ilişkileri ön plana çıkarıyor, ancak bir süre sonra diplomatik pazarın önemli bir kısmını arkasında cıddi bir gerilla gücü olan ve P.rogram olarak kendisinden farklı şeyler

ww

w.

ne

te we .c

om

ittifaklar.. Bunlardan ilki anti-sömürgeci ulusal demokratik mücadelenin hem temel hem de stratejik ittifakçı gücüdür. Anti~kapitalist temelde yükselen anti sömürgecimücadele ile dünya emekçilerinin ittifakı temel bir ittifaktır. Dünya emekçileri ve ezilen ulus ve topuluklarıyle ulusal kurtuluş hedefi arasındaki ilişkı ve ittifak ise önermeyen, hatta kendisinden daha geri stratejik ittifaktır.Uiuslararası demokratik programatik düzeylere razı olmaya hazır olan kamuoyuyle güncel demokratik taleplerin PKK'ye kaptırıyordu. Bu çalışma alanına yabancı gerçekleştirilmesi temelinde geliştirilen ilişki ve olan PRK/rızgari ise çifte kişDiğine uygun bir itifaklar ise kısa vadeli ittifaklardır. Ki bu ittifak bir ikilem y~ıyordu. Bir taraftan sosyalizme düşman ulusal kurtuluş mücadelesinin hedefleriyle eski "GS' i nezdinde PKK taklidi bir diplomasi çakışan stratejik ittifak niteliği de kazanabilir. anlayışı, diğer taraftan marksist kadrolarının Diplomasi ise yukarıda da vurgulandığı gibi devrimci ilişki biçimlerindeki ısrarı arasında gidip çakışan hedeflerden çok, kesişen çıkariara bağlı geliyordu. Kürdistan'da marksist geleneğin olarak kurulan ve geliştirilen, gü9. ve dengeler öncüsü olmasına karşın, marksist kadroların üzerine kurulan, özünde ilke, etık, dostluk gibi zindanda olduğu koşullarda Avrupa'ya yerleşmiş değerler içermeyen kaygan ve değişken bazı kadroların mücfahaleleriyle ulusal partiye ilişkilerdir. Sınıfın, ulusun dış temsili ilişkilerini doğru evrimleşı:neye başlayan PRK/rızgaride fade eden, karşılıklı hükmü şahsiyetlerin ikilem doğaldı. lkilem emekçilerin çıkarlarını esas tanınmasına da~alı bir ilişkidir. alan ulusal ve toplumsal kurtuluşçu anlayışla, Bir tarafın digerini ucuz hesaplarla kullandığı, partinin kapılarını sosyalist olmayanlara da karşılıklı. meşruiyetın ve eşitliğin tanınmadığı ardına kadar açarak, sosyalist niteliğini ortadan ilişkiler "diplomatik'' ilişki olarak bile kaldırmayı amaçlayan burjuva anlayış arasındaki nitilendirilemez. arasındaki mücadele ve ikilemdi. Uluslararası Kürdistanlı marksistlerin diplamasi politikası, temel ve staratejik müttefiklerimizle ilişkiyi ülkenin bağımsızlığı, ulusun özgürlüğü ilkelerine reddedip, taktik adına şekilsiz bir diplomasiyi öne bağlı, iç i~lerine saygı ilkelerine dayanmalıdır. çıkaran anlayış, bunu partideki yurtseverlerın, Diplamasınin ülke ve ulus adına yurütülen bir dış demokratların v~ milliyetçilerin tercihi olarak ilişki olarak algılanması, karşı tarafın ilişkide lanse ediyordu. Işin ilginç tarafı bu sözü edilen te~sili eşitliği tanıması, iç ;~ferine ve kalabalığın ''GS" ve onun diplomatik ilişkilerini bagımsızlığa saygı, dost guçlere zarar verecek yürüten iki üç akrabadan oluşmasıydı.Sonuçta bir ilişki ve anlaşmaların reddi, diplomaside duyarlı süre için galebe çalan Avr.'-'pa'ya yapı'-ıp kafan olunması gereken ana noktalardır. "GS"nin ilişki biçimi oldu. Orgütünün bılgi ve Çoğunlukla "politik" mülteci kadroların denetimine sunmamaya özen göstererek, yürüttüğü diplomasi faaliyetinin amacı, Kürdistan yakaladığı, daha doğru bir ifadeyle yakalandığıKurtuluş Mücadelesinin niteliği, ihtiyaçları ve bazı "ilişkiler"in kendisine verdiği kendi deyimiyle gereklerine göre değil, "ilişki" kurulan güçlerin "PKK'yi terbiye etme görevi karşılığında Y.aşamını özellik ve hassasiyetlerine, faaliyetin yürütüldüğü idame ediyordu. Ancak bu macera örgütLin ülkedeki kitlenin tercihlerine göre belirlenmiştir. marksist kadro ve militanlarının çetin iç Bu a9.ıdan değerlendirildiğinde Kuzeyli gü~erin müca9eleden başarıyla çıkmaları sonucu sona kendılerine dönük "diplomatik'' faaliyet yürüttükleri erdi. örgüt devrimci marksist kişiliğine uygun hedef kitlenin niteliği, faaliyetin niteliğini de ele devrimci enternasyonalist bir çalışma anlayışını vermektedir. Rusya'da faşist parti ve istihparat hakim kıldı. Burda önemli olan PRK/rızgaride örgütü, Avrupa'da ve Balkanlarda anti-Türk-Antidiplomasi ve enternasyonalizme bakı~ açısında Türkiye değil- milliyetçiler ve onların iktidar ve siY.asal-ideolojik ve ahlaki yenilenmenın Ocalan'ın devlet mekanizması içindeki uzantıları, Türkiye'ye tesli.m edilmesinden çok önce paramiliter ve parakratiki (devletin örtülü -gizli başlaması ve Ocalan olayında partinin gücü ve örgütleri) güçler.. Diplomatik faaliyete ve olanakları ölçüsünde duyarlılığı yüksek tutmaya tercihlere yön veren, "destekçiler''in sunduğu ya çalışmasıdır. da sunacağı olanaklar, güçleri V!J bir süre sonrada dayatmaları olmuştur. Orgüt Uluslarasi ittifaklar ve Diplomasi.. diplomatları, bu kirli ilişkiler içinde bir süre sonra, örgütün ve mücadelenin temsilcileri olmaktan Öncelikle ittifaklarla diplomasiyi birbirinden çıkarak, "ittifak"ların gönüllü ya da ücretli kalın bir çizgiyle ayırd etmek gerekir. temsilcileri olmuşlardır. KKM'sinin uluslararası ittifakları üç kategoride Kuzeyli güçlerin böyle bir sonuçla ele alınmalıdır. Birincisi; dünyı;ı emekçileriyle ve karşılaşmasınca temel etken devrimci sömürülen diğer alt sınıflarla, Ikincisi; ezilen enternasyonalist bir bakış açısından yoksun uluslar ve toplumsal gruplarla, üçüncüsü; olmalarıdır. Diğer etkenler ise mücadelenin acil uluslararası demokratik kamuoyu, çevre hareketi ihtiyaçları, örgütlerin ve mücadelenin soluk gibi muhalif demokratik oluşumlarla kurulan borularına, taktik üslere duyduğu ihtiyaçtır. 09-10JOO

33


gengeşilaaaaaaa.-........ ........ ........ ........ ........ . ~rtışma

ve eşitlikçi ittifakla yer d~iştirmişti. Kurdistan Kurtuluş Mücadelesi'nın antiemperyalist, anti-kapitalist niteliQi, mücadelenin dostlarını ve stratejik müttefiklenni daha baştan belirlemektedir. Birıncisi devrimci marksist program, Kürdistan'da ulus egemenliğine dayanan bir burjuva devleti değil, Kürdistan'da sömürgeci boyunduruk altında yaşayan bütün halklardan, kültür ve dinlerden emekçilerin iktidarına dayalı bağımsız-federatif ve sosyalist bir Kürdistan'ı hedeflemektedir. Bağımsızfaderatif-sosyalist Kürdistan Cumhuriyet ezilen komşu halkların ve emekçi sınıflarının doğal/stratejik müttefikidir. Bağımsızlığı, ezilen halkiara ve sınıf kardeşlerine karşı değil, kendisiyle birlikte onları dakölelk statüsü içinde tutan somürgeci-emperyalist sisteme kar~ıdır. Kürdistan halklarının bağımsızlığı ve özgürlüğü ezilen komşu halktarla ve sınıf kardeşleriyle pzgür koşullarda birliktelği için önkoşuldur. Ikincisi; Kürdistan proleteryasının kurtuluş mücadelesi, dünya işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin bır par9asını oluşturmaktadır. Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nin doğal dostları , temel ve stratejik müttefikleri bütün dünya devrimci işçi sınıfı hareketleridir. Anti kapitalist mücadelenın dinamikleri olan dünya devrimci hareketi, i~çi sınıfı hareketi, kadin kurtuluş hareketlerı, çevre hareketi, baskı altında t>ulunan ezilen halkların kurtuluş_ hareketi Kürdistan kurtuluş hareketinin dogal/temel ve stratejik müttefikleridir. Kürdistan halklarının dostları kimlerdir sorusu bu kapsarnda yanıtını ki~ilikli

ww

w.

ne

te we .c

mazur gösteremez. Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin diplomasi macerasında ikinci önemli etken ise dünya devrimci hareketinin Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi karşısında takındıkları suskunluk ve daha önemlisi 1970'1i yıllarda sahte r'K"P'den kalma "küçük burJuva milliyetçisi", "ayrılıkçı", "bölücü" olarak nıteleme mirasını sürdürme tavrıdır. Kürdistan Kurtuluş güçleri diplomasi sahasına indiklerinde, bu sahadaki "sol""sosyalist" hareketlerin önyargıları ve katı tutumlarıyla karşılaştılar. Ancak burjuva partilerin dış ilişkiler bölümleri, devletlerin Kürt masaları çok daha hazırlıklı-ve programlı olarak Kürt drgütlerini karşıladılar. Kürt örgütleri sol'un katı duvarlarına çarpıp geri döndüklerinde, karşılarında kapılarını açmış geniş olanaklarla donanımlı malum merkezleri buldular. Bu aşamadan itibaren diplomasi programları artık kendileri değil, malum merkezler tarafından yapılır ve yönlandirilir oldu. Faşist partilerin paramiliter ve parakratiki örgütlerin, Avrupa'da meclis içi ve dışı sağ ve sosyal-demokrat partilerin kanatran altındaki hareket, dünya solu'nun geleneksel önyargılarını J?8kiştirdi. Kendi ülkelerindeki burJuvazinin gdnüllü propagandacısı, destekçisi, vitrin süsü bir hareket elbette sol ve sosyalist güçlerin desteğini alarnazdı. Ayrıca kendi ülkelerinde burjuvaziya karşı mücadele eden anti-kapitalist mücadele dinamikleri açısından Kürt hareketi olsa olsa başka bir güce dayanmadan ya da başka bir gücün güdümüne girmeden mücadele edilemeyeceğine ilişkin umut kıran bir örnekti. Kürdistan KurtultJŞ Hareketi bu ilişki .biçiminin faturasını ağır biçımde ödedi. Abdullah Ocalan'ın bilinen ilişki ağı içinde Türkiye'ye teslim edilmesi, Cevat Soysal'ın Türkiye'ye teslimi, Balkanlarda Türk devletiyle ortak operasyon ve tutuklamalar bilinen örnekler. Listeye bu olaylar kadar önemli olan isitihP._arat dosyalarının Türkiye'ye teslimi, PKK ve dığer Kürt örgütlerine yönelik dayatmaları eklemiyoruz. Bu tür bedelierin yanı sıra diğer önemli bedel ve yaratılan ağır tahribat ise Kürdistan Kurtuluş Hareketinin dünya devrimci hareketinden SO)'l:ltlanmasıdır. Diplomatik maceralar, Kürdıstan Kurtuluş Mücadelesini temel ve stratejik müttefikleri ve u.luslararsı dostları nezdinde tecrite uğrattı. Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesinden sonra ortaya çıkan gerç~kler, PKK'nin Orta-Doğu'dan Rusya'ya, ıtalya'dan Yünanistan'a kadar burjuva devletlerin istihparat örgütlerinin kullandıkları basit bir pazarlık aracı ve ilgili devletlerin OrtaDoğu ve Türkiye'ye dönük prograrnları içinde bil(.imlenen, amaçlarına yabancıtaşmış bir mücadele görQntüsü verdi. Görüntüyü pekiştiren son etken ise ımralı "savunmalarında"

Başa dönersek Kürdistan Kurtuluş Hareketi dostluğa ve mücadele birliğine dayanan ittifaklarıyla çıkara dayanan diplomatik ilişkiyi tanımlamarnı~. yukarıda sözünü -ettiğimiz anlayıştan öturü kişiliksiz dilenel diplomasisi,

om

Bunları belirtmekte amacımız ilişkiyi rasyonelleştirmek ~ildir. Çünkü· hiç bir ihtiyaç mücadelemizin niteligina ters kirli bir ilişki biçimini

A.ÖCalan'ın yaptığı açıklamalardı.

09-10100

bulmaktadır.

Bir Kez Qaha "Taktik ilişkiler" Sorunu Uzerine Tartışmanın kapsamı içinde Kürdistan Kurtuluş Hareketinin "taktik ilişkiler" sorununa nasıl yaklaştığına ilişkin kısa vurgular yapmıştık. Küreselleşme doğmasınakarşın, emperyalistkapitalist sistem içinde dünyanın yenıden paytaşımı noktasında ciddi bir kapışma

bufunmaktadır. Yeniden paylaşnnın hedefinde ise

Kafkaslyar ve Balkanlar durmaktadır. Yeniden paylaşım savaşının bugün için hedef alanlardayerer güçlerin çatıştı rı lması biçiminde sürdürOldüğüne yazı içinde değinmiştik. Ayrıca yeniden paylaşımın yanısıra sistemin yumuşak karnı ya da kara delikleri niteliğindaki alanlarda "istikrar"ın sağlanması esprisine dayalı olarak emperyalist-kapitalist müdahalelerin yapıldığı bir gerçektir. Yeniden payla~ım noktasında 9ıkarları çelişen, emperyalist-kapıtalist güçlerin, sısteme dönük potansiyel yada fiili tehlikelerin gündemleştiği durumlarda tam bir uyum ve Orta-Doğu,

34


genge~ ....... ....... ....... ....... ....... ....... ....... .11~rt~ma

işbirliği içinde birlikte davrandıkları da bir gerçektir. Konumuz açısından önemi, yeniden paylaşım ile sistem açısından "istikrarsız"

ww

w. ne te

we .

co m

Diplomasi ve enternasyonalizin kavramlarının birbiriyle uyumlaştırılması, enternasyonalistlarin diplomasi anlayışının netle_ştirilmesiyle alanların aynı coğrafYalarda bulunması, çoğu kez mümkündür. Dikkat edeceğimiz nokta, her iki olgunun nesnesinin de aynı olmasıdır. mücadelemizin niteliCJine aykırı burjuva anlayışın Kürdistan bu olgunun somut örneğidir. ve ilişki biçiminin, yani saeJ sapmanın karşısına Kürt hareketi bilerek ya da bilmeyerek "sol" sekter bir anlayışın ve ilişki biçiminin gerçeklerin üzerinden atlayarak, sistem içindeki dikilmemesidir. Elbette diplomatik sahada genel çelişkilere umut bağlama noktasına geldi. olarak kamuoyuna dönük bilgilendirme, · fttifaklar politikasını da bunun üzerine inşaa etti. kamuoyunu duyarlı kılma ve harekete geçirmeye Emperyalist-kapitalist sistemin dünya gericiliğinin dönük faaliyetleri programıayıp örgütleyeceCJiz. merkezini oluşturduğu, sistem içindeki şu ya da Elbette burjuva partileriyle dıplomatik ilişkiler bu burjuva devletin sistemin aleyhine bır oluşuma kurarak onları sahip olduklarını ileri sürdükleri ve kırılmaya taraf olamayacağını unutmayı tercih burjuva-demokratik ilkelerine sahip çıkmaya, etti. Bu tercih Kürt hareketinin tarih hafızasına sırt sistemin ölçülerine aykırı uygulamaları çevirmeyi, hafızanın tarihsel mirasını noktasında Türk devletinf kınamaya, siyasalbulanıklaştınmayı beraberinde getirdi. ekonomik ve diplomatik baskı altında tutmalarına Unutmamalı ki tarih hafızası ve tarihsel miras, dönük faaliyetleri programiayıp organize ancak devrimci bir bakı~ açısına sahip hareketler edeceğiz.Eibette uluslararası burjuvazinin i9.in anlam ifade eder. Bır hareketi devrimci asıl uluslararası kurumları nezdinde girişimlerde ölçü ise politik öncüsü oldu~u halkın tarihin bulunacağız. Bu kurumları Kürdistan halklarının öznesi olduğu bilincine sahıp olmasıdır. Bölge ulusal-demokratik hakları konusunda duyarlı devletlerinin sömürgeci devletlerden biriyle olan kılmaya ve çokça propagandasını yaptıkları ~lişki ve çatışmaları üzerine inşa olmuş bir bu!)uva demokratik ilkelerinin takipçisi olmaya 'ittifaklar politikası" ve buna uyarlı diplomasi, çagıracağız ve bu konuda elbette sömürgecileri aslında Kürdistan halklarının kendi tarihinin bağlayan somut ihlaller konusunda harekete öznesi olduğu/olacağı gerçeğine duyulan inancın geçirmeye çağıracağız. boşalması ve bilinçte parçalanmanın yaşanması demektir. Likidasyon olarak ifade edilen bu olgu Kürdistan Sosyalist Hareketi'nin Özgün tersine dönmeye, sömürgeci burjuvazinin Durumu ve Devrimci Enternasy onaliçin egemen ideolojisi ve söylemini kabul etmeye her GOrevierimiz zaman yatkındır. Bunun somut örneği bugün PKK'nin geldiği yerdir. PKK, lideri nezdinde Kürt Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin sürdüğü halkının tarih boyunca ve bu arada kendi son yirmi yıl içinde dünyanın dört bir yanına ciddi pratiğine de dış güçlerin kışkırımaları altında ve bir göç yaşandı. Kürdistan'ın dört bir taraından onların Türkiye üzerindeki emelleri uğruna isyan milyonlarca Kürt sömürgeci yıkımdan dolayı etiğini ileri sürecek noktaya geldi. Bütün ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Binlerce bunlardan sistem içindekı çelişki ve devrimci kadro sömürgeci devletlerin militarist çatışmalardan yararlanılmayacağı anlamı mı güçlerinin takibinden kurtulmak ve mücadeleye çıkacaktır? Elbette hayır. Somut koşullara bağlı dafıa fazla yararlı olabilmek iÇ.in ülke sınırlarının olarak devrimi ilerletecek, güç kazandıracak, dışına çıkarak mültecileşti. Dünya devrimci düşmanı yanlızlaştıracak, düşmanların bir hareketinin ulusal sınırlar içine hapsolarak kısmını bır süre için de olsa tarafsızlaştıracak ya yerelleşfiği koşullarda kapitalist sömürgeci da etkisiz kılacak politikalar geliştireceğiz. Her barbarlık aslında farkında olmayarak bütün taktik ilişkiyi, stratejik hedeflerimize, onun asgari dünyaya devrimci yığınları ihraç etmiş oldu. ya da azami programiarına bağımlı ve uyumlu Dünyanın dört bir tarafına dağıfmı~ ofan kitleler kılmak esas ilkemiz olacaktır. Ancak kurduğumuz ve kadrolar belli bir mücadele birikimine ve bu ilişkilerin bir ittifak anlamı taşımadığını, bu tür geleneğine sahiptiler. Devrimci enternasyonalist taktik ilişkilerin gerçek niteliğini, güvenilmez bir program çerçevesinde kadrolar ve kitleler olduğunu, kitlelere ve uluslararası dostlarımıza bulundukları her alanda anti-kapitalist açık biçimde anlatacağız ve duyarlılıklarımızı her mücadelenin ögeleri olarak harekete geçirilebilir, zamankinden on kat artıracağız. Düşmanlar devrimci biliriç ye enerji daha yeni deneyimlerle arasındaki çelişki ve çatışmalardan yararlanmak sıçratılabilirdi. Işçiler sınıf kardeşleriyle aynı bir şeydir, çelişki ve çatışmalar içinde sendikalarda örgütlenip aynı mevzilerde biçimlenmek, çelişki ve çatışmaların parçası çarpışarak kölenin kölesi olmak statüsünden olmak başka bir şeydir. Ikisini birbirinden kalın kurtulabilir, kadrolar farklı deneyimlere ve daha çizgilerle ayıracak olan tek ölçü ise dost ve zengin birikimlere sahip devrimci örgütlerde düşmanı yerli yerine oturtan devrimci çalışarak dünya devriminin harcı olabilir, farklı enternasyonalıstbir programa ve duyarlılığa deneyim ve bırikimleri Kürdistan devrimine sahip olmaktır. Kürdistan Kurtuluş Hareketi'nin aktarabilirlerdt Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi tarihi günübirlik, ilkesiz taktik ve ilişkilerin stratejik dünya devrimci demokrat kamuoyuna mal yenilgilere nasıl yol açtığının örnekleriyle doludur. edilebilir, her Kürtmültecinin bulunduğu alan aynı 09-10JOO

35


a gengeşi••••••••••••••••••••••••••tart1şmbir

co m

enternasyonalist programa karşı örgütlemeleri · olgudur. Kürdistan sosyalist hareketinin önündeki görevlerden biri de göçmen ve mültecilik koşullannda kitleleri özgün talepleri noktasında örgütlemek, göçmen ve mülteci kitleleri bulundukları her alanda anti-kapitalist mücadelenin aktif bir ögesi olarak harekete geçirmek, kadroların önünde program olarak yal<:ın devrimci örgütlerin içine girerek çalışma perspektifi koymaktır. PRK/rızgari 3.Avrupa Kongre kararları böyle bir programa geçişte ciddi bir devrim anlamına gelmektedir. Unutulmamalı ki, devrimci bir enternasyonalin yaratılmasında dünyanın dört bir tarafında örgütlü olan Kürdistanlı marksistlere tarihi bir sorumluluk düşmektedir.

ww

w. ne te

we .

zamanda Kürdistan devriminin mevzisine çevrilebilirdi. Ancak ne yazık ki Kürdistan Kurtuluş Hareketi bu birikimi de~erlendiremedi. Binlerce devrimci kadro mültecilık koşullarında çürüdü, çürütüldü .. Toplumsal yaşama ilişkin toplum ve birey duyarlılığının gelişmişlik düzeyine paralel olarak ınsanların hayatın her alanında örgütlendiği bir dünyada Kürdi~tanlılar örgütsüzlüğe mahkum edildi. Orgütsüzlük ise somut olarak kitlelerin ve kadroların yabancı coğrafyalarda daha önce deneyim sahibi olmadıkları zorluklar karşısında boyun eğmeleri ve moda deyimle "hayata karışmaları" sonucunu yarattı. Aslında bunun anlamı sisteme yenilmekti. Tersine, yabancı bir coğrafyada bir devrimcinin hayata karışması o ülkenin dilini, kültürünü ve tarihini öğrenmesi, ülke ger9eklerine uygun olarak kendisini mücadele örgütlerinde konumlandırması demektir. Devrimci örgütlerin üye ve kadro,ları mültecilikte 20-25 yıllarını doldurd~tar.lkinci bir kuşak oluştu, torun sahibi oldular. Uyesi ya da kadrosu oldukları örgütler bir kaç kez parçalandı, yeniden biçimlendi. Bu süre içinde hiç olmazsa çalıştıkları işyerindeki emekçi arkadaşlar!)'la ya da .markette alışveriş yapacak kadar dil ögrendiler. Içlerinde vatandaşlık statüsü sahibi olanların sayısı bile bir hayli kalabalık, ancak bulundukları coğrafyada devrimci bir örgütün etkinliğine katılan, böyle bir örgüte üye olan bir sendikada işyeri temsilcisi olabilecek kadar enternasyonalist anlayışa sahif insanlarla henüz kar~ılaşmamak ilginç değil mi. Kendisıni uluslararası devrimci ordunun bir müfrezesi olarak isimlendiren Türkiye ve Kürdistan sol hareketi her ne hlkmetse coğrafya değiştirdiği zaman müfrezelikten de vazgeçiyordu. Başka bir coğrafyada aynı devrimci ordunun birlikleriyle yan yana geldiğinde, o coğrafyada aynı mevzide vuruşmamayı seçerek aslında kendi görev ve sorumlulukianna da sırt çeviriyordu. Bunu ise "biz ülkeye dönük çalışıyoruz, kadroların ve kitlelerin bu coğrafyada özgün sorunları ve programları doğrultusunda örgütlenmeleri demek devrimci hareketin gücünü bölmek, kadro ve kitleleri kendi ülke gerçeklerine yabancılaştırmak demektir" tekerlemesiyle as:ıklıY,ordu. Kitleleri arada bir Türkiye karşıtı yürüyLişlerde boy veren kalabalıklar, dergi ve broşür satın alan, bağış veren para kaynakları, olarak algılayan bu anlayış ileri sürüldüğünün aksine kitlelere ve kadrolara dönük depolitizasyonun sorumlusu oluyordu. Devrimci enternasyonalist anlayış yokluğunun yanı sıra faaliyeti yürüten kadrolar nezdinde örgütlerin yabancı coğrafyalarda elde ettikleri ekonomik ve sosyal güvenceleri kaybetme korkularının böyle bir anlayışa gelmelerinde· payı var mıdır sorusu da mutlaka sorulmalıdır. Emekçi özellikleri olmayan küçük burjuva kökenli kadroların özellikle Avrupa'da sistemin kendilerine sunduğu küçük nimetleri kaybetme korkulan, bu korkuları devrimci 09-10100

36


gengeşi

I IBIBIBRIIBRIIRRIIRIRIRIRRIIRIBIRRIRIRIRIIBRIRIIR..RIIIII~rtışma

Bürokrasi/e rin Egemen S1n1f Olarak ikame Olmas1;

Sosyaliz m ve Siyasal

maraslı

17.sayımızda "Sanal Sosyalizmden C1k1ş_ yada Ekim Devriminin Sovyet Bürokrasisinden Kurtuluşunun 1O. Yili'' makalemizde "Bürokrasi ve smd ilişkilerf ile ·sosyalist iktidal" veya •sosyalist kuruluşlarm yozlaşma/an, t1kanmalan, geri dönüşfei!i' ilişk!n . tartışmaları başka bir yazıda ele almak ıstediğımizı belirtmiştik. Bu makalede bu başlıkları irdelemeye

çalışacağız.

tarihsel olgulara dedektlf hikayesi ya da dava

do~s1 gibi yaklaşıyoruz çoğunlukla. Ya

katiiVkatilleri iz sürüp bulmak; ya "suç" ve · ''suçlu"yu yakalayıp yargılamak; ya da birilerini savunmak üzere analizler yapıyoruz çoğunlukla. Oysa dedektif, savcı ya da yargıç rolünü bırakıp· bilim adamı tavrı, mühendis-teknisyen titizliğı takınmak daha doğrudur. Böyle olunca sosyalist kuruluşun, sosyali~t iktidarın yaş!idıkları sorunlar, açmazlar daha dogru kavranabilir. . Teorik ideolojik çözümlemelerde aksayan şeylerı bulmak; uygulamanın ve özgün koşulların . çıkardığı sorunlarıtartmak, zorunluklar veya iradı hataların rollerini birbirinden ayırtetmek ancak böyle mümkün olabilir. Bunun için kadavraya ö~.ceiHde ,Yetkin bir, . otopsi yapmak gerekıyor. Çunku O nun henuz bır "cinayete mi kurban gittiği" yoksa "doğal bir ölümle" mi kaybedildiği konusunda bile tam bir görüş birliği içinde degiliz. Anolojilerin

yanıltıcılığına karşı duyarlı olm~IE! b~!aber.

Tarihten Dersler Çikarmak

örneğimizden giders~k, ~n. öiL:Jm.un -~~.celıkl~

doğum

1871 Paris Komünü 70 gün yaşayabilmişti. 1917 Ekim devrimi ile açılan ve onlarca

ww

w.

ne

sosyalist devrim ve iktidar doneminin gerçekte ne kadar ayakta kaldıklarını biliyor muyuz? 70 yıl mı? Yoksa daha mı az? Bu soru sosyalist inşa deneyimlerinin akıbetieri üzerinde sorumluca durmayı gerektiriyor. Çünkü bunlar, dünya işçi sınıfının ve ezilen halkların ortak mirası, kazanımları, deneyimleridir. Unutmamak gerekir ki ilk sosyalist inşa deneyimine girişen öncü kadroların ellerinde teorik öngörüler dışında referans alabilecekleri bir baŞ.ka model, bir inşa deneyimi yoktu. Her şey tarıhsel zorunluluklar,RASTLANTILAR, imkanlar ve koşullar içinde gelişti. f!unları iyi a~l~~k, başarının veya başarısızilgın temellerını ıyı kavramak gerekiyor. Bu ~droların be~ki. mazeretleri vardı. Ama bızım mazeretımız yok. Çünkü arkamızda ve önümüzde milyonlarca emekçinin mücadelesiyle örülmüş muazzam bir birikim duruyor. Bu birikimden grupsal duruşları haklı çıkaracak malzemeler cımbızlamak bir şeye yaramayacaktır. . Marks, Engels, Lenin'den yerli yersiz y~pılan alıntılar bütün bu olguları açıklamaya yetmıyor, yetmez de. Ama bu yetmezlik daha çok onların değil, karşılaşılan sorunlara kolayca bu alıntılarla cevap vermeye çalışanl~ın yetmezliği.~ir.: ç.~nkü karşılaşılan her problemı~ tanımı da ço~u~u .~e aynı olamaz; her problen:u~ t~nımı ye çözun:ıune aY.nı reçeteyi dayamak bılgının değıl ~ehaletın göstergesidir. Marksist ustaların değıl, onların ı

Biz sosyalistler, belki polis devletiyle,

yargılamalar, zındanlar, sorgulamalarla fazi~ haşır neşir olmanın sonucu olsa gerek; özelllkle

te we .c

recep

bir tek tuğla dahi koyamamış

om

Yabanellaşma

öğretllerinin üzerine olanların cehaleti •.

Sfii'k8 RiZgan, 5.17, Istanbul, 1998, ÖzgOr Üniversite Formu

Istanbul, 1998.

09-10A>O

ve gelişme donemındeki bır suru terslık ve travmalar sonucu oluşan sakatlıklara, hastalıklara

bağlı olduğunu düşünüyorum.

Sosyalizm ikinci ütopya DOnemini Yaş1yor.

insanlık, sosyalizm ütopyasının bil.im~l bir teori haline getirilmesinden ve onun bır sıyasal iktidar aracılığıyla yaşam tarzı olarak kurulma çabalarından/pratiklerinden çok şey kazandı. Günümüze gelindiğinde sosyalizm inşa deneyimlerinin /ya yozlaş~r~. ya hiç .. . kurulamayarak, ya da yenılgıye uğrayıp yuz-gerı ederek/ bır biçimde bafarısız kalmaları; insanlığın bundan hiçbırfey kazanmadığı anlamına gelmiyor. iersıne; En başta sosyalizm ütopyasının . . . ger9ekleşebilirliğı konusunda çok daha ılerı bır bilgı ve deneyim birikimi oluşmuştur. ikincisi ve belki de en önemlisi emperyalistkapitalist sistemin kendini yenileme başarısı göstermesinden bahsedil~bilecekse, bu, ~endi iç dinamikleri nedeniyle değıl, ancak sosyalıst iktidarların ve bizzat sosyalist siyasal mücadelenin her alandaki büyük iç ve dış baskısı nedeniyle mümkün olabilmiştir. . . .. XX. yüzyılın başlarında Marksıstların tesbıtı; "artık bir dünya düzeni haline gelmiş olan emperyalist kapital!z~i~ en .üst aşama~ı~a varmış olarak, üreticı guçlerın gerışmasını sağlamaktan uzak, tersine bizzat onun önünde gerici bir engel ~al!ne geldiği .ve yine .~i~at bu üretici güçlerin ılerı dogru gelışme eğilımı karşısında kaçınılmaz olarak büyük bunalımlarla 37


gengeşt••••••••••••••••••••••••••tart1şma

sınıf sa~ımıdır. XX .yy da yaşanan iki büyük bunalım ve paylaşım savaşının ortamında insanlık büyük kırım ve yıkımlarla karşı karJıya kalmış, ama

Marksizmin öngörüsünü dogrulayan bir tarzda her bunalım döneminden bir dizi ülkede sosyalist iktiqarların kurulu~uyla çı kılmıştır. likinde Rus~a da bütün dünyayı

derinden sarsan 1917 Buyük Ekim Devrimi; ikincisinde Asya ve Afrika'nın ulusal bağımsızlık sav~larıyla birlikte Çin devrimi. . Ama her ikisinde de uretici güçlerin gelişmişliğini temsil eden Avrupa, devrim dalgasını kaçırmıştır.

büyük yıkım ve savaşlarla yürüyen bir faşizm · dönemine yolaçmıştır. de; militaristyenilgisi in Meksika devrimi'n bürokratik elitlerin, büyük sermayenin bekçileri olarak kurdukları askeri diktatöryal rejimlerle tüm Amerilqi kıtasına egemen olmasıyla ifadesini bulur. Oyleki bu rejimler 11. Paylaşım savaşı öncesi ve sonrasında Avrupa ve tüm dünyadaki karşı devrim hareketlerinin gübreliği ve korunağı

olmuşlardır. 11. Paylaşım savaşı ise 3. Enternasyonal partilerinin faşizm kar~ısındaki zlkzakiı tutumları ve SSCB'de devrimin ı~ dönerek kendi kendini yemeye başladığı bir dönemde tüm devrim güçlerini hazırlıksız yakalar. ll. Paylaşım savaşının kaderini de sonuçlarını da üniformalar belirlemi~tir. Başlangı~ki siyasal ve askeri zaafların en buyük bedelini 17 milyon insanla SSCB ödemiştir. Nazlierin Moskova önlerine kadar ilerlemelerinden sonra bu saldırıyı kahramanca direnişleriyle durduran SSCB halkları ve emekçileri olmuştur. Nazilerin, SSCB'yi yenmesıni ve yorgun düşmesini b.öylece bir taşla iki ku~ vurmayı bekleyen ABD ve Ingiliz emperyalistlerı ise ancak Nazı ordularının Rusya'da bozguna uğramasıyla savaşın kaderi belli olduktan sonra; ilerleyen Kızılordunun önünü kesrnek ve Avrupa'daki anti-faşist gerilla direnişlerinin, partizanların sosyalist iktidarlarını önlemek için savaşa yüklenmişlerdir. ll. Paylaşım savaşının sonuçları bu nedenle yine "Avrupa' da engellenmiş bir sosyalis t devrim dengesi" üzerine şekillenmiştir. Avrupa

te we .c

doguracağı devrimci ortamların proletarya iktidarlarının sosyalizmi kurmasıyla sonuçlanacağı" ongörüsüydü. XX. yüzyıl boyunca süregelen amansız sınıf savaşımının özü; !şçi sınıfının sosyalizm bayrağı altındaki iktidar mucadelesi, özellikle proletarya, köylü ve küçükburjuva kütlelerin emperyalizme karşı verdikleri ulusal kurtuluş ve demokrasi mücadelelerinin enternasyonatist devrimci blokuyla; emperyalist- sistemin büyük paylaşım sav~ları, gerici diktatörlükler, faşist iktidarlar, sömürge savaşımlarıyla emperyalist burjuvazinin uluslararası gerici siyasi-askeri bloku arasındaki amansız mücadeledir. Bu mücadele yalnızca siyasal alanda değil, daha çok öne çıkan yanıyla askeri, bunun bir adım gerisinde yürüyerek ideolojik-felsefik-ahlaki her boyutta yürüyen bir

om

kaiJılaşacağı ve bu büyük bunalımların

ne

Ekim Devriminin yolundan ilerleyen proletarya, ı. Paylaşım savaşı sonrasında önce Almanya 'da başkaldırarak yenilmiş; ardından köylü hareketinin zayıflığı nedeniyle Meksika devrimi; bütün ihtilalci özüne Vft çok renkliliğine kaıJın kuşatmayı aşamayarak Ispanya devrimi

w.

bog_uımuştur.. Işçi sınıfının Avrupa'da sosyalist iktidarlar kurabılme şansını ka~ırmasında uluslararası sosyalist hareketinin önderliğinin ve ll. Enternasyonal partilerinin zaaflarının önemli bir rolü vardır. Avrupa devriminin başarısız kalmasının sınıf savaşımını olumsuz yönde etkileyen iki büyük sonucu olmuştur; Her şeyden

ww

önce sosyalizmin kurulma deneyimi Rusya gibi üretici güçlerin, toplumsal örgünün Avrupa'ya göre daha geri olduğu bir ülkeye kalması ve bu iktidarın büyük bir askeri-siyasal kuşatma altında kalarak içe dönmesidir. Böylelikle sosyalist devrim, işçi sınıfının nicelik ve nitelikçe yetkin olduğu Avrupa' dan, küç_ük-burjuva köylü kitlelerinin agırlıklı oldugu Kuzey Asya'ya sıkıştırılmış olmaktadır.

Sosyalizm deneyimlerinin uğradığı sektede bu faktorün belirleyici bir rolü olduğu söylenebilir. Diğer önemli sonuÇ, ise yenilgi sonrasında adeta bir gaz kütlesi gıbi parçalanarak genişleyen küçük burjuva kitleler üzerinde yükselen faşizm olgusudur. Faşist hareketin emperyalist burjuvaziyle müthiş izdivacı, bütün dünyayı kasıp kavuran bir dünya gericiliğine, soykırımlara, 09-10100

sosyal-demol<rasisi de Avrupa kpmünizmi de bu koşulların ürünüdür. Fransa ve ltalya yurtsever anti-faşit gerillalar ile ağırlıklı olarak komünist partizanların yeraltı direnişl~ri ile kurtulf!1uşlardı. Balkan halklarının Osmanlı lmparatorluguna karşı yürüttükleri ulusal direnişlerinde kurumlaşıp gelenekleşen "çete" savaşlarını geliştirerek; aynı partizan savaşı silahını Nazi işgaline karşı da kullandılar. Yunanist an, Arnavutl uk, Yugosla vya ve Bulgaris tan direniş savaşlarıyla ve komünist partlerinin öncülüğünde özgürlüğü lakalamışlardı. Polonya, Romanya, çekoslovakya, Macarıstan ve nihayet Almanya ise Kızılordu sayesinde Nazi işgalinden kurtuldular. Fakat Müttefikler blokunun Valta ve Postdam'da arka arkaya düzenledikleri paylaşım ve denge toplantıları Kızılordu'nun ilerleyişini Doğu Avrupa'da durdurmakla kalmadı, Avrupa'da kapıya dayanan sosyalist iktidar alternatifini de yine doğuya itti. Fransa, ıtalya ve Yunanistan çizginin beri yanında kaldıkları için "Batı Bloku"na dahil oldular. Kitle tabanı zayıf olmasına rağmen Polonya, Romanya Çekoslavakya ve Macaristan ise "DoOu Bloku"nun üyesi olmak zorunda kaldı. Almanya ikiye bölündü; ünlü "Berlin Duvarı" ve Avrupa demokrasileri de bu payla~ım dengesi üzerine kuruldu. Kısaca emperyalist burjuvazi iç dinamiklerle gelişen devrimler karşılığında zoraki "Halk Cumhuriyetlerini" karşı bloka hediye etmiş 38


gengeşt••••••••••••••••••••••••••tarttşma kazandı.

III.Reich'in i~birliğinin devrimci özü üzerine vaazlai'ını dınlerkan dehşete düşmüşlerdi. Daha 1938'de bir alternatif olarak kurulmuş

Enternasyonallzme Ne Oldu? Enternasyonalizm anlayışı, proletaryanın sınıf mücadelesinın biçimde "ulusal" olmakla birlikte özünde sınıfsal olduğu ve uluslararası bir nitelik taşıdığı kavrayışına dayanır. Kapitalizmin uluslararası egemenliğı, dünya proletaryasının

UçQncO DOnya Retoriğl

II.Emperyalist Paylaşım savaşından sonra kurulan siyasal dengeler, dünyayı iki ana kampa bölmüştü. ABD ve SSCB karşılıklı "soğuk savaşın" odakları olmalarına rağmen bu güç dengesinin korunması yolunda uzlaşıyorlardı. Bu durum ileri ülkeler proJetaryası ile sosyalist kamptaki devletleri, dünyanın diğer yarısındaki emekçi kitlelerin çıkarlarını farklılaştırdı. DQnya Devrimci kuşaği bir kez daha sanayileşmiş ülkeler proletaryasından yarı-sömürge ve sömürge Doğu ve Günayli ülke emekçi kitlelerine kaydı. Bu olgu köylülüğe dayanan. yarı feodal Jsültürden, kır yoksullarından çıkış yapan bir UçQncO DQnya retoriği yarattı. Avrupa proJetaryası, burjuva demokrasisi içinde reformist dönüşümleri benimseyen bir çizgiye çekilmi~ti. Bunun SSCB'deki izdüşümü ise "toplumsal ılerleme", "barış içinde bir arada yaşama" ve "barış içinde geçiş" olarak berirmekteydi. Sovyet bürokrasisinin uluslararası çıkarı dünya çapında statOkoyu bozmaya değil, korumaya yönelik olduğundan tutucu bir işlev görüyor ve kaçınılmaz olarak, devrimci radikalizmin çıkarlarıyle ~lişiyordu. SSCB'nin uluslararası işçi sınıfının önderi ve kurtuluş savaşlarının koruyucusu olma imajı 1960'1ar da tümüyle yıkıldı. Devrimci radikalizm proletaryadan küçük burjuva sınıf ve tabakalara, özellikle öğrenci gençliğe, aydınlara doğru kaydı. Yarı sömürge ve sömürge ülkelerde ise devrimci çekim merkezini, kırlardan beslenen ulusal kurtuluş mücadeleleri

w.

ne te we .c

da, her türlü ulusal ayrımın üzerinde uluslararası bir örgüte ve mücadele çizgisine sahip olmasını zorunlu kılar. Bu nedenle proletaryanın enternasyonal örgütlenmesi taktik değil, stratejik bir değer taşır. Rızgari dergisi, Komünist Enternasyonal'in lağvını "Emperyalist burjuvaziye ideolojik· politik teslimiyet ve proletarya enternasyonalizminin kurşuna dizilmesi"2 olarak nitelendirirken, bu konuyu tart~mıştı. 1945'de lll. Enternasyonallağvedildigınde, "Milli Komünizm" de resmileşmiş oldu. Gerçekte o tarihlerde zaten tüm işlevini yitirmiş ve içi boşaltılmış bir kurum haline gelmi~ti. Genel olarak Enternasyonal , Sovyet bürokrasisinin ve SSCB diplomasisinin bir aracı haline getirilmiş bulunuyordu. Stalin'in açıklamaları, ~ktan siyasi mevta haline gelmiş bu kurum için bır fatihadan öte bir anlam ifade etmiyordu. Enternasyonal, SSCB Dış politikası için gereksizleştiği hatta ayakbağı olduğu andan itibaren de kaldırıldı. Enternasyonal, bir örgüt olarak varlığını yilirdikten sonra da enternasyonalizm anlayışı bir süre, önder parti olarak SBKP kabul edilip, sosyalizmin uluslararası çıkarları da SSCB devletinin yürüttüğü diplomasiyle özde~leştirilmeye devam edildi.. Böyle bürokratik bir aygıt olan 111. Enternasyonal artık dünya proletaryasının uluslararası politik örgütü olma vasfını da yitirmiş olmaktaydı. Hatta Ekim devriminin ve Marksizm ve Leninizmin prestiji gibi bir çok ideolojik silahı elinde bulundurduğu iÇ,in, birçok devrimci süreci pragmatist devlet politıkaları uğruna barajlamaya kadar varan tutucu bir işlev de görmeye

olan IV. Enternasyonal ise ideolojik-politik kuşatılmışlık çemberini kırabilmiş değildi. XX. Y'uzyılın son on yılında "ulusalcılık'' yeniden canlanma dönemini yaşıyor. Bugün artık "proletarya entemasyonalizmi" bayrağına sarılan pek fazla kimseye rastlanmıyor. Enternasyonalizm, sadece Kürtler, Eritreliler ya da Basklılar gibi ezilen ulus kurtuluş hareketlerini azarlamak için ezen ulus sollarınca hatırlanıyor.

om

oldu .. Sonuçta kendisi

başl.~mıştı.

ww

Orneğin; TC'de Kemalist iktidar, ülkedeki tüm gerici, anti-komünist pratiğine, sömürgeci işgal ve kurumlarına rağmen; Enternasyonal tarafından hala SSCB'ye karşı aldığı diplomatik tavra göre değerlendiriliyordu. Bu nedenle Kemalist iktidar Türk Komünistlerine müttefik olarak lanse ediliyordu. TKP geleneği ile 111. Entemasyonalin tavrını birbirinden çok farklı olarak değerlendirmek mumkün değildir.. Keza llLEnternasyonal SSCB dış politikasına bağlı olarak Alman Faşizmi ile imzalanan HitlerStalin Paktı'nı üye partilere benimsetmeye çalışabilmiştir. Ulkeleri Alman faşistleri tarafından işgal edilirken; Polonyalı, Çekosfavakyalı l(omünistler, enternasyonalin SSCB ve ve demokrası.. s.9. 1979 istanbul

09-1CWO

oluşturdu.

Fred Halilday'ın de belirttiği gibi; "Bunlar metropolitan orduların terörüne ve ihtiyatlı Sovyetların diplomatik buyrultularına meydan okumaktadırlar. Bundan dolayı Stalin'in 1945'den sonrası Avrupa'da inatçı uzlaşmacılığı, Uzak Doğu'da Çinli ve Koreli komünistlerin bağımsız insiyatifleri sonucu dramatik bi9imde etkisizleştirilmişti. Daha sonra Kruşchev'ın Amerika ile anlaşma yolları araması, 1959 Küba Devrimine ABD'nin misillernede bulunması, barış içinde bir arada yaşama konusunda Çin'in inatleşması ve Vietnamlı komünistların ülkelerini birleştirmeye yeniden karar vermeleri ile. durduruldu. Brejnev'in 1970 başlarında giriştiği


gengeşt ........... ........... ........... ........... ....... ~rt~ma

sistemin organik bir ögesi olarak kendisini mülk sahibi bir s1mf olarak ikame edebildi. Bu olgunun tarihsel temelleri Selçuklu ve

Osmanlı devlet yapısına kadar dayandırılabilir. Tüm Osmanlı tarihinde devlet, başta, işgal edilen topraklar olmak üzere, üretim araçlarının, "mülk''ün biricik sahibidir. Bu ona aynı zamanda köklü bir siyasal ~ü.9. kazandırmaktadır. Osmanlı

bu öze lı"gı· Tu·· rkiye'de kapı"talız"mı· n burjuvazinin oluşum sürecinde de ve geli~mesi özgün iktidar ve sınıf mevzilenmelerini belirlemiştir. Kemalist devlet bu olguların mirasçısıdır. Okuyucu Sterka Riıgarl'nin geçen sayılarında "Devlet" konusunda bunu epeyce tartıştığımızı hatırlayacaktır. 2 Militarist bürokrasinin Türkiye'de resmi ideolojiyi yapan, resmi politikayı saptayan bir kurum ve aynı zamanda tekelci sermayedar bir grup oldu9u, olduğu unutulmamalı. Dolayısıyla elınde büyük bir silahlı güç bulunduran, ideoi<?Ji ve politika y&Qan, yöneten ve aynı zamanda toplum artıdeğerin büyük bir bölümünü· denetleyen bir siyasal güçle karşı kar~ıyayız. Bu, emir-komuta kadernesiyle tekçi-otorıter bir örgütlenmenin elindedir. Türkiye'de Kemalist devlet, diğer örneklerde bürokratik aygıtların ğgücü buradan geliyor. Devletin sınıflar karşısında "görece özerk''leşmesi olgusuna sosyalist iktidarların bürokratik aygıtlar olarak yozlaşmaları örneğinde de karşılaşmaktayız. Marksist teoriye göre "sosyalzmin kuruluşu olanaklı ve kaçınılmazdır." Ama sosyalist üretim ilişkilerinin kuruluşu zorunlu olarak yukarıdan ~ağıya doğru yani devlet eliyle yapılacaktır. Sosyalist kuruluş teorisine göre devlet aygıtının sosyo-ekonomik: temeli üst-yapıdan sonra gelecektir; kurulacaktır. Diyalektlk-tarihsel materyalist öğretiye göre bütün k>plumsal üretim tarzlarında /ilkel komünal, köleci, feodal ve kapitalist üretim tarzlarındal sosyo-ekonomik altyapı üst:Yapıyı belirlemekte; hukuk, devlet, ahlak, din gibi ust-yapı kurumları sosyo-ekonomik temelinden sonra oluşup güçlenmektedir. Paradoksal olarak sosyalist toplumun üst- _ yapısının ise, bunun aksine kendi üretim ilişkilerinin kuruluşundan önce geleceği öngörülmektedir. Burada subjektif öge belirleyici hale gelmektedir. Aynı anlama gelmek üzere proletarya iktidarı/parti aygıtı bütOn bunları kendisi oluşturmak zorundadır. Burada subjektif koşulun önceliği ve üstünlüğü, işçi sınıfının üstyapıyı hiç bir biçimde denetleme ımkanının olmaması halinde onu kaçınılmaz olarak

om

devlet inı·n

ne te we .c

Detant politikası. ise 1974 ve sonrası Ü9ünçü Dünyayı silip süpüren devrimlerle etkisıni yıtirdi gitti." * Amerikan Emperyalizmin dünya jandarmalığı için Uzak Doğu'da giriştiği güç gösterisi devrimd dalga ve ulusal direnişlerle kırıldı. Emperyalist Metropollerdeki sınıf . uzlaşmacılıg-ı ise Avrupa ve Amerika'yı kasıP, kavuran 68 fırtınasıyla sarsıldı. "68 Devrimi' de daha çok öğrenci gençlik ve aydın tabanı üzerinden yükseliyor ve yarı sömürge emekçilerinin isyanıyla örtü~üyordu. Bu nedenle 70'1i yılların ıhtilalci kuşağını Vietnam, Latin Amerika ve Afrika'daki devrimci sava~ımlar, Avrupa'daki öğrenci hareketleri temsıl etti. Uluslarası harekette ideolojik bölünmeler ise daha da derinleşerek çok merkezli hale geldi. ÇKP ve daha sonra AEP gibi odaklar ortaya çıktı. Ne varki devrimd dalganın bu yeni kabarışı ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin dayanışması, proleter enternasyonalizm! n yeniden canlanması anlamına gelmedi. Herşeye rağmen SSCB'nin varlığı ve nükleer savaş tehdldine dayall statik bir dengenin korunma isteği, Batılı Emperyalistlerin saldırganlıkları karşısında caydırıcı bir işlev gördüğünü de unutmamak gerekir. Sovyetlerin bu ikili rolü, süper güçler arasındaki savaş gerilimini "üçüncü dünya" ülkelerini konvansiyonel bir hesaplaşma alanı haline getirmişti. Bu durumda kendi coğrafyasını çok iyi tanıyan, kitlelerden güç alan, küçük ve hareketli birliklerle savaşan üçüncü dünya devimdieri gerilla savaş• ile bu konvansiyonel hesapiaşmayı kendi lehlerine çevirme başarısı göstermeye çalıştılar. ·:aürokrasiiS•mf /IkAme"

ww

w.

Marksist devlet kuramında bürokrasinin kendi başına sosyal bir sınıf olup olmadığı bir hayli tartışılmıştır. Bu sorunun karşJiığı hep olumsuzdur. Bir üst-yapı kurumu olarak devletin, sosyal sınıflardan herhangi birisi tarafından tek başına ele geçirilemediği ya da elde tutulamadığı geçiş koşullarında; örneğin Bonapartizm ve Bismarkcılık gibi sınıflar karşısında görece özerkleşmiş ve sanki kendi aôına hareket ediyormu~ gibi işleyen devlet modelleri olabilecegi, sosyal sınıfiara buyurganlık yapabileceği de kabul edilmiştır. Biz de buna Rizgarl'de Kemalist Devlet

örneğini verdik. Bir farkla ki Kemalizm, sınıflar kar~ısında "görece özerk" olmakla beraber, burıuva sınıfının vesayetini, onun adına sistemin örülmesi işlevini de üzerine almakdaydı; Bu

sayede de özellikle militarist-bürokrasi ekonomi ve politikada sürekli ve kalıcı ayrıcalıklar elde etti; bürokrasi sadece devlet yapısı içinde değil, Fred Halllday; "Yeni SoOuk Savaş"(Sovyet-ABD ilişkileri), Belge Y. 1983

09·10100

yozlaşmaya uğratmaktadır.

Marks ve Engels, sosyalizmin kurulma sayarkan "üretim araçları ve bir bütün olarak üretici güçlerin ileri gelişme düzeyini ve dünyanın üretici güçlerinin önemli bir bölümünün proletaryanın elinde toplanmasını asgari koşul" olarak belirlemişlerdi. Oysa sosyalist iktidar, koşullarını

2 Bak. Stirka Rizgari Dergisi, sayı:14 40


gengeşiBIBIBI.a.aa.a.BI.a.aa.a..a.a.a..a.a.BIBIBIBIBIBIBIII~rtışma

olduğu, kuşatılmış koşullarda, işçi sınıfının

sonuçlanmıştır.

vermektedir. Lenin, tanık olduğu ilk uygul~alara ileri görüşlülükle kar§ı çıkar: ~~vyet l~idarının ilk yıllarında Rus burakrasısının henuz 'sovyet aygıtı' haline gelmediğini ve bu aygıtla yapılacak bir birliğin 'kağıt üzerinde' kalacak ama muhteva olarak büyük-Rus milliyetçiliğini ihya edeceğini belirtir. Bu konudaki J<aygılarını Gür.cüstan sorununu tartıştığı "Özerkleştirme Uzerine Notlar"ın da (30-31 Aralık 1922) şöyle dile getirmektedir: "... Birleşik bir aygıtın gerekli olduğu söyleniyor. Bu inan9 nereden geliyordu? Bu, günlüğümün daha bnceki bölümlerinde belirtmiş olduğum gibi Çarlık'tan aldığımız ve bir miktar Sovyet yağı ile yağladığımız o aynı Rus aygıtından ileri gelmiyor mu? Kuşku yok ki bu bnlem bu aygıtımızın kendi öz a~ıtımız olduğu konusunda emin oldugumuzu söyleyebilene dek bir süre ertelenmeliydi. Ama şimdi mutlaka bunun tersini kabul etmek zorundayız; Kendimizin diye adlandırdığımız bu aygıt gerçekten henüz bize oldukça yabancıdır; Bu, burjuva çarlık türlüsüdür. Ve öteki ülkelerin yardımı olmaksızın geçen yıl içerisinde bundan kurtulma olan~ ı yoktu ve çünkü zamanımızın büyük bir bölumünde askeri çarpışmalarla ve açlığa karşı mücadele ile

w. ne te

Bürokrasi nin "Egemen S1mf" Haline Gelmesi

prensibı uyarınca bağımsızlaşıp özgürleşen ulusların, bürokratik aygıt tarafından "uluslann gönüllü birleşmesi" adı altında zorla yeniden Rus merkezi sistemine bağlanmasıyle kendini ele

we .

sosyalist iktidarı denetleyip sosyalist demokrasiyi işletme koşullarının kaldırılması, sisteme yabancılaşması, bürokrasinin toplumsal artıdeğeri mutlak olarak denetleyen, mülk sahibi bir sınıf olarak ikame olmasını da "kader" haline getirir. . "Sosyalist Iktidar" kavramının burjuva devlet aygıtının basit bir biçimde ters yüz edilmesi; burjuva kurumların el değiştirmesi olarak ele alınması; Devletin buyurganlığı ve yapıcılığı; öncü, se9kinci aydınların toplurnsa yapıyı istediklerı gibi duzenleyebilecekleri sanısı; örnekleri üzerinde çokca tartışacağımız sosyalizmin başarısız kuruluş deneyleriyle

Eski imtiyazlı sınıfların mensuplarının "uzman" ya da devlet memuru sıfatıyla Sovyet kurumlarına doluşmaları, Lenin'i 1920'deki XI.Parti kongresine bir uyarı mektubu göndermek zorunda bırakmıştır. Lenin bu durumu ele_ştirirken, Bolşevikleri, fethettikleri ülkenin ustün kültürü altında ezilmiş fatihlere benzetiyordu. "Onların kültürü, adi ve sefildir. Yine de bizim kültürümüzden ~ok daha büyüktür. 'Geniş bürokratik aygıtı yönetmekte olan sorumlu komünistler değildi. Farkında olmaksızın bizzat kendileri yönetilmekteydi.''3demektedir. Bürokrasinin nasıl yeni bir cıegemen sınıf" haline geldiği ve proletarya iktidarıyla kurulmaya çalışılan sosyalist sistemin nasıl yabancılaştığını en yalın biçimde gösteren örneklerin başında uluslar sorunuY.Ia ilgili uygulamalar gelir. Ekim Devrimixle biriıkte "kendi kaderini tayin hakkı

co m

üretici güçlerin çağdaşlarına göre çok fazla dünya proletaryasının ise çok sınırlı bir bölümünü barındıran Rusya'da gerçekle~ti. Hem sosyalist toplumun kuruluşunun objektif koşulları ve olabilirliginin tartışıldığı, hem de toplumsal yapıda henüz varolmayan üretim ilişkilerinin bizzat oluşturulmasının iktidar aygıtına yuklediği misyon, sosyalist kuruluşun bir paradoksudur. Bu durum bürokrasilerin, kendini sosyal s1mflar yerine ikAme edebilmes inin de maddi zeminini sunmaktadir. Üretici güçlerin oldukça zayıf gelişmediği,

ww

Subjektif ögeye cıbu kadar belirleyici tarihsel rol biçildiği bir yerde, komünist öncünün", işçi sınıfının bizzat kendisinin gerek emperyalist savaşta ve gerekse uzun yıllar süren iç savaş sırasında büyük bir kadro ve nitelik kaybına uğradığına dikkat çekmek gerekir. Proletarya bir har,li zayıflam!Ş ve yorgun dü_şmüştür, sınıfın ileri işçileri ve öncu kadroların çogu ka.ybedilmiştir. Bolşevikler gerçi bütün bu süreçlerden ''zafer"le çıkmışlardır ama bu adeta "Pirus zaferi"* dir. Parti kadroları ve koskoca politik aygıtın içi Bol§eviklerin zaferinden pay kapmak isteyen her türlü çıkarcı tarafından, siyasal güce yaranarak imtiyazlarını korumak isteyen memurlar, eski rejimin bürokratları tarafından doldurulmuştu. Bu sureçte sosyalist değerlere özünde yabancı ne kadar grup varsa Bolşevik iktidarı sahiplenerek, onu adeta işgal ettiler. Diğer nesnel olumsuz koşulların yanısıra sınıf 'uğr~maktaydık."4 ve parti dokusundaki bu aşınma sosyalist Sureç kısa zamanda Lenin'in haklı olduğunu iktidarın da kaderini belirleyecektir. Bolşevik kanıtladı. Komünist, burjuva hatta aristokrat önderlerin bazı önQörü ve uyarılarına karşı unsurların bürokrasi içinde erimesi iki yönlü bir Partinin çok kısa sürede bürokratik yozlaşmaya, etki yaratıyordu. Bu eski "unsurların" Sovyet toplumun ise siyasal yabanedaşmaya uğramasını rejimi ile uzlaştığını göstermekle kalmıyor, aynı açıklayan en önemli cevap anahtarlarından biri zamanda rejimin "Rus" geleneklerine daha az buradadır. olumsuz bakılmasına da yol açıyordu. Burjuva devlet cihazının parçalanması ve ele SSCB'nin kuruluşu sırasında partinin Rus geçirilmesi ile sosyalist iktidarın kendine özgü bir Komünist Partisi olan adının Sovyetler Birliği aygıt yaratması arasında derin bir uçurum vardır. 3 Lenin, Seçineni ye, c.xxvıı s.24_5 Carr, Bolşevik Devrimi Pirus Zaferi: kazananın kaybettiği

4 Lenin Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı s.236

09-10100

41


gengeşt

..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... ~rtışma

.Komünist Partisi (Bolşevik) olarak d~~şti!il.~esinin bile direnme ile karşılaştığı duşunulurse sorunun boyutları daha net görülecektir. 1923'te XII. Parti Kongeresinde bazı komünistlerin bile Sovyet Cumhuriyetlerinin, ulusların milliyetçi eğilimlerini tatmın etmek için geçici süreler için kurulmuş olduğunu düşündüklerini yazıyordu. Aynı düşünce yerel organlarındaki Sovyet devlet memurları tarafından da, cumhuriyetierin giderek tasviye edileceği biçiminde paylaşılıyordu. Bu Cumhuriyetfare eşit haklara sahip devletler olarak

~u~ ~~Y~~~~ dışında "ulusal" bir biçime dönüştü. lşçı-koylu ınıfakında proletaryanın öncü

ww

w. ne te

we .

co m

r.önlendirici rolü kolayıkla Rus proletaryasının 'köylü ulusları" vasayet altına alması, önderlik etmesi eksenine oturmuş oldu. Çarlık Rusyasının ezen ezilen ulus ikilemine son verilirken yerine Oneler ulus ve vesayet edilen ulus ikilemi gelmişti. Eski Çarlık bürokrasinin yeni siyasal güçle uzlaşmasıyla birlikte bu biçim kolaylıkla yOneten ulus, yOnetllen uluslar ikilemine döndü. Büyük Rus proleteryası adına hareket eden Sovyet Bürokrasisi, geri uluslara, köylülüğe önderlik etme, onları yönetme hakkına sahipti ve bunu "sosyalist bir görev'' olarak yapmakta~dıl bakılmıyordu.5 Sonuçta Ekim Devriminin devrimci taktigi, Proletarya ile köylülük arasındaki ittifak burokrasisinin, uluslar üzerindeki Sovyet olgusu da kısa süre içinde, öncü Rus lığının teorik kılıfı haline sokulmuş oldu. buyurgan ittifakı iyle proletaryasının ezilen ulusların köylüler sisi ezilen uluslara 1epeden bakan, bürokra Rus irmesi yönlend ve nihayet onları yönetip onlara buyurgenlık eden Büyük Rus geleneğini biçimlerine büründürülerek, Rus bürokratlarının kolayca bu "öncülük" sıfatıyla özdeşleştirmişti. geleneklerini gizleyecekleri bir kılıf haline geldi. Parti kadrolarında Rus mllllyetçı1iğine ve u sorunun r Stalin işç!-köylü ittifakı ve milliyetle şövenizme karşı daha önce varolan hassasiyet şöyle bagdaştırıyordu: giderek azaldı. Ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ".. Ulusal sorunun özü nedir? Ulusal sorun ulus milliyetçiliği aynı derecede zararlı görüldü. nedir? Ulusal sorunun sınıfsal özü-bizim Bundan da Rus milliyetçi yaklaşımı faydalandı. demek içinde koşullar koşullarımızda, Sovyetik 20nkü diğer küçük uluslara mensup yöneticiler, istiyorum- karşılıklı ilişkileri belirlemeye, bir amak korkusuyla, ulusal zamanların egemen ulusunun, proleta!Xası ile, bir 'milliyetçilik''le suçlanm çalıştıkları gibi, daha tirmeye basitleş ları haksızlık ü köylülüg zamanların ezilen milliyetlerinin çok Rus kafasıyla hareket etmeyi arasındaki doğru ilişkileri belirlemeye dayanır.( ..) "enternasyonalist olma", ulusların kaynaşmasının n, ulusunu egemen rın zamanla bir işimiz i Buradak bir gereği gibi kabul etmeyi başardılar. tüm federasyonumuz proletaryasının en kültürlü SSCB'de "ulusal sorunun tamamen köylülük ile, katmanını teşkil eden proleteryası ijü, tam ve gönüllü bir kaynaşmanın çözüldü ezilen rın zamanla bir önce, arasında herşeyden yaratıldıgı" tezi de tıf?.kı "sosyalizmin l<urulduğu, milliyetlerinin köylülüğü arasında doğru bir ilişki komunizme geçildiğı" tezi gibi resmileşti ve Eğer belirlemektir, sınıfsal özü buradadır. sız kabul edildi. Bundan sonra da artık tartışma olan Rus ile ü köylülüğ r proletarya öbür milliyetle SSCB'de uluslar bahsinde, gerçeklerin yerini h~rşeyf!l karşı bu köylülüğün duyduğu, ve Çarlık "parlak söylevler" aldı. Apaçık ulusal eşitsizlik ve sıyasetı tarafından onlarca yıl bo~unca ekifıp haksızlıklarda bile yerel parti örgütleri ını kalıntılar yerleştirilmiş olan tüm güvensizilgin çi"likle suçlanmamak korkusuyla bunları "milliyet nı b~arısı kurma ilişkiler i ~etenekl yok etmeye r. Sosyalist inşaanın gösterirse; e~er Rus proletaryası, üstelık karşılıklı tartışmaktan kaçındıladiğer sorll11ar gibi ulusal içe içten sı, yozlaşma bir güven saglama b~arısını yalnızca Rus birikmesine kadar ze günümü da ın sorunlar ama değil, a proleteryası ve köylüluğü arasınd neden oldu. Rus proleteryası ile öbür milliyetler köylülüğü . 1990'1ı yıllarda bürokrasi, dünya kapitalist arasında gerçek bir ittifak kurma başarısını payasasına entegrasyon programına uygun gösterirse sorun çözülmüş olacaktır. "6 yeniden yapılanmalara gıriştiğinde; ulusal çatışmaların, anlaşmazlıkların kaldığı yerden Ulusal Sorun ve Bürokrasi aleVlanerek kolaylıkla sav~lara, etnik boğazlaşmalara dönüşmasınin temelleri Proletaryanın köylülükle ittifakı, Ekim buradadır. Bütün ulusfarın, ulusal toplulukların Devrimi'nin itici güçlerinden biriydi. Çarlık ve bağımsızlık isteklerinin öne çıkması ayrılma ezici yasının proletar i Rusyasında sanayı 70 yıllık uygulamaların ardındaki gerçegi ortaya bölümünü Ruslar oluşturmaktaydı. Hatta Bakü, koymaktadır. T kent • Kazan gı'b'ı Rus 0 ımayan şehirlerde bile Başta Baltık ve Kafkas Cumhuriyetlerı' olmak aş an Ruslard bölümü proletaryanın ağırlıklı Ozere tüm ögelerinin ayrılmaya. kalkarak, oluşuyordu. Buna koşut olarak RSDiP'in Imparatorluğu'nun kadrolarının ağırlıklı bir bölOmu de Rustu. Karşılık SSCB'nin dağılması ona "Rus dırdı .. kaygılan ı bakanlar olarak biçimi" son olarak Rus köylülerini a~rı tutarsak ezilen bir taktik geçici uk, diktatörl tik bürokra Merkezi ı. uluslar"d "köylü de ulusların ağırlıklı bir böluma dişlerini ni, pen~leri n geri çekilmenin ardında Dolayısıyla Proletaryanın köylülükle ittifakı, göstermekte gecikmedi. Bir butOn olarak Rusya'yı sisteme kazanan emperyalistler ise, ihtilali, VKPIP/ Rezolutaly a k/1941/ c.1. s.495 · 5 Carr; Bolşevik 6 Stalln;"Marlcsizm, Ulusal Sorun ve SIJmOrgs/er Soruntl'

09-10100

42


........ .._._._.._. ._._.._. ._.._. ._._.._. . . ._._._... tart~ma

başlangıçta sırf SSCB'yi istikrarsızlaştırmak için ·destekler göründükleri ulusal bağımsızlık isteklerine bu noktadan sonra karşı çıkmaya başladılar. Çeçenistan'ın Rus tanl<larıyla işgal edHmesiı:ıe ses çıkarılmadı. "Gevşek" filan dense bile Rus Imparatorluğu, BDT 1Birleşik Devletler Topluluğu adı altında geleneksel sınırlarını korumayı başardı.

Sosyalist inşa Deneyimleri ve "BaQIŞikllk"

we .c

Sosyalizm kuruluş deneyimlerinden henüz yeterince dersler çıkarılmış da değildir. Hemen hemen her grubun özel bir sapiantısı ve tabusu vardır. Ondan yukarı çıkmak veya aşağı inmek istemezler. Kimileri için Lenin ya da Stalin tabudur, sosyalist kuruluş Lenin ya da Stalin sonrasında ihanete uğrar ve geri çevrilir. Kimileri için Mao Zedung, kimileri için Enver Hoca

sosyalizme geçiş devrim yoluyla gerçekleştiği halde: Sosyalizmden kapıtalizme g~şin evrim yoluyla oluşması mümkün müdür?" Eger böyle ise kapitalizmden sosyalizme geçişin de çatışmasız ve savaşımsız, evrimsel bir yol izleyeceğıne hak verilmiş olunmamakta mıdır? Işte can alıcı soru da budur: Bu bize sosyalizmin kuruluşunun başarıldığı iddia edilen ülkelerde, buralardaki "sosyalizmin" kitleler ve kadrolar nezdinde derin bir yabapellaşma ile karşı karşıya olduğunu gösterir. Ustelik sosyalizmin kuruluş aşamalarında Stalin, Mao ve Enver Hoca'nın muhaliflerine karşı ne kadar acımasız ve kararlı oldukları, "sosyalizmin düşmaniarına aman vermeyen" kaya gibi rejimler kurmuş oldukları iddie edUdiğine göre, rejim kendi zıddına evrim yoluyla nasıl dönüşebilmiştir? Bu, başkalarının ihaneti, dış koşullar vb. ile kolayca açıklanamayan bir iç zaaf göstergesi değil midir? En basitinden bu rejimler, ~k iddialı oldukları halde "revizyonizme", "geri dbnüşe", ''kapitalist restorasyona" karşı kandilerin savunamamış, çok kolayca bu sürece teslim olmuşlar demektir. Uzun süre bazı sosyalist teorisyenler geri dönüşlerin çatışmalı bir karşı-devrimle değil, tedricen evrimsel bir süreçle gerçekleştiğini savunmu~lardır. Yani sosyalist iktidarfar "karşidevrimle değil, "karş1-evrim!"le değişmiş

om

genge~

tartışılamaz.

olmaktadır.

Biz ise eğer bir geri dönü~ sözkonusu ise bu geri dönüşlerin bir karşı-devrımle mi, bir evrimle mi gerçekleştiğinden çok; bütün bunlara karşı parti kadroları ve işçi sınıfından emekçi yığınlardan neden direniş gelmediği konusuyla ilgilenmeyi yeğliyeceğiz. Çok gariptir ki, geri dönüş ve kapitalist resterasyana karşı çok duyarlı ve bilinçli olduklarını ilan eden ve SSCB'yi bu konuda kıyasıya eleştirmiş olan Ç,in ve Arnavutluk da SSCB'de eleştirdikleri akibetin aynısını yaşamaktan kurtulamamışlardır. Aynı tepkisizlik, ve sessiz onaylayıcı parti kadrosu ve kitle ... Bu durum bu kadar çok ele~tirici olmalarına karşın onların da "geri dönüşe' karşı geçerli bir savunma mekanizmalarının olmadığını gösteriyor. Bu açıklamaların ortaya 9.ıkardığı sonuç, adı anılan "sosyalizm"lerin kendılerini savunmak için bir bağiŞiklik sisteminden yoksun oldukları aerçeğidir. Sizce bunun açıklaması da ''kitle", ırsınıf', "parti", "öncü", "deVlet ve birey" birey ve sosyo-ekonomik sistem arasındaki siyasal yabanellaşma olgusunda durmaktadır. Bu da bize, aslında bu rejimierin değişmediklerini, yıkılmadıklarını, özgün bir iktidar biçimi olarak varolduklarını 9österen bir başka veri sunmu~ olmaktadır .. çunkü bu rejimierin ana karekterı, bürokrasinin 'egemen sınıf' haline gelmesi ve siyasal yabancılaşmadır.

ne

te

Bir an bu tezlerin doğru olduğunu, sosyalist kuruluşların bu önderlerin yitimi ardından yozlaşıp, çürümeye başladığını varsaysak bile, yine de ortada hi,ç yanıtianmayan sorular bırakır bu açıklamalar. Orneklere göre; sosyalist iktidarlar, büyük sosyal çalkantılar ve devrim süreçleri sonrasında gerçekleşmiştir. Sosyalist inşa ıse yine önemli zorluklar ve iç direnişlerle karşılaşmıştır. Ama her nedense bütün bu zorfukların üstesinden gelerek "sosyalizmi kurmu'" olan ülkelerin hepsinde de geri dönüşler, kapitalıst restorasyon süreçleri hiç bir önemli direnişle karşılaşmaksızın sessiz sedasız gerçekleşmektedir. Ne kendi kazanımiarına sahip çıkması beklenen parti aygıtından, ne iş'!i sınıfından, ne de emekçi kitlelerden hiÇbır karşı

ww

w.

koyuş, hiç bir muhalefet hareketi görülmez. Restorasyon programı uygulayan ülkelere tepkiler kendi işçi sınıflarından değil, hep dışarıdan uluslararası ~tışmalar boyutundan yükselmiştir. SSCB'yi Çin, QHC'yi Arnavutluk eleştirmiş, geri dönmekle, gıderek sosyalemperyalist politikalar izlemekle suçlamıştır. Devrimlerle kazanılan süre21erin yozlaşmaları, çürümesi ya da 'geri dönüşler'in bizzat aynı parti kadroları tarafından gerçekle~tirilmesi ve buna karşı ne parti içinden, ne de işçı sınıfından herhangi bir muhalefet gelişmemesinde bir gariplik, bir terslik yok mudur? Yalnızca bu bile, sosyalizmin mükemmelen kurulmuş olduguna dair anlatımların paradoksal biçimden çürütülmesine yeterlidir. En azından kurulu olduğu varsayılan sosyalist sistemin kendi kendini koruma ve sawnma zaafl içinde olduğunu göstermektedir bize. Parti kadroları ve işçi sınıfının, kendi iktidarlarının temellerinin boşaltılması karşısında neden böyle duyarslZ, savunmasız, tepkisiz, ilgisiz olduğunu anlamak zordur. Hangi sistem, hele devrimci bir iktidar bu kadar çalkantısız olarak kendi zıddına dönüşebilir? Kapitalizmden

09-10JOO

Siyasal Yabanellaşma


genge~

...... ...... ...... ..._._._ ._._._ ._._._ ._...... .... ~rtJŞma kapanma süreci yaşamalarında rolü büyük olmalıdır.

Esas olarak makalemiz boyunca üzerinde Parti'nin devlet aygıtıyla özdeşfeşmesi ve kurucu kadroların ayrıcalıklı bir yöneten sınıf haline gelmesiyle; işçi sınıfıyla emekçi yığınların yaşadığı sıyasal yabancalaşma olgusunun belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Nedir bu yabancılaşma? Yabancılaşmanın kaynaklarından biri -belki en önemlisi- felsefik, ideolojik anlamda yaşanan yabancılaşmadır. Sosyalizmin; bir yaşam­ düşünce-eylem birliği olmaktan çıkıp, sadece geleceğe ilişkin sosyo-ekonomik bir tasarım olarak algılanması; bilimsel bilgiye dayanması ve bu nedenle sürekli bir yenilenme içinde olması gereken sosyalist düşuncenin; ağır bir dogmalar, tabular yığını haline getirilip statlkleştirilmesidir. Tamamlanmış, yetkinleşmiş, herşeye çevap veren bir öğreti olarak algılanmasıdır. Izleyenierin sorgulamaları gerekmeyen, sadece daha iyi öğrenme ve daha iyi anlamada yarışabilecekleri bir doktrinl Sosyalizmin temel referansının doğaya ve kendine yabancllaf111amtş Ozgür · insan olması gerekirken, referanslar muğlaklaşmıştır. Bu haliyle sosyalist düşüncenin kendisi de kendisine yabancı bir şey hafıne

om

durduğumuz

we .c

Stalin, Kruşçev, Brejnev, Gorbaçov birbirlerinin yerlerini alıyorlar; hatta dönemler arasında birbirini reddeden siyasal uygulamalar oluşuyor ama bürokrasinin iktidarı aynı kalıyor... Stalin ve Kruşçev dönemlerindeki birbirine zıt söylemlere, uygulamalardaki müthiş farklılaşmaya rağmen, ne bir karşı-devrim ne de geri-dönüş söz konusu değildi. Çünkü bürokratik iktidar aygıtı ve onu denetiediği toplumsal sistem ana karakterini sürdürmeye devam ediyordu. Stalin sonrası gelen tüm parti yöneticileri ve uygulamalara SSCB proletaryasında, SBKP kadrolarında değil dışardakl sosyalist kitle ve hareketlerden eleştirı ve tepki almasının sırrı da budur. "Tek ülkede sosyalizmin kuruluşunun mümkün olmadığını" savunanların belli bir mantıksal tutarlılık gösterdikleri ve bugün gelinen yerde kendilerini doğrulayacak zengin argümanları sahip olduklarını kabul etmek gerekir. Ne ki, Troçkist 4. Enternasyonal partilerinin savundukları "Geçiş Programı" henüz herhangi bir ülkede uygulama şansı bulmadığı için bunun ne denli başarılı olabileceği veya aynı iç zaaflara karşı korunma başarısı gösterip gösteremeyeceğini bilemiyoruz. Gerçekte bu tartışmalar bir miktar aşılmıştır. Bilinen bir çok ülkede, üretim gücü olarak belli bir düzeyin yakalandığı; özel mülkiyetin yerine, kamu mülkiyetinin konulduğu; ekonomiye "kar'', "artı-değer", "piyasa" kurallarıyla değil, merkezi planlamayla yön verildiği, bir çok sosyalist kuruluş deneyinin yaşanmış olduğudur. Şu noktaya dikkat çekmek gerekir ki, ister sosyalizmin mükemmelen inşa edilip sonra tedricen geri dönüşlerin yaşandığını kabul edelim, ister sos~alizm kurma deneyiminin daha başında yozlaştıgını -hatta verili koşullarda mümkün olmachgını- kabul edelim, her durumda da devrim için harekete geçmiş olan kitlelerin , devrimci kadroların seyirci kaldıkları pasifikasyon değişmemektedir. Yani soru her iki durumda da geçerliliğini sürdürür. Ne ki sosyalizmin hatta komünizmin kurulup da adeta sihirbazvari ve çalkantısız bir biçimde birkaç yıl içinde tersyüz edildiğini savunanların cevap vermeleri gereken sorular elbette daha ağırlaşmaktadır. Bu deneyimler başarılarıyla veya başarısızlıklarıyla çok önemli bir pratiktir. Geçiş programının öngörüleriyle, yaşanan somut olguların analitik karşılaştırılmaları ilginç veriler sunabilir. Su da bir gerçek ki, bürokratizme karşı güçlü bir duyarlılık beyan etmek, gerçekte o tuzakları bartaraf etmek için yeterli bir silaha sahip olduğumuz anlamına gelmez. Sosyalist iktidarların tıkanmasında, iktidarın öncelikle üretici güçlerin geli~me düzeyinin geri olduğu ülkelerde ele geçirilmış olması; emperyalizmin yoğun kuşatması altında bulunmasının da; sosyalıst devrimierin ileri kapitalist ülkelere doğru genişleme değil içe

ww

w.

ne

te

gelmiş olmaktadır. Yabancılaşmanın temellerinden biri de, kur4Juş teorisi ve pratiğiyle ilgilidir. Uretim araçlarının Ozel mülkiyetinin kaldırılıp kamu mülkiyeti haline sokulması; mülk sahibi

09-10/00

sınıfların müfksüzleştrilmesi, kuruluşun

ilk

adımıdır, ama yeter adımı değildir. Kuruluş teorisi ve mantığının gereği, üretim araçlarının kollektif mülkiyeti sınıf adına bürokrasi tarafından üstlanilmiştir. Ekonominin merkezi planlaması ve toplumun yukarıdan ~ağı yeniden inşası, yöneten sınıfın eline ıum sosyo-ekonomik gücü de teslim etmiş olur. Işçi sınıfı, emekçi yığınlar, kapitalist sistemde olduğu gibi artı-değer üretmeye devam ederler. Bu torlumsal artı­ değerin tüm toplum için koliekti tarzda planlanarak, üretici güçlerin gelişmesine, toplumsal refaha aktarılacağı varsayılır. Sonuçta yöneten sınıf hem kamu mülkiyetinin tek denetleyecisi, hem de toplumsal artı-değer

üzerindeki tasarruf sahibi tek güç olarak tarih sahnesindeki yerini alır. Bürokratik yozlaşma ve sosyalist kuruluşun tıkandığı nokta, işçi sınıfının ürettiği artı-değere karşı yani, kendi emeğine karşı Y.abancılaştığı bu çızgi üzerinde yükselir. Çünkü, proletarya kapitalist sistemde de "sanal" sosyalist sistemde de emeğinin doğrudan sonuçlarıyla ilgisini tamamen kesmiştir. O artık sadece evine götüreceği ekmek ve çocuklarının bakırnma yetecek bir geliri olup olmamasıyla ilgilidir. Bir işçi için, fabrika sahibinin herhangi bir şirket veya patran olmasıyla; devlet veya bürokrasi olması arasında hiç bir fark kalmıyorsa, bu onu ilgilend.irmeyen bir ayrıntıya dönüşmüşse siyas~yabancılaşmanın başladıgı, sosyalist


genge~IBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBBIBIIBIBIBII~rtışma

emekçiler gerçekte yine mülksüzdüler; emekçiler kendi toplumsal arti-değerlerine yine yabancıydılar; arti değerin nasıl paylaştınlacağına da, siyasetin nasıl işleyeceğine de yine "onlar adına" birileri karar veriyordu.. Dolayısıyla üst yapıdaki el değiştirmeler emekçi yığınlar açısından kendi yaşam koşullarında doğrudan bir değişiklik ifade etn:ıedikça da h~bir anlam taşımadı, tepki görmedi. Insanın emegiyle ve toplumun kendisini yöneten iktidarla yabancılaştığı bir sistem elbetteki sosyalizm olamazdı.

olmayacağına göre, eski bürokratik merkeziyetçi tarzı savunan güçlü ya da güçsüz br iç muhalefet beklenmelidir. En tehlikelisi ve yanıltıcı olanı da

bunların kendilerini "Komünist" ilan ederek bu direnişlerini sosyalizm değerleri adına yapacak olmalarıdır. Naifçe bakanfar i~in bu "babaların" mücadelesi kolaylıkla "sosyalistlerin direnişi" olarak algılanabilir. Asıl muhalefet ise, Rusya ve BDT'nı n, eski Doğu Bloku ulusları işçi sınıflarının yeniden bilinÇ.Ienme ve örgütlenmelerine koşut olarak güçlü bir sınıf muhalefeti ortaya koymalarıyla olanaklı dır. Buradaki en önemli açmaz ise arkasında yozlaşma ve yıkımla sonuçlanan bir sosyalizm deneyi bulunan proletaryanın, devrimci

bir parti içinde örgütlenebilme, önderlik yaratma

yeteneğidir. Çünkü "Sanal sosyalizm" artığı eski bürokratik aygıtın elemanlarının, eski imtiyazlarının ve ayrıcalıklarının peşinde koşan eski Parti bürokrasisinin "düşmüş ve itilmiş"

we

Bu yüzdendir ki Ekim Devrimiyle başlayan sosyalist iktidarlar ve sosyalizmin kuruluş deneyimleri protataryaya büyük bir miras bırakmış, muazzam bir birikim yaratmıştır. Ama ortaya çıkan rejimleri "sosyalizm" olarak tanımlamak, gerçek sosyalizm projesini bu rejimlerle birlikte tarihe gömmek ofur. Emperyalist propagandanın yapmak istediği de budur. Bu rejimler özgün iktidar biçimleriydiler ve hiçbir biçimde sosyalist üretim tarzını da, toplumsal, ahlaki ilişkileri de temsil etmemekteydiler.

aygıtın kaybetmeyi göze alamayacağı bir~ok ayrıcalığı ve yetkesi de bulunmaktadır. Butün bir aygıtın birebir kendi yeni işbirlikçi burjuva-mafya karışımı oluşuma bırakması sözkonusu

.c om

kuruluşların, sosyalist iktidarlarında yaziaşıp bittiği yer tarnda burasıdır. Emekçilerin kamu mülkiyeti ''varsayılan/farzedilen" bir mülkiyetti;

ww

w.

ne

te

olarak çoktandır unuttukları sosyalizm söylemine ve sembollerine sarılmaları, sınıf muhalefetine ikinci bir yanılsama götürmaleri mümkündür ve herhalde en trajik olanı da bu olacaktır. Bürokratik Rejimierin Moskova meydanlarında kızıl bayraklarla Çözülüşü ve Direnişi yapılan muhalefet gösterilerinde, yeni ve gerçek Uzerine Sonuçlar ve Olasiliklar bir sosyalizm projesi yerine "eskiye özlem" ağırlıklı talepler dile getirilmesi, böyle yanılgılı bir Sterka Rizgari'nin 17. sayısında yayınlanan atmosfere işaret ediyor. Çünkü proletarya eski makalemizin temel düşüncesini, bürokratik adına sosyal güvencelerinin kaybolmasına, aY.gıtların kendilerini egemen sınıf yerine koyarak işsizlik tehlikesine, hayat pahalı lığına, yaşam yönettikleri rejimierin çökmedikleri, fakat zaten standardının düşmesine karşı tepkisini dile içinde oldukları sistemin "küreselleşen ekonomi" getiriyorsa da, herhalde istediği şey bürokratik koşullarına uyum süreci geliştirdikleri elitin ayrıcalıklarının geri alması, yoğun siyasal oluşturmaktaydı. Burada ise bu rejimterin yabancılaşma ve baskı koşulları deQildir. dayandıkları tarihsel arka planını çözümlerneye Dün "Sanal sosyalist" rejimleri dünya çalıştık. halklarına örnek sosyalist ülkeler olarak lanse Sonuçta bürokratik aygıtlar eski tarz edip buyurganlık yapmaya çalışanlar, bugün de varlıklarını sürdüremeyecekleri küreselleşme kendi bürokratik ayrıcalıklarını korumaktan başka koşullarında, kendi yeni yerlerini /kaderlerini/ güdüsü olmayan ve gerçekte emperyalist kendileri tayin etmektedirler. pazarda pay alma mücadelelerini antiBürokratik rejimler asıl şimdi, piyasaya empe!Yalist, devrimci direnişlermiş gibi sunarak entegrasyon programı içinde reformlar yoluyla "sanal' muhalefet pazarlamaya çalışanlar değişmeye başlayacaklardır. Bu evrimsel çıkacaktır elbette. dönüşümü olanaklı kılan en güçlü iki etmenden Türkiye'de Kemalizm, Ortadoğu'da Irak ve biri, cfeği~im !?rogramını bizzat bürokasinin Suriye'de Baasgll1k gibi olguları da Bürokratik kendisenın yürütmek durumunda olması ve aygıtların çözülü~ü ve direnişleri bağlamında ele bunun getirdiği avantajlarla kendini yeni işbirlikçi almak gerekir. Bır tür militanst bürokratik burjuvazi olarak örgütlemelde güçlük oligarşi olan bu rejimler, uluslararasi kapHalist çekmeyecek olması. Diğeri dünya kapitalizminin piyasaya entegrasyona karşı pazarlakç• bir entegrasyon programına oldukça elverişli direniş göstermektedirler. Ayrıcalıklarını koşullar sunmasıdır. korumaktan başka dertleri olmayan ve Halklarına Buna kar~ılık bürokratik iktidarların bu kan kusturan bu gerıcı rejimler bu noktada evrimsel dönüşümüne karşı iki yönlü muhalefet pazarlıkçı tutumları, "Uçüncü dünyacı solcu"lar de beklenmelidir. Biri bizzat bürokratik aygıtın tarafından kolaylıkla anti-emperyalist direnişler içinden gelecektir/gelmektedir. Ç,ünkü olarak parlatılmaY.a hazır görünmektedir. Tıpkı entegrasyon programına göre küçülmesi ve yerini Rusya'da eski reJim kalıntılarının yaptıkları gibi ... kapitalist piyasa kuralarına terketmesi gereken Sir diğer yanılsama da, küreselleşmenin bu 09-10/00

45


..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... ..... . ~rt~ma

rejimleri kaçınılmaz olarak değişime zorladığı idôiasıdır. Bu rejimierin sonuç olarak, ''Yeni Dünya Düzeni"nın ekonomik, siyasi ve askeri Y,aptırımları sonucu ister istemez serbest piyasa ıle birlikte liberal değerleri de kabullenerek değişrnek zorunda kalacakları savunulmaktadır. Bu öng()rünün gerçekleşebilme olasılığı, Irak, Suriye, Iran örneklerine bakıldığında iddia sahiplerini de caydırıcı bir direnme ile azalmaktadır.

yitirmiş olmasında durmaktadır. Sonuçta bürokratik aygıtlar eski tarz varlıklarını sürdüremeyecekleri küreselleşme koşullarında, kendi yerlerini lkaderlerini/ kendileri

we

Türkiye ise iddia sahiplerinin hararatle savundukları umutlu bir örnek olarak Ş.unulmaktadır. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Aday Uye olarak kabul edilmesi, Kürdistan sorunu dahil içte ve dıştaki tüm çatışmalı sorunlarda bu devlete hıssedilir bir siyasal destek verilmesi; buna karşılık olarak devlet yapısının küreselleşme değerlerine uyarlı bir değişime zorlanacağı vaadini de birlikte getirmektedir. Bu nedenle içte ve dıŞ_!a Türkiye'nin "demokratikleşecegi" beklentisi sanal bir biçimde pompalanmalaadır. Oysa ben tam tersini düşünüyorum; kapitalizmin küresel entegrasyonu, Türkiye örneğindeki gibi militarıst bürokratik oligarşileri, liberalize ederek değil, hemen hemen olduQu gibi sistem içine kabul ederek gelişmektedır. Aslında tüm veriler ışığında Türkiye'de ve Çin'de yaşandığı gibi devlet bürokrasinin -tam anlamı~a militarist bürokrasinin- kurallarıyla oynadıgı sürece tekelci bir sermaye grubu olarak da küresel sisteme kabul edilebilirliği mümkün görülmektedir.

Bütün örneklerde sözkonusu rejimlerdeki emekçi yığınların müllöyet ilişkileri, üretim tarzı içindeki rolleri değişmemektedir; hatta y~am standartları ve sosyal güvencelerinde düşüşler ve sarsıntılar olmaktadır. Tüketim malzemelerınin çeşitlenmesi ve kalitelenmesinin bedeli daha çok r,oksullaşma ve işsizlik olarak ödenmektedir. 'Uyum" ve ''Geçiş" programlarında emekçi sınıflar sisteme ''yabancılaşmalarının" bir ürünü olarak ya edilgen ya da, piyasaya ge~iş sürecini hızlandıran muhalefetin aktörleri olarak yer almışlardır. Beklenildiğinin aksine bürokratik rejimlerin, "reel sosyalizm•ıerin devrimci sosyalist eleştirisi ve alternatifinden hareket eden sosyalist muhalefet sözkonusu olmamıştır. Denilebilir ki, "sosyalizmin yenilgisi" ya da "t5unalımından" bahsedilecekse bu, bürokratik aygıtlar piyasa ekonomisi programını uygulamaya karar verdikleri için değil; bir zamanıann sosyalist iktidariarına güç vermiş olan kitlelerde sosyalist muhalefetin örgütlenememiş olması, prestijini

.c om

gengeşt

tayin etmektedirler.

Vanlan durak; Sistem in KOresel Krizi ••

te

1998 yılında kapitalizmin derin küresel krizinin habercileri birer birer ortaya çıktı. Gerçekte kapitalist sisteminin bugün "küreselleşme" bağlarnındaki temel karakteri sürekli ekonomik krizler olarak belirmektedir. Önce uluslararası kapitalizmin gözbebeği ve tüm dünyaya örnek olarak gösterilen "Uzakdoğu kaplanlari' Kore, Filipinle r, Singap ur ve Endonezya ardı ardına iflas ettiler •. Kriz yalnızca Kore'ye özgü bir sorun değil ardı ardına diğer ''Uzakdoğu kaplanları" da kağıttan birer fareye dönüşüverdi:Singapur ve Filipinter'de devam eden kasırga en son, 1 milyon komünistin katiederek iktidara oturmuş olan 30 yıllık Suharto yönetimi ve Endonezya ekonomisini çökertti. Ekonomik iflas, onun bekçisi olan siyasal üstyapıyı da altüst etti. Krizin küresel niteliği çok geçmeden kendini Rusy~'da gösterdi, ardından Türkiye ve diğerleri .. Agustos ayı ise Rusya ekonomisinin çöküşüne tanıkhk etti. Rusya 1991 'den bu yana hızlı bir piyasa ekonomisi programı uygulayarak dünya pazarındaki yerini almaya çalışıyordu. Uzun süredir süren kriz sonunda Rusya'yı bütün iç ve dış borçlarını ödemeyecek duruma geldig-ı"ni ı·ıan etmeye ~o··tu""rdu··,· yanı· ekonomi iflas etmişti. 13 yıl süreyle içbir borcunu ödemeyeceöini ilan eden Rusya, bu tarihten sonra ise onları ancak Ruble uzerinden ödeyebileceğini açıklıyordu. Bu trajik çöküş bütün dünya borsalarında pank yarattı. Çünkü kriz dalgasanı n katlanarak büyüyeceği ve birçok ekonomiyi vurabiieceği

ne

Bürokra sinin Piyasa Kapital izmini ihya Etme Çabala n

ww

w.

Sosyalizmin kuruluşu ve bürokrasinin rolüne ilişkin yanılsamalı durumu önceki makalemizde"Reel'" mi "sanal'" m1? başlığında tartışmıştık. Bu Omekleri; ilki, önderliğini Rusya'nın y~tığı eski SSB Cumhur!Y.etlerinde, bizzat eski bürokratik aygıtın yürüttügü sosyoekonomik entegrasyon ... ; Ikincisi : Polonya'daki örneğin ardından giderek eski rejimin bürokratik aygıtı ile burjuva muhalefetin bir biçimde uzlaştığı ve karma birJarzda birlikte yürütükleri uyum programı ... ; UçüncOsü: Dünya Kapitalst piyasasına entegrasyonun, KP iktidarı, Kızıl Bayrak ve M-L söylem altında yürütülmesi... Çin Halk Cumhu riyeti Genel hatlarıyla üç ayrı yol izlese de bir zamanların "Sosyalizm" kurma iddiasındaki Komünist Parti ve Devlet a t n1n (bürokrafk ı ygıı kastın) harıl harıl dünya kapitalist pıyasasına entegrasyon programını yürüttükleri, bunun öncülüğünü yaptıklan görülmektedir. Herşeyden önce bu, bürokrasilerin sistemin mantığıyla uyumlu mülk sahibi sınıflar haline gelmeleri için geçirdikleri bir transformasyon sürecidir. Bu yüzden uyum öncelikle bürokratik aygıtların kendile ri için geçerlidir. 09-10100


gengeşt••••••••••••••••••••••••••tarttşma

olmasıdır.

ww

w.

ne

Sistemin kronik hale getirdiği kriz dalgalarının sosyo-ekonomik ve siyasal etkilerini savuşturmak için "karşı bir alternatif" bulunmayışının da rahatlığıyla çözümler bulabilmektedir. Sorun şudur ki, kendi ekonomik ve siyasal alternatifinı dayatmak ve hayata geçirmek için, ideolojik-politik bunalımını aşamayan uluslararası sosyalist hareket güçsüz, emekçi sınıflar ise ya örgütsüz ya da sahte bayrakların altında toplanmaktadırlar. Emperyalistler bu küresel krizlerini de şu veya bu şekilde ama faturayı emekçi yığınlara yıkarak, onlara küresel bir felaket yaşatarak çıkacaklarsa, bunun tek sorumlusu, işçi-emekçi cephesinin kendisini tahkim ederneyişi olacak. Küreselleşme

om

'1ekelci devlet kapitalizmi" modelinde ve kapalı bir sistemde ekonominin tüm muslukları nı ellerinde tutamayacaklarını yeterince açıklamış olmaktadır. Beri yandan küreselleşmenın yaşadığı bir diğer paradoks da, yine devlet aygıtının bu programları uygulamakta en azından SSCB ve Çin gibi dev ekonomilerde öncüyürütücü bır görev üstlenmi~ olmalarında yatar. Kapitalizmin bir dünya sıstemi haline geldiğini Marksıstler daha yüzyılın başında belirttiler. O halde bugün kapitalizmin dünya sistemi olduğu yolundaki tezler eğer onun "kaçınılmaz, vazgeçilmez ve değiştirilemez" olduğunu iddia etmiyorlarsayeni bir tesbit değildir. Şu varki kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesinin önündeki engeller"kapalı, içe dönük ekonomik sistemler'' de dünya pazarına açılmış olmaktadır.

"Pazarın küreselleşmesilrekabetin küreselleşmesi" , "tek kapitalist pazar" aslında toplam art1 değerin uluslararasliaşmasi 'dır. Küreselleşme teorisyenleri "ekonominin uluslararasıla~mas!Yia devletin gücü arasında ters bir orantı' olduğunu söylerler. Yani "küreselleşme arttıkça devletin rolü küçülür".. Fakat burada da güçlü bir paradoks vardır: Tüm kapitalist süreçler gibi bu da kendi sonuçlarıyla çelişki halindedir. Devlet, özellikle kamu ekonomisi alanında bazı işlevlerinin kaybederken yerine başka fonksiyonlar kazanır ve özellikle,

te we .c

ortaya çıktı. Rusya devletçi kapitalist ekonomilerden, piyasaya dönüşen en seçkin model olarak gosteriliyordu. Eski rejimın bürokratlarının bizzat yürüttükleri bu ekonomik program sonucu aslında Rusya, başta eski bürokratik aygıt olmak üzere hemen hemen bütün asalak surülerinin, leş yiyicilerinin pay kapmak için üşüştükleri bir hayvan ölüsüne benziyordu. Artı-değer kontrolunOn aslan payını elinde tutmak isteyen aç gözlü bürokrası, kendini aynı zamanda "yeni işbirlikçi burjuva sınıfı" olarak ikame etmeye çalışırken; dığer yandan dünyanın her yanından üşüşen firmalar, kapkaçcılar ve içerde olağanüstü boyutlarda büyüyen mafya ekonomiyi yağmalamaya devam ettiler. Elbette aslan payını Avrupa, ABD ve Japonya gibi emperyalistlerin yedikleri bu ekonomi, sonunda bunca yağmalamaya dayanarnadı ve çöktü. Bu 9Öküş aynı zamanda uluslararası burjuvazinın, kapitalizmin zaferine ve kendini yenilemesindeki yeteneğine dizdiği övgülerinde çökü~ü oldu. Şımdi Rusya'daki ekonomik çöküşün yansıması siyasal alanda yaşanınaya başlanıyor. Diğer ülkelerde olduğu gibi Rusya'da da politikanın gerçek aktörü olan kitleler, özellikle de ışçi sınıfının örgütlü-siyasal bir özne olarak yerini almaması, krizden çıkışın "devrimlerle" değil, geçici iyileştirmeler ve mevzilerle kalacağını gösteriyor. Küreselleşme döneminin diğer bir karekteri ise 3. bunalım döneminin etkilerinin zamana ve alana yayılarak "sürekli kriz" halini almış

ve devrimci olanaklar

"Küreselleşme" ve "YDD" konularını ayrı bir yazı konusu olarak tartışmak gerekir. Ancak

geçerken birkaç saptama yapmak yerinde olacaktır. KüreselleŞmenin ana fikrıni "ekonominin uluslararasılaşması ile devletin gücü arasında ters bir orantı olduğu, küreselle~me arttıkça devletin rolünün küçüleceğine daır'' genel çizgi oluşturmaktadır. Bu fikir küresel ekonomi içinde burokratik aygıtların neden daha fazla 09·10JOO

sistemin teknik ve polisiye anlamdaki koruma yeteneğini arttırır. Küreselleşmenin

bu aşaması daha büyük "üniter devletfer" yerine, işlevi ve alanı küçültülmüş ama teknik yeteneği daha çok gefiŞ.tirilmiş "ulusal-yerel devletler"den oluşan büyük birlik ve federasyon örgütlenmelerine gerek duyuyor. Bu devletler eskinin her şeye kadir süper devletleri gibi güçlü olmayacaktır. Ekonomik, askeri, siyasal yetkelerinin bir çoğunu 4lustararası biriikiere terketmiş olacaklardır. Örneğin Slovakya, Çek Cumhuriyeti'nden ayrıldıktan kısa bir süre sonra Avrupa Birliğinin t>ir "Eyfilet devleti" haline gelmekten kurtulamıyor. Ingiliz Imparatorluğun'dan kopuşacak olan Kuzey Irianda da, Birleşik Irianda ile birlikte Avrupa Birliğinin içinde yer alacak. Eskinin güçlü emperyalist devletlerinin Avru~ Birliği içinde eşit haklara sahip EyaJet devletlerı haline gelmeleri yönündeki bir bütünleşme yaşanırken, örneğin Jngiltere'de yüzlerce yıl sonra bile olsa Galler ve lsko~ya'nın parlamentolarını ayırmaya karar vermı~ olmaları bu paradeksun en g~zel örneğıdir. Buna rağmen bilinir ki bu, Ingiltere'nin bölünmesi ve uluslararası düzende köklü bir peğişiklik anlamına gelmez. Bu sadece, merkezi Ingiliz hükümetinin yükünün biraz daha hafiflernesi anlamına gelir. Gevşek çok uluslu~k devletli birliklerle, daha çok par9aları diyalektigıne son derece uygun bir durum. Birleşme parçalann yok olmasiyia değil, çoğalip güçlenmesiyle oluşmaktadir. Feodalizm, kapitalizm ve emperyalizm


....... ....... ....... ....... ....... ....... ....... ... ~rtışma

çağında, sosyalist devrimler çağında devletleşma olanağı bularnayan KQrdistan, belki de küreselleşme konseptinde, parçalanma eğilimindeki büyük devletler yerine ikame

ww

w.

ne

te we .c

olacak olan zayıf küçük devletler döneminde devletleşebilecektir. Bu, bizim ulusal kurtuluş, bağımsızlık kavramımıza denk düşen bir devletleşma değil; dünya pazar ekonomisinin Kürdistan'daki teknik memurluğunu yapacak, uydu-aracı sınıfiara dayalı bir devletleşma modelidir. Soğuk Savaş ve sonrası konseptinde nükleer savaş tehdidi ve konvansiyonel silahianma yarışı sınıf mücadelesini dünya çapında caydırıcı /pasifize edici bir rol oynuyordu. Bunu siyasalideolojik koşullarından ayırtetmek olanaksızdır. Bugün ise emperyalistler nükleer bir savaş tehdidi yaratmak veya konvansiyonel silahların teknolojin tüm olanaklarıyla yetkinleştirilmesine ideolojik mazeretler bulmakta zorlanıY.orlar. Hayalı bir ''terörist ülkeler ve terörizm' söylemi bu metropolitan terörü meşrulaştırmak için çok cılız kalıyor. O halde büyük kitleleri sınıf mücadelesini pasifze etmek için kullanılan savaş tehdidi bu caydırıcı rolünü kaybetti mi? 1990'1ı yıllar konvansiyonel silah teknolojisinin denendiği Körfez Sav~ı, Kürdistan, Bosna, Çeçenistan gibi örneklere tanık olduk. Ayrıca nükleer güç sadece ABD ve Rusya'nın tekelinden çıkıp Ukrayna, Kazakistan $)ibi yeni aktörlerin eline de geçti. Fransa ve Cin teknolojilerini geliştirirken, Hindistan ve Pakistan kendilerini bu yolda geli~tirmeye adıyarlar. Dün butOn uluslararası gerilimler ve sınıf mücadelesinin ivmesi ABD-SSCB arasında iki kutba yoğunlaşmıştı. Bugün ise tüm bu gerilimler yüzeye yayılmış durumdadır. Bu yüzey emperyalist-kapitalist sistemin eşıtsiz ve bileşik gelişim yasasından kaynaklanan sOrekli devrim dOzlemldir aynı zamanda. Monthly Rewiew'ln $ubat 19n sayısında Bay SlVanandan ile Bayan Wood arasında, küreselleşme koşullarındaki devrimci olanaklar üzerine ilgin2 bir tartışma yaşandı. Bay Sıvanandan ın, emperyalist ekonominın geçirdiği teknolojik evrim ve bunun yarattığı değişikliklerin dikkate alınması gerektiği yönündeki haklı uyarılarının yanı sıra, Bayan Wood'un devrimci enternasyonalist olanaklar hakkı ndaki görüşleri de dikkate değer. Bayan Wood, " .. eğer devlet, küreselleşmiş ekonomide sermayenin içinde hareket ettiğt bir kana/sa, aym şekilde antikapitalist bir kuwetin, sermayenin can damartm koparacaği bir araçtlf da." derken son derece haklıdır. Bu görüş l:tklll bir anti-kapitalist mOcadelenin ancak enternasyonalist tarzda öraOtlenebi~l gerçeğiyle çelişmez. Bu anfamda Ortadogu gibi emperyalizmin can damarlarından birinin üzerindeki Kürdistan'ın devletleşmasinde sosyalist iktidar seçeneği belki de, sistemin kan damarlarını tıkayacak ve onun krizini hazırlayacak etkili etmenlerden biri olabilir.

"Sosyalist enternasyonalden önce kapitalist enternasyonal gerçekleştiğini" söyleyenler, Küreselleşmeyi kapitalist enternasyonal olarak mı görüyorlar? Eger öyle ise bu, sosyalist enternasyonal için bir engel oluşturmaktan çok, işçi cephesinin yalnız ulusal sınırlarla değil, sektörel farkiıiı Iar, iç tabakalaşma ya da siyasalideolojik-kültürel eksendeki çok par9'ilalığını birleşik bir güce dönüştürmeda yenı olanaklar yaratmıyor mu?

om

gengeşr

09-10100


..._..._..

genge~_.._._._._._._._._._._._._._._

._._._._._

Toplumsal derinliğinde bir çok neden olmakla birlikte, tanrılaştırıtmanın gönünürdeki temel dayanağı, eleştiri kısırlığı ya da eleştiri yokluğudur. Bunun en basit örneği, din ve dinsel tanrı tasarı mıdır. Çünkü din, ona bağlanan ve dolayısıyla tanrısına tapan kimselerce eleştirilemez önermalerden oluşur, yani dogmalardan .•. Ama dogmaları ).'alnızca dinsel ideolojiler üretmez; başka, özelllkle modern siyasal ideolojik önermelerinde kimi dogmalara dönüştükleri bilinmektedir. Bu anlamda, "bilimsel sosyalizm" de çoğu kere "dinsel sosyalizm"e dönüşrnekten kendini kurtaramamıştır. Çünkü ona da kul köle olunmuş söylenen ve yapılanlar göz9 kapalı .bi9imde, eleştiriJip tartışılmadan

.c om

Stali n Eken ler ya da Gorbaçev Biçenler·

~rt~ma

benımsenmıştır.

Gü rda 1Aksoy ideolojisiz insan düşünülebilir mi? Ya da insan? Bir kıbleye sahip olmak mıdır ideolojisi olmak? O halde bu, her ideolojinin mutlaka bir kıblesi olduğunu mu gösterir? Kıblesiz ideolojiler olamaz mı? Anarşizmi bir yana bırakacak olursak, yeryüzünde kıblesi olmayan ideolojilerden biri de sosyalizm' dir. Çünkü o, ne devlet, ne lider ve ne de herhangi bir toplumsal kesimi kutsamak için kurulmuştur. Tam tersine sosyalizm, son tahnlde devletin sönümlenmesinden, toplumsal sınıfların ortadan kalkmasından ve insanların toplumsal olarak kendi kendilerinin yöneticisi olacağından, yani eşit ve özgür insanlıktan sözetmektedir. Ama, pratikte hiç de böyle olmamaktadır, hiç de böyle olmamıştır. En başında Marks'ın kendisi, işçi sınıfını ilahi bir kudret gibi geleceğin mistik kurtarıcısı olarak tasarlamış ve devrimin önce kaP,italist Avrupa'da patlak vereceğini mujdelemiştir. Bu yüzden, Marks'ın proleter devrimi beldeyişi kimilerince bir mitos sayılmış, dahası, Marksizmi özelleşmiş bir "mitler kompleksi" olarak nitelenmiştir. 1 Doğrusu, Marksistler olarak bu tür düşüncelerden rahatsız olsak da, Marks'ın da, Lenin'in de ve hepsinden öte Stalin'in de sosyalizme ~u ya da bu açıdan birer kıble armağan attıklerini söyleyebiliriz. Peki nedir bunlar? Geçen yazımızda2 belirtmiştik; Marks'ta işçi sınıfı, Lenin'de parti, Stalin'de ise lider birer laik tann konumuna yükseltilmiştir. Yanlış anlaşılmasın; elbet biz bunları yok saymıyor ya da yadsımıyoruz. Biz yalnızca, devrimci sosyalizmin doğasına aykırı bir şeyi reddediyoruz ve reddettiğimiz ise, her üç öznenin (işçi sınıfı, parti ve lider), bir kutsallık atfedilirsecesine abartılması, şişirilmesi, yani tanrılaştırılmasıdır.

Dolayısıyla, Marks'ın ve Marksistlerin varolan tüm toplumsal gerçeklikleri kavrayışı eleştirel olmak zorundadır, Ama bu eleştirelliğin on üne ne yazık ki yine Marksist-Leninist dogmalar tıkamaktadır. Sözgelimi, Lenin'in "devrimci partiler tartışma kulüpleri değillerdir'' sözü, bugün tam bir dogmaya dönüştürülmü§ olup, en kü9ük bir eleştirinin en basit farklı düşuncenin üzerınde bile Demokles'in kılıcı gibi sallandırılmaktadır. Bu gibi yaptırımlar, özgür düşünmeyi ve özgürce bağlanmayı engeliernekte ve sonu~a. sosyalizmın öngördüğü özgür yeni ınsan yerine, eleştiremeyen, düşüncesini söyleyemeyen, buyruk almaya ağzını açmış iradesiz kole ruhlu tiprer ortaya çıkarmaktadır. Bu bakımdan, en başta Marksist önderlerin söylediklerine eleştirel olarak bakmak gerek. Bu yönde, bir zamanlar "Das Kapital"in Kutsal Kitap ~ibi okunmaması gerektiğinden sıkça sözedılirdi; böyle olmakla birlikte, aksine Kutsal Kitapların tam da "Das Kapital" gibi okunması gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak bunlar yapıldığında, söz ve davranış kalıplarının birer tekrarlayıcısı olmaktan çıkılıp, özgür birey olabilme yoluna girilm!§ olur. Yazık ki, sözlü kültürün egemen oldugu, yazının henüz tam olarak kültürleşmediği toplumlarda, ezbere dayalı kalıp sözlerin bıktırıcı bir tekrarı sözkonusudur. Bu yönüyle, daha yazılı bir kültürel düzey oluşturamamı~ halkımızın, çok da eleştirel bir bilin!; geliştirdıginden sözedemeyiz. DolayısıY,Ia, bugun olup bitenlerin bir hazır lokma gibi yiyılip yutulduğunu, hiçbir analitik bakışa konu edilmediğini görüyoruz. Bu kültürün, tam da karşı çıktığımız egemen kültürün bir kopyası olduğunu söylemeye bile gerek yokl.. .. Kaldı ki, amaç siyasal mücadeleye kullar katmak olmamalıdır; amaç, siyasal mücadeleye özgür bireylerin katılımırn sağlamak, bireylerin özgürleşmesine katkı sunmak olmalıdır. Bu da ancak ele§tirel özgür bilinçle olur. Çünkü, eleştiri özgürluğünün olmadığı yerde, ancak yağcılar ve sağcılar

ww

w.

ne

te

we

kıblesiz

Marks'ın en sevdiği sözlerden biri, herşeyden şüphe edilmesi gerektiğine dair eski bir sözdü; l>ellikl, Marks'ın sözünü ettiği paranoid bir şüphe değil, epistemolojik (bilgi kuramı) bir şüphedir.

· 8 Ekim 1999'da Özgür Politika'ya gönderilen ancak

yayınlanmayan bu makalenin eskı başlığı •ideoloji ve Kıble"dir.

• Pozitivistlerin yaptığının aksine, siyasal mücadelede mitosların tümüyle bir kenara bırakılmasından yana olmamakla birlikte, devrimci ideolojinin dinselleştirilmesini ve söylemin tü.müyle teolojik kılınkasını kabul edemeyiz. 2 "Entellektü el'in Imgesi" Özgür Politika 29 Eylül 99 09-1IWO

49


..... ..... ..... ......_. ._.._. ._...... ..... ..... ..... ~rtışma sonunda - Nasıl açıklıyorsun bu durumu? Kız bize Tanrı'ya inanır gibi inanmıştı? - Evet, dedim, 'işin en Rötü yanı da bu ya. Bize fazla inandı. -Ne olmuş inandıysa? Belki de sen inanmamasım isterdin, öyle mi? -Bu kuşkusuz daha iyi olurdu. Çok aşırı bir inanç en kötü müttef(ktir. Bu fikre kapılmış olarak, bir söyleve giriştim: 'Insan bir şeye harfiyen inandığında, inanç bu şeyi saçmalığa iter. Bir politikanın gerçek savunucusu, bu politikanın safsatalanm hiçbir zaman ciddiye almaz, yalnızca bu safsatalar ardında gizlenen pratik amaçları ciddiye alır. Çünkü politik klişeler ile safsatalar biz onlara inanalım diye yaratılmamışlardır; onlar daha çok örtük olarak benimsenmış mazeretlerdir. Onları ciddiye alan safdil kişiler bu klişelerde ve satsatalarda er geç çelişkiler keşfedecekler, isya.iı etmeye başlayacaklar ve sonunda rezilce birer sapkın ya da dönek olup 9ıkacaklardır. Hayır, aşırı bir inanç hiçbir zaman iyı birşey getirmez; yalnızca dinsel ve politik sistemlere değil, bu küçük genç kızı çekmek için başvurduğumuz kendi sitmemimize bile!.." Öykünün anlatıcısının da söyledial gibi, "kız onlara Tanrı'ya inanır gibi" inanmıştırL Işte devrimci siyasette de tehlikeli olan budur, Tanrı'ya inanır gibi ınanmak!.. Marks herşeyden bilimsel anlamda şüphe ederken, Marksistlerin aY.nı bağlamda hiçbirşeyden şüphe etmemelerini şüpheyle karşılıyorum. Bilgi düzer'nde şüphe etmemek, siyasal olayları ele,tire kavrayamamak, sonuçta hiçbır şeyi bir türlü anlayamayan yığınlar ile hiçbir yönüyle

we

boygösterir ve böylesi ortamlarda, ancak sloganlar ve·politik propagandatarla yürünür. O nedenle, örnek olsun diye yazıyorum, ''padişahım çok yaşal" ile ''yaşa Mustafa Kemal Paşa!" sloganran arasında bir yönüyle önemli bir fark varken, bir yönüyle de h~bir fark yoktur. Önemli fark, padişah ile M.Kemal in konumlarında, kimliklerinde düğümleniyor. Ancak, halka gelince, her iki kalıp sözün de, son tahlilde işlevi "aynı" olduğundan, belki de hiçbir fark yoktur. Sonunda gelip düşülen tuzak; acaba hep aynı mı olmaktadır? Kral öldü, y~ın kral! ... Eleştiri özgürlüğünun önüne geçen, dolayısıyla devrimci demokrasinin oluşumunu engelleyen ve devrimin kimi ögelerini birer kıbleye çeviren bir çok gerçeklik var. Bunun bizdeki payandaları da çok, ancak birine, burada özellikle değinmelde yarara görüyorum. Bu, öznesi olmadığınız ektinliği eleştiremeyeceğiniz şeklindeki dogmatik düşüncedir. Yani, bir etkinliğin içinde değilseniz, ona ilişkin söz söyleme hakkınız da yok anlayışından sözediyorum. Bunun yanlışlığını ortaya koymak i9in, konuyu etraflıca değerlendirmeden, çok önceleri bir arkadaşımı n bu anlayışı eleitıren şu espritüel cümlesini aktarmak istiyorum; 'Ne yani, Demirel'i eleştirrnek için, b~bakan mı olmak lazım!.. •. " (Bu söz söylendiğınde Demirel

.c om

genge~

başbakandı)

te

Bu noktada, düşüncelerin yanlışlığını ortaya koymanın yolu, sözkonusu düşünceyi öne sürenlere karşı şiddet uy_gulamak değil, olsa olsa doğru olarak seçilen, dogru oldu~una inanılan bir başka düşünceyle yanıt vermektır. Olması

anl~ılamayan tanrılar yaratır. Dolayısıyla, düşüncelerin çiçeklenmesini (ki Mao pek güzel söyler; "Bin çi9ek a~ın, bin fikir tartışılsın" der) önlemek, Staıın örneğinde olduğu gibi, ideoloji bahçesinde yalnızca ayrıkotu biçmekle sona erer. Zira artık iyi biliniyor ki, Stalin ekenler Gorbaçov

biçer!..

ww

w.

ne

gereken budur; düşüncelerin sosyalist potada yer alması gerekir. Bu sayede birbirimizi anlamış ve tanımış oluruz; bu sayede düşmanı da iyi kavrayabiliriz. Aksi halde, kendimizle çatışmalı, ama karşıdakilerle barışık olan toplumsal zemini kendi ellerimizle kurmuş oluruz. En başa dönüyor ve ideolojiterin kıblesiz (özellikle sosyalizmin) olabileceğini tekrar belirtmek istiyorum. Bunun daha zor, ama sapa sağlam bir yol olduğu ortadadır. Diğer yol, yani kıblecilik, ideolojik yayılmayı olduğu kadar, ideolojik 9özülmeyi de kolaylaştırmaktadır. Efendi köle kültüründen kaynaklı insanların kıbleciliğe dönük yüzleri, ideolojiyi bir dinsel dogma haline getirince, sonunda kıbleler birer birer parçalanıp döküldüğünde. ideolojik inançtan da eser kalmaz. Milan Kundera, "GüiOnesl Aşklar'' adlı yapıttnda, "Sonsuz Arzunun Altın Elması" öyküsünde,. buna ilişkin güzel bir diyalog yazmıştır. Oykünün bir yerinde, güzel bir kızla arkadaşlık kurmak isteyen ve kendisinin yaman bir "çapkın" olduğunu düşünen Martin, öykünün başkahramanı (ve aynı zamanda anlatıcısıl olan arkad~ıyla birlikte kızla tanışlıktan sonra, kızın eve gidıp döneceğini umup parkta beklerneye koyulurlar., ancak kız gelmeyince aralarında şu diyalog geçer: "Dinle Martin, galiba artık gelmeyecek, dedim 09-10100

50


gengeşr•••••••••••••••••••••••-tartlşma Lozan'ı ikinci kez onatma ve imzacı devletlerin sayısını genişletme olanağına kawşmuş olacak. Türkiye, AB'ne tam ÜY,e olması halinde hem

Politik Perspektifler

yapacaktır. Kürdistanlılar, başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere, diğer siyasal haklardan da yoksun durumdalar. Avrupa'daki diğer göçmen halklar gibi onlar da en ağır işJetde çalıştı(rıldı)kları ve gerek vergileriyle gerek ürettikleri artı-değerlerle ekonomiye büyük "girdi" sağladıkları halde

ew e. c

(/)

mevcut sömürge statükosunun devam etmesi yönünde büyük bir avantaj kazanmış olacak hem de Avrupa Birliği devletlerini hukuksal ' olarak da mevcut statüqo'nun aktif koruyucusu haline getirmiş olacaktır. TC, bu arada AB üyelik müzakereleri tamamlanıncaya kadar, Kürt'lerin temsil hakkı kazanmış güçlü ve örgütlü bir taraf olarak ortaya çıkmaması için ne gerekiyorsa

om

Avrupa'daki Kürdistanll/ar ve

murat satık

.. K!mi verilere göre, Avrupa'da yaşayan Kurdıstanlıların sayısının bır buçuk milyonu aştığı tahmin ediliyor. Bunun yarısından fazlası (yaklaşık sekizyüzbin) Almanya'da yaşıyor.

.n

et

AY,rupa devletlerinin v~tand.?şlığına geçmiş Kurdıstanlıların sayısıısa yuzbinleri buruyor .. Avrupa, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nde yer alan siyasal hareketler tarafından da bir örgütlenme alanı olarak seçilmi~ durumda.. Daha ço~ Kürt kitlesini "milliyet" temelında örgütlemeyi onune koymuş olan bu hareketlerinin büyük bölümü, Avrupa'daki varlık nedenlerini ve hedeflerini henüz net biçimde tanımlamış değiller .. Kürdistanlıların Avrupa'daki nüfusu dünyadaki bir çok devletin nüfusundan' fazla.. -Ki Avrupa'da nüfusu üç yüz bine ulaşmayan · devletler var- Buna karşın, henüz ayrı bir ulusal topluluk olarak varlıkları tanınmış değil. Avrupa Birliği Parlementosu'nun, 12.06.1992 tarihli ve A3-0192/92 sayılı "Kürt Halkmm Haklari'na iliş_kin kararı ile, yine Avrupa Divan1'nın 1998'de aldıgı

siyasal karar süreçlerinden dışlandıkları için devlet politikalarına etki etme fansları zayıftır. Seçme ve ses:ilme hakkı olan 'Avrupa vatandaşı" Kürdistanlılar ise, bu haklarını örgütlü toplumsal bir güç olarak kullanmaktan uzaktırlar. Buradaki yasal partiler içinde çalışan az sayıdaki Avrupa ''vatandaşı" Kürdistanlının, politik süreçlere etkisi ise yok denecek kadar azdır. Diğer emekçi göçmenler gibi Kürdistanlılar da "yabancı"lara yönelik ırkçı tepkiler ve devletlerin uygulamaları karşısında; oturum alamama, işini kaybetme korkusu vb. nedenlerle sistemle uzlaşmaya, uygulamalara boyun eğmeye oldukça yatkındırlar. Yaşadıkları ülkenin idari ve siyasi sistemini, yasalarda var olan sosyal ve siyasal haklarını da yeterince bilmeyen göçmenler; sosyal, ekonomik, hukuksal ve sağlık g!!Ji sorunlarını da, daha çok b!reys~l çabalarla çozmeye çalışıyorlar. "Ekonomık" göçmenlerin tamamı, politik mültecilerin ise büyük bölümü, bireysel ekonomik sorunlar içinde bocalayıp durmaktadırlar. Hatta denilebilir ki bireysel ekonomik kaygılar, göçmenlerin yaşamlarında neredeyse belirleyici öneme sahiptir.. Göçmenler yaşadıkları ülkenin siyasal yönetimlerine ve karar süreçlerine etki etmek ve yaşam koşullarını iyileştirmek için, ekonomideki güç ve ağırlıklarını ortak örgütlenmelerle politik arenaya taşımaları konusunda da, gereklı donanı ma sahip değiller. Ekonomik ve sosyal hak kısıtlamalarında, öncelikle ''yabancı"ların hakları kısıtlanmasına rağmen, bu duruma ciddi hiç bir tepki göstermedikleri gibi, ekonomik ve sosyal haklarını genişletme amaçlı işçi direnişleri ve grevierine de çok az katılım gösteriyorlar, hatta yer yer grev kıncısı rolü aynadıkları da söylenebilir. Ekonomik-siyasal ve toplumsal sorunların asıl nedenlerini gizlemek, hem ''yabancıları" hem de Avrupa emekçilerini manipule etmek için Avrupa devletleri tarafından kontrollü biçimde geli~tirilen ırkçı-faşist hareketlerin "yabancı"lara dönük fiili saldırıları da, onları, var olan haklarını koruma ve geliştinne mücadelesinde yer almak

ww w

"Azmllk Uluslarm Haklafi Bildirgesi' kararına bakıldığında; "Avrupa devletlerinden birinin vatandaşltğma geçmiş ve nüfusu belli bir saywa ulaşmtş göçmen toplulukianna 'azmltk' haklarmm tanmmast" öngörülmesine ve bu

kar~lar~~. ~prtlerin federal yapılanmaları, kültür ve wdıllerı guvence"(l) altına almasına rağmen, yogun olarak yaşadıkları Avrupa ülkelerinde ayrı bir "ulusal topluluk'' olarak haklarının tanınm_aı;n~ı, bir .~anıyla Avrupa devletlerinin nasıl bır 'Kurt polıtıkası"na sahip olduklarını ortaya koyarken, öte yandan Kürdistanlıların hukuken kabul edilmiş haklara işlerlik kazandıracak örgütlenmelerden de yoksun olduklarını ortaya koyuyor. Öyle görülüyor ki, yakın gelecekte Kürdistanlılar örgütlü bir se9enek olarak sürece müdahele etmezlerse, önümuzdeki dört yıl içinde Avrupa Birliğine tam üye olmaya hazırlanan Türkiye, AB'ne üyelikle bırlikte,

09-101'00


. . . . . .11tart~ma vb. gibi uluslararası gü~ ve oluşumların gündemine girmesinde ve 'çözüm" sürecinin hızlanmasında oldukça etkili oldular. Kürdistan sorununun çözümüne önemli katkılar sunacak bir potansiyele sahip olan sürgün Kürdistanlılar ise, Avrupa devletlerinin "Kürt politikalarını" etkileyecek örgütlenmelerden ybksundurlar. Aynı durum sömürgeci metröpoller için de geçerli. Bugün büyük metropol kentlerinin bir çogu neredeyse bir Kürt şehri haline gelmiş durumda.. Kürdistanlılar sömürgeci metropollerde Türklerle birlikte toplumsal yaşamın iki temel gücünden birini oluşturuyorlar artık. Buna karşın, toplumsal ve siyasal yaşama etki düzeyleri bu güçleriyle orantılı değil. Bu da, Kürdistanı siyasi hareketlerinin politik perspektiflerini, örgütlenme yöntemleri ve araçlarını radikal biçimde sorgulamaları gerektiğini ortaya koyan olgulardan biridir. Kürdistanlıların emperyalist ve sömürgeci metropollerdeki varlığının, yer yer öznel-iradi nedenlerle açıklanmaya çalışılması da ciddi bir yanılgıdır. Diasporadakl Kürt varlığı sömürgeci politikaların bir sonucudur ve bu sonucu var eden nesnel temeller ortadan kalkmadı.kça da bunun önüne geçme olanağı yoktur.. oyıeyse politika ve örgütlenme, bu nesnel gerçeklik dikkate alınarak belirlenrnek zorunda. Bu noktadan hareket edildiQinde KOrdistanlıların baskı, zulüm, katliam, surgün, açlık ve setalet gibi nedenlerle emperyalist ve sömürgeci metropollere akmasının yarattıöı/yaratacağı tahribatların bilimsel çalışmalaila ortaya konulması önemli bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte asıl yapılması gereken şey, sürgün ve göçmen bir halk olmanın ortaya çıkardığı yeni olanaKları, yeni mücadele dinamiklerini tespit etmek; her türlü yozlaşma, çürüme, kimlik 9,Btışması içinde dejenere olma, gettolaşma, ehlıleşme ve eriyip yok olma gibi tehliklere karşı güncel ve t~mel görevleri somutlaştırmak olmalıdır. Ilki bilimsel araştırmayı, ikincisi politika ve örgütlenmeyi içeren bu ikili g_örev, birlikte ve içiçe yürütülmelidir. çünkü iradi müdahaleyi ve dönüştürmeyi amaçlamayan bir "öğrenme"

ew e. c

sığınmaianna yol açıyor. "Demokratik" makyajı gittikçe silinen Avrupa devletleri ise, bu politikayla ırkçı-nazi hareketlerine karşı ''yabancı"ları "koruyan", "kollayan" bir kimlikle kendini sunma olanağı buluyor. Burada bır parantez açarak, Avrupa'da gelişen ırkç-faşist harekete ilişkin bir saptama yapmakta yarar var. Devlet çalışma izni vermediği göçmen ya da ilticacı yabancıları hem işsizliğin nedeni hem de Avrupalıların verdiği vergilerle geçinen, bu yüzden onların yaşam standartlarının düşmesine yol olan asalaklar olarak empoze ediyor. Bununla ırkçı-faşist hareketin gelişimine elverişli ortam saglanırken, diğer yandan nem sosyal ve siyasal hak kısıtlamaları karşısında devlete dönük tepkilerin hedefi saptırılıyor, hem de ''yabancı"lar bütün olumsuzlukların kaynağı gösterilerek, bir an önce kendi kimliğine yabancıtaşarak sisteme entegre olmaları ve en aQ.ır koşullarda çalıŞmak zorunda kalmaları için üzerlerinde toplumsal

om

gengeşt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . uluslarasılaşmasında, BM- AB-ABD yerine, savunma refleksiyle devlete

baskı oluşturuluyor.

ww w

.n

et

Neo-naz izm ve ırkçılık bu atmosferden besleniyor. Avrupa'yı uygarlığın merkezi ve kaynağı, Avrupa dışı halkları ise "ilkel" ve ''tembel" olarak sunan Avrupa merkezci bakış da, ırkçılığa ve neo-nazizme besleneceği ideolojik dayanak lar sağlıyor. Avrupa'd aki sermaye birikiminin ve zenginiikierin hala büyük oranda Avrupa dışı ülkelerden sağlandığı, Avrupa'daki "yabancı" emeğinin yine Avrupa ekonomi k yaşamının temel direklerin den biri olduğu gizlenirken, göçmenlerin Avrupa'lıların sırtından geçinen asalaklar olarak empoze edilişi, Avrupa devletlerinin tamamında, Avrupa halkının da çc:ık büyük bir bölümünde var olan gizli 1rkç1hğa kaynak teşkil ediyor. Zaten asıl tehlikeli olan da sık sık televizyonlara çıkarılan üretim dışı ve lümpen ögelerden oluşan işsiz ve mutsuz genç dazlaklar değil, bunların arkasındaki milyarder işadamları, devletler, ırkçılığı besleyen egemen politikalardır. Geçelim.. Kürdistanlıların ekonomik, sosyal ve nüfus güçleri ile, devlet politikalarına etkileri arasındaki orantısızlığın nedenleri, Avrupa devletlerinin göçmenleri etkisizleştirmeye dönük başarılı pofitikalarından önce, Kürt politik güçlerinin örgütlenmedeki başarısızlıklarında aranmalıdır. Benzer durumda oran, ancak sOrgün ve göçmen kimliğini bir avantaja dönüştüren başka halkiara bakıldığında, sorunun önemli ölçüde Kürt hareketinin siyasal ve örgütsel yanlışlarında durduğu daha iyi anlaşılır. Daha önce yerindenyurdundan edilen bir çok sürgün halk, bu reel durumlarını bir avantaja dönüştürmeyi paşarabilmişlerdi. Diasporadaki Yahudilerin, ısrail'in kuruluşunda önemli .bir rol oynaqıkları biliniyor. Yine Amerika'dakllrlandalılar, Irianda sorununun "çözüm" sürecine ~ irmesinde son derece etkili oldular. Aynı şekılde sürgündeki Eritreliler, Filistinliler, taleplerinin 09-10100

çabası, yı:ışanan haksızlıkların farkında olduğu

halde değiştirmek için bir şeyler yapmayan "bilinçli köleler'' yaratmaktan başka bir anlam taşımaz. Feurbach üzerine sekiZinci tez'de de vurgulandığı gibi; "Toplumsal hayat esas itibariyle pratiktir. Teoriyi mlstisizme çevfren Sirlarm hepsi, ak/i çözum/erini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaş1fmasmda bulut'. Pratiğin "doğru" aniaşılma aracı olan bilim ve teoriyi önemsemayen kaba müdahale girişimleri ise, mutlak yenilgi demektir. Demek ki göçmenliğin ve mülteciliğin tehlikelerini sayıp dökmek ve felaket telalliğı yapmak tek başına bir şey ifade etmeyecegi gibi, fırsat ve olanakları örgütleme, sürece müdahale 52


genge~ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

etme görevinin savsaklanmasına da yol açar. Geçmişte daha çok bu yapıldı, tesp.itçilikle

yetinilcfı.

Dikkat edilmesi gereken yanılgılardan biri de, büyük çoğunluğu ekonomik göçmen olan diasporadaki Kürtler ile politik kadroların durumunun aynı ölçüler içinde

. . . . . ~rt~ma

Politik kadroların durumu ve Avrupa'daki varlığı ise, yer y_er benzer nedenler içerse de daha farklı ölçulerle ele alınmalıdır.

ww

w.

ne

te

we

.c om

Politik ögelerin bir bölümü örgüt ve partilerin program hedefleri içinde Avrupa'ya çıkmışlardır ve siyasal hareketlerin önceliklerine göre alan ve ülke de değiştirebilirler. Bunların büyük değerlendirilmesidir. bölümünün sisteme entegre oldukları, alan ve Avrupa'daki Kürtlerin varlığı, sömürgeülke değiştirme imkanlarını Y,itirdikleri de bilinen sömürgeci ilişkilerinin bir sonucudur ve salt iradi bir gerçeKtir. KuŞ,kusuz örgütlerin kadro istihdam nedenlerle açıklanamaz. Kürdistan'ın dört politikaları, öncelikleri, alan seçimi doğru parçasında onlarca bulunmayabilir ve . yıldır uygulanan sürgün eleştirilebilir, bu mümkündür ve jenosid politikaları, öyle görülüy or ki, yakın gelecekte ve mutlaka y:Sılmalıdır da.. işsızlik, açlık ve Kürdistanlılar örgütlü bir seçenek ~~.;1ldı~ızag1gi yoksulluk gibi olgular, milyonlarca olarak sürece müdahele programlı biçimde ~ada ağır Kürdistanlının etmezlerse, önümüzdeki dört yıl cezalara çarptırıldıgı için metropollere akmasına içinde Avrupa Birliğine tam üye Avrupa'ya 9.ıkan politik neden olmuştur. olmaya hazırla nan Türkiye , AB'ne ögeler ile kitlenin durumu Muhacerat koşullarında aynı ölçüler içinde işsiz, evsiz, aç ve sefil üyelikle birlikte , Lozan'ı ikinci kez değerlend irilmemelidir. bir yaşam sürdürmek onatma ve imzacı devletle rin Bununla birlikte Avrupa'ya zorunda kalan sayısını genişletme olanağına çıkabilen Kürdistanlıların Kürdistanlıların bir · 1 k hukuki, sosyal ve ekonomik kavuşmu kısmı da bu ş o aca tır. Bunun durumları, göçe yöresel ve uygulamanın sonucu gerçekleşmesi halinde, Türkiye bölgesel etkiler dikkate olarak "refah ve hem mevcut sömürge alınarak kategorize edilip zenginliğin merkezi" statükosunun devam etmesi etraflıca incelenmelidir. Asıl olarak gördükleri önemli olan, politik Avrupa'ya çıkmıştır. yönünde büyük bir avantaj yönelimlerin nesnel durumun Köyü mezrası yakılıp kazanmış olacak, hem de Avrupa analitik çözümlemesine yıkılan onbinlerce Birliği devletle rini hukuksal olarak dayandtrılmasıdır. Aksi Kürdistanlı, varını .. k kt'f halde Avrupa'daki bir buçuk d t t t a mevcu s a u onuna ı yoğunu satarak milyonu aşan Kürdistanlı topladı9.ı paraları koruyucusu haline getirmiş kitleyle "didişmek" gibi Avrupa ya gitmek için olacaktır. Bu arada T.C, AB üyelik apolitik bir tutum içine modern köle taeiri müzakereleri tamamlanıncaya girilmiş olur. şebekelere vermiş, kadar Kürt'ler in temsil hakkı Avrupa'd a etkin bir siyasal yüzlercesi muhacerat örgütlenmeye ulaşmak için yollarında donarak, kazanmış güçlü ve örgütlü bir Kürdistanlı kitlenin ve politik boğularak, bazıları da taraf olarak ortaya çıkmaması için örgütlerin durumuyla ilgili şu sınır boylarında ne gerekiyorsa yapacaktır soruların y~ıtları vurularak hayatlarını • netleşmelıdır: kaybetmişlerdir. - Avrupa'da miting ve gecelerde Emperyalist metropollere yönelik Q_öçün arka küçümsenemeyecek bir kalabalık olu~turan planında sömürgeci devletlerin durdugu, özellikle Kürdistanlı kitle, sürekli yüzyüze oldugu TC'nin, Kürdistan'ı boşaltmaları ve Avrupa'ya ekonomik, sosyal, kültürel, hukuki sorunlarının çıkmaları için Kürtleri teşvik ettiği, hatta çözümü temelinde neden etkin biçimde or~anizasyonunda delaylı olarak yer aldığı artık örgütlenemiyor ve devlet politikalarına etki bilınmektedir. Güney Kurdistanlı Kürtlerin edecek bir güç haline gelemiyor? Avrupa'ya çıkışı da, TC'nin Güney'e dönük - Avrupa emek~ilerıyle ortak sorunların ve hesapları nedeniyle özellikle desteklenmektedir. taleplerin çözümü ıçin neden güÇ, ve mücadele Ucuz emek ihtiyacı nedeniyle Avrupa birligi sağlanamıyor? Kürdistanı örgütler ile devletlerinin de kontrollü olarak göz yumduğu bu Avrupa'lı "demokratik'' ve ''Sosyalist" örgüt ve göçün tüm boyutlarıyla etraflıca araştırılması; gruplar arasında is ve güç birlikleri neden yok ekonomik, sosyal, bölgesel, etnik ve politik denecek kadar az"? yanlarıyla bir bütün olarak analiz edilmesi -TC Kürdistanı yakıp-yJkarken, cezaevlerine zorunludur. Sömürgeci ve emparyalist pervasızca saldırırken, buna karşı neden güçlü metropollerdeki Kürdistanlı kitlenin durumu bir muhalefet organize edilemiyor? Avrupa değerlendirilirkan tüm bu faktörler gözönünde devletleri ve uluslararası "demokratik'' kuruluşlar, bulundurulmalıdır. neden TC' üzerinde etkili ve caydırıcı bir baskı 09-10100

53


tJşma gengeşr••••••••••••••••••••••••••tar eski. tarz çalışma

.c om

olması, mevcut programların, yöntemlerinin sorgulanmaya başlanması kuşkusuz olumlu bir gelişme. Bu sorgulama ve arayış, raclkal bir değişim ve Y.enilenme yaratabilecek mi, eski tarz polıtikaiar aşı Iabilecek mi? Kısa vadede net çı karsamalarda bulunma olanağı olmasa da, uzun vadede Kürdistanlıların da, siyaset ve örgütlenmedeki handikapları aşacaklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Umarız bu sorgulama, kısa sürede eski siyaset ve örgütlenme tarzının aşılmasını, ulusal ve toplumsal ihtiyaca cevap veren yeni projelerin geliştirilmesini sağlar .. Sonuçta bunu, nesnel koşulları değiştirme iradesine sahip olan tarihin ger~ek yapıcısı ezilenlerin örgütlenme ve değışim kapasiteleri belirleyecektir.

NEREDEN

BAŞLAMALI?

Açıktır ki gezegen üzerinde sömürü ve baskının olduğu her yer mücadele ve kavga alanıdır. Sosyalistler bulundukları her yeri, orada yaşayan ezilen ve sömürülenlerle birlikte, örgütlenecekleri bir mücadele alanı olarak

we

kurmak yönünde harekete geçirilemiyor? - Avrupa devletleri TC ile çok yönlü işbirliği geliştirirken, Avrupa emekçileri ve "sol" mutialefetinin bu ısbirliğine tepkisiz kalmasının nedenleri nelerdir? Bunda, Kurdistani hareketlerin yanlış politiklarının rolü nedir? - Kürdistanlı parti ve örgütler Avrupa'yı neden bir ~lışma ve örgütlenme alanı olarak seçtiler? Polıtik hareketlerin Avrupa örgütlenmeleri, politik kadroların çeşitle nedenlerle "yurt dışı"na çıkmaları sonucu kendiliğinden mi başladı, yoksa Avrupa'ya gitmek zorunda kalmış büyük bir Kürdistanlı kitlenin varlığı dikkate alınarak, bu kitleye dönük siyasal çalışma yapmak veya diplomatik faaliyetler sürdürmek için programlı şekilde mi Avrupa'ya çı kıldı? -Siyas i hareketler Avrupadaki ulusal ve enternasyonal görevlerini, çalışma hedeflerini, mücadele yöntem ve taktiklerini nasıl tanımlıyorlar? Ekonomik, sos~al, siyasal ortamları ve ilişki biçimleri degişen; çelişki ve sorunları farklılaşan Kürdistanlllara nasıl bir program ve proje sunuyorlar? Yeni koşullara uyarlı, yeni imkan ve tehlikeleri dikkate alan örgütsel modeller ve araçlar neden geliştirilemiyor?

görürler.

Kuşkusuz kavganın araç ve yöntemleri, mücadele edilen alanın özelliklerine göre farklılaşacaktır. Her yerde aynı araçlarla ve yöntemlerle mücadele yürütmeye kalkışmak, aynı tarz ve üslupla siyaset yapma k dogmatizmdir. Böyle bir tarz, başarısızlığa ve yenilgiye davetiye çıkarır. Sistemin, emekçilerin sömürüsüne dayanarak varlığını sürdürebildiği her yer kavga alanı olduğuna göre, Avrupa'da, emperyalist-kapitalist sistemin kumanda merkezlerinden biri olarak ülkemiz ve diğer sömürgelerden elde ettiği:artı­ değerlerle kendini ~eniden üretme imkanı bulduğu önemli mucadele alanlarından biridir. Metropollerin temel mücadele alanlarından biri olarak saptanması, siyasal duruş ve görevlerde, örgütlenme ve mücadele anlayı~l~rında bazı köklü değişikliklere gitmeyi

te

- Entegrasyon, asimilasyon, kimliksizleşme, gettolaşma ve içe kapanma, kuşak ve kimfık çatışması gibi olgular karşısında güncel demokratik görevler nasıl tanımlanıyor, bu görevleri taşıyacak yeni kurumsal-örgütsel

ne

formlar nelerdir? -Empe ryalist metropollerde Qüncel demokratik mücadele programı ıle sosyalist görevler nasıl tanımlanıyor? Örgütlenme milliyet temelinde mi, güncel demokratik görevlerle sentezleştirilmiş toplumsal kurtuluşun esas alındığı enternasyonal temelde mi sürdürülüyor? Açıktır ki, bu sorulara henüz doyurucu yanıtlar verilebilmiş değil.

ww

w.

Biz kendi gözlemlerimizi, ulaştığımız kimi sonuçları, metnin ilerideki bölümlerinde ele almaya çalışacağız. Politik örgütlerin Avrupa'yı çalışma alanı olarak seçme nedeni ne olursa olsun, Qerçek şu ki, taşıdığı muazzam mücadele potansıyerıne rağmen, Avrupa'daki Kürdistanlılar hala örgütsüz durumdalar. Son yirmi-yirmi beş yıllık "yurt dışı" faaliyetleri dikkate alındığında, Kürt pofitik hareketlerinin Kürdistanlıların sorunlarına, ihtiyaç ve taleplerine, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin kalıcı enternasyonal ittifaklar kurma ve etkin bir diplomasi oluşturma ihtiY.acına cevap vermediği/veremediği gorülür. Denilebilir ki Kürdistan'da ve sömürgeci metropollerde yaşanan siyasal ve örgütsel tıkanıklık, Avrupa örgütlenmesine de birebir yansımış durumda.. Bu olgular dikkate alındığında, Kürdistani hareketlerin "yurt dışı" örgütlenme programlarını, çalışma hedeflerini ve yöntemlerini radikal oi9imde gözden geçirmeleri gerektiği açıktır.. Son dönemlerde bu yönde belli bir çaba içine girilmiş 09-10100

gerektirır.

Kürdistan coğrafyası; jeo-politik konumu, üç kıtayı birbirine bağlayan geçiş noktası üzerinde olması, sahip olduğu yeraltı yerüstü zenginlikleri nedeniyle yüzlerce yıl çeşitli güç odaklarının mücadele alanı oldu, sayısız kez istilaya uğradı, yağmalandı. Kürdistan halkı bu istilalarda defalarca jenosid uygulamalarina maruz kaldı. Saldırılar ve işgaller karşısında Kürtler hee dağlara sığındı, dağlar onu hep korudu, o da bu yüzden dağları hep sevdi .. Bu yüzden Kürtlerin daha çok savunma refleksleri gelişti. Köyünü ve mezrasını genellikle dağ eteklerine kurmasında Kürdistan'ın bu jeo politik konumu ve sürekli işgallerle karşı ~ıya olmasının önemli bir payı var. Sömürgeciların ormanları yakarak dağları çıplaklaştırması, dağtarla içiçe olan köy ve 54


gengeşfBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIII~rtışma

göçertilmiş olması,

geldikleri alanın kavga atmosferinin sıcak yürek atışları ve duygularıyla sarsarken, diqer yandan bu merkezlerin bütün birikimlerini, mücadele deneyimlerini eleştirel bakışla devralmalıdırlar. Kürdistanlıların acı ve savaşla yoğrulmuş mücadele deneyimleri ile Avrupa emekçilerinin ve alt sınıflarının tarihsel deneyimlerini enternasyonal temelde ortak bir zeminde buluşturmak, büyük bir devrimci potansiyeli

.c om

mezraları yakıp yıkması, bir anlamda bu sawnma olanaklarını kırmak içindi. Gö~ ve sürgün olqusu da, esasen direniş ve mucadele temellerinı zayıflatmak, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin dinamiklerini parçalamak için başvurulan yöntemlerden biri oldu.. Sömürgecilerin bu politikada belli bir başarı kaydettikleri de açıktır. Bugüne kadar işgal ve saldırılar karşısında Kürdistanlılar hep savunmadaydılar. Ama bizzat sömürgecilerin politikaları sonucu ortaya "SOrgünde koca bir Kürdistan" çıkmasıyla, şimdi durum fiilen değişikliQe uğramış durumda. Sömürgeci pc:>litikalarla yerınden yurdundan edilen Kürdıstanlılar, artık metropollerde siyasal ve toplumsal yaşamın bütün gözeneklerine girme, sisternın ana kumanda merkezlerinde yuvalan ma olanaklanna kavuştular. Büyük bir Kürt nüfusunun metropollere

açığa çıkaracaktır. Nereden Başlamall

sorusuna yeniden d6necek olursak; Kürdistanlı emekçiler için Avrupa da mücadele ve örgütlenme alanlarından biri olduğuna göre, atılması gereken ilk agım, Avrupa'yı tüm özellikleriyle bilmektir. Uzerinde hareket edilecek zemin; ekonomik-toplumsal ve siyasal yapısıyla, idelojik-kültürel temelleriyle, sistemi besleyen dış ilişki ve bağlantılarıyla kavranmadan; neyin,

ww

w.

ne

te

we

Kürtleri, yüzlerce yıllık Politik örgütlerin Avrupa'yı çalışma nasıl yapılacağ~.d~ğru savunma alanı olarak seçme nedeni ne olursa saptanarl'!az· Kurdıst~nlı psikolojisinden olsun gerçek şu ki taşıdığı muazzam d~mokra!!k v~ sosyalıst çıkarmakla . ' ' sıyasal guçlerın kalmayacak, işgalci mücadele potansiyeline rağmen Avrupa'daki varlık güçleri de savunma Avrupa'daki Kürdistanlılar hala nedenlerini doğ!u . psikozuna sokabilecek örgütsüz durumdalar. Son yirmitanımlamal~rı. oneelikle bir imkandır aynı . .b ll k" t d "~ . tl . bu alanın sıyasal ve zamanda. Elbette yırmı eş yı ı yur ışı ı aa 1ıye erı toplumsal yapısını ve Imkan ve tehlike dikkate alındığında, Kürt politik Kürdistan kolonitesinin bu tanımı görelidir ve hareketlerinin Kürdistanlıların yaeı içindeki yerinin siyasal-toplumsal sorunlarına, ihtiyaç ve taleplerine; doqru saptanmasına güçlerin pozisyonlarına K"" d" K M"" d . . baglıdır. göre bu tanım değişir.. ur ıstan urtu 1uş uca e 1esının "Neden Avrupa" Hem sömürgeeller hem kalıcı enternasyonal ittifaklar kurma sorusunun yanıtı da de Kürdistanı örgütler ve etkin bir diplomasi oluşturma ~uradan çıkacaktır .. a~ısından çok sayıda .h· • Ote Y.andan altarnatıf Kurdistanlının '· ..,~ıyacına cey~p .. .. .. pOlitıkaiar geliştirebilmek metropollere yerleşmiş vermedıgıjveremedığı gorulur. için, Avrupa devletlerinin olmasının ortaya Kürdistan kolonitesine çıkardığı imkan ve karşı izlediği politikanın tehlikeler içiçedir. Sökürgecilere göre, yanı sıra, Kürdistanı sömürgeleştiren devletlerin Kürdistanlıların metropollere göçertilmesi büyük elçilikler, konsolosluklar, politik ve ticari asimilasyon, eritme, etkisizleştirme, lobiler, çokuluslu şirketler, medya ve çeşitli yabancılaştırma ve kimliksizleştirme politikalarını olu~umlar aracılığıyla Avrupa'da yürüttükleri hıziandırma olanaklarını artıracaktır .. Kürdistanı polıtikaların da yakından izlenmesi gerekir. hareketler için ise, bu durum, içinde pek çok Sömürgecr devletlerin ''yurt dışı"nda nasıl ve imkanlar taşıyan yeni bir devrimci dinamiktir. hangi araçlarla çalıştıöı, Avrupa devletleriyle Aslında her ikisaptamada lzafi olarak ilişkilerinin kapsamı, KKM'sinin diplomatik doğrudur. Sonucu, çatışan güçlerin kendileri için ayaklarını kırmak ve uluslararası ittifaklarını tehlikeli gördükleri faktörleri etkisizleştirme, etkisizleştirmek için kullandığı taktikler ve imkanlardan da azami öl9üde yararlanma ulaşmak istediği hedefler kavranmadan, karşı kapasiteleri belirleyecektır. Türk, Fars, Arap, politikaların geliştirilmesi, ulusal ve Avrupa emekçileriyle ve bu alanlardaki "sol" enternasyonal mücadelenin etkin ve sonuç alıcı politik muhalafetle ilişkilerin düzeyi ve niteliği bu bir güce dönüştürülmesi olanaksızdır. Demek ki mücadelenin sonuçları üzerinde etkili olacaktır. sistemin ana karargahiarından biri olan Bu açıdan sistemin beyni ve kalbi durumunda Avrupa'da etkin bir örgütlenmeye ulaşılması, olan Avrupa'da örgütlenmek, sömürgelerden ekonomik-toplumsal düzeyde olduğu kadar, elde edilen kaynaklarla uyuşturulan Avrupa'lı alt ldeoiC?jik ve siyasal düzeyde de sistemin nasıl sınıflarla ilişkileri geliştirmek son derece · işledigini ve kendini nasıl ürettiğini bilmeyi önemlidir. Avrupa'daKi Kürdistanlı emekçiler bir gerektirir. yandan Avrupa ülkelerindeki emekçi sınıfları Sömürge ulusların düşünüş biçimini, zihinsel09-10JOO

55


ww

w.

ne

te

we

.c om

art~ma gengeşiiRRIIRRIRIRIRIIIRIIIIIIIIIIIIIRIRIIRIRRIRIIRRIRI..RIIIat kazanmalarını ve kendi gerçek güçterinin kavramsal çerçevesini büyük ölçüde- Ertkfleınfş varmalarını sağlayacaktır. Sistemden · farkına adan, anlaşılm bakış i olan Avrupa merkezc köklü ideolojik ve siyasal kopuş da buna bağlıdır. Avrupa devletlerinin politikalarını kavramak, Bu, hem örgütsel bağımsızlığın güvencesidir, güncel ve temel görevleri doğru saptamak de ulusal ve toplumsal kurtuluşun hem elerdeki olanaksızdır.• Ki bu bakış, sömürg udur. 6nkoşul bir kadar partilere t reformis en, "radikal" partilerd Sonuç olarak, sürgün Kürdistanlılarla ilgili çok "ulusal kurtuluşçu" hareketi de şu ya da bu sağlıklı politikalar üretilebilmesi 'için, Avrupa olçüde etkisi altına almış olduğundan, üzerinde merkezci bakışın Kürdistan toplumu ve Kürt özellikle durulmalıdır. hareketleri üzerindeki etkisinin mutlaka Avrupa merkezci bakıŞ,, sömürge insanının esi gerekir. irdelenm kendini Avrupalıyla eşit germesini engelleyen ve bir köleliğin i~elleştirilmesine neden olan. ideolojidir. Sistemin dünya çaeında kendini AVRUPA M.ERKEZCLBAKIŞ VE yeniden üretmesine imkan saglayan bu ideolojikSOMURGECILIK felsefik temel eleştirilmeden, ne Kürdistanlıların içinde bulundukları durumun nedenleri doğru değerlendirilebilir, ne de geleceğe dönük sağlıklı Avrupa merkezciliği, kendi ulusal ve dinsel lir. üretilebi politikalar kimliğini başka uluslardan ve topluluklardan Ayıktır ki sistem, daha çok ezilen ve üstün gören etno-merkezciliğln bir türevidir. Bu sömürülanierin beyinlerine nüfuz ederek varlığını özelliğiyle Avrupa'daki gizli-açık ırkçılığın ana süreklileştiriyor. Beyne ege,men olmada ideolojik beslenme kaynağıdır. aY.gıtlar temel rol oynuyor. Ilkel birikim Avrupa merkezci ideoloji, Avrupa'nın sömürgeciliği döneminde hakim ideolojinin temel uygarlığın merkezi olduğu, diğer uygarlıklardan argüı:nanı, yerli halkların"cenne~·: vaa~iy~e ve halklardan her bakımdan üstün olduğu hıristıyanlaştırılmasıydı .. Sanayıı devrımı kabulüne dayanır.. Bu anlayı~ kendi dışındaki döneminde bu argüman, yerini ''uygarlaştırma" ülke ve ulusları ilkel ve geri gördüğünden, söylemine bıraktı. Bugün ise daha çok kendisine benzemeyen halkiara çeşitli "kalkındırma", ''yapısal u~um", "insan hakları" ve yöntemlerle kendi değerlerini dayatır. "demokratikleşme" retorigi kullanılıyor. Döneme Avrupa merkezciliği, aynı zamanda işgalci ve göre söylem değişse de, ideolojinin işlevi talancı politikaların ideolojik harcıdır. değişmiyor: Emperyalist sistemin Çikarlanm, Sömürgeelliğin çeşitli evrelerinde Avrupa ezilen ve sömürülen/erin Çikarı o/Srak empoze merkezciliQin ideorojik söylemi değişmış olsa da, -· özü hiç değişmedi: Etki ve nütuz alanlarmi etmek... Yabancılaşmanın kaynağı ve ulusal kimilgın geniş/etmek. başka halkiara ve uluslara egemen ana kırılma noktası, kendini "aşağı" gören bu olmak... sömürge pisikolojisdir. Parti gecelerinde ve miting Yine bu anlayışa göre, Avrupa; bilim, felsefe, meydanlarında "Bagımsız Kürdistan" sloganları sanat ve teknik alanda; ekonomik ve toplumsal gelişmede Avrupa dışı uygarilkiara hiç bir şey haykırıp, devlet memurları önünde "reben" -· . durarak bu kompleksin !ifılması olanaklı degıldır. borçlu değildir. Avrupa kendi güç, yetenek ve Kürdistanlılar, Avrupalılar karşısında sömürge olanaklarıyla bugünkü gelişme düzeyine olmaktan kaynaklanan aşağılık kompleksinden ulaşmıştır ve tarihsel gelişiminde başka kurtulmedıkça ve kendilerini bir Alman ya da uygarlıkların etkisi yoktur. Fransız'la eşit görmedikçe, ne bu aşagılı~ F.Başkaya, Edward Said'e de dayanarak le mucade rı taşıdıkla de ne er, aşabilirl in! komleks Avrupa merkezci ideolojinin bazı özelliklerini şu potansiyelini maksimum düzeyde kullanabilirler. şekilde ortaya koyuyor; Zor ve şiddet ile, ideolojik-siyasal kuşatmayla sömürge insanına taşınan kendini "değersiz" ve Avrupa merkezci ideolojinin oluşmasında ve "işe yaramaz" olarak görme psikolojisi, sadece yayılmasında Avrupa'nın "özgOnlüğO" ve üfke dışında "koruyucu" ve "kurtarıcı" arayıfına "üstOniOğü" teması önemli bir yer tuttu. Önce, v.ol açmakla kalmaz, "iç ilişkilerde" de kendıni "Batı uygarlığının" başka uygarlıklardan üretecek bir kültürel temel oluşturur. Mazlum etkilenmediği, iktibas yapmadığı düşOneesi ulusların kendi celladına başkırdırırken bile yayıldı. Bu amaçla tarihsel sOreklilik inkar edildi zihinsel ve ruhsal olarak özgürleşememesi ve ve ırkçı-merkezci bir ideolojik söylem üretildi. ''yeni efendiler'' aramasının asıl nedeni budur. Bununla eşzamanlı olarak da, üstünlük-alçaklık Avrupa'da etkin politik bir güç haline ilişkisinin iki ayağının oluşturulması gerekiyordu. gelebilmek için, Kürtler üzerindeki bu ideolojik Avrupa OstOndO zira, ateşli silahlara, topa..tOfeğe, hegemonyanın kırılması ~arttır. Yine, köleligin modem makinalara ve "uygar" kurumlara sahipti. yeni biçimler altında sürdurülmesi istenmiyorsa, Avrupa dışı toplumlar geriydi zira onun sahip Avrupa merkezci bakışın beslediği "kurtar!cılık" . olduklanndan "yoksundu".Bunlardan birincisini . ideolojisinin ve fetişizmin aşılması, kitleların kendı kanıtlamakta fazla zorlanmaQIIar. Ikincisinin kurtuluşlarının öznesi haline gelmesi zorunludur. oluşturulmasındada oryantaliZm imdada Bu aynı zamanda, Kürdistanlıların özgüvenlerini yetişti.. "Oryantalizm, sömOrgeciliğin keşif kolu" 09-10JOO

56


gengeşr•••••••••IIMIII.'·lı'"'·······. . ••••••••••••••tartişma

"Avrupalı" olduğu, uygarlığın ve felsefenin beşiği olduğu biçiminde

bir tarih versiyonu geliştirildi." "...Avrupalı, başka

halklardan Ostan olduğuna göre, Avrupa dışı dOnyanın insanlarının"ne ve nasıl olup oımamamaları" gerektiğine de uygar

om

Bu talan ve sömürüye Afrika ve Asya'nın zenQ,inlikleri de eklendiginde, Avrupa'nın böbürlendiği zenginliğin gerçek kaynakları daha iyi anlaşılır. Avrupa burjuvazisinin geri bıraktırılmış ülkelerdeki tüm zenginlikleri Avrupa'ya çekmek için 19:_Yüzyıla kadar uyguladığı temel yöntem, kanlı jenosidlerle birlikte talan ve yağma politikasıydı .. Bu vahşi

üretecek bir kültürel temel Mazlum ulusların kendi celladına başkıldınrken bile zihinsel ve ruhsal olarak özgürleşememesi ve "yeni efendiler" aramasının asıl nedeni budur.

oluşturur.

.n

ırklarla" temasının önlenmesine ve aşağı ırkların ari ırkı dejenere

"Latin Amerika"nın talanı, yağması ve sömOrOsO sonucunda 1492-1800 arasında Avrupa'ya taşınan servetin değeri 1914 Oneesi altın/dolar kuruna göre 6 milyar dolara ulaşıyordu ki, bu rakam 1800 yılında Avrupa'da sanayiye yatırılan toplam sermayeye eşitti.. (Aktaran F.Başkaya.age.)

et

üstOn yetenekli Avrupa'lı karar verecekti. öte yandan. "saf", 'ıemiz", "uygarlık" timsali Avrupa ırkının bu özelliklerini koruyabilmesi de "aşağı

Amerika, Asya ve Afrika'nın yeraltı yerjjstü zenginlikleri ile köle emeği rol oynadı. Ihtiyaç duyulan sermeye, bu kıtalar yagmalanarak ve talan edilerek, buralardan Avrupa'ya getirtilen köleler en vahşi biçimde çalıştırılarak elde edildi. H.Koning'in belirttiğine göre sadece;

ew e. c

başlığını taşıyan kıtabın yazarı Filstifır: asdfi; ünfii bilim adamı Edward Said:"Avrupa sadece şekil olarak ele aldığı alçaltılmış bir doğu kavramıyla kendi kOltürOnO belirlemiş ve gOçlendirmiştir".(Said, 1995, s.15) Avrupa uygarlığının özgOniOğOnOn kanıtlanması için Asya ve Afrika uygarlıldanyla seeere zinciririnin koparılması gerekiyordu. Bu amaçla kadim Grek uygarlığının kadim Mısır uygarlığından etkilenmediğini "kanıtlamaya" giriştiler. Oysa Yunan uygarlığındaki Mısır ve Fenike etkisini inkar etmek tarihi fahrif etmek demekti. Dolayısıyla kadim Yunan uygarlığını, Anadolu, Mısır, Doğu Akdeniz, Sudan vb uygarlıklardan soyutlamak ve sürekliliği inkar etmek için ari ırk uydurmaya zorlandılar. SömOrgecilik etkinliğini artırdıkça, Avrupalı beyaz adamın Avrupa dışı uygarlıklara karşı saygısıziiğı ve kOçOmsemesi de belirgin bir hal aldı. Hiristiyanlığın da, Kadim Yunan uygarlığının da

ww w

etmesinin OnOnOn kesilmesini gerektiriyordu ...... Insanlık Tarihi bir kere tahrif edilip, pre kapitalist dönemin bOyOk uygarlıklarıyla "Avrupa uygarlığı" arasındaki sareklilik bağı inkar edilince, Avrupa merkezli bir tarih anlayışını dayatmak kolaylaşmıştı." (F.Başkaya, ö.O.Formu Sayı.2. 11-12)

ispanya, Portekiz, ingiltere ve Fransa

öncülüğünde başlatılan işgalci sömürge politikası, Avrupa kapitilizmine hem büyürnek ihtiyaç duyduğu kaynakları sağladı, hem de

için

sonraki dönemlerde toplumun ortalama refah düzeyini yükselterek "Batı"daki toplumsal huzursuzlukları ve çatı§maları ~umuşatıcı işlev gördü. Avrupa "uygarlıgı", varlığını işte bu sömürge politikasına borçludur. Yani batının böbürlendiği bugünkü ''refah"ın ve "gelişmişliğin" temelinde Avrupa dışı halkların alınteri, kanı ve emeği var. Kapitalist sanayiinin gelişmesinde Avrupalı emekçilerden çok, sömürgeleştirilmiş 09-10/00

uygulamalarını rasyonelleştirmek için, "batı", iç dinamiklerini ve gelişim potansi~ellerini zorla par~ladıgı yerli

halkları, 'ilkel", ''vahşi" ve ''tem~e~" ol~r~ sunma~9:;

z!nQ!nlıklerını tal~ ettığı . somurgelerde askıden berı "kıtlık", "açlık" ve "sefalet" olduğunu _pö~ter~~ye

çalı~tı. Somurge ulkeler "gerı", buralarda yaşayan halk "ilkel" ve ''vahşi" olduğuna göre, öyleyse yerli halkları "uygarlaştırılmak'' ve "kalkındırılmak" da ancak kendi yardımlarıyla mümkündü(!) Zihinsel istil•1 Kimliksizleştirme

Sömürgeciler fiili baskı, zulüm ve katliamlardan çok, sömürge insanını kendi kimliğine yabancılaştırırarak sömürgedeki varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Bilinirki sömürge ulusların militarist UY,QUiamalara karşı savunma refleksleri oldukça güçlüdür. Düşman olarak gördükleri güçlerden gefebilecek olası fiziki saldırılara karşı kendilerini savunmaya koşullanmışlardır. Bu Y.üzden 19.yüzyıldan sonra salt kuwet politikalarıyla sömürgede kalamayacaklarını anlayan sömürgeciler, özellikle ideolojik manipülasyon yöntemlerine ağırlık verdiler. Böylece zihinsel 57


ww w

.n

et

ew e. c

om

a gengeşt••••••••••••••••••••••••••tart1şm kurtuluşunun öznesi haline getirmek yerine, bir işgal ve kimliksizleştirme sömürgede özgürlük söylemini bolca kullanırken yandan olarak biri tutunabilmenin en etkili yöntemlerinden benzer yöntemlerle. kitleler yandan ~iğe~ devrexe sokuldu. uzennde hegemon ya kuraralar. Iradesi kınlan Kültürel kıyım ve kimliksizleştirme, daha çok kitleler, "özgürlük'' retoriğiyle manipule edilerek ideolojik yöntemlerle sömürge insanının beynini "ruh"larını gönüllü(! ) olarak "kurtarıcı" şefiere direniş karşı cilere fethetmeyi ve böylece sömürge ederler! Bu ne geçici bir vekalet verme teslim uzun yanıyla Bu amaçlar. kırmayı reflekslerini olayı, ne de bir hak ve yetki devridir; çok yönlü vadede askeri saldırılardan çok daha tahrip ideolojik kuşatmayla kişiliğin parçalanarak teslim edicidir. Kimliksizle~tirme sürecinde kendine alınmasıdır. kendi kendisini yabancıiBftırılan sömürge insanı, Bunun incelemey~ değer tipik bir örneği in efendisin , kaybeder i yeteneğin gorme gözüyle Kuzey Kürdistan'da Öcalan ve PKK olgusunda değerlerini benimser ve onun gözüyle dünyaya · halen de ~aşanıyor. yaşşndı, i bakmaya başlar. Köle efendisinin değerlerin çıkan yola iddiasıyla k t bagımsızi ve Ozgürlük "geri" kendisini ileri", "çok benimserken, onu uc en olarak ideoloji bir lık", PKK'de "kurtarıcı olarak algılamaya ve ancak efendisi tarafından üretildi. biçimde kaba oldukça ve Q.oktada "uygarlaştırılabileceğine" inanmaya başlar. Ozgürlüğe inanarak sav~an militanlar ve kimi Serge Latouche'nin belirttiği gibi, MK üyeleri "Apo'suz bir h1ç olduk/anna; onun taratmdan düşürüldük/eri bataktan ".Bu yerini doldurma bir kültürleşme değildir, larma, Apo'daki derinliği ve dehay1 hiç Çlkariidik Batı ve mesi çünkü Batı efsanesinin benimsen anlar,acak kapaslteye sahip kimsenin söz e bütünleşm ğıyla saldırganlı kanlı in değerlerin olmadikianna inandı rı ldı. Ocalan dışındaki konusu değildir. Daha yalın bir anlatımla, artık aşağılanırken Apo ilahlaştı rı ldı. Aynı herkes kendisini görecek gözü, kendisini dile getirecek ve kültür büyük ölçüde kitlelere de anlayış ötekinin toplum, sözü, iş görecek kolu kalmamış Kitleler ve parti kadroları bir kez buna taşındı. ~onuşur, sö~üyle ötekinin benimser, bakışını inandırılınca, Apo'nun her söylediği sözde,.her ötekinin kollarıyla iş görür." (Özgür Unv.Formu de keramet aramaya başladılar. Ozlem hareketin a.g.k) duydukları, ulaşmak istedikleri tüm amaçları onunla özde'-leştirdiler. O'na bağlandıkları, O'nu Sömürgecinin efendi olarak varlığını sevdikleri, O nun isteklerini yerine getirdikleri "ilkel" insanın sürdürebilmesi, sömürgeleştirilen amaçlarına ulaşacakianna inandırıldılar. oranda inin) sömürgec da (ya Batı'nın olduğuna, ve "geri" 'un ifadesiyle; Eagleton Tery vesayeti altında ya~amını sürdürmesi gerektiğine ve savunma (Apo'nun inandırılması gerekir. yazılarında Kürtlerin celladı TC ordusundan ve 'En etkili baskı kuran kişi, kendi buyruğu Türklerden söz ettiği her yerde abartılı bir biçimde altındaki insanları, kendi iktidarını sevmeye, yüceitme ve övgüye başvurması, Kürtlerden ve arzulamaya ve kendilerini or.ıunla özdeşleştirmeye direnişlerinden sözettiği her yerde aşağılayıcı ve ikna edebiimiş olan kişidir''.(ldeoloji 514-15 küçümseyici bir dil kullanması, efendisi tarafından Ayrıntı YayınevQ kabul görmek ve bağışlanmak (!) için çırpınan bir kölenin ruh halini yansıtan trajik bir örnektir). .. Kitleler ve militanlar düşünce kapasitelerinin "Oysa bir toplum için kendi beyniyle Ocalan'ı anlamaya yetmediğine inandırılı nca, düşünemez, kendi gözüyle göremez olmaktan onlara yapacakları tek iş kalıyordu: Öcalan'a daha vahim bir durum yoktur." Bu aynı zamanda iman etmek, onu "sevmek" ve talimatlarını hiç bir bir halkı ruhsal olarak köleleştirmenin de en şüphe duymadan harfi harfine _;terine getirmek. kestirme yoludur. Düşünme, yargılama, karar Böylece "Başkan'm bir bildi(Ji var", "Biz onu verme hakkını kendisinden üstün gördüğü y1z", "O her şeyin en iyisini bi/it' anlayama birilerine devreden bir halkı boyunduruk altında anlayışı Kuzey Kürdistan'da yaygın bir kültüre tutmak çok daha kolaydır çünkü. dönüştürüldü. Kuıku ve sor2ulamanın bir Burada düşünme hakkının devredildiği şeyin ''gümih" sayıldığı kul-tann arasındaki ilişki parti, lider veY,a devlet olması sonucu biçimi ''sol" söylem de kullanılarak yeniden değiştirmez. Onemli olan halkın mistik ve tanrısal üretilirken, özgürlük adına düşünce ve iradeye anlamlar yüklediği bir "kurtarıcı"Y.a vuruldu .• kilit inandırılmasıdır. "Kurtarıcı nın" güç ve etkinliği, atmosfer içinde ideolojik..politik kalite Bu halkın kavrama ve anlama kapasitesinin çok sığ düşerken, ilkesel olarak baskı ve bağımlılık olduQuna inandırılmasına bağlıdır. Bu yüzden kabul etmeyen ve ancak özgürlük bahçesinde sömürge insanı sürekli küçümsenir, aşağılanır, filizianebilen sanatsal yaratıcılık v~ bilimsel ve kendine güven duyması engellenir. düşünce üretimi büyük yara aldı .. Ideolojik Sömürge halkı beyinsizleştirme yöntemi, kimi çizgiye hizmet edecek ısmarlama "eser'' zaman sömürge bo~nduruğunu kırma iddiasıyla uretmeye zorlanan aydınlar, araştırmacılar ve yola çıkan "kurtarıcı ' partiler ve bu partilerin sanatçılar ya gerilla savaşına duydukları tanrısallaştırılan şefleri tarafından da kullanılır. sorumluluK gereği bu zorramaya boyun eğdiler, Bu partiler, sömürgecilerin iradesini hiçleştirdiği yada bu dayatmayı reddettikleri oranda ezilen halka, özgüverı taşımak ve onu kendi 09-101'00

58


gengeşt••••••••••••••••••••••••••tart1şma

"Bununla birlikte" diyor Eagleton, "hikayenin Oteki yüzü de aynı derece de Oneme sahiptir. ÇOnkO bu tür bir baskı, kurbanlarını yeterince tatmin etme konusunda uzun süre başarısız kalması durumunda kurbanlar, nihayet bir gün kendisine karşı ayaklanacaklardır" 'a.g.e)

şef arayışı, herkesten ve her şeyden l<uşkulanma, çöküş ve ihanet, hedefsiz-amaçsız başkaldırı vb. gibi tavır ve tutumlar birlikte ve içiçe yaşanır. Yenilenmenin tohumları da bu süreçte olgunlaşır. Sağlıklı filizleri besleme, yenilenme ve değişim çabaları, ortaya yepyeni kaynaklar, yepyenı dinamikler çıkarır.. Sorgulama ve koP.us süreci, şol< yaratacak bir

olayla ya da "yenılgif', '1eslimıyet" gibi "''felaket" olarak algılanacak bir gelişmenin ardından yaşanmışsa, kopuş ve çöküş ile yeni bir alternatifın gelişmesi çok daha hızlı gerçekleşebilir. Ya da bu üç seçenekten ilk ikisi · daha hızfı, yeni alternatifin ortaya çıkması ve gelişmesi daha yavaş olabilir. Bu daha ~ok, şokun ardından ortaya çıkan kopuş, dagılma ve çöküş süreçlerine müdahale edecek alternatif örQ_üt1enmelerin kuruluş hızına ve niteliğine

.c om

dışlandılar. Kürdistanlıların bilimsel bilgi üretimine en çok ihtiyaç duydukları bir dönemde aydınlar, araştırmacılar, sanatçılar işlevsizleştirildı. Her şeyin "kurtarıcıya" havale ettitmesi halkın savunma reflekserini de büyük ölçüde zayıflattı. Kitlelerin ve savaşan kadroların insiyatifi ve ~zgüveni parçalandı. Bu yüzdşn büyük bedeller ödenerek kaZanılan mevziler, ımralı'da sömürgecilere "hibe" edildi~inde bile, ne halk ve ne de PKK kadroları gereklı tepkiyi gösteremedi. Ancak bir de madalyonun diğer yüzü vardı:

baglıdır.

ww

w.

ne

te

we

Ancak ayaklanma ile devrim aynı şey değildir. Geç katınmış olsa da Eagleton'un sözünü Bir ayaklanmanın devrim niteliği kazanması, eski ettiği AYAKLANMA sürecine Kürdistan'da da yönetim tarzını şekillendiren tüm ilişki biçimlerini, girilmiş durumda. Yıllarca iradesine ipotek bu ilişkileri besleyen ideolojik-siyasal konulmuş olan Kürdistanlılar , Apo'nun formasyonu reddetmeyi mahkemedeki tutumuyla, ve bu kopuşun yeni yaşadıkları şokun etkisinden ·ıdneşvasrimıycıla. bir alternatifin Kültürel kıyım ve kı'ml'ıks'ızleştı'rme, yavaş yavaş sıyrılmaya, özgürlüğün ve kurtuluşun ilk tamamlanmasını daha çok ideolojik yöntemle rle ve temel adımı olan zihinsel ger~~irir... Bir ki~enin sömürge insanının beynini özgürlüklerini yeni yeni ~ellı bı,r ~ure _baglii!l~ığı, fethetme yi ve böylece kazanmaya başladılar; ıradesını teslım ettığı .. .. . olaylara ve gelişmelere daha diktatörel bir siyasal somurgecılere karşı var olan özgür bir kafayla, sorgulayıcı organizasyona, bu savunma ve direniş reflekslerini ve eleştirici bir mantıkla organizasyonun . kırmayı amaçlar. Bu yanıyla uzun bakma sürecine girdiler.. hegemonyacı şef'ıne d d k . Id d k "t;:>evrimci Cizgi Savaşçıları", fiilen başkaldırması, bu va e e as erı s~ ır~ 1~r. an ço "Özgürlük fn~iyatifi", "Ulusalyapının varlığına daha tahrıp edıcıdır. Demokratik Insiyatif' adıyla ~ürek~~lik k~andıran Kimliksizleştirme sürecinde ortaya çıkan oluşumlar, örgüt ı~eC?,IOJık ~otıflerden, kendine yabancılaştırılan sömürge ve liderle özdeşleştirilen örgutsel-sıyasal . k d. . . k d. .. .. amacın, yine bu örgüt ve yaşamın yarattığı ınsanı, en ısını en ı gozuy 1e lider tarafından iğdiş küftürden kopmak görme yeteneğini kaybeder, edilmesine, kendilerine anlamına gelmez. efendisinin değerlerini benimser ve teslimiyelin dayatılmasına Ayaklanma süreci, .. ·· 1 d.. b k boyun eğmeyen PKK eski ili~ki biçimlerinin onun gozuy e unyaya a maya kadrolarını n tepkilerine işaret yarattıgıkültür ve başlar. ediyor. Kuşkusuz bu süreç, tahribatların kapsamına yukarıda ifade edilen göre çeşitli biçimler alabileceği gibi, kopuş ve olumsuzluktarla birlikte geli~cektir. Hatta kuruluş süreci arasındaki 4zun ince yolda bir çok denilebilir ki kopuşun ilk belirtileri daha çok ara istasyondan geçilebilir. lnanılan, bağlanan Q.lumsuz olacaktır/oldu da. Bu kaçınılmazdır. ideolojik ve siyasal düzeylerden her kopuş, aynı Ozgürlük ve bağımsızlıkla özdeşleştirilen zamanda buhranlar, derın iç sarsıntılar, iç Apo'nun, yakalandıktan sonra, Kürdistan kanamalar ve doğum sancıları demektir. Çöküş Kurtuluş Mücadelesi'ni tasfiye programında açık ye yenilenme imkanı aynı anda birlikte varolur. biçimde rol alması nedeniyle, ilk etapta Apo Ideolojik ve siyasal hegemonyanın etkime şahsında örgütlü mücadeleye inanç ve amaca alanındaki kitle ve kadrolar kopuş sürecine ulaşma umudu zayıflayacak, değerler aşınacak, girerken, bu hegemonyanın etki derecesine bağlı güvensizlik ve karamsarlık yaygınlaşacaktır. olarak çeşitli davranıştar sergUerler. Bu ara Büyük olasılıkla bu durum diğer politik dönemde bir çok kişi eski ile yeni arasında uzun hareketlerin bir bölümüne de; bölünme, dağılma süre gelgit yaşar. ~ayal kırıklığı, değer ve yeniden saflaşma biçiminde yansıyacaktır. boşatması, amaç ve hedeflerefen vazge~me, Ama bu sürecin aşılması i9in eski sistemin gefeceğe güvensizlik, umutsuzluk, yeni 'kurtarıcı" ideolojik özüyle birlikte alt üst olması zorunludur. 09-10/00

59


tJşma gengeşt••••••••••••••••••••••••••tar Kürt bazı

.c om

tutmaya başladılar. Bu arada hareketlerinin kimi eski "önder''leri de, yaşanan demoralizasyon havasından yararlanarak · yeniden siyaset sahnesinde boy göstermeye başladılar. Sosyalizme düşmantığı marifet sanan 11 bazı eski "şef'lerin, M-L" rumuzlu ..radikal" gruplarca hesaplı biçimde yeniden umut haline getirilmek ve kahramanlaştırılmak istenmesi ise gözlerden kaçmıyor. Onlarca ytldır bu kavganın her türlü zorluğunu göğüsleyen ve zindandazulümdenice bedeller ödeyen militan kadrolar, eğer ideolojik-teorik bir rönesans eşliğinde pratik politika alanına müdahale etmez ve mücadelenin tepesine paraşütle tekrar inmek isteyen bu gedikli şef'lerden bir bütün olarak kopuşamazlarsa, l:)u pis çarkın acımasız dişlileri arasında tükenip yok olup gideceklerdir. Açıktır ki, Kürdistanlılar; ideolojik, politik, askeri, diplomatik ve enternasyonal düzeyde bugüne kadar taşıdıkları kinetik enerjinin sadece çok küçük bir bölümünü kullandılar. Bu da doğru biçimde kullanılmadığı için, harcanan onca emek ve ödenen onca bedel, istenilen sonucu yaratmadı/yaratamadı. Kürtler $ahip oldukları potansiyel enerjiyi doğru bir örgütlenmeyle bu kez nükleer bir enerjiye dönüştürebilirlerse, yüzyıllardır özlemini çektikleri özgürlük ve bağımsızlığa ulaşabilirler.. Bu başarılabilir,

we

Bu dönemin güçlü bir altematifle aşllabilmesi birazda bu sarsıntının sonuçlarına bağlıdır. Kişiye ve örgüte güvensizlik, bütün devrimcilerden ve örgütrerdan kuşkulanma paranoyasına dönüşebilacağı gibi, şayet kişi ve örgütten kopuş, ideolojik kopuşla tamamlanamazsa, yer.ıi bir şef ve ..kurtarıcı" arayı~ına da yol aÇB;bilir. Onemli olan bu sürecin, sömürgeci kültürün bütün türevlerinden radikal bir kopuş noktasına varması ve devrimci bir altematifle taçlandırılmasıdır. Bu dönemin daha az sancılı geçmesi, sarsıntıdan daha az ~ara alarak çı kıl ması, sorgulamaya parelel guçlü ve etkin bir alternatifin oluşmasına ve hızla qelişmesine bağlıdır. Bu bir kez başarıldıgıı:ıda ortaya muazzam bir enerji çıkacaktır. Işte o zaman kitlelerin, aydınların, politikacıların, bilim insanı ve sanatçıların henüz taşıdıkları mücadele potansiyelinin yüzde on'unu bile kullanmadıkları, bu güne kadar kullanılan askeri ve siyasi potansiyelin de, yanlış politika ve örgütlenmelerden dolayı gerçek gücünü ve etkisini gösterarnediği daha iyi aniaşı lacaktır. PKK ~ibi, büyük bir kadro ve kitle potansiyelıni bünyesinde barındıran bir hareketten ideolojik-siyasal kopuş, hiç kuşkusuz sadece PKK merkezi tarafından değil, TC ve Kürt sağı tarafından da engellenmeye çalışılacaktır/çalışılıyor. T.C, Apo eliyle PKK kadrolarını ve onun üzerinden de yurtsever Kürt kitlesini ehlileştirmeye çalışırken, buna boyun eğmeyenlarin etrafı, bağımsızlıkçı ve sosyalist bir seçeneğin ortaya çıkmaması için çeşitli tuzaklarla ve mayınlarla çepeçevre ku~atılacaktır. Bu

başarıimalı dır.

te

Görülüyor ki, Avrupa merkezci bakış, TC gibi sömürgecı devletler tarafından baskı ve zor aygıtlarıyla takviye edilerek yeniden üretilirken, ''yerli" şefierin elinde de "otantik" biçimler kazanarak oldukça kaba uygulamalara dönüşebiliyor. Bundandır ki emperyalistsömürgeci devletler askeri, mali, adli, idari hegemonya araçlarının yanı sıra, yerli halkın beynini fethadecek ideolojik hegemonya araçları geliştirmeye özen gösterdiler. Başta ..eğitim­ öğretim" kurumları olmak üzere, görsel-Işitsei ve yazınsal medyayı, spor ve tüketim araçlarını, diğer kültür-sanat etkinliklerini Ideolojik hegemonya araçları olarak etkin biçimde kullandılar. Yerli halkiara kendi düşunüş tarzların ı, zevk ve değerlerini taşımaY.a ve benimsetmeye büyük gaxret gösterdıler .. Zihinsel istilanın bir dığer önemli yanı, siyasal yönetim biçimi değişse bile sömürgecilere egemenlikrerini yenı biçimler altında sürdürme

ne

kuşatmada kemalist-devletçı "sol"cuların yanı sıra, "batı"cı ve anti-sosyalist Kürt sağı da rol alacaktır. Apo'nun manyetik alanından çıkanlar, Apo ve PKK kar§ıtı gibi görünen, ancak özünde "kurtarıcı lık'' ve ''Şef'lik ideolojisinin başka türevlerini temsil eden bu kesimler tarafından da

yöntemlerle manipule edilecektir Yine PKK dışında kalan radikal söyleme sahip Kürt hareketlerinin küçük dükka'lar kuran değişmeyen şefleri de, bu arada siyaset sahnesinde yeniden boy göstermeye, sürecin bütün olumsuzluklarını Apo ve PKK'ye fatura ederek kendilerini aklamaya çalışacaklardır. Vetmişti yıllarda bir çok devrimci ..kadro"nun ve büyük bir yurtsever kitlenin umudu haline getirilen bu şefler, tepesine demir attıkları "radikal" hareketlerin militan ve taraftarlarını sorumsuzca harcadılar, inanç ve değerlerini paramparça ettiler; devrimci reflekslerini kırarak adım adım kötürümleştirdiler.Bir dönemin devrimci kuşağı, bütünüyle yalan ve entrikaya dayalı burjuva siyaset tarzı içinde ~özümsüzlüge ve umarsızlığa sürüklenerek olup bıtenleri kanıksar hale getirildi. Yaşanan çürüme ve yozlaşmanın sorumluluğunu omuzlarında taşıyan ..siyaset sınıtı"nın bu değişmeyen "üstat"ları, bir çok

ww

w.

çeşitli

militanın kırılmış-parçalanmış umutlarını arkalarında bıraktıklarını akıllarına bile getirmeden, legal/illegal alanın köşe taşlarını

09-101'00

olanağı sağlamasıydı.

Sömürgeci bir güçten "kurtulmak", sömürgecilikten kurtulmak anlamına gelmediği gibi, bir diktatörden kurtulmak da, diktatörlük sisteminden kurtulmak anlamına gelmez.. Yine bir sömürgeci devletin işgal ve ilhaka dayalı klasik sömürgeci yöntemlerden vazgeçmesi, sömürgeci politikalardan vazgeçtiği anlamına gelmediği gibi, bir diktatörün çeşitH nedenlerle yönetim modelini değiştirması de, onun diktatörlükten gerçekten vazgeçtiği anlamına gelmez. Aslolan, sömürgeci hegemoyanın askeri gücüyle birlikte ekonomik ve sosyal gücünü 60


gengeşr•••••••••••••••••••••••••tartJşma

buna paralel olarak sömürgecilikten ideolojik ve kültürel olarak da kopuşmak ve zihinsel olarak özgürleşmektir. Sömürgeciler ideolojik hegemonyanın kalıcı etkilerini bildikleri için, gerektiQ.inde ışgal ettikleri topraklardan çekilmekte, sömurgelerin siyasal "bağımsızlıklarını" tanımakta bir sakınca görmediler. Ideolojik ve kültürel hegemonya, onlara, kapıdan kovuldukları ülkeye pencereden girme olanağı sağlıyordu çünkü. Tabi bu kez ellerinde silah ve kırbaçla değil; yüzlerinde sahte tebessüm, boyunlarında kravat, koltuklarında "kalkındırma''ve ''yardım" reçeteleriyle ... Aynı durum örgüt ve kurumlar içinde birebir geçerlidir. Kişi ve kurum'dan vazgeçilmesi, ilişki biçımini belirreyen ideolojik ve kültürel yapıdan

S{lyet

t<OPUŞ ve YE!\JIDEN

INŞAA

sürecine, "miras" devralma adına, eski politika ve örgütlenme tarzını besleyen ideolojik ve kültürel ögeler dahıl edilirse, ortaya çıkan "yeni" oluşumların da uzun vadede çürümesi

kaçınılmazdır. "Kurtarıcı" şefliği besleyen maddi ve sosyal şartlar uzun süre varolacağı için, aslolan

Zihinsell"st••••

"Hümanist"

2

Kuşatma!

Mazlum ulusları sefalete sürükleyen "Batı", 15-19. yüzyılları arasında ilkel ve klasik sömürgeci yöntemlerle iç dinamiklerini parampar~a ettiği yerli halkların daha sonra "kurtarıcılıgına" soyundu. Ama önce bu ulusların

"Batı"nın "kurtarıcı" olduğuna inandırılması

gerekirdi. Bunda da resmi "kalkındırma" reçetelerinin yanı sıra, esas olarak, resmi ve ideolojik ve siyasal hegemonyanın "sivil" oluşumlar (AB tonları, NGO, etk ime a ı anın dak i k .ıt1e ve kad ro 1ar yardım Kiliseler, parti vakıfları,

we .c

tekrarlanması kaçınılmazdır.

küstahlaştılar, kabadayılaştılar.

kopuş sürecine girerken, bu

hegemonyanın

çeşitli yardım kuruluşları

etki derecesine bağlı vb.) üzerinden organize olarak çeşitli davranışlar sergilerler. edilen "kal~ındır,!l:'a ve Bu ara dönemde bir çok kişi eski ile Y.cfe~~:~~~:· i~:an yeni arasında uzun süre gelgit yaşar. hakları" söylemi etkili oldu. Hayal kırıklığı, değer boşa lması, Tüm de_m~kratik ha~~rı amaç ve hedeflerden vazgeçme, ~de:~~::P. q~~k~r ıçın geleceğe güvensizlik, umutsuz luk, hakları" gibi kavramlar, eski yapıya yada "aile"ye geri dönüş, ~~kın acil politik .... ıhtıyaçlarına denk duştugu Yeni "kurtarıcı" şef arayışı ' oranda batı'ya umut h d herkesten v~ .~r şe'>:' en ~ağlanmasını sağladı. kuşkulan ma, çokuş ve ı ha net, öte yandan "insan hakları" hedefsiz-amaçsız başkaldırı vb. gibi retoriği Vf! belli programlar tavır ve tutumlar birlikte ve içiçe çerçevesınde ~YQulamaya . . d konulan·denetımlı(l) yaşanır. Yenılenmenın tohum 1arı a yardım projeleri, halkların bu süreçte olgunlaşır. Sağlıklı kendi iç dinamikleriyle filizleri besleme, yenilenme ve hareket e!me ve "· · b 1 rt · demokratıkleşme degışım ça a arı o . ay.a ye~yenı kapasitesini büyük ölçüde kaynaklar, yepyenı dınamıkler kırarken, yardım(!) alan

te

kopuş yaşanmadığı

sürece, eski siyaset ve yönetim tarzının

yüceldiklerini sandılar. Bir Avrupalının ya da sömürgeci devlet yöneticisinin önünde iki büklüm duran, isteklerini dilenci mırıltısıyla dile getiren bu kesimler, kendi halkına karşı olabildığince

om

kırmak,

.

w ••

ww

w.

ne

ideolojik-kültürel kopuştur .. Unutmamalı ki, ideoloji ve kültür öylesine etkili bir güçtür ki, örgütlenme ve kurumlar fiilen dağılsa bile, ideoloji her zaman ete kemiğe bürünebilir, kendi muhtevasına uygun adı ve etiketi farklı, ama özü aynı, "yeni" kurum ve örgütlenmeler yaratabilir. çıkarır. kuruluşların kendi kadro Sömürgecilerin zihinsel ve dinamiklerine istila araçlarına ve kültür emperyalizmine bu dayanarak örgütlenme, bağımsız siyasal bir kad~ büyük önem vermeleri boşuna değil. kimlik ve kişilik kazanma olanağını da zayıflattı; Ozetle; sömürge insanının dıreniş yeteneği onların kendi hedef kitleleriyle organik bağ sadece zor ve basklyla deail, daha çok kültür kurma yeteneklerini yitirmelerine, siyasal emperyalizmi ile köreltildi. Yukarıda reflekslerini kaybetmelerine yol a~ı. Sonuçta vurguladığımız gibi, başlangıçta bu rolü Hiristiyan bu UY.gulamaların yarattığı manipulosyon, hem misyonerler üstlendi; daha sonra bu iş kısmen sömürge ulusların düşmanlarını tanımalarını "bilim"e, daha çok da "Batı"nın kalkınma engelledi, hem de onları kendi kimliklerine daha "uzman"larına ve sömürge halkın "mekteplilerine" çok yabancılaştırdı. Kitleler içine düşürüldüideri düştü. Köleliştirilen halklar bunlar tarafından durumun baş sorumlusu olan sömürgecileri yardıma ve Kalkındırılmaya muhtaç geri toplumlar "kendisine sahip çıkan dostları" olarak algılar olduklarına inandırıldı. Bunda sömürge ulusların oldu .. Bu~ün pek çok Kürt şahsiyetin "batı').'ı diplamalı "aydınları" da önemli rol oynadı. "kurtarıcı' olarak görmesinde bu "hümanist' Sömürge "aydın"ları ve politikacıları, kendi halkını politikaların önemli bir payı var.. Bu bağlamda küçümsedikleri ve horladıkları ölçüde, ''yardım" ya da 09-10/00

61


t1şma gengeşi••••••••••••••••••••••••••tar bir "...bizde" diyor Sartre, ".. ırkçı hümanizmden daha tutarlı bir şey yoktur. Avrupa insan olmayı ancak köle ve canavar yaratarak başarabilmiştir" (Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri 8.22)

om

ve

Şimdi yaratılan bu canavarın ıslah edilmesi uygarlaştı rı lması işi de Avrupalı ya düşüyor. Avruparı "demokratlar"ın ve kimi ulusrararası

"insan hakları" kuruluşlarının tutumu da, bu 'hümanist" kuşatmanın dışında değil. Hatta "hümaniter'' çevrelerin ezici çoğunluğu, bu zihinsel kuşatmada belli bir rol oynuyorlar. Kendi devletlerinin göçmenlere ve Avrupalı sol muhalefete karşı insanlık dışı suçlarını, Avrupa devletlerinin militarıst rejimiere verdikleri ekonomik, siyasi ve askeri desteği teşhir etmek yerine, daha çok Avrupa dışı ülkelerdeki "insan haklar"ı ihlallerini öne çıkaran bu kuruluş ve çevreler, bu tutumianya a_9.ıkça kendi devletlerini aklama i~levi görüyorlar. Şili' de, Halepçe'de, Kuzey Kurdistan'da, El Salvador'da, Filistin'de gerçekleştirilen katliamlardaki kendi devletlerinin sorumluluğunu gözardı etmekle, sadece bu rejimierin suçlarına ortak olmakla kalmıyorlar, Avrupa'nın kendini bütün dünya'ya hümanist" ve "demokratik'' olarak empoze etmesine bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmiş oluyorlar. NGO'lar ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının çalışma yöntemleri, hedefleri, örgütsel yapılanmaları ve işleyişleri, kaynakları, Avrupa'daki insan hakları ihlalleri ile Avrupa dışı ülkelerdeki insan hakları ihlallerine yaklaşım farklılıkları, Avrupa devletleriyle direkt ya da indirekt ilişkileri, bu ilişkilerin insan hakları kuruluşlarının çalışma programiarına ve politikalarına ~tkileri üzerinde enine boy~na durulmalıdır. Ozellikle de, başta Avrupa da y~ayan "ekonomik" göçmenler ve politik mülteciler olmak üzere, toplumun alt sınıflarının ve Avrupa'lı radikal muhalif akımların karşılaştığı baskı ve haksızlıklara karşı, "insan hakları" kuruluşlarının aldığı tutumun etraflıca araştırılması gerekiyor.

ww

w.

ne

te

we .c

"ödül" alan kişi ve kuruluşların kendi varlık nedenlerine ve amaçlarına hızla Y.abancılaşmaları ve siyasal olarak çürümeleri, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir olgudur. Şimdilik geyelim. Böylece "batı", bır yandan halkları yoksulluk ve sefalete mahkum ederken, diğer yandan da onları bu setaletten kurtarmak için ''kalkındırmaya çalışan hümanist bir güç" rolüne bürünmüş oluyordu .. Kriz ve savaşları kışkırtarak halkları birbirine boğaziatan da, barış adına savaş bölgelerine müdahale eden de o'ydu. Pek çok diktatörü halkın iradesine rağmen i~başına getirten de, işi bittikten sonra diktatar ilan ederek "yargılamak" isteyen de o'ydu. Kürtlere karşı kullanmak için Saddam'a zehirli gazları satan, Kuveyt'e girmesi için cesaretlendiren de o'ydu, Halepçe katliamından sonra Kürtlerin hamiliğine soyunan da yine o. Asker-polis devletlerine işkence tekniklerini ve yöntemlerini, muhaliflerin kontr-gerilla yöntemleriyle, uzun süreli "düşük yoğunluklu y1pratma savaşlari' ile nasıl etkisizleştirileceğini öğreten de o'ydu, bu ülkelerdeki insan hakları ihlalerine "müdahale eden", bu devletleri "demokratikleşmeye" zorlayan da yine o. Bugün ortalama bir Avrupalı için kendi devletleri "barış", "demokrasi" ve '1nsan hakları" gibi evrensel değerlerin temsilcisidir. Aynı Avrupalı için bir Kürt ya da Afrikalı tembel ve kaba; kendisinin ödediği vergilerden geçinen bir parazittir. Kendisi "~lışkan", ''uygar" ve son derece "insancıldır', çiçek ve hayvan severdir. Hatta dünyanın başka yerlerindeki yoksullara, açlık çekenlere, savaşta mahsur olanlara kendi hükümetleri ve NGO"rar aracılığıyla ara sıra bağış yapacak kadar hümanisttir(!) Hem de öylesine çok hümanisttir ki, Avrupa dışı ülkelerdeki insanlık dışı uygulamaların, i~kence ve baskıların boyutlarını "aklı almamakta'(!), örneğin Yılmaz Güney'in TC cezaevlerinde yaşanan ~erçeklerin küçük bir bölümünü resmettiğı "Duvar'' filmini bile abartılı bulmaktadır. Onun tarih hafızasında atalarının Afrika' da, Latin Amerika' da, Asya'da gerçekleştirdiği katliamlar, yerli halk üzerind~ denediği işl<ence yöntemleri yoktur. Ne Aztek-lnka-Maya medeniyetlerinin topyekün imhasını ne de yakın tarihe kadar Avrupa'da demokratik ve sosyalist muhalefete uygulanan toplu imha, işkence ve baskıları anımsamaz, anımsamak istemez. Ona göre Hitler ve Musolini'de, Avrupa "medeniyeti"nin kazara doğmuş "gaY.!:i meşru" çocuklarıdır. Avrupa dışındaki mılitarist burjuva diktatörlüklerini ayakta tutan, bu diktatörlükların emekçi kitlelere, demokratik ve sosyalist muhalefete uyguladığı baskı ve zulmü, ancak kendi devletlerinin verdiği ekonomik, siyasal, askeri ve teknik destekle sürdürdüğüne inanmaz, inanmak istemez. Sartre Avrupa hümanizmini çok güzel betimlemektedir:

09-10JOO

Zihinsel istlla-3

"Bilimsel"

Kuşatma!

Avrupa kendini sadece "insan hakları", "demokrasi" ve "barışın" değil, uygarlıkla birlikte bilgi ve "bilim'ın de temsilcisi olarak sundu. Sömürge "aydın"larının ve okumuşlarının manipülasyonunda bu olgu başat rol oynadı. Sosyal bilimlerin kurumsal olarak Avrupa'da sistemleştiriimiş olması, hem bu bilim disiplinlerinin kurumlaştığı alanın tüm sınırlıilkiarını ve olumsuzluklarını bünyesinde barındırmasına, hem de bu disipliniere büyük ölçüde Avrupa merkezci bakışın egemen olmasına neden oldu. Avrupalı olmayan halkların ekonomik, sosyal, siyasal yaşamlarını da daha çok Avrupalı "bilım" 62


genge~ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .11tart~ma adamları ve "araştırmacılar" yazdı, yerli halklar kendi tarihlerini Avrupalıların yazdıklarından öQrendi(!) Böylece dil, kavram, literatür, zihinsel süreçler bütünüyle Avrupa merkez alınarak belirlendi ve bütün dünya'ya şu ya da bu ölçüde benimsetildL AvruP.alı "bilim adamları" tarafından yaşamı, özgün tarıhi, kimliği, zihinsel ve kültürel genşimi bilinmeyen halklara, onlarda aşağılık kompleksi yaratacak bir "bilim" anlayışı empoze edilmeye çalışıldı. Antik dönemden başlayarak bilim dünyasına önemli katkılar sağlamış olan Avrupa dışı uygarlıklar, biiQi ve bilim dünyası dışında tutuldu. Avrupa tarıhi, dünya tarihi gibi sunulurken, Avrupa dışı uygarlıkların gelişme aşarnaları da Avrupa'daki toplumsal ve ekonomik

ww

w.

ne t

ew e. c

om

bilimsel kaygı taşınsa bile, ortaya çıkan "bilgi", o bilgiyi üretenden bağımsız olarak, "batı" burjuvazisi elinde egemenlik kurmak için kulrandığı bir sermaye aracına dönüştürülmüştür.. Edward S&ld, orientalizmi; "Avrupa'nm yaşant1smda özel bir yeri olan Doğu'yu tamm/ama ~, .. efarak görür ve "sömürgeciliğin bir kurumu ve ileri keşif kolıi'' olarak nitelendirir. Said, 1978'de kaleme aldığı Orlentalism adlı kitabında, Feministlerin'de kadın-erkek ilişkilerinde önemle üzerinde durdukları bir saptamada bulunur: Buna göre, •kendini üstün gören ve bu üstünlüğünü korumak isteyen bir kültür, başka bir kültürü eşit olarak sıstemierin gelişme aşarnalarıyla özdeşleştirildi; anlaY.•P değerlendiremez. Hele bu kültür Avrupa toplum tarihinde dört toplumsaf üretim sömurgeciliğin askeri ve ekonomik amaç ve tarzı yaşanmışsa, kurumlarıyla da dünyanın geri kalan besleniyorsa, yani egemen kısmında ttfl aynen öyle kültürse .. O zaman Öte yandan "insan hakları" olmalıydı. Ozgün geçmişi öğrenme ve anlama isteği retoriği ve belli programla r tahrif edilmiş, çarpitıfmış, "izin vermek, ezmek, unutturulmuş bir halkın çerçevesinde uygulamaya meşruiyet tammak, bugününe ve geleceğine yasaklamak, doğrulamak" konulan denetimli( !) yardım egemen olmak çok daha gibi tutkulara dönüşür.' projeleri halkların kendi iç kolaydı çünkü. Burjuva (Aktaran Jale Parla, Efendilik, "bilim" adamlarının ideolojik dinamikler iyle hareket etme ve Şarkiyatçılık, Kölelik. Say 1osaldırıda öncelikle tarihsel 11. Iletişim Yay.) demokratikleşme kapasitesini belleği hedef almaları, J.Parla, E.Said'e büyük ölçüde kırarken, yardım(!) halkın geçmiş yaşarnındaki dayanarak; "egemen alan kuruluşların kendi kadro ve kültürlerin, başka kültürleri olumlu ve direnişçi yanları unutturmaya çalışmalarının dinamiklerine dayanarak çarpik yans1tmasm1n, o nedeni de budur. kültüre egemen olma örgütlenm e, bağımsız siyasal bir Avrupa'da "Doğu 'yu yollarmdan biri olduğunu' kimlik ve kişilik kazanma inceleyen bir bilim dali" şu şekilde aktarır. olanağını da zayıflattı; onların olarak kabul edilen orientalizm (~arkiyatçılık), kendi hedef kitleleriyle organik "Said, Orientalism'de "doğu"lunun zıhinsel olarak Foucault'un kuramsal bağ kurma yeteneklerini kuşatılmasının en etkili analizini uygular. Buna göre yitirmelerin e, siyasal reflekslerini bütün egemen araçlarından biri oldu. 19. kültürler yüzyılın sonlarında kaybetmelerine yol açtı. kendilerine uygun bir Anquetii-Duperron ve "hakimiyet" söylemi yaratırlar Willarn Jones'un ve bu söylem içersinde araştırmalarıyla temelleri atılan, Raymond kendilerinden başka kültürleri istedikleri gibi Schwab'ın ••ooğu Ronesansı" adlı çalışmasıyla yansıtırlar. Bu çarpık yansıtma gerçekte bir içerik ve kapsamı genişleyen orientalizm; kültürün diğer bir kOltüre egemen olma ••doğu"nun ••batı"ya etkısinin araştırılması, "doğu" yollarından biridir". toplumlarının ekonomik-toplumsal-siyasal-kültürel (J. Parla, y.a.g.e. S.11-Dipnot) Y.apısıyla ilgili "bilgi" toplanması, Schwab'ın Yukarıda vurgulandığı gibi, sadece ıfadesıyle "batı"nın ••doğu"yu ••iJğrenme, tamma orientalism değil, Avrupa'da sistemleştirilen diğer ve snlamli' çabası olarak göisterilmeye bilim disiplenleri de Avrupa merkezci bakışın çalışılmasına karsın, orientalizm'in özünde bu etkisi altında şekillendi. Bu yüzden Avrupa "bilgi" üzerinden ''doğu"yu tammlamak, buna etiketli bilim-felsefe kuramları, tarih anlayışı, dayanarak da, ••batı"nın "doğu''yu "y6netme" ve yöntem ve epistomoloji, dünyanın dörtte üyünü· ona "sahip olma" isteğini yansıtır. Batı oluşturan halklar için, kendini anlamayı, aıdiyet ünüversitelerinin "doğu" kürsüleri ile ••batı" ••bilim bilincine ulaşmayı kolaylaştıncı bir işlev adamlar"nın bir çoğunun ••doğu"ya ilişkin görmekten çok, kendine yabancılaşmasına araştırma ve incelemeleri, çoğunlukla masum bir ••hizmet" etti. "öğrenme ve anlama" çabası değil, daha çok Tek otorite olarak kabul edilen; ••doğru"yu egemen olmak için bilme , arnacı taşıdığı, en ..iyi"yi, "haklı''yı kendi tekelinde gören Avrupai (!) azından ••bilgi"nin bu yönde kullanıldığı açıktır. ••bilim", iddia edildiği gibi ger~ekten tarafsız ve Batılı bilim insanlarının ••doğu" araştırmalarında masum muydu? ••oogru" ve ıyi", neye ve kime 09-10/00

63


ma gengeşr•••••••••••••••••••••••••••tart1şta, · tatsız-tuszuz yutturmacatarı, toprakları, k01t0ı1eri, onurları yağmalanmış ve şimci de kendilerini köleleştiren sözüm ona insanların sözcülüğünü yapantarın anemik fikirlerini sabırla özümlemek ve ardından da tekrarlamak durumunda olan bu insanlara sunmak. doğru muydu? Çevrelerineteki bu garip dünyayı bitmek istiyorlardı, öğrenmek istiyorlardı, anlamak istiyorlardı; bu insanıarın hakkı daha iyi bir gıda değil niydi? Bunların ataları kendilerine ait kültürler, renkli dnter,

insanla insan ve insanla doğa arasındaki ilişki konusunda ahenkli görüşler geliştirmişlerdi ...Bu kültOnerin bugün sosyoloji, psikoloji, tıp dediğimiz alanlarda önemli başarıları vardır, insan vaı1ığının olanaklarını ve yaşam ideallerini temsil edeı1er. Gel gör ki bir avuç alaytı araştirmacının yaptıktarını saymazsak, hiç bir zaman hak ettikleri saygıyı görmemiş, hak ettikleri şekilde incelenmemişlerdir; alay edilmiş ve dünyanın en tabi işiymiş gibi önce kardeşçe sevgi dini, sonra bilim dini tarafından yerlerinden atılmış ya da bir dizi "yorum"la ruhsuz-laştırılmaşlardır. Şimdi herkes ağız dolusu özgürleşmeden ırkiann eşitliğinden bahsediyor; ne antama geliyordu bu? Bu geleneklerin ve beyaz adamın geleneklerinin

ew e. c

"Bir toplumsal otayın içeriği ve "anlamı", olayı kimin anlatlığına göre değişiyor. Kristof Kolomp adında bir adam bir adayı "keşfediyor", keşfettiği yere ve orada yaşayan halka bir de ad koyuyor. Elbette hepsi bu kadar değil. Oraya Avrupa kültürünü, teknolojisini, siyasal kurumtarını da taşıyor. Bütün bunları da "uygaı1ık yoksunu" vahşileri uygartaşıırmak için yapıyor. Oysa "yeni dünyadaki" yerli halklar, yaşadıkları toprakların keşfedUrneye ihtiyacı olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Aynı şekilde Avrupalıtar tarafından isim takılmasına da ihtiyaçları yoktu, zira her birinin daha önceden verilmiş isimleri vardı". (F.Başkaya a.g.k)

bilsem de ilgi duydu~tarı şeylerle, duygutarıy korkularıyta tanışıklıgım yoktu. Felsefecilerin yıllar boyu biriktirdikleri ve liberallerinde yututması kolay olsun diye dokunaklı sözlerle bezedikleri

om

göre belirleniy ordu? Hakkında hüküm verilenier in iradesinin dışlandığı, yaşam deneyimi nin katılmadığı bir "bilgi", hangi "bilimsel" araştırmanın ''nesnellik " iddialarına dayanak olabilirdi? Araştırmacının ulusal ve toplumsa l konumu ve cinsel kimliğinden bağımsız ''saf" ve nesnel bir ar~tırma ürünü olabilir mi? Avrupa'd a "egemen kültür'' atmosfer inde üretilen bilginin, "evrense l" ve "çok merkezli" bilgi olarak empoze edilmesi, gerçekte onu "evrense l" kılar mı? . Sanırım bu sorulara verilecek sağlıklı yanıtlar, "bilim" teorisiyle ilgili, bir paradigm a değişikliğinin gerekli olduğunu da ortaya koyacaktır. F.Başkaya'nın belirttiği gibi;

ne t

Bundandır ki egemen kabullerle ve resmi paradigm alarla devrimci tarzda hesaplaşmadan pozitivizm in ve akılcılığın kısır çemberinı parçalam ak olanaksızdı. Yine düşünce

dünyasm a eşitlik ilkesi gOzetilerek ezilenlerin

w.

de bakiŞI dahil edilmede n bu sorulara herkes için geçerli olabilece k yanıtlar verilemez di. Avrupa ünüversit elerinde sömürge uluslarda n öğrencilere verilen dersleri "kültür cinayeti" olarak değerlendiren Paul Feyerabe nd, "Yönteme Karşı" adlı ~lışmasında bu öğrencilerin kendi "eşitlik" ve "bzgürlük " anlayışı üzerinde yarattığı olumlu değişimi ironik bir dille şöyle anlatır:

ww

"1964'te ve sonraki yıllarda, yeni eğitim politikaları sonucunda, OnOversiteye Meksikalılar, Zenciler, Kızılderililer de girmeye başladı. Bir "eğitim" edinebilma umuduyla, bir miktar meraklı, bir miktar mağrur, bir miktar da kafaları karışık,

~yle oturup duruyortardı. Peşinden sürükleyecek ınsan arayan bir peygamber için ne bulunmaz bir fırsatı ..... Ama ben farklı dOşünüyordum. Zira anlıyordum ki o güne kadar az çok yontutmuş dinleyiciterime anlatageldiğim o incelikti savlar ve güzel öykOier, fikirleriyle kendi dışında kalan herkesi köleleştirmeyi başarmış küçük bir grubun kendini beğenmiş düşlerinden, düşüncelerinden başka bir şey olmayabilirdi. Ben kim otuyordum da bu insanlara.neyi nasıl düşünmeleri gerektiğini söylüyordum? Bir çok sorunları olduğunu bilsernde bu sorunların ne olduğunu

bilmiyordum.Öğrenmeye hevesli olduklarını

09-10100

eşit olduğu anlamına mı? Hayır. Eşitlik, farklı ırk ve kültürlerin üyelerinin beyaz adamın manyaktıkları na katılmak için •. onun bilimlne. teknolojisine. tıbbına. POlitikaSına dahil olmak için essiz bir fırsat yakaladıkları anlamına geliyordu(altını ben çizdim). Dinteyicilerime

baktıkça aklımdan geçen bu düşünceler, yerine getirmek durumunda olduğum görevden tiksintiyle ve dehşetle soğumama neden oldu. Zira bu görev -şimdi gayet iyi antıyordum ki-çok usta çok hilekar bir köle çalışancısının göreviydi. Ben ise bir köle çalıştıncısı olmak istemiyordum. Böylesi deneyimler bana bir soruna kavramlarta yaklaşan entellektüel usullerin yanlış yolda olduğunu gösterdi ve bu hatanın şu anda zihinler üzerinde kurduğu olağanüstü güçlü egemenliğin nedenleriyle itgilenmeye başladım. Eski Yunan'da akılcılığın (lntellectualism) doğuşu ve ardındaki nedenleri incelemeye baştadım.Zengin ve karmaşık bir kOltüre sahip insanların kuru soyutlamatarla başlarını döndüren ve bu soyutlamalara yer açmak için tüm geleneklerini, düşüncelerini ve dillerini kesip biçtirten, kötürüm ettirten sebeplerini bilmek istedim.Entellektüellerin hiç şüphe çekmeden cinayet işlerneyi nasıl başardıklarını bilmek istedim; çünkü bu her ders yılı okullarda, ünOversitelerde, yabancı ülkelerdeki eğitim misyoneı1iklerinde işlenen bir cinayetti, zihinlerin ve kOltarierin katledilmesiydi. Bu gidişat tersine çevrilmeli diye dOşünOyordum; artık onlardan,

köleteştirdiklerimizden öğrenmeye başlamak zorundayız, çünkü bize söyleyecekleri çok şeyleri

64


. ..__.. ._._.. ._.. .._. .._. .._....... ....... ..... tartişma

gengeşiiR._._

Hayatlarını paylaşmadığımız, sorunlarını bilmediğimiz insanlar için elimizde çözümler bulunduğuna Inanmak kendini beğenmişllktir, kibirlillktlr.Bu tar uzun menzilli insancıllık araştırmalarının ilgili insanların hoşuna gidecek etkileri olacağını sanmak budalalıktır. Batı akılcılığının ta başından beri entellektaeller kendilerini öğretmen, dOnyayı bir okul, ınsanları" itaatkar öğrenciler olarak gördOier". (Yöntem

Üzerine 8.328-329 Ayrıntı Yayınevi)

doğup büyüdükleri ülke gerçekliğinin dışına çıkarak dünyaya bakmalarını da güçleştiriyordu. Buna karşın her ikisi de ulusal, cinsel ve sosyal konumlarının dezavantajlarını aşmak ve yenilenmek için kendi yetm~zlikferine, yanılgı ve hatalarma karşı sürekli bir mücadele içinde oldular. Ulusaf soruna bakıştaki yanılgılarını belli oranda aştılar da. Daha sonra marksizmi taşlaştıran doktriner ''sol" ise, Avrupa merkezci bakışı "sosyal-şövenizm" derekesinde içselfeştirdi. "Batı uygarlığının" kültür emperyalizmiyle, ulusal kimliği kırma ve yok etme politikalarını "doğal asimilasyon" olarak kutsayarak bu zihinsel iğfale ortak oldu. Oysa bu

.c om

var, çOnkü hakları ve görüşleri konusunda Batılı Fatihleri kadar "gözO kara"olmasalar bile, onlann da diledikleri şekilde yaşamaya hakları var.

ww

w.

ne

te

we

Yerli halkiara dayatılan Avrupa merkezli bir kültür cinayetiydi ve L.V.Thomas'ın da "evrensel bilim" tezine bu şekilde karşı çıkan belirtiği gibi " .. Bir halki kimliğinden mahrum Feyarebend; "..tüm bilimsel etkinlikleri için bir etmekten daha korkunç bir ölüm yoktıi' tak1m standartlar ve yap1sal unsurlar icad eden Avrupa merkezci anlayışın eleştirisi, Avrupa ve bunlari "Ak1r r..a da "Aki/Cilik"a başvurarak . etiketi taşıyan herşeyin topyekün reddi olarak yetkili k1lan bir bilim teorisini" reddederken, anlaşılmamamlıdır. Avrupa'da ortaya çıkan yada "bilimin bir çok farkli türü Avrupa dışı uygarlıklardan olabileceğini, birinci dünya taşınarak sistemleştirilen biliminin de bu bilim türleri U luslararası "demokr atik" değerlerin reaksiyoner arasmda sadece biri biçimde reddedilmesi, olduğunu" savunuyordu. kuruluşların çok büyük bir tarihsel sürekliliği koparan Marks ve Engels'de bölümün ün "'batı"lı devletler in Avrupa merkezci bakışın büyük ölçüde Avrupa dolaylı ya da dolaysız kuşatması tersten Y.eniden üretilmesidir. merkezli bu bakışıi'J d . . Kendi kültür ve değerlerini etkisinde kaldılar. Ozellikle .. a1tın a O 1!!lası, ~e.şıtlı . yadsıyarak Batı değerleri de tarih alanında ve yontemle rle yonlendırılmes1 ve ıçinde kaybolmak ne kadar "üçüncü dünya" daha çok "batı"nın "demokr atik" yanlışsa, Batılı 91an her şeyi toplumlarıyla ilgili maskesine makyai olarak reddetmek de bır o kadar değerlendirmelerinde '-' yanlıştır. egemen bakışın çerçevesini kullanıması, bu oluşum ve Batı değerleri denen; bilgi, a~a~a~ıl~. Sonradan kurumlara dışlaytcı bir tekni~ !'"ad~i ve k~ltürel bu~u.k olçude bu bakışın sekterlikle yaklaştimasıni haklı z~ngınlıkler ınsa~lı_g!n ~rtak etkısınden sıyrılmış çıkarmaz mırasıdır ve bu bınkırnın olmalarına karşın, oluşmasında Avrupa başlangıçta kimi halklarının yanı sıra Avrupa sömürgeTerin işgalini "üretici dışı dünyanın da çok büyük güçlerin geli~tirilmesi" ve "uygarlaştırılma" olarak katkısı var .. Sömürge-yarı sömürge ülkelerin destekleY-ip, 'batı"nın kanlı ışgal eylemlerini emekçileri söz konusu değerlere ve birikime hem "ilerici müdahaleler'' olarak değerlendirdiler. zihinsel ve maddi emekleriyle, hem de Bunda kısmen ekonomist ve dar sınıf merkezci ülkelerindeki zenginiikierin sömürülmesiyle bakışın da önemli bir payı vardı. iktisadi büyük "katkı" sağladılar. Dünya zenginliklerinin, gelişmişlik ve proleteryanın nicelik olarak güçlü emek ürünü değerlerin emperyalist metropollere olması "ilericiliğin" ölçüsü olarak görülünce, akışı bugün de hızlanarak ve artarak devam "gelişmiş" Avrupa ülkelerinin Avrupa dışı "geri" etmektedir. Bu alanlarda merkezileşen sermaye ülkelere müdahaleleri, işgal edilen ülkelerde (ki bu sermaye içinde beyin göçüyle birlikte bilgi, üretici güçlerin geliştirileceği varsayımıyla meşru bilim ve tekniğin ağırlığı giderek artmaktadır) ve mübah sayıldı!. sonuçta biriktirilmiş zihinsel ve maddi emekten Marks ve Engels'in yanılgılarının üçüncü başka bir şey_ d~il .. Devlet ve şirketlerin nedenı de, egemen ulusa, egemencinseve araştırma-gelıştırme (AG) departmanlarının sınıfa mensup olmalarının yarattığı ampirik hizmetine verilen büyük miktarlardaki sermaye sınırlılıklardı .. Bu olgu, onların, kendi yaşam de, aynı şekilde zihinsel ve fiziksel canlı emeğin deneyimleri dışındaki dünyayı kavramalarını maddileşmiş biçiminden ba~ka bir şey değil. O zorlaştırıyordu. Toplumsal ve cinsel konumları, bakımdan Avrupa'daki bu bırikimi reddetmek bir içinde yaşamadıkları toplumları salt teorik yana, bu değerlerin asıl sahipleri olarak araştırmalarla anlarnalarına yetmiyordu. Zihinsel içeriklerini dönüştürmek ve "devralmak" gibi bir yapılarını şekillendiren kavramların tamamına diyalektik bakışla hareket edilmelidir. yakın bölümünün Avrupalı düşünürlerden ve Yine Avrupa'nın değerleri olarak lanse edilen politikacılardan "miras" alınmış olması, içinde "demokrasi", "hukuk", "insan hakları", "sosyal ve ()9.,.10/00

65


. ~rt~ma gengeşi1BIBIBIB...... ...... ...... ...... ...... ...... ...... -TC'nin Avrupa'daki örgütlenmesi ve Kürdistanlllara ekonomik haklar'' da, salt "emperyalist yönelik politikaları .. mak merkezlerdeki sınıf mücadelelerini yumuşat -Küreselleşme ve enternasyonalizm. · ·n · · burıuvazını k ·ıçın . hl"l · -Avrupa'da siyasal ve örgütsel çalışmaların üzerinde f ı t h ve mu a e e ı e ı eştırme yükseleceği temeller. emekçitere bahşettigi haklar olarak -Avrupa örgütlenmesinin programatik temelleri, güncel bunu elbette görülmemelidir. Sonuçta burjuvazi ve temel görevler•.. siyasal ve toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek kullanmak isteyecektir, kullanıyor da.. Her ne kadar bugün bu kavramların içi boşaltılarak daha çok ezilenleri manipüle etme aracı haline getirilmişse de, bu hakların kabul edilmesi ve kısmi olarak uygulanmasında Avrupa emekçilerinin Y.üzlerce yıl süren mücadelesi ile uluslararası düzeydeki mücadelenin belirleyici etkisi var. 19. ve 20.yüzyılda Berlin, Viyana, Londra, Paris gibi sistemin ana karargahlarının bir çok kez devrimin ayak sesleriyle sarsıldığı biliniyor. Bu başkaldırılarda Avrupa emekç~leri demokratik ve sosyalist talepler için çok agır bedeller ödediler. Paris caddelerinde binlerce komünar katledildi. Onbinlerce marksist, anarşist, feminist daha güzel bir dünya için döğüşerek öldü. Bugünkü, ekonomik, sosyal ve siyasal kazanımların asıl sahipleri onlardır. Açıktır ki bu mücadeleler kapitalizmin saflığını bozarak pek çok yanını değişime uğratmış, sistemin içine bir çok "demokratik'' ögenin dahil olmasını sağlamıştır. Bununla birlikte burjuvazinin demokratik muhalefeti ve kazanımları sistem içinde etkisizleştirme yeteneklerini de olabildiğince geliştirmiştir. Ancak burjuvazinin çeşitli muhalif hareketleri ve demokratik hakları sıstem içinde etkisizleştirme başarısı, hatta bu yanları kendini onarma ve yeniden üretme aracı olarak kullanması, bu haklara sahip çıkmak, geliştirmek, içeriklerini devrimcileştirmek sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı gibi; uzun yıllar süren mücadeleler sonucunda kazanılan demokratik hakların ve örgütlenmelerin sağdan kuşatılarak işlevsizleştirilmiş olması, bize, bu olujumları ezilenlerin, emekçilerin, haksızlığa ugrayanların çıkarlarına hizmet edecek biçimde demokratlkleştlnne ve "batı"lı devletlerin bunlar üzerindeki etkisini kırma sorumluluğu da yükler. Böyle bir yaklaşım, aynı zamanda bizden önceki devrimci kuşakların büyük bedeller ödeyerek bin bir ernekle elde ettikleri kazanımlara sahip çıkmak demektir. Sosyalizmin ve radikal muhalefetin etkisinin zayıftadığı günümüzde, Avrupa burjuvazisinin sosyal ve siyasal hakları ortadan kaldırmaya yönelmesi, bu hakların "iyilik sever'' burjuvazinin lütfu olmadığını, milyonlarca insanın mucadele ve emeğiyle kazanılan mevziler olduğunu yeterince açık biçimde ortaya koymuyor mu?.

ww

w.

ne

te

we

.c om

amacıyla

ikinci b610münün konulan: -Avrupa devletlerinin göçmenler politikası, -Entegrasyon ve asimilasyon •• -Avrupada Göçmenlerin ve Kürdistanlıların ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuki durumları ••

09-10100

66


genge~llalmlalmlalalmlaiiBRialalmlalaiiBRialalllllalaiiBIIIBBtartışma

sürecinin son

R. Dinc

ele alınmıştır. Daha önce, 1639'da Osmanlı ve iran devletleri arasında imzalanan "Kasr-ı Şirin Antlaşması" ile ikiye bölünmüş olan Kürdistan'a, bu kez 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın sonucuna bağlı olarak Osmanlı imparatorluğu'nun elinde bulunarı Güney ve Güney-Batı parçasını işgal eden Ingiltere ve Fransa da -en azından kendilerine bağlı olarak Irak ve Suriye için oluşturdukları Manda yönetimleri adına- resmen "ortak'' olmuştur. Kürdistan'ın fiile dört parçaya bölünmüflüğü, "antlaşmacı devletler' nezdinde "resmi' hale

we .c

1923'den bu yana tam 75 yıl geçti. Bu 75 yılda dünya genelinde bilimden siyasete, ekonomıden kültüre kadar hemen her alanda sayısız gelişmeler, değişimler, tarihsel ve toplumsal altüst oluşlar ~aşandı. Halen de yaşanmakta. Bunlara baglı olarak, yine bu 75 yılda Afrika'dan Amerika'ya, Asya'dan Avrupa'ya kadar geniş bir coğrafyada dünyanın siyasi haritası da önemli değişikliklere ugradı. Ancak, Ortadoğu ve Kürdistan'ın 75 yıl önce Lozan'da çizilen haritası, büyük acılar ve yıkımiara yolaçmasına rağmen pek bir değişikliğe u9ramadı. 24 Temmuz 1923 de, bir dizi konferans ve uzun tartı~malar sonucu Lozan'da imzalanan "antlaşma yı , imz!lcı devlet~erden her biri kend! siyasi ve dıplomatık zaferlerı olarak sundu. Yanı "diplomasi"nin diliyle, "antlaşmacı devletler'den her biri, diğerinden belli tavizler kopardığını, buna karşın mümkün olan en az tavizi verdiğini iddia etti. Bu taviz alışverişinin işgal altında tutulan ülkelerin, özellikle de Kürdıstan'ın -bir bakıma Ermenistan'ın da- paylaşımı üzerine olması da, "antlaşma"nın tarafı olan devletlerden her birinin varılan sonucu kendi kar hanesine yazmasını bir

om

75 Y1l Sonra LOZAN

halkasını oluşturmaktadır. Bir başka deyişle de, daha "Lozan" ın çok öncesinde fiilen varolan işgallerin, fiili işgal sınırları esas alınmak suretiyle "antlaşmacı" devletler nezdinde resmi olarak da tanınması ve ilhaka dönüştürülmesi hususunda varılan mutabakatı ifade etmektedir. "Lozan Payla~ım Antlaşması"nda, "gayri-müslim halkiara sınırlanmış bir "azınlık" statüsü öngörülmesi, "boğazlar meselesi", "Balkan sınırları" ve diğer teknik konuların yanısıra, esas olarak Kürdistan'ın paylaşımının onaylanması konusu

getirilmiştir. Aslında, 1.

te

Emperyalist Paylaşım Savaşı ve hemen sonrasındaki .dön~mde, geçmişte sık sık merkezi Osmanlı ve Iran Imparatorlukfarının baskı ve dayatmalarma karşı geliştirilen yerel direniş ve ayaklanmalardan farklı olarak Kürdistan'ın değişik bölgelerinde, savaşın bölgede getirebileceği değişikliklere ilişkin beklentilere de bağlı olarak belirli bir hareketlilik yaşandığı, Kürdistanlıların zaman zaman ayaklanma ve direnişlerlerle gerek bölgede, gerekse uluslararası siyasi ve diplomatik ilişkilerde ulusal taleplerle bir aktör/özne olmaya çabasarfettiği de söylenebilir. Ne varki, siyasal, örQ_ütsel ve askeri yönden son derece zayıf ve dagınık olan bu hareketler ya kanlı bir şekilde bastırılmış, ~a da yerine getirilmeyecek söz ve vaatlerle dagıtılmıştır. Bunun yanısıra, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve sonrasında, emperyalist devletlerin Ortadoğu'ya "yeni bir biçim verme" arayışları içerisinde, Kürdistan sorunu üzerinde de durulduğu bilinmektedir. Bölgenin etnik, tarihsel, coğrafik ve siyasal yapısı ile stratejik konumu ve işgal devletlerinin uzun vadeli çıkarları dikkate

ne

bakıma kolayl~tırdı. Siyasi literaturda değişik sıfatiarta anılan

bu "resmi taraf' durumunda olan bazı devletlerde "Barış Antlaşması" (Trait de Paix} olarak isimlendirildi. Devletlerarası anlaşmaların bir çoğunda -tıpkı diğer "barış, dostluk ve iyi komşuluk'', "silahsızlanma" v.b. adlarla anılan anlaşmalarda olduğu gibi- sıklıkla rastlanan ve "devfetlerarası diplomasi"nin özelliteratürü içinde, gerçek bir d.urumun oldu~u gibi . .

w.

"antlaşma",

ww

açıklanmasından zıyade, gers.:egın uzarının kapatılmasının özel kodları gıbi olan bu türden ironik bir isimlendirmeye karşın, yapılışından bu yana "antlaşma", genelde Ortadoğu'da ve özelde de Kürdistan' da, bölgenin yerleşik halklarına karşı "ilan edilmemiş bir yoketme savaşı"nın

ifadesi oldu.

insanlığın tarihsel ve toplumsal mücadelesinin ortak değer ve kazanımlarıyla şekillenen uluslararası hukuk ilkeleri açısından "Lozan Antlaşması", tipik bir "Paylaşım Anlaşması" olarak tanımlanabilir. "Antlaşma", dana önce Osmanlı imparatorluğu'nun egemenliğinde

bulunan ve 1. Emperyalist ~aylaşım Savaşı ve sonrasında büyük bir kısmı Ingiltere ve Fransa'nın da içinde yer aldığı "müttefik devletler'' bloğunun işgaline uğrayan ülkelerin paylaşımı 09-10/00

alınarak hazırlanan değişi~_planlar arasında Kürdistan'ın "birleşik ve bagımsız {büyük} bir manda devleti" olmasından, "kendı i~ınde bir kaç küçük devlete bölünmesi"ne kadar bır dizi "olasılık'' da bu arada ele alınmıştır. Nitekim

1920'de imzalanan ve gerçekte hiç bir zaman uygulanmayan "Sevr Antlaşması" da, bu değişik olasılıklardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Sonuçta belki de, girişilen onca ayaklanma ve direnişin başarısızlıkla sonuçlanmasının da etkisiyle, zaten zayıf ve dağınık durumda bulunan Kürdistan'daki ulusal hareketlerin, hiç bir zaman yerine getirilmeyecek olan ve gerçekte de __ 67


gengeşr•••••••••••••••••••••••••tart1şma bulunmuşlardır. 1926 yılında yapılan "antlaşma" sonucunda da "sınır", tarafların mevcut işgal durumuna göre belirlenmiştir. Lozan öncesinde fiili işgal durumuna göre "hal" edilen bir diğer husus da:, "Ermenistan sınırı"

tahhütlerde

olmuş

ve Sovyetlerle yapılan "Gümrü

Antlaşması" ile Türk devletine, işgali altındaki Batı Ermenistan bırakılmıştır. Bu bakımdan ~ozan'da ''yeni" sayılabilecek hususlar,

om

rekabetlerine bağlı olarak verilen söz ve vaatleri oldukça önemsemeleri, giderek "ulusal hakların ancak emperyalist ya da sömürgeı::i güçlerle -ör; Güney Kürdistan'da özellikle Ingiltere ve Fransa, Kuzey'de de Kemalistlerle- uzlaşarak ya da birine karşı diğerinin himayesinde kalarak elde edilebileceği" düşüncesine sapiantı derecesinde bağlanmış olmaları, emperyalist ve sömürgeci güçlerin bölgeye ilişkın planlarını daha rahat yapmalarını ve Kürdistanlıları da bu planların "en kolay" ve "en son gözönünde bulundurulabilir" (ya da en kolay gözden çıkartı labilir) unsurları olarak değerlendirmelerini kolaylaştırmıştır. . Nitekim, Lozan görüşmerarinde de, Ingiltere ile . Türk devleti arasında Güney Kü_rdistan üzerine yürütülen pazarlıklar kısmında, Ingiltere temsilcilerinin Türk devletinin yetkililerini "Kürtleri ne kadar temsil ettikleri'yle sıkıştırmaya çatışması ile, Türk temsilcilerin lngiliz göruşmecileri, "Musul'da, Kürtlerin Türklerle birlikte yaşamayı tercih ettikleri"yle sıkıştırmaya çatışması dışında Kürdistan'lıların durumu hiç gündeme gelmemi~, "antlaşma" metninde de sadece Musul'la ilgıli bölümde kısaca değinilmiştir ve bir bakıma Kürdistanlılar, "Lozan Paylaşım Antlaşması"na ilişkin görüşme ve konferanslarda, üzerinde pazarlıklar yürütülen pasif bir nesne gibi değerlendirilmiştir. "Lozan Paylaşım Antlaşması"nın ortaya çıktığı süreci ve sonuçlarını daha geniş bir çerçevede ele almak elbette mümkündür. Ancak burada, "antlaşma"nın uluslararası hukuk açısından ortaya çıkardığı temel sonuçlar ile bugün nasıl bir anlam ifade ettiği üzerinde durulacaktır. Gerçekte Kürd.istan'ın dört parçaya bölünmesi ve payıaşımı, büY.~k ö!9,üde Lozan oneesinde tamamlanmıştır. Ornegin, Türk devletinin "doğu sınırları" Lozan'da tartışma konusu bile olmamış, sadece 1639 tarihli "Ka:sr-ı Sirin Anlaşması"na atıfta Qulunularak, olduğu gibi kabul edilmiştir. Zaten Iran'ın 22 Haziran 1922'de Türk devletini (Ankara hükümetini) t~ıması ve siyasi ilişkilerin kurulması da, Türk ve Iran devletlerinin "Kasr-ı Şirin"i, dolayısıyla buna göre çizilmiş "sınır"ı teyit anlamındadır. Yine (Suriye adına) Fransa ile Türk devletinin yaptığı 20 Ekim 1921 tarihli "antlaşma", Güney Batı Kürdistan'ın Suriye'yedekalmasını ve aradaki "sınır"ı belirlemiş, Lozan'da da yine bu "antlaşma''ya atıfta bulunularak, aynen benimsenmiştir. Lozan'da tartışılan temel bir konu, "Musul meselesi" adıyla Güney Kürdistan'ın durumu olmu~. Türl5 devleti ''misak-ı milli sınırları" içinde gördügü ve Ingiliz işgali altında bulunan Musul ve Kerkük'ün kendisine bırakılması gerektiğini öne sürmüştür. Ki, bu konuda da LozaFJ'da direk bir sonuca varılmamış, "sınır"ın Türk ve Ingiliz devletleri arasında 9 ay içinde "dostça çözümü" kararlaştırılmış ve ''taraflar'', bu konuda bir sonuca varıtınca.Y.a dek mevcuk durumu her hangi bir şekilde degiştirme girişiminde bulunmama yönünde karşılıklı

"lstanbul'un Türk devletine iadesi", ''Yunan adalarının paylaşımı", "gayri-müslimler için öngörülen düzenlemeler" ve diğer teknik konuların yanısıra, Osmanlı'nın devamı olarak Türk devletinin artık Avrupa devletleri nezdinde daha açık tanınması olmuştur . Kürdistan'ın bölünüp paylaşılmasında, fiili durumda bir değişiklik yaratmamakla birlikte "Lozan Paylaşım Antlaşması", Kürdistan sorununun artık resmen bir uluslararası sömürge sorunu halini almasının tarihsel dönüm noktasını oluşturur. "Antlaşma", Kürdistan'ın siyasi ilhakını, uluslararası boyutta da resmileştirmiştir. Lozan sürecinde Kürdistanlı halkların varlığının adeta yok say~lması, sömürgeci devletlerin Lozan sonrasında Kürdistan'da uygulayacakları siyasete de temel teşkil etmiştir. Başta Türk Devleti olmak üzere, Kürdistan' ı egemenlikleri altında bulunduran devletlerden her biri, Kürdistan siyasetini azami ölçüde Kürdistan'da yerleşik halkların, ulusların red ve inkarı üzerinde şekillendirmiş, yine kendi hukuk sistemlerinde, kısa zamanda fiili duruma uygun yasal ve idari

ww

w.

ne

te

we .c

Kürdistan'ın paylaşımı

09-10.00

değişikliklere gitmişlerdir. BöiOnmü~ Kürdistan'ın,

çevresindeki (Türk devleti ve Iran gıbi) kurulu ya da (Irak ve Suriye gibi) kurulmakta olan devletlere payedilması ve her bir parçasının bu devletlerin resmi sınırları içine katılmış olmasının gerek Kürdistan'da, gerekse sömürgeci merkezlerde ortaya ~ı kardığı bazı sonu91arı da şu şekilde özetlemek mumkündür. Birincisı; sömürgeci devletlerin hem sömOrgeyi merkeze entegre etmelerini, hem de başta asımilasyon ve jenosid olmak üzere, sömürgeelliğin bilinen zor yöntemlerini en geniş boyutlarıyla uygulayabilmel~rini kotaylaştırıcı bir zemin oluşturmuştur. Ikinci olarak; sömürgeci devletlerin idari ve hukuk sistemlerinin ~eklllendirilmesinde, Kürdistan'ın sömürge statüsu ile bu statünün devamı ve nihai olarak Kürdistan'daki ulusaVetnik dinamiklerin parçalar.ıarak yokedilmesi amacı belirleyici olmu§tur. Uçüncü olarak; köklü bir tarihsel ve külturel mirasa sahip bir sömürgenin merkeze entegre edilmesinin zorluğu, sömürgeci devletler~en her birinin kendi tarihini, sömürgenin tarihsel ve kültürel mirasına da sahip ~ıkacak bir tarzda yeniden kurgulamasını, bu şekilde resmi bir devlet ideolojisi ile ona bağli' resmi bir tarih anlayışını geli~tırmiştir. Son olarak; sömürgesini kaybetme tehlikesi, sömürgeci devletlerden her birı için aynı zamanda bir ''bölünme" sendromunu da beraberinde getirmiş ve bu durum, siyasal/toplumsal yapıda şovenizm ve egemen

w•t..•eu

68


gengeşfBBBBBBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBIBBBIBIBIBIBIItartışma

ulus ırkçılığına dayalı gerici diktatörlüklerin, bölgede "olağan bir yönetim tarzı" olarak varlığına da temel te~kil etmiştir. Lozan'dan günümüze gelinceye kadar Kürdistan'ın hemen her tarafında, kapsam ve etkinlikleri dönem dönem değişkenlik gösterse de, bir çoğu zorla bastırılabilmış sayısız isyan ve direniş hareketi y~anmış, son 15-20 yılda ise kapsamlı ve kesintısiz bir ulusal hareket devam etmektedir. Tüm bu ulusal direnme ve başkaldırılar, "Lozan Paylaşım Antlaşması" ile Kürdistan'a getirilen statükaya karşı çıkışı n da bir ifadesidir. Başka bir deyişle Kürdistanlılar, "Lozan"da iraeeleri dışında belirlenen kaderi kabul etmemişlerdir. "Antlaşma"nın konusunu oluşturan Kürdistanlıların -ve yine Ermeni, Rum ve haklarında kararlar alınan diğer halkların-, bu "antlaşma"nın resmi tarafı ve kabul edeni olmayışı ile, sonuçta şekli olarak devletlerarası bir "ant1aşma" olan "Lozan Payl~ım

ww

w.

ne te we .c

om

devletlerin rızasına bağlanmış gibidir. Genel olarak ulusal sorunların çözümünde "barışçı bir yol" izlenmesi gerektiği belirlenmesine rağmen, bu "barışçı yollar''a ilişkin somut ve uluslararası güvencelere/yaptırımlara bağlanmış bir . mekanizma Birleşmiş Milletler belgelerinde öngörülmemiştir. Başka bir deyi~le, kendi geleceğini belirleme hakkına deginilmekle birlikte, bu hakkın kullanımında uluslar/halklar, "kendi kaderleriyle başbaşa" bırakılmıŞ,tır. Buna karşın, gerek "sınırların değişmezliği" türünden kuranar, gerekse zorunlu olarak silahlı mücadele ve direniş yollarına başvurmak durumunda kalan ulusal kurtuluş hareketlerinin, fiilen egemenliklerini kurmadıkça muhat~ alınmamaları, hatta "terörısr' ilan edılerek dışlanmaları da, kendi geleceğini belirleme hakkının önüne dikilmiş fiili engellerdir. Bu bakımdan uygulamada kendi geleceğini belirleme hakkının kullanımı, çoğunlukla o ulusun/halkın salt siyasi yöntemlere değil, a9ırlıkla askeri Antlaşması"nın imzacısı devletlerınin değişen yöntemlere başvurmasını ve Lıstelik bunda da durumları, aynı zamanda uluslararası bir hukuk "etkili ve ba~arılı" olmasını zorunlu kılmaktadır. sorunu olarak da değerlendirilebilir. Birleşmi~ Mılletler'in rolü ise, çoğu zaman artık bu Bu bağlamda, ilk olarak "Lozan" ile, hakkın fiılen elde edilip kullanılması karşısında uluslararası hukukun temel bir ilkesi olan mevcut durumu onaylamanın ötesine ulusların kendi geleceğini belirleme hakkı, gitmemektedir. Kürdistanlıların elinden alınmış, Kürdistan'ın Kürdistan bağlamında, ilk başlarda, Lozan'daki geleceği, atiaşmayı imzalayan devletler görü~meler sırasında Türk görüşmecilerin tarafından tayin edilmiştir. Gerçi, kendi geleceğini kendıterini "Kürtlerin de temsilcileri" olarak ilan belirleme hakkı ilkesi ile bunun kullanım etmeleri ile kendi parlamentoianna atadıkları bazı esaslarının, uluslararası hukukta belirgin, açık ve Kürdistanlllara bu yönde telgraflar çektirilmesi ve belli güveneelere bağlanmamış olmaması, başlı dolayısıyla "Kürtdistanlıların kendi geleceklerini başına ele alınması gereken bır sorundur, ancak, bu şekilde belirlemiş oldukları" iddiası zaman "Lozan Paylaşım Antiaşması'yla getirilen zaman gündeme gelmiştir. Ancak bu, çerçeve, her koşulda Kürdistanlıların kendi gerçeklikten uzak bir iddiadır. Her şeyden önce, geleceklerini belirleme hakkının a9ıkça ihlali Kürdistan'ın Lozan öncesine dayalı işgal ve olmuştur. Bir evrensel hukuk ilkesı ve aynı bölüşümü Kürdistanlıların iradesi dışında, onlara zamanda bir uluslararası hukuk sorunu olan zorla dayatılmış bir durumdur. "Lozan'da kendi geleceğini belirleme hakkı, Kürdistanlıları da temsil ettiğini" öne süren Türk halklarıniuiusiarın özgür ve bağımsız bir şekilde devleti de, sonu91a bu iddiasını daha baştan, kendileri için nasıl bir gelecek, nasıl bir toplum, Kürdistan'ın böl un üp paylaşılmışlığı üzerinden nasıl bir hukuksal ve idari ilişki biçimi yükseltilmiş, örneğin sadece kendi işgali altında öngördüklerine, kendi oluşturdukları kurumlar bulunan yerler ile pazarlıklar sonucu elde etmeyi eliyle karar vermelerini içerir. Kendi geleceğini umduğu Musul ve Kerkük yönünden ''temsil'' belirleme hakkı, uluslarihaikiar i9.in temel ve iddiasında bulunmuştur. oysa, Lozan'da bir taraf vazgeçilmez bir haktır. Aynı şekılde, bu hakkın olarak yer almayan Kürdistanlılar (aynı şekilde kullanımı yer ve zaman kısıtlamasına da tabi Ermenı, Rum ve gelecekleri hakkında kararlar değildir. Belirli bir zaman diliminde kendi geleceği verilen diğer halklar), her hangi bir şekilde ne hakkında belli bir biçimde karar verebilen bir Türk, ne Ingiliz, ne F=ransız, ne de bu ulus/halk, başka bir zaman diliminde kendi "antlaşma"nın tarafı olan her hangi başka bir geleceği hakKında yeni bir karar da verebilir. devlete kendilerini temsil yetkisi vermemişlerdir. Ancak uygulamada, özellikle de konuya ilişkin Kürdistan'da ve diğer yerlerde, buna dair ne bir Birleşmiş Milletler belgelerinde bu hakkın halk oylaması, ne bir referandum yapılmış, ne de kullanım esasları, daha çok devletlerarası ·Kürdistan'da -ve diğer halklar nezdinde- temsil ilişkilere, özellikle de Birfeşmiş Milletler üzerinde niteliği olabilecek siyasal örgütler bu yönde bir siyasi ağırlıkları bulunan emperyalist güçlerin açıklamada bulunmuştur. Zaten, Lozan'a telgraf çıkarlarına bağımlı tutulmuştur. Nitekim, çektirilen Türk Parlamentosu'ndaki Kuzey Birleşmiş Milletler belgelerinde, kendi geleceğini Kürdistanlılar bir kaç yıl sonra bizzat bu belirleme hakkı temelinde ulusal sorunların gerekçeyle yargılanıp idam edilmiş, yine Lozan çözümü, sömürge ve bağımlı ulusların sonrası Türk hukuk sistemi, Kürdistanlıları taleplerinden ziyade, adeta egemen/sömürgeci tamamen inkar ederek, Türk ulusu esasına göre 09-101'00

69


gengeşt ...... ...... ...... ...... ...... ...... ...... ......

Fransa, italya, Yunanistan, Romanya, SırpHırvat-Sioven Devleti ve Japonya taraf olmuşlardır. Sırp-Hırvat-Sioven Devleti uzun yıllar öncesinden tarihe karışmış, 2. Emperyalist Payl~ım Savaşı sonrasında kur.ulan Yugoslavya devletı, hem yeni bir devlet olması, hem de egemenliğraıtında bulunan yerlerde daha önceden kurulu bulunan devletlerin yaptığı tüm "antlaşmalar"ı reddetması itibariyle, Lozan'ın imzacısı olmaktan çoktan çıkmıştır. Aynı şekilde, 2. Emperyalist Payr~ım Savaşı sonrasında siyasal sistemini değışen ve kendini ••sosyalist" bir devlet olarak tanımlayan Romanya da, eski devletin tüm ••antlaşmalar''ını reddetmiştir. Keza, ?. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın taraflarından ıtalya ve Japonya, savaşın diğer tarafında yer alan devletlerle daha önce yaptıkları tüm "antl~malar''ı iptal etmişlerdir. Yine Yunanistan devletı, süreç içerisinde bir dönem Krallık halini almıştır v.b. ••Lozan Paylaşım Antlaşması", şekli anlamda bir ••devletlerarası antlaşma"dır. Uluslararası antlaşmaların belirli bir konuya sıkı sıkıya bağlı olmasından farklı olarak devletlerarası

ww

w.

ne te we .c

statüsü üzerine yapılmış hiç bir devletlerarası "antlaşma", sonrasında da Kürdistanlıların onayına sunuimam ış, bu yönde de her hangi bir halkoylaması ya da referandum sözkonusu olmamıştır. Gerçekte, Kürdistanlıların -ve diğer halkların- kendi geleceklerini özgürce belirleme hakları yok sayılmış, Kürdistan'ın geleceği emperyalist ve sömürged güçler tarafından tayin edilmiştir. Buna karşın Kürdistan'da her dönem, değişik siyasal araçlarla ortaya çıkan ulusal hareketler, kendi geleceğini belirleme hakkı talebiyle hem siyasi ve diplomatik girişimlerde bulunmuş, hem de silahlı direnişler ve ayaklanmalara girişmiştir. 75 yıllık süreçte Kürdistan'da ortaya çıkan ve her türlü baskı ve engellemelere ragmen geniş bir toplumsal kesimi de etkileyebilen bu hareketler, sonuçta Kürdistanlıların, -Lozan da dahil- kendileriyle ilgili hiç bir ••devletlerarası antlaşma"yı tanımadıklarının, kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olma isteklerinin bir ifadesi olmuştur. Kürdistan sorununun bugün her zamankinden daha fazla uluslararası kamuoyunun gündeminde olması, kuşkusuz sorunun çözümü için önemli bir aşamadır. Ancak, Kürdistan sorununun Ortadoğu'nun genelini ilgilendiren, dolayısıyla Ortadoğu'ya yönelik devletlerarası çıkarları da etkileyen uluslararası bir sorun olması, sorunun çözümünü bir o kadar güçleştiren bir durumdur da. Nitekim, Kürdistan sorunu uluslararası kamuoyunun gündeminde giderek daha fazla yer almasına rağmen, dünya genelinde devletlerin ve devletlerarası mekanizmaların soruna yaklaşımı, Kürdistanlıların kendi geleceğini belirleme hakkına saygı gösterilmesi temelinin çok uzağındadır. Daha çok da, sorunu sömürgeci 11 devletlerin birer iÇ sorun"u gibi gören ve en fazla insan hakları bağlamıyla ele alan, Kürdistan Kurtuluş Hareketlerini '1erörizm" olarak değerlendirirken, Kürdistanlıların ulusal demokratik haklarına duyarsız kalan, dolayısıyla Kürdistan'daki mevcut statükonun fazlaca değiştirilmeden sürdürülmesinden yana olan bir politik anlayış egemendir. "Lozan Paylaşım Antlaşması" ile ilgili olarak bugün gözönünde bulundurulması gereken diğer bir olgu ise, günümüze gelinceye kadar "antlaşma"nın imzacısı devletlerinin siyasi ve hukuki durumları ile dünya genelinde meydana gelen temel değişiklikler ve bunların sonuçlarıdır. Kürdistanlıların -ve haklarında kararlar alınan Ermeni, Rum ve diğer halkların- bu ..antlaşma''ya taraf olmamaları, dolayısıyla bununla bağrı olmamalarının yanısıra, bu "antl~ma"nın resmi '1arafları" olan devletlerden bir çogunun ya hukuki varlığının ortadan kalkmı~ olması, ya da siyasi niteliklerinin köklü değişiklıkler geçirmesi, ııantla§ma"nın imzacı devletler yönünden bile geçeridiğini tartışmalı kılmaktadır. "Lozan Paylaşım Antlaşması"nın Kürdistan'!~ ilgili kısımlarında Türk devletiyle birlikte, Ingiltere,

om

düzenlenmiştir. Keza, Lozan da dahil Kürdistan'ın

09-101'00

.... ~rt~ma

antlaşmalar,. antlaşmanın taraflarına sıkı sıkıya bağlıdırlar. Orneğin; ••çevrenin korunması", ••ınsan hakları", "çocuk hakları" v.b. konulardaki anlaşmalar, uluslararası antlaşmalar kategorisinde ele alınabilir ve bu antlaşmanın bazı devletler tarafından imzalanmaması, ya da imzacı devletlerden birinin imzasını geri çekmesi

veya bu devletin hukuki ve siyasi durumunda köklü değişikliklerin olması sadece bu devlet açısından bir sonuç doğurur, yoksa sözkonusu uluslararası antlaşmanın varlığını ortadan kaldırmaz. Buna karşın gerek bölgesel ve yerel, gerekse ikili-üçlü düzeylerde yapılmış devletlerarası antiasmalar -örneğin; •ısınır", ••karasuları", •ııcaret""', "bölgesel jşbirliği" v.b. antlaşmaları v.b.- antlaşmacı devletlerin durumlarıyla sıkı sıkıya bağlıdır ve bu antlaşmanın taraflarından birinin geri 9.ekilmesi ya da siyasi ve hukuki niteliğinde köklü değişikliklerin olması, sözkonusu antlaşmayı da hükümsüz hale getirir. Nitekim, 20. yüzyıl başlarında imzalanan devletlerarası antlaşmaların hemen tamamı, ilgili devletlerin hukuki veya siyasi niteliklerinin değişmesiyle, ayrıca bir irade beyanına gerek kalmaksızın kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Çoğu zaman mevcut veya ortaya yeni çıkan ya da niteliği değişen devletler, ya bu eski antlaşmalara bağlı olduklarını ilan etmek suretiyle, ya da aynı .içerikteyeni antlaşmalar yapmak suretiyle var olan durumu devam ettirmişlerdir. Bu bakımdan "Lozan Paylaşım Antlaşması" da, -antlaşmaya, gelecekleriyle l!gili karar verilen halkların taraf olmaması ile örnegin; "gayri müslimler''e ilişkin hükümler gibi, bir çok hükmünün uygutanmam ış olması bile bir yanaimzacı devletlerin bir çoğunun hukuki ve siyasi niteliklerindeki değişmeyle birlikte, bir 70


gengeşt•••••••••••••••••••••••••tartişma

"devletlerarası antlaşma" olarak varlık ko~ullarını yitirmiş, "imzacı devfetler" arasında bile yürürlük ve _geçerlilik durumu tartışmalıdır. Bu konferans

ww

w.

ne te we .c

om

"Uluslararası Savaş ve Soykırım Su9,1arı Mahkemesi"nin kuruluşunda da göruldüğü gibi, demokratik kamuoyunun talebi ve uzun yıllara baglarnında, "Lozan Payfaşım Antlaşması"nın dayalı çabalarıyle gündemleşen bu tür gırişimler, Kürdistanlıların kendi geleCeğini belirleme sonuçta sistemin egemen güçlerinin hakkını ihlal edişi üzerinde durulurken, müdahalesiyle, hem kendilerine karşı işlemesinin oluşturulacak uluslararası bir daimi komite ile, önüne geçmek, hem de bundan kendilerini gerek bizzat bu "antlaşma"nın halen varlığını aklamanın bir aracı olarak yararlanmak üzere, sürdüren imzacısı deVletleri nezdinde, gerekse denetimlerindeki devletlerarası mekanizmalar bu ülkelerdeki demokratik kamuoyları nezdinde, haline getirilebilmektedir. Başka bir deyişle "antlaşma"nın uluslararası hukuk yönünden günümüzde, özellikle de devletlerden geçersizliğini ortaya koyan girişimler de kaynaklanan belirli eylemler, insanlığın tarihsel başlatılabilir. ve toplumsal mücadeleleriyle şekillenen evrensel Sonuç olarak, "Lozan Paylaşım Antlaşması", hukuk değerlerine aykırı görülerek "savaş suçu", 1923'de, Ortadoğu'daki fiili işgal durumu ile bu "insanlığa karşı işlenmiş suçlar" v.b. olarak işgalin sınırlarının ilgili devletler nezdinde bir kez tanımlanmakta, fakat sonuçta buna karşı daha tesciliydi. Bu "antla~ma"nın uluslararası oluşturulan mekanizmalar, yine bu hukuka hukuk ilkeleri içinde varligının tartışmalı olması, aykırıilkiardan sorumlu devletlerin denetim ve 1923'1erden bu yana Kürdistan üzerindeki fiili insiyatifine bırakılmakta, bir anlamda "failler", işgal durumunun halen devam etmekte olduğu aynı zamanda ''yargıç" olmaktadırlar. Fakat, bu anlamına da gelmektedir. tür giriŞ,imlerin ne kadar sistemin ve egemen 75 yıllık süreçte; dünya genelinde çok büyük iktidar ılişkilerinin dışında olabileceği tartışmalı değişimler y~anırken, Kürdistan'ın olsa da, evrensel hukuk ilkeleriyle bütünleştikleri bölünmüşlüğu ve uluslararası sömürge ve gücünü demokratik kamuoyundan aldıkları statüsünde her hangi bir değişiklik olmamıştır. ölçüde olumlu gelişmeler olarak görülmesi ve Bunu, Kürdistan'ın jeo-politik konumundan, insanlığın ortak mucadelesinin tarihsel sömürgeci devletlerin niteliğine, uluslararası kazanımları sayılması gerekir. Bu bağlamda, alanda devletlerin kaljılıklı çıkarlarına dayalı devletlerarası mekanizmalar ve çıkar ilişkilerinin politik atmosferden, Kürdistan Kurtuluş dışında, fakat devletler üzerinde de etkıli bir baskı Hareketlerinin kendi içindeki sorunlarına kadar bir gücü oluşturabilecek alternatif oluşumlar dizi nedenle açıklamak belki mümkündür. Ancak, üzerinde daha fazla yoğunlaşılması önemlidir. 75 yıllık süreç ı9inde Kürdistan'ın baştan başa Bu çerçevede benzer bir çaba, dünya savaş alanı halıne getirilmesine, dünyanın gözü genelinde her türlü sömürg_eciliği "insanlığa karşı önünde bir ulusun en barbar yöntemlerle işlenmiş bir suç" olarak değerlendirip, ulusal yokedilmeye çalışılmasına karşı dünya sorunların çözumünde emperyalist ve sömürgeci demokratik kamuoyunun yeterınce ses devletlerin, bu devletlerin denetimi altında verememesini açıklamak doğrusu mümkün bulunan devletlerarası kuruluşların iradesinin ve değildir. Kürdistan sorunu, bugün sadece çıkarlarının dışında oluşturulacak etkili alternatif Kürtlerin bir sorunu değil, başta bölge halkları mekanizmalar geliştirilmesi yönünde olabilir. olmak üzere tüm Ortadoğu'nun ve nihayet tüm Evrensel bir hukuk ilkesi olarak kendi geleceğini dünyanın bir sorunudur. Yine Kürdistan sorunu, belirleme hakkının kullanımını uluslararası sadece Kürdistan'daki halkların özgürlük ve demokratik kamuoyunun güvencesine alabilecek bağımsızlığıyla sınırlı değildir; tüm Ortadoğu somut adımlar atılabilir. Kendi geleceğini özgürce halklarının ve tüm dünya halklarının özgürlük belirlemek isteyen halkların/ulusların bugünkü sorunu durumundadır. Kürdistan sorunu, "kendi kaderlerine", dolayısıyla sömürgeci Ortadoğu'daki Arap, Fars ve Türk devletlerinin güçlerin ve destekçilerinın istek ve iradelerine demokrasi sorunuyla da sıkı sıkıya bağlıdır ve terkedilmişliğine karşı; bu hakkın kullanımını "zor" Kürdistan sorunu doğru ve adil bir biçimde yoluyla önlemeye çalışan güçlerin çözülmeden, bu devletlerdeki demokrasi engellenebileceği, bu evrensel hakkı tanımalarını sorununun çözülemeyeceği de ortadadır. sağlayıcı ve nihayet bu hakkın kullanımını ihlal Kürdistan sorununun uluslararası bir sömürge eden ya da ihlal edilmesine yardımcı olan sorunu olması, aynı zamanda bu sorunun devletlere yaptırımlar getirilmesini sağlayıcı çözümüne de uluslararası bir boyut katmaktadır. alternatif oluşumlar geliştirilebilir. Bunun bir Ancak, uluslararası hukuk içinde, ulusal biçimi, dünya genelinde ilerici aydınların, bilim sorunların çözüm mekanizmalarının darlığı adamlarının, siyasetçilerin, sivil demokratik önemli bir sorundur ve yine başta da belirtildiği kuruluşların ve tüm dünya halklarının katılımına gibi, sorunun çözümü fiili durumlara, daha çok da açık, "kendi geleceğini belirleme hakkı ve devletlerarası ılişkilere bırakılmıştır. Son yıllarda somürgeciliğe karşı uluslararası konferans" demokratik kamuoylarının belirli çabalarıyla, düzenlenmesi ve bu konferansta belirlenecek uluslararası hukukta bazı etkin denetim ilkeler temelinde daimi organların oluşturulması mekanizmalarının oluşturulabileceğine yönelik olabilir. umutlar gelişmektedir. Ne var ki, son olarak,

09-10/00

71


11tart~ma

gengeşf81818181818181BI818181BI8181818181811BBBIBBIIB8181811

Birat/ya Dere w Cfnartfya Qenç !

iro ji h..~ xwe ji v~ nexaşiY.~ nefilitandine. Tesira nexaşıy~ berdewame. Bila xelet ney~ tAgih~ştin ev n~xaşi dinava çep~n ~rk 2e ten~ na,ıl, dı ' ~undır~ çep~n çih~~ de Jı diJı. Ev n~rina şaş tırsendeka mezan xıste dest~ dijmin~n sosyalizm~. Ttibara sosyalizm~ fikest O ideolojiy~n dijber xurtbOn.

om

Çepin Welatin Dagirker O Kurdistan!

ne te we .c

F. Mtrhaj

Piraniyan çepltn welat~n dagirker ji hemO çepen cihan~ z8cletir n~ziki sosyal şovenizm~ ne. ~i .hilwe~andina real sosyalizm~ ji tu ders negırtıne. Yugoslavya OSovyet Ji ber sedem~n netewi Oy~ din perçe perçe bOn O bi dehan dewletltn nO avabOn. Gel~n "bira" bihevketin, neziki nfv milyoni mirov hatin kujtin. Gelen "bira'' bOne neyar~n hev, xOna hev rijandin. Çep O sosyalist~n welat~n dagirker disa çıroka sedsal ber~ dubare dikin. "Emperyalizm ji bo r~vebiriya h~say perçedike, parvedike". Van bGyer~n dawi careke din nişandan ku slogana "biji biratiya gelan" sloganeka şaş Ovala ye. Ev slogan xeyni veşartina politikaya sosyal şovenan k~ri tu tişti nay~. Proplem~n dı navbera gelan de bi veşartin~ çaresar nabin. Ku ji van gelan yek serdest·O yekji bindest be biratiya gelan dereweke mezine. Pirsgirltk~n diroki. PE!vçOnltn civaki bi veşartin~ ji hol~ ranabin. ~ırok O metoda diyal~ktik ~i hezar caran ev rasti nışan~ me daye. Cerıbandıneke din p~wist ninel Çe~n Tirk xeyni xwe tu kesi O tu hizbi sosyfllıst O kominıst napejirinin. P~şfya derba 12 Hiva llone nltziki deh salan bi gottigoya r~xistiniya cihe an bi hevra derbasbO. Bi dehan rexistin partiy~n kurdi hatin damezrandin tekoşin kete rojeva gel, gel xwedi bi metod~n şoreşker serhildan O berxwedan~n pir xurt li darxist, ı~ disa piraniyan çep~n Tirk dev ji "çiroka k~vl'!.are" bernedan. Nav~ ve politikaya şoven, bıratıya gelan e!.

ww

w.

Derheq Netew~n serdest O bindest de Karl Marks 150 Sal ber~ gotibO "Netew~n Serdest azad nfnin". Ev gotin jibo xeta sosyalizm~ bO prensibek. Ev .prensib k~m - z~de heya destpeka şere cihan~ a yekemfn aliy~ h~z~n sosyalist ve hate pejirandin O parastin. Oema şer destpekir hinek partıy~n çep prens~n sosyalizm~ O çepitiy~ danin aliki O alikariya serdest~n xwe O dewleta xwe kirin. Peşengiya van gav~n şaş O şoven serok~ Sosyal Demokrat~n Elemanan Kautski dikır. Ev n~rina şoven bO sedem~ perçebOna Enternasyonala Duwemin. Lenin, pişti van bOyaran li ser KaOtski kitebek nivisi O KaOtski teşhir kir, dOre sosyal şoven~z~ r~xnekir OJi bo Enternasyonaleka nO bang lı hezen sosyalist kir. Mesela Netew~n bindest O pirsgir~ka Kolaniyan li ser helwesta h~z~n sosyal şoven careke din kete rojeva sosyalistan. Lenin, gotina Marks a ku bibO prensfb ji bo sosyalistan gihande formOiasyoneke nO. Mat~ CerenOsi careke din hate şirovekirin O naveroka wf bi n~rineke nO hate tijekirin. Angori n~rina Lenin mena maf~ çarenOsi "cih~bOn O avakirina dewleta seroixwe ye". Ev mat, mateki piroze hemu gel Onetewen bindest dikarin bi gori dil~ xwe vi mafi bikarbinin. Maf~ ÇarenOsi di bernema Enternasyonala S~yemin de ji cih girt. N~rina Enternasyonal~ ya ~af~ 9arenOsi ji bo Netew~n Bindest bO meşale u p~şıya wan roni kir. Sosyalizm, ji bo netew~n Bindest O Kolaniyan bO h~vi O rehber~ Azadi O Rizgariye. Bi dehan gel rizgarbOn O dewlata xwe ya serbıxwe avakirin. L~ mixabim, pişti mirina hostay~ mezin Lenin Enternasyonala S~yemin Jl gav bı gav dejenere bO. Enternasyonal ji wek Tevgera Sosyalist a Navnetewi gori berjewendiy~n Yekitiya Sovyet~ hereket kir. Maf~ ,.CerenOsi, berjewendiy~n Netew~n Bindest, tekoşına karker~n cihan~ hatin birkirin. Ji ber van bOyer~n negatif Enternasyonal rizi O pOç bO. Di nay~ Netewltn Bindest de imaja sosyalizm~ lerızı.

Sosyal şovenizm~ weke nexaşike ~ derman sosyalist peça. Piraniyan sosyalistan heya

h~z~n

. 09-10100

o

Rastt gel Blrane? . ..Bel~ pel birane. Tu dijaretiya me Oitiraza me b!ye rast!Y~ re tuney~. Em Jı naxwezin gel~ me dıJmanatıya tu geli bıke, le bel~ ev daxwez yekali rıaçe seri. Elbet gel~n Tirk O ereb, Firansiz O Ingiliz, ÇinOMa çin birane, di navbera wan de tu nakoki tune. Ev gelanan hemu serdest O azadin ' xwedi maf~n xwe y~ netewi ne. Le mixabin Tirk Kurd, Gel~ navbera Di ye. rewşa me cuda Ereb O Faris de cudati yen civaki, newekhevi O ' hvd pirin. Em mazlum ew zalimin, li gel ne em , zalimanin maziOman ninin li ser xeta xwedi maf~n netewine ew xwedi mafin, em kole ew "azadin", em bin~est ~w serdestin, şert O şOrte me ne wekhevın. Dıv~t pAşiya her ti~ti ev rewşa xeter ~te guhurandin, paş~ qala bıratiy~ ~te kirin. Kes~n ku qala biratıyan gelan dikin div~t şert OşOrt~n gelan bidine berçeven xwe: 72


gengeşt•••••••••••••••••••••••••tartJşma

om

dibinin, Kurdistana "Suri" perçek ji Suri dibinin. Me demekiji qala şoreşa Rojhilata Navin dikir!!! Heya birati Oa~ti di navbera Kurdan de saz nebe, ki qala bıratiye bike hun bizanibin ku ew qala xulamtiye di kin. Ew dixwezin careke din me tekine xulame ''xalan" an biyaniyan. Kurd hemu baf. dizanın ku, me, heya iro çi kişandiye ji deste 'xalan" u biyaniyan kişandiye. Edetekı (tore) me Kurdan heye, dema kumirat di navbera birayan de tet parvekirin ji keçan re tu par nakeve. Mirat hemu di navbera meran de tet parvekirin. B~- xirab ev edete me Kurdaye. "Xalan"e me p, ji me zadetır giredayi vi edete me 'ne. Dema ku tişteki parvekirine hebe em derhal dibine xarzi. Kurden ku dixwezin heya qtyamete xarzi biminin, bila sere roje penc cara silogana "Biji Biratiya Gelan" bavejinll!! Le em dibejin dema xal u xarzitiye derbas bu. Heya ku di navbera kurdan de birati çenebe, Kurd bi tu kesi re nikarin bibin bira, le dikarin bibin xulam. Nave xulamtiye dibe "Biratiya Gelan". Heyali ruye cihane serdest u bindest hebin, heya li cihane mejokdari u kedxari hebe, "Biratiya Gelan" derewe, le cinartiya qenc mimkUn e. Gava ku şoreşa cihane li serket, sosyalizm bu sistema cihani, we deme nakoki yen li navbera gelan de rabin, biratiya esasi ya be ''xal", be tirs u be dawi ye çe be. lro wezifa me serida ya sosyallstan ne ji bo biratiya derew xwe xapandine, ji bo cinartiya qenc xebat u tekoşin e.

ww w

.n

et

ew e. c

Gava ku mirov li rewş u nakokiyen navbera gele KurduTirk dinere, ji biratiye betir cinartt mimkun u realist e. Nakoki u newekheviyen sedsalan bi siloganen vala ji hole ranabin u gel zu bi zu nabine bira. Diroka nazik bi minakan tijeye. Pirsgireken Netewi li hemu deveren dine bi AZADi u SERXWEBUN'e çareser dibin. insiyatif li deste Emperyalistan de be ji encarn naguhure. Kosovo, nmora Rojhilat, Çeçenya çıqas tiliyen biyaniyan di navda be ji, oıngeha pırsgireke daxweza gelan e. Daxweza hezen biyani u berjewendiyen wan tişteki dine. BOyeren dawi careke din dane nişandan ku heya gelen bindest dewleta xwe ya serbixwe ava nekin mesele çaresar nabin. Di vi wari de wezifa Hezen Çep u Sosyalist, dije dagirkeri u şovenizme tekoşin, li gel gelen bindest xurtkirina xeta azadi u serxwebune ye. Ev nerin dikare di nava gele serdest de şovenizme bişkene u nirxen demokratiye bicihke. Xeyni ve reye tu şans u tu çere tune. Derheq mesela netewi de bedengi xeyni xurtkirina xeta nijadperest keri tu tişti nehat. Hilbijartina dawiye ji ev rasti careke din nişane me da. Mirov ji rastiya xwe nikare bireve, rasti pesira mirov bernadin. Li Tirkiye xurtbuna nijadperesti u şovenizme suce berxwedana Kurda nine. Eger rewşenbiren Tirk u hezen sosyalist rola xwe baş bileyiztana, li gel dewlete cih negirtana, situye xwe ber dewlete xwer nekirana iro li Tirkiye şovenizm u nijadperesti ewqas xurt nedibu. Demokrti u sosyalisti ji bo TimQ.r Serxwebun, ji bo Kurdan mafen kulturi nine. OOP sedemen tekyuna xwe ya hilbijartina gişti Oheremi Kurdan dibıne, ku şerm neke ye sederne xurtbuna nijadperestiya Tirkan ji baveje sitOya Kurdan. El insafl · Bele, heya zimane me ziviri me bala we kişande ser çend taiOkan. Denge silogana "Siratiya Gelan" xweşik tet guhe mirovan, le naveroka wi bi narina şovenizme tijeye. Heya iro diroke tu cari nişane me nedaye ku navbera Gur u Pez de, serdest u bindestan de birati çebe.lro şunde ji ~nabe. Di navbera newekhevan de ne birati ne Jı dosti ç8nabe. Ku gel bikaribin bibin cinaren baş u cinartiyeke qenc ji hev u dura bimeşinin, ev gave bibe gaveke diroki. Ji bo pe~eroja gelan cinartiya qenc ).i "biratiya" derew ç&tıre. lro Kurdu Tirk, ki qala 'biratiye" kir, hun bizanibin ku ew derewa dikin, we ji dixapinin u xwe ji dixapinin.

Em Keng8 Dikarin Blbine Sira?

Divet iro peşiya biratiya Kurd, Ereb, Faris u Tirkan biratiya me Kurdan pewist bete ditin. Em Kurd xwedi welateki Çar perçene, di tu wari de yekitiya me ç8nebuye, di nava me de aşti tune, em goşte hev dixun, konsensuseka (lıhevhatin) netewi u sitratejiyeke me a Netewi tune. Ev kemasi tera me nakin! Em Başur wek xençereki 09-10/00

73


B..BIIII~rtışma gengeşiiiBIBIBIBIRIBIBIBIIBBIRIIBBIBIRIBIBIBIIBRIBIIBI mina gundeki piçOk. Li kij der~ din~ çi bi qewime,

J!rek J!r

ww w

.n

et

ew e. c

Gel bi ~da xwe henin. Gava ku çanda geleki herıfi, paşkili an xurufi, gel ji pera dixurufe, dipaşkile Odiherife... Bare şehrezayi li ser mil~ çandan e. Her gel dinava çanada xwe de dikare bigihije qada hevdemin. Heke Kurd ji biven bigihije qada hevdemin O oiven mina hevdemen xwe şehreza bibin, dive . ku di nava çanda xwe de gene bip~jin. Ew kurd~n ku xwe, gel~ xwe u çanda xwe na~ nakın, an ji ji xwe, ji gele xwe Oii çanda xwe dOrın nikarin bigihijne hevdemen xwe. Çawa ku t~ zanin çanda geleki bi du awayan diji. Awayeki bi devki ye, awaya din IT bi niviski ye. Dinava Kurdan de awaya devki Jı awaya niviski pir mezintir Opir frentir e. Ez pe bersiva "çira ya devki ji ya niviski pirtir e" nakevim. Rasteqiniya Kurdan ev e. Ez~ pe bersiva "li ser vi rasteqiniy~ mirov çi dikare bike" bigerim. Netewek dive bibe dewlet div~ nebe dewlet, çanda wi bi dest~ sazgehan geş dibe, dip~je O tanga xwe dibine. Sedem vf qasi ye ku hebOna sazgehen netewi, qasi hebOne netewi gring e. Xar Ojor ji vir sed sal beri, mir Omireken Kurdistan~ xwediti li çanda me dikirin. Ya her mirek~ deng~j. çirokb~j O y~n din hebOn. Di navbera mirakan de peşbaziyeke çandi heba. Pişevena~n mirakan li ber temaşevanan li ber hev didan. Yen ku p~~baziy~ kar dikir, bi xelatan dihatine piroz kirin, mır~ pişevanan ji ber xwe ve diçOn, ser~ wan bilind dibun Obi pişevan~n xwe qore dibOn. Pişti ku mir O mirek ji Kurdistane rabOn, karen çanefi jikete sekerat~. Kemasi, ne peş 90 One ji pa~ ket. Jı vir çil sal, panel sal beri pergal~n teknolojiye ev qas pir nebO? Li ser çarenusa geleki ev qas bandora wan ji tune bO. Her zarok ji bav a kalAn xwe hima çanda xwe dibun. Çand~n gel~n ditir li ser zarakan tu bandor çAnedikir. Çanda gel Jl bi vi awayi di nava gel de hebOna xwe didomand. Cirokbejan ~nda çirokan, dengbejan çanefa stranan dıdomandin. Helbet bi vi awayi çand geş ne dibuya a ji hebOna xwe peşvetir ji ne diçOya. Le belA qet nebe ne dimiriya ji... Di vi dama satelitan de (ew sateliten ku çarnokalen gerdOn~ mina martyan girtin e} ji teknolojiy~n hevde..min xelas b~ n ..~ guncan e. Pergalen hevdemın gerdun~ xıstıye

om

Çandi Cı Sazgehen Net ewi Şe rf

di demeki pir kin de t~ seh kirin Ot~ ditin .•. Teknolojiya ki peş bibe ew xwe qenctir dide nas kirin, ~da xwe qenctir dide pejirandin. Di nav netewen din~ de şer~ serdestiya çandan xefexef ı~ bi gurmegurm didome. Tro hınek dewleten dine ji bo ku gele xwe ji vi şere çaneli biparezin pe çareyan digerin. Hinek ji wan çşrey~ di qedexekirine de dibinin, (mina Iran Oed.} hinek ji di zeximkirina abori a teknolojiyi de (mine dewleten EwrOpe} dibinin. Ev şera ku nave Wi ne hatiye danin bi wej didome. Her weki buye mij OdOman. Di nava vi şer~ de çav çave nabine. Wey ll wi ku ji mala xwe demeketiye. Baş e, w~ Kurd çi bikin? Di nava v~ şer~ de w~ çanda xwe çawa biparezin? Di dest~ Kurdan de dewlet tune. Kurd pergal~n nOjen ji (mina net~w~n s~rdest} ni~rin bixwiliQinin. Wusane çare çı ye? Lı ser barsıva ve pirse dive ku herkes baş oqene biponije, bihızire ... Ez~ qase zanina xwe bersivek bidim. Çawa ku min li ser~ nivisandin~ de ji dabaş kiribO, çand ji bo gelek, nemaze ji bo geleki bindest mina tiştek~ man O neman e. Gel~n be çand mina mirov~n beean in. Heke gel hebe O fıebuna wi zinefi be w~ siyasetvan~n Wi, aborizan~n wi, dewlata Wi ji heba. Geleka ~te zanin ku ew qewmen ku iro na~ wan hene 1~ pixwe tunin, di nav diroke de, p6şi ~nda w!=!" herifi Opeşili, paşi hebOna wan herıfi Opeşıli... Birasti sedama neherifin O napaşilina Kurdan çanda Kurdan e... Heke çanda me çandeki zindi, mezin Ozexim nebOya, iro em jt mina Lazan we winda bibOna. Sedem vi yeke ye ku geleka em li ser _çanda xwe bielrifin a bilerizin. çand ne ya ref (çin}ek an ji tebeqeki ye... . Çand ya hemO netew~ ye. Her reng~ netewı dı nava çanda netewi de dikare xwe nas bike. . Xemilina çanefi tername rengen netewi dixemiline, çe dike, zexim dike O peşve dibe. Dabaşa ve rastiy~ me dibe li kO? Bersiva v~ .. . . . perse ezA paşi bidim. Kar Oxebaten yakane ıar ın. Bı gunean u zanina yek mirove ve gir~dayi ye. Mirov çiqas zana Oçe dibe bila bibe di nava kar~n ~ndi de qasi giraniya xwe dikare bimeşe. Her mırova ku ten~ bi sere xwe bi kar~ çanefi dixebite, miheqeq . di derdare Wi de çend şagirt, an ji ç~nd _ bı ten~ Jı mırov ew Wusane hene. wi n~n arikarva ser~ xwe naxebite. Hem1ne ku şolen yakan~ ji pir şolen giranbahan e. Şolen cam!ran nayte nınkur kirin. Ez li vlr daf?a~ j_aritiya kesayetiye.. dikim. Her kes her tışte nızane. Sinora zanına kesan kurt e, k~m e. Cereba her kes~ şexsi ye Oji jiyana kesayetiy~ nabore. Ji bo ku z9:nin ~ .. . eerebe bigihijine hevudu Oxebatan bıxemılının sazgeh hatine xwiliqandin. Bi kurtasi, sazgeh yekbOna cerebe Ozanine ye. Cerebe Ozanin~n yakane di nav sazgehan de diglhijne hevudu Oji zanina xaf, derbas~ zanina pehti dibin. Çawa ku jore ji hatibO dabaf kirin, çanda

09-10100

74


gengeşr•••••••••••••••••••••••••tart1şma zimanzan, y~ ku ji pişey~ tiştek bizane bibe pişevan hal~ me kurdan tu car qenc nabe. Div~

om

ku zimanzan, pişevan O y~n din di nava ·· · sazgehan de b~ne xwiHqandin. Ez pir qimet nademe ka ''i"ya ~~iya "y" y~ w~ "i" bimine, an ji w~ bibe "i"... An Jı di hevo~n navdar de l~kara" bOn" w~ cuda bAte nivisandin, an bi hev ve bete nivisandin. GengeşiyAn han di nava şere man o nemane de gengeşiyen be qimetın. Helbet li ser zmen gengeşi w~ çAbin, geleke çebin Le bele yen ku zike wan birçine §erbet~ nikarın vexwin. Her çiqas ku şerbet şirin Jı be ...

p.

ww

w.

ne

te we .c

netewi ji hemO netew~ re lazime. Peywira her reng~ netewi zexim kirin O peşve birina çanda netewi ye. Div~ ku her reng bı zanin O cereb~n xwe ve di nava sazgeh~n netewi de ciy~n xwe bigirin. Nemaze ji bo sazgeh~n çaneti, ev yek pir giringtir e. Birobaweri div~ nebe sebebe ji hev dOr ketin~. Lewre çanda netewi ne pirsgir~kek~ birobaweriye ye. Bersiva pirsa jorin ev e; yekiti O pevrayiya hemo rengen netewi ye. Me got; di nava şer~ ÇB!ldi de Kurd b~ dewlet mane, xwiliqandina pergalen nOjen ji ji bo Kurdan iro b~ guncan e. Di nava vi şere de ji bo serketine, bi kemasi ji bo newindabune, xwiliqandina sazgehen nOjen şert e. Ew sazgehen ku iro henin dive bene hazdar kirin. Lewre di deste me de ji sazgehan zadetir tu tiştek tune. B~~ik gava ku Kurd hez, zanin O cereben xwe dı nava sazgehen netewi de bexne yek, we serbikevin. Hekene we her gav binbikevin. Li peşbere çanden xweetiye pergalen zexim O li ~şbere çanden serdest ji bil zeximkirina sazgehan peştir çare nıne. Sed mixabin iro li ser axa Kurdistane hem sazQehen çandi o netewi kemin, hem ji yen ku henın dOvajoyen birobaweriyanin. Piraniya xebaten wan li ser çanda birobaweriye ye. Ev rasteqiniya han, me li peşpere eriş~n dijmin jar O weza texe. Sazgeh, ji bo karen çaneti pergalen giring in. se sazgeh di nav şeren çandi de serketin be guncan e. Hezdarkirina sazgehen çandi mercan welatpareziyA ye. Sazgehen çandi dive ku li ser ç_anda welate xwe pegerin o lekolinan çekin. çawa ku di seri de ji hatibO dabaş kirin, ~da l<urdan pirani bi devki ye. Yen ku ve çanôe dijinin rojbiroj kem dibin. Temene xwe ternam dikin O dimirin. Wi çanda giranbaha ji bi xwe re dibin. Bi pergalen curbecur ew ~and dive ji mirine bete rizgar kirin. Çanda xaf Ji nav gel bete girtin, di nav sazgehan de qenc bete pehtin O bi zaniyari bete xemilandin o p~i ji gel re bete peşkeş kirin. Eze ji kemasiya bıngehin minakek bidim. Rojeki ji bo qonferanseki li ser Zmane Kureti teblixnamek ji min hate xwestin. Min teblixname ji wan re şand. L~ min li sere teblixname ji Jerenoteki vaha dani: EncOmama Amedekar ya Konferansa ZmantJ Kurdili ser penc mijaran rawestana me daxwaz kiriye. BtJşik her penc mijarJi tene bi sere xwe gring in. Di seri de dive ku bibejim; ez ne zmanzan im. Çawa ku 'tuneya meran navtJ kitktJ bOye Evdirehman' tuneyalkemaya zmanzanan )i nave weken min ]i bOye zmanzan. We dixwiye ku ev pevajo heya zmanzanen kurdan bixwiliqin O derkevne ho/e we vaha bidome. Jibo ku zmanzantJn kurdan rojek zO bigihijin O ve bare gran li ser pişta me hi/inin karekf jidil pewist e. Div§ ku sazgeh§n kurdan li ser vf mijare .pir bixebitin O pir biponijin." Bele dive ku Kurd di sazgehan de ~şi bingehan bixwiliqiıiin. se bingeh tu kar nameşe. Heke yen ku ji zirnan tiştek dizane bibe 09-10100

75


gengeşt•••••••••••••••••••••••••tart1şma (1)"1rak'ın toprak bütünlüğünün bozulmasına" ve Bağımsız Kürt Devletinin olu'-umuna ~ı olduğunun ve bölgenin siyasal

gösterdi.

Düşündürdükleri

Nurel Kütük Sömürgeci TC 15. Ağustosta Güney

te we .c

Kürdistan'ın Lolan bölgesine ba91ı Kendaxor alanına yeni bir hava saldırısı duzenledi.. Alman napalm bombalarının da kullanıldığı söylenen bu

hantasının değışmasine asla (zin vermeyeceklerini, bu konuda Iran, Irak ve Suriye'nin de aynı hassasiyet içinde olduklarını defalarca dekiare etti. Nihayet kürt Temsilini engelleyemediği noktada uluslararası zirvelerde kendilerinin de taraf olarak katılmalarını dayatıp, bunu da ABD ve ln~iltere yönatmine kabul ettirmeyi başardı. Böylece Dublln, Waşington eksenine Ankara Zirvesi de eklenmiş oldu. TC'nin Federe Kürt Yönetimini ve bölge halkını sürekli ekonomik, siyasal, psikolojik ve . askeri baskılanma altında tutarak çatışma ve istikrarsızlığa ittiği gün gibi açıktı. Geçmişte PKK'yi bahane şdip Gün~y·e operasyonlar düzenlemesi, MIT'ıyle, JITEM'Iyle bizzat orada yuvalanmaya çalışması, dönem dönem sınır ticaretini durdurması, geçişlerde zorluklar çıkarması, Newroz kutlamasında olduğu gibi PDK'nin Ankara elçisini açıktan tehdit etmesi, Kuzey Kürtlerinin aleyhinde siyasi açıklamalar ve tavırlar geliştirmelerine dönük baskıları vb .. Bütün bunlar Kürt varlığına karşı fiili saldıriarının göstergesiydi •. Tabii ki 4-5 milyonluk Güney Kürdistan parçasının uluslararası düzeyde siyasi statü kazanması, inkarcı ve imhacı Kemalist TC'nin ideolojik-siyasi egemenliğinde büyük gedikler açıyordu. Bu durum 25 milyonluk Kuzey Kürtleri içinde ilerde uluslararası düzeyde model

om

TC/nin Xend ekor Katliam! ve

saldırıda 20ğunluğunu kadın

ve

çocukların

oluşturdugu 45 kişi yaşamını yitirirkan eniareası

ne

da yaralandı. 1983'ten beri Güney Kürdistan'a pek çok saldırı düzenleyen TC, son saldırı sonrasında da beklenen klasik açıklamasını tekrarladı: "Bölgede otorite boşluğu nedeniyle bölücü kampları var'' Oysaki vurulan bölgede PKK'nin gerilla kampları ve birlikleri olmadığı gibi PDK denetimindeki bu alan yeni yeni sivil yerleşima açılmaktaydı. Saldırıya uğrayanlar tümüyle snahsız sıvil halktı. Kaldı ki ortada bir buçuk yıldır savaşa son verdiğini açıklayan ve pratiğiyle de bunu doğrulayan PKK gerçeği vardı. Bütun bunlar göstermektedir ki saldırının nedeni ve amaçları daha başkadır. Olayın arka planı ve güncel hedefleri üzerinde durulmalıdır. Hatırlanacağı gibi Körfez savaşı sonrası şekillenmeye başl~yan Kürt özerk bölgesi, iç

ve

w.

dı~ koşulların çakışmasıyla Federe Kürt Hukümeti olarak somutle§tı. Tabi bu durum üç sömürgeci devlet gibi, TC'yi de lok rahatsız etti. Ne varki Güney'deki oluşum TC nin uykularını kaçırsa da bölge ve dünya dengeleri onun açık işgaline veya Federe yön@timi yok etmesine izin vermiyordu. O dönemçte Ozal'ın "bir koyup üç alma" hesabı ABD ve Ingiltere tarafından uygun

ww

görülseydi Musul ve Kerkük'ünde içinde bulunduğu Güney Kürdistan TC tarafından işgal edilmiş olacaktı .. TC, aklınca Güney Kürtleri ve Türkmenlerin vasisi olacaktı. Sonuçta garantör devlet olma da, ilhak da onay almadığı için bu pları rafa kaldırılmak durumunda kaldı. Inkar ve imha edemiyorsan, boz, çarpıt, böl, çatıştır ve denetimine al, hiç değilse gelişimini engelle konseptleri geliştirUmeye başlandı. Dünyanın öbür ucundaki Kürtlerin hak taleplerine bile müdahele etmeye kalkışmakla ünlü olan TC, yanıbaşında kurumlaşmaya başlayan Kürt Federe Hükümetini yakın markaja aldı. Kürtlerin her adımını izler, gözler oldu. YNK ve PDK'nin Düblin ve Waşington görüşmelerine de hayli tepki 09-10100

oluşturabilirdi. Kürdistan'ı sömürgeleştiren devletlerin en büyük kaygısı buydu .. Böyle bir Ş.eyin salt tartışma gündemine gelmesi bile TCyi'

ürkütüyordu .. Bu yüzdendir ki Güney'deki Federe Yönetimin dünyanın ve öteki parçalardaki (tabi en çok da Kuzey Kürdistan'daki) Kürtlerin gözünde itibar kazanmaması ve hatta ona karşı düşmanlaşması, iç çatışmalar ıçinde tükenmesi ve dağılması için ne gerekiyorsa yapıldı, yapılıyor.

TC'nin bu son saldırısı da bu bağlamda oldukça anlamlıdır. Vurulan yer ve zamanlaması dikkatle seçilmi~tir. Saldırının PKK'nin PDK ve YNK ile ipleri iyıce gerdiği, Apo'nun PKK'yi Güney'e saldırtmaya hazırlandığı, hatta bu yönde açık talimalar verdiği bir döneme denk gelmesi ve PDK bölgesinin vurulması tamamen bilinçli bir eylemdir. TC bu askeri saldırıyla asıl olarak siyasi sonuç almayı amaçlıyor. Güney'e yüklenmeye hazırlanan PKK'nin siyasal olarak güçlendirilmesini hedefliyor. TC vuracak, PKK · timsah gözyaşları döküp Güney halkını sahiplenecek, bu arada PDK ve YNK'de hain ilan edilecek, sonuÇ!a da TC' hükümetine saygıda kusur etmeyen PKK, tıpkı Dublin görüşmelerinin ardından yaptığı gibi Güney'deki oluşuma saidırmanın ideolojik gerekçelerini oluşturmuş olacak.. Güneydeki kazanımı dağıtmayave 76


gengeşt••••••••••••••••••••••••atartışma

Kürtleri iç çatışmalar içinde tüketmeye dönük tam bir provakasyon .. TC' ıse her durumda karlı çıkıyor .. Sonuçta nerden bakılırsa bakılsın Kürtler zarar görüyor, gö.recek.. Bu saldırının ımralı açıklamaları ve planıyla

ww

w.

ne

te

we

.c om

saygılı olmalı ve özür dilemeli" derken, PDK ve YNK'ye mağdur oldukları halde ağızlar dolusu sövguler yapıldı. Hainlikten işbirlikçiliğe kadar literatürlerinde ne kadar küfür varsa sıralandı. Saldırının Barzani tarafından anlaşmalı olarak üstü,şte düştüğü açıktır. planlandığı bile propaganda edildi. Ocalan yargılanma sürecinde Demirel ve Barzani TC ile anlaşıp "gel benim bölgernde Ecevit' e yazdığı mektup ve ek savunmaları ile sivil halkıkatlet "demekle acaba ne gibi bir çıkar yakın dönemde söyledikleri dikkate alındığında elde edilebilir? Tabi PKK'de bunun cevabı yoktur. bu gprüşümüz objektiflik kazanıyor. Kaldı ki saldırının hemen akabinde PDK katliamı Ocafan mektup ve savunmasında Güney'deki ilk kınayan ve TC'yi protesto eden güç oldu. Federe Kürt Yönetiminin TC için çok büyük PDK'nin protestosunu dünyaya duyuran medya tehlike teşkil ettiğini, "Kuzey Irak'ın TC'nin kuruluşlarından biri de MED-TV'dir. yumuşak karnı" olduğunu ve mutlaka ortadan Her şey apa~ık ortadadır. TC Güney'i kaldırılması gerektiğini söylüyordu. Federe vurmakla hem guç ve kabadayılık gösterisine Hükümete yönelik operasyonun başarısı için PKK devam edecek, hem Kürtleri birbirine iyice gerillalarının TC tarafından kullanılması gerektiği, düşmanlaştı rı lacak, hem de Güney'deki aksi durumda TC'nin salt kendi ordu gücüne statükoyu, egemttn sömürgeci güçler lehine dayanarak bunu başaramayacağı salık yıkmaya çalışan Öcalan'a kullanacağı siyasi veriliyordu. Yakın dönemde ise bu düşücelerini malzeme verecek. dahada pekiştirip, güncel olarak pratikeştiriyordu. PKK Başkanlık Konseyi eğer timsah PKK'nin de bu görüşlere angaje olduğu gözyaşları dökmüyor, Kürt kartı üzerinde burjuva görQ.Imektedir. politikası yapmıyorsa, dönüp Ocalan'a açıktan Ocalan, Başkanlık Konseyine hitaben şunu sormalıdır. "Güney'e siyasi ve askeri olarak "Zamana ihtiyaç var, uzun süre Türk devletinden yüklenin ..Talabani ve Barzani feodal bir şey beklemeyin" derken, kendi projesinin asıl aşiretçidirler, Hizbullahçılardan da tehlikelidirler. uygulama alanının Güney olduğunu, Saddam Güney'de üçüncü hükümet kurun, bu Türkiye'nin rejimiyle ilişkileri iyi olan Kürtlerle ve asurilerle çıkarmadı( diyorsun da; peki faşist Bahçeli, lrkçı ilişkiler gell§tirilmesini belirterek PKK'nin askeri Ecevit ve Oze Savaşçı Yılmaz Hükümetıni gucüne, Guney'de binbir zorlukla ayakta duran yıkmamızı, en azından onların hükümetlerinin Kürt Federe Hükümetini hedef olarak yanında devrimci bir Kürt hükümeti kurmamızı gösteriyordu. "Güney'i iki ağaya yedirmeyiz. Siz niye önermiyorsun? Barzani'ye, Tatabanı'ye de üçüncü bir hükümet kurun.Hükümetin siyasi ve askeri olarak yüklenmemizi.istiyorsun beyninin Güney'de olması gerekmiyor, yönetim da eli kanlı Türk generallerine özel TIM'Ierine, . Avrupa'da da olabilir.. Bu Türkiye'nın de ırkçı faşist devlet yöneticilerine yüklenmemizi yararınadır." (2) diraktifleri göndermesi, daha da niye istemiyorsun~ Faşistlere ırkçı-kemalistlere ileri giderek Musul ve Kerkük'ün misak-ı milli'nin gül uzatmamızı, "barış ve karde~lik'' adına Türk içinde değerlendirilmesi gerektiğini, TC'nin Kürdü olmamızı istiyorsun da Kürt Federe Güney Kürtlerinin ve Türkmenlerin hamiliğini Hükümetine ve Güneydeki Kürt liderlerine neden üstlenmesi gerektiğini de belirtmesi Kürtlere nasıl bu kadar düşmanca yaklaşıyorsun?? Kemalist tehlikeli bir tuzak kurulmaya çalışıldığını, ve bu Türk devleti Güney'deki Federe Kürt tuzakta kimlerin kullanılmaya çafışıldığını Hükümetinden daha mı iyidir? Bahçeli gösteren trajik bir durumdu.. Barzani'den daha mı demokrattır? Kürt halkına Bütün bunların ne anlama geldiği açık ve daha mı yakındır? Eh tabi ki vakti zaryıanında nettir. Seyh Sait, Cıbranlı Xalıd, Seyit Rıza, lhsan Nuri, Yine bunun gibi açık ve net olan bir şey daha Sımko, Kadı Muhamed, Mela Mustafa, Alişer ve var, o da gerillanın "sınır dıŞ,ına" çekilmesi öteki yurtseverler de "aşiretçi feodallerdi", olayıdır. TC ile savaşa ve sılahlı mücadeleye son "gericilerdi", tabii M.Kemal de "demokrat ve verip ''barış, karde~lk, ortak vatan, ortak bayrak, ilericiydi". Sirndi Kemalist ideolojiyi yeniden ortak devlet" stratejisini savunan ~o'nun gerilayı üretmek, aüştüğü bataktan çıkarıp aklamak sınır dışına çekerek Güney'deki Kürtlere karşı yeniden bir ''Kürt" partisi liderine nasip oldu(!) yönlendirmesi gün gibi ortadadır. §imdiki Anlaşılan Atatürk'ün devrimciliği ve değeri ancak stratejisi ise TC ile "barış", Türkiye nin çıkarlarını lmrafı'da anlaşılabiliyor(!) koruma, Kürtlere karşı ise savaştır. Ki bu durumu Sonuç olarak bütün eksiklerine, yaniışiarına Güney'de mevzilenen ve komployu farkeden bir ve yetersızliklerine rağmen Güney Kürdistan Kürt kısım eski .PKK savaşçısı ve kadrosu tarafından Federe Hükümeti kanlar ve karanlıklar içindeki "ÖZgürlük Insiyatifi" imzasıyla kamuoyuna deşifre Kürdistan ülkesinin ve halkının bir nebze olsun edildi. ulusal özgürlüğü tattığı, bir parça olsun gün ışıQı Dikkat edilirse TC'nin katliam ı PKK tarafından gördüğü bir mevzidir. Her Kürdistanlı yurtsevarın PDK ve YNK'yi siyasal olarak vurmanın bir aracı onu sahiplenmesi ve geliştirmesi gerekir. haline getirildi. PKK Başkanlık Konseyi adına Güney Küdistan ulusal inkara, imhaya ve yapılan açıklamalarda "TC uluslararası hukuka istilaya karşı Kürt halkının diliyle, kültürüyle,

09-10/00

77.


we

siyasi temsil gücü ve ulusal kurumlaşmasıyla kendisini dünyaya haykırdığı ülke toprağımızdır. Hiç değilse adıyla, sanıyla, bayrağıyla, ordusuyla, okulu}lla Kürdistani bir varoluştur. .PKK'ye destek veren yurtseverler bu gerçekleri görmeli ve bu kampioya karşı çıkmalıdırlar. Türk devleti adına Güney Kürtlerine düşmanlık Kürt halkına sadece zarar verir. Sömürgeci devletlerin on yıllardır ülkemizde yarattıkları yapay si~asi sınırların bu kez beynimizde ve yüregimizde yer etmesine izin vermemeliyiz. Düşmanlarımızın böl-parçala-yönet politikalarınının yaşam bulmasına, bunca acılı deney ve dersten sonra yeniden yeniden izin vermeyelim. Her yurtseverin tek kaygısı ülke ve halkın bağımsız ve özgür yaşamı olmalıdır. Kimse sömürgeci güçlerin lehine çalışmamalıdır. Bu balamda TC'nin Kendaxor jenosidini bir kez daha nefretle kınarken tüm Kı.irdistanlıların ulusal birlik ruhu içinde hareket etmelerini ve dü~manın geliştirmek istediği sinsi oyun ve politikalarına alet olmamalarını diliyoruz.

Dipnot:

te

(1) Oublin görüşmelerinden TC ve diğer sömOrgeci devletlerin yanı sıra en çok rahatsız olan güçleiden biri de PKK ve lideri ÖCalan'dı. OOblin görüşmelerine PKK, iran ve Suriye'nin katıimam ış olmasına oüyük tepki göst~ren Ocalan, Oublin görüşmelerinin ardından Şam'da Iran ve Suriye yetkiiiliriyle yaptığı bir toplantıdan sonra, Güney'deki PKK komutaniarına saldırı talimatı vermiş, bunun üzerine PKK, PDK bölgesine bir çok koldan askeri saldırı başlatmıştı.

ww

w.

ne

(2) Apo'nun açıklamalın için Avukatlarla haftalık görü~me ile Serxabun'un son altı sayısına bakılabilır.

tutunakları

09-10100

...... . ~rt~ma

.c om

genge~IBIBIBIB...... ...... ...... ...... ...... ......

78


gengeşi•••••••••••••••••••••••••tart1şma

Kimi Zaaflar

üzerine

om

olarak kendi dünyasını insanlığa barbarca dayatmaktan sakınmadı. Evet, burjuvazi bir yandan ekonomik ilişkilerini örerken, bir taraftan ~a ideolojik ve siyası hegemonya araçlarını ışleterek emekçi sınıfların beyinlerineôe nüfuz ederek manevi gücünü de yerleştirdi. Ve işte üretim sürecinde proleter, günlük yaşamda ise burjuva kozmopolit insan tipolojisi ortaya çıkardı. Her işçinin içinde bir parça burjuvalık olmasının siyasal ve psikolojik kökeni, aynı zamanda kapitalizmin ,meşruiyet' zeminini de oluşturmaktadır.

Sedat Güneekti

KAPiTALiZM VE iNSAN iLiSKiLERi

te we .c

Burjuva bir dünyada yaşıyoruz. Burjuva dünya, .metasal dü~ünmenin ve bencillığin öteki adıdır. Insan değerınin ve emeğinin pazara dü~tüğü, her bir şeyin parayla alınıp satıldığı ve degeriandirildiği bir düzlemde; kendisiyle, toplumla ve doğayla tezat içinde yaşayan insan drarr,ııyla yüz yüzeyiz. Ozel mülkiyetsiz toplumda insanlar beyin gücü ve ekonomik olanaklar bakımandan son derece geri durumda olmalarına karşın, gerek

Kapitalizm, siyasal, ekonomik, ahlaki ve felsefi boyutuyla bir yaşarn tarzı dır. Bu yaşam tarzı; bireyci, egoist, yalana, aldatmaya, rekabete, ihtirasa ve düşkünlüğe dayalıdır. Başkalarının düşürülmesi pahasına ,yükselinen" başkalarının söniürülmesi pahasına ,,gürbüzleşen", hiç bir yasa ve değer tanımayan, amacına varmak ıçin her türlü yolu ve yöntemi meşru sayan bir nıteliktedir. ,Bütün gözeneklerinden kan ve irin akan" burjuvazi, küçük bir azınlığın refahı için bütün bir dünyayı sefaJet ve acı içine sokmayı hiç mi hiç ahlaksızlık saymaz. Burjuvaziya göre işçiler ve yoksullar tembel ve israfçı oldukları için zengin . olamamaktadırJar. Okumaya önem vermedikleri için cahil durumdadırlar. Yönetimden anlamadıkları için yönetici olamıyorlar. Hasılı, ezillen sınıf ve katmanlar bu durumlarından kendileri sorumlu tutulurlar, oysaki burjuvazinin yaşama tarzı ve değerleri örnek alınsaymış böyle olmazmış türünden propagandalarla ezilenlerin kafasında burjuva olma, patrona benzeme özleni ve hayalleri sokularak, nesnel sınıf gerçekleri çarpıtılarak, bu yalnış bilinçle sınıfın kendine yabancılaşması ve gıderek sınıf üyeleriyle . rekabet ve çatışma içine girmeleri sağlanır. lşverene dalkavukluk, işyerinin çıkarı ve verimi için ölçüsüz fedakarlık, yoğun çalışmanın kapitalist tarafından sürekli telvik edilerek ödüllendirilmesi de sınıfın birliginin bozulmasında ba~lıca maddi faktörlerdir. Bu ideolojinin dogrudan taşıyıcısı durumundaki sarı sendikaların görevi ise bu yanılsamayı

aralarında kurdukları ilişkiler bakımından,

w.

ne

gerekse de doğa ile olan ilişkileri bakımından ,modern çağın" bilgi ve teknolojisiyle donanmış, ,uygar'' insana karşın daha gelişkın sayılabilir olması fevkalede trajik bir olaydır. Peki, insanı böylesi _çöküşe götüren, sosyal ve kişisel bütünlügünü bozan olgu nedir? ,BIIgı ve akıl çağı" g!li~ti~çe, insani gerilayişin ve mantıksal . ~uşuşun artması neye yorumlanmalıdır? Insanı ınsan yapan şey el ve beyin diyalektiğinin kurularşk, insanın üretimde bulunması değil midir? Uretici emek ve düşünce sayesinde doğayı ve kendini adım adım çözen insanın gi.~~re~ kendini gel}ştirm~si. ~çınılmaz gibi gozukurken, maddı zengınlığın manevi çöküşe yol açması nasıl açıklanabilir? Bu paradoksal durumu Kapitalist - emeeryalist sistemin yapısı ve işleyişiyle açıklayabıliriz. (Zira emperyalist aşama, sınıflı toplumların bütün birimlerıni de

ww

doğasında taşımaktadır.) Emperyalizm çağı tam da bir yalnızlık ve aldatma çağıdır; insanı insan kılan değerler olarak; sevginin, dayanışmanın, paylaşmanın, emeğin ve bilginin l?aramparça edildiğı, insanın tekil duruma düşüruldüğü ve tekilliği içinde de özel bir yalnızlık yaşadığı, her gün her an kendini Y,e b~kalarını.aldattığı, başkalarını~ mutluluğu uzerınde kendı mutluluğunu kurma ıhtirasına girdiği bir yaşam alaveresidir.

..

t<apitalizmin özel ":Jülk~,Y!t düzeni yalnız

uratım araçlannın değıl, butun bir yaşama alanının bireyci düzenlenmesidir de.

Nasıl ki burjuvazi, kapitalizmin şafak vaktinde bütün toplumun kurtarıcısı olarak kendini lanse edip, iktidara giden yolda emekçileri, köylüleri ve kadınları kendine köprü olarak kuflandıysa, iktidar koltuğuna oturduktan sonrada tek meşru ilişki

09-10100

pekiştirmektir.

Bir lqlpitalistin tanrısı, vicdani, ahlakı, değeri Uretimin ve insan ilişkilerinin dayandığı temel bütünüyle buna bağlıdır. Burjuvazi üretime yönelirken insanlarc:tyarar ve hizmet diye bir kaygı asla taşımız. Uratim syrecine tamamen matematikseT olarak bakar. Uratim ilişkileri, emek süreci maliyet artı kar derekesine indırgediği içindir ki, orada çalışan işçiler ve erne~ güçleri metasal bir olgu olarak değerlendirilir. Işçinin ne kadar emek harcadığı, geçimi, gereksinimleri, çalışma koşulları değil; maliyeti (en ucuzundan) hesaplanır. Çevrenin kirletilmesi, doğanın tahrip edilmesi, üretilen nesnenin tüketicinin ihtiyacına ne kadar denk düştüğü, sağlıklı olup olmadığı kar'dır.

79


gengeşi ............ ............ ............ ............ ..... ~rt~ma

ww

w.

ne

te we .c

demokratık olmayan insan ili~kileri toplumda genel ge9er felsefik ve ahlaki değerler olarak yerleştirilır. Böylesi bir toplumsal şekillenma ıçinde hangi sınıf ve kesime mensup olursak olalım sonuçta burjuva kişiliğin pek çok özelliğini hiç farkında olmaksızın yaşamımızda sergileyiveririz. Bir aniçın oturup günlük y~antımızı göz önüne getirelim ve sogukkanlılıkla değerlendirelim; eminiz ki o zaman duygu ve düşüncelerimizdeki burjuvaziyi daha net olarak gözremleyebiliriz.Nasıl mı? En olmadık konularda bile en yakınımızdaki arkadaşımıza karşı hesaplı dururuz. Sıkıştıkmı yalan söyleriz, dayanışma ve paylaşmada ketum davranırız, özel ya§amımıza ilişkin olması gereken açıklık çogu kez yerinı koyu bir gizeme ve kapalı kutululuğa terkeder, olaylara ve ilişkilere hep kendi çıkarlarımız doğrultusunda bakarız, yarın kaygımız toplumsal değil de bireysel temelde gelişir, kavganın risklerine karşı güvenceler ararız, bu ,güvence" kimi zaman aile çevremiz kimi zamanda ensesi kalın ,özel" doslarımız olur ve onların olanaklarını arkadaşlarımıza kapatıp ,dar• günlere saklarız, arkadaş çevremizde, gurubumuzda bizden daha kötü koşullarda olan dostlarımızla acıları ve yoklukları paylaşmak yerine, sıkıştıkmı nisbeten daha rahat olanları örnek gösterip onların düzeyine ~ıkmaya ve aşmaya can atarız. Genel olarak ,eşıtlenmel('tense hep bir adım ilerde olmayı tercih ederiz. Sevgi ve saygı ölçütarimizde pek çok aşınma vardır. Kimi niçin severiz, kime rıeden saygı duyarız soruları burjuvaca yanıtlanır. Insanların olanak ve kariyerlerine bakarak ,,saygı" ve ,sevgi" geliştiririz. Emekçi, sıra neteri insanımıza tepeden bakarız ama parasıyla ya da değişik olanaklarıyla etrafına mavi boncuklarkırıntılar dağıtarak itibar elde etmeye çalışan insanların etrafında dolanırız, saygıda kusur etmeyiz. Oysaki yanıbaşımızda gerçek bir yoldaşımıza yoksul olduğu için bir metelik bile değer vermeyiz. Kişisel rekabet ve kıskançlıklarımız had safhada seyreder. Kollektif değerler ve paylaşım yerine, ki~isel çekişmelerimiz ve degerlerimizı öne çıkarırız. Dostumuzun, yoldaşımızın herhangi bir kusurunu ve yanlış davranışını ona karşı silah olarak kullanırız. Arkadaşımın kusuru benim kusurumdur, diye asla düşünmeyiz. Sorumluluk yerine saldırma, özeleştiri yerine savunma refleksleri geliştiririz. Yerine göre de olumsuzluklara gözümüzü kaparız. Uberal, saldırgan ve savunmacıyızdır. Onarmak, tamir etmek, düzenlemek bize ağır gelir. Çünkü salt kendinden sorumlu olmayı burjuvazıden

kapmışız. Klasik aile yaşamında böyle eğitilmişiz. ,Her koyun kendi bacağında asılır• ya, bizde öylece seyrederiz ya da kıskançlık ve kişilik · krizindeysek koyunu tutar kendimiz boynundan asarız ,,haber" kanalları bile bizim kadar dedikodu ve magazin söylentiler yaymaz. Bunu adeta meslek ediniriz. Oysaki haber yaymayı ,,gönüllü muhabir• olmayı, örgütsel propaganda da dörtte bir oranında bile yapmayız. Bıri bizi eleştirmişse oturup o eleştiriyi bilince çıkarmak, kendimize ayna olarak yansıtmak yerine, c:lüşmanlık ve kin durumuna getiririz. Kollektif değer ve ahlaktan yeterince nasibimizi almamışsak, kapris küpü olup 9ıkarız. Bir yoldaşımız bir gün için çok ıyidir, bir gün sonra çok kötüdür. Hatta konuşutmayacak biridir. Yoldaşlık arkadaşlık ili~kilerimiz güniLik psikolojimizeve çıkarlarımıza göre şekillenir. Omeğin TC'nin dış politikasında da aynı günlük ve anlık çıkışlar vardır. Yunanistan bir gün dosttur, öteki gün düşman. Hani PKK• nin de bu konuda geri kalır yanı yoktur doğrusu. KOP ya da YNK bir gün ittifakç,ı olur bir müddet sonra savaşılan düşman. Sanki hepimiz aynı hamurdan yoğrulmu~uzl Kendimizi kollektifin bır ögesi olara görmeyiz. Olumlu bir çalışma yapıldığında, bir deger . oluşturuldugunda hemen kişiliğimize -"Ben"e- mal ederiz. Başarısız durumlarda ise gurubu veya birilerini suçlarız. (,,zarara karışmam, Kar•a ortağım" bencilligini bile aşarız.) Her şeyin iyisini kendimizin yaptıgını düşünürüz. Yer yer kendimizi her şeyin merkezine koyarız. ,Ben olmasam bu iş yapılamaz'' havalarına gireriz, narsist ölçülerde seyrederiz de, hata ve kusurlarımız dile getirildimi ,ben..liğimizden de köşe bucak kaçarız. Başarılı ve saygın olmaY.ı koltuk sahibi olma , yer kapma ile özdeş görürüz, . Oysaki saygınlığın ve başarının Y,oğun emek . harcayıp değer yaratmaktan geçtigini unuturuz. Burjuva işletmerarinde çalışan y6neticiler bile bu konuda bazen bizden cfaha tutarlıdırlar. Zira işletmede başarı sağlayamayan yönetici asla kariyerini koruyamaz. Yoldaşları n, halkın yaşamı bizi pek ilgilendirmez. Elimizde olanaklarım ız ve paramız varsa bonkörce harcarız~ YEJ.Şama standariarım ız halk ölçülerine göre olmaz. lfıtiyaçlarımızı · belirlerken hep normalin üstünde gideriz. Evet insan ihtiyaçlarının ve özgürlüğün sınırı tabiiki sonsuzdur. Ama bir sosyalistin zorunlulukları hesaba katması kaçınılmazdır. Mevcut olanakları yok sayarak, abartarak ihtiyaç belirlenmez. Benim yanıbaşımda yoldaşı!ll kuru ekmek bile bulamıyorsa, benim iki üç öğün yemek yeme hakkım olabilir mi, diye kendimize sormamız gerekmiyor mu? Her şeyden önce ahlaki bir sorundur bu. Yoldaşları m çok zorunlu bir telefon görüşmesi için para bulamıyorlarsa, benim bunu en az kendiminki kadar bir ihtiyaç olarak görmem gerekmiyor mu? Her bir değerin, ahlaki ve vicdani duruşun illedekağıt üzerinde, tüzükte yazılması mı gereklidir? Komünal toplumda

om

sayılmaz. Kar getirsinde, çıkar sağiansında nasıl olursa olsun anlayışı, manevi ve sosyal ilişkilerde de tek geçerli düzey haline gelir. Böylece insanlara insanca değer verme, eşitlikçi davranma, dayanışma içinde bulunma, toplumsal çıkarları öne çıkarma gibi insani değerler Y.adsınıp, çıkarcı, bireyci, adil ve

asla esastan

09-10100

80


genge~ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

tartişmak durumundayız.

olarak bu kültürden her bakımdan etkilenmektedirler. Bastırılmış cin-selliği ve cinsiyetçiliğiyle metropolün ,ozgür" cinselliğin pazarlandığı bir alana gelen ve yıllarını buralarda geçiren bir Kürdistanlı bir bakıma şok olmaktadır. Disketeklerde, barlarda, birehanelerde ve hatta şehrin en kalabalık yerinde pazarianan ucuz cinsellik karşısında kendini salıvermektedir. Çünkü köyünde, kasabasında bir kadın eli bile tutmamıştır. (Kadınlar açısından da benzer güdülenmeler olacağını söyleyebiliriz.) Cinsellik her iki cins içinde bastırılmış bir ilişki ve ihtiyaçtır. Cinsellik ve cinsler arası ilişkilerde sağlıklı bir bakış açısının olmadığı bir ~erde, pek ~k dejenere ilişkinin yaşanacagı, yaşanabıleceği bir gerçektir. Bırakalım sıradan insanları, kendisine sosyalist diyen insanların bile çoğu kez içgüdüleriyle davrandıkları kimseye sır değildir. Yaşanan canlı örnekler göstermektedir ki bu konuda çok ciddi bir eğitime ve dönüşüme iht!Y.acımız vardır. Bu eğitim ve dönüşümü sağlayamazsak, özgür kadın ve. erkek kimliğine ve ilişkilerine asla ulaşamayız. ,ÖZgür sosyalist'' kadın ve erkeklerimizın yaşadıkları ve zaman zaman örgütleride etkileyen cinsel skandalların, çarpıklıkların üzerinde çok ciddi olarak durulmalıdır. Hiç bir ahfaki kabulü olmayan ilişkiler yaşanmıştır ve gerekli bilinç ve irade ort~a konulamazsa daha da yaşanacaktır. lçgüdüsel cinsel ilişkiler _pek çok ahlaki kokuşma ve dejenerasyon uretmektedir. Pusulası nı şaşırmış bir kısım ,,aydın" yazar ve sanatçı bozuntusu. nun ve sistemin piyasaya sürdüğü ,özgür aşk", ,özgür cinsellık" hikayelerini, senaryolarını ne yazıkki bizim insanlarımız sahnede oynamaktadırlar. Aşk ve sevgi adına yaşanan üçlü-dörtlü ilişkiler, . aldatmalar lümpenliğe bile taş çıkartır niteliktedir. Feodal nitelikli ilişkilerde bile bu kadar aldatıcı, iki yüzlü ilişkiler aleni olarak yaşanmaz. Feodal bir adam eşinin üstüne ikinci bir kadın getireceği zaman bile eşini, aile ~vresini haberdar eder ve kadını açıktan eve getırir. Bizim ,sosyalist" bay ve bayanlarımızda ise bu feodal cesaret ve açıklık bile yoktur. Gizliden ikili-üçlü ilişki yaşarlar, bir gün anlaşmazlığa dü~tüklerinde de feryat, küfür Qrtalığa düşüp, örgütude vasvaseye bOğarlar. Örgütün işi yoksa, bayların bayanların uçkur-

te we

yormayız. Zaaflarımızı kadın-erkek ilişkilerinde yansıtmaktayız. Bunuda

de çok çıplak bir şekilde

olmasına karşın, sosyalist dönüşüm gerçekleşmediği ölçüde, özgür kadın ve erkek kimliği yerine oturmamaktadır. Feodal bakışın yerine dejenere kapitalıst değerler, davranış biçimleri almaktadır. Feodal kadın-erkek ilişkilerinin yoğunca yaşandığı Kürdistan'ın küçük yerleşim alanlarından kalkıp metropolün kapitalist şehir yaşamıyla yüz yüze gelen Kürdistanlılar doğal

om

Jsavrayı~ımız aslında tamı tamına burjuvacadır.

Orgüt içı demokrasi karşısında kötü bir liberalizm sergilerken, kaba otoriteye karşı da yine kötü bir boyun eğmeci oluruz. ,Havuç politikası''na karşı çivilerimiz sökülürken, ,kırbaç politikası" karşısında ise boyun eğeriz. Tartışarak, sorgulayarak, bilince 9.ıkarıp içselleştirmek yerine dayatılanı, dayi:lfılan bl~üde ,alma.r.a" koşullanmışız. Ozgür bırey sözcügünü dilimizden hiç düşürmediğimiz halde, özgür bir kişilik geliştirmeyiz. Buna nasıl varılacağı na da kafa

. . . . . ~rt~ma

.c

komün üyelerinin yazılı kuralları mı vardı? Kollektif bazı değerlere sahip olmak ve bunları i~letmek için iliade örgüt hükümleri mi gereklidir? Orgüt yirmidört saat kişileri kontrol eden, etmeye mecbur olan bir bekçi midir? Bireysel yaşantımıza, davranışlarımıza dokunuldumu, yoldaşlarımıza karşı, ,özgürlük havarisi'' kesiliriz. Hakkımızın, hukukumuzun çiğnendiğinden dem vururuz. Oysa burjuva diktatörlüğünün ~asalarına, düzenlemelerine, bizi beynimizde ve yureğimizde kuşatmasına karşı terbiyeli ve itiatkar ol1.1.ruz. Yada aynı derecede özgürlükçü olmayız. Ozgürlük ve demokrasiyi

KADlN ERKEK iLiŞKiLERiNE DAiR:

ww

w.

ne

Metnimizde insan ilişkilerini başından beri kapitalist toplum ve burjuva özellikler bağlamında tartıştık. Aslında pek çok devranışımızda feodal özelJikler de. vardır. Bunları kabaca burjuva diye tanımladık. Isim ve kategori belirtmaden düzen kişiliği diye de sınıflandırmak mümkündür. Öyle de ele alınabilir. Çünkü pek çok kültürün, ideolojinin harmanlandığı toplumsal bir zemin üzerinde bulunuyoruz. Gerçektende çok karmaşık ve kaypak bir zemindeyiz. Kadro ve üyelerimiz açısından bir genel tanımlama yapacak olursak; kişiliğimizde denilebilirki üçlü bir anlayış vardır; (ya da değerler sistemi) feodal, burjuva-küçük burjuva, sosyalist. Kimi olaylar ve olgular karşısında sosyalistçe duruş gösterirken, kimi zaman da tipik bir feodal ve burjuva gibi davranabiliyoruz. Çifte standartlı tavır ve düşünceler tam da kozmopolit etkilenmelerin sonucu oluyor. Neyse konumuza kadın-erkek bağlamında devam edelim. Genel olarak kadın ve erkeklerimizin geleneksel konumlarından sıyrılmadıklarını söylersak hiçte abartmış olmayız.

Erkeklerimiz tam bir ,erkek" (buyuran, yöneten, kadını malı gibi gören veya kendisiyle eşit saymayan anlayışta) Kadınlarımız da, yine aynı ölçüde bir ·..kadın". (eşine, sevgilisine itaat eden, boyun eğmeci, yönetUmeye raz1, gölgede kalan) konumu yaşıyorlar. Uzun yıllar metrepallerde yaşayan ve ilişkileri kapitalize olan kadın ve erkek konumlarında ise nisbeten bu geleneksel biçimlenmeler kırılmış 09-10100

peşkir skandallarıyle uQra~ın. Açıktan tartışalım; özgür aşk kavramından

anlıyoruz?

Ozgür aşk birisiyle duygusal ilişki içindeyken, -bu eş veya sevgili olabilir- her canının çektiğiyle de duygusal ve cinsel ilişki 81

ne


a

gengeşt•••••••••••••••••••••••••tart1şm

. yaşaması mıdır? Hiç de değil.. Iki şudur: ımız anladığ Bizim özgür aşktan de temelin eşitlik ve iük gönüiiO ı karşılıkl cinsin cinselliQi ve duygusallığı yaşamalarıdır. Aşk birlikteliğinde her şeydertönce sevgi, saygı, açıklık ve eşitlik vardır. Ozgür aşk; her türlü

cinsel yaşamın, kadın, erkek birlikteliğininin kendine özgü ölçü ve değerleri olmalıdır. Aşk kadını ve erkeği geriye çeken bir ilişki değilde ilerleten geliştiren bir ilişki olduğu ölçüde anlamlıdır. Aslında dünyadaki hiç bir devrimcisosyalist kurtuluş hareketi aşkı yasaklamamıştır.

Ancak zorunlu örgütsel görevler vs. nedenlerle çiftierin birlikte kalıp kalmaY.acakiarı o anki koşullar de~erlendirılerek geçici düzenlemeler getırilebilinir. Bunu çıftlerde düzenleyebilirler. Bu son derece normal karşılanması gereken bir durumdur. Bilince çıkarı lmayan, içselleşmeyen anlayışların sadece tüzük hükümreriyle, kararlarla tıayata geçirilmesi her zaman için güçtür. Insanları pratik ve düşünsel yanlışları özgülünde eğitmek gereklidir. Biz Kürdistanlılar için gerek kadın özgürlüğü ve gerekse cinsler arası özgür ilişkilerin kurulması büyük bir devrim niteliğindedir. Her şeyden önce kadının cinsel köleliği vardır. Bu sorun Kapitalist sömürgeelliğin katılıyoruz. e bir sorundur. Çünkü genel olarak Kürt ötesind Ama hiç kimse b~. sözleri yanlı~ anlamamalı atıda sosyalistide kadını ezmektedir. demokr . insan iki ve kullanmamalı dır. Ozgür aşk tabıki Kürdistanlı kadına yanlız devlet (lerin) militarist arasındaki özel bir anlaşmadır. Ama eğer bir güçleri tecavüz etmiyor, baskı uygulamıyor. Kürt aşka üç veya daha fazla kişiyi karıştırmışsanız, erkeğidekadını aşagılıyor, geri konumda tutuyor doğal olarak örgüt iradeside devreye girecektir. tecavüz ediyor. Kadına hükrnedenin ve ve , orsanız Parti üyesi sıfatıyla skandal yarat•y ne etnik kimliği nede üniformalı dejenere ilişkilere giriyorsanız,örgüt buna yöntem tecavüz edenin dir. Bu bakımdan sorun bu önemli sı olmama olup koymak durumundadır. Çünkü partiye sorun ve suçlu boyutunda ağdur'' yani,"m de düzlem yönelik taşımışsınız, ve sizin şahsınızda partiye tartışı hp, erkek egemen tutum ve ideolojisi suçlamalar, dedikodular yapılmı~tır. mahkum edilmelidir. Biz, kadın erkek ilişkilerinde ıçinde aşk Kürt devrimeisi eşini ev işlerine ve çocuk boyutuda olmayabilir, hata yapanları, skandal ma yöneltip, onun gelişimini anaellerken bakırn ış Davran . yaratanları öncelikle e~itelim diyoruz ona karşı kötülük yapmış olmuyor mu~ Kadına kuralları, disiplinler geliştirelim diyoruz. Zaafını rolünü biçerken onu sürdüreniere karşı da müeyyideler geliştirelim. Bu klasik annelik ve eva kadını yaşatmaya neden m mahku arasınd duvar dört teşhir de olabilir, tecritte, uyarıda Bunlar olmuyor mu? koliektitin iradesiyle belirlenebilir. PKK gibi en uç Kadının siyasal ve toplumsal gerilemesi, ömür rı yapanla hata ve ma yasakla noktalarda aşkı boyu hapisliği pahasına eş ve sevgili olmanın hiç hemen infaz edelim, yollu dü~ünceleri doğru değeri var mıdır? Dahası; özgürlüğün, bir prim asla rede bulmuyoruz. Ama deJenere ilişkile eşitliğin, paylaşımın olmadığı bir birliktelikte ne verilmemelidir. Yeri gelmişken Apo'nun kadın kadar sevgı ve ~k vardır? erkek ilişkilerine bakış açısını ve bir takım Erkek kendim bu küçük derebeylikten uygulamalarını tartışmaktayarar var. Çünkü lıdır. Ayrıcalıklı olmak erkeği küçültür de kurtarma nlıları Kürdısta tüm sorun aynı yakıcılıkta bizi ve büyütmez. il~ilendirmektedir. Apo'nun aşk ve cinsel yaşama Kadının özgürleşmesinde 'üphes iz ki ilışkln düşüncelerinde de önemli yanlışiıkar ici olan kadının kendi cınsel kimliğine ve belirley taşımaktadır._ özgürlüğüne sahip çıkarak kendini Apo'nun yöneliminde yanlış ve pratik olarak örgütlemesidir. Yada özgürlük için havada kalmaya mahkum olan, ,özgür vatan örgütlenmesidir. Ancak bu sağlandığında bile, ve yaratılana kadar" aşkın dondurulmuş olması eğerki klasik erkeklik öldürOiememişse cinsler Buna ır. cinselliğin tümden yasaklanmış olmasıd arası problemler yine de şöyle, böyre devam dayalı olarak sayısız savaşçı gönül ilişkilerine edecektir. Eğer sorun birbirinden yalıtlanarak girdikleri vs nedenlerle infaz edilmişlerdir. Kürt k olsaydı; tek başına kadının veya yaşama toplumunda yaşanan olumsuz kadın-erkek bilinçlenmesi yeterli olabilirdi. Ama erkeğin yaşam tif alterna ilişkilerini ortaya koymak kadar; birlikte insan türü olarak yaşanacağı na göre her ilişkilerinide geliştirmek gerekiyor. iki cinsinde özel mülkiyetçi düzenlerden Carpık ilişkiler yaşanıyor dıye doğal insani bir devreldıkları yanlış bilıç ve geleneklerden ilişkf ve ihtiyaç olan aşkı ve cinsel ya§amı kurtulmaları gerekiyor. nü çözümü n yasaklarsanız, bu sorunu Aşk skandallarıodada genellikle zarar gören rda boyutla yeni olaya gibi, ağı sağlayamayac kadın olmaktadır. Bu bakımdan özellikle taraf katacaktır, katmaktadırda. Elbetteki duygusal,

.c

om

Yasaklamasıda doğal sayılamaı.

ww

w.

ne

te we

maddi hesap ve kaygıdan uzak olarak Iki insanın beyinlerde yüreklerde anlaşmasıdır. Tabiiki hiç bir ilişki mutlak ve sonsuz değildir. Gönüllülük temelinde bir araya gelen çiftler yine gönüllüce ayrılabilirler. Ama sevginin, saygının, paylaşmanın bittiği noktada eşler bunu açıklıkla dile getirip birlikteliklerini dürüstçe noktalamak yerine birbirlerini aldatma, kullanma, ve yıpratma yoluna giderlerse bunun adı özgür aşk olmaz, birbirini yada birini kazıklamak olur. Ki bunu kabul · etmemiz mümkün değildir. Sosyalizmin kuramcıları, "Eşler arasındaki sorunlara, aşka, üçüncü kişilerin karışması doğru değildir" demişlerdlr. Bu düşüncelere bizde aynen

09-10100

82


................ ..._. ._.._._. . . ._.._. . . .._._._...... ~rt~ma iradeli ve örgütlü insanı dünyanın hiç bir güçlüğü yolundan alıkoyamaz.Bu yüzden kendimize ve toplumumuza güvenmali ve politik ideallerimize sımsıkı sarılmalıyız ..Mücadelemiz baştan sona haklı ve tertemizdir. Insanlığın ya toptan çöküşü ya özgürlüğü ikileminde saflarımız dünya ezilenleri cephesidir. Halkımız ve dünya ezilenleri için umut olmak, bundanda önce kendimizi onurlu bir birey olarak ayakta tutmak için; kanla, ernekle oluşturulmuş genel ge_çer değerlere bağlanmak ve yaşamımıza bu dogrultuda yön vermek zorundayız. Kendimizi devrimci , demokratik değerlerin, salt bir mirasçısı olarak görmemeliyiz. Bizim de halkımıza, dünya insanlığına sunacağımız mücadele deneyleri ve kazanımlarımız olmalıdır. Gelecek kuşaklar karşısında ancak böylelikle suçlu olarak ysırgılanmaktan ve anılmaktan kurtulabiliriz. "Ol" s.. 1" d " a ak bö ı kal bT · um uz ugu e ne Y e ya aya ıırız. Bu bilinçte olarak; statükoculuktan, günübirlik güdüferJe, duygufarfa yaşamaktan, konformizmden, aldatma ve yalandan, kapris ve kişisel rekabetten, kariyerizm ve liberal yaşamdsln mutlak süratle kaçınmalıyız. Ozgür kadın, özgür aşk, özgür birey ve toplum ancak bilinçli ve örgütlü çabalarımızia mümkün olabilecektir. Başka arayışlar ve kaçışlar, bozgun ve köleliktir.

we .c

bayanların kendilerini cinsel obje olarak görmemeleri ve kullandırtmamaları gerekir. Eş ve sevgili saçerken moral değerleri ve devrimci ölçüleri öne çıkarmaları gerekiyor. Hem cinslerini vurmak için sevgililerini ayartmayı, çarpıkilkiara göz yummayı terk etmeliler. Hem de cinsleriyle "Kadı nca" rekabet ve çekişme yerine özgürluk için dayanışma ve birleşmeyi geliştirmeliler. Erkeklerin gözüne girmek için çılgınca yarış i9ine girmekten vazgeçmeliler. Bu, kadınlık statüsun ün daha da gerilemesinden başka bir sonuç doğurmaz. Günlük iç güdüsel tatminlerle, günübirlik kurulan cinsel ve duygusal ilişkilerle kadının ikinci cins olma durumu sadece pekişir. Ezilenlerin ezenlere öykünmesi sadece kaybettirir. Kadının cinsel kimliğinden utanarak ondan kaçması aslında köleliğe teslim olmaktan başka bir anlama gelmez. Kadın, erkeksi davranışlara girmek yerine, egemenlerin meclisinde kendine yer açmak yerine, bu çarpık, uyduruk, yabancı özenti yerine kendi öz gerl'.ak b l'ğ' 1 h k d' " " · 1k' l'w · Ten ı ıy e are et e ıp, ozgur anse ım ıgını kazanması yoluna gitmelidir. Elind~ tespih, ağzında sigara, kot pantolon içerisinde erkeksi adalarda yürümekle özgür kafalı olunamaz. Erkeğe benzerneye çalışmakta özgürlük yakalanamaz."Aksesuar'' değiştirmek başka şey, kişilik deaiştirrnek başka şeydir. Mekanik duruşlar çok komlk olmaktadır. Aynı ölçüde de dramatik. Marx'ın çok güzel bir tanımlaması var, derki;''şeylerin görünümleriyle özleri aynı olmuş olsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu." hem o kadar çok öykünmeye çalışılan "Erkeklik" de değerli görülen şe.Y. nedir?.l<adını ezen erkek özgür müdür. ?Degil! Aslında bu yanılsama, yani ezilenlerin ezenlere benzerneye çalışması psikososyal bir durumdur. ezilen ulusların yarı aydınları da; bilin~iz yığınlarıda, genellikle ezilen ulusa ben~emek ıçin kendi etnik realitelerinden kaçarlar. Ulkemizde de bu yaygındır. Daha üç beş kelime dahi Türkçe bilmeyen bir Kürdün, ,özbe öz Türküz" demesi bu ironik-trajik durumun boyutunu göstermektedir. Kadının erkeğe benzeşmeye çalışması, cinsine ihanet etmektir. Halbuki kadınlık durumundan dolayı, aşağılık kompleksine girmek için hiç bir neden yoktur. Yine ezilen bir ulusa mensup olduğumuzdan ötürü kendimizden ve ulusumuzdan utanmanın anlamı yoktur. Tam tersine el konulmuş, iğdi~ edilmiş cinsel ve etnik kimliğimizi kazanma dıye bir sorunumuz vardır. Çünkü "Her çiçek kendi toprağında açar ve kendi dalında güzeldir."

om

gengeşi

w ..

ww w. n

et e

Eylül 98

SONUÇ YERiNE GEÇMEK ÜZERE; Biz ki yeni tÇ>plumun habercileri ve mimarları iddiasındayız. Öyleyse kişiliğimizde zorlu bir devrimi gerçekleştirmek durumundayız. Yetmiş Y,ıllık "sosyalizm"fer gördük ki, yeni insanı ve ılişkilerini oluşturamadıkları için emperyalizmin uzun dalgaları karşısında çırpınarak karaya vurmaktan kurtulumadılar. Gerçektende dünyanın en güçlü silahı insandır. Eğitimli, üretici, 09-10/00

83


........ ......_.. ._......... ........ ........ ...... ~rtJşma

APO'culuk-•PKK"cilik Yan1lsamas1 ve "PKK Taban1na Göz Dikilmesi" iddialan

Kazım

Kalan

UKO'culuk, nihayet 1978'de PKK'cilikle birlikte anılmaya başlandı.

Apo'nun yalnız kadrolara yönelik değerlendirmesi değil, Kürdistan halkına dönük siyasal değerlendirmeleride devrimci eleştiri adı altında, aşağılama ve kişiliği yok eden yönelimler toplamı olmuştur. Çünkü o sorumlu devrimci eleştiri yerine, sürekli karalayan, suçlayan dönü~turücü olmayan bir tarz uygulamıştır. Çünkü o, kadroların ve halkın küçük düşürülüşünü kendi yükselişinin bir manivelası olarak değerlendirmiştir. Kadroları ezme ve aşağılamanın pratik olarak kendi liderlik pozisyonunu daha çok kuwetlendirdiğini ve "uygulamaY.a" alınan kadroların, -affedilenlerin"uygulama' sonrası kendisine tapındığını görmüştür.

Nitekim kadroların güçsüzleştirilmesi pahasına "güç" kazandığını gören Apo, tıpkı kendi karşısında ezilip büzülen, evet efendirnci yönetici kadroları gibi kendisi de başka bir otorite karşısında -TC kar~ısında- ezilip büzülerek yaKalandığı andanıtibaren teslim olmuştur. Sömürgeci cellatlara "bana yaşama şansı

verirseniz devlete hizmete hazırım" demekte tereddüt göstermemiştir. Yaşadığımız süreçte Apo'nun bu teslim olmuş kişiliğini gören pek çok "PKK"Ii bu kez de Apo'cu değil, "PKK''Iiyiz demeye başlamıştır. Teslimiyeti ve teslimiyet kişiliğini kabul etmemek elbetteki her Kürdistanlı devrimci için temel bir ilkedir. Bu bağlamda Apojyu rededen "PKK"Ii arkadaşların bu tavırlarını son derece saygın buluyoruz. Ancak bu arkadaşlar bugün için şunuda . sorgulamalıdırlar; Apo'suz PKK'yi açıklamanın olanağı varmıdır? Ya da PKK'siz Apo'yu nasıl tanımlayabiliriz? Eğer cidden Apo'culuktan kopuş savunuluyorsa bütün bir PKK tarihinin de ideolojik, siyasal ve örgütsel sevapiarı ve günahlarıyla masaya yatırılmast gerekmiyor mu? "Apoizm"-ki bu kavarm PKK jargonudur- ın demokrasi anlayışı, örgütsel işl~rliği, ide~_loji .'!e siyaseti tartışılmasızın salt Apo nun bu gunku duruşu ve adı red edilerek kopuş sağlanabilir mi? Unutmayalım ki Stalinizm de siyasal bir anlayıştı. Stalin'in fiziki yokluğunda bile Stalinizm yaşamaya devam etti. Hatta bugün bile danyadaki pek çok ·:sosyalisf' ve "k~~ü!li~t"" .. partısi aynı geleneğın mırasçısı ve surdurucusu durumundadır. Ha keza Kemalizme bakalım. M. Kemal1938'de ölmesine rağmen Kemalist ideoloji ve gelenek bugün bile TC devletine damgasını vurmaya devam etmiyor mu? Kürtlerin ve komünistlerin inkar ve imhası TC'nin temel ve vazgeçilmez siyaseti olarak aY.nen yürürlükte değil mi? Demekki M.Kemal öldüğünde yerine binlerce küçük Kemal bırakmıştı. Mirasını, felsefesini aynen sürdürecek l<adro ve örgüt . yapısı oluŞ,turmuştu. Stal!n'e en çok karşı . devrımcı anlayışını sosyalizm onun bıle çıkanlar tarzda eleştirip, kendilerini yenileyemedikleri için

ww w. n

et e

Sonraki yıllarda ise ilke dönülerek tkrar AP.o'culuk söylemi eKK'ciliğin önüne geÇ!~- .. Nıhayet Apo'culuk Ocalan'ın tutklanma surecı ıle birlikte patlama yaptı. PKK'lilerin bu karışık söylemleri ya da kendilerini tanımlamaları aslında bir durumdan ötekine geçmekten çok kuruluş öncesi savunulan ideolojik ve siyasal anlayışın örgütsel işlerliğe tümüyle egemen olması durumunun dışa vurumunu ifade etmekteydi. PKK'nin, Apo'nun şahsında cisimleşmesinin pek yok nedeni olsada özünde örgütün henüz arnbıriyon halindeyken benimsediği "sosyalizm" ve katı Stalinst örgütsel anlayıştan kaynaklanmakta, Apo ba~langıçtaki bu anlayışı pratik örgütçü maharetlerıni de kullanarak iyice derinleştirmıştir.

çarptırmıştır.

we .c

1970'1i yılların devrimci kuşakları çok iyi anımsamaktadırlar ki PKK kuruluş ilanı öncesi bu yapıyı oluşturan kesimler kendilerini Apo'cu diye tanımlamaktaydılar. Apo'culuk ve yer yer de

belli bir süre "uygulamaya" aldırmış ve itibarını sifırlamış ya da ölüm dahil farklı cezalara

om

gengeşr

Apo'nun pratik uygulamaları şöyle özetlenebilir; Merkezi önderliği (MK) biçimsel kılarak, MK'nin bütün yetkilerini tartışı:nasız biçimde kendi elinde toplamıştır. (1) Orgüt Kongreleri kendisi fiziken katılsın, katılmasın hazırladığı "Politik Rapor"un biçimsel onayından başka bir şey değildir. "Politik Rapor'un dışında duranlar (farklı düşünen veya eleştirel duranalar) ya kongre öncesinde ya da kongre de demokratık olmayan yöntemlerle saf dışı bırakılmışlardır. Bu bağlamda PKK tarihi bir yanıyla her türlü muhalefetin devrimci olmayan tarzda tasfiyesinin · tarihi olmuştur. Her ne pahasına olursa olsun tek lider olmayı, örgütü tümüyle kendi elinde tutmayı yaşamının merkezine koyan Apo, örgüt içinde çalışma ve politik kişiliğiyle öne çıkan ve kendi yerine geçebilecek potansiyeli taşıyan bütün gerilla komutanlarını ve merkezi kadroları her defasında "zaaflarından", "pratik sorumsuzlukluklarından" dolayı tutuklatıp, göstermelik bir yargılamadan sonra o anki planına göre ya rütbelerini söktürüp 09-101'00

84


...... ...... .._.. ._._.._ ._._._ ._. .._. ..__.._..... . ~rt~ma

onun akıbetini yaşamaktan kurtulamadılar. Yalnız varılan bugünkü noktayı değil, buraya nasıl, hangi yollardan geçilip gelindiğini sorgulamakta gerekmektedır. Bütünseliikil bir analiz mutlaka yapılmalıdır. Bu konuya ilişkin sonuç olarak şunu diyebilir!~; Apo'nun savunmaları ve bugüne kadarki ımralı açıklamaları PKK'nin 1978 manifestosunun inkarı ve yirmi yıllık mücadelenin karaianmasına dayalı olmasına karşın nasıl

we .c

oluyorda PKK başkanlık Konseyi tarafından noktası noktasına, virgülü virgülüne savunulup, Apo PKK ve Kürdistan halkının ulusal önderi ilan ediliyor? Bu büyük bir çelişki değilmi dir? Bize kalırsa hayır! Çünkü ortada PKK diye siyasal bir organizasyon yoktur. Bugüne kadar PKK diye tanımlanan partinin esas olarak bir kişinin, Apo'nun partisi olduğu bir kere daha tescil edilmiş oldu. Cünkü PKK resmi söylemlerinde de PKK'yı ve halkı yaratanın Apo olduğu söyleniyordu. Değilmi ki bütün kadrolar bir hiçti, kendi başlarına "bir tas _çorbayı bile kurtaramazlardı" (2). degilmi kı "başkan" olmasaydı ne Kürtlük mücadelesi olurdu ne de PKK (!) Aslında Başkanlık Konseyi bu9ün Apo ya dört dörtlük secde etmekle geçmiş degerlendirme ve duruşuyla uyumlu davranmış oluyor. Onlar dün de Apo'cuydular bugünde Apo'cudurlar. Apo nereye onlar oraya. Eh zaten PKK'nin yaratıcısı ve sahibi de Apo olduğuna göre ve Apo'da partinin tek sahibi olarak bugün için onları sorumlu kıldığı na göre tabiki başkanları partiyi kapatıncaya kadar ne buyurursa onu yapacaklar. Yaratıcı ve yaratılanın olduğu yerde başk ne olması bekleniyordu ki? Bu bağlamda Apo ile yolları ayırıp, bugünkü örgüt anlayışı, ideolojisi halihazırdaki yapılanması ve işleyişiyle PKK'nin değişeceğini ve Apo'ya r~wmen PKK'cilik yapılacağını sanmak hamhayal d ilse büyük bir saflıktır. Bu birbuçuk yıllık siyasal uruş PKK'nin varacağı yerin ıpuçlarını fazlasıyla ortaya koymuştur diye düşünüyoruz. "Apo'izm" ideolojisi, PKK ıçinde ve dışında "Apo'izme" yönelik her türlü devrimci eleştiri ve çıkışı dün olduğu gibi bugünde karşıdevrimci ihanetçi olarak ilan edip karalamaya çalışmakta, yer yer şiddete de başvurarak ortadan kaldırmaya yönelmektedir. Bunun pratik kanıtı yüzlercedir. Bu nedenle her şeyden önce devrimci kadroların yeni baştan kendilerini gözden geçirmeye, geçmiş siyasi deneyimleri bilince çıkarmaya ve sosyalist anlamda yenilenme ihtiya91arı vardır. Düşünen, araştıran, sorgulayan ve işın öznesi olan kadrolar, gunün devrimci görev ve sorumluluklarını da yerine getirmeda temel teşkil etmektedirler. Yola böylece devam edifmelidir. Gelelim Apo'cuların Kürdistani devrimci gü2lere dönük olarak sık sık gündeme getirdikleri "mılliyet2i-reformistlerin PKK tabanına göz diktikleri ' iddialarına.. Bu anlayışın sahipleri bugüne kadar siyaseti KUKM'sini hep siyasi

olmayan yöntemlerle, adam kafalama, kişisel ve grupsal olarak "büyüme" vb. olarak algıladıkları, halkı ve ülkeyi de kendi malları olarak gördükleri i9in olacak ki, kendi dışlarındaki devrimci parti ve örgütleri ucuz suçlama ve demogojilerle tehdit etmektedirler. Oysaki siyasal mücadele sonuçta bir iktidar sorunudur. Kürdistan halklarına si~asal ve toplumsal proje sunan örgütler dogal olarak halka gidecek, kendilerini, (amaç ve hedeflerini) halka anlatıp benimsetmeye caJışacaklardır. Kürdistan'da çeşitli sınıf ve katmanlar kadar, onların çıkarlarını savunan partiler de mevcuttur. Kürdistan gibi sınıflı bir toplumda tek siyasal parti olmuş olsaydı zaten bu tümüyle yaşamın gerçekliğine ters olurdu. Hal böyle olunca ''tabanımıza göz dikmişler" ne anlama geliyor? Yoksa birileri devrimin ihalesini mi almış? Birileri halkı kendi tebaası, tapulu malı olarak mı görüyor? Aslında bu mantığın içinde zerre kadar demokrasi yoktur. Yine bu siyaset tarzı kendine ve halka güvenmemenin açık itirafıdır. Değilse ''tabanınızın" her kendine "gözdikene" gidabilir ka~ısını neden taşıyorsunuz? Eğer kaygı bu degilse ''tabanınıza gözdiken"lerin tabanınızı alıp götürecekleri en kötü siyasi zemin hangisidir?

om

gengeşf

Orneğin PRK-rızgari; Bağımsız-Federatif

ww

w.

ne

te

Kürdistan için mücadele veriyor. PSK Türkiye ile Kürtlerin Federatif devletini savunuyor. KawaPartiya Şoreş, Bağ1.msız-Birleşik Kürdistan' ı savunuyor. vb. vb. Ozcesi bu programların tümü de sizin savunduğunuz TC devleti içinde eriyip yok olmanın formülü olan "Demokratik Cumhuriyerle taban tabana zıttır ve çok daha ileridir. "Demokratik Cumhuriyet"de Kürt ulusaldemokratik kimliği ve siyasal hakların zeresi var mıdır? Kendisini ''Türk Kürdü" ilan eden Apo'nun elbetteki ulusal-demokratik istemleri olamazdı. Bizim bildiğimiz kendilerini meşru ve haklı görenler gerçek demokrasiden asfa korkmazlar. . Korkmadıkları gibi, demokrasinin kökleşip yaşaması için de ayrıca mücadele verirler. Düşünce ve ifade özgürlüğünden burjuvalar ve imtıyaz sahibi güçler korkarlar. Parti içinde ve dışında farklı sesleri, düşünceleri, tehdit ve baskıyla susturmaya çalışmak sömürgecilerin inkarcı, yasakçı yöntem ve anl~ışlarının kaba bir tekranndan başka bir Ş,9Y degildir. Ama ne yazık ki kölenin efendiye oykünmesi tüm sömürge toplumlarda olduğu gibi Kürdistan'da da siyasal-sosyolojik bir gerçekliktir. Bu dramatik-sosyolojik Qerçekligi değiştirmek elbetteki Kürdistan devrıminin bugünden çözmeye çalışması gereken temel problemlerinefen biridir. . Farklı düşünce, inanç ve özgürlüklere karşı yapılan anti demokratik saldırılar, inkar ve karalamalar, sadece ve sadece Kürdistan halklarının yüzyıllardır mahkum edildiği zindan karanlığı nı biraz daha çağaltmaya yarar. Siyasal çarpıtma ve demogoji ile bir yerlere varılamaz. Hele tarihi ters yüz etmekle hiç... Mum

09-1MJO

85


ma

gengeşt••••••••••••••••••••••••••tartış ışığının bile yanmadığı imralı için "Güneş

mücadeleyi savunan ve gerilla mücadelesini her düzeyde SiY.asal olarak sahiplenen bazı Kürdıstani drgütler için "onlar dün silahlı mücadeleye karşıydılar, bugün de barışa karşıdırlar'' diyebilirsiniz. Tabiki hurafeler yaratıp kendinizi buna inandırabilirsiniz. Ama bildiğimiz bir şey var o da gerçeklerin uzun süre karanlıkta bırakılamadıQı ve asla yokedilemediğidir. Tıpkı seksen yıllık ınkarcı ve imhacı Kemalist iktidarın tüm yasakçı ve imhacı uygulamalarına karşı Kürt ve Kürdistan gerçekliğini, onun ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesini yok edememesi gibi ..

~!~~~:~rdurumu

işlerliğine ilişkin

ww

w.

ne

te

we .c

ve örgütsel olarak bizzat Apo'nun eski değerlendirmelerine bakılmalıdır. Bu konuda en iyi kaynak.Mahir Sayın'ın Apo' ile röportajını derlediği "Içindeki Erkeği Öldürme" kitabıdır. 2-Apo'nun ciltler dolusu "kişilik çözümlemeleri" ve kadrolarla yaptığı eğitim, toplantı ve "diyalog"larına bakılabilir. Kadrolara yakyaşım ve kadroların duruşları incelenmeye değerdir. Tabi Apo'nun kadrolarla "diyaloğu" derken bunu Apo'nun monologları olarak anlamak gerekır. Zira diyalog iki kişi arasında olur. Ama kadrolar hep dinleyici Apo ise hep konuşandır. Yirmi sayfalık bir "diyalog" içinde toplasanız tüm kadroların konuşmaları 20 satır tutmaz. Bu yirmi satırın onbeşi de "evet başkanım", "doğrudur başkanım", "öyledir başkanım" onaylarıd1r. Kendisi stratejik önderlik, bütün yönetici kadrolar ise taktik önderlik olarak değerlendirilip, Apo bütün başarıların tek sahibi, MK ve gerilla komutanları yani ''taktik önderlik" ise bütün başarısızlıkların sorumlusudur. Çünkü başkanın söylediklerini anlamamişlar ve uygulamamışlardu. Ozcesi; "bütün kar benim, hiç bir zarara karışmam". Kara mizahi bir durum ..

om

ımralı'dan doğuyor" diyebilirsinız. Yıllardır silahlı

09-10JOO

86


om

Tünelin Sonu ndaki Karan/tk

Basın yayın organları, Camp David gelişimi, sonucu ve anlamı hakkında her türden dedikodu ve spekülasyo~larla dolup taşmaktadır. Bu. görüşmeların sonucu ne olursa olsun, bır sonuç kesin olarak ortaya çıkmış durumdadır; toprak, sınırlar, Kudüs'ün statüsü, ilticacılar, su ve egemenlik konularında yapılacak düzenlemelere r~men, asıl. altı çizilmesi gereken konu, Filıstinlilerin lsraif ile olan uzlaşmazlıklarını sona erdirip, geçmiş ve gelecek kapsamında, geymişin bir hiçten ibaret olduğunu kabul edıp

we

zirvesinin

.c

Edward Said

te

etmeyecekleridir. Ben, bu deklerasyonun, Yasser Arafat'ın -ki, onun Camp David'te, emrindeki yardımcılar ordusuna rağmen karar verme yetkisine şahiJ?. tek kişi

ne

olduğunu hatırlayınız- lsraıllilere verabiieceği en. büyük ödül olduğunu düşünüyorum; ısrail'in herşeyden fazla Arafat'tan istediği de, bundan başka bir şey değildir. Bundan dolayıdır ki, Kudüs ve ilticacıların geri dönme hakkı ile ilgili

konular bile,.Filistinlilerin gönüllü olarak ve ısrail'e karşı bütün taleplerini geri çektiklerini belirten, yani pratikte onları hem toplum, hem de birey olarak tarihsel vatanlarından, yurtlarından, evlerinden, mal varlıklarından ve refahları dahil herşeylerinden mahrum eden bir devlete ~· ilerde yapılacak mücadeleye bir son verildiğinı ilan eden bir deklarasyonla karşılaştırıldığında daha az önemlidirler. Beni, Arafat'ın bir devlet kurma tehditi şeklindeki taktiği (ya da stratejisi mi?) endişefendirmektedir. Çünkü onun devleti, pratik olarak Filistiniiierin kendi kaderlerini tayin haklarının ifade edildiği şeklinde anlaşılabilir. Belki bu, ancak kağıt üzerinde mümkündür, ama yine de bu anlama gelir.lsrail gibi, yapısında gerçekleştinlememiş ya da kapanmamış bir geçmiş bulunan hiç bır ülkenin, başka bır ülkenin dogumuna yardımcı olmak bir yana, varlığına dahi tahammül etmesi beklenmemelidir. O halde lsrail'in, Filistin devletini tanımanın bir karşılığı olarak Filistinlilerden, geçmişe ilişkin bütün

ww w.

vereceği

09-10/00

taleplerin bir kenara atılmasını istemesi jJayet ma.ntıklı görülebilir; bu yeni devlet, varlığı itibari ile ısrail'in bu talebinin tanınması şeklinde

değerlendirilebilir. Başka bir deyişle,

militarist bir yapısı olmayan ve Qerekli bi9imlerde sınırlandırılmış olan bir Filistın Devletı, toprak, ekonomik ve politik olarak ne kadar kötü ve kısıtlı koşullarda kurulursa kurulsun, geçmişin reddi temelinde planlanmak, hukuksallık kazanmak ve inşa edilmek durumundadır. Ancak, lsrail'in görüşüne göre, geçmişte Yahudilere zulüm ve baskı uygulayanlara ilişkin taleplerinin sona erdirilmesini hiç kimse kendisinden bekleyemeyeceği için, sözü edjlen geçmiş sadece Filistiniiiere (Filistin ve ısraillilere değil) ait olmaktadır. Vatansızl~tırmayabağlı olarak! uzun yıllar süren sürgün, yennden-yurdundan edılme ve ağır kayıpların yarattığı acılardan söküiOp ayrılmış bır mücadelenin ifadesi olan bu gerçek 87


ww w.

ne

te

we

.c

om

• • • • • • • • • çeviri peçve • • • • • • • • • • • • • • • • • lsrail geçmişte gerçekleştirdiği niçin zaman, bir ettiği elde halkının Filistin geçmişi, Filistin den dolayı herhangi bir tazminat eylemler yanlış başarı olarak gösterilen bir devlet karşılığında bir tutulmaktadır? LObnan muaf ten ödemek tir. edilecek yok ve hiç olarak dekiare vatandaşlarının, topraklarının 22 yıl sOren Bu yalnızca biçimsel bir konu değildir. işgalini ve, bundan da öte, en azından işkence, Filistin kımliğinin derindeki gerçek köklerini korkunç tecrit hOcreleri ve insanlık dışı koşulları Filistin Oslo, rda Halihazı . etkileyecek bir konudur ile, lsraılli uzmanlar ve onların LObnanlı paralı idaresi altındaki bölgelerde gen9 çocuklara askerleri tarafından yönetitip teftiş edilen Kiam ders tarihini okutulan tarih derslerinde, Filistin hapishanesini affetmeleri ve unutmalan nasıl gOndemi dışına aldı. Yeni kurulan ilişkilerin bilir? beklene dOzeni içerisinde Filistinliler, nasıl olmuşsa şimdi um ki, bu konular daha fazla inanıyor halk bir olan a Jerico'd ve Nablus, ~amallah ve dikkatli değerlendirme dOşOnme tartışma, olarak temsil edilmektedirler. Onlar buraya nasıl zaman i~inae, belki GOney Gelecek yor. gereKtiri ve 1948 geldiler, nasıl bunların bir kısmı Afrika örneğinde olduğu gibi bır Gerçek ve 1967'inin bir sonucu olarak buralara geldi, nasıl, Uzlaşma Komisyonu da kurulabilr. Fakat ben, bir zamanlar Tıberias ve Safad ezici bir Arab bir Filistınlilerin yoğun ve ağırlıklı olarak lsrail basit bilgiler z nüfusa sahipti; bütOn bu uygunsu an adaletsizilkiere UQrarnayla dolu tarafınd Altıncı tır. çıkarılmış ndalı kitapları ders bir şekilde ve hatta bOtün lsraıl'in sorumluluğu tarihinin, sınıfiara ait tarih kitabında Arafat, sadece Filistin arka odalarda, çabukca, pazar usulü un sorusun Onun ktadır. tanıtılma ida(~inin Başkanı olarak yapılacak anlaşmalarla çözülebileceğine FKO başkanı olarak geçmi~i, Amman, Beyrut ve ınanmıyorum. Gerçek, onur ve adalet gibi bir Tunus günleri hatızlardan sılinmiştir. Başka konuların, hakettikleri biçimde gözden geçirilmesi olarak dörtgen bir boş a kitapta, Filistin, çocuklar Bu olmaksızın, ne kadar akıllıca yapılmış gerekir. temsil edilmektedir; onlardan, barış anlaşması olarak ne kadar sonuç verici olursa politik ve sına anlaşma imzalandığı zaman, Camp David bir anlaşma tam bir sonuca hiç olsun, adını yerlerin edilecek kabul olarak Filistinli göre amaz. ulaştırıl bu boşluğa yazmaları istenecektir. Camp David'te amaçlanan tarden bir Bir Y.andan geçmişi sevmemek ya da ondan barışta, bu konuların bazı bakımlardan gözden irkilmek ıle öte yandan, bu geçmişi bır geçmiş ceğine dair en alt düzeyde bir garanti geçirile geçmiş bir olarak, hatta başka insanların inandığı inin ifadesi olarak, ve eğer demokratik verilmes vardır. fark bir büyük arasında olarak tanımama geçirilecekse, mutlaka bir Filistin hayata olarak Birçok Filistinli temsilcinin endişe içerisinde ya da referandum yapılmasıdır. Bir oylaması halk dönme (geri 194 olan sıkfıkla, basit ve telgrafvari kere de olsa, tatmin edici bir sonuç vermekten hakkı) ve hatta 242 (toprakların iadesi) sayılı BM olan ve tümüyle dökülen Oslo sürecinde, uzak n, kararfarına işaret etmesinin nedeni, bu kararları Arafat ve destekleyicileri bize bir halk Sayın u topluluğ dünya Filistin tarihinin özOnün olarak bırakılanların kOçük bir parçasını kurtarma tarafından kabul edildiği izlenimini vermesi şansına sahiptirler. Yıllardır süren kötü yönetim, i herhang kararlar bu dolayısıyladır. Böyle olunca, c:iürüstsüzlük ve onursuzluk bu noktaya bir partinin isteklerinden bağımsız olarak bir sinde küçük bir rol oynamadı. Onlar hiç gelinme bu , geçerliliQe sahiptir. Camp David'in tehlikesi bu kez, kendilerini kısmi olarak af olmazsa izin edilmeks bahsi da ya geçerliilgin özel olarak da bazı adımlar atabilirler mi? konusun ettirmek ortadan kaldırılmasında aranmalıdır. Tarih, ne üstün in olduğunu tahlil etmeye çalışan tarihciler Çeviri: H.Aian çabalarının bir sonucu olarak değil de, büyük güçlerin (ABD ve lsrail) isteklerine Q.öre yeniden yazılacak ve onlar için kabul edilebılir bir tarih olacaktır. Aynı şekilde geçmişin ve geleceğe ilişkin taleplerin pir kenara atılması, kesinlikle 1967'de b~layan ısrail işgaline de uygulanacaktır. Şimdi bizım elimizde, ekonominin çektiği zararların tam bir kaydı vardır. Eminim ki tarım, şehir yaşamı ve özel mülkiyet üzerinde kasıtlı olarak gerçekleştıril~n zararların da tam bir listesi

çıkarılabilir. Ölüıiı olayları, yaralamalar ve bunlar gibi olaylar kaydedilmiştir. Ben kesinlikle, suçlutara karşı sürekli bir hoşnutsuzluk içinde olmamız gerektiğini tartışmıyorum. Fakat ben, otuz yıllık işgalin unutulmamasından ve parlak bir yüzeyin üzerindeki toz parçaları gibi süpürülüp bir yerlere atılmamasından yanayım. Irak, 1990 ve 1991 'de bir kaç ay süren bir işgal nedeniyle Kuweyt'e hala ödeme yapmaktac:iır. Bunun anlamı, tazminatın gerektiği gibi ödenmesidir. O 09-10100

88


jiyan •••••••••••••••••••••••••yaşam TARTIŞMALARlNDA

GÖZDEN KAÇIRILANLAR;

Y1lmaz Güney ve "Bağ1ms1z/ Birleşik/

Can Erzin

veriyorlardı. Eğer

becerebilseler, GOney'i de Nazım gibi "devletleştirmek" isterlerdi. BOyOk şairi sadece "dOrtnala gelip/ uzak asyadan/ Akdenize bir kisrak başt gibi uzanan/bu memleket bizinf şiirine hapsederek kabul etmeye çalıştıkları gibi, GOney'i de belki kabul edebilecekleri bir film karesinde dondurmayı umuyorlardı. Ama onun yaşamında resmi ideolojinin ve sistemin değerleriyle özdeşleştirip öne çıkaracakları

w. ne te

Ölomonon azerinden 16 yıl geçti. 9 Eyl011984'de kansere yenik düşen Yılmaz GOney, 2000 yılında TOrk medyası tarafından "operasyon" masasına yatırıldı. Bıraktığı sanatsal devrimci izlerle, halen gOndem yaratmaya devam eden GOney'in tartışıldığı TOrkiye ve KOrellstan atmosferi bu kez

we .

Demokratik Kürdistan//

Saldırının görOnardeki nedeni bu olmasına karşın, özOnde Yılmaz GOney'in temsil ettiği sanatsal ve devrimci değerler olduğuna kuşku yok. GOnOmOzde devrimci değerlerin terkedilişi ve her boyutunda emperyalist bu~uvaziye teslimiyelin işlendiği bir ortamda, Yılmaz GOney'in anısı bile sistemin savunucularının bu pembe toplosuna kan dağramaya yetiyor. Yalnızca Gavras'ın bir film yapma projesiyle GOney'in yeniden tartışılıp popOierleşmesine duyulan öfke değil, aslında daha uzun bir sOredir, 12 EyiOI depolitizasyonundan geçmiş TOrkiye'de Yılmaz'ın yeniden popularita kazanması egemenleri çok öfkelendiriyor, neşelerini kaçırıyordu. Çekiminden ancak 17 yıl sonra TOrkiye'de gösterime girme olanağı bulan "Yol" filmine gösterilenseyirci ilgisi bunun göstergelerinden biriydi. Medyadaki bu tartışma, devrimcilerin çok yakından tanıdıkları bir "iyi polis-kötO polis" taktiğiyle yOrOtOidO. Bir kısım yazarlar, ona "katildi, serseriydi, lumpendi, sanatçı bile değildi" diye saldırırken, bir kısmı da "tamam canım böyle yanlan vardı ama iyi bir sinemacıydı, sinemamıza çok katkısı oldu" gibilerden, Yılmaz'ı "ehlileştirerek" kabul etmeye yönelik bir Oslupla karşılık

co m

YILMAZ GÜNEY

bambaşkadır. Yılmaz GOney, ilk gençlik yıllarından beri politikaya ve sanata yönelmiş, çok yöniO bir kişilikti. Daha lise yıllarındaykan yazdığı yazılarda "KomOnizm propagandası yapmak" suçlamasıyla hapis cezalarına çarptırılmıştı. Sanat dOnyasına edebiyatla girmiş,

ww

"Boynu BOkOk ÖldOier" de olduğu gibi olgun eserler verdi. Bu gelenek onun gOçiO bir senaryo yazarı olması ve sosyalist teori alanında gelişmesinin de altyapısını oluşturmaktadır. Sanatcı ve siyasal kişiliği sorekli birlikte gelişen yılmaz Güney'in basit bir takipçi olmaktan çok arayan- Oreten, sanat ve mOcadelenin kuramsal temellerine inmeye çalışan yanı onun gOçiOiüğOnü artırmıştır. TOm yaşamı boyunca da siyasal yargılamalar, cezalandırılmalarla karşı karşıya kalmış, 12 EyiOI cuntası ise onun tam filmleri yasaklayarak imha ettirmeye kadar götOrmOştOr işi. Saldırı kampanyasını tatildeyen şey, görOnOrde, Yunan asıllı Onla film yönetmeni Costa Gavras'ın, Yılmaz GOney'i anlatan bir film yapma isteğinin açıklanması oldu. Gavras'la GOney, 1982 Cannes Film Festivalinde birinciliği paylaşmışlardı. Gavras'la GOney'in daha o yıllarda birlikte bir film çekme projelerinin olduğu biliniyordu. Yıllar sonra Gavras'ın eşi Fatoş'un gözOyla Yılmaz' ı anlatan bir film ' yapmaya karar verdiğini kamuoyuna açıklamasıyla, TOrkiye'nin tekelci medyasının kalemşorları da saldırıya geçtiler. 09-10/00

birşey bulamamanın sıkıntısını

çektikleri de belliydi. Kuşkusuz bu tartışmanın kendisinin bile Yılmaz GOney'in sanatı, politik kişiliği ve mOcadelesi ile daha çok insanın ilgilenmesine de yol açtığı söylenebilir. Ve yine kuşkusuz tartışmaya medyanın "iyi" ve "kötO" polisleri dışında kendi doğrularıyla katılan sanatçıları, aydınları göz ardı etmemek gerek. Bu tartışmalarda Yılmaz GOney'ın sanatçı ve devrimci kişiliğine ilişkin doğru şeyler söyleyenler de oldu. Ne varki tam bu tartışmalar içinde belli belirsiz herkesin "unuttuğu" unutmaya çalıştığı önemli bir yan vardı hep. Yılmaz GOney'in gelişim çizgisinde hep doğruyu aramaya yönelik o bilinen çabası içinde son yıllarında kendi sosyalist devrimci kimliğinin bilinci içinde, KOrellstan sorununun özOnde bir sömQrge sorunu olduğunu, Türkiye'nin bir iç meselesi değil Ortadoğu dOzeyinde bir devrimci dinamik taşıdığını, çözaman kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde "Bağımsız Birleşik Demokratik bir KOrdistan"da durduğunu savunan bir aşamaya gelmişti. Yılmaz için bu siyasal parametrenin

89


..... ..... ..... ..... ..... ._.. ._.. . . . . ._.._. .._..... yaşam

çalıştılar.

inat Güneyi'in hep iyiye, güzele, doğruya OOOru gelişen çizgisinin onu en iyi tanımlayan şey olduğunu düşünüyoruz. Ve Ununurulmak istenen, hatıriatıimak istenmeyen bu çizgisine bugün, daha çok vurgu yapma göreği görüyoruz. Yılmaz Güney'in, Kürdistan'ın siyasal gerçekliklerini dile getirdikten sonra Avrupa'da yalnızlığa itildiğini, yakın çevresine beyan ettiği söylenir. Bir halk adamı ve sanatçı duyarlılığıyle o, ikna olduğu noktada devrimci tavır koymaktan çekinmiyordu. 12 Eylül karanlığı içinde, zorunlu mülteci hayatı içinde Kürdistan soıuıunda takındığı bu devrimci tutum onun bir anda yalnıztaşmasına neden oldu. Ama o doğru bildi tercihi yaptı. Siyasal bir taraf olması istenmeyen, hele hele Kürdistan sorunununda sosyalist, radikal ve bağımsızlık gibi bir çözümden yana·olmasını hiç istemeyen, ondan siyasal mesajlarından soyutlanmış sadece "iyi bir sinemacı, güçlü bir aktör" kimliğiyle yarartanmak isteylenlar için elbette bu, kabul edilebilir birşey değildi. Komünist, mOcadeleci kimliğinde diraten tOm sanatçılar gib o da Avrupa'nın 'sosyal demokrasi" normlarıyle çeliştikçe "tecrit cezasına" uğramaktaydı. TOrkiye'deki zindan gerçekliğinin sadece küçük bir kesitini anlatan "Duvar" filminin,

we .

kabulü "onun anasının Zaza, babasının Kürt" oluşuyla değil, sosyalist devrime~ enternasyonalist oluşuyla daha çok bağlantılıdır. Ulkesine ve içinden geldiği topluma karşı yabancılaşmayan ve toplumsal kurtuluşun yollarını arayan bir insan için varılması kaçınılmaz bir çizgidir bu. Bu çözümle birlikte Türk, Kürt, Arap, Fars haklan arasındaki birliği ve sınıf kardeşliğinin temel alınması gerektiği vurgusunu özenle yapmayı da ihmal etmedi. 15 yıllık gerilla mücadelesinin mirası üzerinde ve onbinlerce Kürdistanlı gencin kanları daha tazeyken bile, bağımsız özgür Kürdistan taleplerini bir tarafa itenlerin, Güney'in bağımsızlık talebini dile getirdiğini "unutma"larını, unutulmasını istemelerini anlamak mümkün. Sistem içinde korunaklarla yetinmeye çalışan, hele hele "Kürt hareketinin tek temsilcisi kabul ettikleri bir partinin bile" bu istemierin adını dahi anmak istememesi karşısında, Yılmaz'ın bu siyasal durağını hiç hatıriamamak beliiki birçok "aydın'ın da işine geldi. Bu nedenle de Güney'deki radikalizmin ve gelişim aşamalarının bilinçlerden kaçırıldığı yapay bir fotoğrafa sıkıştırmaya kalktılar onu. Tıpkı "Yol" filminin Türkiye gösteriminde "Kürdistan" yazısının sansor edilmesi gibi, Güney'in devrimci çizgisinde geldiği aşama olarak, Kürdistan'ın sömürge bir ülke olarak algılanmasını ve anti-sömOrgeci mücadeleyi kabul eden; "bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan" şiarını haykıran bir çizgiye geldiğini gözlerden kaçırmaya

co m

j~an

w. ne te

Yılmaz GOney'i "katillik ve IOmpenlik" suçlamalarıyle karalamaya çalışanların, bile, savunduğu bu son görüşlerine olumsuz bir anlam yüklayerek atıfta bulunmak isterneyişleri de boşuna

eleştirmenlerce "aşırı abartılı" bulunduğunun

söylenmesinin, aslında Yılmaz'ın siyasal radikalizminin "abartılı" bulunmasına karşı bir tepki olduğu söylenebilir. Çünkü o, artık TOrkiye'deki amiyene tabiriyle sadece yıkıcı değil, "bölücü" olmuş1u. Içinden çıkıp geldiği Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine omuz vermenin, ona katılmanın aynı zamanda evrensel sosyalizm mücadelesinin de bir parçası demek olduğunu kabul etmişti. Zaten Yılmaz Güney'in özelliği, onun hep kendini geliştiren, hep daha ileriye ve daha doğruyu aramaya doğru giden duyarlı çizgisidir. "Şerefli bir miras bırakmanın birinci koşulu" diyordu Yılmaz Güney, "ezilenlerin yanında bilinçli bir biçimde saf tutmak ve kendimizi, ezen sınıfların gerici ideoloji ve etkilenmelerinden, düşünce biçimlerinden, alışkanlıklanndan kurtarmak için sabırlı çaba sarfetmektir." Öyle de yaptı. Kendini sürekli yenilemeye, aşmaya yöneldi. Onun son fotoğrafı 18 Mart 1984'de Paris Kürt Enstitüsünde yapılan bir törende yumruğunu havaya kaldırarak söylediği sözlerdi; "En gOzel saz1 bizim çafmamlz gerekir, en gOzel tOrkO/eri biz s(Jylemeliyiz. Iyi resimler yapmalıytz, en iyi/erini. iyi masal/ar, gOzel şiirler ve gOçiO romanlar yazma/ty1z. Bizim gOç/0 bilginler, d/plomatlar ve teknisyenler yetiştirmemiz gerekir. Elimiz hem Iyi kalem, hem makina, hem de silah tttma/1. Bazen saz1m1z silah gibi olmali, bazen de silah1m1z saz gibi. Yine biz Iyi biliyoruz ki, gOZel tOrkOisr ve doğru s(Jz/er kurşundan daha Iyi şeyler yerine getirecektir.

değ!l.

ww

OlümOnden bir ay önce 9 Ağustos 1984 "Race and Class" dergisi muhabiri Aifrada Benge ile yaptığı belki de son söyleşisinde "bireysel kurtuluş yoktut' diyordu Güney. Orada Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki toplumsal kurtuluş kavgasındaki "ateş" ve "ihanef' e işaret eder. "Ac1/1 ve zor gOn/er g(Jreceğiz. Başartslzllklara, geçici yenilgilere uğrayacağ1z. ihanet/er, kahpelik/er g(Jreceğiz. BOtan bunlar ve benzeri olumsuzluklar 1aş_izmi' yerle bir etmemizi engelleyemeyecektir." Işte o acılı ve zor günlerin, ihanetierin ve geçici yenilgilerin yaşandığı bir atmosfer içinde, Yılmaz Güney sinemasıyla, düşünce ve yaşamıyla; emekçiler için güçlü bir sembol, idol olmaya devam ediyor. Bundandırki gerici Türk medyası, Yılmaz Güney efsanesini yıkmak için bir haçlı saferi başlattı. Bu kampanya daha sonra tartışan tarafların konsensusuyla, bir "ehlileştirme" operasyonuna dönüşme eğilimi gösterdi. Yılmaz Güney, devrimci düşüncelerinden, yaşamından ve mücadele çizgisinden koparılarak sadece "TOrk sinemasında çığır açmış bir sanatçı" olarak zararsızlaştınlmaya çalışıldı.

Biz bu yazı vasilesiyle Yılmaz Güney'in siyasal olarak geldiği son aşamayı temsil eden bu görüşlerinin onun gelişim çizgisiyle tam bir uygunluk gösterdiğini, Güney'in bu görüşleyle biriike bOtOnleştiğini vurgulamak istiyoruz. Geriye gidenlere 09-10100

Yoldaşlari Dağlaflmlz,

ova ve k1rlaflm1z bizim umudumuzdur. Biz tOm (JmrOmOZO yabanci tOrkO/er s(Jy/eyerek geçirmek istemiyoruz. Biz yiğitlik destanlan yazm1ş bir halk gibi.. ... . TOrk, KOrt, Arap ve Fars demokrat ve sosyalistleri, Kart ulusunun kendi kaderini tayin

90


jiyan •••••••••••••••••••••••••yaşam

Yılmaz Güney bir "Kürt sinemacısı" mı?

yansıtır.

Gerçektende Yılmaz Güney sinemasını, gelişim içinde değerlendirmekle birlikte onun salt bir TOrk ya da Kürt sineması olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat gelişim çizgisi, Kürdistanın toplumsal ulusal gerçekikierini de yansıtan, fakat ana eksenini Türk ya da Kürt tOm emekçilerin olusturduğu sınıfsal bir bakış eğemendir. Bu çizgi içinde Kürdistan ulusal sorununun çözümlenmesine yönelik duyarlılık giderek artmıştır. Güney'in filmografısi incelendiğinde 1968 yapımı "Seyithan"ın sosyal başkaldırı içinde KOrt kimliğine vurgu yapan ilk filmi olduğunu görüyoruz. Güney'in başrolle birlikte aynı zamanda yönetmenliğini yaptığı ilk film olan bu yapıt, 1969'da Adana Altın koza film festivalinde birçok ödül alan başarılı bir kurdeladır. Hem Güney'in sinema çizgisinde, hem de TOrkiye'de sinemanın bir dönarn noktası olan "Umut" ise 1969 yılında gerçekleştirilmiştir. Ardısıra gelen "Ağıt", "Acı"(1970), "Baba" (1971), "Arkadaş" (1973), "Endişe"(1974) filmleri Güney sinemasının tipik filmleridir. Siyasal mesajlar veren sosyalist gerçekçi yapıtlardır. Fakat bu filmlerde de henüz "star aşamaları

ew e. c

Yılmaz GOney'i salt KOrt kimliğiyle tanımlamak, onu olabildiğince daraltmak ve sınırlandırmak olur. Nasıl ki onu bütün sanat yaşamına ve eserlerine yansıyan Kürdistanlı kimliğinden soyutlayarak tanımlamak yanlış olursa, salt bu boyuta indirgemek de o denli yanlış olacaktır. O hiçbir zaman ulusal kimliğini inkar etmedi ama bir Kart milliyetçisi de değildi. Kürdistan'ın bağımsızlığı, Kürt ulusunun özgürlüğü düşüncesine, ulusçuluktan yola çıkarak değil, sosyalist siyasal düşüncelerinin sonucu olarak

filmi, kendi sinamamı da TOrk sineması olarak görmüyorum. Ben, TOrkiye sineması kurmanın, oluşturmanın ilk adımlarını atıyorum. TOrkiye çok uluslu bir Olkedir. Bu nedenle sosyal çelişmeler, ulusal farklılıklar nedeniyle, TOrk filmi değil, TOrkiye filmi yapmak, Türk sineması değil, TOrkiye sineması kurmak zorundayız." diyordu. Söylendiği dönemdeki düşünce perspektifini yansıtan bu sözler, Güney'in ezen ulus milliyetçiliğine karşı olan duyarlılığını

om

hakk1m savununlar, her bir parçada, ortak dOşmana . karşi ortak mOcadele etmelidir. Sm1f kardeşliği, ezilen s1mflann berliği en gOçiO silah1mızdtr. Dost ve duşman herkes bilsin ki başaracağtz, muhakkak başaracağız. Bir k61e gibi yaşamaktansa, bir (jzgOr/Ok savaŞÇISI gibi 61mek daha iyidir. Yaşasm Bağıms1z, Birleşik, Demokratik KOrdistan! Yaşasm TOrk, KOrt, Fars ve Arap halklarının kardeşliği dayanişması ve yaşasm KOrt EnstitOsO." Kuzey kürdistan emekçilerinin içinde doğan bir sinema ustasıyla, GOney Kürdistan köyiOIOğünün sesi Şiir ustası Mamosta Cegerxwin sonunda bir araya geldHer..

vardı.

Güney sinemasıKOrt toplumunun, kır yoksullarının, varaşiara sürülen emeğin dram ını, mücadelesini anlatır. Güney de kendi sinemasını

ww w

.n

et

"TOrk" olarak da nitelemez "Ben kendi filmlerimi TOrk


..............................................

sineması" özellikleri aşılmamıştır. Yılmaz, Hollywod ve onun kötO kopyacılığını yapan Yeşilçam'daki "starlara" karşı "halkın kahramanı olan bir star" yaratmıştır, ama sonuçta yine o da henOz 'ıek adam"ı oynamaktadır.

Örneğin kadınların kurtuluş problematiği henOz GOney

sinemasına girmemiştir. Gerçi bu konuda gösterdiği gelişim de Onemli bir göstergedir, fakat kadın onun yapıtlarında henO z ikincil, korunması gereken ardıl bir öge olarak durur. GOçiO erkek profillerine karşılık, gOçiO, OzgOrleşen kadın formları henoz yoktur. Bu bir

devrimcileştiren biri .. Doğu Kürdistan'lı bir sinema ernekçisi olan Mensur Erclalan; "Yılmaz GOney ustarndır. O, KOrt sinemasının önderidir." diyor; "Yılmaz GOney, sadece devrimci KOrt sinemasının kurucusu ve önderi değil, o aynı zamanda kavgasıyla dOnya halklarına mal olmuş bir halk kahramanıdır. Ben özgürlük kavgasının önemli bir silahı omlarak, militan-politik-toplumsal sinemanın ne demek olduğunu ondan öğrendim. O, kemarasını, toprağını ve OzgOriOğOnO savunan bir peşmergenin silahını kullandığı ustalık ve OlkOierle, toplumsal ve ulusal kurtuluş için kullanmıştır." <"Kurtartlm1ş topraklarda bir

sinema emekçlsi; Mensur Erdalan"; Kürdistan Press, Eylül 1987, 521, s.13)

BOtan bunlar doğrudur. Yılmaz Güney'in devrimci Kürdistan sineması için de bir referans alınması onurluca bir şeydir. Yeter ki bizler de Yılmaz'ı sosyalist gerçekçi sanatsal ve düşünsel değerlerinden sıyırıp salt "KOrtleştirmeyelim". Yani kendini MarksistLeninist olarak tanımlayan sosyalist entemasyonalizmi yaşamında rehber edinmiş bir insanı,"millileştirmeyelim".. Bırakalım o, Kürdistan toplumundan yola çıkan, TOrkiye'nin siyasal gerçekleri içinde yaşayan ama sosyalist evrensel mesajlar vererek tOm emekçi halkların ortak değert olarak kalsın ..

ew e. c

eksiklik olarak vurgulanabilir. Yılmaz Güney'in cezaevindeyken senaryosunu yazdığı ve yOnettiği "SOrO" ve "Yol" filmleri ise olgunluk aşaması OrOnleridir. Star sineması özellikleri önemli oranda aşılmıştır. "SOrO" ve "Yol" filmleri Kuzey Kürdistan'da feodalizmin çözOlma sürecine ve kapitalizmle yOzyOze gelen feodal değerlerin parçalanışına dikkat çeker. Özgürleşme sorununa yaklaşır. "Yol" aynı zamanda Kürdistan gerçeğine bu kez siyasal yansımalanyla birlikte adını da koyarak yaklaşan ilk film özelliği taşımaktadır. Bu yönOyle bakıldığında da KOrderin Yılmaz'ı hem toplumsal hem siyasal olarak sahiplenmeleri; GOney sinemasını da KOrt sineması için bir dOzlam olarak kabul etmeleri yanlış değildir. Yılmaz GOney, Kürtlerin, Kürdistanlıların gözünde her zaman "kendilerinden biri"ydi. Metropol merkezlerin kenar mahalle kabadayılarını oynarkan de, eşkiyalanrı, kaçakçıları aynarken de; Seyithan'da, Hudutların Kanununda, Umut'ta, Acı'da, Ağıt'da, Endişe'de, Yol'da... Hep kendi hayatları vardı. Yılmaz onların içlerindeki adamdı, Öfkesini ve sabrını

Bu yazının asıl amacı GOney'in sanatsal ve siyasal çizgisinin g__enel bir cfeOerlendirmesini yapma idciası ıaşımıyor. Fakat GOney'in hep olumlu yönde gelişen çizgisi içinde elbette henOz ~ılmaınış, yenilenmesi aşılinası gereken yanları, eleşilirilmesi gei'eldi noktalan Olduğu da yadsınaınaz.

et .n

ww w

. . . ya~m

om

j~an


jo/an ....... ....... ....... ....... ....... ._.. ._._._._ .... yaşam "devlet kapitalisti" ve "emperyalist bir iktidar'' olarak tanımlayan Cliff, bu tezin bir sonucu olarak, Kore savaşında tarafsızlık politikasi izledi Ancak Cliff ve arkadaşları, VIetnam Savaşı · sırasında bu hatalarını kavrayarak, daha tutarlı bir anti-emperyalist çizgi izleme yolunu seçtiler. 1989 yılında, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku olarak adlandırılan devletlerdeki rejimler çökmeye b~layınca Tony Cliff bunu, "devlet kapitalizmi tezmin pratikte doğrulanması" olarak değerlendirdi. Bu dönemde mücadelelerini yüksek bir moralle sürdüren Tony Cliff ve taraftarları, sözde komünist partilerin bir çok A. Refik ülkede çökmesi sürecinden etkilenmediler. Ancak belirtmek gerekir ki, Tony Cliffin "devlet kapitalizmi" tezinin, 1990'1ı yıllardaki 1999 yılında, Londra'da Tony Cliff'i ziyaret gelişmeler nedeni ile doğrulandığını öne sürmek, ettiğimizde, karşımızda son derece dinamik ve tartışmalı bir konudur. Bir kere, sadece Tony Cliff içten yaşlı bir delikanlı bulmuştuk. iki saat kadar için değil fakat, Stalinizm'i doğru bir şekilde, süren sohbetimiz sırasında, şimdi gülümsayerek dünya çapında karşı devrimci bir güç olarak hatırladığı_ve fakat acılı döneı:rıleri yansıtan tanımtayan di~er akımlar için de Sovyetler anılarını bızlerle paylaşmıştı. Ilerlemiş yaşına Birliği'nın çöküşü bir süpriz olmamıştır. Oysa, rağmen mücadeleci ruhunun ve heyecanının Stalinizme devrimci ve ilerici bir misyon yükleyen canlılığını konuşmalarının her cümlesinde hissetmek mümkündü. Yaşadığı dönem içinde bir kesimler, sonradan kapitalizmin faziletlerini çok sosyaliste ilham kaynağı olan ve gerek yeniden keşfetmekte gecikme mişlerdir. ikinci sosyalist, gerekse anti-faşist hareket içinde olarak, Sovyetler Birliği'nde kapitalizme ge~işin yaşandığı son on yıl içerisindeki gelişmeların bir önemli bir yeri bulunan Tony Cliff ile, daha sonra Ç,ok soru işaretini birlikte getirtiğini belirtmeliyiz. kapsamlı bir röportaj da yapmak üzere Orneğin, eski Sovyetler Birliği'ni oluşturan ülkeler, s~zleşı:niştik: Ancak! araya yo9un işlerimizin halen bir çok bakımdan kapitalist bir pazara bağlı gırmesı ve bıraz da ıhmalkarlıgımız nedeniyle ülkeler izlenimini vermemektetirler. Bir çok bölge yeniden görüşmek, tartışmalarımızı sürdürmek halen merkezi pazardan kopuk bir şekilde, kendi mümkün olmadı. kaynakları ile yaşamaya çalışmaktadır. Britanyada'ki sol hareketin de ileri gelen Düşünce ve eylemlerinin daha geniş bir isimlerinden biri olan Tony Cliff, 9 Nisan 2000 şekilde değerlendirilmesi ve tartışılması gereken Pazar günü hayata veda etti. 20 Mayıs 1917'de Tony Cliff'i saygıyla anarken, Ağustos 1999'da doğan Tony Cliff (Ygael Glückstein), Rusya'dan Londra'da yaptığımız v.e ağırlıkla Kürdistan' ı konu filistin' e göçen Yahudi bir aileden gelmekteydi. alan görüşmemizde, "Öcalan'ın savunması lik gençlik yıllarıyla birlikte sosyalist mücadeleye sırasında, 'devrimler ve Ş.iddet döneminin atılan Cliff, kısa süre sonra anti-siyonist bir çizgi izlemenin zorunluluğunu kavradı. Ancak Arap ve kaeandığını' ileri sürdüğü, bunu nasıl degerlendirdiği" yönündeki sorumuza verdiği Yahudi işçilerin birligini savur:ıduğu içinisrail karşılıklarla, sözü Tony Cliff'e bırakıyoruz. solunun s~dırılarına uğradı. Ikinci Dünya Savaşı sırasında Ingiliz sömürgeciliğine karşı verilen Tony Cliff: "Öcalan, batan Titanik'te mücadele içinde yer aldığı için, savaş süresince oturÇ,tuğu sandalyeyi değiştinneye kalkti." tıapsedilen Tony Cliff, savaş sonrasında geldiği Önce zamanlamaya bakalım. Ocalan bunları lngiltere'ye, o zaman iktidarda bulunan işçi söyledikten kısa süre sonra bir deprem oldu. Partisi tarafından, "sakıncalı kişi" olduğu Deprem sonucu bir çok Türk ve Kürt öldü. Ben gerekçesi ile sokulmadı. irlanda'da, yoksulluk televizyonda, Süleyman Demirel'e ''yalancı" diye koşulları altında çok zor bir beş yıl geçiren Tony bağıranları görünce, "bu dönemde sınıf dilini Cliff, daha sonra Ingiltere'ye gelerek ailesine kullanarak politika yapmanın tam zamanıdır" diye katıldı. 1950'1i yıllarda Tony Cliff'in önderliğinde düşündüm. "Biz, fakir insanlar, binlercemiz, kurulan SRG (Socialist Review Group), 1960 ve gecekondularda öldü; biz, Kürt ve Türkler aynı 1970'1i yıllcırda büyüyerek, 1977 yılında SWP acıları çektik{.." Bu koşullar altında hükümet (Sosyalist Işçi Partisi) adını aldı ve Britanya'daki zayıflamıştı. Işte böylesi bir dönemde, öcalan'ın sol hareket içinde önemli bir yer edindi. Tony Cliff, 1940'11 yılların sonunda, Sovyetler gerçekte yaptığı şudur: 1912'de batan geminin adı neydi? Titanik. Ocalan, batan Titanik'te Birli~'ndeki rejimin sınıf karakterinin burjuva oturduğu sandalyeyi de~iştirmeye kalktı. Mesela, oldugunu vurgulayan "devlet kapitalizmi tezini bu evde bir yangın oldugunu düşünün ve ben, kaleme alarak, L.Troçki'nin, 'ihanete Uğrayan "bu sandalyada otururum, bir yere gitmem" Devrim" kitabında formüle ettiği "Sovyetler diyorum, sen de, ''yok ben o sandalyede Birliği'nin yozlaşmış bir işçi devleti olduğu" otururum, bir yere gitmem" diye bir tartışmaya şeklindekı görüşünden ayrıldı. Sovyetler Birliği'ni

ww

w.

ne

te

we

.c om

Tony Cliff/in Ardtn dan

09-10100 '

93


. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ya~m

g~riyors~n. bu arada ev tarr.ıamı ile yanıyor. Tıpkı böyle bır durum. Sonuçta Ocalan, kelimenin tam anlamıyla bir oportunistir. Çünkü, oportunistler her zaman pratik çözümlerı savunurlar... Şubat 1917'de Petrograd Sovyeti'nde 1600

delege vardı. Bunların yalnızca kırkı, yani yüzde ikibuçuk'u Bolşevik'ti. Pratik kafalılar yüzde 97 çoğunluk ile "işbirli9.i yapalım" dediler. 1917'de Lenin tren le Rusya ya geldiğinde, o zaman bir Menşevik olan Sovyet Başkanı, Lenin'e bir buket çiçek verip, "yurttaş Lenin seni zafere ulaşan Rus devrimi adına selamlıyorum" dedi. Lenin çiçeği alıp bir kenara koyduktan sonra, "Hangi Rus devrimi? Çarlığı yıkmak bir zafer mi? Bunu Fransızlar yüzyirmi yıl önce yaptı. Emperyalist savaş hala sürüyor, fabrikalar kapitalistlerin, topraklar da toprak sahiplerinin kontrolündedir. Kahrolşun Savaş, Kahrolsun Geçici Hükümet, Bütün Iktidar Sovyetlere" dedi. Şimdi, istasyonda bulunan yirmibin kişinin "yaşasın" diye

Sınıf karşıtlarıyla işbirliği önermek, mücadeleyi satmak ife eş anlamlıdır ... Eğer Ocalan, Kürt insanlarını tek başına özgürleştirmeye karar verecek bir güce sahipse, bunun tersini düşünüp, kurtarmamaya da karar verebilir. Devrimci parti, · Marksist, Leninist ve Troçkistler Için, sınıf adına hareket eden bir parti degildir. Işçi sınıfının kendi kurtuluşunu hazırlaması gerekir~ Bir devrimcinin görevi, sınıfa "bunu yapabilirsiniz" demektir. Onemli olan i~çilere güven vermektir. Dünyadaki en kötü şey kitfetere yukarıdan bakmaktır ...

we

bağırdığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Herkes donup kalmıştı, ses yoktu, herkes şok olmuştu. Goldenberg isimli tek bir adamın sesi du~ufdu, o da "Lenin delidir, tümüyle delidir'' diye bagırdı. Fakat, Lenin haklıydı. Cünkü o, pratik

Kasım'ın Baas Partisi ile ittifak yaptı. Bundan sonra da Saddam Hüseyin, Kasım'ı darbe ile alaşağı edip komünistleri öldürdü ..• Ben, en doğru pratik tavrın, tutarlı ve dürüst bir politik çizgi izlemek olduğuna inanıyorum.

.c om

j~an

ww

w.

ne

te

çözümlerin değil fakat ilkelerin bir adamı idi ... Birisi bana gelip de, "ben sosyalist de(jilim" · dese, onunla tartışabilirim. Başka birisi ••ben sosyalistim ama Stalin'i savunuyorum" dese, onunla da tartışabilirim. Ancak, hiç bir zaman . kabul edemeyeceğim bir şey vardır ki, birisi bana gelir d~. ••bak, benim iç çamaşıriarım kızıldır, fakat, Ingiliz bayrağını model alarak yapılmış bir ceket giyiyorum" c·benim dışım kapitalist ama içim sosyal isr gibi.. /ç.n.) dese, bunu hiç bir zaman kabul edemem... Su an için Kemalizm, kendi içinde güçlü gözüküyor. Ancak, Türk ve Kürt işçileri bir araya gelirse yeni bir dönem açılabilir. Ayrıca, yalnızca anti-kemalist olmak da yetmez. ••Kemalizm güçlüdür, bir şey yapamayız" diyen antikemalistlerler de olacaktır... Biz, Rus devrimi, Alman devrimi, Çin devrimi gibi bir çok devrime şahit olduk. Bütün bu devrimler zaferle sonu~lanmadı. Neden? Fransız devriminin önde gelen ısimlerinden birinin "devrimlerini yarım yapanlar, kŞ,ndi mezarlarını kazarlar" sözünü hatırlayalım. Orne(jin, şimdi gündemde olan Endonezya'ya bakalım: Hollanda'ya karşı sürdürülen devrimci mücadeleyi hatırlıyorum. Endonezya'da üç milyon üyesi olan bir Komünist Parti (IKP) vardı. 1917'de Rus devrimi olduQ.unda, Bolşevik Parti'nin sadece 250.000 üyesi vardı. Ancak IKP, önce Sukarno, sonra da General Suharto ile ittifak yaptı. Sonvçt a ise 1.5 milyon komünist öldürUidü. 1979 Iran devrimini hatırlayın; genel grevler, ŞOralar .• ŞOralar, işçi konseyleriydi. TUDEH ve Fedayın, Humeyni ile ittifak yaptılar. Yani onlar, yarım kalan bir devrim yaptılar. Yine bundan önce, 1958'de Kral Faysal, Irak'ta iktidardan atıldı. Ozama n Arap dünY.asındaki en büyük komünist parti olan Irak Komünist Partisi, 09-10100

94


nuçe . . . ._.._. ._._.._. ..__.._. _. ._.. .._. .._. .._._._. .._. .haber programlarını benimsetmeye çalışmaları, demokratik ilke ve kurallar içinde olması koşuluyla olağandır. PRK/Rızgari, Ancak PKK, "KNK" içindeki bu konumunu, partimizin başından beri taşıdığı ve kamuoyuna da duyuretuğu kaygıları haklı çıkanrcasına tamamen antı-demokratik K)' bir tarzda, "KNK"nin Kuruluş Kongresi'nde onaylanan tüzük ve programa bütünüyle aykırı bir şekilde Çekildiğini Açıkladı kullanmıştır. Nitekim, PKK'nin son dOnemierde Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nin temel taleplerini ve kazanımlarını inkar eden yeni stratejisi, "KNK"nin kabul edilmiş programına ve tOzOğOne, kuruluş amaçlarına tamamen karşı olduğu, bOtOnOyle kendi PRK/Rizgari Merkez YOrOtme Kurulu 2 Ağustos'da varlık şartlarını ortadan kaldırdığı halde "KNK" bir açıklama yaparak KNK (Kongra Netewe Kurdistan) yönetimi, bu stratejiyi aynen savunmakta hiç bir Kürdistan ulusal Kongresinden çekildiği açıkladı. sakınca g0f1!1emiştir. Partimiz, özellikle PKK Genel Dergimize posta kanalıyla ulaşan bu açıklamayı Başkanı A Ocalan'ın durumundan yola çıkarak, "KNK"nin program ve tOzOğOnOn dışına düşmüş okurlarımıza sunuyoruz. olması nedeniyle "KNK Onursal Başkanlığının "Kürdistan Ulusal Kongresi" Başkanlığına, "Kürdistan Ulusal Kongresi" YOrOtme Kurulu' na, dOşOrOimesi" yönünde bir önerge verdiği halde, bu Say1n Yetkililer, önergemizin tartışılması da engellenmiş, nihayet bu Size, son olarak 27 Mart 2000 tarihinde önergenin tartışılabileceği bir zemin olarak gönderdiğimiz açıklamada, "KNK" ile ilişkilerimizi dOşOndOğOmOz "Genel Kurul" bile, tOzOğe aykırı olarak dondurma kararımızı, gerekçeleriyle birlikte belirsiz bir tarihe ertelenmiş durumdadır. Buna karşın açıklamıştık. Aynı açıklamada, "KNK" ile ilişkimizin "KNK"deki "yönetim", son olarak Suriye'nin kanlı kesin sonucunu Mayıs 2000'de yapılması gereken diktatörO Hafız Esat'ın Olomo vasilesiyle yayınladığı "KNK" Olağan Genel Kurulu'na bıraktığımızı, Genel başsağlığı mesajında da olduğu gibi, tamamen Kurul'un yapılmaması halinde ise "KNK'de kalıp PKK'nin gOdOmOnde, kural ve ilke tanımaz bir şekilde kalmama" hususunu yeniden değerlendireceğimizi hareket etmeyi sürdürmektedir. Kürdistan'ın dört belirtmiştik. parçasını temsil düzeyine ulaşma iddiasıyla kurulan "KNK"nin, Kürdistan'ın dört parçasından birini Ancak, Mayıs ayında Olağan Genel Kurul yapılmadığı gibi, aradan yaklaşık Oç ay geçmesine sömürgeleştiren ve bu parça üzerinde yaşayan rağmen, Genel Kurul'un yapılması yönünde her hangi halkımızın bOtan ulusal-demokratik haklarını bir tarih belirlenmemiş henüz bir hazırlık çalışması gaspeden Suriye gibi bir ordu ve polis devletine ve dahi başlatılmamıştır. onun diktatör liderine ağıt yakması, "KNK"nin geldiği düzeyi gösteren son çarpıcı Orneklerden biridir. Son olarak, KNK'ye dönük eleştiri ve önerilerimiz! görüşmek Ozere KNK Başkanı ve bazı Başkanlık 3- "KNK" Başkanlık Konseyi ve YOrOtme Kurulu, Konseyi üyeleriyle KNK'deki parti grubumuz ve yetkili sadece "KNK"nin program ve ilkelerini ortadan · arkadaşlarımızın yaptıkları görüşmede de kaldırmalda kalmamış, Genel Kurul'un yetkilerini de "ilişkilerimizi dondurma" kararımızın gerekçeleri bir gaspederek, tOzOkte ifadesini bulan organların kez daha dile getirilmiş, ancak KNK Başkanının işleyişini ve karar alma yetkilerini de tersyüz etmiştir. eleştirilerimiz karşısındaki duyarlılığına karşın, Bunun bir diğer anlamı da Kuruluş Kongresi'ne katılan ve program-tOzOğO onayiayan delegelerin iradesinin göraşmanin bOtOnlüğO değerlendirildiğinde "KNK'nın PKK'nin bir yan örgOtO gibi çalışmaya devam edeceği" hiçe saytlmasıdır. "KNK" Başkanlık Konseyi ve yönündeki kanaatimiz pekişmiştir. YOrOtme Kurulu, hem program ve ilkeleri, hem de Bu durum karşısında partimizin yetkili organları, tüzüğünde belirlenen işleyişi ortadan kaldırarak KNK'deki grubumuzla birlikte durumu değerlendirerek, örgütsel meşruiyetini de yitirmiştir. aşağıdaki sonuçlara ulaşmıştır. 4- Kürtler ve Kürdistanlılar arası iç kavgalara son vermek ve iç barışı sağlamak ilkesiyle yola çıkan 1- "KNK", kuruluşundan itibaren bileşim ve temsil konusunda taşıdığı zaafı aşamamıştır. Programında KNK'nin; bu misyonunu da yerine getirmediği ortaya ifade edilen "en Ost demokratik temsil organı" haline çıkmıştır. "KNK", PKK'nin kendi stratejisindeki gelme yönünde hemen hiç bir çaba sarfedilmemiş, değişikliğin ardından Kürdistanı grup, parti ve keza tOzOkte yer alan temel ilkeler YOrOtme Kurulu şahsiyetlere karşı başlattığı tehdit, şantaj ve saldırılara tarafından kısa sürede bir kenara itilmiş, "KNK" adeta, seyirci kalmış, hatta "KNK" delege ve yöneticiliği de PKK'nin konjöktOrel ihtiyaçlarının hizmetine yapan kimi PKK sorumluları bizzat bu tehditlere sokulmuştur. ·Bu durum, "KNK"nin adına layık bir katılmıştır. "KNK" yöneticileri bu duruma mOdahale temsil organı haline gelebilmek için OngörOien etmedikleri gibi, SOziO ve yazılı uyarılarımızı da genişleme kararını ve imkanlarını da fiilen ortadan bOtanOyla görmezlikten gelmiştir. "KNK", son Oç ay kaldırmıştır. içinde PKK'nin lsviçre ve Danimarka'da Kawa'nın desteğiyle düzenlenen panelleri basması, Londra'da 2- PKK'nin, "KNK" içindeki·en bOyOk grup olduğu ve "YOrOtme Konseyi"nde de bOyOk bir çoğunluğu gazete satan PSK taraftarlarının bıçaklı saldırıya elinde bulundurduğu bilinmektedir. Kuşkusuz, bu tOr uğraması olaylan karşısında da sessiz kalmış, gerek kurumlarda, temsil organlarında partilerin, güçleri Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu'nun, gerek saldırıya oranında ağırlıkla temsil edilmeleri, kendi politikalarını, maruz kalan kişi ve grupların açıklamalarını da

ww

w.

ne

te we .c

om

"Kürdis tan Ulusal Kongresi"(KN den

09-10100

95


nuçe ...... ...... ...... ...... ...... ...... ...... ...... ....haber mektubumuzun bir nOshası delegelerine de iletilecektir.

Kuruluş

Kongresi

Saygılarımızla

om

PRK-nzgarl Merkez Yürütme Kurulu ..

Partiya Rizgariya Kurdista n (PRK/riZgarl) Bas1n Bürosu'n un açııldamasi

"Sömürgecilerin Yeni Tuzaklanna Dikka t! PKK güçlerin in gercekleştirdj~i son Alyeres saldırısı, başta Türk devleti olmak üzere. bölgedek i sömürge d devletle rin programiarına hizmet eder nitelikte dir ve Güney Kürdista n'daki fiili kazanımları yoketme ye dönük daha kapşam lı saldırı ve provakasyonların da bjr isaretidir .

te we .c

dikkate almamıştır. "KNK" temsilcileri ve üyeleri halka açık toplantılarda, televizyon ve gazetelerde iç barışı tehdit edici ve kışkırtıcı açıklamalarını halen devam ettirmektedirler. 5- Son olarak KNK'nin; PKK'nin üniter devleti meşrulaştıran yeni statejisini reddeden, Güney Kürdistan'daki kazanımlara, diğer yurtsever ve demokratik güçlere karşı izlenen saldırgan politikalara tavır alan bazı üye ve yöneticileri t~tuklaması karşısında sessiz kalması, yine A.Ocalan'ın 'ıutuklananların en ağır biçimde cezalandırılması" yönündeki talimatını da sessiziilde karşılaması da taşıdığımız kaygıları doğrulamaktadır. Gerek Kürdistan Ulusal Platformu gerek kimi uluslararası kurumların ve Kürdistanlılar arasındaki çelişki ve sorunların barışçıl yöntemlerle çOzOimesi yönündeki açıklamalarına karşın, kuruluş amacını ve varlık nedenini "Kürdistanlılar arasında barış ve birliği sağlamak" olarak ilan eden KNK'nin, farklı politik görüşlere sahip olduğu için PKK tarafından "imha" edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan tutsaklara sahip çıkmaması, KNK yöneticilerini tarihsel bir vebal altına sokmaktadır. Bu gelişmeleri değerlendiren

ww

w.

ne

partimiz PRK-rizgari; tik olarak kuruluş programa ve - "KNK"nin ilkesel uygun yasalarına kendi çıktığını, dışına amacının biçimde Kürdistan Kurtuluş Mücadelesine hizmet etme vasfını kaybettiğini, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesini tasfiye etme planları yapan güçlerin hesaplarına alet olmaya başladığını, . - "KNK"nın kendi tOzOk ve hukukunun da dışına çıktığını, Başkanlık Konseyi ve Yürütme Kurulu'nun başından beri Genel Kurul ve delege iradesini hiçe saydığım, Olağan Genel Kurul'un yapılmamasının, bu durumu bir irade gasbına dönOştOrüldüğünü, PKK dışındaki grup, parti ve kişiler açısından demokratik tartışma, yaniışiara mOdahale etme ve değiştirme olanaklarını da ortadan kaldırdığını tespit etmektedir. Bu saptarnalara bağlı olarak; Siyasal ve örgütsel meşruiyetini kaybeden, amacına ve misyonuna uygun faaliyetler göstermeyen, temsili ve demokratik birlik olma vasfını yitirerek PKK'nin sözcülüğünü üstlenen "KNK"den istifa etmeye karar verdik. Partimiz PRK/rizgar'i, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nin ihtiyaç duyduğu ulusal demokratik kurumlaşmaların öneminin bilincindedir ve bu amaca yönelik faaliyetlerini bundan sonra da sOrdOrmeye, bu yöndeki girişimleri temel ilkeleri doğrultusunda desteklemeye ve ka1kı sunmaya devam edecektir. "KNK"nin kuruluş çalışmalarında ve oluşumunda yer alırken, bir yandan görüş ve önerilerimizle, siyasal tavrımızla bu oluşumun ulusal-demokratik bir kurum haline gelebilmesi için çabalarken, öte yandan yanlış bulduğumuz uygulamalara karşı çıkmamız bu bilinç ve sorumluluğumuzun bir gereğiydi. Bugün fiili yönetim tarzı itibariyle adım adım siyasal ve örgütsel meşruiyetini yitiren "KNK"den, onu dönüştürme, yaniışiarına engel olma çabalarımızın sonuç vermemesi karşısında ayrılırken de aynı bilinç ve sorumlulukla hareket etmekteyiz. Kuruluş Kongresi delegelerine karşı taşıdığımız sorumluluğumuzun gereği olarak, bu istifa 09-10100

Güney Kürdistan'dan gelen bilgilere göre, Irak rejiminin kontrolü altında bulunan bölgelerde üstlenmiş bir PKK birliği, 16.09.2000 tarihinde Güney Kürdistan'ın Alyereş bölgesinde YNK peşmergelerine saldırmış ve saat 12.45 sularında gerçekleştirilen bu saldırıda 9 peşmerge hayatını kaybederken, 14 kişi de kaçırılmıştır.

PKK'nin bu saldırısı, PKK Genel Başkanı ÖCalan

Başkanlık Konseyi'nin son 1,5 yil içinde yaptıkları açıklamalar da gözönünde bulund...-ulduğunda son derece kaygı vericidir.

ile

Bilindiği gibi, yakalandığı andan itıbaren TOrk devletine Güney KOrdistan'ı hedef gösteren Ocalan, "sorgu ifadeleri", mahkeme savunmaları, Ecevit ve Demirel'e.yazdığı mektuplar ve daha sonra da "avukat" görüşme tutanaklarında; GOney KOrdistan'daki fiili kazamm/ann TOrk devleti ve b(Jige devletleri için çok bOyDk bir tehlike olduğunu, kendilerinin bu tehlikeye karş1 başmdan beri mOcadele ettiklerini, GOney'de TOrk devletinin politika/anna uygun olumlu bir rot_oynad1klanm defalarca tekrarlamıştı. Keza Ocalan'ın ve PKK Başkanlık Konseyi'nin açıklamalarında; PKK'nin bu oluşuma d(JnOk askeri mOdahalelerde aktif rol alabileceği, hatta TOrk ordusunun kendi desteklerini almadan başarlll olamayacaği da vurgulanmıştı. Güney Kürdistan'da 1992'den beri sOrmekte olan fiili durum, bin bir gOçiOk ve sorunla birlikte KOrdistanlılar lehine, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi lehine oldukça Onemli kazanımlar sağlamıştır. PRK/rizgar'i, olumsuz uygulamalara ilişkin eleştirileriyle birlikte her zaman, özgürlük ve bağımsızlık mücadelemizin lehine olan tOm kazanımlara sahip çıkılmasını, korunmasını, geliştiritip gOçlendirilmesini son derece önemli bir görev ve sorumluluk olarak nitelemiştir.

96


nuçe ..........._.__._..__ .._._._._....._.__......_._. .._..haber Güney Kürdistan'daki fiili kazanımlar, başından beri sömürgeci güçter ve emperyalistteri rahatsız etmiştir. Bu nedenle de, başta Türk devleti olmak üzere, sömürgeci ve emperyalist güçler, gerek fiili satdırıtarta, gerekse türlü oyun ve pravakasyontarta Güney Kürdistan'daki kazanımların kurumlaşmaması, bölgenin istikrarsızlaştırılması ve nihayetinde yine sömürgeci güçlerin denetimine girmesi için yoğun bir çaba harcamışlar, halen de bu çabalarını tüm hızıyla devam ettirmektedirler. Şu ana kadar uluslararası koşullar TC'nin ya da diğer bir sömürgeci devletin Güney'deki kazanımlara doğrudan müdahale etmesine elverişli olmadığından, daha çok Kürtleri birbirine kırdırtacak senaryolar geliştirilmaya ve uygulamaya çalışılmaktadır.

ww

w.

ne

te

we

.c om

vazgeçmedikteri "özgür Kürdistan" hayatini kafatardan silmek, gerektiğinde fizikset saldırıtarla terörize etmek için kullanmayı amaçtadığı görülmektedir. Partimiz PRK/rizgari, Kürdistanlı örgütlerin, diğer parçatardaki ulusal kurtuluş hareketleri aleyhine sömürgeci güçlerle ilişki ve işbirliği içinde olmasının her zaman karşısında olmuş, bunun Kürdistan Kurtuluş Mücadelesine verdiği ve vereceği zarariara sorekli dikkat çekmiştir. Her koşulda sömürgecl güçlerin çıkarına işleyen bu tür yanlış ilişki ve işbirlikler, kaçınılmaz olarak Kürdistanlı güçlerin birbiriyle çatıştırılması, birbirlerine kırdmiması sonucunu doğurmuştur. Yakın tarihimiz, bunun sayısız acı örnekleriyle doludur. PRK/rizgari, Güney KOrdisan'daki kazanımları yoketmeye, zarar vermeye dönük olarak, gerek Türk devletinin en büyük endişelerinden biri, sömürgeci güçlerden, gerekse bu güçlerin programı Güney'de gittikçe daha çok kurumsallaşan fiili içinde hareket eden örgütlerden gelen her türlü saldırı otuşumların, Kürdistan'ın diğer parçaları, özellikle de ve müdahaleyi şiddetle protesto eder. Kuzey Kürdistan için de bir model haline gelebileceği PKK'nin ve lideri Ocalan'ın son dönemlerde Türk ve statükoları alt üst edebileceğidir. ÖCalan da ısrarla devletiyle olan ilişki biçimi ve kendi açıklamatarı ile Türk devletini bu yönde uyarmakta, hatta "Güney birlikte değerlendirildiğinde,· PKK güçlerinin Kürdistan'daki PKK varlığının bu konuda TOrk gerçekleştirdiği son Alyereş saldırısı, başta Türk devletine yardımcı olabileceğini" belirtmektedir. devleti olmak üzere, bölgedeki sömürgeci devletlerin Bununla birlikte, diğer sömürgeci güçlerin de Güney programiarına hizmet eder niteliktedir ve Güney Kürdistan'daki kazanımlardan son derece rahatsız Kürdistan'daki fiili kazanımları yoketmeye dönük daha oldukları, bunları yıkmak için bir süredir aralarında sıkı kapsamlı saldırı ve provakasyonların da bir işaretidir. bir ilişki ve anlaşma süreci içinde oldukları da Bu ve bundan sonra gelişebilecek benzeri saldırılarda, bilinmektedir. TOrk devleti ve diğer sömürgeci güçlerle birlikte Son zamanlarda ÖCalan'ın ve PKK merkezinin, Ocalan, onun saldırı mesajiarına devlet kontrolünde sömürgecilere biat etmeyi öngören "demokratik aracılık eden avukatları ve PKK Başkanlık Konseyi cumhuriyet" projesinin "Güney'e ihraç edilmesi" Oyaleri de siyasi olarak sorumlu tutulacaklardır. talimatı da dikkate alındığında, PKK güçlerinin son Partimiz PRK/rizgari, sömürgeci güçlerin PKK'yi de Alyereş saldırısı tehlikeli bir sürece işaret etmektedir. kullanarak Güney Kurdistan üzerinde oynamak Kapsamlı bir tasfiye ve teslimiyet dönemi içinde olan istedikleri oyunlara karşı tüm Kürdistanlı ları, PKK ve lideri, sömürgeci güçlerin, özellikle de Türk ulustararası devrimci-demokrat kamuoyunu duyarlı devletinin bölgeye yönelik politikalarına hizmet eden davranmaya çağırırken, PKK'yi de bu tar bir hareket içindedirler. Buna bağlı otarak üzerinde hareketlerden derhal vazgeçmeye, yanlışlarından geri ciddiyetle durulması gereken bir başka husus da, PKK dönmeye, ayrıca kaçınlan kişileri derhal serbest üzerinden uygulanan politikalarta Kuzey bırakmaya davet eder. Kürdistanlıların Güney Kürdistanlllara ve peşmergeye Güney Kürdistan'da uzun bir süredir, sömürgeci neredeyse düşman hale getirilmeye çalışılmasıdır. Irak rejiminin otoritesinin iştemediği, yıllardır cfışle Nitekim, bir sOredir Güney Kürdistan'a dönük adeta bir tımakla verilen bir mücadele ile elde edilebilmiş, karalama kampanyası başlatan, bir yandan Günayli kısmen de olsa özgürlüğün solunduğu kazanımların güçlere dönük son derece ağır itharnlarda bulunurken, koruması ve yaşatılması her Kürdistanlının diğer yandan sürekli olarak "GOneyli güçlerin görevlerinden biri olmalıdır. Tam da bu noktada PDK kendilerine saldırdıklarını, mağdur durumda ve YNK'ye de büyük bir sorumluluk düşmektedir. olduklarını, Barış Konferansı talep ettiklerini" belirten Kürdistanlıları birbirine kırdırtma politikalan karşısında, PKK'nin bu saldırısı, "mağdur gerillanın kendini geçmişte içine düşülen hata ve tuzaklara bu kez koruma harekatı" söylemiyle birlikte Kuzey düşülmemeli, sömürgeci devletlerin yeni senaryoianna Kürdistanlılan Güney' e düşman etme gibi tehlikeli bir ve PKK önderliğinin bu senaryoda oynamak istediği girişimi de içermektedir. Zaten sömürgecilerin uzun role karşı son derece uyanık ve dikkatli olunmalıdır. vadede elde etmeyi umdukları en büyük kazanım da Keza, PKK "geriflaları"nın çok büyük bölümünün bu olacaktır. sömürgeci devletlerin senaryoları içinde hareket Türk devletinin, kendi elinde ve denetiminde olan ettirildiklerinin farkında olmadıkları bilinmeli ve bunları öcatan ve onunla görüş birliği içinde hareket eden kendi kardeşlerine karşı savaştan vazgeçirtecek PKK Başkantık Konseyi üzerinden PKK'yi, başta sahiplenici politikalar geliştiri lmelidir. Güney'de Güney'deki oluşum olmak üzere, Kuzey'den Güney'e, öldürülecek her "gerilla", sonuçta "Kuzey Küçük Güney'den Doğu KOrdistan'a, Avrupa'dan Kürdistanlıların Güney'e düşmanlaştırıtması" siyasetini Amerika ve Rusya'ya kadar bOtan alanlarda, güçlendirecektir.* bölgedeki sömOrgeci devletlere karşı mücadele eden Kürdistanlı hareketleri ve rejim karşıtı diğer muhalif akımları etkisizleştirmek, Kürdistanlıların hiç bir zaman 09-10100

97


nuçeiiiRIRIRIRIRIRBIBIIRIRBIIRIRIRIRIRIRIRIRIRIIIRIRIRIIIRIR•haber Kuzey KUrdistan Ulusa.l Platformu'nun Ac;ıklaması

"KÜRDiSTAN ÖZGÜRLÜK iNSiYATifi"nin Açıklaması

. Son günlerde Güney Kürdistan'da yer yer PKK ve YNK arasındaki gerginlik tırmanırken halkımız yine bir yıkım, onulmaz yara ve acılarla karşı karşıyadır. Büyük çabşmaların davulları çalarken Kürtler arası barış ve dialoğu savunanlar perde arkası gerçekleri görmüyor, çatışmaların esas nedenlerini hala doğru tahlil edemiyorlar. Barış, demokrasi ve ulusal birlikten en fazla sözedilen bir dönemde Kürtlerin kendi aralarında çatışmaları ve kardeş kavgalanna girişmeleri büyük bir talihsizliktir. Bugün kanlı çarpışmalara ramak kalmıştır. Günümüzde hiç bir neden ulusal güçlerin çatışması için haklı neden görQiemez. Çatışmalar ancak ve ancak emperyalistlerin, sömürgeci egemenlerin ekmeğine yağ sOrrnek anlamına gelr. Taraflar karşılıklı birbirlerini dış güçlerin maşası olarak suçlarken, ortamı daha da kızıştırdıklarının farkında olmaldırlar. Sorunları bir muamma olmaktan çıkarıp çözüm arayışlarını sOrdOrmelidirler. Bütün Kürtlerin yaşanan gerçeği görmeleri, güçleri oranında ortamı yumuşatmaları gereklidir: ':üzyıllardır yaşadıklarımızın tekerfOr etmesı bır kader degıldır. Hıç kimse haklı/haksız yargılarında bulunmadan, hayatını kaybedecek olan Kürt evlatlarının boşyere vurulmasına engel olmalıdır. Ulusal siyasette birliktenlik ve dayanışma sağlanmalıdır. Dış güçlerin çıkarına olacak bütün pratiklerden vazgeçilmelidir. Çatışmalarda bir taraf olan PKK genel başkanı Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra Türk mahkemelerinde TOrk Devletine hizmete hazır olduğunu ve TOrkiye'yi bölgede lider Olke haline getirmek için PKK'nin tüm olanaklarını kullanabileceğini teklifini öne sürdü. PKK genel başkanının bu teklifi TOrk sömOrgeoiliğinin iştahını kabartmıştır. PKK hemen bunun ardından vebadan kaçar gibi gerilla güçlerini TC sınırları dışına, Güney Küraistan'a çekmiştir. öcalan'ın TOrk mahkemel~rinde TC'ye bağlılığını ifade eden savunmalarının "yenı strateji" olarak kabul edilmesi PKK'yi Kürdistan'i bir . güç olmaktan çıkarmıştır. öcalan avuk~tl~rıyla, dakı Kurdıstan Güney olarak sorekli görüşmelerinde PKK güçlerinin TOrkiye'ye karşı kullanılacağını defalarca ve ısrarla belirtmiştir. Botan'ı TOrkiye'den koparma değil, Güney KOrdistan'ı T-ürkiye'ye katma isteklerinin olduğunu, ÖCalan "görü§me notl~rı" adıyla talimat haline getirmiştir. Bu konuda Türklenn kendilerine gOvenmeleri gerektiğini Öcalan bir çok defa beyan etmiştir. Bu tescilli tekliflerden anlaşılacağı gibi Güney Kürdistan'da @tışmalan isteyc:n ve bunda belirleyici konumda olan Ocalan'ın kendısı ve başkanlık konseyidir. Cezaevinden savaş ve ölüm

çatışmalar yaşanmaktadır.

we

Son günlerde Güney Kürdistan'da PKK güçleriyle YNK'ye bağlı peşmergeler arasında silahlı çatışm~l~r yaşanmaktadır. Yeni yıkımların ve acıların habercısı olan çatışmalar PKK'nin provakatif tutumu ve Alyereş bölgesinde peşmerge karakoliarına saldırısıyla başlayan çatışmalar farklı bölgelere yayılarak devam etmektedir. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla çatışmalara gerek fiili anlamda gerek lojistik anlamda bölge devletlerinin taraf olduğu görOimektedir. Kuzey Kürdistan ·ulusal Platformu; PKK lideri ÖCalan'ın TOrkiye'ye teslim edilmesiyle birlikte, Kürt halkı azerinde oynanmak istenen oyulara defalarca işaret etmiş, bu oyunların esas hedeflerinden birinin Güney Kürdistan'daki fiili durum olduğunu açıklamıştı. öcalan'ın mahkeme sürecinde ve daha sonra

"GÜN EY KÜRD iSTAN 'DAKi SAVAŞ SENA RYOL ARINI N PERDE ARKASI

.c om

"BAS INA VE KAMU OYUN A

avukatları aracılığıyla dışarıya ulaştırdığı mesajlarında, Güney KOrdistan'ı sOrekli TOrk devletine hedef göstermesi, bu bölgeyi "misak-ı milli" sınırları

w.

çıkarmalıdır.

ne

te

içinde göstererek TOrkiye'yi mOdahale etmeye davet etmesi, Güney Kürdistan 'daki Federal oluşumu TOrkiye ve bölge devletleri için büyük bir Tehlike olarak göstermesi ve mevcut PKK yönetiminin Öcalan'ın direktiflerine uyması, bu çatışmaları ortaya çıkaran temel nedenlerden biridir. Güney Kürdistan'da körfez kriziyle birlikte oluşan fiili durum her şart altında Kürt halkının lehine olan bir durumdur. PKK'nin kendi kontrolOndeki basın-yayın araçlarını savaş borazanı olarak kullanması, Kürt halkını tek taraflı ve yanlış "bilg ilendi rmesi", kitleleri psikolojik olarak iç çatışmalara hazır hale getirmeye ve çatışmanın zeminini yaratmaya dt!nOk bilinçli bir dezinformasyondur. Kürdistan halkı Ocalan'ı GOney'e ilişkin demeçlerini bir kez daha okumalı. SömOrgeci bölge devletlerinin PKK'yi kullanarak Güney KOrdistan'ı istikrarsız hale getirme oyunlarını boşa

ww

Platformumuz bir kez daha PKK'yi Güney Kürdistan'da istikrarsızlık yaratmamaya, Güney'deki bölgesel hükümetlerin yasalanna saygılı olmaya ve Kürt halkının temel çıkarlarını tehlikeye sokan oyunlara alet olmamaya çağırıyor. Güney KOmdistan'daki ulusal güçler ise; Güney'deki kazanımların korunması ve daha ileri mevzilere taşınması noktasında Kürtler arası iç barış ve ulusal birliği gOçlendirlci bir politika izlemelidirler. Fiili çatışmalama ve hangi taraftan olursa olsun ölenlerin sonuçta Kürtler olduğu unutulmamalıdır."

09-10100

w.

98


nuçe ................ ................ ................ ..a.haber Işbirlikçi kavramının kapsamını ve içeriğini kendi örgütsel ölçülerine göre doldurması, diğer Kart ulusal . güçlerine hakarettir. Dar örgütsel çıkarlarını milli çıkarlarımızdan üstOn tutan PKK eskisi gibi KOrt halkının canfeda desteklerini göremeyecektir. Kürtler ulusal çıkarlarını PKK'ye peşkeş çekemez. TOrk SOmOrgecilerine aman dileyen PKK, hiçbir ulusal gOç ve örgüte kendisini inandıramaz .. Gerçekler bOtOn çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. En son 15 Ağustos'tan bu yana PKK, YNK'ye yönelik kapsamlı saldırı için savaş hazırlıklarına başlamıştır. Bazı kasabaları (Ranya, Kaladize) ele geçirme planları çıkarılmıştır. Bu süreçte PKK, böyle bir saldırı öncesi dış kamuoyu ve Kürtlere sOrekli barışın propagandasını yaptı, saldırıların YNK tarafından yapıldığı izlenimini verdi. Oysa bu senaryo PKK tarafından hazırlanmıştır. YNK'nin bazı politik hesapları olabilir, ancak savaş PKK'nin istemidir. Bunun bir çok nedeni vardır. PKK gerilla güçlerini YNK'nin denetiminde bulunan Mament, Karux, Karax (Karadağ) alanlarına göndererek YNK'nin alanına yerleşmek isteyecek, doğal olarak YNK de buna karşı çıkacaktır. Böylelikle kıvılcım çakılacak ve savaş başlayacaktır. Nitekim Karadağ'da YNK alanına geçmek isteyen bir PKK gOcOyle YNK gOcO arasında kısa bir çatışma yaşanıyor. PKK bunun üzerine Kandil dağında iki YNK noktasına saldırarak birinde 9 peşmergeyi öldürOyar diğerinde 14 peşmergeyi esir. alıyor. PKK'nin "YNK bize saldırıyor" diye belirttiği kendi saldırısıdır. Medya-TV' nin PKK'nin kendisini savunduğu biçiminde haber yapması garip bir durum değildir. BugOn hiç bir Kürdistanı gücün Kürtler arası savaştan çıkarı yoktur. Hangi gerekçeyle oluisa olsun, KOrller arası savaşta taraf tutmak, savaşın gerekli olduğunu SOylemek Kürt Halkına en bOyOk dOşmanlıktır. PKK, Kürdistanı güçleri hep suçladı ve aşağıladı. Bugünde buna devam ediyor. Güney Kürdistan'da yakalanan statü küçOmsenmemelidir. ABD bile GOney Kürdistan'da bir KOrt Federasyonuna yeşilışık yakıyor. Türkiye buna şiddetle karşı çıkıyor. Yaklaşık on yıldır Güney Kürdistan'da de facto devlet gücü olan Kürtler, KOrdistan'ın diğer parçalarında ve özellikle de Kuzey KOrdistan'da yaşayan KOrllerin bağımsızlık isteklerini her zaman kamçılamıştır. Bu gerçeği gören TC, işte bu nedenle Güney Kürdistan'daki oluşurnlara her zaman karşı olmuştur. PKK de savaş çıkartarak aynı politikaya hizmet ediyor. Bunda PKK yönetiminin iktidar hırsı da etkilidir. Güneyil güçleri "küçük olsun, benim olsun" diyerek suçlayan PKK yönetimi "yeni stratejisi" ile "büyük olsun, TOrk sömürgecilerinin olsun" diyerek kendi niyetini ve hedefini ortaya koymaktadır. Şu veya bu biçimde, hassas dengeler azerinde kurulu olan Güney Kürdistan'daki statüye destek sunulmalıdır dOşOncesindeyiz. Bu dönem itibariyle temel şiarlanmızdan biri de Güney Kürdistan'ın inşa edilmesidir. PKK ise bunun aksine Kuzey Kürdistan'dan vazgeçerek, bir köyü bile kurtaramadan Güney KOrdistan'a egemen olmak istiyor. Yıllardır desteğini aldığı Güney Kürtleri!Je !<arşı bağcıyı dövme misali bir tutum içindedir. Ocalan ımralı'dan TC'nin bu istemine uygun olarak Kürt

w.

ne t

ew e. c

azerinde pekiştirrnek istemektedir. YNK tarafının çatışmalar karşısındaki somut tutumunu bilememekle birlikte, PKK'nin somut tutumunu yeni idealleri ve planiarına tanık olduğumuz için maddi deliliere dayalı görOşlerimizle kamuoyunu, tOm Kürtleri ve dosUarını bilgilendirme sorumluluğunu derinden ve acilen hissediyoruz. Gerçeklerin PKK ve bazı çanak yalayıcıları tarafından çarpıtılmasına vicdanımız tahammOI edemez. Medya TV'nin savaş borazanı olarak kullanıldığının herkes tarafından bilinmesi gerekir. Bazı sözde siyasetçi ve yazarlar "dostlar şenlikte görsOn" misali Medya-TV'de programa çıkmak için ulusa ne bOyük zararı verdiklerinin halkımız tarafından bilinmesini istiyoruz. PKK'nin YNK'ye yönelik savaş planları ?.kongreye dayanmaktadır. PKk'den bir sOre önce ayrılan Kürdistan OzgOrlük Insiyatifi mensupları olarak PKK Başkanlık Konseyine yaptığımız muhallefetin temel nedenlerinden biri de YNK ile savaş kararının alınmasıydı. Bu karara karşı 7. kongrede ve ardından yapılan merkez toplantılarında açık muhallefet ettik. Kongre belgeleri ve kamera çekimlerinde bu gerçeklerin hepsi mevcuttur. PKK kongresinde dile getirdiğimiz ve halen savunduğumuz temel görüşlerimizden biri, ulusal güçler arasında çatışma kimden ve neden kaynaklanırsa kaynaklansın doğru olmadığıdır. En büyOk düşmanımız TC'ye barış çağrıları yaparken neden Kürtler arasında savaş çıkartılmak isteniyor? Bu bir çelişki değil midir? Bunun hiç bir etik değeri de yoktur ve olamaz da. "Yeni streteji" diye yutturulmak istenen makus tarihimizin tekrar ettirilmesidir. Ünlü Fransız romancısı Viktor Hugo'nun deyişiyle; dış bir gOçle savaş; dirsakteki bir çiziğe, iç güçla savaş yürekteki yaraya benzef'. Bu söz mevcut gerginliği en iyi biçimde izah etmektedir. Ne yazık ki Ocalan ve Başkanlık Konseyi Kürtlerle savaşı yeni dönem çizgisi olarak benimsemişler ve benimsetmek istiyorlar. Kongrede yaptığımız muhalefetle bu kararı çıkartamayan PKK yönetimi sOrekli YNK ile gerginlik yaratmak için her şeyi · yapmıştır. Bugün başlayan, eğer engellenmese bOyarnesi muhtemel çatışma kararı daha mayıs ayında yapılan merkez toplantısında alınmıştır. Grubumuzun ayrılmasıyla bu karar uygulamaya geçirilememişti. Daha çok içteki muhalefet susturulmuş, tutuklanarı tutuklanmış, vurulan

om

talimatlarını vererek kendi iktidarını yine korku ve kan

vurulmuştu.

ww

Grubumuzun ayrılmasından .sonra içte muhalefet edebilecek kimse kalmadığından PKK yönetimi "yeni stratejisi"nin teşhir olmasına rağmen yine savaş kararı almışbr.

Kamuoyuna ulusal projesini duyurmasına rağmen en başta ihlal eden de kendileri olmuştur. Kendisini ulusal güçlerin merkesine koyan PKK, hiç bir iradeyi tanımamakta, elindeki olanaklarla herkesi yanııtmaya çalışmaktadır. Ulusal çıkarları savunan, Türk sömürgeciliğiyle girilen sonu meçhul ilişkiye karşı çıkan tutum takınan herkese "dar milliyetçi, işbirlikçi" yaftasını vuran PKK'nin hala kendisini "temiz" gösterme çabasını samimi bulmuyoruz. Işbirlikçi kavramını kendi mantığıyla herkese reva görmekte, kendisini yegane ulusal güç olarak görmektedir. 09-10100

99


nuçeiBBBBRBmBRBmBRBBBBBBBBBRBBBRBBBRBBBRBBBRBBBRBB_.BR. .haber planını sunmaktadır.

TC Güney Kürdistan'daki oluşumlardan her zaman rahatsız olmuş ve mercek altına almıştır. Bu konuda

ew e. c

ABD ile sOrekli görüş aynlığına düşmüştür. incirlik hava üssünOn kullanılması bu yüzden sürekli gündeme gelmiştir. TOrkiye'nin Güney Kürdistan'daki oluşumların gelişimini engelleme çabaları için, PKK bulunmaz bir nimettir. Bölgedeki istikrarsızlığı devam ettirmek için paramiliter bir güce ihtiyaç vardır. TC, bugün PKK'yi bu amaçla kullanmak istemektedir. Yeni stratejisinin dayattığı taktik zorunluluktan dolayı savaşı başlatmak isteyen PKK, kendi içinde çok ciddi sıkıntılar da yaşamaktadır. PKK'nin savaşa göre şekillenen bir yapısı vardır. SOrekli ölme/öldOrme üzerine şekillenen bu yapı savaş bittikten sonra çok ciddi iç sorunlar yaşamaktadır. Travmayı yaşayan bu yapıyı bir arada tutmak için mutlaka yeni bir düşman yaratmak gerekiyordu. Buda en sonunda YNK oldu. Yıllardır TOrk Devletini en büyük düşmanı sayan PKK yapısı, peygamber diye taptığı öcalan; TC'yi övOnce derin bir şok yaşadı. Yaşananıann nereye varacağını bilmeyen bu savaşçılar için savaş dağda yaşadıkları bunalımlardan kurtulmanın bir kestirme yoludur. PKK yönetimi yine Kürt gençlerini ölüme sürmektedir. Olenleri de kahraman gibi göstererek; kalanların üzerinde baskı kuracaktır. Malesef yapılmak istenen savaş bu kahredici sonuçlara yol

isteyecektir. Yine de PKK yapısı ajite edilmesine kendisine bir gün şunu soracaktır; daha dOne kadar en bOyOk düşman TOrk Devletiyle savaşırken, niye bugün kardeşirole savaşıyorum? Bir saat önce gidip YNK peşmergesiyle oturup yemek yiyen çay içen ardından baskın yapıp onları Oldüren PKK savaşçıları bunu niçin yaptıklarını önce kendilerine, sonra emir verene mutlaka soracaktır. TOm Kürt aydın ve duyarlı çevr~leri gerçekleri daha iyi gOrmelidir. öcalan ve PKK Başkanlık Konseyi 20 yıldır bağımsız bir Kürdistan için savaştıklarmı, bunun dışında otonomi, federasyon gibi istemleri olanları hain, işbirikçi ve reformist otarak " adlandırıyorlardı. 15 yıllık savaştan sonra Ocalan, böyle bir amacının olmadığını, TOrkiye'yi bölme gibi bir hedeflerinin olmadığını tOm dünya OnOnde ilan etti. Barış ve demokrasiden dem vurmasının yanında Güney Kürdistan'da çatışma yaratmak istemesi bir paradokstur. Bu çizgisinden vazgegmesi içinde 15 yıl uzun bir süredir. Hemen şimdi sömOrgecilerin bu oyunundan vazgeçmalidiri Stratejik değişimden hemen sonra TOrk Ordusu 300'den fazla geriliayı katletmiştir. Kimse bunun hesabını sormuyor, "TOkiye'de banş gelişiyor" deniliyor. Yüzlerce isimsiz/kahraman Kürt gerillasının ölümOne sebep olan ve sadece Ocalan'ın kendisini :affettirmek için TOrk devletine samimi göstermek iQin ortaya atılan bu temelsiz strateji uğruna bu kadar KOrt kanı dökOIOyor. Bu barış ve demokrasi olamaz. Düşünen herkes son iki yıllık KOrt Ulusal Cephesi'nin kritiğini çok yönlü yapmalıdır. Son nefesinde sömürgecilere karşı bağlillsızlı k ve özgürtOk şiarını haykıran Kürt gençlerinin kanı boş yere akmasın. Sömürgecilere teslimiyeti, meşru gösteren bunun için her türlü kılıfı uydurmaya çalışanların kardeş kavgasını başlatmalarına mOsaade etmeyelim. Kürt davası için binlerce insanı ölüme gönderip, kahraman gösterip, fedakarlık sırası kendilerine gelince korkuyla diz çöküp yalvaranla,r bu sefer Kürt gençlerini yeni oyunlarla birbirine kardırtarak yaşamanın peşindedirler. Onlara yanlıştın dönün çağrısı yapmak bir yurtseverlik görevidir.

rağmen

om

Kürdistan'daki peşmergeye karşı savaştırmanın

açacaktır.

ww

w.

ne t

KOP'ye yönelik savaşta ne sonuç alındı da YNK'ye karşı savaşıyorlar. Geriye yine kan, gözyaşı ve derin acılar kalacaktır. Biz sömürgecilere karşı savaşanlar olarak bu kardeş kavgasının anlamsız olduğunu yakıcı biçimde hissediyoruz. BOtan KOrUerin bu gözü kara savaş isteminin önüne geçmesini istiyoruz. PKK, tarihinde ilk kez en büyük muhalefeti bu dönemde yaşamıştır. Biz ayrıldıktan sonra uzun süre örgütlü bir mahalefet beklenemez. Bir çok gerillanın farkında olmasına rağmen savaşa karşı çıkacak gOCO yoktur. Hemen korkak damgasını yiyerek tesirsizleştirilecektir. Demokrasi ve barışı şiar edinen PKK'de kendi içinde farklı düşünenleri eskisi gibi tasfiye edemez. PKK farklı düşüncelerin çoğaldığı bu dönemde savaş halini gerekçe göstererek iç tasfiyeye de başlayacaktır. Bizim grubumuz için de, "disiplin suçu, savaş suçu işledikleri için yargılanacaklar, cezaladırılacaklar" diye ferman·çıkarılmıştır. Daha önce tutukl!:' bulunanların savaş hali gösterilerek tasfiyesini Ocalan istemişti. Ancak uluslararası baskilardan çekinen PKK yönetimi buna cesaret edememişti. Bu süreci fırsat bilerek tasfiyeler hızlanabilir. Halkımızın ve kamuoyunun duyarlı olmasını istiyoruz. Bu savaş diğer anlamıyla PKK'nin , iç temizlik harekatıdır. Yıllardır yOruttOğO savaş PKK içinde bazı dengeler yaratmıştır. Sadece savaşa dayalı bir yaşamı olan ve savaştan başka bir şey bilmeyen köylü kökenli yapısına dayanan komuta kadernesi kiminle olursa olsun bir savaşı her zaman isteyecektir. Savaşın başlamasıyla birlikte düşünen aydın kesim gözden düşecek, yerine dar pratikçi dediğimiz köylü kesimi öne çıkacaktır. Bunu bilen bu kesim özellikle savaşı 09-10100

21 Eyl012000

Kürdistan Ulusal Demokratik inslyatlfi" nin Aç1klamas1

"Kardeş Kavgasının Kazananı Olmaz ! Güney Kürdistan'da PKK ile YNK arasında çoktan çatışmalara varan gerginlik tOm halkımız gibi bizleri de derin endişelere sevketmiştir. Endifarniz şudur. Kürt siyasi partileri arasındaki kavgada kazanan olmaz. Her kardeş kavgası gibi bu kavga da Kürt davasına zarar

100


nuçe ........... ........... ........... ........... ......._haber veriyor. Üstelik mevcut çatışmalar, Kürt halkında ulusal direniş isteminin en fazla dumura uğratıldığı Kürt davasına Kürt siyasi partilerinin basiretsizliği sayesinde uluslararası ilginin neredeyse sıfır noktasında gerilediği bir dönemde olmaktadır. Çatışmalar kesinlikle Türk devletine yaramaktadır ve önceki bir çok çatışma gibi bu çatışmanın da arkasında Türk devleti durmaktadır. Gerici yöneticilerin sultasına mahkum Kürt gençleri hayatlarını kaybetmektedir. Halbuki bu gençler, kürtleri egemenlikleri aıtında tutan devletlere karşı silaha sarılmışlardır, Kürt kardeşlerini öldürmek için

ww

w. ne te

we .

co m

söylüyorsunuz. Diyelim ki öyledir. Ama Ocalan da Türk devleti tarafından yönlendiriliyor. Sizler de onun talimatlannı kabul ediyorsunuz. Bu durumda iki taraf da Ankara tarafından yönlendinimiş olmuyor mu? o zaman Türk devletinin sahneye koyduğu bu çatışmaları istemenin ve üstelik halkı buna alet etmenin anlamı nedir? Eğer Ankara, YNK'yi kullanıyorsa bunu neden sesiice söylemiyor, neden TC 'yi açık olarak protesto etmiyorsunuz? -1995 Dublin, 1997 Ankara ve 1998 Wasington antlaşmalarının tOmünde şu maddeler vardır: "Irak' ın toprak bütünlüğü, Kuzey ırak'tan {Güney değil!.. Kürdistan'dan) Türkiye silahlı saldırıların önlenmesi ve Malesef çoğu Kürt siyasi girişimi gibi bizim de bu PKK'nin bölgede barınmaması". YNK ve KOP bunları tür çatışmaları durdurma gücümüz yoktur. Çünkü imzaladı. Anlaşmaların garantörteri ABD ve TC. savaşan güçler hiçbir şekilde eleştirileri kabul Bunları biliyorsunuz. Neden tedbir almıyorsunuz? etmemekte, kendi dışındakileri bile kardeş kavgasında şimdi bas bas bağırmanın anlamı var mıdır? Sizler taraf olmaya zorlamakta, buna uymayanları Ortadoğu'da devlet sınırlarını tanıdınız ve ABD'nin suçlamaktadırlar. Ancak şunu açık belirtiyoruz; Bu tOr bölge planı içinde hareket etmeyi 7. Kongre kararı Qatışmalarda haklı ya da haksız taraf aranmaz. yaptınız. Bu durumda başkalarını suçlamanın anlamı Onemli olan çatışmamak, birbirine tahammül etmek, var mıdır? birbirini dinlemek, sorunlarını konuşarak aşmak, _ -Yöneticiler olarak, savaşan sizler değilsiniz. birbirinden insan öldürmeyi cinayet olarak görmektir. Ozgürlük için dağa çıkmış, koşullardan dolayı size Ayrıca kamuoyunu çok net bildiğimiz şu konularda mahkum gençleri savaştırıyorsunuz. Sürekli aydınlatmayı görev biliyoruz; eleştirdiğinlz Ortadoğu'nun feodal savaş ağalarını -Çatışan taraflar çatışmaların nedenleri konusunda çoktan geçtiniz. Eğer kardeş kavgasının sizden halkı aldatıyorlar. Karşılıklı propaganda savaşıyla kaynaklanan nedenlerinin önüne geçmaseniz hayatını taraftarları olan kesimleri birbirine karşı kaybeden her PKK'linin ölümünden sorumlusunuz. koşullandırıyor, düşman psikolojisi içine sokuyorlar. Yalan propaganda ve duygu sömürüsü ile bu Televziyon ve basında birbirine karşı tüm ahlaki sorumluluğu üzerinizden atamazsınız. Çocuklarını ilkeleri ayaklar altına alan nitelemelerde bulunuyorlar. özgürlük aşkıyla dağa gönderen aileler, yakanızı Taraflardan bu sorumsuz propagandayı derhal bırakmayacak, ergeç sizden hesap soracaktır. durdurmalarını istiyoruz. -Her şeye rağmen zorluklarınızı anlıyoruz. Ocalan -Bu tür çatışmaların önüne geçmek için rolleri sizleri ideolojisiz, politikasız bıraktı. Bari peşinde önemli olan aydınların bir kisimi, politik örgütlerin olduğunuz, oyun olduğu ortaya çıktı. Af bekledin iz, emirleri üzerine savaşı kızıştıran değerlendirmeler olmadı. Uluslararası ilgi beklediniz, dıştalandınız. yapıyorları. Bununlada kalmıyorlar, Ankara'da, BM'nin himayesini beklediniz, kimse ilgilenmedi. çatışmaların senaristi gücün merkezinde birbirine Üretimden uzaksınız. Kamplara mahkum ve gelecek yalan propaganda savaşı geliştiriyorlar. Bununla da göremeyen savaşçıların tepkileri doğal olarak artıyor. yetinmiyor, uluslararası kamuoyunda da birbirini Sert disiplin cezalarıyla bu durumun önüne öldürmek için taraf toplama gibi son derece anlamsız geçemiyorsunuz. Bu durumda sizler için tek çıkar yol ve bir o kadararacı bir çabaya giriyorlar. Bu pratik şudur. Gerçeği kabul etmek, lmrali Konseptini içindeki aydınların durumu utanç vericidir. Bunları reddetmek, Güney Kürdistan'ın politik güçleriyle ulusal kardeş kavgasını kızıştırmaktan, kırıntılar uğruna sorumluluk içinde ilişkiyi zorlamak. Ama bunu yapmak savaş teliatığı yapmaktan derhal vazgeçmeye yerine ısrarla çatışmaları tercih ediyorsunuz. Bu çağırıyoruz. psikolojiyi çok iyi tanıyoruz. Bu çıkmazın ürünüdür ve -PKK yöneticilerine şunları soruyoruz: nitihardır. Resmen intihar etmek istiyorsunuz. Siz daha -Türkiye 'de 20 milyon Kürt var. Sizler, Türk fazla OldOrseniz ne olacak? Elinize ne geçecek? devletinden federasyon, hatta otonomi talebinden bile Eminiz ki örgütü içine soktuğunuz çıkmaz neden~le vazgeçtiniz. Bu durumda ne hakla Güney Kürdistan ölümü bu duruma tercih eden savaşçılar çoktur. Işte siyasi partilerinden federasyon talebinde böyle bir psikolojiye soktuğunuz özgürlük savaşçıların ı buluf!uyorsunuz? kardeş kavgası içinde tOketmek istiyorsunuz. Bu -Ocalan savunmasında ve Temmuz ayındaki üç politikanın hiçbir şekilde ...........yoktur. Aksine bir tek avukat görüşmesinde de Güney Kürdistan'daki sorunu sonucu vardır; o da felaket. "Türk devletinin sorunu", "Misak-ı Milli sorunu" olarak -önceden defalarca yaptığımız ve "Bildirge"mizde değerlendirdi. Sizlere gönderdiği talimatlarda bölgenin de net koyduğumuz gibi; YNK'den de PKK'nin zor "Celal Talabani ve Mesut Barzani'ye bırakılmamasını, durumunu suistimal etmemesini, karşılıklı tahriklerden bazı aşiretlerle devlet kurulmasını KOP ve YNK ile kaçınmasını, her şeye rağmen çatışmamasını çatışmanız durumunda Türk Devletinin üzerinize istiyoruz. Diğer Kürt örgütlerinden haklı-haksız gelmeyeceğini" dayattı. Eğer Ocalan'ın bu ayrımından ziyade insan yaşamını ölçü alarak dayalmalarını kabul ediyorsanız, neden bu talimatları çatışmaların önüne geçecek tutum almalarını kamuoyuna açıklamıyorsunuz? istiyoruz.Yurtsever halkımızdan da propaganda -YNK'nin Ankaratarafından saldırtıldığını savaşına kanmamalarını, tarafların savaş amacıyla 09-10/00

1 o1


nuçeiiB IBIIIBIB IIIBIBII BIIIIBIB IBIIIBIB IIIIIBIB IBIIIBII IBIIIIha ber yaptıkları gösterilere katliamlarını, her platforormda çatışmalara karşı seslerini yOkseltmelerini ve

OrgOtlerden çocuklarını kardeş kavgasında tOketmememleri için ısrarlı dayatmada bulunmalarını istiyoruz.. 28 Eylül 2000

KOrtlerin, KOrt sorununun çözarnone yönelik siyasal dOzeyde bOtOnlakiO bir ulusal politikası yoktur Sizce bugon tartışmamız ve yoğunlaşmamış gereke~ asıl konu budur. Zira bugOn bOyOk bedellerle elde ettiğimiz ulusal kazanımlar tehdit altındadır. Peki bOtan bunlar olurken, siyasal dOzeyde temsili org~nın ve en geniş katılımil konsepti yaratmanın yolu nedır?

Toplantısından

Değerli Katılımcılar,

Bugün, Kürt Demokratik kurum ve örgütleriyle, siz saygın Kart siyasetçileri ve aydınlanmızla, ortak sorunlarımızı tartışmak ve tartışmatar sonucunda, PKK'nin savunduğu içi boş "Barış ve Demokratik Cumhuriyet Projesi"ne ve TOrkiye Cumhuriyetinin inkarcı politikalarına karşı çıkan KOrt ulusal muhalefetiyle en olanaklı temsili yakalayabilmek, ortak paydalarda işbirliği ve OrgOtiOIOğO geliştirebilmek bOyOk önem taşımaktadır. Son bir buçuk yıldır ulusal ve uluslararası alanda KOrtler açısından Onemli değişikliklere yol açan son siyasal gelişmeleri ve bu gelişmelere paralel olarak, iç ve dı~ muhalefeti, "Savaş koşullarıdır, suçları ağırdır, en agır yaptırımlar uygulanmalıdır" gibi kaygı verici demaçieri uzun uzadıya irdelemeye gerek yok. Zira bu konu~a çok şey söylenip yazıldı. Sağduyu sahibi her KOrt, ımralı ve sonrası süreçte geliştirilen politikaların KOrtleri Kemalizme entegre etmey~ yönelik olduğunu, Kemalizmin ise, yakın tarihin olaylarının da gösterdiği gibi, diğer ulusları ve etnik grupları, değişik kOltarleri yok etmeye yönelmiş tek ulusçu, tek dilci, ırkçı bir ideoloji olduğunu çok iyi bilmektedir.

we .

Siyasi Mesajl ar...

co m

Kuzey Kürdistan Ulusal Platfor mu (PN K-Bakur) Girişimiyle Yapılan Köln

_ Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu, Kartıerin siyasal duzeyde ulusal konsepti oluşturabilmelerinin On koşulu olarak, sömürgeci devlet politikalar~ıın hedef alınması gerektiği inancındadır. Devlet tarafından yönlandirilen "Anayasa! Vatandaşlık", "KOitOrel Alt Kimlik" vb. gibi kafaları karıştıran suni gOndemlere karşı, KOrt ulusal muhalefetinin uluslararası platformlara sunacağı temel istemlerini netleştirmelerinin gerektiğine inanır.

Almanya'nın Köln şehrinde 9-10 Eylül tarihleri arasında Kuzey KOrdistan Ulusal Platformu'nun girişimiyle bir toplantı dOzenlendi. Toplantıya değişik KOrelistani OrgOt, parti, aydınlar ve çeşitli kesimlerden

w. ne te

siyasetçiler davet edildi. Iki gOn sOren ve yaklaşık 170 kişinin katıldığı toplantıda KUKM'nin içinde bulunduğu sorunlar ve çözarn yolları tartışıldı. Platform adına sunulan açılış metininde toplantının amacı ve beklentiler şöyle dile getirilmekteydi; "Sayan Divan,

Avrupa'nın deCjişik Olkelerinden gelen değerli misafirler ve katılımcılar ! Konuşmama başlamadan önce, Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu adına hepinize saygı ve selamlarımı sunmak istiyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Değerli Kart Siyasetçileri, Saygıdeğer Aydınlar !

ww

Ulus olarak çok zorlu bir tarihsel sOreçten geçiyoruz. Bu zorlu sOreçte, her şeye rağmen Kart ve Kürdistan sorunu çözümOnO ve muhatabını arıyor. Başta Avrupaldar olmak üzere, ilgiU bOtan taraflar kendi çıkarları doğrultusunda Kürt sorununun 9?zOmOne yönelik öneriler sunuyorlar. imralı sOreelyle ~ırlikte daha da cesaretlenan TOrkiye Cumhuriyeti, ımha ve inkara dayalı politikalarına ulusal ve uluslararası alanda destek bulmaya çalışarak, Lozan Antiaşması dönemine benzer oyunlar tezgahlıyor. Kürt halkının varlığını ve ulusal haklarını tanımamakta ısrar ediyor. Kuzey KOrdistan'da sorunu bilirdiğinin hayallerine kapılan TOrkiye Cumhuriyeti, Güney KOrdistan sınırlarını ihlal ederek KOrt köylerini bombalıyor, masum KOrt köylülerini öldüruyor. KOrt halkının en Onemli kazanım ve başarılarından biri olan Federal Kart Devletini, "KOrtlerin" eliyle yıkmanın senaryolarını hazırlıyor. BOtan bu siyasal gelişmeler karşısında ise bir tek KOrtler seslerini yeterince duyuramıyor. ()9..10/00

Değerli KOrt Katılımcıları, Hepinizin bildiği gibi KOrt halkı, çok zengin bir dile ve kOitOre sahiptlr.BOtOn dOnya Ozgar ulusları gibi, KOrt halkının da kendi geleceğini belirleme ve kendi toprakları azerinde OzgOrce yaşama ve devlet kurma hakkı vardır. Kuzey KOrdistan Ulusal Platformu, Kart halkının federasyon, konfederasyon, bağımsızlık ve olası bir başka çözoma özgarce tercih edebilmesi için adil ve demokratik referandum koşullarının yaratılması gerektiğine inanır.

Kuzey Kürellstan Ulusal Platformu, yaratılacak özgür ve demokratik referandum koşullarında ister bağımsızlık, ister federasyon veya olası başka bir çözarn şekline saygılı olduğunu beyan eder. Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu, Kürt ve KOrellstan sorununu ahilleştiren ve uluslararası platformlarda temsilini zorlaştıran ideolojik-politik erozyonlara karşı Kürt Demokratik kurumları, aydın ve siyasetçileriyle işbirliği ve ortak paydalarda oluşacak OrgütlüiOkten yanadır. Bunun için de Kürt aydınlarının ~endi Orgatlenmelerini oluşturmaları gerektiğine ınanır.

102


nuçe ....... ....... ....... ....... ....... ....... ..._......llhaber Kuzey Kürdistan Ulusal Platfonnu, Kürt

doğruluğuna inanır.

Değerli Kürt Katılımcıları, Bilindiği gibi, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin önemli ayaklarından biri de,

koymuştur.

"Ulusal sorunun çözümü için referandumun zorunlu olduğu görüşünde değiliz. ÖZgürleşen pek çok ülkede referandum yapılmamış, çoğu zaman taraflar arasında bir anlaşmayla sorun çözülmüştür. Bazı örgütler böyle düşünebilirler. Platform adına sunulan konuşmada çözüme ilişkin önerinin böyle sunulmasına muhalifız. Kendi kaderini tayin hakkı yeterlidir. Onu herkes kendince yorumlar."

om

benzerini Kürt ve Kürdistan sorununda da sergilemeleri için aktif çaba göstermeyi bir görev olarak görür. Kuzey Kürdistan Ulusal Platfonnu, bu ortak örgütlülüğün, Avrupa Birliği'ne aday olmak isteyen TOrkiye Cumhuriyeti'ni uluslararası SÖzleşme ve hukuki normlara uyarak Kürtlerin ulus olmasından kaynaklanan yaşamsal haklarını savunacak çalışmaları yürütmesinin ve en geniş katılımil Kürt muhalefetinin sesi ve girişimeisi olmasının

Not: Yukarıda KKUP, adına sunulan referandum önerisine PSK, aşağıdaki muhalefet şerhini

Çok sayıda konuşmacının görüşlerini dile getirdiği sözkonusu toplantının sonucunda bir Sonuç Bildirgesi kabul edildi. Bildirgede şu görüşler dile getirilmekteydi;

.c

aydınlarının, Kürt demokratik kurum ve örgütlerinin var olan ya da oluşturulacak inisiyatifleriyle birlikte yeni oluşurnlara gitmeyi ve bunun sonucunda yaratılacak işbirliği veya ortak örgOtiOIOkle, başta Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlardan Kosova, Doğu Timor, Kıbrıs sorununa gösterdikleri hassasiyet ve yaklaşımın

"Kuzey Kürdistan Ulusal PlaUonnu'nun 9-10 Eylül Köln ToplantiSI Sonuç Bildirgesi

Düzenlediği

Kuey Kürdistan Ulusal Platformu'nun çağrısı üzerine Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde yaşamakta olan 200 dolayındaki Kürt yurtseverleri, 9-1 O Eylül 2000 tarihinde F.Aimanya'nın Köln kentinde biraraya gelerek, Kürt ulusal Hareketinin son durumunu ve Türk Devletinin buna ilişkin politikalarını değerlendirdi; uluslararası ve Kürt kamuoyuna aşağıdaki bildirinin

we

legal demaralik mOcadeledir.KOrtlerin büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri bu mevzi, HADEP'in "Demokratik Cumhuriyet Projesi" uğruna bütün Kürt ulusal muhalefeti dıştalanarak CHP ve ANAP'a yamanma girişimlerine feda edilmektedir. CHP ve ANAP gibi partilerin Kürt sorunu konusunda inkara ve jenoside dayalı politikaları hafızalarda tüm canlılığını korurken, böylesi bir girişim, büyük acılarla elde edilmiş kazınmaları yok olma riskine sokmaktadır. Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu, yerel yönetimlerin büyük böiOmünO elinde bulunduran HADEP içindeki duyarlı kesimlerin, Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlan heba etmeyeceklerine ve belediyeler bünyesinde düzenlenen "Atatürk Şiir Ödülü" gibi KO rtleri sisteme entegre eden politikalara karşı net bir tutum

yayınianmasını kararlaştırdı:

ne

te

Ortadoğu'nun en eski ve büyük uluslarından biri Kürt ulusudur. O, zengin bir tarihe, dile ve kültüre sahiptir. Dünyadaki tüm uluslar gibi Kürt ulusu da, kendi kaderini özgürce belirleme, kendi toprağı üzerinde özgürce yaşama, devlet kurma hakkı dahil kendi ülkesini yönetme, onun zenginlik kaynaklarından, çağdaş bilim ve teknikten yararlanma, dilini ve kültürünü özgürce kullanma hakkına sahiptir. Ülkemizi aralarında bölüşmüş olan SOmürgeci devletler, bugüne kadar Kürt ulusunun varlığına ve ulusal haklarına saygı göstermediler, onun özgürlük istemine baskı, zulüm ve soykırımla karşılık verdiler. Bu eşi görülmemiş baskı, zulüm, asimilasyon ve inkar politikasına karşı Kürt ulusu sOrekli olarak direnmiştir. Bu direniş bugün de sürmektedir._ Türk rejimi özellikle PKK Genel Başkanı Ocalan'ın yakalanmasının ardından, Kürt ulusal hareketini tümüyle sindirrnek ve teslim almak için yoğun çaba içine girdi. Bu bağlamda, PKK'nin kemalist rejimin Kürt halkını yok etmeye yönelik oyunlarına alet olmamasını beklerken, bu örgütün"Yeni Strateji" adıyla yaşama geçirmek istediği çizgiye karşı çıkan "Kürdistan Ozgürlük lnsiyatifi"nin platforma gösterdiği dayanışma,

takınmaları gerektiğine inanır. Ayrıca Kuzey Kürdistan Ulusal

ww w.

Platformu, legal alanda "Demokratik Cumhuriyet Projesi"ni savunanların dışında, çeşitli legal parti arayışlarının var olduğundan hareketle, değişen dünya ve Kürdistan koşullarına uygun farklı cephelerden sürdürülen bu arayışlann; Kürtlerin kendi kimlikleriyle örgütlenmesini engelleyen, legal çalışmasına karşı çıkan, dilini, kültürünü yasaklayan, yasakçı ve asimilasyoncu politikalan teşhir eden ve Kürt sorunun çözarnono merkezine alan çağdaş, çoğulcu bir politikanın izlenmesi gerektiğine inanır. Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu, legal siyasi partiler, çevre, kişi ve sivil demokratik kurumlar tarafından ayrı ayrı sOrdürülen yeni siyasi oluşumların Kürt halkının haklı davası ve çıkarları için tek merkezden yürütOlmesi gerektiği inancındadır. Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu, bu önemli buluşmadan Kürt ve Kürdistan halkı için ileri kazanımlar çıkacağı inancıyla siz değerli katılımcılara teşekkürü bir borç bilir. 9/10.09.2000 Saygılarımızla,

. Kuzey Kürdistan Ulusal PlaUonnu 09-10100

toplantıya katılanlar tarafından anlamlı bulunmaktadır.

Kuzey Kürdistan'da sorunu bitirdiği hayallerine kapılan Türkiye Cumhuriyeti, Güney Kürdistan sınırlarını ihlal ederek Kürt köylerini bombalıyor, masum Kürt köylülerini öldürüyor. Kürt halkının en önemli kazanım ve başarılanndan biri olan Federe Kürt Devletini, "Kürtler" eliyle yıkmanının senaryolarını hazırlıyor. Katılımcılar, Güney Kürdistan'da elde 103


nuçeRIEBIBIBIB....IBIBBBIBIBIBBBBBIB. .IBIBBBBBBBIBIBIBIBIIhaber Kürt Yurtseverleri, Ulusumuz tarihin nice zorlu sınavını vererek bugünlere geldi. Bugünde yaşanan tOm zorluklara ve acılara rağmen, umutsuz olmak için bir neden yoktur. Kürt halkının milcadele potansiyeli ve azmi geniştir. Hiç bir güç ve hiç bir oyun bunu bitiremez. TOrk rejiminin oyun ve planlarını boşa çıkarmak, ulusumuzun bir an önce özgOriOğe kavuşması için yurt içindeki ve yurt dışındaki yurtseverler olarak gOçlerimizi birleştirmeli, mevcut potansiyeli harekete geçirmeliyiz. Döneme uygun örgüt ve mücadele biçimlerini yaratmalıyız. Bu anlamda da, ülke içinde en geniş yurtsever kesimlerini biraraya getirecek kitlesel bir partiye ihtiyaç vardır. Yurt dışında ise, Kürt halkının istemlerini uluslararası kamuoyuna duyurmak, etkin diplomasi çalışması yapmak için Kürt politik ve demokratik örgütleri güçlerini birleştirmeli; dünya kamuoyunun dikkatllerini Olkemizdeki gelişmelere çekmek için barışçıl, demokratik eylemleri hayata geçirmelidirler. Toplantıya katılan bizler, gerek bu madde ve gerekse bildirinin öteki bölümlerinde geçen taleplerin gerçekleşmesi için K. K. Ulusal Pla1formu başta olmak üzere tOm yurtsever kurum ve kişilere görev düştüğü

we

belirtir. Bizler, Kürt ve dünya kamuoyunun dikkatini, TOrk devletinin bu plan ve oyunlarına çekiyor, bunların boşa çıkartılması için duyarlı davranmalarını talep ediyoruz. Kürt ulusu, hiç bir zaman yabancı boyunduruğunu ve teslimiyati kabul etmemiştir ve bundan böyle de etmeyecektir. Bunlar yanlış ve başarı şansı olmayan yöntemlerdir. Türk devleti, Avrupa Birliği'nin kendisine kapıları araladığı ve aday adayı olarak kabul ettiği bir dönemde bile Kürt halkının varlığını kabul etmiyor. O eski politikasında ısrar ediyor. Toplantıya katılan bizler, TOrk devletini uluslararası sözleşmelere uymaya ve bunların gereklerini yerine getirmeye çağırıyor, bu bağlamda şu acil taleplerde bulunuyoruz: 1-0iağanOstO Hal'e son verilmeli; Köy Koruyuculuğu sistemi, kontrgerilla, JiTEM, Özel Tim'ler ve benzeri örgütler dağıtılmalı; Kürdistan coğrafyası mayınlardan ve patlamamış bombalardan

gösterdikleri hassasiyeti Kürdistan sorununda da ortaya koymalarını istiyoruz.

om

bu

.c

edimiş mevzileri önemli kazanımlar olarak görür ve kazanımlara yönelik saldırılar karşısında olduğunu

arındırılmalı;

inancındayız.

Yine, sesimizi en geniş kesimlere ulaştırmanın yolu olan basın-yayın alanında da daha etkili araçlar yarajmak için de girişimler başlatılmalıdır. Ote yand.an Birleşmiş Milletler Örgütüne, Avrupa GOvanlik ve Işbirliği Teşkilatma ve diğer uluslararası kuruluşlara, Kürt ve Kürdistan sorununu gOndemlerine almaları, çözümü için çaba göstermeleri çağrısında bulunuyoruz. Avrupa Birliği, TOrkiye'nin birlik normlarını dejenere etmesine fırsat vermemelidir. TC, Kürt ve Kürdistan sorununun barışçı çözoma yolunda adımlar atmadığı sürece, AB askeri ve ekonomik yardımları durdurmalı, siyasi destek vermemelidir. Katılımcılar, Avrupa'nın değişik ülkelerinde bulunan Kürt aydınlarının, bulundukları ülkelerde insiyatifler oluşturarak K. K. Ulusal Platformu ile dayanışma içersinde çalışma yapmalarının önemini vurgular, bu amaçla katılımcılar arasından merkezi bir komisyon oluşturmayı kararlaştırır. Yine katılımcılar, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren demokratik kitle örgütleri ile kültürel kurumların, en kısa sürede biraraya gelerek ortak bir çalışma programı yapmalarının ve buna denk düşen örgütlenmeyi gerçekleştirmelerinin önemine de dikkat çeker, kendilerinden, bu yönde çaba harcamaları talebinde bulunur. "

te

2-Köy ve kasabaları yakılıp-yıkılan; göç etmek zorunda kalan milyonlarca KOrdOn kendi topraklarına dönmelerine olanak tanınmalı, bunun sonucu ortaya çıkan zararları tazmin edilmeli; 3-1984 yılından bu yana süregelmekte olan savaşta bir insanlık suçu olan tecavüz olaylarına, ülkemizde sıkça rastlandı. Bu nedenle de "dün dOndO" deyip geçmemeli, konu ciddi olarak araştırılmalı, sorumluları yargılanıp cezalandırılmalıdır.

ww w.

ne

4-ldam cezası kaldırılmalı, tOm siyasi tutuklu ve hOkOmlüler koşulsuz serbest bırakılmalı ve yurt dışında bulunan politik göçmenlerin serbestçe dönüşlerine imkan tan ın malı; 5-Türkiye'nin yasal sistemi demokratikleştirllmeli, Kürt ulusal kimliğinin yer aldığı yeni ve demokratik bir anayasa yapılmalı; 6-Düşilnce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tOm engeller kaldırılmalı; KOrt partilerinin kendi özgün adlarıyla ve programlarıyla legal planda serbestçe çalışmalarına olanak sağlanmalı; 7-Kürt diliyle eğitim, basın, radyo ve televizyon serbest olmalı; s-Kürtçe adları yasaklayan tOm yasa ve karamameler kaldırılmalı; Kürdistan coğrafyasında değiştirimiş olan adlar geri verilmelidir. Bu istemler, Kürt ve Kürdistan sorununun çözümünün önündeki engelleri kaldıracak acil adımlardır. Bu bağlamda da, Türkiye'deki tüm ilerici, demokratik çevreleri, Kürt ve Kürdistan sorununun çözümü önündeki engellerin aşılması, barış ve demokrasi için çaba göstermeye çağırıyoruz. öte yandan, uluslararası kamuoyunu, özellikle de Avrupa Birliği'ni, Türk rejiminin üstlendiği yükümlülükleri, bu arada Kopanhak kriterlerini dejenere etmeden, iç ve dış kamuoyunu oyalamadan yerine getirmesi için çaba göstermeye çağırıyoruz. Birleşmiş Milletler Örgütü ve Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlardan Kosova, Doğu Tü mor ve Kıbrıs sorunlarına 09-10/00

104


DETUDAK Berlin Komitesi (Aiınterimiz, Sterka Rizgari, Politikada Atılım, Kızıl Bayrak, Devrimci Demokrasi) Şubat 2000'den bu yana her hafta Berlin'in farklı bir alanında olmak üzere cezaevi standı açarak bu standlarda cezaevlerinde gelişen baskı ve katliamları teşhir eden bildiri ve fotoğrafların yanısıra, F Tipi cezaevi uygulamasının engellenmesine dönük olarak imza toplamaktadır. Şu ana kadar toplanan 4000 civarında imza iHD ve TBB gibi sivil kuruluşların yanı sıra TOrk Adalet Bakanlığı, TBMM, lşkenceyi Araştırma Komisyonuna gönderildi. Ayrıca ayda bir, kayıp anneleriyle birlikte ortak stand

vahşet politikaları uygulanmıştır. Devletin buna ilişkin temel politikası, fiziksel olarak çOkertrnek ve teslim almak olmuştur. Bunu yapamadığı noktada ise, sürekli baskı altında tutarak işlevsizleştirmek, sakat bırakmak ya da imha etmek olmuştur. Devletin bu yönelimleri karşısında Türkiye ve Kürdistanlı devrimciler ise kanlarını ve canlarını ortaya

koyarak yüzlerce şehit, yaralı ve sakat pahasına siyasi ve insani onurlarını korumuşlardır. Devrimci tutsaklar devletin zoru karşısında, bilinçleri, bedenleri ve cesaretlerini silah haline getirerek düşmanın nihai zaferini engelledikleri gibi, pek çok kez bozguna uğratmayı başarmışlardır. Bu bağlamda ölüm oruçları ve açlık grevleri devrimci direnişin en yaygınca kullanılan mücadele biçimleri olmuştur. Bu eylemlerde devrimci tutsaklar bedenlerini saat be saat eriterek ölüme meydan okumuşlardır. Bu ölüm oruçları ve elli günleri geçen kitlesel süresiz açlık grevleri eylemleri karşısında düşman çoğu kez panikiemiş ve geri adım atmak durumunda kalmıştır. Yine bu eylemlerde ve sağlıksız cezaevi koşullarında yüzlerce devrimci tutsak uzun sOreli kalıcı fiziksel rahatsızilkiara yakalanmışlardır. En son Murat Dil örneğinde olduğu gibi tedavileri yapılmayan devrimci tutsaklar birer ikişer şehit

we

açılmaktadır.

.c om

1

Devrimci Tutsaklarla Dayanışma Komitesi'nin (DETUDAK) Pratik Etkinlikleri

"Dostlar; TC devletinin geleneksel olarak zindancı bir devlet olduğu biliniyor. TC, kuruluşundan beri her tarla muhalefeti ya jenosid ve sOrgünle ya da zindan la etkisizleştirmeye çalışırken çoğu zaman bu eylemlerine yasal kılıf hazırlama gereği bile duymamıştır. Zindanlar kelimenin tam anlamıyla birer işkence merkezi haline getirilirken, polisteki işkenceli sorgu süreçlerinin bütün yöntemleri değişik biçimlerde cezaevlerine de taşınmıştır. Özellikle 12 EyJOJ'den sonra Kürdistan cezaevlerinde işkence, kışla disiplini altında uygulanmış; çoğu zaman tutsaklar üzerinde akıl almaz

DETUDAK, Avrupadaki insan hakları siyasal partilere ve basma informasyon vererek Avrupa devrimci demokratik çe~relerini soruna duyarlı kılıp, desteklerini olu§turmaya çalışmaktadır. :Yine şuana kadar iki panel düzenlendi. Panelin ilki 26 ,nart'ta, ikincisi ise 9 temmuz da gerçelşetirildi. Bu panelde cezaevlerinin durumu genişçe tartışıldı. 9 Temmuz panelinde konuşan Sterka Rızgari, P~tikada Atılım, Kızıl Bayrak, Devrimci Demokrasi ve Alı terimiz temsilcileri; 1996 ölüm orucu ve açlık grevi şe ltıerini -son olarak da Murat Dil'i- anarak, devletin F pi saldırısı ve katliamlarıyla esas olarak devrimci örgOUeri bitirmayi ve tutsakları teslim almayı önüne koyduğunu, buna karşın devrimci tutsakların dOn oldOğu gibi bugünde bu tür teslim alma ve imha politikasına karşı sonuna kadar direneceklerini, bu bağlamda içeriyle dışarıdaki mücadelenin bOtOnleştirilmesinin hayati önemde olduğu, yine içeroeki kayıpları azalımanın yolunun dışarıdaki müCadeleyi yükseltemekten geçtiği belirtilerek, dışarıdaki çalışmaların daha da yükseltilerek eksikliklerin giderilmesinin önemi vurgulandı. Bu an~da bir taraftan Avrupa devrimci demokratik k~ uoyu oluşturularak dayanışmanın sağlanması ve yın Avrupadaki TOrkiye ve Kürdistanlı göçmenlerin örg Uandirilmesinin bir görev olarak ortada durduğu

ww

w.

ne

te

kuruluşlarına,

beli~ildi.

panele 70 civarında kişi katılırken, dia gösterisi ve "G"I',P Yoldaş"ın müzik dinletisiyle toplantı sona erdi. pte yandan DETUDAK, 7 temmuz da Berlin Türkiye Başkonsolosluğu önünde bir basın açıW!aması eylemi gerçekleştirdi. Basın açıklaması sıraSında çeşitli pankart ve dövizler açılmasının yanısıra sık sık sloganlarda atıldı. Otuz kişinin katıldığı protesto eylemi bir saat sürdü. 9 Temmuz tarihinde yapılan panelde Sterka Rizgari adına yapılan konuşma da şu görOşler dile getirildi.

09-10/00

il'f9

dOşmekteler.

Devlet özellikle 1995'den itibaren saldırılarını daha da yoğunlaştırarak devrimci tutsaklan sOrekli eylemliliğe sürOklemiştir. Hak gasbı ve hak kazanımları olayı adeta bir yaz-boz tahtasına dönüştürülmüştür diyebiliriz. Tabi bu çok bilinçli ve planlı bir yönelimdir. SömOrgeciler tutsakları bir anda kurşun la, demir çubukla, kalasla vurarak öldürmenin yanısıra daha sinsice, zamana yayarak, süresiz açlık grevleri ve ölüm oruçlarına sOrOkleyerek yavaş yavaş oldO.rmeyi de pol!tikalaştırmıştır. Ozellikle 96 00 ve SAG öncesindeki son iki yılda tutsakların direnişleri karşısında, devletin teslim alma programı ve politikası işlemez hale gelmişti. Bunun karşısında, en masum direnişe katliamlarla cevap veriliyordu. Bu katliamlardan birisi de, bizimda içinde bulunduğumuz ve Oç şehit, 40 ağır yaralı verilerek sonuçlandırılan Buca Direnişiydi. -Ki daha önceki saldırılarda onlarca insan ağır yaralanmıştı.Jlu katliam süreci, Diyarbakir'den başlatıldı, Buca ve Umraniye'de devam ettirildi. Bu merkezi politikalara dur diyebilmek ancak topyekün birleşik direniş hatti yaratmakla mümkündü. Herkesi kapsayacak bir direniş programıyla devlet karşısına çıkmak

''1 .

1 o5


nuçe . . . .._._. .._....... ........__.. ._._.. ._._........ .....haber

.c om

önce Saygen zindanlarında çok daha ilkel ve kuralsızca Vietnam devrimcilerine karşı kullanılmıştır. Devletin tutsaklara yönelik işkence, katliam, baskı ve yasaklamaları bir tarafa, tek başına tabuttuk uygulamasının bile büyük imhayı amaçtadığı kesindir. Bilim insanları, tabuttukların insanın psikolojik ve fiziksel yapısı üzerinde yarattığı etkileri incelemiş ve koku, renk yitiminden, ses aygıtama bozukluğuna illüzyon ve sannlara kapılmaktan, zaman ve mekan kavramının yitimine, yalnızlık hissinden, sosyal davranış bozukluklarına kadar bir dizi yapısal ve sosyal probleme neden olduğunu kanıtlanyla birlikte ortaya koymuşlardır. Gerçekten de sosyal bir varlık olarak insanın bütün sosyal ilişkilerinden soyuttanarak, yıllarca ruhsal ve fiziksel tecrite uğratıtması karşısında ne denli bilinçli ve iradi direniş gösterilirse gösterilsin sonuçta pek çok bedensel ve ruhsat problemle yüzyüze kalınacağı kesindir. Örneğin, tecrit uygulanan 9 Tupamaros üyesinden dördü çıldırmıştır. Nitekim yıllar sonra Urugaylı bir cezaevi yöneticisi Tupamarosları çıldırtmayı hedeflediklerini kendi ağzıyla itiraf etmiştir. Yine kendi deneyimlerimizden örnek verecek olursak 1991'deki 20 günlük Eskişehir tabuttuk sürecinde bir çok devrimci tutsak psikolojik rahatsızlık geçirmiştir. Sonuç olarak; sömürgeci TC'nin F Tipi tabuttuk projesini devrimci tutsakları bitirmeye dönük çok kapsamlı ve insanlık dışı bir saldırı otarak algılamamız gerekiyor. Bu bağlamda Avrupa'da bulunan politik örgütler ve güçler olarak en geniş mücadele birliktelikleri oluşturmak durumundayız. Bu konuda Kürdistanlı ve Türkiyeli göçmenler başta olmak üzere, bütün Avrupalı devrimci-demokrat güçleri duyarlı kılmak, yardım ve desteklerini oluşturmak durumundayız. Zamanında ve sağlıklı bilgilendirmenin yanısıra, ancak sistemli ve pratik ilişki yürüterek etkili bir baskı gücü oluşturabiliriz. Propaganda ve kamuoyu oluşturma çalışmalarını parlamento ve siyasi partilere kadar hemen her yere taşımalıyız. 96 ÖO ve SAG direnişinde Buca zindanında ÖO'na yatan bir yoldaşımızın deyimiyle; ''Cezaevlerinde hayat da, kavga da devam ediyor. Kavganın araç ve yöntemlerinin tutsaklık koşullarına uyarlanması gerekiyor. Bu araç ve yöntemter düşmanın cezaevi politikasını her zaman boşa çıkarmak temelinde olmalıdır. Politikalarımızın ortak noktası, sistemin saldırılarına karşı direnişi örgütlernek ve düşmanın politikalarını boşa çıkarmak olmalıdır. Mücadele birliklerini üst biriikiere çıkararak kalıcı hale getirilmesinin öneminin kavranması ve maddi yaşamla buluşturulması acil olarak kendini dayatmıştır. öö ve SAG 12 şehidi ve onlarca gazisiyle devrimcilerin direniş geleneklerine şantı ve destarısı bir halka daha eklemiştir. Ancak bu tutsakları rahavete sürüklememeli, devletin boş durmayacağı yeniden

we

gerekiyordu. Bu da SAG'Ieriyle başlayan ve ÖO ile zirveye ulaşan bir direniş hattı idi. Kısa olarak açıklamaya çalıştığımız özgürlük tutsaklannın direniş gerçekliği, saydığımız nedenlerin sonucu olarak ortaya çıktı. Tutsaklar, 96 ÖO ve SAG direnişinde, çok çetin ve amansız bir irade savaşına girdi. Devlet, devrimci tutsakların çelik iradesi karşısında geri adım attı. TOm insanlığın tanıklık ettiği siyasal bir yenilgi aldı. Dünya kamuoyunda ÖO ve SAG'nın etkisi tartışılabilecek kadar büyük oldu. Emperyalist devletler bile olumlu veya olumsuz açıklamalar yapmak zorunda kaldı. Böylece devletin cezaevlerindeki özgürlük tutsaklarına karşı sürdürdüğü politikalar, en çıplak biçimiyle teşhir oldu. Bu amansız savaşta 12 şehit ve onlarca gazi ile düşmanın saldırı politikaları barajlandı, siyasal kazanımlarla dolu başarılar elde edildi. Bilinç ve iradelerinden başka bir silahı olmayan tutsakların direnme kavgasında, düşmana geri adım attırılıyorsa, bedeli ne olursa olsun kazanılmış siyasal bir zafer sözkonusudur. Ayrıca belki de ilk kez düşmanla özgürlük tutsakları arasındaki kavgada, bir çok örgüt, düşmanın merkezi politikası karşısında topyekün birleşerek direniş örgütlülüğünde buluşarak amansız bir mücadeleye girmiş oldu. Ve zindan tarihinde yeterli olmasa da olumlu bir gelenek yaratıldı. Tarihe altın harflerle yazılacak ve gelecekte girilecek direnişler açısından da olumlu derslerle dolu bir direniş mirası yaratıldı.

w.

ne

te

Burada ölüm oruçları ve açlık grevleriyle düşmana ve ölüme meydan okuyan yiğit şehitleri ve direnişçileri saygıyla anarken aynı zamanda yaşanan direniş pratiklerinden ve düşmanın politik yönelimlerinden derster çıkarmak da önemlidir. Düşman politika ve taktiklerini boşa çıkarmak için döneme uygun taktik ve yöntemter geliştirildiği ölçüde karşı-devrimci planları boşa çıkarılabilir. Bu bağlamda eminiz ki tutsaklar bulundukları zeminleri çok iyi değerlendirerek direniş geleneğini anlayış ve yöntem bakımından da zengileştireceklerdir. Yine dışarıdaki devrimci örgüt ve partiler düşmanın cezaevlerine dönük saldırıtarını püskürtme ve içerideki direnişi güçlendirme yönünde üzerlerine düşen görevleri ve sorumlulukları layikıyla yerine getirmeye büyük gayret sarfedeceklerdir. Bu, zindan şehitlerine ve direnişçilerine saygının yanısıra, yeni kayıpların önüne geçilmesinin de teminatı olacaktır.

ww

Dostlar, arkadaşlar; Sömürgeci buıjuva diktatörlüğO yıllardır yürüttüğü onca katliam ve baskıya karşın, zindandaki tutsakları testim alarnamanın çılgınlığı içinde yeni arayışlara yönelmiş ve bu kez emperyalist patentli hücre tipi cezaevleri modelini ithal etmiştir. Devlet daha 90'1ı yıllardan itibaren F tipi denen tabuttukları hayata geçirmeye çalışıyor. 91 ve 96 yönelimteri kararlı bir direniş sonucu boşa çıkarılmışken, son bir yılda tekrardan saldırı kararı alınmıştır. Bilindiği

üzere hücre tipi cezaevleri planı RAF, TUPAMARO'Iara karşı uygulamaya ve IRA ETA, konulmuş, tamamen kontrgerilla saldırısının devamı niteliğinde uygutamalardır. Tabi yine bunlardan da 09-10100

saldırılara yöneleceği akıldan çıkarıtmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, içerinin ve dışarının mücadele hedefleri birleşirilir ve birleşik-örgütlü direnişler gösterilirse, başanya ulaşabilir. Saldırıtar karşısında şiaramız ise her zaman direnmek, direnmek ve yine direnmek olmalıdır."

106


jixwende wan

EIIBRII IIIIBIIIB RIIIRIII IBIIIBII IBIIIBII IIIIBIIB okuyucu dan devletinin resmi politikalarına uyumu iyi bir şekilde

vurgulanırken, aynı Öcalan'ın sosyalizmi reddi. ve Yeni

Dünya Düzeni'nin savunucularından biri haline gelmesi wrgulanmamıştır. Böyle bir tavır belirsizlik yaratmakta ve Sterka Rizgari ile örneğin PDK-BakOr çizgisi a~~sın~aki suların bulanmasına yol açmaktadır.· Elbettekı ılerki sayılarda sosyalist vurgu öne çıkarılacak ve sosyalist olmadan, Kürdistan'da uzlaşmacı olmayan bir politika izlemenin mümkün olmadığı vurgulanacaktır. Ancak, marksist bir derginin b~ vurguyu her yazıda dengeli olarak yapması gerekir dıye düşünCiyorum. Aksi takdirde, milliyeçilik ve Uzunca bir aradan sonra önceki ar.. yeniden yaym/anmaya başlayan dergimiz/e ilgili olarak bir ma~siz!ll arasındaki m~yın tarlasında havaya uçma tehlıkesı mevcuttur. Yanı, bunu bir yöntem sorunu çok okurdan, mücadele dostlarmdan ve arkadaşlartmızdari, bizim için oldukça yararlt olan olarak görüp, hiç bir zaman milliyetçi vurguyu tek başına öne çıkarmamak gerekiyor. Belirtirmeliyim ki, görüş ve eleştirller de aldtk. Sunlarm bir ktsmmt bizzat görüş ve eleştiri sahibi arkadaşlarla birlikte burada milliyetçiliği, Kürdistan ba_ğlamında, devrimci olmak anlamında kullanıyorum. Orneğin, sosyalist karştitk/ı değerlendirdik. Sevindirici olan bir yan, olmayan fakat sömürgecilere karşı savaşan Kürt bu eleştiri/erin çoğunun sahif!lenici olmastydt. hare~etleri devrimci bir niteliğe sahiptir ya da böyle bir Derginin stmr/arı içinde tümune yer vermek ne fonksıyonları vardır denilebilir. Ancak bu, o akımiann yaztk ki olanaksız. Geçtiğimiz aylarda okurumuz sosyalist ya da ilerici olduğu anlamına gelmez. Daha E. Özgür ile karşılıkli olarak yapttğımtz böyle bir özlcı bir şekilde söylemek gerekirse, milliyetçi yaztşmayt, okurumuzun da onaymt almak suretiyle ve özellikle tartışmanm içeriği ve önemi hareketlerin devrimcifiğini belirleyen, bir çok örnekte de gö~~ldüğü gibi, sosyalist hareketlerin eleştirel tavır itibariyle özet/eyerek okuyucu/ara sunmayt ve polıtıkalan olmuştur. Sosyalist bir çizgi ve eleştirinin yararlt gördük. Bundan sonraki saytlarda da yokl~ğu~d~, ~illiyetçi hareketlerin kendi başlarına olanaklarımız ölçüsünde bu tür tarttşma ve ' devrımcı bır mısyonu ne kadar sürdürebilecekleri diyaloglardan örnekler vermeye çaltşacağtz. tartışmalı bir konudur. Bu anlamda, S.Rizgari'de, "Ayın Dosyası'nda devrimci, Kürdistanlı perspektiften sömürgeciliği karşı vurgunun öne çıktığı bir yaz; yayınlanmıştır, ancak bu yazıdaki sosyalist vurgu E. Özgür'den Stirka Rizgarrye eksiktir. Sanırım, bunun önemli bir nedenini, öcalan'ın dönCişümcıne etki eden uluslararası koşulların tahlil Öncelikle derginin çıkmasına sevindim. Ümit ediyorum ki, önümüzdeki aylarda, dergi düzenli olarak edilmemiş olmasında aramak gerekiyor. Yazıda, herhangi bir şekilde ABD'nin oynadığı rol, emperyalist yayınını sürdürür ve Kürdistan mücadelesi ve özellikle ülkelerin bölgede Kürtlere karşı, sömürgeci solu içerisinde bir çekim merkezi haline gelir. Derginin devletlerlebirlikte _oynadıkları oyunlar tahlil edilmiyor, çıkışı bile tek başına olumlu bir olay olduğu için, bu ama değiniliyor. Ocalan'daki bu dönCişün, Yeni Dünya ~lumlu~uklara fazla değinmeden, önemli olduğuna Düzeni içerisinde ve Güney Kürdistan'da de facto bir ınandıgı~ bazı noktalara kısaca değinmek istiyorum. Kürt devleti varken yapıldığı, sosyalist bir gözle Dergı, herşeyden önce kendi yerini Kürdistan'da bakıldığında bu dönüşcın, Kürdistan devriminden ve Kürdistanlı bir perspektifle belirliyor. Derginin ayrılma anlamına geldiği vurgulanmıyor. Yazıda, Kürdistan'ı bir bütün olarak ele alan ve status q~o·yu Kürdistan devrimi gibi bir tanımlama bile yapılmıyor kabul etmey~n bir anlayışla yazılmış olması, aslında. Yani, ÖCalan'daki bu dönüşCin Kürdistan sanıyorum ki, pek çok dostun sevinç duymasına yol devrimine ve kitle hareketine ne gibi faturalar yüklediğ i açtı. Ben. bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. işlenmiyor. Örneğin; öcalan, imralı'da ayrıca, Çünkü, ÖCalan'ın "Demokratik Cumhuriyet" çizgisini kapitalizmi "zafer kazanmış, insanlığın en özgür reddeden pek çok yurtsever ve kuruluş, hala olduğu bir dönemin ideolojisi" olarak tanımlamdı. Altını Kürdistan'ın parçalanmışlığını kabullenerek politik çizgilerini belirlemektedirler. Ancak_. bu perspektifin ne qizerek, sosyalizmi bir ideoloji olarak red etti. Burada, Ocalan'ın bu tezlerini eleştirmeden ve olduğu hususunda dergi, kendisini tanımlamak cevaplandırmadan, sadece Türkiye devletine konusunda yeterli vurguyu yapamıyor. Tabi ki, bu bir adaptasyonunu eleştirmek, marksist bir derginin sayıda yapılamaz ve gelecek sayılarda bu vurgu inşa y_apmaması gereken bir şeydir diye düşünüyorum. edilec~ktir Ancak, bu sayıdaki vurgunun, eğer Ozellikle, PKK kadrolarının genel olarak sosyalist marksıst perspektifler ile milliyetçi perspektifler eğilimli olduğu ve kendilerini devrimci olarak gördükleri arasında bir ayrım yapılırsa, milliyetçilikten yana de gözOnOnde bulundurulduğunda, bu konudaki ol~~ğun~. vurgulamak gerekiyor. Yanlış anlaşılmasın, wrgun~n zayıflığı önemli bir eksikliktir. Bu yazıyı, mıllıyetçılık yapılıyor demiyorum, vurgunun milliyetçilik Okçuoglu'nun yazıları ile karşılaştırırsanız, pek çok ekseninde yapılan eleştirilerele toplantığını artan yan bulmanız mümkün, fakat, Okçuoğlu ve söylüyorum. Bu, sözkonusu yazılarda "marksist bir perspektif olmadığı" anlamına gelmiyor. Fakat, seçilen benzeri çizgilerle ayrılıkların net bir şekilde ortaya kanmadığı da bir gerçektir. Bu yazıda ayrıca, güçler söylemin, ağırlıklı olarak mi~iyetçi birperspektiften dengesinin bir tahlili ve Ortadoğu kapsamında yazıldığı anlamına geliyor. Orneğin, Ocalan'ın Türk

Okur larla

ww

w.

ne

te

we .c

om

Yazişmalar

05-06100

107


jixwendewan ..IBIBIBIBIBRIBIIBRIRIBIBIRIRIRIIBRIRIBIIBRIIIIokuyucudan alındığını, yazıda "sosyalist vurgunun eksik olduğunu" çeşitli Ornekler de gö~ererek eleştiriyarsun ve bunun

om

Onemli bir nedenini, "öcalan'ın dönOşümünün geliştiği uluslararası koşulların tahlil edilmemiş olmasında aramak gerektiğini, yazıda herhangi bir şekilde, ABD'nin oynadığı rol ve emperyalist ülkelerin bölgede Kürtlere karşı, sömürgeci devletler lle aynadıklan qyunların tahlil edilmediğini, ama değinildiğini, Ocalan'ın bu dönüşümün YON içerSinde, Güney Kürelistanda de facto bir kürt devleti varken yapıldığını, ve bu dönüşümün, sosyalist bir gözle bakıldığında, Kürdistan devriminden ayrılma anlamına geldiğinin vurgulanmadığını, yazıda, Kürdistan devrimi gibi bir tanımlamanın bile aslında yapılmadığın ı, yani, ÖCalan'ın bu dönüşümünün Kürdistan devrimine ve kitle hareketine ne gibi faturalar yüklediğinin işlenmediğini" belirtiyorsun ve bunu da "milliyetçi ve devrimci perspektifte, konunun yalnızca, Türk devletine uyum sağlama kapsamında konmuş olmasından" kaynaklandığını vurguluyorsun. Hemen belirtelim ki, "ayın dosyası" yazısında, senin de eleştirilerinde değindiğin iki temel eksiklik

we .c

olabilecek gelişmeler değerlendirlmiyor. Ve, StArka Rizgaı1'nin bu dönemde ne gibi politikalar önerdiği hiç bir şekilde belirtilmiyor. Umut ediyorum ki, ileriki sayılarda bu eksiklik giderilir. Ikinci Ornek ise, Mesut Zilan'ın PSK'yi eleştlrdiği yazıdır. Bu yoldaşın, farkında olmadan, kaş yapayım derken göz çıkardığını düşünüyorum. Mesut Zilan, muğlak bir dil kullanarak ve Stalinizm eleştirisini, Stalln'e gönderme yapmadan yaparak bir kafa karışıklığına yol açmıştır diye düşünüyorum. Örneğin; "Uygulandığı her ülkede yerle bir olmuş bir tezin naresini doğru çıkarmıştır tarih?" şeklinde bir soru soran Zilan, bu sorunun sürekli olarak sağcılar tarafından, her türden sosyaliste sorulduğunu unutmuş olsa gerekir. Elbette, böyle bir soru sorulamaz diyemeyiz. Ancak, bu şekildeki bir soru, genellikle Stalinizm ile sosyalizmin birbiriyle Ozdeşleştirilmesi gibi bir yanlıştan kaynaklanmaktadır. Ayrıca, "Bu sosyalizmin hayattaki mimarlan ya kurşuna dizildi, ya hapisiere atıldı, hayatta olmayanların mumyalarıda da 'çürümüş, kokuşmuş, yıkıldı, yıkılacak' dediğimiz emperyalist devletlerin antik müzelerinde korumaya alındı" şeklindeki satırlan okumak beni çok düşündürdü. Bu sosyalizmin mimariari kimlerdi? Lenin? Troçki? Stalin?, Radek? Kurşuna dizillenler, genellikle eski bolşevik lider kadrosu ve ondan sonra da Beria gibi isimlerdir. ''Çürümüş" gibi terimler tırnak içine alınarak, emperyalist sistemin artık çürümemiş olduğunun iması mı yapılıyor? Mumya örneği vermek de doğru değildir. Kimin mumyası, nerede koruma altına alınmış? Ortada bir mumya varsa, o da Lenin'e aittir ve Moskova'da duruyor. Bu arkadaş, Londra'daki Madam Tussaud müzesinden bahsediyorsa, orada Lenin ve Stalin'in replikalan uzun yıllardır duruyor. Yani, kimse kimsenin mumyasını koruma altına filan almış değildir. Ayrıca, Küba ve Kuzey Kore hala yaşamlarını sürdürüyor. Zilan, bir şekilde bu ülkeleri de unutmuş olsa gerek. (...) Ayrıca, '75 yıl boyunca gizlenen gerçekler ortaya çıktı" ne demektir? Bu satırları okuyunca, "hangi gerçekler Glasnost ile ortaya çıkmıştır? Moskova mahkemeleri mi? Toplama kampları mı? Gulag adalan mı?" diye kendime sordum. "Giasnost" dönemi ve sonrasıda saldırıya geçen sağcı ideologların ortaya çıkardığı tek "gerçek", kendilerinin Sovyetler Birliği'nde ölen insan sayısını ona katlayarak, bu rejimi Nazizm ile özdeşletirmeleridir. Ortaya çıkarılan belgeler, sol muhalefetin iddialarına güç kazandırmış ve açık bir şekilde Leninizm ile Stalinizm arasındaki farklan ortaya koymuştur. Mesut Zilan arkadaş, ilerki sayılarda düşüncelerini daha genişçe açar ve bu konulan tartışırsa, yanlış anlamalar ortadan kalkar

vardır.

Bunlardan biri, PKK'de ve özellikle de ÖCalan'ın "sosyalizm"e ilişkin kısımlarının atıanmış olmasıdır. Gerçekten de, PKK ve ÖCalan'ın · bu konudaki tavır ve söylemlerinin de yazı içinde ele alınması gerekirdi. Bu eksikliğin bir nedeni olarak, belki de PKK ve öcalan'ın zaten çok uzun süre öncesinden sosyalizmden koptuğuna ilişkin bizdeki a priori düşünce belirleyici olmuştur. Ancak, ne olursa olsun, bu konunun üzerinde durulmamış olması, elbetteki bir eksikliktir. Özellikle, senin de vurguladığın gibi PKK'nin içinde sosyalist eğilimi kadroların da olduğu, ayrıca hala PKK'yi böyle değerlendirenterin bulunduğu dikkate alındığında, bu daha da önemlidir. Yalnız, bu konudaki tartışmanın ya da değerlendirmenin, sadece "PKK ve ÖCalan'ın sosyalizmi reddettikleri" bağlamıyla sı~urlı tututmaması da gerekir. Zira, gerek PKK, gerekse ÖCalan, zaman zaman hala "sosyalist" olduklarını belirtmekten de geri durmamaktadırlar. Bu bakımdan değerlendlrmenin; genel olarak bizim sosyalizm anla)'lşımızın teorik ve pratik açılımları ile PKK ve öcalan'ın (söylemle sınırlı kalsa da) tarif ettiği "sosyalizm" anlayışının teorik ve pratik muhtevasının ortaya konulması gibi bir kapsamda yapılması daha doğru olacaktır. Zira, PKK ya da ÖCalan hala "sosyalist" olduğunu söylerken (son olarak geçenlerde avukatlarıyla yaptığı görüşmede de yine tekrarlam ış), gerek buna verdideri anlam, gerekse eylemleri itibariyle bu kavramın kendisini de iğdiş etmektedirler ve bu bize, bu yanıtsamayı ortadan kaldırmak, bir anlamda sosyalizmi onların elinden kurtarmak gibi bir sorumluluk da yüklemektedir. Diğer bir eksiklik ise, bu döneme ilişkin "somut politika beklentileri"ne yazının ne ölçüde açık ve net cevaplar verdiği sorunudur. Ancak bunun, bu dönemin somut ihtiyaçlannın nasıl tanımlanması gerektiği sorusuyla birlikte ele alınması gerekir. Zira, aslında bu yazının temel çıkış noktalarından biri, her düzeyde tasfiye ve teslimiyet programlarının uygulamaya sokulduğu, ama özellikle de ideolojide bulanıklığın yaşandığı bir dönemde, Oneelikle hem bu programlan

ww

w.

ne

te

"savunmaları"ndaki

sanırım.

(...)

Derginin daha da güçlenerek yayin hayatini sürdürmesini diliyorum. St6rka Rizgeri'de n E. Özgür'e (...)

Sanırız, "ayın dosyası" bağlamında,

konunun ele "ten perspektif bir milliyetçi "devrimci ama

05-06100

108


jixwendewan BIBIIBBIBIBIIBIBBIIBIBIBBIBIIBIBBIBIIBBIBIIBIIIokuyucudan

om

süreçten rahatsız olanların bile çoğu zaman bu tavra ortak oldukları görOimektedir. PKK'nin dışa kapalı yapısının, uzun yıllar kendi dışındaki her şeyi dOşman gören bir siyaset anlayışını kendinde üretmiş olmasının da bunda büyük payı vardır. Bu noktada şöyle bir tesbit önemlidir. Bu kesimler, etkisi altında bulundukları PKK kültürüyle, dolayısıyla kendileriyle hesaplaşamadıkca, ondan kopuşmadıkca, dışa kapalı olmayı sürdürecek, gelişmelerden memnun olmasalar, bir süre daha "eski PKK'nin Ozlemi"ni duysalar bile, zamanla ya sürece uyum gösterecek, ya da mücadeleye sırtlarını dönüp kenara çekileceklerdir. Bu kopuşma olmadan, onların bizim doğrularımızia hemen buluşacaklarını -ya da bizim doğrularımızın hemen onlara ulaşabileceğini- beklemek, bana göre hayaleilik olur. Burada, bu kopuşun nasıl mümkün ve muhtemel olabileceği meselesi önem kazanır ve Oneelikle buna olumlu anlamda etki edebilecek, onu hızlandırabilcek hususlar üzerinde durmak gerekir. Başta da belirttiğim gibi, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nin temel tezlerini, siyasal-ideolojik değerlerini bugün her zamankinden daha güçlü savunmak, bu açıdan önemli bir yerde durmaktadır. PKK'nin etkisi altında bulunan kesimin geneli için halen bu değerlerin bir anlamı vardır ve bu yanlar güçlendiği ölçüde, PKK'de egemen olan anlayışla, PKK'nin kültürü ve nihaY.et lideriyle koputması daha mümkün olabılecektir. Buna baglı olarak, sınıfsal nitelikleri ve muhtevaları itibariyle önemli bir kısmının aynı zamanda Kürdistan Kurluş Mücadelesi'nin-de temel dinamikleri arasında yer aldığını öngördüğümüz bu kesimlere politikalarımızın, toplumsal projelerimizin nasıl bir üslupla taşınacağı da üzerinde durulması gereken bir sorundur. Tıpkı, birine "yalan söylüyorsun" demek ile "söylediklerin doğru değil" demek arasındaki fark gibi, doğrularımızı bu kesimlere ulaştırma ve onları etkilemede, pragmatizme düşmeden, doğrularımızdan taviz de vermeden, onların bizi dinleyebileceği bir anlatım dilini de kullanmamız gerekir. "Ayın Dosyası"nda tercih etti~imiz anlatım dilı de bu açıdan önemlidir. Nıtekim, yazının genelinde, senin belirttiğin bir izlenimcilikten ziyade, olay ve olguların kendi iç çelişkilerini ortaya koyan, vermek istediği mesajı direk ve doğrudan değil -zira, o zaman "bizim" tesbitimiz olarak algılanacağı için 'üpheyle yaklaşılması, hatta belki de salt "bıze ait" sayılması nedeniyle reddedilmesi olasılığı da mevcuttur-, okuyucunun bu çelişkilerden soyutlamalar yaparak -yani çelişkileri ve sonuçlarını "kendisi" tesbit ederek- algılamasını sağlamak suretiyle iletmeye çalı~an bir anlatım dili kullandık. Aynı zamanda değışik görüşlere de yer verip, kendi görüşümüzün farklılığını da ortaya koyarken, okuyucunun kendi tercihini belirlemesine olanak sağlamaya çalıştık. Ancak, böylesi bir anlatım diline pek alışkın olunmadığı, bizim yakın çevremiz de dahil ofmak üzere, direk -ve biraz da sert- ifadelerin, savunulan görüşlerin"doğruluğu" ve "haklılığı"nın ölçüsü olarak görüldüğü de bir olgudur ve bu durum,

ww

w.

ne

te

we .c

teşhir etmek, hem de Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi'nin yokedilmeye, içi boşaltılmaya, unutturulmaya çalışılan temel tezlerini, siyasal ve ideolojik temellerini savunmak fikriydi. Başka bir deyişle, mevcut duruma ilişkin somut politikamızı, id~lojik çözülmeye, sağa savrulmaya, teslimiyete karşı Oneelikle bu yanın güçlendirilmesi olarak tarif ettik. Ancak, bunu ne şekilde ve nasıl kitlelere yansıtılabileceği -halen de- Onemli bir sorundur. Bir kere, Kürdistan toplumunun genelinde, toplumun slyasallaşması süreci ile bunun bilinçli tercihlere dö~ştürOI!Jlesi sürecinin yan yana yürOmediği bir ge ktir. Omeğin, kitlelerin Onemli bir kısmı, sö ürgeci siyasetleri, bizzat kendi yaşamlarında ka ılaştıkları somut olaylar içinde soyutlamışlardır. Bu, siyasallaşmanın yollarından biridir. Fakat, buna karS ı nasıl ve hangi araçlarla mücadele edileceğinin bilQisi, daha ayrı bir süreçtir ve bu noktada kitlelerin, sö~ürgeciliğin toplumun iç dinamiklerini kıran etkisine de ağlı olarak, bilinçli bir tercih le değil, duygusal yö lendirmelere bağlı etkilenimlerle hareket etti ·ımeleri daha mümkün olabilmiştir. Küçümsemek anı mında söylemiyoruz ama, PKK'nin kitleler üzerinde etkinlik kurması, harekete geçirmesinde bu yan önemlidir ve kitlelerin kendini Ozdeşleştirebileceği güçlü semboller yaratıp, bunu popülist bir sOylem ve pragmatizmiyle ust~ca da birleştirmiştir. Kitlelerle PKK arasında, kitlelerle Ocalan arasında ve nihayet PKK ile ~lan arasındaki ilişkininibağın niteliği bu bağamda Onemli ve ciddidir. Bu ilişki, sonuçta salt bir "ku ncı" kültünü değil, bir"yaratıcı" kültünü de ortaya çıkartacak kadar derindir. Böylesi bir Ozdeşleşme düzeyi -aynı ölçüde olmasa bile- alt popüler kültürOn, örneğin "futbol" gibi alanlanndakiyle neredeyse benzeşir. Nitekim, bir futbol takımını tutan fanatik taraftarlar, takım kötüoynasa, yenilse, hatta küme düşse bile, kızıp öfkelenebilir, ortalığı dağıtabilir ama daha iyi oynayan takımın taraftarı olmazlar. PKK'nin etkisi altında kalmış, onun kültürüyle -negatif anlamda- yoğrulmuş kesimin özellikleri, refleksleri de bu bağlamda çok iyi hesap edilmelidir. (Burada bir parantez açıp, bunun sadece PKK bağlamında da böyle olmadığını, aynı anlayış ve ilişki biçiminin, Güneyli hareketlerden tutalım da, güçleri ve olanakları ölçüsünde Kuzeydeki bir çok hareket için de aynı şekilde var olduğunu, hatta bizim içimizde bile bir dönem izlerinin var olduğunu belirtmeliyim. Örneğin, PKK'den ayrılıp da, başka Kürt hareketlerinde çalışan pek bir kimseyi tanımıyoruz. Birleşmeler dışında, diğer hareketler arasında da geçişler çok azdır. Ya ayrılıp ayrı örgütler kurulmuştur, ya örgütsüzlük tercih edil~iştir ya da kOşeye çekilinmiştir. Belki bunun bir istis asının, geleneğinin ideolojik bir hareket temeline day ıyor olması itibariyle rizgari olduğu sOylenebilir ve ideolojik nedenlerle rizgarf'den ayrılıp da, diğer hareketlerde çalışmaya devam etmiş çok sayıda Ornek vardır.) Bu kesime, uzun yıllar inandığı, neredeyse tapınma derecesinde bağlandığı PKK ve liderinin bir teslimiyet içinde olduğunu anlatmakla, onları hemen ikna etmiş olmamaktayız. Tersine, çoğu yerde karşılaştığımız gibi, en masum eleştirilere, değerlendirmelere bile oldukça ters bir tepki verdikleri, adeta bir "öz savunma" düzeyi geliştirdikleri, hatta

05-06100

109


ww

w.

ne

te

we .c

om

ji xwendewan • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • okuyucudan Esas olarak, yazının ana fikrini de, konuyu bir "somut bir politikanın ortaya konmadığı" şeklinde sorunu temelinde ele almak, bu bağlamda sistem dilinden anlatım bu Bizce, lmektedir. de algılanabi anti-sömürgeci bir mücadelenin kaçınılmaz olarak vazge~rek değil-zira, bunun aynı zamanda aynı zamanda anti-kapitalist/anU-emperyalist bir ruzmarksıst bir yöntem olduğunu da düşünüyo taşımak zorunda olduğunu göstermek, içerik gerekir. aşmamız bunu geliştirerek sorunu PKK'nin teslimiyet çizgisine gelmesi ile sisteme "Marksist bir derginin sosyalizm vurgusunu karşıt olmaktan çıkması arasındaki içi~liğe her yazıda dengeli olarak yapması gerektiği, aksi lığına dikkat çekmek ve nihayet -yazının alt i takdirde, milliyeçilik ve marksizm arasındak ürdistan olarak asıl sürecin üzereı çıkartıldığ da in tehlikesin uçmak mayın tarlasında havaya ayırırnma yol bir de için si Kurtuluş Mücadele mevcut olduğu" tesbitine butünüyle katılıyoruz. Ancak, dergi yazısının "milliyet~ bir perspektiften geldiğine işaret etmek oluşturuyordu ve sonuçta, Kürdistanlı sosyalistlerin (sömürgeciliğe bir yazıldığı", zira "~azıda herhangı bir şekilde, sistem sorunu olarak bakmaları kapitalist ülkelerin list emperya ve rol ABD'nin oynadıgı gerektiği için) aynı zamanda kendi temellerini de bölgede Kürtlere karşı, sömürgeci devletler ile oluşturan mücadele dinamikleriyte bulu~ması aynadıkları oyunların tahlil edilmediği, sadece vurgu Y.apılıyordu. Bunları eksık bulmak, gereğine değir,ıildiği; ak mümkündür ama, bunların hiç tamamlam Güney , içerisinde YDD dönüşün bu Ocalan'ın olmadığını, bunlara hiç değinilmediğini söylemek Kürdistan'da de facto bir Kürt devleti varken · bir haksızlık olur. yapıldığı, ve bu dönüşün, sosyalist bir gözle devletine Türk n "Öcalan'ı olarak, bağlı Buna ayrılma en bakıldıgında, Kürdistan devrimind t,ıyumu iyi bir şekilde vurgulanırken, aynı anlamına geldiğinin vurQulanmadığı; yazıda, Ocalan'ın sosyalizmi reddinin vurgulanmamış Kürdistan devrimi 9ibi bır tanımlamanın bile olmasının Stirka Rizgari ile örneğin PDK-Bakur ve aslında yapılmadıgı" yönündeki eleştiri siyasal çizgiler arasındaki suların gibi oruz. katılamıy tesbitiarına ne yazıkki ına yol açtığı" ve nihayet "Okçuoğlu'nun bulanmas bu yıllardan geçen edersen dikkat kere, Bir kar~ılaştırıldığında pek çok artan yan ile yazıları yana bilinçli olarak "Kürt ulusu"nun yerine fakat, Okçuoğlu lle ayrılıkların net eceğı, bulunabil Kurtuluş "Kürdistanlılar", "Kürdistan Ulusal konmadığı" yönündeki ele~tiri ortaya şekilde bir kurtuluş l toplumsa ve "ulusal r.erine, Mücadelesi" katılamayacağım. Elbettekı, de e ve tesbitlerin mücadelesinı" kavramını da karşılayacak bir ilişkin, yukarıaa değindiğim bütününe yazının şekilde "Kürdistan Kurtuluş Mücadelesi" (ve yorumlar ve farklı aki hususlard yerine eskiden olduğu gibi "Kürt sorunu" n hareketle, böyle bir kaygı irmelerde değerlend ı kavramlar farklı gibi sorunu") n "Kürdista Ancak tersinden bakıldıgında, r. yerindedi taşıman kullanmaktayız. Bunlar, Stirka Rizgari'nin ulusal ur çizgisi ya da PDK-Bak e bütününd yazının mücadele bir ve toplurnsa kurtuluşu içiçe, bileşik hiç de belirsiz sınırlar.ın ki aramızda 'yla Okçuoqlu vurgu na kurtuluşu emeğin ve ası olarak tanımlam rden percarele farklı oldukça olmadıgını, yapması, yine emekçileri, milliyetlerinden öte, PDK-Bakur Zira, gerekir. görmek da zı baktığımı bulunduğu coğrafyada kendi sınıf çıkarları değil, yerde bir karşı sisteme , Okçuoğlu da ya etrafında bağımsız olarak örgütleme PKK'yi, kte, eleştirme durumu içinden sistemin r. sonucudu bir olmasının sahip perspektiflerine örneğin silahları bırakması ya da misak-ı milli Kullandığımız bu kavramlardan öte, asıl olarak girmesi, hatta "demokratik cumhuriyet" içine yazıda kullanılan yöntem önemlidir. Bazı ri noktasında değil, (kendileriyle de az söylemle eksik da ya ş alınmamı ele konuların yeterince çok tutarlı olarak) kemalizmin kabulleri içinde bırakılmış olması, sosyalizmden yeterince, hatta durması noktasında, yine Türk devletini de, içinde hiç söz edilmemiş olması mümkündür, ama bir aldığı emperyalist-kapitalist sistemin yer onun yazının muhtevası nı belirleyen unsur, ne yeterince uyarlı olmaması noktasında değerleri da, yazıda bu ve r yöntemdi kullanılan yazılışında Oysa yazının tQ.münde, ktedirler. Ş,leştirme yeteneklerimiz ve bilincimiz ölçüsünde diyalektik uyumu, Ocalan'ın devletine Türk Ocalan'ın . ve tarihsel materyalist bir bakış esas alınmıştır bir yerde ele ayrı an uyumu"nd "sisteme istemperyal yazıda, Senin belirttiğinin aksine tadır. alınmamak i, siyasetler Kürdistan sistemin kapitalist Mesut Zilan'ın yazısında( ... ), esas olarak sömür~eci güçlerle ilişkileri, kendi aralarındaki "tarih bizi her açıdan haklı çıkardı" PSK'nin işbirliğı ve rekabetlerle pirlikte ele alınarak in ve bu bağlamda PSK'nin ortaya çıktığı söylemin geldiği bugün Öcalan'ın ile incelenmiş ve PKK dönemden itibaren savunduğu "sosyalizm ~er, bunlarla birlikte değerlendirilmiştir. Zaten oyla bir şekilde ele alınmasa, PKK'nin bu duruma anlayışı"nın bir eleştirisini yapmak amaçlanmış. Ancak, özellikle yazım ve seçilen ifadelerde nasıl gefdiği ya da getirildiğini açıklamak da yeterince özen gostermemekten kaynaklandığını sayfadan 27. Yazıda, mümkün olamazdı. sandığırrı anlam kaymaları da sözkonusu olabilir. itibaren, b~ta ABD olmak üzere, AB, Rusya ve Fakat, Y.azısının bütününden bu arkadaşın "probögedeki sömürgeci güçlEnin konumlanı~ı. olarak adlandırdığı ve SBKP 2izgisini Sovyetık" ıçerikleri, siyasal rin rekabetie aralarındaki ilişki ve ifade eden "sosyalizm" pratiğini kastettigi Kürdistan sorununa ilişkin bakış ve programları anlaşılmaktadır. bizce, bunu kastettiği her v.b. konulara sadece değinilmemiş, kapsamlı bir " kelimesinin önüne "pro-Sovyetik" "sosyalizm ır. çalışılmışt şekilde ele alınmış, analiz edilmeye 05-06/00

110


ne

te

we .

co m

ji xwendewan • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • okuyucudan kavramını yerleştirse, ya da bu kavramı en azından tırnak içinde kullansa, belki yazım ve ifadeden kaynaklanan kimi sorunların önüne geçitmiş olacaktı. Elbetteki, yazıda kullanılan kavram ve belirlemelerde özenli davranmak, dikkatli kullanmak gerekir ve sanırız eleştiriterin ki, daha yapıcı bir dille de olabilirdi- bu arkadaş için yararlı olur. Bununla birlikte, yazının kendisinin anti-sosyalist bir içerik ta_§ımadığı ortadadır. Yazar, PSK'nin savundugu "sosyalizm" anlayışını, PSK'nin "kuruluşumuzdan beri sawnduğumuz her şey haklı ~ıktı" söylemi bağlamında eleştirmektedir. Bır partinin ya da siyasal hareketin, hatta düşüncenin sosyalist olup olmaması, nasıl bir sosyalizm anlayışına sahip olduğu, onun programı, eylemleri, dünyaya bakış açısı ve mücadele yöntemleriyle ilgilidir ve esas olarak sosyalist olmakla, bir dünya sistemi olarak kapitalizı:n karşıtı olmak içiçedir. Yoksa, örneğin Fransa, Ispanya ya da daha başka yerlerde zaman zaman "iktidar''a da gelen Sosyalist Parti'ler de vardır ama, sistem karşıtı bir yapıları sözkonusu değildir. Konunun PSKbağlamı daha da ayrı bir yerde durmaktadır. Bir kere, PSK'nin bugün savunduğu, ya da programında yer verdiği "sosyalizm" ile, 70'1ı yıllardan 1990'a kadar sawnduğu her halde aynı şey değildir. Bu yönüyle PSK'c;le, 70'1i yıllardan bu güne "değiŞ.en" yanlar vardır. Ikincisi, dün en azından "ideolojik'' bağlamıyla "sistem kar~ıtı" gibi duran -ya da kendini farklı bir sisternın içinde tanımlayan- bir anlayıştan, bugün sistemin içinde duran, onun değerlerini olunılayan bir çizgiye, "sosyaldemokrasi"nin ~zgisine gelinmi~tir. Ancak, PSK'deki bu degi~im, geçmişin azeteştirisi ya da ondan kopu~un bır ifadesi olarak da gelişmemi~tır. Böyle olunca, "dün savunduğu her şeyın bugün doğrulandığını" ileri süren bir siyasal çizgiye, bunun nasıl bir doğrulama olduğunun

sorurması olağandır.

...

( )

ww

w.

Seılamlar ve iyi dileklerinıizle ..

05-06/00

111


ww co m

we .

te

ne

w.


ew e. co m

et

w. n

ww


ew e. co m

et

w. n

ww


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.