SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
om
Yıl: 23 / Sayı: 266 / Şubat 2004
Ya Baflflk kan Apo ile özgür yaflfla am
w.
ne
te
we .c
ya da onurlu bir savafl
Her türlü y›k›c›l›¤a ve bozgunculu¤a karfl›
YAfiAM TARZIMIZDA MÜCADELE ANLAYIfiIMIZDA YARATALIM VE KAZANALIM
ÖNDERL‹K Ç‹ZG‹S‹NDE KONGRA GEL BAYRA⁄INI YÜKSELTEL‹M
● “Dünya topraklar› üzerinde özgür bir Kürt’ün hiç yaflam hakk› olmayacak m›d›r? Kökleri tarihin derinliklerine dayanan Kürt halk›n›n, hatta insanl›k uygarl›¤›n›n do¤ufluna befliklik etmifl olan Kürt halk›n›n di¤er halklar gibi ve di¤er kültürler gibi özgürce yaflama hakk› yok mudur? Evrensel düzeyde bütün kültürler ve halklar için teslim edilmifl olan haklar, niye Kürt halk› için reva görülmemektedir? E¤er bu dünyada “özgür Kürt’e yer yoktur” deniyorsa, bu söylemde bulunan güçlerin karfl›laflacaklar› tek fley, kapsaml› bir Kürt isyan› olacakt›r. Ama biz düflünen ve demokratik-ekolojik topluma inanan insanlar olarak iflin bu noktaya gelmemesi için elimizden gelen çabay› esirgemeyece¤iz. Fakat bu noktaya geldikten sonra da hiç kimse engelleyemez ve önünde duramaz. ” Halk Savunma Komitesi Sayfa 5’te
● “D›fltan gelen uluslararas› komplonun sald›r›lar›yla içten gelen y›k›c› ve bozguncu dayatmalar birdir ve hareketimizi tasfiye etme amac›nda birleflmektedir. Bu nedenle bu iki e¤ilime karfl› mücadele de birdi. Y›k›c›l›¤a ve bozgunculu¤a karfl› gelifltirece¤imiz birlik mücadelesi, ayn› zamanda uluslararas› komploya karfl› yürüttü¤ümüz önemli bir mücadele olmaktad›r. Y›k›c› ve bozguncu e¤ilimi bertaraf edip Özgürlük hareketimizin birli¤ini sa¤layarak alt›nc› y›l›nda uluslararas› komploya ölümcül bir darbeyi vurmufl olaca¤›z. Bu temelde tüm arkadafllar›m›z›, bu e¤ilime karfl› net ve kararl› tutum almaya, her türlü zay›f ve siyasal de¤eri olmayan özelli¤i aflmaya, hareketimizin birli¤ini ifade eden Önderlik çizgisinde birleflmeye, Baflkanl›¤›m›z etraf›nda kenetlenerek her türlü tasfiyecili¤e karfl› kararl›l›kla mücadele etmeye ça¤›r›yoruz.” KONGRA GEL Başkanlığı Sayfa 10’da
ww
15 fiubat komplosunu bofla ç›karan durufl biçimini
İçindekiler
KADININ VARLI⁄I BAfiLI BAfiINA B‹R ES‹N KAYNA⁄I VE YAfiAM GÜCÜDÜR
B
ABDULLAH ÖCALAN
en çok ucuz bir ba¤lanma yerine, sonuna kadar özgürlük hakk›n› kullanan bir yaflamdan yanay›m. Bu ben bile olsam, geçerli iliflki düzenini kolay kolay kabul etmemelisiniz. Benim gücüme bak›p buna aldanmamal›s›n›z. Yönetim gücüymüfl, yetkiymifl, bunlarla kendinizi sakatlamay›n. Bunlar› göz ard› edin demiyorum, ama salt buna dayanarak sa¤lam bir birlik olufltura-
mazs›n›z. Tabii iddialafl›rsan›z, bu sizi çok zorlu bir yaflam sürecine sokar. Acaba o gücü gösterebilecek misiniz? O yetene¤iniz var m›? San›ld›¤› gibi veya en az›ndan benim sand›¤›m gibi bir güç kayna¤› m›s›n›z? Yoksa içi çoktan boflalm›fl, yerinde yeller esen, allah›n zavall›s› bitmifl bir kiflilik misiniz? Bütün bunlar incelenmeye ve sorgulanmaya de¤erdir. 16’da
Başkan APO’ya özgürlük kampanyasını her yerde ve sürekli geliştirelim 2’de KONGRA-GEL çizgisinde birleşelim bahar serhildan hamlesini geliştirelim 7’de Belediyecilik yeryüzünü kurtarma hareketidir 11’de Değişimde sanat ve kültür 20’de Küreselleşme olgusu ve küresel dünya 22’de Şehit Kendal, Seyran, Yılmaz, Xelat ve Peyman arkadaşların anı yazıları 24, 25 ve 26’da 2003 yılı şehit sicilleri 27’de
Sayfa 2
Şubat 2004
Serxwebûn
“ B A fi K A N A P O ’ YA Ö Z G Ü R L Ü K ” k a m p a n y a s › n › h e r y e r d e ve s ü r e k l i g e l i fl t i r e l i m
w. ne
ww
“Önderli¤imiz de önemli olan›n zay›f ve küçük bafllang›çlardan büyük geliflmeleri yaratmak oldu¤unu her dönemde ifade etti. Do¤ru ve gelifltirici olan›n, sürekli yeni bafllang›çlar yapabilmek ve kendini bu temelde yenileyebilmek oldu¤unu gösterdi. Hareketimiz, KONGRA-GEL ile böyle bir yenilenme ve çok güçlü bir stratejik bafllang›ç yapmay› sa¤lad›. 15 fiubat’ta bafllayan özgürlük kampanyam›z ise, böyle bir yenilenmenin pratik mücadeledeki bafllang›c› oluyor.”
Otuz y›ll›k geçmiflimiz önümüzdeki y›llarda neler yarataca¤›m›z›n aynas›d›r
15
Şubat’ta halkımızın Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyanın dört bir yanında gösterdiği kararlı tutum, tam bir boykot uygulamaydı. Yediden yetmişe herkesin uluslararası gericiliği lanetleyip kin ve öfkesini geliştirerek bu kara günü geçirmesi, büyük bir eylem gücüne sahip olan halkın Önderlik
ve sonuç alıcılığını gölgeleyecek düzeyde değildir. Onlar, pratik içerisinde rahatlıkla aşılabilecek olgulardır. Şunu rahatlıkla ifade edilebilir: Asgari bir düzeyde ve kararlılıkla mevcut program ve planlamamız, KONGRA-GEL’le oluşan yeniden yapılanmamız kararlılıkla hayata geçirilirse yıllarla değil, önümüzdeki aylarda giderek büyüyen bir halk mücadelesinin ortaya çıkacağını ve bunun da 2004 yılında Kürt sorununun demokratik çözümü açısından büyük gelişmeleri ve yeni adımları ortaya çıkaracağını herkes görecektir. Önümüzdeki aylar ve birkaç yıl içerisinde böyle bir tutumla demokratik çözüm sürecini büyük gelişmelere uğratacağımızı, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünde kalıcı adımlar sağlayacağımızı rahatlıkla belirtebiliriz. Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası işte böyle bir kararlılık ve böyle bir hedef
lamış ve yeni bir sistem yaratmış olmaktan uzak bulunuyor. Tam tersine iç çatışmalar, sistem arayışıyla birlikte sürüyor. Hatta bazen ağır kayıplar verdirten çatışmalar oluyor. ABD’nin Irak’ta böyle bir çatışmayı yaşadığı kadar, bölge devletleriyle de çelişik durumu sürüyor. Yine bölge devletlerinin kendi aralarındaki çelişkileri var. Dolayısıyla bölgedeki çelişkilerden doğan yoğun bir siyasi ve askeri eylemlilik yaşanıyor. Bu çelişik durum, Kürdistan’ı, Kürt özgürlük hareketini çok derinden etkiliyor. Bir yönüyle de Kürdistan üzerindeki inkar ve imha sisteminin kırılıp yeni bir sisteminin geliştirilmesi için büyük fırsatlar ve imkanlar sunuyor. Bu kadar çelişik ve çatışmalı olan sistem, Kürdistan’da inkar ve imhayı uygulayan sistemdir. Mevcut çelişki ve çatışma düzeyi inkar sisteminin bütünlükten uzak olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda bu sistem kendi içinde yoğun bir çelişkiyi de yaşıyor. Derin bir siyasal mücadele, hatta silahlı çatışma durumu söz konusudur. Bütün bunlar, Kürdistan’ı inkar eden sistemin iç durumunu ifade ediyor. Bu inkar sistemini kırmak, Kürt sorununun demokratik çözümünü geliştirmek, Kürdistan’da demokratik bir yaşam yaratmak için yürütülen Özgürlük mücadelemiz açısından mücadele etme imkanlarının ne kadar fazla olduğunu bize gösteriyor. Bu nedenle önemli bir durumdur. Oldukça doğru değerlendirilip dikkate alınması ve buna göre gereken tutumun gösterilmesi, imkanların yerli yerinde kullanılarak Özgürlük hareketimizin hızlı bir gelişme süreci içerisine sokulması gerekiyor. Önderliğimiz, bu çelişik ortamdaki üç eğilimin varlığını değerlendirdi. Bir tanesi, ABD eğilimidir; dış müdahaleyi ifade ediyor. Küreselleşen sermayenin politikasının sürdürülmesi anlamını geliyor. Diğeri, bölge devletleridir. Bunlar 20. yüzyıl sistemini ifade ediyorlar. Ulusal sermayenin ve siyasetinin yürütülmesi anlamına geliyor. Diğer bir eğilim ise halk hareketleri ve demokratik halk gücü eğilimidir. Bu da, küresel demokrasi doğrultusunda yeni bir uluslararası sistemin kurulmasını hedefleyen yeni bir demokratik Ortadoğu yaratma mücadelesi oluyor. Dış gericilikle bölge gericiliğinin kendi iç çatışması, demokratik halk hareketlerinin gelişmesi için oldukça elverişli fırsatlar sunuyor. Bu noktada bundan da yararlanarak halkların, hem eski statükoyu temsil eden ulusal devletçi yapılarlarla hem de küresel sermaye çıkarları doğrultusunda bölgeye hakim olmak isteyen siyasi eğilimle, yani ABD eğilimiyle çelişki ve mücadelesi devam ediyor. Örgütsel ve maddi bakımdan zayıf olsa da, özellikle bölgesel ve uluslararası gericiliğin çatışmasının yarattığı ortamı da değerlendirerek, demokratik halk hareketlerinin gelişmesi için her gün zeminin daha çok olgunlaştığı ve imkanların daha da arttığı görülmektedir. Böyle bir mücadele içerisinde ideolojik bakımdan da bir oligarşiyi temsil eden, ırkçı ve gerici güçler var. Biz buna Batı sisteminin oluşturduğu cephe diyebiliriz. İslami cepheyi de, İslami Arap cephesi olarak tanımlayabiliriz. Bunların dışında bir de halkların küresel demokrasi çerçevesinde halkların demokrasi cephesi var. Bu da, yeni halk hareketlerinin gelişmesine yol açan ve bizim de içinde yer aldığımız özgürlük mücadelesini ifade ediyor. Böyle yoğun ayrışmalar temelinde mücadelenin sürdüğü bir ortamda Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nı en geniş halk kitlelerin katılımıyla sürdürmek büyük önem taşıyor. Başkan Apo, bu süreci en iyi tanımlayan, küresel demokrasinin
m
dar, bölgede de zihniyette ve siyasi yapılanmalarda köklü değişiklikler gündemleşmiştir. Bir yönüyle bunlar yaşanırken, diğer yandan ise daha büyük siyasal değişiklikler için gerekli düşünsel ve pratik hazırlıkların yapılması anlamına gelmiştir. Saddam Hüseyin rejiminin çözülmesinin bölgesel anlamı büyüktür. Hatta tarihsel anlamı derindir. Bağdat, Aşağı Mezopotamya sınıflı toplum uygarlığının geliştiği merkezdir. Biz, Sümerlerle başlayan bu uygarlık sisteminin günümüzde yeniden dünyanın yapılanması ve yeni bir uluslararası sistem arayışı sürecinde Aşağı Mezopotamya’da büyük bir çatışmaya dönüştüğünü geçen bir yıl içerisinde gördük. Bu uygarlık sisteminin yarattığı günümüzdeki son ve en büyük güç ile sistemin doğuş sahası bir çatışmayı yaşadı. Ve neredeyse tarihin başlangıcıyla sonu birbiriyle çatışır
.c o
doğrultusunda büyük gelişmeleri önüne koyan bir iddia ve kararlılığı esasına uygun olarak başlatılmış ve bu temelde de yürütülecektir. Bu kampanyayı başarıyla yürütmemizin iç imkanları kadar, dış bölgesel imkanları, örgütsel teknik gücü kadar siyasal gücü de mevcuttur. Otuz yıllık mücadelemizin büyük birikimi, ortaya çıkan değerler, halkımızın milyonlar halinde yaşadığı her yerde büyük bir fedakarlık ve kararlılıkla mücadele eden gerçeği, hareketimizin sahip olduğu imkanlar, yine mücadelemizi yürütmenin temel güç kaynakları olduğu kadar, bölgedeki siyasi gelişmeler ve yaşanan çok yönlü mücadelede böyle bir serhildan kampanyasının gelişimi için büyük imkanlar sunmaktadır. Özellikle ABD’nin Irak müdahalesiyle ortaya çıkan bölgesel durum, çelişkilerin daha da derinleşerek açığa çıkması, bölgede yoğun bir siyasi ve askeri mücadele-
we
etrafında özgürlük ve demokrasi için serhildanı geliştirmede ve onun her türlü bedelini ödemede sonuna kadar kararlılığını gösterdi. Böyle bir başlangıcı ifade eden yeni bir stratejik hamlemizin ne kadar büyük sonuçlar doğuracağını geçmişe bakarak rahatlıkla görebiliriz. Otuz yıllık geçmişimiz, önümüzdeki beş on yılda neler yaratacağımızın aynasıdır! Önderliğimiz de önemli olanın zayıf ve küçük başlangıçlardan büyük gelişmeleri yaratmak olduğunu her dönemde ifade etti. Doğru ve geliştirici olanın, sürekli yeni başlangıçlar yapabilmek ve kendini bu temelde yenileyebilmek olduğunu gösterdi. Hareketimiz, KONGRA-GEL ile böyle bir yenilenme ve çok güçlü bir stratejik başlangıç yapmayı sağladı. 15 Şubat’ta başlayan özgürlük kampanyamız ise, böyle bir yenilenmenin pratik mücadeledeki başlangıcı oluyor. Zayıflıklar ve eksiklikler kesinlikle bu büyük başlangıcın amacını
te
15
Şubat’la birlikte ‘Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nı başlatmış bulunuyoruz. Bu kampanya, her anı işkence olan İmralı koşullarında Başkan Apo’ya yönelik sürdürülen ağır tecrit ve izolasyonun protesto edilmesi olduğu kadar, uluslararası komplonun altıncı yılında Başkan Apo’nun özgürlüğünden alıkonulması, İmralı olgusunun kanıksatılmasını protesto etme, kabul etmeme ve reddetmeyi de içeriyor. Yine uluslararası komplonun Önderliğimize dayattığı imha ve çürütmeyi kabul etmediği kadar, O’nun özgürlüğünden alıkonulmasını ve İmralı koşullarında tutulmasını da asla kabul etmemeyi ifade ediyor. İmralı koşullarına alışılmayacağı, kabul edilmeyeceği ve her durumda mücadele edilerek İmralı sisteminin parçalanacağının açık tutumunu ve kararlılığını da gösteriyor. Bu çerçevede kampanya, hem Kürdistan hem de Ortadoğu için önemli gelişmeler arz eden 2004 yılının bahar mücadelesini içeriyor. Her yılın baharında gelişen serhildan kampanyalarımızın 2004 yılı gibi önemli gelişmelere gebe olan bir yılda tekrarlanması olduğu kadar, yeni özelliklerle büyük bir gelişmeyi hedeflemesi anlamına da gelmektedir. Bu kampanya, KONGRA-GEL’in geliştirdiği ilk büyük kitle eylemliliği oluyor. Bu anlamda Halk Kongremizin ilk büyük pratikleşme sürecini, halkı örgütlenmeye ve eyleme çağırma gerçeğini ifade ediyor. Otuz yıllık Özgürlük mücadelemizin ortaya çıkardığı büyük birikimi KONGRAGEL bayrağı altında kat kat arttıracak büyük bir mücadelenin başlatılmasını içeriyor. Bu, yeni stratejimiz temelinde Kürdistan ve bölge koşullarına uygun olarak özgürlük ve demokrasi mücadelemizi büyütme, geliştirme ve onun kazanımlarına yenilerini ekleme hareketidir. Bu yönüyle de KONGRA-GEL ile ifadesini bulan yeni stratejik mücadele sürecimizin kararlı bir biçimde başlatılması anlamına geliyor. Mevcut kampanya bu çerçevede KONGRA-GEL’in kuruluşuyla birlikte gündemleşen, planlanan ve son Yürütme Konseyi Toplantısı’nda da daha kapsamlı ve ayrıntılı planlamaya kavuşturularak startı verilen bir eylemliliktir. Bunlar, halkın taleplerini KONGRA-GEL’in ortaya koyduğu çerçevede hem düşünsel yoğunlaşma, hem de örgütsel hazırlıklarını arkasını alarak bunun üzerinde gelişen bir kampanya niteliğindedir. Eksiklikleri çok olabilir, zayıf adımlarla da yürüyebilir. Ancak 15 Şubat eylemliliği de göstermiştir ki, bir halk hareketinin çok yönlü gelişimi açısından hiç de zayıf bir durum söz konusu değildir. Özgürlük mücadelemizin doğuşu ve gelişim sürecindeki ilk adımlarını dikkate alırsak, çok zayıf, hiç imkanı olmayan, büyük bir emek ve yürek gücüyle gelişen hareketin ortaya çıkardığı kazanımları değerlendirirsek; KONGRA-GEL ile başlayan özgürlük serhildanımızın ne kadar geniş bir halk tabanına dayandığı ve büyük imkanlara sahip olduğu, ilk adımlarının ne kadar kapsamlı olduğu rahatlıkla görülebilir.
yi gündemleştirmiş olması, Kürdistan’ı derinden etkilemekte, özgürlük ve demokrasi için serhildanı geliştirmemize büyük fırsatlar sunmaktadır. Nereden bakılırsa bakılsın bu rahatlıkla görülebilecek ve anlaşılabilecek bir durumdur. Şu çok net görülüyor ki; ABD’nin Irak’ta Saddam Hüseyin rejimini çözülüşe uğratmasıyla başlayan süreç, Ortadoğu’da köklü bir değişim ve yeniden yapılanma sürecidir. Ortadoğu’nun 20. yüzyılın başında oluşan statükosu temellerinden parçalanmıştır. Bölge, köklü ve geri döndürülemez bir değişim süreci içerisine girmiştir. ABD’nin Irak’a askeri müdahalesinin 20 Mart 2003 tarihinde başladığı dikkate alınırsa, önce savaş ve ardından da çatışma ortamında ABD’nin Irak’a hakimiyet kurması temelinde gelişen süreç, birinci yılını doldurmuş oluyor. Geçen bir yılda Irak’ta olduğu ka-
durumda oldu. Nihayetinde bu çatışma, büyük bir değişim dinamiğini ifade ediyor.
Baflkan Apo’ya yönelen sald›r› küresel demokrasi cephesine yönelmifl bir sald›r›d›r
K
uşkusuz farklı sistemlerin çatışması fazla olmuyor. Genelde sistem içi bir çatışmadır, fakat farklı eğilimleri de temsil ediyor. Bu çatışmadan sadece Irak için değil, Ortadoğu ve hatta dünya için büyük bir değişim dinamiği ortaya çıkıyor. Bu şimdiye kadar gerçekleşmiş durumdadır. Bu mücadelenin bölgeye yayılarak devam etme durumu söz konusudur. Irak’ta çatışmalar sürüyor, ABD her ne kadar Saddam Hüseyin rejimini yıkmış, Irak’ı askeri işgal altına almış olsa da, tam bir denetim sağ-
Şubat 2004
Sayfa 3 meliyiz. Yine Önderliğimize yönelik baskılar ve tehditler sürüyor. İzolasyon, tecrit en ağır yöntemlerle uygulanıyor ve sağlık koşulları düzeltilmiyor. Bu temelde bir çürütme ve imha etme sürecine alındığı kesindir. Önderliğimiz de bunu böyle tanımlıyor. Koşulların değerlendirilmesi de bunu net olarak gösteriyor. Halka yönelik baskılar var. Çeşitli kanunlar sözde çıkartılmış olsa da, demokratik uygulamalar, Kürt dilinin, kültürünün ve kimliğinin geliştirilmesi yönündeki çabalar, çalışmalar üzerinde yoğun bir baskı söz konusudur. Bunların hepsi engelleniyor. Gerillanın ezilmesi için gizli pazarlıklar yürütülüyor. Türkiye’nin bu konuda İran ve Suriye ile görüşmeleri olduğu kadar, ABD’yle de pazarlıkları var, yine KDP ve YNK üzerinde baskıları var. Bu temelde yeni bir saldırıyla gerillanın ezilmesi ve hareketimizin de tasfiye edilmesi hedefleniyor. Özellikle mart sonunda bunun gerçekleştirileceği yönünde birçok söylenti yayılıyor. Çeşitli güçler de buna göre hesap yapıyorlar. Türkiye yönetiminin bu çerçevede yeni bir saldırı planlaması yaptığından kuşku yoktur. Ne kadar uygulayabilecek, uygulama gücü ne denli var, uygulamaları ne kadar başarılı olabilir bunlar ayrı hususlardır. Fakat AKP hükümetinin 28 Mart seçimlerinden de alacağı güçle, gerillaya ve genel de Özgürlük hareketimize karşı yeni bir komplocu saldırıyı çok yönlü geliştirmek isteyeceğinden asla kuşku yoktur. Şimdiden onun yoğun hazırlıkları içerisindedir. Bu bakımdan Önderliğimiz, hareketimiz ve halkımız üzerindeki ciddi tehdit tüm hızıyla devam ediyor. Bunu da böyle görmemiz ve anlamamız gerekiyor. Önderliğimiz, bu durumu eğer tedbir alınmazsa, ‘Türkiye’nin yeni bir karanlık sürece sürüklenmesi’ olarak değerlendirdi ve bunun mutlaka önlenmesini istedi. Bunu önlemek de, bu tehditleri görüp onu boşa çıkartacak direniş yöntemlerini geliştirmekten geçiyor. Böylesi bir süreçte Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyamızın ne denli önemli olduğunu ve serhildanı geliştirmenin ne kadar büyük öneme sahip bulunduğunu gösteriyor.
tülen mücadelenin sonuçları, 2004 yılının sonuçlarını da içerecektir. Bu bakımdan bahar dönemi önemli bir dönemdir. Hem ulusal demokratik mücadeleyi geliştirmemiz açısından, hem de Özgürlük hareketimizi tasfiye amaçlı gelişen komplocu saldırıları boşa çıkartmak ve başarısız kılmak açısından baharda alacağımız sonuçlar hayati önemdedir. Bu da başlatılan kampanyamızın Özgürlük mücadelemiz içerisindeki büyük yerini gösteriyor. Bahar hamlemiz, sınırlı bir hamle değil, Özgürlük mücadelemizin sonuçları, geleceği ve yaratacağı gelişmeler üzerinde büyük söz sahibi olan bir kampanyadır. Aslında hem yaşanan çelişki ve çatışma ortamını, halkımızın çıkarları ve özgürlük hareketimizin çizgisi bakımından yeterince değerlendirmek kadar, hareketimize yönelmiş tehditlerin boşa çıkartılmasının da 15 Şubat’ta başlayan Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nın gelişimiyle belirleneceğini belirtebiliriz. Ancak bu imkanları doğru değerlendirerek KONGRA-GEL’in güçlü bir halk örgütlenmesi ve büyük halk hareketi haline getirilmesi gerçekleşebilir. Diğer yandan hareketimizi tasfiye etmeyi amaçlayan saldırılar, bu kampanyayla rahatlıkla boşa çıkartılabilir. Eğer özgürlük kampanyamız çok yönlü, etkili ve başarılı bir biçimde yürütülür ise, AKP hükümetinin ve gerici güçlerin yeni planlı bir saldırı geliştirmelerinin önü büyük ölçüde alınmış olacaktır. Marttan sonra gerçekleşecek dönem ve gerillayı ezmeyi hedefleyen yeni bir askeri saldırı boşa çıkartılmış olacaktır. Bu bakımdan aslında nisandan itibaren neyin gelişeceği biraz da şubat mart aylarında gelişecek serhildan kampanyasıyla belli olacaktır. Güçlü gelişir ve gericiliği parçalar ise o zaman komplocu saldırıların çok yönlü ve planlı gelişmesinin önü alınmış olacaktır. Özelliklede AKP hükümetinin şiddeti tırmandırma, gerillaya yönelik askeri saldırılar geliştirme hedef ve amaçları boşa çıkartılacaktır. Bu bakımdan özgürlük kampanyamız büyük bir öneme sahiptir. Bu kampanya bu nedenle her yerde yürütülmesi gereken bir kampanyadır. Kürdistan’ın her dört parçasında böyle bir serhildan kampanyasını geliştirmenin gereği vardır. Madem ki imkanlar bu kadar çok, yine süreç bu kadar hassas, duyarlı ve üzerimizdeki tehditler bu kadar fazla o zaman Kürt halkının tümünü böyle bir mücadeleye katmak ve bunu gerçekleştirmek için de var gücümüzü seferber etmemiz gereklidir. Bu da, tüm halkın serhildana kaldırılması ve özgürlük için direnişe sevk edilmesi anlamına gelir. Bunu sağlayacak şekilde kampanyayı bütün parçalarda ve yurtdışında yürütmenin gereği vardır. Kuşkusuz Kuzey Kürdistan buna öncülük edecektir! Kuzey’de ve Türkiye’de gelişecek serhildan mücadelenin yükünü omuzlayacağı gibi, diğer alanları destekleyecek ve diğer alanlardaki halkımızın serhildana çekilmesinde de büyük bir rol oynayacaktır. Yine Kuzey’le birlikte Küçük Güney’de, bütün Arap sahasında, Büyük Güney’de ve Doğu’da 2004 bahar serhildan hamlesini güçlü bir halk eylemliliği temelinde kesinlikle geliştirmenin gereği vardır. Küçük Güney’deki halk örgütlülüğümüz bu kampanyaya aktif katılacak bir gücü ifade ediyor. Geçen yıllarda bu güçlü gelişme için hazırlık diyebileceğimiz öncü çıkışlar da yaptı. Bu yeni süreçte KONGRA-GEL’in örgütlenme ve eylem sürecinde kendisini güçlü bir pratikleşme içerisine çekebilir. Küçük Güney’in ve Suriye’nin koşullarına uygun bir eylem çizgisini oturtabilir. Aynı şekilde Büyük Güney’de ve Irak’ta bir yıldır yaşanan gelişmelere ve yürüttüğü-
T
ww
üm bunlarla birlikte, hareketimiz açısından oldukça tehlikelerle dolu kritik bir süreçten geçtiğimiz de hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur. Uluslararası komplonun altıncı yılına girdik. 9 Ekim 1998’de başlayan 15 Şubat 1999’da Önderliğimize yönelen büyük saldırı haline gelen komplonun beş yılı doldu. Bunun Önderliğimiz şahsında halkımıza, özgürlüğe, demokrasiye, bölge halklarının birliğine ve kardeşliğine uluslararası düzeyde özgürlük, eşitlik idealine ve insanlığa yöneltilmiş bir saldırı olduğu gerçeği her geçen gün daha net ortaya çıkıyor. Bu, günümüzde inkar edilemez bir olgu haline gelmiştir. Geçen beş yıl gibi böyle bir imhacı saldırının altıncı yılı da önemli bir mücadele yılı olacaktır. Hatta bu yıl, geçmiş yıllara nazaran daha önemli gelişmelere aday bir yıldır. Bundan dolayı da daha çetin bir mücadelenin yaşanacağı rahatlıkla söylenebilir. Beşinci yılda uluslararası gericiliğin yeni bir komplo saldırısını planladığı biliniyor. AKP hükümeti bunu meclisten karar olarak da çıkarttı. Gerillamızın tasfiyesi olarak meclis kararı haline getirdi. Bunu Önderliğimiz üzerinde aylarca süren yoğun tecrit ve izolasyonla birlikte yürüttü. Bu süreçte çok yönlü, ideolojik, politik, askeri ve ekonomik alanları kapsayan bir planlı saldırıya maruz kaldık. Ağustos 2003’ten beri pişmanlık ka-
le saldırılarını sürdüreceklerdir. Bunu şimdiden tartışıyor ve baskıyı hiç azaltmamak istiyorlar. Başarısız kalan yöntemlerini gözden geçirerek ve yeniden durum değerlendirmeleri yaparak hareketimizi tasfiye edecek yeni yöntemler bulup saldırmaya çalışıyorlar. Bu konuda ABD’nin arayışları bitmemiş, KONGRA-GEL’i ciddi bir değerlendirmeye tabi tutma ihtiyacı bile duymadan, terör örgütleri listesine almıştır. Bu konuda AKP hükümetine büyük bir destek verdiği gibi, Avrupa’yı da zorlamıştır. Bunun arkasında çirkin politik oyunların olduğu yine bilinen bir gerçektir. KONGRA-GEL, yani Kürt özgürlük hareketi terörist sayılarak Kıbrıs’tan taviz alınmaya çalışıldı. Bu tavize dayanarak da kırk yıllık Kıbrıs sorunu çözülmeye ve o temelde de Türkiye’nin AB’ne girişinin önü açılmaya çalışılıyor. Güya Kıbrıs sorunu çözülürse, ABD’nin yararına olacak. Türkiye, AB’ne girerse birlik içinde ABD yanlısı devletlerin safında yer alacak. Bu da Avrupa nezdinde Amerika’nın biraz daha güçlenmesi anlamına gelecektir. Amerika bu biçimde yarar görecek. Avrupalılar Türkiye’yi sömürecekler. Türkiye oligarkları, bu ilişkiler içerisinde baskı ve sömürülerini arttıracaklar. Tabii bundan zarar gören Türkiye halkı ve en fazla da Kürtler olacaktır. Bu kazançlar, Kürdistan’ın ezilmesi ve Türkiye’nin değerlerinin peşkeş çekilmesi karşılığında sağlanmaya çalışılıyor. Bunun için de bu oyunları bozma gücünde olan Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmesi ve ezilmesi çabaları sürekli yoğunlaştırılıyor. Türkiye-Amerika ittifakı yaratılmaya çalışılıyor. Bu temelde Türkiye’nin İran ve Suriye’yle de pişmanlık kanununu başarıya götürmek üzere ilişki ve ittifakları vardı. Bunlara mevcut Irak güçleri de dahil edilmeye çalışılıyor. Şiiler, sünniler, yine Güney Kürdistan’daki KDP ve YNK güçleriyle bu doğrultuda yoğun bir pazarlığın yapıldığı ve onların üzerinde hareketimize yönelip saldırıya katılmaları için baskı yapıldığı biliniyor. Bu temelde birçok çıkarı bozmayı içeren, hareketimizin tasfiyesi için neredeyse bütün gerici güçler elbirliği yaparak komplocu saldırılarını sürdürmek istiyorlar. Bu çok ciddi bir tehdittir. Dolayısıyla Önderliğimiz, halkımız, hareketimiz, Kürt özgürlüğü ve demokrasisi üzerinde komplocu tehdit devam etmektedir. Sadece yöntemleri değişiyor, ama yoğunluğundan ve hızından hiçbir şey kaybetmiyor. Bunu kesinlikle böyle gör-
te
w.
Uluslararas› komplo devam ediyor
nunu çerçevesinde planlı yürütülen bir saldırı haline geldi. Bunun daha çok ABD-Türkiye ittifakına dayalı olarak yürütülmek istendiği çok nettir. Bununla Önderliğimizi siyasal bir olgu olmaktan çıkartıp, siyasi varlığını tasfiye etmek, mücadeleden kopartmak ve Önderliğimizin pratikleşmesinde temel teşkil eden gerillayı tasfiye ettirmekle birlikte, hareketimizin tasfiyesini sağlamaktı. Bir yandan Önderliği siyasetten koparıp, diğer yandan gerillayı tasfiye ederek bir bütün Özgürlük hareketimizin tasfiyesini yaratmaktı. Bunun için ABD, Avrupa ve AKP hükümeti arasında yoğun görüşmeler, ilişki ve ittifaklar oldu. AKP hükümeti Türkiye’nin birçok değerini bu güçlere peşkeş çekti. Bu güçler arasında yoğun bir diplomasi trafiği sürdürüldü. Hareketimiz üzerinde yeni ve yoğun tehditler uygulandı. Pişmanlık kanunuyla da güçlerimiz tehdit edilerek gerillanın dağıtılması hedeflendi. Bilindiği üzere bu çok ciddi bir saldırıydı. Irak’taki gelişmelere de dayanarak kendisini hakim kılmak için, ABD’ye bütün Türkiye’yi peşkeş çekmeyi göze alan bir saldırıydı. Bu planlı saldırı Önderliğimizin, halkımızın ve gerillamızın büyük direnişiyle boşa çıkartıldı. Yine örgütümüz, KONGRA-GEL biçiminde yeniden yapılanarak bu saldırıları boşluğa düşürdü ve bu güçlerin tasfiye amaçlarını boşa çıkartmak istedi. Büyük direnişler, kahramanlıklar içerisinde ciddi zorluklara ve zorlanmalara rağmen, uluslararası komplonun hareketimizi tasfiye etmeyi amaçlayan saldırıları şubat başından itibaren boşa çıkartıldı. Ancak bu, uluslararası komplonun tümden sona erdiği, baskı ve saldırıların hareketimiz üzerinde sürdürülmediği anlamına gelmiyor. Uluslararası komplo devam ediyor! Uluslararası gericilik, AKP hükümetinin koordinesi etrafında, AKP hükümetinin Bush yönetimiyle işbirliğini geliştirmesine dayalı olarak iç gericiliği de yedeğine almayı hedefleyerek Özgürlük hareketimize yönelik komplocu saldırılarını devam ettiriyor. Bu saldırıları yürütme amaç ve iddiasından hiçbir şekilde vazgeçmiş değildir. Pişmanlık kanununun boşa çıkartılması, elbette büyük bir olaydır. 15 Şubat ardından hareketin imha ve tasfiyesinin boşa çıkartılması kadar anlamlı bir durumdur. Çünkü hem Amerika, hem Türkiye ve özellikle de AKP yöneticileri bu kanuna büyük umutlar bağlamışlardı. Bu kanun etrafında planlanıp yürütülen saldırılarla hareketimizin tasfiye edileceği hesaplanmıştı. Mevcut durumda tüm bu hesap ve umutlar kırılmış durumdadır. Bunun önemi de büyüktür. Önümüzdeki hafta ve aylarda daha büyük siyasi gelişmelere yol açacak denli büyük sonuçları içeriyor. Pişmanlık kanunun boşa çıkartılmasının ne kadar büyük siyasal sonuçları olduğunu yakın gelecekte Kürdistan’da yaşanacak gelişmeler çerçevesinde göreceğiz. Bu sonuçların kalıcı olmaması, parçalanması ve zayıflatılması için de başta AKP hükümeti olmak üzere gerici güçler, yeni yöntemler-
ne
ve demokratik halk hareketlerinin gelişmesi için gerekli felsefik, teorik, ideolojik, programsal, stratejik ve taktik çözümlerini yapan bir gücü ifade ediyor. Dolayısıyla ona yönelen saldırı, aynı zamanda küresel demokrasi cephesine yönelmiş bir saldırı anlamına geliyor. Yine halkların demokratik gelişimine saldırmayı ifade ediyor. Dolayısıyla da küresel demokrasi cephesini geliştirmek için Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nı etkin bir biçimde yürütmek, doğru bir mücadele çizgisini uygulamayı ifade ediyor. Gericilik arasındaki çelişki ve çatışmalı durum dikkate alınırsa, böyle bir mücadeleyi geliştirmenin imkanları mevcuttur. Bölgede ne dış müdahale etkin konumdadır, ne de bölgenin statükocu ve gerici güçleri bir birliğe sahiptirler. Aynı zamanda çok oturaklı da değiller. Her ne kadar kendi aralarında işbirliği yapmaya çalışsalar da, yine de çelişkilerini giderememekte, aksine kendi içlerinde de çelişik bir durumu yaşamaktadırlar. Hem bölge halkları ve onların demokrasi güçleriyle, hem de küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda dıştan gelen müdahaleyle çelişki ve çatışma konumundadırlar. Bütün bunlar, demokratik halk güçleri açısından örgütlenme, bilinçlenme ve demokratik eylemliliği geliştirme bakımından büyük fırsatlar anlamına gelmekte ve ciddi mücadele imkanlarını ortaya çıkartmaktadır.
we .c
om
Serxwebûn
Kürt’ün bulundu¤u her yer bir serhildan sahas›d›r
D
ikkat edilirse, 2004 yılının büyük gelişmelere açık olan gerçeği içerisinde bahar sürecinin çok daha önemli bir konumu ve yeri vardır. 2004 yılında yaşanacak gelişmelerin önemli bir bölümünün baharda olacağı rahatlıkla söylenebilir. Bu yılda nelerin nasıl gelişeceği biraz da bahardaki mücadeleyle belli olacaktır. Irak üzerinde de böyle bir yoğunlaşma var, Kıbrıs üzerinde de bu yönlü oluyor. AB ile ilişkilerde de bu var ve hepsinin merkezinde de Kürt sorunu var. Türkiye bütün çabalarının merkezine Kürdistan’ı koyuyor. AKP hükümeti, Kürt karşıtlığı üzerine kendini oturtmuş durumdadır. Dolayısıyla Kürt sorununda çözümün nasıl olacağı, Kürdistan üzerindeki mücadelenin 2004 yılında nasıl gelişeceği biraz da bu bahar sürecindeki gelişmelerle belirlenecektir. Burada 15 Şubat tarihinden itibaren başlatılan Başkan Apo’ya Özgürlük Kampanyası’nın ne kadar önemli olduğunu, sınırlı bir kampanya olmaktan öteye, Kürt sorununun demokratik çözümünü hedefleyen ve bir yılı içine alan büyük bir serhildan mücadelesini ifade ettiğini görüyoruz. Bu kampanyanın böyle ele alınmasında ve büyük öneminin doğru idrak edilmesinde yarar vardır. Deyim yerindeyse yıl sonunun nasıl olacağı bahardaki gelişmelerle belirlenecektir. Bahar sürecinde yürü-
“Önderli¤e yönelen sald›r›, küresel demokrasi cephesine ve halklar›n demokratik geliflimine yönelen bir sald›r›d›r. Dolay›s›yla da küresel demokrasi cephesini gelifltirmek için Baflkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyas›’n› etkin bir biçimde yürütmek, do¤ru bir mücadele çizgisini uygulamay› ifade ediyor. Böyle bir mücadeleyi gelifltirmenin imkanlar› da fazlas›yla mevcuttur.”
Sayfa 4
Şubat 2004 Nerede olursa olsun Kürt insanının köleleştirilmesi olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla Başkan Apo’nun özgürlüğü, Kürt’ün özgürlük durumunu ifade ediyor! Bu nedenle “Özgürlüğü Özgürlüğümüzdür, Başkan Apo’nun Sağlığı Sağlığımızdır!” şiarlarıyla bahar serhildan kampanyamızı çok yönlü ve etkili gerçekleştirme durumumuz söz konusudur. Bu biçimde bütün alanların eylemliliği birbirine güç ve destek verecektir.
m
Yani kampanya süreci baflar›ya ulaflana kadar sona ermeyecektir
ww
birlikte serhildandaki eylem sınırlılığını da ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Her anın koşullarına uygun, bizi başarıya götürecek eylem biçimleri neyse, onu bulup uygulamanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Bu özgürlük kampanyamız böyle bir çizgide başlayıp gelişen bir kampanyadır. Dolayısıyla sınırlı eylem biçimleriyle kalmayacak, benzer eylem biçimlerini tekrar eden bir konumda da olmayacaktır. Sürekli yenilenen, gelişen, zenginleşen, karmaşıklaşan, basitten karmaşığa, küçükten büyüğe doğru bir gelişmeyi içeren bir eylem çizgisini esas alacaktır. Bu anlamda en pasif eylem biçimlerinden en şiddetli kitle eylem biçimlerine kadar, en sınırlı dar eylemden en karmaşık bütünlüklü eyleme kadar her türlü yönteme başvuracağız. Giderek eylem çizgisinde büyüyen, karmaşıklaşan, gelişen ve gericiliğe daha ağır darbeler vuran bir eylemselliği esas alacağız. Kampanyaya doğru yaklaşım kesinlikle budur. Bu bakımdan bu kampanya sürecinde halk mücadelesinin bütün yöntemlerini uygulayacağız. Gericiliği, korkutan, zayıflatan, parçalayan, onu düşüncede, davranışta, örgütlülükte darbeleyip Özgürlük hareketimizin gelişmesine ve Kürt sorununun demokratik çözümünün ortamının olgunlaşıp gerekli adımların atılmasına kadar, bizi bu amaca götürecek her türlü eyleme bu kampanyayla birlikte başvuracağız. Eylemlerimiz zengin, yaratıcı ve gericiliği parçalayıcı olacak. Varsın gericilik bizden korksun! Oligarklar, rantçılar, çeteci güçler ve pasifistler halkın özgürlük gücünden korksunlar. Gençlerin, kadınların, Kürt insanının özgürlüğe ve demokrasiye tutkuyla bağlı, bunun için her türlü fedakarlığı göze alan, büyük cesareti gösteren gerçekliğinden korksunlar. Biz bu kampanyayla bu gerçekliği ortaya çıkartalım. Geçmişte büyük bir fedakarlık ve cesaretle yürüttüğümüz Özgürlük mücadelesini şimdide demokratik serhildan çizgisinde, ama aynı fedakarlık ve cesaretle yürütmeyi bilelim. Doğru olan tutum budur. Bu dönemin serhildanına doğru yaklaşım kesinlikle böyle olmak zorundadır. Bu bakımdan başlayan Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası zafere kadar sürecek bir kampanyadır. Herkesin bunu böyle ele alması, bunu başartacak eylem çizgisini geliştirmesi, büyük bir eylem gücü haline kendini getirmesi ve sonuç alana kadar da sürekli bir eylemlilik içinde olması gereklidir. Bu, hem zamanda hem de eylem çizgisinde bir süreklilik olmakla birlikte, tabii dümdüz bir çizgide de olmayacaktır. Mücadele bazen yoğunlaşacak, bazen zayıflayacak, bazen bazı eylem biçimlerini, bazen farklı eylem biçimlerini kullanacaktır. Bu bakımdan özellikle mücadele tarihimizin önemli günlerini Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nın doruğa çıktığı günler haline getirmenin ve kampanyayı böylesi günlerde doruklaştırmamızın gereği vardır. Bu bakımdan da bahar süreci bir zenginlik arz ediyor.
we
mız gibi bu özgürlük kampanyamız zaman bakımından da, yöntemler bakımından da sınırlanmış bir kampanya değildir. Geçmiş kampanyalarımız daha çok parçalı oldu, kopuk oldu ve iyi örgütlendirilemedi. Serhildanın stratejik ve taktik çizgisine tam hakim olamadık ve onu iyi yönetemedik. Dolayısıyla birbirlerine eklenen ve sonuç alan bir serhildandan çok, sadece eylemlilik içeren, ama birikimleri birbirine eklenmeyen kampanyalar olarak kaldılar. Dolayısıyla sonuçları zayıf oldu ve kalıcı bir birikime çok fazla yol açamadılar. Geçmişin bu özelliklerinden çıkardığımız derslerle ve esas itibariyle de KONGRA-GEL kuruluşunun bir gereği olarak, KONGRA-GEL’le birlikte örgütümüzün ulaştığı yeniden yapılanma ve yeni stratejiyi hayata geçirme düzeyine dayanarak serhildan hareketimizdeki bu eksiklikleri de gidermeyi, stratejik çizgimizin gereklerine uygun bir serhildan kampanyasını pratiğe oturtmayı gerekli görüyoruz. Bu bakımdan 15 Şubat’la başlayan Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası hem süre bakımından ve hem de eylemsellik bakımından hiçbir sınırlılığı olmayan bir kampanyadır. Bu aslında stratejik düzeyde özgürlük kampanyasının başlamasını ifade ediyor. Sonuç alana kadar ve amaçlarını gerçekleştirene kadar bu kampanya devam edecektir. Bu kampanyayı baharda olup bitecek, ondan sonra farklı kampanyalar gündeme gelecek diye beklememek ve değerlendirmemek gerekiyor. Böyle ele alınırsa bu kampanyayı anlamamak, doğru ve yeterli değerlendirmemek anlamına gelecektir. Başkan Apo’ya özgürlük kampanyası artık 15 Şubat 2004 yılı itibariyle başlamıştır. Bunu gerçekleştirene kadar bu kampanya sürecektir. Amacımıza ulaşana kadar kampanyayı sürdüreceğiz ve sürekli kılacağız. Her dönemde her ayın, her haftanın ve her günün özelliklerine göre, her mevsimin durumuna göre eylem biçimlerimizi geliştirip zenginleştireceğiz. Yani kampanya süreci başarıya ulaşana kadar sona ermeyecektir. Bu bakımdan sürekliliği vardır. Amacını gerçekleştirmeden sona erdirilecek ve bitirilecek bir kampanya değildir. Bu karakteri gereği eylem biçimleri bakımından da oldukça zengin bir içeriğinin olduğu rahatlıkla ifade edebilir. Geçmiş kampanyalarımız bazı eylem biçimleriyle kendilerini sınırlı bıraktılar. Biz bu kampanyayla
te
u baharda Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de bir seçim süreci yaşanıyor. 28 Mart seçimleri yerel yönetim seçimleridir. Bu da bizim için önemli bir durumdur. Hem serhildan kampanyasına destek verecek hem de tüm dünyada Kürt insanının geliştireceği özgürlük kampanyasından etkilenerek başarılı sonuca gidecek bir çalışmayı ifade ediyor. Bu çerçevede Kuzey’de ve Türkiye’de Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nı yerel yönetimler seçim kampanyasıyla birleştireceğiz ve birlikte yürüteceğiz. Belirttiğimiz gibi, bunların birlikte olmasının büyük avantajı vardır. Hem seçimler daha büyük katılımı, çok yönlü eylemselliği ortaya çıkartacak hem de her alanda gelişen halk eylemliliğinden etkilenerek seçimlerde yerel yönetimler seçiminde başarılı sonuçlar alma gerçekleşecektir. Bu olumlu bir durumdur. Bu gerçeği böyle ele alıp uygun yöntemlerle değerlendirerek mutlaka hem özgürlük kampanyamızda hem de seçim kampanyamızda başarılı olmak, hedeflediğimizi gerçekleştirmemiz gereklidir. Bununla birlikte seçimle, özgürlük kampanyasını birbiriyle aynılaştırmamanın da gereği var. Seçimin kendine göre özgünlükleri var. Yurtsever demokrat adaylarımızı, genel sol demokratik güç birliği çerçevesinde gidilen bir ittifak düzeyi var. O ittifakın bir politik programı ve çerçevesi mevcuttur. Bu ittifakı zorlamayacak şekilde seçim kampanyasını geliştirmek, özgürlük kampanyamızın seçim kampanyasıyla birleştirilmesinde bu hususlara dikkat etmek; müttefiklerimizi zorlamamak, seçim kampanyasını zora sokmamak açısından hem sloganlarda, hem katılım durumunda dikkatli olmaya ihtiyaç vardır. Bunu da böyle görmek ve doğru değerlendirmek gerekir. Çok yönlü bir başarı elde edebilmemiz açısından kesinlikle bu hususa da dikkat etmemiz gerekir. Demek ki özgürlük kampanyamızın Kuzey’de ve Türkiye’de seçimle birleştirilmesinin hem avantajlı yanı var –onu daha çok başarı için değerlendireceğiz– hem de dikkat edilmesi gereken yanları var. Ona katılan ve mücadele içinde olan herkes büyük bir duyarlılıkla ve sorumlulukla yaklaşım göstererek dikkat edecektir. Her ikisini de yerli yerince yürüteceklerdir. Birbirine zarar veren ve birbirini zorlayan değil, birbirinden güç alarak her iki alanda da başarıyı getiren bir çalışmayı ortaya çıkartmayı sürdüreceklerdir. Bahar serhildan kampanyamızın diğer bir özelliği de, sürekliliğidir. Her ne kadar buna bahar hamlesi ve bahar kampanyası ve yeni bir serhildan kampanyası desek de, bu yönleriyle geçmişte düzenlenen kampanyalara benzese de onlar gibi sınırlandırılmış bir kampanya değildir. Kuşkusuz bahar kampanyası oluyor ve bir dönemi ifade ediyor. Bu yönüyle geçmiştekilere benziyor. Ancak biz 15 Şubat’la KONGRA-GEL çerçevesinde başlatılan Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nı sadece birkaç aylık ya da bir bahar döneminde yürütülecek bir kampanya olarak ele almıyoruz. Geçmişteki kampanyaları-
.c o
B
w. ne
müz çalışmalara dayanarak artık bu kampanya çerçevesinde bir eylemliliğe ulaşmamızın gereği vardır. Özellikle Newroz’a doğru Büyük Güney’in bir halk eylemliliğine çekilmesi kesin gereklidir. Yani kendi koşullarına uygun bir eylem çizgisini yaratması elbette gerekiyor. Ancak eylemsizlik kabul edilebilecek bir durum değildir. Bu kadar yoğun çelişki ve çatışmanın yaşandığı, herkesin kendi amaçlarını gerçekleştirmek için mücadele ettiği bir alanda Özgürlük hareketimizin eylemsiz kalması düşünülemez. Eylemsizlik içinde herhangi bir örgütsel gelişmenin olacağı iddia edilemez. Dolayısıyla halk örgütlülüğümüzün bu sahada gelişmesi için artık stratejimize uygun demokratik bir halk eylemliliği çizgisini başta kadınlar ve gençlik olmak üzere bu sahada da geliştirmemiz gereklidir. Yine Doğu Kürdistan’ın büyük potansiyelinin bu bahar hamlesine aktif katılımını sağlamak büyük önem arz ediyor. Doğu halkımızın derin bir yurtseverliği yaşadığı, Önderliğimize bağlı olduğu, hareketimizden şu veya bu düzeyde etkilendiği bilinen bir gerçektir. Özellikle 15 Şubat komplosunu protestoda büyük bir çıkış yapmıştır. ’99 baharındaki çıkışı hem Kürdistan’ın geneline hem de İran’daki duruma etkide bulunmuştu. Geçen süreçte bunda belli zayıflıkların olduğu bir gerçektir. Ancak bu alanda giderek bilinçlenme ve örgütlenme faaliyetlerimizde de bir gelişme yaşanmıştır. Şimdi İran’da yaşanan seçimlerin sonuçlarına da dayanarak 2004 yılının bu büyük değişim içeren mücadele gerçeğine de denk düşecek şekilde serhildan hamlemize Doğu’daki halkımızın da etkin katılımını sağlamak kesinlikle önem arz ediyor. Eylemsizliği Büyük Güney’de olduğu gibi, bu sahada da kabul etmemek gerekir. Bunlarla birlikte Avrupa’daki halkımız, yine Rusya ve Kafkasya’daki halk kitlelerimiz bu 2004 bahar hamlesine Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’na en etkili katılacak güçler içerisindedir. İster Avrupa, ister Rusya’daki halkımız olsun hepsi de bu değişim sürecinde sürekli bir serhildan içerisinde oldular. Bu yönüyle halkımıza güç ve moral vererek, Kürdistan parçalarını olumlu etkilediler. Bir yerde değişim döneminin eylemsel yükünü omuzladılar. Bu önemli bir durumdu. Özgürlük hareketimizi devam ettirmek ve Özgürlük mücadelemize büyük bir güç katmaydı. Şimdi bütün Kürdistan’da büyük bir eylemselliğe geçerken, bu sahaların da buna aktif katılımını gerçekleştirmek önemini sürdürüyor. Bu alanlar, mücadelemiz içerisindeki yer ve önemlerinden asla bir şey kaybetmemiş oluyorlar. Dolayısıyla en örgütlü olan bu sahalar, bu kampanyaya da aktif katılım göstereceklerdir. Hem Kürdistan’daki eylemselliğe güç ve destek verecekler hem de kendi alanlarında geliştirecekleri eylemlerle gericiliğe darbe vurarak Kürt sorununun demokratik çözümünün önünü açacaklardır. Kampanyamızın bir özgürlük kampanyası olduğu, Başkan Apo’ya Özgürlük şiarıyla geliştiği açık bir gerçektir. Bu çerçevede her yerde, Kürt insanının ve halkının bulunduğu her alanda kampanya gelişecektir. Kampanyamız her yerdedir. Kürt’ün bulunduğu her bir yer serhildan sahasıdır! Bahar boyunca böyle bir süreci kesinlikle yaşayacağız. Her yıl tecridi, izolasyonu teşhir edecek, protesto edecek ve İmralı koşullarını, Önderliğimizin sağlığına yöneltilmiş saldırıları reddedecek ve bununla da yetinmeyecek Başkan Apo’ya özgürlük isteyecektir. Doğru tutum, Önderliğimize özgürlük isteme tutumudur. Özgürlüğünün kısıtlanmasını, Kürt halkının özgürlüğünün kısıtlanması olarak görüyoruz.
Serxwebûn
“Kad›n›n özgürleflmesi Baflkan Apo’nun en büyük özlemi, temel duruflu ve mücadelesidir. Özgür kad›n mücadelesi asl›nda en temel Önderlik mücadelesidir. Dolay›s›yla günümüzde 8 Mart’› kad›n özgürlük çizgisine uygun olarak kutlamak, onu do¤ru yaflamak bu çizginin en büyük emekçisi olan Baflkan Apo’nun durumuyla ba¤l›, ilgili olmaktan, Baflkan Apo’nun özgürlü¤ü için mücadele etmekten geçiyor. ”
Önderlik çizgisi kad›n özgürlük çizgisidir
15
Şubat’la halkımız genel bir protesto uyguladı ve uluslararası komployu mahkum etti. Önderlikle bütünleştiğini ve Başkan Apo’nun durumunun kendi durumu olduğunu dosta düşmana herkese gösterdi. Bu önemli bir tutumdu, büyük bir duruştu. Halkımız altı yıldır bu gerçeği yaşıyor. Ve anlamak isteyen herkes için kendi tutumunu göstermiş bulunuyor. Martla birlikte serhildanı doruğa çıkartacak önemli günlerin daha da yoğunlaşacağını biliyoruz. Başlangıçta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü var. Kadın özgürlük mücadelesinin her alanda çok yönlü gelişeceği bir gün. Kadın özgürlüğüyle, Önderlik özgürlüğü arasında ayrılmaz ve kopmaz bir bağ vardır. Önderlik çizgisi, kadın özgürlük çizgisidir. Kadının özgürleşmesi Başkan Apo’nun en büyük özlemi, temel duruşu ve mücadelesidir. Özgür kadın mücadelesi aslında en temel Önderlik mücadelesidir. Dolayısıyla günümüzde Kürdistan’da, Ortadoğu’da 8 Mart’ı anlamlı kutlamak, kadın özgürlük çizgisine uygun olarak kutlamak, onu doğru yaşamak bu çizginin en büyük emekçisi olan Başkan Apo’nun durumuyla bağlı, ilgili olmaktan, Başkan Apo’nun özgürlüğü için mücadele etmekten geçiyor. Bu nedenle Kürdistan’da ve yurtdışında başta Kürt kadınları olmak üzere bütün dünya kadınlarının özgürlük mücadelesini Başkan Apo’ya Özgürlük Kampanyası’yla birleştirmek için çalışmalıyız. Kadın özgürlük eylemini büyütmeli, aynı şekilde Başkan Apo’ya Özgürlük Kampanyası’nı büyütmeliyiz. Birinin diğerinin büyümesi olduğunu bilerek hareket etmeliyiz. Doğru bir biçimde her iki kampanyayı da birleştirebilmeliyiz, birbirinden kopuk ele almak kesinlikle Kadın özgürlük çizgisini, özgürlük ideolojisini aynı zamanda Başkan Apo’yu doğru anlamamak olur. Her ikisini de doğru anlamak en üst düzeyde birlik, birleştirerek, bütünlük sağlayarak, gerekli tanımlamayı yaparak en güçlü özgürlük eylemine yol açmaktan geçer. Bu nedenle bütün Kürt kadınlarının dünya özgür kadın hareketliliğini de etkileyerek 8 Mart’ı Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nda bir doruk haline getirmesi, kendi özgürlüklerine de, toplumsal özgürlük çizgimizi de, Önderlik çizgimize de doğru sahip çıkmakla olacaktır. Onun ardından Newroz’a gideceğiz. Bu yılın 21 Mart’ı serhildan hareketimizde Başkan Apo’ya Özgürlük Kampanyası’yla birleşerek doruğa ulaşacak bir Newroz olacaktır. Son yıllarda Newroz, Kürt halkının bir kamuoyu yoklaması gibi, bir halk konferansı toplamak ve halk kongresi yapmak gibi geçti.
Devam› sayfa 15’te
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 5
15 fiubat komplosunu bofla ç›karan durufl biçimini
om
YAfiAM TARZIMIZDA MÜCADELE ANLAYIfiIMIZDA YARATALIM VE KAZANALIM ❖
Komploya karfl› do¤ru tutum güne dayat›lan çizgiyi bofla ç›karmakt›r
K
lemede, hakim olacak sistemi belirlemede önemli ve stratejik bir sahadır. Bu nedenle herkes bu saha ile ilgilidir. Dolayısıyla hareketimizle de, sadece Kürdistan’ı sömürgeleştiren devletler değil, hemen hemen herkes ilgili olmuştur. Ve bu durum halen de devam etmektedir. Tüm güçlerin ilgisini toplayan hareketimize ve Önderliğimize karşı geliştirilen uluslararası komplo da, bu yüzden geniş bir koalisyonun katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Belki de bu kadar gücün bir araya geldiği dünyadaki belli başlı olaylardan birisidir 15 Şubat uluslararası komplosu. Konuyla ilgili bir takım araştırmalar geliştiren araştırmacı yazarların da belirttiği gibi, komploya 34 devlet iştirak etmiştir. Direkt ya da endirekt, dolaylı ya da dolaysız, yani bir biçimde komplo sürecine bulaşan devlet sayısı 34’tür. Tabii bunlar dışında ayrıca örgütler de vardır. Bu kadar kapsamlı olması, uluslararası güçler tarafından ne kadar stra-
ww
bu uluslararası komplocu çizgiyi gerçek anlamda nasıl boşa çıkarabileceğimiz, onu boşa çıkaracak bir militan duruşa nasıl sahip olabileceğimiz sorularını kendimize sorup bu temelde cevap almaya çalışmaktır. Doğru tutum budur. Doğru tutum bireysel, duyguyla yüklü, duygusal çıkışlarla cevap olma arayışı değildir. Hatta o tür arayışların bir kısmı önemli oranda zarar vermektedir. Doğru tutum güne dayatılan çizgiyi boşa çıkarmaktır. Bu çizgi nedir, halkımıza neyi reva görüyor? Bu çizgi, özgür Kürt’ü kabul etmeyen çizgidir. Ya imha ya teslimiyeti dayatan çizgidir. Özgür Kürt’e karşıt olan çizgidir. Uluslararası komplonun çizgisi esas olarak budur. Ve bu çizginin amacı, hareketimizi tümden ya imha etme ya da Apocu çizgiden saptırarak teslim almadır. Teslim alamadığı taktirde kesin olarak tasfiye etmedir. İnsanlık tarihinde önemli bir yeri olan, uygarlığın gelişmesinde merkez rolü oynamış olan Ortadoğu, tam beş yüz yıldan bu yana, bir gerileme ve daralmayı yaşayarak dogmatizmin kıskaçları arasında neredeyse boğulacak bir düzeye getirilmiştir. Bundan dolayı da bütün tarihi geçmişi, kültürel birikimi ve geleneklerinin bir biçimde günümüzle bütünleşmemesi, hatta dogmatik yaklaşımlar sonucu günümüz gerçekliği
Bugün taraflar, kamuoyu karşısında bu yüzden zorlanmaktadır. Yunan devleti, Ege-Kıbrıs sorununu kendi lehinde çözmek istemiştir. Bununla birlikte Önderliğimizin Türkiye’ye verilmesiyle büyük ihtimalle imha edileceğini düşünerek Türk-Kürt halkları arasında belki de on yıllarca sürebilecek bir düşmanlık, birbirini boğazlama savaşını başlatma, böylelikle Türkleri ve Türk devletini de zayıflatma planları vardı. Böylesine kirli bir takım ekonomik ve siyasal çıkarlar uğruna halkların kanının akıtılmasına dönük planlar yapan tutum ve yaklaşımlar söz konusudur. Eğer komploya Önderliğimiz doğru yaklaşmamış olsaydı, komplocuların kurmuş oldukları tuzaklar peş peşe devreye girseydi, bugün Türkiye’nin ve belki de Kürtlerin durumu bambaşka olurdu. Komplocuların tuzağı sadece Önderliğin esir alınıp Türkiye’ye verilmesi ile sınırlı değildir. Komplonun bu gerçeğini gören, içinde bulunduğu zor koşullara rağmen bunu en iyi ve doğru bir biçimde çözümleyip doğru çözüm tutumunu geliştiren yine Önderliğimiz olmuştur. Önderliğimizin bu dahiyane tespitleri ve tutumu olmasaydı, bugün TürkKürt halklarının bir arada yaşama koşulları tümden ortadan kaldırılmış olacak, halklar arası düşmanlık ve savaş gelişecekti. Ama Önderliğimiz, bu tuzağı fark edip komployu çözümleyerek bu süreci tersine çevirmiştir. Komplocuların beklediği gibi halklar arası düşmanlık, çatışma ve savaş değil, halklar arası kardeşlik ve barış koşullarını daha da güçlendiren bir projeyi geliştirmiştir. Hareketimizin ve halkımızın da bu yeni çizgi ve proje etrafında saf tutmasıyla beraber, bu bir mücadele stratejisine dönüşmüştür. Savaş değil, barış sürecinin gelişmesine imkan sunan bir platform yaratılmıştır ve bunun tek mimarı da Başkan Apo’dur. Türkiye sonuç aldığını ve bu yüzden ortamın sakinleştiğini her gün söylese de, bu süreci geliştiren ve mevcut ortamı yaratanın Başkan Apo olduğunu herkes bilmektedir. Komplonun ilk süreçlerinde hareketimiz böylesi bir tespitte bulunmamıştır. Hareket yönetimi olarak kararımız, komployu boşa çıkarmak ve yanıtlamaktı. Ama bunu salt direnişle gerçekleştirmeyi öngören bir yaklaşım ve kararımız söz konusuydu. Nitekim bu yaklaşım 15 Şubat sonrasında da belli bir müddet devam etmiştir. Gerek 15 Şubat öncesi ve gerekse de sonrasında Apocu militanların ve yurtsever halkımızın fedai ruhla ortaya koyduğu eylemler, uluslararası komplonun nasıl karşılandığını ortaya koymuştur. Yüzlerce Apocu militan ve yurtsever fedaice canlarını ortaya koyarak sürecin nasıl gelişeceğinin ve nasıl gelişmesi gerektiğinin mesajını vermiştir. Fakat bu gidişatın varacağı noktayı tespit eden, salt direniş tutumuyla komploya karşı mücadele yürütmenin komployu boşa çıkarmaktan ziyade, onların kurmuş oldukları tuzaklara düşme anlamına geleceğini gören Başkan Apo olmuştur. Önderliğimizin İmralı Savunmalarıyla ortaya koyduğu çözüm formülleri temelinde komplo gerçeği daha iyi kavranarak daha doğru bir mücadele çizgisinde belli bir çaba sahibi olunmuştur. Çünkü uluslararası komploya karşı tek bir yönden kaba direniş tarzıyla mücadele etmek ve böyle bir mücadele perspektifiyle sonuç almak mümkün değildir. Öncelikle, komplo sürecine karşı meşru savunma çizgisinde direnme, ama bununla birlikte komployu boşa çıkaracak yeni bir siyasal örgütsel yapılanmayla mücadeleyi sürdürme hedefi Önderlik tarafından önümüze konulmuştur. Salt kaba direnişin aşılıp meşru savunma çizgisinin bir mücadele stratejisi
we .c
karşısında enkaz haline getirilmesinden dolayı, büyük bir çarpıklaşma ve çarpıtma olayına sahne olmaktadır. Bu yüzden bölgeye özgün sorunların çözümsüzlükte boğulması, adeta bölgede hiçbir sorun çözülemez gibi bir tablonun yaratılması sonucu bölge sorunlarının çözümsüz kalması ve bir sorunlar yumağı haline getirilmesi durumu söz konusudur. Ortadoğu’nun her açıdan daraltılmış gerçeğine karşı yeni bir sistem ve yeni bir çizgiyi geliştirerek buna cevap olmayı hedefleyen Önderliğimiz, yeni bir ideolojik politik çizgi ve sistemi, alternatif bir sistemi yaratarak geliştirmiştir. Bu yüzden, bölgenin sorunlar yumağı haline gelmesinden fayda sağlayan, ekonomik, siyasal ve askeri parse toplayan, bölgenin kendi sorunlarıyla boğuşmasından yarar gören güçler, Önderlik çizgisini kendi stratejik çıkarları açısından tehlikeli görmüş ve söz konusu komployu geliştirmişlerdir.
te
w.
omplocu güçler, uluslararası komployla halkımızın geleceğini karartmak, halkımızı kimliksiz, kişiliksiz ve kölece bir yaşama mahkum etmek istemişlerdir. Bu anlamda Kürt için kara bir gündür. Bu komplonun 15 Şubat 1999 tarihinde gelip dayandığı nokta, kara gün olma gerçekliğidir. Ama bizim görevimiz, bu gerçeği tersine çevirmek, kara günü aydınlık güne dönüştürmektir. Böylece geleceği karartılmış bir halkı, geleceği parlak olan bir halk gerçeğine ulaştırmaktır. Bugün öncelikli görevimiz bu çerçevede değerlendirilebilir. Yani biz sadece protesto etmekle, kınamakla kalamayız. Görevimiz aslında tüm dünya insanlığı için kara bir leke olan bu büyük haksızlığı, bu büyük namertliği mutlaka ortadan kaldırmak, 15 Şubat komplosuyla halkımıza ve bölge halklarına dayatılan sistem ve cendereyi kabul etmemek, onun yerine halkların özgür yaşam tarzını geliştirmek ve bunun pratiğini gerçekleştirmektir. Gerçek anlamda bir devrimci pratiğe ancak bu şekilde sahip olabiliriz. Sonuç olarak görevimiz, geleceği aydınlatmak, kara günü aydınlık güne, büyük özgürlük gününe dönüştürmüş bir devrimci pratiğin sahibi olmaktır. Bu noktada, en temel insanlık borcu olan, insan olmanın bir gereği olarak bu haksız, adaletsiz uluslararası komplo gerçeğine karşı durma, ona karşı mücadele etme ve etkisizleştirme görevimiz vardır. Apocu çizgide kendisine sıradan insandan daha fazla rol atfeden kişiler olarak bizler, bütün sempatizan, militan ve kadro gücü olarak günü daha farklı bir yoğunlaşma ve derinleşmeyle, bu kara günün bize
yüklediği ağır tarihsel görevlerin bilincine vararak geçirmeli, orucu da bu temelde yoğunlaşmaya temel yaparak tutmalı ve böylece komployu boşa çıkaracak kişiliğe, kararlılığa, duruş biçimine ulaşmayı esas almalıyız. Bugünü ancak böyle anlamlı bir tarzda bir derinleşme ve yoğunlaşma gününe, daha doğru katılımın sağlandığı bir güne dönüştürürsek bir anlamı olacaktır. Aksi taktirde öyle dar ve yüzeysel yaklaşımlar ve sıradan yaklaşımlarla günün gereklerine doğru bir şekilde ulaşılamaz. Aynı şekilde duygusal ve bireysel bir takım çıkışlarla güne cevap olma ve çalışma tutumları da sonuç alıcı olmayacaktır. Bunlar içinde bulunduğumuz süreç itibariyle doğru değil, yanlıştır ve bu yaklaşımlar içine girilmemelidir. Güne doğru cevap olmak bireysel eylem adı altında kendini yakma ya da farklı bir biçimde eylemsel bir sürece tabi tutma değil, Önderliğimize ve Önderliğimiz şahsında halkımıza dayatılan
ne
15
Şubat komplosunu ve 15 Şubat gününü bir devrimci militan nasıl karşılamalıdır? Halkımız bugünü kara gün olarak ilan etmiş ve bugün, halkımızın ve mücadelemizin tarihine, hatta insanlık tarihine bu ifadeyle yazılmıştır. 9 Ekim 1998’de gelişen uluslararası komplonun 15 Şubat’ta Önderliğimizin esaretiyle sonuçlanması, bugünü kara bir gün yapmıştır. Halkımız bugünü böyle karşılamakta ve kara gün olarak lanetlemektedir. Kürdistan halkı için böyle bir kara günü reva gören komplocuları çeşitli eylemler, yürüyüşler, mitingler ve boykotlarla protesto etmekte ve lanetlemektedir. Yine tüm halkımız bugünü oruç tutarak karşılamaktadır. Tüm bunlar, bugünü derinliğine algılamak ve hiçbir suretle bize dayattıklarını kabul etmemek anlamında yerinde tutumlardır. Halkımız da, bu konudaki ısrarlı tutumunu beş yıldan bu yana gün geçtikçe daha da fazla arttırarak devam ettirmektedir. Tabii ki, halkımızın tutumu böylesine net ve keskinken, özellikle de Apocu hareketin olanaklarından şu veya bu düzeyde yararlanmış, eğitim imkanlarından faydalanmış, Apocu hareket hakkında daha fazla aydınlanmış ve bir de bu temelde söz vererek militan olmaya karar vermiş kişiler herhalde sadece bugünü lanetlemek ve protesto etmekle kalmayacaklardır. Onlar sadece bununla yetinmemelidir, sadece lanetlemek ve protesto etmekle sınırlı kalmak bu kesim için asla kabul edilemeyecek bir tutumdur ve bu aynı zamanda görevlerini de tam olarak yeterli bir şekilde ifa etmemeleri anlamına gelecektir. Çünkü öncelikli görev, kara günü lanetlemek ve protesto etmekten ziyade, kara günü aydınlığa dönüştürmektir.
Apocu çizgi halklar›n öz kimli¤ine dayanan yeni ve alternatif bir çizgidir
H
er ne kadar Kürdistan bölgenin en geri bırakılmış coğrafyası ve Kürt halkı da parça parça edilmiş bir toplumsal gerçeği yaşayan bir halk olsa da, Apocu önderliksel hareket bu gerçekliğe dayanarak çıkışı gerçekleştirmiş, hem Kürdistan sorununu ve hem de bütün bölge haklarının sorunlarını çözme perspektifini ve stratejisini geliştirmiştir. Kuşkusuz bu çizgi alternatif bir çizgidir. Halkların öz kimliğine, öz benliğine, tarihi geçmiş ve dönemeçlerine, günümüz çağdaş demokratik ölçülerine denk düşen, onu birbiriyle bütünleştirerek, sentezleyerek geliştiren yeni ve alternatif bir çizgidir. Bölgenin keşmekeşliğinden, kendi sorunlarıyla boğuşmasından yarar sağlayan güçler, doğal olarak böyle bir çizgiyi kendileri için tehlikeli görmüş, bundan dolayı hareketimizi hedefleyerek tümden tasfiye etmeyi amaçlamışlardır. Ortadoğu’nun jeostratejik konumu bilinmektedir. Bu jeostratejik konumundan ötürü, tüm dünya açısından önemli bir bölge olma niteliğine sahiptir. Dünyanın geleceğini belir-
tejik bir konu olarak ele alındığını gösteren bir sonuçtur. Önemle ele alınarak sonuçlandırılmak istenilen bir konu olarak gündemlerine aldıkları çok açık bir şekilde ortadadır. Bu sürece katılım gösteren birçok gücün değişik amaçları söz konusu olduğu gibi, bütün bu güçlerin birleştikleri ortak noktalar da vardır. 15 Şubat komplosu, birçok çevrenin, birçok gücün ve devletin değişik hesaplar yaparak katılım sağladığı bir komplodur. 15 Şubat komplosu, hiçbir hukuki ve insani yanı olmayan, kirli çıkarlara dayanan bir planın sonucunda yaşanmıştır. Henüz bu komplo bütün boyutlarıyla açığa çıkarılmış değildir. Beş yıldan bu yana birçok yönü biliniyor ve tartışılıyor olsa da, halen bilinmeyen yönleri ağırlıktadır. Kapalı kapılar ardında birçok gizli ve kirli anlaşma yapılmıştır. Halkımızın Özgürlük mücadelesi ve tarih, ileride komplonun gizli kalan yanlarını açığa çıkaracak ve ortaya çıkan sorunları çözecektir. Komplo sürecinde Türkiye’nin vermiş olduğu sözler vardır. Bugün gündemde olan ve yoğun bir şekilde tartışılan Kıbrıs sorununun, tarafları kamuoyunda bu kadar zorlamasının ana nedeni, 15 Şubat komplosu nedeniyle daha önceden tarafların birbirine vermiş oldukları sözlerdir. Buna ABD gibi uluslararası güçler de müşaade etmişlerdir.
HALK SAVUNMA KOM‹TES‹
Şubat 2004
Uluslararas› ve bölgesel güçler Apocu hareket ve Kürt sorunu konusunda birleflmektedir
w. ne
areketimiz için 15 Şubat komplosuyla birlikte başlayan yeni mücadele döneminde komploya karşı duruş, mücadelenin esası olmuştur. Öncelikle Kürdistan özgürlük mücadelesine dayatılan uluslararası komployu boşa çıkarma, ve bu çerçevede bir devrimci tutum alma görevi öne çıkmıştır. Hareketimiz bu temelde kapsamlı bir mücadeleyi yürüterek bugünkü sonuca ulaşmıştır. Bugün, beş yıl önce gerçekleşen uluslararası komplonun, yürütülen mücadeleyle sonuçsuz kaldığı kanıtlanmıştır. Komplonun amacı hareketi tasfiye etmek olmasına rağmen, bugün Apocu hareket her zamankinden daha güçlü bir biçimde ayakta duruyorsa, bu durum, komplonun sonuçsuz kaldığı anlamına gelmektedir. Komplo sonuçsuz kalmış fakat gündemden çıkmamıştır. Beş yıldan bu yana komploya karşı yürütülen bir mücadele çizgisi söz konusudur. Önderliğin bir mücadele çizgisi vardır. Bir hareket olarak bu çizgiyi tam ve yeterli bir biçimde uygulayamamış olsak da, belirli bir tutumun olması, özellikle halkımızın da Önderlik çizgisinde saf tutarak uluslararası komplocu güçlere karşı mücadeleyi geliştirmesiyle, uluslararası komplo sonuçsuz kalmış, ama tümden devreden çıkarılamamıştır. Eğer biz Önderlik çizgisini bütünüyle, doğru bir biçimde, yeterli bir düzeyde ve zamanında pratikleştirebilseydik, belki de komployu bugün tümden devre dışı bırakmış olabilirdik. Ama pratik süreç içerisinde ortaya çıkan yetersizlikler nedeniyle, komplo sonuçsuz bırakılmış olsa da, tümden devre bırakılamamıştır. Komploya karşı mücadele değişimle birlikte ve iç içe gelişen bir mücadeledir. Biz eğer değişimi gerçekleştirmeden eski duruş ve pozisyonda devam edip mücadele edersek, ne kadar edersek edelim, komploya karşı mücadelede sonuçsuz kalacağımız kesindir. Komploya karşı mücadele ancak büyük değişimi yaratma mücadelesiyle birlikte sürdürülürse başarı sağlayabilir. Eski paradigmalarla, eski örgütsel modellerle uluslararası komployu bertaraf etmek, hemen hemen olanaksızdır. Kendimizi tümüyle yenileyerek, değişim dönüşüme uğratarak, çağdaş ölçüler temelinde ilkeli, onurlu, demokratik mücadele çizgisini esas alarak doğru ve yeterli bir cevaplamayı geliştirebiliriz. Uluslararası komploya karşı mücadelemizin önemli yetersizlikleri taşıdığı bilinmektedir. Önderliğin mesajlarını gecikmeli algılama ve uygulama tutumu bizde bir kader haline gelmiştir. Önderlik perspektiflerini geç kavrama ve uygulama durumundan dolayı, zamanında cevaplayamama, yetersiz kalma, geriden takip etme gibi bir pozisyona düştüğümüz açık bir gerçektir. Bu, tempoda bir geriliği de ifade etmekte ve zamanında gereken tutumu alamamayı da beraberinde getirmektedir. Önderlik çizgisinde yürüme olsa da, bunu geç anlama ve uygulama tutumu söz konusudur ki, Önderlik bunu “yetersiz yoldaşlık” olarak tanımlamıştır. Hareketimizin yaşadığı bu durumdan dolayı, uluslararası komploya karşı mücadelede her ne
U
ww
luslararası komplonun beşinci yılını tamamladığı bu kara günde şunu söyleyebiliriz; halkımız ve mücadelemiz uluslararası komplonun altıncı yılında daha güçlü imkanlara ve mevzilere sahip bir biçimde komploya karşı mücadele sürecini daha üst bir aşamada sürdürecektir. Eğer daha etkili ve yeterli bir mücadele performansını bu geçmiş süreçte göstermiş olsaydık, belki de komployu tümden devre dışı bırakabilirdik. Ama bugün, komplo belki sonuçsuz kalmış, ama bir daha devreye girme ihtimali tümden ortadan kalkmamıştır. Hareket ve halk olarak siyasal, sosyal, kültürel ve diplomatik her alanda ve militan düzeyde daha etkili, geniş bir yelpazeyi kapsayan, çağın en gelişmiş demokratik standartlarını aşan çağdaş demokratik çizgide örgütlenmiş bir mücadele projesi ile komplocu güçlere karşı en etkili mücadele mevzilenmesine kavuşmuş olmaktayız. Bu açıdan altıncı yıla daha güçlü, etkili ve sonuç alıcı olanaklara sahip olarak girmekteyiz. Fakat buna paralel olarak karşıt güçler de bir yoğunlaşma yaşamaktadırlar. Özellikle Kürdistan üzerinde yürütülen inkar ve imha siyasetinin günümüze kadar ısrarla sürdürülmekte ve her fırsatta bunun uluslararası desteği için çok yönlü manevralar yapılmaktadır. Uluslararası komplonun beşinci yılında bölgede yaşanan gelişmeler, müdahale durumları her ne kadar Kürdistan üzerindeki inkar ve imha siyasetinde bir gedik açmış olsa da, karşıt güçlerin bunda ısrar etmeleri ve bu temelde belli bir konsepte doğru gitmekte olduklarını da görmekteyiz. Özellikle Önderliğimiz üzerinde uygulanan tecridin giderek ağırlaştırılması, halkımıza yönelik baskının herhangi bir gevşeme yaşamadan devam etmesi ve güçlerimize karşı her fırsatta saldırıların geliştirilmesi bunun artık temel bir yaklaşım olarak somutluk kazandığı anlamına gelmektedir. Kürdistan üzerinde egemen olan devletlerin kendi aralarında ittifaka
olacağını şimdiden belirtmek mümkündür. Kürt halkının kendisine dayatılan inkar ve imhayı kabul etmeyeceği çok açıktır. Karşıdaki güçler de bunda ısrar ettiklerine göre, hareketimizin ve halkımızın her türlü olasılığa güçlü bir biçimde hazırlanması gerektiği net bir biçimde ortadadır. Bu anlamda geçtiğimiz günlerde KONGRA-GEL Yürütme Konseyi bir toplantı gerçekleştirerek son durumları gözden geçirmiş ve 15 Şubat’ın geniş ve kapsamlı bir biçimde protesto edilmesini öngörmüştür. Aynı zamanda bu günü Önderliğe özgürlük kampanyasının başlangıcı olarak ilan etmiştir. Mücadeleyi bütünüyle buna endeksli bir biçimde geliştirmek temel görevimiz durumundadır. Şimdi birçok çevre, bizim fanatikçe yaklaştığımızı ve duygusalca politika geliştirdiğimizi düşünerek Önderliğe duygusal bağlılığımızdan dolayı her şeyi Önderliğe kilitlediğimizi belirtmektedir. Bu, bir yönüyle doğrudur. Ama esas olarak doğru değil ve yetersiz bir tespittir. Her şeyden önce Önderliğimiz bir çizgidir. Halkımız için bir özgürlük çizgisidir, bir kimliktir. Halkımız meydanlarda her fırsatta; “Önderliğimizin yaşamı bizim yaşamımız, sağlığı bizim sağlığımız, Önderliğimiz üzerindeki tecrit, halkımız üzerindeki tecrittir” demektedir. Bu tespitler duygusalca şeyler değil, doğru ve bilimsel tespitlerdir. Çünkü Kürt halkının yeni yaşam kimliği Apocu çizgidir. Kürt halkı için Apocu çizgi 21. yüzyılın kimliği olmuştur. Çizgisizlik kimliksizlik; kimliksizlik ise köleliktir. Önderliğe dönük imha politikaları, halkımızın özgür geleceğini imha etmek, halkımızın geleceğini karartmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla halk ve Önderlik artık birbirinden ayrılamaz bir biçimde kenetlenmiş bir gerçeklik durumundadır. Dolayısıyla halkımızın Önderliğimize sonuna kadar sahip çıkışı, bütün Apocu militanların bu temelde kendilerini yaşamsallaştırmaları bilimsel bir gerçeğe dayanmaktadır. Duygusal bağlılık vardır, ama esasta, bilimsel temelde güçlü bir hedefe kilitlenme durumu söz konusudur. Bu anlamda Başkan Apo, Kürt halkının özgür yaşam kimliğidir. Bu yüzden Önderliğin çizgisinde sonuna kadar derinleşmek, mücadele perspektifinin bir militanı olmak, dönemin en güçlü devrimci çıkışına ve düzeyine ulaşmak demektir. Bu anlamda artık mücadelenin tümüyle Önderliğin özgürlüğüne kilitli bir biçimde sürdürülmesi çok doğru ve yerinde bir tutumdur. Bu temelde komplonun altıncı yılını, Önderliği özgürleştirme yılına dönüştürme mücadelesini geliştirerek cevaplandırmalıyız. Bunun zemin ve koşulları vardır. Bundan böyle sadece tecridin kaldırılması değil, Önderliğin özgürleşmesine dayalı bir mücadele yaklaşımıyla sürece yüklenmeliyiz. 2004 yılını böyle bir mücadele anlayışıyla cevaplayarak ve uluslararası komployu tümüyle boşa çıkarmayı öngören bir mücadele konseptiyle sürece yüklenerek komploya gereken cevabı geliştirebiliriz. Bununla birlikte KONGRA-GEL Yürütme Konseyi toplanarak kongreden bu yana gelişen pratik süreci değerlendirmiş, gereken bazı düzeltmeleri yapmış ve önümüzdeki sürecin planlamasını ve kitlesel mücadelenin doğrultusunu ortaya koymuştur. Aynı tarihlerde HPG Meclisi’nin genişletilmiş toplantısı da gerçekleştirilerek HPG’nin bir yıllık faaliyetlerini değerlendiren çok önemli bir tartışma ve kararlaşma toplantısı gelişmiştir. Konferans niteliği taşıyan bu toplantı, zengin bir tartışma ve kararlaşma faaliyeti biçiminde gelişmiştir. HPG’nin 2003 yılı pratiğinin değerlendirilmesi ve yetersizliklerin açığa çıkarılması temelinde 2004 yılı planlamasını daha etkili, doğru ve güçlü bir biçimde tartışarak kararlaştırmıştır. Bu planlamayı hayata geçirecek komuta kademesinin düzenlemesi yapılmıştır. Özellikle HPG’nin II. Konferansı’ndan ve KONGRA-GEL sürecinin kararlaşmasından bu yana, özerkleşme konsepti temelinde siyasal organlarla ayrışarak kendi özerkliği çerçevesinde örgütleşme sürecini bu toplantıyla tamamlamıştır. Bu anlamda yeni komutanlığın, Komuta Konseyi’nin seçilmesi, özerklik temelinde tümüyle kendisini sistemleştiren programın tamamlanması bakımından bu toplantı, HPG için yeni bir süreci başlatan bir top-
lantı özelliğine de sahiptir. Bu anlamda artık Kürdistan ulusal demokratik kurumlarının, Başkan Apo’nun koymuş olduğu mücadele perspektifine uygun bir biçimde kurumlaşmaları ve sistem kazanmaları gelişmektedir. Bu anlamda HPG de esas olarak bu toplantıyla diğer tüm kurumlarla ayrışmasını, kendi özgünlüğü ve özerkleşmesi temelindeki kurumlaşmasını tamamlamış bulunmaktadır. Bu durum kuşkusuz ki HPG’ye daha fazla gelişme, daha fazla kendi özgünlük alanında derinleşme, meşru savunma çizgisindeki savunma savaşında ustalaşma, savaş sanatında derinleşerek inceliklerinde daha fazla yetkinliği sağlama imkan ve olanaklarını da sunmaktadır. Kısaca Kürdistan özgürlük mücadelesi, hem siyasal, örgütsel planda ve hem de meşru savunma çizgisi doğrultusundaki örgütlü gücü olan HPG örgütlenmesi açısından her zamankine göre daha hazırlıklı ve daha derli toplu bir konumu yaşamaktadır. Uluslararası komplonun beşinci yılını geride bırakıp altıncı yılına girerken, daha etkili bir mücadelenin gelişeceğini, meşru savunma çizgisinde yürütülecek olan siyasal mücadelenin her bakımdan genişleyerek uluslararası komployu tamamen devreden çıkarma mücadelesine dönüştürüleceğini her zamankinden daha rahat bir biçimde söyleyebilmekteyiz. Gerçekten uluslararası komploya karşı sürdürülen bu beş yıllık mücadele süreci içerisinde belli bir netleşme, deney kazanma ve esas olarak da yeterli mücadele konseptine, bunun örgütsel perspektifine ulaşılmıştır. Dolayısıyla, 15 Şubat uluslararası komplosunun altıncı yılında daha etkili bir mücadelenin imkan ve olanaklarına sahip bir biçimde sürece giriyoruz. Komployu tümden devre dışı bırakma, Önderliğimizin ve halkımızın özgürlüğünü hedefleyen mücadele stratejisinde derinleşme, bunun kadrosu olarak mücadelede yer almanın tüm gereklerine ulaşma görevleriyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek durumundayız. Özellikle komploya karşı duruşun temel ölçü olarak ele alınması gerektiği, Kürdistan’da onu temel ölçü olarak ele almayan, komplonun sürekli Kürdistan halkının ensesinde olduğunu bir an bile unutan herhangi bir kimse, Kürdistan’da doğru, yeterli, devrimci bir kişiliği ve duruşu geliştiremez. Ancak bu gerçekler göz önüne alındığı taktirde doğru ve yeterli bir devrimci duruşu sergileyebilir ve geliştirebiliriz. Bu anlamda özellikle komploya karşı duruşta tutarlılık, bunun gerekli kıldığı bilinçlenme, kültürleşme ve kişiliğin edinilmesi büyük önem taşımaktadır. Böylesi bir kara günü aydınlığa dönüştürme yöntemimiz de ancak bu şekilde olabilir. Bugünü yoğunlaşarak, komploya karşı duruşun güçlü kişiliğini, onun bilinçlenmesini ve kültürleşmesini kendi kişiliğimizde derinleştirerek ve bunu bütün örgüte mal ederek, gerçek anlamda komploya karşı mücadeleyi yürüten, zaferi kesinleştiren bir örgütsel yapı, çalışma ve mücadele tarzına ulaşarak komployu sonuçsuz bırakabiliriz. Bugün her zamankinden daha fazla bunun imkan ve olanaklarına sahibiz. Önemli olan, her yurtsever Kürdistanlının bu konuda derin bir sorumlulukla sürece yaklaşması ve yurtseverlik devrimcilik görevlerine doğru bir biçimde sahip çıkarak yaratılan zemini doğru değerlendirme temelinde kararlı ve cesaretli bir mücadeleci duruşu sergilemesidir. Mücadelenin temel ekseni çok yönlüdür. Uluslararası komplonun tamamen sonuçsuz bırakılması, özgürlüğün gelişmesi temelinde halkların kardeşliği ve birliğine dayanan eşitlik ve özgürlüğün olduğu demokratik cumhuriyet eksenindeki mücadelenin başarıya ulaştırılmasıyla mümkün olacaktır. Bu temelde “Ya Başkan Apo ile özgür yaşam ya da onurlu savaş” şiarına bağlı kalarak dönem görevlerine sahip çıkalım. Gerçek Apocu militanı, 15 Şubat komplosunu boşa çıkaran duruş biçimini yaşam tarzımızda, mücadele anlayışımızda yaratalım ve kazanalım.
.c o
H
varmaları ve bu temelde uluslararası güçlerle de aynı eksende yakınlaşmış olmaları, uluslararası komplo çerçevesinde yeni bir takım gelişmelerin gündeme geleceğini yansıtan hususlar olmaktadır. Özellikle Güney Kürdistan’da federasyonlaşmanın gelişmemesi ve tüm Kürdistan’da Apocu hareketin tasfiye edilmesi, bölgesel güçlerin üzerine birleştikleri, anlaştıkları iki temel nokta olmaktadır. Her ne kadar uluslararası güçler ile bölgesel güçler kendi aralarında çelişkili olsalar da, Kürt sorunu ve özellikle de Apocu hareket konusunda aynı noktada birleşmiş olmaları tarihin kötü bir cilvesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı’nın, Başbakanlığın ve Dışişleri Bakanlığı’nın bu temelde çeşitli açıklamaları olmuştur. Bütün bunlar sonucunda, özde Türk devleti olmak üzere komplocu güçlerin yeni bir komployu tezgahlamak niyetinde oldukları anlaşılmaktadır. Bir süre önce Medya TV birdenbire, ani bir kararla kapatılmıştır. Medya TV, beş yıldan beri yayın yapan bir Kürt televizyonudur. Bütün programları, yayın çizgisi, tamamıyla barışa ve halklar arasındaki kardeşliğe dayalı bir biçimde geliştirilmiştir. Ona rağmen, “MED TV’nin devamıdır” denilmiş ve kararı veren Fransa devleti açısından “ulusal çıkarlarımız için tehdittir” söyleminden yola çıkılarak kapatılmıştır. Bu da değerlendirilmeye değer önemli bir husus olmaktadır. Kürt sorununun uygar yöntemlerle, demokratik çözüm çizgisinde çözümü için her fırsatta yeni projeler sunuyoruz, kendimizi böyle bir konsept dahilinde çözüme hazır hale getirmek için çeşitli biçimlerde örgütsel, siyasal değişim süreçlerini geliştiriyoruz ve yenilenmeyi yaratarak çözümü olmazsa olmaz kabilinden herkese dayatmak istiyoruz. Biz bunu yaparken, karşımızdaki güç de bize şunu söylüyor: “Siz ne kadar değişirseniz de değişin, ne yaparsanız da yapın, ne söylerseniz de söyleyin, biz sizi kabul etmiyoruz.” Biz de buna karşılık şunu söylüyoruz: Dünya toprakları üzerinde özgür bir Kürt’ün hiç yaşam hakkı olmayacak mıdır? Kökleri tarihin derinliklerine dayanan Kürt halkının, hatta insanlık uygarlığının doğuşuna beşiklik etmiş olan Kürt halkının diğer halklar gibi ve diğer kültürler gibi özgürce yaşama hakkı yok mudur? Evrensel düzeyde bütün kültürler ve halklar için teslim edilmiş olan haklar, niye Kürt halkı için reva görülmemektedir? Eğer bu dünyada “özgür Kürt’e yer yoktur” deniyorsa, bu söylemde bulunan güçlerin karşılaşacakları tek şey, kapsamlı bir Kürt isyanı olacaktır. Ama biz düşünen ve demokratikekolojik topluma inanan insanlar olarak işin bu noktaya gelmemesi için elimizden gelen çabayı esirgemeyeceğiz. Fakat bu noktaya geldikten sonra da hiç kimse engelleyemez ve önünde duramaz. Kürdistan’ın 150-200 yıllık yakın tarihine bakıldığında, dışarıdan Kürdistan halkına sürekli olarak inkar ve imhanın dayatıldığı ve buna karşı Kürtlerin de hep isyanla cevap verdiği görülecektir. İnkar, imha ve isyan iki yüzyıllık yakın Kürt tarihinin süregelen kaderi olmuştur. Ne inkar ve imhayı hedefleyen güçler başarı elde edip sonuç almışlardır ne de Kürtler isyanı başarıyla sonuçlandırabilmişlerdir. Dolayısıyla böylesi bir kısır döngüye dönüşerek günümüze kadar gelen bir durum söz konusudur. Eğer Kürtlere tekrar imha ya da kölece teslim olma dışında bir yol bırakılmazsa ve bu temelde de imhaya dönük yeni konseptler dayatılırsa, yeniden bir isyanın gelişeceği çok açıktır. Bunun yerine hareket olarak çağdaş uygar yöntemleri uygulamayı esas almak istiyoruz. Ama bizim sözlerimizi tersinden anlamaktadırlar. Biz barış ve demokrasiden, kardeşlikten bahsediyoruz, onlarsa bunu savaş ve saldırı olarak anlıyorlar. Söylenenleri anlamak istemeyen yeni bir zihniyetin varlığı söz konusudur.
we
Uluslararas› komplonun yürütülen mücadeleyle sonuçsuz kald›¤› kan›tlanm›flt›r
kadar genel anlamda başarılı bir performans olsa da, tempoda bir geriliğin ve zayıf yanların olduğunu da görmemiz gerekmektedir. Yine zaman zaman bazılarımızın fazlasıyla siyasete soyunması ve adeta bu konuda neredeyse Önderliği gölgede bırakacak düzeyde girişimlere yönelmesi de, uluslararası komploya karşı mücadelede zayıflatıcı diğer bir etken olmuştur. Özellikle kendine göreliğin gelişmesi, bunun kendisini üslup ve tarzda ayrıksı bir biçimde göstermesi, Apocu ekolün bütünleyici ve tamamlayıcı bir gücü ve her yönüyle bir mücadele neferi haline gelinmemesini yansıtan bir duruş biçiminin varlığı da, uluslararası komploya karşı yeterli bir duruşu her alanda ve her zeminde geliştirmede zorlayıcı yan olmuştur. Apocu hareketin en önemli özelliği sözü, özü ve pratiğinin bir olmasıdır. Bu temelde kitlelerle çok güçlü bağlara sahip bir harekettir. Bütün bu konularda zorlayıcı ya da zedeleyici tutumlar kuşkusuz ki her aşamada uluslararası komploya karşı etkili bir duruşun gelişmesini ağırlaştıran yanlar olmuştur. Yaşanan bu tür yetersizliklere rağmen, hareketimizin uluslararası komploya karşı bir mücadelesi olmuş ve bunun sonucunda uluslararası komplo sonuçsuz kalmayla karşı karşıya gelmiştir. Ama esas olarak halkımız ve Özgürlük mücadelemiz, uluslararası komploya karşı mücadelede KONGRA-GEL projesiyle yeterli bir mücadele perspektifine ulaşmıştır. Önderliğimizin geliştirdiği KONGRA-GEL projesi, uluslararası komploya karşı yeterli ve yetkin mücadele etmenin konseptidir. Bu proje, mücadeleyi en geniş bir biçimde kitleselleştirip halka teslim ederek, siyasal mücadele cephesine, tamamen sivil siyasete ve halka dayandırarak geriletilmesini ve herhangi bir biçimde yenilgiye uğratılmasını imkansız kılmıştır. Bununla birlikte, devrimci hareketin diğer dinamiklerini de kendi özgünlüklerinde özerkleştirerek derinleştirmeyi öngörmektedir. Bu şekilde kendi zemini üzerinde kurumlaşma temelinde nitel ve nicel gerçekliğini arttırıp yenilmezliğini geliştiren bir formasyona ulaşmayı hedeflemiştir.
te
olarak özümsenmesi yönünde önemli bir mesafe kat edilmiştir. Fakat bunun yanında Önderlik, köklü bir değişim dönüşüm ve yeniden yapılanma perspektifini geliştirmiş ve iki kutuplu dünya sistemine dayalı eski paradigmayı aşıp yeni bir paradigmaya ulaşma hedefini belirlemiştir. Böylece demokratik ekolojik toplum paradigmasına dayanan, çağdaş demokratik uygarlık çizgisini esas alan yeni bir mücadele perspektifine ulaşılmıştır. Yani sadece komployu bir biçimde durdurmak veya ona karşı bir direnişe geçmek değil, komplocu güçlerin saldırısını yeni bir çizgiyle boşa çıkartmak, etkisiz kılmak ve sonuçsuz bırakmak görevi komploya karşı gelişin ana ekseni olmuştur. Sonuç olarak uluslararası komplo gerçeğine karşı duruşumuzun bu çerçevede derinleşmesiyle sonuç alıcılık da daha fazla gelişebilecektir. Kuru ve kaba duruş biçimleriyle herhangi bir sonucun alınmayacağı çok açık bir şekilde ortadadır. Bu çerçevede gelişen süreci çok fazla açma gereği duymuyoruz.
Serxwebûn
m
Sayfa 6
Baflkan Apo, Kürt halk›n›n özgür yaflam kimli¤idir
K
omplonun altıncı yılında, yani 2004 yılı itibariyle yeni bir komplo dayatılmaktadır. Bu açıdan 2004 yılının hareketli geçeceği, önemli gelişmeleri bağrında taşıyacağı, sıradan bir yıl olmayacağı herkes için bir netleşme yılı olarak gelişecek bir yıl
– Komplocular mahkum olacak, gelecek halkımızın olacaktır! 15 Şubat 2004
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 7
Tüm komite ve koordinasyonlara, kadro ve çal›flanlara
KONGRA-GEL Ç‹ZG‹S‹NDE B‹RLEfiEL‹M BAHAR SERHILDAN HAMLES‹N‹ GEL‹fiT‹REL‹M B
te
u çerçevede sorunların geçen beş yıldaki değişim ve dönüşüm sürecinde yürütülen çalışmalarla, stratejik değişim ve yeniden yapılanmada atılan adımlarla, bu süreçte gösterilen yönetim tarzıyla ve tüm bunlarda yaşanan yetersizlikler ve hatalı tutumlarla olan bağını kurduk. Yine sorunların bir bütün mücadele tarihimizle bağlantılarını da Önderliğin çizdiği çerçevede kurduk. Şu zaten tartışmalar içinde ortaya çıkmıştı: Farklı düşünceler var, değişik konularda farklı düşünen, kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanan ve onu savunan, hareketin bu temelde yürümesini isteyen arkadaşlar var. Önderlik de bunun olabileceğini, olmasının doğal olduğunu, doğru yöntemlerle ele alınır ve farklı düşünceler doğru yöntemlerle tartıştırılır ise bunun bir zenginlik olacağını, hareketin pratikleşmesinde güçlü bir dinamizm ortaya çıkartacağını belirtmişti. Bu farklı düşüncelerin KONGRA-GEL içinde çalışmalara katılımını, birleşmesini, mücadeleyi böyle bir yaklaşımla ele almamız gerektiğini, çözüm yolunun bu temelde bulunabileceğini, eğer bir düşünce birliği, ideolojik birlik yaratılamıyorsa düşünce farklılıkları belirlenerek KONGRAGEL çizgisinde mücadele birliğinin yaratılabileceğini, mutlaka böyle bir birleşmenin olması gerektiğini ifade etmişti. Toplantımız Önderliğimizin bu yaklaşımlarını esas aldı. Sorunların çözümünde Önderliğin gösterdiği bu yöntem düzeltmesini ve KONGRA-GEL’in demokratik yapısının bu temelde geliştirilmesini sağlamaya çalıştık. Bu, bizim için somut çözüm yolunu gösterdi. Bu temelde farklılıkları, düşüncelerde oluşmuş ayrılıkları görmezden gelen, reddeden ya da suçlayan değil de, dikkate alan, gören, kabullenen, onları KONGRAGEL çizgisinde birleştirmenin yollarını arayan, böylece farklı düşünceler arasındaki mücadeleyi, yani KONGRA-GEL içindeki ideolojik mücadeleyi Önderlik tarzına uygun ve demokratik kurallara bağlı, yine mücadele birliği esprisine uygun yöntemlerle yürütmenin doğru ve gerekli olduğu noktasında birleştik. Bu temelde bununla çelişen anlayış ve tutumları eleştirdik, mahkum et-
tik. İster kongre öncesi ve sırasında olsun, ister kongre sonrasında olsun yürütülen tartışmalar içerisinde ortaya çıkan farklı düşünceleri kabul etmeme, reddetme, onun üzerinde baskı uygulama, teşhiri geliştirme, tek doğru olarak kendini görme, kendi düşüncesiyle kadro üzerinde baskı uygulama gibi yöntemlerin demokratik olmadığını, Önderlik düşünceleriyle ve KONGRA-GEL esprisiyle uyuşmadığını belirleyerek mahkum ettik. Bu çerçevede hareketimizin içindeki iç tartışmayı ve ideolojik mücadeleyi kuralsız, yöntemsiz, deyim yerindeyse kör dövüş biçimine dönüştüren tutumların geri ve demokratik olmayan tutumlar olduğunu tespit ederek, bundan böyle kendi içimizdeki ideolojik mücadeleyi demokratik kurallara uygun, KONGRA-GEL siyasetinde ve örgütünde birliği ve ortak mücadeleyi esas alan bir çerçevede yürütmeyi, hareketimizin büyümesi, gelişmesi ve kendini pratikleştirmesi açısından gerekli gördük. Bu bizde önemli bir çözüm düzeyi ortaya çıkarttı. Hem geçen altı ay içerisinde yaşananların doğru anlaşılması ve çözümlenmesi gücünü yarattı ve hem de bu süreçte yapılan hata ve eksiklikleri ortaya çıkarıp aşma, giderme, kendini doğruya çekme gücünü geliştirdi. Yani süreci değerlendirme ve çözümleme kabiliyetimizi arttırdığı gibi, hata ve eksiklikler karşısında eleştirel ve özeleştirel bir yaklaşım göstererek, kendimizi yenileyip yeni sürece katma gücünü de ortaya çıkardı. Bütün olarak toplantıya katılan Konsey üyelerimizde bir düşünce yoğunluğu, sistemi, yakınlığı ve yine pratik çalışmalara katılmada bir inisiyatif ve rahatlama, bu gelişmeler temelinde ortaya çıktı. Bu konuda net olduk, açık davrandık. Daha önce belirttiğimiz gibi ideolojik tartışmalara girmedik. Zaten buna gerek de yoktu. Az çok ne düşündüğümüzü, süreci nasıl anladığımızı, birbirimizin neyi öngördüğünü geçen tartışma döneminde anlamıştık. Dolayısıyla farklılıkların olduğunu baştan tespit ettik ve bu konuda hayalci davranmadık. “Her şey çözümlendi, tam bir görüş birliği içindeyiz” demiyoruz. Toplantıda farklılıkların kabulünün gerektiğini, demokratik tutumun bunu içerdiğini tespit ettik. Farklı düşüncelerin birbiriyle ilişki ve mücadelesinin hangi yöntemlerle ele alınması gerektiğini belirledik. Bu noktalarda
w.
ww
açık olduk. Ayrımları, farklılıkları ve birlik noktalarını belirledik. Farklı düşüncelerin bir arada olma ve mücadele etme yöntemlerini, yani bizim örgüt içi demokrasimizin nasıl olması gerektiğini tartışıp değerlendirdik. Ve bu çerçevede KONGRA-GEL çizgisinde bir birliğe ulaştık. KONGRA-GEL çizgisinde birlik olmak, bütün üyelerimizin, katılan ve görüş belirten bütün Konsey Üyelerimizin genel eğilimiydi. Toplantıya ulaştığı kadarıyla bir bütün olarak Konsey’de yer alan arkadaşlarımızın genel eğilimi buydu. Bu çerçevede Önderliğin çizdiği doğrultuyu esas almak, kendini de ona ulaştırmak üzere kendi iç yapımızı ve duruşumuzu netleştirme temelinde örgütsel sorunlarımızın çözümü için bazı önemli kararlar aldık. Bunlardan birincisi, özeleştirel bir yaklaşımla Önderlik çizgisi ve KONGRA-GEL oluşumuyla uyuşmayan, çelişen, ona zarar veren anlayış ve tutumlardan kendimizi kurtarıp yenileyerek, yeni süreçte örgütlü çalışmalarımıza bu temelde katılım sağlamaktır. Bu çerçevede bir özeleştiri süreci başlattık. İki aylık süre içerisinde KADEK Yönetim Kurulu ile KONGRA-GEL Yürütme Konseyi’nde yer alan arkadaşlarımızın yazılı olarak bu sürece ilişkin özeleştiri raporlarını hazırlayıp KONGRA-GEL Başkanlığı’na vermesini kararlaştırdık. Daha sonraki sürece katılım açısından böyle bir özeleştirel yaklaşım esas olacaktır. Özeleştirinin kuşkusuz kendine göre ve kendi anladığı gibi yapılması olmaz. Bu konuda da bir muğlaklık ve kendine görelik değil, Önderliğin ortaya koyduğu eleştiri özeleştiri çizgisi temelinde bu özeleştirilerin yapılması gerektiğini tespit ettik. Önderlik son notlarda çizgiyi netleştirmiş, özeleştirilen Önderlik çizgisinde yenilenme, netleşme ve kararlaşma temelinde verilmesini gerekli görmüştü. Bu çizgiyi biliyoruz. Bu çizgiye göre eleştirilen, bununla çelişik görülen farklı eğilimler, yaklaşımlar vardı. Önderlik bir tanesini “sağ teslimiyetçi çizgi” olarak tanımladı. Bu tür eğilim ve yaklaşımların aşılması, Önderliğin devrimci mücadele çizgisi temelinde bir özeleştirel yaklaşımla giderilmesi gereği vardır. Yine “sol, öl öldür çizgisi” olarak Önderlik çizgisinden uzaklaşma, onunla tam uyuşmama tutumunu belirlemişti. Bundan da köklü bir özeleştirel yaklaşımla kurtulmak, Önderlik çizgisine ulaşmak gereği vardır. Yine sağ ve sol
uçlar arasında kalan, zaman zaman birinden diğerine kayan ortayolcu tutumu, çizgiyi Önderlik eleştirmişti. Bu tutumdan da uzaklaşmak, Önderlik çizgisini daha doğru özümsemek ve çizgiye katılmak gereği vardır. Özeleştiriler, Önderlik çizgisiyle çelişen, ondan uzaklaşan bu tür anlayış ve tutumlardan kendini kurtararak, Önderlik çizgisine ulaşma ve onunla birleşme doğrultusunda olmak durumundadır. Tabii bu anlayışlara bakıldığında neredeyse bizim örgüt duruşumuzu ifade etmektedir. Yönetim duruşumuzun Önderlik çizgisi karşısındaki tahlilini veriyor. Yönetim duruşumuz da bu geçen süreçte örgüt yapılanmamızı, örgütsel duruşumuzu ifade ettiğine göre, aslında özeleştiri bir bütün olarak örgütsel duruşumuzun çizgiden sağa ve sola uzaklaşmak durumlarından kendini kurtararak, Önderlik çizgisine çekilmesini ifade ediyor. Bu çerçevede tüm örgütümüz açısından geneldir. Yönetimlerimizin şahsında bütün kadro yapımızın, örgütümüzün yenilenmesini, Önderlik çizgisinde düzeltilmesini, hem bireysel ve hem de örgütsel düzeyde çizgiye çekilmesini ifade etmektedir. Birinci kararlaştırdığımız husus bu olmuştur.
we .c
Farkl›l› düflünceler do¤ru yöntemlerle tart›fl›l›rsa bir zengilik yarat›r
ne
Y
ürütme Konseyimizin ikinci toplantısını 9-10 Şubat günlerinde yaptık. Toplantıya Konsey Üyeleri’nin yarıya yakını doğrudan katıldı. Diğer üyelerin bir kısmının görüşleri cihazlarla alınırken, Avrupa alanında bir grup arkadaş paralel toplantı halinde oldu. Böylece yönetimimizin çoğunluğunun katılımını sağlayan ve dolayısıyla görüşlerini birleştiren bir toplantı yapmış olduk. Toplantımız Önderliğin son üç görüşme notunun okunmasıyla başladı. Tartışmalar bu notlardaki çözüm yolları ve değerlendirmeleri esas alarak yürütüldü. Bu çerçevede öncelikle KONGRA-GEL kuruluşuyla yaşanan ve hem kongre sürecinde hem de sonrasında çalışmalarımızın önünde engel oluşturan örgütsel sorunlarımızın tartışılmasını esas aldık. Önderliğin görüşmelerde yaptığı değerlendirmeler ve önerdiği çözüm yolları temelinde bu sorunların çözümünü pratikte gerçekleştirme üzerinde durduk. Bu bakımdan sorunların çözüm yolunu Önderlik çizmiş, dolayısıyla da toplantımızın hem yapılmasını hem de gündemini bizzat Önderlik belirlemiş oldu. Yaşanan sorunlar, yürütülen tartışmalar, kendi çözüm düzeyimizi aşarak bizzat Önderliği çözüm gücü haline getirmişti. Çok zor koşullarda olsa da Önderlik, yapılan görüşmelerde çözüm iradesini ortaya koyup çözüm yolunu göstererek, bunun pratikte gerçekleştirilmesini istedi. Bu temelde görüşme notlarının değerlendirilmesinden yola çıkarak, Başkanlığın yaşanan sorunlara çözüm bulmak amacıyla geliştirdiği bir inisiyatif ve yürüttüğü bir çalışma oldu. Bu çabalar, bizi 9-10 Şubat günlerinde gerçekleşen Yürütme Konseyi toplantımıza götürdü. Önderliğin çizdiği çözüm yolu çerçevesinde Başkanlığın farklı alanlarda ve değişik düzeylerde yaptığı toplantı, tartışma ve görüşmelerle sürdürdüğü çabalar, Yürütme Konseyimizin ikinci toplantısıyla bağlayıcı ve kalıcı bir sonuca ulaştırılmıştır. Bu bakımdan toplantımız, sorunlarımızın çözümü ve mücadelemizin geliştirilmesi açısından önemli olmuş, bir dönemeci oluşturmuştur. Hareketimizin kendi sorunlarını tartışmalarla ve kendi yöntemleriyle çözme ve bu temelde kendini yenileyip pratik mücadeleyi geliştirme kabiliyetini bir kez daha göstermiştir. Toplantımızın en önemli gündem maddesi olan örgütsel sorunlarımızın çözümünde düşüncelerin içeriği üzerinde durmak ve yine yaşananları hikayesiyle irdelemek yerine, Önderliğin gösterdiği çözüm yolu ve yaklaşımlar çerçevesinde herkesin yaşananlardan ders çıkartması, yanlışları özeleştirel bir yaklaşımla düzelterek çözüm yoluna girip örgütün KONGRA-GEL çizgisinde birliğini sağlaması ve bu temelde pratikleşmesinin önünün açılması esas alınmıştır. Zaten hem kongre süreci hem de sonrasında yaşanan tartışmalar, savunulan düşüncelerin içeriğini ve farklılıkları epeyce ortaya çıkartmıştı. Kendisine yansıyınca Önderliğimiz de bu düşüncelerin ne anlama geldiğini ve Önderlik çizgisi karşısında neyi ifade ettiğini net olarak ortaya koydu. Bu çözüm çerçevesinde herkesin kendi düşüncesini ve tutumunu gözden geçirerek örgüte ve mücadeleye doğru ve yeterli katılım sağlamasını toplantıda esas aldık. Bu da bizi hem kendimizi yeterince ifade etme, hem birbirimizi daha iyi anlama, hem de birleşme noktalarını ve birlik esaslarını öne çıkartarak onlarda birlik sağlama ve bu temelde hareketin KONGRA-GEL birliğini ve örgütlülüğünü yaratıp pratik mücadeleyi geliştirmek için yeterli kararlılık ve iddia sahibi kılmaya götürdü.
KONGRA GEL BAfiKANLI⁄I
om
❖
‹deolojik çizginin infla tart›flmalar›n› bafllat›yoruz
İ
kincisi, ideolojik çizginin yeniden inşası tartışmalarının bu Yürütme Konseyi toplantımızla başlatılmasını uygun gördük. Önderlik buna “PKK’nın yeniden inşasının gerçekleştirilmesi” dedi; kendisine felsefik, ideolojik olarak bağlı olanların, kendisi gibi yaşamakta sonuna kadar kararlı ve tutarlı olanların birleşmesi ve kendilerini tanımlaması olarak belirtti. Bu çerçevede toplantımızda bir tartışma yürüterek, ideolojik çizginin yeniden inşasının nasıl olacağı, kendini nasıl şekillendireceği, ifade edeceği, örgüt yapımız ve mücadelemiz içerisindeki rolünün ve katılımının nasıl sağlanacağı hususlarını netleştirmek ve bir çözüme kavuşturmak üzere genel bütün kadro yapısında bir tartışma sürecini geliştirmeyi gerekli gördü. Böylece bu toplantıyla birlikte ideolojik çizginin inşa tartışmalarını başlatıyoruz. Her alanda bulunan kadrolar tarafından bireysel yoğunlaşma, değişik biçimlerdeki toplantılar ile tartışarak bu konularda düşünce üretiminin yapılması gerekiyor. Bu tartışmaya herkes katılmalıdır. Bunda Demokratik Uygarlık Manifestosu’yla, Önderliğin İmralı ve Atina Mahkemeleri için hazırladığı savunmalar, yine görüşme notları esas doğrultuyu vermektedir. Önümüzdeki iki veya en geç üç ay içerisinde bütün alanlardaki kadrolar hem kendi yoğunlaşmalarını geliştirebilir hem de uygun biçimlerde gerçekleştirecekleri toplantılarda ideolojik çizginin yeniden inşasının nasıl olacağına dair görüşlerini netleştirerek, ortaya çıkardıkları görüş ve önerileri Bilim ve Sanat Komitesi’ne ulaştırmalıdırlar. Bu tartışmaları Bilim ve Sanat Komitesi koordine edecek ve sonuçlarını derleyecektir. Önderliğin bu biçimdeki belirlemesi doğrultusunda toplantımız böyle kararlaştırdı. Bu çerçevede her alandan bütün kadroların katılımıyla yürütülen tartışmaların sonuçları Bilim ve Sanat Komitesi’nde en geç üç ay içerisinde birleşirse, Bilim ve Sanat Komitesi de onlar üzerinde çalışma yaparak, genel görüşün hangi yönde olduğunu ortaya çıkartıp bir taslağa kavuşturabilir. Daha sonra bu taslağı bütün kadro yapısına sunarak, yeniden bir değerlendirme, toplantılarla taslak üzerinde görüş ve önerileri ortaya çıkartma ve böylece sonuçlarını yeniden uygun bir toplantıda birleşti-
Sayfa 8
Şubat 2004
“Türkiye yönetimi, ABD’nin Irak’a müdahalesinin ortaya ç›kard›¤› zemine dayanarak, genelde de 11 Eylül sürecini kendine göre de¤erlendirip ondan baz› sonuçlar ç›kartarak, bütün bunlar› kendine dayanak yap›p ve bu geliflmeleri f›rsat bilip ortaya ç›kan baz› imkanlar› da esas alarak, hareketimizi t›pk› 15 fiubat’taki gibi imha ve tasfiye etme amac›n› gerçeklefltirmek için sald›r› yürütmüfltür.”
ww Piflmanl›k kanununa giden süreci ABD yönlendirdi
S
iyasal gelişmeler ve yürüttüğümüz mücadele çerçevesinde en çok ve öncelikle üzerinde durulan, kuşkusuz Ağustos ayından beri geçen altı aylık süre içerisinde pişmanlık kanunu çevresinde geliştirilen ve hareketimizi tasfiye etmeyi amaçlayan uluslararası komplonun planlı saldırısının ve ona karşı yürütülen mücadelenin değerlendirilmesi olmuştur. Toplantımız, bu geçen altı ayda değişik güçlerin yaklaşımlarını, örgütümüze ve müca-
B
m
AKP kendi varl›¤›n› Kürt karfl›t› mücadeleye ba¤lam›fl bulunuyor
lebilecek hususlar, bölgede ABD’nin Irak müdahalesiyle çok yoğunlaşmış olan siyasi ve askeri mücadelenin devam ettiği ve önümüzdeki süreçte de edeceği, ABD’nin bölge devletleriyle çelişkilerinin sürdüğü, bölge devletlerinin ve siyasi güçlerinin çeşitli biçimlerde birbiriyle ilişkili olsalar da, yine de kendi aralarındaki çelişkilerin devam ediyor olduğu, bundan zarar gören halkların yeni arayışlar içinde bulunduğu gerçeğidir. Bir yandan ABD’nin bölge çapındaki müdahalesi sürerken, diğer yandan da başta Türkiye olmak üzere bölgenin diğer devletleri, Irak’taki çatışmalı sürece müdahale etmeye, yaşanan gelişmeleri kendi politikalarına uygun yönlendirmeye çalışıyorlar. Bütün bunlar da Kürdistan’ı çok yakından ve derinden etkiliyor. Çok açık ki Kürdistan bütün bu mücadelelerin merkezinde yer almaktadır. Kürt sorunu bütün bu çatışmaların giderek odağı haline geliyor. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü, bölge çapında yaşanan bu mücadelede önemli bir siyasal olgu haline gelmiş durumdadır. Bu çerçevede özellikle AKP hükümetinin Kürt karşıtı politikaları yeniden üretme, bölgesel ve uluslararası düzeyde böyle bir politik birlik yaratma çabaları öne çıkıyor. Öyle ki, hükümet kendi varlığını Kürt karşıtı mücadeleye bağlamış bulunuyor. Adeta Kürt karşıtı politik yörüngeye kendini oturtmuş durumdadır. Özellikle pişmanlık kanununun ve onun etrafında geliştirilen komplocu saldırının başarısız kılınmasının yarattığı hırçınlıkla bölgede ve uluslararası zeminde bir Kürt karşıtı politik kampanya örgütleyip yürütmeye çalışıyor. Bu açık bir durumdur. ABD ile ilişkileri tamamen böyle bir politik eksene oturmuş durumdadır. AB’ye girişi tamamen buna bağlamıştır. Kıbrıs sorunu üzerindeki çekişmelerin arkasında, yine izlediği Kürt politikası var. Bölge düzeyinde İran, Suriye, diğer Arap devletleri ve hatta İsrail’le ilişkilerini tamamen Kürt karşıtı politik eksene oturtarak yürütüyor. Aynı şekilde KDP, YNK ve farklı Kürt gruplaşmalarıyla da bu eksende ilişki geliştirmeye çalışıyor. Bu açık bir durumdur. Bu da uluslararası komplonun devam ettirilmeye çalışıldığı, dolayısıyla hareketimiz üzerinde imha ve tasfiye tehdidinin sürdürüldüğü anlamına geliyor. Bunu hiçbir zaman görmezden gelmemeli ve göz ardı etmemeliyiz. Bu konuda Türkiye yönetimi, mevcut AKP hükümeti değişik güçlere gerekli olan her tür tavizi veriyor. Türkiye’nin her tür imkanı peşkeş çekiliyor. Neredeyse ABD yanında bölgesel bir savaşa katılma kararına bile ulaşmaya çalışılıyor. AKP hükümetinin geldiği nokta budur. Buna Kürt sorunuyla bağlı olan, Kürt sorununun çözümünü istemeyen, Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde gelişecek olan bölgesel değişimden korkan çevreler de destek veriyorlar. İran ve Suriye her ne kadar çok zorlanıyor olsalar da, yaşadıkları Kürt sorunu nedeniyle bir yerde Türkiye’yle uzlaşan, destek veren, işbirliği yapan bir konumda bulunuyorlar. Türkiye ile hem çelişki hem de işbirliğini bir arada yaşıyorlar. AB’nin henüz yeni bir politika üretme durumu yoktur. İnsan hakları çerçevesinde Kürt sorununun çözümünü Türkiye’den istiyor, ancak gerçekten çözümün nasıl olacağı konusunda net demokratik muhtevalı bir politik yaklaşımı da henüz mevcut değil. Bu konuda aslında bir dayatıcılığı da yok. AB aslında Kürt sorununu Türkiye’den çıkar sağlama kartı olarak kullanma politikasını hala devam ettiriyor. Oysa 2004 yılı AB ve Türkiye ilişkilerinin geleceğinin belirlenmesinde önemli bir yıldır. Birliğe giriş için müzakereler başlayacak mı, başlamayacak mı? Bu soru cevaplanacak ve yıl sonunda böyle bir netlik ortaya çıkacaktır. Ama hala AB’nin ne istediği belli değildir. ABD ise, Irak’ta bir askeri başarı kazanmakla birlikte, ondan öteye gidememiştir. Ciddi bir direnişle, çatışmayla yüz yüze bulunuyor. Dolayısıyla yeni bir Irak sistemi oluşturmada zorlanıyor ve bölgenin diğer alanlarında gerekli adımları atamıyor. Oysa ki amacı böyle adımlar atmaktı. Bu durum, yani Irak’taki zorlanma kendisine daha fazla müttefik aramaya itiyor. Avrupa’yla yeniden ilişki araması, BM’ye sorunu götürme-
ütün bunlar, pişmanlık kanunu etrafında planlanan uluslararası komplo saldırısının boşa çıkartılıp başarısız kılınmasını sağladı. Zorlandık, kayıplar verdik, kendimizi yeniler ve geliştirirken hatalar yaptık, yanlış anlayışlara saplandık, yıpratıcı tartışmalar içinde olduk, ancak bunların hepsinin bu temelde bir anlamı ve süreçle bağlantısı vardı. Sonuçta uluslararası komplo ile Önderliğimizin yürüttüğü demokrasi ve özgürlük hareketi arasındaki bir mücadeleydi. Hem de çok şiddetli, imhayı içeren bir mücadeleydi. Bu geçen süreçte söylenen her sözün, her tutumun, gösterilen her davranışın böyle bir mücadele içerisinde anlamı oldu. Başka türlü değerlendirmek, insanı yanlışa götürür. Sonuç, kayıplar vermiş ve zorlanmış da olsak, ciddi yıpranmalar yaşanmış da olsa, uluslararası komplonun bu planlı saldırısının da en azından şimdiye kadar boşa çıkartılmış olmasıdır. Yürütme Konseyi Toplantımız bu sonucu böyle tespit etmiş ve büyük önemine dikkat çekmiştir. Kuşkusuz sona ermemiş bir mücadele durumudur bu. Uluslararası komplo devam ediyor, uluslararası ve bölgesel gericiliğin hareketimizi imha ve tasfiye amaçlı saldırıları sürüyor. Bu çerçevede tasfiye tehdidi devam ediyor. Geçen altı aylık süre içerisinde bu saldırıların başarısız kılınması da demokrasi ve özgürlük mücadelemiz açısından büyük önem arz ediyor, büyük bir gelişmeyi ifade ediyor. Ciddi bir durumu ve önemli bir sonuç almayı içeriyor. Bu altı aylık süreç, pişmanlık kanununun yürürlükteki süreciydi ve daha çok komplonun planlaması buna dayanıyordu. 6 Şubat itibariyle pişmanlık kanunun süresi son buldu ve başarısız kaldığını Amerika ve Türkiye yönetimleri de itiraf ettiler. Şimdi Türkiye basını “amacını gerçekleştiremediyse de, pişmanlık kanunu iç tartışmaları ve bölünmeleri ortaya çıkardı” diyor. Ona böyle bir rol atfediyorlar. Yürütme Konseyi toplantımız, Türkiye yönetiminin ve uluslararası gericiliğin umudu ve beklentisi olan iç tartışma ve bölünmeleri ortadan kaldırarak, örgüt içi görüş ayrılıklarını ve sorunları demokratik yöntemlerle çözme gücünü ve temayülünü göstererek bu beklentileri de boşa çıkartmış, onlara mücadelemizin birliği ve gelişimi yönünde güçlü bir cevap vermeyi ifade etmiştir. Bu bakımdan öncelikle geçmiş sürecin bu biçimde doğru anlaşılmasına ihtiyaç var. Hem uluslararası komplonun yeni sürece özgü kendini planlayıp saldırması hem de onun karşısında Önderliğimizin, halkımızın ve örgütümüzün yürüttüğü direnişin tarihsel anlamını, saldırıların boşa çıkartılmasının özgürlük ve demokrasi mücadelemizin gelişimi açısından taşıdığı büyük önemin kavranmasını toplantımız önemle ele alıp vurgulamıştır. Toplantımız devamla 2004 baharındaki siyasi gelişme durumunu, uluslararası gericiliğin pişmanlık kanununun boşa çıkarılması ardından geliştireceği yeni yöntemleri, hareketimizin ne tür saldırı tehditleriyle karşı karşıya bulunduğu hususlarını çok yönlü değerlendirerek, buna göre bir kararlaşma ve mücadelemizi yeniden planlama içine girmiştir. Bu noktada öncelikle belirti-
we
.c o
gericiliğinin birliğiyle sınırlı kalmadı. Türkiye yönetimi, aynı şekilde Avrupa’dan da destek almaya ve daha çok da Amerika’yla ilişki ve birlik içinde olmaya çalıştı. Aynı amaç, ABD’nin de amacıydı. Birçok ABD sözcüsü, PKK-KADEK’in tasfiye edilmesi konusunda Türkiye hükümetiyle görüş birliği içinde olduklarını, ancak zamanlama ve yöntem farklılıklarının bulunduğunu resmen ifade etti. Zaten pişmanlık kanununa giden süreci biraz da ABD yönlendirdi. Böylece belki 15 Şubat sürecindeki kadar örgütlü ve saldırgan değildi, ancak yine de uluslararası ve bölgesel gericiliğin bu geçen altı ayda yürütülen tasfiye amaçlı saldırılarda genel bir mutabakatı vardı. Biz böyle bir saldırıya maruz kaldık. Uluslararası gericilik 2003 yılının ikinci yarısında komployu yeniden bu temelde planlayarak harekete geçirdi ve hareketimiz üzerinde bir saldırı yürüttü. Bu saldırı süreci tehlikeliydi ve bütün cephelerden saldırıyı içeriyordu. İdeolojik, siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik bütün alanlarda bu saldırı yürütüldü. Dolayısıyla bu saldırılar karşısında durmanın, direnmenin, mücadele etmenin ve bunları boşa çıkartmanın ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Geçen altı ay içerisinde bu tehlikeye en başta Önderlik dikkat çekerek, tehlikenin önemine işaret edip boyutlarını ve yöntemlerini bize gösterdi. Bu tasfiye amaçlı saldırıyı boşa çıkartmak için nasıl bir taktik çalışma ve mücadele içerisinde olmamız gerektiğini belirtti. Bununla da yetinmedi; her anı bir işkence olan İmralı yaşamının direnişiyle de sınırlı kalmayarak, fiilen, bu komplo saldırısını boşa çıkartmak için eylemsel tutum içerisine girdi. Önderliğin bu tutumu ve direnişine paralel olarak onunla birleşen bir direnişi, süreklileşen serhildanlarıyla halk gösterdi. Kürdistan’da ve yurtdışında bu süreçte gelişen kitle eylemleri hem Önderlik direnişiyle birleşen hem de uluslararası komplonun saldırıları karşısında duran, onları boşa çıkartmayı esas alan bir mücadeleydi. Kuşkusuz bu süreçte örgütümüzün de direnişi oldu. Halk hareketini yönlendirmeye, yoğun toplantılarla yeni sürecin gereklerine uygun bir örgütsel yapıya kendini kavuşturmaya çalıştı. KONGRA-GEL kuruluşu bu dönemde gerçekleşti. Bu kuruluş, örgütsel yeniden yapılanmamızda varolan eksikliğin ve hatalı tutumun giderilmesi olduğu kadar, aynı zamanda bu siyasal sürece de önemli bir müdahaleyi ifade ediyordu. Uluslararası gericiliğin komplo düzeyinde geliştirdiği saldırı karşısında özgürlük hareketimizin siyasal direnişini, ayakta kalmasını, komployu boşa çıkartacak bir yapılanmaya kendisini kavuşturmasını içeriyordu. Bu bakımdan KONGRA-GEL kuruluşu bir örgütsel yeniden yapılanma olduğu kadar, uluslararası gericiliğin saldırıları karşısında siyasal bir direniş anlamına da gelmiştir. Bu dönemde gerillanın da önemli direnişi oldu. Özellikle Kuzey’de Türk ordusunun geliştirdiği operasyon ve saldırılar karşısında onlarca şehit vermeyi göze alan kahramanca bir direnişi, gerilla güçlerimiz yeniden gösterdi. Saldırılar karşısında kendini, Önderliği ve halkı kahramanca savunacağını bir kere daha ilan etti.
te
delemize yönelik geliştirdikleri politikaları, izledikleri baskı ve saldırı yöntemlerini çok yönlü değerlendirmiştir. Yine bunun karşısında yürütülen mücadelenin yöntemlerini belirleme ve önemini ortaya çıkartma yönünde değerlendirmeler yapmıştır. Süreç içerisinde de hep değerlendirdiğimiz bir gerçek şudur: Uluslararası gericilik 9 Ekim ve 15 Şubat komplolarıyla ’98 ve ’99’da Önderliğe yönelttiği saldırıyı, Ağustos 2003’te pişmanlık kanunu etrafında geliştirdiği kapsamlı planlamayla Önderliği siyasetten uzaklaştırma, gerillayı dağıtma ve örgütü tasfiye etme amacıyla yeniden planlayıp harekete geçirmiştir. Geçen altı aylık süreç, hareketimiz açısından oldukça kritik, tehlikelerle dolu, dış saldırılara yoğunca maruz kalınan, tasfiye, dağıtma ve imha etme amacıyla uluslararası ve bölgesel gericiliğin AKP hükümeti koordinasyonunda birlik halinde saldırı yürüttüğü bir süreçti. Biz geçen altı ayda böyle kapsamlı bir siyasal ve örgütsel mücadele içinde olduk. Bu yaşanan mücadeleler, hareketimizin varlığı ve geleceği açısından önemliydi. Tehlike en az 15 Şubat’taki kadar vardı. Bu bakımdan komplo, her ne kadar geçen beş yıl içerisinde başarısız kılınmış, geriletilmiş olsa da, yenilgiye uğratılamamış ve amacını gerçekleştirme iddiasından da vazgeçmemiştir. Yani uluslararası komplo devam etmektedir. Türkiye yönetimi, ABD’nin Irak’a müdahalesinin ortaya çıkardığı zemine dayanarak, genelde de 11 Eylül sürecini kendine göre değerlendirip ondan bazı sonuçlar çıkartarak, bütün bunları kendine dayanak yapıp ve bu gelişmeleri fırsat bilip ortaya çıkan bazı imkanları da esas alarak, hareketimizi tıpkı 15 Şubat’taki gibi imha ve tasfiye etme amacını gerçekleştirmek için saldırı yürütmüştür. Bunun böyle görülmesi ve anlaşılması gerekir. Bu, aslında bir değerlendirme de değil, saldırıyı yürüten birçok gücün aleni olarak ifade ettiği, en resmi organlarında kararlaştırdığı bir gerçektir. Türkiye yönetimi bunu birçok kez açıkça ifade etti, meclisten PKK-KADEK’in tasfiye edilmesi kararını çıkarttı. Bu yazılı bir karardır. AKP hükümetinin sözcüleri, her fırsatta PKK-KADEK’in tasfiye edileceği, bunda kararlı oldukları hususunu ifade ettiler. Bölgenin diğer devletleriyle, başta İran ve Suriye olmak üzere diğer devletlerle bu amaca yönelik çok yönlü ilişki ve anlaşma içinde oldular. İkili ilişkilerini geliştirdiler. Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması propagandası etrafında aslında Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmesini amaçlayan bölgesel toplantılar yaptılar. Bunun en somut örneği Irak’a komşu ülkeler toplantılarıdır. Ki bu düzenli olarak yapılıyor ve hala devam da ediyor. AKP hükümetinin bütün Ortadoğu devletleri nezdinde yoğun diplomasi faaliyeti de olmuştur. İran ve Suriye ile pişmanlık kanununda bir mutabakat da sağlanmıştır. Pişmanlık kanununu sadece Türkiye yönetimi yürütmedi, benzer şekilde İran ve Suriye yönetimleri de yürüttüler. Pişmanlık kanununun başarısı için Türkiye hükümetiyle birlikte çaba harcadılar. Tabii tasfiye amaçlı bize yönelen saldırı sadece bölgesel ilişki ve ittifaklarla, bölge
w. ne
rip ideolojik çizginin yeniden inşasına dair gerekli kararlaşmayı ve netleşmeyi ortaya çıkartmak gerçekleşebilir. Örgütsel gündeme ilişkin tartışmalarda ulaştığımız üçüncü karar düzeyi, yönetim çalışmalarımızın geliştirilmesi ve işletilmesidir. Bu çerçevede öncelikle Başkanlığın işler hale getirilmesi ve görevlerini yürütür kılınması gerekiyor. Geçen üç aylık dönemde Başkanlık kurumu kendini sağlıklı bir biçimde örgütleyemedi, işletemedi ve çalışmaları yönlendiremedi. Tek ve esas etken olmasa da, sorunların ortaya çıkmasında bu da bir etkendi. Toplantımız bu husus üzerinde de durdu. Bu temelde, bu toplantıyla birlikte Başkanlık kurumunun kendisini örgütlü kılmasını ve işler hale getirmesini gerekli görüp kararlaştırdı. Başkanlığın sistem kazanması, örgütlenmesi ve işlemesi, bütün yönetimin ve giderek örgüt yapımızın işler kılınması demektir. Başkanlık kurumunun çalışmasıyla birlikte oluşan komitelerimizin de işlevsel hale getirilmesi yönünde pratik adımlar atılacaktır. Yine örgüt sistemimizin geliştirilmesi yönünde çalışmalar yürütülecektir. Başkanlığın ve komitelerin işler kılınması, Konseyimizin görevlerini KONGRAGEL çizgisinde daha etkili yürütür hale getirilmesi ve bu çerçevede KONGRA-GEL örgütsel sisteminin geliştirilmesi yönünde daha yoğun, dinamik ve disiplinli bir çalışmayı bu toplantıyla birlikte yürüteceğiz. Bunda hem Başkanlığın ve hem de Konseyimizin bu toplantıyla birlikte bir kararlılığı, bir mutabakatı ve çalışma isteği ortaya çıkarılmıştır. Ancak sistem konusunda yapılamayan görevler var. Yine Önderliğin “içi boşaltıldığı” biçiminde değerlendirmesine konu olan hatalar var. Bu hata ve eksikliklerin düzeltilmesi gerekiyor. Bunun bir kısmını pratik çalışma içinde düzeltirken, karar gerektiren ve tüzüksel düzeltmeler içeren kısımlarının da baharda gerçekleşecek yeni Genel Kurul Toplantısı’nda yapılmasını toplantımız uygun gördü. Bu önümüzdeki süreç hem pratikte örgüt yapımızı işler kılıp mücadele görevlerini yerine getirmeyi sürdürme hem de bu çalışmalarla birlikte yeni bir Genel Kurula hazırlanma süreci olacak. Pratikten çıkartılan derslerle örgüt sistemimizin hata ve eksikliklerinin önümüzdeki Genel Kurul çalışmaları içinde düzeltilmesi sağlanacaktır. Toplantımızın örgütsel sorunlar ve çözüm yollarını geliştirme yönündeki gündeminden sonraki önemli gündemi siyasal gelişmelerin değerlendirilmesi ve bahar dönemi mücadelesinin planlanması olmuştur. Bu da bizim için yapılması gereken önemli bir çalışmaydı. Yine Yürütme Konseyimizi böyle bir toplantıyı yapmaya götüren temel nedenlerden birisiydi. Belki örgütsel sorunlar daha çok aciliyet kazanıyordu; hızlı davranmayı, erken müdahale etmeyi ve mutlaka çözüm üretmeyi gerektiriyordu. Ama en az onun kadar siyasal gelişmeler, yaşanan mücadele, önümüzdeki haftalarda ve aylarda hareket olarak kendimizi planlı bir mücadele içerisine çekmemiz, büyük önem taşıyordu. Örgütsel sorunlarımız olmasa bile bu hususları gündemleştirip tartışarak yeni kararlar ortaya çıkartmak üzere Yürütme Konseyimizin toplantı yapması gereği vardı. Çünkü bu kadar önemli ve yakıcı bir siyasal mücadele sürecinden geçiyoruz. İkinci Konsey toplantımız bu durumu görerek ve böyle bir yaklaşımla bu hususu ele alarak gündemleştirmiş ve tartışmıştır.
Serxwebûn
“KONGRA-GEL, uluslararas› gericili¤in komplo düzeyinde gelifltirdi¤i sald›r› karfl›s›nda Özgürlük hareketimizin siyasal direniflini, ayakta kalmas›n›, komployu bofla ç›kartacak bir yap›lanmaya kendisini kavuflturmas›n› içeriyordu. Bu bak›mdan KONGRA-GEL kuruluflu, bir örgütsel yeniden yap›lanma oldu¤u kadar, uluslararas› gericili¤in sald›r›lar› karfl›s›nda siyasal bir direnifl anlam›na da gelmifltir.”
hem mevcut imkanlardan yararlanarak halk mücadelemizi daha örgütlü ve gelişkin kılmayı hem de gericiliğin hareketimizi tasfiye etmek amacıyla yürüttüğü saldırıları boşa çıkartmayı hedefliyoruz. 2- Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de böyle bir serhildan hamlesini mevcut seçim süreciyle birleştirmeyi esas alıyoruz. Biliniyor, 28 Mart’ta yerel seçimler var ve bu seçimler yerel yönetimlerin belirlenmesinden öteye, Türkiye’nin genel siyaseti üzerinde söz sahibi olacak sonuçları ortaya çıkarma özelliği taşıyor. Bir yerde Türkiye’nin siyasal doğrultusu belirlenecektir. Türkiye’nin mevcut siyasal durumu bunu gösteriyor. AKP hükümetinin yaklaşımları da bunu içeriyor. ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımları da bunu gösteriyor. AKP’ye yeni bir seçim zaferi yaşatılarak Türkiye tümüyle ABD’nin güdümüne sokulan, ABD’nin istemi doğrultusunda bölge güçlerine karşı yürütülen savaşa itirazsız katılan bir çizgiye çekilmek isteniyor. Bunun da saldırı savaşı olduğu, halkların ve en başta da Kürtlerin ezilmesi olduğu açıktır. Dolayısıyla Türkiye’de böyle bir siyasi gelişmenin önlenmesi gerekiyor. AKP’nin böyle bir güce ve siyasi karara ulaşmasına “dur” demek gerekiyor. Bunu ancak demokratik güçler yapabilir. Türkiye’deki en büyük demokrasi dinamiği de Kürt özgürlük hareketidir. Dolayısıyla sadece bir yerel seçime katılma, yerel yönetimler bazında önemli sonuçlar almaktan öteye, Türkiye’nin çok gerici, dışa çok bağlanmış, çatışmalı bir karanlık sürece çekilmesini önleyen, tersine demokratik değişim sürecini adım adım geliştiren bir siyasi yörüngeye çekilmesi gerekiyor. 28 Mart seçimlerinde böyle bir siyasi sonucun elde edilmesi gerekiyor. Bu
ww
w.
her ne kadar Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin çözülüşünde Kürtlerle bir ilişki geliştirmiş olsa da, bunu Kürt sorununa genel bir yaklaşım, Kürt sorununa çözüm politikası haline getirmiş değildir. Kürtlere ve Kürdistan’a bütünlüklü değil parçalı bakıyor. Kürtleri sadece Güney’de görüyor; Kuzey’deki ve diğer parçalardaki Kürtler için herhangi bir politik yaklaşımı yok ve Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmesinde Türkiye yönetimiyle mutabakatını sürdürüyor. Bu şu anlama geliyor: ABD de henüz Kürt inkarı sistemini aşmış değil. Her ne kadar bölgedeki eski gerici statükoyla çelişkili ve çatışmalı olsa da, bir bütün olarak bu statükonun oturduğu temel husus olan Kürt karşıtlığı ve Kürt inkarı politikasını da aşmış değildir. Bu durum ve bölgede yaşadığı zorlanma ABD’yi de Türkiye ile ilişkiye itiyor, bu ilişkiyi önemli hale getiriyor. Bütün bunlardan çıkan önemli sonuçlar, bölgede yaşanan politik askeri mücadelenin derinleşerek devam ettiğidir. Kürt sorunu ve Kürdistan üzerindeki mücadelenin böyle bir gelişmede temel rol oynadığı ve daha fazla oynayacağıdır. Yani Kürdistan böyle uluslararası çerçevesi olan büyük bir bölgesel mücadeleye sahne oluyor. Bu mücadele içerisinde de eskinin inkar ve imha sistemi, bölge gericiliği ve uluslararası bağlantıları tarafından korunmaya ve yaşatılmaya, Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesini yine bu inkar eksenine oturtma çabasını sürdürmeye götürüyor. Bu da bölgesel demokrasiyi geliştirme gücünde olan Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmesini gerektiriyor. Bu çerçevede bölgesel ve uluslararası gericilik, Özgürlük hareketimize karşı komplocu saldırılar planlıyor ve yürütüyor. Hareketimiz üzerinde bu tehdit devam ediyor. Bu tehdidin içine bazı Kürt çevreler de katılmaya çalışılıyor. ’91’den sonra 36. paralel kuzeyindeki oluşumu kabul ederek, KDP ve YNK’yi Kürt özgürlük hareketine karşı mücadele cephesi içinde tutmayı başardılar. Şimdi Güney Kürdistan’a yeni bir statü kazandırarak, bu güçlere belli tavizler vererek, yeniden ABD-Türkiye ittifakı içerisine Güney’deki Kürt örgütleri de alınmaya çalışılıyor. Böyle yoğun bir diplomatik faaliyetin ve siyasal mücadelenin yaşandığından asla kuşku duymamak gerekir. Bu da uluslararası komplonun devam etmesi, komplocu tehdidin sürmesi anlamına geliyor. Bizim böyle bir tehditle yüz yüze olduğumuz açıktır ve bu saldırıları boşa çıkartacak, yaşanan bölgesel mücadelenin ortaya çıkardığı fırsatları değerlendirecek; yine uluslararası ve bölgesel güçler arasındaki çok yönlü çelişkilerden yararlanacak bir siyasal mücadeleyi örgütleyip yürütmemizin, özgürlük mücadelemizi böyle bir yaklaşımla ele alıp geliştirmemizin gereği vardır. Toplantımız bütün bunları değerlendirerek, önümüzdeki iki ay içerisinde hem bu imha amacı temelinde gelişecek saldırıları boşa çıkartacak ve hem de hareketimizi ve mücadelemizi güçlendirecek bazı önemli çalışmalar yürütülmesini kararlaştırmıştır. Bu konuda alınan ve yeni planlamamızı da içeren bazı temel kararlar şöyledir: 1- Özgürlük hareketimizi imha amaçlı saldırılara karşı halkın topyekün siyasi eylemliliğiyle, direnişiyle cevap vermek. Bahar serhildan hamlemizi bu temelde geliştirmektir. Bunu Yürütme Konseyimizin birinci toplantısı da kararlaştırmıştı. Oluşturulan “Önderliğe Özgürlük Komitemiz” geçen dönemde böyle bir halk serhildanını planlamaya çalıştı. Yürütme Konseyi İkinci Toplantımız da, bunu daha da ayrıntılandırdı ve
Fakat her alanın kendi çözümü yönünde de arayışlar, tartışmalar sürecek ve bazı adımlar atılacaktır. Bu çerçevede Kürt sorunun demokratik çözümünü içeren Demokratik Federal Irak’tan yana olma, bu çizgiyi savunma, Irak’ın yeni siyasal yapılanmasını böyle bir çizgide gerçekleştirmek için çaba harcama doğru bir tutumdur. Bunu geliştirmemiz gerekiyor. Bunları sürdürebilmek, bu konularda etkili hale gelebilmek için hem Güney Kürdistan’da ve hem de Irak’ta pratik örgütsel faaliyetlerimizi geliştirmemiz gerekiyor. Giderek bir kitle eylemliliği çizgisine ulaşma ihtiyacımız var. Henüz böyle bir durum oluşmadı, demokratik değişim ve yeniden yapılanma çizgisi doğrultusunda bir kitle eylemliliğini bu sahada oturtamadık. Ancak bu bahar hamlesiyle birlikte Güney’de ve Irak’ta da böyle bir eylem çizgisine ulaşma gereği vardır. Toplantımız bunun önemine dikkat çekmiştir. Yine diplomatik faaliyetleri siyasal kitle eylemliliğine paralel geliştirmenin gereği vardır. Hem Kürt örgütleriyle ve hem de Irak’taki bütün siyasi güçlerle uygun bir diplomatik ilişki ve ittifak çalışması içerisin-
nuçlar birleştirilmiyor ve bir çizgi doğrultusunda bir hedefe kanalize edilemiyor. Bunun aşılması, Başkanlığın, iç ve dış siyasi komitelerin bu çerçevede diplomasi faaliyetlerini çizgiye daha uygun, daha örgütlü ve sonuç alıcı yürütmeleri gereği üzerinde durulmuştur. Bu doğrultuda da hem Türkiye ve Irak örneklerinde olduğu gibi, Doğu’da ve Küçük Güney’de bölge güçleriyle ve içinde yer alınan devletlerin halklarıyla demokratik ilişki ve ittifakı geliştirme, hem de AB, ABD ve hatta Asya devletleri nezdinde mümkün olduğu ölçüde diplomatik çalışmaları geliştirme yönünde daha yoğun bir çabamız olacaktır. 5- Siyasi, örgütsel ve diplomatik çalışmalara bağlı ve gelişebilecek saldırıları karşılayacak, imha ve tasfiye tehditleri karşısında hareketimizi sağlam ve güvenli kılacak bir şekilde meşru savunmanın geliştirilmesini, bu konuda yürütülen çalışmaların tekrar tekrar gözden geçirilerek Önderliğin öngördüğü ve işaret ettiği çerçevede eksikliklerinin giderilip daha yeterli ve derin hale getirilmesi yönünde çalışılmasını gerekli gördük. Bu anlamda, Savunma Komitesi’nin mevcut gerilla mevzilenmesini Kuzey, Güney ve Doğu’ya yönelik dengeli bir biçimde daha sistemli ve örgütlü kılmasını, yeniden mevcut durumu gözden geçirerek, varsa eksikliklerini gidermesini, mevzilenmenin olabilecek her türlü saldırı karşısında hareketimizi savunacak bir düzeye ulaştırılmasını, bu temelde gereken çalışmaları yürütmesini kararlaştırdık. Aynı zamanda Önderliğin çokça işaret ettiği doğrultuda gerillanın büyütülmesi, eğitiminin ve örgütlülüğünün geliştirilmesi çalışmalarının da aksatılmadan yürütülmesini, bu konuda gerillayı büyütmeyen, hatta çekiştiren, gerillaya katılımı engelleyen ve katılımı geliştirmek doğrultusunda çalışmayan anlayışların mahkum edilmesini de kararlaştırdık.
we .c
ABD
da seçimlerin demokratik siyaset, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik çözümü açısından büyük önem taşıdığını gösteriyor. Şimdiye kadar bu çerçevede yaklaştık ve bundan sonra da bu temelde yaklaşacağız. Demokratik güçlerin ağırlığının daha da arttığı, demokratikleşmeyi Türkiye’ye dayatan bir siyasi doğrultuyu 28 Mart seçimleriyle ortaya çıkartmayı hedefliyoruz. Bunun için demokratik güçlerin en geniş ittifakını ve birliğini yaratmayı temel siyaset olarak benimsedik. Bu doğrultuda yürütülen ilişki ve ittifak çalışmalarına destek verdik ve bu desteğimizi sürdüreceğiz. Bunun en demokratik tutum ve en doğru siyaset olduğuna inanıyoruz. Önderlik de bu siyasi tutumu onayladı ve doğru buldu. Önemi üzerinde derin değerlendirmeler yaptı. Yine seçimlerden en başarılı sonucu alan, yerel yönetimlerde halka hizmet edecek özgürlükçü yerel yöneticiliği geliştiren bir düzeyi yakalamaya çalışıyoruz. Böyle politik bir çerçevemiz var. Yerel yöneticilerin özelliklerini, yerel yönetim anlayışını geçmişe göre daha net tespit ettik. Bu doğrul-
Sayfa 9
te
ABD de henüz Kürt inkar› sistemini aflm›fl de¤il
somutlaştırdı. Bu temelde 15 Şubat’la birlikte Kürdistan’ın dört parçasında ve Kürtlerin yaşadığı her yerde komployu lanetleyen, Önderliği sahiplenen, Önderlikle birleşmeyi ve bütünleşmeyi esas alan bir halk serhildanını geliştirmeyi ve başarıyla yürütmeyi esas alıyoruz. Bunu “Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası” olarak geliştiriyoruz. Bu kampanyanın, yöneltilen saldırırları karşılayacak, halkımızın tutumunu ve iradesini ortaya çıkaracak, gericiliği parçalayacak, bölgesel ve uluslararası güçlere Kürt halkının birliğini ve iradesini gösterecek bir eylemlilik olmasını istiyoruz. Bahar hamlemizi böyle bir özgürlük kampanyası biçiminde yürütmeyi esas alıyoruz. Bu konuda 15 Şubat’ı, komployu lanetleme ve ulusal birliği gösterme yönünde genel bir eylemlilikle karşılamayı öngörüyoruz. Genel boykot ve ulusal oruç gününün gereğini yerine getirerek, halkın en geniş birliğini yaratmayı ve bunu herkese göstermeyi esas alıyoruz. Buna bağlı 8 Mart, Newroz, 21-27 Mart Kahramanlık Haftası, yine 4 Nisan gibi önemli tarihsel günlerimizde bu halk serhildanı kampanyamızı doruğa çıkartarak,
ne
ye çalışması, yeniden Türkiye’ye büyük önem veriyor görünmesi buradan kaynaklanıyor. Bu, Amerika’nın giderek Türkiye’yle ilişkilerini düzeltme, Irak’ta ve Ortadoğu’daki zorlanmasını Türkiye’den aldığı destekle aşma anlayışlarını güçlendiriyor. Böyle bir ilişki arayışı var ve bunun da temel sorunu Kürt sorunudur. Yani Türkiye’nin Kürt karşıtı duruşunun dayatmasıdır.
Şubat 2004
om
Serxwebûn
tuda da bir çalışma yürütüyoruz. Kuşkusuz bu konuda sorunlar ve zorluklar var. Dar, mahalli, çıkarcı, bireyci ve rantçı yaklaşımlar zorluyor. Fakat bütün bu zorlanmaları aşan, mümkün olanın en iyisine ulaşmayı hedefleyen bir çaba yürütüyoruz. Bu temelde başlatılan bahar serhildanında ve seçim sonuçlarında en başarılı noktaya ulaşmayı hedefliyoruz.
Güney Kürdistan çat›flma alan› haline getirilmeye çal›fl›l›yor 3- Güney Kürdistan ve Irak’taki durum da önemini korumaya devam ediyor. Bu alanda çatışmalar sürüyor ve bazı çevreler bu çatışmaları giderek Güney Kürdistan’a yaymaya da çalışıyor. Çözümsüzlük böylece derinleştirilmek isteniyor. İstikrar bozulup şiddet yaygınlaştırılarak Kürt sorununa demokratik çözüm tehdit edilmek isteniyor. Mahalli, etnik ve aşiretçi özellikler, daha çok da milliyetçilik derinleştirilerek yaşanan çatışmalı durum böyle tehlikeli bir çizgiye çekilmeye çalışılıyor. Bu hususlar önemlidir. Öncelikle burada Arap ve Kürt milliyetçiliklerini karşı karşıya getirme, tırmandırma ve çatışmaya dönüştürme çabaları var. Bazı dış ve bölgesel güçler bundan yarar görüyorlar. Bu tehlikeyi önleyen, halkların demokratik birliğini ve ortak yaşamını esas alan bir anlayışı, çizgiyi burada geliştirme gereği var. Önderlik çizgisi, yani halkların demokratik birlik çizgisi böyle bir tehlikeyi önleyecek tek çizgidir. Bir defa bizim Önderlik çizgisini, milliyetçiliğin derinleştirilmesine ve çatışmaya karşı demokratik birliği ve barışı geliştiren bir anlayışı tüm Irak’ta oturtmamızın gereği var. Diğer yandan yeniden yapılanma yönünde federasyon tartışmaları sürüyor. Kuşkusuz çözüm bölgesel çapta olacak.
de olmanın yararı vardır. Bu konuda zayıflıkları aşmamız gerekiyor. Sadece Kürdistan’la sınırlı kalmayıp, Irak çapında bu faaliyetlerimizi yaygınlaştırmamız gerekiyor. Toplantımız bu hususlara da işaret etmiştir. Bunları sürdürecek şekilde bir örgütsel ve pratik çalışmayı Güney’de ve Irak’ta geliştirme ve yaygınlaştırma gereği vardır. Toplantımız bunların üzerinde durmuş, partileşme çalışmalarını sürdürmeyi, yine kadın ve gençlik kongreleriyle kitle örgütlenmesini geliştirmeyi, basın ve kültür faaliyetlerini ilerletmeyi önemli bulmuştur. Yine toplantımız kamptaki halk meclisinin güçlendirilmesi ve halkın demokratik yaşamının geliştirilmesi yönünde çalışma yapmayı önemli görmüştür. Bu çerçevede bu toplantıyla birlikte Güney ve Irak çalışmalarında daha çok halka dayanmayı, kitleleri harekete geçirmeyi, sadece kadroya dayanan çalışma olmaktan çıkarmayı, fazla kadro birikimini değişik sahalara çekerek alanı kadrosal birikim bakımından hafifletmeyi uygun bulmuş durumdayız. 4- Bu süreçte önemle ele alacağımız bir diğer çalışma olarak da diplomatik çalışmaları belirledik. Zaten KONGRA-GEL siyasal planlamasının önemli bir alanıydı bu. Diplomasi çalışmalarının hem Ortadoğu’da hem de dış alanlarda daha örgütlü, birleşik, yöntemli ve sonuç alıcı biçimde geliştirilmesinin gereği üzerinde durulmuştur. Zorluklar var diye bu çalışmayı yürütmemek, kısmi çalışmalarla sınırlı kalmak doğru değildir. Zorluklar ve engeller her zaman olacaktır. Önemli olan doğru bir yaklaşım ve yöntemle bunları aşarak çalışmayı ilerletebilmek ve geliştirebilmektir. Biz bu dönemde bunu sağlayacağız. Diğer yandan parçalılık ve çok başlılık var. So-
6- Bu dönemde siyasal ve örgütsel çalışmalarla birlikte yeni bir Genel Kurul hazırlama çalışmalarının yürütülmesini de kararlaştırdık. Önderlik baharda Genel Kurul’un yeniden toplanarak çalışmasının gerektiğini belirtmişti. Bunu değerlendirerek baharda yeni bir Genel Kurul toplamayı uygun gördük. Onun için bu dönemi siyasal ve örgütsel çalışmalarla birlikte aynı zamanda bir Genel Kurul hazırlama dönemi olarak da ele alıyoruz. Bu doğrultuda Başkanlık ve komiteler düzeyinde yeni bir Genel Kurul’a sunulacak projelerin neler olacağı üzerinde çalışılacaktır. KONGRAGEL kuruluşunun eksiklikleri nelerdir ve nasıl giderilecektir, hatalar neler olmuş ve nasıl düzeltilecektir; işte bunlar üzerinde çalışma yürütülecek ve tasarılar hazırlanacaktır. Yine birinci Genel Kurul toplantısı, ikinci toplantı için bileşimin yeniden gözden geçirilmesini kararlaştırmıştı. Şimdi böyle bir çalışma da yürüterek, baharda KONGRA-GEL Genel Kurulu’nu yeniden uygun yöntemlerle toplayacağız. Önderlik siyasi ve askeri koşulları dikkate alan bir toplantı sisteminin geliştirilebileceğini belirtmişti. Hem güvenlik ve hem de çalışmalarımızın durumu dikkate alınırsa, öyle bir sistemle toplanma gereği ortaya çıkıyor. Onu dikkate alarak, buna uygun bir toplantıyı gerçekleştireceğiz. Bu yeni Genel Kurul toplantısı, Önderliğin öngördüklerini KONGRA-GEL bünyesine yerleştiren, bu anlamda KONGRA-GEL’in örgüt olarak sistem kazanmasını, Önderlik çizgisine tam oturmasını, pratikte işleyen bir yönetime ve güce kavuşmasını sağlayacaktır. Böylece 2004 yılının büyük değişim ve gelişime açık ortamını özgürlük ve demokrasi mücadelemiz cephesinden örgütlü bir biçimde karşılamış olacağız. Bu bahar döneminin planlaması açısından da toplantımızın ortaya çıkardığı temel yaklaşım ve kararlar bu çerçevededir. Ayrıntıda farklı kararlarımız da var. Örgütsel güvenliğin geliştirilmesi yönünde Önderliğin işaret ettiği doğrultuda bazı çalışmaları imkanlar ölçüsünde yürüteceğiz. Bu dönemde Disiplin Kurulumuzu çalışır kılacağız. Yine pratikte ihtiyaç duyuldukça yeni kararlar alma ve onları pratiğe geçirme olacaktır.
Devam› Sayfa 29’da
Sayfa 10
Şubat 2004
Serxwebûn
Her türlü y›k›c›l›¤a ve bozgunculu¤a karfl›
KONGRA GEL BAfiKANLI⁄I
istediğini, ancak Hewler’deki patlama olayı nedeniyle yol güvenliğinin olmadığını” belirterek, gelişin birkaç gün ertelenmesini istedi. Bizde güvenlik konusuna büyük önem verdiğimiz için bu öneriyi makul bulduk ve Ferhat gelmeden Konsey toplantımızı yapmayı kararlaştırdık. Verilen bilgiler konusunda çok emin olmasak da başka türlü davranamazdık. Çünkü güvenlik konusunu dikkate almak zorundaydık.
we
“Özgürlük hareketimiz ve onun KONGRA-GEL biçimindeki yeniden yap›lanmas› d›fltan gelen imha amaçl› komplocu sald›r›yla birlikte, içten de bir provokatif tasfiyeci dayatmayla, bozguncu, y›k›c› ve parçalay›c› bir e¤ilimle yüz yüze gelmifltir. Bu e¤ilim ideolojide dar milliyetçi, politikada sa¤ liberal, pratikte teslimiyetçi, kad›n yaklafl›m›nda kölelefltirici, örgütte da¤›t›c›, yönetim tarz›nda ise ezici ve bitiricidir. Önderlik çizgisi ve tarz›n›n d›fl›ndad›r, KONGRA-GEL karfl›t›d›r.”
ww
“D›fltan gelen uluslararas› komplonun sald›r›lar›yla içten gelen y›k›c› ve bozguncu dayatmalar birdir ve hareketimizi tasfiye etme amac›nda birleflmektedir. Bu nedenle d›flta uluslararas› komploya karfl› mücadeleyle içte y›k›c› ve bozguncu e¤ilime karfl› mücadele de birdir ve ortakt›r. Y›k›c›l›¤a ve bozgunculu¤a karfl› gelifltirece¤imiz birlik mücadelesi, ayn› zamanda uluslararas› komploya karfl› yürüttü¤ümüz önemli bir mücadele olmaktad›r.”
Ardından dağlık alana geçtik ve bu sahada bulunan bazı arkadaşlarla tartışmalar yürüttük. Yüz yüze görüşemediğimiz bazı arkadaşlarla telefon görüşmesi yaparak çözüme ilişkin görüşlerini aldık. Bu alandaki arkadaşlarımızın Önderlik çözümüne ve KONGRA-GEL çizgisinde birleşmeye açık oldukları, yaşanan parçalı duruş karşısında kaygı duydukları izlenimini alarak, bu temelde daha ileri pratik adımlar atabilmek için tekrar Irak sahasına döndük. Irak sahasındaki bu ikinci görüşmelerimiz öncekine göre daha zorlu geçti.
men ardından bu hususu ayrıntılı bir biçimde Botan ve Serhat arkadaşla tartıştık ve bu görevi bu iki arkadaşa verdik. Kendileri ilk işlerinin bu olacağını, en kısa zamanda Ferhat’ı Başkanlığın çalıştığı sahaya getireceklerini ve bizzat onunla birlikte geleceklerini belirterek görevi üstlendiler. Ve bu görevi gerçekleştirmek üzere de erkenden toplantının yapıldığı alandan ayrılıp gittiler. Toplantıdan bu yana on beş gün geçmiş olmasına rağmen, Ferhat görevinin başına ve güvenlikli alana gelmedi. Bu husus Botan ve Serhat’la birçok kez telefonda konuşulmasına rağmen, bunlar da görevlerini yapmadılar ve Ferhat’ı getirmediler. En son ısrar etmemize ve süre vermemize rağmen yine de bu husus gerçekleşmedi. Bu kişiler tarafından açıkça Başkanlık talimatlarına uyulmamış ve kendilerine verilen görevler yerine getirilmemiş oldu. Önderliğimizin birleşme yönündeki açık talimatına ve bizim bunu gerçekleştirmek için yürüttüğümüz sabırlı, iyi niyetli ve birlik isteyen çabalarımıza rağmen, bu kişiler bizi oyaladılar, iyi niyetimizi kötüye kullandılar. Yürütme Konseyi İkinci Toplantımızın kararlarına uymadılar ve bunları uygulamadılar. Eski tutumlarını bu süreçte de devam ettirerek, özellikle Güney ve Kuzey Kürdistan’da bölücü, yıkıcı, parçalayıcı çalışmalar yürüttüler. Kuzey Kürdistan’da cezaevinden çıkan bazı arkadaşları ve yine legal partiden rahatsız olan çeşitli çevreleri kendi amaçlarına alet etmeye çalışarak onlarla alternatif bir parti örgütlemeye çalıştılar. Bazı kişilere sözlü ve yazılı talimatlar göndererek yerel seçimlerde mevcut parti adaylarının dışında bağımsız adaylar gösterdiler. Değişik alanlarda varolan örgüt paralarını el koydular ve çeşitli çevreleri yanıltarak kendilerine özel para toplamaya çalıştılar. Bunlarla da yetinmeyerek Önderliğimizi ailesi aracılığıyla yanlış bilgilendirmeye çalıştılar ve kötü amaçlarını bu temelde başarmak istediler. Bütün bunları değerlendiren Başkanlığımız, Önderliğimizin sağ teslimiyetçi çizgi olarak tanımladığı bu eğilimin geldiğimiz noktada tam bir KONGRA-GEL karşıtı, bölücü, bozguncu, yıkıcı, dağıtıcı ve tasfiyeci bir karakter kazandığını tespit ederek, başta bu provokatif tasfiyeci eğileme karşı mücadele olmak üzere bir dizi kararlar aldı. Buna göre Başkanlık talimatlarını dinlemeyen ve görevlerini yapmayan, tersine hareketimize karşı bozguncu ve yıkıcı faaliyetlerini yürütmekte ısrarlı olan Ferhat, Botan ve Serhat’ın bütün pratik görevleri dondurulmuş, bu kişiler görevsizlendirilerek merkeze çağrılmıştır. Pratik tedbir içeren bu kararla birlikte bu kişiler Disiplin Kurulu’na verilmektedir. Başkanlığımıza gelip özeleştiri vererek sorunlarını çözene ve disiplin soruşturmasından geçene kadar bu görevsizlendirme kararı geçerlidir. Bundan böyle bu kişilerin alacağı tüm kararlar ve verecekleri talimatlar KONGRA-GEL dışıdır, geçersizdir ve örgütümüz bunlardan sorumlu değildir. Ayrıca bu kişilerle birlikte çalışmak, onların talimatlarına göre hareket etmek, bu tür talimatları uygulamak ve başkalarına da uygulatmaya çalışmak disiplin suçudur ve böyle yapan kişilere karşı disiplin yönetmeliği uygulanacaktır.
.c o
Önderliğin görüşme notlarında adı geçen diğer arkadaşlarımızın çözümleyici yaklaşımlarına karşın Ferhat’ı oldukça gergin ve çözümsüz bulduk. Çok kararlı görünmüyordu ve bize istifa edeceğini söyledi. Daha sonra ikinci kez görüşüp net kararını öğrenme talebimizi olumsuz karşılayarak bizimle görüşmedi. Bu durumu Botan ve o sahada bulanan ve kendisiyle birlikte hareket eden arkadaşlarla konuşarak kendisiyle gö-
w. ne
Değerli arkadaşlar, Özgürlük hareketimiz oldukça kritik bir süreçten geçiyor. Büyük gelişme imkanlarıyla birlikte uluslararası komplonun hareketimizi tasfiye amaçlı saldırıları da sürüyor. Geçen altı ayda pişmanlık kanunu etrafında geliştirilen komplocu saldırının boşa çıkartılması, hareketimiz açısından önemli bir durumdu ve ciddi mücadele imkanları yarattı. Ancak uluslararası gericiliğin hareketimize yönelik inkar ve tasfiye emelleri devam ediyor. Bu noktada bir yandan ortaya çıkan büyük gelişme imkanlarını özgürlük mücadelesine dönüştürme göreviyle yüz yüze olurken, diğer yandan da komplonun yeni saldırılarını başarısız kılacak tutumun sahibi olmamız gerekiyor. Altı yıl önce Önderliğimizi hedefleyen uluslararası komplonun günümüzde Önderliğimizle birlikte hareketimizin içini, gerillamızı, tüm özgürlük kuvvetlerimizi de hedeflediği açıktır. Son altı ay içindeki planlı saldırının pişmanlık kanunu etrafında şekillenmesi ve bunun da doğrudan kadroyu ve gerillayı hedefliyor olması bunun en açık kanıtıdır. Bu nedenle KONGRA-GEL’in kuruluş süreci yoğun tartışmalı ve sancılı geçmiştir. Uluslararası komplonun hareketimiz içindeki etkileri kuruluş sürecini kargaşaya boğmaya, KONGRAGEL gerçeğini özünden saptırmaya, Önderliğimizin deyimiyle “içini boşaltmaya” çalışmıştır. Kendisini reformcu olarak tanımlayan bir eğilim ve bundan oluşan gruplaşma, kongre üzerinde tam bir tahrik ve boğucu etki yaratığı gibi, kongreden sonra da hizipçi tavrını sürdürerek KONGRA-GEL’i adeta işlemez kılmıştır. Kongre sonuçlarının çok düzensiz ve yetersiz de olsa Önderliğe ulaştırılması ile birlikte Önderliğimizin bu duruma karşı eleştirel tavrı ve her türlü bireyci, grupçu, parçalayıcı eğilime karşı KONGRA-GEL çizgisinde birleşmeyi öngören çözümleyici tutumu gelişmiştir. Önderliğimiz “ideolojik ayrılıklar giderilemiyorsa KONGRA-GEL çizgisinde demokratik birlik yapılmasını” isteyerek, dürüst yaklaşıldığı ölçüde her koşulda çözüm içeren kendi tutumunu ortaya koymuştur. Bu noktada bazı arkadaşlarımızın ismini verip eleştirerek, onların bir araya gelmesini ve öngördüğü doğrultuda çözümü gerçekleştirmesini istemiştir. Önderliğimizin bu çözümü talimatının gelişmesi ardından biz Başkanlık olarak bir durum değerlendirmesi yaptık. Yaşadığımız örgütsel sorunlara yönelik Önderlik çözümünün gerçekleştiğini değerlendirerek bizim bu çözümü pratikleştirmemiz gerektiği tespitini yaptık. Bu çerçevede öncelikle herkesin Önderlik çözümüne uygun davranmasını içeren yazılı çağrımızı ilgili arkadaşlara gönderdikten sonra, bir Başkanlık heyeti oluşturarak bu doğrultuda başta adı geçen arkadaşlarımız olmak üzere ilgili tüm arkadaşlarla görüşüp toplantılar yaparak pratik çözümü gerçekleştirmek üzere fiili bir girişim başlattık. Bu amaçla ilk olarak Irak alanına geçtik ve başta Ferhat ve Botan olmak
üzere alanda çok sayıda arkadaşla tek tek ve gruplar halinde görüştük. Bu görüşmelerde Önderliğimizin çözüm yolunu gösterdiğini, herkesin buna uyması ve bu temelde kendi çözümünü geliştirmesi gerektiğini, KONGRA-GEL çizgisinde birleşerek çözümü yaratabileceğimizi ifade ederek buna uygun davranmalarını istedik. Çok açık olmamakla birlikte çözüm için toplantı ve tartışmaya gelineceği izlenimi edindik.
te
Tüm kadro ve çalışanlara
m
ÖNDERL‹K Ç‹ZG‹S‹NDE KONGRA GEL BAYRA⁄INI YÜKSELTEL‹M
rüşmelerini, net kararı neyse bize getirmelerini istedik ve tüm arkadaşları bir Yürütme Konseyi toplantısı yapmak üzere davet ettik. Bu temelde 9-10 Şubat günlerinde gerçekleştirdiğimiz Yürütme Konseyi İkinci Toplantısı’na ulaştık. Bu toplantının sonuçlarını 14 Şubat tarihli talimatımızla tüm KONGRA-GEL yapısına aktarmış bulunuyoruz. Toplantıya Botan ve Irak sahasındaki diğer arkadaşlar gelmelerine rağmen, Ferhat arkadaşımız gelmedi. Botan arkadaşa bize, “Ferhat’ın gelebileceğini, kendisinin gelmek
Yürütme Konseyi toplantımızda Önderlik talimatı doğrultusunda örgütümüzün ve bazı arkadaşlarımızın güvenliği üzerinde titizlikle durulmasını içeren bir karar aldık. Bu karar gereği Ferhat’ın en kısa zamanda gerillamızın kontrol ettiği dağlık alanlara gelmesi ve örgütümüzün sağladığı güvenlik içinde hareket etmesi gerekiyordu. Ayrıca toplantının yaptığı yeni düzenleme gereği Başkan’la birlikte yönetim çalışmasına katılması kararlaştırılmıştı. Bu da en kısa zamanda Başkan’ın olduğu sahaya ulaşmasını gerektiriyordu. Toplantının he-
Devam› sayfa 30’da
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 11
KONGRA-GEL Yürütme Konseyi Üyesi Asya Deniz ile yerel yönetimlere iliskin yap›lan röportaj
“BELED‹YEC‹L‹K YERYÜZÜNÜ KURTARMA HAREKET‹D‹R”
2004
om
de meclis içi muhalefet olarak AKP’nin bu konudaki politikalarını tam bir fikir birliği içinde desteklemiştir. Kürt sorununda çözüme yanaşmak bir yana, çürütmede daha da katı bir uygulamanın sahibi olmuştur. AKP, şimdi de yerel seçimlerde Kürt demokrat ve yurtseverlerinin yönetim olduğu yerel yönetimleri CHP ile ittifak içinde bütün hile ve aldatma yöntemlerini uygulayarak ele geçirmeye çalışmaktadır. Bütün bunlar, AKP’nin antidemokratik uygulamalarda ve demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde oligarşik sistemle tam bir uyum ve ittifak içinde olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yerel seçimlerin sonuçları daha fazla önem kazanmaktadır. AKP’nin alacağı olumlu sonuç demokrasi karşıtı bir rol oynayacağı gibi, sol ve demokratik güçlerin
yasetin demokratikleştirilmesinde açık ve şeffaf uygulamalar ile halkın doğrudan katılımının sağlanması, zihniyet değişiminde önemli avantajlar yaratacaktır. Zihniyet devrimi temelinde yaratılacak vicdani ve ahlaki duyarlılık, yerel yönetimlerin yerel demokrasi için uygulama alanları yaratmasıyla önemli bir işlev görecektir. Bütün bunlar, 2004 yerel seçimlerinin her zamankinden daha fazla bir işleve sahip olduğunu göstermektedir.
– 2004 yerel seçimlerinde demokrasi mücadelesi yürütenler ile mevcut sistemin devamından yana olan güçler, ittifak oluşturmada nasıl yaklaşımlar geliştirmektedirler? Devletin ve medyanın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
te
yerel seçimlerinin önemini artıran bir diğer etken de, AKP’nin bu seçimlere yüklediği misyondur. Bir buçuk yıllık iktidar olmanın bütün imkan ve avantajlarını da arkasına alarak, yerel seçimlerde alacağı sonuçlarla daha güç-
“Merkezi yönetimlerin yerel yönetimlerle yetki ve inisiyatif paylafl›m›n›n hukuku, devletin karakterini belirleyen temel etkenlerdendir. Bütün yönetim erkinin merkezde yo¤unlaflmas› ile ça¤c›l demokratikleflme ihtiyac› birbirine uymamaktad›r. Bireysel ve grupsal haklar ile kültürel ço¤ulculu¤un demokratikleflmenin baflat k›staslar› olmas›, devletlerin merkeziyetçi yap›lar›n› esnetmeye, yönetim erkini yerellerle paylaflmaya, yerelin temsil düzeyini art›rmaya zorlamaktad›r.”
ww
lenmiş olarak demokratikleşme mücadelesini engellemeyi ve Türkiye’yi gericiliğin daha güçlendiği bir mevzi haline getirmeyi hedeflemektedir. Çünkü AKP, 2002 seçimleriyle elde ettiği iktidarın meşru bir temsil düzeyine dayanmadığını, seçim barajı ve antidemokratik engellemelerle Türk ve Kürt demokratik gücünün meclis dışında bırakıldığını bilmektedir. Bunun için antidemokratik karakterini gizlemede demokratikleşme ve değişim söylemini büyük bir demagoji olarak kullanmaktadır. Oligarşik sistemin iç çelişkileri nedeniyle pek çok icraatını, uygun zemin ve zamana kadar ertelemiştir. Ama Kürt sorunu ve Başkan Apo’ya yönelik tutum ve politikasında oligarşik sistemle uyuştuklarından, çok açık davranmış, en katı inkarcı ve çürütücü yaklaşımları sürdürmekten geri durmamıştır. CHP de söz-
rununun demokratik çözümü temelinde, işsizliği ve yoksulluğu çözülmüş, demokratik bir Türkiye’nin gerçekleştirilmesinde önemli bir başlangıç olarak görülüp, bu esasta değerlendirildiğinde beklentilere cevap olabilir. Bu bağlamda özgür birlik temelinde Kürt-Türk kardeşleşmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi önündeki en önemli engelin aşılmasını sağlayacaktır. Şovenizmin ve dar milliyetçiliğin en önemli beslenme kaynağının halkların ve kültürlerin birbirlerine karşı yalan ve demagojiye dayalı önyargılarla şartlandırılması olduğu bilinmektedir. Böylesi bir kaynağın kurutulmasında halkların ve kültürlerin hoşgörü temelinde birliklerinin belirleyici rolü olacaktır. Bu ittifakın emekten, barıştan ve adaletten yana güçler nezdinde yaratacağı moral motivasyon yanında; demokrasi karşıtı güçlerin yönelimlerine bir baraj oluşturması açısından da önemli bir kazanımdır. Bu ittifakın bir başlangıç olarak kabul edilmesi ve daha güçlü oluşumlara zemin teşkil edecek şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerçekleşen güç birliğinin, demokrasi cephesi açısından ifade ettiği anlamın karşıt cephede yol açtığı tedirginlik ve yönelimlerle de ölçülmesi olanaklıdır. Nitekim Baykal’ın şahsında ortaya çıkan tutum, demokratik örgütlerin kendi potansiyellerini doğru zemine çekme konusunda ne kadar çaba göstermeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle Demokratik Güç Birliği karşısında gelişen tutumları dikkatle izlemek ve doğru yorumlamak, hedeflerin doğru tespiti için de oldukça gereklidir. Demokratik Güç Birliği’ni oluşturan partilerin yüklendikleri misyonun büyüklüğüne denk bir çözümleyicilikle ve siyasal olgunlukla yaklaşmaları önemlidir. Dönemsel ve grupsal çıkarların demokrasi mücadelesinin genel çıkarları üzerine konulmasına izin verilmemelidir. Adayların belirlenmesinde, seçim çalışmalarının yürütülmesinde, ittifakın ve yerel seçimlerin öneminin en geniş kesimlere götürülmesinde en yoğun çabanın sergilenmesi önünde hiçbir engelleyici faktöre teslim olunmamalıdır. Demokratik Güç Birliği’ne katılan partilerin ittifak çalışmaları yürüttüğü süreçte geniş bir potansiyelin temsili söz konusu olmasına rağmen, Türkiye medyası gelişmelere ilgisiz kalmıştır. Hatta ittifak gerçekleştikten ve kamuoyuna deklere edildikten sonra bile gazeteler, ya sıradanlaştırma ya da ilgisiz bir yaklaşım sergileme tutumu içine girmişlerdir. Halen kırk civarında yerel yönetimde iktidar olan DEHAP’ın Kürt partisi olarak damgalanıp medya tarafından cüzzamlı uygulamasına tabi tutulması, oligarşik inkarcı zihniyetin medya alanındaki temsili olmaktadır. Bu nedenle de demokratikleşme mücadelesine, dönüşüm çabalarına ilk karşı çıkan medya olmaktadır. Dar milliyetçilik, şovenizm ve ayrımcılık argümanları üzerinden siyaset yürüten devletin içindeki önemli bir kesimin kardeşleşme anlamına gelen Kürt-Türk ittifakına karşı tedirginlik duyması, rahatsızlığını değişik tutum ve söylemlerle ifade etmesi, şaşırtıcı bir durum değildir. Bu konuda engelleyiciliğin seçimde başarıyı olumsuz yönde et-
we .c
AKP’nin en büyük hedefi özgürlük mücadelesinin tasfiyesidir
w.
Asya Deniz: 2004 yerel seçimleri hem Türkiye’nin sosyal, siyasal yapısı hem de yerel yönetimlerin kazanmış olduğu işlev bakımından her zamankinden daha büyük bir önem kazanmıştır. Seçimlerin kazandığı bu önemin temel kaynaklarından biri yerel-merkez ilişkisinin günümüz dünyasında yetki ve inisiyatif paylaşımı konusunda arayışlara konu olmasıyla bağlantılıdır. Merkezi yönetimin pek çok hizmet alanını, dolayısıyla da yetkilerini yerelle paylaşma, yerel yönetimlerin inisiyatifini güçlendirme ihtiyacı en temel gündemlerden biri durumundadır. Merkezi yönetimlerin yerel yönetimlerle yetki ve inisiyatif paylaşımının hukuku, devletin karakterini belirleyen temel etkenlerdendir. Bütün yönetim erkinin merkezde yoğunlaşması ile çağcıl demokratikleşme ihtiyacı birbirine uymamaktadır. Bireysel ve grupsal haklar ile kültürel çoğulculuğun demokratikleşmenin başat kıstasları olması, devletlerin merkeziyetçi yapılarını esnetmeye, yönetim erkini yerellerle paylaşmaya, yerelin temsil düzeyini artırmaya zorlamaktadır. Küreselleşmenin ulusal sınırları aşındıran etkisi ve demokratik değerlerin çekiciliği, bütün ulusal devletleri merkez yerel ilişkilerinde yeniden yapılanmaya zorlamaktadır. Bu konuda halklar ve kültürler mozaiği olan Anadolu ve Mezopotamya toprakları üzerinde katı bir üniter devlet yapısına sahip Türkiye, demokratikleşme sorunlarını en fazla yaşayan devletlerden birisidir. Türkiye son otuz yılda Kürt özgürlük hareketinin demokratikleşme mücadelesiyle değişime zorlanmış, halkın kazandığı bilinçle uyum arayışına itilmiştir. Beş yıldır süren tek yanlı ateşkes koşullarının yarattığı elverişli ortama rağmen katı oligarşik sistemin direnişi, bölgedeki gelişmelerle birlikte kırılmayla yüz yüze gelmiştir. ABD’nin Irak müdahalesiyle başlayan ve giderek yayılacağı görülen statüko değişimi, bölgede demokratikleşme için uygun zemini yaratmıştır. Türkiye’nin ulusal, kültürel farklılıkları inkar etmesi ve üniter katı merkezi devlet yapısında ısrar etmesinin koşulları giderek zayıflamaktadır. Ayrıca değişen dünyaya uyum sağlamak için yerel yönetimlerin hukukunu yeniden düzenleme zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Halen yasal olarak merkezin yerel idari mülki temsilinin gölgesinde kalan yerel yönetimlere ilişkin son birkaç yılda başlayan ve giderek gelişen tartışmalar, demokratikleşme ihtiyacının yakıcılığını göstermektedir. Kuzey Kürdistan’da yeterli hazırlık ve donanımla başlamamış da olsa, son beş yılda kırka yakın yerel yönetimde hizmet üretimi, dürüst ve şeffaf yöneticilik ve halkın yönetime katılımı anlamında belirgin girişim ve çabalar, mevcut yasal sınırları zorlayan demokratikleşme denemelerine sahne olmuştur. Üstelik bu çalışmalar bütün idari, siyasi, mali engellere rağmen yürütülmüştür. Bu denemelerin kazandığı ilgi, halkın sahiplenme düzeyi, yerel yönetimlerin daha fazla yetki ve inisiyatifle donatılmaları ihtiyacını ortaya koymuştur. Bu durumun önümüzdeki seçimler sonrasında daha fazla öne çıkması artan demokratikleşme
ihtiyacının ve isteminin bir sonucu olarak gelişecektir. Seçim hazırlıkları bağlamında iktidar partisiyle, CHP’nin fazla bir yenilenme eğiliminin olmaması, demokratikleşme karşıtı rollerinden kaynaklıdır. Fakat kamuoyunda yürütülen tartışmalarda hizmet üretiminden daha fazla rağbet gören kamu yönetimlerinin demokratikleşmesindeki düzey, yereldeki halkın yönetimle ilişki biçimidir. Bu bakımdan 2004 yerel seçimleri, belediyecilik ve yerel yönetim modellerinin birbirleriyle yarışacağı seçimler olacaktır. Bunun doğrudan demokratikleşme, hak ve özgürlükler mücadelesi ile bağlantılı olması, yerel seçimlerin önemini daha da artıran bir etken olmaktadır.
ne
Serxwebûn: Türkiye’de 28 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin önemi nasıl ifade edilebilir?
alacağı olumlu sonuçlar ise AKP’nin bu takiyyeciliğini deşifre etme ve demokrasi mücadelesine ivme kazandırmada önemli bir rol oynayacaktır. Bu yönüyle de yerel seçimlerde tek tek yerellerde elde edilecek sonuçlardan çok, genel olarak elde edilen sonuçlar, yerel yönetimlerde etkinlik ve oy oranı önem kazanmaktadır. Ayrıca genel seçimlerde barajla meclise girmeleri engellenen demokratik güçlerin yerel yönetimlerde önemli bir temsil düzeyi kazanmaları, seçim sistemi ve yasaları başta olmak üzere pek çok uygulamanın ve mevcut meclis resminin meşruiyetinin tartışmalı hale gelmesini sağlayacaktır. Yerel yönetimlerde demokratik, özgür, katılımcı yönetim uygulamalarıyla halka doğrudan ulaşmanın imkanları da sağlanmış olacaktır. Si-
“Demokratik Güç Birli¤i” ad›yla sol ve demokratik güçler aras›nda yerel seçimlerde ortak adaylar› destekleme temelinde bir ittifak gerçeklefltirildi. Bu hem yerel seçimlerde baflar›l› sonuç elde etmek hem de demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde güç birli¤i yaratmak aç›s›ndan önemli bir geliflmedir. Demokrasi güçlerinin ç›kar birli¤i bilincini pratik uygulama düzeyine vard›rm›fl olmalar›, umut vadeden bir geliflmedir.
– “Demokratik Güç Birliği” adıyla sol ve demokratik güçler arasında yerel seçimlerde ortak adayları destekleme temelinde bir ittifak gerçekleştirildi. 2002 genel seçimlerinde de benzeri bir ittifak çabası içine girilmişti, ama bu düzeyde bir sonuç elde edilememişti. 2004 yerel seçimlerinde SHP’nin de katıldığı Demokratik Güç Birliği, hem yerel seçimlerde başarılı sonuç elde etmek hem de demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde güç birliği yaratmak açısından önemli bir gelişmedir. Demokrasi güçlerinin çıkar birliği bilincini pratik uygulama düzeyine vardırmış olmaları, hem yerel seçimlerde alınacak sonuçlar hem de demokratik muhalefetin çekim gücü kazanması bakımından umut vadeden bir gerçekleşme olarak görmek yerindedir.
Demokratik Güç Birli¤i demokrasi düflmanlar›na verilen en güzel cevapt›r
İ
ttifaklar, ortak çıkarlar temelinde geliştirilir. Demokratik Güç Birliği, Kürt so-
Şubat 2004
ww
w. ne
– 2004 yerel seçimleri sürecinde Kürdistan başta olmak üzere bütün Türkiye’de Demokratik Güç Birliği listelerinden adaylığa ilginin fazlalığı, demokratik muhalefetin bugünden kazandığı çekim gücünü göstermektedir. Demokratik Güç Birliği’nin şimdiden kazandığı bu sempati ve beklentilerin büyümesinde demokratik ölçülerin uygulanma düzeyi belirleyici olacaktır. Su ve ekmekten daha fazla ihtiyaç duyulan demokratik hak ve özgürlükler, temel çekim merkezi durumundadır. Ailecilik, aşiretçilik, milliyetçilik, demokratik düzeyin gerisinde birlik düzeyleridir ve aşılmaları demokrasi bilinci ve uygulamasıyla bağlantılıdır. Temsilcilerin belirlenmesindeki demokrasi düzeyi, halkın tercihlerini kendi çıkarlarına ve beğenilerine uygun yapabilme olanağıyla bağlantılıdır. Bu da aday adaylarının çokluğu, tanınması yine yöneticilik vasıfları ve iş yapabilme kapasitesi ile ilgilidir. Seçimlerde adaylardan birinin tercih edilmesi, sadece adayın bireysel özellikleriyle, göreve yaklaşımıyla sınırlı değildir. Bu nedenle de adayların belirlenmesinde demokrasinin değişik aşamalarda gerçekleşme düzeyi, seçimlerin demokratikliğinin de belirleyeni olmaktadır. Türkiye’de yerel ve genel seçimlerde aday adaylarının içinden adayların belirlenmesi süreci, beraberinde pek çok zorlanmayı ve kaygıyı da getirmektedir. Klasik parti tanımlamasına uygun görülen partilerin merkez yoklamasıyla aday belirlemeleri, demokratik değerler ve ölçülerle bağdaşmayan bir yöntemdir ve artık en gerici partiler tarafından bile uygulanamamaktadır. Demokratik bir örgüt
dır. Ancak bunun yanında yerelin sosyal, kültürel, dinsel ve etnik özelliklerini dikkate alan, halkın duygu ve düşüncelerine uygun adayların belirlenmesi önemlidir. Bilinç düzeyi yükselen seçmenin kendi taleplerine cevap vermeyen bir adayın merkezden belirlenmesi karşısında tepkilerini ve istemlerini ifade etmeleri, giderek güçlenen bir demokratik katılım yöntemi olmaktadır. Seçmenin erkek egemen toplum şekillenmesine uygun bir psikolojiyle pasif ve üstten bekleyen, gerçekleşmeyince de kolaylıkla eğilim değiştiren yapısı önemli oranda değişime uğramış, zamanında ve yerinde ve yöntemine uygun hak arayışı, bir toplumsal refleks olarak güçlenmiştir. Bu bakımdan da, partilerin kendi kitlelerine doğru bilinç götürmede öncülük görevleri kadar; kitleleri ciddiye alan ve istemlerine kulak veren bir yaklaşım ile adayların belirlenmesinde rollerini oynamaları, seçim sonuçları üzerinde büyük etkide bulunacaktır. En önemlisi de seçmeni sadece oy deposu olarak görmeyen, ilgili bir çevre haline gelmesini sağlayacak, demokratik bilincin etki alanında tutmayı hedefleyen bir perspektifle kitlelere yaklaşım sergilemek en doğru tutumdur. DEHAP’ın demokratik programı ve örgüt yapısına rağmen toplumun özellikleri ve geçmişte yaşanan çatışma ortamının sonuçları, olumlu gelişme ve kazanımlar yanında olumsuzluklar şeklinde yansımaktadır. Ailecilik, kabilecilik, aşiretçilik, dar ve ilkel milliyetçi duygular, dini ve mezhepsel gruplaşma eğilimleri adayların belirlenmesinde aşılması gereken, mutlaka demokratik değerlerle yeniden yoğrulması gereken, geri ve olumsuz etkiler yapan olgulardır. Bu eğilimlerin kendisini parti örgütü içinde ve karar mekanizmalarını etkileyecek düzeyde örgütlemesi, otuz yıllık mücadelenin kazanımlarını ve demokratik yerel yönetimler geliştirme beklentilerini boşa çıkarabilecek düzeyde bir olumsuzluktur. Halka ve demokrasi savunuculuğuna yapılabilecek en büyük kötülük, umutların kırılması düzeyinde olumsuzluğa yol açabilen yaklaşımlardır. Parti örgütünün uyması ve uygulaması gereken demokratik yöntemler, eşitliğin ve adaletin gerçekleşmesinde en gerçekçi ve uygulanabilir olanlardır. Eğer hedeflenen demokrasi düzeyinden daha geri bir gerçekleşme söz konusu ise, bunun sorumluluğunu da, sadece parti yönetimine yüklememek, toplumsal özelliklerle bağı çerçevesinde çözümlemek daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu durumda eğer gerçek-
leşebilir olanın gerisinde bir düzey oluşmuşsa, bunda parti görevlilerinin sorumluluğu yanında denetim görevini yapmada ve demokratik katılım yollarını zorlamada eksik kalan parti kitlesinin sorumluluğunu da görmek gerekir. Bu konuda başta DEHAP olmak üzere Demokratik Güç Birliği’ne katılan bütün partilerin demokratik ölçüleri esas almasını beklemek ve gerçekleştirmek için çalışmak, demokratik bir sorumluluktur. Uygulanan demokratik yöntemlerin yetersizlikleri olsa da, sonuçların aday adayları tarafından hoşgörü ile karşılanması ve benimsenmesi en doğru tutumdur. Halkın eğilimi ile ulaşılan kararların gerçekleşebilir ve uygulanabilir sonuçlar olarak sahiplenilmesi; geriye çeken, küskün ve parçalı duruşa neden olan tutumlar yerine birleştirici bir tavra girilmesi önemlidir. Adayların belirlenmesinde ölçü ve gözetilen etkenlerin farklılığı nedeniyle beklentilere göre adayların farklı özellikler göstermesi, bütün kesimlerin beklentilerinin bire bir karşılanmaması muhtemeldir. Bu durum, yanlışlar yapılabileceğini varsaymak kadar, sorunların çözümünde zaman ve mekanı, yöntem ve yaklaşımı doğru belirlemek gerektiği anlamına gelir. Bireysel kaygılar, grupsal çıkarlar, çevresel etkiler hiç görmezden gelinmeyecek, ama her şart altında esas da alınmayacak faktörlerdir.
Yukarda belirtilenler, legal partilerin demokrasi mücadelesinde rol alan kesimlerin emek ve çabaları, inançlı ve kararlı tutumları göz ardı edilmemek kaydıyla hangi zeminde mücadele yürüttüklerinin anlaşılması açısından gereklidir. Nitekim 2002 genel seçimlerinin arifesinde HADEP’in kapatılması üzerine DEHAP devreye girmiş ve demokrasi mücadelesinin legal alandaki sürekliliğini korumuştur. Yoğun baskılara, değişik engelleme ve yönlendirme çabalarına rağmen DEHAP, çalışmalarını sürdürmüş, ülke barajı nedeniyle yüzde 6.2 oranındaki oyuna rağmen meclis dışında bırakılmıştır. Buna rağmen başta Kürt halkı olmak üzere Türkiyeli demokratik çevrelerin katılım ve desteğiyle mücadele devam etmiştir. Bu birikim, Demokratik Güç Birliği’nin oluşmasında temel olmuştur. DEHAP, yerel seçim hazırlıklarını yılların bu tecrübesi ve birikimi üzerinde yürütmektedir. Sürekli kadro değişimi bir dezavantaj olsa da, çalışmaların sürekliliği, özellikle fedakar kitle gücü önemli imkanlar sunmaktadır. Bu kitlenin Kürt özgürlük hareketine maddi ve manevi katkıları, yakınları ve çocuklarını şehit vererek oluşan bağlılıkları hazır bir demokratik çalışma alanı, hak ve özgürlükler mücadelesi potansiyeli oluşturmaları söz konusudur. En önemlisi de, demokrasi mücadelesinde sahip olduğu zengin ideolojik perspektifi, Türkiye somutunda gerçekleşebilir siyasal doğrultusudur. Oligarşik sistemin bütün katılığıyla dışlayıcı tutumuna rağmen Türkiye gündeminin önemli bir etkeni olmaya devam etmesinde bu ideolojik perspektifin harekete geçirdiği kitlesel gücün büyük rolü vardır. Nitekim beş yıldır baskı ve engellemelere rağmen kırka yakın yerel yönetimde iktidar olarak çalışmalarını sürdürmesi, yetersizliklerine rağmen Türkiye’deki yerel yönetimler içinde en fazla hizmet üreten ve halkla bütünleşme çabasında olan bir yerel yönetim anlayışını uygulamaya çalışması, halkın sürekli ve fedakar sahiplenmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Böylesi bir kitle gücünün demokrasi mücadelesinde işlevselleştirilmesi büyük gelişmelerin yaratılmasını, atıl halde duran ve alternatifsizlik nedeniyle sistem partilerine taraftarlık yapan kitle potansiyelinin demokrasi mücadelesine akıtılmasını sağlayabilir. Bu temelde 2004 yerel seçimleri kampanyasına belirlenmiş adayları ve parti örgütleriyle katılan DEHAP’ın geçmiş sürecin yetersizliklerinden çıkarılacak sonuçlar temelinde çalışması, seçim sonuçları üzerinde önemli etkiler yapacaktır. Bunun için de, tek tek adaylardan bütün parti örgütüne, sivil toplum örgütlerinden yurtdışındaki demokrasi güçlerine kadar, en geniş bir yelpazenin harekete geçirilmesi önem kazanmaktadır. Bu gücün harekete geçirilmesinde başarılı bir çalışma yanında, geçmiş çalışmaların yetersizliklerinin değerlendirilmesi de zorunludur. 2002 genel seçim kampanyasında, bütün canlılığına ve coşkusuna rağmen beklenen sonucun ortaya çıkmaması üzerinde etraflı tartışmalar yürütüldü. İlgili çevreler kendi cephelerinden değerlendirmeler ve özeleştiriler geliştirdiler. Ancak bu sonuçların hafızalardan silinmemesi, içinde bulunulan kampanya döneminde aynı yetersizliklerin yaşanmaması için hatırlanmasında yarar vardır. Özellikle DEHAP’ın bu konuda bütün örgütlerini duyarlı kılması gerekmektedir. Örneğin en geniş taraftar kesiminin bu kampanyanın aktif çalışanı durumuna getirilmesi için yoğun bir çaba içinde olmak, bu hareketliliği sağlayacak geniş bir örgütsel çalışma içine girmek önemlidir. Yerelliğin somut insan ilişkilerindeki yeri, yerel seçimlerde en önemli faktörlerden biridir.
m
– Yerel yönetim adaylarının belirlenmesinde demokratik ölçü ve yöntemler ne kadar uygulandı? Bu konuda hedeflenen ile gerçekleşen düzey arasındaki farklılıklar nelerdir? Demokratik yarışın sonunda kazanan ve elenen aday adaylarına düşen görevler nelerdir, nasıl yaklaşmalıdırlar?
“En genifl kesimlere ulaflma ve pratikleflme bu örgütlerin temel hedefi olmal›d›r. Ulafl›lan taraftarlar›n pratik örgütsel iliflkiler çerçevesinde harekete geçirilmesi DEHAP’› demokratik kamuoyuna anlatmadaki yetersizli¤ini afl›lmas›n› sa¤layacakt›r. En etkili ve verimli iliflki tarz›n›n yüz yüze, canl› ve ortak de¤erler yaratan iliflki tarz› oldu¤u tart›flma götürmez bir gerçektir. Do¤ru bir bilgiyle donat›lm›fl birey gönüllü bir propagandac›d›r. ”
.c o
Demokrasi bir yaflam tarz› ve kültürüdür
ve yönetim modeli uygulama iddiasında olan partiler açısından halkın taleplerinin ve beklentilerinin daha fazla gözetilmesi gerekir. Yerel seçimler sürecinde belediye başkanlığı, il genel meclisi, belediye meclisi ve muhtarlıklar için aday adaylarının arasından adayların belirlenmesi, demokrasi güçleri açısından demokratik bir sürecin işletilmesi önemlidir. Ancak bu yarışta başarı kadar elenmenin de olağan bir süreç olarak kabul edilmesi gerektiği demokratik kültürün temellerindendir. Ancak demokratik esneklik, hoşgörü ve tahammül gücüne fazla imkan tanımayan milliyetçi duygular, kan bağları, grupsal ve bireysel çıkarlar, bu süreçte pek çok sancı, sorun ve olumsuzluğun yaşanmasına neden olabilmektedir. Bu konuda başta DEHAP içinde olmak üzere Demokratik Güç Birliği’ni oluşturan partiler içinde veya arasında da benzeri sorunların yaşanması muhtemeldir. Bu konuda en az sorunun yaşanması, sancıların giderilmesi ve azami bir anlayış birliğinin yakalanması şarttır. Bu aynı zamanda hem DEHAP’ın hem de Demokratik Güç Birliği içinde yer alan partilerin demokratik bilincinde ulaştıkları düzeyi ve kültürü gösterecektir. Demokrasinin bir yaşam tarzı, davranış ve kültür ölçüsü olduğu, kendisini en açık olarak adayların belirlenmesi sürecinde gösterecektir. DEHAP’ın adaylarını, halkın katılım düzeyini en azamiye çıkaracak demokratik tarzda belirleme arayışı, sonuçta demokratik kurum ve kuruluşlar ve halk içinden seçilen delegelerin aday adayları arasından birini aday olarak belirlemesi biçiminde sonuçlanmıştı. Bunun için Van örnek olmak üzere bazı yerlerde uygulama çalışmaları da başlatılmıştı. Bu yöntemin halkın katılımı, sorumluluk bilincinin gelişimi ve sahiplenme duygusunun güçlenmesi için uygun ve teşvik edici olduğu açıktır. Ancak DEHAP bu yöntem yerine, geniş kesimleri kapsayan anketlerle eğilim yoklaması yaparak, aday adayları içinden birinin aday olarak belirlenmesini ve bunun merkez organlar tarafından yapılmasını gerçekleşebilir demokratik yöntem olarak belirledi. Bu yöntem bir önceki kadar olmasa da halkın belirli düzeyde katılımını ve tercihini dikkate alması itibariyle demokratik bir yöntemdir. Parti merkez organları ve yönetiminin adayları belirleme sorumluluğunu yüklenmiş olması, sonuçların ve halkın yaklaşımının da sorumluluğunu almış olmaları anlamına gelmektedir. Kuşkusuz bu, adayların belirlenmesinde pek çok ölçü içinde en çok öne çıkan adayların siyaset ve yöneticilik tarzları, yerel yönetim hakkındaki bilgi ve deneyimleri, cins ayrımcılığı karşısında kadın özgünlüğünü gözetme yaklaşımıdır. Bu genel ölçüler, Demokratik Güç Birliği adaylarının diğer partiler karşısında büyük avantaj kazanmasını sağlamakta-
te
kileyecek biçimde artması beklenmelidir. Demokrasi güçleri hiçbir zayıflığa meydan vermeyecek tarzda ittifakı güçlendiren, kitlelerde desteği geliştiren bir yaklaşımın sahibi olmalıdırlar. DemokratikEkolojik Toplum Koordinasyonunu yaratarak demokratikleşme mücadelesini farklılıkların zenginlik, çok renkliliğin tercih nedeni olarak görüldüğü düzeyde örgütlülük ile yürütmek; farklı inanç, kültür, düşünce, cinsler, renkler harmonisi yaratmak anlamına gelmektedir. Bu ise toplumu dönüştürmek isteyen güçlerin öncelikle zihniyet dönüşümünü yaratarak eski kalıp ve inançları, yine ideolojik argümanları aşmalarını gerektirmektedir.
Serxwebûn
we
Sayfa 12
Bire bir iliflki ve örgütlenme baflar›n›n temelidir
– Adayların ve partilerin (özellikle Kürt halkının desteklediği DEHAP’ın) seçim kampanyasına yaklaşımı ve örgütlenme çalışmalarının başarı düzeyi nasıldır? Genel olarak çalışmaların yeterlilik düzeyi ve yerine getirilmesi gereken görevler nelerdir? – Demokratik Güç Birliği adıyla sol ve demokratik muhalefetin yerel seçimlere ilişkin ittifak geliştirmesinde belirleyici rol oynayan DEHAP, HEP ile başlayan geleneğin sürdürücüsü bir partidir. On dört yılı aşan bir süredir devam eden, isim ve yönetici kadro değişimine rağmen yasal demokratik mücadelesini başarıyla sürdüren bu gelenek, kökenini otuz yıllık Kürt özgürlük hareketinden almaktadır. İmralı zindanında tutsaklığının beşinci yılını dolduran Kürt özgürlük hareketinin yaratıcısı ve önderi Başkan Apo’nun legal demokratik mücadelenin örgütlenmesi ve sürekliliğini korumasında büyük çabaları ve engin emekleri söz konusudur. Bulunduğu son derece zorlayıcı koşullara rağmen perspektifleriyle bu hareketin siyasal, örgütsel düzeyde gelişmesinin koşullarını yaratmaya çalışmıştır. DEHAP’ın yerel seçimlere ilişkin yaklaşımlarını değerlendirmede çalışmaların başarı düzeyini tespit etmede bu gerçeği gözetmek zorunludur. Aksi taktirde zaman ve mekandan soyutlanmış bir çabanın değerlendirilmesi sağlıklı bir sonuç vermeyecektir. DEHAP ve öncesindeki partiler, yöneticileri ve temel kadrolarının faili meçhul cinayetlerle katledilmesi, zindanlara doldurulması, yurtdışına çıkmak zorunda bırakılmaları, baskılar nedeniyle kiminin uzaklaşması gibi nedenler, çalışmaların önündeki engeller olarak sürekli var olmuştur. Ancak ’99 yılına kadar silahlı, son beş yıldır da ateşkes koşullarında demokratik siyasal mücadeleyi esas alan Kürt özgürlük hareketi, sürekliliğini korumuş, ideolojik dönüşümünü siyasal doğrultusu ve örgütsel yapılanmasında pratikleştirmiş olarak, sayısı milyonlara varan geniş bir kitle gücüne sahiptir. Legal demokratik mücadelenin de dayanağı aynı kitle olmuştur.
Devam› Sayfa 30’da
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 13
2003 flehitleri yeni dönemde Apocu ruhun meflru savunma çizgisindeki tezahürüdür HPG ANAKARARGAH KOMUTANLI⁄I
Önderli¤imizin gelifltirdi¤i meflru savunma stratejisi yeterince anlafl›lamam›flt›r
İ
ww
w.
mralı savunmaları temelinde yeni bir süreci resmen başlatan Başkan Apo, savaşı tümüyle durdurmak, barış, diyalog ve demokratik çözüm çizgisinin zeminini olgunlaştırmak ve bunun pratiğe geçmesinin koşullarını yaratmak üzere 2 Ağustos 1999 çağrısını yapmış, bu çağrı temelinde de güçlerimizin önemli oranda Türkiye sınırları dışına, Güney Kürdistan’a çekilmesi projesi hayata geçirilmiştir. Bununla aynı zamanda olası provokasyonlara zemin vermemek ve devlet içindeki rantçı, çeteci, savaş yanlısı eğilimleri boşa çıkarmak da hedeflenmiştir. Güçlerimizin bu temelde geri çekilmeye başladığı süreçte, oligarşik Türk devleti bunu fırsat bilerek kapsamlı yönelimlerle güçlerimizi darbelemek istemiş ve bu yönelimler sonucunda birçok şehadet yaşanmıştır. Teslim olmama ve ne olursa olsun direnme çizgisinin şehitleri olarak tarihe geçen bu değerli şehitler halkasıyla
om
mizin geliştirdiği meşru savunma stratejisini yeterince anlamamaktır. Hareketimizin silahlı mücadele stratejisinden siyasal mücadele stratejisine doğru geçiş yaptığı bir gerçektir ve bunda herhangi bir kuşku söz konusu değildir. Artık mücadele stratejimiz silahlı mücadele stratejisi değil, siyasal mücadeledir, ama bu nasıl bir siyasal mücadeledir? Kendisine şiddetle yönelindiğinde, varlığı tümüyle hedeflendiğinde çözümsüz kalan, teslim olmakla karşı karşıya kalan bir siyasal mücadele değildir. Yeni mücadele stratejimiz, her olasılık ve her gelişme karşısında çözüm gücü olabilen bir stratejidir. Her türlü olasılığı hesaba katan onurlu insanın mücadele stratejisidir. Siyasal mücadeledir, ama meşru savunma çizgisine dayanan bir siyasal mücadeledir. Yani esas olarak siyasal mücadele yürütülecek, karşı güçlerin saldırıları karşısında imkanların elverdiği kadar, yasaların olduğu alanlarda anayasal hukuksal savunma mücadelesi verilecek, kişinin onur ve haysiyetinin bu temelde korunması esas alınacaktır. Hukukun ve anayasanın yetmediği yerlerde ise kitlenin örgütlü gücü ile savunma gerçekleştirilerek hem varlık hem de onur, haysiyet ve değerler korunacaktır. Bütün bunların yetmediği yerde ise teslim olma ve çözümsüz kalma değil, gelişen saldırılar karşısında demokratik kitlenin kendisini savunabilmesi için silah dahil her türlü yöntemle kendisini savunması esas alınacaktır. Bu koşullarda, bu tür yönelimlere maruz kalan bir halkın savunma mücadelesi yürütmesi, meşru ve uluslararası yasalar tarafından kabul edilmiş bir haktır. Bir kişinin veya topluluğun haysiyetine, değerlerine, diline, kültürüne, insan olma gerçeğine yönelik saldırı geliştirildiğinde, buna karşı savunmaya geçmek, savunma direnişini örgütleyip yürütmek en kutsal bir görevdir. İşte bizim siyasal mücadele anlayışımızın dayandığı meşru savunma çizgisi budur. Kürt ulusal hareketi, şiddetle değil, siyasal mücadele yürüterek sonuç almayı esas almaktadır. Ancak özellikle de Kürdistan gibi inkar ve imhanın söz konusu olduğu, Önderliğimiz dahil bütün ulusal değerlerimizin tehdit ve tehlike altında olduğu bir yerde, bu tehlikeleri bertaraf etmek ve değerlerimizi korumak için kendimizi her bakımdan örgütlemeyi esas alan bir perspektifle örgütlenecek ve mücadele yürütülecektir. İdeolojik, politik ve felsefi açıdan bu çerçevede yaklaştığımızda yeni dönem
we .c
te
20 yıllık gerilla mücadelesinin tecrübesine dayanan 2003 yılı planlama ve hamlesi, Kürdistan özgürlük mücadelesinin geleceğe dönük planlarını hayata geçirmede en büyük güvence ve teminat olmuştur. Bu planlamayı büyük bir kararlılık ve cesaretle uygulamaya geçiren, fedai bir tarzda bunun pratiğine yönelen şehitlerin de yeni dönemin yaratılmasında büyük rolleri olduğu tartışmasızdır. Meşru savunma çizgisinin komutanları olan Erdal, Mahir, Munzur, Hüseyin, Nemrut, Şevger ve Berxwedan yoldaşların meşru savunma çizgisinin uygulama gücü ve komutası oldukları tarihe mal olmuş bir gerçekliktir.
rak güçlerimiz, her türlü zorluğa göğüs germe temelinde önlerine konulan hedefe doğru özgürlük yürüyüşünü kararlı bir şekilde pratikleştirme sürecine sokmuşlardır. Büyük bir kararlılık, inanç ve cesaret olmadan böylesine zor koşullarla boğuşa boğuşa bu yürüyüşü gerçekleştirmek mümkün olamazdı. Öncelikle Önderliğimizin geliştirdiği demokratik çözüm, barış ve özgürlük hamlesinin başarıya ulaşması için meşru savunma stratejisinin doğru kavranılması ve ona tüm gücüyle inanma temelinde tereddütsüz bir katılımı gerçekleştiren komuta ve savaşçı yapısının kahramanlık ve cesaret esaslarına dayalı yürüyüşü sayesinde bu planlama pratiğe geçirilmiştir. Fakat bu planlamanın pratiğe geçirilmesi esnasında ülke sathında çok yönlü saldırılar gelişmiş, çok sayıda operasyon, pusulama vb yönelim olmuş ve bütün bu yönelimlerde yaşanan çatışmalarda büyük kahramanlıklar yaratılarak çok değerli şehadetler yaşanmıştır. Bu şehadetlerin doğru anlaşılması, tüm yapımız ve halkımız açısından büyük bir önem taşımaktadır. Meşru savunma çizgisine doğru yaklaşılmadığı taktirde, bu şehadetlerin doğru anlaşılması da mümkün olmayacaktır. Her şeyden önce şunu vurgulamakta büyük yarar vardır ki; geri çekilme sürecinin yarattığı yılgınlık, aşınma ve bilinç muğlaklığını aşarak çok net bir düşünce sistemi, kafa yapısı, kararlılık ve güçlü bir inanca sahip olunmadan böyle bir yürüyüşe istek ve coşkuyla katılmak da söz konusu olamazdı. Bu yüzden özellikle 2003 özgürlük yürüyüşünü gerçekleştirecek arkadaşlar, sadece isteğini belirten değil, isteğini pratikleştirmek için ısrarla kendini dayatan arkadaşlar arasından seçilmiştir. Meşru savunma çizgisine tümüyle inanan, buna yüksek bir kararlılıkla sarılan, ülkenin en ücra köşelerinde, en zor koşullarda bunu pratikleştirmenin militanı olma iddiasını taşıyan ve bu temelde kendisini öneren, dayatan militanlar, meşru savunma çizgisinin yeni dönemdeki uygulama ve öncü güçleri olarak düzenlenmişlerdir. Bu temelde gerçekleşen 2003 özgürlük yürüyüşü büyük bir anlam ve önem kazanmıştır.
ne
Baştarafı sayfa 32’de
beraber, güçlerimiz önemli oranda geri çekilmeyi başarmışlardır. Ancak bunu olumlu koşulların yaratılmasının zemini olarak değerlendirip barış ve çözüm sürecini geliştirme yerine, hareketimizin bir zaafı olarak değerlendiren Türk oligarşik devleti, çeşitli düzeydeki yönelimlerle güçlerimizi Güney’de de darbelemek istemiştir. Bununla birlikte Türk devletinin, göreceli de olsa çatışmasız ve sakin bir ortamı yaratan, böylece Türkiye’nin kendini çok çeşitli açılardan toparlamasına imkan ve zemin sunan Önderliğimize verdiği cevap ise, tecrit koşullarını günbegün ağırlaştırma olmuş, çürütme politikası temelinde yeni bir konsepte ulaşarak kendini çözüme kapatma, Kürdistan özgürlük hareketini adım adım eritme ve geriletmeyi hedeflemiştir. Tüm bunların dışında 2002 sonu ve 2003 başı itibariyle, uluslararası güçlerin Irak şahsında Ortadoğu’ya müdahale durumu da gündeme gelmiştir. Müdahaleyle birlikte Irak genelinde yaşanan bütün gelişmeler, Kürdistan özgürlük mücadelesinin yeni bir aşamaya doğru evrilmekte olduğunu göstermiştir. Özgürlük mücadelesinin bu yeni sürece hem Kuzey’de hem de Güney’de daha güçlü bir giriş yapması ve süreci Kürdistan halkının özgürlük davası doğrultusunda doğru değerlendirebilmesi için yeni bir mevzilenme düzeyine ulaşması gerekliliği olmazsa olmaz kabilinden kendisini dayatmıştır. Böyle bir gelişme sürecinin içinde barındırdığı tehlikeleri giderek arttırabileceği gibi, yaratılacak yeni fırsatları değerlendirememeyi de beraberinde getirebileceğinden, hareketimiz 2003 yılı başlarında güçlerimizin dengeli mevzilenmesi amacıyla yeni bir planlama ve mevzilenme projesi geliştirmiştir. Esas olarak iyi eğitilmiş, donatılmış, meşru savunma çizgisini bilince çıkarmış ve meşru savunma çizgisi temelinde yeni gerilla tarzını yaşama geçirebilecek düzeye gelmiş komuta ve savaşçı yapısından oluşan belirli sayıdaki bir gücü Kürdistan içlerindeki çeşitli eyaletlere kaydırma biçiminde pratik ifadesini bulan bu planlamanın hayata geçmemesi, engellenmesi için Türk ordusu çok yönlü tedbirler almıştır. Alınan bütün tedbirlere rağmen, sözü edilen planlamanın Kürdistan özgürlük mücadelesi için birçok açıdan büyük önem taşıdığı ve özellikle de geleceğin kazanılması için önemli bir teminat ve güvencenin yaratılması anlamına geldiği gerçeğine dayana-
Meflru savunma stratejisi bir siyasal mücadeledir
B
irçok çevre, “madem siyasal sürece geçiş yapılmışsa, bu gerilla hareketi niye? Özellikle Kuzey’de gerillanın bulunması ne anlam taşıyor?” gibi sorular temelinde yaklaşım göstermiş ve halen de göstermektedir. Aslında hem içimizde hem de dışımızda bu tür yaklaşımlar söz konusudur. Bunun ana nedeni, Önderliği-
mücadelemizin stratejisi, yani mücadele stratejisinin en doğru tanımlanması, meşru savunma stratejisi biçiminde ifadesini bulmaktadır. Buna siyasal mücadele stratejisi demek de doğrudur, ama böyle bir tanımlama eksik kalan bir tanımlama olacaktır. Daha doğru olanı, mücadele stratejimiz, meşru savunma çizgisine dayanan siyasal mücadele stratejisidir biçimindeki tanımlamadır. Diğer bir deyişle veya kısa tanımı, meşru savunma stratejisidir. Meşru savunma stratejisi, bir siyasal mücadeledir. Ama hukukun çiğnendiği, baskının gelişerek saldırıların imhaya dönüştüğü yerde de kendini savunma anlayışıdır. Bu çizgide teslim olmak, çözümsüz kalmak yoktur. Baskının, şiddetin geliştiği ve bunun imhaya dönüştüğü bir yerde hukuksal temelde insanın en vazgeçilmez hakkı olan savunma hakkını geliştirme anlayışını ifade etmektedir. Yoksa gidip silahla bazı sorunları çözme ve bazı sonuçlar alma olarak anlaşılmamalıdır. Özgürlük mücadelesi siyasal demokratik yöntemlerle mücadelesini yürütecek ve sonuca gitmeyi esas alacaktır. Ancak kendisine şiddetle yönelindiğinde de örgütlü güçleriyle bu şiddete karşı meşru savunmayı geliştirecektir. Bu biçimiyle gelişecek olan siyasal mücadele stratejisi, teslimiyete tüm kapıları kapatan bir çizgidir. Teslimiyete tüm kapıları kapatma veya direniş çizgisidir. Demokratik ekolojik toplum ve onurlu, ilkeli insan duruşunu esas alan, hukuksal temele dayalı insani bir direniş çizgisidir. Mücadelemize karşı geliştirilen saldırılar karşısında, hukuksal temele dayalı bir biçimde kendimizi savunacak ve cevap vereceğiz. Değerlerimize yönelik gelişecek imha amaçlı saldırılar karşısında kendimizi savunmamız, evrensel hukukta da yeri olan meşru bir haktır. Bu yüzden siyasal mücadelemizin dayandığı bu çizgiye doğru yaklaşmak
Şubat 2004
B
ww
te
w. ne
önemlidir. Birçok yoldaşımız halen bu konuda yanlış yaklaşımlar içerisinde olabilmektedir. Hele hele birçok merkezlerimizde bu eksende bir kadro bilinçlenmesi, yoğunlaşması yeterince geliştirilemediğinden, eksik bir kavrama durumu ortaya çıkmaktadır. Meşru savunma anlayışında yeterince bir kavrayış ve perspektifin gelişmemesinin ana nedeni budur. Yetersiz kavramanın kadrolar üzerinde yarattığı önemli etkiler vardır. Hareketimizin mücadele perspektifi, meşru savunma çizgisine dayanan bir siyasal mücadeledir. Onurlu, ilkeli bir mücadele anlayışıdır. Bu mücadele anlayışı, teslimiyetin, ihanetin dayatıldığı yerde kutsal direniş anlayışını taşıyan ve bu temelde bütün örgütsel yapılanmasını geliştiren bir kavrayışa, bir perspektife sahiptir. Ulusal demokratik mücadeleyi yürüten tüm kadroların bu perspektifler ışığında bilinçlenmemesi veya yetersiz bir perspektifle pratiğe yönelmesi, beraberinde tek yönlü yaklaşımları getirmekte ve bu da mücadeleye birçok açıdan zarar vermektedir. Bu dönemde siyasal mücadele içerisinde bulunan arkadaşlarımızın siyasal mücadele perspektifimizi meşru savunma çizgisine dayalı bir biçimde kavramamaları, salt kitlelerin örgütlenmesi ve propagandanın geliştirilmesi olarak anlamaları sonucu, HPG örgütlenmesi ve gerillaya, onun yürüttüğü faaliyetlere çoğu yerde yeterince anlam verememe duruşu gelişebilmektedir. Bu arkadaşlarımız, bizzat yürüttükleri örgütsel faaliyetlerde de meşru savunma
ununla birlikte gerilla yapısı içerisindeki birçok arkadaşta yeterince kavramama, “biz eskiden çeşitli hatalardan dolayı yapamadığımızı, şimdi kendimizi daha güçlü eğiterek, donatarak daha iyi bir şekilde yapacak ve bu şekilde sonuca gideceğiz” gibi yanılgılı bir yaklaşımın gelişmesine yol açmaktadır. Bu, tek yönlü bir yaklaşımdır. Ne meşru savunma güçlerine yönelik, her şeyi ona atfedip mücadelenin tüm merkezinde meşru savunma güçlerini görme, ne de yürütülmekte olan siyasal mücadeleyi meşru savunma çizgisinden koparıp onu soyut bir biçimde kendi başına ele alma tutumu doğrudur. Salt meşru savunmanın örgütlü güçlerini ele alıp onu her şeyin merkezinde gören yaklaşım bir sapmaya yol açacağı gibi, bu tarz bir yaklaşım yeniden eskiye dönme, şiddete, zora dayalı bir mücadele anlayışına kayma tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte siyasal mücadeleyi yalın bir biçimde, salt kitlenin örgütlendirilmesi, bunun propagandası ve demokratik mücadelesi ile sınırlayan, bunun dışında herhangi bir yaklaşımı öngörmeyen tutum ise gelişebilecek zorluklar, özellikle karşıt güçlerin kapsamlı yönelimleri karşısında teslimiyet ve çözümsüzlükten başka yol bulamayan bir duruma düşecektir. Oysa bizim çizgimiz, direnişi de esas alan bir siyasal mücadele çizgisidir. Siyasal mücadele yürütülürken, onun esasında meşru savunma yaklaşımının yer alması, bu temel perspektifle mücadelenin geliştirilmesi gerekmektedir. Zaten bu tam olmadığından, birçok kadromuz tutuklandığında gereken direnişi göstermemektedir. Çünkü onun düşünce dağarcığında her türlü duruma karşı kendini koruma, kendini savunma ve meşru savunma çizgisi anlayışı yeterince oturmamıştır. Dolayı-
temelde özgürlüğe ve adalete dayalı bir sistemi geliştirmektir. Sadece insanlar arasındaki bir eşitlik, özgürlük ve bu temelde tüm toplum kesimleri arasında eşitlik ile kadın erkek eşitliğinin değil, aynı zamanda insanla doğa ve insanla diğer canlılar arasındaki uyumun da sağlandığı, demokratik ekolojik özgürlüğün olduğu bir toplum eksenindeki paradigmaya dayalı olarak gelişen bir mücadelenin militanı, her koşul altında insanın değer yargılarını koruyan, ona bağlı olmayı bilen bir militan olmak zorundadır. Bunun için Şehit Erdal yoldaş, Avrupa’dan gelir gelmez HPG’ye gelmek istemiş, bunu dayatmış ve onun fedai ruhunu taşımıştır. Çünkü meşru savunma çizgisini doğru kavrayan herhangi bir kadro, her koşul altında gerektiğinde siyasetçi, gerektiğinde de asker olmayı bilecektir. Bu nedenle değerli komutan Erdal yoldaşımız, iki yılı aşkın bir zaman yurtdışında kalmış olmasına rağmen, HPG faaliyetlerine geldiğinde onun tarzı, temposu ve esprisinden hiçbir eksiklik göstermeden kendisini en kapsamlı bir biçimde HPG faaliyetlerine katabilmiştir. HPG II. Konferansı’nın Erdal yoldaşı meşru savunma çizgisinin öncü komutanı olarak kabul etmesi de bu gerçeğe dayanmaktadır. Hem bir asker, hem bir diplomat ve hem de bir siyasetçi olması, O’nun dönem militanı olma halkasını yakaladığını ve meşru savunma çizgisinin öncü bir komutanı ve kadrosu olduğunu göstermektedir. Bu nedenle bu değerli arkadaşımız böyle bir rolü, meşru savunma çizgisinin öncü komutanı olma onurunu hak eden bir yoldaşımız olarak tarihe geçmiştir. Eğer meşru savunma stratejisi çerçevesinde bir kavrayışa sahip olmasaydı, bu yoldaşımız gerektiğinde bir asker, gerektiğinde bir diplomat ve gerektiğinde de bir siyasetçi olma tutumunu geliştiremezdi. Bu noktada, Erdal arkadaşın meşru savunma stratejisi doğrultusundaki kavrayışı yeterli olmuş ve bu konuda büyük bir kararlılık ve cesaretli yürüyüşü her türlü çalışmada gösterebilmiştir. Aynı şekilde Mahirlerin direnişi de vardır. Yüksek bir kararlılık ve fedai ruh olma-
m
Meflru savunma çizgisi hukuksal ve onurlu bir direnifl çizgisidir
sıyla çözümsüzlüğe, çaresizliğe her zaman düşebilecek bir düşünce sistemine sahip olabilmektedir. Böyle bir düşünce sistemine sahip olan bir kişi, büyük bir saldırı karşısında ya gizlenip çözümsüzlük içinde kalacak ya da teslim olacaktır. Bu açıdan özgürlük mücadelesinin bütün kadrolarının siyasal mücadelenin neye dayandığını, meşru savunma stratejisinin ne anlama geldiğini anlamaları büyük bir önem taşımaktadır. Meşru savunmayı doğru anlamak, doğru yaklaşımı geliştirmek, hem gerilla cephesinden hem de siyasal mücadele alanında faaliyet yürüten kadrolar cephesinden, ne sağ ne de sol, doğru bir kavrayışla mücadele yürütmek ve bu temelde gelişecek olan örgütlenmelere yön, biçim ve ruh vermek bizi yenilmez bir güç haline getirecektir. Aksi durumda gelişebilecek olası farklı yönelimler karşısında çözümsüzlüğe düşen ya da tersi bir biçimde marjinalleşen gruplar olmaktan çıkılamayacaktır. Meşru savunma çizgisini doğru anlamak, 2003 şehitlerini de doğru anlamak olacaktır. Aynı şekilde 2003 şehitlerini anlamak da, meşru savunma çizgisini anlamaktır. Meşru savunma çizgisi, hukuksal ve onurlu bir direniş çizgisidir. Demokratik mücadeleye tümüyle inanma, kendisini bütün yönleriyle ona katma, ama saldırılar karşısında teslim olmayıp hukuksal temele dayalı bir meşru savunmayı geliştirme tutumudur. Hareketimizin baştan beri dayandığı gelenek ve duruş da bu çerçevede gelişmiştir. “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” sözü, bu temelde tarihe mal edilmiştir. Apocu hareketin özünde demokrasiye, özgürlüğe, barışa ve insana inanma vardır. İnsanı yüceltme vardır. İnsanın değer yargılarına yüksek bir saygı vardır. İnsanın haysiyetiyle, onuruyla oynandığı yerde demokrasiden, insanlıktan ve özgürlükten bahsedilemez. Bu anlamda siyasal mücadele anlayışımızın özü, insan haysiyetine sahip çıkmayı öngören bir mücadele anlayışıdır. Bunun için de, buna meşru savunma anlayışı ya da meşru savunma stratejisi demekteyiz. Bu temelde ister yurtiçinde, ister yurtdışında nerede olursak olalım, tutumumuz, demokratik mücadele ekseninde sonuç almayı esas almak, hukuka dayanmak, hukuk dışılığa karşı çıkmak, bu
saydı, bu direnişin bu biçimde geliştirilmesi mümkün olamazdı. Dümdüz bir ovada, kurtuluşun imkan dahilinde olmadığı bir zeminde 26 saat boyunca direnebilen fedai komutan Mahir ve beraberindeki yoldaşların direnişinin, bu kadar fedaice ve yüksek kararlılıkla olmasının ana nedeni meşru savunma çizgisine sonuna kadar bağlı olmalarıdır. Yine Şevger ve Berxwedan yoldaşların grubu da çatışmaya girmiş, mevsim koşullarından ve araziyi tanımamadan dolayı hemen hemen kurtuluşun imkansız olduğu koşullarda dahi herhangi bir biçimde teslimiyeti değil, fedaice bir şehadeti tercih etmişlerdir. Bu yüksek kararlılıkla Karadeniz’e açılan Hüseyin ve Munzur yoldaşların direnişi de bu temeldedir. Yüksek kararlılık, cesaret, keskinlik ve Apocu çizgiye sonuna kadar büyük bir inanç gücü olmasaydı, üç dört ay içerisinde Kandil’den Ordu’ya kadar yürümenin ve son noktada fedaice çarpışarak şehit düşmenin kolay olmayacağı çok açık bir gerçektir. Nemrut yoldaşımız da baştan beri Özel Kuvvetler örgütlenmesinde yer alan bir fedai komutandı. Daha önce gittiği görevlerde başarılı olmuş ve talimat kendisine ulaşır ulaşmaz da derhal temel üs sahasına başarıyla dönmüş, kendisini Apocu çizgi ve onun fedai ruhuyla tümüyle donatmış bir yoldaşımızdı. Bütün bu kahraman ve öncü komuta güçleri, tek yönlü, belli bir şeye kendisini adapte etmiş yoldaşlar değildi. İdeolojide derinliği olan, siyaseti bilen, tecrübe sahibi, döne-
.c o
çizgisini öngörmediklerinden, bu durum aynı zamanda yetersiz bir örgütlenmenin geliştirilmesine de yol açmaktadır.
Serxwebûn
we
Sayfa 14
“Meflru savunmay› do¤ru anlamak, do¤ru yaklafl›m› gelifltirmek, hem gerilla hem de siyasal mücadele alan›nda faaliyet yürüten kadrolar cephesinden, ne sa¤, ne de sol, do¤ru bir kavray›flla mücadele yürütmek ve bu temelde geliflecek olan örgütlenmelere yön, biçim ve ruh vermek bizi yenilmez bir güç haline getirecektir. Aksi durumda geliflebilecek olas› farkl› yönelimler karfl›s›nda çözümsüzlü¤e düflen ya da tersi bir biçimde marjinalleflen gruplar olmaktan ç›k›lamayacakt›r.”
Şubat 2004 şeyden önce Apocu hareket bir ruh hareketidir ve nasıl bir ruh hareketi olduğunu 2003 yılı şehitleri pratikleriyle bir kez daha ispatlamışlardır. Apocu fedai ruh temelinde çağdaş, demokratik, uygar yöntemlerle mücadeleyi geliştirecek olan bu hareket, insanlık onurunu her zaman koruyan, yükselten ve çağdaş insanlığı yaratma mücadelesinde her türlü engeli aşan, engel tanımayan bir mücadele anlayışıyla sonuç almayı bilecektir. Nasıl ki, ilk şehidimiz Haki Karer yoldaşın şehadeti partileşmeye yol açmışsa, yine nasıl ki büyük komutan Agit yoldaşın şehadeti ordulaşmaya yol açarak diriliş mücadelesinin zemini olmuşsa, meşru savunma dönemindeki bu değerli ve kahraman şehitlerimiz de, meşru savunma stratejisinde halkımızın siyasal ordulaşmasının, demokratik ekolojik toplum ekseninde büyük bir siyasallaşmanın, örgütlenmenin ve meşru savunma ordusunun gelişmesinin zemini ve temel güç kaynağı olacaklardır. Bu anlamda Kuzey’e yürüyüş, mücadelemizin bu tarihi döneminde büyük bir anlam ifade etmektedir. Siyasal demokratik mücadelenin zeminini koruma ve demokrasiyi geliştirme gücü olarak rantçı, çeteci, savaş çığırtkanlığını kendisine bir yaşam ve menfaat sağlama yolu olarak gören rejim içerisindeki oligarşik güçlerin planlarını boşa çıkaracaktır. Böylece Kürdistan ve Türkiye’de demokratik mücadelenin gelişmesinin teminatı olma bakımından Kuzey’e yürüyüşün ve Kuzey’deki meşru savunma temelindeki mevzilenmenin tarihsel bir önemi vardır. Hem Türkiye’deki demokrasi hareketinin gelişimi açısından hem de başta Güney olmak üzere tüm Kürdistan’da Kürt sorununun demokratik çözümü açısından
önemli bir mevzilenme düzeyini ifade etmektedir. Böylece yeniden mevzilenme ve demokratik mücadelenin teminatı ve motor gücü olma temelinde meşru savunma güçlerinin daha etkili bir rol oynaması imkan dahiline girmiştir. Bu yeni dönemin büyük şehitleri, meşru savunma çizgisinin teminatı, güçlü inancı ve kararlılığı olmayı başarmışlardır. Bu şehitlerimizin göstermiş olduğu yolda, yeni çizgi temelindeki mücadelenin yolu da netleşmiştir. Demokratik örgütlenme ve demokrasi hareketinin ulusal toplumsal boyutta gelişmesinin; özgürlüğün, barış ve kardeşlik çizgisinin, eşit ve özgür birlik çözümünün temeli güçlü bir biçimde atılmıştır. Her hareketin ve her yeni dönem planlamasının gelişmesi, güçlü bir inanca ve kararlılığa dayanmadan başarıya ulaşması mümkün değildir. Ancak güçlü bir inanç ve kararlılığa dayanan dönemsel planlamalar pratikte hayat bulabilecektir. 2003 yılı şehitlerinin mücadelemiz için yarattığı, meşru savunma çizgisinde büyük bir kararlılık duruşu olmuştur. Bu inanç ve kararlılığa dayanarak hareketimizin güç alması, bu temel üzerinde büyük bir büyümeyi yaşaması, mevzilenmeyi geliştirmesi ve böylece geleceği kesin kazanması artık imkan dahiline girmiştir. Bu değerli şehitlerimizin kararlılıkları, direnişleri, büyük fedakarlık ve fedai ruhlarıyla yarattıkları bu zemin üzerinde yürümek artık daha da kolaylaşmıştır. Bu zemine dayanarak bu değerli dönem şehitlerini yaşatmak, Onların büyük bir inanç ve kararlılıkla yürüdükleri, gözünü kırpmadan uğruna şehadete ulaştıkları çizgiyi yaşama geçirmek boynumuzun borcu ve temel dönemsel görevimiz olarak önümüzde durmaktadır. Bu değerli şehitlerin bizlere verdikleri talimat, meşru
savunma çizgisi temelinde Önderlik çizgisinin yılmaz bir savunucusu ve uygulayıcısı olmaktır. Bu şehitlerin anılarını yaşatmanın yolu da, meşru savunma stratejisinde en kapsamlı bir biçimde ve yüksek bir kararlılıkla örgütlenmek ve zaferi kazanmaktır. Halkımızın siyasal demokratik mücadelesinin dayandığı meşru savunma çizgisini bu biçimde anlamak ve bu çizginin sağlam, dürüst ve kararlı bir uygulayıcısı olmakla şehitlerin anısını yaşatabilir ve Onların yüce amaçlarına, kişiliklerine layık olabiliriz. Bu şehitlerin yarattığı zemine dayanarak yeni dönem görevlerini omuzlamak, her militanın en temel görevidir. Özellikle de 2004 yılının bir kader yılı olacağı gerçeğinden hareketle, 2004 yılının en büyük hazırlığı olan ve şehitlerin kanıyla ortaya çıkmış bu düzeyi temel dayanak yaparak bu yılın kazanılması için her türlü fedakarlığı pratikte sergilemek ve kahraman şehitlerin iyi birer izleyicisi olmak, böylece Başkan Apo’nun yeni dönem paradigmasının iyi bir militanı olmayı başarmakla şehitlere gereken karşılığı verebiliriz. 2003 yılı şehitlerinin bize verdiği mesaja doğru karşılık vermek, ancak Onların yarattığı zemin ve ruha dayanarak 2004 yılının kazanılması ile mümkün olacak ve böylece 2003 yılının kahraman şehitleri mücadelemizde yaşayarak tarihsel rollerini oynayacaklardır. Bu temelde Önderliğimizin ve şehitlerimizin çizgisinde 2004 yılının bir kazanma yılına dönüşeceği inancıyla, şehitleri ölümsüzleştireceğimizin sözünü bir kez daha yenileyerek diyoruz ki,
om
koymuş ve bu şekilde kahramanca şehit düşmüşlerdir. Bütün bu yoldaşların kişilik özelliklerini, meziyetlerini, halka, devrime ve değerlere bağlılık düzeylerini ve pratikteki yetenek ve becerilerini burada tek tek izah etmeyeceğiz. Bu başka bir çalışmanın konusu olacaktır. Ama burada kısaca şunu belirtmekte yarar vardır ki, bütün bu değerli şehitlerimizin her biri bir destan yaratmıştır ve her biri için izahat ancak bir romanla olabilecektir. Bütün bu şehitlerin her birinin bir roman konusu olabilecek düzeyde büyük ve destansı bir pratiği sergileyerek şehadete ulaşmaları tarihe geçmiş bir gerçektir. Bu şehitlerimiz, yeni dönemde Apocu ruhun meşru savunma çizgisindeki tezahürü olarak değerlendirilmelidir. Hakilerin, Mazlumların, Agitlerin takipçisi olma, Onların takipçiliğini meşru savunma çizgisinde yüksek bir kararlılık ve ruhla pratikleştirmenin ifadesi olmuşlardır. Bazı kişilerin şurada burada yaşam arayışı içerisinde olduğu bir dönemde, Sema (Fatma Sağlamgöz) yoldaşın ortaya koyduğu eylem de Apocu ruhun Avrupa cephesinden yükselişi olmuş, çok anlamlı mesajlar vermiştir. Bir bütün olarak 2003 yılı şehitleri şunu bir kez daha bize kavratmıştır; yeni koşullarda Apocu ruhun meşru savunma çizgisi temelinde fedaileşmesi daha da gelişmektedir. Demokratik ekolojik toplum paradigmasına dayanan yeni mücadele perspektifi ekseninde halkların kardeşliği, birliğine dayalı olarak barış içerisinde bir arada yaşama mücadelesi, Apocu ruhla donanarak ve fedai kişiliğiyle kaynaşarak zafere ulaşacaktır. Demokratik uygarlık mücadelesi, KONGRA-GEL şahsında kitleselleşerek demokrasi ve özgürlük çizgisinde büyük bir ruh, inanç ve kararlılıkla sonuca gitmeyi mutlaka başaracaktır. Her
ŞEHİT NAMIRIN ! ŞEHİT NAMIRIN ! 28 OCAK 2004
te
mi kavrayan ve dönemin gereklerince meşru savunma çizgisinde fedai tarzda bir yürüyüşe sahip olan, yeni dönemin büyük yaratıcıları ve komutanları olmayı başaran değerli Apocu militanlar olduklarını pratikleriyle ispatlamışlardır. 2003 yılı boyunca gerçekleşen bütün temaslarda, çatışmalarda direniş çizgisi esas alınmıştır. Oysa bilindiği gibi Türk devleti, pişmanlık yasası çıkarıp aileleri de devreye koyarak çeşitli özel savaş yöntemlerini uygulamıştır. Buna karşı meşru savunma çizgisinde örgütlü güçlerimizden ve Apocu hareketin tüm çalışanlarından hiç kimse teslim olmadığı gibi, kurtuluşu mümkün olmayan kuşatmalar altındaki bu değerli yoldaşlarımız da herhangi bir biçimde teslimiyeti değil, direnişi seçerek abideleşmişlerdir. Kahramanlıkları bu biçimde tarihe geçmiştir. 2003 direniş halkalarının en çarpıcı özelliği, hiç kimsenin teslim olmamasıdır. Kuşatıldığı ve artık kurtuluşun mümkün olmadığı yerde ise fedaileşerek yücelik mertebesine, şehadete ulaşmayı tercih etmeleridir. Bu husus, önemle dikkat çekilmesi gereken bir husustur. 2003 yılında 98 şehidimiz vardır. Bu şehitlerimizin 78’i Kuzey’de ve Türk ordusuyla ön cephede çatışarak şehit düşen yoldaşlardır. Diğer 20 şehidimiz ise, Güney sahalarında ve çeşitli afet, kaza vb olaylarda şehit düşmüş arkadaşlar olmaktadır. Ama bütün bu yeni dönem şehitlerinin en önemli özelliği, tereddütsüz bir biçimde direniş çizgisinde tutum belirlemeleridir. Hem modern gerillanın profesyonelleşmiş düzeyine ulaşmayı pratikte girdikleri direniş süreciyle, ortaya çıkardıkları direniş dozajıyla göstermişlerdir ve hem de mücadeleye sonsuz bağlılıklarını fedaice direnip şehadete ulaşarak ortaya
Sayfa 15
we .c
Serxwebûn
“ B A fi K A N A P O ’ YA Ö Z G Ü R L Ü K ” Bafltaraf› sayfa 2’de
nin sembolü olan Agit ve Muzlum yoldaşın şehadet günü bizim için ulusal ruhun, bilincin, kişiliğin ve duygunun gelişme günüdür. Ulusal dirilişi gerçekleştiren devrimin sembolü olarak Agit ve Muzlum kişiliğinde kendimizi değerlendirmek, yenilemek, bu büyük kahramanları Onların şahsında bütün kahramanlarımızı anmak, herkese bu kahramanlarımızın izinde olduğumuzu ve Onlardan asla vazgeçmeyeceğimizi, bu temelde birliğimizi ve bütünlüğümüzü koruyacağımızı bir kez daha herkese göstermeliyiz. Onlar nasıl büyük eylem günü yaptılarsa, yaşamları pahasına büyük eylem günleri yaratarak bize değerler sundularsa, biz de o ruhla elimizden gelen en büyük eylemselliği gösterebilmeliyiz. Bunu 4 Nisan Başkan Apo’nun doğum günüyle birleştirmek gerekiyor. Kürdistan’da aslında büyük bir doğuşu ve miladı ifade ediyor. Nasıl ki hıristiyan alemi İsa’nın doğuşunu kendi doğuşları olarak ele alıyor, kutluyorlarsa, yine Muhammed’in doğumu islam aleminin bir doğuş günü olarak değerlendiriliyorsa, benzer bir biçimde Başkan Apo’nun doğum günü de özgür, iradeli, bilinçli, dürüst, namuslu, kendine sahip çıkan Kürt’ün, kısaca yeni Kürt insanının ve toplumunun doğuş günü olarak ele alınmak ve buna göre kutsanmak ve kutlanmak durumundadır. Bizim için en kutsal günlerden birisidir. En çok kutlanacak günlerden birisidir. Özgürlüğümüzün doğuşunu kutlamalıyız. Demokrasinin, yeni yaşamın doğuşunu kutlamalıyız. İnsanlığımızın doğuşunu kutlamalıyız. Böylece her zaman kendimizi gözden geçirerek yeniden bir doğuşu Başkan Apo’nun doğum günü vesilesiyle yaşayabilmeliyiz. Bu da, Başkan Apo’ya özgürlük kampanyasında serhildanı doruğa çıkaracağımız, herkesin katılabileceği ve her türlü eylem biçimine baş vurulacak bir gündür. Böylece görülüyor ki mart ve nisan sürecinde de serhildan kampanyamızı doruğa
ww
w.
Başta Amed olmak üzere, bütün parçalarda ve yurtdışında halkımız gerçek kararını Newroz gösterilerinde verdi. Newroz’u sahiplenerek alanlara yüzbinler, hatta milyonlar halinde akın ederek Önderliğe bağlılığını, özgürlük aşkını, birlik düzeyini ve kurtuluş istemini ortaya koydu. Bütün bunları bu Newroz’da büyütmeli, bir kez daha dosta düşmana kendi kararırının, tutumunun ne olduğunu, alanları milyonlar halinde doldurarak göstermelidir. Bu yıl açısından böyle bir tutum içinde olmak önemlidir. Çünkü kader belirleyici ve önemli gelişmelerin ortaya çıkacağı bir yıl olarak değerlendiriyoruz. O zaman büyük bir Newroz kutlamasının böyle bir yılda gerçekçi siyasal gelişmeler sağlama ve siyasal süreci yönlendirmek açısından önemli yeri olacaktır. Dolayısıyla bunu dikkatle ele alarak gösterebilmeliyiz. Koşullar ne olursa olsun ister baskı koşulları, ister hava koşulları hepsini göğüsleyerek yediden yetmişe bütün Kürt insanı bu Newroz’da alanlara çıkarak komployu lanetleyen, köleliğe karşı çıkan Başkan Apo’ya özgürlük isteyen ve bu temelde bir tutumun sahibi olabilmelidir. Bunu yaptığı ölçüde herkesin yurtsever, demokrat bir tutum sahibi olacağı da bilinmelidir. Böyle bir tutum sahibi olmadan yurtsever, demokrat olmak elbette zordur.
ne
k a m p a n y a s › n › h e r y e r d e ve s ü r e k l i g e l i fl t i r e l i m
Her an› bir serhildana dönüfltürece¤iz
Newroz ardından 28 Mart ulusal Kahramanlık günümüz geliyor. Bu aynı zamanda Kuzey’de ve Türkiye’de seçim günüdür de. O alanlar belki seçimle uğraşabilirler, ama diğer sahalar bu seçimlere duyarlı olmak, destek vermek anlamında da Kürdistan’ın diğer parçaları ve yurtdışı, Ulusal Kahramanlık haftamızı kutlayabilmelidir. Kahramanlık dönemi-
çıkartacağımız önemli günler var. Elbette sadece bu günlerde mücadele etmeliyiz, serhildan yapmalıyız demiyoruz, her gün, her an bir serhildan olmalıdır. Gece gündüz demeden bütün zamanı gericiliği parçalayacak, her anı bir serhildan anına dönüştürebilmeliyiz. Bu önemli günleri anmanın da, kutlamanın da bir gereği olarak eylemliliği burada doruğa çıkarabilmeliyiz. Herkes bu eylemliliğe aktif olarak katılabilmeli. En başta Kürt kadınları 8 Mart’ta Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyasını doruğa çıkartmanın ilk örneğini verebilmelidirler. Sonraki eylemlilikle diğer günlere de aktif katılmalılar. Serhildanın öncü gücüdürler. Kadınlar yurtseverliği en çok yaşatan, demokratizme en açık, özgürlük talebinde en çok kararlı olan insan kesimidirler. Özgürlük kime gerekliyse direncini de, eylemini de o üretir. Şimdi özgürlük herkesten çok kadınlara gereklidir. Dolayısıyla özgürlük bilincini de, özgürlük eylemini de en çok üretecek olan kadınlardır. Deyim yerindeyse kadınlar çağımızda ve günümüzde özgürlük doğurmalıdırlar. Böyle büyük doğuşları yapabilmeliler. Tarihte hiç olmadığı bir biçimde ilk kez sadece katılım değil, eşitleşmek değil, büyük özgürlük serhildanına öncülük ederek toplum içerisindeki saygın yerlerini, yaşamdaki üretken etkinliklerini bir kez daha ortaya çıkarabilmeliler. Bu temelde çok anlamlı olan kendilerine özgürlük bilincini vermede, özgürlük yolunu göstermede en büyük hizmeti yapmış Başkan Apo’ya özgürlük kampanyasını da tümüyle sahiplenerek, bu özgürlük serhildanımızı sürekli büyüyen bir eylem çizgisinde en güçlü katılımla geliştiren bir kesim olmalıdırlar. Biz bu temelde herkesten çok kadınların özgürlüğü sahipleneceğini, Başkan Apo’ya sahip çıkacağı ve Özgürlük Önderini sahiplenerek O’nu özgürlüğüne kavuşturmak için her türlü fedakarlığı ve cesareti ortaya çıkartıp bü-
yük bir eylemlilik içinde olacağına inanıyoruz. Bu temelde çağrımızı yineliyoruz. Yine Kürt gençliği, kızlarıyla 8 Mart’a aktif katılmakla birlikte Newroz’a da öncülük edebilmelidirler. Bir bütün olarak serhildana kadınlarla birlikte, hatta kadınları da harekete geçirmek ve yükü omuzlamak üzere gençlik elbette öncülük etmelidir. Yine özgürlüğe en açık kesim, toplumun en dinamik gücü, Başkan Apo’nun çizgisiyle özlemleri en yakın ve bütünlüklü olan kesim gençlik kesimidir. Dolayısıyla da gençlik serhildanın öncüsü olacak ve Başkan Apo’ya özgürlük kampanyasının bütün yükünü omuzlayarak başarıyla gerçekleşmesini sağlayacak olan kesimdir. 8 Mart’tan itibaren Newroz’da, Ulusal Kahramanlık Haftamızda Önderliğimizin doğum gününde serhildanı doruğa çıkartacak büyük eylemliliği gençlik hem geliştirebilmeli ve hem de örgütleyebilmelidir. Newroz’da ve Önderliğimizin doğum gününde bütün halkı alanlara çekmeyi başarabilmelidir. Yine eylem çeşitliliğini en üst düzeyde geliştirebilmelidir. Tek bir zamanla değil, geceyi gündüze, eyleme dönüştürebilmelidir. Tek bir eylemlilikle değil, her türlü eylem biçimini demokratik siyasal serhildan çerçevesinde geliştirerek hayata geçirebilmelidir. Bunu yaptığı ölçüde Başkan Apo’ya layık bir gençlik olacaktır. Apocu gençlik olma onurunu ancak böyle bir mücadeleyi yürüttüğü zaman elde edecektir. Gençliğin bunu böyle bilmesi ve bu temelde katılım göstermesi gerekiyor. Biz gençliği TECAK kuruluşuyla da birlikte KONGRA-GEL içerisinde TECAK kuruluşunun önemli bir konumunun olduğunu da bilerek ve bunu da pratikte göstermek itibariyle tüm bu hazırlıkları çok güçlü bir eylemselliğe başarıyla dökmeye ve geçirmeye çağırıyoruz. Bunlarla birlikte toplumumuzun diğer kesimlerini de; aydınlar, yazarlar, sanatçı-
lar, esnaf, emekçiler, işçiler, memurlar, köylüler tüm diğer kesimlerini de, bizi yaratan, bize özgürlük ve insan olmanın yolunu gösteren Başkan Apo’ya özgürlük kampanyasında birleşmeye ve aktif yer almaya çağırıyoruz. Bu serhildan kutsal bir serhildandır. Buna herkes katılabilmelidir. Her onurlu, dürüst insan, bilinçli insan, özgürlük ve demokrasi isteyen insan katılım sağlamalıdır. Herkes kendi alanında bu kampanyaya bir şey katabilir. Kendi özgürlüğümüz ve Başkan Apo’nun özgürlüğü için bir şeyler yapabilir. Aydın güzel bir söz söyleyebilir, sanatçı güzel bir eser çıkartabilir. Esnaf dua edip bazı destekler verebilir. İşçiler ve memurlar kendi demokrasi mücadeleleriyle bunu birleştirebilirler. Köylüler gerillayı güçlendirebilirler. Demek ki, bu kampanyada herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Gerillayı güçlendirmek de, gerillaya yeni güç katmak, yeni gençler göndermek de, bu kampanyaya büyük katılım göstermek ve destek vermek anlamına gelecektir. Demek ki herkesin yapabileceği iş vardır ve yapılan her iş de çok değerlidir. Bu kampanyada basit iş, güçlü iş, değerli değersiz iş ayrımı kesinlikle yoktur. Yapılacak her türlü katkı en değerli olandır. Ve herkes mutlaka bir şey yapabilir. Biz bu temelde bahar hamlemizle birlikte Önderliğimizin öngördüğü gibi kadınlar olarak, gençlik olarak ve bir bütün halk olarak baharlaşarak özgürlük tutkumuzu, Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’nda hayata geçirerek, büyük bir mücadeleyi ortaya çıkaracağımıza ve serhildanı Kürt sorununun demokratik çözümünü başarıyla gerçekleştirecek düzeyde geliştireceğimize inanıyoruz. Bütün gücümüzle de bunu yapacağımız. Halkımızın böyle bir gücünün, bilincinin, kararlılığının olduğunu biliyoruz ve mutlaka serhildana katılacağız. Özveriyle büyük mücadele edeceğiz ve büyük kazanacağız!
17
16
w.
ne
Kendimi kendimden korumak sand›¤›n›z kadar kolay olmad›
B
ww
irçok arkadaş neden engin olamıyor, neden büyük bir ruha sahip olamıyor? Bence bu noktada kendini kaybetme var. Bunu görebiliyor musunuz? Tabii sayıya da vurulamaz ve nitelik daha önemlidir. Dünya nizamı mı veya gerçekliğiniz mi desem, ben ancak bu kadar uzanabiliyorum. En değme erkeğin uzandığı bir veya birkaç kadındır. Uzanır, ama nasıl uzanır? Ya bir kocakarıdır ya bir gayri meşru ve düşkündür. Bundan başka yaklaşım gücü ve tarzı var mı? Gayri meşru diye tabir ettiğimiz veya çok hafif karakterde, çok düşüren, çok bitmiş bir karı koca ilişkisi acaba doğru olabilir mi? Acaba bu yaklaşım kendi özgülümüzde her şeyi elimizden almıyor mu? Bu, cüceliğimizin gerçek bir nedeni değil mi? Yaşam gerçeğine bakıldığında, güçsüzlüğün ana kaynağı budur diyorum. Böyle bir yaklaşım yerine, ben denemeye çalıştığım bir yaklaşımla temel aile, ana, eş, birçok kadın ve ilişki kavramına biraz değişik bir anlamda yönelmek istedim. Bu tür bir ilişkiyi ruhuma fazla bağlamadım; ama bağladığımda da, onun özgürlüğünü esas almaya çalıştım. Bunlardan kendimi ortaya çıkararak kendi özümü buldum. Hala çok güçlü bir konumda olduğum söylenebilir. Fakat en büyük korkum ve endişem, bu konuda hata yapmak, seviyesiz-
“Ucuz hayranl›klara
co m
öf ke duyar›m.
Zay›f›n bana ba¤lan›fl›,
egemenin hükmediflinden daha tehlikelidir.
Bir zalim beni ne kadar
egemenli¤i alt›na al›rsa
ve ben bundan ne kadar büyük bir rahats›zl›k
duyarsam, bir zay›f›n ve
özellikle zay›f bir kad›n›n bana ba¤lan›fl›ndan da o kadar rahats›z olur ve tepki duyar›m.
Bilinçsiz, ucuz, duygusal,
e.
K A DI N I N VA R L I⁄I BAfiL I BAfiI N A B‹ R E S‹ N K AY N A⁄I V E YAfiA M GÜCÜ DÜ R
B
leşmek ve inkarcı olmaktır. Tabii bu size belki fazla anlaşılır gelmez, ama ben kendi kişilik yönetimimi sürdürüyorum. Kendimi yönetmem de öyle sandığınız kadar kolay değil. Sizler konusunda da kendimi yönetmek öyle sandığınız kadar kolay olmuyor. Sultanları düşünün; peygamberleri, hatta her türlü zengini düşünün. Adamlar bir güce ya da iktidara kavuştuklarında ilk yaptıkları iş, emre koşturulmuş birçok kadını ya güçle ya da parayla kendi tekelleri altına almaktır. Bu, hemen her türlü yükselen kişilikte açığa çıkan ve bizde de kendini rahatlıkla ele veren bir eğilimdir. Bu, bir yerde önlenemez bir insan güdüsü oluyor. Güçlendin mi, güç sahibi oldun mu, dayatacağın bir sınıf ve cins eğilimi ortaya çıkıyor. Egemen sömürücü sınıf olma, cins olma durumu da böyle başlar. İşte bu büyük uygarlık gelişimi, sınıflı uygarlık, sınıflı toplumun gelişmesi anlamında, beni de etkisi altına alabilirdi. Etkisi altına almaması için eşitlik ve özgürlük savaşına ihtiyaç vardı ve ben biraz bunu gözetmeye çalıştım. Yaşayan bilir. Sınıflı toplum veya ezen ve ezilen halk, ulus ve cins ayrımını ne kadar çözeceğiz ve ne kadar gerçek bir sosyalist gelişmeye dönüştüreceğiz? Bunun için mücadele verilecek. Kendimi kendimden korumak sandığınız kadar kolay olmadı. Kendimi gücün bozucu, yine maddi zenginlik gücünün bozucu etkilerinden koruyabilmem kolay değil. İşte belki de en büyük zorluk buradadır. Yani kendimi kadın konusunda, özellikle onun bozucu etkisinden kurtarmam en büyük eylemim olmuştur denilebilir. Zaafıyla, köleliğiyle, egemenliğiyle ve bilinen birçok yaklaşım yoluyla kendini zayıflatmamak çok önemlidir. Tam tersine, doğru bir diyalogu ve tanışmayı gerçekleştirmek oldukça özgün ve dikkat çekicidir. Bu belki de kendine göre eşine ender rastlanan bir yaklaşımdır. Bu kadar olumsuzluğun yaşandığı bir toplum gerçeğinde, tabii öncelikle ihtiyaç duyulan şey özgür bir tartışma ortamıdır. Bunu tespit etmek hiç de zor değildir. Nitekim dikkat edilirse, tanışmanın tartışma seviyesinde kalmasına, birbirini anlamaya, sorgulamaya, eleştirmeye ve birlikte yaşamanın özgür ifadesini kararlaştırmaya kendimi hasretmem çok önemlidir. Saldırı ve çeşitli tepkiler de tam bu noktada karşımıza çıkıyor. Bireyselleştirme, mülkleştirme ve sınıflı toplumun hastalıklarıyla ortamı düzene dönüştürme kendini amansız gösteren, ama buna rağmen bizim de amansız bir mücadeleyle aşmaya çalıştığımız ve herkesin yakıcı bir biçimde yaşadığı bir durumdur. Bu anlamda çok ciddi bir iç mücadele yaşıyoruz. Gücünüz varsa, bu mücadelede hem yerinizi tutar hem de başarı sağlarsınız. Yaşam öykümü anlatırken bu hususları açtım. Siz bunun uç noktalarını doğru yakalayarak geliştirmelisiniz. Çünkü sizi oldukça etkilediğim ortaya çıkıyor. Bütünüyle yaşamınızın adanması söz konusudur. Sizleri kesinlikle basite almamak gerekir. Buna bağlı olarak sizi basite aldırmamak da önemlidir. Bunların tarihi sorumluluğu var. Sizi ucuz harcamak, egemen düzene bulaştırmak, egemenliğe ve hatta kendi zayıflıklarınıza kurban etmek çok yazık olur. Kadının, güç kaynağı anlamında bazı özellikleri olduğu kanısındayım. Zaten onu sürekli açmaya çalışıyoruz. Kadının gücünü açığa çıkarmak, özgünlüğünü ve kimliğini ortaya çıkarmak bende bir tutkudur. Soruna yaklaşırken temel eğilimim, mal etmekten ziyade açığa çıkarmaktır. Herkesin bir hazzı ve anlayışı var. Benimki de işte böyle gelişiyor. Dikkat edin: Ben kadınla yaşıyorum, ama yaşadığım kadın veya kadınlık, kimliğine böyle kavuşan bir kadınlıktır. Bu, oldukça ağır basan bir yaşam özelliğimdir ve yaşamı da ancak böyle idare edebiliyorum. Maalesef bu temelde tutkusu olan hemen hiç kimse yoktur. Kendi kadın arayışınızı ve onun kimliğini böyle açığa çıkarmada, ‘kimdir, nereden geliyor ve nereye gidecek, nasıl yaşıyor ve nasıl yaşamalı?’ soruları temelinde hemen her yönüyle sorgulamaya ve dile kavuşturmaya dikkat ederseniz siz de farklılaşırsınız. O farkı ortaya çıkarmak bende çok güçlü seyreden bir yaşam eğilimidir. Kendinizi yorumlamaya çalışırken şu soruları sorun: Sizi buraya getiren ruh nedir, buna kim yol açtı? Sizi fedakarlık ve cesaret göstermeye ve tamamen bilinçli olmaya zorlayan bu yaşam önünüze nasıl konuldu? Eskiden evinin eşiğinden bir adım dahi ileri atamayacak olan genç kız, nasıl oldu da bu dağları ve ülkeleri aşa aşa bir yerlere ulaşmaya çalışıyor? Bunlar son derece hayati sorulardır. Kadın nereye götürülmek istendi? Özgürlük tutkunuz gelişiyor, bu tutkunuz nasıl sonuçlanacak? Benim tutkum çok açıktır; sınırsız bir özgürleştirmeyi gözetiyorum. Kadına biraz dayattığım yaklaşım, bütün sınıflı toplumlardan adeta intikam alma biçiminde bir yaklaşımdır. Aslında bu, devrimci yaklaşımı da aşıyor, tipik bir sanatsal yaklaşımdır. Seviyeniz her ne kadar kaldırmasa da, benimki bir sanat tutkusudur. Herkes kadını şöyle çizer: “Kadını şöyle seslendirin, kadın şöyle oynar, şöyle seslenir.” Benimki de biraz böyledir.
dar ve güdüsel s›n›rlar
içerisindeki ba¤l›l›klar› bir sanatkar gözüyle bir hiç de¤erinde görürüm.”
te w
BAfiKAN APO DE⁄ERLEND‹R‹YOR
ütün dönemlerin en güçlü özgür yaşam şansını elde ediyoruz. Birçok gelişmeyi anlamlı bulurken, öyle sanıyorum ki, bu aynı zamanda sizin de gelişmenizin en anlamlı, hatta en özlü ifadesidir. Kendi yaşam ve başarma deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, gelişmeleriniz gerçek bir kazanımdır. Aynı zamanda çok değişik özgünlük ve ustalık isteyen böyle birçok savaşımın benzer kuralları vardır. Genellikle birbirine benzerler. Ama sizin gerçekliğinizin çözümü ve bunun savaşımla geliştirilmesi, gerek kendi toplumsal gerçeğiniz gerekse genelde kadın özgürlüğünde fazla deneyimin olmaması nedeniyle özgündür ve çok zorlu bir savaştır. Aslında siz de kendinizi yeni yeni buluyorsunuz. ‘Kimiz, nereye gidiyoruz, nasıl yaşayacağız?’ sorularını kendinize yeni yeni soruyorsunuz. En iyisi de bu oluyor. Benim eskiden bir merakım vardı. Biliyorsunuz, kendi arkadaşlarımı seçmeye ve geliştirmeye çok dikkat ederim. Sanıyorum benim kadar arkadaşlık arayışı içerisinde olan kimse yoktur. Tarihteki o Gılgamış Destanı’nın bir arkadaşlık öyküsü var. Bu çok tuhaf ve çok da derin bir arayıştır. İşte sizlerle arkadaşlığı da bu temelde aramak gerekir. Öncelikle derin bir arayış gereklidir. Bir arkadaşlık arayışı içindeyiz. Yani binlerce yıldan beri çok köhne, bana göre reddedilmesi gereken ilişki, yaşam felsefesi, siyaseti, geleneği ve ahlakı yerine yeni bir somutluk kazandırmaya çalışıyoruz. Münafıklığın ya da günün deyişiyle provokatörlerin saldırıları, aslında binyıldır kurulan bu ilişki düzenlerinde bir gedik açmamızdan kaynaklanmaktadır ve bunun için kıyamet koparıyorlar. Tıpkı birçok önemli devrimde söz konusu olduğu gibi. Tarih biraz incelenirse, bunlar ‘düzen elden gidiyor, ahlak elden gidiyor’ diye kıyameti koparırlar. İşte bunun böyle bir benzeriyle karşı karşıyayız. Tabii düşüncede bile sizin için bir özgürlük imkanı açmak o kadar kolay değildir. Bunun hikayesini, biraz kendi çözümlememi yaparak anlattım. Özellikle aile ve geleneklere göre olmamaya, yine topluma göre olmamaya büyük özen gösterdim. Bunları hep tehlike olarak gördüm ve onu biraz açığa vurdum. Onun yerine yeni tarzda bir ilişki arayışını geliştirerek bir ilişkinin nasıl olması gerektiğine göre cevaplandırmak, hala üzerinde önemle durduğumuz bir husustur ve bana göre bu, hakim olan anlayışa göre hala yakıcı bir sorun durumundadır. Şunu söylemeye çalışıyorum: En özgür olanı bulmaya çalışırken anlamak ve örgütlemek, devrimci faaliyetimizin en hassas bir kısmını oluşturmaktadır. Sanıldığından daha fazla hareket olarak veya kendim ruhu anlamaya ve duymaya büyük özen ve çaba gösteriyorum. Çoğunuzun bunu öyle fazla kavradığını sanmıyorum. Ama benim arayışım çok güçlü ve çok değişiktir; “nasıl yaşamalı” sorusunu muazzam irdeleyen yaklaşımı esas alan bir arayıştır. Genelde “Kadınsız yaşanmaz” gibi sözler çok söylenir. Benimki biraz daha değişiktir. Evet, o belirleme her ne kadar bir gerçeği ifade ediyorsa da, mevcut kadınla yaşamak da bir diğeri kadar zordur. Büyük bir ikilem içindeyiz. Bu benim için çok büyük ve cevaplandırılması zor bir sorudur. İkilem altında, olağanüstü zayıf, köleliğe batmış, ruhu ucuz duygularda boğan, yücelme ve güçlenme yerine kendi içini boğuntuya getiren çok zavallıca yaklaşımlar bana göre gerçek tehlikedir. İradeniz dışında da olsa, ağırlıklı olarak yansıttığınız şey budur. Bunun üzerine çok kötü egemenlik ve yaşam hesapları kurulmuş. Bu büyük bir tehlikedir, çünkü bizim ruhumuzu da bozar.
Kad›nla yürüyece¤im ve bu içten, yürekten, oldukça da kiflilikli bir yürüyüfl olacak
B
u başkaldırı nereye kadar gider? Ne kadar söylem gücü, irade gücü olabiliyor? Biz bunun adeta sanatsal rolünü oynuyoruz. Malzemeniz çürük olabilir, kırılıp dökülebilirsiniz; ama yine de böyle bir sanatın konusu olmaya değiyorsunuz. Belirttiğim gibi, bunu işlerken tarihten biraz intikam alıyoruz; ezen ezilen ilişkisinden, her türlü tutsaklıktan intikam alıyoruz. Bende büyük özgürlük eğilimi var. Hangi tarihsel eğilime benzetiyorsanız benzetin; bunun güdü mü, tarihi bir eğilim mi olduğunu anlamak gerekir. Bu mutlaka güdünün yücelmesidir, tabii Özgürlük mücadelesinin yansımış ifadesidir ve kendi gücümü de bu konuda çok anlamlı kullanmaya çalışıyorum. Dikkat edin: Ucuz hayranlıklara öfke duyarım. Bu benim güzellik anlayışımla bağdaşmaz. Seviyesiz bağlılıklardan da nefret ederim. Zayıfın bana bağlanışı, egemenin hükmedişinden daha tehlikelidir. Bir zalim beni ne kadar egemenliği altına alırsa ve ben bundan ne kadar büyük bir rahatsızlık duyarsam, bir zayıfın ve özellikle zayıf bir kadının bana bağlanışından da o kadar rahatsız olur ve tepki duyarım. Bilinçsiz, ucuz, duygusal, dar ve güdüsel sınırlar içerisindeki bağlılıkları bir sanatkar gözüyle bir hiç değerinde görürüm. Güçlü bağlanışa yol açabilecek miyiz? Tabii bunun için de büyük estetik değer olmaya ihtiyaç vardır. Özellikle şimdi herkes kendini beğendirmeye çalışır ve bu doğaldır. Ben de beğenmek ve beğenilmek isterim. “Herkesin bir güzellik anlayışı var” denilir; benimki de biraz böyledir. Kendi öykümde dile getirdim; herkes benim özellikle kadın tarafından kolay beğenilmeyeceğimi söylüyordu. Bu, herhalde düzen ölçülerine göre oluyor. En zavallı biri olduğum söylenebilir. Durumum yürekler acısıydı. Zaten bu duruma duyduğum büyük tepki kendi beğeni düzeyimi ortaya çıkardı. Şu anda gerçek anlamda düzen dahilindeki beğeni düzeylerini en çok zorlayan kişi durumundayım. Resmi düzeni de, gayri resmi düzeni de çok zorladığım ortadadır. Bunun bir parçası ve uzantısı olarak size karşı da durumum böyledir. Kendimi aktör gibi sunmuyorum. Ama siz de farkındasınız ki, kendine göre beğeni düzeyini büyük bir incelikle sürdüren biri konumundayım. Bu, saygıyla da bağlantılıdır. Genelde yoldaşlar, özelde kadın yoldaşlar topluluğuna karşı duruş şeklimi ayarlamak ve beğeni düzeyimi geliştirmek, sanıldığının aksine, büyük özen ve özveri gerektirir. Dikkat edin: Sizin karşınızda kusursuzum demeyeceğim; ama taviz vermemekten tutalım ruhunuzu sarsmada, ona çekidüzen vermede, yine sizi çok geri konumlardan ileri ve özgür konuma itmede oldukça çekici ve zorlayıcı oluyorum. Bunun kendiliğinden olduğunu mu sanıyorsunuz? Sırf kendimi böyle bir durumda tutmak için özveri gösterdiğim kadar, büyük direnç de gösteriyorum. Ben kendiliğinden öyleyim sanıyorsunuz. Hayır, kendiliğinden böyle değilim. Bunun büyük bir
özgürlük direnişi, savaş ve moralle bağlantısı var ve yine ahlakla ilgisi de aynı anlama gelir. İşte beğeni düzeyimi yaratmam böyle gerçekleşiyor. Eğer böyle yapmazsam sizi zaten yönetemem. Herhangi bir erkek sizi rahatlıkla kandırıp götürebilir. Bu doğaldır. Şu anda ben sizi moral üstünlüğüyle yürütüyorum. Başka türlü çaresinin olamayacağının da farkındayım. Başkaları baskıyla veya hediye dağıtarak yaklaşmaya çalışırlar. Birçok erkek arkadaş belki öyle yapar. Benim için bu çok yüzkarası bir durumdur. En yürekten, yine en gelişkin özgürlük anlayışından ve bütünlük tutkusundan tutmazsan, bağlılıkların benim için fazla değeri olmaz. Zaten öylesi bağlılıklar fazla da sürmez. Birisi kurar, on tanesi bozar. Ama biz sizleri özgür temellerde güzelce bağlamaya çalışıyoruz ki, kıyamet de kopsa bu bağlılık bozulmasın. Çok az kişi bunu dener ve sağlayabilir, ama benim kendime güvenim ve gücüm var. Birçok erkeği çözümlemeye çalışmalısınız. Kimdir ve karşınızda neyi ifade ediyor, istemlerinize ne kadar uygundur? Ölçün, biçin, ona göre beğenme ve beğendirtme ölçülerinizi ortaya koyun. Bu hem hakkınız, hem de bir yaşam tutkunuz olmalıdır. Ne ikiyüzlü olmaya gerek var ne de bu konuda kendini ucuz beğenmeye veya ucuz beğendirtmeye ihtiyacınız var. Bu bir ahlak ve moral ilkesi gereğidir. Bu olmadan da yücelme olmaz. Neye göre beğeniyorsunuz, neye göre kendinizi beğendirteceksiniz? Benimki belirttiğim gibidir. Yani fiziki, ruhi, düşünsel, maddi ve manevi bütün yönlerden kendimi ele alma ve bu duruma getirme, işte böyle gerçekleşiyor. Bu, estetik durumun da vazgeçilmez bir gereğidir. Başka türlü kendimi kime dayatacağım? Biraz yönetim gücü kazanmış olan erkek arkadaşlarımıza, birçok komutan ve yöneticiye bakalım. Çok iyi biliniyor ki, bunlar o gücü bizden almışlar. Kendilerini ne kadar çirkince dayattıklarını görüyorsunuz. Yani egemen tarzda nasıl bağlanıyorlar, yine nasıl karşılıklı etkileniyor ve etkiliyor, bağlanıyor ve bağlıyor; böylece nasıl hızla bir yozlaşma kaynağına dönüşüyorlar? Aslında güçlü erkek de değildir, yanlarındaki kadınlar da güçlü kadınlar değildir. Sadece düzeni kopya ediyorlar. Partimizin etkinliğini ve bizim çabalarımızı istismar ediyorlar. Tabii bunun da nasıl bir sonuç hazırlayacağı ve kendilerini nasıl rezil edeceği açıktır. PKK’deki yiğitlik ölçülerini görmemek, görüp de gereklerini yerine getirmemek kişinin iflasını getirir. Bunun büyük bir ilke olduğunu, en yakıcı biçimde etkisini sürdürme ve işletme gücünde ve etkinliğinde olduğunu bilmemek, PKK’den hiçbir şey anlamamak demektir. Bu anlamda, tek kelimeyle yönetim gücü böylesi bir ilişki çerçevesinde çok çirkince hem de yüce siyasal amaçlara ters, savaş yasalarına ters bir biçimde kullanılıyor. Bu nereye kadar götürür? Bu, toplumun hemen hemen bütün erkek ve kadınlarının düştüğü çukura götürür. İşte eski hikaye. PKK’deki en kötü kaybedişlerden birisi de budur. Bunlar düşünebilselerdi, bağlı olmamız gereken değerler olduğunu da görürlerdi. Nasıl yaşıyoruz, neyi arıyoruz; yüreği ve beğenisi nasıldır, çabası nedir? Bunun için çoğunuzda yürek yoktur diyorum. Belki bundan sonra da
öyle geçerli olacak. Ama yine de kudretli bir düzey ancak böyle olmakla mümkündür. Siz yanımıza her zaman gelirsiniz; belki bizden güç alırsınız, gider başka yerde de gücünüzü kaybedersiniz. Yanımıza geldiğinizde ne kadar zayıf, güçsüz ve çaresiz olduğunuzu biliyorsunuz. Sanırım özgürlük tutkunuzun şimdi biraz kanatlandığını fark edebiliyorsunuz. Bu, hem de çok özgürce ve tartışmaya da açık bir biçimde bizim yoldaşlık çabalarımızla yakından bağlantılıdır. Bu sizin ne kadar çıkarınızadır ve ben neden böyle bir seviyeyi geliştirmek durumundayım? Çünkü provokatör kesimi felaket getireceğinizi iddia ediyor. Çoğunuz da bunalımlı kişiliği aşamayacak bir durumdasınız. Bana göre bu bir yiğitlik savaşıdır. Ben her zaman şu soruyu kendime sordum: Neden kadın söz konusu olduğunda hep şantaj, fiyasko ve skandal var? Kadın sanki felçmiş gibi değerlendiriliyor. Bir kadınla birlikte yol aldığımda bile, hakkımda söylenmedik söz bırakılmaz. Neden? Nedeni şudur: Herhangi bir erkek ve kadın katı geleneklerin dışında birbirleriyle buluştuğunda, yapacakları kesinlikle olumsuz şeylerdir de ondan. Benim kendime yedirdiğim veya hedef gösterdiğim temel nedir? Bunu sık sık sorgularım. Bir kadınla yürüdüğümde veya herhangi bir topluluk biçiminde yaşadığım zaman böyle bir değerlendirmeye fırsat vermediğimde, tamamen bir yiğitlik veya yenilik ve güçlülük ölçüsü sağladığımda, kendimi kusursuz ya da yetkinleşmiş ve olgunlaşmış gibi görüyorum. Bir özel ilişkiyle de değil, herhangi bir kadınla bile yaşadığımda, o kadın kesinlikle en yüce biri gibi görülebilmeli; asla dedikodu konusu, ileri geri bir tartışma konusu, bir zayıflık konusu olarak düşünülmemelidir. Yani bunu çok temel bir insani ilişki olarak görüyorum. Bu çok önemlidir. Ama bu nasıl olacak? Herhangi bir dolaşmanız çok kısa bir süre sonra en olmadık biçimlerde anlam buluyor. İşte ben buna karşı bir itiraz, eğitim ve çözüm geliştiriyorum. İlla böyle yaşayacağım. Bunu başardığım zaman, gerici topluma karşı en büyük zaferlerden birini sağlar gibi oluyorum. İlginçtir, aslında toplumda bunun fazla bir benzeri de yoktur. Kadınla yürüyeceğim; bu yürüyüş içten, yürekten ve oldukça kişilikli bir yürüyüş olacak. ‘Acaba ne yapıyorlar?’ türünden sorulara fırsat bile vermeyecek etkinlikte bir yürüyüş olacak. İşte bu, benim için bir tutku, bir amaçtır. Tabii bu, sosyetede görünene benzemez. Çünkü onların arkadaşlıklarının ne kadar alçakça ve düşkünce olduğu biliniyor. Yine biliniyor ki, sosyete her gün en lanetli, en içi boş ve hatta resmi düzeyin de çok altında bir düzeyi ifade ediyor. Hiçbir sağlam değeri yoktur. Ama yine de bununla övünüyorlar. Türkiye’de sosyete veya artistik yaşam diye tabir ettikleri yaşam çok geri bir düzeyi ifade ediyor. Şimdi bu nasıl mümkün olacak? Bu büyük bir eşitlik savaşımıyla, olağanüstü ve büyümüş kişiliklerle, toplumun kendisinin bir yönetim gücü haline gelmesiyle mümkün olacaktır. Bu devrim gerekli mi? Bunu da sizlere soruyoruz. Böyle bir devrimin hoşunuza gidip gitmediğini sorgulamalısınız. Şu anda bana hakim olan anlayışla, bütün bu kadın erkek ilişkilerinden nef-
ret ediyorum. Onlara öfkeleniyorum, tepki duyuyorum, hepsinin ilişkilerini bozayım diyorum. İstediğim nedir? İstediğim kızmayacağım bir ilişki tarzı, anlayışıma uygun bir düzendir. Programlamam biraz böyledir. Dikkat edilirse, bu çok ciddi bir devrimsel yaklaşımdır. Bunu mutlaka anlamalısınız.
Kad›nla her fleyi paylaflmak benim için bir tutku bir devrimci amaçt›r
S
izinle bugün biraz daha somut, biraz daha kişilikli bir araya gelip konuşuyorsak bu, işte bu ana eğilimle bağlantılıdır. Örneğin, bir başkası da benim yerimde olabilirdi. Nitekim birçok karargahta veya çalışma alanında öyledir. Ya geleneksel, muhafazakar bir yaklaşım ya da bu geleneklerden de sağlıksız biçimde kopmuş, lümpen, güdüsel bir yaklaşım içine giriliyor. Sonuçta ilişkinin en tasfiyecisi, zayıflatan ve her türlü yozluğa ve çürümeye yol açan yaklaşımlar ortaya çıkıyor. Ama burada öyle değildir. İşte görüyorsunuz. Kişilik varsa, çok seviyeli olduğu için kesin inanç ve kararlılık var, kesin yiğitlik var ve savaş esası üzerinde bir rol oynuyor. Zaten birçok gelişmenin asıl kaynağı da bu yaklaşımdır. Gücü ortaya çıkaran, sizi savaşa götüren esas da budur. Diğerleri neden böyle oturamıyor, konuşamıyor? Siz neden böyle bir düzeyi geliştiremiyorsunuz? Daha sonra istediğiniz hakimiyettir, ucuz bağlanma ve uzlaşmadır. Belki bu daha çok hoşunuza gidiyor. Çünkü çok zayıfsınız. Beğeni ve kabul seviyeniz ya hiç yoktur ya da çok geridir. Her şeyden önce çok güçsüzsünüz. Onu yakalayabilmek için güçlü bir savaş vermek gerekiyor; hem de beğeni ve düzey savaşını vermek gerekiyor ve bu konuda kendinizi zorlamalısınız. Çünkü mutlaka bu yaşamın sahibi olmak gerekiyor. Ben çok ucuz bir bağlanma yerine, sonuna kadar özgürlük hakkını kullanan bir yaşamdan yanayım. Bu ben bile olsam, geçerli ilişki düzenini kolay kolay kabul etmemelisiniz. Benim gücüme bakıp buna aldanmamalısınız. Yönetim gücüymüş, yetkiymiş, bunlarla kendinizi sakatlamayın. Bunları göz ardı edin demiyorum, ama salt buna dayanarak sağlam bir birlik oluşturamazsınız. Tabii iddialaşırsanız, bu sizi çok zorlu bir yaşam sürecine sokar. Acaba o gücü gösterebilecek misiniz? O yeteneğiniz var mı? Sanıldığı gibi veya en azından benim sandığım gibi bir güç kaynağı mısınız? Yoksa içi çoktan boşalmış, yerinde yeller esen, allahın zavallısı bitmiş bir kişilik misiniz? Bütün bunlar incelenmeye ve sorgulanmaya değerdir. Tekrar belirteyim, şuna çok dikkat edilmelidir: Toplumsal gerçekleşmemizde birçok kayıtlı, mülkiyetli, zaaflı ve uzlaşmalı bir yürüyüş yerine onurlu, kişilikli, kimlikli, iradeli, eşitlikçi, moralli ve ahlaki olarak da kendini ifade etmiş, kararlaşmış ve yaşama geçirilmiş bir yürüyüşün sahibi olabilmek çok önemlidir. Gerçek tutku budur diye düşünüyorum.
Sayfa 18
Şubat 2004
Y
E
ww
yeceğinizi herhalde görürsünüz. Kızlar sizi kolay kolay beğenmez. Kendi gerçekliğinizi göz önüne getirirseniz, bunun neden böyle olduğunu iyi anlarsınız. Beğeni ölçülerini biraz vermeye çalıştım. Fiziki, ruhi, düşünsel ve estetiksel bütün yönleriyle beğeni düzeyini tutturamazsanız, bu savaşım sürecinde amaçlarımız doğrultusunda asla bir kadın arkadaşlığı bulamaz, böyle bir arkadaşlık kuramazsınız. Sanıyorum bunu kesin anlıyorsunuzdur. İlişkinin bu artistik düzeyi sizi zorlayacaktır. Her bakımdan kesin beğeni sınırlarını tutturacaksınız ki, ilişkinin bir anlamı olsun; sevgi, ilişki ve dayanışmanın, kısacası toplumun yeniden her düzeyde birlikte kuruluşunun bir anlamı olsun. Yoksa ‘güdülerim ayaklandı, gelenekler şöyle yap diyor’ gibi yaklaşımlar kesinlikle bizden uzak kalsın. Her zaman şunu da söyledik: Artık hiç kimse ne eskisi kadar kolay erkek ne de kız bulabilir. Bu çok zordur. ‘Kızımızı kime verelim, oğlumuza kimi alalım?’ dönemi bitti. İster talihsizlik isterse bir şans deyin, aslında şu anda ben bu işin ne kadar zor olduğunu ispatlamakla uğraşıyorum. Halbuki elimizi uzatsak hep tutuşuruz. Ama bana göre henüz çok uzaklarda yaşıyoruz. Belki de hiç buluşamayız. Bu gerçekçi bir yaklaşımdır. Acaba anlaşılıyor muyuz? Kendinizi gizlemenize veya gerçek dışı göstermenize gerek yoktur. Mem ve Zîn çözümlemesini boşuna yapmadım. O dönemde bile, bey çocukları olduğu halde, öyküde inanılmaz zorluklar yaşanıyor ve buluşmalar hiç de kolay gerçekleşmiyor. Tersine, en trajik bir biçimde yanma ve kül olma var. O dönem, feodalizmin egemen olduğu, yine ulusallık özelliklerinin çok diri olduğu bir dönemdir; hem sınıfsal hem de ulusal çerçevede buluşmaların zor olmayacağı bir dönemdir. Peki, daha o dönemde o kadar zor iken, bu dönemin arayışı ve buluşması nasıl kolay olabilir? Zaten düzen sınırları dahilindeki geleneksel ilişki temasını fazla ciddiye almıyorum. Örneğin ben kendim için bunu son derece sakıncalı buluyorum. Bunu mutlaka anlamalısınız. Kadını ve ilişkiyi idealize etmeyi geliştiremezsem, kesinlikle gelişmeye yol açamam. İdealize etmeyi bir yana bırakın, sizin
.c o
vet, kendimiz nasıl yapmalıyız? Görüldüğü gibi, bunun çabasını sergilerken, hayalinizdeki erkekleri de mahvettik. Aslında kıskanç biri değilim. Ama derler ya, kendimizi adam ettiğimiz kadar, başkalarının sahte adamlığına da pabuç bırakmayacağız, ona da fırsat vermeyeceğiz. Hatırlıyorum: Daha ben çocuk yaşlardayken geliyorlar, bıyıklarını buruyorlardı. Cep delik cepkenin delik olduğunu çok iyi biliyordum. Adam asla iki kelimeyi doğru dürüst bir araya getirecek durumda değil, ama aynı zamanda karı sahibidir. Böyle erkeği de, onun karısını ve çocuklarını da ciddiye almayacağım dedim. Halen de öyleyim. Böyle kocalarınız, eşleriniz ve dostlarınız varsa, hiç birisinin karşımızda kolay dayanamayacağını bilmelisiniz. İster hoşunuza gitsin ister gitmesin, bu da bir savaş tarzıdır. Eğer ciddiye almazsanız, bu savaş tarzı sizi yakabilir. Açık söylüyorum, biz böyleyiz. Bize arkamızdan komplo yapmayın. Bu anlamda kendimizi ortaya koymuş kişileriz. Düzenin deyişiyle, çok boş olmadığımızı herhalde görüyorsunuz. İlla kendimizi beğendirtme gibi bir derdimiz de yoktur. Kesinlikle size zorla en ufacık bir dayatmamız da söz konusu olmaz. Ama bilinen kadın kurnazlıklarını bize dayatamazsınız, yanlış erkeklik anlayışlarını bize yakıştıramazsınız. Öylesi erkekler olmayı bizden isteyemezsiniz. Hatta bakireliğimizi bozamazsınız. Biz çok büyük ve temiz kalmaya özen gösteriyoruz. Yani eskiden kızlar için söylenen ne ise, şimdi bizim erkek arkadaşlarımız için de bunlar söylenmeye değerdir. Bakirelik dediğimiz şey kirlenmemek, düzenin o her türlü düşürücü ve temel değerlerden uzaklaştırıcı etkilerinden uzak ve temiz kalabilmektir. Biz asla kirlenmeye fırsat vermeyeceğiz. Bunu iyi anlayıp ona göre bize yaklaşmalısınız. Kuşkusuz erkeklerimizin kendilerini nasıl yapmaları gerektiği anlaşılır bir şeydir. Yani kızlarımızın nasıl yetiştiklerini göz önüne getirirseniz, kolay kolay beğenileme-
varolan köleci düzeye balıklama atlamanız söz konusudur. Çok basit şeylere tenezzül ediyorsunuz. Hatta hızla bozuşuyoruz, bozuyoruz. Kendinizi böyle çok aşağılık bir biçimde kabul edebiliyor musunuz? Kendinizi çok kirli ellere teslim edebiliyor musunuz? Çok sıradan tenezzüller yapabiliyor musunuz? İşte bu, yakılmadır, kendini mahvetmedir. Bir genç kızın yüreği böyle olmamalıdır. Madem yetişiyorsunuz, acaba yüce yürek ve büyük beğeni kabiliyetine, kendini asla kirli ellere teslim etmemeye, büyük seçkinliğe, böyle bir önderliğe ve bir yaşama güç yetirebilecek misiniz? Kadın örgütlenmesi, kadın eylemi tamamen bu amaca göre olmazsa hiçbir anlam ifade etmez. Karşımıza başka tür bir kadın olarak çıkamazsınız. Eğer Önderliği anlamak istiyorsanız, biraz da böyle anlamaya çalışmalısınız. Onun şeref borcunu gözetmeyen önderlik veya militan aptalın tekidir. Bizler engel tanımaksızın özgür kadın idealimizi geliştirmeye devam edeceğiz. Kürt gerçeğinde kadın idealizmini varolan bataklık düzeyinden çıkarmaya ve sembolize etmeye özen gösterdiğimiz açıktır. Bu, kahraman şehitlerin de çağrısıdır. Bağımsızlık, ancak bağımlılık türlerinden kopuş dediğimiz bu ideal düzeyi tutturmakla mümkündür. Kadın önderliği veya idealizmi tabii ulusal bağımsızlıkla, halkın kimlik ve özgürlük için savaşımıyla bağlantılıdır. Bu konuda da kendinizi ne kadar inceltmeniz, sivriltmeniz ve egemen kılmanız gerektiği açıktır. Bunlar olmadan yaşamın tenezzülü olmaz diyoruz veya temizlik dediğimiz olay da bu temelde sağlanacak olan gelişmedir. Ben bakireyi sizin anladığınız anlamda fazla ciddiye almıyorum. Bana göre bir kadının cinsi olarak bakireliği toplumda bilinen söylemlere yol açmış, vesile edilmiştir. Aslında dikkat edilirse, bunlar düşkünce anlatımlardır, ama sonuçta onun da sembolik bir anlamı vardır. Asıl bakirelik ve el değmemişlik yüce amaçlarda idealize olmayı bilmektir. Bunu da doğru kavramalıyız. İnsanımıza bu temelde bir bakirelik yaraşır. Çünkü bu anlamda uygarlık kirine ve uygarlığın tecavüzüne en çok bulaşmış bir halkız. Ben bu kelimeyi erkekler için de kullanıyorum. Bu kadar tecavüze uğramış bir adam nasıl olur da erkeklik taslayabilir? Bu sözün anlamı büyüktür. Herkesin hemen her türlü yakıştırmada bulunduğu, düşmanın bir hiç yerine koyduğu bir adam nasıl erkeklik taslayabilir? O, kadından daha beterdir. İşte bana hakim olan bir duygu da bu oluyor. Bu duygu arkadaşlarımızı amansız savaşçı olmaya götüren bir duygudur. Böyle büyük duygular gereklidir. Bu duygu olmasaydı bu parti, bu savaş olmazdı. Duygunun temizliğini ve büyüklüğünü görüyorsunuz. İnsanlığın, ulusun ve halkın yürekler acısı bir durumdadır. Gelen tekmeliyor, gelen selamına sabahına bile tenezzül etmiyor, hor görüyor, tekmesini vuruyor ve satan satanadır. Ben nasıl birisiyim ki, böyle bir gerçeklikte kendime sözüm ona önderim diyeceğim ve kendimi diğer sahte önderler gibi göreceğim? Hatta nasıl şöyle etkili, şöyle anlı şanlı birisi olarak kendimi değerlendireceğim? Elbette bu büyük bir yüzsüzlük olur ve biz bunu yapamayız. Kendimi zorbela nasıl adam yerine koymaya çalıştığımı, durumumun ne kadar zor ve trajik olduğunu şimdi anlıyor ve görüyorsunuz. En eski arkadaşlarımız bir çırpıda ölmeye de varlar, bütün genç militanlar da öyledir; fakat yükü kaldırmaya güçleri yetmiyor. Çünkü bu kolay değildir. Bu büyük yetenek ister. Peki, sizin çıkarmanız gereken sonuçlar nedir? Bakirelik ve temizlik söz konusu olduğunda, idealize edilmeniz yerindedir. Kadını kesinlikle yüce görmek gerekir. Kadını çirkinleştirmemek ve kirletmemek çok önemlidir. Kadın vatanla ve halkın özgürlüğüyle eş tutulmalıdır. Tabii bunu da en başta kendiniz anlamalısınız. Nasıl bakire kalacağınızı, nasıl ideal kalacağınızı ve bütün ölçüleriyle bunun temsilini nasıl gerçekleştireceğinizi anlamalısınız. Ben bunun ipuçlarını biraz verdim, siz daha da geliştirin. Zaten başka türlü kişilik kazanmanız ve amaçlarınıza ulaşmanız mümkün
m
Engel tan›maks›z›n özgür kad›n idealimizi gelifltirmeye devam edece¤iz
w. ne
ine en zorlandığım bir ilişki ve böyle yanlış yaklaşımların konusu olmak, sizin yanlış yaklaşımlarınızı görmek beni çok öfkelendiriyor. İradeniz dışında da olsa, iyi niyetlice de olsa, ısrarla düzen sınırları dahilindeki egemen sömürücü ilişki ve yaklaşım tarzıyla kendinizi dayatmanız tepki görüyor. Biz öyle bir kadını kabul edemeyiz. Öyle bir kadın hiç yaşamamalıdır. Gözümü kapatırım, ruhumu korurum, güdümü boğarım; ama diğer amaçlananı ortaya çıkarmak için de amansız kesilirim, arar ve bulurum. Bu konuda en az sömürgeci zorbalık kadar, ruhtaki zorbalığı da görür ve üzerine yürürüm. Fakat bu biraz da edebi bir dille ifade etmeyi gerektiriyor. Siyasal anlatımla ancak bu kadar olabilir. Değişik bir dille öyküyü tamamlamaya çalışıyorum. Kadınların ilgisine yüksek değer biçmek gerekir. Zaaf göstermek ve kadına değersiz yaklaşmak, yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bütün arkadaşların buna özen göstermesini ve seviyesizliğe kesinlikle müsaade edilmemesini önemle vurguluyorum. Bu, hem erkeğin hem de kadının en çok hassas olması, hatta pür dikkat kesilmesi gereken, yaşamın özü diyebileceğimiz ve devrimin de kesin amacı olarak ifade edebileceğimiz yanıdır. Ne demek basite almak, ne demek kötü oyun oynamak, ne demek bunu göz ardı etmek? Bu, bize yapılabilecek en büyük hakarettir. Böylesi yaklaşımları dayatanlar ve yaşatanlar, bizimle büyük yaşam arkadaşlığı yapmak istiyorlarsa, bu esasları görmek durumundalar. Sizi de bu yolculuğa layık arkadaşlar olarak görmeliyiz. Neden olmasın, neden yakışmasın? ‘Yaşamın mutlaka altta kalması gereken bir parçasıyız’ denilmiş! Kimler, bunu ne zaman söyledi? Gerekçeler nelerdir? Söylediğimiz çerçevede bir yürüyüşe neden biraz layık olamıyorsunuz? Hep altta canı çıkan, komplekslerin ve skandalların tek taraflı kurbanı olan neden hep siz olasınız? Adalet bunun neresinde? Bunun doğallıkla ne ilişkisi var? Eğer bu bir tanrı buyruğuysa, bu adaletsiz buyruk neden? Değilse, o zaman adaleti nasıl geliştirece-
ğiz? Böylesi daha birçok anlamlı soru geliştirilebilir. Güvenmek ve bu güveni yaşamın kabul edilebilir sınırlarında göstermek gerekir. Onu yine vatanı ve özgürlüğü kazanmada göstermek gerekir. Gerçek beğeni ve birbirini kabul etme düzeyi bu kazanımlarla sıkı sıkıya bağlantılı olmalıdır. Açıkça söylüyorum: Ben bile olsam, bunun dışında hiç kimseyi kesinlikle beğenmeyin, kendinizi de hiç kimseye bağlamayın. Kendi kurtuluşunuzu bekleyin, bunun kavgasını yürütün. Eğer yaklaşımlarda hala daha fazlasına cesaret edemiyorsam, bunun nedeni daha vatanı ve özgürlüğü kazanamadığımız içindir. Cesaretim yok ve bunu söylemek de ayıp değil. Bu kadar gücüme rağmen, bir kadın konusunda herhangi biriniz kadar iddialı olamam. Bu benim özgürlük felsefeme de yakışmaz. Yani sıradan bir küçük burjuva, hatta saflarımızdaki bir köylü veya çoban bile rahatlıkla siz bayanlara egemen olabileceğini düşünür, ama ben düşünemem. Bana göre ahlaki anlayışım daha farklı olmalı, ben buna tenezzül bile etmem. Böylesi bir egemenlik, büyük ahlaki ilkenin çiğnenmesidir. Ben bunu kesinlikle kabullenemem. ‘Karımdır, sözlümdür, malımdır, mülkümdür’ vb sözler bana göre özgürlük ahlakının çiğnenmesi ve güzelliğin de katledilmesidir. Tabii bunun toplumsal gerçeklikle sıkı bir bağlantısı var. Ben bunları kendiliğinden konuşmuyorum. Derin bir toplumsal yara var. Bu konuda büyük bir düşürülmüşlük var. Vatanın kaybı, belki de insanlığın ilk uygarlaşmaya açıldığı bir ülkenin ve onun tarihinin inkarı, insanlığa beşiklik etmiş en eski bir halkın inkarı da bu sorunla bağlantılıdır. Bu yüzden insanı çok düşünmek zorunda kalıyorum. Belki daha çok zorlanacağım. Ama başka çare gören varsa söylesin. Başka ilacınız, başka çıkış imkanınız varsa ortaya koyun; siz beni kurtarıp sürükleyin. Yeter ki tarihe karşı bu yüzsüzlük, insanlığa ve toprağa karşı bu büyük saygısızlık, ihanet ve inkar dursun; yeter ki birbirimizin yüzüne böyle kirli ve çirkin bakmak bitsin; yeter ki yüreksiz, ödlek ve çirkin yaklaşmalar aşılsın. Bunu yapanı kendime baş tacı ederim.
we
Kad›nlar›n ilgisine yüksek de¤er biçmek gerekir
Kad›nlar›n ilgisine yüksek de¤er biçmek gerekir. Zaaf göstermek ve kad›na de¤ersiz yaklaflmak, yap›labilecek en büyük kötülüktür. Bütün arkadafllar›n buna özen göstermesini ve seviyesizli¤e kesinlikle müsaade edilmemesini önemle vurguluyorum. Bu, hem erke¤in hem de kad›n›n en çok hassas olmas›, hatta pür dikkat kesilmesi gereken, yaflam›n özü diyebilece¤imiz ve devrimin de kesin amac› olarak ifade edebilece¤imiz yan›d›r.
te
Ona göre birbirini etkileyecek ve yaşama zorlayacak bu gücü gösterebilecek misiniz? Halen benim böyle olmaya ne kadar özen gösterdiğim ortadadır. Acaba bu biraz anlaşılıyor mu? Bu ayıp değil; tam tersine, ayıp olan bu köhne, her şeyin bitişi anlamına gelen tarzda yaşamaktır. Bundan esef ediyorum. İster özel ev ister genelev yaşamı olsun, bana dehşet gibi geldi. Bu yaşamlar neredeyse ruhumu bozuyordu. Hatırlıyorum: Bazı ahlaksız kadastro memurları, beni de Diyarbakır genelevine gitmeye zorladılar. Bu halen beni kahreden bir ortamdır. Ama bütün Diyarbakır erkekleri; parası olanlar, özellikle o ağalar ve küçük burjuva memurlar oraya çullanmıştı. Sözüm ona hepsinin de eşleri vardı. Orası büyük bir ahlaksızlaşma yeriydi. Size özel evi de anlattım. Orada inanılmaz bir kabusu yaşadım. Kimsenin başına gelsin istemem. Ama yine de sizlerle ilgiliyim, yani sizi inkar eden yoktur. Size son derece saygılıyım. Hiçbir erkeğin olamayacağı kadar kavrayışlıyım, eşitliğe ve saygıya büyük özen gösteriyorum. Oldukça kişilikli diyebileceğimiz bir çaba da bende çok yoğundur. Aslında siz zayıfsınız. Yoksa, etrafımızda veya çabalarımızda kudretli bir kadının varlığını sürdürmesini çok isterdim. Etkili bir ses, etkili bir kimlik, iş yapabilen bir kimlik biçiminde varlığını sürdürmesi müthiş bir şey olurdu. Bunun önünü almak veya kıskanmak bir yana, en büyük beklentimiz budur. Kadınla yaşamı paylaşmak, iktidarı paylaşmak, bütün toplumsal etkinlikleri paylaşmak sadece iyidir de demiyorum; benim için bu aynı zamanda bir tutku, bir devrimci amaçtır. Bunu iyi görmelisiniz. Gerek PKK somutunda, gerekse onun yürüttüğü devrimde bu tutku ve amacın ne anlama geldiğini bilerek katkı göstermek, mümkünse onun büyük bir savaşçısı olmak bizim gözettiğimiz en temel esastır.
Serxwebûn
Serxwebûn
Şubat 2004
we .c
Başarılı çalışma gereği sizi günlük pratiğe mutlak doğru yüklenmeye götürür ve bu da çalışma tarzınızın başarılı gelişmesine yol açar. Tutarlılık dediğim olay bu, bağlılık dediğim olay da biraz böyledir. Aksi halde hepsi laf ve ucuz demagoji diye tabir edilen durumlardır. Ben kendimi acındırmıyorum; tam tersine, gerçeği böyle ortaya koyarken, anlamanız halinde bunun çok önemli sonuçlar doğuracağını söylüyorum. Şimdiye kadar fazla anlamaya yanaşmamanızın size sadece kötülüğü dokunmuştur, böylece sıradan kalmışsınızdır. Ama bu tarzı anlamak büyük çalıştırır, büyük dönüştürür ve büyük başarılara götürür. PKK’nin içinde doğmak büyük bir yaşamdır. Rahat yaşam bizim için değildir, biz ateşli bir yaşamdayız. Sabırlı olmak, çok akıllı olmak ve çizdiğimiz doğrultu üzerinde derinliğine yoğunlaşmak gerekir. Bu da sizin için yeterlidir. Benim durumumu gördünüz. Nasıl bir durumda olduğumu, kendimi klasik bir erkek olarak nasıl kabul etmediğimi ve nasıl ilginç bir yapıda olduğumu gördünüz. Ben halen kendimi ölçmüş de değilim. Kısacası nasıl bir halde olduğumu sahtekarlıkla değil, doğrularla görmek gerekir. Kürt doğrusuyla, tarih doğrularıyla, insanlık doğrularıyla kendimi keşfetmek ve tanımak istiyorum. Kendinizi, kendi gerçeğinizi tanıyın derken, ben de buna ihtiyaç duyuyorum. Ben hakim bir erkeğim diyemem, buna cesaret bile edemem. Bu tarz konuşma sizde vardır. Özellikle Güney Kürdistan’da kendilerini tam bir erkek kabul ediyorlar. Ama düşman önünde ise bir hiçler. Ben onları nasıl erkek olarak kabul edeyim? Kadından daha kötü bir durumdalar. Benim kendimi böyle erkek kabul etmem mümkün değildir. Ne moralim, ne ahlakım bu tip bir erkekliği kabul edebilir. Böyle bir kadının yanında kendimi bir erkek olarak kabul etmem de mümkün değildir. Zaten onlar gibi kendimi erkek kabul edersem, o zaman yok olur giderim. Aslında bütün bunları işleyen bir roman yazmak gerekir. Benim nerede ölümsüzleştiğimi, nerede kalktığımı ve nerede düştüğümü yazmak isterdim. Böyle istemlerim de vardır. Bakarsınız bir taraftan bir ateş olduk, bir taraftan boğulduk, bir taraftan rüzgar olduk, bir taraftan her şeyi kesilmiş durmuştur. Tarih için bunlar da gereklidir. Bu sahtekarlık, ikiyüzlülük durmazsa, yaşamdan bir şey anlayamazsınız. O ucuz yaşam, o ikiyüzlü yaşam beni de üzüyor. Bir de kadına karşı kendini o kadar erkek kabul ediyor. Bu nasıl bir durumdur? Bu da benim için büyük engeldir. Ben bu erkeklerinizi nasıl ve ne yapacağım? Fakat biz PKK içerisinde öylelerini biraz çözmeye çalışıyoruz. Kendilerini erkek kabul ediyorlar, ama kadınlardan daha kötü ve geridirler. Her şeyi satıyorlar; kadını ve kızları da satıyorlar. Biz bunu kabul edemeyiz.
Önderlik ölümsüzdür ve çok sert bir rüzgard›r
B
unların hepsi önemli bir tarihtir. Bunun üzerinde büyük düşünebilmelisiniz. Güney Kürdistan kadınları da hep böyle bitiriliyor. Özgürlük olmadan içinde yaşadıkları yaşam da zaten ölümden beterdir. Böylesi bir yaşam size layık değildir. Biz bu devrimi ülke için, halk için, şeref ve intikam için yapıyoruz; ama daha da fazlası kadın için, düşmüş ve ölmüş kadın için yapıyoruz. Kadın için ne gerekiyor diye düşünüyordum; baktım ki, büyük devrim aslında en çok da onlar içindir. Bu ölmüş ve boğulmuş kadınları, bu çaresiz kadınları büyük bir devrim olmaksızın ayağa kaldırabilmek mümkün değildir. Tabii kimse bunu bilmiyor, ‘kadın nedir ki, iple tuttum; aynı hayvanlar ve vahşiler gibi tuttum, aldım, verdim, sattım’ deniliyor. Bunlar ne anlama geliyor? Yaşam, insanlık ve şeref buysa, o zaman aşk ve sevgi nerede? Yok! Dilsiz, iradesiz ve ruhsuzsunuz; o halde siz ölmüşsünüz. Size bıçak vurmamıza ya da sizin kendinize vurmanıza da gerek yoktur, çünkü zaten ölmüşsünüz. Bıçak için her şeyden önce canlı olmak gereklidir. Bunların hepsi büyük sorunlardır. Yine de sabırlı olun ve özellikle bizim çalışmalarımızı kendinize örnek alın. Siz bunun bin katını bile yapabilirsiniz. Kendinizi ne küçük görün ne de yok edin ve hedef yapın. Sabırlı, siyasetli ve güçlü olun. Mirlere, beylere, erkek olmayanlara karşı yüzünüzü temiz tutun. Kendinizi ve gününüzü kerametli yapın, işlevli kılın. Yaşamın ve kendi yaşamınızın değerini iyi bilin. Unutmayın ki, bu kadar şehit kanı sizin için de akmaktadır. Yorulursunuz, yoruluyorsunuz. Bu doğaldır. Biz önemli sorunların üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Zorlanmadan ve zora gelmeden gelişme de olmaz. Şu andaki yaşamım son derece trajiktir. Trajik mi, komedi mi veya çok mu görkemli? Aslında yaşamımda bunların hepsini sergiliyorum. Olağanüstü etkinim ve size üzülüyorum. Gencecik kızlarsınız. Galiba hepinizden daha çok görkemliyim. Sizden ölümsüzlüğü temsil etmenizi istiyorum. Önderlik ölümsüzdür ve çok sert bir rüzgardır. Öyle olmazsa sahtekarlık olur; etkili bir rüzgar gibi esmek başarılamazsa oyun olur, alay konusu olur ve ciddiye de alınmaz. Lakin, sizin büyük bağlılığınızı nasıl geliştireceğim? Bu da beni çok düşündürüyor. Özlemleriniz var ve onları nasıl karşılayacağım? Düşünün: Bir delikanlının bir sevgilisi olsa, onun için gurbete çıkar, Avrupa’lara gider, bilmem dağları deler. Neden? Sadece küçük bir beklentisini karşılayabilsin diye bunu yapar. Ben binlerce, milyonlarca genç kızın ve kadının özlemlerini gidermekle sorumluyum. Hem de yalnızca mad-
te
Ö
ww
w.
nderlik tarzının mekanizmasını anlamaya çalışıyorsunuz. Kuşkusuz bir mekanizma kurarak bu büyük koşuşturmayı yürütüyoruz. Sizleri bağlayabilmek öyle güçlü bir mekanizma olmadan mümkün değildir. Kendimi nasıl bir mekanizmaya kavuşturduğumu anlamaya çalışmalısınız. Sanırım anlamaya çalışıyorsunuz, bu da hakkınızdır, daha da anlamaya özen göstermelisiniz. Hatta bu sizin görevinizdir. Zaten benim başka çarem de yoktur. Öyle bir mekanizma kuracağım ki, kesinlikle sizi sürükleyebileyim. Çünkü bu iş tankla, topla olmaz. Zaten öyle tankımız, topumuz da yoktur; ona niyetlenirsek, sonumuz baştan yenilgidir. Topluma saygıdan dolayı adetten ve gelenektendir diye verili ilişkileri esas alan göstermelik düzen ilişkilerine ben de bulaştım. Ama onunla devrim gemisinin yürümeyeceği baştan belliydi. Fakat bu bir taktikti. Belki de olmaması gerekiyordu, ama oldu. Asıl etkileyici mekanizma daha farklı geliştirildi. O hala benim içimdedir, zaten onu tümüyle görebilmeniz çok zordur. O benim sihrimdir, benim büyümdür. Kuşkusuz bunu mecazi anlamda söylüyorum. Başkaları ‘bunun sırrı nedir?’ diye soruyorlardı. Bunun sırrı, kendimi işletme tarzımdır. Şunu da belirteyim ki, size verdiğim mesajlar aslında büyük bir sırdır ve ben başarmak zorundayım. Böyle yapmazsam çakılır kalırım. Neden büyümediğinizi biraz kıyaslamasını bilirseniz, daha iyi anlayacaksınız. Tutkularınız ve arzularınız var. Bize hep nasıl kolay bağlanıldığını biraz gösterdik. Böyle tutkular, böyle özlemler eski isyanlarda kanla ve katliamlarla bastırıldı. Bunun belki de bir anlamı vardı. Ama şimdi düzene böyle koşturmak, bireysel özlemlerin peşinden sürüklenip gitmek insana ne kadar yabancıdır! Düşmana ne kadar alet olduğunu, ne kadar tarihi inkar etme ve kötülük olduğunu anlamadan, ona nasıl insan diyeceğim, onu nasıl kabul edeceğim? İşte bunu görerek bakmalısınız. Benim bir Dersim idealim oldu. Bu ideal hala Dersim’i hareketlendiren ve bugün Türkiye’ye olduğu gibi neredeyse uluslararası alana da yansıyan bir gelişmeye yol açılabilmiştir. Bu benim idealimdir, benim tutkumdur, benim yüklenimimdir. Çoğuna kalsaydı, bu mümkün değildi. Düşman egemenliği altında mutlaka daha fazla silinip gidecektiniz. Bu bir mekanizmadır, hemen her yere böyle bir mekanizmayı kuruyorum. Tüm bunları düşünün. Bunların altından nasıl çıkacağımı anlayın. İşte bu sizi belki biraz derin düşünceye götürebilir. Yaşamı kolay kaybetmezseniz, bizimle arkadaş olmanın önemini kavrarsınız. Yüreğiniz ve vicdanınız varsa kolay ölmemek gerektiğini, bunu kabul ettiğinizde de başarılı çalışma yapmanın gerekliliğini düşüneceksiniz.
ne
Kad›n büyük bir devrimle aya¤a kald›r›l›r
renci ortaya çıkarır. Özellikle bu, kahraman direniş şehitlerinin kendilerini neden feda ettiklerini de daha iyi açıklığa kavuşturur. Aslında onlar büyük ihtimalle bunu bizden istiyorlardı. Eğer ben kendimi bu kadar zorluyor ve çözüme doğru götürüyorsam, bu onların anılarının dayatıcı etkisi nedeniyledir. Zaten o etkiyi duymasaydım, kendimi namert sayardım. Öyle olmamaya büyük özen gösteriyorum. Görüyorsunuz ki, olağanüstü ölçüde sizinleyim. İsterseniz beni çok ölümsüz, isterseniz çok çaresiz ve zavallı gibi veya çok uzağınızda ya da çok yakınınızda görün, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, ben hepinizleyim. Yüceliğiniz bir an bile eksik kılınmıyor. Binlerce yılın köleleştirici, tarihi yok edilmiş, ulusal yaşamı bitmiş bir halk gerçekliği karşısında, doğru dürüst partilileşmeye gelmeyen ve en benim diyen gerçekliğiniz karşısında, acaba bir kişi daha ne kadar amansız, hatta tanrısal olabilir? Aslında ben buna da açığım, adeta bir çılgınım. Ama ayağımı yerden koparmam halinde öyle bir baş aşağı çakılırım ki, hiçbir şeyi başarmam mümkün olmaz. Bu kadar yücelerde seyretmek ve o denli de ayaklarını yere sağlam basmak; başını görkemli bir biçimde arşa kadar yükseltmenin yanında, aynı ölçüde ayaklarını yere sağlam basmak bende iç içe yaşanan bir özelliktir. Sizleri de bu kadar kapsamına alarak insanın onurlu yürüyüşüne ve eşitliğine katılmak, sadece devrimin bir gereğidir de demiyorum; bu aynı zamanda tam bir tutkudur. Öte yandan kendimi bir çölde serap görür gibi, yanına yaklaşıldıkça uzaklaşan biri gibi görmekten de alıkoyamıyorum. Fakat bunlar umutların büyüklüğünü ve bu temelde çabaların anlamlı olduğunu, bunun artık sadece bir kader değil bir aşkın gerçeklemesi olduğunu rahatlıkla gösteriyor. Gerçek aşkın da kendini bize böyle tanıtması bir şansı da ifade ediyor. Eğer bir halk için bunu yakaladıysak, hele sizlerle birlikte bunu kavrayabiliyor, duyabiliyor ve yaşıyorsak, zorluklar nereden gelirse gelsin karşılanmaya değerdir. Zaten benim büyük taşıma gücüm de bu büyük aşk gerçeğinden ileri geliyor. Her şeye rağmen en şanslısı oluyoruz. Yine zorluklar ne olursa olsun, buna karşı çabaların en soylusuna da ulaşmış durumdayız. Gerisi bilinç, örgütlülük ve eylem işidir. O da zaten bizim yaşam tarzımızdır. Ben en olmadık koşullardan çıkış yaptım; bir halkı böyle değerlendirmeyi ve neredeyse onu en devrimci bir ulus olmaya götürmeyi başardım. Tabii bu hikaye bile sizin ne kadar rol oynayabileceğinizi ve sonucun da kesin başarılı olacağını gösterir. Görüyorsunuz, yine ve her zaman sanıldığından daha fazla sizinleyim. Görev alanlarına dağıldığınızda bile, bu dağılma büyük birliktelikleri ve aşkları geliştirmek içindir. Bize yaraşan da budur. Yoksa ayrılık diye bir kavrama yer vermiyoruz. Fiziki ayrılmaların bu anlamda büyütülmemesi gerektiği kanısındayım. Ben her zaman böyle yaşadım ve zaferin de bu temelde sağlanacağı açıktır. Bütün yoldaşlar da bu temelde bağlanmışlardır ve bunu yaşatıyorlar. Sizler için de en anlamlı tartışmalar yaptık. Büyük kararı bir kez daha ve çok yönlü verdik. Bunu nerede ve hanginiz temsil ederse, o candan birisidir ve bizdendir. Bu kendisini böyle açıkça hissettirdiğinde, görev alanlarımıza her yöneliş sadece amaçlarımıza bir adım daha yaklaşmamızı, dolayısıyla birlikteliğin daha özgürcesine ulaşmamızı sağlar. Bu da amansız ve oldukça gerçekçi görevlere, onun çalışma ve amansız vuruş tarzına götürür. Her zaman söylendiği ve gösterildiği gibi, bunlar bizi zafere yakınlaştırır; bu yürüyüşte yerinizin çok sağlam, oldukça kabul görmüş ve her geçen gün daha da ayrılmaz ve başat bir konumda olduğunuzu gösterir. Sizlere verilecek en değerli karşılık budur. Ben şimdiye kadar sınırlı da olsa böyle bir değeri göstermekle kızlarımızın en değerli birlikteliğinin geliştiğini görüyorum. Onların bağlılıkları sınırsız oluyor. Demek ki, bu en doğrusudur, en güçlüsüdür ve zafere götürecek olanıdır.
om
değildir. Görüyorsunuz ki zordayız, ama herhalde bu yaşamımız yine de en doğrusu oluyor. Devrimi kendinde yapamayan biri önder olur mu? Öyle bir önder ancak ikiyüzlü biri olabilir. Gelirken bu kadar doğru göremiyordunuz. Fakat şimdi kesin idealize etme gereğinden bahsettik. Öyle görünüyor ki, kendinizi böyle bir ideale koşturuyorsunuz. Başka türlü sizin hem temiz kalmanız, hem de yücelmeniz mümkün gözükmemektedir. Çok bağımsız, ilkeli, özenli, estetikli ve emniyetli olarak yaşamayı bileceksiniz. Bakirelikten illa bir şey anlaşılacaksa, bu temelde anlaşılmalıdır ve kendinizi bu konuda zorlamalısınız. Genç kızlar devrim tarafından şekillenmeye en müsait özneler durumundalar. Sizler devrimci değişime en yakın objelersiniz. En iyi şekil sizlere verilebilir. Hem kendinizi erkeklerden daha fazla şekillendirme gereğiniz var, hem de kişilik özellikleriniz buna uygundur. Bu temelde kendine güvenmek, hırs ve ölçü gücü olabilmek ve bunu amansız bir biçimde değerlendirmek bence bir o kadar önemlidir. Bize bağlılığın ancak bu ifade tarzı ile anlam bulacağını sonuna kadar göz önüne getirmelisiniz.
Sayfa 19
di beklentilerini değil, bitirilmiş dünyalarını yeniden gerçekleştirmekle görevliyim. Ben bunu militan diye geçinen arkadaşlara söylüyorum. Bir sevgiliniz olsa, bir eşiniz veya bir tutkunuz olsa, acaba neler yaparsınız? Ama bir de binlerce, milyonlarca genç kızın özlemlerini düşünün: Neden onlara çare değilsiniz? Onlara sağlıklı bir armağanımızın olması için acaba genele karşı, kadınlığa karşı neyi sunmakla görevli olduğunuzu düşünebiliyor musunuz? İlla erkeklikten veya sevgililikten dem vuracaksınız! Bir de bunu düşünmelisiniz. Kendimi fazla abartmayayım. Biz tamamen halkımız için bir devrim geliştiriyoruz. Ama bu kızlar söz konusu olduğunda, çoğu arkadaş hiç düşünmez. Bazı arkadaşlar, ‘bunlar yüktür, ne yapalım, nereye atalım?’ diye düşünebiliyorlar. Genç kızlar için böyle düşünülmesine ne demeliyiz? Komutanlarımızın çoğu böylesi yaklaşımlar içerisindeler. Tabii bende böyle bir değerlendirme olamaz; tam tersine, kadın kesinlikle büyük bir güç, hatta bağlılığı büyük bir güçtür. ‘Sorundurlar, yüktürler, ne yapalım?’ gibi yaklaşımlar ne demektir? Bunlar hakarettir. Genç bir kıza bunlar nasıl söylenebilir? Ama maalesef bu tür yaklaşımlar oluyor ve genç kızlarımız da kendilerini öyle görüyorlar. Kadını hor görme, hakir görme tavrı kesinlikle bir hakarettir. Oysa bir genç kızın varlığı başlı başına bir esin ve güç kaynağı olmalı ve yaşam gücü olarak görülmelidir. Maalesef bunu bizim delikanlılara gösteremiyoruz. Hele biraz da güç kazandılar mı, en kötü yaklaşımlar gelişebiliyor. Tabii benim bütün bunları görmem gerekiyor. Görünüş ise, sizin sandığınız gibi değildir. Kesinlikle bir yerde özlemlerinize cevap bulmam gerekiyor; neyim ve ne kadar gücüm varsa, daha da geliştirmem gerekiyor. Bunun için de en başta güvenliğinizi sağlamaktan tutalım, ruhunuzun biraz gelişme kaydetmesi için çare bulmam zorunludur. Aksi halde sizi seviyorum demek yalancılıktır. Ben onları çok severim, onlar da kendilerini sevdiğimi bilirler. Biz tarihe karşı bu kadar güçsüz olamayız ve siz de kendinizi böyle ucuz değerlendirmelerin kurbanı yapamazsınız. Zaten düşeceğiniz kadar düşmüş, küçüleceğiniz kadar küçültülmüşsünüz. Bir de kendinizi böyle yapmaya hakkınız yoktur. Bunu asla bize dayatamazsınız. Çünkü bu en büyük hakaret olur. Daha da açabilirim: Önderlik sandığınız gibi değildir. Özlemlerinizin kirlenmemiş, oldukça idealize edilmiş ve de gerçekleşebilir ifadesi olmaktan tutalım, bunu bütün partiye, ulusa ve insanlığa yaymak, bunun hayali kadar bilimsel ifadesine, yine örgütlenmesine ve eylemine ulaşabilmek büyük bir savaştır derken, tüm bunları kast ediyorum. Sanırım bu, sizde de biraz düşünce büyüklüğü, duygu yüceliği, sabrı ve di-
20 Ekim 1994
Sayfa 20
Şubat 2004
Serxwebûn
DE⁄‹fi‹MDE SANAT VE KÜLTÜR ◆
ırlarla dolu doğada insanın kendini yaratma biçimi olarak tanımladığımız sanat, insanın yaşam öyküsü ile eş zamanlıdır. İnsanın duyumlarını yorumladığı, işlediği ve eyleme geçtiği süreçte ortaya çıkmıştır. Bu nedenle sanat, insana özgüdür ve insanın tüm yaratımlarının, yetkinliğinin temelidir. Diyebiliriz ki, insanın doğada kendi yaşamına biçim vermek için ürettiği her araç ve uyguladığı yöntem sanat kapsamına girer. Günümüzde sanatın, özüne denk düşen bir işlevsellikte olamaması doğru bir tanımlamanın yapılmamasından kaynaklanıyor. Dar sınırlar içerisinde, toplumsal dinamizmden yoksun, dönüştürücülükten
‹deolojisiz sanat sanat› ifllevinden koparmak anlam›na gelir
S
anatın doğası gereği yaşama dair belirli bir bilgiyi taşıdığından insanların aydınlatılması ile eğitimin önemli bir biçimi olarak işlev görür. Sanatın gerçeklik üstüne edindiği geniş bilgi gerek bireylerin manevi dünyalarının gelişmesi açısından gerek tüm toplumun ileriye doğru gelişmesi açısından son derece değer taşır. İleri toplumsal düşünceler sanatın aydınlatıcı etkisini en üst dereceye çıkarmaya çalışırken, egemenliklerini halk kitlelerinin bilgisizliği ve eğitimsizliği üstüne kuran tutucu, gerici güçler arasında belirgin bir ayrım vardır. Sanat aracılığı ile toplum, yaşama dair bilgi ve tecrübe edinirken, güzele dair hazzı da alır. Bu ne-
we
“Bir medeniyet yarat›l›fl diyalekti¤i ile kendisini yeniler ve de¤ifltirir. Bu nedenle yeni örgütlenme modelimiz olan KONGRA-GEL, halklar›n yaflamlar›nda yarat›lacak olan bir de¤iflikli¤in yine halklar›n kendi öz dinamikleri ile olaca¤›ndan hareketle her türlü sanatsal ve kültürel yarat›m› destekledi¤i gibi, bu konuda yan›lg›l› yaklafl›mlara karfl› da mücadele edecektir.”
w. ne
ww
“S›rlarla dolu do¤ada insan›n kendini yaratma biçimi olarak tan›mlad›¤›m›z sanat, insan›n yaflam öyküsü ile efl zamanl›d›r. ‹nsan›n duyumlar›n› yorumlad›¤›, iflledi¤i ve eyleme geçti¤i süreçte ortaya ç›km›flt›r. Bu nedenle sanat, insana özgüdür ve insan›n tüm yarat›mlar›n›n, yetkinli¤inin temelidir. Diyebiliriz ki, insan›n do¤ada kendi yaflam›na biçim vermek için üretti¤i her araç ve uygulad›¤› yöntem sanat kapsam›na girer.”
ve üretimden öte tüketime ve verili olana dayalı olması günümüz toplumsal sorunlarının nedenlerinden biridir. Halklar arasındaki ön yargılardan, toplum ile birey ilişkisinin uyum sorunlarından ve insan ile doğa, insan ile bilim arasına örülen duvarlara kadar olan sorunların kaynağında sanatın işlevsel rolünü doğru oynamaması yatmaktadır. Bu nedenle toplumsal sorunlara çözüm ararken, insanlar arası ilişki bilgisinden, dinsel inançlardan, bilimden ve bilgiden yararlandığımız kadar sanatın toplumsallaştırma ve bireysel yaratım gücünü de görmek gerekiyor. Çünkü sanat, reel olanın sınırlarının dışında bir tasarım içine girmekte ve insanların yaşamlarını kendi yasalarına göre düzenlediğinden gerçekliğe bağlı kalmaktadır. Sanatsal üretimin gerçek
“Kabul edilemez bir yaşam koşulundan veya onun darlıklarından sıyrılmak, kurtulmak edimi olarak başlayan sanat, sadece bilgi iletme ile kalmaz, o bilginin taşıdığı anlamı, diğer olgularla ilişkisinin nasılını ve değerinin bilgisini, doğa ile insan arasındaki gerçek ilişkilerin bilinişini öğretir.” Yani sanat bizim sosyal, siyasal değer yargılarımızı ve bunlarla ilişkilerimizi düzenler. Kısacası bakış açısı ve davranış kazandırır, eylemselliğe dönüştürür. Bu nedenle her düşünce ve sistem sanatı kendi kalıcılaşmasının ve yaşam olanağı bulmasının yolu olarak seçmiştir. Sınıflı toplum uygarlığı süresince insanlara biçim verme, yaşam görüşü ve davranış kazandırmanın bir aracı olarak kullanılmıştır. Oysa ki sanat, bir araç olmanın ötesinde toplumsal tahribatların giderilmesinde, yaşamın güzelleştirilmesinde, insan ile doğa arasındaki yabancılığın kaldırılmasında önemli bir role sahiptir. Ancak günümüzde sanatın estetik kaygısından çok içerdiği mesajın toplumsal yaşamı ne denli etkilediği bir soru durumundadır. Sanat, insan düşüncesini ve yaşamını kendi yasaları çerçevesinde biçimlendirip, dönüşüme uğratabilmektedir. Sanatın bu gücünün toplumları yönlendiren değerlerin bir aracı olması, onun kendi yasaları ile vücut bulduğu anlamına gelmemektedir. Günümüz sanatında sanatçılar siyasal kavramlardan ve içerikten uzak durduklarını ifadelendirseler de, topluma ön gördükleri yaşam, ilişki ve dünya görüşü tüketim sisteminin yaşam alışkanlıklarının ötesine geçmemektedir. Bu anlamda bir sanatçı eserinde hem bilimsel bilgiyi (psikolojik, sosyolojik, tarih vb) hem de bunun insan ile olgular arasındaki ilişkide bir gelişimi sağlayan imgeyi ifadelendirmesinin kaygısını taşımalıdır. Yaşam deneyimlerinin iletilmesi de ayrıca insan yaşamında ilerlemenin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Toplumsal çözümlemelerden kopuk bir sanat verimli olamaz ve bunu çözümleyemeyen bir sanatçı uzun yıllara sarkan eserler üretemez. Bu nedenle sanatçı, toplumu çözümlemek ile kalmaz, toplumun değişim dinamiklerinin bilimsel birikimlerini de aktarır. Ayrıca eğitmek, biçim vermek ve yenilemek gibi bir işlevinin de farkındadır. Bir dünya görüşü önermeyen, yaşam modeli sunmayan bunun nasılına yönelik mesajı içermeyen eser sanatsal özellik taşımaz. İdeolojisiz sanat, sanatı işlevinden koparmak anlamına gelir. İnsanlara haz vermek mutluluk yaşatmak önemlidir, ama bu, insanı yeni yaşamdan koparıyor, gerçeklikten uzaklaştırıyor, beğeni ölçülerinde bir gelişim sağlamıyorsa üretilen eser, geçici olmaktan kurutulamaz. Oysa sanat, yüzyıllara sarkan kalıcı özelliklere sahiptir. İnsanın beyninde ve yüreğinde izler bırakır. Sanatın sürekli olarak yaratımı öngörmesi onu tüm dogmatik düşünce ve görüşlerden uzaklaştırır. Bu onu, sahip olduğu ideolojiyi sorgulama, onun yeni yaşama ne kadar uyduğu konusunda eleştirme, mücadele etme özelliği olmalıdır. İdeolojisiz hareket edilmediği gibi, ideolojinin mutlaklaşan, dar kalıplar içine tıkatılan yanlarına karşı mücadele de esastır. Diyebiliriz ki, ideolojisiz sanat, sanatı işlevine ve varoluş biçimine denk düşen bir tarzda yapmamaktır. Bu pencereden baktığımızda sanatçıların kültürü hem yeniden yaratma hem de küresel emperyalizmin öngördüğü yaşam anlayışlarına karşı savunma duyarlılıklarında yetersizlik yaşanmaktadır. Kendini dar üretim sınırlarında tutan, ürettiğinin dönüştürücülüğü konusunda kaygı taşımayan tasarımlar zamanın gerisinde kalmaya mahkumdur. Örneğin Sümer rahipleri tasarım güçlerini sanata ve estetik beğeniye tabi tutarak bir ifadeye kavuşturmuş ve egemen düşüncenin gü-
m
S
değerinin ve emeğinin öneminin bilinmediği günümüzde, sanatın yanlış ifadesi ve işlevselliğinin yetersizliği toplumsal ve bireysel sorunların nedeni olduğu gibi bu sorunları aşmanın bir aracıdır da. Bu nedenle sanatın doğru tanımlanması ve gerçek işlevselliğine kavuşması demokratik mücadele konusudur. Demokratik bir toplum yapılanmasında sanat, ayrışmanın, yabancılaşmanın, üretimsizliğin veya bireyciliğin aracı değil insanın insanlaşmaya ilk adımlarındaki topluma doğru gidişte, bireyin yaratıcı dünyasının gelişmesinde, toplum birey uyumunda, ahlaki, dini, bilim ve dilin yaratımındaki gerçek rolüne kavuşacaktır. Toplumun, toplumsal varlığın ve toplumsal bilincin daha ileriye doğru gidişinde sanatsal yaratıcı etkinliğin rolü tartışmasızdır.
.c o
Kendini yaratma biçimi olarak sanat
te
D
eğişim. Herkes bir şeylerin değişmesinden yana. Kimisi az kimisi çok, ama her halükarda ve koşulda, insanlar yaşamın iyiye gitmediğinin farkında. Yaşadığımız çevre ile duygu dünyamız arasındaki farklılık, değişim gerekliliğini hatırlatmakta. İstemlerimizi gerçekleştirme şansından tutalım da yarattığımızın yaşamımızı etkileme ve geliştirme düzeyindeki zayıflığa kadar gelen çelişkiler çağımızın temel sorusu durumunda. Bunun nasılına ilişkin verilen cevaplar ise yüzyılın çatışma nedenlerinin başında geliyor. Yaşam anlayışımız, arayışlarımız, ilişki biçimlerimiz ve eylem tarzımızdaki farklılıklar bu soruya aradığımız cevapta yatan farklılığa dayanıyor. Yaşadığımız coğrafya ve zaman açısından ele aldığımızda ‘nasıl bir değişim istiyoruz’ ya da ‘sorunun kaynağı nerede’ sorularına doğru bir cevap hala aranmakta ve bunun mücadelesi verilmekte. Bu mücadelelerin en büyüğü hatta birçok savaşın nedeni olabilecek zemin “kültür”dür. Kültür ve sanat alanında yaşanılan bu mücadele, siyasal ve askeri örtüyle örtülmüş olsa da, günümüz çelişkiler düzeyi ve bilim teknik gelişimin ulaştığı ilişki düzeneği bu mücadeleyi gün yüzüne çıkarmıştır. Büyük bir kavga ile sürdürülen mücadelenin başarısı ve toplum yaşamının gelişmesi ise doğru ve gerçek olana dayanma oranına denktir. Bin yıllardır büyük savaşlara tanık olan Ortadoğu’nun bugün içinden çıkılmaz siyasal, sosyal sorunlara sahip olmasının nedeni de özünde bir kültür mücadelesidir. Yaşam biçimindeki farklılığın dayandığı derin mitolojik inanç ve büyük gelişimlere rağmen hala çözülemeyen islamiyetin etkisi, dışarıdan dayatılan her türlü farklılığı reddetmeye götürmüştür. Bugün Ortadoğu için bir değişikliğin, yenilenmenin gerekliliği konusunda herkes hemfikirdir. Ancak bunun nasılı konusu oldukça tartışmaya yol açan hatta savaşlara bile neden olan bir konudur. Tarihsel akış göstermiştir ki, Ortadoğu asla savaşlar ve dayatmalarla değişmez. O ancak kendi yarattıkları ve ihtiyaçları çerçevesinde değişir. Bu nedenle değişimi dışarıdan bekleyen, yönetim değişikliği ile olacağına inanan, Batı’nın geçirdiği evreleri Ortadoğu’nun da geçirmesi gerektiğini düşünen eğilimler etkili olamamıştır. Özgürlük mücadelemiz bu konudaki düşünce farklılığını hep ortaya koymuş ve bunun için gerekli tüm mücadele alanlarını açmaya çalışmıştır. Ortadoğu’nun değişmesi için gerekli tüm tarihsel birikimlere ve halkların kültürel zenginliğine sahip olduğu düşüncesinden hareketle yine kendi yaratımları ile değişeceği konusundaki ısrarı, mücadelemizde kültür ve sanat alanında aktif bir mücadele gerekliliğini hep gündemde tutmuştur. Çünkü bir medeniyet yaratılış diyalektiği ile kendisini yeniler ve değiştirir. Bu nedenle yeni örgütlenme modelimiz olan KONGRA-GEL, halkların yaşamlarında yaratılacak olan bir değişikliğin yine halkların kendi öz dinamikleri ile olacağından hareketle her türlü sanatsal ve kültürel yaratımı desteklediği gibi, bu konuda yanılgılı yaklaşımlara karşı da mücadele edecektir. Sanat ve kültür alanında doğal bir gelişimin olmaması birçok nedenin yanı sıra, tarihsel gelişimden kopuk ele alınması, sınıflı toplumun sanat ve kültür yaklaşımından kurtulamamasından kaynaklanmaktadır. Öncelikle doğru tanımı koymak ve sanat yaklaşımlarının ve gelişim sorunlarının kendi başına bir mücadele sahası olduğunu kabul etmek gerekiyor. Çünkü gerçek olan biraz da orada saklıdır.
Sınıflı toplum ile birlikte sanat işlevsellikte bir daralmayı yaşamakla kalmamış sadece egemen sınıfın yaşamının bir aracı haline gelmiştir. Sınıfları birbirinden ayrıcı bir özellikte olmanın yanı sıra egemenlerin gücü ve köleliğin aşılamaz sınırları da sanatla belirlenmiştir. Bu anlamda uygarlık gelişiminde sanat, toplumsal farklılıkların belirginleşmesi ve bu farklılığın mutlaklığını ifadelendirmekle sınırlı bırakılmıştır. Bir anlamda da sanatsal etkinlikte bulunmak, ilk çağlardan günümüze kadar insanın kendisini toplumsal bir varlık olarak biçimlendirmesi düşüncesini egemene göre oluşturmasıdır. Kısacası bireyi yalnızlaştıran toplumsal değer yönlendiricilerini öğretmek yerine hiçbir amaca bağlı olmayan bireyi yaratma aracı olan sanat, varoluş biçimine ters düşer.
denle sanat aracılığı ile öğrenme, kendini yetiştirme hoş ve özlem duyulan bir sosyal etkinlik olur. İnsanın çevresini ve doğanın bilgisini edinmesinin bir aracı olmakla kalmaz, insanın kendisini tanıma ve gerçekleştirme aracı olarak da işlev görür. İnsan bu yolla kendisini, içinde yaşadığı toplumu ve rolünü, gücünü ve sorumluluklarını daha rahat, kalıcı ve eşitlikli bir şekilde öğrenir. Bununla da kalmaz kişinin geleceğe dair ideallerini de yansıtabilir, kişi bunun içinde kendisine hedef belirleyebilir. Günümüz sanatının insan ve toplum bilgisinden kopukluğunun yol açtığı amaçsızlık, insanları sanat yapıtlarına ve faaliyetlerine karşı soğutup, ilgisiz bırakmıştır. Sanatı yaşamın merkezine oturtmak yerine boş zamanların geçirildiği bir uğraş haline getirilmiştir.
diklerinin dışındaki her şeyi kültür olarak tanımlarsak, insanın bütün yaşamı ve yarattıklarını kapsar. Yarattığı insana bir yaşam tarzı, ilişki biçimi, alışkanlık kazandırdığı için yarattığı ile yaşadığı arasındaki ilişki kültürel değer olarak isimlendirilebilir. Diyebiliriz ki, savaşlar, kavgalar, paylaşamamanın yarattığı sorunlar ‘üretilen’ üzerinde olmaktadır. Üretmek ve üretilene sahip olma istemi toplumların tarihinde önemli süreçlere damgasını vurmuştur. Ve bu mücadele toplumları değiştirmiş ya da değişime zorlamıştır. Ama esas sorun değişim ihtiyacının duyulup duyulmamasında veya var olup olmamasında değil, günümüz gerçekliğinde sorunun kaynağında yaşanan, değişimlerin o toplumun realitesine, tarihine ve üretimine denk olup olmamasındandır. Bu, toplumların yaşamında bir ikilemi yaratmaktadır. ‘Değişim var, ama ne kadar uyuyor, o kimliği ne kadar yansıtıyor? Veya o toplumun idealine ne kadar denk düşüyor?’ soruları daha acil cevap aramamız gereken konuların başında geliyor. Toplumların değişim dinamiği kültürel bir süreç sonunda oluşmuştur. Yaşamda bir şeylerin değişmesi sanıldığı kadar kolay olmadığı gibi yeniyi yaratmak veya onu günlük yaşamın bir parçası haline getirmek de bir o kadar zordur. Çünkü kültür, toplumun tarih boyunca biriktirdiği kimliklerin bütünlüğünü ifade eder. Bunlar parçalı, dağınık veya eklektik değildir. Birbirini bütünleyen, bir üretim sonucu gelişen ve düşünce biçimine yansıyan bir gerçekliktir. Süreç içinde oluşmuş ve yaşamın en ince ayrıntısında insanların reflekslerine yer edinmiştir. Kültürün oluşum biçimi, onun değişim konusundaki esnekliğini veya katılığını da gösterir. Yaratım biçimi ve bunun tüm objektif gerçeklik ile bütünleşmesi değişimi de belli kurallara bağlar. Bu nedenle kültürel bir yenilenme onun kendi öz değişim diyalektiği ile olur. Mücadelelerin, sosyal çatışmaların, Doğu Batı çelişkisinin temelinde yatan gerçeklik de buradan kaynaklanmaktadır. Değişim ve yenilenmenin öz dinamiklere dayanarak gelişmemesi, toplumun düşünce ve geleneklerinin doğal gelişim akışkanlığında gerçekleşen bir durum olmamasının bir soncudur. Bu nedenle yeni olanın özümsenmesi, kültürel bütünlüğün uyumlu bir parçası haline gelmesi, onun kendi öz değişim diyalektiği ile olur. Büyük savaşların Ortadoğu’da veriliyor olması tesadüf değildir.
Kültür, toplumun tarih boyunca biriktirdi¤i kimliklerin bütünlü¤üdür
K
ültürünün gelişimi, kültürel değerlerin yarattığı her şey yaşamı büyütür. Kültür, aynı zamanda yaşamı büyütme, geliştirme yöntemidir. Bir anlamda arayış da diyebiliriz. Doğanın insana ver-
“KONGRA-GEL’in Ortado¤u ve tüm insanl›k için öngördü¤ü özgür yaflam, sanatsal bir geliflim ile ifadeye kavuflacakt›r. Yeni kültür de¤er yarg›lar› ve ölçüleri yaratma gücümüz, Ortado¤u’yu de¤ifltirme iddiam›z› ve özgürlük aray›fl›m›z› gösterir. Ortado¤u gericili¤inin dayand›¤› tüm kaleler, mücadelemiz ile birlikte y›k›ld›. Bunlar sanat›n konusu oldu¤u kadar, kültürün de belirleyenidir.”
ww
w.
anat eğer insanın kendi içinde çoğalması ise, bireyin sanat ile bağımsız bir ilişkisinin olması gerekmektedir. Yaratıcı düşünce, üstün hayal gücü ve yaşamı yaratma yetisi bireyin kendi ‘benliği’ ile ilgili olduğu kadar içinde yaşadığı toplumun ve zamanın ruhunu anlaması, acıları, sevinçleri ve hayalleri paylaşması toplumsal sorumluluğudur. Sanatçı, yaratıcı kişiliğini toplumdan ayırmaz, tam tersine onu, toplumun duygularının dili yapar. Bilmek, etkin ve bilinçli yaşamı getirir. Başkan Apo, “Sanat ruhun kanatlanmasıdır” derken yaşamın yaratıcılık ve üretim ile yeni bir aşamaya sıçrayacağından bahseder. Sanatçının hiçbir baskı, sınır, gerici ve tutucu düşünceyi kabul etmeyen, yaşamı ekolojik ele alan özelliğinin yaşam bulması, yaratımları ile yansıyacaktır. Çünkü insan yarattıkça özgürleşir. Düşünce üretmek, yeni değer yargıları ve modeller geliştirmek, edebiyatın, resmin, müziğin, tiyatronun vb gelişmesi anlamına gelmektedir. Sınıfsal, cinsi ve ulusal ayrım yapmadan, ama her gerçekliği kendi tarihsel oluşum biçimiyle ele alarak bu eşitsizliğin giderilmesini konu edinen sanat, özellikle cins eşitsizliğinin toplumun ve uygarlığın oluşumunda oynadığı rolü ve yarattığı tahribatları gidermeyi esas almalıdır. Yaşam bilgisine ve yaratma yetisine sahip olan kadın, sanatsal üretimden koparıldığı gibi bunun oluşum koşulları da kaldırılmıştır. Yaratıcılığı ile toplumsallaşmayı geliştiren ve medeniyetin kapılarını aralayan kadın, sanatsal üretime estetiğe daha yakın ve yaratıcıdır. Ama uygarlığın kadının önüne çektiği set, kadının sanatsal yaratıma öz kimliği ve özgür kişiliği ile girmesini egellemiştir. Erkek egemenlikli toplumun kurumları, yazılı ve yazısız normları, kadının özgür sanatsal gelişiminin önünde engel iken bunu aşmanın (siyasal, sosyal vb mücadele yöntemlerinin dışında) yolu sanattan geçmektedir. Çünkü sanat özü itibariyle eşitlikçi olduğu kadar doğal farklılıkları gözeten bir özelliğe de sahiptir. Ortadoğu’da sanat, sosyal ve siyasal etkinliğin gölgesinde gelişmiştir. Mitolojik düşünce yapılanmasının yanı sıra islamiyetin toplumsal yapılanmada yol açtığı sonuçlar sanatın özgür yaratıcılığına engel olmuş ve sınırlı bir gelişim izlemiştir. Onu, toplumsallaşmanın bir aracı haline getirmiştir. Bireyin yaratıcılığının gelişmesi ve bunu toplumsal gelişimin etkin bir gücü haline getirmesi ancak bir Rönesans ile mümkündür. Toplum ve devlet geleneğinin insan yaşamı ve zihni üzerinde kurduğu sistemin çözülüşü, taklide dayalı bir gelişimden ziyade bir antitezi gerekli kılmaktadır. Bu da sanatsal etkinliğin rol oynayacağı bir Rönesans ve aydın-
Sayfa 21 Her toplum değişimi ve yenilenmeyi kendi içinde şu veya bu şekilde yaşamaktadır. Bunun hızı, etkileme gücü, zamanın ve bilim teknik gelişimin gerisinde olsa da değişimi tüm toplumlar yaşar. Bunun yavaş veya hızlı olması ise ekonomik ve siyasi bir amaçla bütünleşerek halklara çeşitli biçimlerde dayatılmaktadır. Kendi kültürünün dinamiği dışında olan, üstten dayatılan yenilenme veya değişim, günümüz gerçekliği açısından daha hızlı ve etili olmaktadır. Özellikle Ortadoğu ve üçüncü dünya ülkeleri için geçerli olan bu durum hem büyük bir direniş ile karşılık buluyor hem de yaşamı içinden çıkılmaz bir karışıklığa, eklektizme götürüyor. Değişimin yöntemi genelde tercihe bırakılarak yapılsa da, tekniğin üstünlüğü ve beşeri zaafların formsuzluğu, alternatifsiz bir yaşam anlayışını getiriyor. Böylece bir yandan geleneklerin ve tarih içinde gelişmiş duygu ve düşüncelerin yaşama ve ilişkilere hakimiyeti ile küresel emperyalizmin sınır tanımayan tüketim mantığı arasında büyük uçurumlar açılmaktadır. Küresel emperyalizmin alt kültürlere dayattığının dışına çıkmak ne kadar zor ise, geleneklerin tutuculuğuna düşmeden bir yenilenmeyi gerçekleştirmek de bir o kadar zordur. Değişimin kendisini bir çelişki olarak yansıttığı zemin de burası oluyor. Verilerin dışına çıkmak büyük düşünce gücüne ve eleştiri yetisine ihtiyacı açığa çıkarmaktadır. Bir yandan geleneklerin ve özellikle de Ortadoğu’da binyıllardır oluşan mitolojik düşünce biçiminin oluşturduğu kalıplar ve normlar, diğer yandan sınır tanımayan bir tüketim dünyası. Değişimin nasıl olması gerektiği konusundaki yöntem yanlışlığı ya geleneklerin dogmatik, tutucu bir savunuculuğuna veya değişim adına tüm yaratılan değerlerin savunuculuğuna götürmektedir. Kültürü salt ürün, üretim biçimi veya tarz olarak ele almak, onun mücadele ile açığa çıkan bir eylem biçimi olduğunu göz ardı etmeyi getirir. Bu ise, kendiliğindenciliğin ataletinde kuru bir tutucu olmaktan öteye götürmez. Oysa oluşan kültürün toplumun bir yaşam kavgası sonucu geliştiğini bilmek, onun her türlü eylemini gerçekleştirmek gerektiğinin bilincine varmak, bir hareketliliği ve tabii ki bir yenilenmeyi de beraberinde getirecektir. Sıkı sıkıya bağlı olunan gelenekler ve mücadelesini vermekte zorluğu yaşanılan gerçeklik, özünde terk edilemeyen alışkanlıklardır. Düşünce alışkanlıkları, yaşam alışkanlıkları ve bunların yaşam normu ve ilkesi haline gelen değerler vb Diğer yandan tarihselliği olmayan ve herhangi bir yaratım üzerinden değil de salt tüketim üzerinden geliştirilen bir kültür, tüm halkları ve uzun bir mirasa dayanarak gelen kültürleri tehdit etmektedir. Bilimin ve tekniğin son mucizelerini ve avantajlarını fırsat eşitliği vermeden, üretimin bir parçası haline getirmeden ve yaşamın doğal akışkanlığında gelişim sağlatmadan, sadece tüketime ve pazara dayanarak oluşturmaya çalışan küresel kültür, yaşamı felce uğrattığı gibi, içinden çıkılmaz bir kaosa da dönüştürmektedir. Örneğin üretim ve ilişki geleneği, toplumsallığı ‘kul’ düşüncesini taşıyan Ortadoğu insanında bu kültür derinliğine işlemiştir. Dini ayinlerinden, evlenme törenlerine, spora ve eğlence anlayışına kadar yaratılan bu değerler, öz dinamikler üzerinden yükselmiştir. Küresel emperyalizmin sunduğu yaşam anlayışındaki bireycilik, Ortadoğu’ya tüketim biçimi olarak yansıyınca, üretim ile tüketim arasındaki bu ikilem yaşamı bir muammaya çevirmektedir. Günümüz Ortadoğu’sunda yaşanan mücadelenin özcesi kültür mücadelesidir. Batı’nın bilim tekniğe dayanan üretim ve tüketim sonucu geliştirdiği bireyci yaşam kültürünün Ortadoğu’nun binyıllar öncesinden beri taşıdığı toplumsallığa dayatılması sonucu gelişen bir mücadeledir. İlişki biçimi, dünyaya bakış açısı, doğa ile ilişkisi ile üretime denk gelen bir yaşam tarzı oluşmuştur.
we .c
S
yüklüğü ile ilgilidir. Yarattığının dönüştürücülüğüne inanmayan ve bunu hedeflemeyen sanatçı, eserinin etkisinin kısa vadeli oluşuna üzülmemelidir. Yeteneğini, dünyaya bakışını bu çerçevede ele almalıdır. Yeni dönem örgütlenmemizde, Ortadoğu’da sınıflı uygarlığın yarattığı tüm tahribatları sanatın bütün dalları ile onarma, yeni değerler katma hedefi öngörülmektedir. Yaşamın güzelleştirilmesinde, özgürlüğe tutkunun geliştirilmesinde sanatçıya görev biçildiği gibi, demokratik kültürün oturtulması da Ortadoğu’nun hiyerarşik düşünce biçimini çözecektir. Bununla birlikte sanat, bir sınıfın, seçkinlerin ya da elit bir kesimin değil, halkların kültürel yaşamı yaratma ve onu sürdürme dili olarak anlaşılmalıdır. Mitoloji, din, felsefe ve bilim insanı ve toplumu ne kadar ilgilendiriyorsa, tüm bu birikimlerin çıkış zemini olan sanat da toplumun ve insanın temel ihtiyacı konumundadır. Üstün zihniyet ve irade tarafından gelişen düşünce ve yaşam ahlakı, halkın kavrayacağı, uyum sağlayacağı bir sanat anlayışını da getirecektir. Bu anlamda sanatı, yaşamı güzelleştirmenin en temel yolu olarak görmek ve bunu her bireyde geliştirmek yaratıcılığın ve güzelliğin önündeki tüm egemenlikli sistem özelliklerini aşmak ve derin insani özün yaratımı ile olacaktır. Bu anlamda KONGRA-GEL’in en temel çalışmalarından biri de kültürünü korumak ve gelişim zeminini yaratmaktır. Ortadoğu kültürünün yıpranmış, zamanın ve bilimsel gelişimin gerisinde kalmış, yabancılaşmış yönlerini gidermeyi esas aldığı gibi, yeniye dair olan bilgiyi ve özellikleri yine Ortadoğu kaynağından beslenerek giderecektir. Öncelikle kültürü, içinde olduğu açmazdan kurtarmak, tıkatan ya da gerileten yönlerini belirlemek gerekmektedir. Sorunun adını koymak ve çözüm bulmak tarihsel gelişimi bilimsel ele almayı gerektirmektedir. Yaşadıklarımıza ve yaşamın gelişmesine engel olan tüm yönleri derinlikli ele almak, tanımı doğru koymaktan geçmektedir.
te
‹nsan yaratt›kça özgürleflir
lanma ile olacaktır. Bu anlamda Ortadoğu’yu binyıllar önce gömüldüğü sessizlikten kurtaracak, yaşamın güzelliğini yaratan gücü yeniden ellerine verecek bir sanatın gelişim vakti gelmiştir. KONGRA-GEL’in Ortadoğu ve tüm insanlık için öngördüğü özgür yaşam, sanatsal bir gelişim ile ifadeye kavuşacaktır. Yeni kültür değer yargıları ve ölçüleri yaratma gücümüz, Ortadoğu’yu değiştirme iddiamızı ve özgürlük arayışımızı gösterir. Ortadoğu gericiliğinin dayandığı tüm kaleler, mücadelemiz ile birlikte yıkıldı. Bunlar sanatın konusu olduğu kadar, kültürün de belirleyenidir. Örneğin kadın sorununun derinlikli çözüme tabi tutulması sanatın özgür ifadesinde büyük bir gelişimi ifadelendirmektedir. Buna dayanarak toplumsal yapıdaki tüm gerilikleri, eşitsizlikleri ve yapaylıkları eleştiriye tabi tutabilir ve ilişkilerin, üretimin rengini kadınla belirliyebiliriz. Bununla birlikte gerilla mücadelesinin yarattığı değerlerin (ilişki biçimi, özgürlük arayışı, doğa ile ilişkisi, felsefi açılımı, bireysel yoğunlaşmaları ve kendi iç dünyasında ulaştığı sorgulama düzeyi) Ortadoğu’da gelişecek özgür ve demokratik toplumun önünü açacak zenginliğe sahiptir. Günümüzde sanatın konusunu kendi topraklarının dışında arayan, zamana denk düşmeyen ve özgürlüğün önünü açmayan bir yaklaşım olsa da, yabancılaşmış ya da benzemek isteyen sanatın kabul oranı oldukça zayıftır. Tarihsel kökleri binyıllara uzanan Ortadoğu, popüler kültürden öyle kolay kolay etkilenmeyecektir. Çünkü popüler kültürün çok ötesinde bir anlam derinliğine, halkların değer yaratımlarına dayanan bir sanatsal yaratım gücüne sahiptir. Demokratik Uygarlık Manifestosu ile birlikte Ortadoğu’da sanatsal etkinlik yapmanın önce örülen duvarları yıkmakla gerçekleştirilebileceği netleşti. Bunun için yeni değer yargıları ve ölçüleri yaratmada ve yeni yaşamı üretmede büyük bir iddiayı taşımak önemlidir. Sanatçılar hedeflerini büyük tutmalıdırlar. Sanatçının amacını çok küçük, basit tutması değişimin ve devrim değerlerinin coşkusunu, heyecanını yaşaması gerekiyor. Bu, kurumlar açısından da böyle ifadelendirilebilir. Dogmatik kurallarla işleyen, hem kurumsal çalışmaları sınırlandıran hem de sanatçının yaratım zenginliğini kalıplara sığdıran tutumlar, klasik Ortadoğu mantığının ötesine geçememek olur. Sanatçının çalışma temposu ya da kendini katma ve başarı düzeyi amaç bü-
ne
nümüze kadar yerleşmesinde rol oynamışlardır. Sanat yolu ile toplumun yaşam tarzını, biçimlenişlerini ve hayallerini değiştirdiler. O halde, günümüzde bağının kurulması hep tartışmalara yol açan siyaset sanat ilişkisinin önemi tarihin hiçbir kesitinde göz ardı edilmemiştir. İlk üretim olan av elitleri toplum yaşamında nasıl bir değişim yaratmışsa, mitolojik öyküler insanların hücrelerine kadar işleyebilmişse, felsefesiz ve ideolojisiz sanat olmaz demek yanlış olmayacaktır. Kaldı ki, ideolojisiz sanat yapmak egemen sistemlerin temel düşüncesidir. Yani ‘köle düşünemez’ demektir. Yaşadığı sürece karşı sorumluluk duymak, toplumu ve yaşanılması gereken güzelliği gericiliğin pençelerinden kurtarmak, yeni ve bilimsel olanın mücadelesini vermek sanatçının bireysel yaratım gücünü engellemez. Aksine daha da verimli bir düzeye taşırır, anlamlı kılar. Sanatçılar ürettiklerinin topluma faydasını ve etkileyici gücünü görmek isteyen, bundan kaynaklı olarak ihtiyaçlara cevap vermekle yükümlü olan kişilerdir. Nasıl ki üretmeden yaşayamıyorsa ve yaşamına böyle anlam biçiyorsa, ürettiğinin insanın ruh ve moral dünyasında yaratacağı etkiyi de düşünmesi gerekmektedir.
Şubat 2004
om
Serxwebûn
Devam› sayfa 31’de
Sayfa 22
Şubat 2004
Serxwebûn
KÜRESELLEfiME OLGUSU VE KÜRESEL DÜNYA minde bilgi, üretilen bir destek niteliği taşırken, bugün destek niteliğinden çıkmış ve bilginin kendisi en önemli üretim güçlerinden biri, sermaye birikim hızını belirleyen en önemli etmenlerinden biri haline gelmiştir. Günümüz toplumunda bilgi, üretim sürecine yardımcı bir eleman olmaktan çıkmış, bilgi üretiminin kendisini giderek bir endüstri haline gelmiştir. Sanayi devriminde belirleyici olan üretim teknolojisi, yerini günümüzde bilgi ve bilişim teknolojisine bırakmaktadır. Bilginin toplumsal ilişkiler bütünü içindeki yerinin değişmesinin bir diğer sonucu da, mevcut bilgilerin büyük bir hızla eskimesidir. Nitekim bilgisayar yazılım programlarının günümüzün en
w. ne
“Siyasetin, kültürün tamamen ekonomiye ve ekonominin bu asalakç› biçimiyle palazlanan bir avuç insana b›rak›lmas› dünyam›z› korkunç bir gelecekle bafl bafla b›rakmaktad›r.
Çok uluslu flirketlerin yaratt›¤› tahribatlar, k›flk›rtt›¤› savafllar, yol açt›¤› ekolojik felaketler ve en önemlisi de insani de¤erlerin ve insan›n kendisinin metalaflt›r›lmas› gösteriyor ki, küreselleflme bu güçlerin elinde sadece dünyay› yaflan›lmaz bir hale getirebilir.”
ww
lar çok yönlüdür. Bu tartışmalarla birlikte bir yandan kapitalizmin dünya ölçeğinde her düzeyde yeniden yapılanmasına ilişkin oldukça karmaşık sorunlar gündeme gelirken, öte yandan bu değişimlerin kavramsal düzeyde ele alınışına ilişkin tüm sorular da neredeyse doğrudan doğruya Batı’daki aydınlanma geleneğinin sorgulanmasına işaret ediyor.
Küresel dünyada ulus devletler anlams›zlaflm›flt›r
E
n yalın tanımıyla küreselleşme, sermayenin dolaşım döngüsünü artık tek tek ülkeler düzeyinde değil de, küresel düzeyde gerçekleştirmesi anlamına geliyor. Bu daha önceden bilinen sermaye dolaşım biçimlerinden, örneğin sermayenin uluslararasılaşması olarak bildiğimiz olgudan çok farklıdır. Zira bu kez ulaşım ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler sayesinde artık sermaye döngüsünün tekil aşamalarının farklı mekanlarda gerçekleştirebilmesi söz konusudur. Sermayenin kendini değerlendirdiği mekansal sınırları ta-
bunalımı yaşamaktadır. Bugün de özellikle ’90’ların başıyla bir sakız gibi ağızdan ağza dolaşan küreselleşmenin ABD’de başlayarak dünyaya adeta dayatılması bir rastlantı değildir. ABD’de üstlenen binlerce çok uluslu şirketler, bir ahtapot gibi adeta dünyayı ağlarına almaktadırlar. Bu çok uluslu şirketler, gelecekte eskiyen ulus devletin yerini almaya aday gibi görünüyor. Çünkü pek çok bakımdan ulus devletlerin gücünü katbekat aşmaktadırlar. Ulus devletlerin bu çok uluslu şirketlere karşı durması adeta imkansızdır. Çünkü bu çok uluslu şirketler, birçok bakımdan devlet gibi örgütleniyor. Devlet gibi yarı gizli yönetimleri var, istihbaratları var, rüşvet, yolsuzluk gibi bazı kaçınılmaz sorunları çözen kadroları var. Kısacası devletler gibi kapsamlı politikaları var. Dünyayı adeta kendi artık depoları olarak görmekte, istediği yere yatırım yapmakta ve mantığında azami kar olduğu için giderek üretimden kopmakta ve dünya borsaları aracılığıyla mali spekülatörlük yapmaktadır. Ulaşım ve iletişim teknolojileriyle birbirine bağlanan uluslararası borsalarda vur kaç taktikleriyle bir ülkeyi istediği zaman dize getirmekte ya da onu tamamen kendi kıskacına alıp, kendisine daha da bağımlı kılmaya çalışmaktadır. Siyasetin, kültürün tamamen ekonomiye ve ekonominin bu asalakçı biçimiyle palazlanan bir avuç insana bırakılması, dünyamızı korkunç bir gelecekle baş başa bırakmaktadır. Bu çok uluslu şirketlerin yarattığı insani tahribatlar, kışkırttığı yerel savaşlar, yol açtığı ekolojik felaketler ve en önemlisi de insani değerlerin ve insanın kendisinin metalaştırıldığı, nesnelleştirildiği günümüz dünyasında küreselleşme, bu güçlerin elinde sadece dünyayı yaşanılmaz bir hale getirebilir. Nitekim uluslararası güçlerin ve çok uluslu şirketlerin uzun yıllardır kapıştığı, milyonlarca kişinin öldürüldüğü, çeşitli hastalıklardan muzdarip bir hale geldiği ve yine milyonlarcasının açlık sınırının gerisine düşürüldüğü ve neredeyse yaşanılmaz bir hale getirildikten sonra bir köşeye atılan Afrika kıtası, bugün en canlı örneği teşkil etmektedir. Bu listeyi çoğaltmak zor değildir.
.c o
nımlayan ulus devlet, artık bu özelliğini yitirmiş, bunun yerine uluslar üstü bir nitelik kazanan sermaye öne geçmiştir. Bu sermaye yer seçimi ve yatırım kararlarını verirken, tüm dünya ölçeğinde düşünmeyi, gezegeni tek bir mekan olarak algılamaya başlamıştır. Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, sermaye döngüsünün farklı aşamalarının olduğu kadar, üretim sürecinin de parçalanarak farklı mekanlarda geçekleştirilmesini olanaklı kılmıştır. Bugünün dünyasında ulus devlet, sermayenin değerlendirilmesinde temel mekansal birim olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla günümüz kapitalizminde ulusallığın anlamı değişmiş, ulusal bir sermayeden söz
we
kendi öznelliğimiz değişip derinleştikçe, içinde yaşadığımız ilişkilerin yeni yönlerini görmekte, daha önce kuramlarımızın bizden gizlediği bir dizi yeni ilişkiyi keşfetmekteyiz. Bu değişimin belki de en çarpıcı yönlerinden biri de, küreselleşme olarak adlandırılan yeni ilişkiler bütünüdür. Küreselleşme adı verilen bu yeni ilişkiler üzerinde gözlemlerde bulunmak, bu süreçlerin özellikle sosyal, ekonomik, politik ve kültürel gelişme dinamiklerini nasıl etkilemekte olduğunu tartışmak ve tespitlerden giderek eylem biçimleri ve tavırlar üzerinde yoğunlaşmak önemli olmaktadır. Belirtmek gerekir ki, küreselleşme tartışması kapsamında gündeme gelen soru-
te
D
ünyanın git gide küçüldüğü bir konjonktürde, sanayi devriminin temelleri üzerinde yükselen ideolojilerin, ulusal yapıların, siyasal hareketlerin kendi gelişimine dayanarak yürürlüğe koyduğu çatışmacı stratejiler, artık çağımızın temel gerçekleriyle bağdaşmamaktadır. Bu yaklaşım, yaşanmakta olan tükeniş ve çözülüşü daha da hızlandırmaktadır. Tükeniş ve çözülüş sürecine eğer yeninin doğuşu eşlik etmiyorsa, yerini çürümeye bırakır. Bu çözülüş dünya çapında devam etmekte ve küreselleşme denilen olgunun kendisi tarafından daha da derinleştirilmektedir. Dünyamız derin bir krizle karşı karşıyadır. Bu krizden çıkmanın hiç de kolay olmadığı bilinmektedir. Dünyamız hızla risk ve tehlikelerle dolu bir belirsizliğin içine itilmektedir. Küreselleşmenin kör güçleri tarafından dayatılan bu süreci tersine çevirmek ve her şeyden önce tüm hiyerarşik ve tahakkümcü yapıların ve buna dayanan tüm ideoloji, fikir ve örgütlenmelerin aşılmasıyla mümkündür. Sol ve sosyalist ideolojilerin beslendiği bu hiyerarşik ideolojiler, artık bir kurtuluş ideolojisi olmaktan çıkmışlardır. Sol ve sosyalizm eğer yaşayacaksa, kendisini yaşamın canlı ve organik gerçeklerine uygun ve kendi amaçlarını yeniden tanımlayabilme yeteneğine bağlıdır. Eğer bu yeteneği göstermezse açık olan bir şey vardır, geleceğin şekillenmesinde yerinin olamayacağıdır. Bu açıdan solun, sosyalizmin ve devrimciliğin de küresel düzeyde yeniden ele alınması, küresel örgütlenmelere gidilmesi ve buna uygun mücadele araç ve yöntemlerine bağlıdır. Dünya Sosyal Formu bunun bilinen en önemli kurumlarındandır. 19. yüzyılın sonlarına doğru hızlanan emperyalist saldırılara karşı tüm dünya emekçilerinin birlikteliğinin ve dayanışmasının adı olan enternasyonalizm, günümüzde de emperyal güçlerin yönlendirdiği küreselleşme sürecini tersine çevirmenin adı oluyor. Bu açıdan Dünya Sosyal Formu, sistem karşıtı tüm örgütlerin, sendikaların, mesleki yapıların vb sivil toplum kuruluşlarının da yer aldığı bir organizasyondur. Böylesi bir örgütlenmede emperyalist güçlerin kendi çıkarları temelinde ele almaya çalıştıkları bu küreselleşme sürecini ezilen halklar lehine yeniden tanımlamaya ve içeriklendirmeye çalışmaktadır. Küresel ölçekte örgütlü olan bu forum, mevcut eylemlilikleri, etkinlikleriyle önemli bir gelişme dinamiğini açığa çıkarmıştır. Emperyal güçlerin küreselleşmesine karşı halkların küreselleşmesini öne çıkarmaya çalışmaktadır. Bu kısa girişten sonra küreselleşme olgusuna ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak, bu sosyal formun kendisini oturttuğu zeminin anlaşılması açısından önemlidir. Bugün çok farklı politik söylemler tarafından içeriği boşaltılmış ve neredeyse anlamsız bir slogana dönüşmüş bile olsa gündelik yaşamımızda hissettiğimiz bir gerçek var: Dünya değişiyor. Üstelik değişen sadece olgular veya ilişkiler değil, bu olguları kavrayış ve anlamlandırma biçimlerimiz de hızla değişiyor. Son yıllarda sık sık kullandığımız ‘postmodernizm, sanayi sonrası toplum, bilgi toplumu, risk toplumu’ vb yeni kavramlar, toplumsal değişimi anlamak ve anlatmak amacıyla kullandığımız kavramsal araçlardır. Bugün yaşamakta olduğumuz değişimi açıklamakta yetersiz kaldığımızın da bir göstergesidir. Bu kavramlar sayesinde günümüzü kavrayışımız hızla değişmekte, geçmişte çoğu kez farkında dahi olmadan yapageldiğimiz varsayımlar teker teker sorgulanmaktadır. Güvenli bulduğumuz konular sarsılırken,
m
❖ R›za Dersim
etmek giderek olanaksız bir hale gelmektedir. Bu dönemin kalkınma literatüründe hakim olan ulusal sermaye ile yabancı sermaye ayrımı anlamını yitirmiştir. Bu yanıyla bakıldığında küreselleşme, ulus devletlerin sınırlarını aşan yeni bir ilişki ve etkileşim biçimlerinin ortaya çıkması anlamına da gelmektedir. Nasıl ki bir dönemler (17. yüzyılda) sanayi devriminin gelişmesiyle feodal dönemin statik, durağan ilişki ve yaşam biçimleri, hareketli ve reitoryal ilişki ve yaşam biçimi tarafından parçalanmışsa; günümüzde de küreselleşme ile birlikte bu sanayi devriminin ilişki, örgütlenme, mücadele vb sistemi, ulus üstü güçler tarafından yukarıdan ve bunların kışkırttığı yerel güçler tarafından da aşağıdan ulus devleti kıskaç altına almaktadır. Ulus devlet, bu güçler yüzünden gücünü önemli oranda yitirmektedir. Yine küreselleşme ile birlikte yaşanan köklü değişimlerden bir diğeri de toplumsal ilişkiler bütünü içinde bilginin yerinin ve anlamının değişmesidir. Çok kullanılagelen “bilgi toplumu” kavramı ile anlatılmak istenen bir ölçü de budur. Sanayi kapitaliz-
kazançlı işi haline gelmesinin altındaki en temel neden budur. Bilginin değişen konumunun bir diğer anlamı da, bilgiye erişmenin toplumdaki eşitsizlik kaynaklarından biri haline gelmesidir. Bu yönüyle küreselleşme, bilginin toplumsal ilişkiler bütünü içindeki konumunun kökten bir şekilde değişmesi ve bilgiye ulaşmanın toplumdaki eşitsizlik kaynaklarından biri haline gelmesi ve hatta bilginin bir elit kesimin elinde mülkleştirilerek geniş halk yığınlarının mülksüzleştirilmesidir. Belirleyici olmaktan çıkmış olan sanayi devriminin koşulları ve empoze ettiği genel ideoloji içinde şekillenmiş olan, dolayısıyla gerek sorunlara yaklaşımıyla gerekse de örgütlenme tarzı, mücadele yol, araç ve yöntemleriyle ayakta kalmak mümkün değildir. Nitekim ’50’lerle başlayan ve ’70’lerle hızlanan bu süreç ’80’lerde Regean-Thecher ikilisinin azgın ve karşıdevrimci neoliberal dalgasıyla dünyayı adeta bir av sahası haline getirmiştir. Bu azgın karşı devrimci dalgayla geriletilen sol ve sosyalist mücadele, peş peşe yediği sersemletici darbelerin etkisinden hale kurtulamamakta ve derin bir
Kapitalizmde her fley birbirini yutmaya ve yok etmeye göre ayarlanm›flt›r
O
rtadoğu coğrafyası ise bunun daha değişik bir biçimini yaşamaktadır. Bin yılların biriken kin, nefret, şiddet sarmalının bu güçler tarafından körüklenmesi de Ortadoğu’yu cehenneme çevirmiştir. Küresel güçler adına hareket ettiğini söyleyen bu güçler ve bunların üst merkezi olan ABD, kendi yaşam tarzını, kültürünü, değerlerini dünyaya dayatarak dünyayı tek tipleştiriyor. Görünürde farklılıkları hoşgören ve bu farklılıkları kendi içine alarak adeta kısırlaştırmakta ve diğer kültürel değerlere yaşam şansı vermemektedir. Geniş bir ölçekte düşünüldüğünde küreselleşme, ABD vb büyük güçler tarafından adeta kendine hizmet etmek temelinde yeniden bir içeriğe ve anlama kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Sanayi devrimi sırasında yaşanan toplumsal sefalet, insanlığın ilerlemesi için verilmesi gereken bir bedel olarak mazur gösteriliyordu. Bugün de hem doğal çevrenin hem de geleneksel insan topluluklarının günümüzde uğradığı yıkım hakkında aynı şey söylenmektedir. İnsanlık bu kadar ağır bedeller ödenmek zorunda mıdır? Bu bir yazgı mıdır? Elbette hayır. Bir avuç asalağın dünyadaki tüm zenginliği ele geçirme ve bunun için her şeyi rekabet ortamına çe-
‹flçi s›n›f› iflçilikten kurtar›lmal›d›r
İ
te
lk kez Polonya’da açığa çıkan ve bu vurguyla başlayan süreç, ’90’larda reel sosyalist rejimlerin tüm dünyada fiilen çöküşüyle sonuçlandı. Öte yandan ’80’li yıllarda genel işçi hareketinin tümünde, onu oluşturan akımların hepsinde ve tüm örgütsel dokuda git gide belirginleşen bir güç, inisiyatif ve prestij kaybı yaşanmaya başlanmış ve bu süreçte özellikle işçi kitlelerinin parti, sendika gibi örgütlerden uzaklaşarak dağılmalarına sebep olmuştur. Reel sosyalist sistemlerin çözülüşü, modern işçi sınıfı hareketi içinde ve çevresinde oluşmuş akımların her cephede karşılaştıkları problem, sanayi devriminin öncülüğünü yapmış ülkelerde ’70’lerde ortaya çıkan ve mevzi kayıplarıyla hızla sürmekte olan krizi bir hayli gölgelemiştir. Aynı zamanda kapsam ve derinliğinin gereğince kavranmasını da önlemiştir. Bu iki kriz, sanayi devriminin sona ermesiyle doğrudan ve temelden ilintilidir. ’70’li yıllarla birlikte devreye giren bu çözülüş, yeni üretim tarzlarını zorunlu kılan özellikleriyle, sanayi devrimiyle yerleşen üretim tarzı üzerine kurulu ekonomik,
sosyal düzenleri ve o üretim tarzını veri almış, modern işçi hareketini sarsmaya başlamıştır. Öncekilerle kıyas edilemeyecek hızda ilerleyen bilim ve iletişim alanındaki kapsamlı gelişmeler şöyle bir soruyu akla getirmektedir; kapitalist sistem, bu gelişmeyi de kendisine uyarlama becerisini gösterebilecek mi? Sanayi devrimindeki gibi başarılı olabilecek mi, olamayacak mı? Bu soruya henüz bir cevap vermek mümkün değil. Bunu biraz da karşılıklı güçlerin –emekçi kesimler ve egemen kesimler arasındaki– mücadeleleri belirleyecek. Şimdiye kadar hemen tüm sosyalist akımlar, işçi sınıfının üretici olarak temsil ettiği rolü ve konumunu yücelttiler. Bu rolün, değer yaratmanın başlıca, hatta tek kaynağı olduğunu öne sürdüler. Ve işçilerin siyasal iktidarı dahil tüm taleplerinin haklılık ve meşrutiyetinin bu role dayandığını belirttiler. Oysa tam tersine işçiler hep bu konumda kalacaklarsa, üretici insan olarak rolleri yerine getirdikleri işlevin içeriği aynı kalacaksa, mülkiyet rejimi ne olursa olsun, ezilmeye ve sömürülmeye mahkumdurlar. Hiçbir mülkiyet rejimi sorunlarını çözemeyecek, sadece farklılaştıracak. İşçiler o konumda kaldıkça, adı proleterya diktatörlüğü olanlar dahil, tüm diktalar onu köle statüsüne indirgeyecek, tüm temsili demokrasilerde de alt sınıf olarak düzenin nimetlerinden en alt sırada yararlanabilen sınıf olarak kalacaktır. İşçi sınıfı işçilikten kurtarılmalıdır. Bu asla işçilerin üretici insan olma niteliğini terk etmeleri demek değildir. Tam aksine, bu üretici niteliğinin çok boyutlu hale gelmesi, zenginleşmesi, her türlü bilgi ve beceriyle donanması, giderek yaratıcı vasfı da ihtiva eder hale gelmesi demektir. İşçiler böylesi bir süreçle işçiliği karakterize eden tek boyutlu, dar, mekanik, iş ve işlevlerden sıyrılarak üretici, yaratıcı yeteneklerini tümüyle kullanabilen bir insan kategorisini ortaya çıkaracaktır. Bu insan kategorisinin oluşturduğu süreç ve kurumların varlığında ne servetinden başka bir ayrıcalığı olmayan bir kapitalistin egemenliğine katlanmak, ne de üretim ve yönetim bilgisini bilim ve teknoloji üretimini ellerinde tuttukları için işçi ve emekçileri onlar adına güden bürokrat ve teknokrat bir zümrenin egemenliğine baş eğmek zorunda kalacaklardır. Bu, Baconcu bilgi teorisinin üzerinde gelişen sanayi devrimi, günümüzde “küreselleşme” adını verdiğimiz olgunun kendisi tarafından aşındırılmakta ve kendisine
“fiimdiye kadar hemen tüm sosyalist ak›mlar iflçi s›n›f›n›n üretici olarak temsil etti¤i rolü ve konumunu yücelttiler. Bu rolü de¤er yaratman›n bafll›ca, hatta tek kayna¤› oldu¤unu öne
w.
sürdüler. Ve iflçilerin siyasal iktidar› dahil tüm taleplerinin hakl›l›k ve meflrutiyetinin bu role dayand›¤›n› belirttiler. Oysa iflçiler hep bu konumda ve yerine getirdikleri ifllevin içeri¤i ayn› kalacaksa, mülkiyet rejimi ne olursa olsun, ezilmeye ve sömürülmeye mahkumdurlar.”
ww
Sayfa 23 göre yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Sanayi devriminin üzerinde yükseldiği mevcut kurumlar, örgütlenmeler, ilişki ve yaşam tarzlarıyla birlikte ulus devletin aşırı merkeziyetçi, homojenleştirici yapısı da hızla değişmektedir. Bunun yerine mevcut çağın özelliklerine ve ihtiyaçlarına uygun kurumlar, yapılar, örgütlenme, ilişki ve yaşam biçimleriyle birlikte ulus devletin altını oyan azınlıklara ve diğer sosyal guruplara kendini ifade etme, farklılıkları öne çıkarma ve giderek aşırı merkezi yapıların, güçlerin yerel veya ademi merkezi kurumları devretmesi almaktadır. Yine sanayi devriminin birikimleri üzerinden yükselen modern işçi sınıfı hareketi ve geliştirilen devrim anlayışı da, günümüzde artık işlevsiz bir hale gelmektedir. Bu açıdan sanayi devriminin sınırlarını aşamayan bu sosyalist devrim anlayışı, artık içeriğini tüketmiş ve yeni bir tanımlamayı gerektirmektedir. Nitekim sanayi devriminin sarsılmaya başladığı ’60’lı ve ’70’li yıllardaki sosyal hareketlerin ortaya çıkması da bir rastlantı değildir. Bu sosyal hareketlerin kendilerini gerek tanımlamaları ve gerekse de öne sürdükleri taleplerle hakim bilgi anlayışına meydan okumuşlardır. Bu meydan okumanın yol açtığı sonuçlar da, birçok sosyal hareketin gelişip serpilmesine yol açmış ve bu hareketler kendi mücadeleleriyle sistemi önemli oranda zorlayarak onu dönüşüme zorunlu kılmıştır. Bu hareketlerin yol açtığı kazanımlar azımsanamayacak düzeydedir. Sistemin kendisini üzerine inşa ettiği hiyerarşik, baskıcı ilişki ve yaşam biçimlerine karşı muazzam bir bilinçlenme yaratmıştır. Bu bilinçlenmenin yarattığı aydınlanma da sistemin eski biçimiyle yönetilemeyeceğini kanıtlamış, kendisini mevcut düzeyde yeniden düzenlenme ve yapılandırma zorunluluğuyla karşı karşıya bırakmıştır. Bu sosyal hareketlerin gündemlerinin çok farklı olması, sistemi birçok açıdan baskı altına almış ve onu değişime zorlamış. Örneğin barış hareketlerinin ’80’li yıllardaki antinükleer kampanyası, çevrecilerin kapitalizmin yarattığı çevre felaketlerine dikkat çeken kampanyaları, feministlerin erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü gözler önüne seren kampanyaları vb önemli başarılara imza atan etkinlikler olmuştur. Yine ’60’larda gelişen ve günümüzde daha da kapsamlılaşan ekoloji hareketleri, gündemine tamamen mevcut sistemi aşan fikir, yaşam, ilişki ve örgütlenme perspektifini koyarak, daha radikal devrimci bir projeyle insanlığın doğayla yeniden bütünleşmesi, uyumlu yaşanması için tüm hiyerarşik ve tahakkümcü kurum ve ilişkileri reddeden bir model sunmuştur. Önderliğin de “benim projem demokratik ekolojik toplumdur” demesi, çağın bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kısaca yukarda belirtilen belirlemeler ışığında şunu belirtebiliriz: Çağımızda yapıcı ve yıkıcı eğilimleri bir araya getiren uçların uzlaşmaları bir hayli uzak görünüyor. Toplumsal beklentiler birbirinden çok farklıdır. Bir yandan küreselleşmeyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışan çok uluslu güçler ve öte yandan giderek katmerleşen bir yoksulluğa ve sömürüye maruz kalan ezilen halklar! İçinde yaşadığımız bu kaotik ve belirsizliklerle yüklü süreci belirleyen iki temel yaklaşım ve mücadele burada şekillenecek, anlam kazanacaktır. Önderliğin özlü bir biçimde formüle ettiği küresel emperyalizme karşı küresel demokrasi, tamamen bu anlama gelmektedir.
nuda şu ana kadar gerek genel örgütün ve gerekse de Avrupa örgütünün gündeminde bu tür bir yaklaşımın olmaması düşündürücüdür. Aşırı içe kapanma ve örgüt içi sorunlarla bu kadar yoğunlaşmanın temelinde bu kafa karışıklığının, ne yaptığını bilememe ve gelecek ufkunu kaybetmenin yattığı söyleyebiliriz. Özellikle Avrupa’da, uluslararası örgütlenmelerin yoğun olduğu bir ortamda bizim kendi durumumuz tamamen içler acısıdır. Bugüne kadar diplomasi adı altında yürütülen çalışmaların hiçbir resmi geçerliliği yoktur. Çünkü mevcut diplomasi anlayışı tıpkı devletlerinki gibidir. Devletlerle ilişkiyi reddetmemek gerekir. Ama asıl olması gereken anlayış, bu mantığın dışına çıkmak ve buna uygun diplomasi yürütmek, ittifak ve örgütlenmeler yaratmaktır. Bizim açımızdan önemli olan budur. Devletlerle diplomasinin yerini, doğrudan diplomasi almalıdır. Doğrudan diplomasi mevcut diplomasinin anlayışının yerine geçirilmelidir. Elbette devletleri dikkate almak gerekiyor, ama onun da ötesinde bizim esas almamız gereken halk olmalıdır. Kendimizi devletlerden çok, halka anlatmasını bilmeliyiz. Gerçek gücün ve potansiyelin buradan ortaya çıktığını bilerek kendimizi yeniden düzenlemeliyiz. Bu konuda daha uzun erimli düşünülmelidir. Buna uygun adımları atmanın zamanı çoktan gelip geçmiştir. Dış ilişkiler konusunda da köklü bir zihniyet yaklaşımına ihtiyaç vardır. Pragmatik, dar çıkarlara dayalı geniş ufku olmayan bu diplomasinin mücadelemize artık fazla bir katkısı yoktur. Yapılması gerekenleri Önderlik gerek savunmalarında ve gerekse de daha değişik notlarında ortaya koymuştur. Buna rağmen, yürütülen bu çalışmalar önemli oranda eski paradigmanın izlerini taşımaktadır. Yeni paradigmanın gerekleri doğrultusunda kendimizi her alanda olduğu gibi, bu alanda da yeniden ele almalıyız. Bunun getirdiği geçmiş alışkanlıklardan, düşünce kalıplarından kendimizi kurtarıp yepyeni bir gelecek vizyonuyla hareket etmeliyiz. Tercih yapacak lükse sahip değiliz. Tercih, nasıl bir gelecek yaratıp yaratamayacağımıza bağlıdır. Bugüne kadar yürüttüğümüz mücadeleyi ve ortaya çıkan kazanımları dünya kamuoyuna tam olarak anlatamadığımız ve mücadeleyi dar sınırlardan çıkaramadığımız bir gerçektir. Argümanlarımız ve söylemlerimiz dar, yerel ve milliyetçilik kokmaktadır. Artık bu argüman ve söylemleri daha evrensel düzeyde ele almak ve bunu öne çıkarmak mücadelemizin başarısı açısından önemlidir. Sadece söylemlerde değil, aynı zamanda somut mücadele ve örgütlenme biçimlerine gitmemiz gerektiği açıktır. Bir örnek vermek gerekirse, Hindistan’da Gandi (Hindistan Ulusal Kongresi) Güney Afrika’da Mandela (Afrika Ulusal Kongresi) ve Meksika’da Zapatistaların (EZLN) yürüttüğü mücadelelerde temel bağlı kaldıkları tema bu evrensel temadır. Bu üç hareket dünya kamuoyunun en geniş desteğini kazanabildiler. Böylelikle ahlaki hegemonya olarak adlandırabileceğimiz şeyi başardılar ve düşmanlarını köşeye sıkıştırmasını bildiler. Bu üç hareket amaçlarının evrenselliğine bazı dar grup çıkarlarının sözcüsü olmadıkları gerçeğine muazzam vurgu yaptılar. Gandi ve Hindistan Ulusal Kongresi hindu bir Hindistan değil, sküler bir Hindistan’ı savunduklarını belirttiler ve müslümanları kendi özgür Hindistan vizyonu içinde tutmak için mücadele etti. Afrika Ulusal Kongresi ve Mandela siyah bir Afrika’yı değil, ırkçı olmayan bir toplumu savunduklarını ısrarla dile getirdi. EZLN ve Marcos sadece yerli halkların hakları için değil, tüm Meksikalıların hakları için mücadele ettiklerini ısrarla vurguladılar. Her üç hareket de geniş toplumsal vizyonlar üzerinde ısrar ettiler ve içeriği zamanla giderek genişledi. Bu üç hareketi örnek vermemimizin nedeni daha sonraki mücadeleler açısından bir model sunmanın da ötesinde, yürüttüğü mücadele biçiminin farklılığı ve yarattığı sonuçlardır. Önderlik de kendi savunmalarında ve görüşme notlarında bu evrensel temayı sık sık vurgulamaktadır.
om
devriminin doğrultusunda bir gelişme olmaktan çok, gerek emek ve sermayenin yapısında gerekse geleneksel üretim faaliyetlerinde, işin ve işletmenin düzenleniş tarzında yol açtığı köklü değişimlerle ve gerekse de açtığı yepyeni üretim alanları ve ürün türleriyle sanayi devriminden niteliksel olarak farklı bir olgudur. O nedenle söz konusu devrimin ilk etkilerinin görülmeye başlaması ile birlikte, sanayi devrimi koşullarında biçimlenmiş siyasal ve sendikal yapıların bu halleriyle çözüm bulamadıkları sorunlarla karşılaşmaları ve giderek bunalımla karşılaşmaları kesinlikli rastlantı değildir. ’60’lı yıllar sanayi devriminin zirveye vardığı yıllardır. Büyük fabrika sistemleri, kafa kol emeğinin tam bir kopuşa varışı, standart ve kitlesel üretim vb özellikleriyle sanayi devrimi üretim tarzı üzerinde kurulu iki karşıt iktisadi düzende kendi açılarından çok başarılı bir dönemi yaşamaktaydılar. Ancak ’70’li yılların sonlarına doğru bu manzara hızla değişmeye başladı. İşçi sınıfının sorunlarını kökten çözüm iddiasıyla ortaya çıkmış bu örgütlenmeler, bizzat işçi sınıfının kitlesel muhalefetiyle ve reddedişiyle karşılaştılar.
ne
virmesidir. Ve bunun sorumlusu da insanların pazarlarda alınıp satıldığı, modern bir barbarlığın temsilcisi olan kapitalist sistemdir. Bu sistemde her şey alınıp satılmakta ve insan metalaştırılıp nesneleştirilmektedir. Temel sloganı da ‘ya büyü, ya öldür.’ Her şey birbirini yutmaya ve yok etmeye göre ayarlanmıştır. Kapitalist uygarlığın egemenlerince yürütülen modern barbarlık, tarihte eşine ender rastlanan ölçek ve derinlikte insanın psikolojisinde onarılmaz yaralar açmıştır. Bunu aşmanın bir yolu olan ve bu iddianın sahibi olan sosyalizm ise bu iddiasında pratikte başarısızlığa uğramıştır. Kapitalizm, kendisine yönelen eleştirileri, kendisine yönelen kitlesel başkaldırı hareketlerinin önemli taleplerini kendisine mal etmesini bilerek direndi. Yani toplumda varolanı reddetmek, görmezden gelmek, bastırmak yerine, kendini ona göre uyarlama yolunu seçti. Bu esneklik ona temel yapısını çok fazla değiştirmeksizin zamana ve olaylara uyabilme ve üstte kalabilme imkanını kazandırdı. Bugün varolan kapitalizmin bu derece yaşanabilir bir düzen olmasının başta gelen nedeni, sol sosyalist hareketlerin gündeme getirdiği birçok talebi, sistemine bir biçimde eklemleyebilmesidir. Sosyalizm bu esnekliği gösteremedi. Bunun da ötesinde, adına yola çıktığı idealleri ve anlam ufkunu kaybederek, onlara büsbütün yabancılaştı. Sanayi devriminin koşulları ve empoze ettiği genel ideoloji içinde şekillenmiş olan, dolayısıyla gerek sorunlara yaklaşımı, gerekse de örgütlenme tarzı vb mücadele araçlarıyla tutunmaya çalışarak, geleneksel kabuğunda yaşantısına devam eden bu sistem, artık miadını doldurmuştur. Varolan bunalım ve çöküntüyü durdurmak, içine girdiğimiz yeni çağda mümkün olmayacaktır. Bu bakımdan işçi sınıfı açılan yeni çağın toplumsal hareketleri içinde temel ve belirleyici unsur olabilecekse, her şeyden önce kendisini sanayi devriminin imkan ve potansiyellerini gözeten, ama gelişen çağın perspektifini de doğru anlayan bir konumda tutarak yeniden tanımlamalıdır. Bu tanımlama ona odağında yer alacağı hareketin örgütlenme, yol, yöntem, araç, talep ve hedefleri itibariyle önceki durumdan nitelikçe farklılaşan bir hareket olabileceğinin gereğini de göstermektedir. Her ne kadar yeni ekonomik, sosyal düzen henüz sanayi devriminin yapısal sınırlamalarına tabii olduğu ilk evresini yaşamakta ise de, bu halinde bile görülmektedir ki, bilgi devrimi, sanayi
Şubat 2004
we .c
Serxwebûn
Devletlerle diplomasinin yerini do¤rudan diplomasi almal›d›r
B
ilim ve iletişim teknolojilerindeki devasa gelişmeler çağında mal, hizmet ve fikirlerin akışının birbirine bağlandığı koşullarda yepyeni bir devrimci anlayışın ve mücadelenin kendisini bu gerçekler ışığında ele alması yaşamsal bir zorunluluktur. Bu açıdan bakıldığında bizim bu vizyonun dışında kaldığımız ve giderek marjinalleşerek, kendi kabuğunun içine çekildiğimiz görülmektedir. Eğer bu uzun süre böyle devam ederse, tamamen çözülerek dağılma durumunda da kalabiliriz. Bu ko-
Devam› sayfa 31’de
Sayfa 24
Şubat 2004
Serxwebûn
SEN‹ ANLATAB‹LMEK SEN‹
Mücadele arkadaşları adına Nujin
D‹CLEN‹N EMANET‹
te
Hasan Yurtsever (Dayısı)
komutandı. Bingöl daglarının yanık ezgisi, ana yüreğinin şevkatli sesi ve Kürdistan toprağının sevgi dizesiydi yaşamıyla. Ergin yoldaş 25 yıllık ömrünün her anına insani vasıfları nakşederek Kürdistanlaştı. An nefes alıp vermek veya arkasından bakmak değildi O’nun için. An asırların süzgecinden damıtılmış özgür yaşamı yaratmaktı. Hani insan büyük bir tutukuyla sımsıkı sarılırya sevdiğine, bir kum tanesi gibi bütünleşirya sahille, hani sevgisi ve öfkesi de delıkanlıca olur ya, öyle kucakladı özgürlüğü. Yani bütün benliği, yüreği ve beyniyle yaşadı anı. Ahmet Arif gibi “Seni anlata bilmek seni” diyesim geliyor. Kürdistan’ın yiğit evladı. Ergin yoldaş. Çiçeği burnun da komutan. Erken şehadeti tüm savaşçılarını etkilediği gibi mücadelemiz açısından da buyük bir kayıp olmuştur. Dolaysız, perdesiz ve tüm çıplaklığıyla gördüğün halkın acılarına ebedi son vermenin onurlu bir mücadeleden geçtiği gerçeğini sık sık hatırlatarak geçirdiğin her anına büyük anlamları sığdırarak, güler yüzlü yaşamı yaratma sevdanı zafere kadar götürme sözümü yineliyorum.
m
rgin arkadaş ’68 yılında Bingöl Kârer bölgesi Körkan köyünde doğdu. İlkokulu köyde, ortaokulu Bingöl’de okudu. Liseyi İstanbul’da bitirdi. Mücadeye karşı sempatisi lise yıllarında başladı. Her zaman ağırbaşlı az konuşan, ama ne konuştuğunu çok iyi bilen bir insandı. Üniveriteyi Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okudu. Ulusal mücadeleyle sıcak bağları burada kurdu. Birçok faaliyete katıldı. Düşmanın gözaltılarıyla karşılaştı. Ama hiçbir zaman yılmadı. Mücadeleyle tanıştıktan sonra birçok yeteneğini de geliştirdi. Şiirler yazar, türküler söyler ve hep bir şeylerle uğraşırdı. Hiç bir zaman ailesini ve çevresini bir kenara atmadı. Herkesin ona karşı büyük bir sevgisi vardı. ’93 yılında üniversiteden mezun oldu. O dönem askerlik kağıdı gelmişti. Ama o zaten çoktan nerede olması gerektiğine karar vermişti. “Asla halkımı katleden bir zihniyete askerlik yapmam” dedi ve yapmadı. Çünkü O, her zaman sözünde duran biriydi. ’93 temmuzunda partiye katıldı. Hayatın her alanında Med-Cezirler, doğuşlar ve bitişler mutlaka vardır. Asıl olan bireyin kendini nerede ve nasıl özgür hissettiğine bağlıdır. O’nun son nefesini verirken bile özgür olduğuna inanıyorum.
azen en büyük anlatım sessizlik olur insanda. Ben yıllardır her şehit arkadaş için yazmayı düşünüpte kalemi elime aldıgımda donakalırım. Beynim ve yüreğim yarım kalmışlıkların girdabında çırpınırken kalemim sessizdir. Hep kutsal yaşamı yaratanları anlatamamaktan, eksik kalmasından korkarım. Oysa hiç anlatmamak belki de en büyük eksikliktir diyerek başladım. An da yasamı yaratmak. Asırların birikintilerinde yıkanarak, kutsallıkla lanetin sınırlarının belirsizleştiği bu topraklarda çocuk dünyası tadında bir yaşamı yaratma eyleminin en soylu yolcuları şehitlerimiz!.. İste bu kervanın bir yolcusudur Ergin yoldaş. Bingöl’ün tarihi isyancılığının sembolü olduğgu gibi, bir o kadar da yaşama mücadeleye oldukça bilimsel bakabilme yetenegi olan bir yoldaş. Her insan kendini halkının acılarıyla şekillendirir ve onun öfkesinde bulur sevincini. Ergin yoldaşın gerek öğrencilik yıllarındaki tutarlılığı, olgunluğu sorunlar karşısındaki çözümleme gücü ve gerekse de gerilladaki çizgiyle ve doğayla bütünleşme yeteniği Ortadoğu kutsallığının bireylerde açığa çıkan yönleri diye düşünüyorum. O başsarılı bir öğrenci, tutarlı ve fedakar bir yoldaş ve özgürleşsen bir
.c o
E
B
we
Adı, soyadı: Ergin YURTEVER Kod adı: Kendal Doğum yeri ve tarihi: Körker-Bingöl, 1968 Mücadeleye katılım tarihi: 1993 Şehadet tarihi ve yeri: Haziran 1994, Amed
w. ne
Onurlu ve özgür yaflam›n en güzel örne¤iydi ✪ Ad›, soyad›: Kurdistan ... Kod ad›: Seyran
Do¤um yeri ve tarihi: Afrin, 1973
Mücadeleye kat›l›m tarihi: 1990 fiehadet tarihi ve yeri: 1997, Gare, (KDP operasyonu)
A
ww
pocu devrim dalga dalga çorak topraklara yurtseverlik tohumunu ekerek, şehit kanıyla sulandırarak yeşermişti Kürdistan’da. Yiğitler doğuruyordu bu ülke artık. Özgürlük, adalet, eşitlikçi tutkular kükrüyordu. Hainler, yobazlar artık korku ve can telaşı içinde vahşileşiyordu. Devrimin fedaileri düğmeye basmış çirkin yaşama ölümcül darbeler vuruyordu. Özgürlüğü, onurlu yaşamı büyük bedeller ödeyerek öğrenen Kürdistan halkı, hiçbir kaygıya düşmeden veriyordu evlatlarını birer ikişer. 1997 yılı şehitleri bakımından önemli bir yıldır. PKK tarihinde her yılın büyük bir önemi vardır. Çünkü her yıl çetin mücadelelerin verilmiş, yılı kazanmak için büyük bedeller ödenmiştir. 1997 yılı da mücadelemiz açısından çok önemli bir dönemi teşkil eder. Bu yıl bütün işbirlikçi ve sömürgeci güçlerin güçbirliği yaparak mücadelemizi yok etmeye çalıştığı bir yıldır. Fakat şehitlerimizin büyük direnişi ve fedakarlığıyla bunun öyle kolay olmadığı gösterildi. Bu direniş savaşında büyük şehadet-
ler oldu ve aynı zamanda eşsiz direnişler de ortaya çıktı. Bu eşsiz direniş ve fedakarlık karşısında düşman cehpesi de anladı ki, bu mücadeleyi öyle kolay kolay alt etmek mümkün değil. Şüphesiz ki bu da kahraman şehitlerimizin büyük emeği ve kanıyla oldu. Bu büyük şehitlerimizden biri de şehit Seyran arkadaştır. Seyran yoldaş yurtsever bir ailenin çocuğudur. Yurtseverliğin hakim olduğu bir ortamda büyümesi onda yurt sevgisi ve ruhunu erkenden geliştirmişti. Ailesinin partiye açık olması, yine maddi ve manevi olarak devrime destek sunması, bununla birlikte iki evlatlarını şehit vermeleri, ikisinin de halen mücadele saflarında olması Seyran yoldaşın mücadeleye katılmasını sağlayan en temel noktalardı. Oldukça doğal ve sempatik bir yapısı olan Seyran yoldaş, ülke ve mücadele gerçekliğini iyi bildiği için, henüz genç yaşlarda iken okulunu bırakarak, mücadeleye katılır. Bir müddet halk içinde faaliyet yürüttükten sonra önerisi ve ısrarı üzerine Mahsum Korkmaz Akademisi’nde de bir devre eğitim görür. Burada Önderliğin yoğun emek ve çabaları sonucu güçleri bir birikim sağlayarak tekrar faaliyetlere gönderilir. Çünkü ailenin dört çocuğunun gerillaya katılmış olması ve ikisinin şehit düşmesi sebebiyle parti O’nu gerillaya göndermek istemez. Ama O’nun ruhunda kaynayan
savaş pratiği idi. Cephesel faaliyet içinde yapamıyordu. Parti O’nun bu gerçeğini görerek ve yoğun ısrarları sonucu isteğini yerine getirir ve 1993’de en büyük özlemi olan gerillaya katılım sağlar. Ülke pratiğinde bir süre kaldıktan sonra, kırsal alanda cephe faaliyetinde görev alır. Zaxo, Dohuk merkezi alanlarında çalışmalar yürütür. Seyran yoldaş oldukça doğal ve sosyal yönü güçlü bir arkadaştı. Bu özelliklerinden dolayı yoldaşları ile çok çabuk ilişki kurabiliyor, aynı ilişki tarzını halkla da sağlayabiliyordu. Önderliğe, şehitlere ve ülkeye büyük bir bağlılığı vardı. Bu O’nun yaşamında, çalışmalarında büyük bir moral gücü sahibi haline getiriyordu. Bu büyük moral gücü şehadetine kadar da devam etmişti. Seyran yoldaş ihanet ve işbirlikçiliği bir yaşam felsefesi haline getiren KDP güçlerine karşı yaşanan bir direnişte şehitler kervanına katıldı. İşbirlikçi güçlerin bir saldırısında tepede nöbet tutmaktadır. Tepeye sızma yapan bir peşmerge grubu tarafından sağ ele geçirilerek yakalanmak isterken, bunun farkına varmış ve bombasının pimini çekerek hem kendisini feda etmiş hem de ihanetçi güçlere büyük bir ders vermişti. Seyran yoldaşın anısı mücadelemizde yaşayacaktır. Mücadele arkadaşları
✪ Ad›, soyad›: Maflfliik TEK‹N Kod ad›: Y›lmaz Erdal Do¤um yeri ve tarihi: Batman, 1981 Mücadeleye kat›l›m tarihi: 1998, Batman fiehadet tarihi ve yeri: 23 May›s 2002, Mava Dicle’nin doğurduğu çocuk güvenerek dalacaktı içene, Dicle suyunun ihanetine uğrayacağını bilmeden. Belki doğurduğu zaman o çocuğu bir gün geri alacağını bilmezdi. Belki Dicle’nin yaptığın ihanet olarak yorumlamak doğru değil, ama çığlık ve özgürlük çağrılarına karşılık yapmıştı bu işi ve kendisi ile bütünleştirdi Yılmaz yoldaşı.
y›ld›zlara komflu gözlerinle bir a¤aç solu¤u kadard›n kanad›n baharda hiç büyümeyecek bir zamand›n kap›s› olmayan bir zaman küçük yüre¤inde sakl› kald›m ben de büyümeyece¤im seninle hep çocuk kalarak...”
Yılmaz arkadaş Dicle suyunun azgın bahar dalgalarından çıkıp medeniyet merkezi olan Mezopotamya’da verilen Özgürlük mücadelesi ile büyüyecekti. Mücadelenin sıcak ortamında, Kürt halkının tarihine kahramanlıklar nakşeden gerilla ve özgürlük savaşı onda da bir özlem uyandıracaktı. Her ne kadar bu medeniyet merkezinde insanlık düşmanlarının tuzakları ve düşürme çabaları olduysa da doğruyu bulan ve ulusal mücadeleyi benimseyen Yılmaz yoldaş, zaman kaybetmeden halkının Yılmaz savaşçısı olabilecek bir güce döünşebilecekti. Batman’dan 1998’de varolan özlemlerini gidermek ve belli bir güce dönüşebilmek, az da olsa hizmet etmek amacıyla mücadeleye katılmıştı Yılmaz yoldaş. Kısa sürede gerilla ve dağ yaşamına uyum sağlamış, birçok özelliğiyle ve mücadele içerisinde istikrarlı, kararlı duruşuyla gerillayla bütünleşmişti. Yılmaz arkadaşın kısa dönemde büyük gelişme kaydettiği de bir gerçeklikti. Emeğe büyük değer veren devrimciliği zor şartlarda yorumlayan görev ve sorumluluk bilinci örnek alınan Yılmaz yoldaşın pratiği sayısız örneklerle doludur. Yine heyecan ve umut dolu yaşamı boyunca güler yüzlü ve parlayan gözlerle yaşadı O. Biz de varolduğumuz sürece Yılmaz yoldaşı ve bütün şehitleri yaşatacağız. Şehitler ölümsüzdür Mücadele arkadaşları
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 25
“HALKI U⁄RUNA fiEH‹T DÜfiTÜ”
18
Ağustos günü Xelat yoldaşı mezarı başında bu sözleri söyleyerek uğurladık. Xelat yoldaşı anarken Güney Kürdistan’daki halkımızın onlarca yıldır yaşadığı tarihi anmamak mümkün değildir. Yüzünde enfalden kalma bir acı, gözlerinde Halepçeli çocukların bakışları, yüreğinde iç kavgalara duyulan bir öfke vardı. Bir de toprağımızın iki önemli özelliğini olan “umudu” ve “direnişi” taşırdı. Bundan dolayı halkımıza ve toprağımıza yakışan bir gerillaydı. O’nu betimleyecek en iyi söz “gerilla” olacaktır. Hayran olduğu dağlara ve tutkuyla sevdiği halkına olan bağlılığı Xelat yoldaşı “gerilla” sevdalısı yapmıştı. Kendi-
zellikler yaşanan acıları dindirebiliyordu. Yolda oynayan bir çocuk, türkü söyleyen bir kadın gördüğümde veya Leyla Kasım hikayelerini dinlediğimde Kürt olmak ne kadar güzel diyor ve Kürtlüğü daha çok sahipleniyordum.” Halk kimliğine sahiplenmeyi ve yurtseverliği çocuk yüreğinde analiz ederek öğrenmişti. Halkını ve yaşamı seviyordu, ama yaşamı var olan haliyle kabul edilmeyeceğini de biliyordu. “Benim için yaşam hem çok zor, hem çok kolaydı. Severek ve kavga ederek yaşarsam kolaydı, ama yaşamdan korkar kavgayı sevmezsem yaşam benim için de zordu. Bu benim için dikenlerin içinde sürünmek gibi bir şeydi. Hareket etsen de etmesen de acı çekersin ve yolun sonuna asla varamazsın” derken kendi yaşam ve mücadele anlayışını çok güzel bir şekilde özetliyordu. Hiç okula gitmemişti, ama kendi yaşam felsefesini tanıtabiliyordu. Bunun nedenini ise; “çok şey yaşadım” şeklinde özetliyordu. Koşulların iradesi, birey iradesinin üstünde bir güce sahiptir. Bir insan bir gerçeklik karşısında onu değiştirecek gücü bulamazsa öfke dolar veya yaşama küser. Xelat arkadaş daha 10 yaşındayken koşulların iradesi ile karşı karşıya kalmıştı. Aşırı ekonomik zorlanma ve aile içi huzursuzluklar onları şehre taşınmaya
zorluyordu. Şehir yaşamının zorlukları, kirliliği Onda öfkenin ve küskünlüğün ortaya çıkmasına neden olmuştu. Xelat yoldaşta ilk öfke okuyamadığına yönelik oluşmuştu. İkincisi ise bir kız çocuğu olmanın getirdiği zorluklara... Ekonomik problemlerden dolayı çalışmak zorundaydı, fakat bir kızın yapabileceği işler çok fazla yoktu. Fiziksel gücünün az olması nedeniyle diğerlerinden daha fazla çalışması gerekiyordu, ancak bu iyi bir işçi olduğu anlamına gelmiyordu. Feodal gerçeklik her şeyden önce O’na erkek gibi olmayı zorunlu kılıyordu. Ulusal kimliğinin farkında olması da, bu koşullara karşı koymaya yetmiyordu. Kendi cins kimliğiyle yaşayamama sorununu yaşıyordu. Kadın olmak feodal bir zeminde bir de inşaat işçisiysen çok zordur. Erkek kardeşleri evden ayrılarak kendi yaşamlarını kurarken, O, uzun yıllar ağır koşullarda çalışarak ailesine bakmıştı. Buna rağmen O kimseye muhtaç olmadan yaşam yolunda yürümeye çalışıyor ve sürekli emek harcıyordu. Körfez avaşı bitmişti, fakat halk hala zor koşullarda yaşamaya devam ediyordu. Xelat yoldaş, yaşamın yükünün ağırlaşmasına rağmen ayakta kalabilmek için büyük bir çaba harcıyordu. Fakat bu, koşulları yendiği anlamına gelmiyordu. Zorluklar, insanların kirliliği, düşkünlükler onda içine kapanık bir yapı yaratıyordu. Kadın olmakla isyancı olmak, kadın olmakla emekçi olmak, kadın olmakla hırslı olmak arasında güçlü bir bağın kurulması gerektiğine inanıyordu, fakat çevresindeki maddiyatçılık ve çürümenin gittikçe arttığını görüyor ve “öyle bir yol istiyordum ki, hesapsız güvenebileceğim, içimi dolduracak, dört elle sarılabileceğim, ruhumu rahatlatacak” diyerek farklı çözümler aramaya başlıyordu. Önce halka hizmet amacıyla peşmergelik yapmaya başladı. Fakat kadın olmanın burada da zor olduğunu görür ve aradığının bu olmadığına karar verir. Başka bir alternatife ihtiyacı vardır. Aradığı alternatifi 1996 yılında hareketimizle tanışmasıyla bulur. Hareketimizin ulusal niteliği, eşitlik ve özgürlükçü yaklaşımları ve kadına rol vermesi gibi özelliklerinden oldukça etkilendi. Sonunda da ’98 yılında harekete katılmaya karar verdi. Bir grup yeni savaşçı ile önce Boti alanına gelmişti. Önderlik ilk geldikleri gece telefonda onlara hitaben bir konuşma yapmıştı. Özet olarak: “Bunlar benim savaşçılarımdır, onlara iyi bakın” demişti. Bu sözle Xelat arkadaşın yaşamında ikinci cephe açılmıştı. Artık O, Önderliğin savaşçısıydı. Bunun için kadın veya erkek, zengin veya fakir olmak ya da başka bir şey gerekmiyordu. Maddiyat yoktu, sadece savaşçılığın ve militanlığın gereklerini yapmak gerekiyordu. O’nu en çok etkileyen sadece insan olduğu için değer görmesiydi. Önderliğin bu sözleri 5 yıllık mücadele yaşamında O’na hep güç vermiş, ve sürekli beyninde terarlamıştı. Şehit düşmeden beş saat önce de; “ben, Önderliğin savaşçısıyım. Önderlik, benimle arkadaş olmanın kuralları vardır, diyordu. Ben bu kurallar üzerine yoğunlaşacağım” diyordu. Okuma yazması olmadığı halde eğitimlere katılıyordu ve eğitime karşı duyarlı davranmayı Önderlikle arkadaşlığın birinci kuralı olarak görüyordu. AİHM Savunmalarının eğitimine büyük bir coşkuyla katılıp anlamaya çalışıyordu. İlk tanıştığımız gün, derste Önderliğin tasfiyecilik üzerine bir çözümleme kaseti izleniyordu. Gözünü Önderliğin görüntüsünden hiç ayırmıyor, O’nu büyük bir dikkatle dinliyor ve Önderliğin her eleştirisi karşısında gözlerine hüzün doluyordu. Türkçe’yi bil-
diğini sanmıştım, oysa bilmiyordu. Fakat Önderliği hissediyordu. Önderlik sevgisi O’nu sarıyordu. Hayatının ikinci çehresinin açılmasının gizi buradaydı. Bir gün; “uğruna ölecek bir şeyi olmayan insan nasıl yaşar?” diye tartışıyorduk. O; “ben, PKK’de uğruna ölünecek bir şeyler bulduğum için kendime yeni bir yaşam yarattım” demişti. Önderlik sevgisi, uğruna ölünecek bir sevgiydi. Bir diğer sevgisi ve arzusu ise, ulusal birliğin gerçekleşmesiydi. 2003 yılının baharında Büyük Güneyli arkadaşların büyük çoğunluğu Güney çalışmaları için ayrı bir örgütlenme amacıyla HPG’den ayrıldılar. Xelat arkadaşın da düzenlemesi yapıldı. Fakat Xelat arkadaş, tüm ısrarlara rağmen HPG’den ayrılmadı. “Ben, Başkan Apo’nun askeriyim, o ulusal bir önderdir. Ben de ulusal bir gerilla çalışmasında yer almak istiyorum. Kürdistan’ın başka bir parçasında Kürt halkı için şehit düşmek istiyorum” diyerek görüşünde ısrar ediyordu. “Benim için gerillacılık bir iş değil ki bırakıp başka bir işe gideyim. Benim için gerilla yaşamdır, umuttur” diyerek HPG çalışmalarında kalma kararını bildirdi. Gerilla yaşamını Xankûrke ve Kandil’de geçiren Xelat yoldaş, tüm arkadaşlar tarafından seviliyor ve kişiliğinin özgünlüğüne değer veriliyordu. Sadeliği, sıcaklığı ve fedakarlığı ile hep bir yeri vardı, yoldaşlarının gönlünde. Parti Önderliği Şehit Vasfi arkadaşa; “Sen Medlerden kalan bir Kürtsün” demişti. Xelat yoldaşa sen de “Medlerden kalma bir Kürtsün” dediğimde “olabilir, ama ben Önderliğin özgür olduğu demokratik bir toplumun Kürt’ü olmak istiyorum” demişti. Bir anlamda doğruydu söylediği. O bu zamanın insanı değildi, sanki doğayla barışın, adaletin ve eşitliğin her şeye üstün geldiği bir toplumdan gelmişti. Diğer yönüyle de iktidarın ve geleneksel güç kavramının yıkıldığı bir toplum mücadelesi içinde bir militandı. Geleneksel güç kavramında değil de özünde saygıyı koruyan bir insan olarak güçlüydü. Hesapsız ve kaygısızdı, o yüzden olayları açık seçik birbirinden ayırt edemiyordu. Yoldaş sevgisi O’nun için her şeyin üstündeydi. Tüm arkadaşlara Soranca’da sevgiyi anlatan “Gian” sözüyle hitap ederdi. Onu tanıyan arkadaşlar için o “Xelat Gian”dı. Yüzündeki çocuksu gülüşüyle bizim Xelat Gianımızdı. 17 Ağustos günü düzenlenen spor ve kültürel etkinliğe bölüğüyle beraber gelen Xelat arkadaş etkinlik alanında hiç durmadan, yarışanların ve misafirlerin ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı oluyordu. Ve tüm bunları büyük bir coşkuyla yapıyordu. Ne O, ne de biz bir iki saat sonra O’nu kaybedeceğimize inanamazdık. Programın son saatlerinde yaşanan olay Xelat ve Erdal arkadaşları bizden ayırdı. Xelat arkadaşın cenazesi aynı gün Kandil’de bulunan şehitliğe taşındı. O’nu kaybettiğimize inanmamız çok zordu. Xelat yoldaş, çok sevdiği ülkesi ve halkı için yaşadı. Şehadeti yine en güzel kendi sözleriyle anlamlandırıyordu; “halk için savaşmaya gelmeden ölseydim, ‘inşaat işçisi bir kadın öldü’ diyeceklerdi. Şimdi halkım için canımı verebilirim ve benim için ‘halkı uğruna şehit düştü’ diyecekler.” Evet, Xelat yoldaş sen Önderliğin iyi bakmamızı istediği savaşçısıydın ve şehit düştün. Sevgilerin umutların ve bağlılıkların tıpkı anıların gibi mücadelemizde yaşayacaktır.
om
Seni Güney Kürdistan topraklar›na gömdük, fakat sen her zaman yüre¤imizde yaflayacaks›n
si; “yaşamımın iki ayrı çehresi oldu. Birincisi; gerillayı tanımadan önceki acılı dönem, ikincisi ise; gerillayla başlayan umut dönemi” sözleriyle yaşamını tanımlıyordu. Xelat yoldaşın kişiliğine ve yaşamına anlam vermemiz için O’nun bu iki dönemini iyi tanımamız gerekir. Acısını, bir halkın zamana olan küskünlüğünden; umudunu ise, Önderliğimizin halkımızı diriliş devrimiyle zamana isyan edercesine yaratmasından alıyordu. Xelat yoldaş “acı” ve “halk” gerçeklikleriyle yaratmıştı, kendisini. 1974 yılında Süleymaniye’nin bir köyünde doğmuştu. Her Kürt çocuğu gibi, doğduktan sonra yoklukla, fakirlikle tanışmıştı. Eli henüz kalem tutamadan çalışmaya başlamıştı. Bu yüzden di toprağa ve emeğe olan sevdası. Alın teriyle öğrenmişti, emek üretmenin yüceliğini. Köyü, Saddam rejiminin yoğun baskısına maruz kalmıştı, ancak Xelat arkadaş bu olanlar anlam vermek için henüz çok küçüktü. Fakat farklı olduğunu sezinlemekteydi. Kendisi yaşadığı bu dönemi şu sözlerle anlatıyordu; “herkesin bir rolü olduğunu ve bizim rolümüzün de acı çekmek olduğunu sanıyordum. Kürt olmak baskı, işkence görmek ve buna katlanmayı bilmek demekti. Kürt olmak bir de anneme, bu güzel coğrafyaya ve türkülere sahip olmak demekti. İşte bu gü-
we .c
✪ Ad›, soyad›: Hevraman AL‹ Kod ad›: Xelat Do¤um yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1977 Mücadeleye kat›l›m tarihi: 1998, Botan fiahadet tarihi ve yeri: 17 A¤ustos 2003, Kandil (15 A¤ustos kutlamas›nda kaza ile)
ww
w.
ne
te
“Benim için yaşam hem çok zor, hem çok kolaydı. Severek ve kavga ederek yaşarsam kolaydı, ama yaşamdan korkar kavgayı sevmezsem yaşam benim için de zordu. Bu benim için dikenlerin içinde sürünmek gibi bir şeydi. Hareket etsen de etmesen de acı çekersin ve yolun sonuna asla varamazsın” derken kendi yaşam ve mücadele anlayışını çok güzel bir şekilde özetliyordu. Hiç okula gitmemişti, ama kendi yaşam felsefesini tanıtabiliyordu. Bunun nedenini ise; çok şey yaşadım” şeklinde özetliyordu.”
“Herkesin bir rolü olduğunu ve bizim rolümüzün de acı çekmek olduğunu sanıyordum. Kürt olmak baskı, işkence görmek ve buna katlanmayı bilmek demekti. Kürt olmak bir de anneme, bu güzel coğrafyaya ve türkülere sahip olmak demekti. İşte bu güzellikler yaşanan acıları dindirebiliyordu. Yolda oynayan bir çocuk, türkü söyleyen bir kadın gördüğümde veya Leyla Kasım hikayelerini dinlediğimde Kürt olmak ne kadar güzel diyor ve Kürtlüğü daha çok sahipleniyordum.”
Yoldaşları adına Newroz Ceren
Sayfa 26
Şubat 2004
Serxwebûn
EME⁄‹N SEMBOLÜ PEYMAN
m
.c o
w. ne
ir dağ öyküsüdür bu. Yazıldıkça sonsuzluğa doğru uzayıp giden, bağrında ateş yürekli çocukların aşkını taşıyan, ruhunda en dokunulmaz erdemleri taşıyan, yüreğimizi soluksuz bırakan dağ öyküleridir bunlar. Her halkın nice öyküleri vardı. Acımasız bir çağda kendisi olmanın mücadelesini veren bir halkın öyküsüdür bu anlattıklarımız da. Öyküler vardır bir zamansızlıkta yaşarlar. Öyküler vardır, sonsuzca unutulmaz, hep hatırlanır, dilden dile söylenir, yürekten yüreğe bir nebze sevda olur. Öyküler vardır; aydınlığı taşır içinde, dağ koyaklarında demlenerek vadilere iner, tütsülenip tüm coğrafyaları dolaşır sınırları hiçe sayarak. Öyküler vardır; kadın ruhunun inceliğini taşır, aşk olur, sevgi olur, insanların hayallerini donatır. İşte bu anlatacağımız öykü de bunların herbirinden bir solukla anlatılır dilden dile. Anlatacağımız ülkede kahramanlıklar yazılır yaşanılarak. Öykü olur bunlar. Herkesin bir dağ öyküsü vardır o diyarlarda. Binlerce yazılmamış dağ öyküsü vardır. Her yaşam bir dağ öyküsü olur düşlerimizde ve dokunulamaz sevinçlerimizde. Onları böyle yaşatırız sonsuzca, onlarla yaşarız her anımızı. Çünkü onlardır bizi geleceğimize taşıran, bizi biz eden, kendimizle buluşturan. Onlar gerçek yaşamın hayallerimize sunduğu ateş yürekli kahramanlardır. Yaratarak, yaşayarak ve milyonlarca insanın gönlüne taht kurarlar sonsuzca. Onlarsız bir günümüz dahi geçemez olur böylece. En onurlu, en kardeşçe, en adaletli yaşamı onların öykülerinden öğrenerek büyürüz hepimiz. Bir kadın varmış o dağ başlarında, gerçek sevgiyi, özgürlüğü, adaleti arayan. Kendisi olmanın mücadelesini veren, kadın olmanın onuru ile yaşamak için savaşan. Adı Peyman. Dört parçaya bölünmüş bir ülkenin küçük parçasının Derik bölgesinde doğmuş. Kimliksizliğin acısını daha küçükken yaşamaya başlamasıdır belki de O’nu dağ başlarına sürükleyen. 1992 yılında mücadele saflarına katılmış. Belli bir süre Küçük Güney bölgesinde kaldıktan sonra savaşın bütün sıcaklığıyla yaşandığı Kuzey Kürdistan’a geçmiş. Botan, Mardin, Erzurum ve Dersim eyaletlerinde savaş pratiğinde kalmış beş yıl boyunca. En zorlu savaş yıllarında en zorlu pratiklerde kalarak çelikleşmiş Peyman yoldaş. Bu pratiklerde çeşitli düzeylerde görev yürütmüş. Kimi zaman bir komutan olmuş, kimi zaman iyi bir savaşçı, kimi zaman da halkının içinde bir cepheci. Tüm yaşamını mücadeleye adayan yüreklerden biri olmuş Peyman yoldaş. Peyman yoldaş deyince herkesin aklına gelen emekçi, mütevazi, sevecen yönüdür. Bu yüzdende PJA konferansında ona emeğin sembolü ünvanı verilmişti. Parçalanmış Kürt gerçekliğini kendi pratiği ile paramparça etmişti Peyman. Güney ile Kuzey arasında birliğin en güzelini kendi kişiliğinde gerçekleştirmişti. Her şehidimiz gibi mücadelesine, Önderliğine ve halkına bağlı kalan bir kadın militandı. Asla pes etmezdi Peyman yoldaş. En zorlu koşullarda bile iyiyi yapmaya çalışan, bir şeyler yapma-
“Yüre¤ini halk›n›n kimsesizli¤ine adayan bir sevda 盤l›¤›d›r Peyman. Coflkunun ve sevincin a¤›z dolu gülüflüdür O. Ne kadar sevsem onuru Peyman’› sevmifl olurum bilirim. Onurluca yaflad› her özgürlük savaflç›s› gibi. Dopdolu bir yaflama sevinci ve mücadele aflk› b›rakt› ard›nda. O, yüre¤imizin s›rra erdi¤i bir zaman›n tek konu¤udur. “Çar Ziman” derdik Peyman arkadafla, çünkü güneyden kuzeye hep aras›na ayr›l›klar sokulan bir halk› kiflili¤inde birlefltiren bir özgürlük savaflç›s›yd›.”
we
B
Günefl’i söndürebilir mi onlar son verebilirler mi y›ld›zlar›n birlikteli¤ine ay›n dostça gülüflüne kelebe¤in k›sa erimli uçufluna ve yeni do¤an güne hangi yüzy›lda rastlad›m size ve hangi yüzy›lda kaybettim izinizi okudu¤um her m›srada çevirdi¤im her sayfada karfl›ma ç›kan siz miydiniz yoksa yan›lsama m› hangi masalda sizi okudum ve hangi masalda sizi yitirdim acaba geçmiflte sürekli varolan m›yd›n›z yoksa gelecekte bir gün varolacak olan m› hangi mitolojiler sizi anlatt› bana hiç ummad›¤›m zamanlarda buldum kendimi hiç ummad›¤›m zamanlarda yitirdim sizi günahlar›n yükü beynimizi yorgun k›ld› saf yüre¤imiz ise yolculu¤a ç›kt› çoktan ça¤›n sanal görkemi
te
Ad›, soyad›: Stera ÖMER Kod ad›: Peyman Do¤um yeri ve tarihi: T›rbespi, 1972 Mücadeleye kat›l›m tarihi: ... fiahadet tarihi ve yeri: 26 Mart 2003, E¤itimde kaza sonucu
ww
nın arayışına düşen bir yoldaştı. Yerinde durmazdı hiçbir zaman, her zaman canlı, hep bir yerlere koşan, bir şeyler yapmaya çalışan bir yapısı vardı. Mücadele içerisindeki her gününde bu coşkusunu daha da perçinlemişti. Daha fazla çalışmaya, yaratmaya, kendinden bir şeyler katmaya çaba gösterirdi. Yaşamı, insanları, doğayı severdi. Dağların dilini kavramış ve bütünleşmişti. Hani insanlar vardır ya, hiç konuşmasa bile bir sıcaklık doğar insanın içine, seversin onları ya da kendinden bir şeyler bulursun onlarda. İşte Peyman böyle bir yoldaştı. Çok tanımasan bile O’nu gördüğünde bir sıcaklık doğar içine ve çok rahat edersin O’nun yanında. Bu nedenle hem halk hem de arkadaşları severlerdi O’nu. Kadınlar kendine güvensiz olur denilir. Oysa Kürdistan dağlarında bunu yıkan o kadar çok kadın var ki! İşte bunlardan biri Peyman yoldaş. Kadının yapamayacağı şey denildiği zamanlarda bile bunu kendi pratiği ile yıkanlardan biri de O’ydu. Kendine güvenini her zaman korurdu, geri özellikleri yaşatan ve yaşayanlara karşın asla pes etmezdi. Kendisiyle savaştıkça, kendindeki gerilikleri yendikçe çevresindeki geriliklerle de o oranda savaşma gücünü toplardı. Peyman’da bir öyküdür Kürdistan ülkesinin dağlarında. Onurlu bir yaşamın ardından sonsuzluğun yolunu tutan bir yolcudur artık. Munzur’dan Kandil dağlarına kadar uzanır usulca. O bir ülkenin coğrafyasıdır artık. Parçalanmış bir ülkeyi boydan boya arşınlayan bir özgürlük yolcusudur.
Yüreğini halkının kimsesizliğine adayan bir sevda çığlığıdır Peyman. Coşkunun ve sevincin ağız dolu gülüşüdür O. Ne kadar sevsem onuru Peyman’ı sevmiş olurum bilirim. Onurluca yaşadı her özgürlük savaşçısı gibi. Doyasıya ve ağız dolusu bir gülüşle yaşadı O. Dopdolu bir yaşama sevinci ve mücadele aşkı bıraktı ardında. Ne zaman düşsek yalnızlığa ve acıya, biliriz ki Peyman yoldaş yine bize moral veren bir sevgilidir yanı başımızda. O, yüreğimizin sırra erdiği bir zamanın tek konuğudur. “Çar Ziman” derdik Peyman arkadaşa, çünkü güneyden kuzeye hep arasına ayrılıklar sokulan bir halkı kişiliğinde birleştiren bir özgürlük savaşçısıydı. Kürtçe’nin tüm lehçelerini, Arapça’yı, Türkçe’yi hepsini kullanırdı konuşmalarında. Bu belki parçalanmışlığın getirdiği bir durum da denilebilir. Ama bu Peyman yoldaşta, birliğin, kardeşçe sevmenin adıydı kanımca. Bu denli güneyden kuzeye kadar yabancılık taşımadan kaygısızca kendini adayan bir insandı. Kadının gerçek birleştiren, kardeşçe yaşamanın adı olan, farlılıkları bir zenginlik olarak kabul eden, özünü yaşama en sadesinden geçirmenin adıydı. O bu nedenle başlı başına bir öyküdür Kürdistan dağlarında yaşanan, sonsuza dek yaşayacak olan. Öyküsü ile gelecek güzel günler için bir an bile durmadan çalışan, yaratan bir insandı. Öyküler hep ayrılıkla mı bitmeli sevgili yoldaşım. Ortadoğu’nun kavuşamayan aşkları bir kader mi! Mem û Zin, Siyabend û Xece, Ferhat ile Şirin, Kerem ile
Aslı ve daha niceleri! Ama hayır yoldaş, hayır! Bizim aşkımızın sonunda kavuşamamak yok. Çünkü biz bizden sonrakiler için bunları yaptık. Bedel olduğumuz toprakların özgürlüğü ve kötü kaderini yıkarak yeni, özgür günlere ulaşmaktı. Ama kendimiz için değil. Hiç tanımadıklarımız için. Doğmamış çocuklar için! Tabii ki bu öykü bitmedi, bitmeyecek, bitemez. Bu öykü sürecek her an, bizler, yoldaşların, hakın yaşadıkça. Ama sensizliğe alışmak zor heval. Yüreğinin izinde giden cesaretin sembolü güzel kadınsın sen. İlk komutanım, ilk öğretmenim, ilk arkadaşım, sevdiğim insan; sende ne de çok şeyin ilkini tattım. Kara gözlü fedakar, mütevazi insan. Halklaşan, özgürlük uğruna, ülkesini boydan boya kateden, insanları incitmekten kaçınan, sevgi dağıtan yürek yoldaşımız. Eksikliklerimiz hoş görüp aşmamız için çalışan, her olaya karşı sabırlı olmayı bilen ve bunu bize de öğreten öğretmenimiz. Seninle heyecanlandık, seninle güldük. Onca yıldan sonra Önderliğini görmek için kaç ay boyunca ne yollar kat etmiştik seninle. Ama komplonun soğuk yüzü ile karşılaşmak umutsuzluğa sürüklerken bizi, sen yine umudunu bize akıttın usul usul. Sende bir umut yolcusuydun heval. Umut yolcuları böyle gider mi! Hani hep birlikte görecektik güneşimizi, birlikte sarılacaktık doyasıya, yılların özlemini giderecektik. Ama biliyorum bu umut yolculuğu hep sürecek. Nerede ve nasıl olursa olsun umut yolculuğumuzdan asla vazgeçmek yok. Ta ki güneşimizle özgür topraklarda bu-
luşacağımız o güne kadar sürecek. Biz olmazsak dahi o günü duyumsayacağız olduğumuz yerlerden. Sen olsan bu umudu hiçbir zaman, hiçbir koşulda yitirmezdin. Umutlu olmak gerektiğini söylerdin, heyecan duyardın bunları konuşurken her zamanki gibi. Bizde şimdi senin bu heyecanının duyumsayarak yaşayacağız ve inanacağız o günün geleceğine. Ama bir tek senin bir kaza kurşunu ile gitmeni içimize sindiremeyiz Peyman heval. Sen yıllarca en zorlu yerlerde kahramanca savaşan bir özgürlük savaşçısı iken bir kaza kurşunu ile gitmeni asla kabullenemeyiz. Belki bu gidiş hepimiz için bir ihtimal, ama böylesi bir gidiş yüreğimizde daha derin acılar bırakır heval. Senin sevgi dolu gülüşünü bir kaza kurşunu kesebilir miydi heval, seni bizden alabilir miydi. Sen ki savaşında usta biriydin, sen ki öyle kolay kolay gitmeyeceğini söylerdin. Ama artık ne kazanın anlamsızlığını düşünerek, ne ağlayarak ne de Şevger yoldaşımızın dediği gibi kendi kendimize kahrederek layık olamayız bu gidişine. Buna yüreğimizi alıştırmayacağız, acınızı her zaman içimizde taşıyarak sizin ardınızdan yürümek bize kalan tek yaşam gerekçesidir. Bir gün hepinizle buluşacağımız o zafer gününe dek mücadele etmeye devam edeceğiz. Güneşli güzel günler görmek umuduyla merhaba sevgili yoldaşım.
Mücadele arkadaşları adına Tekoşin Şevger
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 27
2003 y›l› flehit sicilleri
fiEH‹TLER‹M‹Z ONURUMUZDUR
✪ Adı, soyadı: Güneş SICAK Kod adı: Nujiyan Sorxwin Doğum yeri ve tarihi: 1983, Viranşehir Mücadeleye katılım tarihi: 1999, Stuttgart Şehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat 2003 Xınere-Çığ düşmesi sonucu ✪ Adı, soyadı: Elmira GALAŞOVİ Kod adı: Sarya Doğum yeri ve tarihi: 31 Ekim 1981 Gürcistan Mücadeleye katılım tarihi: 1998, Bielefeld Şehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat 2003 Xınere-Çığ düşmesi sonucu ✪ Adı, soyadı: Salman AKBAŞ Kod adı: Zaman Kızılırmak Doğum yeri ve tarihi: 1967, Adana Mücadeleye katılım tarihi: 1992, Adana Şehadet tarihi ve yeri: Ocak 2003 Dola koke-Çığ düşmesi sonucu ✪ Adı, soyadı: Şehnaz SAİT Kod adı: Zozan Derik Doğum yeri ve tarihi: 1977, Derik Mücadeleye katılım tarihi: 1995 Şehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat 2003 Xınere-Çığ düşmesi sonucu
✪ Adı, soyadı: Fikret DEMİR Kod adı: Seyfi Doğum yeri ve tarihi: Çukurca, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı ✪ Adı, soyadı: Şevket ERGÜN Kod adı: Ekrem Doğum yeri ve tarihi: Bingöl, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı ✪ Adı, soyadı: Mehmet KAPLAN Kod adı: Ferhat Doğum yeri ve tarihi: Siirt, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı ✪ Adı, soyadı: Ethem ŞAKİR Kod adı: Mustafa Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı ✪ Adı, soyadı: Kemal PURMEND Kod adı: Şahin Doğum yeri ve tarihi: Urmiye, 1982 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı
w.
✪ Adı, soyadı: Meryem ŞEVO Kod adı: Dirok Dilxwaz Doğum yeri ve tarihi: 1980, Tırbespî Mücadeleye katılım tarihi: 2001 Şahadet tarihi ve yeri: 20 Şubat 2003 Xınere-Çığ düşmesi sonucu
✪ Adı, soyadı: Veysel ARAR Kod adı: Pir Ali Doğum yeri ve tarihi: Bulanık, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı
ww
✪ Adı, soyadı: Hasip KARADAĞ Kod adı: Xebat
✪ Adı, soyadı: İsmail ALTÜRK Kod adı: Rubar Guyi Doğum yeri ve tarihi: Şırnak, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 11 Nisan 2003 Gare-Ot zehirlenmesi sonucu
✪ Adı, soyadı: Cahit DAĞTEKİN Kod adı: Munzur Dersim Doğum yeri ve tarihi: Dersim, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 15 Haziran 2003 Pul köyü-Bingöl (Pusu sonucu)
om
✪ Adı, soyadı: M. Kadir ÇİÇEK Kod adı: Mazlum Doğum yeri ve tarihi: Amed, 1970 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı
✪ Adı, soyadı: Mehmet ERGÜL Kod adı: Memiş Doğum yeri ve tarihi: Kars, 1971 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı
Şahadet tarihi ve yeri: 26 Mart 2003 Eğitimde kaza sonucu
✪ Adı, soyadı: Ahmet AKSU Kod adı: Şiyar Çele Doğum yeri ve tarihi: Çukurca, 1974 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 12 Nisan 2003 Zagros-Avaşin suyunda ✪ Adı, soyadı: Derwiş SİNO Kod adı: Mahmut Doğum yeri ve tarihi: Kobani, 1968 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 18 Nisan 2003 Silopi merkez
✪ Adı, soyadı: Süleyman Serel BENEK Kod adı: Harun Doğum yeri ve tarihi: Uludere, 1975 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 15 Haziran 2003 Bingöl-Pul köyü (Pusu sonucu) ✪ Adı, soyadı: Nuh KAPLAN Kod adı: Yılmaz Başkale Doğum yeri ve tarihi: Başkale, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Haziran 2003 Xınere kaza sonucu
we .c
✪ Adı, soyadı: Ali BULUT Kod adı: Argeş Doğum yeri ve tarihi: Elbistan, 1974 Mücadeleye katılım tarihi: 1995, Paris Şehadet tarihi ve yeri: Ocak 2003 Dola koke-Çığ düşmesi sonucu
✪ Adı, soyadı: Kelsume SÜLEYMAN Kod adı: Çiçek Xemgin Doğum yeri ve tarihi: 1979, Tırbespî Mücadeleye katılım tarihi: 1999 Şehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat 2003 Xınere-Çığ düşmesi sonucu
Doğum yeri ve tarihi: Maxmur, 1983 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı
✪ Adı, soyadı: Yılmaz ÖZLÜ Kod adı: Herdem Doğum yeri ve tarihi: Beytüşşebap, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı ✪ Adı, soyadı: Hikmet YAKUT Kod adı: Resul Doğum yeri ve tarihi: Kulp, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı ✪ Adı, soyadı: Mehmet UĞUR Kod adı: Cudi Doğum yeri ve tarihi: Batman, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ocak 2003 Ape Musa alanı
te
✪ Adı, soyadı: Seyit Ahmet MAHMUT Kod adı: Kahraman Kobani Doğum yeri ve tarihi: Kobani, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: 1996 Şehadet tarihi ve yeri: 16 Temmuz 2003 Kelareş pusu
✪ Adı, soyadı: Kezban ELMAS Kod adı: Bengi Fırat Doğum yeri ve tarihi: … Mücadeleye katılım tarihi: 2001 Şahadet tarihi ve yeri: 20 Şubat 2003 Xınere-Çığ düşmesi sonucu
✪ Adı, soyadı: Fidan KÜÇÜKKAYA Kod adı: Çiçek Dilpak Doğum yeri ve tarihi: İzmir, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 20 Şubat 2003 Xınere’de çığ düşmesi sonucu
ne
✪ Adı, soyadı: İsmet BAYCAN Kod adı: Suat Tekin Doğum yeri ve tarihi: 1 Nisan 1964 Doğubeyazıt Mücadeleye katılım tarihi: 1994 Şehadet tarihi ve yeri: Mayıs 2003 Cezaevi
✪ Adı, soyadı: Kadir CİN Kod adı: Botan Sason Doğum yeri ve tarihi: Beytüşşebap, 1970 Mücadeleye katılım tarihi: 1991 Şahadet tarihi ve yeri: 10 Şubat 2003 Xınere-Hastalık sonucu ✪ Adı, soyadı: Stera ÖMER Kod adı: Peyman Doğum yeri ve tarihi: Tırbespi, 1972 Mücadeleye katılım tarihi: ...
✪ Adı, soyadı: Kenan FIRAT Kod adı: Nemrut Doğum yeri ve tarihi: Varto, 1970 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 25 Nisan 2003 Habur suyuna kapılarak
✪ Adı, soyadı: Kemal YAKLAV Kod adı: Deşti Kemal Doğum yeri ve tarihi: Mazıdağ, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 29 Nisan 2003 Raman
✪ Adı, soyadı: Kamal TAHAPUR Kod adı: Azad Doğum yeri ve tarihi: Şino, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 29 Mayıs 2003 Xınere-Kayadan düşerek ✪ Adı, soyadı: Awat RESUL Kod adı: Berxwedan Doğum yeri ve tarihi: Berzenci, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 30 Mayıs 2003 Yayladere ✪ Adı, soyadı: Şexmus TOPRAK Kod adı: Mazlum Doğum yeri ve tarihi: Batman, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 1 Haziran 2003 Gabar ✪ Adı, soyadı: Serdar ARSLAN Kod adı: Serdar Doğum yeri ve tarihi: Batman, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 13 Haziran 2003 Başkale pusu ✪ Adı, soyadı: Abdulrahim COŞKUN Kod adı: Zerdeşt Doğum yeri ve tarihi: Kızıltepe, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 13 Haziran 2003 Başkale pusu ✪ Adı, soyadı: Çetin KAÇAK Kod adı: Xemgin Doğum yeri ve tarihi: Malazgirt, 1982 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 17 Haziran 2003 Karlıova-Şerafettin ✪ Adı, soyadı: Engin ÇINAR Kod adı: Zagros Doğum yeri ve tarihi: Özalp, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 17 Haziran 2003 Karlıova-Şerafettin
✪ Adı, soyadı: Bayram BAKIR Kod adı: Cesur Doğum yeri ve tarihi: ..., 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 25 Haziran 2003 Başkale eyleminde kaza sonucu ✪ Adı, soyadı: Nebi HACIABDO Kod adı: Dilşad Doğum yeri ve tarihi: Halep, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 25 Haziran 2003 Mışare-Pusu sonucu ✪ Adı, soyadı: Necmettin MARYAZ Kod adı: Ferhat Doğum yeri ve tarihi: ... Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 27 Haziran 2003 Avkasor çatışması ✪ Adı, soyadı: Feyiz EBUZET Kod adı: Kahraman Doğum yeri ve tarihi: Derik, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 25 Haziran 2003 Mışare-Pusu sonucu ✪ Adı, soyadı: Mahmut EROL Kod adı: Welat Jiyan Doğum yeri ve tarihi: Erzurum, 1976 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 4 Temmuz 2003 Karlıova-Bir ajan tarafından ✪ Adı, soyadı: Abuzer ARSLANOĞLU Kod adı: Welat Yılmaz Doğum yeri ve tarihi: Birecik, 1971 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 5 Temmuz 2003 Nazimiye-Yayladere arası ✪ Adı, soyadı: Mahmut ÇARKUZE Kod adı: Şoreş Urmiye Doğum yeri ve tarihi: Xoy, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 5 Ağustos 2003 Ömerya çatışması ✪ Adı, soyadı: Mustafa POLAT Kod adı: Agir Adıyaman Doğum yeri ve tarihi: Adıyaman, 1975 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 5 Ağustos 2003 Ömerya çatışması ✪ Adı, soyadı: Engin SİNCER Kod adı: Erdal Doğum yeri ve tarihi: Maraş, 1969 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 17 Ağustos 2003, Kandil (15 Ağustos kutlamasında kaza sonucu) ✪ Adı, soyadı: Hevraman ALİ Kod adı: Xelat
Şubat 2004
✪ Adı, soyadı: Şerif YALÇIN Kod adı: Mahir Doğum yeri ve tarihi: Dersim, 1974 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Ağustos 2003 Beşiri Kolik dağı ✪ Adı, soyadı: İzzet YILMAZ Kod adı: Piro Doğum yeri ve tarihi: Karayazı, 1982 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Ağustos 2003 Beşiri Kolik dağı ✪ Adı, soyadı: Yılmaz AYAZ Kod adı: Demhat Özalp Doğum yeri ve tarihi: Van, 1982 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Ağustos 2003 Beşiri Kolik dağı
Tokat-Almus köyü ✪ Adı, soyadı: Ramazan SEYDİN Kod adı: Rubar Doğum yeri ve tarihi: Diyana, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 10 Ekim 2003 Ovacık-Bilgeç mıntıkası
Şahadet tarihi ve yeri: 4 Kasım 2003 Kayadan düşerek ✪ Adı, soyadı: Yıldırım YILDIRIM Kod adı: Yılmaz Doğum yeri ve tarihi: Eruh, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 1 Kasım 2003 Karadeniz
✪ Adı, soyadı: Hasan ÖMER Kod adı: Çeknaz Afrin Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1976 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 10 Ekim 2003 Ovacık-Bilgeç mıntıkası
✪ Adı, soyadı: Vedat MERT Kod adı: Sipan Doğum yeri ve tarihi: Karlıova, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 3 Kasım 2003 Adaklı-Çavreş alanı
✪ Adı, soyadı: İbrahim Halil BİLKAN Kod adı: Dijvar Urfa Doğum yeri ve tarihi: Bozova-Urfa, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 10 Ekim 2003 Ovacık-Bilgeç mıntıkası
✪ Adı, soyadı: Yusuf MEHMET Kod adı: Kahraman Cudi Doğum yeri ve tarihi: ... Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 3 Kasım 2003 Adaklı-Çavreş alanı
Şahadet tarihi ve yeri: 23 Kasım 2003 Karadeniz ✪ Adı, soyadı: Ömer ÇİFTÇİ Kod adı: Ejder Doğum yeri ve tarihi: Van, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 23 Kasım 2003 Karadeniz ✪ Adı, soyadı: Barış ŞENOL Kod adı: Cenk Can Doğum yeri ve tarihi: Balıkesir, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 23 Kasım 2003 Karadeniz
te
✪ Adı, soyadı: İzzettin KÖK Kod adı: Ferhat Mardin Doğum yeri ve tarihi: Nusaybin, 1982 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Ağustos 2003 Beşiri Kolik dağı
w. ne
✪ Adı, soyadı: Yılmaz ŞİMŞEK Kod adı: Harun Amed Doğum yeri ve tarihi: Bismil, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Ağustos 2003 Beşiri Kolik dağı
✪ Adı, soyadı: Veysi TİMUR Kod adı: Kahraman Doğum yeri ve tarihi: Amed, 1984 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 10 Ekim 2003 Ovacık-Bilgeç mıntıkası
✪ Adı, soyadı: Serhat AKBAY Kod adı: Rızgar Sipan Doğum yeri ve tarihi: Tatvan, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 3 Kasım 2003 Adaklı-Çavreş alanı
✪ Adı, soyadı: Haşim BİTİK Kod adı: Harun Doğum yeri ve tarihi: Çatak, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 16 Ekim 2003 4. Bölge
✪ Adı, soyadı: Hasan ÇETİN Kod adı: Hamza Urfa Doğum yeri ve tarihi: Urfa, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 3 Kasım 2003 Adaklı-Çavreş alanı
✪ Adı, soyadı: Mustafa YAKUP Kod adı: Rojhat Cilo Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Ekim 2003 Kızılağaç
✪ Adı, soyadı: Molla KAYNAK Kod adı: Haci Doğum yeri ve tarihi: Konya, 1972 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 1 Kasım 2003 Karadeniz-Pusu sonucu
✪ Adı, soyadı: Emin ÖZER Kod adı: Serxwebun Doğum yeri ve tarihi: Antep, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 22 Ekim 2003 Serhat’a geçerken pusuda
✪ Adı, soyadı: Bedirhan BELLİER Kod adı: Çayan Can Doğum yeri ve tarihi: Yüksekova, 1985 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 10 Kasım 2003 Çiyaye Reş-Zap manga yaparken
✪ Adı, soyadı: Erkan BAYRAK Kod adı: Halil Doğum yeri ve tarihi: Erzincan, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 20 Ekim 2003 Dersim-Kaza sonucu
✪ Adı, soyadı: Sedat YAZICI Kod adı: Seyid İsa Doğum yeri ve tarihi: Erciş, 1974 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 20 Kasım 2003 Dersim-Mayın yaparken
✪ Adı, soyadı: Leyla DİLEK Kod adı: Agirin Mardin Doğum yeri ve tarihi: Mardin, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ...
✪ Adı, soyadı: Hasan ERTUĞRUL Kod adı: Hüseyin Doğum yeri ve tarihi: Dersim, 1971 Mücadeleye katılım tarihi: ...
ww
✪ Adı, soyadı: Tuncer POLAT Kod adı: Fırat Doğum yeri ve tarihi: Ankara, 1974 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 12 Eylül 2003 Haftanin pusu
✪ Adı, soyadı: Hüseyin GÜL Kod adı: Munzur Doğum yeri ve tarihi: Pülümür, 1973 Mücadeleye katılım tarihi: 1993, Ekim Şahadet tarihi ve yeri: 22 Eylül 2003 Tokat-Almus köyü ✪ Adı, soyadı: Mehmet NEVAFNAZ Kod adı: Baran Doğum yeri ve tarihi: Eruh-Siirt, ... Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 22 Eylül 2003 Tokat-Almus köyü ✪ Adı, soyadı: Raman DOĞAN Kod adı: Ferhat Doğum yeri ve tarihi: Varto, 1974 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 22 Eylül 2003
✪ Adı, soyadı: Mehmet KAÇAR Kod adı: Merxaz Doğum yeri ve tarihi: Silvan, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003
we
✪ Adı, soyadı: Deniz YANAT Kod adı: Şervan Batman Doğum yeri ve tarihi: Manisa, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Ağustos 2003 Beşiri Kolik dağı
✪ Adı, soyadı: İskan TAŞ Kod adı: Andok Doğum yeri ve tarihi: Kulp, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 31 Ağustos 2003 Silvan merkez
✪ Adı, soyadı: Ahmet SEYLAN Kod adı: Berxwedan Aras Doğum yeri ve tarihi: Aralık, 1973 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Ayhan ALTIN Kod adı: Tekoşer Malazgirt Doğum yeri ve tarihi: Malazgirt, … Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Nurettin DOĞRU Kod adı: Server Ari Doğum yeri ve tarihi: Malazgirt, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Atıf URUK Kod adı: Metin Şoreş Doğum yeri ve tarihi: Dersim, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç
✪ Adı, soyadı: Muhemmed Ömer REŞİT Kod adı: Ferhat Afrin Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1976 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 21 Ağustos 2003 Beşiri Kolik dağı
✪ Adı, soyadı: İsmail DAĞ Kod adı: Cemşit Doğum yeri ve tarihi: Bismil, 1984 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 24 Ağustos 2003 Garzan pusu
Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç
m
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: 1998, Botan Şahadet tarihi ve yeri: 17 Ağustos 2003 (Kandil 15 Ağustos kutlamasında kaza sonucu)
Serxwebûn
.c o
Sayfa 28
✪ Adı, soyadı: Erol BUL Kod adı: İsa Doğum yeri ve tarihi: Pertek, 1975 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Yaşar AYKAL Kod adı: Şevger Murat Doğum yeri ve tarihi: Amed, 1977 Mücadeleye katılım tarihi: 1992 Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Hüseyin SEFAVİ Kod adı: Rebwvar Doğum yeri ve tarihi: Saqız, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç
Amanos-Hatay ✪ Adı, soyadı: Bakır ÖZDEMİR Kod adı: Agit Doğum yeri ve tarihi: Tatvan, 1982 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Amanos-Hatay ✪ Adı, soyadı: Sinan YILDIRIM Kod adı: Bagok Doğum yeri ve tarihi: Nusaybin, 1984 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 30 Kasım 2003 Torik köyü-Eruh pusu ✪ Adı, soyadı: Muhemmed ÇARO Kod adı: Felat Doğum yeri ve tarihi: Haseke, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 30 Kasım 2003 Torik köyü-Eruh pusu ✪ Adı, soyadı: Hamza ŞEN Kod adı: Kemal Nemrut Doğum yeri ve tarihi: Midyat, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Hasan ALİ Kod adı: Mahir Melka Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1983 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Berzan HAMZA Kod adı: Dilşer Doğum yeri ve tarihi: Halep, 1982
✪ Adı, soyadı: Mustafa GÖK Kod adı: Ruhat Doğum yeri ve tarihi: Nusaybin, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Erkan BARCATULMUSAN Kod adı: Militan Doğum yeri ve tarihi: Bingöl, 1980 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Menan HUSO Kod adı: Doğan Kandil Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Ali SABUNCU Kod adı: Armanc Cilo Doğum yeri ve tarihi: Gever, 1978 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: Halil ALÖKMEN Kod adı: Şevger Ali Doğum yeri ve tarihi: Mardin, 1981 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 19 Kasım 2003 Kızılağaç ✪ Adı, soyadı: İbrahim KILIÇ Kod adı: Zınar Andok Doğum yeri ve tarihi: Aksaray, 1979 Mücadeleye katılım tarihi: ... Şahadet tarihi ve yeri: 3 Aralık 2003 Amed merkez
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 29
Tüm komite ve koordinasyonlara, kadro ve çal›flanlara KONGRA-GEL Ç‹ZG‹S‹NDE B‹RLEfiEL‹M BAHAR SERHILDAN HAMLES‹N‹ GEL‹fiT‹REL‹M mizin verdiği en güçlü cevaptır. Toplantımız başarıyla gerçekleşmesi ve aldığı kararlarla uluslararası gericiliğe ve onun komplocu saldırılarına şu cevabı verdi: Ne kadar azgın olunursa olunsun, ne kadar bölgesel, yerel ve dış güç birleştirilirse birleştirilsin, ne kadar teknik imkan kullanılırsa kullanılsın, bütün bunlar karşısında hareketimizin ve halkımızın direnme ve dayanma gücü, iradesi, azmi ve inancı vardır. Örgütlülüğü ve birliği vardır. Bütün saldırıları karşılayacak ve boşa çıkartacak bir ruhu vardır. Zayıflıklarımız ne olursa olsun, hangi sorunlarla yüz yüze kalırsak kalalım, Apocu çizgide hareketimizin zorlukları aşma ve sorunları çözme gücü ve iradesi vardır. Her türlü sorunu çizgi doğrultusunda demokratik yöntemlerle çözüme kavuşturarak zorlukları yenecek, saldırıları boşa çıkartacak bir özgürlük mücadelesini geliştirme gücü her zaman vardır. Yürütme Konseyi Toplantımız, gericiliğe ve komplocu güçlere karşı açıkça bu cevabı oluşturmuştur. Böyle bir cevabı yaratarak da Önderlik çağrılarına gerekli cevabı vermiştir. Yine halkımızın beklentilerine gerekli cevabı oluşturmuştur. Büyük bir fedakarlıkla direnen, her şeyini özgürlük ve demokrasi mücadelemize veren bu halka bağlı ve saygılı olmanın gereğini ortaya çıkarmıştır. Yine her saniyesi insanın yaşadığı en ağır işkenceyi içeren Önderlik direnişine bağlı kalındığını, sonuna kadar da bağlı kalınacağını, bu direnişin kararlılıkla pratikleştirileceğini ortaya çıkarmıştır. Otuz yıllık mücadele içerisinde bütün değerlerin yaratılmasının temelini oluşturan, her şeylerini mücadeleye vererek bizi hem güçlendiren, hem birlik içinde tutan ve hem de mücadeleye çeken temel değerlerimiz olan şehitlerimize doğru bağlanmanın ve onların anlayışlarını ve özlemlerini her koşul-
da pratikleştirmenin ifadesi olmuştur. Bütün bunlarla biz, kendimize de saygıyı oluşturduk. Bir amaca bağlanmış bireyler ve topluluk olarak, kendi amacına sonuna kadar bağlı kalma, onu başarıyla gerçekleştirmenin önüne çıkacak her türlü engeli ve zorluğu büyük bir sabırla, iradeyle, doğru tutumu her halükarda geliştirme gücünü göstererek sağlama düzeyini yarattık. Bu da kendimize saygımızdır; emeğimize, inançlarımıza bağlılığın ve saygının gereğidir. Bunun da sonuna kadar korunacağının, hiçbir saldırının, içten veya dıştan gelen hiçbir baskının Apocu militanlaşmayı böyle bir durumdan ve bağlılıktan uzaklaştıramayacağının kanıtıdır. Bu temelde, toplantımızdan aldığımız güçle, Önderliğin işaret ettiği çözüm yolu doğrultusunda toplantımızın aldığı kararlar çerçevesinde kendimizi pratikleştirerek bütün örgütü ve kadro yapımızı işler kılacağımıza, uluslararası komplonun altıncı yılını büyük bir yenilenme, örgütsel yeniden yapılanma ve aynı zamanda büyük bir siyasal mücadele yılı haline getireceğimize dair inancımızı belirtiyor, bu temelde tüm kadroları böyle bir çözüme katılmaya, Önderlik çizgisinde kendini yenileyerek yeni sürece katmaya, KONGRAGEL çizgisinde birleşip örgütlenip mücadele etmeye, sonuna kadar bu çizgiye bağlı kalarak uluslararası komplonun altıncı yılını özgürlük ve demokrasi mücadelemizin büyük başarı yılı haline getirmeye çağırıyoruz!
om
unu sürdürecek, böyle bir iradeyi ve inisiyatifi gösterecek düzeyde kendimizi yeniden kısmi bir düzenlemeye de tabi tuttuk. Özellikle Başkanlık kurumunun bu sancılı yeniden yapılanma sürecinde daha etkili işler, görevleri yürütür, örgütsel çalışmada hakimiyet sağlar bir düzeye getirilmesi yönünde örgütsel çalışma maddesinde oluşturulan karar doğrultusunda bazı ek düzenlemeler yaptık. Esasta ise Birinci Konsey Toplantısı’nın aldığı kararları ve yaptığı görevlendirmeleri koruduk. Sonuç olarak, toplantımıza dair şu değerlendirmeler rahatlıkla yapılabilir: Yürütme Konseyi İkinci Toplantımız, KONGRAGEL’in daha iyi anlaşılması, Önderlik çizgisine oturtulması, çizgi dışı tartışma ve tutumlardan kurtarılması, birliğinin sağlanması ve pratik mücadeleye yöneltilmesi bakımından bir başlangıç oluşturmuştur. Başta yönetim düzeyi olmak üzere, örgütümüzün yaşadığı dağınıklılığı, parçalılığı aşma, örgütsel toparlanmayı başlatma konusunda da önemli bir adımı içermiştir. Bu konuda gereksiz tartışmalara girmediği gibi, muğlaklığı aşan, belirsizlikleri gideren bir açıklığı ve netliği birleşmenin temeli haline de getirmiştir. Bunun için bu toplantımızı KONGRA-GEL’in örgütlenmesi ve yürütülmesi, sistem kazanması, çizgimizin öngördüğü program ve kararlarımızın içerdiği pratik görevleri başarıyla yürütecek düzeyde bir pratikleşmeye yürümesi açısından önemli bir başlangıç adımı olarak rahatlıkla değerlendirebiliriz. Toplantımız bu konuda hayalci ve muğlak değil, sorunları gören, açıklık ve kararlılıkla değerlendiren, çözüm yollarını da bu temelde ortaya koyan, kendini çözüm gücü haline getirme iradesini,
Önderliğimiz bu çözümü ortaya koydu ve toplantımız da kararlaştırdı. Önderlik çözümünü kabul etme, ona katılma yönünde bir iradeyi ve istemi herkes beyan etti. Bu artık bir Önderlik talimatı ve yönetim kararı haline gelmiştir. Bu bakımdan örgüt kendi çözümünü yaratmış, ortaya çıkartmış, karar haline getirmiştir. Gerisi, bundan sonra bireylerin işidir. Önderliğin belirlediği ve yönetimin kararlaştırdığı çözüm doğrultusuna girip girmeme, bu çözüme katılıp katılmama, kişilerin kendi bileceği bir durumdur. Doğru yaklaşan ve kendini çözüme sokan, Önderlik çizgisini esas alan ve kapsamlı bir özeleştiriyle kendini yenileyip katılım sağlayan kişiler, KONGRA-GEL birliğine katılacak ve sürecin kadrosu, militanı haline gelecektir. Böyle yapmayanlar, Önderliğin öngördüğü ve örgütümüzün geliştirdiği çözüm karşısında etkisizleşecektir. Bu bakımdan da çözümün toplantıyla sağlandığını, henüz kişiler düzeyinde tam bir kesinlik ve netleşme ortaya çıkmasa da, örgütün kendi çözümünü yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İnanıyoruz ki, Başkan Apo’nun öğrencisi olan ve öğretisini esas alan herkes, bu doğrultuda kendini yenileyecek, zor da olsa gerekli özeleştirel yaklaşımı gösterecek ve kendisini bu çizgiye katacaktır. İnancımız ve isteğimiz budur, çağrımız da bu temeldedir. Tüm bu özellikleriyle Yürütme Konseyi Toplantımız aslında uluslararası komplonun altıncı yılına girişe, demokrasi ve özgürlük cephesinde verilmiş en güçlü cevap oluyor. Bizi imha ve tasfiye etmek isteyen uluslararası gerici saldırıyı, onun 15 Şubat gibi bir kara gününü, kendimizi Önderlik çizgisinde bu düzeyde netleştirerek ve birlik yönünde kararlaştırarak, pratikleşme güç ve iradesini ortaya çıkartarak karşılamış oluyoruz. Bu, aynı zamanda komplonun altıncı yılına hareketi-
we .c
B
inisiyatifini, kararlılığını ve istemini ortaya çıkartan bir durumu da ifade ediyor. Biz inanıyoruz ki, bu doğrultuda örgütsel yeniden yapılanmamız, KONGRA-GEL’in organlarının işlemesi, sistem kazanması ve kendini aktif pratikleştirmesi gerçekleşecektir. Her şeyden önce Başkanlık kurumu, böyle bir kararlılıkla kendini örgütleme ve işletme çabası içerisinde olacaktır. Bunu gerçekleştirdikçe diğer yönetim ve komitelerin işlemesi ve sorunları doğru yöntemlerle çözerek kendini aktif pratikleştirmesi, hareketimize yönelen saldırılar karşısında güçlü bir direnişi ortaya çıkartacak, demokrasi ve özgürlük mücadelemize yeni değerler katacak önemli çalışmaları pratikte ortaya çıkartması mümkün olacaktır. Şimdiki süreç böyle bir pratikleşme sürecidir. Harekemiz böyle bir kararlılığı, inisiyatifi, iradeyi ve birliği ortaya çıkarmıştır. Gerisi pratikte çözümlenecek hususlardır. Bu toplantıda ulaşılan önemli bir sonuç pratikleşmedir. Artık hareketimiz bu temelde önüne koyduğu görevleri yürütmek üzere kendini pratiğe sevk edecektir. Bu nedenle süreci doğru anlamak, harekete katılmak ve çizgiyle buluşmak kendini pratikleştirmekten geçecektir. Kim pratiğe yöneliyor ve pratik çalışma içerisine giriyorsa o taktiğe girmiş ve KONGRA-GEL çizgisiyle bütünleşmiş, dolayısıyla da kendini harekete katmış ve çözüm gücü haline getirmiş olacaktır. Onun dışındaki tutumun, pratikleşmeyen sözün gerçekte hiçbir değeri olmayacaktır. Bu bakımdan geçen üç aylık süreçteki durumun aksine bu toplantıdan itibaren bütün hareketimizin önemli bir pratikleşmeyi yaşayacağı, Önderliğimizin daha önce yaptığı pratikleşme seferberliği çağrısına gereken cevabı vereceği inancındayız. İkinci husus, toplantımızın örgütsel sorunların çözüm yolunu ortaya koymuş olmasıdır.
te
Baştarafı Sayfa 7’de
– Kahrolsun uluslararası komplo! – Yaşasın özgürlük ve demokrasi mücadelemiz! – Yaşasın KONGRA-GEL! – Biji Serok Apo! 14 Şubat 2004
çekerek, tüm güçlerin sorunlara barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözüm aramasının önemli olduğunu, başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin bölge halklarının demokratik iradesine daha çok saygı gösterirken, bölge devletlerinin de demokratik değişim ve dönüşüm önünde ayak direyen ve dış müdahaleyi davet eden konumlarının aşılmasının önemini vurgulamıştır. Bölgedeki demokratikleşme açısından Kürt sorununun demokratik çözümünün önemine ve KONGRA GEL’ in bundaki ısrar ve kararlılığına bir kez daha dikkat çeken Konsey Toplantımız, bu doğrultuda Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında halkın demokratik siyasal mücadelesini yükseltmeyi ve bu temelde diplomatik faaliyetleri geliştirmeyi hayati önemde görmüştür. Kendini barışçıl ve demokratik sayan tün bölgesel ve uluslararası güçlerin de halkımızın büyük fedakarlıklarla yürüttüğü bu mücadeleye gereken değeri veren doğru bir yaklaşım içinde olmaları gerektiğini vurgulamıştır. Bu temelde ABD’yi Kürt özgürlük mücadelesine doğru yaklaşmaya, Kürtleri parçalı ele almaktan vazgeçmeye ve bütün parçalardaki Kürt sorununa demokratik çözüm yaklaşımı içinde olmaya, AB’ yi ise mevcut pasif ve eski yaklaşımı aşarak Kürt sorununa kendi demokrasisine uygun bir çözüm politikası geliştirmeye davet etmeyi gerekli görmüştür. Bölge devletlerinin ve siyasal güçlerinin de, eğer dış müdahaleyi önlemek ve kendilerini yaşatmak istiyorlarsa demokratikleşmek zorunda oldukları gerçeğini kabul ederek, bunun da Kürt sorununa doğru yaklaşmak ve barışçıl demokratik çözümü kabul etmekten geçtiğini, fanatik milliyetçi yaklaşımlardan uzak durarak halkların özgürlüğü ve birliği önünde engel oluşturmamaları gerektiğini vurgulamıştır.
ww
w.
KONGRA GEL Yürütme Konseyi İkinci Toplantısı’nı 9-10 Şubat 2004 tarihinde yaptı. Kürdistan ve Ortadoğu’da tarihi önemde gelişmelerin yaşandığı bir dönemde gerçekleşen toplantımız, kapsamlı siyasal değerlendirmelerle birlikte KONGREGEL kuruluşundan günümüze kadar geçen 3 aylık süreçteki pratik örgütsel faaliyetleri de değerlendirmiştir. Öncelikle başta Türkiye olmak üzere bölgesel ve uluslararası gericilik tarafından son 6 ayda pişmanlık kanunu, birçok alanda fiili saldırılar ve siyasal alanda sınırlandırma girişimleri çerçevesinde yürütülen anti Kürt kampanyaya dikkat çeken Yürütme Konseyi Toplantımız, bunun uluslararası komplonun son saldırısı olduğunu ve Özgürlük hareketimizi tasfiye etmeyi hedeflediğini değerlendirmiş, bu planlı saldırının Önderlik, halk ve hareketimizin çok yönlü direnişi ile boşa çıkartılmasını tarihi önemde görmüştür. Bu çerçevede bundan sonra da gelişebilecek her türlü saldırıya karşı kesin direniş kararlılığımızı vurgulayarak, bu doğrultuda halkın ve gerillanın geliştirdiği hazırlıkların büyük önemine dikkat çekmiştir. Ortadoğu’daki değişim süreci açısından ABD’nin Irak müdahalesini ve bunun geldiği noktayı çok yönlü değerlendiren toplantımız, Irak’taki çatışmalı durumu, Türkiye ve diğer devletlerin bu alana yönelik girişimlerini, ABD ile bölge devletleri arasındaki çelişkileri ve bölge güçlerinin kendi aralarındaki çelişik durumları irdeleyerek, 2004 yılında da bölgede yaşanan yoğun siyasi ve askeri mücadelenin devam edeceğini ve bunun Kürdistan’ı daha derinden etkileyeceği tespitini yapmıştır. Bu çatışmalı durumun bölge kaynaklarını çarçur ettiği ve bölge halklarına zarar verdiği gerçeğine dikkat
ne
KONGRA-GEL YÜRÜTME KONSEY‹ TOPLANTISI SONUÇ B‹LD‹R‹S‹ 2004 yılının bölgede olduğu gibi Kürtler açısından da önemli bir yıl olduğu gerçeğini değerlendiren toplantımız, her şeyden önce Kürtler arası ilişkinin doğru ele alınması ve yaşadığı ciddi yetersizliğin aşılması gereğine vurgu yapmıştır. Bu temelde başta KDP ve YNK olmak üzere tüm Kürt örgütlerini Kürtlerin birliği konusundaki hatalı ve yetersiz yaklaşımlarını düzeltmeye, Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bu kritik tarihi süreçte Kürt ulusal birliğini yaratmanın ve ortak ulusal strateji izlemenin tarihi önemini bilerek hareket etmeye, bu konuda KONGRA-GEL’ in diyalog ve birlik siyasetine olumlu cevap vermeye çağırmayı gerekli görmüştür. Toplantımız, Kürt ulusal birliğini önemsemekle birlikte, Kürt sorununun demokratik çözümü açısından halkın yükselteceği demokratik siyasal mücadelenin büyük çözümleyici gücüne de önemle vurgu yapmıştır. Bu doğrultuda 15 Şubat’ tan başlamak üzere “Başkan Abdullah Öcalan’a Özgürlük” adıyla bir halk eylemliliği kampanyasını Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında geliştirmeyi, bu serhildan kampanyasını 15 Şubat, 8 Mart, Newroz ve 4 Nisan gibi tarihi günlerde doruğa çıkarmayı kararlaştırmıştır. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere 7’den 70’e tüm halkımızın bu kampanyaya büyük bir duyarlılık ve sorumlulukla yaklaşacağına, geliştireceği demokratik eylemlilikle Kürt iradesini ve birliğini tüm dünyaya göstereceğine olan inancını vurgulamıştır. Önderliğe özgürlük kampanyamızın en güçlü gelişeceği saha olan Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de bu kampanyanın yaşanan yerel seçimlerle birleştirilmesini siyasal gelişmeler açısından önemli gören toplantımız, Kürt halkının ve demokratik güçlerin
❖ KONGRA-GEL Yürtüme Konseyi güçlü bir seçim zaferi kazanmaları için ne gerekiyorsa onun yapılmasını, tüm demokratik güçlerin birliğinin yaratılmasını ve halka hizmet edecek demokrat adayların desteklenmesini gerekli görmüştür. Diğer yandan Güney Kürdistan’daki gelişmeleri ve Irak’taki federasyon tartışmalarını önemli bulan toplantımız, Kürt sorununu federasyon temelinde demokratik çözüme kavuşturacak olan Demokratik Federal Irak siyasi çizgisini savunmayı, bu temelde Irak’ın yeniden yapılanmasına Kürtlerin aktif katılımını ve bunları sağlayacak şekilde Güney Kürdistan’da ve Irak’ta halkın tüm kesimlerinin demokratik örgütlülüğünü ve eylemini geliştirmeyi uygun bulmuştur. Tüm bu tartışmalar içerisinde Başkan Abdullah Öcalan’ın durumunu özenle ele alan Yürütme Konseyi Toplantımız, uygulanan ağır tecrit ve izolasyon, sağlık koşullarının bozulması, yaşamına yönelik tehditler, Avukat ve yakınları ile görüşmesinin engellenmesi ve son 3 haftadır da görüştürülmemesi nedenleri ile AKP hükümetini uyarmayı gerekli görmüştür. Başta Türkiye yönetimi olmak üzere tüm uluslararası ve bölgesel güçleri, Başkan Abdullah Öcalan’a yaklaşımın Kürt halkına ve Özgürlük hareketimize yaklaşım olduğu gerçeğini bilerek hareket etmeye ve bu temelde barış ve Kürt sorununun demokratik çözümü için Başkan Abdullah Öcalan’ın sağlığı ve özgürlüğü ile ilgilenmeye çağırmayı uygun bulmuştur. Kürdistan’ın dört parçasındaki ve dünyanın dört bir yanındaki halkımızı ise, 14-15 Şubat’ta geliştireceği genel boykot ve eylemsel tutumla komployu lanetleyip Önderliği sahiplenerek Önderlik-Halk bütünleşmesini tüm dünyaya bir kez daha göstermeye çağırmayı kararlaştırmıştır.
Yürüttüğü kapsamlı siyasal tartışmalar ve aldığı siyasal kararlarla birlikte Yürütme Konseyi Toplantımız, 3 aylık pratik örgütsel faaliyetleri de değerlendirmiştir. Pratik örgütsel çalışmalarda sağlanan gelişmelere önemle vurgu yapan toplantımız, bununla birlikte çalışmalarda yaşanan hata ve yetersizlikleri de tüm boyutları ile ele almıştır. Bazı sorunları yeni kuruluş olmanın sorunları olarak değerlendirip çözüm yollarını tespit ederken, KONGRA-GEL’ in örgüt sistemine, çalışma tarzına, işleyişine ve birliğine gelmeyen hatalı anlayış ve tutumları da eleştirmiştir. Özeleştirel yaklaşımla KONGRA-GEL bünyesinde Önderliğin öngördüğü yeni zihniyet ve çizgi temelinde kendini yenileme, örgüt sistemini geliştirme ve birleşme kararlılığı ortaya çıkmıştır. Bu temelde kendini yenileyen, pratik kararlılığını ve birliğini geliştiren Yürütme Konseyimiz, önüne koyduğu kapsamlı siyasal ve örgütsel görevlerle birlikte yeni Genel Kurul Toplantısı’nı baharda yapmayı kararlaştırmıştır. Mevsim itibarı ile ciddi zorluklar ortamında gerçekleşen Yürütme Konseyi İkinci Toplantımız, her türlü inkar, imha ve parçalamaya dönük saldırıları boşa çıkarmış, KONGRA-GEL’ in birlik ve mücadele kararlılığını geliştirmiştir. Bu temelde bundan sonra da gelişebilecek planlı saldırıları boşa çıkarma iddia ve gücümüzü daha da geliştirip pekiştirmiştir. Önümüzdeki tarihi görevleri böyle bir ruh ve anlayışla, yaratılan kararlılık ve birlikle başarmaya yönelirken, tüm kadro ve çalışanları bu çabaya aktif katılmaya ve tüm halkımızı da KONGRA GEL saflarında örgütlenip birleşerek Özgürlük ve demokrasi mücadelemizi daha da yükseltmeye çağırıyoruz. 13 Şubat 2004
Sayfa 30
Şubat 2004
Serxwebûn
Her türlü y›k›c›l›¤a ve bozgunculu¤a karfl› ÖNDERL‹K Ç‹ZG‹S‹NDE KONGRA GEL BAYRA⁄INI YÜKSELTEL‹M Önderliğimiz en temel karakterinin örgütsel çizgi savaşçılığı olduğunu belirtmektedir. Mücadele tarihimiz boyunca ortaya çıkan bütün provokatif tasfiyeci eğilimler, yıkıcı ve bozguncu tutumlar karşısında başarı Önderliğimizin bu temel karakteri ve bunun pratik mücadeleye dönüşmesi ile elde edilmiştir. Şimdi ortaya çıkan bu son yıkıcı ve bozguncu eğilime karşı da hepimizin Önderliğimizin bu temel özelliğini esas almamız ve bu temelde net bir tutum sahibi olarak örgütsel birliğimizi koruyup Özgürlük mücadelemizi geliştirme doğrultusunda bu eğilime karşı açık mücadele etmemiz gerekir. Bunun için, öncelikle bu eğilimi doğru tanımamız ve nasıl Önderlik karşıtı olduğunu net görmemiz gerekir. Diğer yandan bu eğilimin karanlık dış bağlantılarını ve tasfiyeci amaçlarını derinliğine anlamamız lazımdır. Bu bilinç ve onun yarattığı büyük kararlılıkla, sırtını uluslararası komploya dayayan ve örgütümüzü içten dağıtıp tasfiye etmeyi amaçlayan her türlü yıkıcı ve bozguncu eğilime karşı Önderlik tarzıyla mücadele etmemiz gerekir. Biz Başkanlık olarak, Önderliğimizin “görevine sahip çıksın” talimatının ge-
reğini yerine getirmek üzere bu yıkıcı ve bozguncu eğilimi bertaraf ederek hareketimizin birliğini sağlamak ve KONGRA-GEL çizgisinde pratik çalışmaları geliştirmek üzere mücadele etmeyi esas almış bulunuyoruz. Tüm arkadaşlarımızın, örgütümüzün ve halkımızın katılımıyla, birlik ve bütünlük içinde geliştirecekleri mücadeleyle kesin başarılı olacağımızı da inanıyoruz. Bu mücadelede Önderlik tarzına sıkı sıkıya bağlı kalacağımızı, yıkıcı ve bozguncu tutumları bertaraf ederken tüm arkadaşlarımızın birliğini sağlamayı esas alacağımızı belirtiyoruz. Bu çerçevede özellikle bu eğilimden etkilenen, bilerek veya bilmeyerek bu eğilime şu veya bu ölçüde katılan tüm arkadaşlarımızı yeniden bir durum değerlendirmesi yapmaya, Önderliğimizin istediği özeleştirel yaklaşımı göstererek bu eğilimin etkilerinden kurtulup Başkanlığımız etrafında KONGRAGEL birliğine katılmaya çağırıyoruz. Geçen süreçte şunu net olarak gördük: Dıştan gelen uluslararası komplonun saldırılarıyla içten gelen yıkıcı ve bozguncu dayatmalar birdir ve hareketimizi tasfiye etme amacında birleşmektedir. Bu nedenle dışta uluslararası komploya karşı mücadeleyle içte yıkıcı ve bozguncu eğilime karşı müca-
dele de birdir ve ortaktır. Yıkıcılığa ve bozgunculuğa karşı geliştireceğimiz birlik mücadelesi, aynı zamanda uluslararası komploya karşı yürüttüğümüz önemli bir mücadele olmaktadır. Yıkıcı ve bozguncu eğilimi bertaraf edip Özgürlük hareketimizin birliğini sağlayarak altıncı yılında uluslararası komploya ölümcül bir darbeyi vurmuş olacağız. Bu temelde tüm arkadaşlarımızı, uluslararası komploya karşı mücadele etmenin temel bir biçimi olan her türlü yıkıcı ve bozguncu eğilime karşı net kararlı tutum almaya, bu konuda her türlü zayıf ve siyasal değeri olmayan özelliği aşmaya, hareketimizin birliğini ifade eden Önderlik çizgisinde birleşmeye, Başkanlığımız etrafında kenetlenerek ve birleşerek her türlü tasfiyeciliğe karşı kararlılıkla mücadele etmeye çağırıyoruz.
m
Özgürlük hareketimiz ve onun KONGRA-GEL biçimindeki yeniden yapılanması dıştan gelen imha amaçlı komplocu saldırıyla birlikte, içten de böyle bir provokatif-tasfiyeci dayatmayla, bozguncu, yıkıcı ve parçalayıcı bir eğilimle yüz yüze gelmiştir. Bu eğilim ideolojide dar milliyetçi, politikada sağ liberal, pratikte teslimiyetçi, kadın yaklaşımında köleleştirici, örgütte dağıtıcı, yönetim tarzında ise ezici ve bitiricidir. Bütün bu özellikleriyle Önderlik çizgisi ve tarzının dışındadır, KONGRA-GEL karşıtıdır. Bu eğilimin geçmişi ’92 Güney savaşındaki teslimiyetçi tutuma ve ’93 yılındaki erken iktidar hastalığına dayanmaktadır. Önderliğimizin ve hareketimizin bütün iyi niyetli yaklaşımlarına ve kazanımcı çabalarına rağmen, geçen on yıllık süre içerisinde gerçekçi bir özeleştiriyle bu eğilimin aşılması sağlanamamıştır. Bu eğilim özellikle 15 Şubat komplosundan sonra ben-merkezci ve diktatöryal yapısıyla yönetimimizin ve örgütümüzün gelişimini engellemiş, ABD’nin Irak’a müdahalesini ve Irak’taki gelişmeleri fırsat bilip kendisi-
Değerli arkadaşlar
.c o
Değerli arkadaşlar
ne zemin yaparak Önderlik çizgisine ve KONGRA-GEL oluşumuna karşı kendisini açıkça dayatır bir noktaya ulaşmıştır. Ortadoğu’da köklü değişim sürecinin başladığı ve bunun Kürdistan’ı derinden etkilediği bir dönemde teslimiyetçi ve dağıtıcı bir dayatmada bulunarak Özgürlük hareketimizin bu süreci başarıyla değerlendirmesini ve Kürt sorununun demokratik çözümünü geliştirmesini sabote etmeye çalışmıştır. Özgürlük hareketimizin tarihinde Tekoşin olayıyla başlayan ve Semir provokasyonuyla devam eden bir dizi yıkıcı ve bozguncu eğilim yaşanmıştır. Bu tasfiyeci çizgi, kendini güçlü gören ve aileciliği kullanan Fatma-Avukat provokasyonundan Şenerciliğe, oradan kendini Şemdin Sakık kişiliğinde somutlaştıran işbirlikçi çeteciliğe ulaşmıştır. 15 Şubat komplosu ardından Dr. Süleyman öncülüğünde gelişen işbirlikçi çete kalıntılarından Nasır inkarcılığına ve komploculuğuna kadar birçok bozguncu dayatmaya da hareketimiz maruz kalmıştır. Ferhat ve Botan şahsında yaşanan sağ teslimiyetçilik ve inkarcılık, mücadele tarihimiz boyunca ortaya çıkan bütün bu yıkıcı ve bozguncu eğilimlerin sonuncusu, onlarla benzer yöntemleri kullanan bir toplamı olmaktadır.
we
Bafltaraf› sayfa 10’de
– Kahrolsun uluslararası komplo! – Kahrolsun her türlü bozgunculuk ve yıkıcılık! – Yaşasın Apocu çizgide gelişen Özgürlük ve demokrasi mücadelemiz! – Biji Serok APO! 25 Şubat 2003
w. ne
te
BELED‹YEC‹L‹K YERYÜZÜNÜ KURTARMA HAREKET‹D‹R
Bafltaraf› sayfa 11’de
ww
2002 genel seçimlerinde AKP’nin bire bir ilişki geliştirmede gösterdiği çaba ve elde ettiklerinin seçimlerin sonuçlarında önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Kentsel mekanların insani ilişki ve özellikler konusunda yarattığı yabancılaşma, günlük yoğun çalışmanın bunaltıcı etkisi, kapitalist zihniyetin bireycileştiren ve toplumu atomlarına bölen yaklaşımları karşısında moral değerlere duyulan ihtiyaç, cemaatçi anlayışların gelişmesine yol açmaktadır. İnsanın kolektif ve paylaşımcı özellikleri, yabancılaşmanın giderilmesinde temel dayanaklar durumundadır. Bu konuda bütün parti çalışanlarına ve en geniş kesimlere, günlük ilişkileri demokratik mücadelenin hizmetine sunacak anlayışla yürütme bilincinin ve duyarlılığının verilmesi, önemli gelişmeler yaratacaktır. Kuşkusuz adayların bu konuda özel bir rolleri olduğu bilinciyle halkla ilişkiler geliştirmesi, bilinen çevreler dışında yeni çevrelere açılması da önemlidir. Halkın, parti taraftarlarının harekete geçirilmesinde parti örgütlerinin kampanyaya özgü bir örgütlenme geliştirmesi gereklidir. Geçmişte komisyonlar şeklinde geliştirilen bu çalışmaların en temel yetersizliği, üst örgütlerin talimatlarıyla yetinilmesi olmuştur. En geniş kesimlere ulaşma ve pratikleşme, bu örgütlerin temel hedefi olmalıdır. Ulaşılan taraftarların pratik örgütsel ilişkiler çerçevesinde harekete geçirilmesi, DEHAP’ı demokratik kamuoyuna anlatmadaki yetersizliğini aşılmasını sağlayacaktır. En etkili ve verimli ilişki tarzının yüz yüze, canlı ve ortak değerler yara-
tan ilişki tarzı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Doğru bir bilgiyle donatılmış birey, gönüllü bir propagandacıdır. Böylece sürekli genişleyen bir çevre, büyüyen kitle gücü, işlevsel ilişki ağı ortaya çıkacak ve bu aynı zamanda parti çalışanlarının yükünü de hafifletecektir. Bütün bu gelişmelerin sağlanmasında parti örgütlerindeki yöneticilerin kendilerini tarz, tempo, yöntem ve anlayışta yenilemeleri zorunludur. Hazır kitle gücüyle yetinme, marjinal bir tutumdur ve demokrasi mücadelesinin başarısını isteyen hiç kimse bu yaklaşımı benimsememelidir. Özgürlük mücadelesinin yarattığı kitle gücüne dayanarak, yeniyi yaratmadan yaşamak bir rantçılık biçimidir ve aşılmadan başarılı çalışma yürütülmesi beklenmemelidir. Her partili; genç yaşlı, kadın erkek, yönetici kadro, yeni taraftar kazanmayı çalışmasının temel hedefi haline getirdiğinde başarılı bir parti çalışması gelişebilir. Başka türlü işleyen bir örgütten, gelişen bir demokrasi mücadelesinden bahsetmek mümkün değildir. Parti örgütünün görevi de, ilk pratik adım ve çabayla kitlelere örnek olmaktır. – Yerel yönetim seçimlerinde kadın, gençlik ve diğer kesimlere düşen görevler nelerdir? – Özgürlük mücadelemizin öngördüğü toplumsal yaşamın gerçekleştirileceği temel alanlardan biri olması itibariyle yerel yönetim seçimlerine katılım, toplumun tüm kesimleri açısından önemli olmaktadır. Toplumun en temel renklerinden olan kadın ve gençliğin
bu alandaki etkinliği ayrı bir anlam ve önem arz etmektedir. Bu kesimlerin katılımı yalnızca kendilerinin katılımıyla sınırlı olmayacak, diğer toplumsal dinamiklerin de etkin katılımı anlamına gelecektir. Gençlik ve kadının bu sürükleyici özelliği, tüm toplumsal kesimler içinde yer almasından kaynaklanmaktadır. Aileden okula, iş alanlarından sanat çevrelerine, siyasal alandan sivil toplum alanına kadar birçok alanda yer alan kadın ve gençlik daha genel, daha geniş, aynı zamanda daha özgün talepleriyle çok renkli, katkı sağlayabilecek ve üretken olabilecek bir potansiyel taşımaktadırlar. Yerel yönetim alanlarında eğitim, kültür, sanat, sportif etkinlikler vb çalışmalarda çok yönlü projelerle, toplumsal dönüşümde belirleyici rol oynayacak bu kesimlere oldukça önemli görevler düştüğü açıktır. Kürdistan’ın demokratik ekolojik toplum paradigması ile inşasında, ekolojik toplum felsefesinin tamamlayıcılık ve bütünlük esprisiyle halkların kardeşleşmesinde yine bir arada ve barış içinde yaşamasında birleştirici rol oynayacaklardır. Bu anlamda seçim çalışmalarında gençlik ve kadının sıradan katılımı kabul edilemez. Böylesi bir duruşun özgürlük mücadelemizin kazanımlarının yaşamsallaştırılamaması ve büyütülememesi olduğu unutulmamalıdır. Kadına ve gençliğe seçimlere katılımda belirlenen kotaların da ötesinde bir katılım görevi düşmektedir. Yönetimlere bizzat aday olmanın yanında, projeler geliştirme, toplumun vicdanı ve adalet duygularının temsili olma gerçeği ile se-
çimlerin demokratik yöntemlerle gerçekleştirilmesinde gözetleyici ve usülsüzlükler konusunda da tutum sahibi olması; ajitasyon ve propaganda çalışmalarında aktif yer alması, seçim süreci ve sonrasında son derece belirleyici olacaktır. Halkımızın özgürlük taleplerinin kendi talepleriyle birleştirilmesinin Özgürlük Önderimiz Başkan Apo’nun özgürlüğünden geçtiğinin bilinciyle, seçim çalışmalarının çok yönlü yürütülmesinde de önemli rol yine kadın ve gençliğe düşmektedir. Sürece katılımına böylesi bir rol biçtiğimiz kadın ve gençliğin yanında her sınıftan, kesimden, inanıştan bireylerin de aynı bilinçle seçim çalışmalarına katılımı, toplumsal bütünlük açısından etkileyici olacaktır. Emekçilerin sosyal, siyasal, ekonomik ve diğer taleplerinin ortak bir mücadele esprisiyle kazanılacağı, tartışmasız bir gerçektir. Milyonlarca insanın işsiz ve açlık sınırlarında yaşadığı bilinmektedir. Çocuklar, yaşlılar yarınlarına dair güvencesi olmayan bir yaşam sürdürmektedir. Ortak talepleri, birleşik bir mücadele ile elde etme temelinde Kürdistan’da, Türkiye’de ve uluslararası alanda uygun koşulları yaratma ve imkanları zorlamanın yerel yönetimlerde mümkün olduğu unutulmamalıdır. Dayanışma ve üretim, imkansız gibi görünen birçok statü ve geleneği kıracaktır. Bunun için “kendi işini kendin yap” belirlemesi ile devletten ya da başka yerden beklemeden yoğun bir çalışma içine girerek sorunları çözmek mümkün olacaktır. Bunun zemini de yerel yönetimlerdir. İşçinin, köylünün, işsizlerin, çeşitli meslek grupları-
nın, memurların, evlerden başlamak üzere mahalleleri, giderek bütün kenti kapsayacak demokratik ve özgürlükçü bir yapılanmayı yaratmadaki rollerini görmeleri ve hemen bugün bu görevlerini üstlenmeleri önemlidir. Kent yaşamı, kentlinin yaşamıdır. Bu nedenle kentteki bütün kurumlarda o kent sakinlerinin kendileri yer almalıdır. Örneğin ülkemizde 15 yılı aşkın süren savaşta ordu güçlerinin yakıp yıktığı evleri, köyleri yeniden kurmak, bu sorunla karşı karşıya olan halkımızın dayanışması ile başarabileceği bir çalışmadır. Önderliğimizin “belediyecilik yeryüzünü kurtarma hareketidir” belirlemesinde dile getirdiği yaklaşım, tüm toplumsal kesimlerin seçimleri ele almasındaki temel espri olmak durumundadır. Kürt halkının kaderi bir avuç siyasi elitin elinde değildir, olmamalıdır. Bunun için son derece inançlı, kararlı, iddialı bir şekilde önümüzdeki süreci aktif propaganda ile geçirmek gerekmektedir. Tüm özgürlükçü kurumlarda suni ayrılıklara ya da çatışmalara düşmeden, özgürlük ve kardeşlik ekseninde büyük ve güçlü birlik duygularıyla sürece yüklenilmelidir. Güç birliği yapılan partilerle de, ilkeli ve dostluk temelinde dayanışma geliştirmek, bunu tabanda kurulacak ilişkilerden başlatıp derinleştirmek önemlidir. Zira yapılan güç birliğine yaklaşımımız dönemsel değildir. Çalışmalar bu çerçevede ortaklaştırılmalıdır. Böyle yaklaşıldığı taktirde hem bu seçimlerde başarılı bir sonuç alınacak hem de halklarımızın yarınlarının kazanılmasında sağlam adımlar atılmış olacaktır.
Serxwebûn
Şubat 2004
Sayfa 31
DE⁄‹fi‹MDE SANAT VE KÜLTÜR
Ortado¤u halk geçekli¤i kültürel bir zenginli¤i ifade etmektedir
O
rtadoğu kültür birikimi zamanın bilimsel teknik gelişimine ayak uyduramaması onun çağdaş bir düzeye ulaşmasını engellemektedğr. Bu konuda ne kendi kültürel zenginliğinden vazgeçip basit bir taklitçi ne de sorgulamadan kabullenme ile teslim olma yolunu seçmemektedir. Kendi duruşunda ilkesizliği yaşamaması geçmişte bir direniş gibi görünse de özünde kendi öz dinamiklerine dayanarak antitez ve sentez halinde bir
etmek, kültür sanatı kendine yaşam biçimi olarak alanların temel görevidir. Günümüzde yok olmaya giden halkların kültürel değerleri de ancak böyle korunur. Yeni örgüt modeli halkların kültürel zenginliğinin korunması için her türlü örgütlülüğü ve çalışmayı destelediği gibi, bu çalışmaların aktifleşme zeminini yaratmak için siyasal mücadele yürütür. Ancak ‘kültür sanat örgütlü olmalı mıdır? Siyaset ile bağı olmalı mıdır?’ vb soruları hala çalışmaların önünde bir engel olarak durmaktadır. Toplumu ilgilendiren, her şey sanatın konusu olduğuna göre siyaset ile bağı güçlüdür. Sanatçı siyasetçi değildir, ama toplum yaşamının gelişimi önündeki engelleri, her türlü hiyerarşinin yarattığı gerilikleri anlamak ve bununla mücadele etmek durumundadır. Bu konuda dönem dönem çok dogmatik bir uygulamaya giden kurumlarımız da oldu. Sanatçının yaratıcı dünyasını dar kalıplara koyan, birbirine benzetmeye çalışan tutumlar geliştirici olmadığı gibi, kaçırtıcı da oldu. Salt siyasetin bir aracı olarak gören, yaratım özgürlüğünü sanatçının inisiyatifine bırakmayan tutumlar Kürt kültür ve sanatının gelişiminin önünde engel olmuştur. Bunun yanında “sanatçı örgütlü olmaz, kural olmaz” demek de bir o kadar gerileticidir. Çok örgütlü olan, insanı her alandan kuşatan emperyalist yaşam kültürü karşısında örgütlü olmayı istememek, sisteme hizmet anlamına gelir. Bu anlamda yeni örgüt modelinin anlaşılması, kültür sanat alanında doğru örgütlenebilmek açısından önemlidir. Doğal ve iradi katılım en çok sanat alanı için geçerlidir. Sanat ortamında rahat, özgüce dayanan katılım yaratıcılığın gereği olmakla
birlikte, sanat kendine özgü bir disiplini de içerir. Sanat örgütlü bir üretimi gerektirdiği kadar, bireysel üretime dayanır. Bunlar birbirini yadsıyan şeyler değildir. Birey ve toplum arasındaki optimal dengeyi sağlamak, bu alanda daha verimli ve sürekli üretimi de getirecektir. Herkesin kendisini özgürce, iradeli kattığı, ama bir o kadar da örgütlü olduğu anlayış ve çalışma sistemlerine önemli oranda kavuştuk. Bizdeki zihniyet gelişimi eski tarz ve alışkanlıkları aşmada, her alanda daha profesyonel, daha ilkeli katılımda dikkate değer bir düzey getirmiştir. Tüm fikir farklılıklarına rağmen, herkesi ortaklaştıran ilkeli, demokratik bir tarza ulaşmada aldığımız mesafe bizi güçlendirmiştir. Her kültürün, sanat faaliyetinin yaratmak istediği bir toplum biçimi vardır. Onun ilişkisini, hedeflerini, yaşam ve çalışma tarzını anlatır. İşte KONGRA-GEL’in de Ortadoğu’da yaratmak istediği demokratik topluma giderken, onun yaşam ölçülerini, eleştiri gücünü, değer yargılarını ve geriliklerin aranmasını sanat üstlenecektir. İnsanın hem doğa ve hem de toplum ile ilişkilerinin yeniden düzenlendiği bir Ortadoğu istiyoruz. Yaratıma dayanan kültürü yeniden canlandırıp, yıkımı, cinayeti, gericiliği, kuruluğu dayatan yaşamı dönüştürmek istiyoruz. Bunun için zihniyette devrim önceldir. Yaratım ve sınırsız üretim, insanlık için eşit paylaşım bu topraklara has bir kültür yaratırken, bunun ters yüz edilmesi en fazla bu kültürü yaratan halklara zarar vermiştir. Bu anlamda sömürü, baskı bencillik, emeksizlik gibi kavramlardan uzak, öz dinamiklerin mücadele etmeleri ve bu mücadele de öncü rolünü oynamaları gerekmektedir.
om
özellikleridir. Kültürü derinliğine yaşıyor olması, Kürt toplumunu tanımlayan farklılıkların arılığını ortaya koymasını, ölçülerin, değer yargılarının, alışkanlıkların gelişmesine, güçlenmesine yol açan bir neden olmuştur. Bütün yayılanların ele geçirmek istediği bir coğrafya olmasından kaynaklı olarak sürekli gelişen mücadele, Kürt kültüründe derin izler yaratmıştır. Feodal dönemde feodal kültürü derinliğine yaşamış olan Kürtler kapitalizmin ile birlikte çağ dışında kalmıştır. Kültürel değerlerdeki gerilikle üretimdeki gerilik arasındaki bağ bu dönemde belirginleşmiştir. Ancak kültürün tarihsel derinliği erimesine izin vermediği gibi başkalaşmasının da önü almıştır. Bu nedenle Kürt kültürünün sorunlarının başında çağın bilimsel gelişimine denk bir düzeye taşırılması gelmektedir. Sınır tanımayan bilimsel teknik gelişim dünyasında feodal dönemden kalan değer yargılarını ve kültürü taşımaktadır. “Kendini koruyamama veya Kürt kültürünün erimesi” –ki mücadele bunu önemli oranda önledi– gibi tehlikelerden öte, yenilenememe, çağın gerekliliklerine uyamama, tüketim kültürünün içinde kendini koruyamama gibi sorunları taşımaktadır. Kültür kurumlarımızın, sanatçılarımızın en önemli görevlerinden birisi de budur. Kültüre sahiplenmek ve korumak onu geliştirmek ile olur. Eski çağın değer yargıları ile günceli karşılamayacağımız bir gerçektir. Bu nedenle demokratik bir toplumun yaşam ölçüleri, değer yargıları ve beğeni ölçüleri hedef alınarak bir çalışma yürütülmeli ve mücadele verilmelidir. Yoksa sadece varolanı korumak üzerinden yapılan kültür sanat çalışması aşılmak ile yüz yüzedir. Yeni olanı yaratmak, yaşama yansıtmak ve halka mal
we .c
Değişim ve gelişim üretimin farklılaşması ile oluşur. Böylesi toplumlar özellikle Ortadoğu coğrafyasının binyıllardır içinde bulunduğu çıkmazın kapıları bu sorunun çözülmesiyle aralanacaktır. Gelişen bilim, teknik ve iletişim ağının yarattığı kolaylıklar yaşama önemli farklılıklar ve yeni alışkanlıklar kazandırırken; Ortadoğu’daki inanç, ilişki, ütopya ve yaşamın diğer alanlarındaki tutuculuk, tekrar ve dogmatizm en temel kültür haline gelmiştir. Ortadoğu kimliğinin oluşum tarihi ve kendi içinde oluşturduğu sistem, on bin yıllık bir geleneğin sonucu olduğundan bunun hızlı bir değişime uğraması veya başka kültürleri taklit etmesi beklenemez. Üretimi ve tüketimi kendine has oluşmuş ve bununla diyalektik bir biçimde dil, ilişki, gelenek ve düşüncesini geliştirmiş bir kültür mirasına sahip tüm halklar, değişimi ve yenilenmeyi kendi öz yaratımları ve bunun eylemi üzerinden gerçekleştirecektir.
başlangıç özelliği taşıyor. Avrupa uygarlığının antitezi, Ortadoğu’nun kendi yaratımları ve değer yargılarının dönüşmesi ile gelişir. Bu, Ortadoğu’yu karanlık bir dünyada bırakan, onu kültürel değerlerin çağdaş dünya ile birleşmesini engelleyen gerici zihniyet özelliklerinden arınması anlamına gelmektedir. Kültürel derinlik ve geleneğin güçlülüğü yeniyi yaratmada potansiyel bir zemin olarak durmaktadır. Bugüne kadar gelişen tüm siyasal rejimler ve kültürel sömürü politikaları Ortadoğu gerçeğini ne eritebilmiş ne de çözümleyebilmiştir. Bunun için demokratik uygarlıksal gelişime doğru adımların atılması ki, bu asgari bir Rönesans, reform ve aydınlanma ile olacaktır. Öncelikle kendi tarihi kültürel mirasını yaratımlarını ve gücünü tanımaya ihtiyacı vardır. Bu konuda bilimden ve tarihten uzaklık, dogmatik düşünce ve yaşam tarzı cahilliği ve yabancılaşmayı getirmiştir. Bilimin ve çağdaş demokrasinin değerleri ile doğru buluşma, bu güce kendi yaratımları ile katılma insanlığın en temel sorunlarının en köklü çözümünde belirleyici rol oynatacaktır. Ortadoğu halk geçekliği kültürel bir zenginliği ifade etmektedir. Bunun için de en özgün, gelecekte yeni değerlere temellik yapabilecek niteliği en fazla içinde barındıran Kürt kültürü olmaktadır. İnsanlık ilk toplumsallaşmayı Mezopotamya’da gerçekleştirdiği gibi, uygarlıklar da bu alanda gelişme göstermiştir. Ticaret merkezlerinin ve yollarının Ortadoğu’dan geçiyor olması ve zenginliğin yol açtığı savaşlar, kültürlerin aktığı bir alan olma özelliğini veriyor. Kürtlerin tarih sahnesinden silinmemesini, büyük istilalara rağmen ayakta kalmasını sağlayan ve tükenmelerini önleyen kültürel
te
Bafltaraf› sayfa 20’de
KÜRESELLEfiME OLGUSU VE KÜRESEL DÜNYA D
ww
w.
ar, etnik ve milliyetçi temelleri aşan Ortadoğu federasyonu temelinde özgür ve demokratik birliği ısrarla vurgulanmasına rağmen, bizim bu temaları yeterince işleyemediğimiz ve buna göre düşünmediğimiz için bu konuda fazla başarı kaydettiğimiz söylenemez. Burada soyut bir evrensellikten, evrensellik temasından bahsedilmiyor. Evrensel düşünmek, yerel yaşamak; yerel düşünmek, evrensel yaşamak gibi mevcut kavramları karşı karşıya değil de, iç içe geçiren bir yaklaşımın sahibi olmak gerekiyor. Mücadeleyi de bu temeller üzerinde inşa etmek çağımızın temel özelliklerindendir. Kısaca kendi diplomatik faaliyetlerimizi günümüzün yaşayan ve canlı gerçekleri ışığında yeniden değerlendirmeli ve kurulaştırmalıyız. Bu her şeyden önce halkların gerçek gücüne, mücadelesine dayanarak mümkündür. Bu elbette zor ve güç bir iştir. İşte devrimcilik de tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Yoksa gidip bazı devletlere dayanarak veya bunların sunduğu imkanlara yaslanarak ne siyaset yapılabilir, ne diplomasi ve ne de demokrasi mücadelesi başarıya ulaşır. Artık bu tarz bir mücadele yöntemini terk etmek gerekiyor. Bizim açımızdan stratejik olan halkların dayanışması ve birlikteliğidir. Devletlerle ilişki olsa olsa taktik bir sorundur, taktik bir ilişkidir. Burada bir düzeltmeyi yapmak gerekiyor. Bizim açımızdan stratejik olan halkların küresel demokrasisini savunan ve bunun mücadelesini veren örgütlenme ve mücadelelerdir. Bunlardan en önde geleni Dünya Sosyal Formu’dur. Bu forum ilkin ’92 yılında Brezilya’nın Sao Palo kentinde yüzü aşkın örgüt, sendika vb kesimlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir platformdur. Bu forumun temel amacı şudur: Geleceğe yönelik büyük umutların yıkılışı, devrimciliğin derin bunalımı, yenilikçiliğin nefesinin tükenmesi, pragmatizmin günbegün fikirleri ezmesi, büyük bir tasarı gerçek-
leştirmedeki güçsüzlük, etnik veya ırkçı, etno merkeziyetçilik çatışmalarının ya da çıkar çatışmalarının artması, fikir çatışmalarının zayıflaması, ekolojik bunalımın yarattığı tehlikeler vb birçok sorunun tartışılması ve çözüm önerilerinin geliştirilmesidir. Bütün bunlar mevcut parti ve sendikal yapıların köhneleşmesini, katılımın zayıflamasını besliyor. Sosyal forum bir bütün olarak gezegen ölçeğinde yaşanan sorunlara çözüm üretme amaç ve iddiasını taşıyarak, başka bir dünya vizyonunun mümkün olabileceğini göstermektedir. Finans çevrelerinin devlet başkanları, başbakanları ve çok uluslu şirketlerin üst düzey yöneticileri, kurumlaşmış düzen aydınları ve gazeteci üstadların her sene İsviçre’nin Davos kentinde bir araya gelerek oluşturdukları Dünya Ekonomik Formu’nun tam karşısındadır. Gündemleri tamamen birbirinin karşıtdır. Davos’ta kapitalistlerin ruhu, Sosyal Forum’da emekçilerin, ezilenlerin ruhu yaşamaktadır. Dünya Sosyal Formu Şubat 2001’de Brezilya’nın Forto Allegre kentinde on binleri aşkın bir sayıyla toplandı. Bu formun Porte Allegre’de yapılmasının iki temel nedeni vardı: Birincisi, Porte Allegre kuzeyde değil, güneyde yer alıyor. İkincisi hem Porte Allegre’nin belediye başkanı hem de bu şehrin içinde bulunduğu eyaletin yöneticisi Brezilya’nın önde gelen sol partisinden (PT) ve bu partinin lideri olan Lula gibi bir kişi olmasından kaynaklanmaktadır. Yine 2004 yılında bu forum yüz binleri aşkın bir kitle ve iki bin beş yüzün üzerinde örgütün katılımıyla Hindistan’ın Bombay kentinde gerçekleşti. Bu forum hakkında çok detaylı ve ayrıntılı bilgi sahibi değiliz. Sadece genel hatlarıyla bildiğimizden dolayı somut değerlendirmelere gitmekte güçlük çekmekteyiz. Bu konuda gereken bilgiler, belgeler elimizde olmuş olsaydı, daha somut değerlendirmeler yapmak mümkün olurdu. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bu foruma katılan bir Asyalı devrimci entelektüelin de belirttiği gibi, “Davos geçmiştir, Porte Allegre gelecektir” be-
lirlemesine katılmamak elden değil. Evet, Davos geçmiştir, Davos toplantıları giderek günümüzde güçlüklerle karşılaşıyor ve yararları giderek azalıyor. Ama Davos’da bir araya gelen kapitalistlerin ruhu kolay kolay teslim olmayacaktır. Porte Allegre gelecektir. Bu hareketler dünya ölçeğinde seferber olma ve ittifaklar geliştirme görevini yerine getirmeye başlamış ve yeni bir militan ruh yaratmaya başlamıştır. Bir zamanlar tüm hristiyanların birliğini savunan Ekümenizmi dünyadaki tüm devrimci, demokrat, sosyalist vb tüm kesimleri bir araya gelip mücadele verecekleri Dünya Ekümenik Solu olarak anlayabilmeli ve bizde bu temelde yerimizi alabilmeliyiz. Bu konuda bizim katılım düzeyimizin mutlaka olması gerekiyor. İçinde yaşadığımız dünyada sadece birbirine hasım ideolojiler, birbirine düşman ırklar çatışmıyor. Yarım yüzyıldan beri göz alıcı bir biçimde değişen yalnızca toplumlar ve devletler değil, fikir yaşamı da büyük değişikliğine uğradı. Ondaki olağanüstündeki yoğunluk, çağımıza temel niteliğini vermektedir. Bu da insanın gücünü koyuyor ortaya. Tarihin hızlanışı da asıl bu alanda en iyi görülmektedir. Son birkaç on yıldır sürüp giden köktenci değişimlerin etkilemediği hemen hemen hiçbir alan yoktur. Yaşamın tüm gözeneklerine adeta kendisini dayatmaktadır. Mevcut durumda günümüzün koşullarıyla uyum gösterebilecek ve onları dönüştürebilecek yeni politik analizler, fikirler, mücadele araç ve yöntemlerine ihtiyaç vardır. Önderlik günümüzde yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin arkasındaki temel dinamikleri de içeren kapsamlı bir manifestoyla 21. yüzyılın temel eğilimlerini, ihtiyaçlarını ve tüm yaşamını yeniden düzenleyebilecek kapsam ve derinlikte yepyeni bir politik analiz, teorik çerçeve ve buna denk mücadele ve örgütlenme biçimlerini ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Bu açıdan gereken teorik değerlendirmeler fazlasıyla mevcuttur. Sorun buradan kaynaklanmıyor. Asıl sorun sisteme bir
ne
Bafltaraf› sayfa 22’de
alternatif olma özelliğini taşıyan ve her açıdan bu sistemi aşan bu teorik çerçeveyi kendine uygun mücadele araçlarına, örgütlendirmelerine kavuşturmaktır. Biz şu anda tam bir güzergahtayız. Ya bu güzergahta güçlü hamlelerle ileriye doğru yüreyeceğiz, ya da dağılma ve parçalanmayla karşı karşıya geleceğiz. Tercih yapma durumumuz söz konusu değildir. Yapmamız gereken bu güzergahta tehlike ve riskleri de göze alıp –belirsizlikler de olsa– geleceğe doğru bir hamle yapmaktır. Tarihin her açıdan hızlandığı bir çağın eşiğindeyiz. Bu eşik bizi bir karar anıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Böylesi bir eşikte yüzde yüz doğru karar verme durumuna sahip değiliz. Bu tarihsel hızlanış PKK ile Kürdistan başta olmak üzere Türkiye ve Ortadoğu’da da gözle görülür bir biçimde devam etmektedir. Ağır bedeller ödenerek yaratılan bu gelişmeleri yeni bir çağa taşırmak, açıktır ki, geçmişin anlayış ve mücadeleleriyle mümkün değildir. Eski paradigma tümden aşılmakla yüz yüze. O halde Önderliğin geliştirdiği yeni paradigmaya göre düşünmek, mücadele etmek ve bunun araçlarını yaratmak hayati önemdedir. PKK eğer kendisini günümüzün yaşayan canlı gerçeğine, ihtiyaçlarına ve beklentilerine uygun yeniden yapılandıracaksa, bunu daha geniş bir ölçekte düşünerek geçmişin dar, sığ, sekter vb özelliklerinden kurtarmalı ve yönünü geleceğe vermelidir. Bu da yerel, ulusal, bölgesel ve evrensel ölçekte düşünmeyi ve mücadeleyi gerektirir. Sosyal forumda günümüzde somut bir stratejiye ve programa tam olarak sahip değilse de, giderek mücadele bu temel eksen etrafında ete kemiğe bürünüyor. Bizim de Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi olarak bu foruma katılmamız, Önderliği bu uluslararası platformlarda temsil etmemiz ve hatta aktif bir tarzda katılım göstermemiz gerekmektedir. Bu yeni paradigmanın temel özelliklerinden biridir. Bu forum vasıtasıyla Önderliği dünya kamuoyuna tanıtmak, anlatmak, ve Önderliğin tutsaklığını kaldırmak, yine Kürdistan’daki göç ve savaşın yıkımları-
nı, dil ve kültür üzerindeki baskıları aşmak için uluslararası kamuoyunun gündemine koymak ve giderek mücadeleyi buraya kaydırmak önemlidir. Yazının başında da belirtildiği gibi, günümüzde sık sık kullanılan ve içi boşaltılan küreselleşmeyi halkların temel ihtiyaçlarına göre içeriklendirmek ancak bu düzeyde bir örgütlenme ve mücadeleyle mümkündür. Bu çalışmayı yürütecek ve bunun gerektirdiği örgütlülüğü oluşturacak ayrı bir komitenin oluşturulması, çalışmanın başarısı açısından gereklidir. Ayrıca bunu temel stratejik bir çalışma olarak ele almak ve buna göre örgütlenmek gerekiyor. Salt bir gözlemci ve zaman zaman katılımcı olarak gidip katılmak, bu çalışmanın gerçeklerine uygun değildir. O açıdan bir komite biçiminde örgütlendirilmeli ve bunun gerektirdiği çalışmalar şimdiden başlatılmalıdır. Bu konuda gereken bilgiler şimdiden verilebilir, fakat daha sonra da örgütün çeşitli organlarıyla yapılan tartışmalarla netleşebilir. Yukarda belirtilen bu temel perspektif ışığında sosyal foruma ilişkin birkaç nokta daha belirtilebilir: 1- Dünyanın giderek her açıdan iç içe geçtiği bir süreçte mevcut küresel örgütlenmelerin beli başlılarında olan Dünya Sosyal Forumu içinde örgütlemek ve giderek bu foruma öncülük edebilecek kapasiteye ulaşmak, Önderliğin belirttiği ‘küresel emperyalizme karşı küresel demokrasi mücadelesi’ni yürütmenin en temel alanlarında biridir. 2- Hareketimizin üzerinde süren ve halende devam eden ulusalarası izolasyonu kaldırmak ve giderek dünyadaki devrimci, sosyalist hareketlerle bir mücadele platformunda birleşmek hareketimizin geleceğini açısında hayati önemdedir. 3- Dünya Sosyal Formu tabandan gelişen bir hareket olduğu için Önderlik perspektiflerine ve yeni paradigmanın gereklilikleriyle tamamen örtüşmektedir. Eğer eski paradigmayı aşmak istiyorsak kendimizi küresel düzeyde yeniden ele alıp örgütlendirme gücüne kavuşturmalıyız.
Çok acılı, büyük fedakarlıklarla dolu bir tarih yaşanmıştır ve bu tarihin yaratılmasında yurtsever halkımızın her ferdinin şu veya bu düzeyde gösterdiği bir emek ve çaba vardır. Kürdistan halkı, Başkan Apo’nun önderliği ve kahraman şehitlerin büyük fedakarlığı ve cesareti temelinde halk olarak emek sarf ederek söz konusu düzeyi ortaya çıkarmıştır. Bunun için ağır bedeller ödenmiş ve küçümsenemeyecek bir düzey ortaya çıkarılmıştır. Ölümün eşiğinden kurtulup bu noktaya gelmek kolay değildir. Ancak tamamen dürüstçe bir katılım, çaba, emek ve dökülen kan temelinde bu noktaya gelinebilinmiştir. Bugün Kürt halkının ulaştığı düzey bir çözüm düzeyidir. Artık gelinen aşama, özgürlük yürüyüşüne katılım düzeyini yükseltip maratonu sonuçlandırma aşamasıdır. Bütün bu tarihin bir devamı olan kararlı, tutarlı, bilinçli, öngörülü ve çağdaş bakış açısıyla kahramanca bir duruş ve mücadeleye ihtiyaç vardır. Tarihin bu önemli aşamasında bu kadar kutsal değerin takipçisi olan, başta biz kadrolar olmak üzere, tüm yurtsever halkımızın, taşıdığı büyük sorumluluğu iliklerine kadar hissedip bu tarihi yürüyüşün mirasçısı ve tamamlayıcısı olabilmek için elinden gelen bütün fedakarlığı ortaya koyması gerekmektedir. Bu kutsal yürüyüşü zirveleştirerek halkımızın büyük rüyası olan özgürlük, demokrasi ve barış içinde insanca bir arada yaşamanın imkan dahiline girdiği demokratik bir yaşam sistemini gerçekleştirmek, her militanın önündeki en önemli görevdir. Bu, boynumuzun borcu olan en temel insani görevimizdir. Söz konusu görevleri yerine getirmeden, şu veya bu ad altında yaratılan değerlerin üzerine yatmaya çalışmak, bu büyük kahramanlık yürüyüşünü zirveye ulaştırmamak, başarılı zafer yürüyüşüne bütün gücüyle katılmamak, tarih karşısında affedilmez bir duruma düşmek olacaktır.
kün olmayacaktır. Güncelin anlamını bilmek, hakkını vermek ve güncel görevlerin gerektirdiği bir pozisyona ulaşmanın çabası içine girmek, onun gerektirdiği doğru çizgi temelinde bir siyasal çizginin uygulayıcısı olabilmek de, öncelikle tarihsel gerçekliğimizi olumlu olumsuz bütün yönleriyle bilince çıkartmaktan geçmektedir. Bu çok açık ve temel bir gerçekliktir. Bu noktada fedakarlıkları ve direnişleriyle en başta şehitlerimizin bugün gelinen düzeyi yarattıkları çok açık ortadadır. Kürdistan’da hiçbir gelişme, hiçbir değer kolay yaratılmamıştır. Ortaya çıkartılan her değerin ve her yeni gelişmenin altında büyük bir emek, çaba ve direniş söz konusudur. Bunun için Önderliğimiz, Kürdistan’da mücadeleyi ‘iğne ile kuyu kazma’ya benzetmiştir. Her şeyin bitmez tükenmez emek, çaba, ısrar ve kararlılık temelinde bedel ödeyerek yaratıldığını her an bilinçte tutmak, Apocu hareketin bu gerçekliğini hiçbir zaman unutmamak, bir militanın her koşul altında doğru duruşu sergilemesi için büyük bir önem ifade etmektedir. Her şehadet ve her direniş, bu mücadelenin geliştirilmesinde bir kilometre taşı rolünü oynamıştır. Diriliş ve varolma mücadelesi bu temelde gelişmiş, boyutlanmış ve vücut bulmuştur. Başta Haki Karer olmak üzere, ilk şehadetler, hareket içerisinde direnme kararlılığını geliştirmiş ve partileşme mücadelesinin yükseltilmesine zemin olmuştur. 12 Eylül faşist hareketinin büyük bir jenosid ve vahşet uygulayarak yok etme saldırısına karşı büyük cezaevi direnişleri, dirilişe çağrı mesajı olmuştur. Mazlumların, Dörtlerin ve büyük 14 Temmuz Direnişi’nin başta tüm harekete olmak üzere, tüm Kürdistan halkına büyük çağrısı, diriliş mücadelesine sarılma çağrısıdır. Bu çağrı, şanlı 15 Ağustos Atılımı’yla pratik ifadesini bulmuştur. 15 Ağustos ile birlikte başlayan gerilla hareketi, özü itibariyle Kürt halkının diriliş kararlılığının ifadesi olmuştur. Başta bu diriliş sürecinin büyük komutanları olan Agit, Erdal ve Bedran arkadaşlar olmak üzere, yüzlerce militanın kahramanca şehadeti sonucunda Kürdistan halkı, yeniden varolmaya güçlü bir biçimde inanarak kendisini toparlamış, kendisine, değerlerine ve kur-
ww
w.
ne
te
K
ürdistan tarihinde, Apocu hareketin 31 yıllık mücadelesi bir kahramanlık destanı olarak tarihe mal olmuş bir gerçekliktir. Bu destan, harcanan büyük emek, çaba ve dökülen kanla yazılan bir destandır. Böyle bir kahramanlık çıkışı olmadan; büyük bir inanç, bilinç, cesaret ve fedakarlıkla o görkemli direnişler sergilenmeden, Kürt halkını ve toplumunu sürüklenmiş olduğu uçurumun eşiğinden çevirmek, tarihin baş aşağı gidişini durdurarak tersine çevirmek ve ölüm döşeğinde yatan, can çekişen bu halkı bugünkü çözüm sürecine taşımak, onu sadece çağla bütünleştirme değil, çağın temel amacı olan demokratik uygarlıksal gelişmenin öncüsü haline getirmek de mümkün olamazdı. Kürdistan özgürlük hareketi, bugün eğer KONGRA-GEL gibi bir zirveye ulaşmış ve büyük bir iddia ile tarih sahnesine çıkmışsa, bunun altında büyük direniş destanının kahramanlıkları, fedakarlıkları yatmaktadır. En başta Önderliğimizin büyük emek ve çabası, kahraman şehitlerimizin görkemli direnişi ve halkımızın büyük fedakarlığı bizleri bugünlere taşımıştır. Bugünlere kolay gelinmemiş, büyük bedeller ödenmiştir. On binin üzerinde militan ve gerillanın şehadeti söz konusudur. Sekiz bin civarında milis ve yurtsever halkımızdan çeşitli düzeydeki insanımızın şehadeti yaşanmıştır. Toplam on sekiz bin şehit, beş bin köyün yakılıp yıkılması, yüz binlerce insanımızın sürgüne tabi tutulması ve sürgün koşullarında yaşadığı büyük zorluklar, gösterilen fedakarlıklar vardır. Yüzbinlerce insanımız işkenceden geçirilmiş, on binlercesi uzun yıllar zindan koşullarına mahkum edilmiştir. Binlerce yoldaşımız zindan koşullarında yirmi yıl yatmıştır ve halen beş bin civarında yoldaşımız ile bütün bu değerleri ve bu süreci yaratan Önderliğimiz esaret koşulları altındadır. Bir taraftan halkımızın büyük fedakarlığı ve halen devam etmekte olan demokratik direniş mücadelesi, diğer taraftan on sekiz bin şehidimiz ve Önderliğimiz ile beraber esaret koşullarında yaşayan binlerce yoldaşımız; bütün bu gerçekliklere dayanarak bugün burada, bu koşullarda ve bu düzeyde bir örgütsel ve siyasal performansı yakalamış bulunmaktayız.
we .c
“Güncelin anlam›n› bilmek, hakk›n› vermek ve görevlerin gerektirdi¤i bir pozisyona ulaflman›n çabas› içine girmek, onun gerektirdi¤i do¤ru çizgi temelinde bir siyasal çizginin uygulay›c›s› olabilmek de, öncelikle tarihsel gerçekli¤imizi olumlu olumsuz bütün yönleriyle bilince ç›kartmaktan geçmektedir. Bu çok aç›k ve temel bir gerçekliktir. Bu noktada fedakarl›klar› ve direniflleriyle en baflta flehitlerimizin bugün gelinen düzeyi yaratt›klar› çok aç›k ortadad›r.”
Her yeni sürecin yeni yarat›c›lar› vard›r
Ö
zellikle tarihimizin bu gerçekliğini iliklerine kadar ve yaşamın her alanında hissetmeden, günümüzün temel güncel görevlerine doğru yaklaşmak ve pratik politikayı doğru ele almak da müm-
om
2003 flehitleri yeni dönemde Apocu ruhun meflru savunma çizgisindeki tezahürüdür
tuluş ümidine yeniden sarılarak geleceğe büyük bir umutla bakmanın ve bunun için gerekli örgütsel sorumluluğa ulaşmanın idrakını kendisinde yaratmıştır. 1990 sonrası gelişen şehadet kervanı, –ki mücadele tarihimizde nicel olarak en fazla şehadetlerin yaşanmaya başladığı bir süreç olmaktadır– bu değerleri katbekat arttırmış ve özellikle halk nezdinde mücadelenin daha da fazla sahiplenilmesini geliştirmiştir. Bu sürecin en önemli özelliği, bir özgürlük arayışı süreci olmasıdır. ’90’dan itibaren art arda gelişen kahramanca direniş, halkalarının temel hedefi, dirilişi yaşamış Kürdistan halkını özgürlük ve demokrasi ile bütünleştirmek ya da özgür bir ülke yaratmaya dönük mücadelenin gelişmesini sağlamak olmuştur. Bunun temel harcı olarak da her türlü fedakarlık ve kahramanlığı göze alan bir pratik sergilenmiştir. En baştan itibaren hareketimizin özünde varolan fedai ruhu, bu dönemin ortalarından itibaren Şehit Zilan ile birlikte bir taktik aşamaya ulaşarak fedai ruhunun artık sistemleşmesini ve mücadelenin gelişmesinde temel bir düzey olarak rol oynamasını beraberinde getirmiştir. Büyük inanç ve büyük kararlılık olmadan kişinin kendini bile bile feda etmesi mümkün değildir. Ancak Mazlum ve Dörtler ile başlayan, 14 Temmuz direnişçileri ile devam ettirilen ve daha sonra gerilla mücadelesinde birçok kahramanca eylemsel girişimle pratikleştirilen Apocu fedai ruhu, Şehit Zilan ile birlikte artık formülleşerek bir düzey kazandığını ortaya koymuştur. Nitekim uluslararası komplonun geliştiği 9 Ekim 1998’den itibaren fedai ruhunun Apocu harekette yükselerek Önderliği savunma, Önderliğe sahip çıkma temelinde “Güneşimizi Karartamazsınız” sloganıyla ya kendini yakarak ya da kendisinde bombayı patlatarak büyük kahramanlık eylemlerini ortaya çıkardığını tarih kaydetmiştir. Her yeni sürecin yeni yaratıcıları vardır. Başkan Apo’nun perspektifleri ve yoğun pratik çabası temelinde, her tarihsel hamlenin büyük tarihsel direnişlerle pratikleştirerek tarihe mal edilmesi yaşanmıştır. Hareketimizin mücadele tarihi, bu biçimde şehadet halkalarını yaratarak onların görkemli direnişleri temelinde ye-
ni süreci şekillendirmeyi başarmıştır. Tarihin ilerlemesi kesinlikle bu çerçevede gelişme göstermiştir. Bilindiği üzere uluslararası komplonun gerçekleşmesi ile birlikte mücadele tarihimizde yeni bir dönem başlamıştır. Özellikle bu dönemin ruhunun komplo süreci ve sonrasında gelişen fedai eylemliliklerle vücut bulduğunu, yüksek bir kararlılıkla Önderlik çizgisi etrafında kenetlenen ve sürecin amaçları doğrultusunda gözünü kırpmadan fedaice mücadeleye atılıp kendini feda eden büyük şehadetlerin yeni bir sürece yürümenin temel harcı olduğunu belirtmek gerekiyor. Mücadele tarihimizde Başkan Apo’nun İmralı Savunmaları ile birlikte gelişen yeni sürecin ruhu, bu dönemde yaratılan büyük direniş halkalarında gizlidir. Apocu hareket bu süreçte olmazsa olmaz kabilinden başarıya kilitlenmiş bir gücün mücadele tarzı ile beraber, zafere ulaşma yolunda her türlü değişim ve dönüşümü de gerçekleştirebileceğini ortaya koymuştur. Bu temelde gelişen geri çekilme süreci ve bu süreçte yaşanan 1999-2000 şehadetleri, meşru savunma çizgisi yeterince anlaşılmamış olsa da, meşru savunma döneminin teslim olmama ve direniş geleneğini sürdürme şehadetleri olmuşlardır. 2001-2002 yılı şehitleri ise yeni dönemin temel stratejik yaklaşımı olan meşru savunma çizgisini daha bilinçli bir şekilde pratikleştirerek meşru savunma anlayışının derinleşmesinin öncüleri olarak şehadete ulaşmışlardır. Mücadele tarihimiz boyunca nicel olarak en az şehadetin yaşandığı 2001-2002 yıllarının şehitleri, meşru savunma çizgisinin uygulama ve pratiğe geçirilmesinin şehitleri olmuşlardır. 2003 şehitleri ise, artık meşru savunma çizgisinde birçok açıdan netleşmiş, bilinçlenmiş, yetkinlik kazanmış bir düzey ile yeni dönemin ihtiyaçlarına cevap vermek üzere geliştirilen 2003 planlaması temelinde kapsamlı özgürlük yürüyüşünün uygulayıcıları ve öncü komutanları olmuşlardır. Mücadele tarihimizde ilk kez üç dört yıllık bir yoğunlaşma, derinleşme ve yeniden yapılanma projesi temelinde modern gerillanın meşru savunma çizgisi çerçevesinde pratikleştirilmesi süreci başlamıştır.
Devamı Sayfa 13’te