2__

Page 1

özg ürH alk Yil: 1 Sayt : 2 15 Arailk 1990

et ew

e. c

om

5000

Emperyalizmin Kürt

halkına ~· önelik

"özel

savaş" ı / Tekin YID'lAZER

12 Eylül'ün geliştirdiği sahte tarikatçılık ve buna yurtseverlik görevlerimiz 1Ali FIRAT

ww

w. n

Türklerde militarizm 1 A. ii\A~Ç

karşı

7"~

(KDV aahil)


Basın Yayın

Tic.

... ve

adına

sahibi Rıza ERDOG AN Müdürü ERDOGAN

Yönetmeni Hüseyin A YKOL

dağıtım:

Abone

kısa kı sa

Paris'te zenginler yoksullara karşı birleşti

B irey ve örgüt M. Can YÜ CE

46

Yurtd ı şı sat ı ş fiy atları:

w.

Reklam tarifesi:

ww

150.000 1/4 sayfa: 000 300. sayfa: 1/2 600.000 Tam sayfa: Arka iç kapak: 1.000.000

19 90

41 43

6 aylık : 25 .000 TL 1 yıl:ık: 50.000 TL Rıza ERDOGAN ad ın a T. i ş Bankası Türbe Şubesi Hesap No: 1119409

Aralık

38

Zo nguldak maden işçis i kararlı: "Gemii&ri yakt ı k, geri dön ü ş yok"

koşulları:

15

25

e.

Dünya'dan

ne

H ür Basın Dağ ıtım A.Ş .

17

te w

Genel

12 Eylüı'ün ge li şt irdiği sahte tarikatçılık ve buna karşı yurtseverlik görevlerimiz

A. iNANÇ

hazırlık:

Baskı:

14

Türklerde militarizm

Hamam Sok No: 2/6 Yavuz işhanı Cağaloğlu - istan bu l Tel: 512 58 97

Serler Matbaacılık A.Ş.

8

yönelik

Perinçek : Anahtar ÖZGÜRLÜK'te

A li FlRAT

Yönetim yeri:

DiZ Basın Yayın Tel: 512 36 68

ha l kına

Tekin Y ILMAZER

Yayın

Dizgi ve teknik

4

Maraş

Emperyalizmin Kürt "özei savaş"ı

Yazıişleri Rıza

·3

Sunuş

co m

SES

- - -· ABD Almanya Avusturaiya Avustu rya B e l çıka

$

DM $

c: V

100. - bfr

S ani ~·~ 2.rka ı- r:ı nsa

Ho i : a. rıa a

i ngiiteıe

Abone

3.5 .4.35.-

20. - dkr i 7.- ffr 6 .- hfi 2.f

p 300.ispanya 20.- skr isveç 4 .- sfr isviçre 4.Ka nada $1 20 .- nkr i\lorveç S. Arabistan 12.- R 150.L Suriye 40 .D 'i'ug oslavya D Yun anistan 300.-

k oşulları:

6 ayl:k 25 .- DM

1 yıliık 50. - DM

ı 1

D ı ğer üikeieri n

Abone ücretlerini Rıza ERDOGAN adına Pamukbank Türbe Şubes i' ne veya

~-~i ~:1:~1=~~:~~~~~,-~ .ş:::~~:~;~~~i!:~~~

.Kapak

fotoğrafı:

Tekin FIRAT


om

"Kahraman" olmadan önceki Maraş! Çok değil, bundan l2 yıl önce Mara,ş'ta çok önemli bir olay yaşandı. "Olay" kelimenin tam a:rlamıyla bir katliamdı. Maraş Katlİarnı yakın tarihimizin en önemli dönüm noktalanndan biridir. Maraş Katliamı'nı, o zama..rı­ lar yeni yeni gelişen devrimci-ulusal muhalefeti bastırma girişimi olması nedeniyle yerli yerine oturtmak gerekiyor. O dönemin devrimciliğinde epeyce amatör yanlar vardı. Ancak devrimci hareketin hızlı bir gelişme göstererek yaygınlaşması burjuvaziyi iyice rahatsız ederek, faşist güçleri komplo ve katliamlarında kullanmasına yol açtı. Bu anlamda ı Mayıs Katliamı, Sivas ve Çorum olayları sayılabilir. Maraş Katliarnı ise hem kitlesel boyutları hem de Kürt halkını hedef alması nedeniyle ayrı bir özellik arz etmektedir. Maraş Katlİarnı sadece Kürt halkını yok etmeye yönelik bir saldırı olmakla kalmarruş, daha so~a da ülkeyi adeta büyük bir hapishane haline getirmenin süreci başlatılrnıştır. Ozgür Halk, bu sayısında Maraş olayını tarihsel yerine oturtmaya katkıda bulunacak bir yazı yayınlıyor. Yine olayın faşizm boyutu ile ilgili olarak · "Emperyalizmin, Kürt halkına yönelik özel savaşı" başlıklı yazılarımızın ilginizi çekeceğini uınuyonız. Özel harp kural dışıdır

.c

1:i~~;;;;;~ı;;;;;;;~~;:.;l~;;~;;:;~~~;,;;;; 1

we

Ortadoğu'da savaş bulutları Bölgemiz Ortadoğu'da savaş çığlıkları daha kararlı atılmaya başladı. Körfez krizi sonrasında ABD, ikiyüzlü bir tavırla ortada adeta halkların kurtarıcısı gibi dolaşıyor. Oysa ABD, neredeyse her yıl bir ülkeyi işgal ediyor. Bu istilalarını da ABD yönetimi "rehineleri" ya da halkı bir "zalim"den kurtarma operasyonu olarak açıklıyor. Tüm sahtekarlıklanna rağmen, ABD yönetimlerinin yaptıklan empery.a listNr gücün yapabileceği şeyler olduğundan bizi şaşırtrnıyor. Ama SSCB yönetimi, halkları her gün biraz daha· şaşırtıyor. Bir zamanlar olduğu gibi halkların dostu olması gereken SSCB yönetimi her gün ABD ile sıkı

ww

w. ne te

işbirliği ve dostluğa girip emperyalist sistemin lehine tavizler veriyor. En son AGİK'te imzalanan her belge SSCB yönetiminin tavizlerini belgeliyor. Konu ile ilgili yazılan bu sayımııda bulacaksınız.

İşçi hareketleri yoğunlaşıyor Zonguldak'ta hak peşine düşen işçiye, hükümetin saldırgan tutum alması sadecemaden işçisinin değil, Zonguldak halkının ve hatta bir yere kadar Türk-lş yönetiminin de tepkisini aldı. Zonguldak madenişçilerine güvenimiz var, ama olayların zorlayarak bir şeyler yaptırdığı Türk-İş yönetimine güvenrniyoruz. · Çünkü, Türk-İş kadar eylemsizliğin şampiyonu bir sendikal hareket görülmemiştir. Türk-İş yönetimi, tüm zekasını işçi sınıfının yükselebilecek hareketliliğini boğmaya; bunu yapamıyorsa içini boşaltmaya çalışan bir ekiptir. Ama Türkiye işçi sınıfının, sadece burjuvaziyi değil, sarı sendikacıları da aşacak direnişlerle ekonomik ve siyasi haklarını elde edeceğine inanıyoruz.

Dayatma ve bir istifa: Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa etti (mi} acaba?! Bundan aylar önce Kürt halkına karşı silah kulanma serbestisi Torumtay döneminde karar altına alın­ mıştı. Onun istifası Kürt halkına yönelik şiddet politikalarının iflasını gösterir. Türkiye'de işçi sınıfırun eylemliliğide eklenirse islifasında ki iç etmenler anlaşılır. Bir başka dayarına dışardan geldi. ABD, Tür.kiye'yi de yanına alarak savaşa girmek istiyor. Torumtay, kendi ordu gücünün yetersizliğini ve araçgereç eksikliğini çok iyi bildiğinden kendi askeri politik gelişimini tehlikeye atmak istemedi. "Artık iman gücü ile savaşlar kazanılrnıyor" Tonımtay bu noktada biraz daha gerçekçi davrandı. Ama istifasmda ki asıl neden, Türk ordusunun yeni bir darbe hazırlığıdır. Zaten Türkiye'de mevcut burjuva iktidar içinde siyasi ve askeri yönetim boşlığı bulunuyor, üst kadernede ki huzursuzluk bunu gösteriyor. Çelişkiler artıyor. Özal giderek ord ı.ya daha çok dayanacak. · Özgür Halk'a yönelik eleştiriler . Dost çevrelerden genellikle olumlu eleştiriler aldık. Ama bu bizi "rahat bırakmıyor." Çünkü en azın­ dan biz çok daha iyi olabileceğimizi biliyoruz. Dahası, dergimize her geçen gün artan ilginiz bizi sadece daha kararlı kılmakla kalmıyor, aynı zamanda daha özverili ve çalışkan olmaya çağırıyor. Mektupları:nızı bekliyoruz... İlk sayımız, "Ekim ihtilali, ihtilalimizdir" başlıklı yazıda "komiüıizm propagandası'' yapıldığı iddiası il~ toplatıldı. Toplatma kararını hukukçular dayanaktan yoksun buluyorlar. Ozgür Halk'ın ı. sayısının toplatıldığını günlük gazetelere bildirmiştik. Ancak bir derginin daha ilk sayısından toplatılmasının onlara göre haber değeri yoktu. Ancak biz o günkü basın bildirimizde belirttiğimiz gibi, 2. sayımıza daha güçlü olarak hazırlandık. Iş­ te yine sizinleyiz; sizden aldığımız güçle ...

Özgür Halk


4

~~

-

••

~ ......

f

t

-',..!,-.

••

,lo. H-

;,u

.... ""''OU+~

~

Ozgür Halk'tan Ozgür.H alk'tan Ozgür Halk'taiı . Ozgüi ~~""-'·~_,~Hf~ ••

••

'"·

O:.l.

om

.... ve Maraş

Bir çocuk ağlıyor yanıbaşımda iç çekişleriyle abisini vurmuş fcışistler gecenin birinde uzakta bir ölüyü gömüyor ' sessiz ve çaresiz insanlar derindeh derine oyy! çekiyor ancılar lsyanı hep bağırııak sanmayın as ı l isyan o acılı sessizlikle duruyor .

we

.c

Çocuk hôlô ağlıyor yanıbaşımda iç çekişleriyle abisini faşistler vurmuş gecenin karanlığında onlar bir ölüyü gömüyor kara toprağa bense bin umudu bin çiçeği tutuyorum tutuyorum elle.rimde

km bir yerde gelişi­ yordu. Faşizmin

ww w. ne te

önceleri Elazığ için

planladığı

katbu liam, ' so:...;;;.;_;_..:::...~..;...;.:=--...:;.;;;=======:..::.::===.!.~ nunda Maraş'ta patlak verdi. O dönemin. karanlık Orta yaşlarda, şalvarlı ~bir güçleri sahnedeydi ve kendileriadamla konuşuyorum . Zaman ni oynuyörlardı. Bugün de benzaman ikimiz de susuyoruz. Böyle anlarda, o, yaşadığı olayzeri bir süreç var. ların etkisine girerken, ben de Binlerce insanın kanına girmek ne kadar kolay değil mi? oJup bitenleri anl'amaya çalışı­ Aslında kolay değil ama, onlayordum. Bu durum günlerce devam etti, Bazen voltada, bazen rın işini biraz da biz kolaylaştır­ mıştık. O dönemlerde (1980 önde ranza diplerinde ~~r araya geliyorduk. Ceyhan Oıel Tip cesi) devrimci güçler hem Cezaevi 'ndeyiz. dağınık, hem de hazırlıksızdı. Oysa tarihimiz biliniyordu. O Konu · Maraş Katliaı'nıydı. günkü provokasyoncu güçlerin Konuştuğum Kürt Reşo, olayaktif ve derin faaliyetleri de izları günü gününe izlemiş, hatta leniyordu. Sonuçta ne biz halkı kan ve ateşin ,içinde uzun süre bulunmuştu. Onc~leri pek kokoruyabildik, ne de halk eviatnuşmak istemedi .. Ilk kez Maraş Iarına sahip çıkabildi. Bugün 1990'da- durum biraz farklı, faolaylarını yaşayan canlı bir taşizm artık kolay kolay ölü ürenıkla karşı karşıyaydım . Maraş Katliamı öteden beri içimde bir temiyor, zorlanıyor. Çünkü yara olarak kalmıştı. O dönemhalk, eviatiarına sahip çıkma bilerde basında ceset resimlerini lincine erişti. Cezaevi direnişle­ izlerken müthiş bir acı duyuyorri ve bu direnişlere halk desteği­ nin yaygınlaşması faşizmin dum. Çünkü ilk kez bunca ölüyü bir arada görüyordum. Onun elini kolunu bağlıyor. Halepçe'deki katlian1da da otonomcu . etkisi olsa gerek. Ayrıca olaylar ilkel Kürt milliyetçiliğinin payı sıcağı sıcağına ve bize çok ya-

büyüktür. Katliamları durdurmanın en etkin yolu, egemen, zalim güçlere karşl, d irenişi dayatrhadır.

Diyarbakır

Askeri Cezaevi bu konuda en yakın, en somut örnektir. işken­ cecilerin kendilerine karşı bir tepki gösterildiğinde ·kıızu kuzu nasıl bir kenara sindiğini bizzat yaşadık ve gördük... Yine binlerce Kürt insanının Tijrkiye'ye göçmesinde de bu. feodal, milliyetçi önderiikti hareketler sorumludur. Güney Kürdistan bunların yüzünden in sansızlaş­ urıldı. . Faşist, ırkçı, şoven, katliamcı güçlerin halkımıza yaptıkları

yetmezmiş gibi, bir. de bu tür önderliklerin halkı -yanlış yönlendirme, teslimiyeıçi ,politikalarından dolayı insanlarımız bölük pörçük ve telef ediliyor. Kirpsenin bunu ynpmaya hakkı yoktur. Otonomcu güçler sarık ­ larını önüne koyup düşünmek zorundalar.

*** Maraş, .Halepçe'nin büyütülmüş portresidir. Maraş, Halep-

çe'nin maketidir. Katliam resimleri birbirine benzer. Maraş'ı Halepçe'yi yanyana koyun, o kadar çok benzerlik görürsünüz ki, Hiroşima'yı hatu·larsmız . Dersim gelir aklınıza.


... Ve tarih unutulmaz. Fabir dönem Avrupa'da, daha sonra Latin Amerika'da, Asya ve Afrika'da habire ölü üretirken, Ortadoğu halkları unutulıunazdı . Faşizmin ceset deposu İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortactoğu oldu ve ülkemiz bir yaprak gibi titredi. Zulmürı dikenleri insanlanmı- · şizm,

zın yüreğine hanıkça kanattı.

1980 öncesi ve sonrası tam 3 binin üzerinde Türk devrimcisi, binin üzerinde Kürt devrimeisi ve yurtseveri katiedildL İşte size gerçek bir katliam. Cesetlerin sayısı önemli mi? Cesetlere usulca ve sevgi ile dokunan eller oldukça, onları yaşatan insanlarımız da olacak-

1990 ıL:.. : =: : -"-' _.. · ·.;.....; ·· :,'""'" ':' ,:: __ . :::::.""""._.":,..:".;::·:,:,'"'-' ""'.'. :] Sayfa 5 [3

Reşa, en çok da gençlerin ve çocukların ölümüne acıyordu. Birkaçını kendisi kurtarmış, yine de sevinemiyordu işte. O hüzünlendikçe ben sorularımı er-

teliyordum. Zaten oldukça duygusal bir arkadaştı. Uzunca bir süre. susunca müdahale ettim. "Yapma. Anlat artık." "Ne diyeyim? Sadece çığlık­ lar vardı. Insan çığlıkları." "Kaç kişi öldü?" "Bilmiyorum. Sadece kaçuk. 1 Nereye mi? Hiç. Yeni çığlıkla­ rın içine. Kurtulduğumuzu sanı­ yorduk. Yanılmışız. Asıl olaylar devrimcilerin cenaze töreninde çıktı. Faşistler Kürtkre silahlı saldırıda bulundu." "Açıktan mı?'

tır.

*** Cezaevinde Kürt Reşa, (Dı­

"Evet. Ellerinde otomatik sılahlar vardı." , "Polis müdahale etmedi mi?" · "Hayır. Hatta onları (faşistle­ ri) koruyan polisler bile vardı." "Peki devrimciler misilleme

te w

şarda iken halk bu ismi ona vermişti) genellikle şalvarla dolaşırdı. "Neden şalvar" dedim.

"Cenaze töreninde bu şekilde dağıtılan halk, faşistterin olduğu bölgelere saldırı düzenlediler." "Onlardan ölen oldu mu?"

"Eiebaşlarından birkaçını cezalanclırdık. Genellikle faşistle­ rio dükkanıarı tahrip edildi.

Ama, masum insanlara fazlaca

dokunmadık."

"Bu daha iyi. Şimdi söyler misin bana, asıl katliam nasıl oldu?" "Önce demokrat-yurtsever insanların evlerine yağlıboya ile çarpı işareti koydular. Bunu da Belediye adına ve ba)ka gerekçeler göstererek yapan memurlar oldu. Aslında onlar o kılığa bürünmüşlerdi. Hepsi fa~istti." "Siz bundan bir sonuç çıkar­ madınız mı? Yani bir hazırlık

w. yazılıdır. "Çocukların var mı?" "Var. Bir kız, bir erkek." "Mara~ olayları sırasında lar kaç yaşındaydı?"

on-

ww

"Daha çok küçüktiller. Oğ­ lum henüz bebekti. Şimdi büyümüş." "Görüşüne

geliyorlar mı?" "Bazen" dedi ve sustu. Bir sigara istedi, verdim. Pek içmezdi zaten. "Olaylar nasıl gelişti?" Nereden başiayacağını bilmiyordu. Ben girişi yaptım. Sinemaya atılan bombadan söz ettim. Meğer o gün o da sinemadaymış,

"Bomba içeri düşmedi ıuna, panik yarattı. Çoğu insan o panikte ayak altında ezildi" dedi.

nızca dişlerimi sı.ktım. Başımı hafifçe salladım. Ama nereye? Karanlığa. Akşam çoktan olmuştu bil.; . Havalandırma bi. razdan kapanırdı. Yalnız ikimiz

voltadaydık " İçeri gireli ın" dedim. ' Sonra yine devam ederiz" O ise bıtirmek istiyordu. Bir çırpıcia anlatıp kurtulması gerekiyordu. Hesaplarını bozdum. Ertesi gün yine konuştuk.

***

yaptı mı?"

ne

Güldü. "Daha rahat ediyorum." "Yaşlı görünüyorsun ama." "Zaten yaşlandık." "Yaşın kaç." "36." Kırkı aşkın gösteriyordu. Söylemedim. Sadece yüzüne baktım. "Ben neler çektim" der gibiydi. · Bütün insanlarımızın bakışında bu ifadeyi görürsünüz. Ama bir halkı anlıunak iÇin çocuklarına, o çocukların gözlerine bakın, her şey orada

Bugün bi;e düşününce ürpcriyorum. Acaba diyorum, hayvanlar aleminde böyle şeyler oluyor mu?" "Ne oldu?" "Yeni gelin olmuş genç. bir kızın bileğini kesmişlcrdi. Cesedi gözl!rimle gördüm üstdik kızcağıza tecavüz etmişlerdi." "Bileklerini niye kesmişler­ di?" "Niye olacak kolundaki bilezikleri almak için" Bu keı. ben duraksadırn. Yal-

m

ı.;..F·-'''""--' ··... ,-'::,:.:.:=,:?;:::=\· ...;.... >·''·.;..;__;_,·..;.. ···""'= · ı Aralık

co

Özgür Halk

e.

LJ

yaptıklarını anlıunadınız mı?" "Endişelendik ıuna, öyle katliıun hazırlığına yorumlamadık."

"Devrimciferin

silah

gücü

nasıldı?"

"Çok azdı. Genellikle tüfeklerimiz vardı. Yalnız birinde kalaşnikov vardı. Onun da başına bir sürü olay geldi. Sonunda adıunı öldürdüler. Bu meseleyi sonra anlatsam olmaz mı?" "Olur. Şimdi ne diyec.eksin?" "Bir olay beni çok etkiledi.

"Arkada~

sana bir önerinı

Maraş'ı konuşmayalım artık. Ruhsal olarak acı duyuyo-

var.

rum." Hayır konuşmamız gerekli. Maraş Katliıunının bir romanı olmalıydı. Bu roman hem t.:'U'ih-

sel bir belge hem de gelecek için zorunluydu. "Ba.l( Reşa, bütün bu anlattıklarını yazacağım. Sen olayın canlı tanığısın. Bu gibi insanlar kolay kolay bulunmaz. Hem, bu bir görcvdir. Susmak yeni katliarnlara hazırlıksız yakalanınak" demektir. "Peki" dedi, ama ikna olmarruştı. Hoşnut değildi. Ama anlatımını sürdürdü. Daha doğ­ rusu bir soruma cevap verdi. "Mesele önc,e Alevi-Sünni çatışması görünümündeydi. Sömürgeci burjuva basın ve faşist güçler öyle lanse ettiler. Bu doğru değildir . Maraş'ta AleviSünni çelişkileri uzun yıllar öncesine dayanır ve çok derin, aym zıunanda çok keskindi. Ancak egemen sönfürgeci güçler bu çelişkiyi hızlandın;lılar ve katlİarnı bu çelişkiyi kullanarak gerçekleştirdiler. ~'lara.ş Katliamı Kürt halkının yeni bir katliam ıdır. Bunun dışındaki tüm yorumlar sahtedir." "Yani Dersim gibi." kuşakların eğitimi


seçilmesi

"Masum insanlara; o insanlar savunmasızdılar. Faşistler yaka- . ladıkları insanı hemen oracıkta boğazlıyorlardı."

"Genellikle kimleri hedef al-

yukarıda

belirtiğim çelişkilerin yoğunlu­

olsa gerek. Bir de devrimci mücadele çok hızlı Daha ideolojik gelişiyordu. grup aşamasında . olmamıza rağ­ men Mcıraş'ta biz de güçleniyorduk." "O dönemde her yerde durumumuz aynıydı: Batman'da Hilvan'da Siverek'te feodal kornpradar güçlere aman vermedik, onlcır ilk ıarihi derslerini bizden

ğundan dolayı

mişti?"

mışlardı?"

"Hiç kimseyi ... Herkesi." "O nasıl oluyor?" "Diyorum y~. belirli bir hedefleri yoktu. ünlerine kim çı­ karsa, özellikle yaşlı insanları ve çocukları ö1dürüyorlardı. Bir de varlıklı kimseleri hedef al-

adama, yıni o gün kızı kurtarana hala bugün bile saygı duyuyorum." "Başk<ı böyle ilginç olaylar · varmıydı?" "Yığınla." "Birka~ını anlaur mısın?" "Yaşlıca bir kör nin e vardı. Ben tanırdım onu. Faşistlcr, gel nine gel nine" diye diye ıssız bir yere götürmüşler ve orada tabanlarma çivi s;hlcmışlar, son_ra da öldürmüşler. Kocasını da hemen yanıbaşında vurmuşlar." "O otomatik silahı olan adamı nasıl oyuna getirdiler?"

m

tık." "Mcıraş ' ın

ta, bıçak ve hatta kılıç taşıyan­ lar vardı." "Cihat' kime karşı ilan edil-

co

"Tabii tabii ... " "Maraş değil de Elazığ olabilirdi?" "Evet, ben de biliyorum? Esasen bu olaylcır Elazığ için düşünülınüştü. Sonra nedense vazgeçiliyor. Bilemiyorum cır­

ww

w.

ne

te w

e.

"Hangisini?" "Hani sen demiştin y~. Kalaşnikov'u olan adam." "Neden" "Ha ... Evet, o biraz saf dav"Çelişki biraz da oradan kayrandı. Adam varlıklıydı. Evi de naklanıyordu. Maraş esnafı gebüyükçeydi. Gelinleri, torunları nelikle yoz ve gerici insanlardı. aldılcır . " çocukları hep birlikte kalıyor­ gitmeiyi işlerinin göre Onlara en sosyal-şov "Faşistler ve lardı. Olayı ben başkasından mesi hep bu varlıklı Alevi Kürtgüçler bizi bir hayli uğraştırdı." öğrendim. Faşistler toplu h:.ıldc i." yüzündend leri "Doğru. Hep de bize engel bunun evine saldııwo::-J::ır. !-akat "Anlıyorum. Faşizmin küçük olmaya çalıştılar ... " adam silahını çı.l.carıp ~'-'~.: ) :ı..lc­ burjuva taban .dayanağı, ElaSohbeti siyasi konulcırda: yolaştırmıyor. Sonra faşistler k..;nzığ'da da esnaflar genellikle yoz ğunlaşurdık. Tekrar olaya döndokunmayacaklarını, sidisine ve gerici insanlardır. memiz, gerekiyordu. lahını teslim ederse ailesini "Faşizm, buralarda biraz da "Katliamcı güÇler nereden affedeceklerini falan söylüyoronlara dayandı. Erzurum'da kegelmişti?" za öyle. Bir ara Hilvan'da da · lar." "Genellikle Erzurum ve Ela"Adam silahını teslim ediyor gerici aşiretlere dayanmi.şu. Fa- · zığ'dan. O dönem oranın faşist­ mu?" şizmin ülkemizde idelojik ya da leri boldu. Hem de nasıl, oto"Önce tereddüt ediyor. Aramaddi dayanakları öyle fazlaca · büsler dolusu gelmişlerdi." ya eski tanıdığı bir aile dostu olmadığından, genellikle kimi "Peki,'devt imcilerden , başka girince, ona inaruyar ve silahını yerde lümpenlere, kirtıi yerde yerden yardımımza gelen olmateslim ediyor. Silahını teslim Türk, Kürt, Arap, Acem gibi dı mı?" etmez on~da vuruyorlar eder dayandılar. çelişkilere halksal ."Geldiler ama, sayıları çok · adamı. Hem de kim varsa. O Mesela faşistler Siirt'te, Urfa'da azdı." inandığı eski aile dostu ondan Araplar içinde, Kars'ta Türk·"Yine de bir dayanışma gösmenler, Erzurum'd a dadaşlar, · silahı alır almaz • ateşliyor." terilği, değil ırıi ?" ··Peki onu vuran aile dostu Elaziğ'da Gakoşlar, Antep'te "Oyle oldu. Devrimcilerin faşist kalabalığın içindemiye Türkleşmenin ve yozlaşmanın dayanışması sıcak olaylar içinmiş." yoğun olduğu her yerde tabatı de belirginleŞti." "Evet Adamı bizzat o oyuna · Din değildir. nedensiz bulması böyçoktandır güldü, Yüzüm ve sonra eve dalıp içergetirmiş sıkça nı ve namus kavramları le bir tablo gözümün önüne gelkurşuna diziyorvarsa kim de taban da Bunlar kullandılar. direFransız o anda memişti. O lcır." bulınalarında etkili oldu." nişçileri aklıma geldi. İspanya "Çok kötü ... " "Maraş Katliamı biraz da İç Savaşı ... Biraz gururlanır gibi "Kötü ya, bu kadar saflık olyağma ve talana dayanıyordu, oldum. , maz ki ama." değil mi?" "Sonra ... " "Adam her halde ailesinin "Tam da dediğin gibi, çünkü "Sonrası kan gölü. Maraş nı düşündü." kurtulacağı soydular. bile cesetleri adamlar ıarafta ateşler · içindeydi. Her "Öyle zaten, adam faşistlere Dükkanları, evleri yağma ettiyağmur ve çamur bir birine kademiş ki beni öldürün, ama ailer. Irzlarına geçmek için genç rışmıştı. Orta yerde kalan cesetleıne karışma yın." kızları arıyorlardı. Hiç unutlerin ağır kokusunda n geçilmr"Halbuki silahını teslim etbir inmiş pijamalı çarşıya mam, yordu." mezse, hem kendisi hem de aikıza saldırdı:Iar. "Faşistlerin vurucu güçler! lesi kurtulmuş olurdu." Bereket onların arasından tip Ç>larak nasıl insanlardı?" 'Tabii ya, diyorum ya, adam yaşlıca bir adam çıktı da kızı "İn~an değillerdi ki, olayları korumacılığını yanlış yerde aile kurgerçekten kız O kurıardı. genellikle çember sakallılar ve hesaplan11ş." tuldu mu acaba? Bilinmez ki ... ince pis bıyıklılar yapıyorlardı. "Bu ara devrimcilerin hazırDüşüncemiz ayrı, yine de o Onların ellerinde kasatura, balmışlardı."


IZI

Özgür Halk

lıklarını sorayım?"

benim ölüm haberim gitmiş, kanın ve çocuklarım perişan durumdaymış. Düşünsene, ne zor bir durum. Soğuk terler döke döke sıkıntı içinde Maraş'tan çıktım." "Yanında silahın var. Güvencedesin." "Yine de içimde bir korku vardı. Y alnızdım.'' "Belki de ondan. Neyse ... Çamura bata çıka yürüdüm. Karanlık erken bastırdı . Kış günlerini bilirsin. Gün erken gelip, gidiyor. Arada bir arkama dönüp Maraş 'a bakıyordum. Her taraftan ateş ve dumanlar ytikseliyordu, silah sesleri hiç sus-

mi vardı.

Çocuk yal varınaya

başladı.

'Amca beni öldürme. Ben Türküm :una, Aleviyim. Doğru diyorum :unca...' 'Yok dedim, korkma seni öldürmeyeceın küçük dostum , bu kadar karınana gerek yok' dedim . Birden silahımı arkama aldım. Çocuk biraz rah atl adı ama hillii endi:ıeliydi. 'Bak küçük dostum. Güzel çocuk, se:n şimdi bunl arı anlaınazsın ama, ben yine ele anlata-

.c om

"Öyle iyi bir hazırlığımız olmadı. Çevre köylerden silah topladık. Bizim etkin olduğu­ muz mahallelerde nöbet tutuyorduk. Kadın ve çocukları birkaç büytik eve yerleştirmiştik. Gece eylem gruplarımız eyleme çıkıyordu. Halkın yalnız kaldığı mahalleler vardı. Daha çok onları korumak için gidiyorduk. Bizim insanlarımız çok dağı­ nıktı, bu y,üzden herkesi koruyamadık."

madı.

***

Maraş'tan uzaklaştım. Karmaşık

Derken

bir hayli duygular içindeydim. Birden bire iniltİ sesi ile olduğum yerde kalakaldım. Bu inilti sesi ne çok uzağımdan ne de çok yakınırndan geliyordu. Ağlamaklı hıçkırıkh inlemeli bu sesin sahibi bir kadındı. Fakat o sesi bugün bile korkarak hatırlıyorum . Ben, o güne kadar böyle acılı 1:5ir ses duymamıştım . , İnilti diyorum ama, tam öyle değil, hıçkırık , bağ ırma, iç çeki ş ... B unların hiç biri değil. Bağazım korumuştu, yutkunamıyordum. Nasıl olduysa sesin olduğu tarafa yürüdüm. Pamuk tarlası içindeydim. Az yürüyünce gördüğüm manzara

te we

"Askerlerin tavn nasıldı?" " Seyredi yorlardı. Fazlaca kanşınıyorlardı. Ama faş i stlerden yana olduklarını hissediyorduk. Zaten birkaç olay da bunun böyle olduğunu gösterdi..." "Hangi mahallelerde etkindiniz?" "Yörtikselim'de. Yörükselim, faşizme karşı direnişin üssü durumundaydı. Ben de gönülü olarak bu mahalledey, dim." "Bu gibi,durumlarda yardım­ laşmanın ~ dayanışmanın sonuçları nasıl oluyordu?" "Müthiş bir moral oluyordu. Sevinç kaynağımız yalnızca bu dayanışma içinde doğuyordu. " "Halktan, faşistlere karşı sa-

ne

vaşan ·varmıydı?"

"Genellikle biz genç devrimarkadaşlardık . Ama halk da silahlanmıştı . Kendilerini korumaya kararlıydılar." "Olaylar nasıl sona erdi." "Askerler Yörükselim'e büyük bir operasyon düzenlediler. Silahlıydık. Kaçmamız gerekiyordu. Benim baştından geçenler, asıl bundan sonra başlıyor­ du. Bu geri çekilme döneminde yaşadıklarımızı, asıl katliam budur, asıl Maraş olayı budur diye yorumlamak gerekir.'' "Neden?" "Nedeni var mı ? Tek başına silahınla birl!.kte Maraş ovasına düşmüşsün. Ustelik sürekli yağ­ mur yağıyor. Her taraf çamur yJğını. Maraş'ın çevre köyleri de genellikle faşistlerin etkin olduğu yerler. Askerlerden kaçıyorum ama, her an etrafımızı saran silahlı faşist güçlerin eline düşme tehlikesi var. Bu kötü durum içinde pamuk tarlaianna daldım. Gidiyorum ama, nereye gittiğiınİ ben de bilmiyorum, Bu ar~ şunu söyleyeyim. Köye

ww

w.

ci

karşısında dehşete kapıldıın . Bir kadın yere oturmuş ağlıyor. Tam ağlamak denmez. Kadının oturduğu yer çamur ve su deryasıydı. Biraz daha yanaşınca gördüm; kadının ayağına balta

ile vurmuşlar. l<opmamıştı. Her

an kopabiiirdi. Kadının yanında iki de ceset gördüm, çocuklarıy­ mış.

Etrafını biraz dalaşınca daha birçok insanın ofaya gelip gizlendiklerini gördüm. Gj.iç bela çevre köylerin birinden bir traktör getirip onları kurtardım. Pamuk tarlaları içinde gizlene gizlene yürürken karşıma bir çocuk çıktı. Temiz giyimliydi. Yeni traş olduğu belliydi. Çocuk korkulu gözlerle bana bakı­ yordu. Ben daha bir şey deme-

qen,

,

'Amca ne olursun beni öldürme' dedi. O anda yüreğim yandı. Bende öyle çocuk katili tipi

yım.'

'Türk, Kürt ya da ba~ka bir milletten olmak, Alevi ya da Sünni olmak öq_emli deği l. Sen önce insansın. Ustelik daha çocuksun da. Neden 'Türküm ama Aleviyim' dedin. Demek ki benim Alevi olduğumu anladın. İyi de ben kendime hiçbir zaman Aleviyim demedim ki, sordukları zaman insanım diyorum veya hiç cevap vermiyorum. Hele benden hiç korkma, çocukları da severim. Ş imdi seni bir köye götüreceğim . Orada güvenlikte olursun.' Dediğ im gibi de yaptım . " "O çocuktan daha sonra haber aldın ını? " " Aldım . Köylüler, olaylardan sonra götürüp ailesine teslim etmişler. Tabii sevinçleri büyük olmuş." ' "Kendi köyüne ne zarnan

ulaştın?"

"Bir gün sonra.'' "Şeni nasıl karşıladılar?"

"Olü sanılan birini c anlı görünce nasıl karşılarlar? " "Bilmem ki ... Herhalde çok sevinmişler. " Doğru. Reşa'nun a!le~i sevinçliydi. Ama, Maraş'ta kaç aile böyle kalmıştı. Bilinmez ki. Bilinen tek şey var: Halk olarak

tarihimizin bugüne dek böyle çizilmesi. Yitip gidenler, karanlığa gömülüyorlar. Ve onlar, katliamlardan ölenler bu büyük evrende karanlıklarda bir nokta oldular. Dtinyamıza yeniden ışık vurduğunda bu nokta elbetı~ daha iyi açığa çıkacakt ır . Ve yüzyıllar sonraki kuşaklar , Maraş Katliaını 'nı hem çok daha iyi bilecek, hem de bu çağda . yaşayan katliamcı insanları lanetleyeceklerdir. Tıpkı bugün bizim yap tı ğı­ mız gibi.


e. co

m

Em per yal iZm in Kürt halkına yönelik "öz el savaş" ı

Tekin YILMAZER

"Özel savaş", II. Dünya Sa-

tür bir

savaşın amacı,

bir halk

savaşı olan gerilla savaşına karşı koymaktı. Bu bakımdan, özel savaş, sabit olmayan bir cephe hattı ve büyük birliklerin

vaşı sırasında halkların kurtuluş mücadeleleri ile tasfiye edisömürgeciliğin klasik len yerine geliştirilen yeni sömürgecilik hareketinjn yeni savaş

Emperyalizm, önceleri direk kendi orduları ile gerçekleştirdiği sömürü ve hakimiyetini günümüzde kukla ordular ve yönetimlerin eliyle gerçekleştirmektedir. Bu açıdan işgal ve istila örtülüdür. Savaş da buna bağlı olarak yabancı işgal kuvvetleri ile halk arasında değil, aynı ülkenin insanlarının birbirine kırdırtılması, kukla orduların veya sivillerden oluşan "kontrgerilla" birimleri tarafından kendi halklarına karşı çıkartılması biçiminde geçer. Bunun için yeni sömürgelerde ordular, iç sav~şa g(ıre teşkilat­ landırılmışlardır. "üzel savaş" ülke!erin koşullarına göre deği­ şir. Ilk uygulama alanlarından birisi olan Vietnam'da yürütülen özel savaşı Gia p şöyle ta-

nadiren seferber edilmesiyle birlikte o ül~enin sınırları içinde yapılır. Ote yandan askeri. siyasi, psikolojik ve ekonomik faaliyetin çok yönlü bir şekilde birbiriyle birleştirilmesi gerek,mektedir. Sınırlara, alanla ve gerçek karakteriyle ilgili olarak, önde gelen özellikleri, tabiatında bir değişikliğe yol açmaz. "Özel savaş", saldırgan bir savaştır ... Bu özel savaşta askeri kuvvetleri esas olarak, kukla ordudur. (Ülkemizde ise kukla ordular yerine kukla Kürt örgütlenmeler ve feodal komprador çeteleridir. bn. ) (1) "üzel savaş" Vietnam'da nasıl uygulandı ? Hangi çelişkiler­ den faydalandı? Ne tip örgütlenmelere başvuruldu? İlk aşamayı Giap şöyle anlatmakta: "Birinci aşamayı gerçekleş­ tirmek için (en önemli aşama kabul ediliyordu) ordunun et-

w.

ne

te w

tarzıdır.

nımlamaktadır.

"ABD emperyalistlerinin issorumluluk stratejilerinde 'özel savaş', dünya nükleer savaşından ve sınırlan­ dırılmış savaştan sonra üçüncü sırada yer almaktadır. Dünyadaki güçler dengesinin kendilerinin lehine elverişsizl iğinden ve geniş kapsamlı bir savaşın önemli tutuşturulmasındaki zorlukları değerlendirmiş olmalarından ötürü, ABD emperyalistleri konvansiyonel silahlarla. bilhassa zayıf ve küçük ulusların kurtuluş hareketlerini bast~rmaya umut ettiler. ABD bu çeşit bir savaş için küstahcasına her türlü gayreti gösterdi. Kendi görüşlerine göre, bu

ww

tikrarlı

kinliğini arttırmak, donatımım geliştirmek, nüfusun büyük bir kısmını tedricen bir araya toplamak ve kontrol etmek amacı­

güden 'stratejik köycükler' devlet politikasının uygulanması ve kukla silahlı kuvvetlerin savaş kapasitesinin arttırıl­ ması gibi, bir seri yöntem üzerinde çalıştılar . ABD emperyalistleri, Ngo Dinh Diem yönetimine, başta asker yardı­ mı olmak üzere, çok yönlü yardırnlarını artırdılar. On sekiz ay içinde, yani 1962'nin sonuna kadar, sayıca son derece artırılmış bulunan gerici askeri kuvvetlerin halkın siyasi ve as-

keri devrimci kuvvetlerini kesinlikle ezeceğini ve aynı zamanda Güney'deki 14 milyon yurttaşımızın çoğunu sürüler halinde stratejik köycüklere toplayıp sıkı bir gözalıma alabileceklerini ve gerilla grupları ile her türlü bağlantılarını kcsebileceklerini, bütün Güney Vietnam'ı

ni ,

pasifleştireoilecekleri­ ilk aş an1anın

böylece

tamamlanmış olac,ağını ladılar." (2)

hesap-

Burada "stratejik köycükler"in özel savaşın belkemiği olduğu anlaşılmaktadır. Vietnam'da kısa bir süre içinde nüfusun yüzde 90 'nı kapsayacak bir biçimde 17 bin "~tratejik köycük" kurulmuştur. Bununla Güney Vietnam adeta bir hapishaneye çevrilmiştir. "Stratejik köyler" programı

Uluslararası Kalkınma Ör-

gütü (AlD) adına "eski " bir CIA ajanı tarafından yüriitülmekteydi. Köylüler sözde burada "Vietkong teröründcn" korunuyorlardı. Bu köylerde çalışmış bir NLF kadrosu olan Nguyen Mav, halkın devrimcilere nasıl sahip çıktığım ve kendilerinin ölüm pahasına da-

yatılan kuralları tanımadığını ve uymadığını şöyle anl a tıyor: "Bu köylerde yaşayan lar, bir yabancı gördüğünde saldırmak

ve onu bağlamak için sopa, ip ve fener bulundurmak zonın­ daydı. Çan çalarak ya da tahtaları birbirine vurarak ses çıkar­ malı ve bütün güçleri ile Vietkong diye bağırarak, ellerinde meşallelerle yabancıyı yakalamak için davranmalıydı­ lar. İçimizden birisi görüldü-


Özgür Halk

çın."

"Köyler üzerine atılan tipik bildirilerin yazılı olmayan arkasında da, okuyani korkutmak için, barsakları dışarı çıkmış, bir bomba kurbanının ya da ölümün bir başka tanımının fotoğrafı basılmış. Fakat Saygon denetimdeki bölgelere koşmak­ tan başka bir yöntemle ölümden kurtulmaya çalışmak suç

karşı,

kendilerini zafere goturen güç neydi? Bunun da cevabını bir Vietnarnlı köylüsünden alalım: "Benim halkım her zaman buradaydı. Babam, onun babası ve dedemin babası geriye sayabiirliğimiz kadarıyla hepsi, Yanke şey­ tanları; bombaları, merrnileri ve tanklarıJia mezarları parçalasa bile, onların kemikleri burada gömülü. Burada ya~. ıyacağım ve burada savaşacağım, Yanke bombatarıyla ya da mermileriyle ölürsem, en azından kemiklerim atalarımınki ile aynı toprak parçasında kalacak ... Biz Cu Chi'liyiz. Ot, kök yeriz, gerekirse toprağı bile yeriz, ama atlarımızın toprağını asla terk etıneyiz. Bizler, oğul­ larımız, hatta torunlanmız istilakılar defolup gidene dek savaşacağız." (5) Kanunmza Vietnam örneği ile girdik; ülkemizde uygulanan özel savaşı daha iyi anlamarnız için yardımcı olacağını düşündille Çünkü Vietnam halkına uygulanan özel savaşın aynısı bugün Kürt halkına uygulanmakta, hergün yeni katliamlar geliştirilmekte ve bir halk yok edilmek istenmektedir. Şimdi de "özel savaş"ın Türkiye'deki durumunu incelemek yerinde olacaktır. "Türkiye'de 'Özel Harp Dairesi' 1959'da Türkiye ile Amerika arasında imzalanan ikili bir savunma anlaşmasından sonra kuıulmuştu. Lübnan olaylarından kaygıtanan Amerika, Türkiye'ye de komünist

om

daha çoğu ortaya çıkarılıyor ve imha ediliyor. .. Yalnızca ölüm var yakınınızda, uçakları duyuyor musunuz? Bombaları duyuyor musunuz? Bunlar ölümün, sızın ölümünüzün sesidir. Yaşamak içirı şimdi ka-

kanıtı oluşturuyor. Bombardı­

man akınları sırasında, bir köylünün bombadan ya da makineli tüfek mermisinden kaçması suç kanıtı ve öldürülmek için bir bahane oluyor. Amerikalı­ ların köye girişinden hemen önce gerçekleştirilen hava ve topçu bombardımanı sırasında barınağa saklanan herkes otomatikman kapana kısılmış bir fare gibi göztenerek bir 'Vietkong' sayılıyor. Hatta, böyle bir barınağa sahip olmak bile şuç." (4) Ama Amerikan konvoyu, "Vietkong teröründen kaçan mülteciler merkezi"ndeki sayı­ nın sürekli arttığı masalıyla avutuldu. Evet bir kaçış vardı, ama bunun nedeni "Vietkong terörü" değil, ABD'nirı B-52 bombardıman uçaklarının terörüydü. Bunların hiçbiri fayda vermedi. Diem, kuklalığını başarıyla yerine getiremeyişini, yani "özel savaşın" başarısızlı­ ğını hayatıyla ödedi. 1963 yılı Kasım'ında yine CIA'nın tezgahladığı bir darbeyle devrilerek öldürüldü. Darbeler darbeleri, "özel savaş", "sınırlı savaş", soma açık savaşa dönüştü. Artık ABD kuklaları aracılığıyla değil, doğrudan savaşıyordu. Bütün çabalar sonuçsuz kaldı ve 30 Nisan 1975'te ABD çaresiz olarak Vietnam'daı:ı geri çekildi. Ve Vietnam artık bağımsız ve özgürdü. Peki Vietnarnlılar böylesine korkusuzca, kendilerirıden her bakımdan üstün bir düşmana

ww

w.

ne

te we

ğünde, genellikle yapariardı bunu. Ancak, değişmez bir şe­ kildi, birbirierinin üzerine düşer, beşi-onu birden bağırmaya başlarlardı. 'Bu yöne gitti. Hayır, hayır şu yana.' Gerçek yön hariç her yöne koşuşıırlardı." (3) ABD emperyalizmi Vietnam'daki özel savaşını bin bir taktikle geliştirip Vietnam halkını sindirmeye çalışıyordu. Baskı, zulüm, katliam sırur tanırnıyordu. Çeşitli yol ve yöntemlerle dize getirilmeyen Vietnam halkı bu kez psikolojik terör ve ölüm korkusu ile teslim alınmak istendi ve "denizi kurulup balığı yakala" yöntemi devreye sokuldu. Buna göre "hepsini öldür, hepsini yoket" sloganlı tarama operasyonlan ile NLF denetimindeki bölgelerdeki tüm canlıların, kadın erkek, çocuk, yaşlı, bitki, hayvan ve her metrekare başına tonlarca bomba ve kimyasal zehirli maddeler yağdırıldı. ABD'lilere göre bu bir nevi hızlandırılmış pasifikasyondu. Eğer Vietnam'lılar ölmek istemiyorlarsa, "mülteci kabul merkezlerin"de kölece bir yaşamı seçmek zorundaydılar. Bu kamplarda ise açlık ve has. talık, yani ölümün diğer adı kullanılıyordu. ABD basını utanmazcasına, söz konusu bombardımanlardan Vietnam köylülerinin şikayetçi olmak bir yana, hoşnut oldukları yalanını ileri sürüyordu. New York Herald Tribune'da çıkan bir makaleye göre, bir grup psikolog Vietnam'da bombardıman­ Iara karşı, köylülerin tepkisini ölçen bir kamuoyu yoklaması yapmış ve köylülerin hoşnut olduğu sonucuna varmışlar. Bu deli saçması, Vietnam'da "denizi kurutmak" içirı yeterli bir bahane olarak söz konusu makale yazarları tarafından ileri

.c

Ed

sürülmüştür.

Ama gerçek hiç de öyle deYürütülen psikolojik ve moralmen yıpratma ve ölüm korkusu yaratmak için önceden uçakla atılan bildirilerde şunlar yazıyor: "Her gün, her hafta, her ay yoldaşlarınızın, üs kamplarınızın, tünellerinizin ğildir.

sızmalar olabileceğini düşünüp yardım önermişti. Bu tarihten iç~baren geliştirmeye başlanan

'üzel Harp Dairesi', tamamen sivillerden oluşan bir örgüt kurmu§!Jl ... 1960'tan sonra kurulan 'üzel Harp Dairesi' düş­ manın arka cephesine atılacak özel bir gerilla kuvvetine komuta ederdi". (6) "Özel Harp Dairesi'nin 1.ı.ıru­ luşunun ideolojik temeli Amerikan askeri tezidir. Dışarıdan getirilen ve bazı askersel yöneticiler tarafından benimsenen doktrine göre, bugün baş düş-


om

man, ülkelerin dışında değil, içindedir. Ve bu da iç yıkıcı eylemdir." (7) Genelkurmay Türkiye'de Başkanlığı'na bağlı olarak, "iç düşman"a, yani halka ve devrimci harekete lqırşı "özel savaş" yürütecek "üzel Harp Dairesi"nin kurulmasından sonra, "Özel . Harp Dairesi" de devrimci harekete ve halka karşı savaş tarzı olan "özel savaş" "kontrgerilla"yı yürütecek oluşturur. Faik Türün, "özel savaş" örgütünü, "klasik olmayan savaşma usülleri_ne__ gö~e

.c

teşkilatlandırılmış, yetıştırılmış kontrgerilla" (8) olarak tanım­

çıkarlarını korurnaktır.

Ülkemizde "özel savaş"ın tarihsel temeli ·

te we

lar. "Özel Harp Dairesi'' ve "kontrgerilla" CIA'nın Türkiye koludur. Görevleri, emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerinin

En özgün yanı kukla güçler eliyle yürütülm~si o~an "ö~e! savaş"ın ülkemızdekı geçmışı

w.

ne

bir hayli eskidir. Şunu rahatlık­ la söyleyebiliriz ki, emperyalizm ve onun yeri işbirlikçileri­ nin "özel savaş" yürütmede ülkemizden daha elverişli bulacakları başka bir ülke hemen hemen yoktur. Şüphesiz ki bunun da tarihsel nedenleri vardır. Her şeyden önce, istilacı ve sömürgeci egemenliğin ülkemizdeki yerli jandarmaları­

taktiklerinden en önde gelenleri olan "böl ve yönet" ve düş­ maıü "kendi içinde birbirine düşür" yön~emleri ile ezildiler. Bu dönemdeki isyanların yaygınlaşmayıp yerel düzeyde is. yanlar olarak kalması egemen devletlerin onları bastırmada bir en çok yararlandıkları özellikleri oldu. "Hamidiye Alayları" 1881 Ubeydullah İsyanı'nın ezilmesinden sonra 1890'larda öluştu­ rulmuştu. Bu alayların kurulamaç, bugünkü masındaki milis faaliyetinin amaçları ile aynıdır. Yani, yükselen. .~iren­ meyi bizzat o halkın ıçınden çıkardığı güçler eliyle ezmek, böylece hym kendi yıpranması: nı önlerken hem de karşıdakı gücü bir daha doğrulayamaya­ cak tarzda kırımdan geçirerek onun üzerindeki egemenliğini pekiştirmyk "Hamidiye Alayları" adlı makalesinde Dr. Selçuk Günay bu olayların rolünü şöyle ifade etmektedir: "1- Doğu Anadolu'da devlet otoritesini sağlamlaştırmak. 2- Aşiretlerden "askeri güç" olarak faydalanmak ve muhtemel bir Rus hücurnuna karşı elde hazır bir kuvvet bulundurmak. 3- Aşiretleri düzene sokarak onları yerleşik hayata alıştır­ mak.

nın

geçmişi

1514'l~r~ _k~d~

ww

Bugünkü ışbırlikçı uzanır. ·ajanlar, Şeyh İdris-i Bitlisi'nin torunlarıdırlar. Bitlisi gibi, tek kılıç şakırdatmadan ülkesini istilacılara bir tepsi içinde sunana, ihanet edene rastlanmamış­ Bu yalnızca ülkemize tır. özgün bir dunimdur. Evet, Kürt egemen sınıflan ülke~i~i hiçbir kar~ıl~k be~le~eksız_ın bir çeyiz gıbı kendılerıyle bır­ liktc egemeniere sunmuşlardır. Ve o gün bugündür, otoriter devlet, ülkemizde milis örgütlenmeye ilk kez J 9. yüzyılda başvurmak zorunda kaldı. Bilindiği üzere 19. yüzyıl ülkemizde baştanbaşa isyanların patlak verdiği bir dönemdir. Bu isyanlar bugün "özel savaş"

Gere (Çevrim'li) katliamı

4- Doğu Anadolu'da başla­ yan Ermeni faaJiyerierini önle'~ mek. 5- Dış devletlerin tahrikine karşı Doğu An\ldolu'yu elde tutma politikas\." (9) Tarihte eşine ender rastlanır bu alçakça politikayla Osmanlılar halkımızın direnmelerini ezip' onları katietmekle kalmamış, bu alaylan' Ermeni halkı­ nın soykınıMan geçirilmesinde de kullarınuşlardır.

Kürt halkına karşı "ôzeı ve emperyalizm

savaş"

Kurt halkının mücadelesini ezme yolundaki gcfişmcler sadece TC'nin ı,ıygulamaları ile sınırlı kalmamakt~. Çeşitli emperyalist devletler d~ ~u konuda yoğun çabaların ıçınde bulunmaktadırlar.

Gelişen

mücadelenin Türkiye'nin kendileri açısından taşıdığı hayati önem başından beri halkımıza karşı takındıkları saldırgan tutum ve komplolar, son gelişme­ lerle biflikte daha da üst boyutlara çıkmıştır. Kürt halkına karşı yürütülen "özel savaş"ın Türk egemen sınıflarının tarihi tecrijbeleri ilc emperyalizmin ôünya çapında uyguladığı "özel savaş" olaylarınlll deneylerine dayandığım, Türkiye'deki "Özel Harp Dairesi" ve


rumunda değiller. rand'ın kansının Kürt

MitterEnstitüsü, belediye reislerinin, bazı artisılerin

bildirıleri,

bazı

.n et ew e. co m

biçimlerde geliştirilen toplantı­ lar gibi herhangi bir .siyasi özü olmayan giri§imlc.rle soruria sözüınom ilgi gö:>teriliyor. Bütün bunlar meselenin emperyalist çerçevede nasıl tezgahlan· dığuıı ele vermektedir. Kültürel özerklik emperyalizmin bir dayatmasıdır. Sonuna kadar işbirlikçi ve gericidir. Bu politika da ''özel savaş"ın hir p::ırça: : ıdır. 12 Eyliil faşizminin Kürt halkına yonelik · "özel savaş" ı

s~ti:

1) Askeri alanda': ı Ordu, Türk burjuvazinin ülkemizdeki

d ki~ :ı ka) katliam ı

egemenliğini sürdüımede baş­

"kontrgerilla"nın doğrudan em· peryalizm tarafından örgütlendirilip yönetildiğini hatırlamak

ww w

gerekir. ABD emperyalizminin yeni sömürgeciliğini, bu tür ülkelerde Pentagon ve CIA'nm nasıl "özel savaş" ·yöntemleri örgütlendirdiğini ve bu tip savaşlar uygulandığını biliyoruz. Türkiye böylesi ülkelerin başında gelmektedir ve emperyalizmle yeni sömütgecilik ilişki­ leri içine girdiğinden beri Türkiye'de yönetime, başta ABD, Pentagon ve CIA olmak üzere NA TO, buna bağlı emperyalist devletlerin savunma bakanlıkları ve istihbarat örgütleri yön vermektedir. Emperyalist devletlerin Kürt

politikası

karşısında

aldıklan

görev her de~lete göre değişi­ yor. Burada Ingiltere politika belirleyicisi; Fransa kültürel alanda rol oynuyor. Almanya ise askeri ve ekonomik destek- · leyici durumunda. Kürt meselesinin emperyalist çözümünün esas yaratıcısı ve . poli~ika belirleyicisinin özellikle İngiliz emperyalizminin İstihbaratı olduğunu vurgulamakla yarar var~ır. Kaldı ki Kür.t işbirlikçilerinin en irileri de Ingiltere'de ikamet ettirilir. Burada bunlar· eğitilirler; politika belirıeyeiıleri, bu işte ana kadroyu oluşturanlar oneelikle

vurduğu ekonomik, siyasi, külburada hazırlanırlar. Yine Kürt türel ve askeri alanlardaki sameselesi üzerinde tarihi olarak vaşın bizzat yürütücü Ye da İngilizJer ve İngiliz ajanları uygulayıcı gücüdür. Bu nedenetkilidir. Ingiliz emperyalizmile .ülkemizdeki "özel savaş"a nin 19. yüzyılda bile Ortado~ gerçek anlamda damgasını vuğu'da faaliyeti çok güçlüdür. ran ordunun zor'udur. Ve çı~arları çok belirgindir. .15 Ağustos 1984'ten sonra Dolayısıyla Amerika'ya ve AvTürk ordusunun 2/3'si "Olağa­ rupa'ya tutum aldırınada İngi­ nüstü Bölge"ye kaydırılrmştır. liz yaklaşımı temel rol oynar, Ve bu, en seçme birliklerden onlar daha çok politika beliroluşmaktadır. "Olağanüstü ler, ama uygulamayı çok deği­ Bölge"nin sınır boylan boydan şik güçlere bırakırlar. abluka altına alınırıış, her köye Fransa'nın "Kürtlere kültürel sayısı 80'e varan asker yerleşti­ özerklik" temelindeki toplantı­ rilmiş, yine şehir ve kaza merlara ev sahipliği etmesi ne an-. kezlerinde olağanüstü güç yığı­ lama gelir? Sözümona burjuva nakları yapılmıştır. Daha çok devriminin 200. yıldönümünü küçük birlikler halinde hareket yaşamakta ve birçok sahada oletmek zorunda kaları TC orduduğu gibi Kürt meselesinde de su, yerleşik bulunduğu alanlardevrimin hatırası olarak böyle da da sayısal ve teknik üstünlübir yaklaşım sunmaya çalış­ ğüne rağmen karakolların maktayrnış. Biraz da buna daetrafını hendekler ve kum toryandırıyor. İşte bu vesileyle o, baları ile sıkı sıkıya çevirerek "Toplantı da, Paris'te gelişsin, güvenliğini sağlamaya çalış­ özgürlük beldesidir, hatıra olamaktadır. Yine halka zorunlu rak bu 200. yıldönümünde olar{lk "köy koruculuğu" dayaKürtlerin de birçok toplantıları geliştirilebilir" demektedirler. ' ulıp Kürdü Kilide kırdırma politikası olan "Harnidiye AlaylaVe kendi parlamentolannda rı" yerine yeni "alaylar" yer ayırma, çeşitli devlet aygıt­ oluşturulmuştur. işbirlikçi çevlarıyla, ögeleriyle biraz şeref­ relerden oluştumlan bu milislendinne yaklaşımı içinde buler, silahlan dırılarak devrimci lunuyorlar. Aslında sorurıa harekete karşı çıkartılmakta ve ciddi yönelme, politik destek böylece savaş Kürdü Kürde verme, Fransız dev Jetinin reskırd.ırmaya çalışarak, Türk ormi yaklaşımıyla Kürt ulusal sodusunun daha fazla yıpranmarurıuna böyle ilgi gösterme du-


L;.J

çalışıl­

ol-

ww w. ne

te we

Ajan muhbir ağıİllll gelişti­ rilmesi ve Kürt toplumunun en küçük birimine kadar bu yapı­ nın içine sokulması için her türlü eğilimine ağırlık verilmiş çete güçleriyle birlikte ülkemizin birçok alaruna "özel vwucu 'tim", "ölüm marıgaları" adıyla "kontrgerilla" birliğ i çıkarıl­ mıştır . Bütün bunların " Ol a ğa­ nüstü Bölge"de "özel savaş" yürüten askeri güç çeşidi ve oranı çok büyük boymlara ulaşmıştır. Yüzbinlerc e ordu gücüyle, jandarma, "kontrgerilla", ınilis çete ve muhbir ağıyla "Olağanüstü Bölge"nin her tarafı, sınırları, yolları , geçitleri, köyleri, ku~atma altına alınma­ ya insanlar evinden çıkamaz ve kimseye güven duyamaz hale getirilmey e " çalışılmıştİr. CIA'nın, NA TO' nun doğrudarı yönetimind e olan ve emperyalizmin geliştirdiği en son teknik ve taktiği kullanan "özel · savaş"ın doruğu olmuştur . Vieınam'daki savaştan sonra hem güç ve hem de yöntem bakı­ mmdan ABD'nin ''özel savaş"ta ulaştığı en yüksek düzey deJ11ek hatalı olmayacaktır. Kürt halkının direnişine karşı, Türk devleti "özel savaş"ta silah kullanımını ve taktiği de en ileri düzeylere tırmandır­ mışur. Havadan ve karadan kullanmadığı silah kalmamış, Pentagon'd a geliştirilen çeşitli çarpışma biçimlerin in daha geliştirilmişini uygularnay a çalış­ mıştır. "Olağanüst ü Bölge"de yürüttüğü askeri harekatta taktik ve amaçlarmı "hizmete özel" gizliliği altında yayınla­ dığı talimatlarında Türk ordusu şöyle belirtmekte dir: "lnisiyatifi n ele geçirilmesiyle kendilerini n eninde sonunda imhasını gaye edinen bu hareketin hedefıne ulaşması için, bundan sonra yapılması ve üzeıinde ısrarla durulması gerekli görev aşağıda belirtil-

maktadır. "Do ğu nun makus tagüçlerden ayrılması (Esirrihini yenme" sloganıyla kitlegeme Harekatı). lerin desteğini çekmeyi ve müunsurc) Tespit edilmiş şer uzaklaştırmayı . ların kandırılarak, zorlanarak . cadekden hedefleyen cuma, askeri önteslirnin temini veya imhası len ılerin yanı sır:ı ekonomik (İmha veya Taktik Harekat). alanda atılacak bit takım adını­ d) Halk içindeki sempatizan lannda " Doğu"da gelişen müveya muhtelif unsurların siyacadeleyi bastırrnada yarar sağ­ si, ekonomik, kültürel, sosp .l Kürt inancındadır. layacağı ihtiyaçl~ının karşılanma sı ve h,alkı üzc:rindeki çıplak sömüideolojik telkin suretiyle kendirüsiinü kcırrıufle etmei·i v;:, kenlerinin kazanılması (Iç Kalkıri­ di.erinin çık arlan dogrultusunma Harekatı)." da çalıştığı imajını yaratmayı Türk ordusu tam gücünü or:n bu politika, bizzat hedefley halktan geriliayı taya koymuş, Am.::ri.l(o. tarafından ~oluk vetecrit edebilmek ve halk kitlerilı11ekte ve desteklenmektedir. lerini mücadeley i destekleye "Özel savaş)n askeri harcmez hale getirebilme k için birlikte ve onunla a)m kaıla elinden gelen her şeyi yapmış­ önemde ekonom ik ve sosval tır. Baskı, şidde t, işkence, aldaalanlarda da sürdürülen bir ucı vaadler, her türlü yaları gu olmas ı , K ürt halkım n mücabirbirine propagarıda, kitlelerin delesinin karakterinden ve düşman eqilmesi, evden çık­ den kaynaklanmaközelliklerin . yay)a, , manın izne bağlanmas ı tad ır. MücadelePin henüz cko. köy, mınuka boşal ımadarı top: nornik örgütlenm e gibi bir yölu sürgüne kadar her türlü göç bir olmadığı . nelirninirı ettirme, ekonomik ambargo dönemde bile ona karşı ekonovb. halk üzerindeki günlük uymik yöntemlerl e de savaşılıyor gulama olmuştur. Geriliayı "ololmas ı , onun, düzeni hangi düta veya ağla" yakalayabilmek zeyde ve haı · gi temelde tehdit , ağı istihbarat için geniş bir etti ği ni göstermektedir. Bu nemuhbir yapısı örgütlenmeye denledir ki, bugün bilcümle verilçalışılmış; her köye telsiz devlet yöneticileri GAP' ın etkimiş, köylerde giriş çıkışlar li savaş silahı olduğunda birkonırole bağlanmış, muhtarlık­ leşmekle ve GAP'ı Kürt halkı­ lar bütün bunlarla görevli kılın­ nın mücadeles ine karşı "uzun rruş, "kontrgeril la", mil is, düvadeli ", ··sonuç alıcı.' ' ve en etortak birliklerin zenli kili silah olarak görmektedirve örs-çekiç, harekatlarıyla ler. Buraia söylenen sözler ve tavşan avı , çembere a:lrna ve uygulamay a konan şeyler i~c ­ yarma, nokta operasyon u ile rinde ald::mmamak gerekir. Örgafil avlama, kıskaca alma, puGAP, bazı feodalneğin Pentagon bilinen gibi su vb. korupradar kesimlerin çıkarını taktikleriyle "özel savaş"ın asgeliştirecek olsa da, Kürt halkı keri kısrru tımıandınlmışur. için tam bir göç ettirme, sürAncak NATO, CIA ve Türk gün projesi olarak gelişıiril­ devleti, bütün bu çabaİarma mekte; ülkemizin bu en önemli rağmen "özel savaş "ta kalıcı odağına bir "truva atı" gibi rol başarı elde edememiş, uygulayabancı ve Türk nüoynayacak ardına birbiri ta.l<tiklerin dıkları fus yerleş tirilecek !;>urada bir ve kısa sürede boşa çıkması sokolani yaratılmak istenrnektenucunda dağarcıklarındaki her dir. Bunun gibi, diğer bütün şeyi bir anda tecrübesizl iklerive projeler de, esasıa plan ne ve yetersizliklerine rağmen "Olağanüs tü Bölge"de ulaşırru bir bir açığa çıkmış ve etkisiz daha çok geliştirerek , bir yankalmıştır. dan talaı1 ve askeri harekata kolay lık sağlarken, öte yandan alanda: Ekonomik 2) da güç yettirmeyi hızlandır­ TC'nin ülkemizde ekonomik "Doğu'nun kalkındı­ maktadır. sa"özel yürüttüğü açıdan rılması" adı altında yürütülen vaş"m temelini "Doğu'yu kal"ekonomik özel savaş"ın özü safsatası oluştur.kındırma"

dış

m

geçilmeye

.c o

sırun önüne maktadır.

miştir:

a) Istihbarat sisteminin ku-

rulması. b) Yıkıcı

ve bölücülerin birbirinden, mahalli halktan, yeraltı unsurlarından ve himayeci

\


3. Psikolojik savaş: "Özel savaş"ın . en önemli bölümle-

qjıjsi de psikolojik sa"üzel Harp Dairesi" psikolojik sava·şı , "düşmanı ketidi lehimiz,e çeivü·mek için yapılan ve onların his ve fikirlerine yöneltilen !>ir mücadele" olarak tanımlamakta ve bunu en bayağı yöntçi:rilerle, her türlü aracı kullanarak ve bin bir türlü yalan uydunırak yürütmektedir. Psikolojik ' şavaŞ ın yöneltildiği iki hedervardır: Devrimci militanlar ve' Yıntsever halk kitleleri. Miliranlar örgütten koparılmaya ve teslim alınnıaya, kitleler ise , örgütten uzaklaştı­ rılmaya ' çalışılır. Militaniara yönelik propaganda da her türlü maddi vaad ve "serbest bı­ rakma" ilanı ile ölüm tehdidi . birlikte 'işlenerek militan kandmlmaya veya korkutulmaya çaba harcanır. Devlet, 15 Ağustos'la birlikte bunu "Piş­ manlık Yasası" adı altında sürekli bir uygulama haline getirmiştir . Bu konuda ba s ın, yayın, sözlü propaganda yetmemiş, "PKK mensubu" diye başla­ yan, tehdit ve vaadlerle teslim almaya çağıran, üzeri ölü insan · resimleri ve ayetlerle doldunilmuş milyonlarca el ilanını uçak ve helikopterlerle köy ve

rinden

ww w

.n

et

vaştır.

basın-yayın organlarından yürüttüğü propagandaların da temel kaynağını oluşturmaktadır. Bu anlayış gereğince bir yan-

şehirlere saçmıştır. TC'nin ·Kürt halkı

konusundaki inkarcı yaklaşınu onun

bÜdirilenlen birisi: · "Arkadaş Yürüttüğün dava halka sefaJet, acı ve gözyaşından başka

bir şey vermez. Bu mücadeleden ötürü kimse sana minnettar olmaz. Halk için mi yapıyor­ sun? Halk seni ihbar edip ya. kalatıyor. Halk sana katşı si. İahlanmış, davaya inanmıyor, sana ekmek dahi v~m1İyor. Parti için mi yapıyorSun? Parti Senin dü:ıüncene değer vermiyor, sana güvenıniyor, sen partinin gözıinde bir kölesin, yarın verdiğin · tüm emeklerin unutulup partinin gpzunde 'bir hain' 1 olabilirsin, ne kadar eylemin olursa olsun, inalzemelerinle birlikte en yakın güvenlik güçlerine teslim ol. İdamlıksın, tahliye olmak senin elinde. Teslim olduktan sorıra en · sıcak ve şefkat ile. karşılar'ıacaksın, değil işkence ve ··dayak/ sana küçük kırıcı bir laf ' dahi · söylenmeyecek ... Pişmanlık k~u­ nunun sizler için iki-yıllık .süresi var, 0 s6y1ediklerime inanın, söylediklerimde en; ·Rüçük 'bir abartma ·'-'ar ise alçağım, -ama-· cım sizltfre istediğiniz yaşama

.c

om

dan ülkemizdeki devrimci gelişmeler elden geldiğince gizlenmeye çalışılırken, diğer yandan da, "Türkiye'nin bütünlüğüne yönelen ve diş rnihraklarca desteklenen" bir hareket olarak lanse edilmektedir. DevIetin güçlü olduğu imajı sürekli canlı tutlllmaya çalışılmakta, bu amaçla da kayıpları önemli oranda gizlenirken, vurolan devrimcilerin boy boy resimleri televizyon ve gazetelerde yayınlanmakta; bununla toplumda korku ve panik yaratılmak, qevletin yenilmezliği fibi aşı­ lanmak istenmektedir. Toplumdaki şoven duyguları alevlendirrnek ve Kürt halkına düşmanlığı derinleştirrnek için Ermeni sorunu gündeme getirilmekle, PKK'nın "Ermeni terör örgütleri" ile işbirliği yaptı­ ğı fikri sürekli işlenmektedir. . Bu soruimn sürekli carilı tutul. masının bir diğer ' nedeni de dikkatiari "Olağani.istü Bölge"deki gelişmelerden başka tarafiara çekmek. ' Boyalı basın, "özel savaş"ın bi'r bölümü olan psikolojik saı vaşın bir gereği olarak sürekli çarpıtılmış haber yayan birer 9rgan görevi görmüşlerdir. Dr: Isınail Beşikçi, Türk burjuva basının MIT'in bir bürosu gibi çalıştığını söyleyerek önemli bir a'çiklan1ada bulunmuştur. Devlet, psikolojik saVaşı o kadar tırrnandırrnış ve buna o kadaf ' umut' ' bağlamıştır ki, dünyaya "dev" o1arak gösterdi-

ew e

ve gerçeği ·budur. Bu nedenle, söylenenler bir demagoji olmaktan başka bir şey değildir. Bir bakıma bundan başka bir şey yap~az durumda olan Türk devletinin bu aldatmaca.Iarının da fazla bir sonuç veremeyeceği- açikur. Bugün ülkemizde yaşanan ekonomik durun1 taıri bir çöküşten başka bir şey değildir. Cunta sorırası dönemde artan yoksulluk, iş­ sizlik ve açlık her geçen gün vahim boYutlara ulaşmış, buna bir de talaiı ve gasp da eklenince, yaşam iyice çekilmez hale gelmektedir. Kürt halkı kendisine acı, işkence ve açlıktan başka bir şey vermeyenierin ekonomik vaadlerinin inandın­ cılığını çoktan yitirmiş bir yalan olduğunun bilincindedir.

ği ordularıyla başaramadığını,

bir kaşık çorbaya her şeyini satan birkaç haine her türlü propagandayı yapıırarak başarabi­ leceğini umut euniştir. Cezaevieriride olduğu ·gibi dı­ şarda da teslim olan birkaç kişiyi bütün propagandasının merkezi haline getirmiştir. Bunları televizyonlara · çıkar­ nuş, gazetelerde boy boy re-

simlerini ve .s ayfa sayfa tefri-

kalarını -yayınlan1ış, köy canlİlerinin duvarlarına asac.ak ~adar · alçalıp · zavallılaşmıştır. Işte · canli duvarlarına asılan

ulaşınada yarqımcı olrhaktıı·."

Bii '' başka~" ''Uyarı .lBildirisi"nöe, ·"Dağlarda, mağaralar­ da, aÇ susuz boş yere titi"eyerek ölümü bekleme, zira seni' maşa olarak kullananlar her türlü lüks içinde gerçekiere kilillidarı tıkalı yaşamiarına -devam ediyor" denilerek; bit ·de ö-lüm korkusıı" yaratmak " amacıyla vurulmuş bir devrimcinin· fotoğrafı yayınlarını'akta \ :c altın' da şöyle ylızmaktadir: "Sonun bu olmasını istemiyorsan teslim ol. Diğer arkadaşların gibi insanca yaşamını sürdür". Bu taktik 1960'larda Vietı1am halkı üzerinde denenmiştir. Şimdi ise Kürt halkı üzerinde deneniyor. 4

KA Y:\AKLAR .

j

~ ı i

... ' :

., ,

1- Giap. Halk Savaşını(\ Askeri S;ınatı, s. 207 ' 2- Giap, Halk SaYaşının Askeri Sanatı ; s. ı96 . 3- Vietnaın Kazanacak, s . 63 4- Aynı eser, s. ı26 5- .. .. • s. 13ı 6- :\1. Ali Birand, ı2 Eylül S~aı 04.W), s. 88 7- Vencereınos, Şili 'ye Evet, Pinochet'e Hayır, s. 29 8- R. :'\llri ileri, :\iihri Belli Olayı , s: 685 9- !OOcak 1985, Tercüman


' DJ

Sayfa 141 ..

:.=.,:;:-,:::;,:;:::=::- ===::::,===·'·:1 Aralık

1990

l >>= ==:::=:=:::::=>=)==:==: :!

ÖzgürH alk

••

••

Per inçe k: Ana htar OZG URL

••

1

e

Özgür Halk, Yüzyıl dergisi Genel Yayın Yönetmeni Doğu Perinçek ile görüştü. Perinçek, Genel YaYön etmeni olduğunuz eski 2000'e Doğru ve Yüzyıl dergisine yapılan baskıların içyüzünü anlatır mısınız? Devletin 1990 başlarına kadarki politikası şuydu; yoksul köylü mücadelesini, gerilla hareketini dağlarda tecrit etmek. Hatırlayacaksınız Genel kurmay Başkanı da · çeşitli açıkla­ malarında, "Bu hareket (bu Kürt hareketine onl:ır etnik h:ı rekeL di\Orııırclı' ;·,_ l. h ~ ... ~ Sayın

..

Bu özel miydi?

1

Perinçek: Anahtar

ötgurıukte,

her

savaşın iflası değil

Dağlarda tecrit politikası aslında kontrgerilla ile onları tec-

ww w

rit etme ve arada bir diyelim karakol hasarlar, bir korucu öldürürler, falan filan ama bu düzeyde tutarsak karayollarına hakim oluruz, şehirlere hakim oluruz, biz bunları dağlarda tecrit edemeyiz bunların kökünü kazamayız politikasıydı. Dikkat edilirse o zaman Ecevit bile,Kartal'da yapılan bir toplantıda, bu toplumsal bir harekettir dedi. Böyleye aruk şehir­ lere de kitlesel olarak inmesi karşısında devlet bir devlet zirvesi topladı. Burada örtülü bir darbe gerçekleşti . Askerler kendi aralarında görüştükten sonra Özal'a yeni bir rejim dayatıldı. İlk önce MGK toplandı. Bu toplantıya Demirel ve İnönü de tıpış tıpış gelerek bir mutabakat sağlandı. Burada alınan karar, halkı şiddet yoluyla bastırmay­ dı.

Silaha karşı silah kullanıla­ cak?

uıu,a

Hah işte çok güzel bu toplanu, çok özgün biçimde silaha karşı silah politikasında bir mutabakat sağlandı. Silaha karşı silah politikası aslında ilk önce yeni bir şey gibi kondu. Ama zaten devlet silaha karşı silah kullanıyordu. Ama burada yeni olaıı. ne? Yeni olan şiddetin yaygınlaştırılmasıydı. Eskiden beri silaha karşı silah geriliaya Burada karşı kullanılıyordu. halka karşı kullanılmaya baş­ landı. Yenilik kitlelerin şehir­ lerde harekete geçmesiydi. Devlet bu durumda dağdaki politikasını sürdüremez hale geldi , o politika iflas etti. Şehirler­ de harekete geçen halkı bastırmak gerekiyordu. Bu ilk zirvenin arka kabininde ne oldu. Batman'da kepenkler kapatıldı. Zirve silaha karşı silah dedi. Ertesi gün ne oldu, 12 bin dükkan, kepenk indirdi. Bunun 2 bininin camları bizzat Vali Atilla Koç'un katılımıyla kırıl­ dı. Devlet çocuk gibi cam kır­ maya başladı. Burada silaha karşı silah yok, dükkancıya, esnafa l<arşı silah var. Batman'da kepenk kapatan adam silah çekmemiş ki. Ne yapmış, kepenk indiren dükkancıya silah kullanmaya başlamış.

.n et e

salıı;, .. • Ji,uıdu. f..ık...ıl l:ur.h~ .1 devletin bir polilik:bı da güLüküyordu. Evet bitmez, ama bunlar dağlarda tecrit edilmelidir. 1990 başında bu politika if)as etti. Cizre, Nusaybin ve diğer şehirlerde intifada hareketleri başladı.

we .c o

devaııı e; ırcı> Ir h :~ ı, .... 1 , i ... , ;-ı:1 ~ .:1:~~ .. .1- ~~ ........ : .. . . .. : ., h_ r~r

m

yın

kendi kaderini

ta~ in

Halka

dı.

etme

karşı

hakkmı t:ıııınıada

silah

kullanıl­

Tabii, halka karşı silah, yani bunu tercüme edersek halka karşı silah kullanıldı. Bu, dağda geriliayı tecrit politikası iflas ettiği zaman, şehirlerde kitlesel hareketler başlayınca oldu. Bunun bir de basın po litikası var. Bu kitlesel harekete karşı bası- · nın susturulması gerekiyordu. Devlet burada basma, bir tek benim verdiğim haberi yazacaksın dedi. Bir anlamda Kürtleri Türk haritasından çıkardı. Çankaya'da bir basın brifingi verildi. Ba sının önde gelenleri Ankara'ya çağrıldı. Milli Güvenlik Kunılu Genel Sekreteri Sabri Yinnibeşoğ­ lu bir brifing verdi. Bilgilendirme toplantısı yaptı. Burada basma verilen küpürlcrin yüzde doksanı 2000'e D oğru'dan gösterildi . Bu toplanuya katılan bir gazetenin genel yayın yönelineninin bana söylediğini söyleyeyim. Bu bir 2000'e Doğru brifingiydi. Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ercan Erttim ise, çıkarılan bu kararnanı.enin 2000'e Doğru kararnamesi olduğunu söyledi. Toplan tıdan çı­ karken ise, 2000'e Doğru dergisinin defteri dürüldü, denildi.


[li] Özgür Halk olarak geldi, bir konuşma yaptı. O basın toplantısı Çankaya'da yapılan toplantının devamıydı.

om

O toplantıda Kozakçıoğlu şu?~ söyledi: "Siz basın olarak mıllı maçı anlatan spiker gibi anlatacaksınız." Hani bizim futbolcular gol attığı zaman, bravo çok yaşader ya, öyle işte. ,

Yani devletin istediği haberi yazacaksınız. Devletin iflas eden politikasını orada savunacak, gerçeği yazmayacak, taraflı olacak. Konusmasının bir yerinde Cizre'de tut~klanan insanlardan, "bizim müşterilerden" bahsetti. Orada tahammülüm kalmadı, "Ne dediniz, ne dediniz" dedim, kürsüde mahçup oldu.

te

we

.c

Yine bu toplantıda ilginç olan bir şey var. Toplamıda konuş­ ma yapan üst düzeyde bir dev- . let yetkilisi, toplantıya gelen basın mensuplarına, "Bundan sonra böyle davranacağız tamam mı" demesi üzerine toplantıya katılanlar hep bir ağız­ dan "tamam tatnam" dediler. Bir okul misali öğretmen ders anlatır, hani çocuklara döner, "anlaşıldı mı çocuklar, tamam mı" dediği zaman çocuklar hep bir ağızdan, "tamam anlaşıldı" dercesine, o toplantıdan sonra Hürriyet, 2000'e Doğru ile anlaşmasını feshetti. Niye feshettiniz dcdiğimizdc, "Eğer 2000'e Doğru 'yu basarsak devlet matbaamızı kapatacak. Zat~n Özal'da İstanbul'da yapılan TUSİAD toplantısında · bunu söyledi. O zaman, "kararname etkisini gösterdi o dergi kapandı" dedi . . Sa.nsür -sürgün karamamesinin tarihine dikkati çekerim 1O Nisan'dır. 10 Nisan günü aynı zamanda Diyarbakır DGM'de D.oğu Perinçek hakkında gıyabi tutuklama kararı çıktı. Aynı güne rastlaması. ilginç, çünkü ben o tutuklamaya konu olan konuşmamı. şubat ayında yapmı­

ne

şım, o konuşmadan dolayı savcılıkta ifade vermişim, beni o gün tutuklamıyor, hiçbir hukuki açıklaması olmayan bu tutuklama kararının 10 Nisan gü-

ww

w.

nüne denk gelmesine hayret ettim.

Yani 2000'e Doğru ile DoPerinçek beraber mahkum edildi. Evet 2000'e Doğru kapatalı­ cak; Doğu Perinçek de içeri atı­ lacak, ama ben teslim olmadım ve dört ay mahkemeye gitmedim. Bu ara 2000'e Doğru'nun yayını da süresiz durduruldu. · Ankara'da basma verilen brifingden sonra da ilginç bir olay daha oldu. İstanbul'd<\ Basın Konseyi toplandı, ben de o konseyin bir üyesi olarak katıl­ dım. Bu toplantıda birden elimize davetiye geldi. Toplantıda Olağanüstü Hal Bölge Yiliisi Hayri Kozakçıoğlu konuşmacı. Hayret ettik; Bölge Valisi'nin Basın Konseyi toplantısında ne işi var. Oraya misafir sanatçı ğu

Ne demek yani bizim müş­ teriler? Yani . tutuklanan insana müşteri diyor, onu müşteri gibi görüyor. Nasıl ticaret erbabı müşteri sayesinde işini gelişti­ rir, o da tutuklanan insanlardan memnun ve müşteri gibi davranıyor.

Bu

konuşmaların

hepsi bant-

ta var. Ne demek dedim

müşte­

ri. I):em-küm etmeye başladı. Bunun ardından sorular bölümüne geçildi. Şunu dedim, "Siz Olağanüstü Bölge Valisi olarak 'yakala ve öldür' emrini veren general hakkında. ne ~ibi soruş­ turma yaptınız. Idarı soruştur­ ma yapılmak zorundadır" dedim. Buna cevap verilmedi. Daha sonra, "Batman'da Vali eline balyozu aldı, cam kırdı, devlet cam kırıyor. Bu bir suçtur, bunlar yargılanıyor mu?" dedim. Bu soruya da cevap verilmedi. Orada CIA ve MIT ile ilişkisi olan Altemur Kılıç ve diğerleri oturdukları yerden ayağa kalkıp hep birden bana saldınnaya başladılar.

O toplantıda kimler vardı burjuva gazetelerinden? Her gazeteden temsilciler vardı. Kalbur üstü gazeteciler oradaydı. Tabii ben müdahale . ettim, oturun yerinize dedim. Ben orada kararlı bir tavır al-· masam, adamlar beni ezeceklerdi.

K...t:. ın.J.:;:~ .ı ..!. ,t. . . i ..... ı

darbe

l

: •..•.

.

l:r

gerçekleştirildi

Sosyolog Dr. İsma~l Beşikçi, burjuva basını MIT'in bir kurumudur,MİT'in bir büro· su gibi çalışmaktadır, diyor. Sizin de içinde bulunduğunuz bu canlı toplantı Beşikçi'yi doğrulamıyor mu? . Ben İsmail Beşikçi'nin değerlendirmesini aşırı buluyorum. Burjuva basını devletin denetimi altındadır, ama bu basının içinde de devletin kontrol edemediği insanlar var. Ama bir genelierne yapmak zorundayız'? Devlet anahtarlarıyla İstan­ bul basınını kontrol eder. Zaten burjuva basınını yaşatan kapitalistlerdir, onların desteği ile ayakta duruyor. Bakın burada geçmiş bir deney var. 12 Eylül döneminde Selimiye Kışla­ sı'nda görev yapan bir astsubay gazetelere telefon edip istediği haberi yazdırıyordu. O dönem bir haber müdürü vardı, o da Seliı:niye Kışiası'nda oruruyordu. Selimiye Kı ş iası 'ndaki Genel Müdür bütün gazeteleri yönetebilivordu . . İstanbul basını çok kötÜ bir sınav vemliştir bu kararnameden sonra. · Özel savaşın bir yöntemi olan psikolojik savaşı d~vlet basın yoluyla- yapıyor, buna ne dersiniz? Zaten işin püf noktası bu., ·niçin kararname çıkarıldı: üzel savaşta önemli rol oynayan psi-


ladı burjuva basının yalan . ·. baberler imal ettiğini. Bu biranlamda burjuva basınının . d ~: : ,· d . .. ~d~n!~ bas~~ı~ a ı 0, ası · .egı1 ...ı

mıdır ·

nelgede herkes bulunduğu böl-_ geden 200~'e D~ğru 'x~_mektup y~zacak,Joyle şö)'le,dıyeceksı-

bu açıga~J.ku. Mektuplara üniforma· ~iydirmişlerdi. Bu, gelen mektuplardan . , anlaşılıycırdu. ,.. '·'':' ,, ·.. .• '.ı._~ .:·

w. ne te we .c om

_ . Bakınız, ?en hapı sten çıktı ğırndan ben beş defa A vry.ıpa': televizyonuna . çıktım. Ozal . · Fransız .. teleyizyonuna çı kı yo-. • ·rum ·dedi.''Meger aldatmışlar Çı· \ kamadı. Ben bir buçuk ay içinde 2 defa İngiliz, 3 defa da Alman televizyonuna çıktım. Dün gece yine BBC televizyonundaydım. Yani ne .oldu, tüm . ,dünya Türkiye'nin önemli. h~­ berlerini 2000'e Doğru dergı­ sinden almaya başladı.

nız. Tabıı

2000'e Doğru dergisinin · sayılan'·.

toplatılan

..

kolojik savaşı sürdürmek i~in. Bu, kitaplarmda açıkç~ söyleniyor. Gerektiği zaman devrimciler ırza geçti diyeceksin, köylüleri öldürüp gerillıpun ystü,ne atacaksın, yalan h~Q_er.yazacak­ sın, daha doğ111su Y,alf-11 .haberleri iriıal edeceksin burada dev'· let haber imal ediyor. '

'-:--:.'

"

t_

ww

İ~iyaka' ve Çe~rimli ka ttiamlarınıit basma o yansıyış şekli vardı? . Bunı,ı kontrgerilla aediğimiz Özel Tim yaptı. Gerillanın üze- ' rine atmak için de ba$ını bura~ ·· da ~ araç olarak kull~ndı ~ Ama biz ne yaptık, doğrusunu yazdı-· · ğı.mızda dt:rginin o sayısına matbaada el kondu. 2000'e Doğru-niçin susturuldu: Gerçeği' söylüyordu. Gerçeği söylediği için sust'urulması gerekiyordu. Psikolojik savaş şuna dayanıyor: Yalan söyleyeceksin, tek yöntem bu. Yalanın , karşısında gerçeği ifade eden bir basın kuruluşu olmamalı. Kaldı ki 2000'e Doğru dergisi dün,~'a ölçüsünde ismini duyuran bir dergidir. Dünya basınına ve televizyonuna tek başına Türk basınının tümünden daha fazla giriyor. Günay'dın, ~lliyet, Sabah, Güneş, Cumhurıyet . vb. bunların hepsinin o trajını topla 2 milyon ediyor. 2 milyonluk bir basıriın karşısında tek · ·başına dünya basınına ve gazetelerin daha fazla çıkıyor. Artııf dünya basını da an:

Bu sila.h a ))ar~tsilah )'Öntemi sizce •;özü'm mü? Bu bir çıkmazdır. Kafaiar hep buna çalıştırı.lıyor. Mesel_eyi şiddet yolu ile çözmeye gır­ din mi bu bir çıkm,q.zdır. Burada ikiye ayrılıyorl~r. B.ir kısmı halka iyi davranalım, geriliayı ezelim, öbürü de bunu ayırmak mümkün değil, ikisini beraber ezilmelidir demektedir. ÇözüPKK Genel Sekreteri Ab-- :·· mün bu olduğunu . düşünüyorlar. Bu meselenin öyle halledildullah ÖCALAN ile yaptığımeyeceğini anlap},alı,lar. Halbuki anahtar, özgürlük'te. nız röportajdan dolayı size ve . dergirrize yoğun saldırılar , Her ulusun kendi k'~der.ini tayin başladı. Hatta tehdit bile ed il- o etme hakkını ·tanımılda Diyardiniz. Bu olayın içyüzünü an-· bakır DGM'de şunü ' söyledim: :Siz bizi vatanseverlik adına latabilir misiniz? yargıhyorsunuz . Peki dağları, .Röportajı yayınlamaya başladık. Bize .mektup kampanyası .. , ormanları yakarak;-.irt§anı süre,başlad~. 1 Biz bu mektupları çıku- :, rek, o topraklan i~lemez hale duk. Boy mek~up~a!da ortak beş , getirerek siz fl!.t vatarrseverl_ik unsur yardı, bırbırım~ bc_nıeyen. J ' yapıyorsunuz. Uz.er;inde ot .. bıt~ meyen toprak mı ''a~andU'. Uze·" rinde ağaç.. ka)ma,.ywu.opr~k mı , Ne_ydj o beş unsur. · . ~şte, _siz Kürtl~rin kurtl1lıtş , , , vatandır. '()zerinde::-ef:ırı bı~rı:ıe­ savaşmı başiattığını , söylüyo~- ,, , yen topraJ< ml v.argagır. Netıce itibari ile siz toprağ~.cJaı ortaqan ~unuz. l~te, siz PKK'yı desteklıkaldırıyorsunpz v~ bi~ çıpl_ak yorsuıiuz: Devletin politikaştn<\kaya olur oras.ı.. ÇüWCü üze~ınkarşı çılöyorsunuz. Aşağı Y,Ukan hemen heJ?sinde _b~yle şeyh~~ ode ağaç olıı~Nan t9pı;;ı~ en son erozyona · ugrar. OaMan başka yazılıydı. Bız dedik ne _yapalım ; biz· bunları yayınla~alın~. · ' bir şey kalmaz, o. dn 'vatan ol12 ·>. ' maz. Anladık bu ın.ektupların hep bır yerden· geldiğini, ama dedik bırakalım okuyucu buna karar • Yüzyıl dergisi ' biüıdan sonversin. Bunları yorumsuz olara da aynı çizgisine devam · rak yayınladık, şu çıktı ortaya, edecek mi? o kullanılan imzalar .sah~e .. l'v~eAynı çizgiye devam edecek. sela Tatvan'dan devrımcı bır ınBurada gerçek olan nedir? Devsan bize telefon açu, "Ben devriıncilik gerçeğe dayanır, bunu rimci bir insaruni., bu mektubu kahramanlık olarak da gönnübildirdi. diye nasıl yazarım" yoruz. Bu tarihten gelen bir Mektuplara devrimci insanları~ biz de o si perde somevzidir, 'adresini koymuşlar. Buradakı nuna kadar savaşacağız. Bu s.iarİıaç bir provokasyo?. xar~tperi terk etmeyeceğiz. mak. Fakat b_~;~ arada bıze ıstıhbarat geldi Ozel Tim'den. İlk'' Çok teşekkür ederiz önce MİT yazıyor sandık, hatta Yüzyıl'ın bundan sonraki Bölge Valiliği'ne başvurduk bu yayın yaşamında başarılar dimektupları siz mi yolluyorsu~ .. leriz. o~­ öyle nuz diye. İstihbaraqa Ben de teşekkür ederim. üzmadığını anladık. Ozel Tim e gür Halk'a başarılar. bir genelge çıkarılmış. Bu ger


Ll

Özgür Halk

f , ·. _,·,:::\ '··

-!':/

' 4 Aralık 1990

f) ;: ( :

,H,

:i>' Ed Sayfa 1/

Ali FlRAT

Türkler, Orta Asya'dan ·:tıktıklarında, o bilinen nüfus artışı ve benzeri nedenlerden dolayı lran'a doğru istia hareketlerine başla- · dıklarında islamla karşılaı?ırlar. lstilacı yayılma için. daha en başından dini bir araç·olarak kullanmak isterler. Bundan, emellerinden dolayı, eğer direk islama karşı çıkariarsa yayılma ve istila çabalı?rının sonuçsuz kalacağını düşünürler: Çünkü islamlık hayli gelişkin ve savaşçı bir karakterdedir. Ona karşı direnmek oldukça zordur. Hele, yayılma istek ve emellerini gerçekleştirebiirnek daha da zor olacaktır. Bu yüzden bir yayılma . ideolojisi olarak. islamlığı çıkarlarına çok uygun bulurlar. Daha IX. ve X. yüzyıldan itibaren Türk aşiret boyları, başta Oğuzlar olmak üzere yoğun bir biçimde islama yönelirler. Iran içlerine doğru yayıldık­ ça, bir yandan da hızla islamlaşırlar. Yani, islamlaşmayla yayılmacılıkları arasında sıkı bir iliş­ ki vardır: Ne kadar hızlı islamiaşıriarsa o kadar hızlı yayılırlar, yayı!dıkça da daha fazla islamlaşır­ lar. Görülüyor ki, Türklerdeki yayılmacı ve akıncı ruh, islamcılığı bir ideolojik işlev olarak oldukça değerlendiriyor. Bir de, Orta Asya'da kabile federasyonundan öteye gidememiş Türk boylarının ideolojik ve siyasi gelişmeleri sınırlıdır. Henüz barbarliktan tam olarak kurtulmuş değillerdir. Yani, uygarlığa dönüşüm henüz sağlanmamıştır. Sınıflı topluma güçlü bir giriş yapılmamıştır. Dolayısıyla uygariaşmaya götürecek bir ideolojik, siyasi geliş­ meleri de yoktur. işte bunu islamda buluyorlar. Demek ki islam, aynı zamanda TOrklerde'<i sınıf­ Iaşmayı ve dolayısıyla uygariaşmayı da o ·:: : iştiri­ yor. Bu önemli bir noktadır. Yani Türklerde ı:: • nıf­ laşmak, uygariaşmak ve islamiaşmak birbiri;: e kıtlık, kuraklık,

ww w. ne

te w

e.

Türkiye'de, pek çok alanda olduğu gibi, din ve islamiyat alanında da çoğu zaman ilericilik, gericilik gibi kavramlar karıştırılıyor. özellikle laiklik kavramının anlamı, topluma son derece çarpık biçimlerde .sunulmak, empoze edilmek isteniyor. Toplumun ez.ici birçoğunluğu dinin, islam dininin etkisinde olan Türkiye'de, denilebilir ki, solun en önemli yetmezliklerinden bir tanesi de, d ine ve dini inanç sahibi kitlelere yaklaşımıdır. Solun zayıf­ lıklarının ve kitleselleşememesinin başlıca nedenlerinden biri de, kazanması gereken bu kitleleri · kazanacak yöntem ve yaklaşımlar geliştirememe­ sidir. O nedenle, bu alanda da kavram karışıklık­ larını gidermek, sahte o!an ı gözler önüne serrnek ve doğruları yerli yerine oturtmak kaçınılmaz oluyor. TC devletinin, özellikle 1'2 Eylül faşizmiyle birlikte, Kürt halk hareketine karşı oldukça yoğun­ laştırdığı özel savaş polit ikasının en çok başvur­ duğu araç dindir. Öyle ki, din ve dine dayalı sahte tarikatlar, QU dönemde özel savaş polit i kasının en etkili aracı ve silahı oldu. Oysa lafa geldiğinde, cumhuriyet Türkiye'sinin ICl;ik bir temelde geliştiril­ rnek istendiği, kemalizm in bu konuda katı bir hüküm ifade ettiği söylenir. Peki bunu nasıl yorumlayalım? Kemalizmin laiklik iddialarının tersine, 12 Eylül rejiminin dini oldukça kullanmasına, yine buna bağlı olarak tarikatçı güçlerin çığ gibi ortaya çıkmasına ve büyümesine yol açmasın ı nasıl yorumlama!ıyız? Kemalizmin laiklik ilkesine sarılışının nedeni nedir? Kime hizmet eder? Günümüzde bir de "TürkIslam Sentezi"nden, bu temelde partilerin kuruluşundan ve hatta cumhuriyetin köklü bir ideolojik dönüşümünden bahsediliyor. Bu tip gelişmelere nasıl yorum getirmeliyiz? Işte bunlara açıklık getirmeye çalışıyoruz. Ve bunun için de, bazı hatır­ latmalar düzeyinde de olsa, tarihi temellerine göz atmak gerekiyor.

co m

12 Eyl·· •ün geliştirdiği sahte· .arikatç1l1k ve buna kar-ş• yurtseverlik görevlerimiz

EJ

1- Türklük ve lslamlyet Ilişkilerinin esası ve ı 2 Eylül rejiminin sahte dineliiği

TOrklüğOn en temel yayılma gerekçelerinden birisi olarak islam dininin gerekleri belirtilir. Yani, fetihçi bir din olan islamda, "gaza" için fetih gerekir. Ve bunun da, TOrklüğDn yayılmacı ruhu ile bağdaştığından söz edilir.

sıkı sıkıya ilişkili gelişmelerdir.

Türkler Orta Asya'dan göç ettikleri nde, Ortadoğu'da gelişkin uygarlıklar vardır. Iran uygarlıs .

Arap uygarlığı ve Anadolu'daki uygarlıklar s ı nıf ~ ::! gelişmeyi ileri bir düzeyde yaşamaktadırlar. K;jleliğin ve feodalizmin ileri bir aşa,masındadırlar. Oysa Türkler Ortadoğu'ya doğru açıldıklarında, uygarlık dışı ve barbar bir kavim durumundadırlar. Böyle bir uygarlıkla temas onları geliştirmiş, Türklerin barbarlığı aşmalarını sağlamıştır. Kısacası Türklerin sınıfiaşması ve uygarlaşması, lran'da, · Anadolu ve Arap yarımadalarında kökleri milattan öncesine kadar uzanan uygarlıklarla temasa geçmeleri ve islamı kabul etmeleriyle başlar.


yetişen bir kavim olmalarından dolayı , savaşçı kabiliyelleri gelişmiştir. Bir de göçebe olmaları, yerleşik yaşama geçmem iş olmaları ve henüz uygarlığın o yorucu yıpratıcı atmosferine girmemiş olmaları, onları müthiş akıncı bir kuvvet

tünde

ww w. ne

te w

yapmıştır. Bu akıncı kuvvet, islam gibi yayılmacı bir ideolojiyle birleşmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, islamiyel bu dönemde ilerici bir rol oynar, ilericiliğe hizmet eder. Her devrim gibi islam devrimi de fethetmek zorundaydı, fakat önemli olan, Türklerin bunu ilkel bir aşamada ve ilkel bir tarzda ele almalarıdır. Bu i!kei barbarlık aşamasındaki kavim savaşçı, göçe!:ou .c :.:.::e :)l""'::ıs ından dolayı yayılmacı ideolojiy:e ::w ie;:ııgirıde ır.ü!hış' bir .saldırı kuvveti haline istan'ı istila 'ettikten gt:::: nı:ştir lran'ı. lrak'ı, K sonra, Anadolu'dan Orta Avrupa'ya kadar .ve hatta Afrika kıtasına kadar hızla yayılmaya başlar, Bu yayılmacılığın nedenleri böyle sıralanabilir. Nasıl ki, bir dönem Germen ırkı Roma Imparatorluğu'nu kuzeyden istila edip, feodalizmi yeni bir toplumsal üretim biçimi olarak geliştirdiyse, Türkler de buna yakın bir rol oynamıştır. Germen ırkı da böyle ilkel, barbarlık aşamasında bir kavimdir. Roma ise, köleciliğin son dönemini yaşayan bir imparatorluk, bir uygarlık! ır. Yani kısaca belirtmek gerekirse, tarihte bu tip geri kavimleri n istilasıyla, bunların eski uygarlıkla­ rın son kalıntıları na karışmasından yeni toplumsal biçimler doğar. Türklerin ki böyle olmamakla bir, likte, islamiyetin gelişmesrni tam olmasa bile, ya-

co m

rı, bu uygarlıklarla temasa geçmesi ve bunu sınıflaşmanın taze başlangıcı yapmalarıdır. At üs-

çuklu ve Osmanlılarda çol< daha güçlü kılar ve aristokratlığı oldukça geliştirir. Bey, pas.a denilen bir üst tabaka oluşur. Batıda feodaller s ınıfı denen bu sınıf, Osmanlılarda merkezi feodal, yani sultanlık, paşalık, beylik sistemleridir. Ama burada sultanın gücü merkezidir. Burada Asya tipi toplumların desootik özelliği daha da güçlendirilerek güçlü bir sultanlık rejimi kurulur ve Kürd istan gibi dağlık alanlara sığınmaya çalışır. Muhal if mezhep olarak şiiliğe, aleviliğe yönelirler. Sünnilik, aristokrat kesimin ideolojik görüntüsü iken, ezilen kesimler ise, şiilik ve aleviliği esas alır. Ve ezilen kesim direngendir. . Demek ki, Selçuklu ve· Osmanlı s_u ltanlarına karşı Türklerdeki sın ı fiaşmayı da, islamcılık temelinde böyle değerlendirmek mümkündür. "TürkIslam Sentezi" tarihteki biçimiyle böyledir. Bu, özünde Türklerin barbar bir kavim olma aşama­ sından kurtulup, sınıflı bir topluma dönüşmesıni, yani islamiaşmasını ifade eder. Türk-lslam sentezinin başını çekenler ise, hakim aşiret ve boy beyleridir. Dolayısıyla Türklerin egemen ve sömüren kesimleridir. Ve bunlar Türk-lslam sentezinin .resmi ifadesidirle'r. Sünni kesim egemen ve resmi kesimdir. Altta kalanlar ise, hani islamın "sabık" bir mezhebi olarak değerlendirilen, fakat bize göre devrimci özü teşkil eden şii, alevi geleneğini yaşatan, ezilen halktır. Buradaki ayrımı iyi görmek gerekiyor. "Türk-Islam Sentezi" kavramı, ezilen halk kesiminin bu durumunu ifade eden bir kavram değildir. Tam tersine bu, egemen sınıfların resmi "TOrkIslam Sentezi"ne karşı, halkın bir seçeneği olarak karşımıza çıkar. Yani bu ad, asıl egemen sınıflar­ ca temsil edilen ve devlet katina ulaşmış Türklslam gerçeğine verilen bir ad oluyor. Ve denilebilir ki, Osmanlı sultanlığı bütünüyle islamın gerici ve sahte bir yapılanmasıdır. Gerçek islam bunlara denmez. Çünkü, Türklüğün her dönemde islama yakla·şımının esas özü ve amacı; islama sarılarak Türklüğü geliştirmek veya tehlikeye girmişse korumak oluyor. Örneğin, Sultan ll. Abdülhamit döneminde yeniden islamcılığa dönüş ne anlama gelir? Panislamizm, Batı karşısında zorlanan imparatorluğ'un müslüman halklar üzerinde etkisini kurmaya ve Osmanlı Imparatorluğunu bu temelde güçlendirmeye, 'buna hizmet etmeye dayanan bir tutumu ifade eder. Türkler, islam temelinde büyüdüklerini çok iyi biliyorlar. Yıkılış döneminde de islama sarı­ larak, hem de sahte bir biçimde sarılarak kurtulmak istiyorlar. Buna karşın, Ittihat ve Terakki ve kemalist atı­ lım dönemlerinde ise, tam bir laiklik politikas ın a sarıldıklarını görmekteyiz. Onlar için laiklik şudur; y~zyıllardan beri Türklüğe oldukça hizmet eden islami görüntüyü, islami idolojiyi ve yaşam tarzını ikinci plana atmak, gayrı resmi ve devlet dışı bı­ rakmaktır. Bunun yerine Batı yaşam tarzını, dinden arındırılmış , hatta bir anlamda dinsizleştiril-

e.

Bu dönemde Ortadoğu'da egemen ideoloji islamdır. Islamlığın olgun dönemi, uygarlığı gelişti-_ ren dönemidir. Işte Türklerin en büyük avantajla-

yılmasını hızlandırıyor.

Böylece Avrupa'da yeni bir üretim biçimi olarak doğan ve gelişen kapitalizm karşısında islamiyel yaydınlmaya çalışılmıştır. Bu anlamda olan şudur: lslamiyet, doğuş ve olgunluk döneminin ilerici hamlelerini temsil etmekten ziyade, artık gerik.meye, gericileşmeye başlar. Özellikle kapitaliunin yükselişi karşısında, feodalizmin gerileıı:e dönemi başlar. Ve artık Türklük, Selçuklu ve daha çok da Osmanlı Imparatorluğu biçiminde geri bir öncü kuvvet olarak karşırıııza çıkıyor. Dalıa XV. yüzyılda Osmanlı Imparatorluğu biçiminde >.önetici bir kavim veya onun içinden bir aristokratlık, bir sultanlık kesimi çıkaran Türkler, Avrupa'ya karşı, bir anlamda da yeni yükselmekle olan kapitalizme karşı tutucu bir kuvvet olarak didinip dururlar. Bu önemli bir husustur. En önemlisi ise, Türklerde sınıfiaşmayı islamiaşma döneminde görüyoru;z. Işte Türkmen kırımı, bir anlamda, islamiaşma sürecindeki bu sınıfiaşmayı ifade eder. · Aristokratlaşan kesim , islamın egemen ideolojik biçimi olan Sünniliği esas alarak bunu EmeviAbbasi ideolojik geleneğinin devamı şeklinde Sel-


.c om

içiçe olan milli geleneklerin :ı bağlı Kürtlere ve onların tarihine, milliyetine saldırısı ve hatta bunu bir soykırım düzeyine kadar vz.rdırmasına başkaldırı­ dır. O koşullarda ortaya çıkacak her isyan dini nitelikte olacaktı; milli ve dini nitelikler içiçe olacaktı. Birçok ülkede ve halkta bu böyledir ve bizde de böyle olmuştur. TC, bazı ayaklanmalardan "dinsel, gerici ayaklanmalar" diye bahseder. Bunlar o kadar tutarlı değildir ve bu iddiaları ciddiye almamak gerekir. Kemalist tarih tezi, "irtica hortladı" der bu dönemlerde. Birkaç kişi dini savundu diye yaygara koparır. Aslında burada kendisinin savunduğu da ilericilikle ilgili değildir. Adına ilericilik denen ve geliştiriirnek istenen, bir Batı uşaklığıdır. Halkın buna olan tepkisine gerici dememek gerekir. Osmanlı sultaniarına karşı bazı ayaklanmalar ortaya çıktığında da böyle denilirdi. Aslında gerici olan, o gün Osmanlı sultanlığı ve bugün de TC gericiliği­ dir. Dinsel görüntülü de olsa, halk hareketleri daha kutsaldır. Baskıya ve zulme karşı olma nedenlerinden dolayı haklıdır. Adı geçen Kürt isyanıyla birlikte diğer birçok isyanları da bu temelde de-

ww

w.

ne

te we

m i ş yaşam tarzını Türkiye'de veya TC sınırları dahilinde uygulamakt ır. Kemalizmin laiklik ilkesi budur. Dini devlet dış ı na, resmiyet dışına atmak, onun yaşam tarzını mahkum etmek ve bunun yerine Avrupa yaşam tarzını egemen kılmaktır . Bu , · aynı zamanda Batı uşaklığıdır. Islamı bir bütün olarak olumlu, olumsuz demeden tasfiye etmek, bunun yerine B at ı 'n ın o dönemdeki emperyalist, sömürücü ve bir avuç aristokratın ç ıkarları na yönelik yaşam tarzın ı, bu bin yılların Anadolu halkı­ na, kültürüne dayatmak gerçekte büyük bir tahribat yaratmaktır. Işte TC, bir anlamda bu tahribatın adıdır. Ve TC, vazgeçilmez dediği laiklik ilkesiyle kendi halklarına, Ortadoğu halklarına savaş açmış demektir. Bugün "Ortadoğu Müslüman Ülkeler Birliği", "Müslüman Ülkeler Zirvesi" biçiminde bazı çabalar görülüyorsa da, bunlar sahtekarlıktan ibarettir. TC'nin varlık nedeni bile Ortadoğu halklarına ve onların islami geleneklerine ters düşer. Zaten laiklik ilkesi, bunun resmi ifadesidir. Bugün bu temelde bir savaş yürütülüyor ve hatta laikler cephesi ile islamcılar cephesi diye bir ayrıma kadar gidilmek isteniyor. Bunun tarihi anlamını biz böyle ortaya koymalıyız . Laikler cephesi, her ne kadar dinin bağnazlığına, tutuculuğuna karşı çıkıyoruz diyariarsa da ve eskiden bu yönlü sınırlı bir işlev­ leri olmuşsa da, çoktan bu yönüne ihanet etmiş­ tir. Yani geçmişte dinin tutucu, gerici etkilerini ve özellikle çfe devlet katındaki, Osmanlı resmi düzenindeki geri islam özelliklerint tasfiye edelim demişlerse de, günümüzde artık buna da çoktan son verilm iştir. 12 Eytül faş i zminde ise, durumlar çok daha değişiktir. Bunun esas aldığı laiklik, tamamıyla Batı yaşam tarzının kopya edilmesi, hayranlığı ve uşaklığıdır. Dolayısıyla da tarihle, özellikle Anadolu ve Ortadoğu halklarının tarihiyle çatışmadır. Uygulanmak istenen laiklik, Batı adına objektif bir ajanlıktır. Bu nedenle toplum 70 yılı geride bırak­ masına rağmen, halen de bununla çatışma halindedir. Günümüze doğru geldiğimizde, özellikle 12 Eylül faşizminin tekrar dine sarıldığını görüyoruz. "Türk-Islam Sentezi" denilen yönelim, bu temelde tarikatların çığ gibi açığa çıkarılmasına, bunlara muazzam paralar akıtılmasına ve hem de bunların en gerici mihraklardan destek görmesine her türlü teşviki yaratmıştır. Ve en önemlisi de Kürt toplumu arasında bu konuda çok belirgin bir ideolojik ve örgütlenme biçimi olarak tarikatlar seÇilmiştir. ' TC tarihinde, 1925 Şeyh Sait lsyani'nın amaçları üzerine tartışmalar hayli yaygındır. Bu isyan gerici bir din isyanı mıydı, yoksa bir Kürt milli isyanı mıydı, biçimindeki tartişmalar halen de vardır. Doğrusu nedir? Sizce doğrusu, bir anlamda laikliğe karşı olan d i ndarların bir tepkisidir. TC'nin, cumhuriyetin o laiklik ilkesi adı altında, bir yandan dini geleneklerine diğer yandan bununla

ğerlendirmek durumundayız.

Laiklik, din adına ortaya çıkan birçok gerici, tutucu tavır ve davranışa karşı çıkmakla, kısmen de olsa olumlu bir işlev görmüştür. au nedenle tümünü inkar etmek mümkün değildir. Çünkü din, tarikat ve mezhep adına bir yığın sahtekarlık yapılı­ yor ve korkunç bir sömürü geliştiriliyor. Laiklik ilkesinin bu tür feodal baskı ve sömürü ağına ve halkı uyutma çabalarına karşı çıkması yerindedir. Biz bu anlamdaki laikliğe, yani gerçek laikliğe karşı değiliz. Hatta bu temelde en· çok laik olan biziz diyeceğiz. Zira biz, din maskesi altında, çeşitli mezhep ve tarikatlar görüntüsü ile halkı aldatmayı, TC'nin ajanı haline getirmeyi amaçlavan akım­ lara karşı en tutarlı mücadeleyi, ulusal kurtuluş savaşımızia yürütmekteyiz. Dinle aslında ilgi'si olmayan, din tüccarlığı bezirganlığı biçiminde dini istismar edenlerle mücadelesi oranında ve bu temelde, laikliğin Türk ulusal hareketi için oynadığı bazı olumlu rolleri görüyoruz. Fakat ağır basan yanı, daha çok Batı işbirlikçilik yanıdır, buna karşı duruyoruz. Halkların dinine, dini geleneklerine, islami temeldeki yaşam biçimlerine saldırısını, onları hor görmesini doğru bulmuyoruz. TC'nin günümüzde artık bu laiklik iddiasını da bir yana bıraktığını görüyoruz. Kemalizmin kençji çıkarları için laikliğe sarılmasına karşır. 12 Eylül rejimi ise dine sarıldı. Cumhuriyetin kuı\uluş dönemindeki yaklaşımın tam tersini yaptı ve daha çok da sol ideolojilere, hatta liberal ideolojilere karşı, tamamen dini ideolojiyi bayrak edinmeye· çalıştı. Din ile alakaları olmadığı ve özünde dine karşı oldukları halde, yine baştan ayağa Amerikancı, Satıcı oldukları halde sahtekarca islama sarıldılar. Bunu biraz da, Iran islam devriminin etkisini kır­ mak amacıyla yaptılar. Çünkü Iran devrimi, islqmı ilerici temelde kullanmış veya değerlendirmiş,


2-

Erbakancılık,

ANAP ve

.c om

leri de ortalığı sosyalizme kapıırmamak için devletin desteğiyle canlandırıldılar. Ister MHP ister MSP olsun. bunlar, devlet kaynak l ı hareketlerdir. Fakat toplumun geleneksel değer yarg ıi a n na dayanmayı esas alıyor , milli ve dini yanlarına hitap ediyorl ar. Bunu yaparken de hep sosyalizme karş ı çıkı yorlar. K ı saca , kemalizmin bir çı k maz ı sosyalistlerce ve devrim dayat ıl a rak aşılmaya ç a l ışı­ lırke n, tutucu ve gerici öze llikleri yle bunlara tabii engel biçiminde bir rol tanı nı yo r. Bu amaçla, gelişmeleri için sermaye des1ek ve icazet sunuyor. Kemalist model aşıldığ ı oranda, bunlar, devlet tarafından emniyet süpablar ı olarak ge Hştir i l meye çalışıldı. ·

MHP, daha çok Iç Anadolu TürkiOğ ü n ü. biraz da devrime yatkın ve temel olabilecek Tü rkleri esas ald ı. MHP'nin gel i ştiğ i Iç Anadolu, yani Toroslar, Türkmen lerin henüz ulus laşm ayan kesimleri oluyor. Yoksul halk olarak as l ında devrimin temellerini oluşturması gereken Türkmen ler, Türk egemen ul us la şmasına daha dahil olma mışi a rd ır . Bir yerde mill iyet aşa m as ı nda bu lun uyorlar, millet olmam ı ş l ard ı r . MHP bu boşluğu iyi gqrüyor. Aslın­ da gerçekten Tü rkmenler solun dayan ak ları olmalıydı. Ama solun o bilinen, cumhuriyetin icazetçisi o l ması hastal ı ğ ı bunu ön lüyor. MSP, dinsel ideolojinin etk i nl iğ ini n o lduğu alanları esas alıyor. O da, din etk i n liği ad in a ne varsa hitap ediyor, özellikle de Osma nlı resmi dinsel gele n eğinin etkili olduğu çevralere el atı ygr. Halbuki Cumhuriyet bu çevreler üzerinde b ask ı uygulamakla burada biraz mu halif bir konum yaratmı ştı. Devrim ve sosyalizm burayı kullanabilirdi. Ama o el atmad ı ğ ı için, alan MSP'ye kalıyo r·. Cumhuri yet de, olası bir muhalefet odağ ın a veya temeline böylece kapatıyor . Türkmen tam bir isyanc ı geleneğ in devamıdır. Onu MHP derhal düzenle b i r l e şt iri yo r ve böylece emniyet s ü pabı olma işlevi ni y.erine getiriyor. Yi ne, örneğ i n bir Iran'da dini temelde- büyük bir mu halif hareket ge lişt ir ildi, Türkiye'de de böyle bir gelişme olabilirdi . Bunu da MSP kap atıyor. Ve aslında devletle danı ş ı kl ı dövüşüyor. Öyle ciddi bir muhalefet durum l arı yok , olası muhalefet kaynaklarını bağlayarak , böylece etk i si zl eşt irmenin aracı oluyorlar. Be li rtt i ğimiz gibi, aslınd a sosyalizmin değer l endirmesi gereken bu al a nl a rı böylece gaspederek, sosyalizmin sonun u geti riyor ve kitle taban ı olmayan bir aydın l ar , aydı_n gevezeler kulü büne dönüştürüyorl ar. " Sosyalizmin bir türlü, kitlese lleşe memes i n i n alt ı nda demek ki, en önemli bir neden olarak bu iki oluşumun muhalif kaynak l arı ve olası muhalefet . temellerini daha başı n dan kapat m a sı yat ı yor . Sol için geriye ne kalı yo r ? Kala kala sol kemalistler kalıyor ki, bunlar da gerçek kemalistlerdir ve en tehlikeli olanlarıd ır. Bunlarla da iliş k i kurmak istediklerinde -ki bunlar ord u içe risinde etkililerkomplo ve imha i!e karşı karş ı ya gelm işlerdir. Ve böylece sol, gerek toplum içinde gerek devlet

te we

devrimci ve anti-emperyalist özünü ortaya çıkara­ bilmiş ve büyük bir etkinlik sağlamıştır. Bundan korktukları için, bunun etkisini kırmak amacıyla sahtekarca ve gerici bir teme lde d ine sarı lıyorlar. Bunun için Suudi Arabistan kralından , monarşi­ sinden destek alıyorlar. Böylece- bir yandan para gelir rejim rahatlarken, bir yandan da Iran'daki devrimin etkisi kırılmış oluyor. Işte bu nedenlerden dolayı bunlar 1980'1erin başından itibaren alabildiğine d ine sarıldılar. Olayın bir boyutunu bu biçimde belirtirken , diğer önemli boyutuna da, yani iç tehlikelere yöne. lik, özellikle de 1980 sonrasında gelişen Kürt hareketine yönelik b9yutuna da bakmak gerekiyor. Ve bu çerçevede de Milli Selamet Partisi ve Refah Partisi'nin özel misyonuna, ANAP' ın durumuna, çeşitl i tarikatiara ve bu orada Nakş icil iğin rolüne açıklık getirmek zorunlu oluyor. Nakşlclllk

ww

w.

ne

Erbakancılık olgusu biçiminde değerlendiri lebi ­ lecek Milli Selamet ve Refah Partileri, her ne kadar "Milli Görüş" adı altında neredeyse TC'nin radikal bir eleştirisini yapan, islama son derece bağlı ve kendisini kutsal atfeden bir rolle ortaya çıkmak istiyorsa da, bunun dayandığı bazı olgular ve gelişmeler vardır. Nedir Milli Selamet, Refah Partisi ve Erbakan olayı? Dikkat edilirse özellikle cumhuriyet ideolojisinin, resmi ideolojinin teşhirinin geliştiği ve devrimci ideolojinin etkinlik kazanmaya çalıştığı y ı llar­ da gelişiyor. 1965'1erde devrimci, sosyalist düşünce süratle Türkiye koşullarına göre ge l iş i m halindedir. Toplumda güçlü bir ideolojik etkinlik olarak sosyalizm boy gösteriyor. Buna TC bünyesinde verilen karşılık, başlangıçta Ülkü Ocakları , Milliyetçi Hareket Partisi biçiminde bir Türk milli yetçiliği; daha sonra ise, yine özünde Turk milliyetçisi ama biçimde is l amcı, milli görüşçü ded i ği­ miz o Milli Selamet Partisi ve günümüzde de Refah Partisi yaklaşımı olmuştur. Bu iki görüş , Milli Selamet ile Milli Hareket- özünde aynıdır. Ikisinin de altında geleneksel Türk istilacılığının o akıncı geleneği vardır. Biri Türkçülük yan ı na , diğeri islamcılık yan ı na ağırlık verir ama, Anadolu'da gerçekleşiiriidiği biçimiyle Türkçülük ve islamcılık bir gerçeğin içiçe geçm i ş ifadesidir. Bu kavramlar aslında gelişmeleri karşılayamayan ve yetmezliğe düşen kemalizmi kurtarmak veya devrimci sosyalist düşüncenin politik etk i nliğ i n i n giderek gelişmesi karşısında, TC 'yi biraz da kemaihtiyac ı ndan kurtarmak aşarak lizmi

kaynaklanmıştır .

Kemalizm, bu anlamda biraz da orta yol oluyor. Daha önce biraz Türkçülüğü ve i slamcılığı bastırmıştı. Sosyalizmi de bast ı rmıştı. Kuruluşun ­ da ve gelişiminde bu böyledir. Bu baskıdan sosyalizm öz çabasıyla kurtulmaya çalışırken , diğer-

1


bu oluyor. Bu ise, özünde öyle fazla islamcı değil, Türk milliyetçiliğinin bin maskeli biÇimlerinden birini ifade ediyor. Örneğin, bir Iran islam devrimi vardı-r ki, içinde devrime, anti-emperyalizme, antisiyonizme yönelik çok şey bulunabilir. Fakat Erbakan islamcılığında bu anlamda hiçbir şey bulunamaz. En gerici Amerikancılık biçimiyle özünde olumlu olan islami ögelere ~;arşı! bir islamcılık sergileniyor. Türk, Osmanlı islamcılığı dediğimiz tarzda, sünni gericiliği ve Nakı?i tarikat çerçevesinde yapılıyor. Bu şekilde gericiliği ve sağ ı esas aldığı için, örneğin alevi kesimi i<;inde Erbakan pek tutulmuyor. Hatta halktan sür ni kesime de fazla da-

m

içinde olsun gerçekten esas alabileceği müttefikleri, temel güçleri bulamıyor. Kemalizm, 20. yüzyılın başlarındaki en akıllı Türk milliyetçiliği idi; MHP, yüzyılın ikinci yarısın­ da gelişen ve kemalizmi tamamlayan Türk milliyetçiliğidir. Bugün Ecevit ile MHP geleneğinin birleşmesi tesadüf değildir. CHP, 20. yüzyılın ilk yarısının kemalist milliyetçisidir. Türkeş, ikinci yarısının gelişkin Türk milliyetçisidir. Bugün kavuşu­ yorlar. MHP'nin bütün tezlerine Ecevit sahip çıkı­ yor. Bu gerçeklik, her iki dönem Türk

Türk

.c o

milliyetçiliğinin kaynaşmasının sağlandığı anlamı-

aşiret boyları, başta Oğuzlar olmak üzere' yoğun

we

.bir biçimde islama yönelirler. Iran içlerine doğru yayıldıkça, qir yandan da hızla islamlaşırldr. YanL islamlaşmayla yayılmacılıkları arasında sıkı bir ilişki vardır: Ne kadar hızlı islamiaşıriarsa o

ne te

kadar hızlı yayılırlar, yayıldıkça da daha fazla islamlaşırlar.

ww w.

na geliyor. MSP, RP, Erbakan deneyimi biraz daha farklı­ dır ve gittikçe daha fazla islamı kullanmaya çalışı­ yor. Hatta Türklüğe, islamın önder gücü olma gibi bir rol biçiyor. Bu ne anlama gelir? TC'yi, Osmanlı döneminin islam halkları içerisindeki konumuna getirme, yani imparatorluk ülküsüne özenme hevesleri var. Böylece güçten düşmüş Türklüğü tekrar güce kavuşturma anlamına geliyor. Cumhuriyet bir yönüyleı de siyonizm işbirlikçili­ ği demektir. M. Kemal'in kendisi de dahil olmak üzere cumhuriyetin kurucu kadrolarının yarıdan fazlası ve günümüzdekilerin de büyük bir k ı smı mason. Dolayısıyla kemalizm , uluslararası siyonizmin kontrolü altında, hatta onun bağnaz bir uşağı durumundadır. Aslında din düşmanlığı diyebileceğimiz milliyetçilikleri kendilerini hem müslüman halklardan ve hem de Türkiye toplumundan koparıyor. Dolayısıyla devleti ve rejimi bir bakıma tehlikeye sokan bu durumu MSP, RP veya Erbakancılık olayı tarafından iyi fark ediliyor. Cumhuriyeti ve Türk milliyetçiliğini , "Milli Görüş" denen görüşle bu tehlikeden kurtarmaya çalışıyor. Batı ajanı ve siyonizmin işbirlikçisi olmak yerine, Arap yönetimleriyle ilişkilerimizi geliştirelim diyorlar. Böylelikle Türklüğü tekrar eski konumuna, imparatorluk dönemindeki şan-şeref günlerine ve büyüklüğüne ulaştıralım. Milli görüşü, yani ideolojisi

yanmıyor.

Çünkü o bir devlet ideolojisidir ve esas olarak · devlete dayanıyor; daha çc•k imam hatipleri, devletin bu tutumunu yansıtan bazı entelektüelleri esas alıyor. Dolayısıyla devletin toplum üzerindeki etkin bir kararı oluyor. Zaman zaman devletin diğer kesimleriyle özellikle sosyalizme karşı önlem temelinde ittifaklar kurduğu da biliniyor ve bu anlaşılırdır. Örneğin , Avrupa'daki işçi kitlesi üzerinde bunların faaliyetleri çok yoğundur. Çünkü orada Türk milliyetçiliğinden biraz kurtu labildikleri için işçileri devrimci ideolojiye veya yurtseverlik ideolojimize kazanmak çok kolaydır. Baştan beri Milli Görüş Teşk il atı, Türk-lslam Federasyon l arı çok geliştiriidi ve iyi biliyoruz ki, bunlar MIT'in etkili olduğu kuruluşlardır. Devletin, elçiliklerin desteğiyle beslenip korunmaktadırlar. MSP deneyimini, günümüzde de Refah Partisi deneyimini ve Erbakancılık olgusunu kısaca bu biçimde değerlendi­ rebiliriz. Bu parti ve anlayışlar cumhuriyetin yetmezliğini gidermek, aşırı Batı yanlısı Türk tutumunun zararlarını telafi etmek ve böylece Türk ulusunu güç durumdan kurtarmak için ortaya çıkarıldılar. Diğer bir deyimle halkın cumhuriyetten kopmaması için geliştiriidi ve halen de bu temelde geliştiriliyor. Öte yandan , bizim açımızdan daha da önemli bir olgu olan, özellikle 12 Eylül faşizminden sonra ülkemizde bir tarikatlar turyası başlatılması olayı var. Yine 12 Eylül rejiminin, ANAP adı altında, dini daha ikiyüzlüce, riyakarca ve rejimi sürdürmeye yarayan bir alet olarak kullandığını ~ö~üyoruz. Sahte tarikatçılığı n ülkemizde ne kadar örgütlü olduğunu anlayabilmek için, son seçimlerde bu tarikatlara dayanan partilerin Silvan, Batman gibi en tanınmış kentlerimiz başta olmak üzere o alanlarda aldıları yüzde 25'1ere varan oy oranlarına bakmak yeterlidir. Bunun nedeni çok açık. Kemalizm zaten iflas etmiş durumda, halkımız bunu artık iyi tanıyor. Ulusal kurtuluşçu düşünceyi Türkeş milliyetçiliğiyle durdurmanın olanaksızlığı da ortadadır. Geriye, halkın dini duygularına el atmak kalı­ yor. Şunu kısaca belirtmek lazım; 12 Eylül faş izmi ve onun sürdürücüsü ANAP, ülkemizdeki ulusal


Illi!

'?: Sayfa 22 lu::::::~:=:~:)::(~''':'=f' \' ,,,,,::::::i 1 Aralık 1990 f':' ~:~t<:~ =~ %

halkı üzerindeki etkisibütünüyle dinin de ve ni, yol açtığı gelişmeleri devrimin hizmetinde rol oynamasını önlemek için, devlet desteğiyle çok yoğun bir hareket ve örgütlenme geliştirmek amacındadır. Bu nedenle ANAP hükümeti, ülkemizin geri toplumsal yapısı­ nın ve gerici ağa, şeyh düzeninin sürdürülmesi için, tarikatları yoğuncadevreye sokmaktadır. Bu temelde destekledikleri birçok tarikat vardır. Örneğin, Nakşi tarikatı da bunlardan bir tanesidir ve siyasi yönden en çok desteklenenlerin başında gelmektedir. Unutmayalım ki , bu tarikat, daha Yavuz Selim zamanında Osmanlılar tarafın­ dan bir ajan tarikat biçiminde örgütlendirilmiştir. Yani yüzyıllardan beri bu temelde kullanılan Nakşicilik , basit bir olay olarak görülmemelidir. Kaynağını Idris-i Bitlisi'lerin öncesinden alıyor. Ve temsilcileri günümüzde sadece Bitlis'te de değil­ dir; ülkemizin Güney'ine, Barzanilere dek uzanmaktadır. Hepsi bugün de hükümetle içli-dışlıdır. Nakşicilik bu temelde Türk ajanlığının dinsel gerçeği oluyor. Bu tarikat tarihte ve günümüzde rolünü çok iyi oynuyor. Günümüzde 12 Eylül'ün, daha çok da ANAP'ın temel örgütlenmesidir. Nakşi şeyhleri bugün devletin gücünü kullanarak en çok palazlanan kesimdir. Tarihi merkezleri Bitlis tamamen bunların deBatman Mardin, Hakkari, netimindedir. milletvekilleri, belediye başkanları hep Nakşi şeyhleridir. Silvan, Diyarbakır, Bingöl, Urfa, Adı­ yaman da aynı niteliktedir ve hatta bunların kolları TOrkiye'ye kadar da yayılıyor. Tümü de hükü metin, ANAP'ın hizmetindedirler. Aslında ANAP, şimdi ülkemizde Nakşiler dışında bir tabana da sahip değildir. Dersim'de, Malatya'da şurda­ burda kalan birkaç tane gerici Alevi ileri geleni de, para karşılığında satın alınmıştır. M. Kemal de böyle kullandı; o da şeyhlerin, seyitlerin ve' pirlerin ellerini öperek desteklerini aldı . Şimdi EvrenÖzal da aynı politikayı sürdürüyorlar. Cumhuriyetin laiklik gerçeğinin ikiyüzlülüğünü gösteriyorlar. Bunların laiklikte ne denli riyakar ve sahtekar olduklarını bu örneklerle daha da yakından görebiliyoruz. Burada önemli olan, ülkemizdeki Nakşi tarikatı ve onun ne menem devlet ajanlığı rolünü oynadı­ ğını görmektir. Içişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da bir şeyh sOlalesinden gelmektedir. Köy korucuları en çok bu tarikat içinde örgütlandirildi ve bunların hepsi de şimdi müthiş para alıyorlar. Nakşi tarikatının önderi Kamuran lnan, şimdi GAP koordinatörüdür. Görüldüğü gibi, önde gelenlerin hepsi Nakşi şeyhleridir . Bir de çağın en gelişkin tüketim araçlarının bunların elinde bulunduğu, toplum tarafından pek fazla bilinmemektedir. Özellikle Suudi Arabistan'dan büyük bir destek geliyor. Urfa'da kurulan AI-Baraka, Faisal Finans gibi kurumlar aracılığıyla Harran daha şimdiden parseilenmaya çalışılıyor. GAP etrafında şimdiden büyük bir şebeke oluşturulmuş ve bu şebekenin

:::f Özgür Jfa.lk. 11] .

~

"' ~ güç kalmamıştır. temelinde Süleymancılık, Kadirilik ve başka adlar ve kollar altında daha pek çok tarikat da yanı işievle faaliyet yürütmekte, benzer bir rol oynamaktadırlar. Bunların tümü de ağırlıklı olarak MIT tarafından yönle:ndirilmeKtedir. Burada öyle bilinen kara gözlüklü, James Bond çantalı tipler teşek~ül etmez; o başı sarıki ı lar bu işleri yürütenlerin ta kendileri oluyor. Dolayısıyla 12 Eylül'le birlikte dozajı daha da artırılan bu tarikatlar furyasını, ülkemizde gelişen ulusal kurtuluş hareketine karşı MIT'in almış olduğu bir tedbir olarak düşüneceğiz. Özellikle Nakşi tarikatının tarihte oynadığı rolünün , bugün ajan bir tarikat olarak, milleti uyuşturmak için kuliçnıldığını görmek gerekir. Tarihte aleviliğe karşı örgütlendirilen bu tarikatın günümüzde islamlıkla hiçbir alakaları olmadığı halde, tarihte olduğu gibi bugün de islamlığı

satın almadığı

Nakşi tarikatı

et ew e. co m

ideolojinin Kürt

ww w. n

kurtuluşçu

i):\:

kullanıyorlar.

Milli Selamet ve Refah partilerinin uyguladıkları politika da aynıdır, ama ANAP bunu daha devletçi bir biçimde kullanıyor. Günümüzde Refah Partisi daha çok yoksul ve orta kesimi örgntıemeye çalı­ şırken ; ANAP, devletleşmiş, devlet içerisinde güç kazanmış olanları, yani etkili ve nüfuzltı çevreleri örgütlüyor. Ve son seçimlerde ortaya ç_ıktığı gibi, ANAP ve RP halkı aldatarak neredeyse oyların yüzde SO'sini almışlardır. Bu, halkımızın yarısını etki altına almak demek oluyor ki, küçümsenecek bir durum değildir. Dolayısıyla kurtuluş · hareketi önünde günümüzde en büyük engel laiklik, kemalizmin laikliği değil, 12 Eylül faşizminin ve onun sürdürücüsü ANAP'ın, islam maskesi altında ve islamı kullanarak geliştirmek istediği MIT ajan tarikatlaşmasıdır. MIT, milyonlarca Kürt çocuğunu ve gencini para karşılığında bu tarikatıara bağla­ halk temıştır. Böylece hareketimizin gençlik melini daraltmak, mümkünse yok etmek için çok sinsi ve haince bir politika uygulanıyor. Üstelik bu, halkın dinine bağlılığı ve gelenekleri istismar edilerek yapılıyor.

ve

3- Devrimci tutum ve görevler ne olmalıdır? O halde görevimiz, özellikle tehlikeli bir hal albulunan ve en çok ideolojik olarak teşhir ve tecrit etmemiz gereken bu tarikatların maskelerini düşürmek, bunların islamla ilgilerinin olmad ı ğını, islamı sömürücü amaçlar için alet olarak kullandıklarını, tamamen bir ajan faaliyet olduğunu, mücadelemize dayatıldıklarını kapsamlı olarak göstermek ve bunları etkisizleştirmektir. Çünkü çığ gibi gelişen bu tarikatlar ülkemizde ajan çeteleri · durumuna gelmişlerdir. Bir yerde eli silahlı korucu çetelerf, bir yerde de bu tarikat Çeteleri vardır ve gerçekte her ikisi de çetedir. Birisi maddi (silahlı) çete, diğeri de manevi, yani elinde sahte kitapları olan çetedir. Fakat ulusal kurtuluşumuza karşı görevleri aynıdır: Bastırmak, kitle temelini daraltmış


ww

w.

ne te we .c om

mak ve yenilgiye uğratmaktır. Bizim de görevitanlara, beylere, malikiere .karş ı çık an g e leneğ i n miz. bunların maskelerini düşürerek dinle, islamtemsili olduğunu vurgu l ad ı k. Bu biraz da, Iran'da lıkla alakalarının olmadığını ortaya koymak ve. şiilik, Anadolu'da alevilik biçiminde k arşımı za ç ı ­ şimdiye kadar yürüttükleri tahribatların hesab ı nı kan, tarihte ezilen u l us l a rı n , Ernevi-Abbas iböylece sormaktır. Osmanlı sünni gelenekli, gerici su l tan i arına b aş­ Bu bağlamda, dinin anti-emperyalist, antikaldıran halkları esas - ald ıkları yolu takip etmek sömürgeci bir .temelde ve hal kın taril~ i gelenekleanlam ı na geliyor. Günümüzde bunu sosya!izmle rine uygun bir mücadele aracı olarak kullanılma­ bütünleşt iri yor, kendi yurtseverli ğ i mizde gereken sına ön ayak olmak gerekir. Bir !ran deneyiminde olduğu gibi, anti-emperyalist, radikal çıkış örneklerinden yararlanarak , bunların olumlu yönlerini kendi koşullarımııda değerlend i rerek ve daha 12 Eylül faşizminde, olumlu bir karşılık vererek sonuç alabiliriz. Bu sonuç; din silahını faşizm ve emperyalizme karşı durumla r çok doha değişikti r. kullanmak ve böylece onlara hakettikleri cevabı Bunun esas aldığı loiklik, vermek en doğru devrimci tutum oluyor. Bu konutamamıyla Batı yaşam tarzının daki görevlerimizi her zamankinden daha iyi görmek, şi mdiye kadar yerine getirmediğim i z görevkop ye edilmesi, hayranlığı ve leri yerine getirmek için, halkın dini duygularına· uşaklığıdır. Dolayısıyla da saygılı olmak, değer vermek, dinin gerçek ilericidevrimci özünü değerlendirerek bu silahla bu getarihle, özellikle Anadolu ve rici ajanları ve emperyalizmin uşaklarını yerle bir Ortadoğu halklarının tarihiyle etmeliyiz. .. r çatışmadır . Uygulan mak Biz her dine saygılıyız. Ulkemizde sOryanisine de. hıristiyanına da, Ermenisine de saygılayız . istenen laiklik, Batı adına Yazidilik dinine bağlı olanlar vardır. dinlerini koru..objektif bir ajanlıktır . · mak istiyorlar; saygılıyız ve özgürlük tanıyoruz. Hatta müslümanların da çeşitli mezhepleri vardır, özellikle alevi mezhepsel çıkışlara değer biçiyoanlama kavuşturuyor ve mücadelemizde somutruz. Daha yakın ilişki kuruyor, düzene karşı gerlaştırıyoruz . Görülüyor ki, dini gerçeğe yakl aş ı mı­ çek muhalif konuma getiriyoruz. Yine bir sünni mız oldukça gerçekçi ve sonuç al ı cıdır . Ka rşımıza mezhep vardır, özellikle güneyde, yoksul halk keçıkarılan sahte. gerici temeldeki dini yak l aşımlar, simleri arasında yaygındır. Onları devrime çeketarikatsal yaklaşımlar devletin kan allarıd ır. MIT'in rek halkı sünni . gericiliğin, şeyhlerin etkisinden teşkilatlanmalarıdır. Bu temelde teşh i r ve tec ri~ etkurtardık . Herkesin de rahatlıkla farkettiği gibi, me, devrimi bir de bu yo lla güçlendirme, kit!eselgünümüzde özellikle güneyde bu tarikatların etkileşmem i zin temellerinden bir tanesidir. Bu konusini kırmar\ıız demokrasiye en büyük faydayı sağda solun geleneksel i nkarc ı tutumuna düşmelamıştır. . . mekle önemli gelişme yolu sağl ad ı k . Solun geleneksel bir hatası vardır ; din olgusuDaha da açmak gerekirse, dini gerçeklik içinde nu çok çarpık ele almak veya dini inkar etmek. karş ı ya alınması gereken ne, özünisenmes i gereBu hataya düşmemeye dikkat ettik ve dinin anlaken nedir? Buna doğru karş ı l ı k verilirse şüp h esiz mını doğru ortaya koyduk. Dinin , son tahlilde bir sosyalizm daha doğru uygulanacakt ır. Yurtseverdevrim ideolojisi olduğunu . en azından doğuşun­ lik daha doğru ve güçlü bir kitle teme line kavuş­ da bu anlama sahip olduğunu ve islamın çıkışının muş olarak geliş i m gösterecektir . Do l ay ı s ı yla bu da devrimsel bir çıkış olduğunu söyledik. O zazeminde hala oldukça yerine getirilmesi gereken manlar bütün ideolojilerin dinsel nitelikler taşıdığı­ görevler vardır. Halk yığınların ı kesinlikle bun l arın nı, dinsel yanı ağır basan ideolojiler olduğunu ve bu sahtekarca yak l aş ı mlarında n kurtarmak. hem islamda da bunun böyle olduğunu belirttik. Gerde din adına kurtarmak gerekiyor. Gerek ülke çekten islam siyasal bir devrimdir ve büyük bir içinde gerekse ~ ike d ışınd a bu tür faaliyetler geuygarlığın oluşumuna yol açmışt ı r. Günümüzde J işmelid i r. de etkileri vard ı r, inkar edilemez. Kaldı ki , ortaya Unutmamak gerekiyor ki ," islam ülkelerinde yeçıkard ığı bütün değerler kötü değ ild ir. ! slamın . ni bir islami çıkış yaşan ı yor. Islam ideolojisi görüiçinde, daha doğuşunda savaş halinde olan kanümü altında, halklar anti-emperyalist tutumlara nallar vardır. Ali ve Muaviye'de bu somutlaşır. giriyorlar. Iran, bunun en aç ı k ve uç noktası ol.uHer birinin bazı farklı değerleri esas alan durumyor. Bu durum daha da gelişme gösterebilir. lsları vardır ve günümüze kadar da (Iran-Irak karlam halklarının bu anti-emperya list tutumları karşı­ şıtlığında görüldüğü gibi) devam ediyor. Bütün sında , Suudi Arabistan gibi ABD'nin himayesine bunları değerlendirdik ve tavrımızın , islam i9inde bu kadar açıkça giren, hatta Mekke ve Medine'yi sol diye tabir edeb i leceğ i m iz, egemen feodal sulbile Amerikan postalla rın a çiğneten işb i rlikçi re-


om

hiç alakası yoktur, bunun düşmanıdır. Alevilik, gerçekte Kürt direnişçiliğinin tarihte gelişen bir biçimidir. Bunu böyle değerlendirmek gerekiyor. Yine Nak.şicil ik de bir Osmanlı tarikatçılığıdır. Egemen aristokratların tarikatıdır. Ve günümüzde de devletin resmen örgütlernek istediği bir tarikattır. Tekrar vurgulamakta yarar var. Bunun ülkemize açılan kolları, .ldris-i Bitlisi'den beri ajanlık biçiminde faaliyet ~ıöstermişlerdir. Bugün en büyük Nakşi şeyhi geçinen Kamuran lnan ailesi, hükümetin ülkemizdeki temsicisidir. Dolayısıy­ la bu tarikatın tam bir ajan konumunda olduğu açıktır. Gayrı-milli niteliği ortadadır. Işte son geliş­ meler dolayısıyla, biraz da ıa çarpıtılmak istenen Nai<şicilik, aleviçilik üzerine, yine Refah Partisi ve son günlerdeki laiklik tartışmaları, cinayetleri üzerine de söyleyebileceklerimiz bunlardır. Bu temelde de, tarihi doğru kavramak, güncel siyasal gelişmeleri doğru değerlendirmek, sahip çıkılması gerekane doğru sahip çıkmak, karşımıza almamız gerekane de doğru bir şekilde karşı çıkmak büyük önem tp.şıyor. Geleneksel Türk sol yaklaşımları çok hatalı yaklaşımlardır ve kemalist yaklaşımdan öteye gidı:ımemekted ir. Burayı da düzeltiyoruz. Kemalist yaklaşımı değil, devrimi, halkların çıkarla·ını ve tarihsel temeli olan yaklaşımı esçı.s alıyoruz. Özellikle oynanmak istenen bu alanda her türlü çarpıt­ mayı bu temelde karşılamak artık mümkündür. Doğru karşılıklar vermek, doğru tutumlar aldırmak önemlidir ve ihmal edilmemelidir. Bunun için gerekli örgütlemeleri yapmalıyız, tarikatiara ve mezheplere de ulaşmalıyız. Doğrusu nedir, ortaya koymalıyız. Çünkü hep karşıyız demekle bu işin içinden çıkılması olanaksızdır. Neye Karşıyız, neye karşı değiliz? Neyi nas ıl düzeltir, neyi nasıl dönüştürürüz? Neyi nereye kanalize etmeliyiz ? Öngörü kadar, uygun organ ve örgütlenmelerle de üzerine girmeli, görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Bu konuda daha fazla gerçekle ri görme, daha fazla yaratıcılık, yurtseverliğe yaklaştırır, demokrasiye yaklaştırır. Daha güçlü kitle temeline ka-

ww w.

ne

te we .c

jimlerin çok zor durumlara düşecekleri açıktır. lslam yöneticileri adı altında, islamın en kutsal değerlerini böylesfne çiğneten tutumlara karşı tavır geliştirmek ve islamı bu temelde gerçekten bir anti-emperyalist öze kavuşturmak önemlidir. Halkların mücadelesi, işiarn görüntülü de olsa bundan korkmamak, biçimden çekinmernek gerekir. Alabildiğine Batı emperyalizmine karşı çıkar­ mak önemlidir. Çünkü Batılıların bölge üzerinde büyük emelleri vardır. Kendi aralarındaki demokrasiyi, kesinlikle Ortadoğu halklarına, islam halklarına uygulamak istemiyorlar. Ortadoğu halkları­ na uygun gördükleri, en anti-demokratik, en monarşik ve en despotik yönetimler ve rejimlerdir. Batı. bu konuda tam bir ikiyüzlüdür. Her türlü ulusal-demokratik kurtuluşun karŞısında gericileri destekliyorlar. Bu açıdan. onların Ortadoğu üzerindeki emellerine karşı çıkmak, aynı zamanda, çokça sözünü ettikleri insan haklarını korumak, bağımsıziığı ve demokrasiyj korumak anlamına gelir. Bu konuda islamiyat eğer iyi bir rol oynayacaksa, ona da bu rolü vererek Batı'ya karşı kullanmak, değerlend irmek, kendini gittikçe dayatan bir görev oluyor. Bölgedeki son Körfez krizi dolayısıyla yepyeni durumlar gelişiyor. Ülkemiz bu noktada en çok etkilenen ve rol oynamaya aday bir konuma geliyor. Bu nedenle, TC'nin bir kanadının islamlık adı altında sahtekarca önümüzü kesme ve islam halkları arasında geliştirdiğimiz islam enternasyonalizmini kurabilme çabalarırnıza karşı sergilenen bu oyunların boşa çıkarmak; halkların bütün ulusal-toplumsal gerçekliğine eşit ve öz;gür gelişme ·' hakkı tanımak, bunun mücadelesi içinde olmak; yüzyıllardan beri yaşatılan, özellikle, işte en üstün kavim şudur, budur adı altında islamı bile zorlayan, aslında bir avuç aristokrat-feodalin çıkarına hizmet eden hakim mezhep kalıntılarını günümüzde d~ meşru görmemek, onların islamın özüyle de .bağdaşmadığını ortaya koymak büyük önem taşıyor. Ernevi-Abbasi-Osmanlı geleneği gerçek islamı temsil etmiyor. Gerçek islam, ta başından beri Ali'den başlayan, günümüzde de en· anti-emperyalist tutumlara dek gelendir. Kim en çok direniyorsa, kim bu yüzyılların gericiliğine ve günümüzde de emperyalizme direniyorsa, bizim islamımız o islamdır diyeceğiz. Ve bu da zorbalı­ ğa değil, halklar arasında geniş bir hoşgörüye dayanır. Özgür yaşamlarını ve hoşgörüyü geliştir­ meye dayanan alevilik de biraz budur. Eğer doğru kavranılmak isteniyorsa, milli gerçeğe biraı: daha saygılı olmaktır. Yir·,d bu temelde doğru kavransa. Türkiye'de de alevicilik, daha çok Kürt yanı ağır basan bir konumda olmal ıydı . Ama kemalizm burayı da çok kötü kullandıgı, çarpıttığı için, en büyük alevi-Kürt katliamını yaptığı halde, Dersim'de görüldüğü gibi, bugün bu kesimin de dostu geçinebilmektedir. Bu sahteka,rl ığı da 'yık­ mak gerekiyor, kemalizmin ne dinle ne de alevilikle bir alakası vardır. Hale Kürt alevicilikle hiç mi

vuşturur.

Devletlerin yüzyıllarca çarpıttıgı ve 15aştan çı­ halk yığınlarını. gerçekten sapıklık derecesine varan birçok olumsuzluklardan kurtarırız. Özüne yöneltiriz. Bu temelde bir yurtseverlik ve demokrasi mücadelesiyle kendilerine gelebileceklerini gösteririz. Halklar daha şimdiden bu doğrul­ tuya girmiştir. Bugün hiç de islamcılıkla ilgisi olmayan ABD, Pakistan deneyiminden Bangladeş ve Fas'a kadar gelişmeleri islamcılık adına, ılımlı islamlık adına sapıtmak istiyor. Işte buna dünya çapında verebileceğimiz yanıt ve yaklaşım böyledir. Türkiye çapındaki yaklaşım da böyledir. Her zaman egemenlerin kullanmak isteyebilecekleri çeşitli ideolojik-siyasal birikimleri. devrimciler doğ- · ru ele alır. eleştirisini doğru yapar, yerine neyin konulması gerektiğini uygun araçlarla belirtirlerse, · bu doğru ve sonuç alıcı bir tutum olacaktır. kardığı


Tü rk ler de militarizm

te w

maktadır. Kuşkusuz biz bu konunun yabancısı değiliz ve konuyu yeni ele almıyoruz . Ancak burada daha detaylı değerlendirmeler yaparak, her şeyi yerli yerine

oturtmada daha ileri ve sistematik sonuçlara varabiltriz. Bu da, hem Türkiye'deki tartışmalar, hem de kendi mücadelemiz açı­ sından yararlı olur.

· Türklerde siyasallaşma tamamen askeri karakterd e olmuştur

geliştirmeleri söz konusu değildir. Uygarlık alanlarına hücüm ederek var olan değerleri ele geçirmek, kendilerini şekillendiren temel özelliktir. Buna kuraklık ve Orta Asya'nın elverişsiz coğrafyası da eklenince, tamamen askeri bir güç olmak, yaşamın ilerletilmesi açısından kaçınılmaz olmuştur. Ve sınıflaşmayla askerileşme içiçe gelişmiştir. Sonuçta Çin'e, Hindistan'a, Hazar Denizi'nin kuzeyinden Rusya steplerine ve Or-

ww w. ne

Başından beri. Türk siyasallaşmasının esas itibariyle askeri güce dayandığını, böyle bir örgütlenmeyi esas aldığını ve da-

ha i.lk sınıflaşma sürecine giril-

diğinden beri bu niteliğin sürekli geliştiriidiğini söyleye-

biliriz. Bugün de çok güçlü olan "ordı.: millet" kavramı bu gerçeği ifade etmektedir. Askeri yoldan güçlü olmak, esas olarak yağma ve talana dayanır. Sadece kendi topluluğu içindeki artı ürüne el koymak da değil, başka halkların elinde yoğunlaşan hazır

değerleri

yağmalamak

için de, askeri bir güç olmak, en kolay ve en verimli yol olmaktadır. Orta Asya'daki Tiirk boyları daha barbarlığın yukarı aşamasındayken böyle olanaklara kavuştuklarında boy örgütlenmeleri askeri örgütlenmelere dönüşmüştür. Bunlarin zaten at sırtında dolaşan göçmen toplulukları olmaları söz konusudur. Hareketli yaşamları vardır, toprak üzerinde yoğuntaşmaları ve bu temelde bir uygariaşmayı

A. iNANJÇ kuran biı yapısı vardır. Bu temelde a<;keri güçten siyasi. güce, devlet gücüne ve ekonomik güce dönüşme tarzında bir gelişmeleri söz konusudur. Oysa diğer top lumların ve uygarlıkla­ rın gelişiminde ters bir süreç izlenmişLr. Bunlar, önce kendi kontrolleri altında üretimi geliş­ tirmişler, bu gelişmenin sonuçlarını da siyasi ve askeri bir güce ulaştırmışlardır. Türklerde ise, önce ordu gücü olma, ordu kuvveti olunduğu oranda qevleti ele geçirme ve bu temelde de hakım sınıf haline gelme durumu vardır. Bunlar, feodai dönemde daha çok beyler, beylikler haline geliyorlar ve askeri güç de vurucu kuvvet oluyor. Bu da onları, her türlü yağma ve talana, daha sonra toprak-ele geçirmeye ve egemen lik altına alınan halk üzerinde feoda,l sömürüyü geliştirmeye kadar götürüyor. Bunun Onadoğu:da nasıl' geliştiği tarih kitaplarında iyi anlatılıyor. Selçuklular, İran'da uygarlığa bu biçim& el koyuyorlar ve bunu ordu gücüyle yapıyorlar. BaŞka hiçbir güçleri yoktur. AUı olan ve çok hızlı hareket eden 'işgalci boylar, kolay yaşama yolu olaral( rçareyi bu uygarlıkları yağmalamada görüyorlar. Bir toprak parçasını işgal etmeleri ve yağmalamaları onları eski yaşantılarıyla kıyas­ lanmayacak kadar bir bolJ.uğa kavuşturuyor. Ve tabii ki bu bolluk, onların, askeri güçlerini ve örgütlenmelerini daha da etkinleştirmelerine, hemen hemen tümüyle askeri temelde bir güce yükselmelerine yol açıyor. Çok iyi biliniyor ki, Türk Oğuz boyları, yaygın bir biçimde kılıç kuşanıyorlar ve kendilerini ruhen de fetih.çi bir karakterde· hazırlıyorlar. Oze1likle islamiyelin fetihçi karakteri ve duraksayan Arap yayılmacılığından bu karakteri olduğu gibi .devralmalan, onların güçlü bir istilacı topluluk olarak belirlemelerine yol açıyor. Eski gelenekleriyle islamın fetihçi karakterini birleşti-

om

. kavramak gerekiyor? Bu soruların doğru ve yeterince cevaplanınası devrimci mücadele açısın­ dan önemlı sonuçlar ortaya çıkarabilecek, bu temelde yanıl­ gıların içine düşülmemesi ve devrimci örgütlenme ve çalış­ manın daha başarılı geliŞınesi söz konusu olabilecektir. Türkiye'de özellikle son zamanlarda ordu gerçeği daha açıkça tartışılmaya ve bu temelde sivil toplumdaki gelişmele­ rin ne olduğu ve nasıl gelişmesi gerektiği ele alınmaya, buna bağlı olarak da diğer kavramlar yeniden oluşturulmaya çalışıl­

e. c

12 Mart askeri darbesinin 17. dolayısıyla Türk toplumunda militarizmin yerini, Türk egemenlik sisteminin temel özelliklerini ve bu egemenliğe karşı çıkışta belli bir yere sahip olan 12 Mart dönemi direnişçiliğinin bugün geliştirdiği­ miz mücadele açısından anlamı­ nı biraz daha yakındaı:ı. görmek önem taşımaktadır. . Ozellikle, kavram olarak geliştiriirnek istenen "sivil klik", "sivil toplum", "militarist toplum" kavramıarına açıklık getirmek ve bunların alundaki gerçekleri yakından görmek, doğru devrimci siyasal hattın çizilmesi ve buna uygun taktikterin belirlenmesi açısından yararlı olacakur. Türk toplumunıın sivilleome oranı nedir ve diğer çağdaş toplumlarla, , halktarla ilişkileri nasıldı!? Sivil siyasi güçlerin gelişim gösterememesini, ordunun toplum üzerinde baskısının ve etkilerinin güçlü olmasını ve sürekli buriun · gelişmesini nasıl yıldönümü

tadoğu'ya başlamıştır.

doğru

yayılma

Bütün bunlar, açık olan ve bilinen hususlardır. Burada önemli olan, başlangıçtan beri askeri nitelikle bir gücün sürekli gelişme halinde olduğunun bilinmesi ve iyi anlaşılmasıdır. Bu da el koyma temelinde, yani yağma ve talarida ve bunu olanaklı kılan bir örgütlenmeyle gerçekleştirilmiştir. Türk boylarının, daha sonraki dönemde bütünüyle saldıran, zapteden, ele geçiren, var olan uygarlıklar üzerinde egemenlik


t >==o::::o, ·:=:: ,::, :{':,':.....::::::::.

1990

1:=:::,:= ==:=:::::::::::,=:::=:= ' ·

,,,':1 Özgür Halk

om

mel etkendir. Osmanlı sistemita tamame n böyledir. ni, dünyanın başka alanlarında Türk egemen leri, baştan itiolduğu g~bi, tabandan gelen febaren böyle bir ordu kalkanı sosiçinde örgütle nme, bu temelde . odallerin askeri, ekonomik, orantılı le güçleriy siyasal ve yal yaşamlarını sürdürm e ve böyleolarak yer aldıkları bir sistem likle kendilerini bir hakim sınıf biçimin de değerlendirmek doğ­ haline getirme özelliğini gösterru değildir. Bunu, tepeden ge, gurur da a bununl ve irler mekted len meüezi -feodal -askeri bir duymaktadırlar. Aslında doğu­ imparatorluk olarak değerlen­ larına yayıima doğru dan batıya dirmek w bunun da ancak gelive daha önce Iran, Mezopo tamşen kapiralizm karşısında dizerine geçmel u'dan ya ve Anadol ginlenebildiğini söylem ek gererağmen, başlangıçta bu alanlarkiyor. da uzun süre tutunamamışlar. dır. Güçlerini geliştirmeleri ve Türk burjuvataşması büyük bir güç haline gelmeleri, militar izm temelin dedir esas itibariyle Avrupa kapıları açıldıktan sonra ve Avrupa yaTürklerde baştan beri siyakasında olmuştur. Kendile rine sallaşmanın askeri temelde olAvrupa kapıları açı lı nca, bu asması, kapitali st gelişme sürecinkeri nitelikleri büyük bir geliş­ me göstermiştir. Çok geniş olan de çok daha yoğun ve daha Avrupa yayılma alanı ve bunun belirgindir. Türk burjuvalaşma­ ' sı, dolayısıyla Türk uluslaşması için koşulların uygun olması, ve çağdaş anlamd a .toplumsalbüyüme k isteyen ve hırslı olan laşma tamame n militarizm tebütün güçleri kendine çekmiş­ melinde olmuştur. . Bu, baştan tir. Anadol u'da yer bulamayan beri. taşınan özelliğin daha da ve fazlalık arzeder, ama istila geliştirilmesi, feodalizmle çatış­ ve yağma hırsı ile dolu olan bütün Türk boylarına, sürüler hamayan, tersine onunla uyum içinde, feodal devletin askeri nilinde Avrupa 'ya geçme ve büteliğinin burjuva temelefe döyük bir istilacı ve yağmac ı nüştürülmesi biçimınde bir burkuvvet olarak vücut bulma imyaşanınası juvataşmanın kan.ı doğmuştur. İşte bu ortamdemektir. Türk kapitalizminin da, bilinen güçlü akıncılar döbu tarz gelişimi, genel kapitalist nemi başlamıştır. Bu akınlarla Orta Avrupa'nın içierini kadar gelişmeye, örneğin Batı A vrupa'da kapitalizmin gelişme özel. gitmişler ve böylelikle de güçlü Osmanlı ordularının, Osmanlı limne tamamen terstir. Bu durum son derece önemlidir ve askeri toplumunun oluşmasını sağlamışlardır. çokı iyi bilinme si ve sonuçları­ Osmanlı egemen sınıfı denilnın ortaya çıkarılması gerekir. Batı Avrupa'da kapitalizm, diğinde akla tam bir askerifeodal hakim sınıf gelmelidir. daha çok feodal . dev !ete karşı, Bu sınıf, tamamen yağma ve tadönemin resmi sistemine karşı savaş içinde gelişmiştir. Bu gelana dayalı olarak oluşan bir sı­ nıftır. Bu sınıfın çıkarlarını esas lişme, devletin resmi hiyerarşi alan siyasi devlet sistemi, işgal dışında, ona karşı başta kent "miri e üzerind ar toprakl cumhuriyetlerinde ve tamamen edilen sivil karakterde toplumun oluş­ sistem" denilen ve belli bir asn dayana maya oluştur güç ması biçimindedir. Avrupa 'da keri kapitalizmin gelişimi bu açıdan bir tarzda gelişme göstermiştir. önem taşımaktadır. Burada Bunlar, her yayılma ve talan hareketini, daha güçlü bir ordu · mevcut egemenlik si teıninin tam tersi bir gelişim söz konuoluşturmak, onu beslem ek ve sudur. Bu, devletin resmi yapısı onunla yeni ve daha geniş dış ve hiyerarşisi dışındadır ve bualanlara hakim olmak için bir nun askeri güçle bir ilişkisi yokbasama k yapmışlardır. Kendi tur. Burada ticaretin yanı sıra düzenlenişlerini, sisteml erini tamanifaktür üretim yavaş yavaş mamen buna göre kurmuşlardır. hüküm yüzyıllarca Bunların gelişmeye başlar. Bir yandan sürmeleri, bu sisteml e yakından üretim araçları gelişip bilim ve ilgili ve bağlantılıdır. Güçlü bir teknik ilerletilirken, öte yandan askeri örgütle nme burada en tesağlanan bu gelişmeyle birlikte

ww w. ne

te w

rince Türk istilacılığı daha .da durduru lamaz bir hal alıyor. ÖrAbbasiler dönemi nde, neğin devlet mahiyetine tamame n savaşçı ve askeri komuta n olarak girmelerine rağmen, öyle bir gün geliyor ki Abbasi ordusunun önemli tüm köşebaşlarını, komutaniıkiarını Türkler ele geçiriyorlar ve böylelikle' onları hakimiyetleri altına almaya kadar ileri gidiyorlar. Türk boylarının bu süreçte yayıldıkları M ezapotarn ya'ya ve burada yavaş yavaş beylikl er biçimin de yoğunlaştıkları görülür. Çok çeşitli Türk boylarının uygun topraklar üzerinde beylikler oluşturmaları da yine askeri temeldedir. Başlangıçta toprağa yetleşme ve toprağın iş­ lenmes iyle ilişkileri yoktur. Bunların Anadol u'daki yayılışı da böyle bir nitelik taşır. Bizans ordularıyla yapılan savaşlar sonucund a açılan Anadol u kapıla­ rından bir askeri güç olarak girerler ve mevcut değerlere el ko~arak yavaş yavaş toprağı ve kentleri ele geçirirler. Ele geçirdikleri toprakların hakim gücü, yani egemen feodal sınıfı haline gelirler. Bu temelde belli bir egemen lik sağlamalarına rağ­ men, Mezopo tamya ve Anadolu'daki mevcut uygarlıklar ve kültürler içinde erirler. Çünkü, Türk kültürü zayıftır, yerleşik halk kültürleri içinde etkili olamaz. Salt bir askeri kuvvet olduklarından ve kültür değerleri, dilleri ve gelenekleri bu alanlardaki halklarınkinden çok çok geri olduğundan, yerleşik halk kültürleri iç~~de erirnekten kurtulamazlar. Oyle ki, 20. yüzyıla kadar bütünlüğe sahip ve geliş­ miş bir Türk dilinden bahsetmek bile mümkü n değildir. Bu dil, Türkme nler arasında konuşulmakla birlikte, uygarlık ve devlet dili haline geleme z . .Uygarlık dili, esas itibariy le Farsça-Arapça'nın etkisi altındadır. Osmanlı dili, Arapça ve Farsça'dan oluşan çok karma bir dildir ve buna Osman hca denmektedir. Türk boylarının diğer kültür değerlerinin durumu da aynıdır, daha çok yerleşik kültür değerleri içinde erimiştir. Türk boylarının Ortadoğu ve Anadolu'daki yayıhşları, beylik ve devlet kuruluşları başlangıç-

:=:, ::1 Aralık

e. c

[]] Sayfa 26


[ill] Özgür Halk keşifler ve dünyaya açılım geliştirilmiştir. Bu durum, devlete karşı ve özellikle de onun hafiye hiyerarşisine karşı sivil top-

ww

w. ne

te

we

.c

om

Devrimi'nin etkisini görmek eden, ekonomik ve sosyal yönmümkündür. den kendisine bağımlı kılan, buBu gerçekler ışığında Türknu geliştirdikçe de üstünlüğünü lerde sivil toplumun veya burjuispatlayarı ve bu oranda da hava toplumunun ne oranda geliş­ kim siyasi güç haline gelen bir lumun daha yetenekli, daha yaratıcı, daha bilgili bir sınıf liğine b~tk:mak gere~mektedir. karakteri temsil eder. Burjuva Daha önce Osmanlı Imparatorolarak oluşmasına yol açmıştır. · toplumu, feodal toplum karşı­ luğu'nun merkezi-feodal-askeri Bu yıllarda bireyin alabildiğine sında Fransız devrimiyle en bübir devlet olduğunu belirnniş­ yük siyasal zaferini kazanır. Bu, yetkinleşmesi sağlanmıştır. Bu tik. Gelişen kapitalist sivil toptemelde çok sayıda bilimsel bugerici siyasal gücün, yeni ekolum karşısında bunalıma giren luş gerçekleştirilerek üretimin nomik ve sosyal güç tarafından hizmetine sunulmuş ve böylece feodal tc·plum nasıl ki A vrureddedilmesidir. Siyasal hakipa'da 19. yüzyılda kesin bir yeverimliliğin çok büyük ölçüde miyetini kuran burjuvazi, artık nilgiyi ve aşılma durumuıw yaartmasına yol açmıştır. Bunun dünya . çapındaki modemleştir­ yanı sıra sanat ve edebiyatta röşıyorsa, Avrupa'daki burjuva mede ve yaygınlaşmada öncelidevrimleıi ve burjuva toplumun nesans gerçekleştirilerek, buği ele geçirmiş ve bu büyük bir gelişmesi karşısında Osmanlı nunla bütün toplum önemli devrim olmuştur. Burada yeni Imparatorluğu da benzer bir çöoranda ordu hiyerarşisinin dışıbir sınıfm her düzeydeki hakizülmeyi yaşamıştır. 18. yüzyıl. na ve ona karşı mücadele içine miyeti söz konusudur. BÜtün feçekilmiştir. Burjuva· sınıfın asodal önyargılara karşı şiddetli . dan itibaren başlayan bı.ı gerileme süreci giderek hızlanmış, . keri bir niteliğe bürünmesi ve bir mücadelenin verilmesi, kraaskeri-fecidal toplum kendini böyle gelişmesi başlangıçta kelın giyotine gönderilmesi, hor sinlikle söz konusu değildir. yeniden üretemez duruma gelgörülmesi ve her düzeyde düşü­ Daha çok ekonomik, kültürel, miştir. Kendini yeniden üreterülmesi vardır. Yeniden doğuş bilimsel ve teknik gelişme tebilmesi için yeni olanı reddetdenen rönesansın feodalizme ınesi gerekir ki, bunun da melinde giderek sosyal bir sınıf karşı çok güçlü olduğuna derinhalinç!e gelişmesi söz konusuolanakları ortadan kalkmış duden inanıyorlar ve bu büyük dur. Ozellikle ticaret, ekonomik rumdadır. Bu yüzden de içe burjuva ruh onları sınır tanımaz yönden onları oldukça güçlenbir egemenliğe götürüyor. Dündoğru bir büzülme söz konusu olur ve bu gerçekte ·bir gerileme dirmiştir. Bilimsel ve teknik geyanın tek doğru sistemi olacak ve çözülme anlamına gelmektelişme üretim alanında son derekadar kendilerini büyük görmece verimli kılmıştır. Bu lerine yol açıyor. dir. İşte bu süreçte Türklerde, gelişmeler, burjuva sınıfı, resmi İşte bu burjuva hareket, baş­ (ki, Rusya'da da benzer bir süsistem karşısında yepyeni bir langıçta tamamen devletin dı­ rece daha erken girilrniştir), güç, bir sivil güç, bir sivil topşında, onun fethetmeye gücüözellikle 19. yüzyıl ortalarından lum gücü haline getirmiştir. Biyetmediği kent itibaren modemleşmeye ihtiyaç nün lindiği gibi, bu iki olgunun çarmerkezlerinde, uygun kıyılarda duyulur. Fakat bu, gelişen kapipışması burjuva devrimlerinin gelişmiştir. Fransız devrimi bu talizm karşısında kendini sagerçekleşmesine neden olmuş- · gelişmelerin doruk .. noktasına vunma tarzında ortaya çıkar. tur. ulaşması olmuştur. Once ekoBunun ilk sözcüleri Tanzimat Burjuva devrimleri tamamen nomik ve sosyal güç haline gedevri yöneticileridir. M. Reşit sivil ihtilallerdir ve burada asPaşa'nın yönetime gelişi böylelinerek siyasi iktidar fethedilkeri darbeler söz konusu değil­ miş,. iktidarın fethinden sonra dir. Ama daha çok da Naınık dir. Fransız, İngiliz ve AmeriKemal ve diğerleri, imparatoraskeri bir güç haline gelinmiş­ kan devrimleri, sivil burjuvazi tir. Napolyon, burjuva ordu· sislukta bir modernleşmenin sağ­ toplumun hazırladığı devrimlerteminin yaratılmasının büyük lanınası için, "Jön Türkler", dir. Siyasal devrimiere gideredehası · olarak bilinmektedir. "Yeni Osmanlılar" gibi bir akı­ ken burjuvazi, ekonomik ve · Fransız burjuva milliyetçiliği mın başlatılmasına ön ayak sosyal olarak oldukça güçlüdür; ruhuyla dolu olarak bütün Avolurlar. Ancak bunların hepsi, üretken, yaratıcı, keşifçi, son· rupa üzerinde · hakiıniyet savaşı­ imparatorluğun valileri ve paşa­ derece gözüpek ve kendine gümına girişmiş ve buna ulaşmış­ larıdır ve padişahla yakın ilişki~ venen bir sımftır. Feodal sınıfın tır. Bu, burjuvazinin, feodal leri vardır. Bunların bir burjuva kokuşmuş yapısına ve ayncalık­ krallıklara, onun ordu anlayışı­ sivil güç olma durumları kesinlarına karşı sonuna kadar üretina, geleneklerine ve savaşım likle söz konusu değildir. Söz me dayanan, herkese üretim tarzına karşı kesin bir zaferidir; · konusu kişiler sarayın kapıkul­ içinde edindiği yere göre deger burjuva devriminin Avrupa çı­ larıdır, sarayın içindedirler ve veren, kendine has yeni modem pında yaygınlaşmasıdır. Daha onların verdiği maaşlarla geçintoplumu örgütleyen, bunu gidesonra bu tarzda burjuva devrimmektedirler. Fakat bir yandan rek resmi yapının karşısına dileri peşpeşe gelişmeye başla­ da onu modemleştirmek isteken ve yeni bir seçenek haline mektedirler. Batıdaki gelişme­ mıştır. Ingiliz ve Amerikan örgetiren, her bakımdan yenileşti­ neklerinde görüldüğü gibi, bu lerle fazla çatışınadan , impararici ve geliştirici özellikleriyle devrimler çok daha liberal tarztorluğu reformize ederek eski toplumu ve onun resmi asda gelişmişlerdir. Günümüzdeki örnrunu uzau-nak, birlikkeri yapısını aşındıran, tecrit bazı devrimlerde bile Fransız bütünlüğünü sağlamak istemek-


r:ı

w

te

we

.c

om

lıklara hndi adamlarını atarlar özellikle ordunun restore edilve üretimle ~emasa geçerler; ye~ mesi ve günün gerçeklerine rel feodal, tüccar, tefeci kesimuyarlanmasıdır. Alınan stiline lerle ilişki ve onlar lizerinde degöre örgütlenen ve Fransız tarnetim kurarlar; bütün bunlar da, zında da eğitilen bir ordu istenfeodalizmin kendisini biraz burmekt~ir. Aslında yapılmak isjuvalaştırarak daha da güçlentenen, imparatorluğa bir aşı dirmesinelen başka bir şey devurmaktır. Bu açıdan meşruti­ feodal Burada ğildir. yet çok çarpık olarak gelişir. İt­ özelliklerle burjuva özellikler, tihat ve Terakki meşrutiyetçili­ askeri temelde ve onun koruyuğinde kesirilikle halk diye bir cu zırhı altında yavaş yavaş içikavram: yoktur, demokrasi söz çe geçer, bu nedenle birbirlerikonusu değildir. Kavram olarak ne karşı olma durumları yoktur. da, uygulama olarak da gerçek Böyle biı gelişmeye dayanarak, durum böyledir. İmparatorlu­ çok ince yöntemlerle ekonomi- . ğun resmi geri yapısıyla savayi azınll<lann elinden alırlar. şım şurada ka1sın, tersine tamaüzeilikle o dönemde Ermeni ve men bu yapı içinde ortaya Rum Hıristiyan toplulukları, çıkma ve buna dayanma duruimparatoluk içinde sıvil toplumu vardır. Askeri yapı, İttihat mu ve bu temeldeki gelişmeyi ve Terakki'nin temel yapısıdır; temsil etmektedir. Bu sivil topbaştan itibaren orduya dayalı lum güçleri, ekonominin ağır­ olarak gelişmekte ve ordu gücülıklı kısmını ellerinde bulundurnü padişaha karşı kullanarak simalarına rağmen, siyasi bir yaset üzerinde etkili olmaya çadevrim yapma imkanını fazla ve İttihat Jışmaktadırlar. geliştiremezler. Bı,ı temelde geTerakki, 1908'de yaptığı harelişen Rum ve Ermeni faaliyetlekatta padişahı devirmez, sadece biraz getiletir, hatta onu koru- · ri, ·özellikle Ermeni' u(usal hareketi, resmi askeri · toplum ması altına alır. Çünkü bunlar tiırafından tarnall?en ezilir ve politikadan habersizdirler. Abbunlar ekonomik olarak da tasdülhamit ise politikada daha fiye edilirler. Bun1arın yerine güçlüdür ve İttihat ve TerakkiTürk burjuvalaşması diye bir ciler onun politika okulunda yeburjuva oluşum ortaya çıkar. tişmişlerdir. Bu nedenle AbdülAncak bunun yağinacı karakterharnit'e ihtiyaçları vardır ve sık de olduğu da inkar eQilıneyecek sık da ona danışırlar. İşte gerdenli açıktır. Böylece, maddi teçekıe · iktidar olamaınalannın melden yoksun, tamamen üstnedeni budur. ten dayatılan askeri güç sayeDikkat edilirse, İttihat ve Tesinde bir egemenlik gelişimi rakki hareketinde devlete karşı söz konusu olur. Bu durum, siba)kaldırma, devletin resmi yavil toplum denen burjuva toplupısını de_yirme söz kop.usu demunun temel değer yarg~larına ğildir. ümeğin, bir Fransız lcarşıt bır gelişıne-.ctir. Burada Devrimi gibi qlma, Avrupa' nın anlaşılması gereken şey, tarnabirçok ülkesinde görülen burjumen feodal-askeri zırh içinde va toplumunun zaferi uğruna bir meşrutiyet hareketinin geliş­ mücadele etme durumu burada tiği ve bunun da taınaınen imkesinlikle yoktur. Tamamen feparatorluğun bütünlüğünü sağ­ odal imparatorlukla uzlaşma ve lamak için olduğudur, Bu bunu askeri nitelikte yapma dudönemde imparatorluk, özellikrumu vardır. Daha önce de bele Balkanlar'daki sivil güçleri, lirtildiği gibi, zaten İttihat ve Terakki'nin bütün kadroları pa- . Türk olmayan burjuva gelişme­ . lçri tasvife euneyi, dolayısıyla şalar ve en güçlü bürokratlardır, onların maliarına el koymayı yani feodal-askeri devletin reshedeflemektedir. Bu, aslında mi y~pısının temel bir parçası burjuva toplumunun mantığına, durumundadırlar. Bunların üredeğer yargılarına ve her türlü timle, bir sosyal sınıfla ilişkileri gelişme esaslaı·ına aykırı bir geyok denecek kadar azdır. Ancak lişmedir. devleti ele geçirdikleri zaman Daha sonraki sözde Cumhuyavaş yavaş siyaset yapmaya riyet biçimindeki gelişme de, çalışırlar; devletin çeşitli organesas itibariyle böyledir. Görülarına, valiliklere, kaymakam-

w. ne

ww

/

tedirler. Türk modemleşmesi iş­ te bu temeldedir. Dikkat edilirse, bunun, Avrupa'daki modemtoplumun sivil leşmeyle, gelişmesiyle hiçbir alakası yoktur. Burjuva toplumunun geliş­ mesiyle de hiçbir alakası yoktur. üncüleri de bellidir; Ziya Paşa , adı üzerinde paşadır, Namık Kemal ise validir. Bunlar, aynı zamanda padişahın yakını­ dırlar, sarayla haşimeşirdirler. Esas olarak Sultan Aziz'i düşür­ mek, kendilerine yakın gördükleri bir şehzadeyi yerine padişah yapmak isterler. Buradan da görülüyor ki, bunların, resmi feodal-askeri topluma karşı bir arayışları söz konusu değildir; istedikleri, sadece biraz reform geliştirebilmektir. Bu yüzden de işi sadece edebiyatla geçiş­ tirmeye çalışırlar. Temelsiz hürriyet sloganları atarlar ve ilk defa burada, etkileri günümüze kadar süren sorumsuz aydın hareketi ortaya çıkar. Bunlar, devlete dokunmazlar ve askeri temellerine asla saldırm azlar, sadece bazı rahatsız­ lıkları vardır ve biraz kendilerinin dikkate alınmasını isterler. Çünkü, yeni bir tabaka olarak gelişmek istiyorlar, fakat gerçekten özgürlükçü ve yenilikçi değiller; bunun için de, son derece örgütsüz, demogojik, ihtilalci değeri olmayan bir protesto hareketi olarak kendilerini gösteı:irler. Aslında bu, günümüze kadar süren bir gelenek olmuştur. Abdülhamit, başın­ dan itibaren bunların bu geleneğini iyi fark euniş ve bunları isgibi yönlendirmiştir. tediği Zaman zaman maaşlarını keserek, sıkıntıya düştüklerinde imdatlarına koşarak durumu idare etmiştir. Bunlar ise, maaşları kesildiğinde padişahlığa öfke duymuşlar ,

maaşları

bollaştığı

zan1ansa övgüler dizmişmişler­ dir. Günümüz Türkiye'sinde de aydınların durumu bundan ibarettir. Böylesi güçleri dayanan İtti­ hat ve Terakki hareketi de esas olarak bu karakterde gelişmiş­ tir. Bu hareket, zaten askeri okullardaki öğrencilerin örgütlendirilmesinden ibarettir. Ki, bu okullar da Sultanlıl!:ın okullarıdır. Dolayısıyla bu hareketin esas amacı, imparatorluğun,


OJ

Özgür Halk

dışında \e devlete rağmen bir fın olmadığı ve son derece bügelişme biçiminde değil , tamarokratik-askeri bir yapılanma men devletin himayesi, liderliği olarak ortaya çıktığı görülür. ve yardımı ile geliştiği açık bir Batı'dan aldığı tamamen üst yatur; özünde ise tamamen ona gerçektir. Bu, Türkiye'de burjupı kurumlarıdır ve yaptığı bundayanma ve onun yeni askeri vazinin neden yönetici yönü lan feodal aygıtla birleştirmek­ bir aşaması olarak ortaya çıkma güçlü bir sır.ıf haline gelemeditir. Bu yapı, kemalist durumu vardır. M. Kemal geleğini, kapitlizm in alt ve üst yapı­ diktatörlük olarak karşım ıza -çı­ neği, tamamen askeri bir gelesının devrimi -bir tarzda kuranektir, o da İttihat- Terakki yapı­ kar. madığını çapulc uluğunu, sı içinden gelmiştir. · Onun Kemalist hareketin, kapitalist günümüzde de çok yaygın bir bir ekonomi ve bir burjuva sını­ kadrosu da tamamen paşalar ve enflasyor:.a dayanarak yaşamak fı yaratmak gibi bir amacının biraz da valilerdir. Kemalist hazorunda olduğunu açıklamakta­ reket, tümüyle eski devlet aygı­ olması söz konusudur. Feodal dır. Bugün bu gücün kendisini hiyerarşi içerikli devlet ve ordu tını (ki, bu - aygıt merkezitekeller, holdingler haline getirkuvvetini esas alıp buna dayafeodal-askeri bir aygıttır) devmesi, çaı:ulculuğun günümüzde narak kapital istleşmeye çal ı şralmıştır. M. Kemal'in tek bir yeni bir biçime kavuşturulm ası­ sivil toplum girişimi, bir parti . mışlardır. Baştan itibaren Türk dır. Cumhureyitin ilk döneminkurma, sivil kadrolaşma durukapitalizminin temel özell iği de de bu böyledir. O dönemde mu yoktur. Beraberindekilerin böyledir. Son derece merkezi de, iç. ve dış ticaret üzerinde zohepsi _paşadır, hepsi O smanlı bir ' biçimde devlet eliyle ve raki bir hakimiyet vardır, paradevlet fideliğinde yaşanan bir padişahından aldıklan güç ve ya hakimiyetleri tamdır. Parayı yelkilerin sahibidirler; o gele- . gelişimi söz konusudur. Serına­ istediği gibi basıp , ticareti isteneklerle büyümüş , gıüç ve yetki ye İş Bankası biçiminde yoğun­ diği gibi yônlendirmektedir. Ve sahibi olmuş, birbirlerini bu telaştırılır. Devletin yardımıyla bunlar, daha başlangıçta, tekelci melde tanımışlarqır. Yine buna bir ticaret burjuvazisi yaratılma­ karakterde bir avuç sermayedadayanarak ordunun çeşitli birya çalışılır. Bu temelde mali rm elinde yoğunlaşır. Cumhuriliklerini ele geçirmişlerdir. Hatserm.aye oluşturulur. Fakat yetin vurucu kadrosu, ay nı zata M. Kemal'in Anadolu'ya gebunların hepsi de, devletin yeni manda se~aye sahibi - ve çişi bile, Osmanlı Padişahı'nın sahipleri olan aynı · gruptur. verdiği görev ve yetkiyleir. Daburjuvataşmaya yönelen kadroBöylece, devletin himayesi ile ha sonra bu yetkiye ters düştü~ sudur da. Devletle burjuvazinin ticareti merkezi leş tirerek, vergi ğü söylense de, aslında hem böyle tamameP içiçe bir gelişi­ sistemi, gümrük duvarları, kapigerçek böyle değildir, hem de tülasyonlann kaldırılması, vb. mi vardır. bu o kadar önemli değildir. BuBugün Türkiye'de yeni bir tedbirler alarak bir burjuva sını­ rada önemli olan, böyle bir yetburjuva sınıfı ve değer yargıla­ fının ve bunun etrafında sermakinin verilmemesi durumunda nnın geliştiğinden bahsedilir. yenin oluşturulması amaçlanır. onun beş para etmeyecek bir Evet ama, bunun oluşum u ve Bu_, genel olarak burjuvazinin Zügürt olmasıdır. Ayrıca sonuözellikleri önem taşımaktad ır . 9,lıişum tarzıyla çelişmektedir. na kadar padişahlıkla ilişki içinOrneğin, Batı Avrupa'da burjuFeodalizm aşılmı ş, kapitalizm de olduğu ve her zaman onun hakim olmaya başlamışlır; ama vazinin oluşumu böyle değildir, adına hareket ettiğini söylediği orada burjuva sivil toplumun , bu hangi karakterde, hangi özelde bilinen gerçektir. Demek ki, liklerde olmuştur . Burada, Batı oluşması devlete karşı gelişmiş­ M. Kemal başta olmak üzere tüAvrupa'da oluşan yaratıcı, ürettir. Oysa Türkiye'de bu gelişme­ münün gücü imparatorluktan nin sınırlarını tümüyle feodalken , sonderece kendine güvekaynaklanmaktadır. Eğer bunlanen ilerici burjuva oluşu m u y la askeri karakterli devlet çiziyor, rın en isyankarı M. Kemal ise, devJet üstte tam bir kalkan rolü taban tabana zıt bir burjuvalaş­ oynuyor ve bu temelde, merkedi~rlerinin imparatorluğa ne ma s'üreci söz konusudur. Takadar bağlı olduklannı anlamak zileşen TC, halkın elindeki tüm mamen devlete dayanan , gerici, _zor değildir. Açık olarak anlaşı­ değerleri tam diktaıörce yönfazla üretici olmayan, lafçı , el" lıyor ki, kuruculan böyle olan koymacı, yine bireyin inisiyatifi temlerle gasp ediyor, iç ve dış cumhuriyet, sivil topluma dayaticareti, para basma yetkisini, . ve girişim ruhuyla değil, devlenarak değil, tamamen feodalmali ve ticari sermayenin yo- . tin merkezi yönlendirmesi alunaskeri toplumun üstten dönüda ve ·hep bireyin önünü açarak ğunlaşmasını tamamen kendi şümle restore edilmesi temelinsağlanan bif gelişme vardır. denetimi altına al~yor. Bir .kez de biçimlenmiş ve sivil toplubu durum gerç ekleşince, artık Burjuva da olsa Türkiye insanı­ mun karşıtı olarak gelişmiştir. tek tek herkesin buna bağımlı nın neden hür teşebbüsç ü , üreti O da, Anadolu'da üretim yapar ci, yaratıc ı olamadığ ı, bu noktakılınması zor değildir. Devlete güçleri teşkil eden -Rumiara ve kim daha çok yaranıyor ve keda çok daha iyi anlaşı lıyor. Ermenilere karşıdır. Başlangıç­ malizmin ruhunu kim daha iyi Burjuvazinin en üst katını işgal ta bir Türk burjuva sınıfı buluntemsil ediyorsa devlet olanaklaedenlerin bu oluşumu _ ortayken, madığı ve hatta. tüccar kesimin küçük-burjuvazinin nası l olacarı ona açılır, bunlardan bir burbile çok zayıf olduğu dikkate juvalaşnıa geliştirilir. ğını ·anlamak herhalde zor dealınırsa, bu cumhuriyetin daTürk burjuvalaşmasının, sivil ğildir. - Burada tamamen "ordu yandığı gelişmiş bir sosyal sınıtoplum karakterinde, devletin millet" ve paşalar gelen eği söz nüşte

sivildir, feodalizme

kar~ ı­

ww

w.

ne

te w

e.

co

m

dır, merkezi-feodal Osmanlı İmparatorluğu'ndan kurtulmuş­


ne

w.

ww

başkiı.lannın malına ve mülküne elkoyma hesabındadır ve bir de taklitçilikle üstünü başını düzeltmekle uğraşmaktadır. Alt yapıda talan . ve elkoyma, üst yapıda elbisesini düzeltme, bunların birleşik ruhu ise M. Kemal'dir. Böylesine sivil geleneklerden yoksun ve antidemokratik bir sosyal sınıf gerçeğinin, üst yapıda, yani devletin kuruluşunda çla son derece anti-demokratik olacağı, daha baştan merkezi yanı çok güçlü olan bir cumhuriyeti esas alacağı açıktır. MevGut sınıf yapısı, onların ruhu, düTtüleri ve eği­ limleri kaçınılmaz olarak bunu körüklemektedir. Tabii ki paşa- . lar geleneği de buna tam denk tüştüğünden, bilinen .diktatörlük cumhuriyetin ilk yrllarında şe­ killenmiştir: Öyle anlaşılıyor ki, cumhuriyetin ilk dönemleri, bu sınıfın eğilimlerini siyasi olarak bir diktatörlük biçiminde şekil­ lendirme, ekonomik ve mali alanda ise bir düzenlilik sağla­ madır. İşte bu temelde bir Türk kapitalizmi oluşturulmak ve ge-, liştirilmek isteniyor. Cumhuriyetin kuruluşu ordu sayesinde olduğuna göre, geliştiriirnek istenen böyle bir sosyal sınıfın temsilinde de en güçlü pay sahibinin ordu olması gerekir. Türk ekonomik, sosyal ve siyasal yapısı üzerinde ordunun bu denli güçlü olmasının nedeni budur. .Bu tarzda oluşturulan cum~ huriyet, tefeciden orduya kadar hepsinin çıkarlarını Türk kapitalizmi biçiminde merkezileştir­ miştir. Tabii ki burada söz konusu edilen bir milli kapitalizm değil, emperyalizme bağ~mlı bir Türk kapitalizmidir. Daha sonra devletin bütün yaptığı şey, Batı taklitçiliği temelinde üst yapı kurumlarını geliştirmek ve halkın aşırı sömürülmesi temelinde burjuva sınıfın palazlanmasını sağlamaktır. Bilindiği gibi, bu durum 1920-30'lu yıllarda devlet kapitalizmi temelinde sürek- ' Ii geliştirilir. Bu dönem, ilk serve oluşturma mayeyi yoğunlaştırma dönemidir. İkinci Dünya Savaşı döneminde, özellikle Almanya'ya epeyce hammadde , ihracımn gerçekleş­ tirilmesi, varlık vergisi, savaş ekonomisinin hadsafhada uygulanması ve benzeri yöntemlerle

m

şinde,

e.

co

nılmazdır ve ortaya çıkan gerçek de budur. Kemalist diktatörlük döneminin askeri-faşist niteliği bu nedenledir. Mevcut kapitalistleşmenin böyle olması , onun siyasi üst yapısını askeri- faşi t nitelikleri ağır basan bir karaktere getiriyor. Dünya çapında faşi zmin geli~tiği bu yıl­ larda, CHP'nin de bir faşist parti hüviyetine · doğru dönüşmesi dolayısıyla devletin yapısında · faşist özellikler ağırlık kazanı­ yor. 1930-1940'1ı yıllarda bu durum oldukça belirgindir. Bu temelde ve özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında burjuvazi epeyce palazl(lnır. DP dö·neminde orduyu biraz daha geri plana atarak burjuva sınıfın ge- , lişmesine öncelik tanımaya çalı­ şırlar. Bayar ve Menderes'in ilk siviller olmaları, bu şan s ı biraz . daha artırır gibidir. Askerlerse esas rollerini zaten cumhuriyeti kurarken ve iç i syanları bastırır­ ken oynamışlardır. Burada bir gerçeğe iyice dikkat çekmek istiyoruz. Birinci Dünya Savaşı sonunda imparatorluk dağıldığında Türk egemen sınıfı büyük bir tehlike içine girer. İttihat ve Terakki sayesinde biraz sermaye edinmiştir, fakat daha güçlü olan ve hızla gelişen Ermeni, Rum ve diğer azınlık sermayelerine karşı yine de kıyameti koparır. Türk egemen sınıfının o zamanki temel sorunu, yıkılan devlete tekrar sahip olmak, artan Ermeni ve Rum sermayesinin nüfuzundan kurtulmak ve onların , üretim araçlarına el koymaktır. Ermenilere ve Rumiara karşı bilinen faaliyetleri ve kendilerinin cumhuriyetçiliği bu temelde ortaiYa çıkar. M. Kemal de "becerikli bir komutan" olarak bu temelde buna önderlik eder ve kritik bir bunalım döneminde büyük bir kısmı feodal ve tüccar olan Türk egemen sınıflan­ nın gereksinim duydukları dikKemalist yaratır. tatörlüğü diktatörlüğün sınır tanımaz karakterde olması, biraz da bu sı­ nıfların ruhuyl~ ilintili bir olaydır. O zamanki Türk feodalleri, ' tüccarları ve tefecilerinin, demokrasi denilen, sivil toplum denilen, yaratıcılık ve inisiyatif ruhu denilen şeylerden haberi bile yoktur. Tümüyle çapul pe-

te w

konusudur. Kapitalizm bu temelde oluşuyor, kapitalizmi onlar oluşturuyorlar. Hatta şöyle meşhur bir sozleri de vardır: "Bu ülkeye komünizm gerekirse, onu da biz ·, getiririz" diyebiliyorlar. Aslında en despot, en sömürücü, en baskıcı paşaların kapitalizmi hangi oranda geliş­ tirebilecekleri, bunların kurdukları cumhuriyetin hangi oranda bir burjuva cumhuriyet olabileceği son derece tartışmalıdır. Kapitalizmin üretim ve siyasal yapısı ve onun cumhuriyet anlayışı ile bunlarınkinin alakası yoktur. Fakat ona öykünüyorlar işte! Nasıl ki Namık Kemaller Batı'ya öykünınüşlerse , kemalist kadro da öyle öykünmüştür. ' Namık Kemal sözümona hürriyet düşüncelerini getirmiştir, bunlar da cumhuriyet kurumlarıpı getirmiştir! Hatta Namık Kemal'in hürriyet düşünceleri, kemalistlerin burjuva üst yapı kurumlarından daha geri de de. ğildir, belki de daha ileri.dir. Bunun böyle olması işin karakteri icabıdır. Devrimci içeriği­ nin güçlü olabilmesi için burjuvazinin devlete karşı gelişmiş olması gerekir. Oysa böyle bir Türk burjuvazisi yoktur. imparatorluk içinde var olan burjuvazi Ermeni ve Rum burjuvazisidir ve . bnlar da tasfiye edilmiştir. imparatorlukta sivil burjuva toplumu temsil eden güçler bunlardır. Bun.Iarın dı­ şında toprağa egemen olanlar feodaller, ticareti elinde bulunduranlar ise tefeci-bezirgan takımıdır. İşte bu sonuncular, öncekileri tasfiye etme temelinde, yukarıdaki elit bir tabaka olan paşalar grubu tarafından tekrar merkezileştiriliyor ve bunların hepsi birleştirilerek tüccarı, tefecisi, küçük memuru, paşası, bürokratı bir cumhuriyet biçiminde yoğunlaşıyorlar. Türk temelde işte burjuvalaşması böyledir. Merkezi askeri n i te l iğ i ağır basan, bağnazca Ş O\'en , inisi yatif ve teşebbü s ruhundan yoksun, Batı 'nın takiili burjuva kurumlarına dayanan ve baştan itibaren hastalıklı olan bu burjuva sınıfın, uygulamalarının da, bu temel özelliklerine bağlı olarak son dcreec r-ırn k çürütücü , çapulcu h.arakiı.. ~ lması kaçı-


Özgür Halk likte komprador nitelikli kapitalizm ve ticaret burjuvazisinin gelişmesi DP'nin sınıf temelidir. Aynı zamanda mali sermayenin yoğunlaşması ve belli bir sanayi burjuvazisinin de oluş­ maya başlaması buna eşlik etmektedir. İşte buna sivil toplumun gelişmesi deniyor, ancak bu gelişmeler sivil toplum kavramına ters düşmektedir. Gerçekte olan, yukarıda izah ettiği­ miz tarzda oluşan burjuva toplumun, devletin sert bürokratik baskısından kendini biraz serbest kılma isteğidir. Türkiye'de meşhur demokrasi hikayesi işte budur. Baştan beri oluşan devletin aşırı korumacı gelenekleri, gelişen burjuvaziyi sık­ maktadır, daha fazla dışa açıl­ mak ve biraz hür teşebbüsçü olmak istemektedir. Fakat bu konuda da oldukça ürkektir, adeta saraylarda yetişen Namık Kemal'lerin hürriyetçiliğine benzemektedir. Tamamen devlet zırhı altında oluşan Türk burjuvazisi, biraz palazlanıp büyüyünce bu zırhı kısmen hafifletmek istemektedir. Nasıl ki bir çocuk büyüyünce aile ortamının koruyucu zırhından kurtulup biraz daha kendine güvenerek yaşamaya istek duyarsa, Türk burjuvazisi de, benzer bir tarzda " şimdiye kadar devlet babanın çitfliğinde ve onun himayesinde büyüdüğümüz artık yeter, şimdi rüştümüzü ispatladık, biraz hür teşebbüsçü olmak ve yaratmak istiyoruz" demektir. Yani biraz da maceracı bir yaklaşımla kendine sevdalanı­ yor. Uluslararası ortamın da buna olanak sağlaması, bu sevdayı daha da artırıyor. İşte Bayar ve Menderes buna öncülük yaparak, ordudan biraz uzaklaşma yaklaşımı içine giriyorlar. Ve bunun sonucu da biliniyor, ordu zırhı bunları tekrar kuşatıyor ve eziyor. Demek ki 27 Mayıs darbesi, güçlü olan ordu ve ordu millet geleneğinin daha değişik sosyoekonomik koşullarda hakim kı­ lınmasıdır. Devlet içinde özellikle CHP'de ifadesini bulan ve daha çok devletçi olan burjuva kesimlerin çıkarlarının ikinci plana itilmesi, büyük toprak sahibi, komprador, tüccar ve benzeri büyük burjuvazinin başıboş

et ew e. c

güçlü bir sermaye yoğunlaşma­ sı ve burjuva sosyal yapının ortaya çıkarılması sağlanır. DP bunun sözcülüğünü yapar. Epey tepki toplayan CHP biraz aşın­ mışur, ayrıca ABD'nin de burjuva demokrasisi kılıfı gereği böylesi değişiklikleri uygun görmesi Türkiye'de DP iktidarı­ nı ortaya çıkarır. Görülüyor ki DP, cumhuriyetin kuruluşu sonrasında Türk kapitalizminin ilk sermaye birikimi sağlandığında ve Türk burjuva sınıfı biraz kendine güvenir hale geldiğinde ortaya çı­ kan bir iktidardır. Ve artık bu noktada cumhuriyet için bir tehlike söz konusu değildir. İşçi­ köylü, azınlıklar ve Kürdistan'daki ayaklanmalar tamamen ezilmiştir. Türk egemen sınıfı, başlangıçtaki o büyük tehlikeleri aşmış; ayaklanmalardan, işgal ve isiiladan, komünistlerden ve hatta Çerkez Ethem gibi bazı mahalli köylü çetelerin başkal­ dırısından kurtulmuştur. Ayrıca

ww

w. n

cumhuriyet iyice kurumlaşmış, alt ve üst yapda burjuvazi için . uygun düzenlemeler yapılmış­ tır. Ekonomide merkeziteşme sağlanmış , sermaye birikimine ulaşılmış ve İkinci Dünya Savaşında bu süreç çok daha hızlı geliştirilmiştir. Baştan, itibaren bu politikaların oluşturucuların­ dan ve yürütücülerinden M. Kemal ölmüş, t. İnönü yoğun sömürü nedeniyle şiddetli bir tepkiyi üzerine çeker olmuştur. Tek şef durumundaki İnönü, onlarca yıldır süren baskı ve sömürü nedeniyle boy hedefi durumuna gelmiştir. Toplum ve burjuvazi bundan artık kurtulmak istemektedir. Burjuvazinin dışa açılmasının ve daha da gelişmesinin yolu NATO'ya girmekten ve Batı ile bütünleş­ rnekten geçmektedir. İşte bunun ilk adımı olarak, kendilerine çok partili bir cumhuriyeti uygun görürler. Fakat buradaki asıl neden dış istek değildir, daha çok Türk burjuvazisinin iç gelişmesinin bu aşamada artık CHP kılıfından kurtulmak istemesidir. Bilindiği gibi, DP, başlangıç­ ta CHP'nin içinde bir kanat olarak gelişir ve onun için büyüyen burjuvaziyi temsil eder. Büyük toprak sahipliği ile bir-

ilerlemesi ve toplumun bunalı­ ma sürüklenmesi, başta üniversiteler olmak üzere tümüyle devletçi-orducu olan aydınların geniş muhalefetine yol açmıştır. Bu muhalefet, upkı Namık Kemal'lerin Osmanlı İmparatorlu­ ğu'na karşı muhalefetine benzemektedir. Hatırlanırsa, o dönemlerde de, bunalımdan ve maaşlarının azalmasından rahatsız olan yeniçerilerin padişa­ ha karşı "istemezük" diyerek başkaldırıları vardır. 27 Mayıs döneminde de, büyük toprak sahipleri, kompradorlar, tüccarlar ve benzeri büyük burjuva kesimlerin temsilcisi olan DP iktidarına karşı çıkma biçiminde de olsa, yine devlete ve orduya dayanan bir muhalefet söz konusu oluyor. Yani 27 Mayıs'ın halka dayanan bir yönü, sivil top_lumcu olma karakteri yoktur. Omeğin, bir işçi-köylü örgütlenmesine, hatta bir bir devrimci gençlik örgütlenınesine bile dayanmaz; sözde sivil dayanaklan, tamamen CHP'nin kışkırttığı paşa ve subay çocuklarının üniversite öğretim üyeleriyle sıkı ilişki dahilindeki basit protestolarıdır; gerçekte ve esas yönü ise ordunun yeni bir işgal hareketi olmasıdır. 27 Mayıs, esas olarak, krize düşen ekonomik, sosyal ve siyasal yapının tekeleilikle büyürnek isteyen işbirlikçi sanayi burjuvazisi lehine yeniden düzenlenmesidir. 1950'lerin sonlarında Türk sosyal yapısında iyice ayrışma ve çelişkilerde derinleşme söz konusudur. Burjuvazi içinde de ayrışma epeyce gelişiyor. Büyük toprak ağaları, kompradorlar, tüccarlar devlete tam hakimler, ancak işbirlikçi­ tekelci sanayi burjuvazisine dönüşmeye bunların gücü yetmiyor. Yen i oluşan sanayi burjuvazisi ise. oldukça cılızdır. İşte bir asken darbe burada gündeme geliyor ve bu durumdan çı­ kış yolu olarak görülüyor. Ve ordunun sert darbesiyle her şey işbirlikçi-tekelci sanayi gelişimi doğrultusunda yeniden düzenleniyor. Bunun emekçilerin, hal- . kın çıkarlarıyla kesinlikle bir bağlantısı yoktur. Türk egemen sınıfı bir çıkmaz içine girmiştir ve bunu, kılıcını vurarak ordunun çözmesi gerekmiştir. Ve ta-

om

El


==

· ::::: ·>"\=.·:' 1 Aralık

bii yine bunun şakşakçıları, maaşları azalan ve ulufeleriniri artırılmasını isteyen yeniçeriler gibi ordu ve bürokrasi, ulema takımı, propagandacı, alkışçı tayfası olmuştur. Bunlar da geçmişin "istemezük" diyen takı­ mıdır. Ama bundan asıl yararla-

tekelci yine ögeleridir. Zor durumda olan Türk sosyal yapı­ sına bir çıkış bulmak için, cumhuriyetin kuruluşunda olduğu gibi, yine bir ~keri müdahaleye gerek vardır. üzeilikle işbirlik­ çi-tekelci sanayi burjuvazisi bir atılım yapmak istemektedir ve elbette bu da gaspçı ve diktatörce olacaktır. Ordu eğiliminin, yani darbe ihtimalinin artması, aslında böyle köklü . bir sosyal Türk aranmalıdır. gelişmede sosyal yapısında bir gelişme vardır ve bu gelişme feodalizmden kapitalizme doğrudur. Feodal toprak ağaları zengin toprak kapitalistleri haline geliyorlar, ticaret yaygınlaşıyor, geniş bir tüccar kesimi, Anadolu ticaret burjuvaZisi oluşuyor. Bunlar aslında sivil toplumu geliştirmi­ yorlar, tamamen devletin himaoluşuyorlar. altında yesi Ellerinde sarıneye yoğunlaştık­ ça, daha fazla teşebbüsçü olmak ve daha fazla sermaye yoğun­ laştırmak istiyorlar. Cumhuriyetin başlangıçta şekillendirdiği bazı kurumlar bu noktada kendilerini sıkıyor, gelişmelerine hizmet etmiyor, bu nedenle bunlardan kurtulmak istiyorlar. Vehbi Koç, bunların bir örneği­ dir. Bugün· sayıları çoğalmış, bir yığın holding ortaya çıkmış­ tır. Bunların kendileri bir devlet olmak istiyorlar, devleti kendi gelişmelerine hizmet ed~ek tarzda dönüştürmek istiyorlar. 1950'lerin sonuna kadar süren gelişme artık buna engel teşkil ediyor. Bunu da parçalayıp yeniden şekillendirecek güç ordu oluyor, ordu devreye girerek bu düzenlemeyi gerçekleştiriyor. Böylece ekonomik ve sosyal gelişmelerinin önü açılıyor ve yeni bir atılım yapma imkanına nanlar,

ve gümrük duvarian lazımdı , kap itülasyonların geriletilmesi gerekiyordu. Düyun-u umumiye Türk tüccar ve toprak ağala­ nnın zenginleşmesi önünde engeldi, bu nedenle onlar tüccar ve sanayici olamıyorlardı. İşte kemalist ordu hareketi bunlara vurdu ve Türk egemen sınıfı için gelişme olanağı açtı. Bu olanağı kullanmak için de sanayinin geliştirilmesi gerekmekteydi. Bu konuda belli bir geliş­ me sağlandıysa da, bu henüz çok zayıftı; toprak ağaları ve tüccarların bu gelişmeyi hızlan­ ı dırmaya güçleri yetmiyordu. Şurası çok iyi biliniyordu ki, ekonomiyi geliştirebilecek burjuva sınıf, ancak ve ancak sanayi burjuvazisidir. Ancak gelişe~ sanayi daha çok iç tüketimi karşılamaya yöneliktir ve montajcı karakterdedir. Bu da daha çok dış güçlere dayalı olarak ortaya çıkar. Bu noktada gelişmeyi ilerietebilmek için yeni bir düzenlenmeye ihtiyaç vardır ve bunun için de zor gereklidir. İş­ te bu zor da 27 Mayıs hareketi biçiminde ortaya çıkarılmıştır. Bu hareketin toprak ağalığına karşı olma yönü sınırlıdır; tüccarın çıkarını biraz geriletmiş­ tir; sanayi kesiminin çıkarlarını tam güvence altına almıştır, ancak zayıflığı nedeniyle bu kesimin önderliği yeterli değildir; orta kesimin, ordu ve bürokrasinin çıkarlarını tatmin eden bir gelişmeye yol açmıştır. 27 Ma-

ne

te

burjuvalaşmanın

" Özgür Halk ····__,! 1990 ı. .:. . ı_·- - -·--"-·"""'

yıs anayasasındaki uzlaşma işte budur. Tabii ki bu sınırlı bir uzlaşmadır vc böyle olduğu için de eardından 12 Mart darbesi geli ş m iş tir. 12 Mart, 27 Mayıs anayasaişbirlikçi­ uzlaşmayı sındaki

ww w. kavuşuyorlar.

1920'lerde benzer bir şeyi Ermenilerin ve Rumların tasviyesi ve maliarına elkonulması temelinde yapmışlardı. O dönemde Türk burjuvazisine siyasal güç

biçilmiş, doğal

Q

sermayenin aşırı

yoğunlaşması kısmen engellenmiştir. 12 Mart ise, işçilerin, köylülerin, memurların bu sınır­ lı haklarını ve ellerinde yoğun­ laşan payları tümden almak, yi-

ne ticaret ve benzeri alanlardaki sermayeyi tümden sanayiye aktarmak istemiştir. Yaptığı şey, Türk egemen sistemini girdiği bunalımdan kurtarmak, siyasi gücü, yani devleti tümüyle iş­ birlikçi-tekelci burjuvazinin eline vermek ve bu sınıfın çıkarla­

.c om

1:

rı doğrultusunda kullanmaktır.

Bunun için de askeri zor, yeni bir darbe gereklidir ve sürekli bir zora başvuracaktır. Türk egemenliğini ta doğu­ şundan itibaren ele aldığımızda gördük. Türk boyları palazlanmak için askeri örgütlenmeyi esas almışlardır. Bu yağma ve talandır, çapulculuktur.. Yani kendilerini egemen güç haline getirmek için, girdikleri alanları düpedüz askeri güçlerle iş­ gal etmek, uygarlıklara hakim olmak istediklerinde ordu gücüyle gitmişlerdir. Fakat sonuçta Batı kapitalizmi karşısında yenilmişlerdir. Kapitaliımin çelişkilerinden kurtulmak istediklerinden yine askeri zora ihtiyaç duyuyorlar ve imparatorluğu meşrutiyet biçiminde dönüştü­ rüyorlar. Daha sonra imparatorluğun tümüyle işgal altına girme tehlikesi belirdiğinde \'e Türk egemen s ınıfının dağılma ve yok olma süreci söz konusu olduğunda yine tümüy1e ordu gücüne dayanılıyor. Tamamen anti demokratik ve askeri karakterli olan Türk egemenleri, . bu sefer cumhuriyet biçiminde karşı mıza çıkıyorlar. Bu kez TC sınırları dahilinde palazianmak ve gelişmek, çağdaş ölçülerde sömürü yapmak istemektedirler. Gerek 27 Mayıs ve gerekse 12 Mart' ın temelinde, aslında çağdaş ölçülerde sömürü yapma nedeni ve zorunluluğu yatmaktadır. Artık Türk hakim sınıfı da, benzerleri gibi, işçi· ve köylüye dayalı sömürüyü esas almak zorundadır. Çünkü, cumhuriyetin ilk dönemlerindeki gibi bir vurgunculuğa artık olanak kalmamışur. O dönemde yağma ve talanla bütün azınlık­ ların mailarına ve paralarma el koyan bu güç, ancak kısmi bir

we

[[] Sayfa 32

tekelci burjuvazi lehine bozan , sanayi diğer bütün kesimler aleyhine dizginsiz bir biçimde geliştirmek isteyen ve bunu da en kanlı, şoven­ ve diktatörce bir tarzda yapan bir darbedir. 27 Mayıs hareketinin çeşitli orta kesimlere kıs­ men de olsa nefes aldırınası söz konusudur; hatta işçi sınıfı ve köylülüğe bile bazı basit haklar verilerek bir sosyal patlamayı engelleyici düzenlemeler yapıl­ mak istenmiştir. Yani maaşlar artmış, sendikalar geliştirilmiş, köylünün ürününe biraz değer işbirlikçi-tekelci


miştir.

(iür. Her ne kadar Demokratik Parti bu kesimlerin sözcüsü olarak ortaya çıksa da, aslında uzun bir süre bunlar AP içinde dengelenmişlerdir. Bu gelişme, 1970'leriıı başında, 1950'lerin sonunda yaşanan bunalımdan daha ağır bir bunalıma yol açmıştır. Bu nedenle, egemen sı­ nıfın çeşitli kesimlerini bir denge içinde tutmanın imkanı kalmamı;: ve bir kısmının geriletilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bunun iç:in de, siyasal planda AP'nin biraz parçalanıp geri plana itilmesi gerekli olmuştur. Yine ordunun devreye girmesi ve parlamentonun içinde ağala­ rın, tüccarların çıkarlarını savunanlar da vardır ve bunların çı­ karları sanayi kapitalizmini güçlendirmek isteyenlerin eğili­ miyle plişmektedir. Mevcut bunalım ortarnı işçi ve köylülerin haklHını savunmaları için belli bir imkan vermektedir. Bu artamda işbirlikçi sanayi kapitalizminin gelişimini daha başat duruma getirmek için yeni bir hamle ya;;ımak adeta zorunlu olmaktadır. İşte 12 Mart, böyle yeni bir hamledir, işbirlikçi sanayi kapitalizminin gelişiminde yeni bir atıanınası olmuştur. 12 Mart darbesi, bu doğrultu­ daki auhşta aslında bir sonuç değildir, daha sonraki gelişme­ ler için bir yön çizme, bir program belirlemedir. Sonraki evrelerin nasıl ve hangi temelde gelişeceğinin ve neye karşı durac'ağının belirlenmesidir. Muhtırayı takiben daha sonra bu adım da atılmıştır. "Beyin takı­ mı" denilen ve !MF ile Dünya Bankası'ndan gelen kadrolar, kabinede yer almış ve politikayı bunlar çizmiştir. Bu arada muhalifler susturulmuş, AP ve Ecevit geri plana itilmiş, devrimci gençlik hareketi ise ordunun sert darbeleri ile ezilmiştir. Böylece tekelleşmek, holdingleşmek isteyen, bu konuda bir atılım yapacak kadar kendini güçlü hisseden, en gerici, en diktacı kapitalist kesimler 12 Mart generallerinin etrafında birleşerek bir oligarşiyi oluştur­ muşlardır. Böyle bir yoğuntaş­ ma ile bunlar, daha sonraki sürece damgalarını basmaya çalışmışlardır. 12 Mart'tan 1980'lere geliş, görünüşte sivil

om

değer gaspı vardır. Ayrıca yatı­ rım yapamayan, sanayi gelişti­

remeyen kesimlerin ellerindeki sermayenin tamamen sanayi kesimine aktarılması söz konusudur. Bilindiği gibi, daha önce AP'nin bölünmesi bu gerilemeler nedeniyledir ve AP, artık bir gelişme sağlattıramaz bir duruma düşmüştür. İşte AP'ye karşı darbe yapılmasının nedeni de bu durum olmuştur. Ayrıca ve daha da önemli olarak, bu dönemde hızla gelişen devrimci gençlik hareketininde ezilmesi gerekmektedir. Ki, bu hareket, işçi ve köylülerin çıkarlarını dile getirmektedir. Işte bunların hepsinin geriye püskürtülmesi ve sermayenin tamamen işbir­ likçi-tekelci burjuvazinin elinde

ww w

.n

Tekrar da olsa, Türk egemen bu gelişimini genel kapitalist gelişmeyle kıyaslamak yararlıdır ve çarpıcı sonuçlar vermektedir. Batı'da olduğu gibi, genel biçimiyle kapitalizm, başlangıçta bir sivil toplum içinde ekonomik ve sosyal bir güç olarak gelişiyor, bilimi, sanatı, tekniği, edebiyatı devrimsil nitelikte geliştiriyor ve bütün bu gelişmeler egemen feodal düzene tamamen karşıtlık temelinde ortaya çıkıyor. Bu ekonomik, sosyal ve bilimsel devrim, daha sonra bir siyasal devrimle tamamlanıyor, yeni bir devlet örgütlendirilerck ordulaşılıyor. Türk sisteminde ise, bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Düzen zor duruma düştüğünde ordu darbelerine başvuruluyor, ordu temel güç olarak kalmak kaydıyla ve onun eliyle düzen dünyadaki gelişmelere göre restore edilmeye çalışılıyor. Ordu egemen sınıf adına siyasal sistemi, devleti örgütlüyor, daha sonra bu devlet eliyle egemen sınıf, ekonomik ve sosyal bir güç haline getiriliyor, geliştirili­ yor. Bu, bir devrimsel gelişme değildir, üstten, askersel ve tamamen gerici tarzda bir dönüşümdür. Bu nedenle Türk burjuvazinin genel devrimciliği, sivil toplum halinde gelişmesi, hür teşebbüsçü bir sınıf olma yolunda kendi geleneklerini yaratması söz konusu değildir. Tersine, tümüyle ortaçağdan kalma geleneklere, feodalizmin kurumları­ na, özelliklerine ve köleleştirici ruhuna dayanmaktadır. Feodal devlete karşı değildir, tersine sınıfının

onun fideliğinde yetişmektedir. Sivil toplurucu değildir, resmi hiyerarşik yapıyı, ordu millet geleneğini esas almaktadır. Hür teşebbüsçü değildir, merkezi devlet kapitalizmi biçiminde gelişmektedir. Şimdi bu sınıf, biraz daha kendisine güvenip ileri fırlamak istediğinde, böylesi bir dinamizmden yoksun olduğu için, ancak orduyu imdada çağı(arak, "gel önümü aç, ben ilerlemek istiyorum" demektedir. Ve ordu da, bunların çağrısına uygun olarak hareket etmektedir. Zaten yoğun ilişki­ leri ve birbirleriyle içiçe olma durumları söz konusudur. Derinleşen bunalım ve ortaya çı­ kan kargaşa karşısında ordu zaten hazır bir güçtür, hemen devreye girer ve bunların önünü açar. 27 Mayıs'ta da, 12 Mart'ta da böyle olmuştur. Bu noktada 12 Mart darbesinin niteliği çok daha belirgindir. 12 Mart, işçi ve köylü üzerinde tamameil bir gasp gücüdür; bu kesimlerin çok daha geri bir konumda yaşatılma­ sını sağlamıştır. Yine çeşitli orta kesimler üzerinde de artı

et ew e. c

palazlanma sağlayabilmiştir. Daha sonra özellikle köylülük üzerinde insafsız bir sömürü yürütmüştür. İkinci Dünya Savaşı sırasında iç ve dış ticaretle, özellikle Hitler Almanyası'na muazzam hammadde satışıyla sermaye biriktirmistir. Toprağa traktörün girmesiyle biraz ürün ortaya çıkarmış ve sermayesini geliştirmiştir. .'\rtık tüm bu sermayeyi işçi ve emekçi kesimler üzerinde yoğun bir sömürüye dönüştürmek istemektedir. İşte adına "hür teşebbüs" denilen, işbirlikçi-tekelci sanayi kapitalizmi dediğimiz kesim 1960'lardan sonra böyle geliş­

yoğunlaşmasının

sağlanması,

yine ordu eliyle ve 12 Mart darbesiyle gerçekleştirilmiştir. Türk kapitalizmi, sanayi kapitalizmine doğru dönüşmede 27 Mayıs'ta önemli bir basamak yukarı atlamıştır. AP, bunu biraz daha ilerietmiş ve kısmen de dengelerneye çalışmıştır. Çünkü, AP içinde toprak ağala­ rı ve tüccarlar kesimi de güçlü-


hurbaşkanının,

genelkurmayın

ve generallerin elindedir. Meclis tam bir figüranlık rolü üstlenmekte, başbakanlık da bunişlerini günlük ların yürütmektedir. Partiler ise, her türlü demagojinin geliştirildiği kurumlar durumıJndadır. 12 Eylül'e işte böyle bir yapılanma al 7 tırıda gelinmiştir. 1980'lere gelindiğinde,

sundur ve orduya hakim değil­ dir. Bir generalin sözü, tüm bu kurumlar için bir en:ıirdir. Sürekli yaş&nan geleneğe, yani ordu geleneğine de uygun olan budur. Darbenin anlamı, ise, kanun dinlememedir, kanunu ve anayas ayı işgal etme veya tasfiye eımedir. Siyasal iktidarın diğer organlarının ve hükümetin generaller karşısında 'ne kadar aciz durumda olduğunu, güdük Demirel hükümeti örneğinde ve yine Denirel'in şimdiki kişilik yapısında rah.atlıkla görmek mümkündür. Özal ise, Demirere gör~: daha da siliktir. Hükümet kurumu, generallerin emriyle yürüyen, tamamen onlarm saptadığı çerçevede hareket eden bir yürütme organıdır. Parlamento sözüm.ona yasalar çıkahyor, fakat ordu, anayasa da dahil bunların hepsini bir çır­ pıda rafa kaldırabiUyor. Cumhurbaşkanlığı zaten ordunun direkt kontrolü altında ve onunla ilişki halinde bulunuyor. Bütün bunlar açıkça gösferiyor ki, ordu gücü, aslında 1 siyasetin tek hakim ve otoriter gÜcüdür; diğerleri , daha çok gü-ıilük kulla-

her alanda alabildiğine derinleşeri bunalım nedeniyle, o güne kadar iç tüketime yönelik üretimle sermayeyi tümüyle elinde tekelleştirrnek isteyen bir avuç işbir­ likçinin artık iş yapamaz durumda olduğu görülmektedir. Bu durumu aşmak ve ekonomik-siyasi gelişmelere hakim olmak isteyen çevrelerin generallerle birlikte gerçekleştiraik­ leri müdahale hareketi, 12 Eylül faşist-askeri darbesinde ifadesini bulmaktadır. Bu müdahale oldukça sert çatışmalar biçiminde gelişmiştir. Çünkü, Türkiye bu yıllarda tarihinin en yoğun ekonomik, sosyal ve siyasal bunalımmı yaşamaktadır . Ordu yetmezliğe düşmüş ve ilk defa kendini daha tehlikeli bir ortam içinde bulmuştur. Toplumun üstünde dokunulmaz bir zırh gibi duran konumu sarsılmaya, bu nedenle ayakları yere değmeye başlamıştır. Kendini sosy~ Ç(,luşmaların içinde ve harabe halinde bulan ordu gerçeği ve buna bağlı olarak da devlet gerçeği her zamankinden daha fazla anlaşılır olmuştur. Sermaye ordu içiçeliği açıkça ortaya çıkmış, halkın bu durumu görmesi ve gerçek ilericiliği doğru tayin eunesi gelişmiştir. Bütün bunlar, 1980'ler döneminin somut gerçekleridir. Bu gerçeğe bakıldığında Türk egemenlik sisteminin temel özellikleri ve bu sistemde baştan sona kadar ordunun hakim durumda olduğu rahatlıkla görülebilir. Siyasal iktidarin durumu ne olursa olsun , burjuva herhangi parlamentarizminin bir özelliği söz konusu değildir. Çok göstermelik bir burjuva parlamenter ge li ş me olsa da, bu

et ew e. c

derinleşmiştir. alabildiğine Köylülüğün çözülüşü hızla devam etmiş, işçi sınıfı daha da gelişmiş, gençlik kesiminin yoğunlaşması oldukça artmıştır. Kırda toprak ağaları toprak kapitalistleri haline dönüşürken, orta ve yoksul köylülüğün ayrışması iyice belirgin hale gel-

l. kuvvetterı ve kudreıten yokr-.

dunun himayesi altındadır), tamamıyle ordunun kırmızı bir şerit gibi iktidarda yer alması söz konusudur. iktidarın esas sopası, ordu kökenli olan cum-

om

iktidarlar alunda olsa da, gerçekte bu temeldedir ve her zamankinden daha fazla ordunun güctümü ve himayesi altında olmuştur. Ve bu süreç, ağırlıklı olarak işbirlikçi-tekelci sınıfın çıkarları temelinde bir gelişme seyri izlemi ştir . 12 Mart programı temelinde, I 970'ler işbirlikçi sanayi kesiminin tekelleşmesi hızla geliş­ miş, Türkiye giderek birkaç haldingin denetimine girmeye başlamıştır. Tabii 1 sınıflar arası çelişkiler de, buna bağlı olarak

miştir. Üstte sermayenin yoğun­

tekelleşmesi laşması , hızlanırken , altta toplumsal sı­ nıflar bazında sermaye aleyhinde yoğ un bir gelişme yaşanmış­ tır. Çok iyi bilinir ki, böyle bir

ww w

.n

durumda bir avuç tekelci kapitalist kesimin çıkarları, toplumun diğer bütün katmanlarında çıkarını ... geliştirmek zorundadır İşte burada yine diktatörlük ve zor devreye girmektedir. Bunu da temsil edecek güç olarak sivil terör örgütü MHP gelişti­ rilmiştir. Bu gücün yetmezliğe düştüğü noktada kontrgerilla devreye girmiş , kontrgerillanın da tek başına işleri yürütemernesi durumunda yeni bir darbeye, tümüyle ordunun yeniden el koymasına gidilmiştir.

Burada yeniden 27 Mayıs 'a dönersek, şöyle bir yönetim tablosu karşımıza çıkar. 27 Mayıs ' tan sonra sözde sivil yönetime geçildiğinde eski bir kuvvet cumhurbaşkanıdır. ko mutanı Daha sonra genelkurmay başka­ nı cumhurbaşkanı yapılır. Ordu, demoklesin kılıcı gibi her zaman parlamentonun üzerindedir. 12 Mart'ta tüm kurumlar ordu tarafından işgal edilmiştir. 12 Mart sonrası 1973'te yine bir · oramiral cumhurbaşkanı yapıl­ mıştır. Böylelikle ordu, her dönemde iktidarın merkezinde yer almıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri, DP dönemi hariç tutulursa (ki, o da tümüyle or-

nılan,

gerekliğinde' rahatlıkla 1

karar gvcü olmaya.n, güçsüz kurumlardır. Parlamento ve hükümetiJı gelişimi zaten çok zayıfru. Bunlar her zaman darbe ile aşilmaya mahkum kurumlardıi. O halde burada tek belirleyici güç olarak ordu vardır. Bu . dıirumun ise sivil toplumla hiçbir alakası yoktur. Bütün bunlardan, türkiye'de sivil siyasal ve sosyal güçlerin çok zayıf olduğu , genel ilericilik ve hür teşebbüsçülük anlamında bile bu güçlerin son derece güdük, cılız ve felçli bir konumda bulunduğu gerçeği açığa çıkmaktadır. Bu açıdan, Türk burjuva gelişmesi, Batı Avrupa örnekleri bir yana, dünyanın diğer alanlardaki gelişme­ nin de çok gerisinde bir konum arzetmektedir. Böylesi bir geliş­ menin de sivil toplum kurolaktan ve sivil siyasal güçler geliş­ uzak tamamen tirmekten atılabilecek,

olacağı açıktır.

Türk burjuvazisi, gerçek anlamda ne bir kültürel gelişme­ ye, ne de siyasal partilere sahiptir. Onun gerçek bir partileşme


ew e

.c om

kendilerini anayasa ve parlade palazlandırdı. Şimdi sömürümento yerine koyarlar, en müyü bu tarzda yapamıyorlar, kemmel adam olarak görebilir, onun için yöntem değiştirmek neden her şeye yön verirler? durumunda kalıyorlar. !şte enfÇünkü, gelenekleri böyledir, lasyon bu yeni yöntemin, .yeni Türk sisteminde böyle alışagel­ soygun biçiminin adı oluyor. mişlerdir, Türk egemenlik siste· Elbette her işçinin başına gidip mi böyle olmuş ve günümüze " maaşından yansını kes" diyekadar bu temelde gelişmiştir. mezler, köylünün elinden öküBunlar kendileriİli taıri hakim zünü, ürününü artık zorla alave disiplinli güç haline getirmazlar. Şimdi toplum, özellikle mişlerdir. Bunu tümüyle topluemekçiler biraz aydınlanmıştır, ma da kabul ettirmişlerdir. Burböyle kaba sömürüyü kabul etjıJva sınıfın kulağı hep meyecek kadar kendilerini biraz generaldedir, ordunun söylediği tanımışlardır. Orta kesimler de her şeyi bir emir olarak kabul en azından maaşlarını biraz saetmeye hazırdır. Ordu, "parlavunacak kadar uyanmışlardır. mentoyu lağvedin" dese, buna Butün bu kesimler elbette güçlü bizzat parlamenterler onay veörgütlere henüz sahip değildir­ rir. Dikkat edilirse, parlamentoler, fakat eskiye oranla epeyce ların böyle lağvedildiği görüle·bilinçlenmişlerdir. Nitekim cektir. Ordu "partini değiştir" dünyanın diğer ülkelerinde % · demiş, bunlar partilerini değiş­ 5'1ik bir hayat pahalılığı ayaktirmişlerdir. Sözde bunlar sivillanmalara yol açarken, Türki- . güçtürler, fakat ordunun emrinye'de her ·gün astronomik rade bir askerden farksızdırlar. kamlara ulaşmasına rağmen hiç Daha da ötesi, emekçi kesim de ses çıkmaması bir gerçeği orta• ordu bayraktarlığını bir ilke olaya koymaktadır. Fakat yine de rak benimsemektedir. Burada egemen sınıfın eski yöntemlerle sivil toplumun kökünün olmadı­ sömürü gerçekleştirmesi artık ğı ortaya çıkmaktadır. İlke yok, mümkün olmamaktadır. Sömüsiyasal gelenelç yok, yaratıcılık rü yöntemirün değiştirilmesi, yok, burjuva anlamda bir hür sessizliği sağlayan yöntemleıjn teşebbüsçülük yoktur; hep devuygulanması gerekmektedir. Iş­ let şu ayrıcalığı versin, şu kanute bu yeni yöntem enflasyon olnu çıkarsın beklentisi söz konumaktadır. sudur. Yani Türk burjuvazisi Biliniyor ki, enflasyon, tophep devlete dayanarak ve çapullumun alt kesimlerinin elindeki culuk yaparak yiikselme hırsı değerlerin aşınimasi ve işbirlik­ ve açgözlülüğüyle doludur. Dış çi-tekelci sanayi kesimine değer alanlara da, işte emekçilere de akışının güçlendirilmesi için hep bu gözle bakarlar. Eskiden bulunan bir yöİltemdir. Yani es- • olduğu gibi dış alanlarda yağma kiden zorla elkoyma biçiminde ve talan olanağı kalmadığı için, yapılan hırsızlığın, soygunun şimdi emekçiler üzerinde haddaha gizli bir tarzda sürdürülsafhada bir sömürü gerçekleştir­ mesidir. Soygunun kolayca tesmeye çalışmaktadırlar. pit edilemediği, hırsızın, soyBu noktada şu enflasyon, haguncı,ınun herkes tarafından yat pahalılığı meselesine de bigörülemediği bir yöntemdir. raz değinmek gerekir. Çünkü Mali politikalarla oynayacak, bu, sistemleşmiş , çok yaygın ve bol bol para basarak, habire toplumu yutan bir canavar biçizam yaparak değer aşındırmakminde gelişmektedir. Bunun ta- .' tır. Bu biçimde değerler bir kerihi anlamı ve mevcut kapitalist simin elinden alınarak diğerine sistem içinde önemli bir işlevi verilmektedir. Türkiye'de kapivardır. Eskiden, cumhuriyetin talizmin gelişimiyle birlikte, kuruluş döı:ıeminde artık ürüne özellikle 1970'lerden itibaren zorla el konulurdu, sömürü böyhayat pahalılığının sürekli artle soygun biçiminde yapılırdı. ması, bunun burjuvazinin ser"Senin bu kadar öküzün var şu maye biriktirmesinin tek yolu kadar vereceksin, bu kadar ürüolmasındandır. İşçi ve köylüler, nün var şu kadarını alacağız" orta kesimler üzerinde sömürüdenilir ve bu zorla alınırdı. Bu nün yoğunlaştınlması açısından durum egemen sınıfı belli ölçümutlaka başvurmaları gereken

ww

w. n

et

geleneği de yoktur·. Göstermelik olarak kurduğu partiler, sadece günü kurtarma partileri, daha çok tıkanma ve çırpınma organlarıdır. Bunlar, kalıcı ve sağlam ilkeleri olan, sonuna kadar bu ilkelere sahip çıkan ve gerektiğinde bunları orduya karşı bile ~avunan partiler değildirler. Omeğin, geleneksel parti olan CH'P, bizzat kendisinin kurduğu AP bir günde tasfiye edilebiliyor ve ardından dört görüş ANAP'ta birieşebilir deniliyor. Burjuvazi bütün bunları kabulleniyor. Burada, son derece uyduruk, kendi ilkesine bizzat kendisi ihanet eden, siyasal olgunluktan uzak, devlet ve ordu ilkesinden başka birşey tanı­ mayan bir sınıflaşma gerçeği ile yüzyüze olunduğu açıktır. Neden · İngiltere veya Amerika'da değil de hep Türkiye'de darbelerin olduğu burada açığa çık­ maktadır. Onlar da kapitalist ülkelerdir, ama oralarda generaller burjuvaların kapısı­ nın önünde bekçi köpekleri gibidir. Bu ülkelerde parlameqto mutlak anlamda hakimdir. Örneğin İngiltere'de yüzlerce yıl­ lık bir parlamento geleneği vardır, her şey parlarnemoya sadıktır. Ordu parlamentonun emrinde bir mahiyet memurluğu gibidir. Yüzyıllık geleneklere sahip partiler vardır, ne kadar daraltılırsa daraltılsın burjuva demokratik ilkeler halen güçlüdür. Tamamen ekonomik, sosyal ve siyasal güç olan yaratıcı kapitalist sınıfın, böylesine kökleşmiş tarihsel gelenekleri, ilkeleri ve partileri vardır. Ordu, tamamen burjuvazinin emrinde ve onun bu gerçeğini savunma aracıdır, içte emekçi sınıflardan gelecek ihtilale karşı ve dışta da sötnürgecilik için hazır tutulan bir güçtür, bunlar dışında bir fonksiyonu yoktur. Türkiye'de ise her şey bunun tam tersidir. Ordu egemenliği karşısında tam bir ilkesizlik ve kargaşa durumu söz konusudur. Bir general, her an kendini ülkenin, milletin, ' davletin sahibi yerine koyabilir; ekonomiye de, sosyal yaşama da, siyasete de ve hatta sola da yön vermeye kalkışabilir; kendini en mükemmel adam olarak . görebilir. Neden Türk; generalleri böyle dizginsiz bir biçimde


zorunlu kılmaktadır. Bütün bunlar, şu sonuçları ortaya çıkarmaktadır. Burjuvazi eliyle Türkiye'de Sivil toplumun gelişme Şaw;ı yok denecek kadar azdu . Kendi devimieri ile bu şansı yakaJayamamışlardır. Bu temelde yeni holdingler ve ivilleşme ddgrultusund.aki çaBunr. gefişiyo bazı topluluklar balar hep askeri darbelerle karlar, Türkiye'yi çeşitli açılardan şılanmıştır. Burjuvazi, bu konukendi aralarında paylaşıyorlar. da topluma öncülük edememiş, Böylece küçük mülkiyet siliriihep orduya ve ordunun zoruna yar ve büyük mülkiyetİn bu bisığınmıştır. Halkın sınırlı tepki· çimi yaygınlık kazanıyor. Burise çok gaddarca bir tarzda leri kesin juvazinin bu kesimi kalan egemenliğini koruyor. İşte bu . ezilmiştir. Artık geriye çıkış, . i devrimc şudur; şey tek geldiği gelişmenin günümü zde halkın devrimci çıkışı. Aslında .evre, ekonomik, sosyal ve siyahalkın da tek doğru yol olarak sal olarak en bunalımlı bır dögördüğü b'udur. Sivil toplum, nemin içine ginnedir. Böylesi devrimle ve devrimci ancak karşı­ dönemler, zaten devrimle yöntemle gelişen bir toplum devrimierin içiçe gelişmesi döolacaktır. nemlcridir. Burada şunu .açıklıkla belirtTürkiye'nin 1980'le içine girgerekir ki, askeri yönetimmek asdiği dönem, öyle sıradan bir toplum ve özellikle sivil lerle . değildir dönemi darbe keri iğdiş edilmişlerdir. Ordu güçler gitBöylesi dönemin darbeleri, geleneğinin, paşa geleneğinin tikçe artan bunalımiara kşrşı Türk toplumu üzerindeki imajı geliştirilen, karşı-devrimci niteçok güçlüdür. Toplum da asker liği sürekli gelişen, aynı zamandenilince akla yiğit ve her şeye da karşı-devrimden çıkan olan hakim kişinin gelmesi, sivil dekesimlere dayanan ve bu çıkar­ nilince de silik, ikinci planda İşte rdir. ları esas alan darbele kalan kişinin düşünülmesi bura12 Eylül, bunun en gelişmiş bidan ileri gelmektedir. Çünkü, 12 Eylül, karşı­ çimidir. asker hep hakimdir, hep geliş­ devrimin sürekli ve en yoğun meleri kontrol eder, yönlendirir, ler tarzda gelfştirildiği, emekçi denetler; sivil ise, hep boyun aleyhine her türlü tadbirin en eğer. Buı;ıu partiler düzeyine de ağır tarzda alınıp sürekli kılın­ Türkiye'de yansıtmaktadırlar. dığı, bir avuç holdingçi çevreilkelerini izdir, kişiliks partiler haline gücü . nin kendini devlet kendi elleriyle bir günde rafa emperyalizmin ve getirdiği, kaldırabilirler. Partiler içindeki fioldingci çevrenin çıkarlarınınt liderlerin çoğu sivil elbise giyen ileri düzeyde geliştinnek için miş eski paşalardır, korucuları büve bütün tedbirlerin alındığı arasında hep eski generaller yer tün bunların da açık ordu gücü almaktadır. Sivillerin durumunu yürütemelinde ve faşist terörle anlama k açısından sözümona tüldüğü bir sistemin adıdır. en belirgin olan Merderes örneKendisine sivil yönetim denilen ği incelendiğinde korkunç bir Özal hükümeti ise, bu sistemin zav·alhlaşma tablosu görülecekgeasma yaprağıdır. Bu sistem, tir. Menderes'in hayatı şımdi nerallerin, bankacıların, tüccariyi izah edilmeye çalışıl­ daha ların. sanayicilerin, yani büyük maktadır. Onun korkunç bir sosoyguncu takımının çıkarlarını nu vardır ve çöküşle noktalanen iyi denkleştirdikleri ve bu teOnun şahsında çöküşe mıştır. için k koruma ğü bütünlü melde aciz sivil bir kişiaslında giden olmazs a olmaz anlayışıyla haree siyasi bir gerçekt Adam liktir. • durusistem bir i ettikler ket ekonomik z a bir. r, olamıyo güç mundadır. Evren'i n sık sık sözüak kazanm onunla ve var gücü budur; işte k bütünlü nü ettiği kabul bunu ordu fakat istiyor, ''parçalanırsak hepimiz i yutaretmiyor. Ordu kişiliği, ordu zolar" demeleri, işte bu gerçeğin ru, ordu kuvveti onu eziyor ve ifadesi olmaktadır. Bu durum Menderes'in başına gelmedik elifaşist, gerici, onları, bağnaz, şey kalmıyor. Ordunu n onu bitikanlı bir politikayı yürütm eye

.c om

uluslararası sermay eyle ortak yapmaktadır. Rejim, iç ve dış politikasını tümüyl e buna hasretınektedir. Bunu önemli oranda ent1asyon, yani hayat paha!ı­ lığı biçimin de sağlamaktadır.

ww

w. n

et

ew e

bir yöntemdir. Günüm üzde bu kadar hadsafhada uygulanması da kaçımlmazdır. Bu, sistemin doğasl gereğidir. 12 Eylül askeri-faşıst darbesi, bu noktada da 12 Mart'ın yetkinleştirilmesin­ den başka bir şey de.~ıidir: 12 Mart " ın çizdiği program , bu sefer daha dönbaş ı mumur bir tarzda uygulanmıştır. Türkiye'de işbirlikçi kapitalizm artık holdingleşmiştir; bazı holdingler elinde Türkiye taına­ Evrenparsellenmiştir. ıpen Ozal yönetimi, işte bu gelişme­ nin· temsilcisidir. Açıkça görülüyor ki, çıkış yapmak isteyen holdingçi kesim yine orduya ihtiyaç duymuştur. Bu sefer parlamentodan, partilerden, hatta cumhuriyetin bir<;:ok yerleşik gelcnefj;inden tümüyle kurtulmak istemiştir. Devrimci kaba-· rış var ki, zaten onun tümüyl e czilmesi gerekmiştir. Geriye, holdingçi çevrelerin çıkarlarını günlük olarak dikkate alan bir hükümet, ona günlük .emir veren ve gözkulak olan generaller ve sözümona "danışma meclisi" adı verile!J piyonla r topluluğu kalmıştır. Çok aÇık ki, bu tablo, sonderece dar bir çıkar grubunu tem sıl etmektedir. Genera llerle holdingler zaten içiçedirler. Silik toprak ağalarının çıkarları, iç tüketim ve iç ticaret son derece daraltılmıştır. Her şey, generallerle sarmaş dolaş olan dış tibankalar, grupları, caret holdingler ve iri bürokratların çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Türkiye 'yi işte bunlardan oluşan dar bir azınlık yönetiyor. Türkiye tarihinin en vurguncu takımı olan bu kesim, hayat pahalılığı­ nı korkunç poyutla rda geliştire­ rek emekçileri soyup soğana çeToplumun. elinden viriyor. aldığını dışarıya, satarak vurgunun kat kat artırıyor ve uluslararası sermay eye değer transfer ediyor. Bütün bunlar son derece dar bir kesimin elinde olunca, işte karşımıza en diktatör, en kanlı, en şovenist bir iktidar çı­ kıyor. Türk rej'iminin günümü zdeki durumu işte budur. Bu rejim, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir sermayeyi dar bir kesimin elinde yoğun­ laşurmıştır. Türkiye'yi tarihinde görülmemiş bir biçimde dışarı­ ya açmıştır. Yani sömürüyü


ETI Özgür JI~Ik ı

".:

•.

1 + :t/td~"'' "" ·<1 Aralık 1990 f ··> y :, ~,

rişi sonder ece düşündürücüdür ve iyi anla~iltrtası gerekir. Onla-

rın şahsında yaşanan şey, aslın­

da sivri gi1ç ve otoritenin felç

·"olması , hefes ·alamaması duru-

ne bir günde kapatılabilir, ancak bttna ses çıkarmaz ,radikal · bir direniş içine giremez. Boyun eğicidir, teslimiyetçidir, ama halen de kitleyi ve siyaseti

HH

•·_, · ,

-=ı Sayfa 37

D

run emrine en çok giren, hükün:ıettir. Bu hükümetin ordu gücü sayesinde iktidara geldiği bilin. mektedir. Bu hükümet, sivil klik rolünü geliştirmek bir yana, sivil kliği de kendi içinde ,dejenere eden, çürüten bir güçtür; uluslararası sermayenin istediği politik değerlerin , askeıi­ faşist organi zasyonun bir mih~~ğıdır. Bunun kişiliği olan Ozal, bu konuda biraz da ustadır. Toplum sal, siyasal ve sosyal eğilimleri faşizmin ve ordu. nun hizmrt ine uvgun lı.ı.l...: getirmedi', h c-r ~ ini ~>•rl ı ·~ - · .... de, bunun ı~· ııı ";J ..., ; _ , ....,., ekonomiyi kull:-ınııı<~ua "'"~ .. birisidir. Zat~n bu \' ii'lti~;ıı i.. ı l-_ii ffiet başkanıdır VC bu yüLdCn belki de hükümet etmeye de·am edecektir. Özal hükümeti karşısında burjuva muhalefet olarak iki

ww

w.

ne

te

we

.c

om

mudur. Bu, burjuv a ve gerici nibırakmış değildir. telikte ·ae olsa, bir baŞbakanın ' Ecevit'e gelince, o tamamen ne ·hale ' g~tjrildiğinin hazin bir devletçidir-~ bu anlamd a Demiömeğidit, , ' rel'den daha da gcricidir. Onun Kendfr\i Mende res!in devamı solculuğu resmi solculuktur, olarak .()rU!Ya çıkaran Demirel, devlet ve ordu solculuğudur, biraz dahıi_kumaz davran maya kaynağını Osmanlı paşaların­ çalışıyorsa da, askerler onu da dan ve 'M. Kemal 'den alan paşa bir paJyaço, tam bir keloğlan solculuğa. Her ne kadar halkçı durum una getirmişlerdir. ikide gibi görünm eye çalışıyorsa da, bir hükümett.en kovarak, muhpyaptığı tamam en devlet otoriteralarla ve mektuplarla tehdit sine dayanan bir solculuktur. ederek bu durum a diişürmüşlerBismark geleneği hatırlanırsa, .- dir. Şapkasın·ı alanın kaçtığı bu onun Sosyal Demok rat Partiyi ortamda, Demirel'in bütün derrevize etmesine benzeyen, ama di, generallerin baskısından bidaha silik ve daha kötü bir tarzraz kurtulm ak olmuştur. Ve bu daki kbpyesi gil?idir. Demir ere anlamd a belki de daha onurlugöre uşağın uşağıdır, üçüncü dur. Ecevit'ten daha fazla gene- · kuşaktan bir ordu yamakçısıdır. raHere karşi' ~ahsiyetini ' ispatla- · · ~.980' le 'devreye sokulan bir mak ist'emekıedir. Demirel'in ' de Ozal ailesi ve Malaty a gerç'e' bütün tarillsyl işlevi budur. Bir ği var. Beliiki bunları biraz da ' sivil siyasetç-i olarak, ordu!!Un :en kişiliksiz __çevrelerden seçbiraz kendi denetimi altında ol- . rı'ıeiCtedirler. Ozal, sınıf temeli masını istertlekte<Jir; "politikayı "'oln'ıayan bir bürökrattır, son debiz yapı~bruz: parlam entoyu· ve (''tece .feodal önyargılaila yüklü partileri biz temsil ediyoruz, o , :bfr ailenin içinden gelmek tedir. halde ori;lu bizi dinlesin" de- ·' Bu nedenle uşaklaşmaya çok mektedir. 'Yani biraz Batı'daki­ ' uygundur, sivil geleneği yoktur, ne benzet ' bir· biçimd e, ordu-yu ı tamamen · kapıkulu ve bir Iktidar kısmen ''sivi\ 'yönetimlerin dene- ~"figtirarlıdır .. Düze'n in. ve 'timine ' alma istemi :vardır. An~ .1-:ctinün uşağıdır. Böyle zor gü· cak ordunuri ·bunu kabol .etme- '· mın, ordunun elinde bir adabir kukla . di ği . ve'i. dF ' enrıeyc'ceği . çok ' gi~i hareke t edeceği aÇıktır. Siaçıktır. Demireı:ur gücü ilç or"'vil klik · denilen Demirel, ona dunun gücü ortadadır. Kaldıki, · göre daha onurlııdur. Özal, Menderes'e göre Demirel daha Menderes ve Demirel'in denesiliktir. Menderes, biraz slvil .. yinilerinderı çık.ardığı sonuçl arkonumlu ve ş~lisiyetlidir, bu işi la: generallerin politikasını tadaha otur~h götiirlnek is~emiş­ 11namen dikkate alan, ABD'nin tir. Ve belli oranda da yürüt- t., en ço~·· desteklediği, genera llemüştür. Demı!eı' 'ise, ilkelerin'e, 'rin kişiligine en uygun bir hüpartisine ve pailam entoya ihakümet başkanıdır. Onun karşı net etmiştir. Çünkü, o da şapka­ . çıktığı paşalar emekli ye ayrıla­ sını alıp kaçmıŞtır: Siliktir ve cak olanlardır, yeni karşı çıkış­ orduya karşı ilkelerinin savunuları sahtedir. O, askerlerin güctiso değildir. Yani burjuv a andümünde en silik, en şahsiyetlamda da tam bir qportünisttir, . siz, en güçten düşürülmüş bir Menderes'ten .daha oportünistkişiliktir; gerisin de holdingletir. Bu nedenle de k işiliği çok . rin, tekellerin, müteah hit ve tüczayıftır. Ama buna rağmen, ha~ carların olduğu ·s9zcte siyasi bir len her oportünist gibi parlagrubun başıdır. özal hükümeti, mento, pFlftller, sivil politika, ,. askerler' tarafır'ıdan en çok iğdiş · demok rat Tiirkiye kelimelerini edilmiş, güçten düşürülmüş, asağzından düşürmek isteme mekkeri güce en ·çok tapınır hale geiedir. Şimdi biraz daha tutarlı tirilmiş, elinde en çok sermay olmak istiyorsa da, Tiirkiye · yoğ"unlaşmış, demokratik gele-e gerçeği gereği aslında l~fta J.cal. neklere en çok karşı olan, ilkemaktadır. Milyon luk partisi yi. sizliğin en çok yoğunlaşuğı, zo-

=

' eğilim gelişmek durumundadır.

Bir tanesi sivil toplumu temsil ' etmek iddiasında olan sosyal demokrat muhalefettir. Bunun devletçi karakterinin sonderece ' fazla olduğu bilinmektedir. Diğeri Demirel'in muhalefetidir ki, bunun da burjuva demokra. tik toplumu oluşturup oluştur. _mayacağı geçmişine bakılarak kestirilebilinir. Böylesi bir al.. tematife ne kadar varlık hakkı ' tanınabilir. Mevcut Evren-Özal kliğinin durum u incelendiğinde, bunlara biÇilen alanın sınırlı ol. duğu görülür. Bunlar, toptan ·tasfiye edilmeleri istenilmediği için ayaktadırlar. Yoksa kendi güçleriyle ve mucadeleleriylc değil. Olası bir durum da belki yararlanılır · bir araç olabilirler diye bunların varlıklarına müsade edilmiştiF. Yasaklıydılar, yasaklı olmakt an nasıl çıkuklarını ve icazetli olduklarını biliyoruz. Bunların sivil burjuv a toplumunu geliştirme şanşısı-, tarihi temellerine ve mevcut devletordu sistemine bakarak değer­ lendirdik ki, bu çok sınırlıdır. Yine de, Batı 'ya öykünerek, böyle bir alternatifi . canlı tutmak isteyeceklerdir. Büyi.ik ih'timalle de bunlar, gelişen devrimci muhalefete karşı bir oyun, bir alternatif olarak tutulmak istenecektir.

SÜRECEK

)


Dünyadan

kısa kısa

Dünyadan

El Salvador ordusu şimdi kış­ lalarında yeni saldırıya karşı hazırlıklarını yapıyor. Ama Savunma Bakanı Albay Rene Emilio Ponce, "Korkarım dostlarımız bizi bu kavgad a yalnız

Dünyadan

re, eğer Başkan Bush, geriHalann iyiniyetli görüşmeleri kesip yeni bir saldırıya geçmeye hazırlandıklarını ispatlayabilirse, askeri yardımı yükseltebilir. Fakat tamamen bölünmüş ülkedeki barış görüşmeleri Washingyönlendirebilinecek ton' dan kadar hassas değil. Kongre'nin bu oy lamalarını etkileyebilecek küçük bir şans, belki gelecek mart ayında yapılacak genel seçimler ör..cesinde doğabilir. Gerillalan n seçimi boykotu, hükümete bu anlamda yarayabilir. Gerilt dann komutanı Joaqu in Villab os geçenlerde birliklerinin seçimleri boykot edeceğini söyledi. Geçmişte seçimler gerillaların atılımı için hep vesile olmuştu. Bu arada gerillaları destekleyen solcu politikacı Mario Aguin ado, "Topyekün saldırı gerillalar için avantajlı bir yöntem değil, ama son hafta. lardaki gibi vur-kaç eylemleri El Salvador hükümetini paniğe sevk ediyor" diyor.

Hindistan

Zenginler lokmalanm

paylaşmayar

' Bir uluslar ve dinler yumağı olan Hindistan'da çelişkiler uzun yıllar daha çözülemeyeceğe ben-

ternesi ve oylamada kaybetmesi üzerine Singh'in sonunu bu çatış­ malara bağlayanlar çok oldu. Belki de sorunu böyle lanse etmek başta Hindistan'daki belirli çevreler olmak üzere bazılarının işine geldi. Oysa Singh'in sonunu getiren bir kanun tasarısı olmuştu. Baş­ bakan Singh, Hindistan'da yukarı kastların elinde bulunan devlet memurluklarından yüzde 30'unun a~ağı kastlara verilmesini sağlayan bir kontenjan uygula-

et

bırakacak" diyor. Kongre on yıl boyun ca 4 milyar dolan bulan askeri yardımı El Salvador ordusu nu cezalandırmak içiiı azaltıyor. Beyaz Saray'a, öldürülen altı din adamı konusu nda adil davranılmadığı yolunda geçen ağustos ayında rapor verildi. Dahası, Sovyet tehlikesinin geçtiğine inanan Washington yönetimi, EI Salvador'daki iç savaşa daha fazla bulaşmaı:İlaya çalışıyor. Pentag on, El Salvador'daki durum u uzun bir süre küçük bir sorun olarak . algılamıştı. Ancak o zaman lar müdah ale etseydi belki sorunu kendi aÇısından daha kolay çözebilirdi. Şimdi ise güçlerini zaten Körfez'e ve Latin Amerika'daki uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadeleye kaydırmış durumda. El Salvador ordusunun cephed eki başarısızlığını gören ve insan haklarını ihlal ederken her şeyi yüzüne .gözün e bulaştı­ ran yetkilileri eğitmede ümitsizliğe kapılan San Salvad or'daki 55 · ABD'li uzman, işlerini bıra­ kıp geri dönüyor. Pentag on görevlileri, "Pis bir .çukura çok para döküyoruz" diyorlar. Durumu yumuşatma peşinde-

ziy~r.

Ulkeyi İngiliz sömürgeciliğin­ den kurtaran Nehru -Gand i geleneğinin Kongr e Partisi birkaç kez kesintiye uğrasa da Hindistan'ı şimdiye kadar yönetiyordu. Bayan İndira Gandi 'nin bir Sih militan tarafından öldürülmesinden sonra Kongre Partisi başkanhğına seçilen oğlu Rajiv Gandi geçen yıla kadar başba­

w. n

ww

ısa

co m

"Eğer

kısa

ew e.

Soğuk savaş şimdi de El Salvador'da. İktidan ele geçirm ek için gerilla savaşı veren Marksist eğilimli Yurtse ver Cephe ile hüküm et güçleri arasında devam eden çatışmalarda son bir yıl içinde en az 2 bin kişi ölmüştü. Cephel erin artık iyice belirgin hale geldiği çatışmalar şimdilik kesilmiş durum da. Ancak başkent San Salvador, gerillaların yeni bir saldırısını bekliyor. Hüküm et bu kez daha tedirgin bir bekleyişe girdi. Çünkü ABD yardımını yüzde 50 oranında azaltan Kongre kararını Başkan Bush yeni imzaladı.

hüküm et

ılımlılar,

ABD yard1m1 kesiliyor

Dünyadan

ve Kongr e'deki askeri yardım devam ederse ordunun suistimalieri azaltılabilir ve taraflar görüşme masasına oturtulabilir" görüşünü ileri sürüyorlar. Bir hükümet yetkilisi, "El Salvador'da kalmalıyız. El Salvador'u kaldırıp bir yana atamayız" ·diyor. ABD yardımının kesilmesine karşı olan El Salvadorlular da var. 56 yaşındaki bir otobüs şoförü olan Zacam il, "Bu tavır gerillaları güçlen dirir ve eğer gerillalar kazanırsa sadece biz değil komşu ülkeler de kaybeder" diyor. Yardımın kesilmesinden hayıflanmayanlardan biri olan Maria Los Angele s ise, · "On yıldır yaşadığımız iç savaşın yerine on yıllık bir deprem i yeğlerdim" diyor. El Salvador'da aylardır sürdürülen görüşmelerde ilk ilerleme Birleşmiş Milletler arabulu~ cu olarak daha etkin rol oynamasını her iki tarafın da kabul etmesiyle elde edildi. Kong-

ki

El Salv ado r

kısa kısa

kanlık yapmıştı. Geçen yıl Kongre

Partisi seçimlerde yenildi. Bunun üzerine Bharat iya Janata Partisi lideri Singh başbakanlığa getirildi. V. P. Singh'in ll ay süren başbakanlığı sırasında Hindistan'da ~tnik çatı~malar yer yer devam etti. Singh'in başbakanlı­ ğının son günlerinde Hindistan'ın Pakista n sınırındaki bölgelerde müslümanlarla hindular .arasında büyük çaplı çatışmalar oldu. Yine pek çok insan öldü. Ve bu gelişmeler sonrasında baş­ bakanın meclisten güvenoyu is-

masını kanunlaştırmak istemişti. Yukarı kastları oluşturan zengin çocukları ellerindeki işlerden olmak paniği içinde büyük gösteriler yaptılar. Ondan fazla genç, kanun tasarısını protesto etmek

için üzerine benzin dökerek kendini yaktı. Parlamento'da konu üzerine ateşli

tartışmalar çıktı.

Başba­

kan, ya ben ya bu tasarı dedikten daha bir ay kadar sonra ilk dönemeçte partiler Başbakan'ın meydan okumasını hatıriayıp kendisini cezalandırdılar. Yukarı kastlar ağızlarındaki lokmayı kimseyle paylaşmaya


1±] Özgür -Halk 1i.=, · '· · =::;;=:;:.,,.;.,\ \?<1 Aralık 1990 1 =:!\= .:· :=:; ~: /:: :::\•i]] Sayfa 39

we

te

ne

Nikar agua

Chamorro'nun bal ay• bitti!

ww

w.

Nikaragua, geçtiğimiz şubat ayından beri Chamorr o ile yeni bir dönem yaşıyor. pokuz yıllık Daniel Ortega liderliğindeki Sandinİst yönetimin ardından, Chamorro ile çok başka şeyler bekleyenler yanıldı. Ulkede sorunlar sürüyor; ağırlaşıyor. Enflasyon üç hasarnaklı olarak ekonomiyi sarsıyor. Politik düzen oturmadı. Chamorro 'nun kimi eski Kontralar'dan oluşan kendi destekçileri bile başkanı protesto gösterileri yaparak, Chamorro'yu vaat ettiklerini gerçekleştirmeye çağırıyorlar . Geçen hafta Managua'iıın 70 km kuzeyindeki bir köprüyü trafiğe kapatan göstericileri dağıtmak için gözyaşartıcı bomba atan polislerden dördü öldürüldü. Managua'daki bir Latin Amerikalı diplomat, "Bu, hükümetin mezarını kazmaya başla­ yan bir olaydır" diyordu.

mayan bir oyumdan başka bir şe-. yim yok." Chamorro ve Lacayo protestoculara çok kı zıyor ve onları aşırıcılıkh suçlayıp, politik olarak hasta olarak niteliyorlar. Chamorr<ı, eski Kontra liderlerine oldul!t. kadar, Sandinistler konusuncta hükümetle görüş ayrılı­

om

tan Cumhurbaşkanı umulduğu

üzere başbakanlık görevini Parlamento'da 212 üyeye sahip olan Kongre Partisi lideri Rajiv Gandi'ye teklif etti. Gandi, rakip partiyi daha fazla yıpratmak istediği için başbakanlık görevini reddetti. Gandi, Singh'in Bharatiya Janata Partisi'nden ayrılıp bir parti olma sürecine giren Janata Dal grubunuri lideri olan Chandra Shekhar'ın azınlık hükümetini destekleyeceğini bildirince, baş­ bakanlık Shekhar'a verildi. Parlamento'da sadece 56 üyeye sahip olan Shekhar, Gandhi'nin desteğiyle güven oyu aldı. 32 bakandan oluşan hükümette Başbakan aynı zamanda İçişleri Bakanlığı görevini de birlikte yürütecek. Sol eğilimli Shekhar)n Singh'i başbakanlıktan eden kanun tasarısı üzerine ne yapacağı merak edilirken, baş bakanlığının . ne kadar süreceği ise kolayca tahmin edilebiliniyor: Rajiv Gandi kendini başbakanlığa hazır hi s settiği zaman desteğini çekecek ve Shekhar ' ın başbakanlı­ ğı bitecek ...

Chamorro seçildiği günden bu yana ~öyle bir çıkmazia karşı karşıyadır: Bugün ülkenin en büyük parti teşkilatma sahip olan ve orduyu, polisi hala kontrol altında tutan Sandinistleri kızdır­ madan Sandinisı devleti parçalayacağı sozunu nasıl yerine getirebilecek? Sandinisı ordunun komutanı Humbert o Ortega (Daniel Ortega'nın kardeşi), "Seçim sonuçları bizim dağılmamız anlamına gelmiyor" demektedir. Chamorro'nun damadı Antonio Lacayo da bürokrasideki etkisini Sandinistlerden yana kullanıyor . Chamoiro, zorlamalar karşısın­ da, seçmenlerine verdiği sözlerini erteledi ve Sandinistlerin istediklerini yapmaya başladı. Geçen temmuz ayında Managua'da barikatlar kuran Sandinisı grevcilerle, ordunun da baskısıy­ la Chamorro çok yüksek ücretlerle toplu sözleşme imzalamak zorunda kaldı. Lacayo ve Ortega kardeşlerin Nikaragua'nın kaderini elinde tuttuğuna inanılıyor. Chamorro'nun danışmanlarından Roberto Ferrey, "Biz kendimize haksızlık ediyoruz. Aslında ülkeyi Sandinistler yönetiyor. Bize oy verenlerin barikatlar da ktırabile­ ceğini kavramadık" diyor. Kontrala r memnun olmayan odaklardan birini oluşturuyor. Eski karşı-devrimcilere toprak ve 30 milyon dolarlık ABD yardımı sözü verince silahlarını bı­ rakmışlardı, ama Lacayo onları unuttu. Hükümet eski Kontralar'ı

.c

niyetli değillerdi . Başbakan ' ın güven oylaması­ nı kaybetmesinden sonra Hindis-

IE1

ğına

düşen

başkan

yardımcısı

Virgilio Gadoy'a da klzıyor. Geçen hafta sadık bir Sandini sı olan Polis Müdürü Rene Vivas, Managua'da eski Kontra lideri olan Aristides Sanchez'i tutuktadı. Poli>, bu arada Oscar Sobalvarro ·nun silah bırakma bürosunu bastı. Büroda korsan bir radyo istasyonu aletleri, askeri bilgisayarlar, üniformalar birkaç otomatik silah ve jenaratörler ele geçirildi. Bu, çatışmanın daha süreceğini gösteriyor. Chamorro'nun eski destekleyicileri oylarının boşa gidip gitmediğini düşünüyorlar.

Pakistan : Şeriatm önlenemez yükselişi 1990 yılı ağustos ayını herkes Irak'ın Kuveyt'i işgal ve ilhak ettiği ay olarak hatırlayacak. Ancak ağustos ayında neredeyse aynı önemde bir olay daha .oldu.

Pakistan Devlet Ba~kanı Gulam ıshak Han, Başbakan Benazir Butto'yu görevden aldı. yerleştirmede başarısızlığa uğra­ Seçimlere kadar başbakanlık gödığından, sivil Sandinistler ile revini muhalefetteki şeriatçı lider toprak için silahlı çatışmalar çı­ Jatoi'ye verdi. kıyor . Görevden alınan Başbakan Geçen ay Sandinistlerin yöneBenazir Butto, Harward ve Oxtiminde bulunan tarım kooperatiford üniversitelerinde eğitim görfinden toprak almaya çalışan müş ve Ziya-ül Hak tarafından dört ·eski Kontra'nın öldürülme- . idam ettirilen babası Zülfikar siyle toprak çelişkisi kontrolden Ali Butto'nun Halk Partisi'ni n çıktı. Eski Kontra lideri Oscar başına geçerek başbakan-lığa kaSobalvar ro, taraftariarına anadar yükselmişti . yollara barikat kurma çağrısında Batı'da eğitim görse de bayan bulundu. İki hafta boyunca gösButto yüzde 97'si müslüman olan . tericiler yolları kestiler, karakolülkede geleneksel müslüman ları ele geçirdiler ve pek çok köy davranışları gösteriyordu ... Nitemerkezini işgal ettiler. Söylentikim Türkiye ziyaretinde Ozal'ın lere göre 4'ü polis olmak üzere elini sıkrnamıştı .. bu olaylarla 12 kişi öldürüldü, Butto ailesinin etkinliği altın­ yüzlercesi yaralandı. Barikat kudaki Pakistan Halk Partisi, liberal ranlardan biri olan 57 yaşındaki sağ bir partidir. Partinin ve ButMiguel Candacas tillo, "Sandito'ların müslüman davranışiarına nistlerin toprcığı var, silahı var; çok ters düşecek hareketleri olabenimse elimde hiçbir değeri olmaz; ancak ülkede yükselen şeri- ·


bile .... gerekçesinde J:ıu kavgadan .eser 4 J'aptığı bi: ,Saı)~~-'~j~ir., :.•r ! ; ·' ' o:-·Zlya-:ü l ::· ";bile· yqktu. Meğer Butto bi,iyük ·' '• Pakistan , . ;:fa~···"k1fllanata k şiddet ancak Hak'tan ' .. karıŞmış. klata yolsuzlu . , yükselişi şeriatın Pakistan'da 'a Pakistan Bugüı} ;tu. kur,tulmu~ zenginlik ülke olmak, İktidar 1977 yılmda bir darbe ile ülkenin Na\vaz~ Ş~rif ile .~~e -~eriat;n başına çöreklenen ve .:ancak bir ·., lerinden ,ıemsilc~si olduğu sınıf1""~ değil. ·ayb:l ,·zam~ Ziya nin: da :~': \ mak:ı. yararlan için r kalmanla ve /ı· an suikastle yok edilerek kurtulun gölgesi düştü. Nawaz 'ın gidebılePasağ liberal ve demektir. Butto General Ziya- ül Hak ile başladı. ceğine umudumuz Ziya'nın gidiikı yandaşlar Partisi Halk kistan "kardeşi" Başka ülkelerde de • i r' ~indedir... .. çok da ya az ni tictardan nasipleri olan faşist Ziya-ül Hak da şeriatı ne ilgil. fazla bizi Bu ı. alıyorlard ;ziya, madı. uygulaya olarak tanı dirmiyor. Sağ altenıatiflerin ken· Romi:;ın.Yd. Jr · : .• ! el-ayak kestirrnek için doktor di aralarındaki çıkar çatışmalaaradı hep. İçlerinde Butto'nun da ~ l ~ rında biz taraf değiliz. Ama asıl bulunduğu kadınlar şeriat giysilel mode omik ·. Ekon çelişkinin şeriata yaklaşımda olrini reddediyorlardı. Faize karşı duğunu ısrarla vurgulamak gereolduğunu söyleyen şeriat işin arayışları kir. içinden "gelir ortaklığı" aldatmaKasım ayı başlarmda RomanDaha sonraki aylarda Benazir casıyla çıkıyordu. gerekyaptığı k hükünıeti iflas etmemek için yolsuzlu ')•a Butto'ya Ancak Benazİr Bu to başkanbir gecede yumurtadan ayakkabı­ çesiyle davalar açıldı. Seçim lığa gelir gelmez, iktidardan ölya kadar tüm malların. fiyatlarını kampanyalan ile mahkemede hüdürülerek uzaklaştırılmış faşist küm alma tehditleri .birlikte yürü- ·ı ikiye katiayan zam kararları aldı. Ziya'nın bile her zaman uygulaO günden bu yana Romen haldü. yanıadığı şeriat düzenlemelerini •kı bağırıyor. Ba$kanh\Q Sarayı'na Seçimlere bir" iki hafta kala gev~etti. _-yür.üyor, trafiği kaı:ıatıyor ve yöBenazİr Butıo'nwı kocası, bir işa1988 yılında yapılan yasaların ve kaçırmak m çocuğw • damının ıneticileı:.in i;>ti..f{ısıJ'!l, f~lj,yqr kadının "iki en önemli noktasını Romanya hükiiineıi yapılan ondan: fıdye isternek gi~i gülünç ancak bir erkeğin şahitliğine eşit ı. IdCilia. gerve ~ii ğer' .ekopomik tedtutukland ile ?amları iddia bir etti. teşkil sı kaldırma oluşu"nu sadece Çünkü . t.eoav'n:m1ı:aıc nlteliyor, gülünçtü Şok çekten ~-9\ı:leri düzımleDaha sonra yapıla:Q. ·~.ıpa sokakları dolduran göstericimeler ise şeriatçıların tepesini "Butto ,deği,!, .kocası da çok ;lf~ngin ·Jer: "Buria tedavi1 ~e'tiıtiez, bu oliyice attırdı. Temmuz ayında mu- , bir.ailedep gelmektedir. 1 ,• sen yürütüle içinde r sa olsa cinayettir' çli,Ye bağırıyorTehditle . , halefet meclise bir yasa tasarısı çim kampanyalarının ardıp.d~ ;lar. Bugünlerde bir kilo peynir . getirdi. Yasa tasarısında el ve 1 a!a_bllmek için ·op-· g1.inden fazla yapılan seçimlerde ,şeriatçılar :·is· ayakların kesilmesini de içeren 1 Baettiler. elde sonucu" ··çalışmak gerekiyor. Bu ' tla Rot~dikleri kısasa kısas ceialandırması, faiya halkıi:ııri hiÇ krişkın olmayan Butto seÇimlerde usulsuzİük zin yasaklanması, Kur'an'ın Okl;ll"'qrğı bir durum.'Üstell~ bu zamlar yapıldığını açıkladı. Seçiı;n).ere larda okutulması ve ' basının Ishil~pin 'I\e· k~dar kajıştınldigıın 'Aaha il~: ad~. _Çkcik'a'yı_ntla fiyatKomisyonu'nca , lam bil,emeyiz ama, sandıktan asla •'Iar ' yenıden ikıye-'ka!Uili~cak. denetlenmesi isteniyordi.ı. Ancak Sokaklarda insarliar 'hayat pa,Butto iktidarı çıkmayacaktı;. çıka, tasarının · en vahim noktası ise , ile · boğıi~urk'en, •hükümet ı! halılığı ' mayacal<t yön tarafında meclisin Mollalar ~etkilileri de 'ekohomik model "' Seçirri.ler şeriatçıların dünya netilen Şeriat Miınkemesi'nde dekamuou)·u önünde meş11fi)'.et ka- . 'arayışı içlndeler. Romanyalı yer: netlenmesindeydi. Bu uygulamazanma sınavı olarak 'geçerken; , -kil·iler önce İsveç modeline ilgi nın meclis üzerinde bir iradenin ıauyrtıuşlardı. Daha ı sonra incelesandıklar .Pakistan'a yeni "bir ·"liötesinde anlamı vardı. · "Erkekle' etti. modeller arasmda Avusturya i!an a ·nen arm' der" ı başbakan rin Mahkemesi", kadın Halk Partisi'nin karşısına bl-r- . modeli vardı. A vusturya·ve İsveç istediği zaman görevden alabilemodellerine · duyulanıcilgi Sol eği·kaç paniyi bir araya gelirerek iscekti. e iktidarların ı aynı · zamanda se'çirtı.ler -·-Jirnli altında lami İttifak adı Bunun üzerine bayan Butto, adayı da yakalamış olmalanndan ba'şbal(an rın refahı şeriatçıla giren bir güçleri karşıtı şeriat:ülkedeki devlet nıyordu. Ancak bu moe kaynakla öncesind seçim olarak araya getirici faaliyetlere girişti. deller Roın;ınya'ya uygun bulunbaşkanı tarafından başkanlığa geHer fırsatta bu y.asa tasarısına nimayınca daha sonra Tai,van ve tirilen Jatoi görülüyordu. çin karşı olduğunu açıklamaya Güney Kore modellerine ilgi duAncak gerek seçim kampanbaşladı. Özellikle kısasa kısas cegerekse yuLdu . gösterişi, ki yalarında n Butto'nu . zasına karşı çıkıyordu. Daha sonra incelenen modelButto'nun "kalesi" sayı·lan bir .bu açıklamalarına Uletna Birlearasınqa Türl}iye modelinin Jer . oya parlarnem seçilerek bölgeden , şik Konseyi sözcüsü Muham söyleniyor.. Bu eğer olduğu de r gelişiyle Nawaz Şerif, şeriatçıla •med Yahya'dan cevap geldi: , soğuk bir şaka de$ilse, Romen oldu. umiıt bir yeni için "Eğer birisi bizim yasalarımızbir yol öneDünya kamuoyu için yeni bir ,.yetkiiHyre. dahavekı.sa . ,dan, toplumumuzun inanç/arınDünya, Banka.rebiliriz: IıvrF asimda Şerif Nawaz olan 'isim dan hoşlanmazsa. o kişi (Benazir sı. .. Türkiye gibi solu.k uygula.Pakistan için son anda ortaya çıkButto) başbakanımız olmaya tazaman kaybedeceğinize, malarla mış biri değil. Nawaz, Şerifi bu yık değildir." asıj kaynağına sorun~ ama modeli irnli günlere getiren sıkıyönet Bu açıklamadan bir hafta kaemekçi halkın size ne yapabilegünler, darbeci generaller, faşist dar sonra Pakistan Devlet BaşkaCeğihe ise bir garanti veremiyoŞerif Nawaz yönetim ve ordudur. m anayasal darbe ile Butto'yu gö· ruz~ bizzat Ziya-ül Hak'ın .milyarder • revden aldı. Görevden alış

co m

atçı akımın Butto çizgisine ·ıahanımülü kalmamıştır.

'

1

ww

w. n

et

ew e.

1'

i

· man


Ll

Özgür Halk

.

Kısa adı A GİK olan Avrupa Güvenlik ''e İşbirliği Konf'e· ransı'rıın 1990 yılı ıkinci toplantı sı 19-21 Kasım tarihlerinde Fran sa'nın başkenti Paris'te ya-

pıldı.

1970'lerin

basında

SSCB'nin

girişimiyle kurul.uşuna adım au-

konuşmaya geldik. Yeni anlaş­ ma, Avrupa'nın Bau ve Doğu olarak ayrılmasını anlamsız kıl­ mı ştır. Varşpva Paktı'aa üye ülkeler bu yıl sonundan önce bu pakta yeni bir karakter veıme

yolunda önemli kararlar alacak-

lardır" derken, diğer kapiınllst

yolculardan, daha da aceleci

te we .c

lan AGİK'in örgutse1 kapsamı · 1975 Helsinki Konferansı'nda biçimlendi. Daha sonra toplanan Belgrad ( 1977"1978), Viyana {1986-1 989), Pari<> (1989) ve Kopenhag (5-29 Haziran 1990) konferanslanna, Helsinki Konferansı Sonuç BiJdirgesi'nin ilkeleri yön verdi. İnsan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve barı~ sloganları ardına gizlenen zenginlerin yoksullara karşı bloku. Paris Konferansı'na ABD ve

om

·Pari s•te zeng inle r yoks ulla ra karş • birleşt·

Kanada' nın yanı sıra Avrupa'nın

32 ülkesinin devlet ve hükümet

ww

w. ne

başkanları kauldılar. Toplantıda temsil edilen 34 ülkeden 16'sı NATO, 8'i ise Varşova PaJcu

(tabii ortada gerçekte böyle bir pakt kalmışsa) üyesi. Konferans'ın

toplantılarını

Fransa Devlet Başkanı F. Mitterrand aÇtı. Mitterrand, bu konuşmasında, "Güvenlik, işbirliği ve dayanışma içindeki yeni bir Avrupa birliği oluşturulması için 1945'te Avrupa'nın galip ve mağluplarının bile ·böyle bir masa etrafında bir araya gelemediklerini, bu masa etrafında toplanan 34 ülkeden ne mağlubun, ne de galibin olmadığını " ·vurgulayarak, alçakgönüllü de olsa Konferans'ın bir tarafın zaferinin onanınası anlamına geldiği­ ni vurgulamak istiyordu. · Gerçekte de Konferans'ta ye. ne n ve yenilenler vardı. Varşo- . va Paktı, diğer adıyla reel sosyalizmin temsilcileri, kapitalist devierin zaferini itiraf ediyorlardı.

SSCB Devlet BaşJ<anı Gor· baçov, konuşmasında, "Biz, eskiden düşmandık, ama artık değiliz. Paris:e savaşmaya değil,

~avranacaklarını belirtiyordu. Omeğin bunlardan Çekoslovakya Devlet Başkanı V. Havel,

"Varşova Paktı gelecek günlerde fesh edilmelidir" diyordu. Hatta Mitterrand ' ın gösterdiği yenik düşmanının onurunu kır­ ınama alçak gönüllülüğünü ·de göstermediler. Konferans'ın hemen ardmdan istifa eden İngilte­ re Başbakanı Thatcher, toplantı konuşmasında, "Bu kadar silah indirimi yeter, yeni bir silah indirimine evet diyemeyiz , NATO varlığını koruyacakur. NATO, Batı savunmasının kalbi olarak kalacaktır. Güvenliğin ihlali halinde, NA TO dengenin devamında sigorta olacakur" vurgusuyla NATO'nun bir saldır­ ganlık pakn olarak devam edeceğini ilan ediyordu. Bush, bunu da aştı. ABD Devlet Başka­ nı, konuşmasında, "A vrupa'nın güvenliği coğrafi bir sorun olarak algılanmamalıdır. Avrupa'nın güvenliği kendi coğrafi sınırlarından Körfez krizine yol açan Kuveyt'e kadar uzanır" diyerek, dünya jandarmalığını bı~ rakmayacağını ilan ediyordu. Paris Konferansı'nın bir barış ve güvenlik toplantısı olduğucıu ileri sürmek, barış ve güvenliğe yapılan en· büyük hakaretlerden biri kabul edilmeli. Konferans'ta , emperyalistler arasındaki zıtlaş­ manın göstergeleri de ortaya çıktı. Fransa ve Almanya'nın bir kanat anlamına gelebilecek yaklaşı.mlarına İspanya'da dahil oldu. İspanya Başbak:mı Gonzales,. konuşmasında, rtİngiltere'­ nin Cebelitarık Boğazı üzerindeki sömürgeci egemenliğini" mahkum etti. Toplanuya katılan 34 ülkenin

devlet ve hükümet başkanları Paris'in :inlü Versailles Sarayı'nda 19 Kasım günü AKKA ( Avı;upa Kon vanı;iyon f: Kuvvet İndirim i) anlaşmasını imzaladılar. Bu anlaşmaya göre NATO ve Varşova Paku'nın Avrupa'dıki askeri varlıkları, tank 20 bin, zırhiı savaş araçlan 30 bin, top 20 bin, savaş uçağı 6 bin 800, saldın helikopteri 2 bin, ABD ve SSCB askerleri 1 milyon 955'cr bin rakamına indiriliyor. Varşova Paku (dahl doğr..ısu SSCB) Avrupa'c.L'lki askeri gücünden yüzde 90 kadar indirim yaparken ABD, yüzde 10 kadar yapıyor. SSCB, yarı­ militer milis gücünün elindeki silah ların . da indirim kapsamı içine alınmasını kabul ediyor. Böylece Kon ferans'ın NATO güçlerinin çıkan doğrultu sunda kararlara vardığı gizlenmiyor. Konferans, "Avrupa ' nın GeleceAi İçin Pa ris Şartı" baş­ lığını taşıyan bildirgenin ım za­ lanmasıyla sonuçlandı. Bu bildirgede insarı hakları , demokrasi ve hukuk devleti, ekonomik özgürlükler ve sorumluluklar, üye devletler arasında dostça ilişkiler, güvenlik vb. konular başlıklar alunda sıralanı­ yor. Anlaşma tümüyle devletsel kapsamdadır. Tarafların vurguladığı gibi soğuk savaşın, sistemlerin ortadan kaldırılışı anlamına ge l mekt~~dir , ancak bir anlamda, ortadan kalbn Varşo­ va Paku'dır. Anlamsız duruma gelmesine rağmen NATO'nun efrinlik alanı da genişletiterek sürekliliği sağlanıyor. Avrupa'da silahlar azaltılı yor, ancak dünyanın dört bir y~ınına silah ihraç etmeye hiç bir kıs ıtlama getirilmiyor. Avrupa'nın zengin devleri kendi güvenliklerini sağ­ lam ış oluyorlar, ancak yoksul dünyada neden olduklan yoksulluk ve baskılan giderme anlamında hiçbir karara varılmış değildir. Paris Konferansı'nda böyl~si bir girişim de yoktur.


AGİK, Körfez k;izi, TC ve "Olağanüstü

Bölge"

AGİK toplantılarına imza yetkisi olanlar kaulınaktadırlar. Bunlar başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerin · devle~ başkan­ lan, temsili sistemle yönetilen ülkelerde ise başbakanlardır. Halbuki Konferans'a Türkiye'yi temsilen ~.mza yetkisi olmadığı halde T. Ozal katıldı. Başbakan Y. Akbulut ise ortalıkta dolandı.

Özal'ın Konferans'ta iki hede-

vardı: Emperyalistlere çıkar­ larına nasıl bağlı olduğunu gös-

fi

Konferans'ta TC, özellikle konusu nda eleştirilere hedef ·oldu. BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar , "Kıbrıs'ın toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygı gösterecek · bir konfedaratif çözümle 27 yıllık Kıbrıs sorunu halledilmelidir. Burada-ki tansiyon Avrupa'nın bugünkü realitesinden sapmadır. 27 yıllık bir geçmişi olan bu sorunun henüz çözülmemiş olınası akıl almaz bir şeydir" diyerekTC' yi teşhir etti.' Yunanistan Başbakanı K. Mitsota kis, "Kıb­ rıs sorununu 16 yıldan beri süren son Avrupa dramı" olarak değerlendirirken, Kıbrıs Devlet Başkanı Y. Vasiliu da, "Kıb­ rıs'ın Avrupa 'da yabancı bir ordunun işgalinde olduğunu ve vatandaşlarının temel özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları­ nı" söyledi ve devlet yetkililerini Türkiye'yi Helsinki ilkelerine uyfTiaya davet etmelerini istedi. Ozal, ikili görüşmelerinin temel konusunun "Olağanüstü Bölge" olduğunu, gazetecilerle Kıbrıs

ww w. ne te

termek ve Kürt sorununun gündeme gelmesini önlemek.

sıvazladı .

~onferans'taki

·konuşmasında

Ozal, ABD'nin görüşlerini tekrarladı, bunu diğer ülke temsilçileri de biliyor olmalılar ki, Özal konuşurken pek dinleyen · olmadı. Özal, bu konuşmasında "Körfez krizinin aşılabilmesi için sal- . 'dınnın ödüllendirilmeyeceği hususunda sarih ve güçlü bir mesaj verme zarureti karşısında­ yız. Saddam Hüseyin kesinlikle gitmelidir. Bunun için gereken her şey yapılmalıdır" tarzındaki savaş çığırtkanlığını tekrarladı. Halbuki, ABD'nin müttefiği

emperyalist güçler bile bu denli "cesur" olamıyorlardı. Örneğin Alman Başbakanı H. Kohl, "Bunalıma müzakereler yoluyla çözüm için çaba harcamayan kimse bilmiyorum" diyordu. Mitterrand, "BM Güvenlik Konseyi'nin Irak yönetimine karşı silah kullanmasına izin veren bir karar tasarısını kabul etmesi konusunda tartışmaya hazırız. Ancak böyle bir karar otomatik o~arak yürtirlüğe girecek diye bır şey yok" ve Gorbaçov ise, "Irak'ın tutumunun doğrudan diyalog yoluyla etkilemeliyiz" diyorlardı.

Özal'ın bu bağlılık gösterile-

Bölge"niıı büyük bir kesimi si, lahsızianma alanının dışında tutuldu. Muradiye, Karayazı, Tekman, Kemaliye, Mersin hattının doğu ve güneydoğusunda kalan Antep, lfrfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Elazığ, yani "Olağanüstü Bölge''nin neredeyse tümii. Sadc.ce Türk devleti değil, TC bir NA TO ülkesi olduğun­ dan emperyalist devletler de silah ve asker yığabilecekler. Böylece "Olağan-üstü Bölge"nin b:r anlamda ortak silah deney ve savaş alanı olarak sekazanıyor. kesinlik çildiği . TC'ye tanınan bu ayrıcalık "Olağanüstü Bölge"de verilen mücadeleyi bastırması ve gerektiğin- . de doğrudan emperyalist orduların müdahalesine açık kapı bı­ rakmak içindir. TC'nin imzalanan AKKA anlaşmasına _göre ' silah indirim oranı da şöyle; tank 2 bin 795, top 3 bin 523, savaş uşağı 750 (mevcut 589), saldırı helikopteri 43 (mevcut 3), zırhlı araç 3 bin ' 150. Bu limitlere göre TC, silah indirimine gitmiyor, tam aksine silahlarını artırıyor. örneğin 3 adet saldırı helikop~eri mevcutken bu sayı 43'e , çıkarılıyor ve bu halikopterleri de tümüyle gerilla savaşında ~ullanılıyorlar. Böylece AGIK çerçevesinde TC' ye verilen rol daha da kesinlik kazanıyor, bu da emperyalist .çıkarlann bölgedeki piyonluğu ve eski silahların depoculuğunu yapma rolüdür. Paris'te yeni bir dönemin, barış ve demokrasi döneminin başladığı ileri sürülüyor. Bu yeni dönemde TC . silahlandırılı­ yor. Kürt halkının hakları yadsı­ nıyor. Ve TC'nin sömürgeci statükosuna destek veriliyor. Bu açıdan ka.rı;ır tüm "Olağanüstü Bölge"liler ve Türkiyeli devrimci ve yurtsever güçler açısından ö.nem taşıyor. Halklarımızın aleyhine TC güçlendiriliyor. Bu sonuç, Konferans'a damgasını vuran güçlerin politikasından kaynaklanıyor. Konferans, em- · peryalist güçlerin inisiyatifinde . Bunların, halklarımızın lehine olumlu karar almaları zaten beklenemezdi. Ancak yeni olan şu­ dur, emperyalist yönetimler, Rurtuluş mücadelesine kararla n-

.c om

sürecin döriüm noktasıdır. Çelişkinin sivri ' yönü sümürge halkiara yönelmiştir. Paris'te sömürgeci zenginler, yoksul halklara, devrimci halkiara karşı birleşmiştir. Haliyle ezilen halkların Paris Konferansı kararlarından bir kazancı ·söz konusu olamaz.

rinin hedefi belli. Nitekim Bush, "Türkiye, Körfez bunalımında başından beri ABD'yi en güçlü şekilde destekleyen ülkelerden birisidir. Bu tutumunu takdirle karşılıyoruz ve ıeşekktir ediyoruz" diyerek müuefığinin sırtını

we

AGİK Paris Toplantısı, bir

yaptığı

konuşmalarda

dalaylı

bir şekilde açıkladı. Özal, bu konuda, "Konuşuyoruz, bir şey­ ler yapmak lazım, ama bunun zamanlaması önemli. Zamanını iyi ayarlayamazsak tepkiler gelebilir" dedi. Bu sözler, "fi" tarihinde verilecek dil özerkliği anda yorumlanabilir. l.?mında Ozal, Avrupalı müttefiklerinin sorunu fazla kurcalamadıklarını da söyledi. Demek ki konu konuşulmuş, belli bir mutaba kata varılmıştır.

Anlaşılan AGİK'in azınlıklar­

la ilgili kültürel kimliklerini koruma ve serbest dolaşım hakkı ·Kürtler için geçerli değil. Bush'un Konferans'ta yaptığı ve azınlıkları kastederek, "Serbest.çe dolaşım ve kültürel hakları tanınmalıdır. Ancak daha ileri gidildiğinde bizi tek vücut olarak karşılarında bulurlar" tarzın­ daki tehditle Kürt halkından

başkasını kastetmediği açıktır. "Olağanüstü Konferans'ta

nı dayatacaklardır.


EJ

Özgür Halk

ZONGULDAK MADEN iŞÇiSi KARARLI:

"Gemileri

yaktık,

geri

dönüş

'

yok"

ww w

.n e

te w

e. co m

Zonguldak maden işçisi, kararlığını "Ölmek var, dönmek yok", "Ocaklar bizimdir, kimse kapamaz", "Direneceğiz, kazanacagız" vb. sloganlarla gösteriyor. Zonguldak Maden işçi­ si, ekonomik taleplerle birlikte politik yöneliş içinede girmiştir . Bu açıdan grevcilerin eylemliliklerinin getireceği siyasi sonuçlar da büyük önem kazanı­ yor. 12 Eylül'den günümüze gelinen süreçte Türkiye'de sayısız içşi grevleri, direnişleri oldu. Yasal zorluklar, örgütsüzlük nedeniyle bu grevierin istenilen ve beklenilen sonucu yaratmadığı görüldü . Ancak yine de çalışanların "hak arama", "hakkını liş goruyoruz. "Ankara'ya da ması ve çeşitli altatma, hile ve alma" ·p.rçıl~teryanın doğal sınıf yürürüz, Çankaya'ya da", "Hüoyunlara gelmemesi. Eylemlitavrına korumada etkileri olumkümet istifa" .. : "Özal, sana güğin içinde olunan bu süreçte lu yönde •Old~. Bir direnişten, le güle .. ." Zonguldak maden işen öne çıkan etmen bu oluyor. bir grevderı veya benzeri tepkiçisi tarnda böyle haykırıyor. Bu Zonguldak maden direnişinlerden,- protestolardan her zaçfirenişte şu veya bu parti, şu de ki gelişmeleri özetlersek duman -için'i qyle fazlaca önemli · veya bu sendika etkili olabilir. rum daha iyi aniaşılacaktır sasiyasi sqnUç: mevzi kazanma Eylemlilik süreci ve sonuçlan- ' . nırı.z. gerçe~leş'rı)~yebilir. Yine de · ması bakımından bu güçlerin ~ Aralık günü başlayan her eylemlitfğin, eylemci güçleolumlu ya da olumsuz etkilerigrev, TürkiyeTaş Kömürü işletre kazandırdığı ve siyasi ortamı · de • olabilir. Bütün bunların dımaleri'nde 42 bin, MTA'da çalıetkilediği gerçeğini görmemiz ' Şınoa eylemlil iğe damgasını şan 6 bin maden işçisinin gregerekir.. 12 ı Eylül'den günümüyurarı, ,esas güç maden işçi si vi, toplantı, gösteri, yürüyüş, ze akan zaman dilimi içinde olacciktır. Çünkü macfen işçileri özeesi miting niteliğinde başlaTürk işçi hareketleri, grevleri bu kon~larda oldukça tecrübe' dı. Va hala ilk gün ki çoşku ile çoğu zaman istenilen ekono- • e.dirıcji(er. Onları -işçileri- kadevam ediyor. Grev başlar mik talepleri ~erçekleştiremedi. . , .rarlı kılan bir başka eJmen ekobaşlamaz işçilerin ZonguiBu o kadar önemli değil, rıomik sıkıntıların hat safaya dak'ta Maden-lş Sendikası'nın önerrıli olan işçi sınıfının birlikulaşması, burjuva parti oyunlamerkez binası önüne geldiler. dayanışma- direniş ruhunu korına gelmeyecek gerçek işçi Aynı gün, Türkiye Kömür işletruyar almasıdır. Zaten Zongulönderliliğini yine kendi içlerinmaleri'nde (TKI) çalışan 28 bin dak maden işçilerinin direnişi de yaratmalarıdır ve bugün, işçi greve destek için üretimi belirli bir birikim ürünüdür. Türkiye'de önemli bir insan güdurdurdular. Ikinci gün Avrupa Bu birikim, 15-16 Haziran iş- · 'cü, Zonguldak maden. işçisini ve Güney Afrika kömür . ve liçi direnişi, Tariş ve benzeri eyyürekten destekliyor. Bunlar işman işçileri · Türkiye'nin ithal lemliliklerin 12 Eylül'den sonçilerin avar:ıtajları , Ayrıca hükü- . kömür yüklenmesini durdurduraki hall<.asıd!r. Zonguldak işçi , -m.et ve ordu içinde başgöstelar. 3 gün Kozlu, Üzülmez, Asdirenişi bu cıçıd'an gelecekdeki re11o zıtlaşma ve sürtüşme, madilaver, Merkez, Çaydamar işçi eylemliliğinin artışı'nrhızlan- ·· ayrışma, genel ekonomik, siyaişçileride ayrı kollardan toplad ıracak bir ııiteliktedir, .. üzeri.n- · si ve askeri kriz objektif koşulnarak Zonguldak'a yürüdüler. de önemle durulması gerekir. ların ' di'renişçilerin lehiM olduO gün genel maden-iş başkanı 12 · Eylül'den sorira ,ilk kez 'ğu mı göstetiyor. Geriye tek Şemsi Denizer özetle şöyle kobir işçi direnişinde politik yöneşey kalıyor. Işçilerin kararlı olnuştu:


co m we .

et e

"... Özal , TiSK, MESS, Odalar Birliği , bütün patrenlar aynı şeyi söylüyorlar. Savaşı bahane edip, olağanüstü hale sığı­ nıp toplu sözleşme bekleyen bütün işçileri tekstil, metal, kağıthava işçilerini hepsini birlikte yakmak istiyorlar. Maden işçisi oyunu bozdu. Maden işçisi, grev kararı alan tekstil işçisi­ nin, grev kararı alacak metal işçisinin bütün işçilerin yanın­

w. n

Fatma Topuz: 30 yaşında. "Özal işçil eri küçümsüyor. Özal 'Lahana et yerine geçer' diyor. Ona bir çuval lahana götürecem". Havva Gül: 34 yaşında. "Ankara'ya giderlerse ben de gideceğim. Send i kanın önünde gece gündüz bekle deseler bekleyeceğim." (Ülke gazetesi

dadır."

Olayı birde işçilerden dinliyelim. Tamer Kıçkı: 43 yaşın­ da. 12 yıllık maden işçisi. Ci-

ğerlerinden

rahatsız. · Ald ığı

ww

ücret ayda 420 bin, "Çocuklarımla oyuncakçının önünden geçemiyorum. Çocuktur, görüyor istiyor oradan geçerken annesi başörtüsü ile çocuğun gözünü kapatıyor.. Biz yaşıyoruz ama ölüyüz. Ölümüzde kömür olacak. Çünkü kömürle doğu­ yoruz." Başka bir işçi: "Kepek sabun versinler lüks onların olsun. Lastik ayakkabı versinler iskarpin onların olsun. Keten kumaş versinler altın yıldız onların olsun" diyor.

sayı8)

Zonguldak maden işçisi, kadını ve çocuğu ile evde oturarak grev yapmıyor, acısını gizlemiyor coşku ve kararlılık içinde eylemini sürdürüyor. Grevciler sanatç ıl arında deste· ğini aldılar. Zonguldak maden direnişine günlük basın ne dedi? Cumhuriyet: Maden grevi miting gibi. Milliyet: Kömür işçisine halk sahip çıktı. Sabah : Kara elmas diyarında sinirler gergin. Zaman: Madende grev çilesi. Yeni Asya: Madencilerden Özal'a tepki. Yeni Nesil: işçilerden sert tepki. Hürriyet: Cesetleri çiğnemeden kimse ocakları kapatamaz. Tercüman: Kara elmas hapis kaldı. Türkiye: Zon-

guldak grevde. Güneş: Madencilerin grev bayramı. Haftalık haber gazetesi Yeni Ülke: Hava döndü ışçid en esiyer yel. Yüz Yıl: Madenci Özal ile hesaplaşıyor. On b iı;ıl eri yürüten işçi komiteleri. Zonguldak'tan Batman'a , Adana'dan lstanbul'a bu geniş hatta yoğunlaşan işçi ha,reketleri ·bize bir başka gerçeği daha gösteriyor. Proletarya sınfı tarihsel gerçek rolünü oynamaya devam ediyor. Dahası Türkiye'de her türlü işkencenin önlenmesi, ortadan kaldırılması, insan haklarının korunması mücadelesinde Türkiye işçi sı­ nıfı üstüne düşen görevi yapmaya başlamıştır. Önceleride bu böyleydi ama, zaman zaman kesintiye uğruyordu. Hiç kimse DiSK'in Türk işçi sınıfı içinde oynadığı olumlu etkiyi göz ardı edemez. DiSK içindeki olumsuzlukların eleştirisi ayrı bir konudur. Ama bir dönem milyonlarca işçiye ulaşan ve onları harekete geçiren bir sendikal gücün eksikliği bugün daha iyi hissediliyor. DiSK'in işçi tabanı güçlülüğü, Dev-Yol kitle-


.c om ew e

bak ı yo ru zda çoğumuz Zonguldak işçi grevini haber ve yorum olarak yazma uğraşında . Bu da çok önemlidir ve hatta .zorunludur ama, bu eylemliliğ in siyasi sonuçlarıyla ne kadar ilgiliyiz? Asıl önem kazanan bu nokta oluyor. Her işçi direnişinde , zindan direnişçiliği akla geliyor. Gerçekten de zindan direnişçil iğl bu on yıllık süre içinde toplumumuzda bazı değerlerin, anlayışların yerleştirilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Neden? Çünkü 12 Eylül'den sonra haksızlığa, zulme boyun eğ­ meyen bir direnişçilik önceleri cezaevlerinde başladı. Ve bu giderek yoğunlaştı. Tabii ki her işçi direnişçilğini cezaevlerine

ww

w. n

et

sel yaygınl ı gı özellikle öğrenc i kesimi içinde , 12 Eylül öncesi diğer sol güçlerin etkinliği iyi ve yerinde kullanılsaydı bugün durum daha farklı olurdu. işçi hareketleri içinde önderlik ve örgütlülük kör düğümü çözecek olan temel etmendir. Bu nedenle Zonguldak maden işçisi dolayi ı olarak bir başka gerçeği gösteriyor: "Peki Özal istifa edip giderse yerine kim geçecek?" Bu sorunun yanıtı verilmek istediğinde bir boşluk hissediliyor. Gerçektende ilerde işçi direnişleri yaygınlaşır, genel greve dönüşürse bunun sonuçlarından biri de hükümet değişikliği olabilir. Bu kadar önemli bir durumda devrimcidirenişçi güçler ne yapmalı? Ne yapmalının içinde . her türlü hazırlılığın, önlernin gerçekliği­ de vardır.

· Devrimci pofitikada, eylemlisiyasi sonuçlarının halkın çıkarı temelinde kullanılan ve onu geliştirme vardır . Bu da ancak geleceği önceden görebilme, duyarlı olma, bu konuda yoğunlaşmadan geçer. Ancak l i ğin

bağlamakda

Türkiye

doğru

işçi sınıfının

değildir.

direnme geleneğ i tarihsel boyutları olan bir karekterdedir. Bugün için söylüyoruz: Zindan direnişçi liği Türkiye'de yapılan her protesto eyleminde veya d i ğer eylemliklerde bir etki taşır. Nitekim Zonguldak maden işçisine ilk destek verenlerden biri de Diyarbakır Cezaevi'ndeki tutsak-

lar oldu. Hem de uzunca bir grevinden yeni çıkan direnişçiler tarafından verildi bu destek. Zindan direnişçiliği, üniversite öğrenci gençliğinin ey lemliliğinde de çok duyarlı­ dır . Her siyasi gelişme de, olay da, eylemde zindan direnişçile­ rinin yoğunlukları, duyarlılıkları Batman'da, Nusaybin'de , Cizre'de Silvan'da esnafın kepenk indirmesinde de görülüyor. Ve bu insanlar her defas ı nda da vücutları n ı ortaya koyuyorlar. Sorun burada zindan direnişçi­ liği değil, bir şeyi anlatmak istiyoruz. Her eylemlilik günü gelip. çattığında üniversitelide, esnafta kendi işçi sınıfının yanında olduğunu aktif olarak göstermek zorundadır. Bu koşullarda devrimci-demokrat· direnişçi güçler her zamankin. den daha çok bir araya gelebilmelidirler. Zonguldak maden işçisinin direnişi yukarı­ da be lirt iğim i z gerçekliği dayaaçlık

tıyor.

Zonguldak maden işçisinin grevini destekliyor. Türki-

haklı

ye

işçi sınıfını selamlıyoruz.


Bi re y ve .ör gü t M. Can YÜCE

sanlığına

.c om

bu gibi çarpık anlayışların n önüne bir uyarı etkilerini ve levhası geliştirmiş olabiliriz. 12 Eylül rejimi, bireyi alabildiğ i ne düşürdü. Kürt bireyi öyle bir duruma düşürüldü ki, tanın­ maz haldedir. Deyim yerinde ise ucube bir tip konumundadır. Emeğine , ulusal değerlerine , insıyla

yabancılaştırılmış;

onur, kimlik, kişilik vb. değerler­ den uzaklaştırılmıştır. Yoğun bir kölelik, baskı ve sömürü altında bunaltılan Kürt bireyi, her türlü karşı-devrimc i senaryonun basit bir nesnesi yapılabilirdi. Ulusal sürecinin , yani, yoğun kültürel kişiliksizleştirme, düşürme ve kölelik ortamında özgür, onurlu, kendi çıkarlarının ve toplumsal-ulusal konumunun bilincinde bir bireyin biçimlenmesi mümkün değildi zaten. Sömürgeci baskı ve sömürü, yoğun yabancılaştırma pofitikp.sı ve bir yandan, aşiretçi­ pratiği feodal bağlar, geri ilişkiler öte. yandan Kürt bireyini candereye almıştır; bu cenderede , teslimiyet, uşaklık, değerlerde çarpık- . lık, ahlakta düşkünlük, kullanıl­ maya hazır bir alet olma · özellikleri gelişebilirdi. Tersi değ~. Kısacası sömürge, ulusal yok oluşa giden ülkemizin Kürt bireyine sunduğu gelişme ortamı buydu. 12 Eylül bu ortamı daha da ağırlaştırdı, bireyin düşürülmüşlüğünü en uç noktaya

değerleri, ilişkileri metalaştıran, buzlaştıran ve giderek düşüren

yine kapitalizmin .kendisidir. Bu olgu, empery~lizrnde doruk noktasına çıkar ; dün bireyin kurtarıcısı gibi davranan burjuvaz i, bireyi yabancıi~Ştıran , düşüren , bunalıma iten, nesneleştiren bir sınıf konumundaaır. Bugün yüceltilen liberaiizm : bireyin atomize durumunu, düŞkünlüğünü, yabancılaşmış konümunu meş­ rulaştırmaktan baŞka bir şey yapmıyor. Kutsa'han yine özel mülkiyet ve onu:n: Üf:erlnde yükselen sistemin kendisidir. Bugün , özgürlük, demokrasi, bireyin gelişitıli gi_bi konuların anayurdu otarak gösterilen Batı Avrupa ve ' ABD'de de bireyin özgürlüğü, toplumsal ve siyasal yaşama "özgürce katılımı" , sözcüğün gerçek ahlamıyla bir aldatmaca ve· yaiıılsariıadır. Tekeller devasa ideolojik-kültürel aygıtlarıyla bireyi 1u~sak almış; yaşamının en - ince ayrıntısını programlamıştır. TV', video, sinema vd. devasa etkin kitle iletişim araçlarıyla , çılgınlık boyutlavardırdı. , rına varan tüKetım kültürü, Aslında tarihte birey, ilk kez reklam ve moda gösteriyleriyle kapitalizmin doğuş ve gelişme birey dört bir yandan kuşatılmış­ yıllarında gelişme, kimlik ~~in­ tır. Tekellerin ve_ onların ellerinme olanaklarına kavuştu . Ozel deki ideolojik-kültürel hegemonmülkiyet birey kavra_~ının da ya aygıtlarının dikt~ ettiği yaşam maddi temelidir. "Ozgürlük",tarzında , bireyin özgür katılımı, "kardeşlik", "eşitlik" sloganları ­ özgür iradesiyle yaşam ı nı çeşit­ ile feodalizme, mutlakiyete karşı lendirmesi mümkün değildir. mücadele bayrağını açan burjuGöklere çıkarılan "Batı özgürlüvazi , bireyi de yeniden biçimlen- · ğü"nün bu yaşam tarzın·daki andirmiştir. Kendi ideolojisinin sü. lamı, tekellerin ürettiği bu tek rekli bir ögesi yapar bireyi. düzeve ruhsuz yaşam tarzında , Emeğin üretim araçlarından öz~u veya bu önceden oluşturulgürleştirilmesi, iş gücünün , öz-

ww

w. n

et

ew e

12 Eylül faşizminin silindirini yiyen Türkiye cephesinde "birey" adeta yeniden keşfedildi. Birey özgürlüğü, kişiliği, sorunları , gelişimi , uyumu vb. noktalar yoğunca tartışma konusu oldu. Felsefi , sanatsal ve siyaset düzeylerinde inceleme ve araş- · tırma nesnesi yapıldı. Yenilmiş , bozguna uğramış solun pratiği, birey felsefesinin zengin malzemesi olarak görüldü ve yapıldı. 12 E:ylül aydınları denilen çevre ve kişi'ler, bireyselliğin şampi­ yonluğunu yapmaya başladılar. Birey ve onun erdemleri göklere çıkarıldı; örgüt, örgütsel yaşam, disiplin vb. devrimci değerler ise saldırı tahtasına oturtuldu. Örgütün, örgütsel görev ve iliş­ kilerin bireyin gelişimini bastırdı­ ğı na, yeteneklerini körelttiğine, kişiliğini silikleştirdiğine ve tek boyutluluğa mahkum ettiğine ilişkin felsefi, kültürel çalışmalar alabildiğine gelişti. Bu alanda epey de "ürün" verildi. Aslında birey konusunda tutturulan söylem burjuva liberalizminden ve onun ahlaki kültürel ve psikolojik ifade edilişinden başka bir şey değildir. Ancak solun şah­ sında örgüt, örgütsel yaşam ve , disiplin yerilmişti , ortaya çıkan pratik, bireyi yüceltmek için epey malzeme/"kanıt" sunuyordu . Kısacası rejim, ideolojikkültürel ve ahlaksal egemenliği­ ni tamamiyle kurumlaştırmak istiyordu. Birey, bu amacın en iyi ögesi olabilirdi. Geçmiş i n bireyörgüt ilişkis i konusunda yaşa­ nan pratik çarpıt ı larak, siyasal egemenlik ve üstünlükten de yararlanıp bu işi zengin bir söylemle kotarılabilirdi. Birey ve örgüt ilişkisine ve karşılıklı" etkileri konusunda burjuva liberalizminin Türkiye'de epey mesafe aldığını da vurgulayalı m. Konunun ayrıntılı bir çözümlemesine girmeksizin, mücadele pratiğimiz örnek gösterilerek birkaç söz söylenebilir. Dolay-

gürce alınıp satılması , tüm feodal bağımlılık ve yükümlülükierin tasfiyesi vb. gelişmeler, bireyin de özel mülkiyet çerçevesi içinde ge l işmesini , bu anlamda özgürleşmesini ·ve, kimlik ~~ i n­ mesini birlikte getirmiştir . Ozel mülkiyet ve burjuva birey etletırnak gibidir; özel mülkiyet , birey kavramında ve liberal bakış açısında kutsanır'. Her şeye karşın, birey burJuva anlamda bir kimlik kazanmışt i r; _ özgürleşme alanında bu çerçevede bir geliş­ me kaydetmiştir. ' öte yandan, bireyde dahil tüm kavramları ,


1\:::-::: :: ,,.,,::.:::· ,,,,,, : :'::;::J Aralık 1990 f. : : : ,: .: ·· ': : ::': ..,'':U::O:J Sayfa 47

muş

biçimi seçmekten başka yoktur. Diyelim ki, harıgi elbisey'i saçeceği konusu nda bile karar verecek. Bu bile 'özgür iradeyle olmuyor; reklam t'ekellerirıin etkin koşullamaları sonucl:l gerçekleşiyor. Zaten dikkat edilirse, tüketimin çok çeşitlendiği ve zenginleştiği bu toplumlarda, bir

anlamı

gerçekleşen yaşam tekdüzeleş-

düşkünfüğün, inkarcılığı.n: kişifik-

sizliğin, onursuzfuğun teorisini yapıyor

demektir; birey olma da yakalamamıştır. • Kaba hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız birey anlayışının saflarımıza yansıması bire bir ofmuyor, olmayabilir. Çeşitli biçimferde, çeşitli ögeleri ve yönleri öne çıkarak yansıyabilir. Bu olasılığın nesnel temeli güçıüdür, zengindir. Bir nokta daha: Ülkemizde "bireysel (buna ailesel olanı da ekleyelim) kurtuluş" adına söyfenenfer, bu yönlü tavırlar da tam bir aldatmacadır, kaçkınlık teorileridir. Bireyin yaşadığı ortam ve konum besbellidir. Sömürgeci yönetimin bireye biçtiği "yaşam" orta yerde duruyor: Özgürlük, onur, namus, gurur, kişilik, kimlik vd. değerleri ayakfar altına alan , ulusal · imhayı , çok boyutlu kişifiksizfeşmeyi dayatan bir yaşamdır söz konusu olan. , Ülkemizde eski toplumsaf ilişkiler ve kültürel yapı içinde bireyin gelişme durumunu özetfedık. Burjuva liberal yaklaşımların ülkemiz somutundaki gelişımıne ve özgürleşmesine sunduğu olanaklara vs . ortama • şansını

adım geliştirme

.n

ww w

kurtuluş

mücadelesinin en asli boyutlan ve görevleri içindedir. Daha doğru bir deyişle UKM'nin kendisi yeni bir toplum biçimi kurma ve E•gemen kılrtıa , ulusaldevrimci bir kimlik geliştırme, onurlu VH kişilikli bir birey tipi yaratma kavgasının kendisidir; ondan başkası değil. Eski toplum biçimine, bozulmuş , düşü­ rülmüş insan tipini, kültür ve değer yargılarına, kısacası toplumsal ve kültürel dokusuna dokunmadan, devrimci dönüşüme uğratmadan UKM bir adım dahi ilerletilemez; bu öze sahip olmayan bir hareketin UKM admı

et ew e. c

mekte, tek boyutlufuğa indirgenmiş bulunmaktadır. öte yandan duyarsız, sorumsuz, alabildiğine düşmüş, yabancılaşmanın doruğunu yaşayan bir toplum ve birey tipleriyle karşılaşıyoruz . Her şeyin meta konusu olduğu, metafaştığı ve tekellerin ideofojik-kültürel hege-monyası altında biçimlendiği bir toplumda, gerçek anlamda özgürlükten söz edilem,ez. Kısacası, ileri kapitalist ülkelerde birey bugün, görünüşte , "özgür", ancak gerçekte/özde müthiş bir kölelik, tutsakfık konumunu yaşıyor. Bu tutsaklık ağı öyle kapsamlı ve çepeçevredir ki, birey tarafından içseffeşt1rilmiştir. Zaten işin tehlikeli yanı ,da budur. O bakımdan Batı'nın yeni bir aydın!anma ve özgürleşme atılımı yapması bir ;zorunluluktur.· Ileri kapitalist Qlkelerde psikiyatri en revaçta bir tıp dalı olarak aranıyorsa, bunun temel nedeni, bireyin toplumsaf yabancılaşmayı en uç noktada yaşıyor olmasidır. Bu bunalımlı ve tıkanıklı or- · tamı aşamayanfar, ortama uyum sağlamayarılar hasta bir tip olarak soluğu ruh hastalıkları hekimlerinde alıyorlar. özetle, bugün en ileri kapitalist toplumlarda birey özgür değildir; tekel!erin korkunç egemenliği altında tek d üze bir konumu yaşıyor. Kürt bireyi, toplum ve tarih dışına itildiği, inkarcı ve imhacı bir tarih yaşatıldığı için burjuva · anlamda bile bir birey kimliğini · edinmedi, birey yaşamını tatmadı. Düzenin konuşan-canlı bir. eklentisi olmaktan öte bir konuma geçemedi. Demek ki, sömürge, ulusal yok oluşa giden ülkemizde eski bireyin l;>ugü.nkü konumunun öyle çekici, övünülecek, savunulacak bir yanı yok-

tur. Kölelik, kimliksizlik, aşağı!anma, açlık, baskı, göç ve her yönlü düşkünlükten başka bir şey vaadetmiyor. O halde bireyciliğin , bireyi liberalizm ~akış açısıyla yüceitmenin öyle tutar yanı, onurlu-soylu yanı yoktur, olamaz. Her kim ki ülkemizde, eski Kürt bireyinı, birey tipini yüceltiyor ve savunuyorsa, savunmaya çalışıyorsa, o, uşaklık ve

D

om

[E) Özgür Halk

kısaca bakalım :

Kurtuluş mücadelemizin ideolajik ve politik yapıfarının yanı sıra, toplumsal ve kültürel bo. yutfarı olduğu biliniyor. Yen·i tipte bir toplum, bu bağlamda kişilik, · insan tipi yaratma hareketidir UKM. Aynı zamanda sömürgeci ve , feodal-aşiretçi toplum biçimine, onun insan ve kişilik tipine, kültür ve değer yargıları na karşı yeni bir toplum biçimi, yeni bir insan tipi ve kişifiği, devrimci-ulusal bir kültür ve değerler sistemi kurma, adım

alması düşünülemez.

Düşürülmüş, tanınmaz hale getirilmiş, sömürgeci ve feodalaşiretçi yapıların oyuncağı haligetirilmiş Kürt bireyinin ayak-

ne

ları üzerine dikilmesı, yani sürüngenlikten kurtarılması. onurlu ve saygıdeğer bir kişilik, özgür bir b_irey konumuna yükseltilmesi ancak mücadelemiz sayesinde olabilirdi. Onun dışındaki yollar karanlık ve kölelik yollarıdır. Somut pratik de bundan başkası değildir. Bir aydınlanma, özgürlük, diriliş-direniş, çağı yakalama, kendi öz tarihini yazma, ve yaşama hareketi olan UKM, Kürt bireyinin yapısını ve konumunu çözümleyip aydınlattı. Onu nes. ne olma konumundan özne du-· ruma getirmek için her türlü devrimci adımı attı. Bu, Kürt bireyi için diriliş ve kurtuluş hareketi oluyor. Kürt bireyi kendini tanıma, çağ ve toplum içındeki yerini kavrama ve bu kavrayış temelinde özgürleşme (deyim yerindeyse insanlaşma) sürecine girdi. Yeni bir toplum kurma ve yaratma çabasının etkin bir ögesi olarak yeni tipte bir Kürt kişiliği geliştirme olayı, UK devrimimizin özüdür, varlık nedenidir. Bütün bu başarıların, yani, Kürt bireyinin kendini bulma, geliştirme ve özgürleşme, kimlik sahibi olma, tarihin öznesi olma süreci, örgütlü kavga ve yaşa­ mın dışında gelişme olanağı bulamaz. Kendiliğinden de olmaz-


tehlikeye karşı kendini güvence cadele içinde, böyle bir müca- , altına alabilir. Devrimci pratiği­ mız bu sözlerim izin en somut de!e ile Kürt bireyi özgür kişilik . kanıtıdır lirsokulabi sürecine sahibi olma . Burjuva liberalizmine göre, di. Tersi durumda, sömürgeci örgüt ve kolektiflik, birey ve ve aşiretçi-feodal kültür ve ideokişiliğini eziyor, bastırıyor, · onun a, ortamınd nya hegemo lojik sürünün üyesi durumuna düşü­ bunların ağır bombardımanı alrüyor. Bu kuru-sıkı bir demagojigüntında bireyin soluk alması; Sosyalizme ve örgütlü müdir. mümesi püskOrtm etkilerini cel cadele kavramiarına burjuva kün değildir. Bireyin ge !ı şme, saldırılarından başka bir şey deedindiği özellikleri koruma güğildir. Örgüt, kolektif yaşam, örmüve yaşam vencesi örgütl-ü gütsel ili şkiler, bireyi ezmek, silcadeleden başkası değildir. Esmek, sıradanlaştırmak şöyle ve · manevi maddi kinin dursun, yeni değerlerle, devrimduruolma egemenlik ve etkin ci ögelerle gelişme, kendini bulmu karşısında toplumun ve birema, yüceltme, özgürleşme olayin devrimci tarzda dönüştürül­ naklarını açıyor. Birey, örgÜtün ile, silahı örgüt mesi ancak veya kolektifin üyesi olarak, kiörgütlü mücadeleyle mümkünşiliğini geliştirme yetkinleştirme dür. Bu, işin abc'sidir. çok yönlü zen.çıinleştirme orve ve l toplumsa müş, Düşürül tamını buluyor. Orgütlü yaşam ulusal özüne yabancılaştırılmış, ile bireyin özgürleşmesi tam bir adeta kadavraya dönüştürül­ uyum içi'ndedir; çelişki içinde onur, kimlik, bireyine, Kürt müş değil. Örgütlü yaşam ile çeliözgür gelişme olanağı ve ortamı şen ise bireyin burjuva yapı­ sağlayan nedir, kimdir? Her_türlanması ve burjuva özellikleribaskıdan en, sömürüd lü kölelik, dir. Burjuva birey anlayışında, kurtuluş yolu açan hangi güç ve birey, özünde özgür değildir. harekettir? Bireyin düşünsel, GörOnOşte belki de öyle görüsiyasal ve k kültürel, psikoloji nüyor. Ancak özde, esasta, gergelişimi için gerekli ortamı açan bin bir bağla düzene çeklikte kimdir? Kürt bireyine özgür ı r. Bin bir maddi kılınmışt bağımlı yöne!.ona ve ufukları gösteren ve manevi ilişkinin tutsağı yapıl­ . tan hangi güç va harekettir? Bu mıştır; üretilen kültürel-ideolojik soruların cevabı çok açık ve tarafından fethedilmiş­ değerler ' kten, örgütlülü da nettir. Bunun tir. örgütsel yaşam ve mücad~le Özgürlük , zorunluluğun bilintarzından başka bir şey olmadı­ ise, birey yaşadığı çağı ve ci , mücaÖrgütlü açıktır. ğı gayet ·toplumun çelişkilerinin, ilişkileri­ delenin içinde yer alanlar, onunnin ve nesnel-öznel zorunla şu veya bu düzeyde ilişki lukların bilincine ulaştl'ğı ve bu özgürgelişme, içinçle olanlar bilinç çerçevesinde, doğrul­ leşme, kişilik ve onur sahibi oltusunda yürüdüğü ve bir yaşam ma şansını yakalayabiliyorlar; tarzını tutturduğu ölçüde özgürolanlar içinde örgütsüz yaşamın dür. Bu anlamda, bizim gibi ülda girdabın çürütücü düzenin ise kelerde bireyin özgürleşme şan­ çürümeye, silikleşmeye, ona ancak örgütlülükle yası . yem olmaya devam ediyorlar yaşam, ilir. Örgütlü kalanab yaşanan, e güneeld olgu, Bu onun çizdiği çerçeve (disiplin) çok açık bir gerçektir. özgürlük karşıtı değil, tam tersiKısacası düzenden devrimci ne özgürlüğü yakalama, özgürdüzenin iar, sağlayan kopuşu leşme ortamıdır. Devrimci detüm bağlarından kurtulmayı ba-

şamla kiş. iliğini geliştirebilir,

zenenerjisini açı­ yeteneklerini ı bunun Pratiğimi ilir. pekiştireb aç ık göstergesidir. Zaten en çok üzerinde yoğunlaştığımız konulardan biri de budur. Güçlü,

g inleşt i rebilir, tüm ğa çıkarabilir ve

sağlam, ;ıilitan kişilik ler gelişti­

om

dı. Örgütlü, sıkı disiplinli bir mü-

ww w

.n

et ew e. c

rildiği ölçüde devrimci mücadelenin gelişip-güçleneçeğini biliyoruz. Dı~vrimci örgı..it ve güçlü militah kişiiik birbirini karşılıklı olumlu yönde etkilerler. Bu iki ögeyi karşı karşıya koymak, çatışan iki olgu gibi ele almak, burjuva liberal bir anlayıştır. Devrimci anlayışta, devrimci özgürlük kavrayışında, özgür ve birey birbirini bütünleyen, güçlendiren kavramlardır. Bu konudaki pratiğlmize biraz daha bakalım: Kürt bireyinin yaşamı ve kişiliğini biliyoruz. Ortaçağ ilişkileri ve anlayışı altında ağanın, aşiret reisinin ya da devletin bir kulu, ,Kölesi konumundadır. Bu kurumlar karşısın­ da el-pençe divanedir. Bu kobir, kurtuluş tek numdan seçeneği vardır: UK kavgasında yer almak. Bu kavga örgütlü bir kavgadır. Işte bu örgütlü ortam kişiliği özgürleştiriyor; toplumsal yaşama, siyasal mücadeleye özgürce !5atılımını sağlıyor. Ve birey aşiretçi anlayışlardan, allş­ kanlık kalıntılarından kurtulabildiği ölçüde özgür katılımı gerbir çekleştirebiliyor. . Özgür birey, onurlu ve kimlik sahibi olarak saygınlık kazanıyor. Bu, ülkemiz bireyi açısından bir devrime işaret ediyor. Köle bir halk bugün serThildan'larla , dişe diş kavgalarla . kaderine sahip çıkıvor, özgür iradesini oluşturuyor ve konuş­ turmaya başlıyorsa, bu, onun tarihin sahnesine çıkışını, bir özne konumuna yükseldiğini, yani özgürleşme derecesinin ve yaşadığı devrimci demokratik dönüşümü, kopuşu ve ulusal dezengin depremin mokratik kapsamını gösteriyor. Toplumun ruhu-zihinsel yapı­ sı, kişiliği, demokratik ve özgürleşme sürecini çok rad ikal tarzda yaşıyorsa, bu gelişmenin altındaki gerçeklik nedir sorusu

şaranlar kişiliğini devrimcileşti­ rebiliyor; kişiliğin devrimcileş­

mesinin ilk koşulu budur. Devrimci kişilik (ülkemizde en asgari insani kişilik) örgütsel yaşam içinde gelişebilir; her türlü

ğerlerle yoğrulan , yabancılaşma

ve köleliğin bütün etkilerine karşı özgürlüğü içselleştiren, devrimci kişiliği yakalayan birey, örgütle, örgütlü yaşamla uyum - içindedir. Örgütle, örgütlü ya-


yanıtbulmal ıdır. Şu çok açık, bizde hiçbir şey kendiliğinden olmadı ; sıradan

sosyalizm kampanyasının bir boyutu olmasının yanı sıra; özel ·olarak 12 Eylül'ün en korktuğu kavramlar bu kavramlardır. Kendi sonlarını bu kavramların gerçeklik haline gelmesinde görüyorlardı. Bu korku öyle bir hal aldı ki, örgüt ve devrim sözcüklerini bile yasakladılar, kullanım­ dan çıkarmaya çalıştılar. Yerine "teşkilat" sözcüğünü koydular . Örgüt, örgüt bilincini beHeklerden silmek istiyorlardı. 12 Eylül, devrimci bellekleri silme ve kendi ideolojisini beyiniere enıpoze etme hareketi değil midir? -ülkemizde birey, kendi özgür gelişimini ve kişiliğini ancak UK mücadelesi ve onun örgütlülüğü içinde ifade edebilir. Bu anlamda bir kimlik edinebilir. Bunun dışında bir yaşam tarzı, bireyin ölümüdür, yani kimliksiz, düş. ~qnce ~ir yaşayıştır. Hareket ortam ı mız, özgür bireylerin irade ve eylem birliğidfr;' özgurleşme­ .nirı:şağlıklı zeminidiri · Ozgütlük, sınıfsız bit hareket serbestisi değildir. Öyle olsaydı, sE!rserileri, lümpenleri dünyanın 'Eln özgür insanları · saytnamız ·gerekirdi:' Oysa bu kat'agbrideki toplum kesimi, en sefil, en 'tortu •ve en tutsak kes ı mdir:Kap italiz­

nedenleri açımlamaya gerek yok. Birey-örgüt ve özgürlük kavramiarına genel bir yaklaşım, bu iki olgunun ilişkileri sorununa g:ınel bir perspektif geti -

et e

we .

co m

bir sözden :pratik bir gelişmeye, kimlik ve · kişilik dönüşümüne kadar bütün devrimci gelişmeler rebildiğimizi sanıyoruz . ve kazanımlar örgütlü, dişe diş ve soluk soluğa verilen müceSon bir nokta daha: Burjuva deleler sayesinde oldu. Toplum liberalizminin ipliğ i pazara çıka­ Vf! birey' düzeyinde onların kişi­ rılıp dünya ölçeğinde itibarı büli,k ve ruhsal · yapılarında yaratı­ yük darb-:ı yemiş olmasına karlan devrimci dönüşüm ve bugün şın; 1980'1i yıllarda daha zengin gelinen aşama, özgürleşme ile bir söyle11le atağa geçirildiğini . örgütlü yaşam arasır:ıda açık ve görüyoru:~. Burjuva liberalizmi dolaysıt ilişkiyi ' ortaya koyuyor. ve demol<ratizmi oldukça revaçZaten dikkat edilirse, ilk çıkı­ ta görünüyor. Sol saflarda yanşımız. sömürgeci ve feodalsımalarını ve yankıları nı buluyor. komprador düzenin tüm maddi Bu "başarısında" sosyalizmin ve manevi değerlerine, kültür de gerçekleşen kan kaybının, ve ahlak qiÇiriine, kişilik ve topbilinen sorunları yaşamasının lumsal ilişki ve değer yargıianna ve "çıkış" olarak da liberalizm topyekün blr savaş temelinde ve burjuva demokratizminden oldu . Bun~ _ ~arşılık, özgür ve medet umması ve ondan bazı bağımsız blr ülke, yepyeni · bir ögeler/kavramlar ödünç alması toplum ölÇimi 've yeni bir insan gibi ideolojik-politik etkenler rol tipini adım ?di_m kurma, geliştir­ oynuyor. En özet ifade ile ideome mücadeteslrıi koyduk. lojik- mücadele yarış ı nda burjuDışımızdaKi 'gruplar, çeşitli idva liberaliımi ve demokratizmi dialarla yqla çıkan küçükbir adım önde gidiyor. (Bu konu burjuva, • ' n:Hormist milliyetçi ı:(Ok kapsamlı çözümlemeleri gruplar Ve' likel-milliyetçi eğilim­ gerektiriybr. Biz konumuzia ilgili lerin, sömurgec1 düzen ve onun boyutlarına şöyle bir dokunmaktüm toplumsal vı:ı kültürel sola yetindik.) işte liberalizm ve nuçlarına karşı mücadele etme, demokratizmin dünya çapındaki köktand bir kQpuŞ ve yeniden rtılri dayattığı bir' tutsaklıK yaŞaideÖiojik atağı ve bir adım ilerde biçimlenrtıe diye - bir . dertleri ve mıdıronl~mnki!. . · oluşunun ideolojik yans ı maları , pratikleri olmadı. Onlar, hazır Sbl saflardaki etkileri görmezlikilişkilere, değerlere ve yapılara Bu noktada disiplin, örgüt ku-. ten gelinemez.' Hedef tahtasın­ dayandılar, oturdular. Dolayısıy­ ralları ve iradesi özgürlüğe karda örgüt ve örgütlü mücadelela mevcut yapi ve ilişkilerin bir · • Şıt bir du'rum olarak dayatrıa­ yaşam kav rar'nlarının bulunması yansıması · ve eklentisf olm'aktan maz.' Özgürlüğun (genel tanımı şaşırtıcı değildir. Toplumsal zekurtı;lamaöilar. · Yeni 'bir kişiilk ·gereği bu böyledir. Özgürlük min de buna otgun bir elverişli­ ve milita_n bir ·iip geliştirmeleri denen tJlay, 'ge1inen tarihsel 'gelik sunuyorsa, tehlike ' öaha da mümkün de~i!di : · - lişme aşamasında - ancak bu zobüyÜktür demektir. runlulukların bilinçte dışa vuruKısacası, özgür, onurlu, saymunda ve o çerçevede işte, günümüz dünyasında, gın kişil1ğimizi kavga içihde 'bulvarolabilir, biÇim kazanabilir. Türkiye'de ve ülkemizde burjuduk; buna gerçek anlamda yitiriTersi bir yaklaşım, özgürlüğün va liberalizminin ve demokratız­ len insani değerleri ve özellikleri sonu anlamına gelir. Özgürlük, minin çeşitli sol yansımaları ve bulma, onlara ulaşma; özgürancak zorunlu ' bazı biçimler (öretkilerine karşı uyanık ve tetikte leşme sürecr de diyebiliriz. Bu' güt-dls'lplin vb.) altinda varolabiolmak büyük bir önem kazanısüreç de · örgOtiO yaşam'dan lir, ·biçimlenebilir. Demek ki, ör- . yor. özellikle örgut, disiplin vb. başkası değildir. Yani en genel gütlü, disiplinli örgütsel yaşamı, · yaşamsal değerlere yönelik ideanlamı ile örgütlülük, insanliğın özgüdüğün karş-ısıi--ıda koymak , olojik-politik saldırılara karşı var olma tartı değil.midir? · · bir burjuv'a yanılsamasıdır. 'Bu güçlü bir donanımla, karşılık 12 Eylül'den sonra örgüt' kav·nesnel bir ioruı'ıl'uluktan kaynaverrriek onemlidir. En beltrleyici ramına, örgütlü yaşama, disipli' ğını alıyor. Keyfi bir öznelcilik olanı ise ideotojik-politik çabalane vö. ·g'etirilen saldırıların nede'veya - tercih ' değildir. Hayatın rı somut örgütsel yaşamlarda nini çok iyi biliyoruz. Dünya pratiği, devriminiizin kızgın pradile getirmektir; en temelli yanı­ çapında geliştirilen antitiği bu'nu· doğruluyor. Siyasal tımız da budur. f

ww w. n

ı,

'

.,


KURB AN

mutlaka bulundur yanında

Gider derim ki "he" kurban bir adam doğmuş büyümüş Sonra bir varm~~Ş ·bir yokmuş

birkaç kitap eksik etme günlük sporunu da unutma kurban.

Önce kavga sonra mapi.ıs ve yıldızlar ve sonra ışık her taraf

· Şiir yazınarn deme şiir de yazacaksın

başucunda

Kanı kan neden çeker bulutlar sarhoş olur mu hiç insan ekilir mi güneşe mapusta neden çimen yeşerrnez avuç dolusu.özlem kokar gökyüzü mapusta gökyüzü, ahan bir avuçtur kurban

co m

unutma Ş-İ-İ-R. Ve resim çizeceksin belki bir gün bir güvercin resmi çizersin balonlarla uçurursun güneşe

ve gecenin birinde bir annenin sesienişini duyarsın: "dayan oğlum, dayan kızım dayanın direnişçiler

cesedinizi öpmek kötü değil ama. yeter ki öpüşlerim bomboş gecey e değmesin"

Olacak şey değil ya birgün dışarı çıkarsam eğer gider derim ki "he" kurban bir adam doğmuş büyümüş sonra bir varmış bir yokmuş, önce kavga sonra mapus ve yıldızlar ve sonra ışık her taraf

et e

Orda hasret orda toprak orda çiçek demiyeceksin Bazı şeyleri hepten unutacaksın ilk çocukluk sevdalarım hani gençliğim nerede demeyeceksin '

Sevdalanırken

ama bu hava bu şehir ve bu insanlar neden bu kadar çok ağır ağır ağır gider tren geceleri kurban .

İdris GÜZEL

ww w. n

.Ha~ Unuttum demeyi Yeşile hiç bakma kurban bir de baharda kendini koru bahar da mapus zor gelir adama Hani kuş gelirk onar ya çauya Sevda getirmiştir bakma sen ona -B ir des te nergizi kokla yeter sana.Dedim ya kurban gözyaşlan biraz sıcak olur. Dokuz yıl g~lir dayanır tutsağın yüre~ne

yine de seveceksin aina Bu iyi bu kötü diyeceksin

Varsın kır düşsün saçiarına

ne çıkar. · Bak F)listinli bir çocuk ı siyonizmle savaşta ülkernde gençleri öldürüyorlar bunları düşünmelisin kurbai'r.

Mapus bu, ben de tutsağım demeyeceksin bil' kalem

Gerilla ya Çakallar farkına varmaz Çocukluk kafasıyla Karıştır m ış san tarihi Gönül vermişsen Halkların kardeşiiğine

Pusulara resmi çizilmiş Bir kaçaksın artık Kimsesiz bir ulanu olarak Hep ölümsüzlük peşinde Sönmeye tutuşmuş Berrak ateşler . Amansız sevda Bir hırs, kin, yök renginde Yürürken Kızıl, yeşil, sarı 'lı bayraklar Tanık değil küfürlü ağızlar Dudaklarından bana uzanan Yayılmış ölümsüzlüğü gördüm Bayrak bayrak

we .

Gider derim ki ey buz tutmuş deniz, mezarsız ölü Gider derim ki ey sarı kır çiçeği, uğurböceği, ceviz dalı, harman sapı Bu hava bu şehir neden bu kadar çok sevdalı

Sen ki Ege'nin köpük saçlı güzeli Kadınımsı haylaz Tanrısal adla Altın ve kadına koşan Barbarlar içinde

1

rengini

Fırat bu Kızdırırsan zırnık koklatmaz Oysa bedelsiz gözyaşıdır Her damlası

Her yürek atışında Büyük aşklar yaşamış Bağlar büyütrtıüş

Zozan yeşilinde Seyrederken

Bakışların yığıldığı aynı Kan tüküren şarkılar

yollan '

Set çeker

Buğular pencereınİ Kurşuna dizilifeesine

PUSU LARA .

RESMİ ÇİZİL::VIİŞ KAÇA K

Drrilişi dayatmasıyla

ülkemin sızıları · Boylu boyunca l,Jmursamaz Ci i!eri DÖrde bölünür Yediği şamar ezelinden

Güzelleşir Uzanır

Susması

Van Gölü durgunluğunda Sessiziiili Nazlı gclin edasında Gömer başını . Karapfil kokan toprağa Dilim varmaz anlatmafi:a sevdieeğim

Fırat'ın pınltısı Gözlerine çal mı ş

~

Göğsün denizine dü~tüm Dağ kışlarının Zemheri fırtınasında

Bedenimi kemiren insan ,uğultuları Bu dehşet yolun yokus uyum ben Uzun yolculuk olur Sana ulaşmak Güldükçe göz bebeklerinde 1\emli umudun Tarihi ateşimiz kadar eski olan Bir halk scrhıldanıyla Doğurur kendini ~asret ezgisi olur gerillanın · Işte ben bu coşkuda Yi ten bir yolcu)·um Sen duyarnazsın beni Kendi başına Agit Rüşdi YORG UN


.c

we

te

ne

w.

ww om


co m we . et e w. n

ww

"Bu insan

çağilkianna

unutmayan"

Eskişehir-Aydın direnişi

MELSA Yayınları , \:JusJafakemalpaşa Cad . No: 17/9, Aksaray- İstanbul


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.