Kızıl Dayanışma Yayınları Kitap Serisi: 5 Makaleler: 1
Ahmet Metin
FAŞİME KARŞI
DİRENİŞ
KIZIL DAYANIŞMA
Kızıl Dayanışma Yayınları 1 QILABAN KATLİAMI 2 28 Kanunisaniyi Unutma Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını Unutma 3 Devrimci Mücadelede Kadın 4 İşçi Sınıfı “Kürtleşmesi” ve Ulusal İstihdam Stratejisi Temel Demirer
İÇİNDEKİLER Önsöz .................................................................................... 7 Garip Neşet'in Cenazesinde de Devletçe Tepindiler! ................ 11 Balyoz Davası Sonrası Yeni Darbe Hazırlıkları! ........................ 15 Bingöl'de devletin kirli linç oyunu sürüyor .............................. 22 Bingöl'de 9 Asker Öldü Sorumlusu Devlet! .............................. 27 Hatay Halkı Direndi Destekleyenler ve Desteklemeyenler! ........ 31 Faşizme Karşı Direniş İnsan Olma Sorunudur! ........................ 37 12 Eylül Faşizme Karşı Direnenlerce Yıkılır! ............................. 44 Günde 5 Liraya Çocuk İşçiyi Sevinçle Karşılayan Faşizm! ......... 50 25 Asker öldü Diye Devlet Geleneği Hediyeler Verildi! ............. 54 Hesabı sorulmamış linç 6-7 Eylül! ........................................... 60 Enis Berberoğlu'nun Kanlı Plastik Çiçekleri ve Barış! ................ 65 Suriye'ye Karşı Süren Savaş Bütün Halka Karşıdır! .................. 71 Çocuk Tecavüzcüleri ve Utanması Olmayan Aileleri! ................ 75 Üniversite Harçları Kalktı, Paralı Öğrenime Devam! .................. 81 12 Eylül Darbecisinin Sağlık Sorunu Korkuları! ........................ 88 Muhbirler Cumhuriyeti ve Facebook'ta Abdullah Öcalan Resminin İhbarı! 92 Faşizme Karşı Her Yerde Her Araçla Direniş! .......................... 97 Antep'te Bomba Halka Karşı İktidarın Yeni Saldırı Aracı! ........ 102 Antep Patlaması ve Faşizmin Çıkmaz Yolu! ............................ 106 AKP Üye Listelerini Saklayın! ............................................... 114 RedHack'e Reddiye Düzenlere Gönderi! ............................... 119 Sürgü’de, Maslak’ta Linç Saldırısı Devlet İşi! ......................... 139 Suriye ve Savaş Çığlıkları Atanlar! ........................................ 145 Sadece Egemen Medyayı İzliyorsanız ya Aptalsınız ya da Alçak! .......... 150 RedHack Hukuk, Hukuk Dışılık ve Hepimiz Redhack'iz! ........... 156 TOKİ Samsun'da İnsanları Bilerek Öldürdü! .......................... 166 Medyanın Suriye'ye "Kirli" Savaşı! ........................................ 170 Savaş İsteyenler ve Direnenler! ........................................... 177 İslami Bisiklet mi, İslam'ı Parası Olana Uydurmak mı? ........... 183 "Allah'ım KPSS'de Güzel Netler İhsan Eyle!" ......................... 187 Genelkurmay Başkanı, Fatih'teki Linçci Polisler Gibi! .............. 193 Van, THY, AKP, Urfa, Direniş Büyümeli! ................................ 198 5
Urfa'da Yoksula Ölüm İstanbul'da Şeyhe İmar Yağması! ........ 204 Hava-İş Grevi Kırıcısı Rolünde Medya Yalanları! ..................... 208 AKP Hulusi Abi mi? ............................................................. 213 Roboski, Kürtaj, THY Grevi, Akıl ve Vicdan! .......................... 218 Redhack Buldu İçişleri Bakanlığı'nın Irak İşgaliyle İlgisi Ne! ... 222 İçişleri Bakanı Uludere Katliamı Güvenlik Güçlerinin Tecrübesi Dedi! ... 226 17 Mayıs 2010'da Zonguldak'ta 30 Madenci Öldü! ................. 231 Redhack, BTK'yı Hackledi Pokemon Çıktı! ............................. 237 Aranan Kan Redhack ve Sosyal Medya Haber! ...................... 243 Redhack ve Yeni Dönem Mücadelesi! ................................... 248 Mehmet Ağar'ı bu kez Cumartesi Anneleri "ziyaret" edecek .... 262 %65 Darbede Sokağa Çıkacakmış Ne Duruyorsunuz Sokağa Çıkın! ... 265 8 Mayıs Faşizmin Diz Çöktüğü Gün! ..................................... 270 5 PKK'li Öldürüldü Irkçılar Sevinç Çığlıkları Atıyor! ................. 273 Düşkünleşen Düşmanlar. .................................................... 275 Denizler İçin Devrimci Mücadeleye ...................................... 278 1915 Ermeni Katliamı Bitmedi Sürüyor! ................................. 280 İşçi Ölümleri, Suriye, Darbeciler ve Direniş! ........................... 286 Açlık Grevleri ve Sessizlikle Kuşatılmak! ................................. 291 Öğretmen İntiharları, İşçi Ölümleri, Teşvik Paketi! ................ 294 Kütahya, Emet'teki Linç Çeteleri Devlet İşi! .......................... 298 İnternete Sansür Gerçeği Öldürmek İstiyorlar! ...................... 304 Taksim'de Hocalı Katliamı'nı Bahane Eden Faşist Sürü! .......... 308 MİT Krizi, Darbecilerin Krizi! ................................................ 312 MİT, SAVCILIK, AKP, Darbeye Direnin Yıkılacaklar! ................ 318 Hrant Dink ve Kapolardan Biri Etyen Mahçupyan! .................. 322
6
ÖNSÖZ Faşizme Karşı Direniş adıyla ortaya çıkarılan derleme ekitap 28 Eylül 2012 ile 3 Şubat 2012 tarihleri arasında kizilyildiz.org sitesinde yayınlanan 58 makaleden oluşturuldu. Sekiz aylık gündeme dair yazılar güncel konular hakkında sıcağı sıcağına değerlendirmeleri içermekte. Kitap son yazıdan ilk yazıya doğru oluşturulurken sekiz ay boyunca gündemdeki konuların da yeniden bir hatırlatmasını yapmayı amaçlamakta. Hafızası kısa süre içinde silinen ve hatırlamakta zorlanan bir toplum modeli oluşturulmak istenmekte bu toplum modelinin bilimsel bir bakış ve gerçeğe dair doğru ve sağlıklı düşünmesi mümkün olmamakta. Buna karşın gerçeği anlamak ve sağlıklı bir dünya görüşü edinebilmek ise unutmamaktan geçmekte. Bu ekitapla en yakın geçmiş olaylarının bir kez daha anımsatılmasında yardımcı olunacağı umulmakta. Sekiz aylık süre içinde ülke gündemini meşgul eden en temel konu hayatları, hakları ve insanlıkları için mücadele edenlerle bu mücadeleye yönelik faşizmin saldırıları oldu. Devletin sürdürülemez tıkanıklığını aşmak için faşist devlet modelinin “yenilenmesi çalışmaları toplumun her kesimini 7
derinden etkiledi. Devletin faşist biçimini sürdürme girişimlerine karşı çoğu zaman güçsüz kalan direnişler oluştu. Ancak bu direnişler ne kadar güçsüz oluşursa oluşsun toplum tarihinin en önemli olayları olmayı hak etti. Makaleler boyunca temel olarak devlet biçiminin uzun yıllardır faşist bir yapılanma içinde olduğu işlendi. Faşist devletin düşük yoğunluklu iç savaş üzerine inşa edildiği ve bu düşük yoğunluklu savaşı sürdürmek için sürekli olarak farklı özellikler taşıyan darbelere başvurduğu gösterilmeye çalışıldı. AKP eliyle darbe yapıldığı konusu makaleler içinde en önemli yeri işgal etti. Bu darbenin özellikleri ve bu darbeye devletin neden gereksinim duyduğu anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışıldı. Devlet mekanizmasının faşist olmasının ne anlama geldiği ve toplum içinde nasıl bir şiddet mekanizması kurduğu incelenirken devletin devamlı olarak başvurduğu yönetim araçlarının neler olduğu ortaya koyulmaya çalışıldı. Her devletin yönetim biçimi şiddettir. Devlet faşist biçimlenmedeyse bu şiddetin biçimleri daha vahşi ve sinsidir. Bu şiddet yönetimi ve bunun topluma yansıması toplumsal işleyişin temel gerçeğidir. Bu gerçek ülkede vahşet boyutunda yürütülmektedir. Toplumun hemen her alanına yayılmaya çalışılan bir faşist organizasyon oluşturulmuş ve organizasyon sürekli olarak devletin egemenlik aracı olarak işletilmiştir. Bunun son sekiz aylık serüveni makalelerde ortaya koyulmaya çalışıldı. Makaleler boyunca ele alınan her konuda faşizme karşı direnişin neler olduğuda işlenmeye çalışıldı. Faşizme karşı direniş geleneği zayıf olan bir ülkedeyiz. Daha doğrusu faşizmin uzun yıllardır devlet biçimi olarak var oluşundan yılgınlığa kapılmış ve bu yılgınlıkla korkuyu içselleştirmiş geniş 8
kesimlerin varlığı bir gerçeklik olarak ortada durmaktadır. Bu geniş yılgın kesimlere rağmen faşizme karşı direnen insanlar ve kesimler de her zaman olmuştur. Direnişin taşıyıcısı olan bu insanlar ve kesimler bu ülkede insanlığın onurunun ve insan olmanın taşıyıcılarıdır. Bu yanıyla bakıldığında geleceğin tarihçilerinin ilgileneceği tek kesimde bunlar olacaktır. Faşizme karşı direniş bu ülkede tarihi boyunca olmadığı kadargüçlü bir çıkışın emarelerini de taşımaktadır. Bu direniş hareketi çoğunlukla Kürt hareketi, işçiler, öğrenciler, kadınlar ve siyasi baskılar karşısında boyun eğmeyen kesimlerden oluşmaktadır. Daha çok alışılmış hayat biçimlerine dokunulmadığı ve bunu sürdürebildiği yerde her tür dayatmaya va baskıya karşı sessiz kalan geniş kesimler kendilerine yönelik doğrudan bir girişim olmadığı sürece direnişe katılmamaktadır. Toplumda sıkça yapılan darbelerle de pekiştirilen dayanışma karşıtı bir kültür devletin en temel dayatmalarındandır. Sorunu olan her insan veya kesim sorunuyla başbaşa kalmaya devam etmekte bu soruna yönelik dayanışma hareketlerini görmemektedir. Dayanışma ve birlikte mücadele kültürü en gelişkin kesimi bu ülkede doğal olarak sosyalistler oluşturmaktadır. Uzun yılların mücadele birikimine sahip olan sosyalistler ulaşabildikleri ve güçlerinin yettiği her yerde toplumsal sorunlarda dayanışmayı hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Ortak direniş kaygısını taşıyan ve bunu hayata geçirmeye çalışan tek kesim olan sosyalistlerin en temel sorunu ise güçsüzlükleri ve bunu aşmak için gösterdikleri çabada yetersiz kalışlarıdır. Bir dünya yıkılır ve yenisi kurulur. Sosyalistler faşizme karşı mücadelede her zaman en önde olmuşlardır ve hala da öylelerdir. Bu mücadeleleri karşısında uzun yıllardır toplumda oluşturulan körleşme ise artık kırılma aşamasına gelmektedir. Sosyalistlere yönelik oluşturulan devletçi önyargılar artık eskisi gibi işlememekte ve toplumda daha çok ses olabilmektedirler. 9
Faşizm varlığını devam ettirmek için sürekli olarak yenilenen bir kitle tabanına ihtiyaç duyar. Bu kesimleri kendine bağlamak için ise insani kirlenmeyi zorunlu bir hal olarak dayatır. Devletle içiçe olan ve onunla şu veya bu düzeyde ilişkisi olan herkesi insani olarak kirletip bir suça ortak eder ve böylece tehditle, şantajla varlık bulur. Ülkemizde de farklı bir biçim yoktur. Devletle ilişkisi olan ve bu doğrultuda bir hayat sürdüren herkes insani kirlenme altındadır. İşkenceci olmadan polis kadrosunda durmak zordur veya devletin bir alanındaki ekonomik ilişkilerde yapılan yolsuzluklara karışmadan ondan nemalanmadan var olabilmek mümkün değildir. Şu an AKP eliyle oluşturulan darbeci yapı her darbenin ikli işleyişine uygun yol almaktadır. Kendisinden olanlarla yağma ve talanlara devam etmekte. Kendisinden olmayanlara karşı ise baskı, şiddet ve dayatmaları tek yol olarak görmektedir. Makaleler boyunca toplumda derin bir cahilleşme ve her tür bilgilenmenin yıkılışı da işlenmeye çalışılmıştır. Faşist devlet biçiminin baskısı karşısında savunmasız kalan insanların cahil kalmaya sığınması ve bu bilgisizlikle toplumsal olaylara yönelik müdahaleci hallerinin yarattığı trajedi sürekli gündem olarak işlenmiştir. Bilgisi, geçmişi, insani özellikleri yıkılmak istenen bir topluma faşizme karşı direnişi tekrardan hatırlatmak uzun soluklu bir mücadeleyi gerektirmektedir. Makalaler boyunca faşizme karşı mücadelenin bir insan olma sorunu olduğu sıkça işlenmiştir. Makalelerden oluşan bu e-kitapların devamı gelecektir. Unutturulmak istenen geçmiş ve mücadele yeniden yeniden anımsatılmaya çalışılacaktır. (30 Eylül 2012) 10
Garip Neşet'in Cenazesinde de Devletçe Tepindiler! Bu ülkede devlet geleneğidir her tür cenaze üzerinde tepinilir ve ölümlerden çıkar devşirilir. Gaip ozan Neşet Ertaş'da bu tepinmeden fazlasıyla nasibini aldı. Utanmadılar ve "devlet sanatçısı" ünvanını reddeden bir ozana cenaze töreni yerine halkı korkutan, korumalı, devlet erkanının reklam amaçlı boy gösterisi düzenlediler.
Halk ozanı olmakla öğünen ve bundan başka da bir derdi olmayan bir garibin cenazesi, garip ünlenip herkes tarafından sevilen biri olunca bedavadan reklam kampanyasına dönüştürüldü. Alevi olduğunu bilmeyenin olmadığı ozanı "vasiyetinde öyle bir şey yok" diyerek camide törenlediler. Dini tören denemez çünkü camilerde düzenlenen dini törenlere bile uygun hareket edilmedi. Başbakan konuşma yapacak diye cemaatten hellallik istenemedi, camide mevki makam ayrımı olmaz herkes eşittir düsturu unutuldu ozanın sevenleri devlet erkanı rahat etsin diye barikatlar arkasına konuldu. Polis tehditleriyle ozanın sevenleri barikat arkasında tutuldu. Yetmedi ozanın cenazesi belediyenin reklam panosu oldu cenaze süresince belediyenin reklamı ortalıkta dolandı durdu. Yetmedi, Başbakan dini merasimin tamamlanmasını beklemeden konuşmaya başladı. Çok duygulandığını öğrendik Başbakan'ın. Neşet Ertaş'ın cenazesi Başbakan'ın ağzından AKP eliyle yürütülen ve bu ülke halklarına kan ve göz yaşından başka bir şey getirmeyen "birlik ve beraberlik projesinin" aracı yapıldı. Devlet erkanı koruma duvarları arkasında, güvenlik ve rahat içinde Neşet Ertaş'ın cenazesi üstünde tepindikçe tepindi. Ne kadar çok tepinirsen o kadar çok göze girersin diye düşünen bütün devlet erkanı ve yanaşmaları bu tepinmeye meşreplerince katıldı.
Cenazeler üstünde tepinmek ve çıkar devşirmek bu devletin geleneğidir. Her asker cenazesinde bir mizansen sahnelenir cenaze başında nöbet bekleyen asker vakur bir kaç damla göz yaşı döker çoğunlukla bir assubay onun gözyaşını beyaz bir mendille siler ve bu biçimde basına poz verilir. Bu sahnenin cılkını çıkardılar ama hala devam ettiriyorlar. Askerleri engelleyebilecekleri ölüme bilerek yolluyorlar ve onların cenazelerinde duygulu devlet mesajı vererek tepiniyorlar. Yine böyle bir cenaze töreni geçenlerde yapılmıştı. Cola ve dondurma firmalarının "mutluluğu paylaş" reklamları arasında göz yaşı döken asker onu silen assubay sahnesi itinayla sergilenmişti. Utanmamışlardı bu durumdan. Askerin ailesi ne kadar itiraz ederse etsin buna devam etmişlerdi Afyon Valisi ve Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel 25 askerin öldüğü patlamanın ardından hediye törenleri düzenlemişler ve Afyon Valisi bunu gayet doğal bulmuş, Genel Kurmay Başkanı'da rutin bir uygulama olarak açıklamıştı. 25 gencin ölüsü üzerinde tepinmenin keyfine varmışlardı.
Devletin geleneği ölümler üretmek ve bunlar üzerinde tepinmek olunca her şey mübah hale gelmekte. On binlerce insanın öldüğü düşük yoğunluklu bir Kürt savaşı sürdürülüp duruyor. Bu savaşta ölenlerin cenazeleri üstünde tepinmekten keyif alıyorlar ve sürekli olarak bizden şu kadar, onlardan bu kadar kişi öldü demeye bayılıyorlar. Ölümleri durdurabilme şansı var hem de çok yüksek bir şans, bunu ölümler üstünde tepinme ayinleriyle varlık buldukları için reddediyorlar. Başbakan'ın, bakanların, askerlerin kısaca devletin tüm kademesinin ve devletçi tüm ağızların her konuşmalarına bakın içinde mutlaka ölümler üzerinde tepinme vardır. Ölümler üzerinde varlık bulan, düşük yoğunluklu iç savaşla hayat bulan bir devlet mekanizması devam edip gitmekte. Ölümler üzerinde tepinmelerinde hiçbir sınırları ve utanmaları da yok. Tek güvendikleri ise bu tepinmelerini "vatan millet" uğruna yaptıkları yalanlarına inandırdıkları geniş kesimler. Neşet Ertaş garip ozan. Garip geldi ünlü olunca garipliğini sömürenlerle cebelleşemedi bile. Ölümünde de üstünde tepinenlere gücü yetmedi. Ünsüz bir garip ölünce cenazesine çok az insan katılır. Ünlü garibin cenazesine çok kişi katıldı az insan vardı. (26 Eylül 2012)
Balyoz Davası Sonrası Yeni Darbe Hazırlıkları! Emekli ve muvazzaf askerlerin yargılandığı, 250’si tutuklu 365 sanıklı Balyoz Davası’nda mahkeme kararını verdi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ı önce 'ağırlaştırılmış müebbet'e ardından da 'darbeye teşebbüs' olduğu gerekçesiyle 20'şer yıl hapse mahkum etti. Mahkeme Heyeti, Orgeneral Bilgin Balanlı, Koramiral Abdullah Can Erenoğlu, Tümgeneral Gürbüz Kaya, MHP Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Orgeneral Ergin Saygun ve emekli Albay Cemal Temizöz'ün de aralarında bulunduğu 78 sanığa ise 18'er yıl hapis cezası verdi. Davada yalnızca 34 kişi beraat etti. 15
12 Eylül 1980 faşist darbesinin iki general eskisi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya 12 Eylül Davası'nda güya yargılanıyorlar. Elbette bu davada 12 Eylül yargılanıyormuş havası da estirilmeye çalışılıyor ama bir türlü bu yargılamaya yönelik bir adım atılmıyor, atılamıyor. Darbeci general eskisi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya her yönüyle bu davayla dalga geçmeye devam ediyorlar. Her iki general eskisi de mülti milyonner oluşlarıyla ekonomik faaliyetlerini rahatça sürdürüyor, günlük yaşamlarında her tür isteklerini yaparak "son günlerini" keyif içinde geçiriyorlar. Çevrelerine kurdukları etki ağıyla da 12 Eylül Davası güldürüsüyle dalga geçiyorlar. Darbeyi yapanlar yargılanamıyor. Darbe yapma teşebbüsündekiler "Balyoz"dan mahkum oluyor.
16
BALYOZ DAVASINDA MAHKUMİYET NE ANLAMA GELİYOR 2000'lerin başında devlet kuruluş yapılanmasıyla ve uygulamalarıyla devam edemez bir hale gelmiş ve tıkanmıştı. Devleti "yenilemek" adına bir ABD projesi halinde AKP "ortalık malı" olarak piyasaya sürüldü. 2000'lerin başında piyasaya sürülen AKP, devleti "yenileme" projesinde kişisel çıkarının nerede olacağının kokusunu almakta ustalaşmış tefeci, tufeyli takımı tarafından sahiplenildi ve ülkedeki "sağcı, dindar" oyların temsilcisi yapıldı. Devlet kirli ve içinden çıkılmaz bir geçmişe sahip. Devlet kademesinde yükseldikçe bu kirli ve girift oyuna kapılanların suçları içinden çıkılamaz bir hal almakta. "Devlet adına" diyerek yapılan uygulamaların hemen hepsi yukarıdan aşağıya kadar birbirine "kader bağlarıyla" ilişkilendirilmiş suçlularca uygulanmıştır. Halkın geniş kesimlerinin
17
devletin içinden çıkılmaz kirli geçmişine yönelik tepkisi bir sistem karşıtı akıma yönelebilme ihtimali taşırken bu ihtimali ortadan kaldıracak son insanlık suçları da işlenmişti. 1990'lı yıllardaki işkenceler, köy yakmalar, gözaltında kayıplar ve 19 Aralık 2000 cezaevi katliamı insanlık suçlarında yer alan devlet kadrolarının son vahşet uygulamalarıydı. Bu suçlardan bugüne kadar yargı karşısına çıkarılan ve mahkum edilen tek bir suçlu bulunmamakta. Elbette bu suçları işleyen "devlet görevlilerinin" yer aldığı her hareket ve kurum halkta dinmeyen nefretin kaynağıydı. Bu suçlulararın karşısında sistem karşıtı akımlara yönelik akış vahşetle durudurulmaya çalışılırken sistem kendini yenilemek için AKP'yi piyasaya "ortalık malı" olarak sürdü. "Ortalık malı" denmesi bir aşağılama ve hakaret anlamı taşımamakta aksine durumu özetleyen tam yerinde bir tanım olduğu için kullanılmakta. AKP, ideolojisi sadece devleti "yenilemek" olan ve devletle içiçe geçmiş kişi ve kesimlerin hepsini içinde barındıracak bir projeydi ve hala da öyledir. Ertuğrul Günay gibi tanınmış "sosyal demokratlardan", ipten kazıktan kurtulmuş faşist katillere, din bezirganlarına, Hasan Celal Güzel gibi siyasetin palyoçalarına kadar herkesi içinde barındırabilecek ortalık malı bir yapı AKP'yle oluşturuldu. Bıktırıcı bir ABD projesi olan Menderesli Demokrat Parti, Demirelli Adalet Partisi, Kenan Evrenli Cunta, Turgut Özallı ANAP'la uygulanan yöntemin tekrarı AKP olarak piyasaya "ortalık malı" olarak sürüldü.
Sistemin insanlık suçlarıyla tanınmış katiller sürüsü "devlet adına" işledikleri suçların karşılığı olacağını düşündükleri devlet kademeleri ve ekonomik olanaklardan uzak tutulmalarını sindiremediler. Mehmet Ağar gibi bir insanlık suçlusu parti başkanı olup istediği devlet olanaklarından uzak kalışına isyan edip siyaseten devlet olanakları üstüne işlediği suçlar nedeniyle hak iddia etmeye yöneldi. Mehmet Ağar, AKP eliyle devleti "yenilemeyi" hedefleyenlerce Susurluk Davası'ndan ufak bir ceza verilerek tehdit edilip devre dışı bırakıldı. Mehmet Ağar aldığı "devlet terbiyesi" gereği bu cezanın sadece bir uyarı olduğunu ve köşesinde oturup, ortalıkta görünmeden elindekiyle yetinmesi gerektiğini gördü ve AKP'ye methiyeler düzmeye başladı. Aynı şekilde devletin her tür insanlık suçlarına karışmış ve bu suçları işlerken devlet görevi yaptığını iddia eden askerler de yaptıkları devlet görevleri gereği olarak hakları olan mevki, ekonomik güç vb elde edemedikleri için bildikleri yöntemle devreye girdiler. Darbecilik bu devletin yönetim kademeleri içinde yer alan herkesin kanına işlemiştir. Askerlerin darbeciliği kronik bir hastalıktır ve bu hastalıklarıyla ellerinden alındığına inandıkları hakları olduğunu düşündükleri mevki ve ekonomik gücü elde etmek için darbeciliğe soyundular. Eğer bu darbeci askerler ABD'nin gözüne girecek kadar başarılı ve becerikli olsaydılar belki darbeciliklerinde daha ileri de gidebileceklerdi, ancak beceriksiz, kişisel çıkarından başka bir şeyi gözü görmeyen korkaklar sürüsü oldukları için darbecilikleri sadece girişim olarak kaldı.
Balyoz darbecilerinin bir çoğu işkence, faili meçhul cinayet ve insanlık suçları sanıklarıdır. Bu suçlardan bir tanesi bile yargılanmadı. Sadece girişim aşamasında bıraktıkları darbeciliklerinden yargılandılar ve mahkum oldular. Mahkum oluşları tam bir hukuki garabetti. Yargılama içinde insanlık suçlusu darbecilere kapılmış "mahallenin safları" da vardı. Yargılamada hukuk değil sadece keyfiyet egemen oldu ve darbeciler yaptıkları insanlık suçlarından değil darbe girişiminde bulunmaktan kısa süreli cezalara mahkum oldular. (kısa süreli çünkü bu ülkede taş attı diye yargılanan çocuklar bu darbecilerden daha ağır cezalara çarptırılıyorlar)
ARTIK DARBE OLMAZ MI? Bilmeyenlere bir kez daha duyurulur bu ülke 2011 Haziran seçimlerinde "sağcı oylarla" onaylanan AKP eliyle yapılmış bir darbe idaresi altındadır. Bu darbenin içinde askerlerde yer almaktadır. Kendi kurmaylarını istifaya zorlayan oyunlar tezgahlanmış ve darbeci yeni generallerle AKP içiçe geçmiştir. Bu AKP darbecileri iktidarı, son dört yılda 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin öldürme, işkence, gözaltına alma, tutuklama, temel hakların ihlali, halk üzerinde 20
baskı ve dayatma politikaları vb suçlarıyla yarışır hale gelmiştir. İçlerinde sadece vitrine çıkan "sivil" unsurlar yoktur, askerler ve bürokrasinin bir çok kesimi bu darbeciliğin failidir. Devlet oluşum ve yönetiminde darbeci geleneği köklü olan bir ülkeyiz. Darbesiz bir yönetim biçimini beceremeyen bir korkak ve paranoyak bir egemenler kesimi yer almakta. Bu kesim her an yeni darbelere olanak hazırlayacak işlerle ilgili. AKP eliyle darbe yapanların kendisine rakip gördüğü veya rakip olacağına inandığı sistem içi unsurlara yönelik yürüttüğü cadı avı ve karalama faaliyetine rağmen sistem kendi içinde darbeci yeni habis urlar doğurmaya devam ediyor. Devlet oluşum ve yönetim biçimi ancak darbecilikle hayat bulabiliyor. Yeni yeni darbe girişimleri alttan alta pişirilmeye çalışılıyor ve "uygun ortam" kolluyor. AKP eliyle darbe yapanların sürekli olarak "basına ayar vermeye" çalışmalarında darbeciliğe zemin hazırlandığına yönelik paranoyaları önemli bir yer tutuyor. Şu an askerin, bürokrasinin, siyasetin kirli odalarında yeni yeni darbe urları geliştiriliyor. AKP eliyle darbe yapanların ömürlerinin iyice kısaldığı artık gün gibi açık ve herkes bu darbecilerden sonrasına hazırlanmaya çalışıyor. Yeni darbecilik meraklıları kirli kuytularda hazırlanırken elbette bu halkın karşılık vereceğini hesaplamadıkları da bir gerçek. Her tür sistem içi çözümün tıkandığı bir aşamaya gidilirken sistem içi her tür darbeci çözüm bu ülkede tam bir kan deryasına neden olacaktır. Sistemi yıkacak faşizme karşı direniş, AKP eliyle darbe yapanlara da yeni yeni darbe planları ısıtanlara da karşı tek insani çözüm olacak. (24 Eylül 2012) 21
Bingöl'de devletin kirli linç oyunu sürüyor. Yaklaşık bir aydır bingöl'de Kürt özgürlük hareketine yönelik bir devlet operasyonu yürütülüyor. Devletin her zaman başvurduğu kirli ve kanlı bir oyun, artık Bingöl'de açıkça sahneleniyor. Her tür yasanın, kuralın hiçe sayıldığı bir linç oyunu devam ettiriliyor. Bir kaç haftadır BDP Bingöl İl Başkanlığı binasına yönelik kentte palazlandırılıp beslenen faşist bir güruh değişik bahanelerle saldırıyor, linç girişiminde bulunuyor. Linç saldırısını düzenleyenler Bingöl MHP ve Ülkü Ocakları'nda organize olan bir faşist güruh. Bir çoğu Kürt olmak yerine Türk olmayı daha faydalı bulan devletin yanaşmalarının çevresi. Bu çeteleşme kontrgerillanın kontrolü altında linç faaliyetlerine sokularak devletin her tür kirli işini yapmaya hazırlanan bir güruh ve devlette bu faşist güruhun kouyucusu, besleyeni olarak daima onlarla birlikte. 22
Palazlandırılan bu faşist çete Cuma günü (21 Eylül 2012) yeniden harekete geçirildi ve polis eşliğinde BDP İl binasına saldırdı. Saldırganlar BDP binası içinde bulunan yaklaşık 30 kişi tarafından binaya girmeleri önlenince binaya taş, sopa vb ile saldırmakla yetinmek zorunda kaldılar ve BDP binasının tabelasını sökerek bir nefrtet ayini düzenlediler. Bu faşist linç saldırısı Bingöl Valisi, AKP'li belediye başkanı ve Bingöl Emniyeti'nin işbirliğiyle organize edildi. Yaklaşık 300 kişi civarında olan faşist güruh yanlarındaki polis korumaları eşliğinde yaptıkları saldırının ardından ellerini kollarını sallayarak uzaklaştılar. BDP bugün (23 Eylül 2012) bu faşist linç saldırısını kınamak amacıyla bir toplantı yapacağını ilan etti. Devletin BDP'ye ve Kürtlerin her tür yasal platformda düzenlemek istedikleri etkinliklere yönelik yasakçı davranışı bunda da kendini gösterdi ve yasalar hiçe sayılarak bu toplantının yasaklandığı ilan edildi. Bu yasaklamanın, hukuken hiçbir geçerliliği olmaması üzerine, yasadışı bir keyfi uygulamaya teslim olunmayacağının ifadesi olarak BDP'liler bu toplantıyı gerçekleştirmek için uğraştılar ve karşılarında devletin her türlü keyfi saldırgan uygulamalarını buldular. Devletin her
tür saldırgan uygulamaları yine her tür araçla desteklendi ve Bingöl'de toplantı düzenlemek isteyenlere Bingöl'de var olan her tür araçla saldırıldı. İnsansız Hava Araçları, Mermiler, kimyasal gaz bombaları, joplar, TOMA'lar, vb. Devlet eliyle faşist bir güruhun saldırısına uğrayanlar kendilerini ifade edecek ve protestolarını ortaya koyacak zemin bulamadılar. BDP'ye yönelik ırkçı faşist saldırının düzenleyicisi devlet bu kez bizzat sahneye çıkıp her tür aracını kullanarak halka karşı saldırganlığı doğrudan eline aldı.
Bingöl bugün tıpkı Diyarbakır, Hatay vb illerinde olduğu gibi sıkıyönetim uygulamalarından bir sahneyi yaşadı. Faşist güruhlarca linç edilmek istenenlere devletin sizi linç etmesine sesizce katlanın dendi. Bingöl'deki faşist linç saldırıları ve ardından devletin her tür araçla Kürtlere yönelik saldırganlığı, faşist linç saldırganlığı politikasında yeni bir aşamaya geçildiğinin ilanı olacak gibi görünüyor. Linç saldırganlıkları daha kanlı ve daha pervasız olarak yürütülecek sinyalleri veriliyor. Devlet kendisine muhalif olan herkese ve her kesime yönelik dizginsiz saldırganlıkta yeni 6-7 ylül olaylarını gündeme 24
sokacağını ve bunu da politikasını uygulatmakta yeni aşama olarak kullanacağını gösteriyor. Başbakan hemen her konuşmasında kin ve nefret kusarak bu saldırganlığı teşvik ediyor ve onun emri altında bulunan Bakanlar, polis, asker vb de bu kin ve nefrete uygun davranıyor. Her tür darbeci uygulamaya rağmen bir türlü devletin istediği "derin huzurlu sessiz halk" yaratılamadı. Direnç ve direniş her tür saldırganlığa karşı dinmiyor devam ediyor.
Devlet yeni katliamlara hazırlanıyor. Suriye'ye yönelik sürdürülen ilan edilmemiş savaşta devlet uluslararası çetelerle işbirliği yaparak kanlı bir oyun sürdürüyor. Bu ilan edilmemiş savaşın ortaya çıkardığı sisli dumanlı havada çıkar çevreleri tam bir yağmacılığa gömülebildiklerini ve bunun da soruşturulmadığını görüyorlar. Suriye'ye yönelik sürdürülen çetelere dayalı ilan edilmemiş savaşı bütün ülkeye yaymayı bir seçenek olarak görüyor ve buna hazırlanıyorlar. Devlet şirinlik muskası olmaktan öte bir anlamı olmayan yasal alanını olduğu gibi bırakarak fiilen bir orman kanunu işletmeye daha çok yöneliyor. Kimi sindirememişse ona yönelik orman ka25
nununu devreye sokuyor. Bu devletin en temel yapılarından biri olan kontrgerilla organizasyonu boşuna mı besliyoruz bu "tosunları" denerek artık daha çok devreye sokuluyor. Başı kumda deve kuşu kadar gizli olan kontrgerilla her tür saldırganlık uygulamasında tüm yapısıyla bir anda ortaya çıkıyor. Devletin görevlileri tarafından organize edilip sevk ve idare edilen faşist çeteler sokalarda daha çok kol gezmeye başlıyor. Devletin her saldırganlığına karşı susmayan, boyun eğmeyen bir kesim her zaman oldu. Şimdi bu dirençli kesime daha çok insan katılmaya hazırlanıyor. Sürdürülebilir yaşam şartları sürekli olarak yıkılan ve günlük yaşamını devam ettirmekte zorlanan, Aleviler, işçiler, kadınlar, gençler, Kürtler, kent ve kır yoksulları vb artık yaşamlarını sürdürmekte sistem içi yol bulamaz hale geliyorlar. Bir iş bulabilmenin yolunun sadece AKP teşkilatına üye olmaktan geçtiği bir dönemde buna hayır diyenlerin yaşamları sürdürülemez hale geliyor. Ekonomisi içinden çıkılmaz derin krizlere doğru seyreden ülkede boyun eğip köleleşenlerle buna direnenler arasında artık uçurumlar oluşuyor. Bu ülkeyi bölerek, paçalayarak yöneten bir devlet alışkanlığı var. Ülkede sürekli olarak olağan lanetliler yaratan ve onlara saldırmakla varlık bulan düşük yoğunluklu iç savaşla ayakta kalabilen bir devlet mekanizması sıkıştığı her alandan çıkışın yolunu daha çok baskı ve kan dökmekte görüyor. Devletin toplum içine uzanan etkinlik araçlarında boynu eğri kölelerden olmayanlara yönelik daha saldırgan bir uygulama devreye sokulmaya ve işletilmeye çalışılıyor. Faşizmin bu saldırganlığına karşı boynunu eğmeyip köleleşmeyenlerin ise seçeneği yine tek, her alanda direniş yaratmak ve direnişi yaygınlaştırmak. Devletin her işleyen baskıcı ve saldırgan mekanizmasını işlemez hale getirmek. (23 Eylül 2012) 26
Bingöl'de 9 Asker Öldü Sorumlusu Devlet! Bingöl'de, pazar günü 8 polisin öldüğü bombalı tuzaktan iki gün sonra, bu kez 9 askerin hayatını kaybettiği roketli saldırı oldu. Devletin bir türlü bitiremeyip artık devletin var oluş politikası haline getirdiği iç savaş politikasında bu kez 9 asker hayatını kaybetti. Bingöl Valisi Mustafa Hakan Güvençer, "Bingöl - Muş karayolunda PKK'lılar tarafından askeri konvoya roket atarlı saldırı düzenlendiğini, 7 askerin şehit olduğunu, 63 askerin de yaralandığını" açıkladı. Saldırının ardından Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'i Başbakanlığa davet etti. Saldırı Elazığ Kabul Toplama Merkezi'nden birliklerine katılmak üzere olan ve izinden dönen askerlerin taşındığı 10 araçlık konvoydaki bir otobüse yapıldı. Vali Güvençer, 63 yaralı askerden 8'inin durumunun kritik olduğunu sözlerine ekledi. İç savaş uygulamayı değişik yöntemlerle sürdürmek isteyen ve bunun için bu halkın gençlerini kurbanlık koyun27
lar gibi ölüme sevk etmekten vazgeçmeyen devlet politikası devam ettiriliyor. Ortalıkta bu kanlı politikanın aktörleri yine her zamanki rollerine bürünecekler. Kimi, "o zaman devlete karşı olan herkesi öldürelim diyecek", Kimi, devlet görevlileri tarafından "kışkırtılıp" linç çeteleri oluşturacak, kimi de aklı selim çağrıları adı altında ülke halkına daha çok baskı ve zulüm uygulanmasını isteyecek. Devletle ilişkisi olup bu kanlı oyundan nasiplenenlerden bir tanesi de bu kanlı iç savaş oyununa bu devletin son vermesi gerektiğini söylemeyecek. Bingöl'de bugün ölen ve yaralanan askerlerin bütün sorumluluğu bu devleti yönetenlerdedir. Bu devleti yönetenler o gençlerin failidir. Barış istekleri her tür saldırıya rağmen dinmeyen bu ülke haklarının her barış temsilcisine saldıranlar yine aynı nakaratlarla bu ülkede kan dökülmesine devam ettirecek politikalar izleyecekler. Ölen her askeri "basında yer vermeyin" diyerek bu ülkede görmezden gelinenler haline getirmeye çalışan başbakan, "bir kaç Mehmet için meclis toplanamaz" diyen veya "bu işler nasip kader" diye konuşan yetkili bakanlar. Bu ülkede kan durmasın diye uğraşanlar, kanlı çıkarlarını korumaya çalışmaktalar.
Ölen askerlerin ardından çakallar gibi sosyal medyada kan ve intikam çığlıkları atıp Kürtleri katletme çağrıları yapan faşistler, ırkçılar. Ya da bu gençlerin ölümleriyle kendi yetkili oldukları mahalleler veya şehirlerde linç faaliyetleri düzenleyen devlet görevlilerine katılan faşist çeteler yine ortalığa dökülecekler ve devletin artık klasik yönetim biçimi olan iç savaş sürdürme politikasına araç olacaklar. Bu ülkede devletin faşist ırkçı, yapısı değiştirilmeden bu kanlı oyun bitmeyecek ve bu kanlı oyunun klasikleşmiş çakalları yine ortalıkta gezecek. Bütün saldırgan devlet politikalarına ve iç savaşı yaygınlaştırma oyunlarına rağmen bu ülkenin halkları barışa daha çok yönelecek. Dün Hatay'da halka saldıran devlet bugün saldırgan devlet politiklarına karşı direnişin değişik biçimleriyle yine karşılaşacak ve klasikleştirdiği baskıcı kindar vahşi uygulamaları karşısında daha dirençli insanlar bulacak. Bingöl'de ölen 7 genç için üzülmemek mümkün değil, tıpkı savaş uçakları bombardımanları altında ölen Kürt gerillalara üzülmemek nasıl mümkün değilse. Bir halk haklarını istiyor en doğal en insani haklarını her tür araçla talep ediyor bu halkı kanla, işkenceyle zulümle baskılamaya çalışmanın doğal sonucu her tür araçla direniş oluyor. Bu kanlı devlet oyununu bitirecek yegane güç halkın bu kanlı politikalara karşı direnişidir. 7 asker bugün öldü. Dün başbakan büyük bir iştahla 500 Kürt gencinin bir ayda öldürüldüğünü anlatıyordu. Ölümlerden siyasi kirli çıkar güdenlerin saydıkları her rakam ölmeyebilecek bir insandı. Ölümlere dur demek için, artık yeter demek için devletin kanlı oyununa karşı koymanın yollarına daha çok insan katılmalı. (18 Eylül 2012) 29
Hatay Halkı Direndi Destekleyenler ve Desteklemeyenler! İktidardakiler halka karşı bir iç savaş sürecine girdi ve bunu da Hatay'da son uygulamalarıyla devam ettirirken halkın sabrını taşırdı. Bu ülkede duymayan varsa duysun AKP eliyle içinde askerlerinde bulunduğu bir darbe yapıldı. 12 Mart, 12 Eylül veya 28 Şubat darbesi gibi bir darbe. İktidarda darbeciler yer almakta. Tıpkı 12 Eylül faşist cuntasının Anayasa referendumu diyerek 1982 yılında seçime gidip kendilerini %92 oy oranıyla onaylatmaları gibi referandumla, seçim komedileriyle kendisini %50 oy oranıyla onaylatan darbeciler şu an iktidarda. Bu darbeciler de tıpkı diğer darbeciler gibi ABD ve diğer emperyalist merkezlerden icazetli. Ülkeyi zorbalıkla, şiddetle yağmalamakta ve zulüm uygulamayı tek yönetim biçimi olarak görmekte. Zulüm politikalarını da bu ülke tarihinin gördüğü en iki yüzlü, sahtekar ve utanmaz söylemleriyle süslemeye çalışmakta. 30
Darbeciler ilk günden bu yana sürekli olarak yokuş aşağıya gidiyorlar. El attıkları her şey bir çıkmaz haline geldi. Ekonomi gösterilmeye çalışılan saptırılmış pembe tablolar gibi değil. Aksine çöküş emareleri artık gizlenemez halde. Ekonomik krize doğru dolu dizgin gidiş ise işçiler ve emekçiler üzerinde daha fazla baskı ve sömürüyle geciktirilmeye çalışılıyor, emekçiler bozuk para gibi harcanacak insanlar olarak görülüyor. Sosyal hayat tam bir yıkıntıya dönüştürülüyor ve "tıpkı bizim söylediğimiz gibi yaşayacaksınız" dayatmaları hayatın her alanında türlü yöntemlerle uygulanıyor. Eğitim yıkılıp çocuklardan köleler yaratılmak isteniyor. Ülkede tıkanan her sorundan tek çıkış yolunu ise iç savaş ve savaş uygulamalarında görüyorlar. AKP eliyle darbe yapanlar bu ülkede iç savaşı çıkarmak için uğraşıyorlar ve "düşük yoğunluklu bir iç savaşı" pois eliyle, linç çeteleriyle her yere yaydılar. Darbecilere karşı her tür direniş yargı ve kolluk güçlerinin her tür yasayı, kuralı hiçe sayan yöntemleriyle keyfi olarak baskılanıyor.
31
Hatay halkı darbeci iktidarın, kendi iktidarını sürdürmek için Suriye'ye yönelik oluşturduğu saldırgan politikaların doğrudan muhatabı oldu. Günlük yaşamında bu iktidarın Suriye'ye karşı sürdürdüğü savaşı açık bir savaşa doğru yönlendirdiğini her an görüyor ve bundan da endişe ediyor. Buna karşı değişik biçimlerde tepkilerini de hep gösterdiler. Bir kültürler mozaiği olan Hatay halkı barış istiyor. Barış istemini 1 Eylül Dünya Barış Günü'nda sokaklara çıkarak güçlü bir şekilde ilan ettiler. AKP eliyle darbe yapanlar barış isteminin tüm baskılara ve şiddete rağmen kendini böylesine güçlü ifade edişinden endişeye kapıldı ve Hatay Valisi eliyle ilan edilmemiş sıkıyönetim ilan ederek Hatay'da her tür barış isteğini yasakladı. Hataylılar bu yasağı tanımayacaklarını söz konusu olanın hayatları olduğunu ilk andan itibaren dile getirdiler ve en son olarak dün kentte düzenlenmek istenen barış istemli mitinge, mitingi düzenleyen kurumları da umursamadan destek sundular. Mitinge ilk andan itibaren polis saldırganlığı damgasını vurdu. Hatay gidilmesi yasaklanan kent oldu ve çevre iller-
den ve ilçelerden gelenlerin Hatay'a girişi polis zorbalığıyla engellendi. Hataylı saldırganlığın nedenini günlük hayatında her gün gördüğü için bu saldırganlığa karşı koymaz ve teslim olursa Suriye'ye yönelik bir savaşın kapılarının kaçınılmaz olarak açılacağını biliyordu. Hataylılar savaşa kapı açacak bu saldırganlığa teslim olmadı, direndi. Mahallerinde barikatlar kurdu ve faşizmin saldırganlığına dur dedi. Keyfi polis saldırganlığı karşısında direniş Hatay'da son sözü halkın söyleyeceğini gösterdi.
Hatay Faşizme Karşı Direniş Biçimini Gösterdi. Hataylılar saldırganlık karşısında yılmayıp direniş gösterince bir gerçek bir kez daha kendini ortaya koydu. Faşizme karşı direnişin yolu onunla çatışmayı göze almaktan geçmekte. Faşizme karşı direniş her araçla yapılabilir olmalı. Darbecilerin tanımadığı yasaları direnenlerin tanıması sadece yenilgi olacaktı ve Hataylılar her tür yasayı 33
bir kenara iterek faşizme karşı direnişin her biçiminin meşru olduğunu ilan etti. Direniş gösteren Hataylılar bu direnişleriyle sadece gözaltına alınan 6 arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağlamadı. Hatay halkı barikat kurup direnişi sürdürdükçe Suriye'ye yönelik sürdürülen kanlı oyunda katledilecek insanların da hayatını kurtaracak bir direniş sergiledi. Şurası açıkça ortaya çıktı. Artık Hatay'dan Suriye'ye yönelik sürdürülen saldırganlıkta Hatay halkı da bir barış oyuncusu olarak dikkate alınacak bir güçtür.
Hatay'da Direniş Medyada Suskunluk ve Pişkin İktidar Yandaşları. Hatay'da gazetecilik açısından haber yığını vardı ve manşetlikti. Medya buna karşı kayıtsız kaldı ve Hatay'ı görmedi. Her dönem darbecilere teslim olan medya, AKP eliyle darbe yapanlara da tam bir teslimiyet içinde olduğunu ve iktidarın borazalığından başka bir işlevi olmadığını bir kez daha ilan etti. Sessizlikle öldürülmek istenen Hatay halkının barış direnişi farklı kanallar aracılığıyla ülkede duyuldu. Dünyanın pek çok haber ajansı Hatay'ı haberleştirdi ve konu dünya gündemine girdi bu ülkenin medyasına haber olamadı. Ortalığa çıkan iktidar sözcüleri ve resmi haber kanalları ise Hatay'da Esad'ın provokatörlerini aradı, barış isteyen Hatay halkını düşman ilan etti. 34
Bu ülkede bir ufak grup var "sol" içinde olduklarını düşünen ama bunu da utançla söyleyen bir grup. Temel dertleri bir sistem içinde siyasi bir köşeye sahip olmak ve orada Avrupa tarzı "demokratlık" oyunu oynamak. Bu kesim Hatay'da miting düzenleme girişiminde bulunanların ırkçı, faşist yanlarını gerekçe yaparak Hatay halkının Suriye'den kaçarak ülkeye sığınmacı olarak gelen "masumlara karşı" faşist bir girişimde bulunduğu için direnişte bulunduğunu "sandılar" ve o yüzden de Hatay halkının direnişini onaylamadılar. Elbette dünyaya olaylara bakarken herkesin bilimsel ve ezilenlerden yana olması beklenemez. Bu kesimden de öyle bir şey baklememek gerektiği defalarca ortaya çıkmış bir gerçek. Her şey sistemin sınırları içinde olağan akışında giderken sistemi onararak "demokratik" önerilerle "solcu" olanlar, sisteme yönelik doğrudan onun işleyişini hedef alan olaylar karşısında hızla sistem tarafına yığılıvermekteler. Hatay direnişinde de bu oldu ve hızla sisteme yamandılar ve Hatay halkını, Hatay halkının aklından bile geçmeyen sadece bu devletin yetiştirmek için özel çaba sarf ettiği faşist ırkçıların bir kısmının savunduğu Suriyeli mültecilere karşı olmakla suçladılar. Direniş yerine uslu uslu evlerinde oturmalarını öğütlediler. Tuhaf bir tür haline dönüşmeye devam eden bu "sol" görünümlü sistem oyuncuları siteme yönelik her saldırı karşısında sisteme destek sunmaya devam edecekler gibi de görünüyor.
Hatay'da Direniş ve Destekleyenler Hatay'da düzenlenmek istenen miting polisin miting alanına toplanmak için gelenlerin üzerine gaz bombalarıyla saldırmasından itibaren bir direnişe dönüştü. Mitingi düzenlemek adına başvuranlarla ilgisi olmayan onları da aşan bu durum direnişi Hataylıların direnişi yaptı. Hatay halkı faşizme karşı direnişin sadece barışcıl bir miting çerçevesinde olmayacağını bir kez gösterdi. Uzun yıllardır Kürt halkının gösterdiği gibi faşizme karşı direniş, ona teslim olmayarak, çatışarak ve onu engelleyerek olanaklı. Faşizmin çizdiği sınırlar içinde olan her eylem ve hareket sadece direnişe hazırlıktır. Redhack uzun süredir bu direnişi sanal dünyada örneklemekte. Sistemin çizdiği sınırlar içinde kalmadığını, sisteme karşı bir duruş geliştirmek için mücadele edenlerin kendi meşru alanını yaratmaları gerektiğini her hack eylemiyle göstermeye çalışıyor. Hatay halkının direnişini sokakaları hacklemek olarak tanımlayan Redhack, sokaktaki barikatlara Hatay Valiliği internet sitesini engelleyerek destek olurken aslında faşizme karşı bir direnişin parçası olduğunu bir kez daha gösterdi. Hatay halkının geceyarılarına kadar polisle çatışarak sokakta direnmesi devrimci sosyalistlerce ve Kürtlerce de coşkuyla karşılandı. Bu ülkede faşizme karşı direnişi bir sistem karşıtı alternatif yönetim modeliyle düşünen ve isteyen herkes Hatay halkının haklı direnişine destek sundu. (17 Eylül 2012)
Faşizme Karşı Direniş İnsan Olma Sorunudur! Bu ülkede kin ve cehalet dolu bir korkaklar sürüsü yetiştirildi. Yığın yığın, devletin resmi söylemlerini değişik biçimlere sokarak kin, nefret ve zulmü savunan insanlar sürüsü. Bu ülkenin insanları böyle değildi. Bu ülkenin insanları hala bu kin dolu faşist korkak güruh sürüsünden değil. Sırrı Sakık'ın oğlu intihar etti hayatını kaybetti. Kişisel bir halin dramı devletin yetiştirdiği kin dolu korkaklar sürüsünün ortalıkta neşeyle dolaşmasına ve ölüme sevinmesine neden oldu. Aynı güruh Bingöl'de bir patlama sonucu ölen özel harekat polislerinin ardından yine ortalığa döküldü ve bu kez ölümlerden başka bir sevinç üretip bu ülkede yeni katliamlar yapılması çağrıları yapmaya başladılar. Kimi devletçi gazeteciler her tür aklı reddederek ölen polislere niye zırhlı araç alınmadığını sorgulayacak 37
kadar bu ülkenin gerçeklerinden kopuk olduğunu gösterdi. Devletin her tür katliam ve zulüm için her kaynağı bolca aktardığı bilinmesine rağmen hala "niye zırhlı araç yoktu, zırhlı araç olsaydı böyle olmazdı" diyecek kadar bu ülke gerçeklerinden uzak kalmayı maharet saydılar. Mardin'de 26 kişinin tecavüzüne maruz kalan N.Ç. adlı çocuk hukuk fakültesini kazandı. Bu devletin sırf yönetenlerin çıkarı için kin dolu, yoz, kişiliksiz, güçlü karşısında köpekleşip güçsüze her tür eziyeti yapmayı beceri sayan yetiştirdiği "makul vatandaşları" karşısında savunmasız N.Ç sadece bir parça insanca ilgiyle bir insanın neler yapabileceğinin örneğini verdi ve vermeye de devam edecek. Karşılarındaki herkesi ezilecek güçsüz konumunda görmek isteyen ve bu konuda acımasız bir devlet çarkı kurup işletenlere karşı durmak bir insanlık görevi olarak hep gündemde oldu. Zulme karşı direniş geleneği zayıf olan bir toplumuz. Elbette bu direniş geleneği ne kadar zayıf olursa olsun mutlaka haksızlıklar karşısında direnenler her zaman oldu ve hala olmaya devam ediyor.
Devletin oluşturmak için özel çaba sarfettiği köpekleşmiş "makul vatandaşların" her yerde hazır ve nazır olmasına özen gösteriliyor. Bu "makul vatandaşlar" ne yaparsa yapsın doğrudan veya dolaylı olarak her tür hukuk, yasa, kural gözardı edilerek korunup kollanıyor. Devletin savunusunda had tanımayan "makul vatandaşlar" çocuklara tecavüz edince korunuyorlar, insanları linç etmeye çalışınca başbakan, bakanlar vb nezdinde haklı tepki verenler olarak onaylanıyorlar, her tür yolsuzluk ve dolandırıcılıkları tıpkı Deniz Feneri Davası'nda olduğu gibi görmezden geliniyor hatta destekleniyor. Devletin yerelde asli unsuru olduğunu riyayla, onursuzlukla, işkenceyle, zulümle her tür insani kirlenemeyi göze alarak kanıtlayanlar devletin açık bir uygulaması olarak ne yaparlarsa yapsınlar korunup kollanıyorlar.
Faşizm; insanları kirli, yoz ve bencil korkaklar sürüsü yaptıkça devlet biçimini koruyabilir. Bu ülkede devlet tam da bunu yapıyor. Zorla, zorbalıkla akla aykırı her tür uygulamayı dayatıyor. Okula başlamak yerine okul öncesi eğitim veren kurumlarda olması gereken çocukları 4+4+4 39
zorbalığıyla beyinleri yıkanıp yozlaşmaya, devletin "makul vatandaşları" yapmaya erkenden başlatmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Okulların tam bir cehennem haline çevrilişinde yeni yöntemler devreye sokuluyor ve okullarda eğitimle uğraşmak isteyen öğretmenlere de susun ve sadece bu çocukları istediğimiz gibi öğütüp faşizme uygun yoz tipler yetiştirin deniyor. Faşizm bu ülkenin yeni tanıştığı bir devlet biçimi değil. Uzun yıllar kılıklar değiştirip farklı maskelerle halkların üzerinde egemenlik sürdüren bir yönetim. Son on yıldır AKP maskesiyle dini sonuna kadar yozlaştırıp "sağcı" oy tabanıyla her tür rezilliğine ve zulmüne "kitlesel destek" bulan faşist devlet yöntemleriyle son kanlı dönemecine doğru gidiyor. Görünen o ki faşist devletin yakın ve orta vadede AKP dışında bu ülke halklarına sunacağı alternatif "şirinlikleri" kalmadı. İşkenceye "sıfır tolerans" denerek bu devletin en temel uygulamasını ortadan kaldırdığını söyleyenler artık bu konuda ortaya çıkan sayısız işkence olayı karşısında sadece susup durumu olduğu gibi dayatmaya çalışıyorlar. Başbakan işkence suçlusu olduğu mahkemelerce kanıtlanmış İşkencecileri emniyetin üst kademelerine atayıp "arkadaşlarımız" diye işkenceyi açıkça savunur durumda.
Bir katliamlar ülkesi olmaya devam ediliyor ortalama her gün iş cinayetlerinde 4-5 işçi ölüyor. İş yerleri artık tam bir mezbaha gibi. Çalışma saatleri uzuyor, sosyal güvence tam bir kepazelik oyunlarına dönüşüyor, sendikalı işçi olmak sadece ayrıcalıklı işçi olmak sayılıyor. Gençlere hayat hakkı ise sadece köleleşmiş oldukları zaman var. Haksızlığa karşı koymak gençliğin doğal reaksiyonu ve gençlere gençliğinizi öldürün deniyor. Kadınlara tecavüzle, tesettür arasında kalma seçeneği sunuluyor.
Yeni Bir Umut Daha Güçlü Yeşeriyor. Faşizme karşı direnç bu ülkede hep zayıf kaldı. Hep belirli kesimlerin üstünde kaldı. 1930-1950'li yıllar arasında faşizme karşı direnç bu ülkenin sosyalistlerinin üzerindeydi. Her biri ya Sabahattin Ali gibi faşizmin katliamına uğrayıp hayatını kaybetti ya da Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı gibi uzun yıllar hapishanelerde kaldı. Ne olursa olsun edebi ürünleriyle, dergi girişimleriyle ve direnişi yaratacak tek tek insanlar hazırlamaya çalışarak 41
da olsa faşizme karşı bir karşı koyuşu üretmeye çalıştılar. 1960-1980 yılları arasında faşizme karşı direnişte bir dönüşüm yaşandı. Sosyalistler, devrimciler fedakarca mücadeleye devam etti. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya şahıslarında faşizme karşı direnişin yollarında yeni devrimci yöntemler devreye sokuldu. Emekçi halk bu direniş geleneğindeki cesaret ve haklılığa duyarsız kalmadı ve onları sevdi destekledi. Onların direniş çağrısına katılmaya başladı. 12 Eylül 1980 Faşist Askeri Darbesi 1970'ler halk uyanışını kesintiye uğrattı.
1980-2000 dönemi faşizme karşı direnişin farklı biçimlerde geliştiği dönem oldu. Bu ülke tarihinin karanlık yıllarında faşizme karşı direniş ruhu daha güçlü filizlendi. Kürt özgürlük hareketinin yeniden doğuşu ve sadece kadro hareketi olmaktan çıkıp halklaşması bu dönemde yaşandı. Bu ülkede faşizme karşı direniş tarihinde bir ilk başarıldı. Sosyalistler bu dönemde devrimci geleneklerini korumak ve geliştirmek için tarihlerinin en büyük fedakarlıklarını yaptılar. Binlerce sosyalist ve devrimci gözaltında katledildi, ölüm oruçlarında faşizme karşı teslim olmama geleneğini yarattı ve her tür baskıya hapishanlerde canlı canlı yakmalara rağmen dirençle var olmaya devam etti. 42
Günümüzde faşist devlet her tür kurumuyla pespaye bir sürüngenlik içinde. Egemenliğini bir parça daha uzatabilmek için artık dizginsiz bir sürece girdi. Devletin her tür uygulaması dizginsiz bir zulümdür. Devletin insanlara bakışında tek ayrım noktası faşizm karşısında köpekleşip köpekleşmemek haline gelmiştir. Faşizme köpekleşerek hizmet etmeyenlere karşı da her tür saldırıyı yapmayı hak saymaktadır. Faşizme karşı direniş geleneği ise bir çok alanda yeni filizler vermekte ve artık ülkenin hemen her yerinde bir direniş olayı görülmektedir. Örgütsüz kalmış emekçiler, yoksullar, ezilenler faşizme karşı direnişin çarelerini yaratmaya çalışmaktan başka hayat hakları olmadığını günlük yaşamlarında şahit olmaktalar. Faşizme direnişin yükseltilmesi ve bu direnişin faşizmi yıkmayı hedeflemesinin emekçi halkta geniş bir destekçisi vardır. Onlara ulaşmak ve faşizme karşı alternatif bir sistemin kurulabileceği daha çok somutlaştırılarak gösterilmelidir.
Dünya üzerinde faşizm ortaya çıkartıldığından bu yana faşizme karşı direniş bir insanlık sorunu olmuştur ve hala da öyledir. Köpekleşmiş, yoz, bencil, kirli insanlardan olmak istemeyen herkes faşizme karşı direnişin yollarını yaratmak zorundadır. (16 Eylül 2012) 43
12 Eylül Faşizme Karşı Direnenlerce Yıkılır! 12 Eylül 1980'den 12 Eylül 2012'ye Faşist cuntanın darbe yapmasının üstünden geçen 32 yılda neler oldu sorusuna yanıtlar aranmalı. Neler oldu sorusunun iki yanı var birincisi darbeciler ve yaptıkları ve nasıl devam ettiği İkincisi faşist darbenin hedef aldığı kesimlerin durumu. Hiçbir zaman okumayı seven bir toplum olmadık o yüzden okuma zorluğu yaşayıp sadece başlıklarla ilgilenenlere baştan belirtelim: Bu yazının ana fikri Faşist darbe devam ediyor. Faşist darbenin her tür uygulamasına karşı direnenler de mücadeleye devam ediyor. Faşist darbe bir ABD tezgahı mıydı: Evet bir ABD tezgahıydı ancak sadece ABD'yle sınırlı değil Avrupa'daki emperyalistlerin de onayından geçmiş bir tezgahtı. Bu ülkeyi yönettiğini iddia edenler sadece halkına karşı muktedirlerdir yoksa kendi başlarına bir şeyi yapabilecek ne donanıma, ne akla, ne de cesarete sahiplerdir. Korkak, güçlü karşısında boynu bükük emir kulu olmayı içlerine sindirmiş sefillerdir. Bu ülkede yönetim aygıtı içinde yer 44
almanın temel kuralı güçlüyü köpekleşmiş biçimde izlemek, güçsüz karşısında canavarlaşmaktır. Bir devlet mekanizmasının kenidini sürdürebilmesinin kuralları vardır. Bu ülkede bu mekanizmanın en temel kuralı güçle belirlenir ve gücü olan her şeyi yapabilme hakkına sahiptir. Kural bu olunca güçlünün insafına kalmış bir mekanizma oluşturulur. Partilerin, kurumların kişilerle özdeşletirilip hep kişilerin ön plana çıkarılması da hak ve haksızlık kavramı yerine güçlü veya güçsüz kavramının geçerli oluşuyşa ilgilidir. 12 Eylül 1980 Askeri faşist darbesi bir tezgah olarak dayatılmış ve "gerekçemiz var" denerek bir dizi halk uyanışı darbeye gerekçe sayılmıştır. 1970'lerde oluşan halk uyanışının kıpırtıları bu ülke tarihinin en önemli halk hareketlerinden biridir. 12 Eylül faşist darbesi bu halk uyanışını bastırmıştır. Kanla, zulümle, korkuyla ve insanlık dışı uygulamalarla yapılmıştır. Dünyanın en kanlı ve vahşi darbelerinden biridir. Nazi toplama kampları gibi cezaevleri inşa edilmiş ve Nazi uygulamaları o günden bu yana farklı biçimlerde sürdürülmüştür. 12 Eylül'ün uygulamaları bu anlamda hiçbir zaman kesilmemiş ve sürekli işkence ve zulüm merkezi olan toplama kampları devam etmiştir.
Devlet mekanizması içinde 12 Eylül askeri darbesi sürecinde işkenceci olanlar yer edinmiş ve tam bir işkence devleti inşa edilmiştir. Geçenlerde 78 Devrimciler Federasyonu 12 Eylül işkencecilerinin binlercesinin ismini yayınladı. Yayınlanan işkenceci listesi çok eksik ve işkencecilerin gerçek sayısından çok uzak olmasına rağmen bir gerçeği orata çıkaran belge oldu. İşkenceci listesinde yer alanların çoğunluğu devletin hemen her kademesinde yer almaya devam etmekte. O işkencecilerin yetiştirdiği işkenceciler de bunlara hizmet etmeye devam etmekte. 12 Eylül 1980 faşist d a r b e s i n d e tırpanlanan işçi, emekçi hakları hala tam bir sefillik halinde. Sendikal örgütlenmesi dağıltılmış işçiler hala sendikasızlığa m a h k u m d u r l a r. Sendikalı bir işçiyi olağan kabul eden bir işyerinde
çalışmak bu ülkede "seçkin işçi" sayılmak gibi algılanır hale gelmiştir. 12 Eylül Faşist darbesinin mirasçısı "sağcı, muhafazakar, dindar, milliyetçi" kesim olmuş ve faşist uygulamaları günün gereğine göre yeni biçimlere bürüyerek devam etirmişlerdir. Son 10 yıldır iktidarda olan Akp bu anlamda 12 Eylül'ün ürettiği "köksüz", projeyle üretilmiş devletçi siyasi hareketlerden biridir. İşkence, katliam, vahşet ve zulüm politikalarının sürdürücüsüdür. 12 Eylül'ün günümüzdeki temel temsilcilerinden biridir. 12 Eylül faşist askeri darbesine ilk günden bu yana direnenler de oldu. Kimi zaman bir sokakta duvara yazılan yazı, kimi zaman şehrin işlek yerinde asılan bir "yasadışı" pankart, kimi zaman geceyarıları kapı altlarından atılan bildiri, kimi zaman silahlı çatışmayla faşizme karşı direniş hep oldu. 12 Eylül faşist darbecilerinin ve darbe severlerin pek sevdiği bir söylem vardır. 12 Eylül geldi rahat ettik olaylar bitti derler. Bilmedikleri şey "olaylar" hiç bitmedi. Faşizme karşı direnç her dönem farklı biçimlerde hep sürdü bazen azalarak bazen çoğalarak hep sürdü.
12 Eylül 1980'den bu yana bu ülkede halk hareketleri de oluştu. 1990 başında Zonguldak maden işçisinin ve halkının ayağa kalkışı, bunu sürdürüşü. Kürt hareketinin faşizme karşı mücadeleyi halk hareketi haline getirişi ve sürdürmesi. Bu halk hareketleri faşizmin bu ülkede yıkılacağının bir göstergesi olmasının yanında faşizme karşı direniş geleneğinin taşıyıcısı olan sosyalistlerinde yöneleceği kesimleri göstermekte. Halk hareketlenmesi bu ülkede faşizm yıkılana kadar hiçbir zaman kesilmeyecek. Değişik adlandırmalar ve şekillerle devam ettirilen faşizme karşı direnç ve mücadele bitmeyecek aksine daha da güçlenerek sürecek.
12 Eylül faşizminin sürdürücüleri bugün devletin her kademesinde egemen. Devletin yapısı, oluşumu faşist bir diktatörlük olarak sürdürülmeye mahkum edilmiş durumda. Yeryüzünün en korkak yönetenlerinin, devletinin vahşeti de korkuları kadar acımasız olmakta. Paranoyak 48
bir korkuyla yaşayan yönetenlerin her insani duruşa saldırısı onun ömrünü uzatmak yerine artık kısaltmakta. Tarihin çarkı emekçilerden yana işlemekte. 12 Eylül faşizmini sürdürenlere karşı onu yımak isteyenlerin mücadelesi de son dönemecine doğru yaklaşıyor. Yönetenler yönetemeyecek, yönetilenler yönetilmek istemeyecek aşamaya freni boşanmış bir kamyon gibi yol alınıyor. 12 Eylül faşizmini sürdürenlerin "şirinliklerine" kapılıp onlara yeni hayat imkanları sunmakla, onlara cepheden karşı olmak arasında bir seçme yapma aşaması giderek daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. 12 Eylül faşizminin günümüzde sürdürücü olanların ortaya koyduğu "yönetim biçiminin" yıkılacağı ve sürdürülemez olduğu artık inkar edilemez bir gerçek olarak belirginleşti. Sadece Akp'ye muhtaç kalmış bir faşist devlete karşı mücadele ancak faşizme karşı direnişi her alana yaymakla mümkün olacaktır. Faşist devletin kendini kurtarmak için AKP'yi kurbanlık olarak ortaya süreceği döneme yaklaşırken faşist devletin yeni "şirin" yönetim modellerine karşı emekçi halkın iktidarının hazırlanması ve vahşet devletinden kurtulmanın yollarının bulunması gündemdeki 12 Eylül konusudur. (12 Eylül 2012)
Günde 5 Liraya Çocuk İşçiyi Sevinçle Karşılayan Faşizm! 'Beyaz altın' hasadı başladı, işçiler sevinçli, çiftçiler fiyat bekliyor" başlığı atılarak pamuk üretimi ve toplanmasıyla ilgili Cemaat medyasında sevinç dolu bir haber yapıldı. Vicdansızlığı sistemin asli unsurları ve borazanları basın sektörünün nasıl içselleştirdiğinin haberi. "Mardin’in Kızıltepe ilçesinde kilosu 40 kuruşa toplanan pamuk, işçileri sevindiriyor." denen haberde hiç de sevinçli bir durum olmadığı görülüyor. Çocuk işçiler günde 20-30 kilo arasında pamuk topluyor denen haber çocukların pamuk toplamaktan ne kadar sevinçli olduğunu aktarıp kazandıkları parayla okul masraflarını çıkardığı müjdesini de veriyor. Elbette çocuk işçi bu ülkede yasak. Yasak sadece göstermelik, her yer çocuk işçi kaynıyor ve sürekli çocuk işçileri arttıracak yeni yöntemler devreye sokuluyor. Bu ülkede çocuk işçi kullanmak vazgeçilemeyen bir durum halinde devam ediyor. Sabahtan akşama günde en az 12 saat çalışan çocuklar eğer günde 5 TL yevmiye kazanırsa 50
şanslı sayılıyor. "Çocuk işçiler, elde ettikleri gelir ile hem okul masraflarını çıkarıyor hem de aile bütçesine katkıda bulunuyor." denen haberde çocukların günde 5 TL yevmiye kazanabilmesinin şanslı oluşuna yorulduğu bu paraya muhtaç kalan ailelerin yoksulluğunun diz boyu olduğu anlatılmıyor. "Pamuk işçisi Meryem Dinler, “Ailece günde 150-200 kilo topluyoruz. Pamuk şurtları elimize batıyor. Kan oluyor. Yani hiç güzel değil pamuk toplamak.” diyor ve pamuk toplamanın ne kadar zahmetli ve zor bir iş olduğunu anlatıyor. Aynı anne sadece kendisinin değil çocuğunun da pamuk tarlasında ellerinin kan içinde kalmasına boyun eğmek zorunda kalıyor.
Ülkenin her yerine, her kaynağına, her olanağına konmaya hazır yağmacı bir çete palazlandıkça daha vahşi yöntemlere başvuruyor. Bu vahşet sisteminin sürdürülemezliği ve tıkanmışlığı karşısında artık sinirleri bozulup herkese hakaretler eden Başbakan ve takipçileri yeni vahşet yöntemlerini uygulamaya çalışıyor. Tarımda, sanayide her alanda daha çok boynu bükük köleleştirilmiş emek istiyor51
lar. Yaptıkları her uygulama daha çok yağma ve talana yönelik. Çocuk işçileri daha da yaygınlaştırmak için 4+4+4 eğitim sistemiyle yeni dayatmalara gidiyorlar. Yoksulluğun pençesinde kıvranan geniş kesimlere 4. sınıftan sonra çocuğunu da çalışmaya yolla bunun kapısını açtık deniyor. Derinleşen ve kronikleşen bir yoksulluk içinde kalan geniş kesimlere boyun eğ ve hayatta kal yoksa sana zulmün en katmerlisini uygularım tehditleri yöneltiliyor. Cesaretle, vahşet sistemine karşı çıkan insanlar bu sistemin alternatifini üretiyor. Bir avuç insanın AKP eliyle darbe yapanların her uygulamasına karşı çıkışları tek bir AKP seçeneğine sığınmış sistemin karşısına alternatif sistem karşıtı seçenek olarak çıkıyor. Yapılan her eylem toplumun hafızasına sistem karşısında çaresiz değiliz düşüncesini yerleştiriyor. Faşizmin 2000'lerin başındaki tıkanıklığını aşmak için piyasaya sürdüğü AKP oyuncağı yıpranışda son dönemecine giriyor. Faşist devlet kendi uygulamalarıyla köşeye sıkışıp tek seçeneğe mahkum oldu. AKP eliyle darbe yapanların sistem içi farklı seçenekleri ortadan kaldırma gayretleri sistemi kendi içinde seçeneksiz bıraktı. Sisteme karşı seçenek ise her geçen gün tüm baskılara ve vahşete rağmen daha güçlü ve daha diri. Faşizme karşı direniş çağrılarına katılan ve devletin her saldırgan uygulamasına direnenler çoğalıyor. 52
Tartışılması gereken yeni bir durum gündeme daha çok gelecek. AKP eliyle darbe yapanlar şu veya bu biçimde gidecekler, bu görünüyor. Yerine gelecek olan da ne CHP ne MHP gibi sistemin oyuncakları ne de 25 askerin ölümü üzerine valinin sunduğu hediyeleri alan darbeci gelenekli asker olmayacak. Yeni bir parti kurma nabzı yoklayanlardan, sisteme yeni can simitleri üretmeye çalışanlara kadar faşizmin her arayışı hüsranla sonuçlanıyor. Tartışılması gereken faşizmin uygulamalarına destek olan kurum ve kişilerin tespit edilmesi ve onlara yönelik saldırganlıklarını önleyecek önlemler alınması. Toplumsal bir kırılma noktası yakın dönemin konusu. Bu kırılma dönemine hazırlanmak için adımlar bugüne kadar yapılan direnişler üzerine inşa edilecek. Bir yanda her tür bedeli ödemeye hazırız diyen Kürt hareketi diğer yanda güç toplama çalışan sosyalistler. Şu an darbecilere karşı tek gerçek seçenek durumundalar. Hazırlanmak lazım. AKP eliyle darbe yapanlara istedikleri gibi at oynatamayacakları engeller yaratmak ve onların yıkılışından sonra olacaklara hazırlanmak lazım. Bugünden yarına olmayacak belki, ancak bu sistem tıkanmanın eşiklerinde ve çıkışı da sadece karşı koyanların iktidarı almasıyla olacak. Giderek daha çok vicdansızlaşıp aklını yitirenlere karşı koymak ve insanların, çocukların açlıklarıyla sevinç duyanlara bunu hesabını sormak için faşizme karşı her yerde direnişi yaratmanın yolları denenmeli. (9 Eylül 2012)
25 Asker öldü Diye Devlet Geleneği Hediyeler Verildi! İşbilir, uyanık, sinekten yağ çıkaran Ayyon valisi 25 askerin ölümünden Genelkurmay Başkanı'na hediyeler vererek çıkar elde etme çabasını savundu. Acılardan kişisel, siyasi vb menfaat etmek bu ülkede yaygın kullanılan bir yöntem. Ölen askerlerin cenazelerine bayraklarla katılıp slogan atanlardan, camilere kapanık basına pozlar vererek dinine ne kadar bağlı olduğunu göstermeye çalışanlara kadar rezilleşmiş bir insan tipolojisi var. Daha çok kan, daha çok ölüm, daha çok acı isteyen devlet yapısının ürettiği bu "sağcı" insan tipi devletin her kademesinde yer almakta. Korkak, hain ve bencildirler. Yaptıkları hiçbir şeye sahip 54
çıkmazlar ve reddetmezler. İnsani duyarlılıkları çıkarlarıyla orantılı ve kendi sefil çıkarlarından başka bir şeyi gerçek olarak kabul etmezler. Sistemler, devletler uzun vadede kendi işleyişine uygun insan yetiştirmeye özen gösterirler. Kapitalizm kısa bir tanımlamayla sosyopatlar yetiştirmek üzerine kurulmuştur. Kendinden başka hiçbir canlıya karşı duyarlılığı olmayan temel güdüsü kişisel çıkarından öte olmayan insan tipi. Bu ülke bu tipolojiyi kendi "şartlarına" da uyarlayıp yetiştirmek için yıllardır uğraşmaktadır. "Sağcı, muhafazakar, dindar, Atatürkçü vb" tanımlarla tarif edilen insan tipi kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen sosyopatlardan başka bir şey değildir. Egemen devlet gücüne dayanan, güce tapınan, güçlü karşısında köpekleşip kendinden zayıf olana karşı canavarlaşan bir insanı tipi bu ülkenin devlet kademelerinin arzu ettiği insan özellikleridir. Yaptığı her tür insanlıkdışı uygulamayı ise yalanlarla, yönlendirmelerle, türlü gerekçelerle savunabilenler de "başarılı devlet adamı" sayılmaktadır.
Afyon valisinin 25 insanın "kaza" sonucu ölmesi üzerine yapması gereken bir dizi görevi vardır. Bu görevler arasında 25 ölümün sorumlusu olan bir generale hediye vermek yoktur. Devletin işleyişinde asli unsurlardan olan valinin generale 25 insanın ölümüyle ilgili sorumluluğunu ve bu konunun ciddiyetini hatırlatması gerekirken "hediyeler" vermesi, sadece bu devletin güçlü karşısında köpekleşen, zayıf karşısında canavarlaşan insan tipolojisinin ne kadar düstursuz ve aklını yitirmiş olduğunun örneği olmuştur. Kendinden, kendi kişisel geleceğini düşünmekten başka bir bakış açısı olmayan bir insanın acılar karşısında nasıl duyarsızlaştığı ve 25 ölüm üzerinden "sinekten yağ" çıkarmaya çalıştığının örneğini yaşatmıştır.
Bu ülkede devlet kademesinde yer almak demek sadece köpekleşmek ve canavarlaşmış bencil olmak demektir. Her eylemleri sadece kendi sefiliklerini korumak üzerine kurulu bir sistem işletilmekte ve kendi sefilliklerini korumak için her insanı potansiyel düşman ve her tür eziyeti yapabilecekleri birer eşya olarak görmekteler. Kuruluşu paranoyak korkularla olup o günden bu yana da paranoyası geçmeyen 56
bir iç savaş üreticisi devlette ölümler bitmez. Ölümlerin müsebbibi olanlarda birbirlerine hediyeler vermekten ve bunu da türlü saçma gerekçelerle haklı çıkarmaya çalışmaktan vazgeçmez. Nasılsa "hayır biz 25 insanın ölümü üzerinden halılarımızın reklamı yapılsın istemiyoruz" diyen geniş halk kesimlerinin sesi çıkmamaktadır. Kendileri üzerinden kirli çıkarlar devşirmeye çalışanlara, hayır demeye güçleri olmayanların sesleri yönetenlerin anlayacağı güçle ortaya çıkıncaya kadar bu kirli tezgah sürecektir. Devletin paranoyalarla örülü faşist uygulamaları karşısında sinip bir köşede böcekleşmiş bir yaşam sürdürmek yerine başlarını kaldırıp hayır diyenlere saldırganlığı her dönem vahşidir. Bu vahşete rağmen bu ülkede sesini çıkaran onurlu, namuslu insanlar az da olsa daima olmuştur. Az da olsa bu insanlar sefilleşmiş insan tipolojisi yerine insanca hakça bir sitemin yaratılabileceğinin teminatıdır. Yine bu insanlar bu sistemin efendilerine karşı çıkacak ve onların sefil oyunlarına karşı koyacaktır. 25 insan Afyon'da patlamada öldü. Kürt şehirlerinde her gün sayısız insan ölmekte. Sokaklara salınmış kontrgerilla birimleri insanları linç etmeye çalışmakta. Polis yoldan geçeni vurmakta. Sırf ücretlerine üç kuruş zam istediler diye işçiler işlerinden atılmakta. Kentsel
dönüşüm adı altında insanların evleri başlarına yıkılmakta. HES adı altında ülke çoraklaştırılıp yaşam katledilmekte. Devletin artık ipini koparmış uygulamalarına karşı çıkan insanlar içeri tıkılmakta. Hatay'da savaş değil barış diyenlere yönelik sıkıyönetim tedbirlerine geçildi. Bunlar aslında devletin birçok alanda köşeye sıkıştığının göstergeleri. Ekonomisi, siyaseti, günlük hayatın devam ettirilebilirliği her alanda çıkmazda. Yeni katliamlar ve masumların kanlarıyla sıkışılan köşeden çıkmanın oyunları tezgahlanmaya çalışılıyor. Ya faşizme karşı direniş ve katliamlara dur denecek ya da devletin yeni sıradaki katliamları karşısında katliamlara uğrayanlar gözyaşına, katliamları yapanlar hediyeye boğulacak. Genelkurmay Başkanı yaşanan hediye olayıyla ilgili açıklamasında rahatsızlığını dile getirdi. Generalin rahatsızlığı sadece konunun basına yansıması oldu. Yoksa 25 ölümün üstünden hediyeler verilmesinde bir sakınca bulmadı ve bunu devlet geleneği olarak tanımladı. Devletin geleneği kirli. Bir üst makama yaranmaya çalışmak üzerine kurulu bir gelenek. Acılar, ölümler sadece bu geleneğin teferruatı olmakta. Genelkurmay Başkanı'nın açıklaması aşağıda. "Ziyaretim esnasında Sayın Vali'nin sergilediği tutumun devletimizin bir geleneği olduğunu ve sergilenen davranışın elim olayla hiçbir ilişkisinin olmadığını düşünüyorum.
Ancak Sayın Vali'nin makam odasında sergilenen davranışın görüntülenmesi ve görüntünün Valilik sitesinde yayımlanması ve bu yayım üzerine medya kuruluşlarında yer alan yorumlar beni son derece rahatsız etmiş ve zaten varolan üzüntüme üzüntü katmıştır. Sayın Vali'nin şahsına ve makamına nezaketsizlik olmasın düşüncesiyle ani gelişen davranış karşısında herhangi bir reaksiyon gösteremedim.'' Yine aşağıda 25 askerin ölümü hakkında Afyon'a giden Genelkurmay Başkanı'na Afyon Valisi'nin hediye vermesi ve bunu nasıl savunduğunun tarhsel belge sayılacak haberi bulunmakta. Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel Afyonkarahisar’da 25 askerin şehit olduğu mühimmat deposunda incelemelerde bulunmak üzere Şehit Uzman Çavuş Mete Saraç Kışlası’na geldi. Valiliği de ziyaret eden Orgeneral Özel'e burada çeşitli hediyeler sunulması dikkat çekti. Hediyelerle ilgili açıklama yapan Vali İrfan Balkanlıoğlu, "Amacımız tanıtım yapıp yöredeki yoksul insanlara gelir kapısı sağlamak" dedi. "Tepkilere anlam veremiyorum" Bu olayın ardından Vali Balkanlıoğlu Akşam Gazetesi'ne şoke eden açıklamalar da bulundu. Tepkilere anlam veremediğini ifade eden İrfanlıoğlu, yaşanan olayda acının tarifsiz olduğunu ancak hayatın da devam ettiğini belirterek hediye olayını söyledi. "Genelkurmay Başkanı gibi popüler bir isim gelmiş" Vali İrfanlıoğlu, "Ziyaretimize gelen tanıtım potansiyeli olan popüler kişilere yöre halkına ekonomik katkı için lokum, sucuk gibi ürünlerden hediye ediyoruz. Amacımız tanıtım yapıp yöredeki yoksul insanlara gelir kapısı sağlamak. Genelkurmay Başkanı gibi popüler bir isim gelmiş. Küçük maddi değeri olmayan bir hediye verdik. Genelkurmay Başkanımız çevresi olan bir insan. Bir yere o kilimi koysa, biri de 'Nereden aldınız' diye sorup Afyon'a gelip satın alsa fakir insanlar nasiplenecek. Emrivaki yapıp eline tutuşturmuşuz. Hayır mı diyecekti. Hayat devam ediyor. Bir acımız varken buna ara mı verelim?" diye konuştu. (8 Eylül 2012) 59
Hesabı sorulmamış linç 6-7 Eylül! Türk Gladiosu olarak tabir edilen (Ö.H.D) Özel Harp Dairesi’nin muhteşem bir örgütlenmesi olduğunu övünerek itiraf eden General Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şunları anlatmaktadır; "6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi, ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı... (Paşam bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?" Türkiye'de devlet tarihi bir linç tarihidir de. Kuruluşundan bu yana bitmeyen bir iç savaşı devletin var oluş politikası olarak sürdüren Türkiye, iç savaşsız yapamaz bir devlet yapısına sahip. Devletin "asli unsuru" sayılan kurumları ve yönetici kesimi dinmek bilmeyen iç savaşta da linç politikasını hiç bırakmamış kuruluşundan bu yana linç 60
politikasını halkı yönetme aracı olarak kullanmıştır. "Denetimi altında" linç organizasyonları yapabilmek için de provokatif her tür eyleme girişmek alışkanlığındadır. 1955 yılının 6-7 Eylül'ünde yaşanan linç saldırıları da devletin planlı çalışmalarından biridir. Selanik'te, Atatürk'ün evine bomba atmak için bir MİT elemanı görevlendirilmiş ve MİT elemanı Atatürk'ün evinde bombayı patlatınca bunu basın sayesinde bir linç saldırısına dönüştürmenin gerekçesi yapmıştır. Aynı tarihlerde kilitlenen Kıbrıs politikasını açmak için de linç saldırısını kullanan Türkiye, ülkedeki müslüman olmayan halka karşı linç saldırısını ortaya çıkarmıştır. İçinde katliamlar, yağma, talan barındıran 6-7 Eylül olayları bir "milli politika" olarak uygulanmıştır. Devletin resmi politikalarıyla oluşturulan güruhlar bu linç saldırısına bir "milli vazife" olarak katılmışlardır. Hemen her aşamasında devlet görevlileri tarafından yönlendirilip idare edilen linç güruhları 6-7 Eylül'de devletin istediğini yapmışlardır.
Linç politikası bu devletin vazgeçemediği asli uygulamalarından biridir. Hiç bitmeyen bir linç hareketliliği geçmişten bugüne kadar devam etmektedir. Maraş katliamı, çorum katliamı, Sivas Madımak katliamı vb sayısız katliamlar ve linç tarihiyle devlet insanlık suçlarının baş sorumlusudur.
6-7 Eylül olayları 1955'de olmuş ve bitmiş bir linç hareketi değildir. Devletin devam eden linç saldırılarının bir halkasıdır. 1955'de linç saldırılarını organize eden devlet aynı linç saldırılarını sürdürmekte ve buna yönelik girişimlerini bırakmamaktadır. En son Antep'te sivillere yönelik patlatılan bomba bir devlet provokasyonu olarak gündeme gelmiş ve bu provokasyonla devletin "asli unsurları" olan faşist güruhlar resmi, sivil devlet görevlileri tarafından ülkenin her yerinde linç saldırılarına yöneltilmek istenmiştir. 62
Devletin linç tarihi yeni kanlı olayları izleyeceğinin delilidir. 6-7 Eylül olaylarını Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atarak provoke eden MİT görevlisi daha sonra vali olarak atanmış ve yaptığı kanlı provokasyon ödüllendirilmiştir. Aynı şekilde Gazi Mahallesi'nde provokasyon yapanlar, Sivas'ta katliamı tertipleyenler de ödüllendirilmiş ve devlet kademesinde yükseltilmişlerdir.
Devlet yeni 6-7 Eylül'lere hazırlanmakta ve bunu da açıkça Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ağzıyla ilan etmektedir. Başbakan yaptığı her açıklamayla kendilerinden olmayan herkese her tür saldırı yapmayı meşru ilan etmeye devam etmektedir. Bir iç savaş devleti yeni katliamlar yapmaya hazırlandığını ve bunu organize ettiğini ilan ederken bu konuda geçmişten gelen "dokunulmaz" oluşlarına güvenmektedir. 63
İnsanlık suçları unutulmaz, dün 6-7 Eylül olaylarını organize edenler ve bu linç saldırısına katılanlar nasıl unutulmadıysa ve tek tek tespit edilebilir hale geldiyse bugün de linç saldırılarını organize edip ona katılanlar tek tek tespit edilip yargılanacaklardır. Halkların adaleti kesin ve acımasızdır. İnsanlık suçlarının zaman aşımı ve affı söz konusu değildir. Linç kültürünü bu ülkenin devlet yapılanmasının temeli haline getirenler ve onu sürdürenler affedilmeyecek er veya geç hesap vereceklerdir. Bugün linç saldırlarının parçası olup devlet tarafından korunup kollananlar yarın dünyanın neresine giderlerse gitsinler insanlık suçlarının hesabını vermek zorunda kalacaklardır. (6 Eylül 2012)
Enis Berberoğlu'nun Kanlı Plastik Çiçekleri ve Barış! "ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) Başkanı Orgeneral David Petraeus’un özel uçağının bu akşam (2 Eylül) saat 20.00’de Atatürk Havalimanı’na inmesi bekleniyor. Petraeus için olağanüstü önlemler alındı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu , MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüşecek David Petraeus’un Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’la da bir araya gelmesi öngörülüyor. Görüşmelerde ağırlıklı olarak Suriye ile terörle mücadele konusunun ela alınacağı öğrenildi. Orgenaral David Petraeus, Türk askerlerin başına çuval geçirilmesi olayıyla tanınıyor." 65
Devletin resmi haber ajansı Anadolu Ajansı, işini gücünü bırakıp Suriye'de iç savaşı körükleyecek manüplatif haberlerle Özgür Suriye Ordusu adı altında bir araya getirilen grubun propagandasını her mecrada yapmaya devam ediyor. Yandaş basın Başbakan'dan aldıkları talimata uygun olarak Antakya'da barış mitingini küçümsüyor ve barış mitingine katılanları provokatör hainler olarak tanımlıyor. Yandaş basın ve devlete yamananlar Suriye'ye yönelik emperyalist saldırganlık üssü yapılmaya çalışılan sığınmacılar kamplarının insani amaçlı kamplar haline getirilmesini isteyenleri insani olmamakla suçluyor. Suriye'den gelen sığınmacıların barındığı kamplarının Suriye'deki iç savaşın merkezleri haline getirilmesine karşı çıkıp insani yardım merkezleri yapılmasını dileyerek barış isteyenler devletin savaş politikasına uygun olarak suçlanmaya devam ediyor. Hürriyet gazetesinden Enis Berberoğlu "sadece kulesi 40 bin lira" dediği yer kobrasını "temsili" sürerken
1 Eylül Dünya Barış Günü'ne karşı oluşturulmaya çalışılan engelleyici her tür girişime rağmen (Hatta DSİP genel Başkanı hükümete "1 Eylül değil, 21 Eylül barış günü" diyerek mitingleri yasaklama gerekçen var gibi akıllar da verdi) dört bir yanda coşkulu Barış mitingleri yapıldı. Suriye'ye yönelik savaş kışkırtıcılığı yapanların bir türlü elde edemedikleri "kamuoyu desteği" yerine saldırgan devlet politikalarına rağmen barışa özlem duyan dinamik bir kamuoyu, barış mitinglerinde bir kez daha sokaklara çıkarak kendini gösterdi. Devletin "uslu vatandaşları" Kürtlere yönelik sürdürülen savaşta sessiz izleyici olmaya daha çok yaklaşırken artık devlet politikalarını sokağa çıkarak destekleyecek sadece kontrgerillanın harekete geçirebildiği faşist linç çeteleri kaldı. Suriye'ye yönelik devam ettirilen ilan edilmemiş savaşı destekleyecek kamuoyu yaratabilmek için Antep'te patlatılan bomba devletin kamuoyu nabzı tutmak için oynadığı kanlı bir tezgah oldu. Bu kanlı tezgahın sonucu ise devlet politikalarını sokaklarda savunacak sadece faşist linç çetelerinin kaldığını gösterdi. Hürriyet gazetesi genel yönetmeni Enis Berberoğlu gibi "Sakız masa örtüsü ve plastik çiçekleri" olmayan ancak barış isteyen Barış Mitingi katılımcıları.
AKP ile birlikte iktadarı ele geçiren darbeci bir yapının ülkede ve ülke dışında "ilan edilmemiş fiili savaş" konsepti yeni dayatmalarla kendini ortaya koyarken bu dayatmalara yönelik kamuoyu desteği giderek güçlüden yana görünmeyi beceri sayan "izleyen uslu vatandaşlarla" sınırlı olmaya dönüşmekte. Sokaklara çıkanlar sadece kontrgerillanın iç savaş organizasyonu teşkilatları olabilmekte. Buna karşın devletin "ilan edilmemiş fiili savaş" konseptine karşı çıkanlar her tür faşist saldırganlığa rağmen yılmadan direnişlerini sürdürmekte ve azınlıkta olsalar da sokaklara çıkmaya devam etmekteler. Devlet hemen her alanda köşeye sıkıştı. Ekonomide, siyasette, uluslararası ilişkilerde, eğitimde, günlük hayatın sürdürülebilirliğinde, vb her alanda dayattıklarının doğal sonucu olarak çıkışsızlıkla karşı karşıya. İktidarını korumak ve sürdürebilmek için "ilan edilmemiş fiili savaş" konseptini yagınlaştırmaktan başka bir yol da görmemekte. Halka daha çok kan akacak bir yol dayatma devam etmekte ve bu da onun destekçilerini daha çok yıpratmakta ve "sessiz usluları" daha da çoğaltmakta.
Devleti açıktan destekleyenler ile devlet politikalarının kanlı yoluna karşı çıkanlar arasında daha keskin ayrımlar gündemde. Devlet, AKP eliyle, ABD başkanı George W. Bush'un ilan ettiği " ya bendensin ya da düşmansın" politikasında kalmaya zorunlu olduğunu görüp bunu da hayatın her alanına yaymaya gayret etmekte. Başbakan Tayyip Erdoğan her konuşmasında artık dinleyicileri bıktıran "basına ayar verme" konusunda ayarsızca davranmayı doğal bulup buna uygun bir medya isteğini dayatmakta ve medya da devletin baskısına "tasmalarıyla" öğünerek uymaya canla başla gayret etmekte. Kimi Antakya'da barış isteyenleri hain provokatörler ilan etmekte, kimi habercilik yapmak yerine sosyal medyada kampanyalar düzenlemekte, kimi de "sakız gibi masa örtüsü ve plastik çiçeklerle" Şemdinli'ye yukarıdan bakan bir tepe üzerinde fotoğraf çektirmekte. Ülkenin gerçeklerinin üstünü örtüp AKP eliyle darbe yapanların hışmından kurtulmak ve kaderlerini AKP darbecilerinin eline bırakmak bir başarı olarak ilan edilmekte.
Erich Maria Remarque'nin "Batı cephesinde yeni bir şey yok" romanındaki gibi AKP eliyle darbe yapanların cephesinde yeni bir şey yok. Halka yönelik uygulanan vahşet ve saldırganlığı şirin göstermeye, mazur bulmaya çalışanlar cephesinde sadece bir "sakız gibi masa örtüsü bir kaç plastik çiçek ve kurmaca Şemdinli'de her yer sakin fotoğrafı" var. Bir de fiyatının 80 bin lira olduğunu sadece kulesinin 40 bin lira oluşunu bir övgü haline getirip insan öldürmeye odaklı bir aracı sürdüğünü temsili bir fotoğrafla belgelemek var. Hürriyet gazetesi yöneticisi Enis Berberoğlu'nun Şemdinli'ye gidip masa örtülü plastik çiçekli kurgusu sadece daha kanlı bir yolun devam ettirileceğinin ilanından başka bir şey değil. Dökülen halkların kanı üstünde de dolaşacak sineklerden biri olmanın açık ilanıdır. Bir yanda CIA başkanı geliyor, Suriyeli sığınmacı kampları silahlı üsler haline dönüştürülüyor, kontrgerillanın ülke içindeki uyuyan hücreleri uyandırılıp linç çeteleri olarak hareketlendiriliyor, hakkını arayan her işçi kolayca işten atılıyor, sokakta hak arayanlar onlarca yıllık cezalarla içeri atılıyor, diğer yanda Enis Berberoğlu Hürriyet gazetesi genel yönetmeni olarak akacak kanların üstünde sakız gibi masa örtüsü ve plastik çiçeklerle "elit" sinek olacağını ilan etmesini haber olarak sunuyor. AKP eliyle darbe yapanların elinde sadece tehdit kaldı. "Ya bendensin ya da düşmansın" politikasına boyun eğenleri arayan bir tehdit. Faşizmin bu tehdidine boyun eğenler Şemdinli'de bir tepede plastik çiçekler eşliğinde fotoğraf çektirecek, faşizmin tehdidine boyun eğmeyenler barış mitinglerine gidecek. Biri faşizmin aktörü ve ondan artanlarla sefil varlığını idame ettirmeye çalışacak. Diğeri faşizme karşı her araçla her tür saldırıyı göze alarak direnişe katılacak. Tarih göstermiştir ki faşizmin döktüğü kanla beslenen sinekler sadece insanlığa karşı suç işlemekle hatırlanırlar. Faşizme karşı direnenler ise insan olmanın onurunu yüceltenler olarak tarih sahnesinde bulunurlar. (2 Eylül 2012) 70
Suriye'ye Karşı Süren Savaş Bütün Halka Karşıdır! Suriye'ye karşı ilan edilmemiş savaş her geçen gün her yönüyle uluslararası suç sayılacak verileriyle ortaya çıkmaya devam ediyor. Sendika.org sitesinde Suriye'de çatışmalara giren elkaide militanlarına ait fotoğraflar yayınlandı. Elkaide üyeleri Hatay sokakların da parkların da rahatça gezerken görülüyorlardı. Suriye'de silahlı çatışmalara girip daha sonra Hatay'a dönüp dinlenen Elkaide militanları Suriye'ye yönelik ilan edilmemiş bir uluslararası savaşın tarafı olunduğunun açık kanıtlarıydı. Apaydın kampına CHP milletvekilleri alınmamış ve bu konu tuhaflığın bir göstergesi olarak gündeme gelmişti. Milletvekillerinin Apaydın kampına girişinin yasaklanması aslında bu ülkenin yasalarına göre suç teşkil etmesine rağmen yine de bu durum olağanmış gibi gösterilmeye 71
çalışıldı. Yurt gazetesi'ndan Ömer Ödemiş Apaydın kampından fotoğraflar yayınladı. Fotoğraflarda Apaydın kampı sığınmacı kampından çok Suriye'ye karşı yürütülen ilan edilmemiş savaşın üssü olarak görülüyor. Silahlarla dolu bir kamp ve bu silahlarla poz veren çocuklar, Apaydın kampının işleyişini gösteriyor. Özgür Suriye Ordusu adı altında Suriye'ye yönelik düzenlenen uluslararası çete faaliyeti internet sitesinde merkez adresi olarak Hatay'da bir yeri veriyor. Hatay, Suriye'ye yönelik ilan edilmemiş savaşın üssü haline getirildi ve Hataylıların tüm tepkilerine rağmen bu savaş üssü giderek daha çok geliştiriliyor. Daily Mirror gazetesi CIA'nın Özgür Suriye ordusuna parasını Suudi Arabistan'ın ödediği yerden havaya 14 adet Stinger füzesinin Türkiye üzerinden verildiğini bildirdi. Bu haber yalanlanmadı aksine bu haberin yayınından sadece 2 gün sonra Özgür Suriye Ordusu, Suriye uçaklarından birini düşürdüğünü duyurmaya çalıştı. Suriye'ye yönelik ilan edilmemiş savaş Türkiye'de yönetim hemen her alanda köşeye sıkıştıkça daha da açık şekilde körüklenmeye başlandı. Haber vermeyi bırakıp sadece devlet politikalarına uygun yönlendirici yayıncılığa yönelen Anadolu Ajansı, açıkça Suriye'de çatışan Özgür Suriye Ordusu mensuplarıyla Suriye'ye yönelik ilan edilmemiş savaşın kanıtlarını sunacak biçimde röportajlar yap-
maktan çekinmiyor. "Suriye'de yaralanan ÖSO'nun Türkmen askerleri Türkiye'deki tedavilerinin ardından cepheye gidecekleri günü bekliyor." denerek yapılan röportajda ilan edilmemiş bir savaşın sadece ilan edilmesinin kaldığı gösteriliyor.
AKP eliyle bir darbe yapıldı. Şu an yönetimde bulunanların hemen hiçbir alanda meşruluğu yok. Yapılan seçim anketlerinde her zaman yükselişte olduğu ilan edilen AKP artık inkar edilemez biçimde düşüşte. Darbelerin meşruluğunu koruyabilmek için kitlesel destek verilerine ihtiyacı vardır. Bu ülkenin kronik "sağcı" tabanının hassasiyetlerini kullanarak o tabana dayanan AKP eliyle darbe yapanların destek tabanı erimektedir. Ekonomik bir kriz sürecine girilmiş ve bu geniş halk kesimlerine yansımaya başlamıştır. Din, gelenekler, milliyetçilik vb kronik aldatma araçları, artık gününü kurtarmayan, geleceğini kaybetmekte olan geniş kesimler için yeterli olmaz hale gelmektedir. AKP eliyle darbe yapanların Suriye'ye yönelik ilan edilmemiş savaşı Türkiye'nin her yerine yayma çabaları vardır. Antep'te bomba patlatmaktan, ülkenin her yerinde Kürtlere yönelik linç faaliyetlerini kışkırtmaya kadar içinden çıkılmaz kirli bir oyuna 73
girmişlerdir. Devletine bağlı kişileri koruduğunu göstermek adına kirli oyunlara göz yumulmaktadır. Sakarya'da 14 yaşında çocuğa tecavüz eden devlet görevlileri başta olmak üzere tüm tecavüzcüler serbest bırakılmıştır. Çocuklara yönelik cinsel taciz ve tecavüz sanıklarının bu ülkede işleyen yasalar çerçevesinde yargılanmaları süresince tutuklu kalmaları teamülü ortadan kaldırılmıştır. Ülkede bir kaos ve iç savaş ortamı yaratılmak istenmektedir. Akp eliyle darbe yapanların ekonomide, ulurlararası ilişkilerde, hemen her toplumsal olayda sıkıştıkları yer açmazlarla doludur. Tek çıkar yol olarak da ülkede iç savaş veya savaş hukukunu işletmek olarak görmektedirler.
Yönetenler, var olan olağan yönetim biçimleriyle yönetemeyecekleri bir yolda ilerlemekteler. Yönetilenler, olağan yaşam biçimlerini sürdüremeyecek hale gelmekteler. Faşizmin en kirli yöntemleri devreye sokulmakta ve AKP eliyle darbe yapanlarca toplumda bir iç savaşı körükleyecek her yol denenmektedir. Uzun yıllardır işlenen toplumdaki yapay ayrımları körükleyecek her girişim darbeciler 74
eliyle desteklenmekte ve teşvik edilerek toplumda yönetenlere karşı oluşan hoşnutsuzluk gözardı ettirilmeye çalışılmaktadır. Kanla oluşturulan darbecilik yolunda daha çok kan dökme hesapları yapılmakta ve dökülen kanın üstünde gemilerini yüzdüreceklerini düşünmektedirler.
Faşisme karşı direniş tek seçenektir. AKP eliyle darbe yapanların meşruiyeti kalmamıştır. Hiçbir alanda içinde suç olmayacak girişimleri artık olmamakta, yaptıkları her şey yakın gelecekte suç olarak karşılarına çıkacak girişimler haline gelmektedir. Akp eliyle darbe yapanlar kendi suçlarına ortak yaratmak için toplum içinde kök salmaya çalışmakta ve yanlarına çekebilecekleri yeni suçlular üretmektedir. Unutulmamalıdır, AKP eliyle darbe yapanların oturdukları zeminin kayganlığı çoktur. Bugün onlarla hareket edip darbecilerin suç ortağı olanlar yakın bir gelecekte sanık olarak yargı karşısına çıkacaklardır. Bu yargı, bugün 12 Eylül darbecisi genarel eskilerinin yargılanma komedisi gibi de olmayacak, hukukun işlediği ve suçluları affetmeyecek bir yargı olacaktır. Suriye'ye karşı ilan edilmemiş savaşa karşı durmak, Kürt halkına, Alevilere, emekçilere, toplumun ezilenlerine karşı da ilan edilmemiş savaşa karşı durmak demektir. Bunlar faşizme karşı ortak bir direniş hattının parçalarıdır. (30 Ağustos 2012) 75
Çocuk Tecavüzcüleri ve Utanması Olmayan Aileleri! Sakarya'da 14 yaşındaki Ö.C. adlı çocuğa tecavüz eden 34 kişinin yargılandığı dava başladı. Çocuğa cinsel taciz ve tecavüzün sıklıkla karşılaşıldığı bir iklimdeyiz. Hatta 14 yaşındaki B.Ç. adlı kız çocuğuna 2008 yılında cinsel tacizde bulunan Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez'i açıkça savunanlar çıkmış ve 14 yaşında kız çocuklarınına cinsel taciz ve tecavüzü haklı çıkarmaya çalışmışlardı. Çocuklara cinsel taciz ve tecavüzü haklı çıkarmaya çalışanlar o günlerde bunu dini geleneklere dayandırmaya çalışmış, din adamlarından bu yönde fetvalar almaya uğraşmış ve tarihten örnekler de vermişlerdi. 2002 Yılında Mardin'da 26 kişinin tecavüzüne uğrayan ve tecavüze uğradığında 13 yaşında olan N.Ç. davası bir utanç kararıyla sona ermişti. "Kızın rızası vardı" diyerek 76
tecavüzcüleri olabilecek en az cezalarla kurtaran mahkemenin kararı Yargıtay tarafından da onaylanarak kesinleşmiş ve çocuklara tecavüz etmek yasal kılıfına uydurulmuştu.Devlet ve hukuk sitemi de çocuklara cinsel taciz ve tecavüzün yasal dayanaklarını sağlamaktan çekinmemişti. Sakarya'da 14 yaşındaki Ö.C.'ye tecavüz davası tıpkı Mardin'deki N.Ç. davası gibi. Tecavüzcüler arasında yine emniyet yetkilileri, iş adamları, esnaflar vb var. Sakarya'nın günlük yaşamında hemen her yerde karşınıza çıkacak tipoloji örnekleri. İşinin başında olan, günlük yaşamda karşılaştığınızda hiçbir tuhaflık duymayacağınız devletin oluşturmak için çabaladığı "makul" vatandaşlar. Aileleri de bu "makul vatandaşlar gibi "makul insanlar". Öyle makul aile üyeleri ki çocuğa tecavüz eden yakınlarını canla başla savunuyorlar. "Adliye önünde pankart açıp açıklama yapmak isteyen Sakarya Kadın Platformu üyelerine Ö.C’ye cinsel taciz ve tecavüz suçlamasıyla yargılanan 34 sanığın yakınları sözlü sataşmada bulundu. Platform üyeleri açıklama yaptığı sırada bazı sanık yakınları ‘Kendi rızasıyla oldu’, ‘Kız diyor kendi rızamla yaptım’, ‘tecavüzü bunlar yaşamış herhalde’ gibi sözlü sataşmalarda bulundular." Tecavüz hele ki bir çocuğa tecavüz bu toplumda utanılacak bir şeydir. Hep öyle oldu. Ancak bu ülkede insani utançların yıkıldığı bir 77
vahşet dönemi yaşatıldı ve tecavüz hatta çocuğa tecavüz utanılacak bir şey olmaktan çıktı. En azından bu toplumda belirli bir kesim için çocuklara tecavüz etmek utanılacak bir durum değil. Çocuğa tecavüz eden yakınını canla başla savunmak adına utanmadan N.Ç. davasında "utandıran karar olan" çocuğun "kendi rızasıyla tecavüze uğraması" kararını sokaklarda yüksek sesle savunur duruma gelen bir yüzsüz vahşiler kesimi var. Çocuğa tecavüz etmenin utandıran yanını göstermek ve bu suçun toplumda infiale yol açacak kadar önemli bir suç olduğunu söylemek için adliye önüne gidenlere de tecavüz sanıklarının yakınları utanmadan "tecavüzü bunlar yaşamış herhalde" diye sataşarak alaycı gülüşlerle taciz edebilmektedirler.
Ö.C'ye tecavüz edenlerden bir polis yurtdışına kaçtı. Karısı Ö.C.'nin davasının görüldüğü adliyede hakim. Bir diğer tecavüz sanığı polis bir başka ile atandı. Sistem kendi asli unsuru saydığı kişi ve kesimleri korumak üzerine bir adli yapı ve işleyiş üzerine kurulu. Devletin kendisine bağlı olduğuna inandığı kişi ve kesimleri ne yaparlarsa yapsınlar 78
korumaya özen gösteren bir yapısı var. İster işkence yapsın, ister linç yapsın, ister işçisinin maaşını ödemesin, isterse bir çocuğa tecavüz etsin, "devletine bağlı" bir kişiyse devlet onu mutlaka korumakta. Korkunç bir vahşet sistemi işletilmekte. "Devletine bağlı" olmak demek, bu ülkede insanlık suçuna bulaşmış olmak demek. "Devletine bağlı" olmak demek, kişisel her tür rezilliği yapabilme hakkına sahip olmak demek.
"Devletine bağlı" olmak demek, insanlıktan çıkmak ve sefil yaşamında dizginsizce vahşet uygulama hakkı kazanmak demek. Bu ülkede sağcı, muhafazakar, devletçi bir insan tipolojisi var. Bunlar insani değerlerini yitirmiş her tür rezilleşmenin kaynağı ve sonuçlarıdırlar. Kimi Van depreminin acılarını ihalelerde milyonlarca lira kazanmak için kullanmakta, kimi 79
çocuklara tecavüz etmekte, kimi din adamı kılıfı altında çocuklara kuran kursunda cinsel tacizde bulunmakta. Yalanlarla kurulan, yalanlarla inşa edilen bir suratla yaşamaktalar. Gerçekleri ise kirli, rezil ve insanlık dışı vahşetle oluşan geniş bir kesim. Korkak, güçlü karşısında ruhunu satan, bireyci, bencil ve yoz bir kesim. Bu ülkenin kaderini çoğunluk oyları sağlayarak "sağcı" rezil yönetimlere mahkum eden bir kesim.
Bu rezilleşmiş sağcı, muhafazakar, liberal vb insan tipolojisinin oluşturduğu ve sürdürdüğü sistem yıkılır, yeni bir dünya kurulur. Arkada bıraktıkları izler takip edilir ve bugünün rezillikleriyle kendi ufak sultanlıklarını ilan edip çocuklara tecavüz edenler, mevsimlik tarım işçilerini Kürt diye linç etmeye çalışanlar, sokakta insanlara işkence eden görevliler tek tek bulunur ve hesap sorulur. Bilinir tarihi gerçektir hiçbir yönetim sonsuz değildir yıkılır. Yıkıldığında gelen yeni yönetim eskide yapılanlara göre hesap sorar. Bu ülkede vahşet uygulayanlar bilmelidir ki bu ülkenin emekçi halkının soracağı hesap çok şiddetli olacaktır. (29-09-2012) 80
Üniversite Harçları Kalktı, Paralı Öğrenime Devam! Kenan Evren "üniversitelerin anarşi yuvası olduğunu ve bunu ortadan kaldıracaklarını" söylemiş ve Turgut Özal'da tüm şirin "tontonluğuyla" üniversitelere harç uygulamasını devreye koymuştu. İlk ilan edilen harç miktarları düşük tutulmuş Turgut Özal "tontonca" "ilk başta düşük tutalım ki tepkiler oluşmasın" demişti. İlk ilan edilen harçların paralı öğretim ve üniversitelerin bilimsel öldürülüşüne yeni bir darbe olduğunu söyleyen zamanın devrimci öğrencilerine Kenan Evren darbesine hızla uyum sağlamış "sağcı liberal öğrencileri ve basını" "bir paket sigara parası kadar harcı da ödeyemeyecek misiniz ortalığı karıştırmakdan başka işiniz yok" demişlerdi. Süreç geliştikçe üniveristeler de para tek geçer güç oldu. Harçlarla başlayan ve hemen her aşamada öğrencinin cebine el atan bir sitem kurulmaya gayret edildi, elbette buna karşı devrimci öğrencilerde her dönem "pürüz" çıkardı ve her tür paralı işleri üniversiteden atmak için uğraştı. 81
Üniversiteler Kenan Evren'in buyurduğu gibi "anarşi yuvası olmaktan" çıkarılsın diye acımasız bir çark işletildi ve üniversitelerin bilimsel ölümü gerçekleştirildi. Başına "intihal" eserlerle bilimsel kariyerini edinebilmiş İhsan Doğramacı'nın getirildiği YÖK, üniversiteleri devletin uslu koyunu haline getirmek için her tür uygulamayı devreye soktu. İlk özel üniversite olan Bilkent'i de kuran Doğramacı'nın intihalciliği YÖK içinde bir gelenek oldu ve YÖK'de yükselebilmek için intihalci olma geleneği başlatıldı.
Üniversiteler bilimsellikten uzaklaştırılıp devletin günlük politikaları doğrultusunda figüran haline sokulunca bir dizi sorunda başka biçimiyle ortaya çıktı. Üniversite mezunlarının öğrenim gördükleri dalların cahili oluşları hem toplumsal hayatta hem iş dünyasında büyük sorunlara yol açtı. Çare daha çok paranın döneceği özel üniversiteler ve bir kısım ayrıcalıklının öğrenim görebileceği uluslararası ünü olan yurtdışı üniversiteleriyle bulunmaya çalışıldı. 82
Üniversitelere okumak için gelen geniş öğrenci kesimi öğrenim görmenin zorluklarını derinlikli yaşarken sürekli para düşünen insanlar haline getirildi. Birçok öğrenci öğrenimin gereği olan parayı karşılamakta zorlandığı için öğrenimine son vermek durumunda kaldı. Yoksullaştırılan emekçi halkın çocuklarını üniversitede barındırması içinden çıkılamaz bir soruna dönüştü. AKP 10 yıllık iktidarı süresince üniversitelerin sokulduğu bilimsel ölüm yolunda ısrarlı ve kararlı oldu. Bu yolu daha çok üniversite açarak daha çok özel üniversiteye imkan sağlayarak, "suça bulaşan kesimleri" çoğaltarak meşrulaştırmaya çalıştı. Şu an 103'ü devlet ve 62'si vakıf olmak üzere toplam 165 üniversite var. Her biri bilimselliğin öldürülme merkezi olarak faaliyette bulunan 165 üniversite. Üniversitelerde harçlar ilk gündem bu yana sorun oldu. 12 Eylül darbecilerinin her uygulaması gibi bu uygulaması da daima tepkilerin kaynağı olarak kaldı. Karmaşık hesaplamalar ve uygulamalarla çeşitlendirilen bir paralı öğretim sistemi üniversitelerde vaz geçilemez uygulama haline geldi. Karmaşık parasal ilişkiler ağıyla üniversiteler kendi gelişimini devletin ve elbette YÖK'ün iki dudağı arasında bulur oldu. Harç uygulamasının ortada olan problemleri "harç kredisinin" her öğrenciye uygulanmasıyla giderilm83
eye çalışıldı ve "harç kredilerini" alanlardan geriye tahsil etmek bu konuyla ilgilenenlerin en önemli sorunu haline geldi. Bunu başaramadılar. Harç kredisi alıp okul bittikten sonra geriye ödeyenlerin "devede kulak" kalması ve bu sorunun çözülmesi için yargının devreye sokularak işletilmesinin yaratacağı yük içinden çıkılmaz hale gelince Harçları kaldırmak bir zorunluluk oldu. Paralı öğretime karşı mücadele eden devrimci öğrencilerin yıllardır anlattığı içinden çıkılmazlık gelip duvara dayanınca AKP bir lütüf gibi gösterme gayretleri içinde işin içinden sıyrılmak adına harçları üniversitelerin bir bölümünden kaldırdığını ilan etti. Bülent Arınç "Sayın başbakanımızın, bakanlarımızın imzaladığı kararnameyle bundan böyle birinci öğretimden katkı payı alınması, yani harçlar tamamen kaldırılmıştır. 2011-2012 öğretim yılı sayısı itibarıyla 1 milyon 524 bin 380 öğrenci bu harçların kaldırılmasından doğrudan istifade edecektir. Aynı şekilde açık öğretimden katkı paylarının alınmasına da son verilmiştir. Yine 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 951 bin 494 öğrenci de bundan istifade etmiş olacaktır.'' diyerek içinden çıkılmaz hale gelen sorunu harçları kaldırdık biçiminde müjde kıvamında açıkladı.
Üniversitelerde 1992 yılında devreye sokulan "İkinci öğretim"de harçlar kaldırılmadı. Bu öğretimde harçlar 1. öğretime göre yaklaşık 4 kat daha yüksek ve devlet ikinci öğretime kredi vermiyor. Devletin içinden çıkamayacağı bir kredi verme ve tahsil edememe durumu bu öğretim biçiminde yok. Devlet özel üniversitelerin öğrenci başına istediği ücretlerin kaldırılıp kaldırılmadığına yönelik bir açıklama da yapmıyor. Özel üniversitelerin astronomik fiyatlandırmaları hala devrede duruyor. Kaldırılan öğrenim harçlarıyla ilgili devletin üniversitelere aktardığı kaynağın k e s i l e c e ğ i görülmekte. Devlet üniversitelerini parasal yönden yeni güç günler beklemekte. Öğrencisine daha haşin davranan üniversite yöneticileri ve öğrencisini her adımda soymayı iş edinen "yeni becerikli" soyguncu yöneticiler önümüzdeki dönemin başarılı sayılacak üniversite kadrosunu oluşturacak. 2TL'lik yemek ücreti 1 TL'ye düşünce yemek yiyen öğrenci sayısı 4 bin kişi artan üniversitede yemek ücretleri daha yüksek, yemek yiyebilen öğrenci sayısı daha az olacak. Özel üniversiteler daha zalimleşip daha fütursuzlaşacak ve artık her tür öğrenimi yapmakta zorlanan devlet üniversiteleri karşısında daha parlak duracaklar. 85
Harçlar Kaldırıldı mı? Harçlar kaldırılmak zorunda kalındı. Hiç dinmeyen öğrenci eylemlerinin tek kaynağı olarak düşünülen harçlar kalktı diye haber yapan devletçi basına göre artık öğrenci eylemlerinin gerekçesi kalmadı. Üniversitelerin ölüm yolculuğu sürdürülmekte. Üstesinden kalkamayacağı öğrenci sayılarıyla doldurulan ve bilimsellik yerine sadece diploma dağıtmak ve gençlerin cesaret ve enerjilerini pasifize etmeyi tek görev edinen üniversiteler harçsız dönemde daha yoksunlaşmış hale gelecekler. Parlatılan özel üniversiteler daha önplana çıkarılacak. Gençliği oyalama aracı olmak üniversitelerin tek işlevi haline gelecek. Her alanda öğrencisini soymaya çalışan "yeni tür yönetici" modeli başarılı model olarak sunulacak. İkinci öğretimde "parasını vererek" öğrenim görmek isteyenler paralarını vermeye devam edecek. Üniversiteliler ve bu ülkeye üniversitelerin katkısı olması isteyen herkes bilmelidir ki üniversite sistemi sadece öğrenim harçları konusunda tıkanmamıştır hemen her alanda içinden çıkılmaz durumdadır. Öğrenim görmenin sadece bir oyalanma sayıldığı ve bilimsel hemen hiçbir üretimin olmadığı üniversiteler de bilimsel öğrenim hakkı için mücadele eden herkes sistemin tıkanıklığında yeni alternatiflerle ortaya çıkmalıdır. Kaldırılan harçlar değil, devletin içinden çıkamadığı harç kredi sistemi ve üniversitelerin daha da derinleşen krizine yönelik alınmış bir göstermelik uygulamadır. Aşağıda özel üniversitelerin bazılarının bu yıl öğrenim görmek için yaptıkları fiyatlandırmaları bulunuyor
86
Vakıf Üniversitelerinin Lisans Ve Ön Lisans Ücretleri - KOÇ: 4 yıllık lisans programları 33 bin lira, Tıp Fakültesi ise 46 bin 200 lira. Tıp öğrencilerinin 3’te ikisi tam burslu, 3’te biri yarı burslu öğrenim alıyor. SABANCI: Lisans programları 33 bin lira. Yurt ücreti ise 4 kişilik odada 9 aylık 3 bin 900 lira iken, 2 kişilik odada 9 aylık 6 bin lira. Okulun ders kitaplarının fiyatları 600-700 lira arasında. Günde üç öğün yemek ücreti ise aylık ortalama 550 lira olarak belirlenmiş. BİLGİ: İngilizce hazırlık programı, Fen Edebiyat Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İletişim Fakültesi, Mimarlık Fakültesdi’nin Endüstri Ürünleri Tasarımı ve İç Mimarlık programları, Mühendislik Fakültesi yıllık peşin ödemede KDV’siz fiyatı 24 bin 950 lira. Hukuk Fakültesi, Mimarlık ve Psikoloji programları 26 bin 850 lira iken meslek yüksekokulları da 17 bin 850 lira. BİLKENT: Eğitim ücreti tüm bölümler için 20 bin 800 lira. Ücret, güz ve bahar dönemi kayıtlarından önce iki eşit taksitte alınıyor. FATİH: Lisans programları 15 bin lira ila 27 bin lira arasında değişiyor. Ön lisans programları ise 3 bin 500 liradan başlayıp, 11 bin liraya kadar ulaşıyor. İSTANBUL AYDIN: Diş Hekimliği Fakültesi’nde eğitim ücreti 32 bin 400, Fen-Edebiyat, Eğitim, İktisadi ve İdari Bilimler ve İletişim Fakültelerine ait bölümlerde 20 bin 358, Hukuk Fakültesi’nde ise 23 bin 760 lira. Ön lisans ücretleri de 9 bin 180 lira. OKAN: Lisans programları 14 bin ila 23 bin 750 lira arasında değişiyor. Ön lisans programları da 10 bin 725 liradan başlıyor. BEYKENT: Üniversitede lisans eğitimi fiyatı 17 bin 340 lira iken, ön lisans 8 bin 265 lira. YEDİTEPE: Diş Hekimliği Fakültesi 37 bin 500, Tıp Fakültesi 32 bin 500, Eczacılık Fakültesi 28 bin, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi 24 bin, Hukuk Fakültesi 22 bin 500 lira. Bu ücretlere KDV dahil değil. IŞIK: Tüm fakülteler için yıllık lisans eğitim ücreti 23 bin 474 lira. Ödemelerde 12 aya varan taksit imkanı sunuluyor. İZMİR EKONOMİ: Eğitim ücretleri 15 bin 900 liradan başlayıp, 17 bin 500 liraya kadar çıkıyor. Anlaşmalı bankalarda 12 ay taksit imkanı tanınıyor. İZMİR: Tıp Fakültesi eğitim ücreti 25 bin lira iken, hazırlık ücreti ise 13 bin lira. MALTEPE: Tıp Fakültesi 26 bin 490 lira, Eğitim Fakültesi 16 bin 300 lira, diğer fakülteler ise 19 bin 950 lira. Meslek yüksek okulları ise 10 bin 885 lira. (28-09-2012) 87
12 Eylül Darbecisinin Sağlık Sorunu Korkuları! Darbe yaptığında seni meydanlarda alkışlamaya koşanlar senin darbeci iktidarını devam ettiriyorlar o yüzden titreyerek de olsa "kimseye hayrım yok zararımdan başka" diyerek de olsa daha yaşa Kenan Evren. Seni çılgınlar gibi avuçları patlayarak alkışlayanlar ve darbe gerekliydi diyenler o günden bu yana içinde oldukları partilerin isimleri değişse de aynı kişiler. Sadece kendi sefil çıkarını düşünen işkenceciler, din ve umut bezirganları ve halkının kanıyla servet edinenler. Evren, kendisini muayene eden doktorlara, “1917 doğumluyum. Birkaç aydır hastanede yatıyorum. (Günlük zorunlu ihtiyaçlarını etkileyen bazı zorlanmalar) nedeniyle güçlük yaşıyorum. Her yere yardımla gidiyorum. Kendi başıma bir şey yapamıyorum. Düğmelerimi bile ilikleyemiyorum. Bu yaşa kadar insan yaşamamalı. Kimseye hayrım yok, zararımdan başka” dedi. Halkına işkence edip zarardan başka bir şey yapmamış bir darbecinin doktorlara kendini anlatma çabası sızlanmadan öte gidemedi. 88
Doktorlar, “Uzak bellek yaşına göre yeterli bulunmuştur. Zekanın kabaca normal sınırlarda olduğu izlenimi edinilmiştir. Gerçeği değerlendirmesini bozan belirgin bir psikotik belirtisi yoktur” derken zaten zekası her zaman ancak kabaca sınırlar içinde kalmış bir darbeciyi tarif ediyorlar. Zekası her zaman ancak kabaca bakılınca vasat sayılabilen darbecinin aslında yargı karşısına çıkacak durumda olduğu görülmekte. Doktorların verdiği sağlık raporunda, Evren’in düşünce içeriğinde perseveratif biçimde (sürekli takıldığı bir konudan bahsetmesi) geçmişte yaşadıklarına yönelik temaların hakim olduğu da belirtildi ancak geçmişteki hangi konulardan sürekli bahsettiği belirtilmedi. Bu hal Kenan Evren'in her zamanki hali, daha önce de darbeciliğini anlatırken de böyleydi, daha sonra da böyle kaldı. Takıntılı ve takıntı yaptığı konuya dönüp duran bir kişilik hali ondan hep vardı. Darbeci başı Kenan Evren ayağa kalkıp, yürüyebiliyor ancak desteğe ihtiyacı var. “Kabaca bunama yok. Kendisinin uzun süre ayakta durması ve yürümesi mümkün değil” 20’den fazla ciddi akut ve kronik hastalığı, 13 adet sürekli kullandığı ilaç ve çok sayıda gerekli hallerde kullandığı ilaç “Ancak yardımla günlük aktivitelerini yerine getirebilmektedir. Gaita ve idrar problemleri,
tremoru (el titremesi) sosyal, fonksiyonel ve psikolojik durumunu bozmakta.” anlatılanlar doktorların mecburen verdikleri mahkemeye gidemez raporunun aslında Kenan Evren'in mahkemeye gidebilirliği olduğunun kanıtı. Oğlu Cemil Kırbayır, Kenan Evren'in emrinde çalışan işkencecilerce katledilip, kaybedilen Berfo Ana mahkemeye gidebiliyorken Kenan Evren'in ondan daha sağlıklı olarak mahkemeye gidememesi meselenin sağlık konusu olmadığını gösteriyor. Mesele, Kenan Evren'in yargılanmasının aslında bir komediye dönüştürülen 12 Eylül Davası'nın oluşturulma yöntemiyle bağlantılı. Geçmişi artık sürdürülemez bir kirlenme olan devlet göstermelik bir "temizlik operasyonuna" girişti. Bu göstermelik operasyonda "12 Eylül'ü da yargılıyoruz" demek için bir dava yaratıldı. Kenan Evren'de Tahsin Şahinkaya da mahkemeye çıkarılmayacakları garantisi aldıkları için 12 Eylül yargılamasına ses çıkarmadılar. "Eğer dava açılırsa başıma sıkarım bir tane" diyen Kenan Evren yargılama ile birlikte başına sıkmak yerine her tür ihtimamın gösterildiği hastaneye sığındı. Sefil bir yaşamı elleri titreyerek, takıntılarını sürdürerek, "ne zaman öleceğim" diyerek devam ettiriyor.
Kenan Evren'in isimleri her yerden tek tek silinirken Berfo Ana'nın oğlu Cemil Kırbayır için "Cemil Kırbayır Kültürevi" inşa ediliyor. Devrimci 78'liler Vakfı 12 Eylül yıllarında işkence yapan 1650 ismi açıklıyor ve bu işkencecilerin hala devlet mekanizmasında etkin yerlerde olduğunu ilan ediyor. Kenan Evren'in ölünceye kadar göstermelik olan mahkemeden kaçışı sürecek. 12 Eylül işkencecileri halka düşman faaliyetlerine bazen AKP, bazen daha başka yeni hamilerin gölgesi altında devam edecek. Kenan Evren'in kabaca vasat sayılan zekasıyla emperyalizm bu ülke halkları üzerinde kanlı yönetimlerini geliştirdi. Kenan Evren'den sonra gelen her sistem partisi ve aktörü de buna devam etti. Kirli geçmişini taşıyan bir güruh daima yönetimde oldu. Kimi geçmişte Ermeni katliamlarından, kimi Kürtlerin, Alevilerin katliamlarından sorumlu olanların yönetimi devam ediyor. Halkına işkence ve zulümden başka bir şey dayatmayanların yönetimleri devam derken onlara karşı direnenlerin mücadelesi de devam ediyor. Bazen bir çocuğun panzere attığı taşta bazen mahkeme salonlarında yargılanırken yargılayan olanlarca. İki Temel ayrım var. Birincisi, yönetimde değişik parti yöntem vb ile daima kalan işkenceci, din bezirganı, umur taciri katliamcılar çetesi ve yandaşları. İkincisi, herkesin özgür ve refah içinde yaşayacağı hakça bir yönetimi oluşturmak isteyenler ve emekçi halk. İşkencecii katliamcı yönetenlere karşı direniş hali devam edecek ta ki onlar yıkılıp hak ettikleri şekilde cezalandırılana kadar. Tarihin zorunlu sonucudur. Hiçbir işkenceci, katliamcı yönetim modeli devam edemez mutlaka yıkılır. Yıkıldığında karşılaşacakları cezalandırmaların şekli ise sadece ezilenlerin insafına kalmıştır. (26 Ağustos 2012) 91
Muhbirler Cumhuriyeti ve Facebook'ta Abdullah Öcalan Resminin İhbarı! Baştan aşağıya muhbir kesilmenin yüceltildiği ve muhbirlerle dolu bir ülke yaratıldı. Muhbirlerin kimi, ne için ve hangi nedenle ihbar ettiğinin önemli olmadığı sadece ihbar etmesinin önemli olduğu bir ülke. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi yıllarında her yer muhbirlerle dolmuş ancak muhbirlik hala utanılacak bir toplumsal hastalıklı tutum sayıldığından muhbirler kendilerini saklama ihtiyacı duymuşlardı. Muhbir kişisel çıkarı için insanlara zarar vermeyi doğal bulan kişidir. İçinde kişisel sefil çıkarı olmadan hiçbir insan muhbirleşemez. Sefil hayatını korumaktan, maddi çıkar elde etmeye kadar uzanan bir bireysel çıkar olmadan muhbirlik işlememektedir. Yaratılan iklim muhbirlerin artık utanmadan, sıkılmadan tüm yüzsüzlükleriyle ortaya çıkma dönemidir. 12 Eylül faşist generallerinin "sayın muhbir vatandaş" diyerek duyurularla seslendiği muhbirler artık gerçekten "sayın" olduklarına inanmış şekilde hareket etmektedir. 92
Muhbir kişisel çıkarı uğruna devletin resmi politik dayatmalarına uyum sağlar. Devletin zaten daraltarak sunduğu politik düşünme alanında muhbir algılayış düzeyine göre iyice daralmış şablonlarla idare eder. Düşünmez, devletin topluma dayattığı politik iklime ayak uydurur ve bu iklimi kendi kişisel çıkarı uğruna kullanır. Bazen mahallesinde şu veya bu nedenle sürtüştüğü bir komşusu, bazen sefil kişisel çıkarı için kullandığı toplumsal meseleleri kullanmasının önüne vicdanla engel olanların çıkması. Muhbir için gerekçe yaşadığı, anladığı şartlar ve çıkarları kadardır. Kişisel çıkarı için her tür rezilleşmeyi ve insanlara zarar vermeyi doğal buluşuyla muhbir insanın sefilliğinin dibinde yer alır. Antep'te patlatılan bombanın ardından devletin oluşturmaya çalıştığı Kürt özgürlük hareketinin hepsini suçlu ilan etme çabası sürmekte. Bu durum karşısında devletin suçlu ilan ettiği Kürt özgürlük hareketi artık devletin Antep bombasının suçunu üzerine yıkmasıyla dalga geçmeye kadar giden açıklamalarda bulunmakta. Antep bombacısı diye açıklanan PKK militanıyla ilgili yapılan PKK açıklamasında "Yoldaşımızın olayla hiçbir ilgisi yok. Antep'e ve diğer Kürt illerine ömrü boyunca bir kez bile gitmemiştir ve gerillada rutin görevi başındadır" diyerek devletin Antep
bombalamasındaki sorumluluğundan kaçma gayretleriyle dalga geçilir hale gelmiştir. "Antep bombacıları bulundu" diyerek açıklamalarda bulunan Antep Valisi ve bunu manşetlerle haber yapan medya aslında kişisel çıkarı için muhbirlik yapanlarla aynıdır. Her biri içinde kişisel çıkarı olan ve bunun için her tür olmadık kişiye zarar vermeyi kendisine hiç de dert etmeyen bir haldedirler. Üsküdar Devlet Hastanesi'nda Facebook'ta Abdullah Öcalan'ın fotoğrafına baktıkları gerekçesiyle iki kişiyi hemen ihbar eden "muhbir vatandaş"tan bir farkları yoktur. Devletin bu saçma ihbara yönelik aldığı tavırda tam bir delilik halidir. Facebook'ta Abdullah Öcalan resmine baktılar diye iki kişiyi ihbar eden kişi ciddiye alınıyor ve terörle mücadele polisleri baskına geliyor, ardından savcılık olaya el koyuyor ve bilgisayar incelenmek üzere delil sayılarak götürülüyor. Yani Muhbir vatandaşın saçmalık boyutundaki ihbarı ciddiye alınıyor. Tıpkı Antep bombası ardından ortaya atılan iddiaların ciddiye alınıp konuyla ilgisi olmayan insanların gözaltına alınmaları gibi. Antep bombasının izi gizleniyor, gerçek faillerinin izleri karartılıyor. Tıpkı iki kişiyi Abdullah Öcalan resmine baktıkları için ihbar eden kişinin bu ihbara neden olan sefil kişisel çıkarının ne olduğunun konu dahi edilmemesi gibi, bir durum yaratılıyor.
Toplumun baştan aşağıya muhbir olması için her tür dayatmanın ve politik ortamın hazırlandığı gözlenmekte. Kimi BDP binalarını ve Alevi derneklerini yakıyor, kimi Kürdçe müzik dinleyene saldırıyor. Devletin tam teşekküllü güvenlik birimleri de muhbirlerin her saçma sapan iddiasını büyük bir ciddiyetle takip ederken insanlık suçlarına dönüşen bu yakmaları ve linç faaliyetlerini sadece seyrediyor. Muhbirleşenlerin en son Redhack tarafından açıklanmış mailleri yayınlanmıştı. Komşusunu ihbar edenden, kaldığı yurtta sigara içeni ihbar edene kadar toplumsal dokuya yayılmış bir muhbir ağı olduğu görülmüştü. İhbarların içinde ciddiye alınması gerekenler ise devletin resmi politikasına uygun konular olmadığı için görmezden gelinmişti. Ahmet Türk'e Samsun'da yapılan yumruklu saldırıdan emniyetin haberinin olduğu görülmüştü. Ancak bu konuda, iki kişinin Facebook'ta Abdullah Öcalan resmine baktıkları iddiası için harekete geçen devlet mekanizması Ahmet Türk'e saldırı konusunda kılını bile kıpırdatmamıştı. Muhbirleşen bir toplumda yaşamanın kuralı açıktır. Muhbirleşenlere yönelik gereken yanıtı vermek. Unutulmamalı ki bu ülke halklarının geleneksel değerleri içinde muhbirleri sevmemek ve onları dışlamak vardır.
Muhbirliğin sefil bir hal olduğu ve insanlık yitimine denk geldiği bu ülke halklarının tarihsel kökenlerinde yazılıdır. Muhbirlik geleceğe kalıcı izler bırakan bir faaliyettir. Başta zarar verdiği insanlarda iz bırakır, diğer yanda er geç muhbirlerden hesap sorulacak izler bırakır. Köklü değişime doru giden bir ülkede unutulmaması gereken şey; bir köklü dönüşümde ilk ele alınacak konulardan biri muhbirleşenler ve yaptıkları olacaktır. Aşağıda Facebook'ta Abdullah Öcala'ın fotoğrafına baktıkları için ihbar edilenlerle ilgili haber ajanslarına düşen haber yer almakta. Toplumsal durumun göstergelerinden biridir. Üsküdar Devlet Hastanesi’ndeki acil serviste çalışan iki görevli, hastane bilgisayarından Facebook sayfalarına girip fotoğraf ve videolara bakmaya başladı. Bu sırada acil servise gelen hasta yakını Ramazan E., iki çalışanın Abdullah Öcalan’ın fotoğraflarına baktığını görünce, “Şehitlerimiz var, siz resmi kurumda Apo’nun resimlerine bakıyorsunuz” diyerek yüksek sesle bağırmaya başladı. Görevliler, Facebook sayfalarını hemen kapattıktan sonra Ramazan E.’ye, “Fotoğrafı yanlış anladınız, terör örgütü karşıtı mesaja ait bir fotoğraftı” diye yanıt verdi. Durumu hastane yönetimine bildiren Ramazan E., 155 Polis İmdat hattına da ihbarda bulundu. Terörle Mücadele ekipleri hastaneye gelerek iki görevlinin bilgisine başvurdu. Ramazan E., görevlilerin terör örgütü propagandası yaptığını ileri sürdü. Hastane yönetimi olayı inceletirken, savcının talimatıyla çalışanların fotoğrafı baktıkları bilgisayara incelenmek üzere el konuldu. Olayla ilgili savcılık inceleme başlattı. Hastane yetkilileri ise konunun doğru olduğunu ancak bu konuda bilgi veremeyeceklerini söyledi. (25 Ağustos 2012) 96
Faşizme Karşı Her Yerde Her Araçla Direniş! Kürdçe yasak, Kürd olarak varım buradayım demek linç edilmek için yeterli neden. İzmir’in Bayraklı İlçesi Yamanlar semtinde, mahalle arasında düzenlenen asker eğlencesinde çıkan kavgada Kürtçe şarkı yüzünden ikisi ağır üç kişi yaralandı. Aşağıda ajansların konuyla ilgili geçtiği haberde kullandıkları dil bir insanlık ayıbı olarak yer alıyor. Askere gitmek üzere hazırlık yapan ve bunu da mahallelerinde bir eğlenceyle kutlarken halaylarına eşlik eden müzikte Kürtçe şarkı çalınmasını ancak "yanlışlıkla" yapılan bir şey olarak tanımlamak bir insanlık ayıbıdır. Askere giden bir gencin kendi dilinde bir şarkının çalınmasını ancak yanlışlıkla açıklayanlar bu ülkede "vatandaş çok konuş Türkçe konuş" kampanyalarıyla dayatılan tek tipleştirme uygulamasının devam ettiğini göstermektedir. Kürtçe konuşmak şarkı dinlemek serbest ama ancak dört duvar arasında ve sadece kendi kendineyken yapılacak bir şey olarak görülmektedir. 97
Zafer işareti yapmak bir direnişin simgesi olmuştur. Faşizme karşı dünyanın her yerinde direnenler bu işareti Winston Curchill'in elinden alıp faşizme karşı direnişin simgesi yapmıştır. Askere giden bir gencin bu işareti yapması askerliği süresince halkına kurşun sıkmak istemediğinin göstergesi sayılmalıyken linç edilmesine gerekçe yapılmaktadır. Kürdlere yönelik, her onurlu duruş ve faşizme karşı mücadele bu ülkede bir linç nedeni yapılmak istenmekte ve bu da toplumda içselleştirtilmiş ırkçılıkla dayatılmaktadır. Faşizme karşı mücadelenin her biçimi devletin uyguladığı politikalarla sindirilmiş ve ırkçılıktan başka bir seçenek tanınmamış kesimlerce saldırı gerekçesi yapılabilmektedir. Linç edenlerden olmakla, lince uğrayanlar arasında sıkıştırılan bir politik atmosfer dayatılmaktadır. Faşizme karşı mücadele edenlere linç saldırısı düzenlemenin devlet politikası olarak teşvik edilmesi ve linç çetelerinin ne yaparlarsa yapsınlar korunması ülke içinde bir iç savaştan başka seçenek görmeyen iktidar sahiplerinin acımasız uygulaması olarak tırmandırılmaktadır. 98
Faşizme karşı direniş darbeci uygulamalarla iktidarlarını sürdürmeye çalışanlar ne yaparlarsa yapsınlar dinmemekte aksine güçlenmektedir. Vahşetten başka seçenek bilmeyip bunu her tür yöntemle topluma dayatan iktidar bu vahşet yöntemleriyle ömrünü uzatma gayretlerindedir. Ülke içinde ve bölgede paramiliter her tür organizasyonla yeni çıkarlar peşinde koşan iktidarın ülke halkına dayattığı ya linççi ol ya da linç edil ayrışmasıdır. Her tür kirli organizasyonun kaynağı olan ırkçı faşist organizasyonlar toplumun derinliklerine yaygınlaştırılmış kontrgerilla bağlantıları eliyle harekete geçirilmeye çalışılmaktadır. Bir yerde Aleviler hedef alınırken diğer yerde Kürtler, bir başka yerde ise sosyalistler linç saldırılarının hedefi yapılmaktadır. Her yerde uykudan uyandırılan kontrgerilla hücrelerinin faaliyetleri görülmekte ve bu uyandırılmış çeteler aracılığıyla Suriye'ye ve bölgeye yönelik uygulanan ilan edilmemiş savaş tüm topluma yayılmak istenmektedir.
Direniş tek seçenektir. Dünyada faşizm deneyimlerinden çıkarılan tek sonuç vardır, o da faşizme karşı direniştir. Bir yanda her şey serbest diyerek Kürdçenin serbestçe kullanıldığını söyleyen siyasiler diğer yanda aynı siyasilerin toplum içindeki 99
uzantılarının Kürdçe gördükleri her yerde linç yapmalarının serbest olması. AKP 2008 yılında iktidar partisi olarak kapatılmak üzere yargıdayken İstanbul'da birçok sivilin hayatını kaybettiği çifte bomba patlamıştı. O bombanın failleri hala ortada yoktur. Olağan şüpheli bir kaç Kürdün "suçlu" denerek ortaya atılmasının üstünden geçen bunca seneye rağmen o çifte bombanın gerçek faillleri bir türlü ortaya çıkarılamamıştır. AKP patlayan bombanın eşliğinde yargı kararıyla kapatılmaktan kurtulmuştur. Antep'te patlatılan bomba kanlı iktidar yolunda bir basamak olarak topluma yagınlaştırılan histerik linç kampanyalarına gerekçe yapılmak istenmektedir. Suriye'ye karşı bir
savaştan daha çok ülke içinde bir iç savaş yaratılmak istenmekte ve ülkede "bir etnik ve dinsel temizlik" yapma hevesleri gezinmektedir. Halkına karşı kin ve nefreti yapay ayrımlarla dayatanlar pişkince faşizme karşı direnenleri kendi yapmak istedikleriyle suçlamaktadırlar. Bir yanda faşizme karşı direnişin her tür "yasal" olanağını ortadan kaldırma gayretleri, diğer yanda faşizme direnişin her yolla sürdürülmesi. Bir yanda Roboski'deki askerlerin yaptığı 100
trafik kazasında çocuklarını savaş uçaklarının bombalaması sonucu kaybedenlerin insani duruşu, diğer yanda Cemevlerini, BDP binalarını yakan ve zafer işareti yaptı diye arkadaşını linç etmeye çalışanlar. Toplumda ayrışmayı ve kanlı linç olaylarını artan ivmede gündemde tutmaya çalışan bir faşist iktidar var. Bu faşist diktatörlüğü karşı direnişten başka bir seçenek de ortada bulunmamakta. Her yerde her araçla faşizme karşı direniş. Zafer İşareti yapmaktan dolayı yaşanan Saldırısıyla ilgili çıkan haberlerden biri:
linç
İzmir’in Bayraklı İlçesi Yamanlar semtinde, mahalle arasında düzenlenen asker eğlencesinde çıkan kavgada ikisi ağır üç kişi yaralandı. Olayın asker adaylarından M.K.’nin, halay çekerken Kürtçe şarkı çaldığı sırada zafer işareti yapmasından dolayı çıktığı ileri sürüldü. Olaya karıştığı belirlenen 7 kişi de gözaltına alındı. Olay, dün saat 23.00 sıralarında, Postacılar Mahallesi 7373 Sokak 92 numara önünde meydana geldi. Mahallede askere gidecek gençler, sokak arasında eğlence düzenledi. Asker adayları halay çektiği sırada, müzikçalardan, yanlışlıkla Kürtçe parça çalındı. Bu sırada asker adayları arasında bulunan M.K. de zafer işareti yaparak halaya devam etti. Grupta bulunan kişiler aynı zamanda arkadaşları da olan M.K.’ye tepki gösterdikten sonra genci tartakladı. Sokaktan ayrılan M.K., bir süre sonra olayı anlattığı yakınlarıyla ve arkadaşlarıyla tekrar aynı yere geldi. Burada yeniden başlayan tartışma, bu kez sokak kavgasına dönüştü. Olayda, Salih Baltacı sopa darbesiyle 49 yaşındaki Salih Karagöz ve kardeşi 47 yaşındaki Elvan Karagöz ise çeşitli yerlerinden bıçakla yaralandı. Baltacı ayakta tedavi edilirken, İzmir Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırılan Karagöz kardeşlerin tedavilerinin devam ettiği bildirildi. Polis, kavgaya karıştığı belirlenen 7 kişiyi gözaltına aldı. Olayla ilgili soruşturma devam ettiği bildirildi. (24 Ağustos 2012) 101
Antep'te Bomba Halka Karşı İktidarın Yeni Saldırı Aracı! "Savaş politikanın başka araçlarla devam etmesidir." Clausewitz "Antep'teki saldırının ardından BDP binaları faşist çetelerin hedefi haline geldi. Antep'teki BDP binalarına yönelik sadırının ardından Kocaeli'nde BDP il binası da ateşe verildi. Özgürlük Meydanı'nın karşısındaki bir binanın 6. katında bulunan BDP İl Örgütü, saldırıya uğradı. Dairenin giriş kapısı benzin dökülerek yakıldı. İçeriye de sıçrayan yangın maddi hasara yol açtı." "Adana'da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 19 Mayıs, Yunus Emre, Anadolu, Dedekorkut, Yeşilbağlar ve Başak mahalleleri, aralarında özel harekat polislerinin de bulunduğu yüzlerce polis tarafından kuşatıldı. Zırhlı araçlar desteğinde, özel harekatçıların uzun namlulu silahlarını yoldan geçen yaya ve araç sahiplerine çevirdiği kuşatma sırasında, tüm yaya ve araç sahipleri kimlik kontrolüne tabi tutuldu." 102
Her zaman süren ve hiç bitmeyen bir iç savaş devleti. Bu iç savaşı zaman zaman yükseltip, zaman zaman düşük yoğunlukla sürdürmekte. AKP'nin temsilciliğini yaptığı darbeciler bir çok konuda ve alanda sıkışıp sürdürdükleri politikaları daha fazla aynı araçlarla sürdüremez duruma geldiler. Tıkandılar ve farklı araçlarla politikalarını sürdürmeye yönelmek zorunda kaldılar.
Antep'te patlayan bomba AKP eliyle darbe yapanların sıkışmışlığında yeni araçlarla politik serüvenlerine devam etmek için bir araç olarak kullanılmaya hazırlanıyor. 12 Haziran 2011 seçimlerinde girdikleri yeni darbeci yolun oyla onaylanmasını elde eden AKP darbecileri o günden bu yana halka karşı tansiyonu yükseltilen bir iç savaş sürdürüyorlar. "sağ" kulvarı tek bir çatı altında toplama ve bir cephe oluşturma çabasında 12 Haziran 2011 seçimlerinde MHP'yi devre dışı bırakamayan AKP Antep'te patlayan bomba gibi provokatif olaylarda MHP ve diğer ırkçı faşist grup ve partilerin tabanlarını kendi politikalarının aracı kılmak için kullanıyor. Devlet destekli faşist çetelerle 103
AKP darbecileri içiçe geçip iç savaşı ülkenin her yerine yaymaya ve hemen her yerde yeni linçler, katliamlar, sürgünler yaratma yolunun denemelerini yapıyor. Şurası görünen bir gerçek AKP eliyle darbe yapanlar sistemi tek seçenekte sıkıştırdılar. "Sağcı" faşist katliamcı bir siyaset ve bununla devam etmek. Sistemin yedek lastiği olan siyasi akımlar CHP vb gibiler ise sadece anmalık bir nostaljik eşyadan öte bir işleve sahip değil. Sistemin kendi alternatifsizliği karşısında sitem muhalifi hareket ise her geçen gün tüm saldırılara ve vahşete rağmen boyun eğmiyor ve direnç kazanarak tabanını genişletiyor. Kürt hareketinin dirençle gelişmesi ve bazı faşist aklı evvellerin "binlercesini katledelim" diyerek ortalıklarda akıllar vermesi bu harekete karşı sistemin tek seçeneği olarak sunuluyor. Başbakan ve hükümet çevrelerinin sürekli olarak Kürt hareketinin her unsurunu "suçlu" ve "katli vacip" ilan etmeleri bu tarz yeni katliamların farklı biçimlerle sürdürüleceğini gösteriyor. Daha çok cezaevi, daha çok linç faaliyeti, daha çok bombalama, daha çok katliam AKP eliyle darbe yapanların politik serüvenlerine devam etmek için gördükleri tek seçenek. 1990'lı yılların politikaları geri mi geliyor sorusu sorulduğunda Başbakan net bir şekilde "hayır" demişti. Ancak uygulamalar tam da 1990'lar çerçevesinde gelişiyor. Sırada gözaltında kayıplar, göçler, yargısız infazlar ve bunların sorgulanmasının suç sayılması var. İktidar Suriye'ye yönelik devam ettirilen ilan edilmemiş bir savaş içinde. Suriye'de "Türkiye'den bize para geliyor" diyen El-Kaidecilerden, "Türkiyenin bir çok yerinde askeri kamp var oralarda
eğitiliyoruz" diyen Özgür Suriye Ordusu militanlarına kadar artık Türkiye sağır sultanın duyduğu bir savaş içinde. Bu ilan edilmemiş savaşın ilan edilen bir savaşa dönmesinin önünde uluslararası engeller olmasa o da yapılacak. Antep'te patlayan bombanın ardından yeni patlayacak bombaların ortamı iktidarca hazırlanmaya devam ediyor. Uluslararası alanda "serpilip palazlandığı" ilan edilen "yerli" burjuvazinin çıkarları için "yeni Osmanlıcılık" oyunlarını halkların kanları üzerinden sürdürmeye hevesliler. Kronikleşmiş "sağcı" oy tabanını her şarta yanlarında bulacaklarına güveniyorlar. Bugün söylediklerinin yarın tam tersini yapmaktan çekinmiyorlar. Herkesin gözünün içine bakarak tehditler savurabiliyor ve bu tehditlerini uygulamaktan çekinmiyorlar. Kürtleri 6-7 Eylül'de linç edilip yağmalanan Rum ve Ermenilere yapılanları yapmakla tehdit ediyorlar ve "uykuda tutulan" kontrgerilla hücrelerini harkekete geçiriyorlar. Sokaklarda linç çeteleri oluşturmaktan başka bir işlevi kalmayan faşist güruhları hangi faşist partiden olduğuna bakmadan iktidarın politik çıkarları için kullanıyorlar. Her darbede olduğu gibi bu darbecilerde iki seçenek dayatıyor. Ya darbecilerden yana faşizmin emir kulu olacaksın, ya da her tür saldırıya uğrayacaksın. Başka yaşama seçeneği bırakmıyorlar. Haklarını aramak isteyen herkes bu iktidarın saldırısı altında ve faşizmin uygulamalarına maruz kalıyor. Antep patlaması bu ülkede onuruyla, namusuyla yaşamak isteyen herkese yönelik yeni faşist saldrılara gerekçe yapılmak isteniyor. Faşizme karşı her yerde her tür araçla direnç dünya tarihi boyunca en meşru hak olmuştur. İktidarın yeni saldırı hazırlıklarına ve politikasını "savaş araçlarıyla devam ettirmesine" karşı tek seçenek her yerde direniştir. Faşizme karşı durmadan insan olmak mümkün değildir. (22 Ağustos 2012) 105
Antep Patlaması ve Faşizmin Çıkmaz Yolu! Gaziantep Korutürk Caddesi’nde dün akşam (20 Ağustos 2012) yaklaşık saat 19:38’de bir araç içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu şu ana kadar 4'ü çocuk 9 kişi öldü, 69 kişi de yaralandı. Yaralıların 4'ünün durumu ağır. Antep'teki patlamanın ardından neler yaşandı. 1 PATLAMADAN SONRAKİ PATLAMADA ÖLENLER YÖNLENDİRMELER: Antep 30 yaşındaki İsmail Darlel, patlaması ilk elden hemen 31 yaşındaki Davut Adak PKK'ye mal edilmeye 49 yaşındaki Safi Canbaş, çalışıldı. Hükümet kanadının 21 yaşındaki Onur Fikret Aker, sözcülüğünü AKP Genel aynı yaştaki eşi Duygu Aker Başkan Yardımcısı Ömer 1 yaşındaki kızları Almina Melisa Aker Çelik yaptı. Patlamanın 3 yaşındaki Süleyman Alkan, 11 yaşındaki Sevgi Gülperi İnanç 12 yaşındaki Sema Büyükkoruk
üstünden daha yarım saat geçmeden twitter üzerinden patlamanın sorumlusu olarak PKK'yi işaret etti. Yazdığı her mesajda PKK'yi patlamanın sorumlusu olarak gösterdi. Merkez medyanın internete yansıyan haberlerinde patlamanın sorumlusu PKK ilan ediliverdi. Habercilik açısından araştırılması gerekenler araştırılmaya gerek görülmeden PKK patlamanın sorumlusu ilan edildi. Televizyonların demirbaşı konumundaki strateji yorumcuları olay hakkında bilgi sahibi olmaya da gerek görmeden konuyu PKK'ye yıkmakta sakınca görmediler. TRT Haber kanalı ikinci bir patlama olduğu haberi verdi. Bu haberin ilerleyen dakikalarda başka hiçbir kaynak tarafından teyit edilmemesi üzerine haberin bir asparagas olduğu ortaya çıktı. Aynı dakikalarda Antep sokaklarında linç çeteleri oluşturan faşistlerde bir çok başka patlama olduğu haberlerini telefon mesajlarıyla yaymaya çalışıyordu. 2 SANSÜR: Patlamayla ilgili ilk anda televizyonların haber kanalları konuyla ilgili yayın yapıp patlama bölgesinden görüntüler geçerken bir anda patlamayla ilgili haberler verilmez oldu. Haber kanalları bir çok ölüm ve yaralanma olan olayı görmezden gelip "olağan" yayınlarına döndüler ve bu konuda hükümetin yönlendirmesini beklemeye başladılar. 107
Televizyona çıkan Kadın ve Aileden sorumlu Bakan Fatma Şahin "Bizden gelmeyen haberleri yayınlamayın. Haberleri sadece bizden aldığınızda yayınlayın" dedi. Basın üzerinde uygulanan sansürün resmi ağızdan bir kez daha dikte edilmesi açıkça yapıldı. Medyanın uygulanan sansürün tasmalı kölesi olduğu bu konuda yaptığı haberleri sadece hükümet kaynaklarına dayandırmasıyla bir kez daha ortaya çıktı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "Yazdıklarınızı ağzınıza tıkarım" tehdidinin sansürü gönüllü uygulayanları daha da köleleştirdiği görüldü.
3 FAŞİST LİNÇ ÇETELERİ: Patlamanın ardından başlayan yangın sürerken olay yerine toplanan ırkçı faşist bir grup Kürtlere yönelik linç çağrıları yapmaya başladı. Antep sokaklarında Kürtlere yönelik linç çağrıları yapan tekbir getirip katliam naraları atan faşist linç çeteleri gezmeye başladı. BDP'nin iki parti binası bu faşist linç çeteleri tarafından tahrip edildi. İnternet üzerinde her zamanki gibi her tür ırkçı saldırganlık 108
sergilendi. Kürtleri katletme çağrısından başlayıp her tür hakaret ve küfürün serbest ilan edildiği bir hastalıklı hal yeniden ortaya döküldü. 4 BİR SALDIRI OLACAĞI MİLLETVEKİLLERİNE SÖYLENMİŞ: AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar ve CHP Gaziantep milletvekili Mehmet Şeker bu konuda uyarıldıklarını doğrulayarak, “Gaziantep bölgesine yoğun bir terörist geçişi oldu. El Muhaberat ajanları da bölgeye geçti. MİT ve Jandarma’dan da bizlere burada terör
örgütünün çok fazla hareketlenmesinin olduğu, bu nedenle gezilerimizi ertelememiz yönünde uyarı geldi” dediler. Beklendiği söylenen saldırıyla ilgili ne tür önlemler alındığı ise açıklanmadı 5 SURİYE: İktidara yakın kaynaklar tarafından saldırının PKK'den sonra ikinci failinin Suriye olacağı yorumları yapıldı. Özgür Suriye Ordusu adı altında toplama çete oluşturulmasında önemli katkıları olan Türkiye'nin ÖSO'nun bu gibi patlamaları Suriye içinde sıklıkla yaptığı göz 109
önüne alınınca Suriye'nin de kendisine yönelik bu tarz saldırılara benzer şekilde karşılık verebileceği anlatılmak istendi. 6 PKK'DEN PATLAMAYLA İLGİMİZ YOK AÇIKLAMASI: "20 Ağustos günü Antep merkezde bir patlama meydana gelmiştir. Hem devlet yetkilileri hem de Türk basını bu olayı hareketimiz üzerine yıkmaya çalışmaktadır. Bu patlama ile güçlerimizin herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Kamuoyu ve halkımız da bilmektedir ki güçlerimizin sivillere yönelik bir girişimi olamaz. Zaten KCK Yürütme Konseyi'nin yaptığı bayramda çatışmalardan kaçınma çağrısına güçlerimiz uymaktadır. Bayram sürecinde operasyonlardan kaynaklı yaşanan çatışmalar dışında güçlerimizin herhangi bir girişimi de olmamıştır" denerek Antepteki patlamayla PKK'nin hiçbir ilgisinin olmadığı bildirildi. 7 OBAMA'NIN SURİYE'YLE İLGİLİ KIRMIZI ÇİZGİSİ: Antep patlamasının olduğu saatlerde ajanslara düşen habere göre ABD Başkanı Obama "Kimyasal veya biyolojik silah kullanılması durumunda" Suriye'ye saldıracaklarını açıkladı.
GİDİLEN YOL Türkiyenin alışılan durumu darbeler içinde olması. AKP eliyle yapılan bir darbenin ardından gelişmeler her darbede olduğu gibi çıkmaz yollara girdi. AKP eliyle darbe yapanların 12 Haziran 2011 seçimleri sürecinde girdikleri yoldaki yürüyüşleri geri dönülmez noktaları geçti. AKP eliyle darbe yapanların bu süreçte işledikleri başta insanlığa karşı suçlar olmak üzere sayısız suçu AKP eliyle darbe yapanlar iktidardan düştükleri an yargılanmalarına neden olacak durumda. AKP eliyle darbe yapanların girdikleri yolun çıkmazları; ekonomide küçük bir kesimin suçlarla örülü yağmacılıkla palazlanması ve bu palazlanmadan saçılan kırıntılarla varlık bulan çevrelerinin artık var olan şartlarla devam edemeyecek ve daha uygun yağma şartlarına ihtiyaç duymaları girilen yolun çıkmazını oluşturmakta. Aynı Şekilde yağmacıların parya muamelesi yaptığı emekçiler de artık sessizce boyun eğme döneminin sonuna yaklaşmakta ve bu şartlarla yaşayamacağını daha yüksek sesle ifade etmekte.
AKP eliyle darbe yapanları uyguladıkları toplumsal farklılıkları körükleyerek ayrıştırma, bölücülük yapma ve tek tip olma dayatması da toplumda giderilemez bir gerginlik halinde devam etmekte. Her gün toplumsal ayrımcılığın daha da derinleştiğini gösteren şiddet ve tehdit olayları yaşanmakta. AKP eliyle darbe yapanların yerleştirmek istedikleri yönetim anlayışı ve biçimi hala oturmadı sallantıda ve toplum tarafından hemen her alanda dirençle karşılaşmakta. Bu ülkede ilk defa bir darbe bu kadar dirençle karşılaştı ve iktidarın her anı yıkılıp yargılanma korkuları içinde geçmekte. Adalet, eğitim, toplumsal yaşam alanları, gelecek güvencesizliği vb her bir konu sadece iktidarın dayatmalar ve zorbalığıyla yürütülmeye çalışılmakta.
AKP eliyle darbe yapanların ellerini attıkları her alan ve sorun bir çıkmaz yolda. Gelip çözümsüzlükte tıkanmayan hiçbir mesele kalmadı. İktidarın çözdüm diyeceği sorunlar değil çözümsüzlükte bıraktığı sorunlar yığını bulunmakta. İktidarın dayatmaları karşısında ise yapabilecekleri sürekli daha dar alanlara sıkıştırılan ve seçenekleri tekleşen bir 112
sistem muhalifi hareket güçlenmekte. Faşizme karşı direniş daha güçlü bir ortaklaşa harekete doğru evrilmekte. Bu durum karşısında AKP eliyle darbe yapanların yeni bir döneme ihtiyaç duymaları kaçınılmaz hale gelmekte. O yüzden Suriye'ye karşı bir savaş AKP eliyle darbe yapanların tek seçeneğine dönüşmekte. Sanıldığı gibi Suriye'ye karşı savaş iki ülke arasında çıkan bir savaş değil AKP eliyle darbe yapanların ülkede yönetimlerini sağlamlaştırmak ve sürdürebilmek için bu ülke halklarına karşı yani içe yönelik bir savaş olarak planlanmakta.
Herkes ve her şey için iki temel seçenek dışındaki seçenekler ortadan kalkmakta. Ya AKP eliyle darbe yapanlarla bu ülke halklarına karşı kanlı bir saldırıya ortak olup kişisel postunu kurtarmak için insanlıktan vaz geçilerek faşizme taraf kalınacak. Ya da faşizme karşı direniş saflarında yer alınacak. Antepte patlayan bomba ister derin devletin karanlık koridorlarında hazırlanan "yerli" provokasyon olsun, ister emperyalizmin Ortadoğu planlarının "uluslararası" provokasyonu, failler kim olursa olsun bunların AKP eliyle darbe yapanların çıkmaz sokaktan çıkması için yeni katliamlar ve provokasyonlar düzenlemeye devam edecekleri artık açık ve net olarak görülmektedir. Ya faşizmin katliamlardan başka bir şey görünmeyen yolu yada faşizme karşı direnişi güçlendirerek bu katliamlara dur deme yolu. (21 Ağustos 2012) 113
AKP Üye Listelerini Saklayın! Nazi Almanya'sının 2. Dünya Savaşı sürecinde yenilgisi belirginleşmeye başlayıp, kayıtsız şartsız teslim olmaktan başka seçenekleri olmadığı görüldüğünde Nazi partisi üyelerinin en önemli işlerinden biri Nazi partisi üye listelerini yok etmek ve Nazi partisi üyeliğine ait her tür belgeyi ortadan kaldırmaya çalışmak olmuştu. Çünkü Nazi partisi insanlığa karşı suç işlemekten başlayarak düzünelerce suçla ilişkiliydi. Nazi partisi üyelerinin her biri de bu suçlara az veya çok mutlaka bulaşmıştı. Türkiye'de 1950'de Demokrat Parti geleneğiyle başlayan bir "sağcı" siyasi çizgi bulunmakta. Günümüzde "sağcı" politikacıların söylemeyi sevdikleri gibi tek parti dönemi CHP'sine bir tepki olarak değil, tek parti dönemi CHP'sinin devamı ve mirasçısı bir siyasi akım olarak doğdu. Bu siyasi çizgi AP (Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi) MHP (Alparslan Türkeş başkanlığında kurulan ırkçı faşist parti) ANAP (Turgut Özal başkanlığında kurulan Anavatan 114
Partisi) DYP ve son olarak Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında kurulan AKP'yle devletin resmi siyasi akımı oldu. Sık sık bu siyasi çizginin temsilcileri tek parti dönemi CHP'sine yönelik suçlamalar da bulunsalar da aslında tek parti CHP'sinin devamcısı ve sürdürücüsüdürler. Bu siyasi çizginin günümüzdeki temel temsilcisi AKP ve onun yan unsurları olarak da MHP ve bir dizi ırkçı, faşist irili ufaklı parti bu siyasi çizginin günümüzdeki izleyicileri olmaya devam ediyor. (Arada bir yapılan askeri darbeleri de bu siyasi çizginin bir parçası olarak tanımlamak gerekir)
Bu "sağcı" siyasi çizginin tarihi içinde yaptıkları Almanya'daki Nazi partisinin yaptıklarıyla örtüşüyor. Hemen her icraatları emekçi halka bir düşmanlaşma ve kendinden olmayanı yok etmek üzerine kurulu. Bu siyasi çizginin temsilcisi olan partilere üye olup o partilerle "iş görenler" de işlenen suçlara az veya çok bulaşmış ve işlenen suçların ortaklarından oluşuyor. Kimi geçmişinde işkenceci olmakla malül, kimi mahallesinde bir rant elde etmekle meşgul, kişisel çıkarı için birilerine zarar vermekten başlayıp insanlık suçlarına uzanan bir suç şebekesi halinde var olan 115
bir siyasi çizgi. Bu siyasi partilerin üye listeleri bir suç şebekesinin kimlerden oluştuğunu gösteren suç delili. Her hangi bir yüzeysel araştırma da bile bu suç şebekesinin nasıl bir ilişki ağı içinde çalıştığının ve suçlarının ortaya belgelenerek çıkarılacağının bir kanıtı olarak bu siyasi partilerin üye listeleri mutlaka korunmalıdır. Bu siyasi partilerin üye listeleri bir suç şebekesi listesidir. Suç şebekelerinin yaptığı gibi ellerindeki gücü kaybetme durumunda bu delili yok etmeye çalışacaklardır. Bu siyasi çizgiye ait partilere üye olanların listesi iyi korunması gereken suç delili listelerinden biri olmalı, ki yakın dönemde hukukun konusu olabilsin.
Ülkede barışa yönelik her girişimi suç sayan, haksızlık karşısında sesini çıkaranı suçlu ilan edip sorgusuz yargısız Nazi Almanya'sındaki toplama kamplarını aratmayacak cezaevlerine kapatan, her tür yolsuzluk ve kirli ilişkiyi pervasızca sürdürenlerin elindeki tek dayanakları iktidar güçleridir. Bu iktidarlarının ebedi olmadığını biliyorlar. Devrilmelerinin yakın 116
dönemin konusu olduğunun farkındalar. Farkında oldukları için kaçacak deliklerini yurtdışında yaratandan, kendisini ileride bir yargılama karşısında masum göstermek için gerekçeler üretenlere kadar alttan alta süren bir faaliyet içindeler. Dünyadaki örneklerinden biliniyor devrimler affedicidir. Devrimler işkenceciler ve hainler dışında kalanlara daima affedici yaklaşmıştır. Ancak bir gerçek var ki bu gözden kaçmamalıdır. Devrimlere giden toplumlara yönelik uygulanan zalimlik ve eziyet affediciliği belirleyen yegane faktördür. Bu ülkede halka yönelik zalimlik ve eziyet Nazi Almanya'sı ile kıyaslanacak boyutlardadır. Naziler iktidara gelidiklerinde yakaladıkları komünistlerin kellelerini toplama kampları avlularında kılıçlarla keserlermiş. Bu ülkede ise devrimciler cezaevlerinde asılmaktan başlayıp, işkenceyle öldürülmeye, diri diri yakılmaya ve gözaltlarında kaybedilmeye uzanan vahşet zincirine mahkum edilmiştir. Sefil çıkarları uğruna iktidarlarını korumak için zalimlikte ve vahşette sınırları yoktur. Kimyasal silah kullanmaktan çekinmeyen ve halkını katletmek için her tür araca sahip olmayı gelişmişlik sayan bir iktidar yapısı vardır. Her şey gözler önünde yürümemekte, kapalı kapılar ardında bir dizi kirli oyun sürdürülmektedir. Bu oyunlardan arada bir ortalığa saçılanlar olmasına rağmen aslında ne tür kirli oyunların sürdüğü hep bir sır olarak kalmaktadır. Ancak bu kirli sır dolu oyunlarının hiçbiri olmasa bile açıkça ilan edilerek yapılan vahşet ve zulum bu siyasi çizginin tıpkı Nazi partisi gibi başta insanlık suçu olmak üzere sayısız suçtan
yargılanmasına yeterlidir. O yüzden günümüzde AKP'nin temsil ettiği siyasi çizgiye ait parti üye listeleri iyi korunmalı ve bir suç şebekesinin nasıl çalıştığının kanıtı olarak saklanmalıdır. İktidardan düşecekleri görüldüğü an yapacakları ilk işlerden biri bu üye listelerini yok etmeye çalışmak olacak, olanlara iyi bakın ve tanıyın her yerde varlar. Devlet yukarıdan aşağıya bir organizasyondur ve karmaşık yapısı hayatınızın her yerine işlemeye çalışır. 12 Eylül 1980 darbesinin işkencecileri 100 binlerle ifade edilirdi o günden günümüze kadar südürülen ve hala devam ettirilen işkenceleri yapanları iyi tanıyın bu siyasi partilerin içinde koruması altındalar. "Bana kimse dokunamaz" diyerek övünenleri iyi tanıyın.
Bu ülkenin girdiği yol devrim veya kitleler halinde katledilmektir. İktidardakiler kirli çıkarlarını sürdürebilmek için bu ülke halkını katletmekten bir an bile çekinmeyecek vahşilerden oluşmaktadır. Bu zalimliğe karşı ise tek bir seçenek vardır, bu zalimlerin yerine halkın iktidarını oluşturmak. Yaşadığınız günlere iyi bakın hiçbir şey olduğu gibi süremeyecek aşamaya gelen bir toplumsal yapı oluştu. Ya katliam ve barbarlık, ya devrim ve insanca yaşam. (20 Ağustos 2012) 118
RedHack'e Reddiye Düzenlere Gönderi! Sosyalist hacker grubu Redhack hakkında bir çok şey söylenmekte. Haklarında söylenenler çoğu zaman sosyal medyada onları takip etmekle ilgili. İnternetin hızına uygun davranmaya çalışıp ona uygun faaliyet yürütmeye çalışıyorlar o yüzden de bu süreci anlamaya çalışanlar onları takip etmeye çalışıyor ve yaptıklarını kısa kısa değerlendirerek gündeme getiriyorlar. 119
Redhack değerlendirmeleri iki temel ayrımda ortaya çıkıyor. İnternetin toplumsal yaşamın yansıdığı bir alan olduğu ve bu anlamda internetin insan hakları, demokrasi ve haksızlığa karşı mücadele etmenin de bir mecrası olduğunu düşünenler Redhack'i takip ederken internet üzerinde kendi temsilcilerinden birini görüyorlar. Redhack'de bu konuda sürekli sadece bir temsilci olmaktan öte bir iddia taşımadığını vurguluyor. Kapitalizme karşı mücadelenin devrimle çözümlenecek ve sosyalizmle belirlenecek bir mücadele olduğu ve bunun hayatın her alanında yapılan mücadeleyle mümkün olabileceği Redhack'in her vurgusunda var. Redhack'i bir fenomen olarak değerlendiren bilişim uzmanları, gazeteciler, bilim insanları onu değerlendirirken yaptıklarının anlamını da sorgulayıp bunlar hakkında yorumlarda bulunuyorlar. Kimi hukuki açıdan, kimi bilişim teknolojileri açısından, kimi toplumsal ilişkiler açısında vb değerlendirerek Redhack'i ve onun şahsında sanal dünyanın toplumsal iletişim açısından etkilerini gündeme
taşıyorlar. Bu değerlendirmeleri Redhack'in sıkı biçimde takip edip okuduğu Twitter hesabındaki gönderilerinden izlenebiliyor. Çoğu zaman içinde Redhack'e eleştirel öğeler de barıdıran bu değerlendirmeler Redhack tarafından kamuoyuna duyurularak açıklık politikasına örnek oluşturuyor. Redhack değerlendirmelerinde ikinci bir biçimde Redhack'e yönelik körü körüne düşmanlaşmışlıktan başlayıp, kendini kanıtlamaya uzanan bir yol çizen bireycileşme halleri olarak ortaya çıkıyor. Redhack'e yönelik düşmanlaşma hali doğal olarak onun hedef aldığı kesimlerden başlıyor. Redhack'in hedef aldığı kesimler Redhack'in kurulduğu ilk günden bu yana her zaman haksızlık yapanlardan oluşuyor. Haksızlık yapıp bunu da ellerindeki güce dayanarak dayatanlar Redhack'in hedefi olmaktan kurtulamıyor. Redhack'in hedefine giren-
lerin ilk tepkisi ise değişmeyen bir kural olarak "küfretmek" oluyor. Evet, ilk tepkileri sadece küfretmek olarak ortaya çıkıyor. Redhack ne zaman bir haksızlığa yönelik birilerinin çıkarına çomak soksa ilk tepki bu kesimler ve bunlarla çıkar ilişkisi olanların küfretmesi olarak tezahür ediyor. (haksızlık yapanlar genelde kendilerini dokunulmaz görmeyi seviyorlar) Bu ilk tepkiler Redhack'in hedef aldığı güç sahiplerinin sosyal, psikolojik, moral değerlerinin bir göstergesi ve bir düzey belirteci. Bu ülkede güç sahipleri ve çevrelerinde topladıkları ilk olarak küfrederek tepki verirken kendi hallerinin ip uçlarını vererek egemenlerin nasıl bir yapı içinde hareket ettiklerinin de verisini sunuyorlar.
Küfrün ardından güç sahipleri yapabilecekleri şeyleri ellerindeki güç mekanizmalarını harekete geçirerek her tür hukuku ve toplumsal kuralı hiçe çıkaran bir biçimde işletmeye geçiyorlar. Bu duruma kısaca "orman kanunu" demek gerekiyor. Redhack bilindiği gibi bir "orman kanunu" saldırısı altında. Silahsız "terör örgütü" ilan edildi, ABD kınama mesajı yayınladı, devletçi yayın organları her 122
tür basın ilkesini çiğneyip Redhack'i "terör örgütü" ilan etti vb. Aynı şekilde Redhack'e karşı oluşturulan sanal kontrgerillalar devreye sokuldu. Kendilerine milli, dini isimler vererek ancak ortak söylemde "devletçi heykır" olduklarını ilan eden bilgisayarla bir parça haşır neşir olan milliyetçi, muhafazakar vb tipler devletçe devletçi medya tarafından parlatılmaya çalışıldı. Bunlar Redhack'in çoğu zaman o ironik diliyle "dalgasını geçtiği" olaylar oldu. Bu "standart olağan düşmanlaşma" dışında kendisini muhalif kesimde ilan eden veya öyle olduğunu iddia eden Redhack eleştirmenleri de yeni yeni zuhur etmeye başladı. REDHACK'E "DERİNLİK" VERME HEVESLERİ VE "DOSTÇA ELEŞTİRİLER." Redhack uzun yıllardır var. 2012 Yılıyla birlikte ise daha önce onu görmeyenlerin, göremeyenlerin, bilmeyenlerin de gündemine girdi. 2012 Yılıyla birlikte Redhack daha çok medyanın gündemine oturdu. Daha önceki yıllarda yaptığı sayısız eylemini görmeyen, görmekte zorlanan medya bu dönemde bu tutumundan vazgeçmek zorunda kaldı. Elbette bu durum Redhack'in bilinirliğini artırmasının yanında ona bazı kişilerin kendi bakış açısıyla eleştirileri de gündeme getirdi.Redhack uzun yıllar klavye devrimciliği söylemi ekseninde dönen eleştirilerle karşılaşmıştı. Devrimciliğin "öyle değil böyle yapılacağını" öğütlemeyi kendine görev edinenlerin simgesel kavramı "klavye devrimciliği" etrafında oluşmuştu. 1970'li yıllarda duvarlara
yazı yazmak "duvar yazılamacısı devrimciliği" olarak bazı kesimlerce küçümsenirdi. 12 Eylül darbesinden sonra "duvar yazılaması devrimciliği yapanlar" işkencehanelerde direnç gösteren ve faşizme karşı savaşımı işkencehanelerde sürdürürken onlara "duvar yazılaması devrimcisi" diyenler "birey olmanın erdemlerini keşif yollarına" yönelmişlerdi. Zaman birey olma telaşındaki "eleştirmenleri" alkol duvarları arasında, sistem içinde "tutunmuş" başarılı bunaltılara attı, "duvar yazılaması devrimcilerini" mücadelenin sürdürülmesi için sistem içinde "tutunamayanlar"dan olanları fedakarca mücadele içinde olmaya yöneltti. Redhack ilk andan bu yana toplumsal mücadelenin bir parçası olmaya çalıştığını ifade etti. Bunun mücadelenin bir parçası olduğunu ısrarla vurguladı. Kapitalizmin yekpare bir yapılanma değil farklı özellikleri olduğunu ve değişim, dönüşüm içinde farklılaşmasını toplumsal işleyişe de yansıttığını ifade etti. Kapitalizmin farklı egemenlik biçim ve alanlarında bulunan emekçilerin ona karşı her alanda mücadele etmesi gerektiğini vurguladı. Kapitalizmi, devrimle yıkmayı hedefleyen her sosyalistin gördüğü gerçeğe uygun olarak nerede, hangi araçla olursa orada kapitalizme vurmak gerektiği anlayışı Redhack'in gerçeği oldu.
"Klavye devrimciliği" simgesiyle tanımlanacak yeni mücadele alanlarını "reddiyeci" anlayışın gerçekliği, aslında bu eleştiriyi Redhack'e yöneltenlerin kendi durumlarını ifade eden göstergeyi ifade ettikleri yıllar içinde sürekli tekrarlarla kendini ortaya koydu.
Redhack bir dil yaratımı ve geliştirmesidir de. Bunu görmek ve algılamak ancak toplumsal dönüşümün yasaları çerçevesinde toplum bilimlere hakim olmaya çalışmakla mümkün olan bir şey. Redhack'e yöneltilen "dostça eleştiriler" de bunu görmek çoğu zaman mümkün olmamakta. Genel bir "klavye devrimciliği" tiradıyla başlayan "dostça eleştirler" aslında toplumsal dönüşümün yasalarını algılamaktan uzaklığın ve sadece popüler gündeme uygun oluşmuş sistemin dayattığı "fikirleri" içselleştirip bunu da bir gerçeklik gibi sunmaya çalışmaktan öte geçememektedir. Redhack mücadelenin oluşturduğu dilin ortaya çıkarılmasında bir farkındalık yaratmaya yönelmiştir. Hemen her eyleminde bu farkındalığı vurgulamaya özen göstermektedir. Mücadelenin sıcaklığının yansıması olarak kullanılan dilde ifade edilenler mücadeleyi sadece bir demokratik kazanımı hedefleyen veya bir protestoyu ifade eden dil olmaktan çıkıp devrimi hedefler özelliktedir. Devrim bir "umut", "dilek", "güzel bir anmalık" değil aksine 125
yaşanan ve gelen bir süreçtir. Elle tutulur gerçekliği vardır ve devrime katılacak olanlar sistemle şu veya bu nedenle problemi oluşmuş kesimlerin hapsidir. O yüzden Redhack ortak dil yaratımında farkındalık yaratmayı da hedeflemektedir. Bu dilin yaratılmasında kimi kişilerce "derinlik" bulunmadığı "dostça eleştirisi" bu dostların "devrimi" sadece kavram olarak görüp gerçekliğini hissetmemelerinde gizlidir. "Redhack’in hamasi üslubundan uzaklaşıp biraz daha “okuma yazma” becerisi olan kişilerle teorik zenginliği olan eylemlere yönlenip" (S. Uzunoğlu) diyerek yapılan "dostça eleştiri" görmemenin ve devrimi hissetmemenin sonucudur. Teorik "zenginliği" olan eylemlilikler kavramı da eleştirmeye gerek dahi olmayan bir haldir. Lenin'in bir fabrikadaki grev için yazdığı bildiride o fabrikadaki ustabaşlarının nasıl acımasız ve patron adamı olduğunu anlatması onun teorik "fakirliğinin" değil zenginliğinin göstergesidir. Marksistler teorik tamamlanmışlık kavramından uzaklardır. Teorik "zenginlikleri" de buradan beslenir. Hayatın her alanındaki müdahaleleri onların teorik "zenginleşmesinin" kaynağıdır. Müdahalede bulunulan her alan, bir teorik "zenginleşme" ve teorik birikime katkının aracı olarak görülür. ("Teorik zenginlik" kavramı kapitalizme uygun bir kafanın sosyalizme bakışına has bir tanımlamadır Marksistler
teorik birikim veya teorik derinlik kavramlarını tercih eder. Zenginlik kavramıyla marksist teori kavramı "kendince zenginleştirmeye" çalışmak Marksizmi dışarıdan değerlendirmenin göstergesi sayılmalıdır.) "Okuma yazma becerisi olan kesimler" ise sömürge, yarı sömürge ülke solcularına has bir bakıştır. Marksistler "okuma yazma becerisi olan kesimler" olarak ortaya çıkarılan "burjuva aydınlanmacı" etkinin hala "sol" içinde kendine yer bulup bir de sistemin içinde kendine şu veya bu biçimde yer etmenin aracı kılınan bir okumuş yazmışlığı" değilde devrimi yapıp sosyalizmi kuracak bir okuma ve yazmayı tercih etmektedir. Lenin'in bir kitabında yazdığı son cümleler önemlidir. "devrimi yazmak güzel ama devrimi yapmak daha da güzel o yüzden bu kitabı olduğu gibi bırakıyorum" Lenin'in bu tanımlaması onun "okumuş yazmışlığı" küçümsemesi değil aksine bilgiyi yüceltişi ve bireyle sınırlı bir alan olmadığının toplumsal bir ürün olduğunun ifadesidir. Teorik derinlik bireyin bilmesi değil aksine bildiğini yansıtıp buna uygun bir mücadele b i ç i m i n e dönüştürmesidir. Redhack'in sosyalist oluşu ve bir sosyalistin yapması gerekenleri yapmaya çalışması
"kutsal sosyalizm" olarak görülmesi ironiktir. "herkes Redhack’in metinlerindeki “kutsal sosyalizm övgüsü”nden bahsedebilir. Bunu doğal karşılamakla birlikte, anlamsız bulduğumu da söylemeliyim. Öyle ki Redhack’in sürekli olarak “benliğini” ön plana çıkaran, mahalle kabadayısı üslubuyla sürekli olarak “ben”ini sergileyen tavrı" (s. Uzunoğlu) denerek yapılan "dostça eleştiri" Redhack'in sosyalizm vurgusunu ve sosyalizmin tarihsel mücadele sürecindeki vurgularını bilmemek ve sosyalizm kavramından rahatsız olmayı göstermekte. Sosyalizm birilerine göre "kutsal olabilir" ve elbette o birileri her kutsala olduğu gibi sosyalizm kutsalına da saldırabilir. Sosyalistler kendi dünya görüşlerini "kutsal" statüsünde görmezler. Bunun dünya görüşlerine zıt olduğunu bilirler. Kutsallık arayanlar bulsunlar sosyalistler kapitalizmi yıkmayı ve sosyalizmi kurmayı maddi bir süreç olarak görürler. Redhack'in farkındalık yaratmaya çalıştığı dil bazı insanlara "kutsallık ve mahalle kabadayısı üslübu" olarak görünüyorsa bunda yaratılıp geliştirilmeye çalışılan dilin kapsayıcılığında eksiklik olduğunu görmek gerekir. Kapsayıcı dil kullanımında bu toplumun ortalama eğitim
seviyesi olan ilkokul 5. sınıf ele alınmamaktadır. Aksine Lenin'in tanımladığı gibi "sınıfı bilgi seviyemize çekmek" hedeflenmektedir. Bir toplumsal mücadele içinde dil geliştirilmesi bir arayışın ifadesidir. Kuralları çizilmiş yollar sosyalistlere göre değildir. Aslında hayata göre de değildir. Kullanılan dili bu tarzda ele almak ve bunu "mahalle kabadayısı üslübu gibi" değerlendirenlere göre yeniden şekillendirmek değil o mahalle kabadayısı üslübü olarak görülen dilin aslında bir toplumsal mücadeleye müdahale dili olduğunu anlatmakla mümkün olacaktır. Bir diğer "dostça eleştiri" konusu Redhack ve onun kendini ifade ettiği mecralardır. Kimi "ağır ol molla desinler" geleneksel söyleşisini çağrıştıracak şeyler söylemektedir. "Redhack’in yaptıklarını duyurma ihtiyacı olduğunu hiç düşünmüyorum. Neden mi? Yukarıda da bahsettiğim üzere sosyalizm iddiasında olan ve dava adamı oldukları iddiasında olan bir örgütün medyayla bu kadar içli-dışlı olması bana pek samimi gelmiyor. Halkın desteğini almaya da ihtiyaçları olduğunu da hiç düşünmüyorum. Sadece yapmaları gereken, kendi üstlerine biçtikleri sol tandanslı
sanal eylemselliği gerçekleştirmek olabilir ancak…" (E. Köksal) Toplumsal mücadeleden bu kadar uzak bir hali tanımlamak zor. "Öyle değil böyle yapmalılar" demeyi bir görev edinen ve bu olmayınca da ortalığı yıkmaya karar veren toplumsal mücadelenin dışında olan "bireycileşmelerin" örnekleri çok fazla. Redhack sessiz sedasız yapacağını yapsın sonra da köşesine çekilip otursun demek olan bu yaklaşım devletin oluşturmak için çok uğraştığı bir kafa yapısının ürünü. "Sadece görevi olan şeyi yapsın başka da bir şeye karışmasın o da kim oluyor diyen kişi" hani hayatın her alanında karşımıza çıkan markette kasiyeri yavaş hareket ettiği için azarlamayı kendine görev edinip kasiyerin hasta, rahatsız olabileceğini kısaca, insan olduğunu görmeyen veya işyerinde patronuna beyefendi, hanımefendi derken aynı işyerinde temizlik görevlisine sadece "efendi" diyen bir Kemalist aydınlanmacı anlayışı. Elbette Kemalizmden gelip oradan uluslararası aydınlanmacılıkla Kemalizmi reddedebilir ama bu yaklaşım onun sistemin üretmek için yıllardır uğraştığı tipoloji olduğu gerçeğini değiştirmez. "sol tandanslı sanal
eylemlilik" gibi ucube bir tanımla Redhack'i kişisel egosunu tatmin etmediği için eleştirmeyi ama "dostça eleştirmeyi" görev edinenler "sol tandanslı eylem" kavramı üretmelerinin insan eylemliliklerini "sol tandaslı" yapmayacağını bilmeleri gerekmektedir. İnsanlar sınıflı toplumlarda iki ana gruba ayrılır ezenler ezilenler diye. Eylemleri, yaptıkları bu kategoride değerlendirilir. Marksizm şu an insanoğlunun ürettiği en gelişkin toplumsal anlayışıtır daha gelişkini hala çıkmamıştır. Bu çerçevede bakmak yerine burjuva popüler kültürün kafalara zorla çakarak ezberlettiği kavramlarla sosyalistlere bakmak sadece tuhaflıklara yol açmaktadır.
"Dostça eleştirler" çoğu zaman gerçeklikle bağını sadece gördüğü kadarıyla kuranlardan gelmekte. Bu gördüğümün zamana yayılmış süreci nedir, sonuç olarak gördüklerimin nedenleri nedir, sorularını sormadan, o an gördüğü kadarıyla değerlendirmek bir sistem hastalığı olarak kronik bir hal almıştır. Toplum bilimlerinden kopukluğun göstergesidir. Bilmeden bilmek, bilmenin gerektirdiği süreçten kaçınmak. Kimi Redhack'e destek verenler üzerinden Redhack'i "dostça eleştirmekte", kimi Redhack'in yaptıklarından sadece görebildiği bazı şeylere bakarak eleştirmekte. 131
Twitter üzerinde Redhack'i destekleyenlerin kimliğine göre Redhack'e yönelik eleştiri yağmuru hep olmuştur. Kimi TSK'yı hackleyince Redhack'e milliyetçilik damarları kabararak saldırmış, kimi Ertuğrul Kürkçü meclis kürsüsünden "Hiçbir şey gizli kalmayacak çok şükür Redhack var" dediği için Redhack'i Ertuğrul Kürkçü üzerinden eleştiri yağmuruna tutmuştur. Kimi de Redhack "terör örgütü ilan edilince onun Twitter hesabını takip etmekten çekinenler olduğu gibi onu takip etmeye ve destek çıkmaya başlayan sosyal medya fenomeni Hilal Cebeci üzerinden eleştirmiştir. Redhack'in Hilal Cebeci tarafından takip edilip bazı twitlerle desteklenmesinde Redhack'in kadına saygısızlığını çıkarmış, kimisi "İşte, “ateş isteyene cehennem olup gelen” RedHack’in politik derinliği!." (kadrajagirmeyen) diyerek Hilal Cebeci üzerinden Redhack'in politik derinliğini ölçmeye çalışmıştır. (Politik zenginlik değil:)) derinlik)
Redhack çarpıtılmış algılara da bir saldırıdır. 12 Eylül Faşist darbesinin ardından devrimcilere "dostça eleştiri yapanlar" tarafından "bir kuşağı kaybedebiliriz" denen tespitler yapılırdı. Devrimciler buna karşı ne yapılabilinir sorusunu sorduğunda "dostça eleştiri" yapanlar tarafından 132
yalnızlaştırılırlardı. Yalnızlaşma sürecinde de olsa devrimciler "bir kuşağı" 12 Eylül faşist generallerine kaptırmamak için uğraştılar ve bunu da başardılar. 12 Eylül faşist generallerine kapılanlar "dostça eleştirenler" oldu. Süreçte devletin baskısıyla sosyalizm bilgisi ve devrim algısı çarpıtılmaya çalışıldı ve bu popüler kültürle beslendi. Sokağa demek için, bunu daha anlaşılır gösterebilmek için "bir kapitalist tekelin sloganından örnek alalım: “Sokağa çıksana! Hayat sokakta!” Emin olun sokaktan, hayatın içinden gelen ve sokağa, hayata çağıran bir sosyal medya macerası, çok daha anlamlı ve takip edilesi olur!" (kadraja girmeyen) diyerek kapitalizmin egemenliğinin kutsallaştırılması, evet kutsallaştırılması yapılır hale geldi. Devrimcileri yok sayan sadece protest tepkilerle insanların sokağa çıkabileceğine inanan bir algının bu yansıyışı devrim ve sosyalizm bilgisinin çarpılmasını göstermektedir. İnsanların ancak kapitalizmin ürettiği algılarla anlayabileceğini düşünmek kapitalizme karşı mücadelenin Fukuyama gibi tarihin sonuna gelindi demek ve tarihin sonunda bari protesto yapalım demek gibidir. Redhack insanlara değer verir. Hepsine mi değer verir. Evet Redhack insanların hepsine değer verir. (yaşayan her şeye değer verir demek daha doğru bir tanım olacaktır) İnsanların kapitalizm içinde savruluşlarını görmeye çalışmanın ve onları olduğu yerde değil, olduğu yere geliş koşulları içinde ve yönelebileceği yere göre anlamaya çalışır. Diyalektik düşünme yöntemi sadece felsefi bir söz değil aklın en gelişmiş düşünme yöntemidir. İnsanlara bakmak, görmek ve onları yargılamamak onlarla hayatın bir parçasında bir şeyler yapabilmek önemlidir, hem de çok önemlidir. Elbette kişilere bakarak ve bu kişiler üzerinden bir sistemi, bir dünya görüşünü yargılamak günümüzdeki çarpıtılmış toplumsal algının modasıdır. Simgelerle yargılamayı ve sonuçlar ilan etmeyi fikir zannetmenin moda olduğu yerde simge olarak tanımlananların 133
bile tanımının yapılamaması ve kişiye özel bakışın dünya görüşü sanılması sistemin çarpıttığı algıya örnektir. Redhack'i şu kişi destekliyor o zaman Redhack şudur demek düşünmeyip sitemin zorla dayattığı ezberlerle idare etmenin göstergesi olarak okunmaktadır. Gördüğü kadarıyla Redhack'i "ulusalcı, milliyetçi, Kürdçü, vatan haini ilan etmek düşünmeyip devletin zorla ezberlettiklerini düşünceymiş gibi savunmaktan öte bir anlam taşımamakta.
Tipik düşünmeden düşündüğü sanan, bilmeden yargıya varan bir örnek olarak E. Köksal'ın dostça eleştirisinden bir bölüm "Redhack’in salt olarak AKP karşıtlığından dem vurması ve sosyalizm vurgusundan çok AKP düşmanlığı üzerinden kendisine bir yol açması üzerinden yapılıyor. Özellikle ‘ulusalcı’ cenahın bu konuda desteğini tümüyle alan Redhack, geçtiğimiz günlerde ‘Cemaatin lideri’ olarak görülen Fethullah Gülen’in sitesini hacklemeleriyle birlikte epey alkış topladılar. Hızla kutuplaşan Türkiye’de cemaati tek düşman olarak görmek ve cemaat mensuplarını her şeyden sorumlu tutmak ancak ulusalcı bir cehaletin ürünü olabilir. Türkiye’de bugüne dek nasıl bir iktidar sorunsalı yaşadıysak, benzerini yine neo-kemalist bir bilinç ile AKP döneminde yaşıyoruz. Sosyalizm iddiası bulunan ve her defasında “en birinci devrimci biziz” şeklinde açıklamalar yapan Redhack’in bir topluluğu düşman ilan ederek insanları kutuplaşmaşmaya sürükleyerek nefret pompalayan birer kindara dönüşmesine yol açması sol ve sosyalizme ne katacak? Merak ediyorum…" Tuhaf bir haldir E. Köksal en azından Twitter dostu olan S. Uzunoğlu Redhack "sosyalizmi kutsallaştırıyor" diyecek kadar sosyalizm vurgusundan şikayet ederken Redhack'in sosyalizm vurgusunu az yaptığından aynı günlerde dem vurmaktadır. Demek ikisinden biri yanılmaktadır veya her ikisi de "dostça eleştiriyle" kişisel gösterge sunumunu karıştırmakta. Sosyalizm bilgisini burjuva dayatmalarının çarpıtılmış hali zannetmek moda. Elbette sosyalizme düşman post anarşistlerin (gerçek anarşistler konu edilmemektedir) ortalığa saçtığı anti-komünist söylemlerle komünizmi öğrendiğini düşünenlerin sosyalizm bilgisine sahip olmamaları doğaldır. Redhack bir sitemle uğraşmaktadır "dostça eleştiri" yapanların kaçırdıkları konu budur. Sistemi yıkmak ve yerine sosyalizmi kurmak istemektedir. Kapitalizmin yıkılabilir bir şey olduğunu bilmektedir. Her sosyalist, devrimin çocuklarına veya torunlarına miras bırakacağı bir görev olduğunu düşünmez. Aksine de135
vrimin kendi görevi olduğunu düşünür ve devrimin olanaklarını yaratmaya çalışır. Devrim şu veya bunu yapmak değildir. Devrim, kapitalizme karşı saldırılacak her araçla saldırmak ve her gün saldırabilmektir. O yüzden redhackerlar devrim her gün yaptıklarımızdır lafını severler.
NOT: Anadolu'da bir deyiş vardır "Öküze laf anlatılmaz anlına sopayla dürtmek gerekir" denir. (Güzel bir söz değildir hayvanlarla ilişkili hoş şeyler anlatmamaktadır ancak bir durumu özetlemek açısından "özlü sözlerle" düşüncesini anlatmaya yönelenlerin bu sözü sevebileceği riskini de göze alarak söylenmiştir.) 1- Redhack teorik derinliğin, genişliğin, birikimin önemini yaptıkları içinde şekillendirmektedir. (zenginleşme kavramı hala yanlıştır:)) 2- Devrim sadece bir söz değildir her günün konusudur ve yapılabilir bir erimdedir. 3- Sadece yaşamımızın içinde size ulaşan bilgiler ve görüp bildiğiniz değil araştırıp inceleyip bulacaklarınız size gerçeğin kapısını aralar 4- Redhack sistemle uğraşmaktadır. Sitem içindeki az köle sahibi ile çok köle sahibi arsasındaki kavgada hiçbir köle sahibini savunmaz tüm köle sahiplerine karşıdır. 5- Sosyalizm bir anmalık ve vurgu değildir. İnsanlığın toplumsal gelişiminde zorunlu olarak uğrayacağı bir duraktır. 6- Devrim her ülke ve bölge şartlarına göre kendine özgün yoldan gider ve devrimci süreç bu ülkede sitemle sorunu olan herkesi kucaklayan bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır. 7- Redhack sosyalisttir. Bu ülkenin devrimci sosyalistleri devlet üretimi ideolojik ürünlerle işini bitireli çok olmuştur. Sadece yeni çıkan belgeler bilgiler ışığında yeni katkılarla devlet üretimi ideolojilere karşı yeni argümanlarla uğraşmaktadır. 8- Redhack, sistemin zorla dayattığı düşünme şekilleriyle Redhack'i yargılamaya çalışanlara sadece kendinizi özgürleştirin demektedir. 9- Kapitalizmden zarar gören ve ona karşı olan herkes Redhack'in ilgi alanındadır. "Dostça eleştiri"lere açık ve onları değerlendirecek durumdadır. 10- Liberal "fikirler" vb leri bizim gibi ülkelerde "solculuk" 137
sayılmaktadır. Öyle değildir zaman geçip mücadele kızıştıkça mücadele içinde olanlara karşı çıkmakla kendini var edebildiğinden onların gerçek hallerini görmek yakın dönemin konusu olacaktır. 11- Redhack'in yaptıklarını iyi okuyun içinde gönderiler doludur. (Göstergebilimci Umberto Eco'nun Faucault Sarkacı ve Önceki Günün Adası öneridir. Karl Marks'ın Kapital'ide sadece sanıldığı gibi bir ekonomi kitabı değil diyalektik materyalizmin anlatıldığı bir serüvendir...) 12- Redhack bir kahraman değildir, ne Zorro'dur ne de Kara Murat. Devrimcileri unutup "solculuk" yapanlar devrimcileri gördükçe bu sanıya kapılmaktadır. 13- Sitemin hastalıklı üretimleriyle toplumsal olaylara bakanlar sosyalistleri de devrimcileri de anlamakta her zaman sorun yaşamışlardır. Devletin 12 Eylül şiddeti ve 19 Aralık katliamlarıyla yok ettiği düşünülen devrimciler hala dirençle vardırlar. 14- Devrim neşesi üzerinizde olsun. Mücadele hayatın temelidir. (bu göndermeyi anlayamayanlar için diyalektikteki karşıtların birliğinin ifade edilişi) (31 Temmuz 2012)
Sürgü’de, Maslak’ta Linç Saldırısı Devlet İşi! Linç çeteleri Geçen yıl yine bu aylarda Zeytinburnu'nda faşist linç çeteleri ortalıkta gezinip linç edecekleri Kürtleri arıyorlardı. Bilinmeli ki aslında ülkenin her tarafı linç çeteleşmeleriyle doldurulmuş durumda. Mayıs ayında Cumartesi Anneleri Mehmet Ağar'ın köşkü olarak tanınan Aydın'ın Yenipazar Cezaevi'ne Mehmat Ağar'ın göstermelik yargılandığını belirtmek için "Peşindeyiz" diyerek bir ziyaret düzenlemişti. Yenipazar cezaevi önüne gelen Cumartesi Annelerine o bölgede faşist saldırı girişimleri olmuş ve Cumartesi Annelerine gözdağı verilmek istenmişti. Yenipazar'da bir linç çetesi hemen hortlamış ve saldırganlıklarını sergilemişlerdi. Faşist linç çetesinin saldırganlığı bu ülkenin yasalarına göre suç ama bu linç çetesinin tüm üyeleri başlarındaki Korkut Eken dahil suçları ve kim oldukları bilindiği halde hiçbir soruşturma yapılmadı. Aydın'da uykuda tutulan ırkçı faşistlerden oluşturulmuş "kontrgerilla hücreleri" Mehmet Ağar için "uykudan uyandırılmış" ve Cumartesi Anneleri'nin üzerine salınmıştı. 139
Malatya'nın Sürgü beldesinde bir kaç gün önce alevi bir aileye linç saldırısı yapıldı. Gerekçe her zamanki gibi "toplumsal değerlerin hassasiyeti" oldu. Ramazan davulu çalan kişinin alevi olduğunu bildiği ailenin evi önünde ısrarla ve bitmek bilmezce davul çalmasına "kardeşim biz oruç tutmuyoruz bu evin önünde ısrarla davul çalma" denmesi "milli, dini hassasiyetleri" harekete geçirmiş ve lincin gerekçesini oluşturmuştu. Bölgede uyuyan faşist "kontrgerilla hücresi" uyanmış ve harekete geçerek alevi aileyi linç etmeye girişmişti. Suriye'ye karşı oluşturulmak istenen savaş ortamına bir türlü giremeyen ülke halkının bu tarz çatışmalarla hazırlanması senaryolarında faşist "kontrgerilla hücreleri" tekrar devreye sokulmuştu. Sürgü beldesinde dirençli bir Alevi aile ve medyanın tüm görmezden bilmezden gelmesine rağmen sosyal medya üzerinden oluşturulan kamuoyu tepkisi linç saldırısıyla hedeflenen toplumu savaşa hazırlama oyununu boşa çıkardı. Devlet tarafından organize edilen Malatya Sürgü olayı yine devlet tarafından 2 kişi arasındaki bir olay büyütmeye gerek yok denerek üstü örtülmeye çalışıldı.
140
Dün gece İstanbul, Şişli, Maslak'ta faşist bir güruh Kürt işçilere saldırdı. Bu kez gerekçe, "kızlara laf atıldı" oldu. Devletin lanetli ilan ettiklerine saldırmak için gerekçe her zaman her çeşidiyle mevcut. Bu gerekçe olmasa başka gerekçe olacak. Söylenen gerekçenin doğruluğuna bile gerek yok. Maslak'ta uykudaki faşist "kontgerilla hücresi" uyandırılıp devreye sokuldu. Devletin lanetlediklerine karşı saldırı düzenlemek ve onları linç etmek nasılsa hiçbir soruşturmaya ve cezaya tabi değil. Toplumun her alanına sızmış bir faşist devlet yapılanması var. Bu linç saldırıları faşist devlet yapılanmasının toplumun her alanında bulunduğunu ve "kontrgerilla yapılanmasının" harekete geçmeye hazır tutulduğunu gösteriyor. Daha çok MHP, BBP, AKP gibi sağcı faşist partiler etrafında örgütlenen bir kontrgerilla hareketi toplumun her alanına sızmış durumda. Günlerini "milli, dini değerlere" sahip çıkıyoruz diyerek oluşturulan derneklerde kumar oynayıp nereleri yağmalayalım diye çıkar peşinde koşan lümpenlerde bu faşist partilerle birlikte kontrgerilla örgütlenmesinin merkezlerini o l u ş t u r u y o r l a r. Semtlerde devrimc i l e r i n "uyuşturucuya ve yozlaşmaya karşı mücadele" etkinlikleri aslında linç çetelerini oluşturan uykudaki kontrgerilla hücrelerinin sıradan faaliyetler-
ine yöneliktir. Toplumdaki uyuşturucu trafiği ve her tür yağma vb türde adi suçlar devlet adına çalışan bu kontrgerilla hücrelerinin işidir. Devletin denetimi ve gözetimi altında bu adi suçları bu kadar yaygın olarak işleyip hiçbir şekilde kovuşturmaya uğramamaları kontrgerilla yapılanmasının özelliğidir. Linç çeteleşmesi sanıldığı gibi bir anda oluşan bir tepki sonucu değildir. Aksine var olan bir yapılanmanın doğal sonuçlarından biridir. Bu linç çetelerinin oluştuğu her yerde faşist yapılanmaların doğrudan devletle ilişkisi olduğu sıradan bir gözlemle bile ortaya çıkmaktadır. LİNÇ ÇETELERİ NİYE YAKALANMAZ NİYE YARGILANMAZ Devletin karanlık bir linç geçmişi var. En karanlık linç olaylarından biri olan 6-7 Eylül olaylarında linç çeteleşmelerini harekete geçiren provokasyonu (gerekçeyi) yaratanın bizzat devletin kendisi olduğu ortaya çıkarılmıştı. Atatürk'ün, Selanik'teki evine bomba atan MİT mensubunun daha sonra bu ülkede vali olarak atandığı biliniyor. Maraş'ta, Sivas'ta, Çorum'da linç çeteleşmelerinin devlet tertibi olduğu ortaya çıkarıldı. Faşist güruhların sürüler halinde devleti için cinayetler işlediği her linç olayında devletin koruması altında olduğu biliniyor. Daha
geçen yıl Zeytinburnu'nda günlerce süren linç saldırılarında da devletin organizasyonu olduğu görüldü. Linç çeteleşmelerinde yer alanların bir kısmının yakalanması ve sorgulanıp yargılanması devleti işaret edecek kontrgerilla örgütlenmesini açığa çıkaracaktır. O yüzden de devlet linç çetelerine dokunmamayı tercih etmektedir. Kendisine dokunulmayacağı garantisi olmadan linç çeteleşmelerinin oluşmayacağı, oluşturulmayacağı bir toplum modelimiz var. Korkak, kişiliksiz ve güçlü karşısında köpekleşip güçsüz karşısında canavarlaşan bir ırkçı faşist tipoloji var. Bu faşist sürülerin lince yönelmesini teşvik eden en temel güdü yaptıklarının hesabının sorulmayacağı güvencesi. Devletin faşist linç çetelerinin açıkça suç olan fillerine göz yummasının temel nedeni de bu çeteleri kendisinin organize etmesi olduğu kadar, her zaman bu linç çetelerine ihtiyaç duyacak bir yapılanmada olmasıdır da. Faşist linç çetelerinin karşısında onları tespit eden ve onlardan hesap soran bir halk gücü yakın dönemin konusu olacaktır. Devletin toplumun her alanına sızdırdığı iç savaş örgütü faşist kontrgerilla hücrelerine karşı halkın kendini savunacağı ve devletin kontrgerilla hücrelerini cezalandıracağı yapılanması 1970'li yıllarda ilk adımlarını atmıştı. Yakın dönemde linç çeteleşmeşlerinde yer alanları halkın cezalandıracağı olayları görmek mümkün...
Aşağıda Ekşi Sözlük'ten "taksimin delisi cenk" rumuzlu yazarın İstanbul, Şişli, Maslak'ta faşist linç saldırısının nasıl olduğu konusunda gözlemi yer almakta. Dışarıdan bir bakışla bile linç saldırısında devletin doğrudan sorumlu olduğu belgelenmekte: "yaklaşık saat gece 12 sularında ayazağa stadı'nın orada toplanan yaklaşık 200 kişilik grup hızı bir şekilde tekbirler ve bağırışlarla işçilerin kaldığı barakaların yönüne doğru ilerledi. işçiler zannedersem uykudaydı çünkü tepki vermeleri biraz zaman aldı. ayazağa'lı grup işçilerin bulunduğu barakalara 150 metre kadar yaklaşınca, işçiler bir anda barakalarından fırlayıp ayazağa'lıların üzerine doğru koştu. bu sırada ayazağa'lı grup geri kaçtı ve iki tarafın arasında 500 metre bir mesafe oldu. o sırada seri bir şekilde işçilerin barakaları taş yağmuruna tutuldu ve işçiler de buna aynı şekilde karşılık verdi. olay yerine gelen 8-9 polis arabası ilk başta aralarına girdi fakat sonra çok güzel bir şekilde kenara çekilip olayları izledi. durum böyle devam ederken polisler 10-12 araba oldu, bu da daha fazla seyirci demek tabii. en sonunda akrep gelip ayazağa'lı grubu biraz dağıttı. yeterli olamadı ki 2 dakika sonra olaylar tekrar başladı, toplu bir şekilde barakalar yönüne doğru saldırı başladı. iki taraf da birbirine atmadığı şeyi bırakmadı. daha sonra çevik kuvvet geldi ve ayazağa'lı grubu biraz iterek tampon bölge oluşturdu. tabii bu oluşturdukları ''inanılmaz barikat'' 5dk falan sürdü, ayazağa'lılar kolaylıkla aşıp tekrar saldırıya geçti. geri püskürtülünce de biraz dağıldılar. ancak 5 dakika sonra inanılmaz çoğaldılar, lastikleri ve çöpleri yakıp ateşten barikat yaptılar. 10 dakika sonra çevik kuvvet ateşi söndürdü ve tekrar barikat kurdu. aynı zamanda işçilerin tarafına da bir barikat kuruldu. ayazağa tarafındaki barikat gittikçe işçilerin tarafına doğru itilmeye başlandı ve polis neredeyse bu duruma hiç karşı koy(a)madı. bu sırada işçilerin tarafındaki polisler kendilerinin barakalarına geçmesini istedi. işçiler duruma direnince de bir arbede başladı. bunun sonucunda da gaz/sis bombası attılar. hal böyle olunca bu sefer de işçiler ve polis arasında çatışma çıktı, işçiler taş yağdırdılar. bunlar olurken diğer tarafta ayazağa'lılar çok güçlü bir şekilde alkış tuttular bu duruma.daha sonra olay yerine 2 adet panzer geldi ve tampon bölgede durdu. daha sonra sanırım ikna çalışmaları ile ayazağa'lı grup gittikçe dağılmaya başladı. bunu gören işçiler de yavaş yavaş kendi yerlerine geri döndüler ve olaylar şu anda yatıştı." (31 Temmuz 2012 144
Suriye ve Savaş Çığlıkları Atanlar! Suriye'de bakanlara karşı düzenlenen bombalı saldırının ardından gelişmeler "kaçınılmaz bir savaşa" işaret etmeye başladı. Artık "yalan ve dezenformatik haberciliğin her tür ayarının kaçırıldığı" bir medya bombardımanı sürmekte. Kimin ne dediğinin belli olmadığı, her tür yalanın haber diye servis edildiği bir süreç medyada işletiliyor. Dünya çapında işletilen bu "dezenformasyon haberciliğine" yerli medya organları da bire beş katarak eşlik ediyor. Suriye üzerinde kirli bir savaş yürütülüyor. Bu savaşta Suriye'yi ele geçirmek ve "yeni" bir Ortadoğu inşa etmek isteyen emperyalistlerin kirli tezgahı uluslararası her tür kural ve yasayı hiçe sayarak bir orman kanununu yürülüğe soktu. Kirli savaşın "önemli aktörlerinden" olmaya çalışan Türkiye'de her tür yasadışı çalışmanın içinde devlet olarak yer alıyor ve bunu da açıkça ilan etmekten çekinmiyor. 145
Suriye'de birçok cinayet olayına karışan "el-kaide" olduğu iddia edilen kişiler Türkiye'de rahatça hareket ediyor ve Suriye'deki eylemlerinden sonra Türkiye'de dinlenceye çekilebiliyorlar. Başbakandan bölgedeki yerel yetkililerine kadar Suriye'de sürekli tansiyon yükseltme çalışması tam gaz sürdürülüyor. AKP eliyle darbe yapıp iktidarı ele geçiren asker sivil faşist grubu yüzde 50'lik oy oranına güvenerek bir savaşa girmeye hazırlanıyor. Bu savaş için de kamuoyunu alıştırma ve hazırlama faaliyeti medya üzerinden yürütülüyor. "Şeytan" gibi gösterilmeye çalışılan Beşar Esad'ın kısa süre önce Başbakan Erdoğan'ın "yakın dostu" olduğu unutturulmak isteniyor. Ülke içinde ekonomik, sosyal, toplumsal her işleyişte köşeye sıkışan AKP eliyle darbe yapanlar kesimi savaş çığlıkları atıyor. Ülkenin "normal" şartlarda ilerleyeceği bir hali kalmadığını tespit ediyorlar ve bundan dolayı savaş dönemi uygulamalarına ihtiyaç duyuyorlar. Tek istekleri kısa zaman içinde Suriye de bir savaşın içine girmek. Suriye içinde oluşturulmaya çalışılan darbe, kargaşa vb ile Suriye yere serilemezse yakın dönemde Türkiye'nin de içinde olacağı bir savaş AKP eliyle darbe yapanlarca kaçınılmaz kılınmak isteniyor.
SURİYE'DE KÜRTLER VE KENTLERİ Suriye'de yaşayan Kürtler uzun zamandan bu yana sorunlarla boğuşuyorlar ve Suriye üzerinde oynanan oyunda kolayca gözden çıkarılacak piyonlardan olmak istemediklerini ortaya koymaya çalışıyorlardı. Son bir kaç gündür Suriye'de yaşayan Kürtler yapabildikleri her kentte, yönetime el koymaya başladılar. Bu yaptıklarıyla aslında hayatları üzerinden kumar oynayacak olanlara dur demek istediler. Kendi kentlerine yönelecek her tür saldırganlığa karşı savunma içinde olacaklarını ve hiç kimsenin piyonu olmayacaklarını ilan ettiler. Bu durum Türkiye ve müttefiklerini rahatsız eden bir gelişme oldu. Kürtlerin kendi güçleriyle ortaya çıkmaları ve her geçen gün güçlerini arttırmalarına yarayacak olması Kürtlere karşı "yokedici veya eritici" politikalar inşa edenleri daha çabuk olmaya sevkedecek bir unsur olarak ortaya atıldı. Kürtlerin var olan güçleriyle ortaya çıkıp kentlerde yönetimleri almaları Suriye'ye yönelik hazırlanan emperyalist komplonun engellerinden biri olmaya aday.
SURİYE'DE İÇ SAVAŞ İSTEYENLER Suriye'de bir iç savaş, Suriye halkları, bölge halkı ve Suriye yönetimi dışında olan her gücün dileği gibi görünüyor. Çıkacak bir iç savaşın ardından Suriye'de yönetimin değişip değişmeyeceği Şam'da patlatılan bombalarla ölçülmeye çalışılıyor. Savaşa endekslenmiş kirli oyunlarda görev alan medya bir iç savaş çıkmasının hesaplarının yapıldığı paçavralara dönüşüyor. Turgut Özal'ın yıllar önce ABD'nin Irak işgali konusu gündeme geldiğinde "bir koyup üç alacağız" hesapları medyada bu kez Suriye üzerinden yapılıyor. Ortada yağmalanacak bir bölge, bir halk ve yeniden dizayn edilecek Ortadoğu'dan pay kapma kavgası her tür akıl dışılık ve vicdansızlıkla sürdürülüyor. "Büyük gazeteciler, büyük politikacılar" Suriyeden düşecek aslan payının emperyalstlerin olacağını ama Türkiye'ye de bir kedi payı düşeceğini hesap edip düşecek kedi payını iştahla anlatıyorlar. Suriye parçalanmaya çalışılan bir ülke. Parçalanmaya çalışılan, gösterilmeye çalışıldığı gibi Beşar Esad iktidarı değil. Suriye'nin bizzat varlığı ve insanları. Yeni katliamların kapısını ardına kadar açıp bu katliamlar içinde yeni nüfuz alanları oluşturmak isteyenlerin kanlı hesapları sürüyor.
"Mardin'de Suriye sınırına demiryoluyla büyük askeri sevkıyat yapıldı. Demiryoluyla Suriye sınırındaki Nusaybin ilçesine gönderilen füze bataryaları ve askeri araçlar, geniş güvenlik önlemleri altında tren garına getirildi. Askeri araçlar burada vinçlerle 2. Hudut Taburu Kenan Dalbaşar Kışlası'na indirildi. Askeri araçların 2. Hudut Tabur Komutanlığı'ndan sınır birliklerine dağıtılacağı öğrenildi." şeklinde kısa askeri hareketlilik haberleri bir Suriye saldırısının ön hazılıkları olarak her gün lanse ediliyor. Ya da "Suriye askerleri sınırda Türk tırlarını yaktılar." veya "Türk bayrağını indirip kendi bayraklarını astılar" vb haberleri artarak sürüyor.
SONUÇ Suriye'de kanlı bir karmaşa sürüdürülüyor ve emperyalistler kiralık katillerle Suriye'de bu karmaşanın sürmesini hız kesmeden devam ediyorlar. Kanlı oyunun yeni evresi, Suriye'de durmak, dinmek bilmeyen patlamalar ve iç savaş çıkarmak olarak görünüyor. İsrail'in, Irak'ın ve Türkiye'nin Suriye sınırlarına "sevk ettiği" silahlar, birlikler ise Suriye'de oluşturulmak istenen iç savaşı körüklemenin aracı olmaya devam ediyor. Suriye'de bir iç savaş çıkar ve bunda da emperyalistler başarılı olamazsa Türkiye'de AKP eliyle darbe yapan asker-sivil darbeci grup "gelişen ülkenin hakkı" diyerek Suriye'ye girmeye hazır görünüyor. Ortadoğu'nun kanlı şafaklarına yeni bir kanlı şafak eklemek isteyenler her gün uğraşıyor Barış isteyenlerin de barışı dile getirmekten öte barışı zorlayacak yolları yaratmaları zorunludur. Barış sözlerle değil savaş isteyenlere karşı durarak, onları engelleyerek mümkündür. (22 Temmuz 2012) 149
Sadece Egemen Medyayı İzliyorsanız ya Aptalsınız ya da Alçak! Medya her zaman yaptığını bu kez Diyarbakır'da düzenlenen 14 Temmuz Mitingi için yaptı. Medya açısından ipin ucunun kaçtığı ve AKP'nin taktığı "tasmalara" iyice alışıldığı bir kez daha ortaya çıktı. Hürriyet gazetesi: "Mitingte ardebe" demekle yetinip, Diyarbakır'ın dün bir polis saldırısı altında olduğunu görmezden gelmiş. Kentin her yeri ve her insanı polisin saldırganlığına maruz kaldı ve 12 Eylül 1980 darbesinin ilk 150
günlerini aratan durum vardı. Hürriyet her zamanki gibi bunu görmemiş. Sabah gazetesi: Diyarbakır'da olan olayları 1. sayfasına almaya gerek bile duymamış. Milliyet: "14 Temmuz meydan savaşı" başlığı atmış ve araya da konuyla ilgisi olmayan "PKK ateş açacak" alt başlığı koymuş. Posta gazetesi: "İzinsiz mitinge polis engel oldu, olaylar çıktı." demiş ve 1.sayfasında "küçük" olarak yer vermiş. Haberturk gazetesi: "Diyarbakır'da izinsiz gerilim" başlığını 1. sayfasında "küçük" haber olarak vermiş. Zaman: "Yasaklı miting Diyarbakır'ı karıştırdı." başlığı atarken diğer gazeteler gibi 1. sayfada "küçük" haber olarak görmüş. Vatan gazetesi: "Miting savaşı" diyerek birinci sayfada "küçük" haber olarak vermiş ve haberin ayrıntılarında marketler yağmalandı diyerek konuyu polisin müdahalesi haklıydı demeye bağlamış. Haberin hemen altında ise "toplum mühendisliğiyle" uğraşanları da kıskandıracak bir cinlik yaparak çatışmada ölen askerlerin haberini koyarak iki olayı birleştirmiş. 15
Taraf gazetesi: Gaz ve cop diyarında başlığını uygun görmüş haberi "Kato'da çatışma" haberiyle beraber vererek Kato'da çatışmada ölen iki uzman cavuşla birleştirmeyi tercih ederek "yandaş medyanın" izlediği yolu izlemiş. Bugün gazetesi: "Diyarbakır'da yasaklı miting olaylı geçti" başlığı attığı "küçük" haberde polisin kendisine saldıranlara karşı savunmada olduğu şeklinde geçmiş haberini. Güneş gazetesi: "BDP Provakasyonu" diyerek haberi 1. sayfasından resimli olarak vermiş ve resimde yanan aracın polisin attığı gaz bombası sonucu tutuşarak yanan araç olduğunu atlamış. Akit gazetesi: Gelişen olayları tam 180 derece farkla görüp "BDP'li vekiller polise saldırdı" demeyi tercih etmiş. Egmen medyanın geneli bu tarzda gelişen olayları ya görmezden gelerek ya da "nefret kültürüne" uygun tarzda görmeyi ve Kültür Bakanı Günay'ın arada bir yaptığı ve artık bir pişmanlık klasiği sayılan "içim sızlıyor, içime sindiremiyorum" şikayetlerini manşete taşımayı tercih etmiş. 14 Temmuz günü Diyarbakır'da miting yapmak için başvuran BDP ve DTK'ya valilik "ortalık karışır" minvalinde bir söylemle izin vermemiştir. Diyarbakır Valiliği yaklaşık 1 yıldır BDP'nin düzenlemek istediği hiçbir etkinliğe izin ver-
memektedir. Diyarbakır'da BDP, Valilikçe her yapmak istediği yasaklanan parti durumundadır. BDP'nin düzenlemek istediği her etkinliğe yasaları da hiçe sayarak engel olmak 1 yıla yakındır devam etmektedir. İlan edilmemiş bir darbe ortamı işletilmektedir. Medyanın bunu görmemesi, bilmemesi ise sadece "tasmalı" oluşuyla alakalıdır. "Tasmalı" medya dün Diyarbakır'da işlenen sayısız "insanlık suçunu" görmemeyi becermiş ve bunun üstüne de estirilen devlet terörünü de haklı çıkaracak asparagas haberlere yönelmiştir. Medyanın yıllardır uyguladığı nasıl olsa bu haberleri okuyanların çoğu "gerçeği" bilemezler ve dediklerimizi "yuttururuz" tavrı hala devam etmektedir. Sosyal medyada gerçeklerin delilleriyle ortaya çıkarılması ise medyanın bu tavrının artık öyle kolayca işlemeyeceğini göstermektedir.
Dün polisin hedef gözeterek insanları yaralaması ve yaralanaların bir kısmının milletvekili olması medyanın hiç ilgisini çekmemektedir. Milletvekillerini joplayan, yerlerde sürükleyen, öldürmek kastına varacak oranda hedef alarak 153
milletvekilinin bacağını kıracak biçimde gaz bombası atan polis, medyanın görmezden geldiği bir konu olmuştur. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in elindeki pet su şişesiyle TOMA'ya vurmasını haberinde "dehşet bir saldırıymış" gibi vermeyi tercih eden egemen medya aynı TOMA'nın bir milletvekilini öldürme kastıyla çiğnemeye çalışmasını ve yaralamasını görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Egemen medya aptallara özgüdür ya da alçaklara. Yıllar önce Bülent Ecevit yaşlılıktan dolayı bir kısım kelimeleri hatırlayamadığı için ağzına geleni konuştuğu dönemde TBMM'de yapılan bir oylamayla ilgili bir konuda konuşurken "çekimser" diyeceğine yanlışlıkla "çekinser" demişti. Ülke ekonomik ve sosyal olaylarla çalkalanırken egemen medyanın konusu bu olmuştu. Ve egemen medya Başbakan Bülent Ecevit başbakanlıktan düşene kadar "çekimser" sözcüğü yerine "çekinser" sözcüğünü kullanmaya özen göstermişti. Girdiği tatlı karlı iş ilişkileri nedeniyle "tasması" parlatılan medya kendi aptallaşmışlığını toplum içinde yaygınlaştırmaya çalışarak devam ettirmekte. Egemen medyanın her kanalı, yayın aracı buna hizmet etmeye endeksli.
Egemen medya içinde yer alıp arada bir de olsa "habercilik" yaptım diyerek züğürt tesellisiyle öğünenler ise bu aptallaştırmanın en trajik kurbanlarından olmaya devam etmekte. Döneme göre iktidara verilen mazlum "kurbanlardan" başka bir şey olmayan "haber yapan" gazeteciler bu rolleri içinde muhalif olmayı beceri zannetmekteler. Yaptıkları ise temel olarak egemenlerin aptallaştırmalarına sadece yardım etmekle sınırlı kalmakta. Egemenlerin aptallaştırma ve alçaklaştırma aracı olan medyaya karşı insanlar kendi varlıklarını ortaya da koyarak yıllardır "gerçeği" bulmaya ve göstermeye çalışıyorlar. Sosyalist basının yaptığı gerçeği ortaya çıkarma çalışması toplumdaki aptallaşmanın ve kararmış vicdanların panzehiridir. Egemen medyaya tutum almadan onu "boykot edip" yaptığı alçaklığa gereken yanıtlar oluşturulmadan sadece "güce tapan" bu kesimi dizginlemek ve yalanlarının önüne geçmek mümkün değildir. "Güce tapan" egemen medyayı halkın dirençli gücüyle eğitmek gerekmektedir. Yıllardır bir türlü artmayan tirajlarını iyice yerlere sermek bu alçaklaşmış aptallaştırma araçlarını dize getirmenin ilk adımlarından olacaktır. Bir suç aracı sayılabilecek medya organlarından insanları uzak tutmak onları gerçekle buluşturacaktır. (15 Temmuz 2012)
RedHack Hukuk, Hukuk Dışılık ve Hepimiz Redhack'iz! "Savcılık, Kızıl Hackerlar olarak bilinen Redhack'ı, orak çekiçten oluşan bir logosu ve bir manifestoya sahip olmasından dolayı terör örgütü kapsamına aldı." Radikal gazetesinin yaptığı haber bu şekilde. Oysa bu piyasaya yeniden sürülen eski bir haber. Olayın gerçeği farklı. Bilindiği gibi Fecebook'ta 3000 civarında sayfa yöneticisi hakkında Üsküdar Mahkemeleri tarafından bir soruşturma 156
yönetiliyor. Ki bu soruşturmanın daha da genişleyeceği de basına yansıdı. Fazıl Say'a Twitter'da yaptığı bir paylaşım nedeniyle dava açıldı, Fenerbahçe'nin devam eden davasını Twitter üzerinden izleyen insanlar hakkında dava açılacağı da gelen haberler arasında. İnternet iktidar tarafından denetlenmesi gereken bir muhalif kanal olarak görüldüğü için hışmı altında. Diğer yandan ise aylar önce Facebook'ta paylaşım yaptıkları için silahlı örgüt suçlarına bakan Ankara'daki "Özel yetkili savcılıkta" sorgulanan 17 kişiden 10'u serbest bırakıldı ama 7 genç insan tutuklandı. Facebook'ta paylaşım yaptıkları için tutuklanan 7 kişinin isimleri; Duygu Kerimoğlu, Uğur Cihan Oktulmuş, Devrim Ali Avcu, Erbay Değer, Alaittin Karagenç, ve tutuklanan diğer iki gencin isimleri bile bilinmiyor. Bu kişiler sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar nedeniyle tutuklandılar ve Redhack üyesi olmakla suçlanıyorlar.
Redhack bu gençlerin kendilerinden olmadığını ilk günden beri açıklayıp duruyor. Yaptığı her eylemde de bunu söylüyor. Bu 7 gencin aylardır sorgusuz yargısız içeride tutulmaları ise hala devam ediyor. Ne bir soru ne bir sorgu sadece içeride F Tipi cezaevlerinde tutuluyorlar. Redhack adına başlatılan soruşturma aylar önce Özel Yetkili Savcı tarafından "terör örgütü" suçlamasıyla açılmıştı. O günden beride aylardır Redhack'ın peşinde Terörle Mücadele birimleri, MİT, vb akla gelebilecek her yerel güvenlik ve yargı gücü koşturup durmakta. Bu yerel güçlerin yanına Interpol'de eklenmişti, basına yansıyan haberler böyleydi. Redhack'ın son Dışişleri Bakanlığı eyleminin ardından Redhack'ı arayanların ve engelemeye çalışanların listesine ABD devleti de girmiş oldu. Belki de Redhack'ın Dışişleri Bakanlığı'na girmesinin Redhack'ı takip edenler açısından tek gerçek gelişmesi bu oldu.
Redhack'ın artık "özel" yanı kalmayan özel yetkili savcılık soruşturmasında "terör örgütü" kapsamında değerlendirilmesi hukuki mi. Konunun uzmanlarına göre değil. Bilişim alanıyla ilgilenen herkes Redhack'ın siber aktivist olduğunu ve yaptıklarının sürekli olarak bir gerçeğe işaret etmek diye değerlendirmek gerektiğini belirtiyorlar. Yerel ve uluslararası hukuka göre de Redhack'ı "terör örgütü" kapsamında değerlendirmek tam bir hukuk dışı keyfiyete işaret ediyor.
Redhack'ın orak çekiçli bir sembolü olması ve kendisine ait bir ilkeler manzumesinin olması basına yansıyanlara göre savcılığın Redhack'ı "terör örgütü" saymasına yetmiş. Eğer bu doğruysa savcılığın bu iddiası tam bir fiyaskodur. Türkiye'de bu sembolleri kullanan yasal partiler hala vardır. Türkiye'de bu sembolleri kullanmak yaslara göre "suç teşkil etmemektedir." Savcılığın bu iddiasının ardından olası bir Avrupa parlementosu kınamasının ve AB şartlarını bir kez daha açıkça ihlal etmenin kapısı açılmıştır. Yani savcılık basına yansıyan haberler doğruysa Türkiye'yi uluslararası alanda "kötülemeye ve ülke imajına zarar vermeye" yönelik bir faaliyet içindedir. 159
REDHACK'E YÖNELİK UYGULAMALAR VE HUKUKUN YOK SAYILMASI Konu Redhack olunca tuhaf bir işleyiş gündeme girmektedir. Yasal hiçbir süreç işlememekte, yasaları uygulamakla yükümlü kesimler hızlıca yasaları çiğneyerek hareket etmekte mahsur görmemektedirler. 1. Redhack'a ait olduğu Redhack tarafından söylenen 7 tane internet sitesi mahkeme kararlarına gerek görülmeden bir günde hemen kapatılmıştır. O dönemde konunun uzmanı hukukçular bu yapılanın yasadışı olduğunu ve eğer Redhack adına birileri ortaya çıkıp sitelerin kapatılması aleyhine dava açarsa bu davayı yasalar çerçevesinde kazanacığını belirtmişti. 2. Redhack diyerek tutuklanan 7 gencin durumu ise her tür yasanın alenen çiğnenmesidir. Tutuklanan gençlerin içinden bir tanesinin bilgisayarı dahi yoktur. Diğerlerinin ise Redhack'la uzak yakın ilişkisi olmadığı basına yansımıştır. Tutuklanan gençlerin hangi deliller kapsamında
tutuklandığı hangi suçlamayla tutuklandığı ve tutuklanmalarının daha ne kadar eziyet olarak devam edeceği hala bilinmemektedir. Burada da yasalar çiğnenmeye devam etmekte ve keyfi uygulama "masumların rehin alınması" şeklinde sürdürülmektedir. 3. Redhack'ın Emniyet Müdürlüğü sitelerinden aldığı ve "kamuya açık olan bilgiler" çerçevesinde olan bilgileri açıklamasının ardından açıklanan bilgilerde suçları sabit görülen emniyet yetkilileri hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır. Bu, yasaları uygulaması gerekenlerin bundan kaçınması anlamına gelmektedir. 4. Genelde sosyal medya kanalları (facebook, Twitter vb) kendi kurallarını ABD yasaları çerçevesinde işletir ve diğer ülkelerin başvurularını pek dikkate almayıp kendi kuralları konusunda çok titiz olduğunu ilan ederler. Konu Redhack olunca bu durum tuhaf bir biçimde "kral çıplak" haline dönüşmüştür. Redhack'a ait olduğu zannedilen, tahmin edilen veya Redhack adı geçen facebook hesaplarından onlarcası bir gün içinde hiçbir gerekçe gösterilmeden
kapatılmıştır. Facebook'un yöneticilerinin başka zamanlarda yaptığı açıklamalar zaten Facebook'un devletlerin istekleri karşısında kullanıcılarının hesaplarını kolayca verdiğini ve devletlerin isteklerini yaptığını göstermiştir. 5. Twitter devletlerin baskılarına karşı koyduğunu ve kullanıcılarının haklarını, bilgilerini korumak ve kollamak konusunda çok titiz olduğunu uzun zamandır açıklamakta ve Facebook'un devletler karşısında kullanıcıları korumayıp "ihbarcılık" yapmasını alttan alta eleştirmekteydi. Redhack'ın, Dışişleri Bakanlığı'na girmesi ve ardından ABD Ankara Büyükelçiliği'nin bunu kınaması üzerinden bir gün geçmeden hiçbir gerekçe gösterilmeden Redhack'ın Twitter hesabı kapatıldı. Bu aslında Twitter'ın yapmayacağını ilan ettiği bir şeydi. Hem ilan ettiği kendi kurallarını yok saydı hem de böyle bir şey yapmak için gereken mahkeme kararını bekleme gereği bile duymadı. Redhack işlediği düşünülen yasaların, kuralların işlemediği, aslında keyfiliğin hüküm sürdüğünü gösteren bir süreç içinde. Her yaptığı hack ile bir başka hack de yapmakta ve olaylar karşısında yasaların, kuralların sadece göstermelik olarak kaldığı bir aşama olduğunu da göstermekte.
HEPİMİZ REDHACK'İZ VE ANLATTIĞI Redhack kendisine yönelen baskılara hızlıca yanıt verme alışkanlığında olan bir sosyalist hacker grubu. En son Twitter yasaklamasına da aynı şekilde karşılık vererek Hepimiz Redhack'iz diyerek Türkiye gündemine bir kez daha girdi. Hepimiz Redhack'iz diyerek onbinlerce insan Redhack'a sahip çıktı. İçlerinde parti başkanlarından, milletvekillerine, sanatçılara, yazarlara, kadar çok geniş bir kesim bir kaç saat boyunca Hepimiz Redhack'iz dedi. Bunun anlamı Twitter'da bir gece eğlencesi içinde yapılan sosyal sorumluluk gönderisinden çok fazladır. Hepimiz Redhack'iz diyenler Redhack'in hackleriyle ortaya çıkardığı gerçekleri takip etmeye özen gösterip yalanlardan, yağmacılıktan, yandaşlıktan arınmış bir ülke isteyenler. Bu isteklerinde samimiler ve Redhack'in sanal dünyada yaptığı hackleri gerçek hayatta ulaşabildikleri yerlerde de yapmaya özen gösteren kişiler. Redhack bir ölçüde bu gerçek dünyanın hackerlarını sosyal medyada da olsa birleştiren bir isim oldu. Hepimiz Redhack'iz tanımının bir anda bu onbinlerce insan tarafından sahiplenmesinin nedeni de yılmadan usanmadan gerçeğin peşinde koşmanın mümkün olduğunun Redhack tarafından defalarca gösterilmesiydi.
REDHACK'İ SUÇLAYANLAR. Wikileaks dünya çapında bir gerçeğe işaret eden bir platform. İşaret ettiği gerçekler devletlerin işine gelmiyor ve Wikileaks'i yok etmeye canla başla çalışıyorlar. Wikileaks'i yok etmeye çalışan devletlere karşı Wikileaks'da gereken savunmayı her platformda göstermeye gayret ediyor. Wikileaks'in bu durumu biraz Redhack'in durumuna benzer demek ise pek mümkün olmuyor. Çünkü Wikileaks'e karşı saldıran devletler her türden entrika düzenlemek dahil yasaların, hukukun kurallarına uymak zorunda olduklarını ilan ederek öyle davranmaya özen gösteriyorlar. Redhack'i suçlayıp onu bir kaşık suda boğmak isteyenlerin ise öyle yasa ve hukuk kaygısı pek bulunmuyor. Keyfi uygulamalarda bulunuyorlar. Nasıl olsa sonra "kitabına uydururuz" diyerek davranma alışkanlığında hareket ediyorlar. Belki bu yüzden Wikileaks davasını takip etmenin sıkıcı, ancak Redhack'le ilgili gelişmeleri takip etmenin heyecanlı ve ilginç oluşu da buradan kaynaklanıyor. Redhack'e karşı olanlar ve onun peşinde olduğu ilan edilen her kişi ve kurum tam bir "orman kanunu" anlayışıyla hareket edip bunu da "kitabına uydururuz" anlayışıyla Redhack'in peşinde geziyor.
Söylemek gerekir ki Redhack'e "terör örgütü" suçlamasıyla soruşturma açılması Radikal'in haberindeki gibi yeni bir gelişme değil aylar öncesinin gelişmesi. Belki yeni gelişme ABD'nin terör örgütü listeleri diye açıkladığı listelere Redhack'in de girmesi olacaktır. Görünen o ki Türkiye Redhack'i uluslararası alana taşımaya ve uluslararası alanda "terör örgütleri" listesine sokmaya niyetli. Bunu yapabilirse de ancak ABD üzerinden yapabilecektir. Bu girişime başlamıştır. Redhack için ise değişen bir şey olmadığı yaptığı eylemlerden ve Twitter'daki gönderilerinden anlaşılmaktadır. Belki bu karmaşada unutulan bir başka hukuki gerçeği soz söz olarak anımsatmak gerekir. Bir savcının veya bir devlet yetkilisinin Redhack'i "terör örgütü" olarak ilan etmesi ve öyle lanse etmeye çalışması yasalara göre Redhack'i terör örgütü yapmamaktadır. Hakkında "terör örgütü" olduğuna yönelik Yargıtay tarafından da onaylanıp kesinleşmiş bir karar olmadıkça Redhack'e "terör örgütü" demek bu ülke yasalarına göre suç sayılmaktadır. Kaldı ki Yardıtay'dan böyle bir karar çıkması bile Redhack'i hukuken "terör örgütü" yapmaz. Hukukla az çok ilişkisi olan herkes bilmektedir ki bu ülkede "terör suçlusu" diyerek mahkum edilenlerin çoğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden aklanarak çıkmakta ve kendilerine "terör suçlusu" diyenleri ağır para cezalarına mahkum etmektedirler. Devlet Redhack'i linç etmek için ABD'yi devreye sokmaya çalışmaktadır yapabilecek mi göreceğiz. (6 Temmuz 2012)
TOKİ Samsun'da İnsanları Bilerek Öldürdü! Samsun'da ırmağın taşması sonucu TOKİ Konutlarındaki apartmanların zemin katlarını su bastı; 8 kişi öldü. Sadece samsun da değil, TOKİ birçok yerde olduğu gibi Bolu Mengen'de de dere yatağına ev yaptı ve orada da ölümler olacağı söylenip duruyor. Bu ülkede ölürsünüz. Ne yaparsanız yapın hayatın hangi alanında olursanız olun o şanslı binde bir azınlık içinde değilseniz, bu kadarı da olmaz denilen, önlenebilecek ölümlerle birlikte yaşamanız kaçınılmazdır. Karadeniz'in doğası bilinir. Büyük öğünmelerle de bu doğa iktidara geçen her kesim tarafından yağmalanmaktadır. Kıyı şeridi "Karadeniz Sahil Yolu" adı verilen ölüm kapanıyla talan edildi. Bilim insanlarının yapmayın bu felakettir demelerine rağmen yapıldı. Karadeniz'in doğası betonlara kurban edildi. her yere bilim insanlarının yapmayın dediği binalar dikildi. Karadeniz'in binlerce yılın doğal su akış yolları HES yağmasıyla değiştirildi. 166
TOKİ adı verilen ülkenin, insanlarının, doğasının yağmalanması için şirket kuruldu. Her şeyi, her yeri yağmalamak için saldırıya geçti. Bilim insanları yapmayın dedikçe yapıldı. Kısa dönem sonra TOKİ Sosyal Konutları adıyla dikilen binalar kentlerin varoşları olacak. Bu, varoşları polisiye denetimle zaptu rap altına almak için şehir yapılaşmasında yeni bir plan uygulanmakta. Bu Paris Komünü'nden sonra burjuvazinin Paris kentinde uygulamaya koyduğu "kentlerin isyanların önlenmesi ve bastırılmasına göre dizayn edilmesi" anlayışının sürdürülmesidir. TOKİ önümüzdeki dönemin kent yoksullarının isyan edebileceği ve bunun bastırılmasını kolaylaştıracak "ölüm sosyal konutları" inşa ediyor. Yağmalanan insanlık ölümlere atılıyor. Karadeniz'de son günlerde yağış var. Birçok bölgesinde sel ve su baskınları yaşanıp duruyor. Dünkü yağış bu kez Samsun'un Canik ilçesinde sele neden oldu. Mert Irmağı'nın taşması sonucu Kuzey Yıldızı TOKİ Konutlarında dördü çocuk beş kişi; diğer bölgelerde ise üç kişi sel nedeniyle öldü.
Ölümlerin yaşandığı apartmanlar, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı'na bağlı, özellikle sosyal konut üretimi için kurulduğu belirtilen kamu kuruluşu Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından iki yıl önce inşa edildi; 2 bin 688 konut yer alıyor.
İnşaat Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Hüseyin Tüfek, "Dere yatağına bina yapılamayacağı yüz yıllardır bilinen bir gerçek; Türkiye'de bunun hep felaketten sonra konuşulması çok acı" diyerek durumun özetini bir kez daha çıkarmış oldu. 1999 Marmara Depremi'nden yıllar önce bilim insanları bir Marmara depremi olacağını ve bunun yakın dönemde olabileceğini ve önlem alınması gerektiğini toplantılarla, yayınladıkları kitaplarla, bildirilerle sağır sultanın duyacağı gibi açıklamışlardı. Bu konuda önlem alması gerekenlerin kılı bile kıpırdamamıştı. Binlerce insan öldü. Aynı Şey Van depreminde de yaşandı. Bilim insanları yapmayın dedikçe yapıldı, sonuç ölümler oldu. Hüseyin Tüfek, 2007'de yaptıkları "Sel, Heyelan, Çığ Sempozyumu"nda her şeyi söylediklerini böyle felaketlerden sonra "ahkam kesmenin" çok acı olduğunu belirterek 168
aslında bu ölümlerin olacağını önceden duyurduklarını bu ülkede görevini yapması gerekenlerin bunu yapmadığını onun yerine din, milliyetçilik vb istismarlarıyla yağmacılık yaptıklarını söylemiş oluyor. Bu ülkede "sağcı kafa yapısı" bilgisiz, vicdansız, korkak ve korkaklığı oranında vahşidir. İnsanları sadece et ve kemik yığını olarak görür ve onu katletmek üzerinden politika üretir. Her yerde ölüm, bu korkularıyla vahşeti körüklenenlerin iktidarıyla "olağanlaştırılmıştır." Öldürürler ve öldürdükleri üzerinden "siyasi prim" yapmayı severler. TOKİ konutlarında insanları bilerek ölüme atanlar oraya gidip siyasi show'da yaparlar ve orada çaresiz kalan insanları kendi sefil çıkarları için kullanmaya devam ederler. TOKİ dere yataklarına ev yapılacağını bilmiyor mu? Bilerek yapıyorlar. İnsanların öleceğini bilerek bu binaları inşa ediyorlar. Cesaret, sadece bu vahşet iktidarına karşı mücadele edenlere has bir özelliktir. Cesaretle mücadele etmeye devam eden kişiler, gruplar bu ülkede her zaman oldu ve hala olmaya devam etmektedir. Ben insanım ve insanlığın bir parçasıyım diyen herkesin cesaretle vahşet iktidarına karşı koymak dışında başka bir seçeneği yoktur. (4 Temmuz 2012) 169
Medyanın Suriye'ye "Kirli" Savaşı! Medyanın "Suriye'yle savaşı" çeşitlemelerle devam ediyor. Devletinin sadık kulu olma geleneği Osmanlı'dan kalan miras olarak sürdürülüyor ve "kullar" devletin işaret parmağının gösterdiği yere bakarak cenge çıkmayı seviyorlar. Sosyal medyada Erol Köse, Atilla Taş, Nihat Doğan höykürmeli gözyaşlı savaş çığlıkları tam bir saçmalıkla devam etti. Sosyal medyada iki yüzlü "kan aksın" biçimde bu üçlü magazin dünyası figürünün höykürüşleri resimleri konarak "savaşa bunlar gitsin cana geleceğine mala gelsin" dendi. Savaş çağrıları yapanların ne dediğini bilmeyen magazin figürlerinden "aklı selim, ağır başlı" devletin önemli figürlerine geçmesi ise Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarından sonra oldu ve savaş çağrıları yapmak, savaş için "kamuoyu oluşturmak" işine herkes kendi meşrebince daldı. 170
Gazetecilik yapmak uzun zamandır gözaltına alınmak, polis ve özel yetkili soruşturmalara konu olmakla özdeş. Devletin saldırganlığına uğramadan haber yapmak imkansız. 100 den fazla gazeteci tutuklu, haber ajansları polis baskınlarına uğruyor, dergilere yayın durdurma cezaları geliyor. Acımasız bir çark dönerek gerçeğin üstü karartılmak isteniyor. Başbakan ne zaman "önemli" bir konuşma yapsa gazetecilere hiza vermeyi ihmal etmiyor. Artık "medyaya rağmen iktidara geldik ve ona rağmen iktidardayız" söylemlerinin bir işlevi kalmamasına rağmen bu kozu kullanmaya devam ediyor. AKP tek başına iktidar olan bir parti değil, daha doğrusu AKP bir parti de değil. Sadece devleti oluşturan güçlerin kendilerini kamufle ettikleri bir kabuktan öte bir yapılanması yok. İçinde her tür yağmacıyı, her tür sahteliği ve ihaneti barındıran bir kabuktan başka bir şey değil. İktidardan uzaklaşacağı anlaşıldığı an içi boşalıp bir anda hiç olacak bir yapılanma. Tıpkı ANAP ve DYP gibi. Bir parti görünümü içindeki yağmacılık uzlaşması platformu. Devletin o hastalıklı yapılanmasının geçici görüntülerinden biri. Bu görüntünün aktörleri ise elbette sadece birer kukla değil. Etkili yetkili kişiler ve bunların söyledikleri bir çok olaya yön veriyor. Tipik taşeron durumundadır AKP. O yüzden her iş kolunda taşeronluğu yayıp, taşeronları ve taşeronlaştırmayı çok seviyorlar.
Başbakan emrediyor medya da bunu yapıyor. En son dünya çapında gazetecilik olayı olabilecek Beşar Esad'la ropörtaj yapma randevusu alınması olayı var. Gazeteciler, Başbakan'dan izin çıkmayınca dünya çapında gazetecilik başarısı sayılacak bir gazetecilik işinden hemen vazgeçebiliyorlar. Başbakanın dediği gibi tasmalı gazeteci olduklarını herkese ilan ediyorlar. Nasıl olsa devir değişince "mecbur kaldık yoksa başımız yanardı" veya " evet yanlış yaptık ama çok baskı vardı" gibi gerekçeleri ilerde söyleyeceklerdir. Bunları söyleme alışkanlıkları zaten var, alışkınlar. Yaptıklarının mesleğe ihanet oluşu veya halkların kan denizi içinde boğulmasına kapı açmaya teşvik olduğunu ise hiç mi hiç umursamayacaklardır.
Medya Başbakan'ın konuşmalarının ardından Suriye'ye karşı savaşa başladı. İlk gün ortaya dökülen magazin figürlerinin "rezilleşme cesareti" tasmalı medyada olmadığı için ancak direktifle Suriye savaşına girişebildiler. Medyanın hemen her alanı Suriye'ye karşı savaşın bir yerinde durmaya özen gösteriyor. Yapılabilecek her tür "ortak psikolo172
jik harp manevrası" döktürülüyor. Medya dünyası tam bir yeteneksizlik ve vasatlıkla malül olduğu için medyamız savaş konusunu da ancak ABD'de ki medyadan öğrendiği taktiklerle geliştirebiliyor. Doğan Haber Ajansı'nın "ürettiği" "En uzun kumsalımız Suriye çöplüğü" başlığı atılmış haber tam da bu biçimde düzenlenmiş bir yayın. Kendisine "gazeteci" diyen bir kişi Hatay'ın Samandağ ilçesinin kumsalına gidip fotoğraflar çekmiş. Kumsaldaki çöpleri "belgelemiş." Çöplerin içinde olduğunu iddia ettiği arapça yazılı bir kaç parça pet şişeyi de objektifin önüne dikip showunu tamamlamış. Hep beraber öğreniyoruz ki Rio'dan sonra dünyanın en uzun kumsalı Samandağı'ndaymış. Suriye sırf Türkiye turizmi zarar görsün diye ve elbette çevreye duyarsız ve şeytan ruhlu oldukları için de bu kumsalı kirletmek üzere Lazkiye kentinden denize atıklar atıyormuş ve atıklarda bu kumsala geliyormuş. Haberdeki cıvıklık ve tutarsızlık bir yana ortaya çıkarılan haberin mantığı, ABD'nin Irak'a saldırmadan önce dünya medyasına petrole bulanmış deniz kuşu görüntüsünün bıktırıcı bir taklidi olduğunu bas bas bağırıyor. Bilmeyenlere duyurulur Türkiye'deki deniz kenarlarının hemen hepsi hala çöplük gibidir. Bu ülkede, bu konuda tam bir vurdumduymazlık ve yağmacılık sürüp gitmektedir.
u haberin yapıldığı yerde, yani Hatay'da aynı gün bir ABD'li eski asker basın toplantısı düzenledi. Düzenlenen basın toplantısını cemaatin yayın organlarından olan Cihan Haber Ajansı önemli uyarılar varmış gibi duyurdu. ABD'li asker eskisi ve bir strateji kurumunun üyesi (siz ABD devleti için savaş kışkırtıcılığı yapan ajanlaştırılmış kişi olarak okuyun) Türkiye'ye düşürülen savaş uçağı karşılığında kontrgerilla taktikleri ve Suriye'ye yönelik suikastlar önerdi. Bu kişinin basın açıklaması yapmasının saçmalığı ve yersizliği bir yana bu ajanlaştırılmış ABD'li asker eskisinin ülkede ne aradığı ve Suriyeli muhaliflerle ne tür ilişkiler geliştirdiğini araştırmak bir gazetecinin göreviyken ve bu haber olacakken merkez medyamız üretilmiş çöp haberleriyle ülkeyi Suriye'ye karşı düzenlenecek bir savaş harekatına hazırlamaya çalışıyor.
AKP eliyle darbe yapanlar "yönetmekte" zorlanıyorlar. Yönetenler kendi içlerinde çatışmaya daha yeni başladı bu çatışmanın daha da dallanıp budaklanacağı görülüyor. AKP, Cemaat çatışmasına yeni figürler ekleniyor. Bu çatışmaya başka güçler değişik yeni çatışma alanları açarak eklenmeye devam ediyor. 174
Yönetilenler ise her tür baskıya, zulme rağmen itiraz etmeye ve memnuniyetsizliklerini ilan etmeye devam ediyor. KESK yöneticilerinin hapsedilmesi KESK'in sesini kesmiyor. Aksine KESK'i daha da güçlendiriyor. Roboski'de katledilen insanların sorumlularının ortaya çıkarılmasını ve yargılanmasını isteyenlere yapılan her türlü saldırı ancak Adalet isteyişini daha da güçlendiriyor. Önceden devletin saldırgan uygulamaları ve hak gasıplarına karşı tepki gösteren onlarca kişinin yerine artık tepki gösterenler yüzlerle, binlerle ifade edilir oldular. Tepki gösterenler çoğaldıkça çoğalıyorlar. Suriye'ye savaş ihtimali ortaya çıktığı andan bu yana savaş çığlığı atanlar nasıl devlet destekli olarak ortalıkta süzüm süzüm süzülüyorlarsa onların nasıl rezilleştiklerini söyleyenler de bunun insanlık suçu olduğunu ilk andan itibaren söylemeye devam ediyorlar. Savaşa karşı dirençli bir cephenin varlığı ilk günden bu yana ortada duruyor ve bu cephe her geçen gün güçleniyor. AKP eliyle darbe yapanlar bu ülke tarihindeki sayısız darbe yapanlardan daha güçsüzler. Çünkü karşılarında şartlar ne olursa olsun sinmeyecek ve direnişi her tür araçla devam ettirip yükseltecek bir cephe var.
Bu ülkede medyanın nasıl kirli ve insanlk düşmanı bir yapıda olduğunun kanıtı olarak aşağıda Doğan Haber Ajansı kaynaklı, Suriye'ye savaşı kışkırtma "psikolojik harp konseptiyle" "üretilmiş" haber yer almakta. En uzun kumsalımız Suriye çöplüğü! RİO’dan sonra dünyanın en uzun ikinci kumsalı olarak kabul edilen 14 kilometrelik Hatay’ın Samandağ kumsalı, Suriye’den denize dökülen atıklar yüzünden çöplüğü andırıyor. Suriye’nin Lazkiye kentinden denize dökülen atıklar, güçlü akıntılarla Hatay’ın Samandağ İlçesi’ndeki Türkiye’nin en uzun kumsalına bir kaç günde ulaşıyor. Çöplere Asi Nehri ve açık denizde gemiler tarafından bırakılanlar da eklenince, Samandağ kumsalı neredeyse çöplüğe dönüşüyor. Uzun kumsal, özellikle poşet, pet şişeler ve bebek bezleriyle doluyor. Tatil için Samandağ’ı tercih edenler, çöplerin içinden denize girmek zorunda kalıyor. Kumsal, Samandağ Kaymakamlığı ve sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği etkinliklerle zaman zaman temizlenmeye çalışılıyor. Ancak, gün içinde akıntıyla gelmeye devam eden çöpler, kumsalları tamamen dolduruyor. Çöpler gelmeye devam ettiği için temizlik bir çözüm olmuyor. KUMSAL, DENİZ KAPLUMBAĞALARININ YUVALAMA ALANI Samandağ kumsalı ayrıca nesli tükenme tehlikesi yaşayan Caretta Caretta ve Chelonia Mydas türü deniz kaplumbağalarının da önemli üreme alanlarından biri olarak kabul ediliyor. Ancak kaplumbağalar yumurta bırakmak için bazen çöpler nedeniyle kumsala çıkmakta dahi zorlanıyor. Yumurtadan çıkan yavru kaplumbağalarda denize ulaşamıyor. Bazı kaplumbağalarda suyun içindeki beyaz poşetleri, önemli besin kaynaklarından biri olan deniz anası sanıp yemeğe kalkışınca, boğularak ölüyor. (29 Haziran 2012)
Savaş İsteyenler ve Direnenler! Mardin Kalesi NATO radar üssü olarak kullanılıyor. Kale'ye NATO'nun izni olmadan girilemez ve restore edilemez. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye'ye yönelik savaş çığlıkları atmaya devam ediyor. Bunu da televizyonların canlı yayınlarında savaş uçağı kokpitine girip poz vererek süslüyor. Savaş çığlıklarını ABD'ye endekslediği için de Suriye "bir hareket daha yaparsa" savaşa girerim açıklamalarında bulunuyor. Ülkede Suriye'ye karşı silahlandırılıp sürekili olarak Suriye'ye saldırı yapması için teşvik edilen "özgür Suriye ordusu" adlı kontra çeteleşmesi varken bu gerekçe her an bulunulabilinir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Erdoğan'a konuşmak yerine 1974'deki Kıbrıs çıkartması gibi "Ayşe Tatile çıktı" de savaşa gir tavsiyelerinde bulunup AKP'nin yanında utangaçca yer alıyor. 177
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise her zaman ki gibi nerede kan dökülme olasılığı varsa orayı "dümdüz" etme çağrısında bulunuyor. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel asker cenazesinde göz yaşı döküyor. Göz yaşı dökmek yerine bir şeyler yapması gereken makamlardan birinde olduğu hatırlatılınca Genelkurmay başkanına destek Fethullah Gülen'den geliyor ve Genelkurmay Başkanı'nın gözyaşı dökmesini savunuyor. Fethulah Gülen'in gözyaşı dökmeyi savunması doğal, biraz kendi cemaatini yönetme meşrebini savunma durumunun ifadesi. KESK'liler kitlesel gözaltılara uğruyor. Basın organlarının büroları polis baskınlarına maruz kalıyor. Demokratik hakları için en ufak bir şey yapana bu yaptıkları "suç olarak" soruşturma konusu yapılıyor. Mobeseler işliyor ve her görüntü sadece görüntüye girmiş olmanın sonucu "suç delili" sayılıyor. 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan seçimle AKP eliyle darbe yapanlar meşruiyetlerini oylatmışlardı. Yüzde 50'lik oy oranı meşru bir darbe yapıldığının onayı gibi algılandı ve darbe uygulamalarının her çeşidi yapılmaya girişildi. İşçilerin her hakkı budandı. Köylülerin ürettikleri her şey
ellerinden türlü oyunlarla yağmalandı. Kentlerde tam bir rant yağmasına tam gaz girildi. Darbe uygulamlarına karşı çıkanlar hapishanelere dolduruldu. "Sıfır tolerans" denilen polis işkencesi artık olağanlaştırıldı. Haksızlıklara karşı savaşmak her durumda meşru ve insanidir. Bu karşı koyuşun önüne çıkarılan her kanun gayrı merudur ve bu kanunları çıkaranlar da uygulayanlar da suç işlemiş sayılırlar. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Şu anda da olan budur. Gayrı meşru bir faşist darbenin işleyişi sürmektedir. AKP eliyle yapılan bu darbeye karşı çıkmak ve onu yıkmaya çalışmak en insani ve meşru haktır. AKP eliyle oluşturulan darbe "çılgınlaşmasının" boyutlarını arttırmaktadır. Başka da çaresi yoktur. Artık AKP eliyle darbe yapanların geri dönülmez çizgiyi geçtikleri ortadadır. Gidebilecekleri tek bir yol vardır. Ülkenin birikmiş her tür sorununu bir anda ortadan kaldıracak çılgın bir savaş dönemine girmektir. Bu suriye'yle bir savaş olabilir ya da başka bir ülkeyle olabilir. AKP eliyle darbe yapanlar için bunun pek bir önemi yoktur. Hatta savaşın olup olmamasının da önemi yoktur. Yeter ki iktidarlarını sürdürecekleri ve yağmalarına devam edecekleri "savaş hukukunun" işlediği sistem kurulabilsin ve yer yer uyanan toplumsal muhalefet bastırılabilsin.
AKP eliyle darbe yapanlar savaş çığlıkları atarken aslında ülke içine yönelik bir politikanın oyununu oynuyorlar. Yönetilenlerin bir kısmı azınlıkta da olsa darbecilere karşı koymaya devam ediyor. Darbecilerin her uygulamasında artarak büyüyen ve büyümeye devam edecek olan halk muhalefetine yol gösterecek bir odak olmaya devam ediyorlar. Bu AKP eliyle darbe yapanların bir türlü önüne geçemedikleri bir hareket olmaya devam ediyor. Akla mantığa ters her polisiye operasyon veya yargı uygulaması buna engel olamıyor. İnsanlar darbecilere karşı çıkmaya devam ediyor. Yarın kentlerin yağmalanması karşısında sesini çıkaracak olanlar, dönüştürülmüş eğitim sisteminin gazabından çocuklarını korumak isteyenler, artık sadece
paran kadar sağlık uygulaması olan sağlık "reformunun" sonuçları karşısında isyan edenler seslerini çıkaracaktır. Sadece işten atılan işçiler değil işlerinde sadece taşeron olarak çalışmak zorunda kalıp köle iş koşullarına mahkum olan işçilerde her şeyi göze alacak duruma gelecektir. Bu kalkışma ve karşı koyuş olasılığını diri tutan tek şey ise 180
bugün kısıtlı da olsa örgütlenebilen ve iktidarın her uygulamasına tepki gösterebilecek kadar diri duran kesimlerdir. AKP eliyle darbe yapanların saldırısı hiç kesilmeden devam etse de bir türlü iktidarın istediği sessiz, kabullenmiş, boynu eğik 12 Eylül 1980 Faşist Darbesi sonrası oluşturulan halk yaratılamamıştır.
NATO'ya ülke zenginliklerini satanlar Suriye'yle bir savaşa hazır oldukları görüntüsü vermeye devam ediyorlar. Kan akıtmanın çağrılarını yapıyorlar. Devletin yayın organı olmaktan başka bir özelliği kalmamış medyanın geniş kesimi de buna uygun yayın faaliyetine geçmiş durumda. Savaşa hayır demenin "suç kapsamında" değerlendirilmesi için Başbakan konuşmalarıyla kapıyı açtı. Buna rağmen savaşa hayır ve yeni bir ülke yaratmak için faşizmi yıkalım demek insani tek seçenek olmaya devam ediyor. Anlaşılması gereken bir şey var. AKP eliyle darbe yapanların saldırısına uğrayan kesimlerin ilk önce sadece "kendisi için" kaygılanmaktan kurtulması gerekmekte. Buna elbette devletin bazı biçimlerini değiştirmesine ayak uyduramayan eski devlet biçiminden çıkar elde eden kes181
imler dahil değildir. Genelde mücadelesini sadece kendi savunduğu kesimler için gören ve bunda da ısralı olup kendi kaygıları dışında olan gelişmeleri sadece dudak bükerek izleyen kesimlerin bundan vazgeçmesi gerekmekte. Böylesi mücadelenin sadece yontucusu olan kesimler elbette daima olacaktır. Bunlara karşın, mücadeleyi dayanışmayla ortaklaştırmanın yol ve yöntemlerini ortaya koyanlar sürükleyeceklerdir. Sadece kendisi için olan dertleriyle bir şey yapanlar ancak dayanışma kültürünü benimsediklerinde sadece tepki veren olmaktan çıkıp mücadeleyi kazananlar olacaklardır. Kendi güç ve akıl sınırlarını geçmiş ve geri dönülmez bir yola girmiş yeni bir faşist devlet biçimlenmesi vardır. Önümüzdeki süreç herkes için alışılmış olan hayat biçimlerinin artık öyle sürdürülemeyeceği bir döneme işaret etmektedir. Kendisini yerleşmiş hissedemeyen, güvenli hissedemeyen AKP darbecilerinin bunu yapamazlarsa yıkılabilecekleri korkusu çok canlıdır. O yüzden daha kanlı ve zalim yöntemlere yönelmekten başka çıkar yol görmemektedirler. Ya vahşet dolu yakın bir gelecek, ya da bu vahşete sadece tepki gösteren değil dur diyebilecek birleşik direnişin yartılmasıyla ortaya çıkacak insani bir direniş gücü. Yakın dönem faşizm ve yeni birleşik direnişle anılacaktır. (27 Haziran 2012)
İslami Bisiklet mi, İslam'ı Parası Olana Uydurmak mı? Bilimi İslamlaştırmak amacıyla kurulan tink/tank (düşünce kuruluşu) Uluslararası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV) tarafından düzenlenen "Teknoloji, Medeniyet ve Değerler-II" konulu Düşünce Fırtınası toplantısında "İslami Bisiklet" tartışması aklın nasıl yittiğinin ve "ben yaptım oldu" demenin İslam olduğunun tekrarı oldu. İslam'ı, kişisel çıkarlar için kullanan yağmacı sermayenin ufak hesaplarına dini alet etmesinin toplantısında "şaka" gibi konuşmalar ciddi ciddi yapılmış. Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Alparslan Açıkgenç, "Bakış açısı önemli. İslami bir bisiklet üretilebilir. İslam’a göre ameller niyete göredir. Allah’ın rızasını gözeterek ve insanlara faydalı olması öncelenerek üretilen bir bisiklet İslami bisiklet olur" diyerek "ben yaptım oldu" mantığıyla her şeyin hallolacağını 183
söyledi. "Biz yaptık İslami oldu. İnkar eden kafirdir" dayatmasıyla insanlara dinlerini nasıl yaşayacakları gösterildi. Elbette düşünce kuruluşuna katılıp konu hakkında bir şey söylememek olmaz Gaziantep Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Türkay Dereli de "Boyası insan sağlığına zararlı olan bir bisiklet İslami olamaz" diyerek konuya katkı sundu. Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bedri Gencer ise teknolojinin neden İslamisi’nin üretilmesi gerektiğini şöyle anlattı: "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete’ sözleriyle insan teknolojinin esaretine girdi. Teknoloji insanın asli yapısını, fıtratını değiştirmeye başladı. İnsanın asli yapısını değiştiren teknoloji ve onun ürünleri İslami olamaz. Mesela naylon halılar, özellikle çocuklara negatif elektrik yüklüyor ve onları huzursuz ediyor. İlerleyen yaşlarda bu kalıcı rahatsızlıklara sebep olabiliyor" diyerek bilimle ilgisizliğini ortaya koydu. İslami tink/tank oluşturup bir de bunu bilimle teknolojiyle harmanlamaya çalışma faaliyetiyle zaten bir alamete binmiş olan üniversite titrine sahip kişiler İslam'ı nasıl parası olanın çıkarına kullandırtacakları bir araç olarak gördüklerini açıkça gösterdiler. İslami teknolojinin şartları denerek, teknolojinin İslami olmasının tartışıldığı toplantıda İslam'ın parası olanın çıkarına kullanılması için nasıl araç yapılacağı minvalinde tartışmalar ne din açısından ne de bilim açısından ciddiye alınabilir bir şey çıkarmadı. Bir köy kahvesinde akla gelip söylenen şeylerden bile düzeysiz ancak insanları İslam adına nasıl kullanmak gerektiğinin
gösterilmeye çalışılmasıyla o kadar tehlikeli bir toplantı daha oluşturulmuş. Emekli İlahiyatçı Prof. Dr. Süleyman Uludağ da "Her millet ve medeniyet bir başkasından alarak kendi teknolojisini geliştirmiştir" diyerek bir yerlerden çalınıp çırpılarak da olsa alınan teknolojinin "biz yaptık İslami oldu" demek için yeterli olacağını söyleyerek önemli olanın sadece "fetva olduğunu" vurgulamış oldu. Palazlandığını düşünen "yerli" sermayedarlar kendi etki alanlarında insanlara eziyet ederek büyüyorlar. İslam'ın buyurduğu her kuralı çıkarları için rahatça çiğneyerek işçilerini vahşice sömürerek sermayelerini büyütenler yaptıkları her şey için de İslami fetva arayışı içine giriyorlar. Biz yaptık İslami oldu diyerek çaresizlikten dine sığınmış insanları kullanmanın yöntemlerini geliştirmeye çalışıyorlar. Dini bir çıkar amacı olarak görmek yaygın. Çaresiz kalmış insanların din sığınağını kişisel çıkarları için kullanan aslak burjuvalar bu kullanımlarında sınır da tanımayıp utanmazlıklarıyla "biz yaparsak İslami olur" diyebilmektedirler. Bir yerlerden çalıp çırptıkları teknolojik ürünlerin çakma taklitlerini İslami diye piyasa sürmenin nasıl tatlı bir kar sağlayacağının hesapları içinde inandıkları dine küfrederek yollarına devam ediyorlar. Prof. Alparslan Açıkgenç İslami Bisiklet Üretilsin teziyle İslam’ı paraya uydurmaya çalıştı
Din dünya işidir. İslam'ı dünya işi için kullananların "Müslümanlar iyi şeylere layıktır" diyerek paralandıklarını ilan etmeleri ve "tuhaf" yaşam biçimlerini İslam gibi sunmaları yaygındır. Bir yanda Adnan Oktar'ın her dakika Maşaallah, inşallah diyen yarı çıplak kadınları, diğer yanda fabrikasında üreteceği bisikleti daha çok sattırmak için İslami fetva arayanlar. Her biri "yerli" sermayenin akılsızlığının, vicdansızlığının ve görgüsüzlüğünün göstergesi. İslam çaresizliğe itilmiş, yaşamak için gerekenlere ulaşmakta büyük sorunlar yaşayan ve bu sorunlara karşı çözümler bulmak açısından düşünmesi dahi engellenen insanların sığınağı. İslam, karşısındaki zalimlere hayır dediği zaman işkence, ölüm ve sınırları olmayan yeni eziyetlerle karşılaşıp sinen çaresizlerin sığındığı yer. Çaresizce sığınılan İslam'ı üç kuruşluk çıkarı için kullanmaktan çekinmeyen "yerli" muhafazakar, sağcılar ise zulümden dünyalık kurtarmaya çalışan sefillerden başka bir şey değiller. (9 Eylül 2012)
"Allah'ım KPSS'de Güzel Netler İhsan Eyle!" Çaresiz kalan insanlar bir sığınacak yer ararlar. Ülkede işsizliğin azaldığı söylenmesine rağmen aslında durum öyle değil. İş alanları ise çalışanlar için tam bir vahşet. Bu yüzden kendisini "iş güvenceli devlet kadroları" içine atmak birçok kişi açısından en önemli uğraşı. Devletin KPSS adıyla organize ettiği umut dağıtma ve iş arayanları soymak ve sömürmek üzerine kurulan sistemi tıkır tıkır işletiliyor. "Güvenceli devlet işi" elde etmek isteyen insanları soyma aracı olarak KPSS yıllardır vicdansızca uygulanıyor. Dershanelerinden, sınav öncesi hazırlık kitaplarına, sınava giriş ücretlerine kadar bir soygun ekonomisiyle "iş umudu vaad edilenler" ekonomik olarak soyuluyorlar. Bu da yetmiyor bu insanların hayat kavgasındaki umutları da sömürülüyor. KPSS'yle girilebilecek işlerin sayısı belli oranda. Ne olursa olsun (bir seçim dönemi vb gibi torpillerin işlediği dönemler hariç) bu sayı çok artmıyor. İşe alınacakların sayısının kat kat üstündeki talepler ise tam bir umut kapısı haline getiriliyor. 187
Bu ülkenin iş arayanları elbette ne AKP milletvekili çocuğu, ne de THY'de uzman danışman olarak iş başı yapan okuldan yeni çıkmış İstanbul Valisi'nin oğlu. Ki onların bu tarz KPSS vb dertleri de yok. İlk girdikleri işleri binlerce dolar maaşlı işler. Bir şey bilmelerine de gerek yok. Hatta çoğu işe bile gitmez kendi özel gelir kapısını oluşturdukları şirketlerde babalarının nüfuzları üzerinden dolandırıcılık, ihalecilik vb ile zaman harcarlar.
KPSS, iş arayan milyonlarca insanı oyalama aracı olmaya devam ediyor. Çaresiz kalan insanların sığınağı ise Allah'a "ben kazanayım diğerleri kaybetsin" diye dua ettirecek kadar acı manzaralar oluşturuyor. Devlet kapısında işin cazibesi iş güvencesi, çalışma yasalarının uygulanır olması ve en azından asgari ücretin biraz üstünde bir gelire sahip olmak. Bu kadarcık güvence bile devlet işleri dışında başka işlerde yok. Devlete ait işletmelerin de hemen her yerde taşeron işçiliğe geçmesi de bu yüzden. Çalışanları tam bir köle olarak kullanan ve böyle tutmak için her tür yasal, yasadışı, hukuki, hukuksuz uygulama devlet güvencesinde işletilmekte. İş arayan insanların KPSS adıyla uygulanan soygun ve umut ticaretine milyonlarca kişinin koşmasının nedeni bu. 188
Daha bir kaç ay önce üniversiteyi bitirerek öğretmen olma hakkını almış bir insanın intihar ettiği duyulmuştu. KPSS sınavını kazanmasına rağmen bir türlü ataması yapılmayan öğretmen bu süre içinde özel bir dershanede çalışmak istemiş ve iş başvurusunda bulunmuştu. (tıpkı KPSS için toplu dua edilen dershane gibi bir dershane) Dershane yöneticileri öğretmeni mülakatta dershaneleri için çalışabilirlilik açısından yeterli bulmuş ve işe başlayabilirsiniz hocam demişlerdi. Önerdikleri ücret ise neredeyse asgari ücretin yarısı oranında 300 TL idi. Öğretmen önerilen ücretin ancak dershaneye gidip gelmesini sağlayacak ulaşım masrafını karşılayacak düzeyde olması üzerine bunalıma girip "Ben yıllarca bunun için mi okuyup çaba harcadım" diyerek intihar etti. Adı Hilal Uzunkaya'ydı bu öğretmenin. O da KPSS öncesi dua etmiş ve kazanmak istemişti. Ama iş kadrosu hükümetçe özellikle kısıtlanmış iş başvurusu yapan ise bu kadroların kat kat üstündeydi. Ne olursa olsun işsiz kalacak insanlar çok fazla olacaktı. (ki 300 bin öğretmen açığı olmasına rağmen bir türlü bu kadrolara atama yapılmamaktadır). Ataması yapılmayan öğretmen intiharlarıyla meşhur olan bir ülkeyiz. Hilal Uzunkaya kendisini balkondan atarak, Mustafa Kaya ise kravatıyla kendini asarak öldüler. Bu in-
tiharlarla birlikte ataması yapılmadığı için intihar eden öğretmen sayısı 26'ya ulaştı. İntihar etmek istemeyenler çaresizlikle her yola başvuruyorlar. KPSS sınavı öncesi dershanelerine duacılar getirip toplu dualar ederek "Allahım ben kazanayım diğerleri kazanmasın" demek zorunda bırakılıyorlar. Bu ülkeyi kurulduğu dönemden beri insanları çaresiz durumda bırakan ve onları olmayacak yollara sevk edenler yönetiyor. O kadar ki sırf bir iş kapısı olacak diye bu insanlar kendilerine eziyet edenlerin partisine üye oluyor, torpil yapacaklar diye bunlara oy atıyor. Çaresizliğe düşürülmüş insanlarla varlık bulanların iktidarı devam ediyor. Samsun'da 10 can sel sularında boğularak öldü. Bunun karşısında ölenlerin yakınları Allah'a sığınmaktan başka çareleri olmayan çaresiz insanlara dönüştürüldü. Bunu bilen suçlular hemen ortaya çıkıp "bu sel Allah'tan geldi" yapacak bir şey yoktu açıklamalarına sığındılar. Utanmadılar. Bu 10 insanın katledileceğini bile bile oraya o konutları diktiler, Karadeniz'in derelerinin yolunu değiştiren HES'ler yaptırdılar. Allah'ın adını anarak ölümene neden olduğu insanların sorumluluğundan kurtulmak
isteyenlere duyurulur. Allah'ın adını anmadan önce ölüme bilerek gönderdiğiniz 10 insanın adını öğrenin Kenan Yazıcı, Mücahit Yazıcı, Bedirhan Yazıcı, Hüseyin Yılmaz, Aziz Yılmaz, Emine Bütüner, Mihra Bütüner, Seher Özkani Mehmet Yaylacıoğlu, Berkay Bütüner. Ölümüne sebebiyet verdiğiniz insanların adlarıdır bunlar. Çaresiz kalanların sığınakları vardır. Bunlardan biri Allah'a sığınmaktır. Yapacakları bir şey kalmadığı için Allah'a sığınanlar yapacakları tek şeyin bu vahşet düzenini değiştirmek olduğunu görüp harekete geçtiklerinde bu ülkeyi yağmalayan, bu ülkeyi yönetiyoruz diyerek her tür dolandırcılık yapanların kaçacak delik arayacakları dönemler de yaşanacaktır. O zaman Allah'a sığınarak çaresizliklerini gösterenlerden bu ülkeyi yönetenler korkmalıdır, hem de çok korkmalıdır. Dünyanın neresine kaçarlarsa kaçsınlar bugünün çaresizce Allah'a sığınanları onları bulup deliklerinden çıkaracaklardır. NOT: Bu tarz yarışma içeren ve ben kazanayım diğerleri kaybetsin anlamına gelecek Allah'a yakarmaları din adamıyla toplu olarak yapmak günaha girmektir. Kişi yapması gerekenleri yapıp Allah'a son sığınak olarak başvurabilir, ancak bunu din adamlarıyla ve toplu olarak yapmak vicdansızlıktır.
Aşağıda KPSS'yi "ben kazanayım" diyerek toplu dua edenlerin haberi var. Bu ülkede insanların nasıl çaresiz duruma düşürüldüğünün belgesidir. Unutmamak gerekir. Kütahya'da bir dershanede öğrenciler KPSS'de başarılı olmak için topluca dua etti. Öte yandan, 7-8 Temmuz tarihlerinde sınava girecek çok sayıda öğrenci ise, 2010 yılında yaşanan kopya skandalına benzer bir olay bu yıl da yaşanır mı? kuşkusunu taşıyor. Kütahya'da bir dershanede Temmuz ayında girecekleri Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) başarılı olmak için topluca dua ettiler. A.A’nın haberine göre, Kütahya’da geçen sene faaliyete başlayan bir dershanede KPSS’ye hazırlanan öğrenciler, dershane yönetiminden dua etkinliği düzenlenmesini talep etti. Bunun üzerine dershane yönetim, talebi uygun bularak din görevlilerini dershaneye çağırdı. Gelen din görevlileri öğrencilerin istedikleri başarılara ulaşmaları için Kuran’dan ayetler okuyarak, ''Allah'ım, bir yıldan beri bir hedef ve amaç için çalışan bu kardeşlerimizin imtihanda başarılı olmalarını nasip eyle. İmtihan olacak bu kardeşlerimize kolaylıklar ver. Güzel netler almalarını nasip eyle'' diyerek dua etti. Ardından dershane tarafından öğretmen adayları için hazırlanan ''KPSS Duası'', tarih öğretmeni Mustafa Yavuz tarafından okundu. Öğrenciler, ''Allah'ım, Algıda seçiciliğimizi yüksek seviyede tut, güdülenmişliğimizi artır. Ön bilgilerimizi olumlu transfer etmemizi sağla. Atanmamızı nasip eyle'' dileklerine, ''âmin'' diyerek eşlik etti. Öğretmenlik ve A grubu kadrolar için 7-8 Temmuz’da sınavlar yapılacağını dile getiren Dershanenin kurucularından Fehmi Çapraz, şöyle konuştu: ”Eğitim ve A grubu öğrencilerimiz sınava girecek. Öğrencilerimizden sınav öncesi bir talep geldi. Dua ettirmemizi istediler. Bu isteği uygun görerek yerine getirdik. Çok güzel oldu. Öğrencilerimiz bu etkinliği takdirle karşıladı. Türkiye’de bir ilke de imza attık. Etkinlikte emeği geçenlere ve katılan öğrencilerimize teşekkür ederim. Onlara sınavlarda başarılar dilerim.” Duaya katılan öğrenciler de bir yıldır gece gündüz demeden sınavlarda başarılı olmak için öğretmenlerin desteğiyle uğraş verdiklerini ve bunu güzel bir duayla taçlandırmak istediklerini anlatarak, taleplerini olumlu karşılayan dershane yönetimine teşekkür etti. (5 Temmuz 2012) 192
Genelkurmay Başkanı, Fatih'teki Linçci Polisler Gibi! Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Uludere olayında ölenler arasında PKK'lilerin de olduğunu öne sürdü. Necdet Özel, kafilenin içinde silahlı teröristler olduğunu, askerin olay yerine ulaştığı sırada silahların yok edildiğini iddia etti ve ekledi: 'Yakında bütün gerçekler ortaya çıkacak' Uludere'de öldürülen 34 insanın nasıl öldürüldüğü üzerine 1. ağızdan açıklama katliamdan neredeyse 6 ay sonra geldi. Açıklama bir gerçeğe işaret ediyor. Öldürülen 34 insan bilerek, istenerek öldürülmüş. Öldürülen insanların PKK'nin bir "saldırı birliği" ve silahlı olmadıkları da biliniyormuş. İçlerinde silahlı kişiler vardı diye düşünmek herkesin savaş uçaklarıyla bombalanarak katledilmesine yeterli sayılmış. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel aslında bir suçun itirafını yaptı. "Bilerek, isteyerek öldürdük, katliam alanına bilgimiz dışında kimse girmedi ama silahlar ortada yok, saklamışlar onu da bulacağız demektedir." Necdet Özel altı aydır öldürülen 34 insana ait "bulunamayan" silahları bulacağını söylüyor. "Yakında bütün gerçekler ortaya çıkacak" derken aslında yeni bir tezgah kurulması için taliimat mı veriyor. Olmayan silahları bulacak "iyi" adamlara 193
yol mu gösteriyor. Roboski köylülerinden 34'ü ne türlü bakılırsa bakılsın insanlık suçu kapsamında değerlendirilecek ve sorumlularının bu kapsamda yargılanmasını gerektiren bir suç. Bu suç ortada duruyor. Yakın dönemin konusu olarak bu suça bulaşmış devletin "yetkili kişileri" tıpkı İsrailli devlet yetkililerinin katlettikleri Filistinliler için uluslararası alanda yargılanıp bir ülkeden diğerine gidememeleri durumuna gelecekler. Necdet Özel itiraf etti ve "Kandil'e girmenin faturasını göze almak gerektiğini anlattı. 1- Devlet kararı olmalı 2- ABD ikna edilmeli 3- Muhtemel ağır kayıplara karşı kamuoyu hazırlıklı olmalı." diyerek bu konuda şartlarını sıraladı ve ekledi "terörle mücadele eden askerlere de tıpkı MİT Müsteşarı'na tanınan yasal koruma kalkanı gerekli. Terörle mücadele eden askerin elini güçlendirecek hukuki düzenlemeler gerekiyor" dedi.
194
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel bir türlü bitmeyen "yasal koruma ve ayrıcalık elde etme hastalığına" tutulan devlet yetkililerinin halini bir kez daha ortaya koydu. Polis bu ülkede "özel yasal korumalarla çalışır" ve bu özel korumalar arttıkça yaptıklarındaki pervasızlık bitmez tükenmez bir işkenceye dönüşür. Asker "özel yasalarla" çalışır ve yaptıkları her şey sorgulanamaz durumdadır. Herkese uygulanan yasalar dışındadırlar, yasalar elinde silah olanların çıkarına çalışır. Bunlar da yetmez her tür isteklerini ve çıkarlarını "yasal kılıfına sokmak" için de yeni yasal kalkanlar istenir durur. Hastalıklı bir yasal kalkan isteme hali sürüp duruyor. İnsanlık suçundan yargılanması gereken kişiler devlet kadrolarında "yeni yasal zırhlar" isteyip duruyor. Bugüne kadar her yeni "yasal zırh" bu kişilerin yeni katliamlar yapması ve halka yönelik saldırganlıklara girişmeleriyle sonuçlanmıştır.
195
Bir gerçek ortada duruyor. Bu ülkede devlet acımasız ve korkak bir kadronun kontrolünde. Her şeyden korkuyorlar. Yaptıkları işlerin sorumluluğundan kurtulmak için "yasal zırhlar" istiyorlar. Yeni katliamlar için "halkın büyük can kayıplarına hazır olmasını" istiyorlar. En büyük korkuları ellerindeki gücün gitmesi. Ellerindeki gücü korumak için yapmayacakları hiçbir şey yok. 12 Eylül 1980 darbesinin generalleri yeptıkları hiçbir şeyden "sorumlu tutulamayacakları" anayasa maddeleri oluşturdular. Bu maddeleri her tür yasanın içine sızdırdılar. Kaldırılan Anayasanın geçici maddesi onları yargılamaya yetmiyor. Yürürlükteki yasal mevzuatla onlara dokunmak mümkün olmuyor. Yasalar onlar için çalışıyor. Yasaları uygulaması gerekenler onların emirinde. Bu durum devlet gücünü elinde bulunduran herkes için geçerli. Dün Fatih'te polisler trafikle ilgili yol verme yüzünden tartıştıkları bir insanı ailesinin önünde linç etti. Ortaya çıktı ki polis yol verme yüzünden tartıştığı kişiyle bir ana kadar trafikte "olağan karşılaşılan" bir tartışma yaşamış. Linç edilen kişi tartışma uzayınca bir yakınını telefonla arayarak konuşunca polisin tavrı değişivermiş. Çünkü kişi telefonda Kürdçe konuşmuş. Yasal koruma altındaki polis bu korumanın her deliğine sızabildiği için bir kürdü linç et-
menin nasıl kolay bir şey olduğunu da biliyor. Yolda trafik tartışması yaptığı kişiye sinirlenen polisler arkadaşlarından da takviye isteyerek "kürdçe konuşan" kişiyi linç etme yasal zırhını kullanmış. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'de Roboski'de katledilen 34 insan için onlar PKK'li ve silahlıydı diyerek katliam yapma hakkını kullandığını söylüyor. Toplum büyük can kayıplarına hazır olur ve ABD'de müsade ederse "Kandil'e" gideriz diyor. Katliam için "yasal zırhlar" hazır sırada büyük abi ABD'nin onayı ve kamuoyunun gelecek katliam kurbanlarına hazırlıklı olması kalıyor. Fatih'te bir sürücüyü linç eden polisler kişi kürd olduğu için "kamuoyunun" yaptıkları işkenceyi haklı bulacaklarını düşündüler. Yasalar ve yasaların uygulaması böyle işiliyor çünkü. Necdet Özel'de tıpkı o polisler gibi düşünüyor. Sadece biraz daha büyük boyutlu bir insanlık suçu düşündüğü için daha çok "yasal koruma" ve kamuoyunu korkutan ve yıldıran ve bu yılgınlıkla her tür katliama hazırlık için daha çok psikolojik harp uygulaması istiyor. Kamuoyu baskısıyla Fatih'te linç yapan polislerden 7 tanesinin "soruşturmaya tabi tutulduğu" açıklandı. Kamuoyu baskısıyla Uludere'de 34 insanın katledilmesinden sorumlu olanların ve yeni katliamlar yapacağını açıklayanların da "soruşturmaya tabi tutulması" mümkün mü. Sürekli olarak medyayı denetimleri altına alma gayretleri bunun mümkün olduğuna işaret ediyor. Denetimsiz, özgür bir basın ve kamuoyu baskısı yaratılırsa katliam yapanların yerlerinde duramayacaklarını gösteriyor. Korkak ve vahşi yöneten kadrolarına özledikleri dikensiz gül bahçesini yaratamayacakları ve mutlaka insanlık suçuyla yargılanacaklarını ve bunun yakın dönemin konusu olduğunu göstermek, bu ülkedeki vahşetin daha çok kan dökmesini engellemenin en önemli yolu olmaya devam ediyor. (21 Haziran 2012) 197
Van, THY, AKP, Urfa, Direniş Büyümeli! Van Belediye Başkanı Bekir Kaya yaratılan KCK komplosunun uzantısı davalar zinciri sonucu tutuklanmıştı. Bugün İçişleri Bakanlığı Bekir Kaya'nın Belediye Başkanlığı'nı düşürdüğünü açıkladı. Hukuki sürece ters bir gelişme. Van Belediye Başkanı'nın hakkında verilen mahkeme kararı ve soruşturmasına itiraz hakkı bulunmakta ve bu itiraz süreci tamamlanmadan İçişleri Bakanlığı'nın böyle bir karar alması var olan yasalara göre olanak dahilinde değil. Ama İçişleri Bakanlığı bunu yaptı. Tıpkı Samanyolu haber kanalının süren bir davanın kararı açıklanmadan yarım saat önce açıklanacak kararı ilan etmesi gibi bir durum bu. Göstermelik mekanizmalar olarak işleyen yargının göstermelik olduğunun açık ilanına bir örnek daha eklenmiş oldu. Günlük burjuva medya organları Urfa E Tipi hapishanesinde yanarak ölen 13 insanı manşetlerinden görme 198
gereği duymadılar. Gerek de duymuyorlar. Urfa'da yanan insanlar bu ülkedeki iktidar gerçeğinin en yalın halini ortaya çıkarıyor. Medya buna cesaret edemiyor. Gerçekle ilişkisini iyice yitirmiş bir medya ortalıkta devletin sesi olarak gezmeye devam ediyor. Urfa Cezaevi Müdürü görevden alınıyor. Bu görevden almanın insanların yanmasıyla değil "rutin tayinle" ilgili olduğu söyleniyor. Cezaevi müdürü Akif Bakkal Samsun'a, ikinci müdür Bektaş Çelik Ümraniye'ye tayin ediliyor! Yani görevini yaptığına inanılan bir cezaevi müdürü ileriki dönemlerde taltif edilip daha "önemli" görevlere atanacak. Eğer kendi amirleri hakkında "santaj dosyaları tutmuşsa" bu yakın dönemin konusu olacak. Amirleri hakkında "santaj dosyası tutmamışsa" harcanacak bir cezaevi müdürü olacak. (santaj dosyaları tutma konusunda Mehmet Ağar ünlüdür. Tuttuğu santaj dosyalarından dolayı Yenipazar cezaevinde bir mayfa baronu gibi köşk hayatı yaşayabilmekte ve ünlü konukları hiç eksik olmamaktadır). Cemaat lideri Fethullah Gülen'e dön çağrısı yapan Erdoğan'a, Gülen gözyaşları dökerek imalı bir "dönemem çünkü güvenliğim yok" demişti. Gülen'e ve Gülen cemaatine güvenliğinin olduğunu gösterme girişimlerinin ilki TSK'dan geldi. Yaptığı basın açıklamalarına Gülen cemaatine ait yayın organlarına akraditasyon uygulayarak yasak getiren TSK bu yasağı kaldırdığını ilan edip Gülen cemaati yayın organlarını tatbikata davet etti. Tümen tümen telekızın içinde yer aldığı askeri casusluk davası gözaltılarının olduğu günlerde, Gülen cemaatinin
faaliyetlerini askeri casusluk kapsamında gördüğünü söyleyen TSK bundan vazgeçmiş görünüyor. TSK artık, telekızlar askeri casusluk yapabilir, "dini bütünler" yapamaz demektedir. Gazetecilerin Tanıklık Günleri devam ediyor. Uslandırılmış medyaya uygun olmayan gazeteciler hapishanelerde, hapiste olmayan uslanmayacağız gazetecilik yapacağız diyenler de Adalet Sarayları önünde Tanıklık Günleri Nöbetinde. Mecliste soruşturma altında olan polislerin terfi ve özlük haklarının dondurulmasını kaldıran yasa çıkarma çalışmaları yapılıyor. Polisin işlediği suçlar her biçimde kapatılmaya çalışılırken işledikleri suçların anormal sayılarda oluşu ve neredeyse suça bulaşmamış polis kalmaması polisler hakkında yürütülen soruşturmaları polis içinde "huzursuzluklar yaratacak" boyutlara taşımış görünüyor. AKP eliyle darbe yapanlar yakın zaman önce bellerindeki silahları çıkarıp "kahrolsun insan hakları" diyerek İstanbul sokaklarında terör estiren polis gösterilerinin tekrarlanabileceğinden korkuyor. O yüzden polisi her şart altında koruyup kollamaya devam ediyor.
12 Eylül yargılaması adı altında Ankara'da yürütülen mahkemeye GenelKurmay belgelerinden bazıları ulaştı. Belgeler bir devletin nasıl insanlık suçu işleyip bunu kapatmaya çalışmak için yalan ürettiğinin suç delilleri olarak ortaya çıktı.
EDP ve Yeşiller Partisi birleşme kararı aldı. Artık yeni bir parti olacağız dendi. Elbette "birleşme olsun da ne olursa olsun diye" ortalıkta gezinen herkese akıllar fikirler verenlerde buna alkış tutuyorlar. Tuhaf bir haldir. Birleşerek eriyen, etkisizleşen ve her birleşmeden sonra düzene daha çok bağlanan bir akım olarak yoluna devam edenleri izlemek ilginç oluyor. Barışçıl gösteriler ve tepkilerle sonuca gidilemediği görülüyor. İktidar her tür tepkiye duyarsız ve etkilenemez olduğunu ilan etmekten çekinmiyor. Buna karşın ülkede mücadeleyi farklı araçlarla devam ettirmek isteyen kişi ve gruplar harekete geçiyor. Daha çok çatışma önümüzdeki sürecin mücadele biçimi olmaya gidiyor. 201
TOGO işçileri, Billurtuz işçileri, Tedaş işçileri, HEY işçileri, THY işçileri ve daha birçok yerde işçiler direnişlerini sürdürüyor. AKP eliyle darbe yapanlar bu direnişler karşısında sadece vahşi bir vurdumduymazlık sergiliyorlar. THY direnişi görünüyor ki bir kırılma noktası olarak değerlendiriliyor. Hava-İş Sendikası yöneticileri "ya kırılacağız, ya kazanacağız" demek zorunda kalıyorlar. İşçi direnişleri bir dönemeci işaret ediyor. Arada uzlaşmanın olamayacağı bir noktaya geldiklerini görüyorlar. AKP eliyle darbe yapanların kendi iktidarlarının dayatmaları konusundaki baskıcılığı karşısında işçilerin yapabilecekleri şeyler tek bir seçeneğe doğru ilerliyor. İşçilerin direnişlerini daha kararlı ve birleşik sürekli bir mücadele merkezi yaratarak sürdürebilecekleri seçeneği tek yol olarak görünüyor. Belki 1990 Zonguldak işçilerinin Ankara yürüyüşü gibi bir yürüyüş, belki TEKEL işçilerinin Ankara'daki çadırlı direniş günleri, belki de başka bir mücadele biçimi. Ancak görünen o ki işçiler farklı bir mücadele biçimini hayata geçirmek zorundalar.
Yunanistan'da seçimler yenilendi ve başta AB emperyalizmi olmak üzere dünya gericiliğinin desteğini aldığı sağcı Yeni Demokrasi Partisi ufak bir farkla birinciliğini korudu. AB dayatmalarına karşı olduğunu ilan eden Syriza ise oylarını yine arttırarak 2. parti konumunu güçlendirerek sürdürdü. Yunanistan'da emperyalizmin bir halka karşı tehdit ve santajı en açık biçimde kullandığı bir seçim yaşandı. 202
Suriye'ye yönelik içinde her tür komplonun yer aldığı "savaş çığırtkanlığı" aşamalar kaydediyor. ABD Dışişleri Bakanı Clinton dünyanın gözünün içine baka baka Suriye hakkında yalan haberler veriyor. Türkiye, Suriye'ye saldırı konusunda hazır ve hevesli bunu her vesileyle ortaya koyuyor ve Suriye'ye karşı silahlı çeteleri her biçimde destekliyor. Sıcak bir yaz yaşanmaya başlandı. Daha da ısınacak görünüyor. Sıcaklık yaz bitip sonbahar geldiğinde de bitmeyecek, kış geldiğinde de sürecek, görünüyor. Seçimlerde %50 oy alan AKP iktidarda 4 yılı tamalayamayacak bu artık açıkça görünen bir gerçek. Ya da AKP iktidarı Suriye'yle bir savaş veya başka bir nedenle "savaş hukukuna" geçerek daha çok kan ve zulümle iktidarda kalmaya çalışacak. Birleşik bir mücadelenin yolları yaratılmalıdır. Kürtaj eylemlerinde kadın örgütleri erkekleri dışlamayı bir beceri saymaktadırlar. Sorun bizim demenin bir dili olarak bunu öne çıkarıyorlar. Aynı şeyi farklı biçimde hemen her olay ve direnişte kadınların yaptığı gibi bir "yasaklama" olmadan görmek mümkün. Bundan ayrılan ve dayanışma eylemleri yapan tek akım sosyalistler oluyor. Sosyalistler güçleri yettiği kadar her mücadeleye temsilcilik düzeyinde olsa bile katılmaya özen gösteriyorlar. Bu birleşik mücadelenin umudu ve gücünü oluşturuyor. Ortak ve programlı bir mücadelenin yaratılması devrimci kızıl dayanışmanın hayata geçirilmesi en önemli görev. İşçilerin, kadınların, öğrencilerin, Kürdlerin, işsizlerin, köylülerin mücadelelerini somut bir eylemler dizisi içinde dayanışma ruhuyla birleştirmeleri önümüzdeki dönemin en önemli işi. Ya devletin yeni düzenleyeceği kanlı katliamlar ve baskılar ya da faşizmin direnişle geriletilmesi. (18 Haziran 2012) 203
Urfa'da Yoksula Ölüm İstanbul'da Şeyhe İmar Yağması! Urfa'da yoksula hapishanede yanarak ölüm, İstanbul'da yağmacı rantiyerlere yasadışı imar izni. İnsan ve ekonomi yağması devam ediyor. "1984 yılında Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde Suudi Arabistan Prensi Abdullah bin Abdülaziz'e satılan Kandilli'deki Sevda Tepesi için imar izni çıktı. Boğaz'a hakim bir konumda yer alan Sevda Tepesi'nin imara açılması tartışması, yıllardır sürüyordu. 57 dönümlük arsa için İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nden imar izni çıktı. Kral Abdullah'ın talebi üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın devreye girdiği ve İBB'nin gerekli onayı verdiği belirtiliyor. Boğaziçi İmar Kanunu gereği Sevda Tepesi'nin imar izni bulunmuyordu." Yağmanın bu en "kör gözüm parmağına" hali de kılıfına uyduruldu. Aynı gün Urfa E Tipi hapishanesinde insanlar 6 204
kişilik odalarda 18-30 kişi kalıyorlardı ve yangında öldüler. Haber merkezleri ilk geçtikleri haberlerde Urfa hapishanesinde kalan adli hükümlülerin kendi aralarındaki husumet sonucu çıkan bir kavgada birbirlerini yaktıkları şeklinde haberler geçtiler. Urfa hapishanesi, sanki Mehmet Ağar için özel olarak hazırlanmış Yenipazar cezaevi konforundaymış da insanlar bu konfor içinde itişip kakışırken birbirlerini öldürmüşler gibiydi haber. Urfa hapishanesindeki katliam bilmeyen geniş kesimler için bir aldatma haberiyle başladı. Urfa hapishanesi uzun zamandır insan hakları savunucularının ve konuya duyarlı insanların gündemindeydi. Söyledikleri özetle 270 kişilik hapishanede binden fazla insan olduğu ve hapishane koşullarının insan yaşamına hiçbir biçimde uygun olmadığı yönündeydi. Neredeyse nefes almaya yer olmayan bir hapishane. Elbette bu halka şöyle denmekte "içeriye tıkılanlar suçlu ve bunu hakediyorlar." Uzun yıllardır kurulan baskıcı sistemle korkutulup sindirilen geniş kesimler bunun yalan olduğunu bile bile buna inanmayı tercih ediyorlar. Aslı öyle değil, hapishanelerde adli mahkum ve tutukluların çoğu yoksulluğun dayatmalarıyla ceza sisteminin çarklarına takılan insanlar. Mecburiyetlerle oradalar. Hapishanelerde adli mahkum ve tutuklular dışında kalan geniş bir kesim ise siyesi tutsak, sadece bu devletin benden değilsin o zaman düşmansın diye tanımladığı muhalifler. Haksızlığa karşı boynunu eğmeyip hayır diyenler.
Urfa hapishanesinde insanlar ölüme bilerek atıldılar. Tam bir vahşet sistemi işleyen ülkede en vahşi yanlardan biri hapishane uygulamaları oluyor. İşkenceci gardiyanlar, işkence yaparak idari olarak taltif edilerek yükseleceğine inanmış cezaevi personeli. Hapishanelerin maddi koşulları da bu işkence sistemine göre her gün yeniden oluşturulmakta. İnsanı yok etmek, içeriye giren herkesin insanlığını yok etmek üzere bir sitem oluşturulmuş. F, E, M, H, Tipi ne olursa olsun hapishaneler işkence merkezi olarak işliyor. İnsanları yok etmek üzere kurulmuş bir mekanizma. Hapishanelerde bu mekanizmayı oluşturup işletenlerin diğer yüzünde ise güller açıyor.
Parası olana "köpekleşen" bir devlet mekanizması işletiliyor. Uzun yıllardır bir devlet ayıbı olan Suudi Arabistan Prensi Abdullah bin Abdülaziz'e Sevda Tepesi satışı ve imara açma çabalarında "utanma duygusunu" dinsel söylemlerle peşlerine taktıkları insanların arkasına sığınarak gizleyenler yeni bir utanmazlık adımını pişkince attılar ve yasadışı biçimde Sevda Tepesi'ni imara açıverdiler. 12 Eylül 1980 Faşist Askeri Darbesi'nden sonraki süreçte özellikle Ege Bölgesi kıyı şeridi askerlerin her 206
kademesinin yağmasına açılmıştı. Hala da Ege Bölgesi kıyıları bu yağmacıların diktikleri yazlıkların işgalindedir. Şimdi AKP eliyle darbe yapanlar yağmada sınır tanımazlık ve utanmazlıkta başı çekiyorlar. "Bu kadarı da olmaz" denilen her şeyi büyük bir pişkinlikle sürdürüyorlar. Urfa'da yoksulların bedenleri yağmalandı, İstanbul'da doğa yağmalanıyor. Yağmacılar her zamanki gibi büyük pişkinlikle suçlarını masumların üstüne atma yolundalar. Urfa'da suçlu, 6 kişilik koğuşta 18-30 kişi kalmak zorunda olan yoksul, İstanbul'da suçlu "yağmaya hayır" diyen insanlar. Faşist devletler yeni darbeci yollara girdiklerinde iki koldan ilerler, biri insan yağması, diğeri ekonomik yağma. İnsan yağmasında, insanlara ölüm ve işkence düşer. Bazen Roboski'de bomba olur, bazen Urfa'da bir odada 18 kişi kalanların yanması olur. İnsanların her tür insanlık değerleri aşağılanıp yağmalanmaktadır. Ekonomik yağmada ise sadece kamuoyuna yansıyanlar bile AKP kadrosunun ve onlarla birlikte hareket edenlerin tam bir suçlu olduklarını defalarca kanıtlamaktadır. Unutulmamalıdır. AKP eliyle darbe yapanlar sallantıdadır ve yıkılmaya çok yakınlardır. Onlarla hareket eden herkes ama herkes "suçlu" olarak yargılanacaktır. Yapılanları herkes unutsa komünistler unutmayacak ve onları suçlarından dolayı yargılayacaklardır. (17 Haziran 2012)
Hava-İş Grevi Kırıcısı Rolünde Medya Yalanları! Eski bir ABD filmi vardır Steinbeck'in romanından uyarlanan Gazap Üzümleri. Bu romanı okuyanlar bilir, okumayıp filmini izleyenlerde bilir. Grev kırıcıları vardır, her türlü kötülükle sadece kendi çıkarları için insanlara saldıran tiplerdir. Elleri sopalı "kanun adamlarıdırlar" toplumda bir yerleri olan tiplerdir. Elbette bu grev kırıcılarının eline ver208
ilen sopalar "patronlara" ve yakalarına takılan "kanun adamı rozeti" patronların devletine aittir. Vicdansız ve kara yürekli tipoloji olarak ortalıkta kafa göz yarıp yalanlarla, dalaverelerle patronların istediklerini yaparlar. Türkiye'de ne zaman bir işçi grevi, direnişi olsa eli sopalı grev kırıcılar ortaya çıkar. Daha geçen gün ölen Ülker firmasının sahibinin zamanında "ülkücülere" avuç avuç paralar verdiği haberleri çıktı. Bunu anılarında yazanlar "iyiliğinden yaptığını anlatıyorlar." Aldıkları para karşılığında Ülker firmasının sahibi için ne yaptıklarından söz etmiyorlar. Sabri Ülker iş adamıydı, tipik bir iş adamı, karşılığı olmayan hiçbir yere "avuç avuç düzenli" olarak para akıtacak biri değildi. Grev kırıcılarının bazılarını beslemişti. Grev kırıcılarının bu ülkede "sokak ayağından" başka ünlü bir kolu da "medyadır." Grev ve direniş olduğu her seferinde en vicdansızları ortaya çıkar ve kapkara bir ses olup 209
dökülürler. "Eli sopalı" grev kırıcılarındandırlar. Akit gazetesi ünlü grev kırıcılarının başında gelir. Genelde insanların dini hassasiyetleriyle "küfrü" karıştırıp en düzeysiz saldırganlıkla ortaya çıkan ekolün günümüzdeki temsilcilerindendir. Zaman zaman bu düzeysizlik medyanın diğer "seçkin" yayın organlarında da yer alır. Kırılacak grev ve direniş devlet ve patronlar için ne kadar önemliyse "düzeysiz grev kırıcılığı" her tür "seçkin" medya organında yer almaya başlar. Hava-İş genel başkanı Atilay Ayçin'e Akit her zaman yaptığı gibi en düzeysiz biçimiyle saldırmıştır. Bu saldırganlığa diğer "medya" kuruluşları da eklenerek yeni bir linç kampanyasıyla hava işçilerinin grevini kırmak isteyenlere katılmışlardır. Atilay Ayçin'in böylesi iler tutar yanı olmayan saldırılarla karşılaşması ilk değildir. Deneyimli bir sendikacıdır gereken karşılığı verecektir. Ancak grev kırıcılarının ne kadar vicdansız ve karanlık oldukları bu örnekle bir kez daha görülmüştür. Akit'in yaptığı grev kırıcılığı yazısını aynı biçimde sayfasına taşıyan Vatan gazetesi,yazıda geçen iddialardaki tüm saçmalıkları sorgulama gereği bile duymamıştır.
Grev kırıcıları vicdansız ve sadece kendi çıkarını düşünenlerden oluşur. Medyanın Hava-İş sendikası'na, THY işçilerine bu kadar düzeysiz ve aleni saldırısı ancak zamanında el altından "ülkücü grev kırıcıları avuç avuç parayla besleyen Sabri Ülker'in" THY versiyonu kim ki medya bu kadar hevesle grev kırıcılığına soyunuyor sorusunu sordurmaktadır. Grev kırıcılığı karanlık işlerin tezgahlanmasıdır. Vicdansız ve insanlıktan uzak tipolojilere gerek duyar. Medya her zaman bu kadar vicdansız ve insanlıktan uzak olmayı becerebilmektedir. Ancak ne kadar vicdansız ve karanlık olurlarsa olsunlar işçilerin direnişi grev kırıcılara rağmen başarıya ulaşacaktır. Bir kez daha işçiler geri alınan kadar THY'yi boykot. Bir kez daha havada grev yasağına hayır. Aşağıda Akit gazetesinin yaptığı "grev kırıcı" yazıyı alıp yayınlayan Vatan gazetesinin heberi bulunmakta. Tarihi bir "suç vesikasıdır." Artık akıllara nakşetmelidir. Herkes, her şeyi unutabilir, ama komünistler hiçbir zaman ne dostu ne de düşmanı unutmazlar. Herkes gitti o yerinde THY çalışanlarını grev ve eyleme teşvik ederek işlerinden olmalarına sebep olmuştu Türk Hava Yolları (THY) çalışanlarını eyleme teşvik ederek, binlerce yolcunun mağdur olmasına ve THY'nin milyonlarca dolar zarara uğramasına sebep olan Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin'ın sendika ağası olduğu ortaya çıktı. 22 YILDIR GENEL BAŞKAN!.. 1954 Tunceli, Pülümür doğumlu olan Atilay Ayçin, 1976-1989 tarihleri arasında THY Genel Müdür Teknik Yardımcılığı'nda Uçak Teknisyeni olarak çalıştı. Ayçin, 05 Kasım 1989 tarihinde Hava-İş Sendikası Genel 211
Başkanı oldu. 1989'dan bu yana genel başkan seçilen Ayçin, tam 22 yıldır koltuğunu koruyor. Ayçin, 22 yıldır genel başkanlığı kimseye bırakmazken, sendikanın internet sitesinde demokratik bir yapıya sahip oldukları belirtiliyor. Yönetim ve denetimde şeffaflığın esas olduğu belirtilen sitede, "Hava-İş Sendikasının temel işleyişi demokratik bir yapılanma ile oluşmuştur. Bu gereklilik de katılımcı olmayı gerektirir" ifadeleri dikkat çekiyor. YASADIŞI EYLEMLER YAPTIRDI Akit'in haberine göre; Ayçin, havayolu çalışanlarını örgütleyerek yasadışı eylem yapmakla suçlanıyor. Ayçin, havacılık sektöründe grev yasağını öngören kanun teklifinin Meclis Genel Kurulu'na gelmesi üzerine, işçileri örgütleyerek grev kararı aldırmıştı. Sendika, üyelerinin telefonlarına geçtiği mesajla grev çağrısında bulunmuş ve çalışanlar iş bırakma eylemi yapmıştı. 2 MİLYON DOLAR MADDİ ZARAR!.. Hava İş Sendikası'nın baskıları sonucu başlattığı yasadışı eylem sonucunda THY'nin yaklaşık 2 milyon dolarlık maddi zarara uğradığı açıklandı. Ayrıca eylemlerle eşzamanlı olarak THY'nin internet sitesine düzenlenen siber saldırılarla kullanılamaz hale getirildiği belirlendi. 200 BİN YOLCU MAĞDUR OLDU Eylemden dolayı THY uçaklarındaki uzun rötarlar ve iptaller yolcuların mağdur olmasına yol açtı. Personelin iş bırakması üzerine yaklaşık 247 uçuş iptal edilirken, yaklaşık 200 bin yolcunun mağdur olduğu açıklandı. Çalışanları yasadışı eyleme iten Hava-İş Sendikası, işçilerin de mağdur olmasına sebeb oldu. İş bırakma eyleminden sonra 305 işçi işten çıkarıldı. HAVAALANINDA EYLEM YASAKLANDI Öte yandan Hava-İş koluna getirilen grev yasağının ardından, Atatürk Havalimanı'ndaki gösterilerde 17. güne gelinirken Atatürk Havalimanı Güvenlik Komisyonu'nda alınan karara göre, havalimanı sınırları içerisinde her türlü gösteri ve eylem de yasaklandı. Alınan kararda, havalimanında yapılan gösterilerin uçuş ve terminal güvenliğini aksattığına dikkat çekildi. Bu tür eylemlerin, ülke imajını da olumsuz yönde etkilediği belirtildi. Karara göre, havalimanı sınırları içerisinde herhangi bir gösteri, eylem yapılamayacak. Kararın imza aşaması sonrası uygulamaya geçileceği ifade edildi. (16 Haziran 2012) 212
AKP Hulusi Abi mi? Emre Uslu, cemaatin gazetecisi, Taraf gazetesindeki köşe yazısına ‘Güneydoğuda görev yapan askerler ve polisler savaş suçlusu olarak yargılanacak’ diye başlamış. Geçenlerde Hüseyin Gülerce Zaman gazetesindeki köşe yazısında Özel Yetkili Mahkemeler'in işleyişiyle ilgili AKP'nin yapmayı düşündüğünü açıkladığı düzenleme üzerine cemaatin yargıdaki etkinliğinin itirafı olan "Vefalı ellere karşı bu düzenlemeyi yapmayın" demiş ardından da tehdit içeren biçimde "Bir gün o vefalı eller sizi bırakabilir" diye de eklemişti. Süleyman Demirel TBMM'nin darbeleri araştırma komisyonuyla ilgili konuşmalarında 28 Şubat süreci yargılamalarına dikkat çekip "Bu darbe sürecini yargıya 213
taşıyanlar da bir bün yargılanır" demiş ve Recep Tayyip Erdoğan'ın o bildik "siyasete kefenimizle girdik" sözlerini kamuoyu yeniden duymak zorunda kalmıştı. Darbecilikle yargılanan askerlerin cezaevi görüşmelerinde veya özel sohbetlerindeki konuşmaları yine resmi görevlilerce illegal olarak elde edilmiş "ses kaydı" olarak internete ve cemaat gazetelerine düşmeye başladı. Söylenen her söz darbecilikle yargılanan askerlerin AKP cenahını bir gün yargılayacağı üzerine odaklanmakta. Sitemin aktörleri AKP'ye karikatürdeki gibi Hulusi abi tanımı yapmaya adım atmışlardır.
AKP Yargılanacak mı? Baştan söylemek gerekir ki AKP yöneticileri ve onlarla şu veya bu düzeyde işbirliği içinde olanlar yargılanacaklar. Kimi insanlık suçundan dolayı, kimi dolandırıcılıktan, kimi yapılan usulsüzlüklerden, kimi AKP eliyle yapılan darbeye şu veya bu düzeyde destek vermekten yargılanacaklar. Bu yakın geleceğin konusu olarak gündemde. Elbette Fethul214
lah cemaatinin AKP elitlerine karşı oluşturmaya çalıştığı tehdit ve "uyarılarda" söyledikleri gibi bir yargılama olmayacak. Görünen o ki AKP ve AKP eliyle darbe yapanların yargılanmasında rol alacak olanlar ne cemaatin mensuplarının sandığı gibi darbeci subaylar olacak ne de AKP'ye muhalif olduğunu ilan edip el altından onlarla işbirliğinde olan kesimler olacak.
AKP ve AKP eliyle darbe yapanları yargılayacak olanlar son bir yıldır artan bir ivmeyle güçlenen ve harekete geçen "sol" olacak. Sistem kendi iç alternatiflerinde epey törpülenmiştir. Bir star havasında ortaya sürülen Kemal Kılıçdaroğlu da veya el altına hazırlanan süpriz adaylar da sistemin alternatif can simidi olamayacaktır. Sistem AKP'ye yazgılı olarak kalmaya devam etmektedir. Ki bu çok açıkça görüldüğü için AKP eliyle darbe yapanlar pervasızlıkta sınırları zorlamakta sakınca görmemektedir. AKP ve onunla birlikte darbecilik yapanların karşısında tek geçerli alternatif Kürt hareketi ve onunla birleşen emekçi hareket olmaktadır. "Sol"un "kronik sorunlarına" kapılıp gi215
denlerin elendiği bir süreç yaşanmaktadır. Bu elenmeden kurtulabilenler her tür şartta düzene karşı mücadele etmeyi başaranlar olacaktır. Sitemin karşısına, sistemi "kurtaracak sol" alternatif olarak çıkmaya çalışanlar sistem onlara ne kadar hoş görülü davranırsa davransın ve "dokunmayarak" desteklerse desteklesin sokaklara çıkmaya başlayan kesimlerin dışlamasından kurtulamamaktadır. Sisteme karşı alternatif bir düzen getirmeyi hedefleyen ve bu konuda çalışma yapanlar ne kadar güçsüz olursa olsun sokaklara çıkanlarca desteklenmektedir.
AKP Sokaklara çıkanlarca yargılanacaktır. Bu artık belirgin bir hal almaya başlamıştır. Sistem polisiye baskı tedbirleriyle varabileceği her türlü baskıda son noktalara varmak üzeredir. AKP eliyle darbe yapanların canla başla istedikleri 216
"Suriye üzerinden" başlayacak bir Ortadoğu savaşı ise emperyalizmin "büyük oyununa" bağlıdır. Emperyalimin bu oyununda bir savaş çığırtganı olan ve savaş çıkması için her şeyi yapan AKP darbecileri kendilerini kurtarmak için başka seçenek kalmadığı düşüncesindedirler. Bu tarz bir savaş çılgınlığı karşısında ise ülkedeki sistem muhaliflerinin protesto yöntemlerinin değişeceği ve "barışçıl" sokak gösterileri yerine başka seçeneklerin gündeme geleceği ise bir sır değildir. Sistem muhaliflerinin gücü devlet tarfından göz ardı edilebilir bulunmamaktadır. "Korkak ve paranoyak" devlet aklı her tür sistem muhalifi hareketi yok etme saplantısıyla hareket ederken aslında sisteme karşı mücadele edenlerin bir üst karşı koyma yollarını da ortaya çıkarmaktadır. Alper Taş ÖDP 7. Kongresi'nde AKP eliyle yapılan darbenin yerleştiğini söyledi. Öyle değil. AKP eliyle darbe yapanlar yerleşemedi. Devlete egemen olmak konusunda çok parçalı bir gericiler arası mücadele sürmekte hem de tehditlerle santajlarla. Yakın zamanda devlet kademesinde yer alanlar, siyasiler, cemaatlar içinden akla hayale gelmedik suçlamalarla karşı karşıya gelebiliriz. Emre Uslu adlı Cemaatin istihbaratçı "gazetecisi" tetiği çekmeye dünden razı olarak Başbakanı ve çevresini yargılamakla tehdit etmiştir. Yargılama tehdidinin altında köşe yazısında yazdıklarından başka bilgilerin ellerinde olduğu iması vardır. Yolsuzluktan, vatan hainliği suçlamasına kadar her suçlamayla Başbakan ve çevresine yüklenebilecekleri iması bulunmaktadır. AKP eliyle darbe yapanlar devlet içi çatışmada daha ilk günlerini yaşamaktadır. Kendi iç çatışmasıyla meşgul devletin halkın isyanına vakit ayırmasında tek seçenek ise baskı ve şiddet olabilecektir. Halk isyanının barışçıl sokak gösterilerinden daha güçlü mücadele yöntemlerine geçmesini hazırlamak ise devrimci anlayışın görevi olarak önündeki tek seçeneğidir. (11 Haziran 2012) 217
Roboski, Kürtaj, THY Grevi, Akıl ve Vicdan! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, THY'deki greve ilişkin, ''Düşünün ki bu grev kanunsuz değil kanunlu olarak da yapıldığında, uzun süreli bir grev olduğu zaman bunun bedelini kim ödeyecek, kim öder? Millet ödeyecek, millet öder. Bu stratejik bir kurum ve bu stratejik kurumda atılacak bu tür adımlar ciddi manada ülkemizde çöküşün habercisi olur ki, buna fırsat vermemek gerekir diye düşünüyorum'' dedi. Karşımızda 12 Eylül faşist askeri darbesini yapmış Kenan Evren var gibi. Grevin ülke ekonomisine vereceği zararı anlatıp işçileri köle gibi kullanmayı hedefleyen bir diktatör. 12 Eylül faşist cuntası her alanda grevleri yasaklıyordu. Ysaklama gerekçesi olarak da Başbakan Erdoğan'ın söylediğini söylemeyi ihmal etmiyorlardı. Sivil havacılık alanında özel şirketleşmeye gidildi. Devletle bağı olmaya218
cak dendi. Yani şirketle işçiler karşı karşıya olacak ve kendi aralarında gereken mücadeleyi verecek dendi. Devletin bu konuda bir müdahalesi çağ dışıdır dendi ama devlet müdahale etti ve yasa çıkarıp tıpkı 12 Eylül faşist darbesi generalleri gibi grevi yasakladı. Karşımızda köşeye sıkışan bir iktidar var. Köşeye sıkışmışlığıyla aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği her adımı atabiliyorlar. Havacılık işkolunda grev yapılmasını yasaklamak bir dönemeçtir. Rahatsızlık duydukları her konuya saldırgan ve "yaptık oldu" mantığıyla yaklaşan ve "daimi iktidar" oldukları hayaliyle yaşayanlar köşeye sıkıştıkça sıkışıyorlar. Akılları ve vicdanları karardıkça arsızlaşıyorlar Roboski'de katledilen insanlar için hiçbir şey yapmayacaklarını ve sorumluluklarını üstlenmeyeceklerini en yüzsüz biçimde ortaya koymaktan çekinmiyorlar. Saldırganlaşıyorlar. "Tasmalı" gazetecilerinden bazıları "Artık bu kadar da fazla" bir parça vicdan dediği zaman hemen işten atılıyor. Başbakan "kürtaja karşı olduğunu" "Her kürtaj bir Uludere'dir" diyerek saldırganlığını ilan ettiği için devlet
mekanizması hemen bu konuda yasa değişikliği çalışmaları için işletilmeye başlanıyor ve bir de bunu en akla mantığa ters biçimde savunuyorlar. Sağlık bakanı Recep Akdağ bir sağlıkçının aklından bile geçmeyecek şeyleri söyleyiveriyor. "Bazen annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak? vesaire gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar" diyebiliyor. Hiç mi bu ülkede vicdanı kararmış bir kesim olduğu bilinmiyor. Kadına yönelik şiddetin temel unsurlarından birini taciz ve tecavüz oluşturuyor. Bunu bile bile tecavüzcülere yeni cesaretler veren ve tecavüz mağdurlarını bir de bu biçimde cezalandırmayı söylemek düşünmek ve bunu bir da yasa haline getirmek aklın ve vicdanın iyice karardığını gösteriyor. Köşeye sıkışan iktidar problemleri ve tepkileri biriktiriyor. Aklında Suriye'ye yönelik bir savaşa dahil olmak var. Savaş tamtamlarının çalınması için her şeyi yapan bir iktidar var. Savaş yönetimine geçmeyi isteyen, savaş hali uygulamalarını arzulayan bir iktidar. Buna da hazırlık için ülkedeki her vicdanı, her aklı yok etmeye, her yöntemle devam ediyorlar. Suskun kesimler karşısında sadece yandaşların, yalakaların sesi çıksın isteniyor.
Kamu emekçilerine sefalet zammı, işçilere sadece taşeronluk, öğrencilere en ufak bir karşı koyuşa kalktıklarında hapishane, muhalefet edenlere her tür yöntemle saldırı ve baskı. Yağma zincirleri işliyor. Rant ekonomisi yeni yağma alanları bulmanın sevincini yaşıyor. İktidar ve yanaşmaları artık canları istediği her yere el koyabilecekler. Her tür yolsuzluk sistemleşti, köylünün elindeki her ürün yağmalanmaktan başka bir seçeneğe sahip değil. Polisin şiddeti ve uygulamalarından bitmeyen ölümler ve bu ölümleri "biber gazı zararsız" diye savunan Bakanlar. Tepkiler büyüdükçe bu tepkilere karşı umursamazlıkta büyüyor. Halka, insana, vicdana, akla düşman olan iktidardaki yeni darbeciler anladıkları biçimde karşılık bulmadıkça hiçbir şeyi umursamıyorlar. Duyma kanalları kapalı. Sadece onların çıkarlarına engel olacağını düşündükleri girişimlere karşı duyarlılıkları var. Onları yıkmaya gidecek yolda buradan geçiyor. Faşist iktidara karşı dünyanın her yerinde direnmek insan hakkı ve meşru. Burada da bu meşruiyet devreye giriyor. İnsanlık düşmanı, vicdan ve akıl noksanlarına karşı direniş, her gün her araçla direniş insani tek seçenek. (30 Mayıs 2012)
Redhack Buldu İçişleri Bakanlığı'nın Irak İşgaliyle İlgisi Ne! Irak katliamı ve bunun raporlarının İçişleri Bakanlığı bilgisayarlarında ne işi var. Sosyalist hacker grubu Redhack, yetkililerin açıkladığına göre "gizli olamayan" bilgilerin yer aldığı içişleri bakanlığına ait internet sitesine girmiş ve bu sitede yer alan "gizli olmayan" belgeleri alıp kamuoyuna açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından daha önce olmayan şeyler olur hale gelmiş, klavye ve mause silah sayılıp hackerlar terör örgütü kapsamında soruşturulmaya başlanmıştı. Bu soruşturma kapsamında Redhack'e gözdağı vermek için "masumları rehin alma" uygulaması devreye sokulmuş hackerlıkla ve Redhack'la ilgisi olmayan 17 kişi gözaltına alınıp 7'si de tutuklanmıştı. Redhack halka açık olduğu söylenen emniyet sitesinden aldığı belgeleri yayınladıkça tuhaf durumlar ortaya çıkmaya başladı. Ahmet Türk'e 222
saldırı yapılacağı ihbarı elinde olan Emniyet bu saldırıyı durdurması bir yana "bu ihbar bizde yok" diyerek açık belgeyi inkar yoluna gitmişti. Birçok tuhaflıkların yanına bir de İçişleri Bakanlığı'na ait internet sitesinde Irak'ta, ABD'nin yaptıklarının özel belgelerinin de bulunduğu ortaya çıktı. Yurt gazetesinin Redhack'a dayandırarak yaptığı haberde Irak'ta görevli bir ABD'li yetkilinin Irak işgali sürecinde olanlarla ilgili hazırladığı rapor ve belgelerde tam bir vahşet ortaya dökülüyor. ABD'nin Irak işgali sürecinde yaptıklarının insanlık suçu kapsamında değerlendirileceğinin belgeleri ortaya çıkıyor. Bu belgelerin benzerleri birçok yerde çıkmıştı. Ancak bu yeni belgeler ABD'nin işlediği insanlık suçunun yeni kanıtları olarak görülebilir. Konunun tuhaflığı bu belgelerin İçişleri Bakanlığı sitesinde yer alması. Devlet yönetiminde yetkili olunan konular ve alanlar vardır. Devletin kurumları da devlet görevlileri de bu konuda yasalarla sınırlandırılmıştır. İçişleri Bakanlığı'nın görev alanı içine Irak işgali ve orada ABD'nin işlediği "insanık suçlarının" yaşanan katliamların girmediği ise açıktır. Yurt gazetesinin redhack'a dayandırarak yaptığı haberden bazı sorular ortaya dökülmektedir.
Akla Gelen İlk Sorular: 1- İçişleri Bakanlığı ABD'nin Irak işgalinde işlediği "insanlık suçlarının" belgelerini toplayarak ABD'ye karşı oluşturulacak bir devlet komplosu ve santajına alt yapı mı hazırlıyor. 2- AKP, Irak işgalinde ABD ile işbirliğini ne dereceye kadar götürdü de yetkisi bile olmayan İçişleri Bakanlığı halka açık internet sitelerinde bile tutacak kadar belge depolar hale gelebildi. 3- Irak işgalinde Iraklıların katledilmesinde İçişleri Bakanlığı yetkilileri görev aldı da onların yaptıkları faaliyetlerin belgesi olarak mı bu belgeler İçişleri Bakanlığı sitesinde yer alıyor. 4- İçişleri Bakanlığı'nda bölge ülkelerinin içişlerine karışan ve oraları takip eden bir birim mi oluşturuldu ki İçişleri Bakanlığı bu tarz bilgi ve belgelerle ilgili.
5- ABD'li yetkililer, İçişleri Bakanlığının neresinde yer alıyor ki onlara dair "insanlık suçuna" ait raporlar ve belgeler İçişleri Bakanlığı işleyişinde yer tutabiliyor. 6- İçişleri Bakanlığı, Irak işgalinde yapılan katliamların nasıl yapıldığına yönelik belgeleri bu ülkede de bir katliam olacağını düşünerek örnek olay diye mi kendi ilgi alanı haline getiriyor. Sorular sıralanıp gidecektir. İçişleri Bakanlığı yasalarla kendisine verilen yetki ve sınırlar dışında faaliyet gösterdiğini birçok kez ortaya koydu. Yasadışı telefon dinlemelerinden, sahte delil üretmeye kadar birçok olay yoğun olarak yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bakanlığın işleyişindeki bu çarpıklık hatta öyle hale geldi ki bakanlık personelinin de yukarıdan aşağıya tam kadro işleyişteki çarpıklığı örnek alarak hemen her gün görevi kötüye kullanma olaylarına karışması olağanlaştı. Soru ortada duruyor. İçişleri Bakanlığı'nın Irak işgaline ve Irak'ta işlenen "insanlık suçlarına" ilgisinin nedeni nedir. Bu açıklanmaya muhtaçtır. (28 Mayıs 2012)
İçişleri Bakanı Uludere Katliamı Güvenlik Güçlerinin Tecrübesi Dedi! Akılla, vicdanla yaşayanları ürküten bir devlet mantığı her gün karşımıza çıkıyor. İçişleri Bakanı, İdris Naim Şahin insanı her yaptığı ve söylediğiyle ürküten bir tablo çizmeye devam ediyor ve bunu da doğal buluyor. Gazeteci Ali Bayramoğlu'nun "Bir marangoz hatası" olarak tanımladığı İdris Naim Şahin'in hiç de marangoz hatası olmadığı, AKP'nin ve devleti yönetenlerin ortak algısı olduğu her icraatta görülüyor. Devlet İdris Naim Şahin'dir. Devlet İdris Naim Şahin gibi düşünüp uygulayanların aracıdır. 226
İçişleri Bakanı Uludere'de 34 insanın katledilmesi olayını "güvenlik güçlerinin tecrübe hanesine yazılan" bir olay olarak görüyor. İnsanları katlederek var olan ve bu katliamların sorumlularını sürekli gizlenip korunma geleneği olan bir devletin bakış açısı tam da budur. Devlet mantığı İdris Naim Şahin'in temsiliyetinde kendisini açığa vuruyor. Onlar için insanların katledilmesi sorun değil, hatta devletin yapması gereken rutin işlerden birisi. Katliam yapmadan devlet olunamayacağına o kadar eminler ki katliam yapmak için yer aradıklarını her vesileyle ortaya koyuyorlar. Onlar için katliamların arka yüzünün açığa çıkması ve göstermek istedikleri gibi değil de gerçeğin ortaya çıkması sorun. Uludere, Roboski katliamı devletin göstermeye çalıştığı gibi olmadı. İlk önce ölenler PKK'lılar dendi tutmadı, ardından PKK'lılara yardımcı sivil güçler dendi o da tutmadı, ülkenin Batı'sında yaşayanların uzak olduğu konu olarak bunlar kaçakçı dendi, yani suçlu denmeye çalışıldı. Bu da o bölgede kaçakçılığın ne anlama geldiğinin kamuoyuna anlatılamasıyla suya düştü. Geriye bir yanlışlık oldu, bir hata oldu argümanı kalmıştı. Devlet bu argümana sıkıca sarıldı ve istenmeyen bir hata yapıldığını "eğer PKK ve kürtler olmasaydı" bu hatanın da yapılmayacağını ilan etti. Yani 34 insanı katledenler yaptıkları katliama gerekçe üretmeye çalışmaya başiladılar. İdris Naim Şahin devletin birinci elden ağzı olarak bu "katlettik ama gerekçemiz vardı" argümanına devam ediyor. İşin içine BDP'yi ekliyor. Katliamcılar katliam kurbanlarından suçlu yaratmaya çalışıyorlar.
Roboski katliamı ortada duruyor. Neredeyse 150 gün oldu, hala katliamla ilgili tek bir açıklayıcı girişim yok. Devlet kör, sağır. Tek bir girişimde bulunmamaya özen gösteriliyor. İdris Naim Şahin devletin çok sıkıştığı yerde "kurban" seçilecek bir generale de işaret ediyor. Emekliye sevk edilecek bir general var elimizde demeye getiriyor. Her tür sorumluluğun üzerine yükleneceği bir günah keçisi ileri sürmeye hazırlanılıyor. Gazeteci vekil Şamil Tayyar ve Emre Uslu bu konuda "kulis yapmaya ve akıllar vermeye" başladılar. En kötüsü bir generali günah keçisi olarak ortaya atıp bu katliamdan kurtulmaya çalışıyorlar. Başbakan, Pakistan'dan açıkladı "Uludere ile ilgili bilgim yoktu" diye. Başbakan katliamla ilgili sorumluluğundan sıyrılma derdinde. Sorumluluğunu reddediyor. Askerde emir komuta zinciri ve sivillerin sorumluluğu geleneği ve işleyişi Roboski katliamında görmezden geliniyor, işletilmiyor. İdris Naim Şahin devletin birinci elden konuşan ağzı. İnsan olan herkesi ürküten bir ağız. Korkunç şeyler söylüyor. Akla, vicdana tamamen aykırı olan her şeyi, en doğal şeymiş gibi ilan ediveriyor. İnsan olanı insanlığından utandıracak bir terminolojiye sahip. Devletin birinci elden ağzı kin ve garezle konuşuyor. Kendilerinden olmayan herkesi suçlu ve yok edilmesi gerekenler olarak gördüğünü açıkça ilan ediyor.
Kim ki devlet ağzına uygun bir düşünce ve davranış içinde değilse İdris Naim Şahin onu düşman olarak ilan ediyor. Bunu da dünyanın en doğal şeyi sayıyor. İdris Naim Şahin medyatik olmayı, medya önünde görünmeyi ve çevresinde bir "evet haklısınız efendim" diyenlerden oluşan bir hale bulundurmayı seviyor. Siyasette uzun yıllar perde gerisinde kaldığını düşündüğü için ve artık gelinecek en iyi yere geldiğine inandığından sürekli konuşuyor, sürekli akla, vicdana ters görüşlerini ortaya döküyor. Bu "Kenan Evren sendromudur." Her şeyi bildiğini düşünen ve her şeye hakim olduğunu düşünen despot davranışıdır. Roboski katliamında 34 insan ölüsü hala yerde duruyor. Sorumlular devleti yönetenlerin en tepesindeler. Bu sorumluları soruşturması gereken yargı kılını bile kıpırdatamıyor. Bu konuyu inceleyip açığa çıkarması gerekenler sadece "devletin yetkili ağızlarının" dediklerine bakıyor. Devlet ağzı ise iler tutar yanı olmayan argümanlar ortaya sürdükçe Roboski katliamıyla ilgili hiçbir şey yapılmamaya devam ediyor.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in NTV'ye verdiği röportajın özeti: İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Uludere’de 34 sivil katledildiği bombardımanın emrini görüntüleri izleyen komutanın verdiğini söyledi. Uludere'de özür dilenecek bir şeyin olmadığını, suçluluk psikolojisi de taşımadıklarını belirten Şahin, katliamın sorumlusu olarak da katliamda yaşamlarını yitirenler ile BDP’yi gösterdi. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, NTV’ye konuştu. Roboski katliamına ilişkin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘özür de diledik’ sözlerinin aksine, özür dilenecek bir durumun olmadığını söyleyen Naim Şahin, bombardıman emrini görüntüleri izleyen komutanın verdiğini belirtti. Şahin, “Terörist görünümlü bir gruba ateş açılmıştır. Bu olay, güvenlik güçlerimizin tecrübe hanesine yazılmıştır. Vur emrini Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı vermiş değil. Ben de 81 ildeki olayları anlık yönetecek değilim. Bunu sorgulamak bile yanlıştır. Mutlaka yönetim sorumludur. Yanlıştan yukarısı da sorumludur. Olayı anlık yönetecek, askeri ve emniyet yetkililerdir. Emri Ankara’da o görüntüleri analiz eden komutanlar vermiştir" dedi. Katliamda ölenlerin kaçakçılık yaparken vurulduklarını ve sağ yakalanmış olmaları durumunda da kaçakçılıktan yargılanacaklarını söyleyen Şahin, "Kaçakçılık olayı gölgede kaldı. O bölge KCK’nın kontrolünde bir bölgedir…Bu gençler figüranlardır. Filmin baş aktörleri vardır" dedi. Şahin’in, bölgenin PKK tarafından kullanılan bir bölge olmamasına rağmen "KCK'nin kontrolünde bir bölgedir" denilerek katliamın meşrulaştırmaya çalışması dikkat çekti. Bakanlık yaptığı hükümetin sorumluluğunu görmezden gelen Şahin, bununla da yetinmedi katliamdan BDP’yi sorumlu tuttu. Şahin, "BDP bu olayın parçası durumundadır” diyerek, kaçak malin PKK tarafından verildiğini ileri süren Şahin, “Filmin bütününe bakılınca özür dilenecek bir şey yoktur" dedi. Katliamı "suçluluk psikolojisiyle görmüyoruz" diyerek savunan Şahin, katliamın sorumlusu olarak da adeta gençleri göstererek, "O gençlerimiz orada olmamalıydı. Kaçakçılık emrini bizzat BDP veriyor" dedi. Naim Şahin, Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirilen BDP ile müzakereler konusunda, ön şartın PKK’nin silah bırakması olduğunu söyledi. İstihbarat sayesinde PKK eylemlerinin yüzde 90’ının engellendiğini ileri süren şahin, ‘terör’ olaylarında belirli bir artışı beklediklerini, bunun için tedbirler almaya devam ettiklerini kaydetti. (anf) (23 Mayıs 2012) 230
17 Mayıs 2010'da Zonguldak'ta 30 Madenci Öldü! Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü'ne ait Karadon Yeni Servis Kuyusu'nda, galeri açma ve hazırlık işlerini yürüten taşeron firma Yapı-Tek'te çalışan 30 maden işçisi grizu patlaması sonucu öldü. İşçi ölümlerinin katliamlarından biri daha tarihe kaydedildi. 17 Mayıs 2010 Saat 13:28'de yerin 540 metre altında meydana gelen grizu patlamasında 30 işçi göçük altında kaldı. Yapılan çalışmalar sonucu 20 Mayıs 2010 tarihinde 28 işçinin cesedine ulaşıldı. 735 metre derinliğindeki kuyuya düştüklerinden şüphelenilen iki işçi Engin Düzcük ve Dursun Kartal'ın cesedi düştükleri kuyunun 720 metre derinliğinde 8 ay sonra bulunarak yer üstüne çıkartıldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan işçi ölümlerinin duyulmasının ardından ölümleri "Madencilerin kaderi" diyerek karşıladı. Dünyanın en çok madenci ölümlerinin olduğu ülke olmayı kader olarak gören bir anlayış hep hüküm sürdü. Madenlerde işçilerin toplu katliamlara uğrayacağı ve bunun giderek de artacağı konunun 231
uzmanlarınca hep söylendi. Temel nedenlerin başında madenlerin özelleştirilmesi veya işçilerin taşeronlaştırılarak iş güvenliklerinin elinden alınmasıydı. İş güvenlikleriyle ilgili yapılması gereken yatırımları pahalı bulanlar, bunu yapmamamın yolu olarak madenleri özelleştirdiler ve bundan da yağma yarattılar. Yağmaladıkları sadece bu ülkenin madenleri değildi, işçilerin hayatlarıydı.
İşçiye çalışma yaşamı içinde kalabilmek için ölümü göze almak dayatıldı ve onlar da çalışmak zorundalardı. Ölümü göze alarak çalıştılar ve öldüler. Ocaklarda çalışmayan metan sensörleri, yeterli havalandırma yapılmaması, metan gazının biriktiğini bile bile sırf iş kesilmesin, özelleştirilen maden ocağının sahiplerinin elde edeceği kazanç azalmasın diye işçiler ölümüne çalıştırıldı. Bitmeyen bir ölüm yazgısına mahku edilmiş olarak yaşıyor maden işçileri. Yıllar içinde kısıtlı da olsa elde ettikleri güvenli çalışma koşulları birer birer ellerinden alındı. 232
Yasalarla alındı, yasaları çıkaranların basını tarafından kamuoyu oluşturularak alındı, sırf o bölgede siyasi bir odaklanma yaratmak isteyen çıkar grupları tarafından alındı, askeri darbe yapanlarca alındı, dini ticaret malzemesi yapanlarca alındı. İşçinin düşmanı çok. Nerede kazanç elde etmek için ortaya çıkan varsa, orada işçinin düşmanları vardır. Yasalarıyla, uygulamalarıyla, yönetimleriyle işçiye karşı düşmandırlar.
17 Mayıs 2010'da 30 maden işçisi, işçi sınıfının şehidi oldular. Ardından gelişen süreçte dava açıldı. Davada sorumlu tutulan mühendisler, işçiler yargılanıyor. Davalarda ne işçileri taşeronlaştırarak ölüme yollayanlar ne de taşeronlar yargılanıyor. Yasaları sağlam yapmışlardı. İşçi ölümlerine yol açanlar bundan "madencinin kaderi" diyerek sıyrıldılar. Zaten her şeyden sıyrılmayı becerebildikleri için hala yönetebilmekteler. 30 madencinin ölümünden sorumlu Karadon Maden Ocağı’nın taşeronu Bahri Köse ancak adı Kamu İhale Kurumu'na yönelik yaptığı yolsuzluğa karışınca dava konusu olabildi. İşçilerin katliamına sessiz kalan hukuk işin içine paralı işler girince devreye girdi. 233
Madenler bir arpalık haline getirilince, iktidarın yanaşmaları oraya yığılınca medenlerde iş güvenliği yok sayılıverdi. Patlama sırasında yaşamını yitiren işçilerden Adem Çengel’in ablası Fatma Elemen yargılama aşamasında sanıklara karşı; “Kardeşim olaydan 3 gün önce gazdan içeri giremediklerini anlatıyordu. Fareleri gözeterek içeride çalışıyoruz demişti. Buradakilerin vicdanı ölmüş anlaşılan, bunların hepsinin tutuklanmasını istiyorum.” demişti. Tutuklanması istenen sanıkların hiçbiri tutuklanmadı. Dava sürüncemede kaldı. İlk duruşma 06 aralık 2011, ikinci duruşma 12 ocak 2012, üçüncü duruşma 15 mart 2012 tarihlerinde yapıldı. 15 Mart 2012'de Zonguldak 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın 3. duruşmasına, tutuksuz yargılanan 28 sanıktan 21'i ile mağdur aileler ve avukatları katıldı. Mahkeme heyeti, önceki duruşmalarda ifade vermeyen bazı sanıklar ile grizu patlamasının ardından eksi 540 koduna inen TTK Arama-Kurtarma ekibinde görevli Muammer İnan, Cüneyd Yamudi ve Bilal Akman'ın beyanlarını dinledi. Bir avukatın faciada ölen madencilerin cesetlerinin ne durumda bulunduğuna yönelik sorusu üzerine Muammer İnan, cesetlerin bir kısmında darbe etkisi, bazılarında da yanma emareleri gördüklerini söyledi. Bazı madenci yakınlarını da dinleyen mahkeme heyeti, duruşmayı 29 Mayıs'a erteledi. Patlamada yaşamını yitiren madencilerin aileleri adliye çıkışında, olayda tutuklu sanık bulunmamasına ve 2 yıl geçmesine rağmen davanın sonuçlanmamasına tepki gösterdi. 234
Ölen işçilerin avukatı Ünal Demirtaş 2. Ağır Ceza Mahkeme Başkanlığına sunduğu dilekçesinde Türkiye’nin farklı noktalarında meydana gelen farklı ve benzer iş kazalarında yapılan tutuklamaları hatırlattı. Demirtaş, ölen işçi aileler adına sanıkların tutuklanmasını talep etti. 29 Mayıs 2012'de görülecek davaya kadar hala bu konuda sorumluluğu bulunanlardan tutuklu olan yok. Hala sorumlu olan siyasilerden istifa eden yok, hala madencilerin ölümlerine davetiye çıkaran uygulamaların değiştirilmesine yönelik bir çalışma yok.
Yapı tek firması'nın bir inşaat firması olması ve yer altı işletmeciliği yapma yetkisi yoktu. Bu işçi ölümlerine neden olan taşeron ihalesini yapanların sorumluluğudur. Karadon sonrası işçi ölümlerinin TTK uzaktan gaz izleme sistemi (ugis) yönetmeliğinde bazı değişiklikleri ortaya çıkarmıştır. En dikkat çekici değişiklik; "ugis operatörlerinin müessese müdürü adına görev yapar" denilmesidir. Eskiden iş güvenliği başmühendisi ve şube müdürüne bağlı olan personel acil durumlarda müdahale edemiyor veya hiyerarşik sıralamayla bilgi verip talimat bekliyordu. Şimdi ise tehlike anında ocakta çalışmayı durdurma ve ocağı boşaltma yetkileri var. 235
Patlama sonrası zonguldak'a gelen dönemin çalışma bakanı Ömer Dinçer "ihmal yok" açıklamasıyla TTK yetkililerini ve taşeronu işin dışında tutma ve koruma eğilimini göstermişti. 29 Mayıs'ta 4. duruşması yapılacak dava tuhaf biçimde bu minval üzerinde sürdürülüyor. Ölümler medencinin kaderi diyenlerle, işçi sağlığı ve iş güvenliğini korumak için yapılması gereken her şey hemen yapılmaya başlansın diyenler arasında bir kavga yaşanıyor. Madencilerin ölümlerini kader olarak görenler uzun yıllardır iktidardalar. Ellerinde her tür güç var. Para onlarda yasalar onlarda, devlet onlarda, iktidar onlarda. İşçi sınıfı kendi kaderini eline almalı ve kendi güvenliğini sağlamalı diyenlerin ise sadece örgütlenebilme, dayanışma ve üretimden gelen güçleri var. Bu, bugün ne kadar zayıf olsa da her tür işçi düşmanı gücü yıkacak tek gerçek güçtür. 30 Madenci öldü. 30 İşçi madenlerde yok edildi. 30 İşçinin ardından geçen iki yıl içinde binlerce işçi, iş cinayetlerinde öldürüldü ve öldürülmeye devam ediyor. Yerin 540 metre altında ölen işçilerle, HES baraj bendi altında kalıp ölen işçiler bir şeyi gösteriyor. Eğer işçi sınıfı artık yeter kendi kaderimizi kendimiz elimize alacağız demezse, iş cinayetlerinde ölümler hayatlarının parçası olmaya devam edecek. (16 Mayıs 2012)
Redhack, BTK'yı Hackledi Pokemon Çıktı! Sosyalist Hacker grubu Redhack, Türkiye’nin en güvenli internet ağına sahip olduğu iddia edilen Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu’nun serverlarına da girdi. Artık Anlaşıldıki bilgi teknolojileri ve internet alanında devlet kurumları sadece tuhaf bir çiftlik halinde. Redhack'ın son dönemlerde yaptığı atakları izleyenlerin ortak kanısı, Redhack her yere girer ve her siteye sızabilir. Onun karşısında "en güvenli" diye bir yer söz konusu değil. Redhack, twitter adresinden “Bir grup genc 3 aydir devleti miskete cevirdiyse, ergenekon, kck, fenerbahce, vb davalardaki deliller nasil disaridan yerlestirildi dusunun” diye geçtiği mesaj önemli bir gerçeği anlatıyor. Torba dava olarak tanımlanan yargılamalarda bilgisayarlardan "suçlama delili" olarak toplanan birçok materyal var. Bu materyallerle ilişkilerini suçlanan kişiler ısrarla "bizim bil237
gimiz yok" diyerek reddediyor. Redhack yaptığı her eylemle bir gerçeği de gösteriyor. "Torba davalar" olan Ergenekon, Devrimci Karargah, Hopa, KCK, Fenerbahçe, vb 10'un üzerindeki davadaki bilgisayarlardan elde edildiği ilan edilen hemen her delil aslında üretilmiş deli olabilir. Ki süren davalar uzadıkça, bilir kişi raporları ortaya çıktıkça bilgisayarlardan elde edilen delillerin "üretilmiş" delil olduğu görülüyor. Kaldı ki bilgisayarı dahi olmayan insanlar Redhack'lı diye, hacker diye tutuklanıyor. Yani "torba davalarda" tuhaflıkların sonu bulunmuyor. Bu olmayacak durum olağanlaştırılıyor. Türkiye bir dönem nereden kaynaklandığı bilinmeyen bir siber yönlendirmeyle uğraşıyordu. Deniz Baykal'ın istifa ettirilmesinden, MHP milletvekili adaylarının "seks" kasetlerine, değişik davalarda yargılananların ses kayıtlarına, bilgisayarlarında olan belgelere kadar birçok konu internet üzerinden Türkiye siyasetini, toplumu yönlendirmek ve bir yola sokmak için kullanılıyordu. Basın ve televizyonda bu haberlerden geçilmiyor, herkesin bunlarla yatıp kalkması sağlanıyordu. 12 Haziran 2011 seçimleri de bu atmosfer içinde yönlendirilerek yapılmıştı. Redhack son zamanlarda toplumu çıkarları doğrultusunda internet üzerinden delil üreterek yönlendirmek isteyenlerin etkinliğini de kırdı (hackledi).
Şimdi herkes anladı, anlamayanlardan anlamalı. İnternet üzerinde yetenekli bir grup sosyalist "en güvenli" alanlara her tür zorluğa rağmen ve hiçbir yardım almadan girerken ellerinde devlet olanakları bulunanların neler yapabileceği açıkça ortaya çıktı. Kaldı ki Redhack'a karşı savunma timi olarak ortaya sürülen polis akademilerinde ders veren bir kişi devlet olanaklarıyla kendisine sunulan DNS şifrelerine dayanarak "hack" yaptığı iddiasında bulunmuş, ancak yaptığının teknik anlamı Redhack tarafından "devlet bunun eline DNS şifrelerini vermiş" açıklaması ardından devletçi hacker ortadan kaybolmuştu. Gerçeği ortaya çıkarmak. Redhack bir gerçeği ortaya çıkardı ve buna da devam ediyor. Son BTK sitesine girme eyleminde "İndeks yerleştirmeye layık değilsin BTK" diyen Redhack BTK'nın görünen ciddi yüzü ardında serverlarının personelin kişisel oyun alanı ve kişisel paylaşım alanı olarak kullanıldığını da gösterdi. BTK serverlarında yüklü oyunları, pokemon görüntülerini de afişe eden RedHack kuruma hitaben: "13 Nisan tarihinde Bilgi Teknolojileri İletişim kurumu’na verilen “GÜVENLİ İNTERNET” ödülü Redhack Team tarafından 15 Mayıs'ta geri alındı:))" diyerek duyurdu. Redhack “telefon dinleyeceğinize serverlarınıza bakın” "BTK gece yayinladigimiz ve kendi sitesinde yer alan kisisel, msn profil resimleri, pokemon oyunlari vb materyalleri silmis. Neyseki ss var;)" "Resmen biz utandik ya, bunlar nasil bize karsi cikacak? biz artik abd ye karsi savasacaz bunlar bizim kumede degil sanki " 239
Redhack elindeki yetkiyi insanların telefonlarını ve elektronik haberleşmelerini dinlemek ve bunu da her tür uluslararası "hukuk" kuralını çiğneyerek yapan BTK'nın görünmeyen yüzünün bir kısmını açığa çıkardı. Bir gerçek, BTK "en güvenilir" sistemlere sahip olmalıdır. İşlevi budur. Ama orayı insanların telefonlarının, elektronik haberleşmesinin dinlenmesi ve izlenmesi için yetkilendirenler aynı zamanda oraya istedikleri dinlemeyi veya haberleşmeyi manüple ederek da yerleştirebilir. Yani yönlendirilmiş her tür "delil" ortaya BTK kanalıyla çıkarılabilinir. Redhack yani bir grup sosyalist peşlerinde her tür devlet gücü onları engellemek, suçlamak, yakalamak için koştururken bunu yapabiliyorken elinde devlet gücü olanların neler yapabildiğini düşünmek bile ürkütücü oluyor. Devlet gücünü elinde bulunduranlar herkesin şifrelerine rahatça ulaşabiliyor. Devletin elindeki her sistemin alanına rahatça giriyorlar ve istedikleri her şeyi yapabiliyorlar. Redhack'ın her eylemi bunun olabileceği gösteriyor. Hatta devlet bu konuda savunmalara bile ç e k i l e b i l i y o r. R e d h a c k ' ı n yayınladığı bir belgede Milletvekili Ahmet Türk'e Samsun'da saldırı yapılacağı bilgisinin polisin elinde olduğu görülüyordu. Redhack "halka açık" polis sitelerinden aldığı bu belgeyi
kanıt olarak ortaya koydu. İnkar edilemez bir kanıt karşısında bir hukuk sisteminde yapılması gereken şey sorumluların soruşturlması ve gereken cezaların verilmesidir. Öyle olmadı. Devlet yetkilileri "Araştırdık, iddia edilen belge polisin elinde yoktu." dediler. Yani belgeyi inkar yolunu seçtiler. Belge hala ortada duruyor ve sorumlular sadece inkar etmekle yetiniyor. Hukukun işlevsizleştirilmesinin örneği yaşanmaya devam ediyor. Devlet yetkilileri aslında diyor ki. "Belge bile çıkarsanız, gücünüz yeterse bu konu üzerine gidin. Belgeyi biz tanımıyoruz." Hukuk tanımazlık ve "gücümüz var her şeyi yaparız" durumu alenen ilan ediliyor. Redhack gerçeklerin bir kısmını açığa çıkarmaya devam ediyor. Bazen ataması yapılmayan öğretmenler için, bazen işçi ölümleri için, bazen Cumartesi Anneleri için. Emekçilerden, ezilenlerden, hakları yağmalananlardan yana sosyalistler olarak internet üzerinde mücadele ediyorlar. Bu mücadelelerini de "devrimin neşesiyle" yapıyorlar. Her kesime karşı anlayışlı ancak halkı ezenlere karşı amansız olmayı becerebiliyorlar.
Redhack'ın siteleri hacklemesine alışılmamalı. Redhack adına sitelere girip sosyal mesajlar bırakanlar hep bir geçeği anlatmaya çalışıyorlar. Hackın yani kırma eyleminin kişisel bir güç gösterisi değil, hayatın gerçeklerinin anlatılmasında bir yol olduğu anlatılıyor. Önemli olanın bir internet sitesini hacklemek değil, internet sitesini hackleme amacı olduğu gösteriliyor. Ne olağanüstü ciddiyetiyle insanların hayatlarını kabusa çevirebilecek yetkilerle donanmış BTK gösterildiği gibi. Ne AKP sadece bir siyasi parti gibi işleyen bir yer. Redhack her site kırma eyleminin ardından topluma gösterilmeye çalışılanlarla gerçeğin arasındaki uçuruma işaret ederek "gerçeği görün" çağrısında bulunuyor. AKP Batman il teşkilatının bir polisin atanması için başvuru merci olarak çalıştığını görebiliyoruz. Ya da BTK'nın o tüm ciddiyeti içinde Pokemon karekterleriyle kişisel eğlence alanı olarak da kullanıldığını görüyoruz. Topluma zorla dayatılan acımasız devlet çarkıyla, gerçek arasındaki derin uçurum gözler önüne seriliyor. O yüzden alışmamalıyız. Redhack site hacklemiyor bu toplumun hayatını hackleyenleri hacklıyor. RedHack BTK’yi “miskete” çevirdi Cnnturk.com'un sorusunu yanıtlayan RedHack, BTK'ya yapılan saldırıyı şöyle açıkladı: "BTK'ya karsi yonelimizin esas nedeni, insanlari dinlerken, her olayda bilir kisi olurken, her saldirida en cok onlar konusurken aslinda bu kahramalarin "kagittan" kahraman oldugunu ve ulkemizde her seyin sisirildigi gibi bu kurumunda sisirilerek kamuoyuna servis edildigini dusunuyorduk hep. Bunu bir sekilde dun aksam ispatladik. Ayrica bizleri kac aydir ozel savci, polis, terorle mucadele, mit, hatta interpol'un aramasina ragmen, mit'in bizlere ozel bir siber ordu kurmasina karsin, nasil elimizi kolumuzu sallayarak en yuksek yerleri, yerlerin karizmasini, imajini hackleyebilecegimizi gostermekte istedik. Olan biten artik bizden bagimsiz olamaz cunku artik redhack var" (16 Mayıs 2012) 242
Aranan Kan Redhack ve Sosyal Medya Haber! Redhack kurulduğu günden bu yana farklı bir hacker oluşumu oldu. İnternette sosyalist dünya görüşünün savunucuları oldular. Bu dünya görüşü onların yaptıkları her girişimde yönlendiricisi oldu. Sosyalizmi sadece sözel olarak değil bilgisel olarak da tanıyıp öğrenerek bu süreçte ilerledikleri her girişimlerinde görüldü. 243
Redhack'a kapitalist sistemin ve bu sistemin yanında yer alarak çıkar elde etmek isteyenlerin tahamülsüzlüklerinin temelinde de bu yer almakta. Aslında kapitalist sistem internette hacklemelere çok da soğuk bakmıyor. Görünen o ki devletler, hükümetler, cemaatler, değişik uluslararası şirketler internette besleme hackerlarla iş yapıyor. Bunun örnekleri çok bol. Geçenlerde kendisine hacker diyerek devletten sızdırılan DNS şifre bilgilerini alıp polis akademilerinde ders veren kişiler Hack yaptık diyerek ortaya çıkmışlardı. Değişik sitelere saldırmış ve Redhack'a karşı devletçi "heykır" olduklarını ilan etmişlerdi. Olmadı, yaptıklarının teknik anlamda açılımı Redhack grubu tarafından deşifre edildi. Devletçi "heykır", üyesi olduğunu ilan ettiği Hacker grubundan kendi arkadaşları tarafından atıldı.
Hack bir "kırımdır." Bir şeyi kırmak ve kırılan şeyin yerine farklı bir şey olabileceğini anlatmaktır. Yanlışı doğru olarak tanıtan ve bunu da parasal, devletsel, iktidar gücüyle yapanlara karşı çıkışın farklı bir duruşun tanımlamasıdır. Karşı koyuş felsefesidir. Tarih boyunca elinde gücü bulundurup zulum devi olanlara karşı koyan ezilenlerin günümüzdeki devamcısı olmaktır. Elinde parasal, devlet, hükümet, iktidar gücü bulunduranlar için hackerlık yapılmaz. Olsa olsa "heykırlık" yapılabilinir. Redhack bir felsefi duruşun adıdır. Bu unutulmamalıdır. Redhack'ı sadece internette o site senin bu site benim diyerek kıranlar olarak görmek onları anlamamaktır. Okulda öğrencisine dünyaya insanca katkı sunmayı öğreten öğretmen de bir hackerdır ve Redhacklıdır veya bulunduğu yerde işten atılan işçilerin direnişine elinde erzak torbasıyla gidip destek veren kişiyle siteleri hackleyen Redhackçılar arasında hiçbir fark yoktur. Zulmün egemenlik kurduğu dünyamızda yeni bir karşı çıkış felsefesi esmektedir. Redhack da bu felsefenin içinde yer alan oluşumlardan birisidir. Karşı çıkanlar içinde sosyalistler bilimsel dünya görüşleriyle farklı bir umutturlar. Karşı çıkıp sistemi bulundukları her yerde "kırmaya" çalışırken yaşanabilir yeni bir dünyanın nasıl olacağına dair yön de gösterirler. O yüzden Redhack ve sosyalist dünya görüşünü benimseyenler yaptıkları her şeyde özenli ve dikkatlidirler. Sosyal Medya Haber adlı internet sitesi yeni bir haber sitesidir. Ulaşabildiği konuları tarafsızca ve bağımsız habercilik diliyle işlemekte ve habercilik serüveninde yol almaktadır. Böylesi emek yoğun bir çalışma içinde gerçeği bulmaya çalışan bir sitenin Redhack veya Redhack felsefesini benimseyenlerce hacklenmesini düşünmek bile abestir. Hack, "kırmak" zulmün, o çok bilmiş egemenlerin her şeyi yaparız diyen kibirlerini kırmaktır. Kırılan kibirlerinde nasıl 245
tuhaflaştıkları hemen görülmekte ve kamuoyuna sergiledikleri o şirin hallerinin sahteliği açığa çıkmaktadır. En son sitesi kırılan İ. Melih Gökçek'in sergilediği tutum bunun örneğidir. ya da din "tüccarı" olan Harun Yahya. Kırmak para babalarının, devletin, iktidarın hoşuna giden şey değildir. Kırmak onların kibirlerine saldırabilmek ve yeni bir dünyanın olabilirliğini göstermektir. Redhack bir ailedir. Kişiler ve gruplarla sınırlı bir anlayış olarak bakanlar hep yanıldılar. Geniş bir ailenin adı olmaya giden Redhack ezilenlerden, emekten yana olanlara yeni bir soluğu, devrimci gelenekten taşımaya çalışmaktadır. Redhack'ın öne çıkardığı felsefe binlerce yılın ezilmişlerinin karşı duruş felsefesidir. Bilinmelidir ki Redhacklı olmak için bilgisayarda mahir olmaya gerek yoktur. Hatta bilgisayarın olmasına bile gerek yoktur. Kapitalizme, faşizme karşı direniş mücadelesine katan herkes Redhacklıyım diyebilir. Demelidir. Zulme karşı mücadele insan olmanın temelidir. Bulunulan her yerde zulme karşı, elinde güç bulunan ve bu gücü insanları sömürmek, zulmetmek için kullananlara karşı her girişim bir kırma hareketidir. Faşizmin o çok bilmiş egemenlerine karşı direnişe katılan herkes zulmün kırımına katılmış ve hack yapıyor demektir.
Aşağıda siteleri hacklenen Sosyal yayınladığı açıklama yer almaktadır.
Medya
Haber'in
Sosyal Medya Haber 1 yaşını doldurmuş bir internet delikanlısı. Ama sitemiz yayın politikası ile birilerinin dikkatini çekmiş olacak ki bugün saat 12 sularında bir saldırıya uğradı. Saldıranlar, sitemizin anasayfasına RedHack’in amblemini koyup altına RedHack ibaresini yerleştirmişler. Sitemizin sevenleri ve destekçilerinin çeşitli sosyal medya ortamlarında bunu dile getirmesinden sonra RedHack’in twitter hesabından “Biz Yapmadık” mesajı geldi. Açıkcası, saldırı olayını incelediğimizde RedHack’in hackleme sistemine uymadığını gördük. En azından koyulan amblem bile bir haber sitesinden rastgele seçilmişti. -muhtemelen google görsellerden aratmışlar- RedHack Grubunun açıklaması aşağıdadır:
Biz, RedHack Grubunun, son zamanlarda yaptıkları sansasyonel hack girişimlerini takip ettiğimiz kadarıyla, bu saldırının bir “isim kullanma” ya da “RedHack’in adını kirletme” oyunu olarak görüyoruz. Buradan, açıklamaları ile bizi aydınlatan RedHack Grubuna ve bizi sosyal medya mecralarından destekleyenlere teşekkür ediyor, bunu yapanların, yaptıklarının yanlarına kâr kalmayacağını deklare ediyoruz! (sosyalmedyahaber.com) (11 Mayıs 2012) 247
Redhack ve Yeni Dönem Mücadelesi! Tekirdağcik.gov.tr sitesi LONZO adlı hacker grubu tarafından hacklendi. Hacklenen siteye "Devlet nedir? Bize hizmet etmek zorunda olan bir alet, bir ütü, bir şofben gibi bir şey değil midir. Hiç kutsal bir ütü olabilir mi?" diyerek mesaj bırakan Lonzo, Redhack'e de selam göndererek son zamanlarda Redhack'ın oluşturduğu haksızlığa karşı ortak mücadeleye katkı sağladı. Redhack'ı CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün'ün facebook sayfasında yazdığı gibi "İmamın ordusu varsa halkın Redhack'ı var" biçiminde algılamak artık ezilenlerin, emekçilerin doğal bir davranışı haline geldi. Redhack 1997 yılındaki kuruluşundan bu yana ezilenlerden, emekçilerden yana tavır alıp bunu da hiçbir örgütlenme ve anlayış ayrımı yapmadan tüm halka yönelik olarak yapmasının ve anlaşılmanın sonuçlarını yeni yeni almaya başladı. Redhack artık ufak bir hacker grubu değil, sürekli olarak bahsedilen bir fikir olmanın adımını atmış görünüyor. Redhack sadece internet üzerinde bazı siteleri hacklemiyor 248
hayatın her alanında haksızlıklara bir karşı duruş, bir direniş felsefesi olduğunu gösteriyor. Bu direniş fikri elbette halkın gözünde Redhack'ı sevilen ve saygı duyulan bir yere oturtuyor. Redhack son dönemlerde yaptığı çıkışlarla yeni bir döneme girmiştir. Artık Redhack haksızlığa, zulme, egemenlerin o yukarıdan biz bilirizci tavrına karşı "hayır kendi hayatımızı biz yönlendireceğiz artık yeter" diyenlerin ortaklaşa mücadelesinin adıdır. Redhack'a destek sunan onunla birlikte hareket eden hacker grupları ile Redhack'ın kısa dönem içinde ortak manifestolar ve bildiriler çıkarması ve mücadelelerinin sadece siteleri hacklemek olmadığını ilan etmeleri gerekecektir. Redhack'ı sadece küçük bir grup değil, felsefesini benimseyen ve bu doğrultuda çalışma yapanları internet üzerinde de olsa bir araya getirecek ve onları kalıcı kılacak olan da bu ortaklığı yaratmalarından geçecektir. Redhack'ı veya birçok hacker grubunu takip edenler sürekli Redhack'ın geçici bir süreç olduğu ve bir dönem sonra internette devletin ve egemenlerin polisiye operasyonlarla bu döneme son vereceğini sanmaktadır. Bu böyle olmayacaktır.
Redhack internette hack yapan birçok kişi veya gruptan farklıdır. Sosyalist dünya görüşünü benimseyenlerin oluşturduğu bir felsefeleri vardır. Bugün internette olan Redhackerlar mücadele şartları değişince bir daha ömür boyu internete girmeden mücadelelerini bir fabrika grevinde veya bir başka alanda sürdürebilirler. Kaldı ki sosyalistlerin hapishanelere girmeleri de sadece mücadele alanlarının değişmesidir ve mücadelelerini orada da sürdürmektedirler. Redhack geçici bir dönem değil aksine kapitalizm ve onun zulmü var oldukça ve bu zulme karşı direnenler oldukça var olacak bir harekettir.
Redhack'ın yaptıklarını bir macera kıvamında izleyenlerin Redhack'ı anlaması zordur. Ortaya koyduğu olumlu insani tavır ve hedeflediklerinin halka zulmedenler olması ve bu konuda ilkeli tutumu onu internet hackerlarından ayıran temel özelliğidir. O yüzdende son dönemlerde internette teknik bilgileri olup Redhack'e destek verenler çoğalmış ve artık her biri Redhack olmaya adım atmıştır. Redhack'ı yakın dönemde birden çok grup temsil edecektir ortak bir felsefe ve bu felsefenin gündemin gerektirdiği ortak açıklamalarıyla ortak belgeleriyle Redhack artık hiçbir gücün yok edemeyeceği bir sosyalist cephe olacaktır. 250
"Bir fikrimiz var. Fikrimiz zulmedenlerin yıkılabileceği ve yerine emekten, halktan yana bir dünya kurulabileceği" Redhack ve ona katılan heckarları bir arada tutan bu fikirdir. Egemen güçler her ne kadar güçlü sarsılmaz ve yıkılmaz görünseler de öyle değillerdir. Hele ki ülkemizde hiç de öyle değildir. Hemen her alanda çılgınca bir yağma düzeninin sürdüğü ve bu yağma düzeninden nemalananların kendilerinden olmayanlara karşı her tür baskı ve yıldırmayı kullandığı yerde, insanların tek başlarına kaldıklarını sanmaları acı bir gerçektir. İnsanlara yağma düzeni karşısında yalnız olmadıklarını göstermek ve ortak mücadele etmeyi göstermek sosyalistlerin temel görevidir. Redhack'ta sosyalist bir grup olarak bunu internet üzerinde yapmaya çalışmakta ve yaptıklarıyla yeni Redhack olacak hacker grupları yaratmaktadır. Sosyal medya ve internet hakkında düşünüp yazanlar Redhack'ı iktidar karşısında merkezi yönetim yapısını sorgulayan sanal gruplardan biri olarak tanımlamaktadırlar. Genel olarak internetteki hacker grupları için geçerli olan bu tanım Redhack için geçerli değildir. Redhack sanal dünyanın değil hayatın parçasıdır. Redhack ve son zamanlarda onunla birlikte hareket eden hacker grupları görünen o ki teknik bilgileriyle özelleşen kişilerdir. Her biri kapitalizmin çarkları arasında ciddi parasal gelir elde edecek işler yapabilirler. Bunu yerine halktan, emekçiden yana mücadele etmeyi seçmeleri ise onların cesaretinin ve fikirlerinin gücünden gelmektedir. Deniz Gezmişler hakkında
o dönemde söylenen "hepsi çok rahat bir hayat yaşayacak olanaklara sahip olabilirlerdi. Yetenekli ve akıllı kişilerdi bunun yerine devrimci oldular" tanımlaması Redhack ve Redhack'la birlikte hareket edip, yeni Redhack merkezleri yaratan hackerlar içinde geçerlidir. İnsanlar hayata bir defa gelir hayatlarını ya kendi postunu parlatmak için harcar ya da insanlık mücadelesine katılarak hayatlarına bir anlam verirler. Redhack ve yeni Redjhack grupları bunu yapıyor hayatlarına bir anlam katıyorlar. Kattıkları anlma artık hiçbir polis devleti uygulamasının ulaşamayacağı bir yerdedir. Sosyalist mücadelenin doğal sonucudur. Redhack yeni katılımlarla yaygın olarak yaptığı site kırma furyasını yeni dönemde süreler vererek yaparak ortaklaşa yayınlayacağı manifesto veya gündeme dair bildirilerinin kamuoyu tarafından tertışılabilir olmasına şans tanıyacaktır. Ortak mücadelenin yaratılmasında yeni Redhack gruplarıyla daha kooordineli bir çalışma yapmaya doğru yönelen Redhack'ın sadece denk geldiğinde hack yapan bir grup olmadığı "bir fikirleri" olduğunun daha çok vargulanması önümüzdeki döneme damga vuracaktır. "İmamın ordusu varsa halkın Redhack'ı var" tanımlamasının yanına Zulmedenlerin nesi olursa olsun halkın içinde Redahck var tanımlaması yakın dönemin konusudur. Redhack Adına Lonzo'nun hacklediği siteye bıraktığı mesaj aşağıdadır. Devlet nedir? Bize hizmet etmek zorunda olan bir alet, bir ütü, bir şofben gibi bir şey değil midir. Hiç kutsal bir ütü olabilir mi ? r3dh4ck'e selam yola devam. Vatan sol olsun. (9 Mayıs 2012) 252
Redhack ve Ortaya Çıkardığı Gerçekler! İnsanlar gerçek nedir diye ararlar. Bu onların yaşamlarının vazgeçilmezidir. Gerçeği bilip ona göre davranmak hayatın sürdürülmesinde önemlidir. Gerçeğin ortaya çıkmamasından fayda sağlayanlar da vardır. Modern toplumda gerçeğin üstünün örtülmesi ve ortaya çıkmaması ise egemenlerce temel işleyiş kılınmıştır. Gerçekler yönetenlerce gizlenir. Bu gizlemeyi yapmak için yasalar, yönetmelikler, kurallar, gelenekler vb ortaya konulur. Bazı şeyler her zaman gizli sayılır. Mesela 12 Eylül yargılamaları için mahkemeye istenen dosyaları kimi kurumlar “elimizde o tip dosyalar yok” diyerek, her tür devlet geleneği ve alışkanlığının bu ülkede var olan dosyaları sıkıca korumak üzerine kurulduğu gerçeğine rağmen böyle davrandılar. MİT ise elindeki dosyalardan bazılarını gönderip “1 Mayıs 1977 Dosyası” üzerinde gizlilik kararı konmasını mahkemeye dayattı. Denen şudur, gerçekler sadece yönetenlerin bilgisindedir onun dışında hayatlarıyla oynananlar dahil hiç kimse gerçeğin ne olduğunu bilmemelidir. 253
Redhack üstü karartılmış toplumsal gerçeğin bir kenarını araladı. Uzun yıllardır internette ezilenlerin sesi olduğunu söyleyen sosyalist hacker grubu ulaşabildiği bazı bilgileri kamuoyuyla paylaştı. Emniyet yetkililerince “halka açık bir sitede yer aldığı ve üstlerinde gizlilik kararı olmadığını” söyledikleri bir kısım bilgiler sosyalist Redhack aktivistleri tarafından kamuoyuna sunuldu. Yayınlanan bilgiler aslında bilinen bazı gerçeklerin açığa çıkarılmasıydı. ORTAYA ÇIKAN GERÇEKLER 1- 12 Eylül 1980 Faşist Askeri darbesinin bu ülkede oluşturmaya çalıştığı “muhbir ve ihbarcı” kişiliksizliğin ne boyutlarda ne derinliklere yayıldığı bir kez daha hem de muhbirlerin ağzından görüldü. Derin bir kişiliksizleştirme ve yanındakini kendine düşman bilme anlayışıyla, bireycileşmenin vardığı boyutlar gözönüne bir kez daha çıktı. Kaldığı yurtta arkadaşını sigara içiyor diye ihbar edenden, apartman yönetiminin ortaklaşa aldığı kararla komşularını ihbar edenlere, izlediği her televizyon
programından sonra aldığı notlarla televizyon figürlerini “vatan hainliği suçlamasıyla” ihbar edenlere kadar çeşit çeşit toplumun her hücresine yayılmış ihbarcı figürleri ortaya döküldü. Bir başka gerçekte ihbarcıların polise bakışı olarak ortaya çıktı. İhbarcılar emniyet müdürlüğüne iktidarın ve dinsel bir cemaatin savunmacısı gözüyle bakıyorlar. Hemen her ihbarcıda bu görülüyor. İhbarcılarca polis yasaları uygulayan değil sadece iktidarın koruyucusu olarak görülüyor. 12 Eylül 1980 darbesi kirli bir kişilik oluşturdu. Redhack bu kirli kişiliklerin sadece küçük bir kesiminin yüzüne ayna tuttu. 2- Redhack bilinen bir başka gerçeği de delilledi. Polis içinde çıkar grupları oluştuğu ve birçok polisin kendi arkadaşları tarafından itilip kakıldığı ortaya döküldü. Amirinden şikayetçi olan polis bunu ancak “muhbirlikle” bildirebilir durumdaymış bu görüldü veya çevresinde çıkar çetesi oluşturmuş bir polis ancak “muhbirlikle” bildirilebilir olmuş. Elbette bu ihbarlarla ilgili ne yapıldığı veya yapılmadığı ise ayrı bir konu. 3- Meğer Emniyet birçok delili yasadışı yollardan ediniyormuş. Redhack bunu da ortaya çıkardı. Yıllarca mahkemeler karşısına çıkanlar ve cezaevlerinde olanların mailleri yasadışı biçimde izlenmiş ve hatta o kişiler yapmış gibi onların maillerinden gönderi yapma olanakları varmış emniyetin. Bu konuda Egenekon davasından yargılananlardan bir kısmı olayın vehametini görüp suç duyurusunda da bulundular. Yasaların hiçe sayılarak insanların konuşmalarının dinlendiği ve yazışmalarının takip edildiğinin kanıtı ortaya çıkarılmış oldu. Bu yasadışı dinleme ve yazışma takibi hakkında kamu suçu kapsamında bir soruşturma halen ortalıkta yok. 4- 1990’lı yılların cinayet şebekeleri gözaltında kayıp vakalarının binlercesine imza attılar. Uzun yıllardır bu 255
konuda İHD ve değişik insan hakları kurumları ve kişiler davalar açıp durmakta. Hemen hiçbir de sonuç alınmamakta bunlardan. Redhack’ın yayınladığı belgelerde bu konuda önemli bir veri ortaya çıktı 1990’lı yıllarda 50 civarında insanın gözaltında kaybedilmesine ışık tutacak bir “ihbar” yapılmış. Bu ihbarın soruşturulup, soruşturulmadığı ise bilinmemekte. En azından bu konuyla ilgili olan insan hakları savunucularının hiçbir bilgisi bulunmamakta. Karanlık geçmişin izlerinden biri ortada duruyor ve bu konuda da hiçbir girişim yapılmıyor. Polisin veya yargının her hangi bir yetkilisinin incelediği zaman kısa sürede sonuca varacağı bir katliam dokunulmadan öyle duruyor. Redhac’ın kamoyuyla paylaştığı bilgilerle bu konuda da gerçeğin bir kenarı daha açıldı. 5- İlginç bir gelişme olarak korsanla mücadele eden emniyetin her tür korsan program kullandığı ortaya çıktı.
6- İlginç bir gelişme olarak bilişim suçları artık “özel yetkili mahkemeler”in alanına sokuldu. Sosyalist hacker grubu Redhack daha da uzayıp gidecek bir dizi veri ortaya çıkardı. Ortaya çıkanlar emniyet yetkililerinin açıkladığı gibi “gizliliğe gerek duyulmayan” bilgilermiş bu konuda gerçeği söylemişler. Ortaya çıkan veriler bu ülkede herkesi ilgilendirecek konular. BELGELER YAYINLANINCA Redhack ele geçirdiği belgeleri yayınlayınca herkesin ilk tepkisi gülmek oldu. Güldükleri, yayınlanan belgelerdeki içler acısı muhbir ihbarlarının ortaya çıkardığı kişilik yozlaşmasıydı. Bu yozlaşmanın yarattığı insani tahribatı her gün işyerinde, sokakta, sosyal hayatın her hangi bir yerinde sürekli yaşayanlar “muhbirlerin” ne kadar zavallı olduklarını ve bu zavallı kişiliklerle insanların hayatlarının karartılmaya çalışıldığını bir kez daha gördü. Emniyet müdürlüğü konuyla ilgili hemen yönergeler yayınladı ve teşkilatının mesai saatleri içinde sosyal paylaşım sitelerini kullanmasını kesin bir dille yasakladı. Ardından şifrelerini değiştirmelerini ilan etti. Artık yetkili olmayanlar bilgisayarlara dokunamayacak dendi.
Bilişim suçlarına bakan mahkeme hemen yetkisizlik bildirerek konuyu “özel yetkili mehkeme”ye yolladı o da hemen 12 Eylül darbe günlerinde görülen bir “kepçe operasyonu” yaparak 8 farklı ilden 17 kişiyi gözaltına aldı. 10’u savcılıktan serbest bıraktı, 7 kişiyi tutukladı. Artık nur topu gibi bir torba dava daha oluşturulmuş oldu. Klavyeleri ve mauseleri “silah” sayan özel yetkili mahkeme” Redhack’ı “silahlı suç örgütü” kapsamında göreceğini ilan etti. Nereden bakılırsa bakılsın ilk andan itibaren her tür yasaya uygun olmayan bir dava oluşturulmasının yeni yoluna girilmiş oldu. Ortaya çıktı ki gözaltına alınıp tutuklananların Redhack’la ilgileri yokmuş bu kişiler facebook vb sosyal paylaşım sitelerinde yaptıkları paylaşımlar nedeniyle soruşturulmaya dahil edilip tutuklanmışlar. Redhack bu konuda yapılan “masumları rehin alma” yöntemine karşılık buradayız dedi. Ve Eylemlerine devam etti. KESK’li eğitimcilerin Ankara’daki eylemlerine saldıran polise karşılık vererek 300 ‘ün üzerinde polis sitesini işlevsiz kıldı. Bunun ardından gazetelere düşen bir haber Redhack’ın Fransa’da olduğunu bildirdi. Gazeteler, çoğu MİT’in, Emniyetin, Şirketlerin, Bakanların, Askerin vd hazırlayıp servis ettiği haberleri olduğu gibi yayınlamak alışkanlığındalar. Bu tarzda masa başında hazırlanmış bir haber gazeteler aracılığıyla yayınlanarak Redhack’e karşı psikolojik savaş kampanyasında bir adım daha atıldı.
GENEL İZLENİM Genel izlenim aslında şu. Sosyalist hacker grubu Redhack yaptıklarını açık açık yapmakta ve elde ettikleri verileri gerçeğin ortaya çıkması adına kamuoyuyla paylaşmakta. Karşılğında ise devlet mekanizmasının her kurumu harekete geçmiştir. Artk sayısı bilinmeyen oranda kızıl hackerların açtıkları her internet sitesi yasal bir dayanağa gerek görülmeden kapatılmaktadır. Onlara sempatiyle bakan, muhalif olan ve gerçeği arayan herkesi onlardan uzaklaştıracak bir psikolojik savaş harekatı oluşturulmuştur. Şu ana kadar kızıl hackerlara birçok yafta yapıştırılmıştır ve daha da yapıştırılacak gibi görünmektedir. “ayağınızı denk alın” mesajı basın aracılığıyla verilmektedir. Anlaşılan ortaya çıkarılan gerçekler yönetenler açısından çok rahatsız edicidir. Yetkililerce “Devletin imajı hacklenmiştir” açıklamaları bu rahatsız edilmişliğin açık bir itirafıdır. Tuhaf bir durum vardır. Devletin elinde bu ülkedeki karanlıkları ve suçları açığa çıkaracak belgeler bilgiler vardır ve bunlar artık her yerdedir. O kadar çok gizlenen gerçek vardır ki halka açık bir internet sitesinde yer alan bazı bilgilerin ortaya çıkması bile iktidarda olanlarda büyük rahatsızlıklara yol açmaktadır.
Görünen o ki internetin taş atan çocukları diye tanımlanmaya başlanan Redhack’ın attığı taş birilerini çok ürkütmüş ve kızdırmıştır. “İmajı kırılan” devlet içinde oluşturulmuş çıkar gruplaşmaları buna karşı olmayacak her yola hemen baş vurmuştur. Polis yetmez, mahkeme, o da yetmez özel yetkili mahkeme, o da yetmez Interpol, sırada herhalde CIA’yı devreye sokmak da vardır veya uluslararası ilişkilerde Redhack’ı kınamıyorsanız sizin devletle antlaşma yapmayız seçeneği vardır. BUNDAN SONRA Kızıl hackerları ara sıra da olsa sosyal medyadan takip edenler görüyor ki devrimin neşesini taşıyorlar. Hiçbir örgütle ilişkilerinin olmadığını yıllardır söylüyorlar gerçeği aramak ve gerçeğin karartılması karşısında olmayı neşeli bir biçimde yapıyorlar. Devrimin neşeli ve yaşam sevinciyle dolu bir eylemler zinciri olduğunu gösteriyorlar. Sömürü sistemi olduğu sürece aklı vicdanı olanlar sömürülü sisteme karşı duracaktır. Ne olursa olsun sanal dünyanın bu bölgesinde buz kırılmış ve internetin sadece bir egemenler oyuncağı ve yönlendirme aracı olmadığı gösterilmiştir. İnternetin taş atan çocukları cesaretle bazen bir sokak köşesinde sinecekler, bazen ortaya çıkıp taş atmaya devam edeceklerdir. Tıpkı üzerine panzer geldiğinde bir ara sokağa kaçan ve oradan taş atmaya çalışan çocuklar gibi, onlarda bunu internette yapacaklardır. Zaman zaman geri çekilecek, zaman zaman devrimin tüm neşesiyle taş atmaya devam edeceklerdir.
Bir gerçek ortaya çıkmıştır, Wikileaks benzeri gerçeğin anonim düzeyde açıklandığı bir platform gereklidir. En azından deve karşı taş atarak mücadele edenlerin bir ortak savunma havuzu oluşacaktır. Gerçeğin ortaya çıkmasını isteyen birçok vicdanı kararmamış insan vardır. Onların seslerini güvenle duyuracakları ve yalnız kalmayacakları bir platform görünen geleceğin gerçeğidir. Redhack internette gerçeği arayanlardan sadece bir tanesidir. Onun gibi birçok grup, kurum, kişi vardır. Gerçeği ortaya çıkarmak ve artık yalanlarla, sırlarla yaşamayacağız diyenlerin sanal bir platformu yakın geleceğin konusudur. Sömürülü toplumlar yıkılmaya yazgılıdır. Tarihin akışının hızlandığı bir süreçteyiz daha da hızlanacak, görünen o. Bugün her şeye egemen olduğunu sanan iktidar sahiplerinin yarın Mahir’in dediği gibi yüzüne tükürülecektir. Bu kez 12 Eylülcü generallerin mahkeme edilmesinin 30 küsür yıl beklenmesi gibi de olmayacaktır. Her şeye egemen olduğunu sananlar ve onlara kanarak her tür yasadışı yolu kullananlar yakın zamanda yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Tarih bunu böyle gösteriyor. Latin Amerika’daki sürece bakın, darbeciler, işkenceciler yargılanıyorlar. Sadece onlar değil onların emrini sorgusuz, yargısız yerine getirenlerde yargılanıyorlar. (11 Nisan 2012)
Mehmet Ağar'ı bu kez Cumartesi Anneleri "ziyaret" edecek "1000 Operasyon yaptım", "Bir tuğla çekilirse her şey yıkılır" diyen ve yaptığı katliamlar ile sorumlusu olduğu gözaltında kayıplara dair hiçbir soruşturmaya uğramayan, soruşturulamayan Mehmet Ağar'ı Cumartesi Anneleri "ziyaret" edecek. 17-31 Mayıs Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası çerçevesinde, 27 Mayıs günü İnsan Hakları Derneği Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon'un hazırladığı programla Cumartesi Anneleri, Aydın Yenipazar'daki cezaevine gidecekler. Aldığı 5 yıllık cezayı 2 yıl olarak Yenipazar Cezaevi'nde geçirmeye başlayan Mehmet Ağar'ı ziyaret edenler arasında Korkut Eken'den, hükümet ve yargı mensuplarına kadar birçok isim yer aldı. Bu isimlerin Mehmet Ağar'ı ziyaretlerinin bazıları basına konu bile olmadı. Basın, 262
Mehmet Ağar'ın cezaevindeki yaşamını unutmanın yoluna girdi ve sesizliğe bürünmeye başladı. Mehmet Ağar'a "geçmiş olsun" dileklerinde bulunan gazeteci, sporcu, siyasetçi vb'nin yanında Ağar'ın cezaevinde "koç" gibi yattığını televizyonlarda, basında anlatanlar da epeyce çıktı. Mehmet Ağar'ın cezaevi serüveninin hiç de "koç" gibi olmadığı ise ortaya çabuk döküldü. İlk önce Mehmet Ağar uzun araştırmalar sonucu ödül gibi cezayı yatacağı cezaevini belirledi. Belirlenen Aydın, Yenipazar cezaevi'nde kalan 50 mahkum bunun üzerine oradan apar topar başka cezaevlerine yollandı. Cezaevinden mahkumların gönderilmesi sadece başlangıç oldu. Başta cezaevi müdürü olmak üzere cezaevinin tüm personeli de oradan alındı ve yerine Mehmet Ağar'ın belirlediği personel atandı. Cezaevinin boyasından, iç dekorasyonuna, mutfağından, banyosuna kadar tamamı elden geçirildi. O da yetmedi cezaevi güvenliğiyle ilgili demir çitler değiştirildi, tel örgüler yenilendi. Bu da yetmedi Mehmet Ağar'ın özel koruması da cezaevinde kalmaya başladı. Birçok insanın ölümünden ve gözaltında kaybedilmesinden sorumlu Mehmet Ağar'ın korkularına göre bir korunaklı "köşk" yaratıldı. Aydın, Yenipazar Cezaevi, Güney Amerika'da ki mafya baronlarının korunaklı ikametgahı haline geldi. Bunu da devletin eliyle yaptırdı. Kendisini Mehmet
Ağar'ı korumak ve kollamakla görevli sayan bir geniş yetkili kesim ortalıkta hüküm sürmeye devam ediyor. "Devlet adına yaptım" dediği hemen her şeyin bir "suç" teşkil ettiği Mehmet Ağar'ı korumak ve kollamak zorunda kalan geniş bir etkili ve yetkili kesim bulunuyor. Kimi Mehmet Ağar'ın görevi boyunca tuttuğu "özel dosyaların" şantaj kurbanı, kimi halen devrede olan "derin devlet" uygulamalarının devamcısı. Yetkili ve etkili çevrelerin koruması altında daha önce hiç görülmemiş bir cezaevi uygulaması başladı ve sürüyor. Birçok faili meçhul olayın ve gözaltında kayıbın açığa çıkmasını sağlayabilecek Mehmet Ağar sessizliğini sürdürdükçe itinayla korunuyor. "Devlet adına yaptım" diyen Mehmet Ağar'ı "devlet adına" koruyorlar ve gerçekleri karanlıkta bırakmaya devam ediyorlar. Cumartesi Anneleri 27 Mayıs'ta Mehmet Ağar'ı ziyaret edecekler. Mehmet Ağar'ı sadece koruyup kollayanların değil, faili olduğu suçlara uğrayanlarda unutmadıklarını gösterecekler. Bir suç şebekesi devam ediyor. Hem de herkesin gözü önünde ve pervasızca uygulamalarla. Cumartesi Anneleri buna bir kez daha işaret etmeye çalışacaklar. Gözaltında kayıp olan yakınlarını unutmadıkları ve aramaya devam ettikleri gibi suçluları da unutmadıklarını ve peşlerini bırakmadıklarını bir kez daha gösterecekler. (15 Mayıs 2012)
%65 Darbede Sokağa Çıkacakmış Ne Duruyorsunuz Sokağa Çıkın! MetroPOLL araştırma şirketinin darbeler ve darbe yargılamaları üzerine yaptığı kamuoyu araştırması sonuçları nasıl okunmalı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de kamuoyu araştırmaları çoğu zaman araştırmaktan çok yönlendirme endeksli yapılmakta. Araştırma yapılan konular "gerçek anlamda araştırma olunca" araştırmayı finanse eden kurumlar, kişiler, kuruluşlar bu araştırma sonuçlarını sır gibi saklamayı tercih etmekteler. Gerçek sadece ona ulaşıp ondan faydalanmak isteyenlerin tekelinde görülmektedir. MetroPOLL araştırmanın yaptığı anket kamuoyuna 265
yansıdığı biçimiyle bir siyasi bakışın kamuoyu oluşturma girişimi olarak görülmektedir. İktidarın belirli periyodlarla yaptırdığı kamuoyu araştırmalarından "kamuoyu oluşturmaya" yönelik yönlendirilmiş araştırmalarından biri gündemdedir. Darbeler ve darbe yargılamaları üzerine kamuoyu "ne düşünüyor" eksenli araştırma sonuçları iktidarın "ne kadar iyi bir yönde gittiğinin" teyidi olarak kamuoyuna açıklanmıştır. Açıklanan araştırma sonuçlarına göre: Bir darbe olursa ne yaparsınız sorusuna %65.8 Karşı çıkarım, %26.7 Hayır karşı çıkmam, %7.4 ise Fikrim yok demiştir. Siyasetçiler yeterince dirayetli ve kararlı olsalardı darbe olmazdı görüşüne katılıp katılmadıkları sorulduğunda Türkiye çapında halkın %74,3’ü “evet”, %21,8’i “hayır” demişlerdir. Darbelerin ülke için yararlı mı zararlı mı olduğu sorulduğunda seçmenlerin çoğunluğu %82,4’ü “zararlı”, %11,7’si “faydalı” demişlerdir. Bu oran parti mensubiyeti doğrultusunda dağıtıldığında AKP ve BDP seçmenleri arasında darbeleri faydalı bulanların oranı %9’u geçmezken bu oran CHP’liler arasında %14, MHP’liler arasında %22’dir.
Araştırma sonuçları Nasıl Okunmalı: 18. Yüzyıl burjuva aydınlanmacılığıyla Nazizmin harmanlandığı ideolojik duruş ve kafa yapısının 1930'lardan günümüze resmi devlet politikası olarak dayatıldığı ülke, bu ucube yaklaşımın değişen uluslararası koşullar içinde ayakta kalamaması sonucu, AKP eliyle 18. Yüzyıl burjuva aydınlanmacılığını bir kenara atarak Nazizmle, dinsel önyargıları birleştiren bir ideolojik duruş ve kafa yapısını resmi hale getirmeye yönelmiştir. Devletin temel özelliği olarak faşist biçiminin korunması ve güçlendirilmesi ise ortada duran tek gerçektir. Devletin değiştirilmeye çalışılan resmi görüş ve duruşu, önceki resmi ideolojik yaklaşımın sembolik temsilcileriyle hesaplaşmayı bir zorunluluk olarak yaşamaktadır. Bu sembolik temsilcilerden birisi de darbe yapma geleneği genlerine işlemiş ordu üzerinde operasyon yapmak ve ordu içinden eski resmi görüşün temsilcilerini elemektir. Sanatçı Yılmaz Erdoğan geçenlerde açıklama yapmıştı Mevlana'daki felsefeyi "keşfedişinden" sonra dinin önemini keşfedişi mealli bir açıklamaydı. Değişen resmi devlet görüşüne katılışının açıklamasıydı. Bu ülkede "sanat camiası" toplumsal değişimi ve dönüşümü hep geç keşfeder. Her geç keşif gibi Yılmaz Erdoğan'ın geç keşfini açıklaması da "yanaşmacı ve dalkavukça" görünüyor. Devletin daimi organları ve kurumları içinde yer alanlar Yılmaz Erdoğan gibi değiller, erken keşfettiler. AKP eliyle yapılan darbeye katılıp epey de yol aldılar. AKP eliyle yapılan darbenin içinde askerlerde var.
MetroPOOL araştırma şirketinin darbe yapılırsa karşı gelir misiniz? Sorusuna evet karşı gelirim diyen %65.8'in belki haberi yok ama şu an ülkede AKP eliyle yapılmış bir darbe var. Darbenin içinde generallerde var. Karşı koyarım diyenlerin içinde bu darbeye karşı koyanlar da var elbette. Daha dün Halk Cephesi taraftarlarına ülke çapında operasyonlar yapıldı. Evler sabaha karşı basıldı, dernek binaları tahrip edildi, işkenceli gözaltılarda 150'ye yakın kişi gözaltına alındı. Devletin ayıbı olan cezaevinde çocuklara tecavüz konusuyla ilgili gerçekleri ortaya çıkaran çocuklar yine hapishanelere atıldı ve 20 yıldan fazla ceza tehdidiyle yargılanıyorlar. İşçiler artık sadece taşeron işçi olabiliyor. Sendikaların hepsinin toplam üye sayısı 1 milyonun altına indi. 34 insan savaş uçaklarıyla katledildi ve kalbi kuruyanlar hala bu konuda bir şey yapmamayı becerebiliyorlar. Polis kimyasal gaz bombasının yanında insanları yakacak ışın silahları kullanacak. Suriye'ye yönelik ABD maşası olmakda epey yol alındı, yansıması da barış diyen herkesin tutklanmasına dönüştü. Uzatılacak çok fazla darbe uygulaması var. Darbe şu an hala kendini kanıtlama derdinde. Bu kanıtlama derdiyle 12 Haziran seçimlerinde %50'ye yakın oy alan AKP eliyle darbe yapanlar bu %50'lik oyun hükmünün artık kalmadığını görüyorlar ve ortaya "kamuoyu yönlendirme" araştırmaları sürüyorlar. Yönlendirilmiş sorular, yönlendirilmiş deneklerle darbeciler "bakın iyi yoldayız desteğimiz tam" demeye çalışıyorlar.
Öyle değil. Akp eliyle darbe yapanlar bir türlü Nazizimle dinsel önyargıların bileşimini devletin resmi görüşü yapamıyorlar. Zaman zaman eski resmi görüşe dönüşler yaparak karaladıkları sembollere sığınmak zorunda kalıyorlar. Resmi görüşün en ırkçı, en yoz yaklaşımlarını benimseyip ortaya döküyorlar. Bazen Başbakan'ın ağzından Alparslan Türkeş'in "Dokuz Işık" faşist diktesi, bazen bir bakanın meclis kürsüsünden "bunlar domuz eti yiyiyor" salvosu. AKP eliyle darbe yapanların karşısında ciddi bir sistem muhalefeti var. Newroz'da tüm saçma yasaklamalara rağmen sokaklara çıkanlar, 1 Mayıs'ta alanları dolduranlar AKP eliyle darbe yapanların huzurunu kaçırıyor. Sistemin tıkanıp kaldığı yerde iktidara yönelecek gücün ne eski resmi görüşün temsilciliğine soyunmuş CHP, MHP olacağını ne de darbeci askerler olacağını sistemin bu aktörleri yerine, alanlara çıkan bu kesimlerin iktidarın alternatifi olacağını görüyorlar. Araştırma sonuçlarını okumak kamuoyuna açıklanan verileri dikte edildiği gibi değil gerçek nedir sorusuyla okumaktan geçiyor. Gerçek örgütlenmeyen hiçbir halkın darbelere direnemeyeceği, en fazla evinde homurdanacağıdır. Halkı, emekçileri, ezilenleri darbeye karşı çıkabilecek her kesimi örgütsüz bırakılmak için darbeci devletçe her şey yapılıyor. Buna rağmen sosyalistler, Kürdler, ezilen kesimler; direnişçi sendika, parti, dernek veya değişik örgütlenme biçimlerine daha çok ilgi gösteriyor. Örgütlenebilen en ufak kesimlerin ne dediği, ne yaptığı halkın daha çok ilgi alanı olmaya başlıyor. Örgütlenebilmiş her kesim AKP eliyle darbe yapanlara karşı koymanın yollarını deniyor. Aslında şu an darbeye karşı bir mücadele var, direniliyor. Belki bu kesim %65.8 değil. Sayısal olarak çok az ama direniş sürüyor ve güçlenerek sürüyor. Belki MetroPOOL araştırmanın %65.8'lik darbeye karşı koyarım diyen kesim olduğunu tespit etmesi faşizme karşı direnişte olanlara bir moral kaynağı olacaktır. (10 Mayıs 2012) 269
8 Mayıs Faşizmin Diz Çöktüğü Gün! 2. Dünya savaşının sonunda faşizmin arkada kalan artıkları, 7 Mayıs 1945’de teslimiyet tutanağını imzaladılar. 8 mayıs 1945 tarihinde Nazi Almanyası'nın askeri temsilcileri, müttefik ve sovyet birliklerinin başkomutanlık temsilcilerinin huzurunda, uygulamasına 8 Mayıs saat 24 de başlanan kesin teslim olma belgesini imzaladılar. 8 Mayısı 9 mayısa bağlayan gecenin şafağından itibaren; doğu ve batı cephesinde kesin yenilgiler alan ve kaçış içerisindeki Alman faşist birliklerinden arta kalanlar, silahlarını bırakmaya ve müttefik birliklerine teslim olmaya başladılar. 270
Faşizm insanlık suçu olarak tarih sahnesinde yerini aldı. İnsanlık ise faşizme karşı her ne şart altında olursa olsun direniş gösterenlerin şahsında temsilcilerini buldu. Kapitalizmin sistemini sürdürmek için baş vurduğu devlet biçimi olan faşizm ortaya çıktığı dönemden bu yana her zaman kanlı vahşetle anıldı. Burjuvazinin daha çok kar ve egemenlik peşinde koşarken hiçbir vahşetten çekinmeyeceğinin yönetim biçimi olan faşizm insanlık tarihine 2. dünya savaşı gibi bir vahşeti yaşattı. İtalya'da Mussolini faşizminin, Almanya'da Hitler Nazizminin iktidara gelmesi ve emperyalist sistemin bunalımdan çıkmak için faşizmin savaşı yaratmasını el altından destekleyerek hazırlaması dünyada bir vahşeti ortaya çıkardı. Yeryüzünün en büyük savaşını faşizmin eseri olarak gündeme getirdi. İnsanları faşist olmadıkları, iktidara kul köle olmadıkları için yok eden, gaz odaları kuran Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği'ne saldırarak sonunu da hazırlamış oldu. 1939 yılında başlayan 2. Dünya Savaşı'nda emperyalist dünya sisteminin savaşta yok edileceğini düşündüğü Sovyetler, faşizmi yenilgiye uğratmıştır. 1944 yılına kadar faşist Almanya'ya yönelik savaşa girmekte sürekli geri duran "müt-
tefik güçler" Nazi Almanyası'nın S o v y e t l e r c e ezileceğinin kesinlik kazandığı yerde s a v e ş a girebilmişlerdir. 20 milyon sovyet insanının katledildiği 2. Dünya Savaşı'nda yenilmez olarak tanımlanan Nazi Almanyası tam bir hezimete uğratılmıştır. Direnen halkların karşısında dünyanın en büyük ve yenilmez gücü olarak tanımlanan faşist ordular diz çökmek zorunda kalmıştır. O günden bu yana dünyada emperyalizm, faşist devlet biçiminden vaz geçememiştir. Birçok ülkede faşist devlet biçimleri hala egemendir. Faşizme karşı direniş geleneğinin takipçileri de her yerde direniştedirler. Tıpkı Nazi Almanyası'nın Sovyetler karşısında kırılıp yok olması gibi dünyanın her yerinde faşizme karşı mücadele edenlerinde zaferi yaşanacaktır. İnsanlık faşizm gibi bir vahşet sistemini uzun süre taşıyamaz. Kapitalizm her çaresizliğinde başvurduğu devlet biçimi faşizme karşı mücadele insanlık yer yüzünden silinmedikçe bitmeyecektir. Kapitalizm ise var olduğu müddetçe faşizmden vazgeçemeyecektir. Faşizme karşı mücadele kapitalizme karşı mücadele olarak yapılmadıkça faşizm nerde yenilirse yenilsin tekrardan hortlatılacaktır. 2. Dünya Savaşı'nın ardından Nazi Almanyası'nın faşistlerini kullanan ABD yeryüzünün yeni Nazi devletidir. Faşizme karşı direniş geleneğinin zaferi her yerde mücadele eden anti-faşistlerin eylemlerinde yaşamaktadır.Yeni 8 Mayıslar faşizme karşı direnişlerde şekillenmektedir. (8 Mayıs 2012) 272
5 PKK'li Öldürüldü Irkçılar Sevinç Çığlıkları Atıyor! "5 PKK'li Ölü Ele Geçirildi" haberiyle başlayan ırkçılık gösterileri ve kendini ortaya atıp "devletin kölesi olduğunu" gösterme gayretleri toplumda ve sosyal medyada her zamanki ırkçılığın nasıl acımasız ve diri olduğunu br kez daha gösterdi. Bitlis’in Tatvan ilçesi Yediören Köyü kırsalında hiç bitmeyen askeri operasyonlardan biri yapılırken yaşanan sıcak temas sonucu çıkan çatışmada 5 PKK'li teslim olmak yerine çatışarak ölmeyi seçti. Teslim olmak yerine çatışarak ölmeyi seçen PKK'lilerin 2'si kadın. Yaşanan bir insanlık dramı olmasına rağmen bu dramı bir futbol müsabakası gibi algılamaya kodlanmış ırkçı kafalar durumu sevinç çığlıklarıyla karşılamayı vazife saydılar. Daha çok kan akması ve daha çok insanın katledilmesi çağrılarıyla sosyal medyada yer almak için yarışan ırkçılara karşı, durumun öyle olmadığını anlatmaya çalışanlarda yer aldı. 273
Bitlis Valiliği'nin yaptığı açıklamada dağda gezen gerillaların üstlerinden çıkması olağan olan mühimmat basına "çok sayıda silah ele geçirildi" olarak yansıdı. Bir savaş ve katliam dili hiç bitmezcesine körüklenmeye devam etmekte. Diğer yandan PKK'lilerin çatışmalarda "şehit" düşen askerlere yönelik bu tarz "kazandık, daha çok öldürelim" hezeyanları yerine daima ölen askerlerin ölümünden dolayı taziyelerini sunmaları ve üzüntülerini bildirmeleri ise devletin körüklediği ırkçı hezayanlar yerine aklı selimin işaretidir. 5 PKK'li öldürüldü. Yıllardır süren "düşük yoğunluklu çatışmanın bu kez kurbanları PKK'li oldu. Yarın askerler olacak, siviller olacak, çocuklar olacak, evlerinden yurtlarından sürgün edilecek Kürdler olacak. Bu "düşük yoğunluklu savaşın" bitirilmesinin bir çaresi olarak "barış" dilini savunanların işi gittikçe daha güçleşmektedir. Görünen bir gerçek olarak devleti işgal eden ırkçı, tekçi, sağcı kafa iktidar olmaya devam ettikçe kan dökülmeye son verilmeyecek ve kanla beslenen ırkçıların her yerde hortlaklar gibi ortaya çıkması sona ermeyecek. 5 PKK'li öldü. Bir halkın özgürlük mücadelesinde bugün onlar öldü geçmişte ölenler gibi, yarın başkaları da ölsün diyen ırkçı faşist anlayışa ve uygulamalara karşı, emekten insanlıktan yana olanların birlikte ortak mücadelesinin yaratılması ve agüçlendirilmesi gerekmekte. Faşizme karşı mücadelenin birçok biçimi vardır kimi dağda, kimi kentte mücadele eder. Faşizmin ırkçı toplumsal yapılanmasına karşı mücadele edenlerin bulundukları her alanda bu mücadeleyi yükseltmelerinin yolunu bulmaları gerekmektedir. (8 Mayıs 2012) 274
Düşkünleşen Düşmanlar. Marksizmin temel bir özelliği vardır. O da oluşturduğu bilimsel dünya görüşüyle insanlık tarihi boyunca üretilmiş her felsefi yaklaşımı değerlendirerek yeni bir dünya görüşü sunmasıdır. Bütünlüklü bir felsefedir. İnsana, doğaya var olan her şeye yönelik tutarlı bir açılım yaratmıştır. Marksizmin oluşmasının ardından geçen süre içinde ise ortaya çıkan her düşünce ekolü çabası sadece gelip geçici, moda akımlar olmaktan öte geçememiş ve hayatın karşısında tutarsızlıklarıyla güdük kalmışlardır. Bu yüzden Marksizm ve onun geleceğin dünyasını yönetecekler olarak tanımladığı emekçilere düşman olanlar da kendilerini Marksizmin literatürüne sığınarak ifade etmek zorunda kalmışlardır. Çünkü şu an hala yeryüzünde Marksizm dışında tutarlı düşünce akımı yoktur. Kendisini Marksizm içinde konumlandıran kişi veya grupların çokluğu onların Marksist veya komünist olduğu 275
anlamını taşımamaktadır. Marksizm diyerek kişisel, grupsal vb çıkarları savunmak için söz söyleme veya dünyaya bir Marsist gibi baktığı izlenimi yaratarak marksizme düşmanlıkla davranmak Marksizmin ortaya çıktığından bu yana sıkça yaşanan bir durumdur. Bu durum özellikle son dönemlerde dünyada tuhaf bir düzeysizleşmeyle birlikte yürümektedir. Bu düzeysizleşme hali ülkemizde daha da pespaye bir hal alabilmekte ve neresinden tutacağını bilemeyeceğin şeyler ortalığa saçılmaktadır. Kendisini Marksist, sosyalist, komünist olarak göstermeye çalışan veya hayatının bir döneminde mücadelenin bir yerine katılanlar, kapitalizmin iyice çarpıklaştırdığı insan modeli olarak ortaya çıkmakta. Onların bu çarpıklıkları da faşist devlet biçimimin iyice daralttığı "konuşma alanı sınırları" içinde egzantiriklik olduğu için burjuva medya organlarında sansasyonel biçimde yer alabilmektedir. Kapitalizmin en yoz, en kişilik çarpıklığına uğrattığı kesimlerinden birisi, kendilerini Marksist, sosyalist vb tanımlayarak kapitalizme hizmet edenlerde ortaya çıkmaktadır. Bu kesimler 12 Eylül faşist darbesinin körüklediği bilgisizleşme ve tarihin silinmesi kavramlarının gerçekten olduğu sanısıyla ortaya dökülerek yalanlarla binalar inşa edebilmektedirler. Kimi ortalık yere çıkarak artık her biçimde kanıtlanmış devletin insanlık suçu kapsamındaki 1 Mayıs katliamını "solcuların" üzerine yıkmakta sakınca görmezken, kimi ortalık yerde post-anarşistim ben diyerek
anti-komünist hezeyanlarını kusabilmektedir. Faşist devlet biçiminin yarattığı en çarpık kişilikleri üreten akımlar olmuştur. Bu akımlardan birisinin ürettiği bu çarpıklaşmış kişiliklerin ortalık yerde yaptığı yalanlardan binalar inşa etme faaliyetleri burjuva basında bolca yer almıştır ve almaya da devam edecektir. Ki bu kişilerin kendilerini "sosyalist" olarak tanımladıkları dönemde devrimcileri sosyalistleri "ihbar ettikleri" ve birçok devrimcinin kanına girdikleri de bilinmektedir. Onların "sosyalist" olmaktan anladıkları dervimcilerin kanına giren itirafçı ve muhbir olmaktır. Düşmanlar düşkünleşmiştir hem de çok düşkünleşmişlerdir. Çok bildiklerini ilan ettikleri Marksizmi bilmemekle marufturlar. Düşkünlükleri o boyuttadır ki birbirlerinin özel sırlarını "itirafçılıkları" kapsamında itiraf ederek gazete sayfalarına çıkmayı maharet saymaktadırlar. Devletin bu ülkede devrimcileri, komünistleri yok ettiğine, tüm bilgilerini sildiğine iman eden düşkünler en çarpık hallerini ortaya sermekte çekinmemektedirler. Öyle değildir. O çok güvendikleri devlet ne yaparsa yapsın Marksistleri yok edememiştir. Hala diri, güçlü, halkın içinde ve mücadelede yer almaktadırlar. Düşkünlerin yalanları ve ortalık yerde saçtıkları sadece dirsek temasında oldukları egemenlerin ne kadar çapsız olduğunun kanıtı olmaktan öte gidememektedir. Burjuvazinin ve onun düşünsel kölelerinin hep akıllarından çıkan bir gerçek vardır. Hatırlatalım, tekraren; herkes unutabilir, ama komünistler unutmazlar, hiçbir şeyi unutmazlar ne dostu ne düşmanı unutmazlar. Çünkü komünistlerin dünya görüşü yer yüzündeki tek bilimsel dünya görüşüdür. Bir zamanlar Mahir Çayan'ın dediği gibi geleceğin Türkiyesi'nde bunların yüzüne tükürülecektir. O gün gelmeden ölürlerse de mezarlarına tükürülecektir. (7 Mayıs 2012) 277
Denizler İçin Devrimci Mücadeleye Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan devrimci bir direnç oldukları kadar "sol" adına sistem içi kalanlara karşı da bir cevaptırlar. Denizlerin duruşu devrimci anlayış yerine uzun süreçte oluşan sistemle uyumlu "sol" anlayışın egemenliğine karşı bir isyandır. Sistemin şu veya bu nedenle teslim aldığı "sol" anlayış yerine, her ne şartta olursa olsun teslim olmamayı benimseyen devrimci anlayışın yeniden bu ülkede yeşermesinin adı olmuşlardır. 40. Yıllarında Denizler devrimci mücadelenin yeniden yaratılıp diriltilmesinin adı olmaya devam etmektedirler. "Sol" adına ortaya çıkan hemen her kesimin 70'li yılların aksine bugün sahip çıktığı Denizler bazıları için bir anmalık, bazıları için devrimci mücadelenin ateşleyicisidirler. Denizleri bir tek günün anmalığı olarak görenler bile onların körükledikleri devrim ateşinin etkisinde kalmaktadırlar. Devrimci mücadelenin körüklenmesi ve yükseltilmesinde kısa yaşamları içinde önemli bir rol oynayan Denizler 40. Yıl dönümlerinde de devrimi işaret etmektedirler. Sistemin tıkandığı yerde kendini yenilemeye çalıştığı ve çoğu zaman bunu da eline yüzüne bulaştırarak yaptığı 278
günümüzde, sisteme karşı duruşun sınırlarının sistemin çizdiği alan içinde olmayacağını Denizler 40 yıl önceden gösteriyorlar. Devrimci mücadelenin bir kalkışma hareketi olduğu ve sistemin sınırları içinde kalamayacağı Denizlerin bu anmasında da görülmektedir. Denizlerle mücadelede yeni bir yol açılmıştır. Bu yol sistem sınırları içinde kalmamak ve sistemin ancak bir devrimle yıkılabileceğine işaret eden bir yoldur. Devrimci mücadeleye yönelmeden yapılanlar sadece sistem "solculuğu" olarak kalacaktır. Denizlerin gösterdiği bir başka gerçek ise devrimci dayanışmadır. Önemli olanın kapitalizmi yıkmak ve yerine sosyalizmi inşa etmek olduğu ve bu mücadeleye katılan herkesi ve kesimi dayanışmayla karşılamak gerektiği onların ortaya koydukları deneyimlerin gösterdiğidir. Devrimci dayanışmanın yaratılmasında temel ortak payda devrimci seçeneğin sistem karşısında tek gerçekçi yol olduğunun görülmesidir. Devrimin bir iyi niyetli dilek değil mücadeleyle kazanılacak bir hedef olduğu Denizlerin işaret ettiği yoldur. Devrimci dayanışmayla faşizme karşı direnişleri güçlendirmek ve mücadeleyi sistemin çizdiği sınırlar dışına taşımak Denizleri yaşatmanın tek yoludur. Sistemi zayıflatacak, onu işlemez kılacak her devrimci müdahale Denizleri yaşatan anmalar olacaktır. (6 Mayıs 2012)
1915 Ermeni Katliamı Bitmedi Sürüyor! 24 nisan 1915’in şafak vakti. Özellikle istanbul’daki ermeni aydınları, yazarlar, sanatçılar, öğretmenler, avukatlar, doktorlar, mebuslar teker teker alınırlar evlerinden, götürülürler... ve bir daha da geri dönmezler. İşte, birkaç gün sonra bütün Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde gerçekleştirilen “tarihsel Ermeni dramı”nın başlangıcıdır bu tarih. (Hrant Dink) Toplumlar geçmişin izini taşırlar. Geçmişte yapılanlar toplumsal kurumları şekillendirir ve toplumun vicdani durumunu, yaşam biçimini, algısını etkiler. 1915'de Ermeni halkına yapılanlar 97. yılında. O günden bu güne toplumsal yaşamın her alanını etkileyen bir tarihsel kırılma dönemi. Ermeni halkı Anadolu'da devlet tarafından 1. Emperyalist dünya savaşının "fırsatçılığı" çerçevesinde yok edilmiştir. Devlet o dönemden günümüze kendine bir yönetim biçimi yaratmıştır. Yönetim biçimi ise insanları tek tipleştirilen bir dayatmayla varlık bulmaktadır. Bu tek tipleşmeye uymayanlara ise sadece yok olmak seçeneği sunulmuştur. 280
1915 Ermeni soykırımı bir dönemin yapılmış "yanlış" uygulaması değildir. O günden bu yana gelen devlet yapısının temelidir. Devletin bu yapılanması var oluşunun kaynağıdır. Soykırım ve katliamla var olan bir devlet kurulmuştur. Mustafa Kemal, Anadolu'ya çıktığında ve yollara düşüp kongreler, konferanslar toplamaya başladığında onu ve çevresindeki arkadaşlarını katletmek için birçok kentte "gönüllü" birlikler oluşturulmuştu. Osmanlı devletinin oluşturduğu bu gönüllü birliklerden biri Elazığ'daydı. Elazığ'dan yola çıkan atlı "gönüllü" linç birlikleri yollarda Mustafa Kemal ve arkadaşlarını aramışlardı. Bulsaydılar katledeceklerdi. (Yıllar sonra bu gönüllü devletçi linç birliklerinin torunları Elazığ'dan bir katliam zanlısı olan Mehmet Ağar'ı meclise taşımışlardır.) Bu katliam birlikleri hep Ermeni soykırımına katılan ve Ermenilerin ardında kalan mal varlıklarının üzerine konanlardı.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarını katletmek için yemin edenler kısa bir dönem sonra hızla katletmek istediklerinin oluşturduğu yeni devlete katıldılar. Kısa bir dönem içinde düşman bildikleri yeni devlet kuruluşunun asli unsuru oldular. O dönemle ilgili sorulmayan bir soru vardır. Yeni devlete karşı olduğunu söyleyen ve bu konuda silahlanan birçok gruba ne oldu onlar neden kısa zamanda davalarından vazgeçtiler ve yeni devlet kuruluşunun yerel ayaklarını oluşturdular. Geçmişi insanlık suçuyla oluşan her toplumsal yapı insanların kirli, yoz ve çıkar bağlarıyla köle, mürit olmasını dayatır. O toplumda kirlenmemiş, onurlu duruşu olup insanlık ülküsünü savunanlara her zaman saldırılır. Bu ülkenin tarihi 1915 Ermeni soykırımından bu yana kırılmıştır. Kırılma toplumun ikiye bölünmesidir. Ermeni soykırımına katılıp ondan çıkar elde edip, kurumlar üzerinde tahakküm kuranlarla, bu katliama uğrayanlar ve bu katliama katılmayanlar arasında bir yaşam biçimi çatışması yaşanmaktadır.
1915 Ermeni katliamı başlamış ancak bitmemiştir. 97 Yıldır fasılalarla devam etmektedir. O günden bu güne katliamlar içinde hayatını sürdürmeye çalışanların ülkesi olunmuştur. Ülkenin her yeri her alanı bu katliam konusu olmuş ve oluşturulan katliamcı devlet mantığını sürdürmeyen onunla bütünleşmeyen herkes de bu katliama uğrama durumuyla karşı karşıya kalmaya devam etmektedir. Kürdler, Aleviler, işçiler, yoksul köylüler, öğrenciler, kent yoksulları ve onuruyla namusuyla yaşamak isteyen herkes bu ülkenin yeni Ermenileri olmuşlardır. Katledilen, yok edilen devletin elinin altındaki kurbanlıklar muamelesi görmüşlerdir ve görmeye de devam etmektedirler. Ermeni katliamıyla yüzleşmek ancak bir devrim sorunu olarak karşımızdadır. 1915 Ermeni katliamı üzerine oluşturulan devlet yapısı var oldukça Ermeni katliamıyla yüzleşmek neredeyse imkansızdır. Devletin temel yapısına aykırı bir durumdur. Faşist devlet biçimini benimseyen katliamcı yapı yeryüzünde faşizmden daha şiddetli katliamcı bir devlet biçimi olsa ona da başvuracaktır.
Ermeni katliamı üzerine inşa edilen devlet ve toplumsal yapının egemenleri düşmanlaşmak dışında bir yaklaşımı hiçbir zaman bilmemişlerdir. Literatürlerinde yapılarında kurumlaşmalarında düşmanlaşmak dışında bir seçeneğin yeri de yoktur. Ermeni katliamının günümüzde sürdürücüleri sistemin her alanındalar. Sistemin her örgütlenmesi bu mantığın ürünüdür. Dayatılan düşünme ve yaşam biçimi simgesel bir kısım veriyle sınırlandırılmış bu simgelerin dışında yaşam biçimi ve düşünce biçimi sakıncalı kılınmıştır. Ermeni katliamında yapılanlar sadece o günün uygulamaları değildir aynı zamanda o günden bu güne gelen uygulamalardır. 1937-38 Dersim katliamı, Adana'da grevdeki işçilerin devletçe kurşunlanması, 6-7 Eylül olayları, Maraş Katliamı, Çorum katliamı, 12 Eylül 1980 Darbesi, Sivas Katliamı, Uludere- Roboski katliamı, 1990'lı yıllardaki gözaltında kayıplar ve saymakla bitmeyecek insanlık suçları Ermeni soykırımını içselleştirmiş bir anlayışın uygulamalarıdır. Ermeni katliamıyla yüzleşmek yaklaşık yüzyıldır bitmeyen katliamlarla yüzleşmeyi getirecektir. Bitmeyen katliamlar zincirinin unsurları hala iktidardadırlar onların insana düşmanlığı, kendilerinden olmayana düşmanlığı hiç bitmeyecektir. Bu düşmanlık onların var olma nedenidir.
Katlimacılar karşısında kurban olarak duranlar ise hala katliamcılara düşmanlaşamamaktadır. Katliamcıları tanıyan ve onları anlatanları, katliamcılar sistemini yıkmadan bunun sonunun olmayacağını söyleyenleri hala yalnız bırakan bir toplumsal yapı vardır. Katliamcıların oluşturduğu sistem toplumsal çürümeyi dayatırken bu çürümeden nasiplendiğini sananların aslında yeni oluşacak katliamların kurbanı olacaklarını görmeleri gerekmektedir. Toplumsal mücadelenin tarihsel gerçekliğidir. İnsanlık suçları işleyenlere karşı örgütlü ve hedefli mücadelenin olmadığı her yer kan deryasına dönmektedir. Ermeni soykırımını anlamak sadece tarihsel bir olayı anmak değil bu toplumun gününde ve geleceğinde yaşayacaklarının meselesidir. Eğer oluşturulmuş insanlık dışı sisteme karşı durulmazsa ve ona karşı örgütlü devrimci mücadele verilmezse yeni katliamlarla oluşacak kan deryaları devam edecektir. Katliamcı geleneğin oluşturduğu sisteme karşı direniş bir insan olma sorunudur. (24 Nisan 2012)
İşçi Ölümleri, Suriye, Darbeciler ve Direniş! İşçi Ölümleri, Yoksulluk, Torba Davalar, Ev Yıkımı, Suriye, Darbeciler ve Direniş! İş cinayetleri devam ediyor. Bu kez iş cinayeti Maraş'tan geldi. Maraş'ta Şirikçiler Mensucat'a ait tekstil ve boya ünitelerinin bulunduğu ek binadaki buhar kazanında bakım onarım yapılırken meydana gelen patlamada 4 işçi öldü. Yaralı sayısı ise 9. Ostim Ve İvedik'de yaşanan patlamalar ve ölümlerin 6. duruşmasının olduğu gün yine patlama ve yine işçi cinayetleri. İş cinayetleri öyle bir hal aldı ki hemen her an her yerden işçi ölümlerini duymak artık olağan hale geldi. Bilinebilen iş cinayetleri Ocak: 62 işçi, Şubat: 42 işçi, Mart: 59 işçi, Nisan ayı ilk 13 gün: 39 işçi. Son 104 günde 202 işçi öldü. Bunlar sadece basına yansıyan ve yansımış bilgilerin bu konuda çalışma yapan sendikalara ulaşmış hali. Yoksa iş cinayetlerine kurban gitmiş işçi sayısı bunlardan çok fazla. 286
Bu ülkede hemen her şeyin bilgisi devlet kanalıyla tutulur. Sadece emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin ne durumda olduklarının bilgisi tutulmaz. Ya da tutulsa bile her zaman devletin gizli bilgileri arasında "asayiş" başlığı altında tutulur. İşçilerin çalışırken iş cinayetine kurban gitmesi kısa süreç içinde konuya müdahil olabilecek ve önlem alabilecek durumda olanlarca önemsenmeyecek. Devlet, işçi çalıştıran kurumlar ve kişiler bu konuda parmaklarını bile oynatmayacaklar. Hükümet geçenlerde teşvik paketi açıkladı. Teşvik paketinin içinden büyük sermeyedarların teşviğinden başka bir şey çıkmadı. Aynı zamanda teşvik paketinin içinden büyük sermayedarların çalıştırdıkları işçiler yüzünden zaten minimuma inmiş yükümlülüklerinden kurtulmaları da çıktı. İşçinin en zorunlu sigorta vb masrafından dahi kaçınanların işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili "masraflara" gireceğini beklemek tam bir saflık olacaktır. İşçi cinayetlerini sürdürmekte kararlı bir devlet ve patronlar egemenliği güçlenerek sürmekte.
Torba davalar serisi sürmekte en son torba davalardan biri olarak 28 Şubat post modern darbesinde rol alanların gözaltına alınması gündeme geldi. 28 Şubat post modern darbesi ve uygulamaları yargılanması gereken "suçlarla" dolu. Ancak bu yargılamanın da topluma yönelik bir baskılama ve sindirme operasyonu işlevi taşıyacağı daha ilk günden ortaya çıkmaya başladı. AKP eliyle darbe yapanların smedya ayağını oluşturanlar şimdiden bu davanın ne yöne doğru geliştirilmesi gerektiğini yazmaya başladılar ve medya içinde yanı başlarında yazan gazeteci arkadaşlarını ihbar etme kervanına katıldılar. Evleriniz başlarınıza yıkılacak. Bu bir yasal durum haline getirildi. Eviniz iş yeriniz nerde olursa olsun sadece AKP eliyle darbe yapanların iştahını kabartan bir yerdeyse evinizi "yasal" olarak başınıza yıkabilecekler ve size evinize "benzer" bir evi tekrardan satacaklar. Deprem riskiyle yaşanan bir ülkede bu konuda alınacak önlemler bellidir. Bunu yıllardır bilim insanları anlatıyor çareler gösteriyorlar. Ancak gösterdikleri çarelerin hiç de bir rant yağmasına neden olmayacağını da biliyorlar. AKP eliyle darbe yapanlar tıpkı 12 Eylül 1980 darbesini yapanların ülkede birçok yeri yağmalamaları gibi yağmalamaya giriştiler. Evini bu utanmaz yağmadan koruyabilen şanslı olacak.
Hukuk farklı biçimde işlemeye devam ediyor Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Deniz Feneri soruşturmasında yargılanan tüm dernek yetkilileri hakkında takipsizlik kararı verdi. Artık Deniz Feneriyle ilgili ne teşekküllü bir suç ne de bir dolandırıcılık yargı konusu olamayacak. Hemen her şeyde bir "örgüt" bulan "özel yetkili soruşturma ve yargılamalar" tıpkı Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi Deniz Feneri olayında da bir örgüt bulamadı. Mesela facebookta paylaşım yaptıkları için insanlar şu an tutuklu ele geçen mause ve klavyeleri "silah" sayıldı ve silahlı örgüt olarak yargı konusu yapılıyorlar da Hrant'ın katilleri örgüt suçundan aklanıyor veya dolandırıcılıkları Alman yargısı tarafından sabit bulunmuş Deniz Feneri davasında örgüt bulunamıyor. Hukuk şekli olarak bile değerini kaybetmiş bunun ilanını görüyoruz. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Erzurum'da katıldığı bir toplantıda "Dağdakiler domuzla besleniyor" diyerek görevini "İslami usullere" uygun mücadele haline getiriyor. Herkes dine tam da onların bildiği ve inandığı biçimde inanmazsa suçlu olacak demeye çalışıyor. Uzun yılların "kara dilidir" insanların dini, geleneksel inançlarını düşmanlıklar yaratmak için kullanmak bu artık pervasızca yapılıyor. Dinden çıkanlar katledilmeyi hak eder mantığı artık ortalık yerde devlet yetkililerince söylenip savunuluyor.
Suriye'de Annan planı çerçevesinde ateşkes yapıldı ve üstünden bir kaç saat geçmeden medyada dezenformatik yayın başladı. 7 kişi öldü 15 kişi öldürüldü vb haberleri hemen devlet destekli medyada yer almaya başladı. Bu haberlerin kanıtı diye kimsenin de sormasına izin vermemeye de kararlılar. Suriye'ye yönelik bir savaş açılmasını isteyenler ortalıkta cirit atıyor. Hesaplar yapılıyor Suriye'ye girilirse savaşta şu kadar kazanırız diyenler bunu artık açıkça dile getiriyorlar. Tam bir yağmacılık dizginsiz ortalıkta geziyor. Barış diyenlere ise devlet gözünde suçlu olarak görülmeye devam ediyor. NATO desteğini isteyen Türkiye bunu da aldığını medyada ilan ediyor. Kanlı bir dönemin kapılarını açmak için her şey yapılıyor. Karanlıklar içinde darbe dönemi yaşatılmaya çalışılıyor. Darbeciler iktidarda. Her tür meşruiyetini aslında yitirmiş yasa, kural tanımayan bir darbeci güruhu iktidarda. Darbeciliğin kuralı olan geçmişte yönetimde yer alıp hala gücü olanların gücünü kırmak için hapishanelere doldurmak. Bu konuda "yasa adı altında" hukuk dışı her uygulamayı kitabına uyduracak düzenlemeler yapmak. Bunlar işliyor. Darbecilere karşı duranlar ise bu ülkedaki darbeler tarihinde görünmemiş biçimde direngen ve güçlüler. AKP eliyle darbe yapanların yüzsüzlüğü karşısında sürekli daha güçlü direnişler ortaya çıkıyor. Darbeciler yetemediği için bu direnişlere müdahalede eksik kalabiliyor yoksa her tür direnişi kanla, boğmaya dünden hazırlar. Direniş sürüyor AKP eliyle darbe yapanlara karşı direnişin sürmesinin yetmeyeceği ve direniş güçlerinin birleşerek mücadele edeceği dönem hızla geliyor Birleşik direniş gücü bu yüzsüzleşmiş darbecileri yıkacak yegane güç olarak yakın zamanda ortaya çıkacaktır... (13 Nisan 2012) 290
Açlık Grevleri ve Sessizlikle Kuşatılmak! Sessiz olmayı pek beceremeyen bir toplumda yaşıyoruz. Hemen her şeye karşı söyleyeceği olan ve bunu söylemeyi de gurur meselesi yapıp mutlaka söyleyen bir kültürel yapı var. Dinlemeyi değil de söylemeyi seven ve bunda da kendisini sonuna kadar haklı gören bir kültürel özellik. Söylemeyi ise yaygın olarak kendisine eşit gördüklerine veya kendisinden güçsüz gördüklerine yönelten bir toplumsal algılayış egemen. Kendisinden güçlü olduğunu düşündüğü karşısında ise söylemek yerine en iyi ihtimalle “söylenmeyi” tercih eden veya susukunlukla geçiştiren bir toplumsal algılayış. Kendisine eşit veya kendinden güçsüz gördüğü karşısında susmayı beceremeyen algılayış, kendinden güçlü karşısında suskun ve sessiz kalmayı beceri saymaktadır. Bu kadar çok söylemeyi, söylenmeyi seven toplumsal algılayış bazı konularda tam bir sessizliğe bürünüvermektedir. Hemen hiçbir şey söylememeyi bu "hassas" konularda becerebilmek de, hatta duymamayı ve görmemeyi 291
de bu sessizliğine bilinçli olarak eklemektedir. Mesela gözaltında kayıplar konusu bunlardan biridir. Amerikan filmlerinde veya dizilerinde sıkça karşısına çıkan “seri katiller” hakkında fikri olup bolca konuşanlar gözaltında kayıplarla “seri cinayetler işleyen devlet görevlileri” karşısında sessizliğe bürünüvermektedir. Devlet destekli seri cinayetler işlemiş “seri katiller” ortalıkta hala rahatça gezmekte ve onlar hakkında söylenen hiçbir şeyi yapılan hiçbir girişimi görmemeyi becerebilmektedirler. Ya da 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş” operasyonuyla insanlar katledilirken derin bir sessizliğe bürünmüş olanlar bu konudaki sessizliklerini hala sürdürmekte hiçbir mahsur görmemektedirler. Toplumsal sessizlik hangi konuda varsa orada güçlülerin bir suç işleyişi vardır. Sistemin ses veren araçları olan medya, partiler, toplum kuruluşları, “okumuş yazmışları” vb. hangi konuda sessizliğe bürünmüşse o konuda büyük bir suç işlenmeye devam edildiği görülmektedir. Yaklaşık 50 gündür 1500 civarında insan açlık grevi yapmaktadır. Tecrit koşulları düzeltilsin ve Kürt halkına yönelik saldırgan politikalar yerine barışçıl politikalar devreye sokulsun diye. Sessizlik derindir, sadece Kürt hareketi ve sosyalistler bu konuya ses olmaktadır. Diğer her kesim derin sessizlikleriyle yaşamaya devam etmekte ve görmeyip, duymayıp, söylememeyi tercih etmektedir. Açlık grevindeki insanların bazılarında kalıcı olabilecek fiziksel hasarlar ortaya çıkmıştır. Bu
sessizliğin kırılması için yeterli sayılmamakta, ölümler dizisi beklenmektedir. Vicdanları kararmış sessizlerin, vicdanlarının uyanması veya “bizde de vicdan var” diyebilmeleri için ise ölüm değil ölümler zinciri bile yeterli olmayacak gibi durmaktadır. Açlık grevleri insani bir sıkışmışlığın göstergesidir. Yapabileceklerini yapıp en son her şeyini yaşamını pasif anlamda ortaya koymaktır. Sessizlikle kuşatılmış insani sıkışmışlık kendi iç sesini yaratmaktadır. İnsani direncin sürdüğü açlık grevlerini ve onların taleplerini duymak gereklidir. İnsanlığı kuşatılmış bir toplumsal yapının faşizmin uygulamalarına alışmış davranışları aslında bir korkunun ve güçsüzlüğe itilmişliğin göstergesidir. Örgütlenemeyen, örgütlenmeye çalışanları yalnız bırakan herkes faşizme teslim oluşun simgesidir. Faşizme karşı gelişen toplumsal direnç kendi yolunda yürürken bu direnişi sessizlikle karşılayanların toplumsal hayattan dışlanmışlıkları kalıcılaşacaktır. Sadece kendi çıkarını düşünen “tuhaf yaratıklar” olmaya devam etmemek için güçlü olanlar karşısında sessizce yaşamaktan kurtulmak gerekir. (11 Nisan 2012)
Öğretmen İntiharları, İşçi Ölümleri, Teşvik Paketi! Ataması yapılmayan iki öğretmen intihar etti. Hilal Uzunkaya kendisini balkondan atarak, Mustafa Kaya ise kravatıyla kendini asarak öldüler. Bu intiharlarla birlikte ataması yapılmadığı için intihar eden öğretmen sayısı 26'ya ulaştı. İşçilerin ölümleri ise sürüyor Tuzla tersanesinden işlerin yavaşlaması nedeniyle can kaybı haberi gelmiyordu. Daha dün iki işçi "iş kazasında" öldü ve 7 işçi ağır yaralandı. Tuzla tersanesinde işler açılmaya başlamış, bunun ilk göstergesi ise ölümlerle ortaya çıktı. Tuzla tersanesindeki ölümler sadece işlerin olmaması ve yavaşlaması yani çalışılmadığı için durmuş bu ortaya tekrardan çıktı. İşçilerin iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili hiçbir şey yapılmamış. Ortalama her ay 89 işçi iş cinayetlerine kurban gidiyor. YGS sınavının getirdiği stres yüzünden öğrenciler ölmeye devam ediyor. 294
Mevsimlik tarım işçileri yakında yollara düşerler, onlardan da bolca ölüm haberleri geleceği beklenmekte. Bu durum devlet nezdinde başbakan Erdoğan'ın dediği gibi "işin kaderi" olarak görülmeye devam edecek. Eskişehir'de maden ocağı göçtü işçiler öldü. Bankaların kredi ve kredi kartı tuzağına yakalanmış milyonlar hayatı sadece kendi etraflarında dönen bir kabus olarak yaşamaya devam ediyorlar. Taşeron işçileri tüm güvencesizliklerine rağmen hayatlarını devam ettirebildikleri işlerinden atılmanın getirdiği sorunlarla baş etmeye çalışıyorlar. Bir parça örgütlenebilen taşeron işçileri ise direniş çadırı kurarak haklarını aramaya çalışıyor. Billurtuz işçileri direnmeye devam ediyor direnişleri 100. güne yaklaştı. Birçok fabrika ve iş yerinde işçiler kölelik koşullarının ağırlaştırılmasını kabul etmekle direniş seçeneği arasındalar.
İntihar Eden Öğretmen Hilal Uzunkaya
295
Köylüler ise ürün hasatlarının nasıl ellerinden yağmalanacağını bekliyorlar. Bu yılda geçen yıllardaki gibi her ürünleri yok pahasına gidecek kadar değersizleştirilecek mi? Diğer yandan ise farklı bir ülke tablosu ortaya dökülüyor. Hükümet yeni "teşvik paketini" açtı. Ortaya "sermayenin" koruması kollanması ve daha da semirtilmesi için bir tablo konuldu. Hemen her alanda belirli miktarın üstünde sermayesi olanların (büyük sermayedarların) yeni olanaklara kavuştuğu bir teşvik. Daha çok sömürü, daha çok yağma. Sermaye miktarı palazlanmışlık boyutlarına ulaşanlara ülkenin her yerinde yağma yapma olanağı yasal zeminlere kavuşturuldu. Çıkışsız bir hale sokulan emekçiler, yoksullar bu ülkede çoğunluğu oluşturuyor. Yağmayla varlık bulan kesimler ise küçük bir azınlık. Ancak bu azınlık ülkenin kaderini yönlendirecek mekanizmaların da sahibi. İstediklerini yapıyorlar. Öyle ki ortağı olduğu şirket suça karışmış bakanlar gayet rahatlar. Hiçbir soruşturma ve durumun ne
olduğunu ortaya çıkaracak girişim nasıl olsa yapılamıyor. AKP eliyle bir darbe yapıldı. Bu darbenin içinde yer alanlar sadece AKP'liler değil askerler de, patronlar da, Amerika da bu darbenin mimarları arasında. Her darbede olduğu gibi bu darbede de egemenler yağma peşinde ve tam bir utanmazlıkla bunu yapmaya devam ediyorlar. Geniş halk kesimleri ise sadece hayatta kalmaya çalışıyor. Baskı ve şiddet geniş halk kesimlerine düşen pay oluyor. AKP eliyle yapılan darbeye direnen kesimler ise her tür yasal ve yasa dışı baskı altındalar. Her eylemleri bir yargı konusu, bir polis saldırısı konusu olmaya devam ediyor. Buna rağmen AKP eliyle yapılan darbeye karşı direniş büyüyor. Büyüyen direniş darbecilerin korkulu rüyası, daha saldırgan daha pervasız olmaya devam etmekten başka çare göremiyorlar. Ancak bu durumun yarattığı toplumsal gerilimin bir kırılmaya doğru gittiği de görülüyor. AKP eliyle darbe yapanlar uzun süre iktidarda kalamayacaklarını görmeye başladılar. Direniş sürdükçe iktidarda kalma süreleri kısalıyor. (6 Nisan 2012)
297
Kütahya, Emet'teki Linç Çeteleri Devlet İşi! Emet Kaymakamı Sefa Güler, okul inşaatında çalışan işçilerle onları linç etmeye çalışan faşist güruhun linç saldırıları hakkında gazetecilere yaptığı açıklamaya “Bu işçileri güvenli bir şekilde Kütahya'ya sevk ettik” diyerek başladı. Katliamlar ve linçler "olağanlaştırıldı" linç çeteleri oluşturmak ve onları lince sevk etmek ise bir “devlet geleneği” olarak hala canlı bir uygulama. Yaratılan ırkçılık atmosferi içinde faşizmin baskılarıyla “düşünmek yerine” sadece güçlünün yanında olmayı “vatandaşlık uyanıklığı sanan” bir güruh her zaman beslendi ve yedek bir “toplumsal güç” olarak tutuldu. Linç çeteleri oluşturmak ve linçle “siyaset yapmak” geleneği Osmanlı’dan miras alındı ve daha yeni devlet kurulmadan bile bu linç uygulamasının faili oldu. 1921 yılında 298
Mustafa Suphi ve arkadaşları, Ankara’dan çekilen telgraflarla nasıl linç çeteleri toplanacağı talimatlarıyla “devlet görevlilerince” linç edildiler. Linç tarihi kabarıktır. Linç çeteleşmeleri olmadan yapamayan bir devlet geleneği vardır. 6-7 Eylül olayları, Maraş, Çorum, Sivas ve daha nice linç saldırısı. Devlet “siyaseten sıkıştığı” her yerde linçi bir siyasi kurtuluş olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Linç saldırılarına uğrayan ve uğrama riski taşıyan kesimler ise bu konuda “kurban” olmanın çaresizliğiyle ortada duruyorlar. Devletin geniş bir “illegal” örgütlenmesi var. Bu yaygın linç saldırıları da devletin “illegal” çete örgütlenmelerinin derinliğini göstermekte. Linç çeteleşmeleri ve saldırılarının her görüldüğü yerde bir “illegal” devlet görevlisinin varlığını aramak gerekmekte. İçinde devletin görevlilerinin olmadığı ırkçı linç saldırıları hemen hiç yoktur. Nerede bir linç saldırısı varsa orada mutlaka bir devlet görevlisi olduğu bilinmelidir.
Bu her aşaması bu ülkenin yasalarınca bile suç kabul edilen linç saldırıları karşısında devletin aldığı tutumla kanıtlanmaktadır. Kütahya’nın Emet ilçesinde yaşanan son faşist linç saldırısının ardından devlet görevlilerinin yaptığı açıklamalar bunu bir kez daha göstermektedir. “Emet Belediye Başkanı Mustafa Koca ilçede milli duygular ve vatanseverliğin ön planda olduğunu belirterek, bu hissiyatın istismar edilmeye çalışıldığını ileri sürdü.” Emet’te yapılan faşist linç saldırısını sadece “milli duygularıyla” hareket eden ve bunu “omuz atma kavgası” sonucu “milli duyguları kabaran” kişilerle açıklamak ve linç çeteleşmesi içinde yer alanları hiçbir şekilde “insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında” görmemek, Emet’teki linç saldırısının da diğer linç saldırıları gibi bir devlet tertibi olduğunu göstermektedir. Devletin “illegal” yapılanmasının derin kökleri var. Toplumun hemen her kesiminde devlete bağlı “muhbir, ajanlaştırılmış kişiler, yönlendirilebilir yarı resmi görevliler vb” sistemi işlemektedir. Sivas Katliamı sanıklarının 20 yıl boyunca “bulunmaması” bu yarı resmi devlet görevlilerinin varlığını göstermektedir. Sivas Katliamı sanıklarından “bulunamayanların” incelenmesi o kişiler üzerinden devletin derinliklerine uzanan bir ağın ortaya çıkmasına neden olacaktır. Devlet bu yüzden açığa çıkmış her “yarı resmi linççi kadrolarını” korumaktadır.
Linçin “milli duygular” içerisinde “galeyana gelen halk”la ilgisi yoktur. Bunu sürekli her linç ve linç girişimi ardından ortaya süren devlet ve onun basını aslında linçi meşrulaştırmakta ve yeni linçlerin ortamını hazırlamaktadır. Kütahya, Emet’te olayları başlatan ve körükleyenlerin devletle “ilişkileri” açığa çıkarılmalı ve yıllardır oluşturulan “devletin kul ve kölesi” yapılmak için insanlar üzerinde uygulanan uygulamaların kurbanı olan “linç çetelerinin yönlendirdiği “masum vatandaşlar” bu “yarı resmi devlet görevlilerinden” hesap sormalıdır. Emet’te “kandırılarak” linç çeteleşmesinin içine girenler bu linç saldırısını başlatanları ve körükleyenleri tanımalı ve onların birer “illegal” devlet görevlisi olduğunu bilmelidir.
Van ve Erciş’ten depremin yıkımıyla yerlerini yurtlarını “ekmek parası” için terk etmek zorunda kalan Kürt işçiler “illegal” devlet görevlilerin linç siyasetinin kurbanı yapılmak istenmiştir. Emet’te linç çeteleşmesini örgütleyen “illegal” devlet görevlileri depremin vurduğu bu insanlarla Emet’teki yoksulları karşı karşıya getirecek kadar vicdansız ve acımasız davranmışlardır. Emet Kaymakamı Güler yaptığı açıklamada “Bu 16 işçi, Van ve Erciş’teki deprem301
den sonra çalışmak için buraya geldi. İlçemize geldiklerinde güvenlik sorgulamalarını yapmıştık. Herhangi bir olumsuzlukla karşılaşılmadığı için işe başladılar.” Demesinin aslında bir polis devletinin sözcülüğü olduğunun farkında bile değildir. Bir yerden bir başka yere “ekmek parası” için gitmek zorunda kalan ve iş buldukları zaman çalışan insanların “güvenlik soruşturması” adı altında “fişlenmesi” uygulaması ancak bu kadar açıkça ilan edilebilir. Devletçe “Fişlenmiş” deprem mağduru Kürt işçileri, “illegal” devlet görevlileri tarafından “PKK bayrağı” açtıkları iddiasıyla kışkırtılan, ırkçılıkla zehirlenmiş Emetlilerce linç ettirilmek istenmiştir.
Linç geleneğinin son örneği hala linç kültürünün devletçe beslendiğinin ve körüklendiğinin ifadesidir. Devletin görevlilerince “linç çeteleşmesine” girmiş olanların bu insani kirlenmeden kurtulmaları için kendilerini linçe sürükleyen “illegal” devlet görevlilerini açığa çıkarmaları ve onlardan hesap sormaları gerekmektedir. Linçin yarattığı insani kirlilik ancak bu eyleme girişenlerden hesap sorulmasıyla temizlenebilir. 302
Karanlık devlet geleneği bu ülkede kurbanlar yaratmaya devam etmektedir. Faşizmin zehirlediği insanlar en akıl dışı yalanlarla yönlendirilebilmektedir. Dün Maraş’ta “Aleviler camiye bomba attı” diyerek insanları katledenlere inananlar, bugün Emet’te Kürt işçilerin “PKK bayrağı” açtıkları yalanına inanmaktadırlar. Devletin yarattığı faşist düşünce iklimine karşı çıkmadan ve ona karşı mücadele etmeden bu çocukları bile güldürecek yalanlarla insanları katledip, linç edecek ırkçı güruhlar hep olacaktır.
Devlet AKP eliyle yaptığı darbeye karşı çıkanlardan korkuyor. AKP ve darbeciler sokaklar da faşist uygulamalara karşı duranlardan çok korkuyor. Sivas davası sonrası basın açıklaması yapan insanlara Ankara’da hiçbir neden olmaksızın kimyasal bombalarla saldıran devlet, Kütahya, Emet’ten de Linç çeteleri aracılığıyla faşizme karşı koyan insanlara gözdağı vermek istemiştir. Her ne olursa olsun faşizme karşı direnileceği bu devleti yönetenlerce kabul edilemez bulunsa da direniş güçlenerek devam etmektedir. Her geçen gün AKP eliyle darbe yapanların yıprandığı ve direnenlerin güçlendiği görülmektedir. Şu önemli bir ayrıntı olarak belirtilmelidir. Sosyalistler unutmazlar, hiçbir şeyi unutmazlar. Sosyalistler başka siyasi akımlardan farklı olarak bilimsel dünya görüşüne sahiplerdir o yüzden unutmazlar. Ve devrimler ihanet edenleri de, halka zulüm edenleri de, linç çetelerini de affetmez. (14 Mart 2012) 303
İnternete Sansür Gerçeği Öldürmek İstiyorlar! Sansür Var mı Yok mu? Basında sansür var mı, yok mu sorusunu sormak bile abes. Basında sansür var hem de o boyutlardaki Uludere’de 34 insan öldürüldüğünde 12 saat tek bir şey söyletmeyen bir sansür. Ya da ülkede olan “gerçeğe” ait ne varsa görmezden gelinen bir sansür. Biliniyor insanlar bu sansürün elemelerinden kaçabilmek gerçek nedir diye öğrenmek için sosyal medyaya ve internetin olanaklarına yığıldı. Uzun zamandır gerçek sadece orada dile getirilebiliniyor. Elbette buna karşı da bir sansür işletiliyor. Hemen her ay binlere varan site kapatmaktan başlayan uygulamalar çeşitlenerek sürüyor. İnternette ve sosyal medyada söylenen paylaşılan her şey denetim ve gözetim altına alınmaya çalışılıyor. Gerçek nedir sorusuna verilecek yanıtı sadece iktidardakilerin istediği kadardırla sınırlamak istiyorlar. 304
İnternette ülkede yaşanan gerçekleri insanlar erişebildikleri kadar paylaşıp bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Gerçeğin hayatın temel dinamiği olduğunu bilen herkeste oradan yararlanmaya çalışıyor. Şuan dava konusu olan Genelkurmayın emriyle kurulmuş “kara propaganda” yapmakla suçlanan internet siteleri konusu var. Bu siteler devlet kademesinde edinilen mevki ve yetkilerle yapılan hukuksuzluğun bir sonucuydu. Şimdi aynı hukuksuzluk dolu dizgin sürdürülüyor. Hem de en ağır biçimde. İnternetin hemen her alanına yerleşmiş gönüllü muhbirler ağıyla sosyal medyada olanları denetleyip cezalar yağdırmak olağan bir duruma getirilmek isteniyor. Kim ki iktidarın yaptıklarını eleştiriyorsa, kim ki iktidara karşıysa bunu nerede dile getirirse getirsin iktidarın hışmına uğratılmak isteniyor. İnternet sansüründe filtrelerden başlanarak gelişen sansür uygulamaları sürüyor. İktidarın yaptığı hukuksuzluklar zincirine karşı olan ve bunu dile getirip bir şey yapmaya çalışanların internet üzerindeki var oluşlarına saldırılar artarak sürüyor.
Bizlere dayatılan bir yaşam sınırlaması var. Bu şekilde davranacaksın, şu şekilde konuşabilirsin diyen bir sınırlama. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi şefi Kenan Evren “düşünce özgürlüğü var kimin ne düşündüğünü nerden bilelim istediğini düşünür” diyerek faşizmin düşünce özgürlüğünün sınırlarını çizmişti. Hiçbir şey yapmayan hiçbir şey söylemeyen bir özgürlük sınırıydı bu. Şu an iktidardaki AKP eliyle darbe yapanların düşünce özgürlüğü sınırları da 12 Eylül Darbe şefi Kenan Evren’in çizdiği sınırlardadır. “İleri demokrasi” diyerek tam bir cehennem yaratanlar insanların son sığınaklarından biri olan internetteki gerçeği de yok etmek için uğraşmaktadırlar. Sosyalist hacker grubu RedHack geçende bazı belgeler açıkladı. Açıkladığı belgeler bir muhbir ağının nasıl oluşturulup işlediğini göstermekte. Muhbir ağı internet üzerinde uygulanan sansürün önemli bir ayağını oluşturmaya başlamış bu da görülmekte. Sosyal medyada söylenen her şey eğer otomatik filtrelere takılmıyorsa bu muhbirlere takılacak gibi görünüyor. Sansür iktidarın istekleri ve düşünce biçimine uygun olmayan fikirlere uygulanır. Eğer iktidarın söyledikleri ve yaptıklarına karşı fikir beyanı ve eylem varsa ve bunlar bastırılmayıp doğal bulunuyorsa orada sansür yoktur. İ k t i d a r ı n düşündüklerine yaptıklarına karşı koyanlara baskı, sindirme ve yasaklama varsa
orada sansür vardır. Şu an hayatın her alanı sansürlenmek istenmektedir. Sadece kendileri gibi olanlara hayat hakkı tanınacağı sürekli olarak ilan edilmektedir. Sansürcü uygulamalar internet üzerinde de yaygınlaştırılmaya devam ediyor. Sosyal medyada yer alan her şey ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Gerçeği cesaretle açıklayan her internet sitesi “kılıfına uydurularak” kapatılmaya çalışılıyor. Gerçeği söyleyen her ses kesilmek isteniyor. Gerçek öldürülmek isteniyor. Osmanlıdan gelen emir kipiyle "tiz kapatın" nidaları her internet sitesi için geçerli hale geldi. Gerçek diyenlerin, karanlık kuytuluklarda muhbirlik yapanları açığa çıkaranların sesi kesilmek isteniyor. Gerçek cesaretle direngenlikle yolunda yürümeye çalışıyor. İnternet sansür yasaları, genelgeleri, emirleri ne olursa olsun gerçeğe giden yol kapatılmaya çalışıldıkça tüm engellemelere rağmen dirençle gerçeği ortaya çıkaranlar olacaktır. (27 Şubat 2012)
Taksim'de Hocalı Katliamı'nı Bahane Eden Faşist Sürü! Sosyalizm yıkıldı diye en çok sevinç çığlıkları atanlar “sağ” politikacılar ve onların peşinden gidenler oldu. Çığlık çığlığa sosyalizmin yenilgisini kutladılar. Sosyalizmin adının bile insanlığı katliamlardan koruduğunu unuttular. Ardından katliamlar dizisi ve insanlığın yeni yağması geldi. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki katliama varan savaşta Hocalı katliamı da yaşandı. Sosyalizmin halkların kardeşliği demek olduğunu bilerek ona düşman olanlar bu kez katliamda kanı dökülenlerin kanını içmek için ortalığa döküldüler. Taksim’de günler önceden duyurulan bir yürüyüş yapılıyor. Yürüyüş öncesi yapılan duyurular ilanlar hemen her yere ulaştırıldı. Devlet destekli bir yürüyüş organize edildi. Taksim’e devletin çağırabileceği her türden gerici ve faşist koştu. Nefret, ırkçılık ve kan isteklerinin devletin gözetimi ve desteği altında ortalığa saçılacağı gündü. 308
Sosyalizmin yenilgisine sevinerek kan isteyenler kan bulmuştu. Katliamlarda dökülen kanları içmek için her sene nefret ayinleri düzenlendi. Bu yıl da nefret ayini Taksim Meydanı’ndaydı. Her türden devlet destekli gerici ve faşist ortalığa çıkınca insanlık dışı her tür davranışta ortalığa saçıldı. Bir yanda işçi sendikası olduğu iddiasındaki Hak-İş “Hepiniz Ermenisiniz Hepiniz P..içsiniz” sloganları atarken, diğer yanda “ülkücü” takımı Hrant Dink’in katilini yücelten “Bozkurt Ogün, bozkurt Çatlı” sloganları atıyorlar. Kurumlara ait mehteran yürüyüşe tam takım katılıyor. Yürüyüşte olası bir yasadışı duruma müdahale etmek için orada bulunan polis birlikleri yürüyüş kolunda yer alıyor. Bunlar yetmez bir de İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin bir konuşma yapıyor. “Bize bizden başka dost olmaz” diyen, “Türk’e düşman olanlar” diyen, “Bu meydan (Taksim) çok miting gördü ama bu miting bu meydanı hak edenleri görüyor” diyen. Neresinden bakılırsa bakılsın İdris Naim Şahin “kendilerinden olmayanlara karşı rövaşist bir ruh haliyle Taksim konuşmasını yaptı. Bu konuşmadan da anlaşılıyor ki Taksim'deki bu faşist kan içme ayinini devlet düzenliyor.
“Kan aktı için ve kudurun sizin damarlarınızda 6-7 Eylül yağması ve linçi var. Sizin damarlarınızda Maraş katliamı, Çorum Katliamı, Sivas Katliamı var.” Taksim'e devletin zorlayarak topladığı kalabalıkta bu ruh hali uyandırılmak isteniyor. Kimileri ortalık yerde “Agos’a yürüyelim”, kimileri “Tarlabaşı’na BDP’ye yürüyelim” linç edelim diyor. Taksim’e gelenlerin orada gün boyu kalması ve yürüyüşün geceye sarkması için her şey yapılıyor. TRT Taksim’den canlı yayın yapıyor ve yürüyüşün geceye sarkacağını ilan ediyor. Bunda da hiçbir sorun görülmüyor.
Bir katliam çağrısına dönüştürülen Taksim faşist linç histerisi yürüyüşü sürüyor. Katliam diyenler, katliam yapmak istiyor. Hocalı katliamında, Taksim’e çıkan faşist höykürüşü yaratan zihniyetin birçok katkısı var. Kendi kardeşini katlettirmek için savaş kışkırtıcılığı yapan faşist zihniyet o katliamda akan kanı içmek için yürüyüş düzenliyor. 310
Bu faşist yürüyüşü tertipleyen devlet güçleri 19 Ocak’taki Hrant Dink Anma Yürüyüşü’ne karşı bu faşist höykürüşü rövanş gibi görüyorlar. Bu ülkenin yasalarına göre bile suç olan her şey Taksim’de ortalıkta rahatça sergileniyor. Cinayet ve katliam çağrıları yapanlara karşı Ankara’da Azerilerin gerçek sesi zayıfta olsa duyuluyor “Yaşasın Halkların Kardeşliği” diyen Azerbaycanlı sosyalistler bir anma düzenlediler. İnsanlığın umudu bu ülkede bu kadar zayıf mı? Faşizm koşullarında yaşanan ülkede evet bu kadar zayıf ama bir o kadar da güçlü bir ses oluyor. Faşizmin ortalık yerde gövde gösterisi düzenleyip bu ülkenin onurlu, namuslu insanlarına barış, kardeşlik istemeyin yoksa linç ederiz tehdidine boyun eğilmeyecek. Faşizmin yeni uygulayıcıları ne yaparlarsa yapsınlar bu ülkede direniş bitmeyecek ve faşizmi mutlaka yenecek. Faşizme karşı büyüyen bir direniş var. Direniş, faşizmin her tür kirli saldırısına rağmen durdurulamayan bir güç biriktirmekte. Ne gözaltılar, ne tecrit, ne işçi haklarının yok edilmesi ne de linç saldırıları ve tehditleri artık bu direnişin güçlenmesini önleyemez. (26 Şubat 2012)
MİT Krizi, Darbecilerin Krizi! Özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve emekli 4 MİT mensubunu “şüpheli” olarak ifadeye çağırması ile gündeme gelen ve cemaate yakın olduğu ileri sürülen polis şeflerinin görevden alınması ve ardından her tür olayı "şık" gösterme gayretlerinin ortadan kalktığı bir süreç yaşandı ve hala da yaşanıyor. Mecliste, MİT vb bir grubun artık sadece Başbakanlık izniyle yasal soruşturmaya konu olabileceğine dair kanun görüşülüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu "Başbakan kendine bağlı çete oluşturuyor" diyerek durumun aldığı dizginsizliğe işaret etmek zorunda kalıyor. AKP eliyle bir darbe yapıldı. Hazırlıkları önceden yapılmış darbe, 12 Haziran 2011 seçimleriyle "meşruiyet" kazanmış sayıldı. Tıpkı 12 Eylül darbesinden sonra yapılan anayasa 312
oylamasında alınan %93 evet oyunun darbeyi onay sayılması gibi bir seçim sonucuydu bu. Bu yeni darbe ne 12 Eylül 1980 ne de daha önce yapılan diğer darbeler gibi bir darbe değil. Her darbe kendi çıkar gruplarıyla birleşerek darbe yapar. AKP eliyle yapılan darbe de çıkar gruplarının birleştiği bir darbedir. Hangi taraflar vardır bu darbenin içinde. Askerler bu darbenin içindedir. Hem de tam merkezindedirler. Askerler darbeci geleneğin getirdiği anlayışla bu yeni darbenin içinde yer almakta bütünlük gösteremediler ve ayrıştılar. Ayrışanlar istifa etme yolunu seçti. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının istifası ve ardından Jandarmanın başındaki Necdet Özel'in Genelkurmay başkanı yapılması bu ayrışmanın doğal sonucudur. Şu an da yaşanan MİT krizi olarak adlandırılan olay aslında darbecilerin iç hesaplaşmasının devamıdır. Tıpkı Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının istifası gibi bir hesaplaşma yaşanmakta. AKP eliyle yapılan darbenin önemli bir çıkar kesimi Fethullah Gülen cemaati. Darbeyi hazırlayan şartlarda da darbenin uygulanmasında da önemli payları var. Medya güçlerinden, ekonomik güçlerine, uluslararası bağlantılarından, ulaşabildikleri her alana bu darbenin oluşturulmasında ve uygulanmasına her tür gayreti gösterdiler.
Darbeyi yapan güçler bilirler ki iktidara mahkumlardır. Yani ne olursa olsun iktidarda kalmalıdırlar. Darbeciler iktidardan düşerse yargılanırlar, cezalandırılırlar ve tüm etkilerini, güçlerini kaybederler. O yüzden AKP eliyle darbe yapanlar ve bu darbeye çıkar ilişkisiyle varoluşları bağlı olanlar MİT krizi olayında ilk şaşkınlıkları geçince durumun darbeci klikler arasında konumlanmakla ilgili değil varoluş sorunu olduğunu gördüler. AKP eliyle yapılan darbenin kalemşörlerinden Star’dan Fehmi Koru, Zaman’dan Ali Bulaç’tan sonra bugün de Yeni Şafak’ta Yasin Doğan takma adıyla yazan Başbakan’ın danışmanı ve AKP Milletvekili Yalçın Akdoğan, “AK Parti Gülen çatışması yok. Menfaat değil ideal birlikteliğiyle oluşan kardeşliğe kimse helal getiremez" diye yazdı. Bunları yazmak zorunda kalmaları darbecilerin önemli bir sarsıntı geçirdiğine işaret etmekte. Darbeciler, MİT krizinin var olan kanunlar çerçevesinde doğal akışında giderse yıkılacaklarını ve darbeci olarak "suçlu" konuma geleceklerini düşündüler. Çok korktular, o kadar ki ilk bir kaç günü hemen her konuda söyleyecek bir şeyi olanlar ancak sessizlikle geçirebildi. Bu korku Başbakan'da ise had safhada kendini gösterdi. MİT krizi çıktığından bu yana tek laf etmeyen Başbakan tuhaf bir biçimde "ikinci kez ameliyat oldu" ve sessizliğine "haklı" bir gerekçe yaratmak zorunda kaldı.
Başbakanın ikinci ameliyatı darbeciler arasındaki çıkar çatışmasında "anlaşalım, çatışmayalım" anlayışının gelişmesi için fırsat sayıldı. Hemen darbecilerin destekçisi medya buna sarıldı ve kulislerde, 2.5 ay aradan sonra yeniden ameliyat olan Başbakan Erdoğan için Fethullah Gülen’in “geçmiş olsun” mesajı yayınlaması ve “acil şifa” dilemesi sonrası “aradaki buzları eritilmesi için” her iki tarafın harekete geçtiği yayılmaya başlandı. Fethullah Gülen’in, ”Yaptığı hizmetlerle milletimizin medarı iftiharı haline gelmiş Başbakan'ımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını, görevinin başına yepyeni bir dinamizmle geçmesini Cenâb-ı Erhamürrâhimîn'den niyaz eder, kendisine acil şifalar temenni ederim” mesajının Zaman’da yayınlaması sonrası bugün de Yeni Şafak’ın “Bu oyun tutmaz” manşeti ile Akdoğan’ın yazısını manşete taşımasının bu yönde atılmış önemli bir adım olduğu belirtiliyor.
315
Akdoğan,"Her türlü oyunun farkındayız..." başlığını attığı ve gazetenin manşetinden "Bu oyun bozulur" başlığıyla duyurulan yazısında, iki yapı arasında bir çatışma yaşanmadığını ve yaşanmayacağını belirtti. Akdoğan, "İki farklı kulvarda hareket eden bu yapılar arasında güç ve iktidar çekişmesi yaşanmasını murad edenler yine hayal kırıklığına uğrayacaktır. Samimiyet her türlü oyunu bozar. Menfaat değil ideal birlikteliğiyle oluşan kardeşliğe kimse helal getiremez" dedi. "Menfaat değil ideal kardeşliği" kavramı kullanılmak zorunda kalındı. Her darbe, darbeye katılan herkes için bir yağma ve fırsattan faydalanma olarak işler. AKP eliyle yapılan darbede bu şekilde işlemektedir. Bu darbenin kalemşörleri şunu söylemektedir. Bir müddet yağmayı ikinci plana atın "ideal kardeşliği" yapın yoksa iktidardan gideceğiz. Her darbenin ömrü vardır. Bu darbenin ömrü ise direnişle belirlenmektedir. AKP eliyle yapılan darbeye direniş daha önceki 12 mart, 12 eylül vb darbelerine olan direnişten daha güçlüdür. AKP eliyle yapılan darbeye teslim olanlar oldu. Başta CHP, olmak üzere darbeye yılgınlıkla teslim olanlar
günü kurtarma ve yakın gelecekte yıkılacak darbecilerden sonra "kahraman kesilmek" için oyun oynamaktan öteye gidemiyorlar. Darbeye direniş güçleri ne kadar az da olsa sosyalistlerden, Kürdlerden ve emekçilerden geliyor. Yapılan her gösteri, her direniş, her miting, her eylem darbecilerin dünyasını karartıyor. AKP eliyle yapılan darbenin hemen tüm dikkatini 12 Haziran seçimlerinden bu yana sadece bu kesimlere yöneltmek zorunda kalması da bunun göstergesi. Darbecilere karşı direniş sürdükçe ve ısrarlı oldukça darbecileri o pamuk ipliğine bağlı "meşruiyetleri" daha çok yıpranıyor ve iktidarda kalmakta zorlanıyorlar. Darbecilerin iktidarda kalmak için köşeye sıkışması sürüyor. AKP eliyle darbe yapanlar bunu görüyor ve Ortadoğu da bir "savaş hali" yaratmaya oynuyorlar. Şu an AKP ve darbecilerin akıllarındaki tek kurtuluş yolu bir "savaş hali" yaratıp ülkeye "savaştayız" diyerek dayatmalarda bulunmak. Darbecilere direnmek önemlidir. İnsan olmanın bir mecburiyetidir. Görsel ve yazılı medyada bas bas bağırarak "tekrar darbe olursa ilk önce tankların karşısına ben çıkarım" diye bağıran düzenin yanaşmalarına söyleyelim darbe yapıldı ve ilerlemektedir. Tank Özel Yetkili Mahkemelerdir onun karşısında duranlar darbe tanklarının karşısında duranlardır. Darbenin silahları her tür demokratik hak arama girişimine saldıran kolluk kuvvetleridir. Her tür demokratik hakkı ısrarla aramak darbenin silahlarına karşı koymaktır. Kürdler, sosyalistler, devrimciler, komünistler, hayatın her alanında AKP eliyle yapılan darbeye direniyor. Her türlü darbeci saldırganlığı da göze alarak direnenlere katılmayanların yakın gelecekte yıkılacak darbecilerin yargılanmasında, darbe destekçisi olarak anılacakları günler geliyor. (15 Şubat 2012) 317
MİT, SAVCILIK, AKP, Darbeye Direnin Yıkılacaklar! İktidar sahipleri arasında itiş kakış olunca ortalık toz duman olur ve hemen "çimenler ezilir". Özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya'nın hiç kimseye "haber vermeden" başlatığı KCK soruşturmasını genişletme çalışması iktidarın nasıl bir mekanizmayla işlediğini bir kez daha ortaya çıkardı. Bir dizi yorum yapıldı, devlet içinde cemaatçi ve AKP'ci iki ayrı devlet olduğundan tutun artık iktidar sahiplerinin muhalefeti bastırdığı için kendi içinde çatıştığına kadar. MİT müsteşarı Hakan Fidan, Eski MİT Müsteşarı Emre Taner, yardımcısı Afet Güneş ve MİT görevlileri Yaşar Yıldırım ile Hüseyin Kuzuoğlu haklarında başlatılan soruşturma tam bir "ayağa düşme" hali olarak başladı ve 318
öyle de devam etmekte. Bir yanda bu soruşturma özel yetkili mahkemelerin polisin bir uzantısı olarak çalıştığını ortaya koydu. ki soruşturmadan rahatsız olan AKP hemen Emniyet Müdürlüğü'nden konuyla ilgili Şube Müdürlerini görevden aldı. (alt kademelerde kimler gitti, kimler gidici ortaya bile çıkmadı) Savcılığın ifadeye çağırdığı MİT görevlileri yasaları hiçe sayarak bu davete uymadı. Savcı da hemen yakalama kararları çıkardı o yetmedi yakalama kararları çıkarttığı MİT görevlilerinin konutlarında arama emri verdi. MİT görevlileri basına haber vererek Cumhurbaşkanı ve Başbakanla ile görüştü. Başbakanın sağlık sorunları nüksetti bu konuda sessiz kaldı. Cumhurbaşkanı ortaya "cesur" bir arabulucu olarak çıktı. Yeni bir adım olarak savcı Sadrettin Sarıkaya görevden alındı. Hükumet bir yol kazasına oynuyor. Yaptıklarım yapacaklarım sorgulanamaz, sorgulatmam diyor ve bunu gereğini "ayağa düşerek" yerine getiriyor. Her şey açık ve net yasalar hukuk sadece istediğim biçimde uygulanır demenin en açık örneği ortaya dökülüyor.
319
AKP 12 Haziran seçimlerini ortak olduğu darbenin "onaylatılması" olarak gördü. AKP eliyle bir darbe yapıldı darbeciler tam bir takım olarak o günden bu yana darbe kurallarına göre davranıyorlar. Bir tarafta kişisel çıkarların yağması dizginsizce yürüyor diğer tarafta darbeye karşı koyabilecek onun gayrı-meşru oluşunu ortaya çıkaracak herkes baskı altına alınıyor. Bu ülkenin darbe geleneğinin her zamanki kuralları işliyor. Yalnız bu kez diğer darbelerden çok farklı olan bir şey de oluyor. Darbeye karşı koyanlar var ve bu kez ne olursa olsun karşı koyacağız diyen kararlı bir kesim durmuyor her çeşit direnişi harekete geçirmeye devam ediyor. Darbecilerin ummadıkları bir direnç var. Darbecilerin ellerindeki güçlerle baskılamakta yetersiz kaldığı bir direnme alanı var. Daha geniş katılımlı ve daha dirençli bir direniş. MİT'in KCK'dan sorgulanması, KCK soruşturmasında gelinen saçmalığa bir kez daha işaret ediyor. Özel yetkili mahkemeler eliyle ve AKP tarafından çıkarılmış yasalara göre bu ülkede herkes ama herkes "terör örgütü üyesi"
320
sayılabilir oldu. Bu konuda akıl dışı uygulamalar çoğaldıkça çoğaldı ve durmaya da niyetli değil. 1940'ların 1950'lerin Türkiye'sini hiçte aratmayacak kadar sığ ve akıl dışı iddialar insanların yıllarca içeri atılmasına neden olmakta. AKP eliyle yapılan darbe direniş sürdükçe zor durumlara düşüyor. Özel yetkili savcının KCK soruşturmasını MİT'e kadar uzatması bu direnişin yarattığı yılgınlığın bir göstergesi. Ne yaparlarsa yapsınlar darbeye direnenler durmuyor. Bitirdik, yok ettik artık hareket bile edemezler söylemlerinin gerçeği yansıtmadığı her gün ama her gün tekraren hayat tarafından yalanlanıyor. Köşeye sıkışmış bir KCK soruşturması var. Öyle köşeye sıkışmış ki ancak kendisini görevlendirenlere saldırarak sıkıştığı köşeden çıkacağını düşünecek hale gelmiş. MİT görevlilerinin soruşturulması bir kırılmadır. Kırılan ise AKP eliyle darbe yapanların iktidarlarının meşruiyetidir. Artık AKP eliyle darbe yapanların Yurt dışından aldıkları her tür desteğe rağmen ayakta durmaları çok zordur. AKP eliyle darbe yapanların bu "ayağa düşmüş" hallerinden çıkmak için yapacağı çılgınlıklar olacaktır. Onların çılgınlığı, çıldırıştır. Bu ülkeyi yakın zamanda bir savaşa sokmaktan 1990'lı yılların gözaltında kaybetme saldırısına, ya da 19 Aralık 2000 "Hayata Dönüş" katliamına benzer uygulamaları AKP eliyle darbe yapanlardan beklemek gerekir. Bu saldırılara karşı yapılacak yegane şey ise direnmeyi yükseltmektir. Nazilere karşı direnenler vardı, güçleri yetmedi. 12 Eylül 1980 Faşist darbesine karşı direnenler vardı, güçleri yetmedi. AKP eliyle darbe yapanlara direnenlerin gücü yetmeli. Bu darbeye direnmeyenler katliamlara ve daha büyük saldırılara ancak ortak olacaktır. (11 Şubat 2012) 321
Hrant Dink ve Kapolardan Biri Etyen Mahçupyan! AKP, DARBECİLER VE KAPOLARDAN BİRİ ETYEN MAHÇUPYAN İktidarın yanında olmasına şaşılan insanlar hep olmuştur. Yaşamlarıyla, toplumsal konumlarıyla iktidarın ezdiği kesimlerden olan bu kişiler neden iktidarın savunucusu kesilir ve iktidarın saldırılarına karşı direnenlere saldırmayı iş edinirler. Bu sorunun çeşitli yanıtları vardır bu yanıtlar ne olursa olsun ezenlerin yanında olup ezenlerin savunuculuğunu ezilenler için mücadele edenlere saldırarak yapan garipsenecek kişiler hep olmuştur. Geçenlerde Nazilerin, Auschwitz toplama kampından geriye kalanlar içinden 10 kadar karakalemle çizilmiş resimler gün ışığına çıkarılmıştı. Resimleri yapanın toplama kampının mağdurlarından biri olduğu her çizimden belliydi. Her resimde dikkat çeken şeylerden biri ise “kapo”lardı. Kapolar Nazi toplama kampı mağdurları arasından, özellikle Yahudiler arasından seçilen biraz ayrıcalık isteyenler322
den seçilen hainlerdi. İşleri temel olarak Naziler ne emrederse onu yapmaktı. Toplama kamplarına doldurulan insanların davranışlarını, dillerini anlamaktan uzak olan Nazilerin tutsaklar arasına yerleştirdiği bir nevi ajanlardı. Naziler toplama kampına doldurdukları insanların dilini, düşünce yapısını bir türlü çözemiyor onlardan çok uzak kalıyorlardı. Faşizmle, milliyetçilikle oluşmuş kafa yapıları insanları anlamalarına olanak sağlayamıyordu. Bunun çözümünü de toplama kampına attıkları insanlar içinden şu veya bu nedenle ihanet edenlerden oluşan bir yapı kurmakta bulmuşlardı. Kapolar işte bunlardı. Kapolar toplama kampı mağdurları hakkında ne kadar etkili bilgiye sahip olursa ve ne kadar toplama kampı mağdurlarına saldırırsa o kadar daha değerli olurlardı. Nazi toplama kamplarında “destansı” kapolar olmuştu ve Nazilerin değerli elemanları konumuna yükselmişlerdi. 2. Dünya Savaşı ardından Nazilerle birlikte yargılananlar arasında kapolarda vardı. Etyen Mahçupyan bir zamandan beri okunması, takip edilmesi insanı utandıran çizgide gitmekte. Artık onun her yazısına veya söyleşisine bakış bir insani utanma duygusuyla olabilmekte. Son yazılarında Hrant ve arkadaşları çerçevesinde genel durum değerlendirmesi yapmakta ve Nazilerin kapolarını anımsatmakta. Hatta ünlü ve çok tutulan kapolardan olma yolunda adımlar attığının işaretlerini vermekte.
12 Haziran seçimleri sürecinde bu ülkede bir darbe yapıldı. Tıpkı 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat vb gibi bir darbe. AKP eliyle yapılan darbe daha önceki darbelerden farklı olarak çok fazla direnişle karşılaştı ve AKP eliyle devletin yaptığı darbeye karşı direniş hala sürmekte. Darbecilerin en önemli derdi meşruiyetlerinin sorgulanmasıdır. Darbenin meşruiyeti olmaz ve bunun sorgulanması darbeyi geçersiz kılar, darbecileri suçlu olarak yargılanma yoluna sokar. AKP eliyle devletin yaptığı darbenin meşruiyeti giderek artan bir direnişle sorgulanmaktadır bu da darbecileri daha saldırgan ve acımasız keskin hatlarda davranmaya itmektedir. Şu veya bu nedenle AKP eliyle yapılan darbeye yanaşan o darbenin tarafında duranlar da bu acımasız keskin hatlara uygun davranmak zorunda kalmaktadırlar. Kimi, Mehmet Altan gibi, AKP eliyle yapılan darbenin keskin hatlarına “bu kadar da olmaz” diyerek darbeyi savunmaktan vazgeçmekte. Kimi Etyen Mahçupyan gibi, darbecilerin keskin hatlarına uygun yeni acımasız rollere bürünmekte.
Etyen Mahçupyan son iki yazısında Hrant Dink’le ilgili yapılan mücadele üzerinden iktidar savunusu yaparken aynı zamanda sadık bir kapo gibi mücadele edenlere saldırmaktadır. Zaman Gazetesi'ndeki 'Hrant'ın arkadaşları Hrant'ı taşımakta zorlandı' başlıklı yazısına başlarken her “aklı selim” düşün insanının yaptığını yapıp Hrant’ın cinayetinden sonraki gelişmelerde Hrant’a sahip çıkılmasının hakkını vermektedir. Hrant’a sahip çıkılmasının “spontan” olduğu tespitinin gerçekçi olmaması bir yana (Bu tip spontan protesto ve gösteriler eğer belirli mücadeleci örgütlenmeler yoksa yapılamamaktadır. Toplumsal hareketlerin nasıl oluştuğunu bilmemenin yaygın bir yanlış algısıdır bu algı) yine de Mahçupyan algıladığı kadar Hrant’a sahip çıkılmasını olumlamaktadır. Bu tıpkı Nazilerin toplama kampındaki kapoların işkence etmeye başlamadan önce toplama kampı tutsaklarına “ben de sizdenim, sizi anlıyorum” demesi gibi bir şeydir. Ya da günümüzde pek yaygın bir devletçi kafa yapısının göstergesi olan geçmişte olan bir toplumsal olaya sahip çıkıp olumlamanın taklididir. Biliniyor 12 Eylül’de idam edilenler için kürsülerde gözyaşları içinde kalan iktidar sahipleri kendi iktidarlarında insanları biner, biner sudan gerekçelerle yıllarca içeri tıkmaktadır.
325
Etyen Mahçupyan yazısının tamamını Hrant’ın nasıl sosyalist olmadığına ve kendi kafa yapısına uygun olarak sosyalizm düşmanlığına ayırarak bunun üzerinden Hrant’a sahip çıkanları “suçlu” ilan etmenin argümanlarını yaratmaya çalışmaktadır. Hrant’a sahip çıkanların artık sadece sosyalistler olduğu ve bunların da Hrant’a hiçte yakışmadığını anlatırken Başbakanı veya daha doğru bir deyişle AKP eliyle darbe yapan devletin ortaya sürdüğü düşünme biçimini taklit etmektedir. Etyen Mahçupyan’ın bu yaklaşımı “tutuklananlar gazetecilikten tutuklanmadı” diyen Başbakanla veya “resimle, yazıyla terörün arka bahçesi olan ayrık otları” diyen İçişleri Bakanıyla aynıdır. Bir parça insani vicdan sahibi olanlar bilir bu ülkede haksızlıklara karşı mücadele etmek için kendisinin zarar görmesi gerektiğini beklemeyen tek siyasi akım hep sosyalistler olmuştur. Hrant, sosyalist miydi? Elbette sosyalistti. Etyen Mahçupyan bir aydının yapmaması gerekeni yapıp Hrant yaşasaydı “yetmez ama evet” diyenler safında yer alırdı demektedir. Bunu diyerek tıpkı kapoların Nazi efendilerine yaranmak için yaptıklarını taklit etmektedir. Etyen Mahçupyan, bu ülkenin mücadele eden ezilenlerinden çok uzaklaşmıştır, tıpkı Nazilere hizmet etme süresi uzadıkça
toplama kampı tutsaklarını anlamaktan uzaklaşan kapoların durumuna düşmektedir. Bu ülkede sosyalistler onun sandığı gibi ne “yetmez ama evetçilikten” ne de referandumda hayır veya boykot demekle parçalanacaktır. Etyen Mahçupyan sosyalistlerin çok tartıştıklarını unutmuş görünmektedir. Çok tartışan sosyalistlerin faşizme, ırkçılığa karşı direniş hareketini bütünleştirmekte çok yol aldıklarını bile kavramaktan uzaktır. Bu uzaklığının farkında olmadığı için ortaya attığı Hrant yaşasaydı “yetmez ama evetçi olurdu” argümanının hiçbir gerçek karşılığı olmadığını da bilmeyerek AKP eliyle darbe yapan devlete yardımcı olduğu yanılgısına düşmektedir. Etyen Mahçupyan Zaman Gazetesi’nin İngilizce bölümüne yazdığı “Hrant”ın Parazitleri” başlıklı yazısıyla kapolar arasında en acımasızlık adımlarını atmıştır. Yazısı tam bir tuhaflıklar yumağıdır. İnsan gördüğünü bilir Etyen Mahçupyan’da gördüğünü bilmektedir. Gördüğü AKP eliyle darbe yapanların dayattığı düşünme hatları arasından görülenler kadardır. Ece Temelkuran’ın, Habertürk gazetesinden atılmasının anlamını değilde magazin boyutunu kendine dert edinmekte ve Ece Temelkuran niye atıldı diye özel ilişkileri sorgulamaktadır. Tıpkı bu ülkede her darbede olan şey gibi bu yeni darbede de magazin iktidar yandaşlarının temel düşünce biçimidir. Hrant’ın arkadaşları Ergenekoncu, sosyalist, milliyetçi vb birçok tanımla birbirini tutmayan tanımla tarif edilirken AKP eliyle yapılan devlet darbesinin aklı yozlaştırması ve bilimi düşün dünyasından atmasının yarattığı yıkıma örnek oluşturmaktadır.
Karadeniz bölgesinin ufak kentlerinden birinde olan bir arkadaşım aktarmıştı. Hrant öldürüldüğünde oranın sosyalist olduğu herkes tarafından bilinen bu arkadaşımı kentte sağcı, muhafazakar, dindar olarak bilinen bazı insanlar telefon ederek ararlar. “Hrant Dink öldürüldü hocam bir şey yapacak mısınız?” diyerek aranan arkadaşım bu aramalara biraz da şaşırarak “Evet şehir meydanında bir protesto ve basın açıklaması yapacağız, sizi de bekleriz” diyerek karşılık verir. Şehir meydanında 50 kişi kadar toplanırlar çoğu o şehrin bilinen sosyalistidir. Arkadaşımın gözleri kendisini telefonla arayanları arar ve içlerinden bir tanesini epey uzakta onları izlerken görür diğerleri gözlemeye bile gelmemiştir. 50 kişiyle Hrant’ın katledilmesini lanetlerler ve basın bildirisi okurlar. Bu olayın üzerinden bir müddet sonra arkadaşım kendisini telefonla “Hocam Hrant Dink öldürüldü bir şey yapacak mısınız?” diye arayan şehrin sağcı, muhafazakâr, dindar diye tanınan kişilerin ziyaretine gider karşılıklı çay içerken öğrenir ki kendisini telefonla arayan insanların hepsi Ermenidir. Etyen Mahçupyan elbette kapoluk yolunda yürüyecektir. Görünen bu. Sosyalistler de kendilerine saldıran Nazilere nasıl direndilerse aynı şekilde kapolara da direnmişlerdi. Şimdi sosyalistlere AKP eliyle darbe yapan devlet saldırıyor darbecilerin kapoları da saldırsa ne olur. (3 Şubat 2012) Hrant Dink Katledildiğinde Karadeniz'in Ufak Bir Kentinde Yapılan Protesto
Ahmet Metin FAŞİME KARŞI
DİRENİŞ
Faşizme Karşı Direniş adıyla ortaya çıkarılan derleme e-kitap 28 Eylül 2012 ile 3 Şubat 2012 tarihleri arasında kizilyildiz.org sitesinde yayınlanan 58 makaleden oluşturuldu. Sekiz aylık gündeme dair yazılar güncel konular hakkında sıcağı sıcağına değerlendirmeleri içermekte. Kitap son yazıdan ilk yazıya doğru oluşturulurken sekiz ay boyunca gündemdeki konuların da yeniden bir hatırlatmasını yapmayı amaçlamakta. Hafızası kısa süre içinde silinen ve hatırlamakta zorlanan bir toplum modeli oluşturulmak istenmekte bu toplum modelinin bilimsel bir bakış ve gerçeğe dair doğru ve sağlıklı düşünmesi mümkün olmamakta. Buna karşın gerçeği anlamak ve sağlıklı bir dünya görüşü edinebilmek ise unutmamaktan geçmekte. Bu ekitapla en yakın geçmiş olaylarının bir kez daha anımsatılmasında yardımcı olunacağı umulmakta.
KIZIL DAYANIŞMA