SULTAN II.MAHMUT DÖNEMİ ISLAHAT ÇALIŞMALARI
AHMET TUTEN Cumhuriyet Üniversitesi Tarih Bölümü
İÇİNDEKİLER
A-Sultan II.Mahmud Han
1-Doğumu ve Çocukluğu 2-Annesinin Kökeni Hakkındaki Tartışmalar 3-Şahsiyeti 4-Eserleri B-Tahta Çıkışı ve Dönemindeki Olaylar 1-Tahta Çıkışı 2-Senedi İttifak 3-Alemdar Vakası 4-Yeniçeri Ocağının Kaldırılması(Vaka-i Hayriye) 5-Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Mısır Meselesi 6-Diğer Olaylar a)Sırp İsyanı b)Yunan İsyanı C-Reformları 1-Askeri Alanda Yapılan Reformlar 2-İdari Alanda Yapılan Reformlar 3-Ekonomi Alanında Yapılan Reformlar 4-Fesin Kabulü ve Sosyal Alanda Yapılan Reformlar 5-Eğitim Alanında Yapılan Reformlar
Giriş Osmanlı Devletinde ıslahat hareketlerine giriş III.Ahmet Döneminden (1703-30) itibaren başlanılmıştır. Nitekim Patrona Halil İsyanının bu ıslahatlara engel niteliği teşkil etmiş ve uzun bir süre Osmanlı Devleti içinde yenilik meydana gelmemiştir. III.Selim zamanında (1789-1807) ıslahat hareketlerine hız verilmiş olsa da Kabakçı Mustafa İsyanı ile de bu hareket de son bulmuştur. III.Selim’in sağlığı sırasında devlet içerisindeki bozukluğu gören II.Mahmud bazı dersler çıkararak ilerde yapacağı reformları geçmişteki gibi kesintiye uğramaması için önce devlet ricalini reformlara ısındırmıştır . Vaka-i Hayriye’den sonra (1826) tasarladığı reformları ard arda hayata geçirmiştir. Bu makalede II.Mahmud’un Şahsiyeti, Dönemindeki önemli olayları ve Reformlarına değinilecektir.
A. Sultan II. Mahmud Han
1-Doğumu ve Çocukluğu: Sultan I. Abdülhamit’in Nakşildil sultandan 20 temmuz 1784’de doğmuş olan sultan 1 Mahmud Osmanlı Padişahlarının otuzuncusudur. II.Mahmud XVII.yy sonlarında şehzade kıtlığı nedeniyle hanedanın kesntiye uğrayacağı yönündeki endişelerin zirveye çıktığı bir dönemde doğduğu bilinmektedir. Top atışları ile üç gün üç gece şenlikler içerisinde 2 kutlanılmıştır. Son devir Osmanlı şehzadeleri gibi yetişen II.Mahmud ileriki süreçte yapacağı yenilikleri amcası III.Selimden devralmıştır. Musiki dersi bahanesiyle sık sık onla görüşen şehzade Mahmud ondan siyasi fikirler almış, tercübeler edinmiş ve hükümdarlık sanatının inceliklerini öğrenmiştir. Bu bakımdan Sultan Mahmud III.Selimle kıyaslanırsa daha şanslı olduğu görülür. Çünkü Sultan Mahmud III. Selimin zaaflarını kararsızlıklarını ve sonuçlarını görmüş Nizam’ı cedid programının getirdiği ıslahat girişimlerinin başarı derecesine şahit olmuştur.
3
2-Annesinin Kökeni Hakkındaki Tartışmalar: Nakşidil Valide Sultan 1783 yılında I.Abdülhamit’in eşi oldu. Osmanlı kaynaklarında 4
padişah II.Mahmud’un öz annesi olarak bilinmekle birlikte bazı batı kaynaklarında validesinin Fransız asıllı olduğuna dair iddalar Benjamin A. Morton, Jean Minnasian gibi müelliflerin iddalarına göre; Nakşildil sultanın asıl adı Aimene du Buch du Rivery idi. Aynı çevrelere göre II.Mahmud’un dehası ve reformist kişiliğinin kaynağı elbette Avrupa ve 1
Yaşar Yücel, Ali Sevim, Türkiye Tarihi IV, TTK. Yay., Ankara 1990 , s.71. Semih Karagöz, “Osmanlı Devleti’nde Islahat Hareketleri ve Batı Medeniyetine Giriş Gayretleri “ OTAM, S.6,Ankara 1995, s.23. 3 Abdülkadir Özcan,” II. Mahmud ve Reformları Hakkında Bazı Gözlemler”, Tarih İnceleme Dergisi, S.X., İzmir, 1995, s.13. 4 Ahmet Demirci, Padişah Anaları, Kamer Yay., İstanbul 2004, s.233. 2
2
Fransız kökleriydi! İlmi ve kronolojik açıdan mesnetsiz, ancak bir film senaryosu için oldukça uygun fantastik kurguya göre Fransız sömürgesi Martini Que adasında oturan soylu bir ailenin kızı olan ve Cezayirli korsanlar tarafında Aimme esirciler tarafından saraya satılmıştır. Haremde hızla temayüz eden I.Abdülhamid’in eşi olan Aimme III.Selim ve reformlarında en etkili isimdi. Osmanlı kaynakları Nakşdil sultanın Kafkasyalı Gürcü bir cariye olarak gösterir. Nakşidil valide sultanın neslinden gelen ve halen İsviçrede yaşayan sayın Lamia Tiroğlu’nun verdiği bilgiye göre asıl adı Rusudan ve I.Abdülhamid’in kız kardeşi büyük Esma sultan vasıtasıyla hareme intisap etmiş bir bey kızıydı. Bir takım yerli yabancı yazarlar’ın naklettikleri bu olayın günümüze yansıması Du Buch ailesine ait Martini Que adasındaki şatonun harabelerinin bugün ziyaretçilere ‘’ Osmanlı Sultanın eşinin doğduğu yer’’ olarak tanıtılıyor olmasıdır. Fransızların iki devlet arasındaki diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinde yada çıkarlarını korumak için bu hususu Sultan Abdülaziz’in Paris ziyareti esnasında (1867) temcid pilavı gibi tekrar gündeme getirmesi bu tür iddaların nereden kaynaklandığını ortaya 5 koymaktadır. Tüm bunlara bakacak olursak annesi Nakşildil Sultanın Fransız olduğu iddası doğru degildir.
6
3-Şahsiyeti: Şehzade Mahmud’un şahsiyeti ve zihniyeti amcazadesi III.Selim’in 18.yılının saltanatında şekillendi. Geleneksel olarak Monorşilerde hükümdarların özoğlu olmadığında hükümdar-veliaht münasebetleri soğuk ve mesafeli olmuştur. Buna bağlı olarak geleneksel Türk ananesindeki aile büyüğüne saygı esasını göz önünde bulundurursak diğer monorşilerdeki gibi herhangi bir soğukluk görülmemektedir. III.Selim’in amcazadelerine, (Mahmud ve Mustafa) müşfik karekteri ve bilhassa şehzade kıtlığı nedeniyle oldukça müsamahakar davranmş ve onları kafes hayatının çileli atmosferinden uzak tutmaya itina göstermiştir. Kendisini bizzat gören Tayyzarzade Ahmed Atabey’in tasvirine göre sultan Mahmud’un boyu uzuna yakın, yuvarlak yüzlü, siyah gözlü, uzun kirpikli, siyah sakalı ve saçları dalgalı ve endamı düzgün idi. Az uyurdu, sağlam cüssesine karşın elleri zarif ve küçüktü. Çalışkan, neşeli ve mizaha mail olmakla birlikte gerektiğinde oldukça ciddi bir tavır sergilerdi. Aynı zamanda düzgün diksiyonuyla 7
muhatabını etkilyecek derecede iyi bir hatipti. Dirayetli azimli ve çalışkandır. Henüz daha ölümden yeni dönmüş olarak Alemdar Paşa’ya ilk emirlerini verdiği andaki davranışlarındanda anlaşılacağı üzere gayet soğukkanlıdır. Şahsi kızgınlıklarını affedecek 8
kadar elicenap olmakla birlikte devlete karşı işlenen suçları asla bağışlamaz idi.
5
Yılmaz Çoşkun, II. Mahmud Yeniden Yapılanma Sürecinde İstanbul, Seçil Ofset, İstanbul 2010, s.23-24.
6 Kemal Beydilli, “ II.Mahmud”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.XXVII, İstanbul 2003, s.352. 7 Karagöz, a.g.m., s.26. 8
Beydilli, a.g.m., s.356.
3
Saltanatı 31 yıl süren Sultan Mahmud biyografisini değerli kılan bazı husisiyetleri vardı.İlki Askeri konulara olan aşırı ilgisiydi.III.Selim gibi şehzadeliğinde topçulukla ilgilendiği malumdur.Çanakkale gezisinde Kilidü’l Bahr Kalesini gezmiş topçuların bazı teknik hatalarını düzeltmiştir.Saraydaki geleneksel eğitim sayesinde Arapça ve Farsçaya ve Fransızcaya vakıf olduğu söylensede bir süre İstanbulda askeri danışman olan Moltke onun hiçbir batılı dil bilmediğini nakletmiştir.Yine güzel bir okçu olan Sultan Mahmud Okmeydanına nişan taşları diktirmiştir.1100’cüler klasmanında usta bir okçu olan Sultan Mahmud, Atıcılık Binicilik sporlarına meraklıydı. II.Mahmud yemek yemeyi severdi ince yemek zevki olduğu nakledilmiştir. En sevdiği yemeklerin başında şişte kılıç balığı idi. Musiki fasılları padişahın hassas olduğu diğer bir konu idi. İtalya askeri danışman onun sesinin ‘’ Davudi ‘’ olduğundan bahseder. Ayrıyeten iyi bir bestekar olan sultan Mahmud, güzel tambur çalan Darçın kalfaya ‘’Darçın gülü’’ nakaratlı bir şarkı bestelemiş, son vefat eden eşi Hüsni Melek hanım içinde ‘’Hüsn-i Melek Bir Peridir’’ mısrasıyla başlayan şarkı bestelemiştir. Batı müziğini 1828 de İtalyan Maestro Guizeppe Donizetti önderliğinde 1834 de getirilen ve Mızıka-ı Hümayun ile kurumsallaştıran odur. Donizetti tarafından bestelenen Mahmudiye Marşı 1839’a kadar adeta Osmanlı İmparatorluğunun resmi marşı gibi çalınmıştır. Şehzadeliğinde iyi bir klasik edebiyat eğitimi olan ve “Adli” mahlasıyla şiirler yazan Sultan Mahmud’un uslubü klasik divan geleneğinde yetişmesine rağmen oldukça sadedir. Sosyal hayatımızda kültürel mirasımızdan olan bazı atasözlerinin bazıları da yine ona atfedilmiştir. Tıkandı Baba hikayesinin kahramanı olan bir kunduracının nasipsizliği üzerine söylediği rivayet edilen “ Vermeyince Mabud Neylesin Mahmud”, III.Selim’in katli sırasında yada Vaka-i Hayriyede “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe” sözü ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Anadoluyu işgali ve İstanbula hareketi üzerine Rusya ile imzalanan Hünkar İskelesi Anlaşmasının (1833) ardından “Denize Düşen Yılana Sarılır” sözü de ona atfedilse de bu atasözünün daha önceki dönemlere ait olduğu malumdur.
9
4-Eserleri: Sultan Mahmud Devri bir taraftan Barok Üslubunun bir çok yeni eserleri meydana çıkmış bir taraftan da Ampir üslubuna doğru yeni bir gelişmenin başladığı görülmektedir. Saltanatının ilk yılında( 1808) Rodos Adasındaki Süleymaniye Cami 16.yy’daki planına göre hemen hemen yeniden inşa edilmiştir. Yne Sultanahmet Meydanına bakan köşede Sultan 2.Mahmud’un hayatını kurtaran Cevri Kalfa adına 1813’de yaptırdığı Mektep vardır. Sultan Mahmud 1822’de kendi adına Cami ve Külliyesini yaptırmaya başlamış 1826’da tamamlamıştır. Daha önce Sultan III.Selim tarafından Tophane-i Amire Arabacılar Kışlasına yaptırılan Cami , çıkan yangında yok olunca aynı yıl Sultan Mahmud daha büyük bir Cami yapılmasını emretmiş hemen Nusretiye Camisinin yapımına başlanmıştır. Nusretiye Camisinden bir yıl önce tamamlanan Kocamustafa Paşa’da Yedikuleye yakın Küçük Efendi Külliyesinde Cami, Kütüphane, Tekke Odaları, Çeşme, Şadırvan ile Çilehane, Kuyudan ibarettir.. Külliyenin doğusunda çift girişli, çift pencereli Sultan 9
Çoşkun, a.g.e., s.30-33.
4
II.Mahmud Çeşmesi yer almaktadır.Sultan Mahmud’un saltanatının ilk yıllarında yapılan Topkapı sınırları Gülhane Parkı girişinden Alay Köşkü ve Fatih Cami haziresinde Annesi Nakşildil Valide Sultan’ın beyaz mermerden şahane türbesi 1818 de tamamlanmıştır.Sultan III.Selim’in yaptırdığı dünyanın en büyük kışlası en büyük kışlası Selimiyenin kargir olarak bir kısmını yaptırdıktan sonra Kuleli kışlası, Beyoğlu kışlaları ile Humbarahane, Kalyoncu Kışlalarını ve Edirne Şumnu kışlalarını yaptırmıştır.
10
B. Dönemindeki Olaylar 1-Tahta Çıkışı: IV.Mustafanın kısa saltanatından sonra şehzade Mahmud sultan ilan olmuştur. Fakatbu süreç pek sancılı olmuştur. Nitekim hayatı IV.Mustafa yüzünden sona erdirilecekken başkaları tarafından kurtarıldı. Alemdar Mustafa Paşa III.Selim’in kanlı cesedi başında hıçkırırken yanındakileri; kadın gibi ağlanacak sıra değil yeni bir cinayete meydan vermeyelim, Şehzade Mahmud’u kurtaralım derler. Mahmudun etrafını saran cellatlar Cervi kalfa’nın yüzlerine fırlattığı külden dolayı gözlerini oğuşturuyorlardı. Bu sırada Sultan Mahmud cariye Cervi kalfaya hayatını borçlanıyordu. Cevri kalfanın sayesinde damdan kaçmaya muaffak olan şehzade Mahmud damdan indirildikten sonra İmam Hafız Ahmed efendi ve diğerleri arasında görülür ve Alemdar: ‘’ Abe bu kimdir’’ İmam efendi: ‘’İşte Sultan Mahmud efendimiz budur. Hilafet nöbeti kendilerindedir. Ben biat ettim hayırlı işin tamamlanması sizin hizmetinize kaldı’’, demesiyle Alemdar Paşa etek öpdükten sonra Sultan Mahmud’a hitaben: ‘’ Ah efendim ben amcazadenizi tahta çıkarmak için gelmiştim, kör olarası gözlerim onu bu halde gördü bari seni tahta çıkartarak teselli bulayım lakin ona kıyan ve onu bu hale koyan enderun halkıdır. Onların hepsini kılıçtan geçireceğim’’ deyince İmam Ahmed efendi ceevapladı: ‘’Efendim enderun halkının ne kabahati var ? Bu cinayeti işleyenler ortadadır. Efendimiz onları buldurup cezalarını vermeniz için size gönderir’’. 23 yaşında daha yeni ölümden kurtulup hayata ve saltanata kavuşan Sultan Mahmud metin bir tavırla: ‘’Paşa ben onları buldurup sana gönderirim. Sen şimdi askerini dağıt 11
silahlarını çıkarda Hırka-i Şerif dairesine gel der. Daha sonra sadrazamlığa getirilen Alemdar Mustafa Paşa ilk iş oalrak III.Selim’in katillerini ve bu cinayete katılan toplam 35 kişinin idamını emretti. Eski padişahı öldüren katilin başı gümüş bir tepsi üzerinde getitildi ayriyeten III.Selim öldürülürken sevinç çığlıkları atan IV.Mustafa’nın cariyeleri de çuvallara 12
konulup denize atıldı. Tüm bunlar yaşanmasına rağmen Sultan Mahmud dirayetli ve soğukkanlı bir tavır sergilemiş daha öncede şahsiyetinde belirtildiği üzere devleti 31 yıl süren saltanatı sürecinde aynı ihtiyatla devam ettirmiş sonuda amcazadesi gibi olmamıştır. II.Mahmud’un saltanat devresi genel olarak iki kısımda ele alınabilir. 1808 de ki cülusundan 1826 yılındaki Vaka-i Hayriye’ye kadar 18 yıllık ilk kısım hazırlık devresini, bu tarihten 1839 daki ölümüne kadar devam eden 13 yıllık ikinci kısım ise reformlar devresini 10 11
12
Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi , İnklap Yay., Ankara 2004, s.508-520. Nazım Tektaş, Çadırdan Saraya Saraydan Sürügüne Osmalı, Yeni Şafak Yay., Ankara 2011, s.502-503.
Erhan Afyyoncu, Osmanlı İmparatorluğunda Askeri İsyanlar ve Darbeler, Yeditepe Yay., İstanbul 2010, s.145.
5
13
teşkil eder. Reformlara üçüncü kısımda değerlendirilecektir. Bu kısımda hazırlık devresi olaylarına değinilecektir.
2-Sened-i ittifak Anadolu ve diğer eyaletlerde devlet otoritesi kalmamış kısmi yerlerde valiler kısmi yerlerde Ayanlar, milleti inim inim inletiyor, devletin koruyucu sesinin ulaşamadığı bu yerlerde asiler seslerini dinletiyordu. İstanbulda Alemdar Mustafa Paşa gibi adından ve heybetinden korkulan bir sadrazam varken tehlikeli halleri tesbit edilen Ayanları zapt-ı rapt altına alması düşünülür ve hepsi Dersadete davet edilir. Belli başlı ayanlardan Bozoklu, Çaparoğlu Süleyman Bey, Serezli İsmail Bey, Kirmen mutasaarıfı Mustafa Bey, Manisadan Karaosman Oğlu, Boluda Hacı Ahmed oğlu, Bilecikten Kalyoncu Mustafa Ağa ve Şileden 14
Ahmed Ağa gibi ayanlar maitlerindeki 70 bin kadar askerle İstanbul’a gelmişlerdir. Devlet erkanı ve ulemanında katıldığı büyük bir toplantı düzenlendi (8 Eylül 1808). Sadrazam Alemdar Paşa önderliğinde açılan bu toplantıda 7 madde’de (Sened-i ittifak) kabul edildi. Bu maddeler: 1-Padişahın emirlerinin her yerde tatbik edileceği, âyânların padişaha sadakatte kusur etmeyeceği, 2- Asker toplamakta âyânların yardımdı olacağı, 3-Devlete dair vergilerin muntazam toplanacağı, 4-Sadâret makamının kanun ve adalete uygun emirlerine itaat edileceği, 5-Devlet erkânı gibi, âyânların da bu ittifaka riayet edeceklerine, riayet etmeyenlerin tedip edileceği, 6-İstanbul’da yeniçeri ve sair ocaklarda isyan çıktığı taktirde âyânların da gelip hiçbir ayrılık gözetmeden isyanların bastırılmasına yardımcı olacakları, 7- Halktan ağır vergi toplanmaması.
15
Gibi maddeler ile Ayanlar resmi bir statü kazanmışlar ve padişah otoritesinin dışında ayrı bir otorite oluşmuş ve bu otoriye devlet gücü bile söz geçirememiştir. Fakat ilerleyen süreçte Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümü ve Ayanların ortadan kaldırılması bu maddelerin uygulanmamış ve unutulmuştur. 3-Alemdar Vakası: Alemdar Mustafa Paşa III.Selim Zamanında kurulan Nizam-ı Cedid’i tekrar canlandırmak için Sekban-ı Cedid adında bir teşkilat kurmuştur. Bu teşkilat ise yeniçeriler 13
Karagöz, a.g.m., s.13-14.
14 Tektaş a.g.e., s.504-505. 15
Yücel, a.g.e., s.172.
6
arasında huzursuzluğa neden olmuştur. Nitekim Nizam-ı Cedid taraftarlarından Ubeydullah Efendi Fatih Camisinde verdiği vaazda “ Talimli askerlerin İslam’ın emri olduğunu ve buna engel olmak isteyenlerin ise kâfir olduğunu” söyleyince ve yeniçerileri tenkid edince onu kürsüden indirmek isteyen biri ; yeniçeri yokmu diye bağırdıktan sonra ocağın kaldırılacağına dair bir haber yeniçerilere gönderildi. Bu haber yeniçeriler arasında kulaktan kulağa yayılınca isyanın fitili ateşlenmiş oldu. 9.Bölüğün odasında toplanan odabaşılar Sekban-ı Cedid kuvvetlenirse baş edilemeyeceğini ve bu yüzden hemen harekete geçilmesine karar verdiler. Yeniçeriler bir baskınla sadrazamı ortadan kaldırmayı planlamışlardı. Nihayet yeniçeriler yangın var bahanesi ile ortalığı ayağa 16
kaldıran yeniçeriler paşayı buraya getirip öldürme bahanesini düşündüler. Fakat paşa gelmeyince yeniçeriler Bab-ı Aliyi basmaya yöneldiler hatta kendilerine karşı çıkan Yeniçeri Ağasını da öldürüp bölgeyi kuşatmışlardır. O sırada durumu anlayan Alemdar Mustafa Paşa davul çalarak Sekbanları uyandırıp toplamaya çalışmıştır ancak birkaçının dışında kimse uyanmamış yada gelen olmamıştır. Çok geçmeden Alay Köşkü tarafında gerçekten yangın başlatılınca Alemdar Mustafa Paşa’nın ümidi kaybolmaya başladı ve bu durumu anlayan yeniçeriler kazma kürekle kapı ve duvarları delmeye başladılar. Artık ümidi kaybolan Alemdar Mustafa Paşa barut deposuna inerek kurşun sıkınca depo havaya uçmuştur ve Alemdar Mustafa Paşayı Kuşatan yüz kadar yeniçeri de ölmüştür. Gürültü saraya intikal edince Sultan Mahmud’un emri ile Rasim paşa ve askerleri bölgeye intikal etmişler ve gece çatışmasına girmişlerdir. Olaylar yatışınca beş yüz yeniçeri ve dört bin iki yüz kadar Eski Sultan Mustafa Yandaşı telef olmuşlardır.
17
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’nın böylece ölümünden sonra yeniçeriler Atmeydanına gidip toplanacak ve Sultan Mahmud’u tahtan indirip Sultan Mustafa’yı tahta çıkaracaklardı. Bunu haber alan Sultan Mahmud kardeşi Mustafayı hemen öldürttü. Böylece kendisinden başka Osmanlı ailesinden hiçbir kimse kalmamış oldu. Bu nedenle de isyancılar eylemlerini sürdürmediler. Fakat onların istekleri doğrutusunda Sultan Mahmud Sekban’ı Cedid’i kaldıracak ve ıslahat yanlılarından birçok kimseleri öldürmek zorunda kaldı. Bunun üzerine de yeniçeri isyanı sona ermiş oldu.
18
4-Yeniçeri Ocağının Kaldırılması(Vaka-i Hayriye): Tarihlerimizde batıya inat doğulu tarzı süslendirmeler yaptığımız Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay) meselesi 1826 yılında Yeniçeri Ocağının kaldırılması olaylarının 19
adlandırılmasıdır. 16. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ocakta, teşkilat nizamının ihlal edilerek, dışarıdan esnaf ve köylülerin asker olarak talim ve taallum yerine kahvecilik, kayıkçılık, tellallık ve hamallık gibi işlerde çalışmaya, evlenmeleri yasak olduğu halde evlenerek ‘’aile hayatı’’ geçirmeye başladıkları görülür. Bunun sonucunda Yeniçeri Ocağı; bozulmayı düzeltmek, zamanın askeri harp tekniklerini ve araç-gereçlerini ocağa tanıştırmak
16
Afyoncu, a.g.e., s.146.
17 F. Erdem Boray, Dünya Tarihinin Son İmparatorluğu Osmanlı,Kum Saati Yay., İstanbul 2011, s.225-226. 18 Yücel, a.g.e., s.174. 19
Ferit, a.g.e., s.227.
7
için gayret gösteren padişah ve devlet adamlarına karşı muhalefet eden ve onlarla zaman zaman silahlı mücadeleye girişen bir fitne yuvası haline dönmüştür. Bu durum 1826 yılına kadar devam etmiş ve ocağın artık iflah olmayacağı görülerek kaldırmasına ve yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun kurulmasına karar verilmiştir. II.Mahmud, Yeniçeri Ocağının yenileşmesinden ümit var olmaması nedeniyle ve de Yeniçerilere karşı bir denge unsuruna sahip olmak için topçu ve arabacı ocaklarına özel yakınlık göstermiştir ve onlara ihsanlarda bulunmuştur. Bunun sebebi ocağın ılgası sırasında onların desteğini arkasına almaktı II.Mahmud bir yandan Yeniçeri Ocağında çıkan herhangi bir karışıklık ve kargaşa bahane edilerek sorumluluk sahibi kimseler görevden azledilerek onlardan boşalan yerlere yenilik taraftarları iş başına getiriliyordu. Böylelikle II.Mahmud kendisine yakın kişilerin kısa zamanda önemli makamlara yükselmelerini sağlamıştır. Bu aşamalardan sonra II.Mahmud muntazam ve talimli bir ordu kurulması zamanının geldiğine kanaat getirdi. 23.Mayıs 1826 da Meclis’i Meşvereti toplayarak ‘’Eşkinci’’ adıyla yeni bir askeri ocağın kurulmasına karar verildi. Bu arada yeniçeriler, Eşkinci sınıfının teşkilinden büyük rahatsızlık duymakta ve daha eşkincilerin talime başladığı gün İstanbul kahvelerinde Eşkinciler aleyhinde propaganda yapmaya başladılar. Sonunda Eşkinci ocağı aleyhinde yapılan tahrik etkisini göstererek Yeniçeriler 14 Haziran akşamı kazanlarını et meydanına çıkararak isyan başattılar. II.Mahmud isyan haberini alır almaz Beşiktaş da ki yazlık sarayından deniz yoluyla Topkapı Sarayına geldi. Ardından sancak-ı şerif çıkarıldı ve tüm sadık kuvvetler, medrese talebeleri ve ahali çarpışma için hazırlık yapmaya başladılar. Sarayın cephaneliğinden olmayanlara silah dağıtıldı. Bu sırada Yeniçeriler ise bulundukları et meydanında ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Tartışma sonunda saldırıyı ilk önce kendilerinin başlatarak askerler üzerinde manevi değeri büyük olan Sancak-ı Şerif-i ele geçirerek zafer elde etmeyi planlamışlardı. Yeniçerilerin planından haberdar olan sadrazam ve ileri gelenler ilk hücumu yeniçerilerden önce kendilerinin başlatmasını kararlaştırdılar. Yeniçeriler ani hücum karşısında hazırlıksız yakalandılar ve yeterli bir direniş göstermeden kışlalarına geri çekilmek zorunda kaldılar. Kışlaları her taraftan kuşatılmış olan yeniçeriler son bir defa daha yapılan teslim olma ve özür dileme teklifine şiddetli ateşle karşılık verdiler. Ardından her iki taraf arasında çıkan çatışmada yeniçeriler fazla bir mukavemet gösteremeden darmadağın edilerek ele geçirildiler. Ele geçirilen yeniçeriler, çabukça yapılan yargılama sonucunda ekseriyetle idam cezasına çarptırıldılar. İdam edilmeyenler ise hapis, sürgün veya kürek cezalarına çarptırıldılar. Yeniçerilerin başarısızlığı ile sonuçlanan bu isyan olayı, Yeniçeri Ocağının sonunu da beraberinde getirdiği için Osmanlı Tarihinde ‘’Vaka-i Hayriye’’ olarak adlandırılmıştır. Vaka-i Hayriye’nin ertesi günü çıkan fermanla Yeniçeri Ocağının kaldırılması ilan ediliyor aynı zamanda onun yerine kurulacak orduyu da haber veriyordu. Hz. Muhammed’in adına izafetle bu yeni orduya Asakir-i Mansure-i Muhammediye ismi verilmiştir. Yeni ordunun başına
8
serasker unvanıyla Ağa Hüseyin Paşa ve Nazırlık görevine ise Hacı İbrahim Saib Efendi tayin 20 olunmuştur. 5-Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Mısır Meselesi: 1769’da Kavala da dünyaya gelen Mehmet Ali bölgenin bekçisi olan babası İbrahim Ağa’nın ölümü üzerine Kavala Mütesellimi amcasının himayesine girmiştir. Amcasının idamı üzerine Kavala da ticaret yapan Fransız tacir Leon’un hizmetine girmiştir. Bu dönemde Fransa’ya da hayranlık duymaya başlamıştır. 18 yaşında askerlik hizmetine giren Mehmet Ali ilerleyen süreçte zeki, çalışkanlığı ile ön plana çıkmıştır. Daha sonra ise işgal sonrası Mısır’a serçeşmelik unvanı ile atanmıştır. Bu dönemde Mısırdaki Kölemen Beyleri, Osmanlı ile arasındaki tabii statülerini zayıflamış bulunuyordu. Nitekim Osmanlı buna engel olmak ve Osmanlı’nın hâkimiyetini güçlendirmek için başta Hüsrev Paşa olmak üzere birçok komutan göndermiştir. Nitekim bu karışıklıktan faydalanmak isteyen Mehmet Ali ile Hurşit Paşa arasında çekişme başlamıştır. Hurşit Paşa, Mehmet Ali’yi Mısırdan uzaklaştırmak istese de başarılı olamamıştır ve Mehmet Ali 1805 yılında Mısır’ı ele geçirme fırsatını yakalamıştır. Yönetimi ele alan Mehmet Ali Mısır’da birçok ıslahat çalışmasına girmiştir. Başta tarım, bayındırlık gibi birçok reforma imza atan Mehmet Ali 13 bin kese olan Mısır hazinesini 400 bine çıkarmıştır. Ayrıyeten çağdaş bir ordu kurmak için Avrupa’ya öğrenci dahi göndermiştir. Osmanlı Devleti ile bu zamana kadar ilişkileri normal olarak seyretse de Mora’da çıkan ayaklanma üzerine Osmanlı Devleti, Mehmet Ali’den yardım istemiş ve buna karşılık Suriye, Girit ve Mora valilikleri isteyen Mehmet Ali yardıma gelmiştir. Ayaklanmayı bastıran Mehmet Ali valilik vaat edilen yerlerin verilmemesi üzerine Osmanlı ile arası daha da açılmıştır. Nitekim ilerleyen süreçte Suriye üzerine müdahaleye girişen Mehmet Ali, Avrupa Standartları ile düzenlenmiş 24.bin kadar ordusu ile Suriye’yi rahatça ele geçirmiştir. Buna karşılık ise Osmanlı devleti onu asi olarak ilan etmiş ve karşı harekete geçerek Raşit Paşa komutasındaki orduyu sevk etmiştir. Mehmet Ali’nin ordusunun başında ise oğlu İbrahim Paşa Urfa, Maraş, Adana bölgelerini ele geçirmiştir ve Raşit Paşa komutasındaki orduyu kesin bir yenilgiye uğratmış ve Raşit Paşa’da yaralı olarak ele geçirilmiştir. Artık İbrahim Paşa komutasındaki ordunun karşısına çıkacak herhangi bir güç kalmamış ve İstanbul’a gelip saltanatı bile ele geçirecek duruma sahip olmuştur. Buna karşılık Osmanlı Devleti onunla anlaşmak yerine Avrupa Devletlerinden yardım istemiştir. Böylece bu sorun Osmanlı’nın bir iç meselesinden çıkıp uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Rusya’nın yardım talebi üzerine anlaşan Osmanlı Devleti Rusya’nın 9 Savaş gemisi ve mürettebatını boğazlardan geçirmiştir. Bu duruma karşılık Hünkâr İskelesi Anlaşması (1833) yapılmış ve Rusya’nın çeşitli ayrıcalıklar elde etmesi üzerine diğer Avrupa devletleri de siyasi atağa geçerek Osmanlıdan imtiyazlar istemişlerdir. Araya giren Fransa
20
Ahmet Yaramış, “Yeniçeri Ocağı'nın Kaldırılması ve Yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye'nin Kurulması”, Türkler, C.XII, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.697-701.
9
çeşitli imtiyazlar karşılığında Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa ile uzlaşmaya giderek Kütahya Anlaşmasını imzalamışlardır. Böylece bu meselenin birinci safhası 21
kapanmıştır. Ancak her iki taraf da bu anlaşmadan memnun değildi. Olayların ikinci safhasında ise Mehmet Ali Paşa’ya bırakılan yerlerde verginin azlığı ve halkın ağır vergilerden ezilmesi üzerine iki tarafta askeri hazırlık içerisine girmiştir. Yine İngiltere’de Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı tarafını tutmuş ve ileri bir harekat için Osmanlıya askeri yardım sözü vermiş ve buna karşı çeşitli imtiyazlar içeren Balta Limanı anlaşmasını imzalamıştır. Mehmet Ali Paşa ise yönetimin devamını sağlamak için Babadan oğula geçen bir anlaşmayı Osmanlı Devletine kabul ettirdi. Buna karşılık Osmanlı ise Suriye ve Adana gibi yerlerin boşaltılmasını istedi ise de Mehmet Ali bunu kabul etmedi ve devlet hazinesine ödemekte olduğu vergiyi de göndermedi. Akabinde elinde bulundurduğu topraklarda bağımsızlık ilan etme cesaretine bile girdi. Bu gelişme üzerine Osmanlı müttefiki Rusya’nın da bilgisi dahilinde askeri harekata başlama hususunda kesin kararını vermiştir. Ahmet Paşa komutasındaki ordu Halep yoluyla Nizip’e ulaştı. Mısır ordusu ise İbrahim Paşa komutasında Nizip tarafına geldi. Her iki taraf da askeri güç olarak eşit duruma sahip olsa da Osmanlı Ordusu içerisinde, yönetim kadrosunda çıkan anlaşmazlık nedeniyle savaşın durumu Osmanlı aleyhine dönmüş ve Osmanlı ordusu aldığı kesin yenilgi ile Anadolu içlerine çekilmiştir. II Mahmud için ise en büyük talih 1.Temmuz’da ecelin kendisine yenilgi haberinden önce gelmesi olmuştur. Mısır meselesinin bu ikinci safhasında ise yine son sözü söyleyen batılı güçler olmuştur. Osmanlı tarafını tutan İngiltere’nin etkin diplomasisi sayesinde imzalanan 1841 Londra Anlaşması ile Mehmet Ali Paşa Mısır’ı ırsen idare etme hakkına karşılık, Suriye, Hicaz ve Girit’i terk etmiştir.
22
6-Diğer Olaylar: a)Sırp İsyanı Balkanlar’da ilk kıpırdanma Sırplar arasında meydana geldi. Daha III.Selim devrinde (1804), Sırp halkı,mahalli yeniçerilerin ve ayanların baskısına karşı direniş başlattılar. Babıali bu mücadelede Sırpları haklı bularak destekledi. İsyanın lideri Kara Yorgi Petroviç okumayazması olmayan topalalı bir domuz tüccarı idi. Bir dönemde Avusturya ordusunda çavuş rütbesinde hizmet vermişti. Kara Yorgi, Sırpi isyanını milli bir ayaklanmaya dönüştürdü ve Ruslarla irtibata geçti. Rusya mücadelelerini hala çete savaşları şeklinde sürdüren Sırplar’a askeri destek verdi. 1806-1812 arasında süre gelen Osmanlı-Rus harbi Osmanlının mağlubiyeti ile neticelendikten sonra 1812 de Bükreş Antlaşması imzalandı. Osmanlı hükümeti, antlaşmada Sırplar’a özerklik vereceğini taahhüt etti. Ancak bu sırada Rusya ile Fransa arasında büyük bir savaşın patlak vermesi (Napolyonun Moskova Seferi) üzerine buna uyulmadı. Sırbistan’a giren Osmanlı kuvvetleri Ekim 1813 te isyanı kontrol altına aldı. Bu gelişmeler üzerine Kara Yorgi, Avusturya’ya kaçtı.
21 22
Yücel, a.g.e., s.200-212. Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, Yeditepe Yay., İstanbul 2016, s.472.
10
Miloş Obronoviç, 1815’te Takovo kasabasında başknez sıfatıyla isyanı yeniden başlattı. 1815 sonbaraharında İstanbul’a gelen Sırp elçilik heyetinin, Türkler’in Sırbistan’dan uzaklaştırılması karşılığında vergileri düzenli olarak ödeme ve silahlarını teslim etme tekliflerine uzlaşmacı bir karşılık verdiler. Belgrad ve Semendire, Osmanlı güçlerine teslim edildi. Miloş Obronoviç Sırp halkının eskisi gibi padişaha bağlı kalmak istediğini bildirdi. Babıali 1817’de, Miloş Obronoviç’i başknez olarak tanıdı ve Sıplar’aimtiyazlı prenslik statüsü verildi. Daha sonra Obronoviç altı kazanın Sırplar’a verilmesi talebinde bulundu. II.Mahmud’un bunu reddetmesi üzerine 1833’te tekrar harekete geçip, prensliğin topraklarını kuzeyde Tuna, batı ve doğuda Drina ve Timok ve güneyde Aleksinatz ve Niş’e kadar genişleti. Kavalalı meselesi yüzünden oldukça sıkıntılı günler yaşayan Osmanlı hükümeti, bu oldu bittiyi kabullenmek zorunda kaldı. Miloş idaresi altındakilere karşı takip ettiği sert politikalar yüzünden halkını kendisinden soğuttu. Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya tarafından desteklenen muhalefetin baskısıyla, 1838’de Sırbistan’da anaysal bir düzen kuruldu ve ülkenin 17 üyeden oluşacak bir senato eliyle yönetilmesi kararlaştırıldı. Osmanlılar’a karşı ilk milli isyanı başlatmalarına rağmen, ancak 1877-78 Osmanlı- Rus harbi sonrasında bağımsızlıklarına kavuştular.
23
b)Yunan İsyanı Rumlar,Osmanlı toplumunda ticaret, gemicilik, bankerlik gibi mesleklerle zenginleşmişler, devletin bazı öenmli makamlarını elde etmişlerdi. Fransız ihtilalinin yaydığı milliyetçilik, bağımsızlık fikirleri diğer birçok millet gibi Yunanlılar’ın da düşüncelerinde yer etmeye başladı. 1804 te başlayan Sırp isyanının muhtariyetle sonuçlanması, benzer emeller taşıyanlar için bir cesaret kaynağı oldu. Rumların bağımsızlığı için ilk adım, bir Rum tüccarı olan Manuel’in iki arkadaşıyla birlikte, 1814’te Odessa’da Philike Heteria Cemiyeti’ni kurmasıyla atıldı. Cemiyetin başkanlığına Rus Çar’nın Rum asıllı yaveri Aleksandır İpsilanti getirildi. İpsilanti, Sırplar’la ve Avrupalı bazı devletlerle temasa geçti. Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa, kendisine mahalli destek sağlama adına, kiliseler yapmak, Rumca eğitime eğitime teşvik etmek, Rumlar’ı asker olarak kullanmak suretiyle Rumlar’ın bilinçlenmesinde önemli rol oynadı, ancak onları sıkı şekilde kontrol altında tuttu. Tepedelenli 1820’de Osmanlılar’a karşı yürüttüğü mücadele bölgede büyük bir otorite boşluğu doğurdu ve bu durum Rum çetelerinin işini kolaylaştırdı. Aleksandır İpsilanti, Şubat 1821’de, yıllardır hazırladığı Rum isyanını Eflakta başlattı. İsyan Rum halkı arasında geniş bir taraftar kitlesi bulamadı. Osmanlılar böylece iç ve dış destekten mahrum kalan isyanı bastırmayı başardılar. Metternich, Aleksandır İpsilanti’yi yakalattırarak hapsettirdi. Bunun akebinde isyan Morada başlatıldı. Patras’da başlayan isyan geniş bir tabana dayandığı için kısa sürede Orta ve Güney Yunanistan ile bazı adalara yayıldı. Bir kaç hafta içinde Morada’daki bütün müslümanlar’ın öldürülmesiyle gelişen isyan ve asilerin masum Müslüman ahaliye karşı uyguladıkları vahşi katliam haberleri İstanbul’da infial yarattı. Bu
23
Afyoncu, Sorularla Osmanlı., s.465-466.
11
ayaklanmaya destek verdiği kabul edilen Rum patriği Gregor, paskalya günü Patrikhane’nin Petro kapısında asıldı. Osmanlı toplumunun seçkin zümresi olan Fenerli Beyler itibarlarını yitirdiler. Bu sırada Mısırın güçlü valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa 1825’te Osmanlı ve Mısır kuvvetleriyle Mora’ya çıkmış ve yavaş yavaş asileri tenkil etmeye başlamıştı. İbrahim Paşa’nın asileri tamamen ezmeye yaklaştığı bir sırada, İngiltere ve Rusya 4 Nisan 1827 tarihli Petersburg protokolüyle Mora’nın özerk olması konusunda anlaştılar. Fransa’da 6 Temmuzda imzalanan Londra Protokolüyle bu karara destek verdi. Osmanlı Hükümeti Londra’da alınan kararları,içişlerine müdahale olarak değerlendirip, reddetti. İkinci bir notanın da reddedilmesi üzerine İngiltere, Rusya ve Fransa kuvvetlerinden oluşan bir müttefik donanması 20 Ekim’de Navarin’de demirli Osmanlı-Mısır donanmasını yaktı. Osmanlılar’ın yine Rumlar’a özerklik verilmesini reddetmesi üzerine Rusya 26 Nisan 1827’de Osmanlılar’a karşı harp ilan etti. Ruslar karşısında ağır bir mağlubiyete uğrayan Osmanlılar, sonunda 14 Eylül’de Rusya ile imzalanan Edirne Antlaşması’yla Londra’da alınan kararları tanımak zorunda kaldılar. Böylece ilk defa İmparatorluk tebaasından bir grup bağımsızlığını kazanmış oldu. Bu Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinin başlangıcıydı.
24
C.Reformlar
Daha önce de belirtildiği üzere Sultan Mahmud’un saltanatı iki devreye ayrılmıştır. İlk devresi hazırlık devresi olan 1808-1826 ikinci devresi ise 1826-1839’daki ölümüne kadar ki süren Reformlar devresini teşkil eder. Bu Reformlar Askeri, İdari, Sosyal ve Eğitim alanında yapılan reformları içermektedir. 13 sene sürecek ikinci saltanat dönemiyle birlikte Osmanlı Tarihinin de klasik dönemi kapanarak modernleşme dönemi başlamıştır. Ancak hemen belirtilmelidir ki Yeniçeri ocağını kaldırmakla önemli ve cüret isteyen bir işi başaran Sultan Mahmud başarılması çok daha zor olan Ulema sınıfını ıslah edememiştir. Dolayısıyla akılcı ve köklü ve bir program çerçevesinde kültürel ve manevi değerlerden fazla taviz verilmeden teknik yeniliklerin alınmasında ıslahat yapmamış ikilikler dönemini başlatmış buda devletin çöküşünü hızlandırmıştır.
25
İkinci Mahmud’un düzeni ne düşünce ne de çalışmalar bakımından yeni değildir. 18.yy’da Lale devrinden başlayarak yenilikler yapılmıştır. Nitekim III.Selim zamanında yapılan Nizam’ı Cedid adıyla yapılmak istenen ıslahat pek önemli idi. Şu halde İkinci Mahmud düzenine gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu batı dünyasına kapılarını dereceli 24 25
Afyoncu, Sorularla Osmanlı., s.467-469. Abdulkadir Özcan, a.g.m., s.14.
12
bir şekilde açmıştı. Batı kurullarını benimseyen çok azdı . Ulema sınıfı, devlet adamları, asker ocakları batıdan gelen yeniliklere düşmanlıklarını açıkça belirtiyorlardı. İkinci Mahmud düzen çalışmalarında batı düşüncesini kendi kadar açık gönülle kabul etmiş yardımcılar bulamadığı için ortaya bir ıslahat ekibi çıkaramadı. Padişahın düzen işlerini kendilerine emanet ettiği kişilerin çoğu muhataracı idi. Yine İslamcılık zihniyeti ile batılı düşünceyi bağdaştırmak güçlüğü yanında II.Mahmud düzen çalışmalarında özden çok şekle önem verdi. Böyle olduğu içinde düzeni kendi yapısında yetersizdir.II Mahmud ölümünden sonra Abdulmecid devrince Tanzimat adıyla bir seri yenilik hareketine girişilmesi bunu açıkça belirtmektedir.
26
1-Askeri Alanda Yapılan Reformlar: II.Mahmud ilk olarak orduyu düzene koymak istedi. Bu istek normaldi çünkü Osmanlı İmparatorluğu içi ve dış güvenliği sarsılmış bulunuyordu. 1768’den beri türlü devletlerle yapılan savaşlarda Osmanlı orduları arkası gelmeyen yenilgilere uğramış ve büyük toprak parçalarının düşmanın eline geçmesine engel olamamıştır. Askerlik alanında yeni düzen çalışmaları II.Mahmud devrininin ilk yıllarında başlar. Sadrazam Bayraktar Mustafa Paşa ayanlarla imzaladığı ittifak senedinde askerliğin düzene konulması maddesini de sıkıştırmıştır. Paşa III.Selim’in Nizam’ı Cedidine benzer bir Sekban’ı Cedid ocağı kurdu. Bu ocağa Tuğ,davul,sancak verilerek bağımsız bir duruma getirildi. Ocak Levent Çiftlikleri ile Üsküdar Kışlasında genç asker namzetlerinin Avrupa usulünde eğitim görmesiyle gelişmeye başladı. Sekban’ı Cedid erlerine aynı renkte ve biçimde aba,dizlik,tozluk ve kalpak giydirildi. Nitekim Bayraktar Mustafa Paşa’nın bu düzeni yeniçerileri kıskandırdı ve askerlik alanındaki yaptığı düzen yeniçerilerin ayaklanması ve Bayraktar’ın ölmesiyle sona ermiştir. Bu olaylar silsilesinde halk da artık yeniçerilerden yaka silkmeye başlamasıyla arda gelen olaylar yeniçeri ocağının kaldırması ile son bulmuştur.
27
Yeniçeri ocağının böylece kaldırılması üzerine Asakiri Mansure’i Muhammediye adında modern Avrupa yöntemleri ile yeni bir askeri teşkilatın kurulması kararlaştırıldı. Çağdaş yöntemlere göre düzenlenen Asakiri Mansure’i Muhammediye, Tümen, Tabur ve Bölüklere ayrıldı. Bir tümen 3 yada 4 taburdan oluşuyordu. Askerlere Avrupa ordularında olduğu gibi tüfek ve kılıç verildi. Giysileri ise bir ceket uzun bir pantolon ve bir çift potin ve festen oluşuyordu. Askerlerin eğitimleri için modern askeri eğitimi bilen ordudaki subaylardan yararlanılmakta idi. Bunların yeterli sayıda olmamaları nedeniyle Avrupadan subay getirmemiş Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan Türk yada Arap subayları istemiştir. Fakat mısırda modern eğitim bilen Müslüman subaylarında sayısı yetersiz olunca Müslüman olmuş Hıristiyan subaylara eğitim görevi verildi. Bu da yeterli olmaması üzerine Padişah Prusya’dan piyade, süvari ve topçu subayları getirmek zorunluluğu duydu. Askerler böylece Avrupa yöntemleri ile yetişmeleri sağlanmışsa da yüksek komuta heyetini oluşturan yüksek rütbeli subayların modern savaş tekniğini tam anlamıyla öğrenmeleri pek mümkün olmadı. Yine daha önce 1773 de kurulmuş olup uzun yıllar ihmale 26 27
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.V., TTK Yay. Ankara 1983, s.143-144. Karal, a.g.e., s.145.
13
uğrayan Mühendishane’i Bahri Hümayun Heybeliadaya nakledilerek yeniden düzenlenip geliştirildi. İlk buharlı gemi (Buğ) II.Mahmud devrinde satın alınıp deniz kuvvetlerine verildi.
28
2-İdari Alanda Yapılan Reformlar: II.Mahmud kendisinden önceki dönemlerde olmayacak derecelerde Osmanlı toprakları üzerinde merkezi otoritenin ağırlığını hissetmiştir. Nitekim III.Selim dönemi gelişmelerinden gerekli dersleri çıkarmış , özellikle asker ve ulema ittifakının bertaraf edilmesini hedefleyen tedbirleri almış olarak faaliyete geçmiştir. Önde gelen ulema ıslahatın gerekliliğine 29
inandırıldı. Ayrıca II.Mahmud’a kadar garplılaşma ıslahatların esası olmasına rağmen tam manasıyla bir hareket yoktur. Garplı anlayış alınmış fakat müessese alınmamıştır. II.Mahmud döneminde ise müesseseler alınmış ve garplılaşma daha esaslı temellere dayandırılmıştır. İlk olarak hükümete şekil verme ile işe başlanmıştır. Padişah; Sadrazam ve Şeyhülislamda toplanmış olan yetkileri batı devletlerinde olduğu gibi türlü bakanlar arasında 30
paylaştırıldı. Divan-ı Hümayun yerine Vekiller Heyeti meydana getirilmiştir. Bunlar: Mülkiye, Dahiliye, Hariciye, Adliye, Maliye, ve Ticaret Nazırlıklarıdır. Bunlara Meclis-i 31
Valay-i Ahkam-ı Adliye ve Dar-ı Şurayı Askeri de eklemek lazımdır. Sadrazamlık unvanı Başvekalete çevrilmiştir ve padişahın mutlak vekili olmaktan çıkmıştır. İlk defa Başvekalet’e ise Rauf Paşa getirilmiştir. Sadaret kethüdalığı ilkin Umur-u Dahiliye nezaretine, iki yıl sonrada Dahiliye nezaretine, Reisül Küttablık Hariciye Nezaretine, Darphane-i Amire ile Hazine-i Amire de Maliye Nezaretine çevrilmiştir. Bundan başka da Evkaf ve Ticaret Nezaretleri de kurulmuştur. Nezaretlerin kurulması memurlar arasında da işbirliği yapılmasını gerektiriyordu. Bu zamana kadar iç işleri ve dış işleri Bab-ı Ali’de aynı memurlar tarafından görülmekte idi. Hâlbuki bu işler karakter bakımından aynı değildi. Bundan dolayı iç ve dış işleri memurlarının atanması ve ilerlemeleri de sağlam temellere dayandırılarak, ilerlemelere; Üla, Saniye, Salise ve Rabia gibi rütbeleri teşkil eden sınıflar kuruldu. Bu rütbelere ve Haceganlık rütbesine Nişanlar, Resmi elbiseler ve Kılıçlar verildi. Ayrıca memurlara, işlerinin önemine göre maaş bağlandı. II.Mahmud tahta çıktığı zaman imparatorluğun birçok yerinde Muhtar(Yarı Bağımsız) statüde ayanlar ortaya çıkmıştı. Alemdar Mustafa Paşa zamanında bunlar merkeze bağlı duruma getirilmişti. Fakat onun ölümünden sonra eskiden olduğu gibi kendi başlarına buyruk hareket etmeye başlamışlardı. II.Mahmud’un etkili faaliyetleri sonucu gerek Rumeli de gerek Anadolu’daki vilayetlerin merkeze bağlanması ile ülkede otorite sağlanmış oldu. Özellikle valilerin atandıkları yerden aldıkları para ile değil devletçe maaş bağlanmak suretiyle memur statüsüne getirildiler. Daha sonra birkaç sancağın birleştirilmesi ile kurulan Müşirlikler ve
28
Yücel, a.g.e., s.215.
29 Beydilli, a.g.m., s.354. 30 Karal, a.g.e. s.152. 31
Karagöz, a.g.m., s.194.
14
müşirliklere bağlı olarak da Ferikler kurulmuştur. Ayrıca başta İstanbul olmak üzere tüm 32 vilayetlerde Halk ile Hükümetin ilişkilerini sağlayan muhtar teşkilatı da kurulmuştur. Usül-ü Nizam-i Müstesna ismi ile anılan bu reformlar içerisinde II.Mahmud İhtisap Nezaretini kurdurarak şehirlerin belediye hizmetleri ile kolluk işlerini bu kuruluşa geçmesini sağlamıştır. Bu durum ise daha önce mülki belediye ve dini işleri sorumluluğundan bulunduran kadının elinde idi. Bu durum ise kadının görev alanının daralması ve yargı alanı sınırlarına çekilmesine giden yolu açmıştır. Ulemayı etkileyecek diğer bir adım ise o zamana kadar ulemanın ve şeyhülislam’ın gücünü aldığı önemli kuruluşlardan biri olan vakıflara müdahale ederek ulemanın vakıflar üzerindeki gücünü ve kontrolünü kaybetmesine neden olan Evkaf Müdürlüğü( Daha sonra nezareti 1836) kurulmuştur. Giriştiği reform çabaları ile Büyük Petroya benzetilen II.Mahmud Tanzimat’a zemin hazırlayacağı önemli değişikliklerden biri olan ve yukarıda da daha önce bahsi geçen Dahiliye, Hariciye, Maliye gibi kurumların içerinde olan Meclis-i Valayı Ahkam’ı Adliye, Osmanlının bütün önemli işlerinin konuşma ve düzenleme meclisi olup gerekli kanun ve tasarılarını ve nizamnameleri hazırlamak, devlet adamlarıyla ilgili davalara bakmak devletin ve milletin işlerini görüşmek amacıyla kurulmuştur. Bugün ki Danıştay ve Yargıtay kurumlarının yetkilerini kendisinde toplayan ve bir başkan ile dokuz üye ve iki sekreterden oluşmaktadır. II.Mahmud döneminde Tanzimat’ı kanunlaştırma yolunda zemin hazırlaması bakımından iki önemli ceza kanunnamesi kabul edilmiştir. Bunlardan biri Kadıasker, Kadı ve Nüvvap’a diğeri ise Memuriyete özgüdür. Özellikle Kadıların suiistimallerine set çekmek amacıyla çıkarımış olan Tarik-i İlmiye’ye dair Ceza Kanunname-i Hümayun o dönemde ilmiyenin durumunun bozukluğunu da görmek bakımından önemli bir kanundur. Din-Devlet-Toplum ilişkileri açısından II.Mahmud döneminin özel bir yanı da Mülkiyet hakkı, Din ve vicdan özgürlüğü ve eşitlik alanındadır. Devlet hizmetinde bulunmuş kişilerin ölünce mallarına el konulması usulü olan müsadereyi kaldırmış ve bunların miras haklarına güvence getirilmiştir. Bu kanunlara müteakip modern anlamda Tanzimat döneminde kanunlaştırma akımı başlamış olsa da bunun temelleri görüldüğü üzere II.Mahmud döneminde atılmıştır ve “Bundan böyle tebaamdan Müslümanları artık camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri havrada görmek isterim” türünden sözleri bunların devlet katında eşit oldukları düşüncesini getirmiştir. II.Mahmud zamanında Posta ve Pasaport işlerinde de düzenlemelere gidilmiştir. Sultan Hattı Hümayun yayınladıktan sonra posta yollarının yapılmasına başlanmıştır. İlk olarak Üsküdar-İzmit arasında bir posta yolu yapılmasına başlandı ve açılış törenine bizzat padişah katılmıştır. Bu posta teşkilatından sonra ülke içinde ve dışında yapılacak seyahatlar için bazı esaslar kabul edilmiştir. Yurttaşlar için mürur tezkeresi(Geçiş Belgesi) taşıyacaklar
32
Yücel, a.g.e., s.216.
15
ve ülke dışına çıkacak olan yurttaşlar ise Hariciye Nezaretinden Pasaport alacaklardı. Bu 33 pasaportlarda gidilecek ülkenin Osmanlı içindeki elçileri tarafından imzalanacaktı. . Ayrıca vergilerin adil olarak toplanabilmesini sağlamak amacıyla 1831 yılında ilk nufus sayımı ve kapsamlı arazi sayımı gerçekleştirildi. Bu durumun ikinci amacı ise olası bir savaş sırasında Osmanlı Toprakları içerisindeki eli silah tutabilecek erkek nufusunun tespit edilmesi içindir ki 1831 sayımına göre, sayımı yapılan yerlerde 2.5 milyonu Anadolu'da, 1.5 milyonu da Rumeli'de olmak üzere ortalama 4 milyon erkek nüfus yaşamaktadır. 3-Ekonomi Alanında Yapılan Reformlar: Ekonomi anlamından ise ortaya kayda değer bir konulamadı. Padişah ve yardımcıları ülkenin kaynaklarını batılı usulde değil de modası geçmiş ekonomi usullerine bağlı kaldılar. Nitekim o dönemde askerlerin elbiseleri için gereken kumaşlar bile Fransa’dan getiriliyordu ve her yıl kırk-elli bin kese memleket dışına çıkıyordu. Bu süreçte yerli kumaşlara rağbet için yabancı kumaşlara yasak getirilse de, yerli esnaf on-on bir kumaşa satılan kumaşı yirmi-yirmi beş kuruşa çıkarmıştı. Ülke içerisinde kumaş fabrikaları kurmak için bir ara Evans adında bir kişi yurtdışına gönderilse de bu işten de bir netice alınamadı. Ülke içinde ekonomiye yeni bir yön verilememesi hükümeti de mali durumdan zayıf bırakmıştı, yeni vergiler çıkarıldı ise de umulan netice pek elde edilemedi. Bunun üzerine İngiltere’den bir milyon akçe değerinde borç istenmesine karar verildi. Bu iş için Fethi Paşa görevlendirilmiş olsa da bu alanda yine yapılan birçok çalışma sözde kaldı ve hükümet ekonomik yönden günlük bir siyaset izlemeye devam etmiştir. II.Mahmud yaptığı bir dizi reformlardan dolayı da halkı ile de kötü bir ilişkiye girmiştir. Gidişattan memnun görünmeyen ve mehdi beklentisi içinde bulunan halk ondan nefret ediyordu. Ancak Sultan Mahmud bu olumsuzluklara rağmen politikalarını uygulamıştır.
34
4-Fesin Kabulü ve Sosyal Alanda Yapılan Reformlar: Sultan II.Mahmud Asakir-i Mansure ordusunun kıyafetleri de dahil eski askeri sistemden her yönüyle farklı olmasını istiyordu. İlk etapta Mansure askerlerine, Yeniçeriler tarafından hiç kullanılmamış ve sarayda hizmet eden Bostancılara has ''Şubara'' denilen yuvarlak tepeli ve dilimli çuhadan yapılma bir başlık giydirilmesi benimsendi. 1827 ortalarına kadar bu şekilde idare edildi. Tamda bugünlerde İstanbul'a gelen Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa, askerlere kullandırılacak başlık hususunda padişaha yeni bir alternatif sundu. Tunus'tan getirilen fesleri kalyoncu birliklerine başlık olarak giydirmişti. 1827 de Serasker olan Hüsrev paşa bu fesli birlikleride genel kurmay karargahına nakletmişti. Şu baralara göre çok daha düzgün ve pratik olan bu yeni başlıklar giydirdiği askerleriyle II.Mahmud'u bir cuma selamlığından sonra selamlayan Hüsrev Paşa'nın birlikleri ve özellikle fesleri padişah tarafından çok beğenilince tüm askeri birlikleri fes giydirilmesi kararı verildi.
33
gös.yer. Ejder Okumuş, “II.Mahmud Dönemi Yenileşme Çabaları”, Türkler, C.XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002. s.1160-1666.
34
16
Muhafazakar çevrelerin fes'e tepki göstereceği yolunda beyan edilen mazeretlere cevap olarak bunun Müslümanlarca kullanılan bir başlık olması en önemli savunma olacaktı. Nihayet devletin zirvesinde yapılan bu görüşmenin ardından püskülü çok uzun olmamak şartıyla askere fes giydirilmesi ve halktan buna karşı muhalefet eden olursa şiddetle cezalandırılması resmen kabul edildi. Ardından da Tunus'tan ilk parti olarak 50 bin fes ısmarlandı. Fes giydirilmesi resmen kabul edildikten sonra çıkarılan 1828 kıyafet nizamnamesi ne fesle ilgilide bir takım hükümler kondu. Buna göre kara askerinin deniz askerinden ayırt edilmesi için Mansur'e neferlerinin feslerini eğri sarık sarık sardırılması ulemada dahil olmak üzere tüm devlet memurlarının fes giymesi karar altına alındı. Ancak memurların asker takımından ayrılabilmesi için feslerine hiç bir şey sarmamaları yani dal fes giymeleri ön görüldü. Fes Osmanlı toplumunda sadece erkekler tarafından giyilmedi. Haremdeki kadınlar da dâhil olmak üzere Anadolu’nun köylerin de dahi özellikle kalıplı taş şeklindeki fes'te kadınlar tarafından yaygın şekilde süs amaçlı kullanıldı. Böylece askeri sınıfla kullanılmaya başlayan fes, önce memurlara ardından da dalga dalga toplumun tüm katmanlarına yayılmaya başladı. 1836'da ordunun ve halkın giderek artan fes ihtiyacını karşılamak ve ithalata verilen binlerce kuruştan tasarruf etmek amacıyla Eyüp'te Feshane adıyla bir fes imalathanesi açıldı.
35
Ayrıca 1829’da kıyafet reformu sivilleride kapsamına aldı. O yıl çıkarılan bir irade çeşitli memur sınıflarında çeşitli vesilelerle giyilecek kıyafeti büyük ayrıntılarıyla belirtti. Genel olarak cübbe ve sarık yalnız ulemaya müsaade edildi. Diğer siviller için fes zorunlu olarak diğer her çeşit başlığın yerini aldı. Cübbe ve terliğin yerinede redingotlar, pelerinler, pantolonlar ve siyah derili potinler geçti. Mücevherat, kürk ve diğer süsler gidecekti ve hatta sakallar bile kırpılmıştı. Bizzat Sultan buna örnek oldu. Saraydan paşalara onlardan da çeşitli memur tabakalarına yayıldı. Aynı zamanda Avrupa, sandalye ve masaları eski düzenin divan ve yastıkları yanında gözükmeye başladı. Avrupalı sosyal adetler benimsendi. Sultan yabancı diplomatları Osmanlı protokolüne göre değil Avrupa protokolüne göre kabul etmeye başladı ve resepsiyonlar verip misafirleriyle sohbet etti. Perşembe günü tatil ilan edildi. Bunun dini bakımdan bir özelliği yok idi. Fransa’dan alınarak uygulanmıştır. Ayrıca Sultan Mahmud kendi portresini devlet dairelerine astırmıştır. Bu değişikleri yinede sadece yüzeyde idi. İslamın şer-i hukuku özellikle toplum ve aile konularında yine itiraz edilmez durumdaydı. Evlenme ve boşanma ,mülkiyet ve miras kadınların ve kölelerin statüsü değişmemiştir.
36
5-Eğitim Alanında Yapılan Reformlar: Yeni ordunun en ciddi eksikliklerinden biri subay yokluğu idi. Asker kolayca bulunabiliyor ve hizmete çağırılabiliyordu. Ancak ehliyetli bir subay kadrosunun yetiştirilmesi başka bir şeydi. Kısmen bu ihtiyacı doldurmak, kısmende buna paralel ehliyetli sivil memur ihtiyacını karşılamak için II.Mahmut eğitime gittikçe artan bir önem veriyordu. 35
37
Afyoncu, Sorularla Osmanlı, s.480-482.
36 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK.Yay., Ankara 2007, s.102-103. 37
Lewis, a.g.e., s.84.
17
1824 de yayınlanan bir fermanla ilk öğretim zorunlu hale getirildi. Mart 1827 de tıp 38 okulu(Mekteb-i Tıbbiye) ve 1835 de Harbiye Mektebi Kuruldu. 1827 de kuvvetli muhalefete rağmen, Sultan Paris’e dört öğrenci göndermek gibi devrimci bir adım attı; daha sonra bunları diğerleri izledi. Bunlar dönüşlerinde, ülkelerinin değiştirilmesinde pek büyük bir rol oynadılar. En dikkati çekici düzenleme eski saray içoğlanlarının okulu olan ve tarihi II.Bayezid (1481-1512) devrine kadar uzanan, ünlü bir eğitim merkezi Galatasaray’a nakledildiği zaman yapılan idi. Dersler kısmen Türkçe kısmende Fransızca idi. Öğretmenler arasında Avrupa dan getirilmiş olanlarda oldukça çoktu. Burada yabancılar öğretimde egemen rol oynadılar. Genellikle Fransızca olmak üzere yabancı bir dil bilmek bütün öğretimin ilk ihtiyacı ve ön şartı idi. Tıbbiyedeki gibi, çocuklar için hazırlayıcı bir bölümde vardı. 1838’de Tıp okulunun yeni binasının açılış törenin de öğrencilere verdiği bir söylevde Sultan şunları belirtiyordu: Burada Fransızca olarak Fenni Tıbbi tahsil edeceksiniz... Sizlere Fransızca okutmaktan benim muradım Fransızca lisanı tahsil ettirmek değildir. Ancak Fenni Tıbbi öğretip refte refte kendi lisanımıza almaktır. Hocalarınızdan ilmi tababeti tahsile çalışan ve tedricen Türkçeye alıp lisanımız üzere sayeyleyin demekte idi. Bu yüzden batıcının bilimlerini öğrenmek ve öğretmek, ders kitaplarını Türkçeye çevirmek ve bu görevin bir parçası olarak, batıdan alınan bir çok yeni konu ve kavramları dile getirmek için ihtiyaç duyulan teknik ve bilimsel değimleri Türk dilinde yaratmak üzere dil 39
bilen Müslümanlara ivedili ihtiyaç vardı. Ancak devlet bu gibi elemanları hem bulmakta hem de yetiştirmekte oldukça sıkıntı yaşamaktaydı. Sonuç Sonuç olarak II.Mahmud dönemi içte ve dışta karışık bir dönem olmasına rağmen bahsi geçen yenilikler silsilesi II.Mahmud’dan önceki yenililk hareketleri gibi kesintiye uğramamıştır. II.Mahmud’un dışarda büyük düşmanları olmasına karşın ona ve devletine en büyük darbeyi kuşkusuz Kavalalı Mehmet Ali Paşa vermiştir. Öyle ki bu mesele yüzünden Osmanlı asırlık düşmanı olan Rusya’dan askeri yardım alarak kendi valisine karşı savaşmıştır. 1363 yılında temelleri atılan Yeniçeri Ocağını 20 dakikada kaldırıp devletin ve halkın rahat bir nefes almasını sağlasa da batı üsülü pantolon, fes gibi zorunlu uygulamalarla da halkın gözünde “Gavur Padişah” gibi lakaplara maruz kalmıştır. Fakat daha önce de belirtildiği üzere tüm olumsuzluklara rağmen reformlarını gerçekleştirmiştir ve bugün ki Modern Türkiyenin de temellerini atmıştır.
38 39
Afyoncu, Sorularla Osmanlı, s.486. Lewis, a.g.e., s.84-86.
18
Bibliyografya
AFYONCU, Erhan, Ahmet Önal-Uğur Demir, Osmanlı İmparatorluğunda Askeri İsyanlar ve Darbeler, Yeditepe Yay., İstanbul, 2010. AFYONCU, Erhan, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, Yeditepe Yay., İstanbul, 2016. ASLANAPA, Oktay, Osmanlı Devri Mimarisi, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2014. Beydilli, Kemal, "II. Mahmud", Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.XXVII, İstanbul, 2003. BORAY, F. Erdem, Dünya Tarihinin Son İmparatorluğu Osmanlı, Kum Saati Yay., İstanbul, 2011. DEMİRCİ, Ahmet, Padişah Anaları, Kamer Yayınları, İstanbul, 2014. KARAGÖZ, Semih, “Osmanlı Devleti’nde Islahat Hareketleri ve Batı Medeniyetine Giriş Gayretleri” OTAM, say.6., Ankara, 1995. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V., TTK Yay. Ankara, 1983. LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK.Yay. Ankara, 2007. OKUMUŞ, Ejder, “II.Mahmud Dönemi Yenileşme Çabaları”, Türkler, C.XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002. ÖZCAN, Abdulkadir, “II. Mahmud ve Reformları Hakkında Bazı Gözlemler”, Tarih İnceleme Dergisi, say.X., İzmir, 1995. TEKTAŞ, Nazım, Çadırdan Saraya Saraydan Sürgüne Osmanlı, Yeni Şafak Yay., Ankara, 2011. YARAMIŞ, Ahmet, “Yeniçeri Ocağı'nın Kaldırılması ve Yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye'nin Kurulması”, Türkler, C.XII, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002.
YILMAZ, Coşkun(ed), II. Mahmud Yeniden Yapılanma Sürecinde İstanbul, Seçil Ofset, İstanbul,2010. YÜCEL, Yaşar, Ali Sevim, Türkiye Tarihi IV., TTK. yay., Ankara, 1990.
19