Liseli Kıvılcım Dergisi

Page 1

1


Yeniden merhaba, Yine yeni bir “eğitim-öğretim” yılında sizlerle buluşuyoruz. Geride bıraktığımız zaman dilimi hayatın olağan akışının aksine iniş ve çıkışlarla dolu, çalkantılı dönemlere sahne oldu. Bizlerin hayatın, mücadelenin içinden bulup çıkaracağımız cesaret, onur ve dayanışma sloganı hayatta tam da karşılığını buluyor idi. Toplumsal bir ayaklanmanın, “Gezi” isyanının göbeğinde yer alan gençler Ali İsmail’lerle, Mehmet Ayvalıtaş’larla ve Berkin Elvan’larla mücadeleyi omuzluyordu. İsyanın ruhu ve yürütücüsü olan gençlik, hak mücadelesinin en üst evresinde halkla buluşmuş kendisi olmuş bire bir yürütücüsü komununda yer alarak tarihe derin notlar düşmüştü. Şimdi bizde herkes gibi ve tüm gençlik gibi arkamıza aldığımız rüzgarlarla hayata başka bakıyor, yürüyeceğimiz yola özgüvenli adımlarla atılıyoruz.

2

90 Kuşağıyla Özgürlüğe s 3 Çimen Değil Çınar Olmak s4 Liseli Gençlik Hareketi Geleceğin Örgütlenmesidir s6 Sabrımızı Sınavlıyorsun ÖSYM s8 Rezalet+Rezalet+Rezalet=TEOG s9 Emperyalizm Nedir? s10 Gezi’nin Kardeşlik Ruhuyla Yaz Kampımız s12

Yangın yerindeyiz..!! Ortadoğu coğrafyası tam anlamı ile yangın yerine dönmüş ve bir Dünya savaşının en yoğun-yakın-sıcak yaşandığı coğrafyanın hemen yanıbaşındaki gençler olarak bu yangını bire bir yaşadık/yaşıyoruz. Bir adım ötemizden bizlere uzanan bu gelişmeler tüm ülkeyi ve yaşamı etkilerken, en çok da biz gençliği etkilemekte ve yaşamlarımızı belirlemekte. Bir yanımız “Gezi” ayaklanması ile ayağa kalkmış coşar iken, diğer yanımız savaş coğrafyasının tüm gerçekliği ve sıcaklığı karşı karşıya. Şimdi böylesine bir coğrafyada genç olmak, etkilenmek ve inandığı yolda ilerlemek onurlu bir hayat için zorlu bir yaşamı seçmeyi gerektirmekte. Bizler tüm gençliği onurlu bir hayat için cesaret ile kuşanmaya ve dayanışmayı yükseltmeye çağırıyoruz. *** Toplumsal düzenin ve yaşamın her Umudun Simgesi Berkin Elvan s13 İradedmizi Uyuşturucuya Teslim Etmeyeceğiz s14 Eğitimin İmam Hatipleştirilmesine Son! s15 HABERLER s16 Liseli Cehennemi Meslek Liseleri s18 Sağlık Meslek Liseleri Kölelik Zincirini Kıracak s20 Gölgesi Satılamayan Ağaç s 21

alanına saldıran iktidar liseride boş geçmiyor, esas korkusunun liseli gençlik olduğunu açık ediyor. İmam hatip liselerini ve imam hatiplileri liselilerle karşı karşıya getiren ve daha bu yaşta toplumu kutuplaştıran iktidar alenen saldırıyor. Sınav sistemi ve eğitim düzenini her defasında yaptığı operasyonel düzenlemelerle alt üst eden iktidar her şeyi darmadağın ederek gençliğin duruşunu yok etmek istiyor. Artık saldırılar açıktan, hedef alınarak ve gözönünde gerçekleştiriliyor. Böylesine çalkantılı, ancak bir o kadar devrimci ihtimallere açık olan yaşadığımız şu günlerde tüm gençliği direnmeye mücadeleye çağırıyoruz. Savaşa ve yoksulluğa karşı, elinden alınmaya çalışılan hayatın için, okulun ve yaşamın için mücadeleye omuz ver. Berkin olmanın, Ali İsmail olmanın tam zamanı, aydınlık ve güzel günler için #birkıvılcımdasençak

Ernesto Che Guevara Sıradaki “İyi Kadın” Biz Olmayacağız Basın Özgürlüğü Liseliler ve Sosyal Medya Yaşam ve Deney Arasındaki “Tehlikeli Oyun” Bu Toprakların Evladı Ahmet Arif Çizgilerin Gücü

s22 s24 s26 s27 s28 s30 s31


90 KUŞAĞIYLA ÖZGÜRLÜĞE! Baskılarla özellikle genç kuşakların karşılaşması da tesadüfî değil. Gençliğin sistem için iki önemi var; 1- Gençlik kapitalizmin bir sistem olarak kuşaklar arası aktarımını sağlar. 2- Gençliğin içinde taşıdığı yaratıcı enerji ve sahip olduğu taze güç, sistem için tehlikedir. O tehlikenin engellenmesi ve tersine sisteme hizmet eder hale dönüştürülmesi, içerilmesi gerekir. Baskı politikaları özellikle bilinçlerimize ve yaşam tarzımıza yöneliktir.

Sistem Neyi Hedefliyor? Sistemin yaratmaya çalıştığı gençlik, ne yaptığını bilmeden hareket eden, bencil, düşünmeyen ve üretmeyen bir yığındır. Çünkü, cahil ve uyuşturulmuş bireylerden oluşan yığınlar daha rahat kontrol altına alınabilir. İsyan eden gençlerin önü baskı ve terörle kapatılarak, tek tip ve boyun eğen bir gençlik yaratmak hedeflenir. Okullarda uygulanan eğitimin kalitesiz, cinsiyetçi, baskıcı ve otoriter dayatması içerisinde oluşu bununla bağlantılıdır. Bunların farkına varıp isyan ettiğimiz anda ise, “özgürlük” arayışımızı bastırmak için uyuşturucu ve çeteleşmeyi bizim kaderimiz yapmaya çalışırlar. Zulmün ve ezilmişliğin olduğu yerlerde isyan etmek meşrudur. Sistem güçleri bunu çok iyi bildiğinden, sürekli saldırı pozisyonunda bekler. Ancak, bugüne kadar yapılan baskılara karşı yürütülen direnişlerin oluşturduğu birikim sonucunda “bizler” açığa çıktık. Kimsenin beklemediği ancak hasretini duyduğu bir Gezi İsyanı sürecinin içinde doğduk. Şimdi, sistem de devlet de onun bekçileri de bilsin ki biz 90’lar kuşağıyız.

3

Yolun Başındayız! Henüz kendi sürecimizin başındayız ve yolda yürürken öğreniyoruz. Açığa çıkma sürecimiz; neo-liberal dönüşümlerin yoğunlaştığı, işsizlik ve geleceksizliğin dayatıldığı, yoksulluğun bir kader olarak öğretilmeye çalışıldığı bir ortamda filizlendi. Egemenlerin ve baskıcı rejimin on yıllardır uyguladığı anti-demokratik politikalara bizler de maruz kalıyoruz ama Gezi sürecinin verdiği moral deneyle, iktidarı ve onun hizmet ettiği kölelik düzenini şimdiden karşımıza aldık bile. Şimdi bize düşen, gençliğin dinamik gücüyle okullarımızı, sokaklarımızı, tüm yaşam alanlarımızı Gezi’den öğrendiğimiz direnişçi havayla örgütlemektir. Paylaşmanın ve kardeşliğin her yana saçıldığı devrimci yaşamımızda, yeri geldiğinde mizahi, yeri geldiğinde çelikten bir iradeyle barikat ateşlerini yükseltmeliyiz. Okullarımız da uygulanan anti-demokratik tüm uygulamalara karşı örgütlenmeli, hakkımız olanı söküp almalıyız. Kardeşliği ve dayanışmayı geliştirmeli, sanatı ve spor aktivite-

lerini kolektif bir bilinçle yapmalıyız. Özgürlüğümüzün önündeki engelleri aşmanın yollarını aramalı, her alanın öz sorununu ona uygun yöntemlerle çözmeliyiz.

Alanı Varetmeli! ALanda Varolmalıyız! Anadolu ve Fen Liselerinde yaşanan anti demokratik uygulamalara, o alanın temsil ettiği kimlikle gitmeli ve yaşanan özel sorunlara duyarlı olmalıyız. Aynı zamanda Meslek ve İmam Hatip Liseleri için de bu durum geçerlidir. Meslek, Anadolu ve Fen Liseleri gibi, aralarında kimlik, din, dil, ırk, sınıf farkları gösteren alanlara, o alana uygun kimlikle gitmek gerekir. Her alanın kendine has yaşadığı sorunu, kendi dil ve yöntemleriyle çözmeli, her alanın öz örgütlülük gücünü açığa çıkarmalıyız. Her öz gücün kendine ait eyleme ve öğrenme yöntemlerini açığa çıkarmalıyız. Hepimizin ortak yaşadığı sorunlara, ortak cevaplar üreterek, bizi esir etmeye çalışan sistemin zincirlerini parçalamalı, özgürlüğün-özgürlüğümüzün peşinde koşmalıyız.

dilara akgöz

Kapitalizm, varlığını sürdürebilmek için baskıcı olmak zorundadır.


Bir yanda işçiyi, kadını, öğrenciyi ve her türden muhalifi şeytanlaştıran, halklara zulmü ve ötekileştirmeyi reva gören AKP; diğer yanda, devletin her kademesinde yerleşmiş, ülkenin geleceğini tezgâh altından hilelerle dizayn etmeye çalışan, dini her türden aşağılık emeline alet edebilecek ve en az eski dostu yeni düşmanı AKP kadar faşist, kutuplaştırıcı, cinsiyetçi ve halk düşmanı bir örgüt olarak Fetullah Gülen Cemaati.

Gözü dönmüş bir suç şebekesi tarafından yönetilen ülkemizde, kirli oyunlar ve egemenler arasındaki hegemonya savaşları belki hiç olmadığı kadar gün yüzüne çıktı. Bir yanda işçiyi, kadını, öğrenciyi ve her türden muhalifi şeytanlaştıran, halklara zulmü ve ötekileştirmeyi reva gören AKP; diğer yanda, devletin her kademesinde yerleşmiş, ülkenin geleceğini tezgâh altından hilelerle dizayn etmeye çalışan, dini her türden aşağılık emeline alet edebilecek ve en az eski dostu yeni düşmanı AKP kadar faşist, kutuplaştırıcı, cinsiyetçi ve halk düşmanı bir örgüt olarak Fetullah Gülen Cemaati. Bu savaşta “filler tepişirken ezilen çimen” olmak istemeyen, Gezi İsyanı’nın yarattığı dinamizm ve rüzgârı da arkasına alarak inisiyatifini arttırmaya uğraşan halk var bir de. Her savaşın her çatışmanın; en ağır ve gerçek bedellerini ödeyen HALK!

İttifaktan İtilafa AKP, 12 yıllık iktidarında Cemaat’le sürekli ittifak halindeydi. AKP, Cemaat’e alan açıyor ve tüm devlet kademelerine sızmasını sağlıyor, sonra da bu sızmaları kullanarak kendi muhaliflerine, özellikle “yargı” yoluyla ağır darbeler indiriyordu.

4

Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı, günler aktıkça devleti fethederken, bu noktalarda çektiği “nitelikli eleman” eksikliği sıkıntısını da Cemaat kadrolarıyla gideriyordu.

Cemaat ise hem kendine verilen sonsuz kredilerle sermaye birikiminin (dershanecilikten, medyaya, bankacılıktan hastaneciliğe kadar) her alanında dilediğince at koşturuyor, hem de devlet birimlerine yaptığı sızmalarla elde ettiği gücü, kendi yararına kullanma hakkını saklı tutuyordu.

seçimleri de zaferle tamamlayabildi.

2013 yılına gelindiğinde işin rengi tamamen değişti. Dershanelerin kapatılması kararının altına imzasını atan Erdoğan, “Ben artık bu pastayı yalnız yiyeceğim” diyor ve cemaate açık bir biçimde savaş ilan ediyordu. Cemaat, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu ile AKP’ye karşılık vererek, saklı tuttuğu gücünü açığa çıkarmış oldu.

Savaş bitmiş değil, farklı cephelerde sürüyor. Örneğin, Cemaatin kasası Bank Asya, AKP eliyle batırılıyor. Bu çatışma iki taraftan biri Türkiye sahnesinden tamamen çekilene dek süreceğe benziyor.

AKP ve Ezilenler Cephesi

AKP bu saldırıyı basit bir kabine revizyonu ve ufak yaralarla atlattı. Yerel

Cemaat ile iktidar savaşını sert bir şekilde sürdüren AKP; tüm ezilen

Yerel seçimler ve sonrasındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde CHP-MHP ittifakını oluşturan Cemaat ise, iki seçimden de mağlup ayrıldı ve ayrıca, bu iki seçim arasında AKP’nin yaptığı operasyonla özellikle emniyet içindeki gücünü büyük ölçüde kaybetti.


gruplara ve muhalif hareketlere de en sert biçimde saldırmayı ihmal etmiyor. Aldığı her seçim başarısının ardından, daha da bilenerek faşizan yönetimini pekiştiriyor. Doğa talanını, iş cinayetlerini, etnik, mezhebi ayrımcılığı, kadın ve öğrenci alanına saldırıyı en uç noktalarda gerçekleştiren bu düzen, ülkeyi hem ekonomik hem de sosyal anlamda bir çöküşe sürüklüyor.

İş Cinayetleri Son model teknolojilerle en kısa sürede en verimli üretimi yapan sanayi ortamları, sıra işçilerin canını korumaya gelince, aniden teklemeye başlıyor. Her gün işçilerin ölüm haberleriyle karşılaşıyoruz. Bu haberlerin tümünde “ihmal” denen bir kavram geçiyor ve biz bunun alenen “cinayete teşebbüs” demek olduğunu çok iyi biliyoruz. Daha fazla para, daha fazla rant uğruna işçi güvenliği pas geçiliyor ve işçiler açık seçik bir ölüm oyununa -hem de yarı aç yaşamasına sebep olan ücretlerle- gönderiliyor. Bu sayede işçi ölümleri sıradanlaşıyor, Soma ve Torun Center gibi toplu katliamlarda “kader” kılıfı örtülerek olayın üstü kapatılıyor. İşçiyi bir makine aksamı kadar dahi değerli görmeyen sermaye güçleri, karşısında güçlü bir irade görmedikçe, çarkını aynı mantıkla döndürmeye devam edecek.

Kadınlara Yönelik Saldırılar AKP, iktidarı boyunca kadınları her defasında hedef tahtasına oturttu. Kadın cinayetlerinin rekor oranda artması ve suçluların asla gereken cezaları almaması bu durumun apaçık göstergesi. AKP medyası, yargısı, polisi ve yasaları ile kadını şeytanlaştırıyor ve var olan erkek egemenliğinin namluyu kadına doğrulturken hiç tereddüt etmemesinin önünü açıyor. Kadınların ne zaman ve kaç tane çocuk doğuracağına, ne giyeceğine, ne şekilde güleceğine kadar müdahale eden bu zihniyet, apaçık bir şekilde kadına yaşam alanı bırakmamayı amaçlıyor. Bu noktada kadınların her türlü mücadelesi ve başkaldırısı inanılmaz bir anlam ve meşruiyet kazanıyor.

5

Ekolojik Tahribat

Gençlik AKP Kıskacında

Kapitalist üretim sisteminin doğal bir sonucu olarak kâr hırsıyla gözü dönen kapitalistler, doğaya açgözlüce saldırmaya devam ediyor. Doğanın zenginliklerini talan ediyorlar. Yetmiyor. Fabrika atıklarını herhangi bir arıtmaya tabi tutmadan doğaya salarak, suları ve bitki çeşitliğini sürekli tehdit etmekteler.

AKP hükümeti, yukarıda da bahsettiğimiz gibi muhalefeti sindirme konusunda en radikal saldırıları bile çekinmeden yapabilen bir yapı. Toplumsal muhalefetin itici gücü olan gençlik, algıları daima kontrol altında tutulması gereken bir tehdit olarak görülüyor.

Son dönemde adını sürekli duyduğumuz HES’ler yoluyla, kolay yoldan enerji elde etme amacıyla dereler ve barındırdığı tüm canlı popülasyonu yok ediliyor. Ayrıca büyük şehirlerde doğal parklar ve ormanlar, çeşitli inşaat projeleriyle betonlaştırılarak insanların nefes alacağı alanlar acımasızca tüketiliyor. Bu ortam, ağaçları koruma gerekçesiyle başlayan Gezi İsyanı gibi nice isyan ve direnişlere tanık olmak zorunda. Aksi takdirde doğa, onarılamaz hasarlarla baş başa kalacak.

Üniversiteler YÖK eliyle düzenin çıkarları doğrultusunda dizayn edilmeye çalışılırken, liseler de saldırılardan nasibini alıyor. Sürekli değişen sınav sistemi, liselerdeki format değişiklikleri vs. büyük bir kaos ortamını da beraberinde getiriyor. Karman çorman edilmiş, yer yer tek binaya sıkıştırılmış Meslek Liseleri, Anadolu Liseleri ve İmam Hatip Liseleri öğrencilere farklı seçenekler sunuyormuş gibi görünse de, çarpık sınav sisteminin sonucunda elde edilen puan baz alındığından, ortada apaçık bir dayatma var aslında. Gençler, daha çocuk yaşta gelecek kaygısı başta olmak üzere birçok sorunla baş başa kalıyorlar. Sistem burada da uyuşturucu ile devreye giriyor. Kullanım yaşı 12-13’lere kadar düşen ve her yerde kolayca bulunabilen sentetik maddeler, gençlerin derdine derman olarak sunuluyor ve yozlaşmanın önü açılmış oluyor. Gençler, sistemin kendileri üzerinde yarattığı baskıyı kırmaya uğraşırken bir yandan da toplumsal muhalefetin içinde dinamik kimlikleriyle var olmaya çalışıyorlar. Berkin Elvan bunun en somut örneği. Yine Soma katliamında ortaya çıkan lise eylemlilikleri, gençliğin 4 koldan yapılan maddi-manevi saldırılara rağmen umudu nasıl da dimdik ayakta tuttuğunun göstergesi.

Gençler, daha çocuk yaşta gelecek kaygısı başta olmak üzere birçok sorunla baş başa kalıyorlar. Sistem burada da uyuşturucu ile devreye giriyor. Kullanım yaşı 12-13’lere kadar düşen ve her yerde kolayca bulunabilen sentetik maddeler, gençlerin derdine derman olarak sunuluyor ve yozlaşmanın önü açılmış oluyor.


doğuş genç

LİSELİ GENÇLİK HAREKETİ GELECEĞİN ÖRGÜTLENMESİDİR!

6

Gençlik; yeni nesli oluşturduğu ve toplumun en dinamik kesimi olduğu için egemenlerin, ideolojilerine göre biçimlendirmeyi hedefledikleri bir kesimdir. “Ağaç yaşken eğilir” sözünde vurgulandığı gibi gelecek gençliğindir. Gençliği örgütleyen kesim geleceği örgütlemeye doğru yol alır. Bundan dolayıdır ki egemenler geleceğimizi çizmekte, bizlerin yaşamını şekillendirmekte hiçbir sakınca görmezler. Her yıl 40 takla attırılıp planlanan ancak eşitliğin, bilimselliğin samanlıkta iğne aramaya benzetilebileceği köhnemiş eğitim sisteminin, bizlere geleceksizlikten başka hiçbir şey vaadetmemesi rahatsızlığımızın artmasına sebep oldu. Aynı zamanda bu köhnemiş sistemin ürünü olarak geleceğimizi belirlememizi istedikleri çürümüş sınav sitemi, okullardaki idare baskısı, zorunlu din dersi, paralı ve cinsiyetçi eğitime bir de staj sömürüsünü ek-

leyelim. Yıllar boyunca dillendirilen bu sorunların çözülmediğini hatta daha da derinleştiğini görmemek mümkün değil. Her yılın başında ‘yeniden düzenliyoruz’ adı altında getirilen önerilere bakmak sorunu görmek için yeterli. 4+4+4 ile çocuk gelinlerin önünü açan bir düzenlemenin çocuk işçileri de meşrulaştırdığı bir dönemden geçiyoruz. Sistemi düzelttiğini iddia edenlere sormak gerekiyor. Düz liselerin kaldırılıp yerlerine özel okulların, Anadolu Liselerinin alternatifi olarak İmam Hatip Liselerini ve Meslek Liselerini ön plana çıkarmanızın amacı nedir? Bizler bunun cevabını çok iyi biliyoruz. Dini kullanarak yozlaştırmaya çalıştırdığınız gençliği sermayenin ölüm çukurlarına gönderme niyetiniz var. Ki Soma’da ölenler arasında lise çağında bir arkadaşımızın bulunduğunu gizlemek için neler yapmadınız ki! Halen aklımızda ve aklımızdan da çıkmayacak!

Çözüm üreteceğim deyip bizlerin geleceğini piyasanın hizmetine sunarken, bizleri her düzenlemenizde geleceksizliğe doğru adım adım yaklaştırmaya çalışıyorken bizlerin susmasını bekleyemezdiniz. İşte bu sorunların hepsi liseli gençliğin sokaklara inmesine ve Gezi isyanının barikatlarında en ön saflarda olmasına yol açtı. En meşru, en demokratik hakkımızı kullanmak için çıktığımız alanda bizler geleceğimizi savunmak için oradaydık. Gelecekte nasıl olur da rahat, özgür bir yaşamı öreceğimizi barikat hikâyelerine sığdırdık. Sığdırılan bu hikâyelerin mutlu sonunu düşlerken sizler umudumuzu ekmek almaya giderken vurdunuz! Daha doğrusu vurduğunuzu sandınız. Çözüm üreteceğiz diyorsunuz halen oysa ki liselerde baskıyı arttırıyorsunuz. Çünkü bizlerden korkuyorsunuz. Neler yapabileceğimizi biliyor ve polisinizle, yönetmeliklerinizle, müdürlerinizle saldırıyorsunuz. Bunun en büyük sebebi ise liselilerin Gezi’nin barikatlarında yazdıkları umut dolu hikâyeleri liselere taşımasıdır. Berkin Elvan’ın ölümü, Soma ve daha niceleri öfkemizi kuşanmamıza

Neler yapabileceğimizi biliyor ve polisinizle, yönetmeliklerinizle, müdürlerinizle saldırıyorsunuz. Bunun en büyük sebebi ise liselilerin Gezi’nin barikatlarında yazdıkları umut dolu hikâyeleri liselere taşımasıdır. Berkin Elvan’ın ölümü, Soma ve daha niceleri öfkemizi kuşanmamıza sebep oldu ve olmaya devam ediyor.


sebep oldu ve olmaya devam ediyor. Ders boykotları, kantin işgalleri, binlerce liselinin katıldığı okul yürüyüşleri, kurulan barikatlar… Liseli gençlik hareketi sokağa ve liselere taştı. Bizzat liselilerin organize ettiği irili ufaklı yüzlerce eylem bu dönemde ciddi bir meşruiyet üretirken, toplumsal harekete de önemli bir ivme kazandırmaya devam ediyor. Ancak “eylem için eylem” değil, doğru hedeflere yönelen doğru içeriğe sahip eylemler örgütlemek gerekiyor. “Herhangi bir örgütün niteliğini doğal ve kaçınılmaz olarak belirleyen şey, diyor Lenin, o örgütün eyleminin içeriğidir” (Lenin, Ne Yapmalı) Lenin’in de dediği gibi eylemin içeriğinde doğru politika yoksa o eylem anlık-geçici bir eylem olur ve sadece anlık etki yaratır. Türkiye’deki Liseli Hareketi, Gezi’den sonra tabanda güçlenen ve eylem çizgisinin doğru bir politik düzlemde ilerlediği bir politika ile gençliği örgütlemek zorunda. Bunu yaparken Gezi’den çıkan enerji bizlere pusula görevi görmelidir. Başta da söylediğimiz gibi gençliği örgütleyen kesim geleceği örgütlemeye doğru yol alır. Bizler Umudumuzu kaybetmedik ve Gezi’den çıkan ruh ile kolektif yaşam bilincini örme, liseleri özgür ve bilimsel bir eğitim yuvasına çevirme mücadelemize devam ediyoruz.

Dünya’da Liseli Hareketi Türkiye’de liselerde yaşanan nitelikli ve bilimsel eğitim sorununun neredeyse Dünya’daki her liseyi kapsadığını söylemek yanlış olmaz. Kapitalizmin eğitim alanlarını piyasalaştırmasına karşı birçok ülkede yoldaşlarımızın eylemlilikleri devam ediyor. *ABD’de, okullarda nitelikli ve bilimsel eğitim göremediğini söyleyen bir grup liseli öğrencinin okuldan uzaklaştırılması sonucu başlayan eylemlilikler yaşandı ve bir eyalette Obama’nın çıkardığı yemek kısıtlama yasasına öğrencilerin tepkisi kantin işgali oldu. *Kanada’da, hükümetin öğretmenler

7

Bizler Umudumuzu kaybetmedik ve Gezi’den çıkan ruh ile kolektif yaşam bilincini örme, liseleri özgür ve bilimsel bir eğitim yuvasına çevirme mücadelemize devam ediyoruz. için çıkardığı yasayı sendikaların grev kararıyla karşılaması sonucu önce öğretmenler sokaklara döküldü. Hükümetin çıkardığı yasanın içeriğinde lise öğrencilerinin sosyal aktivitelerinin hepsinin kısıtlanması yüzünden, liseli gençlik de alanlara çıktı ve yasa kaldırılmadığı sürece ders işlenmeyeceği kararı alındı. Grev başarıyla sonuçlandı. *Fransa’daki liseli hareketinin mücadele azmi dünyadaki gençlik hareketleri arasında parmakla gösterilebilecek hareketler arasında. Fransa’daki liseli gençlik kendi sorunlarına söz söyleyebileceği öz savunma gücü olarak kendi sendikasını kurmuş durumda. (Araştırmak için; Demokratik ve Bağımsız Liseliler Federasyonu FIDL ve Ulusal Liseliler Birliği UNL’ ye bakılabilir) Neo-Liberal politikalar yüzünden bir anda 11 bin 200 iş fırsatının yok olması, Paris’ te 70.000 kişinin sokağa çıkmasını sağladı. Mart ayında 35 lisede boykot gerçekleşti. Düzenlenen eylemde ise 170 bin liseli sokağa çıktı. Fransa’da, liselilerin haklarının

gaspına yönelik çıkarılan her yeni kanuna liseli gençlik bu sendikalarla tepki gösteriyor ve yüz binler sokağa döküldüğü için, devlet eğitim ile ilgili gerici ve neo-liberal kanunları geri çekmek zorunda kalıyor… *Hollanda’da, liseli öğrencilerin sendikalı olmasından kaynaklı güçlü eylemler gerçekleştiriliyor. Öğrenci burslarının kalkması nedeniyle sokaklar doldu. *Pasifik ve Uzakdoğu’da, öğrencilerin yaşamlarını sürdürmeleri için çalışmalarının şart olduğu bir ortam var. Ucuz iş gücü olarak kullanıldıkları için öğrenciler sokaklara dökülüyor. Liselerde bulunan yemekhanelerdeki sağlıksız, kalitesiz yemeklere karşı grevler örülmeye devam ediliyor. *Şili’de 2006’da başlayan öğrenci eylemlilikleri bir anda tüm ülkeyi sardı. Eylemlerin sonucunda 2 bakan istifa etmek zorunda kaldı. Şili gençlik hareketinde, üniversiteliler ve liseliler ortak bir mücadele alanı oluşturmuş durumda. 2006 yılında başlayan gençlik hareketi, 30 Mayıs’ta 790 bin kişiye ulaşan gösterilerin somut talepleri, ulaşım hakkı, uygun koşullarda üniversiteye geçiş istemi, sınavların ücretsiz olması, daha fazla öğretmen atanması ve eşit eğitim hakkı talebi içermekteydi. Bugün Şili’de sokaklara çıkan üniversiteliler, uzun yıllar süren mücadele sonucunda lise eğitiminde köklü bir reformun mimarı olan 2006’nın liselileridir. İsyancı bir kuşak geleneğini sürdürmekte kararlı görünüyor…


SABRIMIZI pınar demirkol

‘SIN’AVLIYORSUN Hayatımızın her döneminde karşılaştığımız sınavlar, beraberinde dershaneler, kolejler ve özel okulları getirerek rantçıların mülkiyetlerine mülk kattı. Böylece eğitim kurumları gittikçe kapitalizm batağında özelleşmeye başladı.

Aynı Sınava Aynı Eğitim mi?

8

ÖSYM’ye göre sınav sistemi çalışan ve çalışmayanın arasındaki farkı gösteriyormuş. Oysa sınavlar, yalnızca kimlerin nasıl eğitim aldığını gün yüzüne çıkarıyor. Nitekim, devlet okullarında verilen anti bilimsel ve niteliksiz eğitimle gelecek hazırlamaya çalışan öğrencilerle, özel okullar ve dershaneler aracılığıyla ÖSYM’nin yarışına adımlarca önde başlayan öğrenciler karşılaştırılıyor. Yalnızca dershaneler mi? Hayır, meslek liseleri ve fen-anadolu liseleri arasındaki fark da gözönünde. Peki nasıl bir fark? Devlet okullarında verilen niteliksiz eğitimin farkına varan sermayedarlar dershane ve özel okul atağıyla kendilerine yeni bir alan açtılar. İyi bir propagandayla devlet okullarındaki niteliksiz eğitimin farkında olan öğrenci ve aileleri ajitasyonlarla kendilerine muhtaç olduğunu hissettirerek eğitim alanınındaki rantı geliştirdiler. Öğrenci ve aileler artık dershanesiz sınav kazanılamayacağını düşünüyorlar. Haklılar, çünkü sınav sistemi öyle ayarlanmış ki, sıra arkadaşını geçmek için adımlarca önde olmalısın. Daha fazla bilgi, daha fazla hırs ve daha fazla sorgulamayan, bencil bir gençlik olmak zorundasın. .

ÖSYM!

Öte yandan meslek liseleri-anadolu ve fen liseleri arasındaki farkı da gözönünde bulundurmalıyız. Meslek liselilerinin ucuz iş gücüyle kalifiye eleman yaratmaya çalıştığına kuruluşundan beri herbirimiz şahit olduk. Bu sebepten kaynaklı, meslek lisesi öğrencileri yalnızca lise 1’de gördükleri temel derslerle kalıyorlar. Tam bu noktada öğrencilerin kurtarıcısı olarak bilinen dershaneler devreye giriyor. Dershane yoluyla rant sağlayanların can dostu meslek liseleridir. Meslek liselerinde eğitim göremeyen öğrencilerin tek yolu biziz diyor rantçılar. Haklılar, meslek lisesi öğrencileri sınav sistemine göre önce sıra arkadaşını sonra anadolu ve fen lisesi öğrencilerini aşmak zorundadır. Zorunda hissediyor çünkü sistem kendisine itaat ettirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Başta bireycileşmeni, daha sonra yüzünü hayatın gerçeklerine dönmeni emrediyor. Hatta, sorgulamaya başladığın andan itibaren karşı cephesinde bulunuyorsun. Çünkü sistem hiçbir zaman sorgulayan öğrenciyi, müfredat dışında okuyan öğrenciyi kabul görmemiştir.

Geleceğimizi Sokaklarda Kazanacağız! İlkokuldan itibaren belirli kademelere gelebilmek için, birçok sınava girdik. Girdiğimiz sınavlarda aldığımız puanlarla belirli okullara yerleştik. Şimdi sıra YGS-LYS’de. Peki YGS-LYS’de aldığımız puanlara göre üniversiteyi kazandıktan sonra neler yapıyoruz? Üniversiteyi bitirip kep atma töreninin ardından sona geliyoruz. Mesleki açıdan yetersiz bir sistem ve geleceksizleştirilen bizler çarpışıyoruz. Gün geçtikçe daha da geleceksizleştiriliyor, yıllardır verdiğimiz emeklerin karşılığını bulamıyoruz. Ucuz işgücü, “kalifiye eleman” olarak hayatımızı devam ettirmek zorunda kalıyor ve

her gün daha fazla sömürüye maruz kalıyoruz. Geleceğin işçileri olarak, bizleri geleceksizleştiren sisteme ve sistemin YÖK’üne karşı birleşiyor, tek yumruk mücadeleyi büyütüyoruz.

Katilimiz Sınav Sistemi Sınav sistemi ve ezbercilik bizleri nasıl etkiliyor? Bilgi işlendiği ve kullanıldığı derece anlamlı ve kalıcı olur aksi takdirde buharlaşıp gider. Uzman doktorların açıkladığına göre; sınava odaklı eğitimde bilgi, kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya geçmekte zorluklar yaşar. Sınav odaklı eğitimde yaratıcılık ve eleştirel düşünme engellenir bu durum, merak güdülerini ve bilgiye ulaşma heyecanını köreltir. Bilgiye ulaşmada merak ve heves körelince ezbercilik ve tek tip düşünme yaygınlaşır. Küçük yaşlardan beri sürekli sınavlara giren ve sınav sonucuna göre başarılı olduğu değerlendirilen bireylerde özgüven eksikliği, kaygı bozuklukları ve depresyona girme olasılıkları daha yüksektir. Geçmişte bu tip kaygılar nedeniyle ciddi rahatsızlıklar sonucu ölen(öldürülen) Damla, Tuğba ve Ramazanları unutmadığımız gibi, aynı sistem tarafından öldürülen Berkin Elvan’ı da unutmayacak yaşatacağız. Biz liselilere düşen, bu sistem içinde eriyip gitmek yerine direnerek Damla, Tuğba, Ramazan ve Berkinler gibi katledilen gençliğe engel olmak için mücadele etmektir. Bizler sınavları, eğitimin özelleştirilmesini, eşitsiz, paralı, anti-bilimsel, ezberci ve niteliksiz eğitimi reddediyoruz. Geziden aldığımız dirençle, sokakları kaybetmeyerek, hayatımızın her alanında haykırmaya devam edeceğiz. Rantçı okulları ve sınavları istemiyoruz. İstediğimizi elde edene kadar, tüm liseliler olarak birleşerek sistemi hep birlikte yıkacağız.


Rezalet + Rezalet + Rezalet =

Milli Eğitim Bakanlığı tıpkı eğitimde 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, liselerin dönüştürülmesi konusunda da yeterli altyapı çalışmaları yapmadan atmış olduğu adımlarla ortaöğretime geçiş sisteminde tartışmalı uygulamalara imza atmaktadır. Yeni sisteme göre, bu yıl ortaöğretim kurumlarına yerleştirme tercihleri iki liste üzerinden yapılacak, ilk listedeki 15 okula yerleşemeyen öğrenci, ikinci listedeki 6 okul türünden (Fen Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi, Anadolu Lisesi, Meslek ve Teknik Anadolu, Anadolu İmam Hatip, Çok Programlı Anadolu) birine kaydı yapılacaktır. Ancak her iki listeden hiçbirisine yerleşemeyen öğrenciler otomatik olarak evine en yakın okula yerleştirilecektir. Öğrencilerin, yerleştirme işlemi tamamlandıktan sonra okullarda boş kontenjan olması halinde başka okullara nakil başvurusunda bulunabilecek olması, çok sayıda öğrencinin sırf kontenjan yetersizliği nedeniyle, gitmek istemediği bir lise türünde eğitim almak zorunda bırakılması anlamına gelmektedir.

İmam Hatip Zorlaması MEB, tıpkı 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, yeni ortaöğretim sisteminde de öğrencileri zorla özel okullara, meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yönlendirmeye çalışmaktadır.Eğitimde 4+4+4 dayatmasının kaçınılmaz bir sonucu olarak liseler, tıpkı ilkokul ve ortaokullar gibi mevcut sistemin ekonomik ve siyasal ihtiyaçları doğrultusunda yeniden ya-

9

pılandırılırken, genel liselerin ortadan kaldırılması ile lise çağındaki öğrencilerin büyük bölümünün diğer okul türlerinin muhtemel kontenjanları dikkate alındığında, zorunlu olarak özel liselere, meslek liselerine, imam hatip liselerine yönlendirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Geçtiğimiz iki yıl içinde 4+4+4 nedeniyle yaşanan tahribat, zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki

cilerin önemli bir bölümünü meslek liselerine ve imam hatiplere yönlendirme üzerine kurulu olması, AKP iktidarının ortaöğretimi de kendi siyasal ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmek istediğinin kanıtıdır. MEB, yıllardır yaptığı değişikliklerle eğitim sistemini yap-boz tahtasına çevirmiş, öğrenci ve velilerin kafasını karıştırmak dışında eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirememiştir. Ortaokulda okuyan öğrencileri yarış atı gibi sınavdan sınava koşturarak oluşturulan bir ortaöğretime geçiş sisteminin ne kadar doğru ve adaletli olacağı son derece şüphelidir.

Son Sözümüzü Söylemedik

koşullar ve altyapı yetersizlikleri gibi pek çok nedenden dolayı velilerin özel okullara yöneliminde belirgin bir artış söz konusudur. Yeni sistem özel liselere yönelik talebi arttırmakla birlikte, özellikle yoksul emekçi çocuklarını meslek liselerine ve imam hatiplere yönlendirmeyi de hedeflemiştir. AKP iktidarı eğitimin bütün kademelerinde benimsemiş olduğu dayatmacı tutum ile eğitimde yaşanan sorunları daha da derinleştirmekte, velilerin ve öğrencilerin tercihlerine saygılı olmak yerine, öğrencilerin hangi okula gideceğini, hangi dersleri alacağını bizzat kendisi belirlemek istemektedir. Yeni ortaöğretime geçiş sisteminin öğren-

Eğitimin hiçbir kademesinde öğrencilere ve ailelerine dayatmada bulunmamalıdır. Hiçbir öğrencinin sınav baskısı altında kalmadan, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği bir eğitim sistemi oluşturulmalı, bunun için eğitimde cinsiyetler ve bölgeler arasında yaşanan eşitsizlikler en kısa sürede ortadan kaldırılmalıdır. MEB`in ortaöğretime geçiş sisteminde benimsediği eğitim politikasının özü, özellikle yoksul emekçi çocuklarını meslek liselerine ve imam hatiplere yönlendirmek hem “ara eleman” hem de “dindar” ve “itaatkar” nesiller yetiştirmektir. Artık bizimde sabrımız kalmadı. Yaşam alanlarımızın en iç noktasına kadar elini sokan bir sistem istemiyoruz. İtaat etmiyoruz boyun eğmiyoruz LİSELİ KIVILCIM saflarında baş kaldırıyoruz. Asıl eğitimin ve kolektif yaşamın alanlarda ve sokaklarda öğrenileceğine inanarak; SIRALARDAN SOKAĞA BİR KIVILCIMDA SEN ÇAK diyerek haykırıyoruz.

ege akarca

Sürekli değişen, birkaç yıl değişmese “neler oluyor? ” diyerek huzursuz olduğumuz sınav sistemimizin son versiyonu olan TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) sınavları…

TEOG


serpil kırdağ

İçinde bulunduğumuz mevcut egemen ekonomik sistemin adı kapitalizm. Kapitalist sistem içinde birbiri ile rekabet halinde olan şirketler, bu rekabetlerinin sonucunda kaybeden şirketleri içine alıp yutarak ya da birleşerek daha da büyür ve tekelleşip, tekelci şirketler olurlar. Daha sonra, aynı tekelci şirketler, dünya pazarları ve hammaddeleri ele geçirmek için savaşırlar. Kapitalizmin bu dönemine emperyalizm denir. Emperyalizm, aynı zamanda, kapitalizmin can çekiştiği ve çıkmaza girdiği tarihsel bir süreç. Tekellerin içlerinde yuvalanıp destek aldıkları Emperyalist devletler, kendi aralarında da tekellerin çöplüğüne çevirdikleri sömürge alanlarını nasıl paylaşacakları konusunda dünya çapında rekabet ederler. Bu rekabet sonucu ortaya çıkan problemler, ancak savaşla çözülür ve böylelikle dünya yeniden ve yeniden paylaşılır. Yani günümüzdeki savaşlar, bize anlatıldığı gibi “egemenlerin keyifleri istediği için, yahut insani değerleri çok önemsedikleri” için çıkmaz. Emperyalist savaşlar kapitalizmin ürünüdür. Kapitalist sistemin içinde barındırdığı temel çelişkiler nedeniyle bunalımlar kaçınılmazdır. Bunalımları tedavinin tek yolu ise savaştır.

diğer taraftan yaptığı fazlaca üretimi işçilere tekrar satmayı hedefler. İşte çelişki burada başlar. Milyonlarca işçinin ürettikleri malları/metayı yoksulluktan dolayı tekrar geri alamamasından kaynaklı olarak üretim fazlası mallar açığa çıkar. O zaman da, o malların sahibi tekeller, ‘üretim fazlası’nı emebilecek yabancı

Günümüzdeki savaşlar, bize anlatıldığı gibi ‘“egemenlerin keyifleri istediği için, yahut insani değerleri çok önemsedikleri” için çıkmaz. Emperyalist savaşlar kapitalizmin ürünüdür. Dolayısı ile savaşa son vermenin kapitalizmi yıkıma uğratmaktan başka yolu yok.

Emperyalist Savaşlar

10

Kapitalizm mal/meta üretimi üzerine kurulu. Üretilen mallarin kütlesi, işçi ve emekçi kesimlerin tüketme gücünden daha hızlı gelişiyor. Kapitalizm ‘daha fazla üretim daha fazla kar’ mantığı ile yol alır ve bunun zorunlu olarak doğurduğu çelişkiler vardır. Sistem bir taraftan işçiyi sömürürken

pazarlar aramaya başlarlar. Başkaları da aynı şeyi yapmaya çalıştığı için, emperyalist devletler arasında savaşlar yaşanır.

Neden Ortadoğu? Ortadoğu sahip olduğu enerji kaynakları/doğal gaz ve petrol açısından, o kaynaklara sahip olarak kendi tekellerinin enerji ihtiyaçlarını karşılamak isteyen emperyalist ülkelerin hegemonya kurmaya çalıştığı bir bölge. Bu coğrafyada meydana gelen her

harekete ve oluşan politik ve toplumsal dengelere edilen “dış”müdahaleler, tekellerin ve onların hizmetindeki emperyalist devletlerin amaçlarını karşılar nitelikte. ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin, bölgede “Ilımlı islam” modeli altında yaratmaya çalıştıkları konsept, sermaye giriş çıkışlarının daha da kolaylaşabileceği koşulları yaratmayı hedefliyor. Kapitalist sistemin küresel egemenleri, kendi istedikleri ve çıkarlarına yarayacak biçimde bölgeyi dönüştürmeye çalışıyor. Emperyalistlerin yerel “taşeronu” olarak soygundan pay kapmaya çalışan Türkiye kapitalizminin gözünün Rojava’da olmasının sebebi de, sadece Kürt Özgürlük Hareketini boğmak istemesinden değil, bununla beraber oradaki petrol kaynaklarının Türkiye kapitalistleri için büyük önem taşıması yüzünden. (Türkiye ihtiyacı olan petrolün sadece yüzde 10 kadarını üretebiliyor. Geri kalanı ise dışarıdan ihraç ediyor. )

Ortadoğu’da Neler Oluyor? Ortadoğu’da her gün bir çok bölgede sürekli değişen dengelerden söz etmek mümkün.


Ortadoğu’nun emperyal güçlerin sürekli tehdidi altında olması, bölge halkları tarafından çeşitli direnişlerle cevaplanıyor. Ortadoğu’da yapılan her müdahale, yılmayan yerli halk güçlerinin direnişleriyle karşılaşıyor ve bozulan emperyalist hesaplar ve değişen dengeler, tarihin seyrini etkiliyor Emperyalist sistemin bölgeye soktuğu hançer olan İsrail devletinin, Filistin halkına uyguladığı ve yarım yüzyıldan fazla bir süredir devam eden işgal ve terör sürüyor. El Fetih ve Hamas arasındaki uzun soluklu çatışmalar sonucu Filistin yönetiminin zayıflayıp bölündüğünü ve içten parçalandığını görüyoruz. İsrail -Filistin çatışması bölgedeki kaosun derinleşmesine yol açtı. Ancak bu durumu, sadece İsrail-Filistin savaşı olarak değil, bölgenin tümüne yönelik çok yönlü emperyalist stratejinin bir parçası olarak görmek gerekiyor. İsrail her seferinde pozisyonunu güçlendirme ve Filistin halkının direnişini yok etmek hedefinde. Rojava’da yaşayan Kürt halkı, verdiği direnişle, güçlü kazanımlar elde etti. Rojava devrimi, Ortadoğu’da bir anda yayılabilir veya bölgeyi çeşitli şekillerde etkileyebilir. Tam da bu yüzden bütün gerici güçler toplanıp Rojava’yı yok etmeye çalışıyor. Ancak, emperyalistlerin Rojava devrimini boğma hayalleri halk güçlerinin direnişi ile suya düştü.

Ortadoğu’nun emperyal güçlerin sürekli tehdidi altında olması, bölge halkları tarafından çeşitli direnişlerle cevaplanıyor. Ortadoğu’da yapılan her müdahale, yılmayan yerli halk güçlerinin direnişleriyle karşılaşıyor ve bozulan emperyalist hesaplar ve değişen dengeler, tarihin seyrini etkiliyor

11

Ortadoğu coğrafyasında emperyalist bir maşa olan cihatçı, katliamcı, halk düşmanı çete IŞİD’İN Rojava, Kobane, Haseke, Keseb, Lazkiye ve Şengal halklarına yönelik yaptığı saldırılara tanığız. Eğer istenilen hedefe ulaşılırsa IŞİD ortadan kaldırılabilir de... Bu katliamcı cihatçı çete tam bir emperyalist oyuncak ve bölgede halklardan yana olan her şeye, herkese tehdit. Çünkü politik stratejilerini halkların direnişini ve özgürlük arayışlarını ezmek doğrultusunda belirliyor. Ancak, Kürt halkı, Ezidi halkı ve Arap Alevi halkı sinmiyor, susmuyor. Çeşitli bölgelerde çeşitli direnişler var ve bunların arasında gençliğin tutumu belirleyici önemde. Gençliğin sistem karşıtı anti-emperyalist savaşçılığı, bölgelerdeki direnişlerin en büyük gücünü oluşturuyor.

Mücadele Bayrağını Yükseltelim! Emperyalizm bu dönemde yeni pazarlara ihtiyaç duyuyor. Bunun anlamı, işçiler, kadınlar, çocuklar ve bölgede yaşayan bütün emekçi yığınlar için, katliam, açlık, hastalık ve tecavüz. Dönem önümüze körlerin dahi görebileceği görevler koyuyor: Emperyalizme ve yerel işbirlikçilerine karşı devrimci bir tutum takınmak gerekiyor. Biz de Liseli Kıvılcım olarak, emperyalizme ve yerel işbirlikçilere karşı tek kurtuluşun örgütlü olmaktan ve örgütlü mücadeleden geçtiğinin bilincindeyiz! Sistem karşıtı duruşumuzu daha fazla örgütlenerek haykırmaya devam edeceğiz!


GEZİ’NİN KARDEŞLİK RUHUYLA

mert kamacı

YAZ KAMPIMIZ

12

Bugüne kadar anlattığımız süreçlerin dışında inanılmaz bir birikim sonucunda açığa çıkan kimsenin beklemediği ancak hasretini duyduğu bir sürecin içinde doğduk. Henüz kendi sürecimizin başında ve yolda yürürken öğreniyoruz. Mizahi yönümüz baskın; ama bir o kadar da sert, hızlı, atılgan ve korkusuzuz. Gezi direnişinin alevlendiği; Kadınların, Gençlerin, Alevilerin, Kürtlerin, Türklerin, Arapların daha doğrusu toplumun bütün kesimlerinin sokakta olduğu bir süreçte gerçekleşti kampımız. Şehitler verdiğimiz sokaktan ve direnişten vazgeçmediğimiz bir yılın birikmesiyle yaz kampına doğru gittik. Gezi direnişinde öğrendiğimiz kardeşlik, dostluk, paylaşım ve yoldaşlaşmayla Türkiye’nin en büyük liseli hareketi olma iddasını taşıdık. Berkin olup devrime doğru koşacağımıza söz verdik. Ve şiarımızı da buna dayanarak belirledik.

68’den Gezi’ye Kıvılcım Büyüyor Direniş Sürüyor Türkiye ve Ortadoğu üzerine yaptığımız tartışmalar yaşadığımız coğrafya üzerinde olan ve olası muhtemel süreçleri içselleştirme ve bu alanlara politika üretme açısından yeni dönemin kapısını açma anahtarımız oldu. Liselilere reva görülen paralı, cinsiyetçi, bilimden uzak ve sömürü düzenine dayanan eğitim politikalarına karşı neler yapacağımızı devrimci demokratik bir eğitimi nasıl inşa edeceğimizi tartışarak atacağımız politik hamleleri netleştirdik. Şimdi yolumuz demokratik özgür lise taleplerini daha somut ayakları yere basan bir yerden haykırıyor ve kazanma yolunda daha emin adımlarla ilerliyoruz. Liselerdeki dönüşümlerle akp kendi zihniyetinin devamlılığı için imam hatip liselerinin önü açıyor. Durum böyle olunca Anadolu ve fen liselerinin kapıları yoksul öğrencilere

kapatılıyor. Parası olmayan yoksul öğrenciler meslek liselerine gitmek zorunda kalıyor ve inanılmaz bir sömürü sürecinin içine sokuluyor. Uygulanan bu anti demokratik uygulamalara karşı kampta aldığımız kararlar dogrultusunda meslek liselerinde örgütlenme açısından özel bir motivasyon gerektiğinin kararını aldık. Yarın bizimdir yoldaşlar romanın sunumuyla sonuna geldiğimiz kamp romandaki hayatını mücadeleye adayan her koşulda devrimci kimliğe sahip olan karakterler ışığında devrimci kişilik ve devrimci irade üzerine yapılan çalışmayla bilincimizi yeniden yoğurarak kampımızı sonlandırdık. Yeni dönemde Gezi Direnişi’ni ve yaz kampını arkamıza alarak yerellerimizde devrimci mücadeleyi büyütecek ve Türkiye liseli hareketinin taban örgütlenmesi olacağız. Okullarımızdaki her arkadaşımızı örgütleyecek, AKP’nin ve sistemin dayatmalarına karşı bayrağımızı göklere çekeceğiz


UMUDUN SİMGESİ

BERKİN ELVAN Aynı evrende yaşamamalı cellatlar ve çocuklar; Ya ölmeli cellatlar, Ya da hiç doğmamalı çocuklar... Ernesto Che Guevara

Vicdanını kaybetmemiş herkes bunu bildi. Bu ülkenin “iktidar ailesi”nin “masumiyetten ne kadar uzak olduğunu” her geçen gün biraz daha fazla gördüğü, öğrendiği ve bildiği gibi. Berkin’in annesinin “Benim oğlumu Allah almadı, Tayyip Erdoğan aldı” haykırışındaki infialin ne kadar derinlerden ve ne kadar içten geldiği anlaşılmazsa, bu ülkede bundan sonra olabilecek hiçbir şey de anlaşılmaz. Erdoğan’ın oğlunun sahibi olduğu 5 geminin toplam kapasitesine denk gelen, 91 bin 971 ton ağırlığında yük taşıma kapasitesine sahip 6. gemisini filosuna kattığının kamuoyunda öğrenildiği gün, ailesi Berkin’in 16 kiloya inmiş bedenini toprağa vermeye hazırlanıyordu. “Masumiyet” ve “direnç” simgesi Berkin. 14 yaşında vuruldu. 15. yaşını komada sürdü. Son nefesini verirken 16 kiloya düştü.

Berkin Elvan Ölümsüz Bir Simge Oldu Her dönem, simgelerini yaratır ve o simgelerle hatırlanır. Gezi’den bu yana, yitirdiğimiz canlara Berkin Elvan da eklenerek ölümsüzleşti. Ve bizim için umudun simgesi oldu.

13

Öldürülen hiçbir çocuk veya tanınan hiçbir şahsiyet için bu denli bir tepki gösterilmedi. İnsanlar sel olup sokaklara döküldü.

Peki Sebep Sadece Berkin’in Trajik Ölümü müydü? Berkin Gezi direnişleri sırasında evden ekmek almaya giderken başına isabet edilen gaz kapsülü sonucu yaralandı. 269 gün yoğun bakımda ölüme direndi, hem de on beşine girdiğini bilmeden. Görülmemiş, mahşeri bir kalabalıkla sonsuzluğa uğurlandı. Her yaştan, her sosyal kesimden insanlar ona sahip çıktı. Son yolculuğuna başta sıra arkadaşları biz liseliler ardından işçiler, emekçiler, öğrenciler, orta sınıftan insanlar olduğu gibi Türkiye’nin kalburüstü aydınları, yazarları, sanatçıları, medya mensupları da vardı. Bu sahiplenmenin mutlaka sosyolojik tahlili yapılacaktır. Çünkü sadece bir sosyal muhalefet refleksiyle açıklanamayacak bir olgu. Elbette bu sahiplenmenin siyasi bir boyutu var ve Gezi direnişi ruhundan bağımsız olarak ele alınamaz. Berkin’i sonsuzluğa uğurlamak için toplanan yüz binler, belki de bir yanıt için oradaydılar aslında. Soru, “16 kiloluk bu ağır yükü nasıl taşıyacağız, bu kocaman yüreği nereye sığdıracağız” sorusuydu.

Ve yanıt o gün İstanbul sokaklarını dolduran yüz binlere, ülkenin başka şehirlerinden yüz binlerin de katılmasıyla birlikte verildi. Berkin, hüzünle ama en çok da artık bileylenmiş bir bıçağa benzemeye başlayan büyük bir öfkeyle birlikte güneşe gömüldü. Berkin, Haziran’ın çocuğuydu ve ölümüyle hepimize Haziran’ın henüz ölmediğini, hala bir biçimde Haziran’da yaşıyor olduğumuzu gösterdi. Berkin’in uğurlandığı gün, Türkiye bir kez daha Haziran oldu, Gezi oldu, direniş oldu. Ve Berkin, varlığıyla birilerinin en büyük kâbusu olan o küçük çocuk, ölümüyle de o birilerinin kâbusu olmaya devam etti. Demokrasiyi “sandık”tan ve aldıkları oyun çokluğundan ibaret görenler, sokaktaki yüz binleri görünce, en büyük korkularını, Haziran’ı bir kez daha hatırladılar. Berkin’in cenazesi ve sonrasında yaşananlar ve söylenenler, Berkin’in minik bedeninin bu iktidar ve sistem için nasıl bir karabasana dönüştüğünün, nasıl gelip göğüslerinin tam orta yerine çöktüğünün açık bir kanıtıydı. Berkin’in günler süren direnişi, bir ülkenin direnişinin sembolü olmuştu, gidişi ise çocuk ölülerinden dahi medet umar hale gelen bir kötülük imparatorluğunun yıkımının sembolü olacak. Tarih kitapları, o imparatorluğu yıkan 14 yaşındaki bir çocuğu ve mezarına bırakılan bilyeleri uzun uzun yazacak.

ege akarca

269 gün bir başına, kendisinin bile haberi olmadan yoksa var mıydı haberi? Kahramanca çarpıştı. 16 kiloya indi. Ona bile direndi. Yüzünden akan masumiyeti, bütün ülke gördü, öğrendi.

Berkin Elvan’ın cenaze töreni bir ilkin yaşanmasına neden oldu. Türkiye tarihinin en geniş katılımlı cenaze merasimi olduğu herkesin tespiti. Sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin değişik yerlerinde, Kürdistan’da ve yurtdışında birçok yerde Berkin’in ölümü gösteri ve yürüyüşlerle protesto edildi.


serpil

İRADEMİZİ UYUŞTURUCUYA TESLİM ETMEYECEĞİZ Kapitalist sistemin özellikle gençlik üzerinden, devlet ve aygıtları yordamıyla okul önlerinde ve gençliğin yoğun olduğu mahallerde el altından sattığı uyuşturucu, insanın akıl, vücut ve zihin sağlığına ciddi hasarlar veren ve psikolojik sorunlar meydana getiren sahte mutluluk aşısıdır. Bireylerin merkezi sinir sistemine etki eden, vücudun çalışma düzeninde dengesizliklere neden olan, beynin işlevlerini değiştirerek algı ve bilinçte geçici ya da kalıcı tahriplerin oluşmasına değişikliklere neden olan kimyasal özelliğe sahip maddelerin tümüdür. Uyuşturucu maddeler, bilinç düzeyinde ve ruh halinde kullanıcının “zevkli” bulacağı öfori (coşku) yani kişinin kendisini hoşnut hissettiği ruhsal durumlara yol açar, bundan dolayı tüm risk ve açtığı beyinsel hasarlara rağmen aşırı ölçüde ve yaygın olarak kullanılmaktadır.

14

Kullanımı anında vücutta gözle görünür değişikler meydana getirir. Göz kızarması, bulantı ve kalp çarpıntısına sebep olur. Kişinin zaman ve mekan algısını bozup, aşırı kullanımında delilik ve ölümlere sebebiyet verir. Üstelik uyuşturucu satıcıları (bunların çoğu devlet bağlantılı yahut polis) gramajı kendi arzularına göre arttırabiliyor. Fare zehri gramajı arttırmakta kullanılan maddeler arasında! Kolayca bulunuşu yaygın kullanımının etkenlerinden biridir. Coğrafyamızda özellikle bonzai kulla-

nımı çok yaygındır, hastanede yapılan idrar yolu vb. testlerinde kullanımının ortaya çıkmaması ve devletin fiili meşruluğu durumun temel etkenlerindendir. Sistemin kalkanı “uyuşturucu” İktidarın uyguladığı ekonomik paradigma ve eğitim sistemi özellikle gençliği geleceksiz bir çürümenin içine almış durumdadır. İdeolojik olarak gençliği tahakkümü altına almaya çabalayan, tek tip haline getirmeye çalışan, aşağılayan, yasaklayan, kurallar koyan, ezberleten bir eğitim sistemi ile karşı karşıya-

yız. A ş a ğılanan, sorgulamayan, kendine güvenemeyen, gelecek kaygısı hisseden ve düşünmeyen/düşünemeyen koskoca bir gençlik yaratılmaya çalışılıyor. Uygulanan ekonomik model zorunlu olarak çalışma koşullarının bozulma-

sı ve yoksulluğun artmasını doğurdu. Coğrafyamızın en belirgin özellikleri arasında, işsizliğin olağanüstü düzeyde olması yer alıyor. (Açıklanan son verilere göre tahmini olarak 27 milyon civarında işsizden söz ediliyor, ve bunların büyük çoğunluğunu gençlik oluşturuyor) Öğrenim ve çalışma hayatları sürecinde sürekli olarak sistemin hançerlerine maruz kalan gençlik mutluluğu yani asıl emek etmek ve üretmek ile edinilecek duyguları, uyuşturucu maddelerde arıyor. İktidarın uygulamakta olduğu ekonomik model ve eğitim sistemi aslında tam da bunu amaçlamaktadır. Düşünmeyen ve sorgulamayan gençler elbette sistemin çıkarlarına hizmet eder. Devlet uyuşturucu bağımlısı bireylerin tedavileri için gerekli fonu ayırmıyor. Hele de yoksul olup uyuşturucu tuzağına düşen bireyler asla tedavi olma fırsatını bulamıyor, uyuşturucunun vücutta ve zihinde açtığı tahribatlar sonucu hayatını kaybediyor, aslında öldürülüyor demek durumu daha doğru koymamıza yardımcı olacaktır. Devletin durum karşısında takındığı tutum uyuşturucu maddelerin ulu orta ve yaygın kullanımının nedenlerini gözler önüne seriyor.


4+4+4 sistemi ile attığı adımla ve imam hatipleri yaygınlaştırma çalışmalarıyla geleceğe yönelik hesap yapıyor ve toplumsal gericiliğin ve çürümenin tohumlarını atıyor. Şimdi TEOG’la devam eden ve adına “okulların dönüştürülmesi’’ denilen süreçte bir imam hatipleşme furyası söz konusu. MEB’in yaptığı dönüşümlerle tüm düz liselerin ve meslek liselerinin Anadolu Lisesi olması sonucu lise geçiş sınavında düşük puan alan ve tercih yapamayan öğrenciler zorunlu olarak İmam Hatip Liselerine kaydedildi. İstatistiksel verilere göre göre TEOG sistemi ile birlikte 134 bin öğrenciden 40 bini Anadolu ve Fen Liselerini kazanamadığı için İmam Hatip Liselerine yerleştirildi. Öte yandan her okulun içine imam hatip kurma ve mescid yapma

15

çabaları, yeni müdür atamaları AKP’nin tamamıyla “itaatkar, dindar” bir gençlik oluşturma çalışmalarının son sürat ilerlediğini gösteriyor.

4+4+4 ve TEOG Yıkımı Biz, bu uygulamalara karşıyız. 4+4+4 eğitim sistemine karşı olmamızın haklı sebepleri var. 72 aydan küçük (5 buçuk yıl) çocukların henüz okul öncesi eğitim alması gerekirken, direkt olarak ilkokula başlatılıyor olması yanlıştır. Ve bu uygulama sonucu görülmüştür ki ilkokullarda okuma oranı yüzde 10’luk bir derecede düşmüştür. Bu durumdan en çok etkilenen ise henüz ergenlik dönemine erişmemiş kız çocukları oluyor. 4+4+4 eğitim sistemi bu yönüyle baktığımızda kız çocuklarının eve hapsedilmesine neden olurken, pedofili ve çocuk yaşta evlendirmenin de önünü açıyor. Eğitimdeki yıkımlardan bir diğeri de, 2014-2015 eğitim yılında gündeme gelen TEOG sistemi. Sınav sonrası tercih yapamayan öğrencilerin istemedikleri okullara mecburen yerleştirilmesi uygulaması TEOG sisteminin sonucu olarak geliyor. Bir yandan evlerinden kilometrelerce uzağa yerleştirilen öğrenciler isyan ederken,

diğer yandan MEB’in İmam Hatip Liseleri’ne zorunlu bir biçimde yerleştirdiği öğrencilerin tepkisi gün geçtikçe artıyor. İsyan büyüdükçe AKP, İmam Hatip Liseleri’ni cazip kılacak kampanyalar yapıyor. Ücretsiz yemek vermek, servis sağlamak, kırtasiye eşyaları dağıtmak vb. biçimlerde bu okulları cazip kılacak hizmetlerle TEOG sistemine meşruiyet üretmeye ve kontrolü elden kaybetmememye çalışıyor. Üniversite tercihleri sırasında, İmam Hatip Lisesi mezunu olmak, geleceğe 1-0 önde başlamak oluyor. Ve İmam Hatip Liseleri’nin sayısı da durmaksızın artıyor. (Son 4 yılda İmam Hatip Liselerinin sayısı yüzde 73 oranında arttı.) AKP’nin eğitimde yarattığı yıkım giderek büyüyor. Eğitimde adaletsizlik, dinselleştirme ve gericileştirme geleceğimizi tehdit ediyor. Bu tehdide yönelik Liseli Kıvılcım nasıl bir lise talep ediyor? Ne için mücadele ediyor? y Özgür ve demokratik bir lise için, y Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim görmek için, y Liselilerin kültürel ve sanatsal etkinliklerden ücretsiz yararlanması için, y Nazi kampı benzeri idare uygulamalarına son verilmesi için, y Cinsiyetçi eğitime ve okullarda yaşanan tacize son verilmesi için, y Meslek liselerinde uygulanan staj sömürüsünün kaldırılması için, y Okullarda gericileştirmeye yönelik uygulamaların kaldırılmasını için mücadele ediyoruz!

pınar

AKP hükümeti iktidara geldiği günden itibaren, toplumsal yapıyı din temelinde dönüştürme çabasına girdi. “Kindar değil, dindar gençlik yaratma” söyleminde ifadesini bulan bu yönelim, talanz, yalan, baskı ve zulüm politikalarına boyun eğen, itaatkâr bir halk yaratmaya yönelikti.


EYLEMLER y ETKİNLİKLER y HABERLER

Liseli Kıvılcım Büyüyor

İzmir ve Samandağ Derneği Açılıyor! Liseli Kıvılcım ülkenin dört bir yanında büyüyor. İzmir Liseli Kıvılcım sıra ve mücadele arkadaşlarıyla çıktığı yolda bir eşiği daha atlıyor. LK yaşamı ortaklaştırmak adına yeni dönemde ilk hedef olan derneğini açtı. Liselilerin kendini özgürce ifade edebileceği, tek tipleştirici sistemin rengini almadan bilincini koruyabildiği yeni bir alternatif oluşuyor. İzmir Liseli Kıvılcım’da bir araya geliyor, mücadele ediyor ve örgütleniyor. Diğer haber Samandağ’dan, Liseli Kıvılcım Antakya’dan sonra şimdi burada liselilerin eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim mücadelesinin adresi olmak için hazırlıklarını tamamlamak üzere... Liselerdeki her türlü soruna ve emperyalist savaşa karşı susmayan, ayağa kalkan Samandağlı Liselilerle cesareti, onuru, dayanışmayı büyütmek üzere yeni kurumunu açıyor ve yeni dönemde daha emin adımlarla yürümeye hazırdlanıyor. Samandağ LK bu yolculuğa bütün arkadaşlarını davet ediyor.

Liseli Kıvılcım Karşıyaka Halk Festivalinde Adana Liseli Kıvılcım, Karşıyaka Kültür ve Dayanışma Derneği’nin bu yıl 13.sünü düzenlenlediği Halk Festivali’nde talepleri, pankartları ve standının yanısıra ve festivalde aldığı sorumluluklarla alanda yerini aldı. Adana’nın emekçi semtlerinden olan ve ağırlıklı olarak alevilerin yaşadığı mahallede özellikle gençlerin ve kadınların yoğun katılım gösterdiği festivalin öncesi ve sonrasında aktif olarak çalışmaların içinde de yer alan Liseli Kıvılcım festival süresi boyunca coskusu ve birlikteliği ile alana güç kattı, renk verdi.

Yeni Dönemde Sıralardan Sokağa Mücadeleye Devam

16

Binbir türlü sorunla ve yeni eğitim sistemi iddiasıyla birlikte başlayan eğitim öğretim yılının açılışıyla birlikte Liseli Kıvılcım da liselileri uyarmaya ve sokağa çağırmaya başladı. Liseli Kıvılcım açtığı standalarda, dağıttığı bildirilerde ve sokaklarda birebir in-

sanlarla konuşarak, “Yeni Türkiye” ve “yeni eğitim” iddiasının yalandan ibaret olduğunu haykırdı, liseli arkadaşlarını mücadeleye ve örgütlenmeye çağırdı. İzmir, İstanbul, Hatay, Adana ve Mersin’de açılan standlarda liselileri staj

sömürüsüne, cinsiyetçi eğitime, yozlaşmaya ve papağan eğitim sitemine karşı uyaran LK, eşit, özgür, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim hakkını kazanmak için sıra arkadaşlarını Liseli Kıvılcım saflarında mücadeleye çağırdı.


Kobane Direnişine Bin Selam! Kobane’de bir ayı açkın bir süredir, IŞİD gibi cihatçı çetelere, emperyalizmin oyunlarına ve insanlık düşmanı her türden vahşete karşı bir Halklar Direnişi gerçekleşiyor. Bu kahramanca direnişe destek olmak en temel insani görevdir. Emperyalizmin Ortadoğu’da ve bölgemizdeki kanlı oyunları boz-

mak ve halkların direniş ve dayanışma birliğini kurmak tek kurtuluştur. Kürt, Arap, Türkmen, Ezidi, Sürayni, Ermeni ve bütün komşu, kardeş halklarıyla demokratik, özgür, eşit ve gönüllü birliktelik temelinde yanyana gelebilmek için 1, 2, 3 daha fazla direniş Kobane’ye Bin Selam diyoruz!

Torunlar Katilamını Unutmayız! Eylül ayında Torun Center inşaatında göz göre göre yaşanan işçi katliamında 10 inşaat işçisi can verdi. Bu katliam, işçi sınıfının artık cehennem koşullarında ve katliam rejiminde, çalışamayacağını gösterdi. Katliamdan sorumlu olan firma yargı yoluyla aklandı. Cinayetin üstü örtülürken katiller bu sefer de kan parasıyla işçiler ve aileleri-

nin onurunu satın almaya teşebbüs ederek alçaklıklarına devam ediyor. Suyu ısınan bu katliam rejimine karşı işçilerin öfkesi büyüdüğünü görülüyor. Biz de cesaretle, onurla ve dayanışma ile buradan bir kez daha açıklıyoruz ki, Liseli Kıvılcım’ın mücadelesi işçi sınıfı ile aynı yoldadır, yerimiz işçilerin yanıdır ve kaderimiz işçi sınıfıyla ortaktır.

Şemsiye Devrimi = Merkezi İşgal Et 17 yaşında Hong Kong’lu bir öğrenci olan Joshua Wong, 2017’de ilk kez yapılacak başkanlık seçimi için aday olmasıyla bir hareketi tetikledi. “Occupy Central/ Merkezi İşgal Et” adını alan ve sokak eylemleriyle ses getiren hareket özgür başkanlık seçimi talep ediyor ve Çin’in Hong Kong’da yapılacak başkanlık seçiminde aday tercihlerine

17

müdahale etmemesini ve seçimlere kısıtlama getirmemesini istiyor. Kent merkezindeki ana yolları kapatan, daha çok üniversite ve lise öğrencilerinden oluşan göstericilere, işçilerden de destek geliyor. Göstericilerin kendilerini polisten “şemsiye” ile koruması nedeniyle eyleme “Şemsiye Devrimi” deniliyor.

AKP’nin MEB’de yaptığı operasyon sonrası İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne layık görülen Vefa Bardakçı ilk icraat olarak “Okullarınızda bazı ateist, komünist öğretmenler var, çocukları bunlara teslim ederseniz onlar emek harcamazlar, Darwin teorisini anlatırlar. Çocukların beynini yıkıyorlar. Okullarınızda böyle yapanlar varsa, odanıza çekin kollarınızı sıvayın, önce siz sonra ben ifadesini alacağım.” diye açıklama yaptı. E bize diyecek bi şey kalmıyor artık, böyle eğitime de ancak böyle müdür yakışır...

İkrime Katliamı 1 Ekim günü Suriye’nin Humus şehrinde Alevilerin çoğunlukta olduğu İkrime mahallesi cihatçı grupların hedefi oldu. İkrime el Cedide İlköğretim Okulu ve İkrime el Mahzumi İlköğretim Okulu önünde bombalı araçlar patladı. İkrime el Cedide İlköğretim Okulu’unda gerçekleştirilen ilk patlamanın ardından okuldan çıkan yaşları 6 ila 12 arasında olan çocuklar arka kapıdan kaçmaya çalışırken bu kez intihar saldırısının hedefi oldular. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre 41’i 6-12 yaşındaki çocuklar olmak üzere en az 45 kişi hayatını kaybetti ve 120 insan yaralandı. İkrima Katliamını lanetleyen HDP yaptığı açıklama ile “Bu tür katliamlara büyük bir sessizlikle seyirci kalanlara bir kez daha sesleniyoruz: Alevi katliamlarına dur deyin!” mesajı verdi.

EYLEMLER y ETKİNLİKLER y HABERLER

Milli Eğitime de Böyle Müdür Yakışır


LİSELİ CEHENNEMİ

yusuf

MESLEK LİSELERİ

18

80 Darbesinin toplumu yeniden dizayn etme politikaları devam ediyor. Darbe yasalarıyla yaşam alanlarımıza saldıran sistem, başta eğitim olmak üzere sağlık, ulaşım, barınma haklarımızı elimizden almaya çalışıyor. Bu saldırılar eğitimde yoğunlaşırken en çok da meslek liselerimizde direk sömürü ağını genişletiyor. Her gelen iktidarın ağzından salyalar akıtarak saldırdığı liselerimizde her geçen gün daha çok sömürülüyoruz. Bu da yetmezmiş gibi niteliksiz ve paralı bir eğitim sistemine maruz kalıyor; sosyal hayattan uzağa, çeteleşmenin ve uyuşturucunun kollarına terk ediliyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde yürürlü-

ğe sokulan dönüşümler, biz yoksul gençler arasında “paran kadar oku” mantığının yerleşmesinin göstergesi oldu. Nedir bu dönüşümlerin meslek liselerine etkisi? Biz meslek liselerinde okuyan gençler maddi durumu iyi olmayan işçi emekçi çocuklarıyız. Daha ilkokulda niteliksiz eğitim aldığımız için, dershaneye gidemediğimiz için Anadolu, Fen lisesi kazanmak bizim için daha hayatı tanımaya çalıştığımız çağlarda hayal olmaktan öteye geçemedi. Dönüşüm yasasından önce önümüzde düz liseye gidip üniversite kazanma ihtimalleri vardı. Artık o da bizim için bir hayal. Çünkü dönüşüm yasasıyla birlikte düz liseler tasfiye

Şimdi bu kan emici, sömürücü, baskıcı düzeni yıkmalı; meslek liselerini isyanın bayraklarıyla kuşatmalıyız. Okullarımızda uygulanan paralı, niteliksiz, cinsiyetçi eğitime karşı eşit, parasız, bilimsel eğitimi haykırmalıyız.

edildi. Ve bize meslek liselerindeki cehennemde yanmaktan başka seçenek kalmadı.

Liseliler Hedef Tahtasında Liseliler açısından değerlendirildiğinde gençliğe uygulanan paralı, niteliksiz, cinsiyetçi eğitimle liseliler açıktan hedef tahtasına oturtturuldu. Daha liseye başlarken kendini gösteren anti-demokratik uygulamalarla bizleri sisteme daha fazla kâr ve daha fazla meta üretimi için hazır etmek istiyorlar. Biz meslek lisesi öğrencilerine ilk baskı daha iyi bir okul kazanamadığımız için ailelerimizden gelir. “Bari mesleğin olsun!” diyerek meslek liselerine gönderiliriz ve sonunda büyük bir hayal kırıklığıyla karşılaşırız. Okullarımız açılır açılmaz kayıt paralarıyla soyulduğumuz yetmiyormuş gibi, devletin meslek lisesi derslerine uygun mesleki eğitim kitabı bastırmaması yüzünden her yıl bir asgari ücretin neredeyse yarısını


ders kitaplarına, ders araç-gereçlerine vermekteyiz. Bunun dışında yine parasız eğitim laflarını derinlere gömecek uygulamalar birçok meslek lisesinde görülmektedir. Birçok sorunun arasında meslek liselerindeki eğitimin kalitesizliği öğrenciliğin cehennemini yaşatıyor biz gençlere. Daha ikinci sınıfta edebiyat, matematik, fizik, kimya vb. derslerin gösterilmemesi de biz meslek lisesi öğrencilerini üniversite hayallerinden uzaklaştıran ayrıştırıcı bir rol oynuyor.

Toplumsal Roller Yeniden Üretiliyor Mesleki eğitimlerin “erkek işi” görülmesinden kaynaklı, kadın öğrencilerin tercih etmediği ya da tercih edemediği alanlar haline dönen meslek liselerimiz, büyük oranda erkeklerin okuduğu yerler oluyor. Bundan kaynaklı okullarımız eril sohbetlerin yoğun olduğu ve toplumsal ilişkilerin yeniden üretildiği toplumsal alanlar haline dönüyor. Kadın öğrencilere de onlara reva görülen mesleki eğitimler uygulanmasından kaynaklı toplumun biçtiği kadınlık rollerinin yeniden üretildiği alanlara dönüşmesi doğalında gelişiyor.

Staj Sömürüsü Çırak-stajyer olan öğrenciler MEB ile sermayenin işbirliği çerçevesinde atölyelerde ve fabrikalarda uzun çalışma saatleriyle, çok düşük ücretlerle çalıştırılarak acımasızca sömürülüyor. Çalışma saatlerinin bir kısmı teorik eğitime ayrılan çırak, öğrenci sayılı-

yor; MEB’in belirlediği işkollarında çıraklık sözleşmesi yaparak çalıştırılıyor. Ülkemizin pek muhterem liderleri her daim eğitim adı altında bizim sermayeye uşaklık etmemizi istemiştir. Staj denilen zorbalıkla hem geleceğin işçiliğine aday insanlar olarak görülüyoruz hem sömürülüyoruz. Hem de işçi sıfatında görülmeyip asgari ücretin yarısı kadar komik bir ücretle zorla çalıştırılıyoruz. Fabrikalarda ve küçük işletmelerde her türlü ağır işi; yeri geldiğinde temizliği, çayı yapan yine biz meslek liseliler oluyoruz. Bunlara başkaldıracağımız anda patronlar tarafından notla tehdit ediliyoruz. Sömürü düzeninde kalifiye, sosyal yaşantıda da “ensesine vur, ekmeğini al” mantığını biz meslek liselilere dayatmanın yolunu MEB, meslek liseleri ve patron üçlemesiyle yaratıyorlar.

Liseliye Dayatılan Yozlaşma Sistem yoksulluğun yoğun olduğu yerlerde uyuşturucuyu ve çeteleşmeyi kendi eliyle okullarımıza sokar, isyanın adıdır çünkü yoksulluk. Bizler aynı dilden, aynı kültürden gelmesek de aynı sömürü koşullarını yaşıyor, anti-demokratik uygulamalara maruz kalıyoruz. Bunca yaşadığımız soruna karşı kurtuluşu yozlaşmış ortamlarda arıyor ve bize direk devlet eliyle gönderilen uyuşturucu maddeleri kullanıyoruz. Sosyal yaşantıdan kopuyor, sürekli aynı çemberin içindeki arkadaş çevremizle dönmeye başlıyoruz. Okullarımızda bilimsellikten uzak, baskıcı eğitime karşı

isyanı çeteleşmede buluyoruz. Uygulanan bütün baskı politikalarının, niteliksiz eğitimin, sömürü düzeninin sonunda büyük bir geleceksizlikle karşı karşıya kalıyoruz. En iyi haliyle biz meslek lisesi öğrencilerine verilen üniversiteye sınavsız direk geçiş de bir anlam taşımıyor. Çünkü aynı sömürü düzenini üniversiteli öğrenciler olarak yaşamaya başlıyoruz. Egemenler uyguladıkları politikalarla biz meslek liselilere “İşçi çocuğusun sen, ne işin var okumakla? Çalış ve bizim sömürü düzenimizde bize daha fazla para kazandır.” diyorlar. Hatta okurken de onlara daha fazla para kazandırmamızı ve stajyerlik adı altında maaşsız işçi olmamızı istiyorlar. Ama bu böyle olmayacak! Biz meslek liseliler uygulanan her türlü sömürü düzenini yıkacak ve yerine eğitimde eşitliği sağlayacağız! “Paran kadar oku” mantığını tarihin çöplüğüne atacağız! Staj işçisi olarak verdiğimiz emeğimizin karşılığı için mücadele edeceğiz! Ve artık biz, Gezi Direnişi olarak hayatımıza giren ve toplumun her kesiminin katıldığı inanılmaz bir direnişi geçmişimizde bulunduruyoruz. Bu direniş toplumda baskılanan her kesimin haklarını haykırarak sokağa çıkmasıyla gerçekleşti. İşçiler, emekçiler sömürülmeye karşı, kadınlar kendi hakları ve kararları için, biz gençlik üzerimizde uygulanan tüm politikalara karşı sokağa indik. Sokakta öğrendik ve artık ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Umudu ve isyanı örgütlüyoruz. Şimdi bu kan emici, sömürücü, baskıcı düzeni yıkmalı; meslek liselerini isyanın bayraklarıyla kuşatmalıyız. Okullarımızda uygulanan paralı, niteliksiz, cinsiyetçi eğitime karşı eşit, parasız, bilimsel eğitimi haykırmalıyız. Staj denilen sömürü düzenine karşı mücadeleyi büyütmeli, staj işçisi olarak geleceğimizin karartılmasına izin vermemeliyiz. Her türlü uyuşturucu maddeye karşı çıkmalı ve bu tür maddeleri okullarımızdan söküp atmalıyız.

MESLEK LİSELERİ KÖLE PAZARLARI DEGİLDİR!

19


SAĞLIK MESLEK LİSELERİ

zehra ejderha

KÖLELİK ZİNCİRİNİ KIRACAK!

Sermayenin insanı sömürdüğü her yerde olduğu gibi sağlık liselerinde de sorunlar yaşıyoruz. Sağlık lisesi öğrencilerine verilen eğitim, hepimizi sağlık işkolunda çalışmaya zorluyor. MEB ve sağlık patronları, böylelikle bizi daha lisedeyken sosyal yaşamdan uzaklaştırarak işçileştiriyor, sömürüyor ve daha çok sömürüye

kuyruklarda bekleyerek ölen insanlarımız şimdiyse paraları olmadığı için özel hastanelerin önünde ölüme terk ediliyor. Biz parasız tedavi “alamazken” stajlarda bedavaya çalıştırılıyoruz; bu sırada sağlık patronları servetlerine servet katıyor. Egemenlerin doymak bilmez kâr hırsı sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını

Sistemin dayattığı gelecekte stajlarda ancak başlangıcını gördüğümüz taşeron ve esnek çalışma koşullarında sömürülmek, yaşamımızı patronları besleyerek geçirip tükenmek var. hazırlıyor. Müzik dinlemek, müzik ve resim yapmak istiyoruz ama bu sanat dallarına derslerde yer verilmiyor. Kültür-sanat yönünümüz budanmak istenirken, biz insani gelişimimizi dergiler ve dernekler sayesinde gerçekleştirebiliyoruz. Patronlar ve MEB işbirliği halinde bize kölece yaşamı dayatıyor. Biz ise Spartaküs’ün yolunu seçiyoruz!

Sağlık Piyasaya Düştü!

20

Sağlık artık daha çok ve iyi yaşamamıza yarayan bir bilim olmaktan çok alınıp satılabilecek bir ürünün adı oldu. Eskiden devlet hastanelerinde

cehenneme çevirmekle kalmıyor, yoksulluk içerisinde yaşayan milyonlarca insanın sağlık hakkını gasp ediyor. İnsanlığın ortak aklıyla, binlerce yılın birikimi ve yüz binlerce insan emeğiyle oluşan tıp bilimi bir yandan ve genç yaşamlarımız diğer yandan talan ediliyor. Zihnimizin ürünlerine saldıran sermaye bedenimizi de unutmuyor, onu hasta ediyor, sağlıktan uzaklaştırıyor. Çalışmadan yaşayıp bizim emeğimizden geçinen parababaları, devasa özel şehir hastaneleri kurarken hem emeğimize göz dikiyor hem de kendi sağlıklarını

garanti altına almaya çalışıyor. Bunun sonucunda da sağlık her gün daha da metalaşıyor, bizden koparılıyor, binlerce insan hastanelere giremeden ölüp gidiyor.

Sağlık Meslek Liselerinde Sömürü Artıyor Stajyer işçi-öğrenciler, 3 gün hastanede ücretsiz çalıştırılırken 2 gün de okulda aldıkları niteliksiz ezberci eğitimle, hayatta sağlık işçisi olmanın ötesinde bir olanak bulamıyor. Ve bu durumda öğrenciler istedikleri herhangi bir şeyi yapmaktan, kitap okumaktan, arkadaşlarıyla beraber vakit geçirmekten alıkonuyor. En önemlisi ülke ve dünya gündeminden, yanı başımızda olup bitenden habersizleştirilerek robot işçiler haline getirilmek isteniyor. Kapitalist sistemin “iş öğretme” bahanesiyle zorunlu kıldığı stajlar, ücretsiz çalıştırılmaktan başka bir şey değildir. Biz sağlık öğrencileri, gece-gündüz nöbetlerinde çalışarak, hastanelerdeki basit işlerden zor işlere dek koşularak, bütün bunların sonunda hiçbir ücret almadan ve staj esnasında sigortalanmayarak köle yerine konduğumuzun farkındayız. Biliyoruz, geleceğimizi de görüyoruz. Lisede başlayan sömürü çarkı mezun olduktan sonra da derinleşecek. Eğer geleceğimizi örgütlenerek değiştirmezsek sistemin bize dayattığı geleceği yaşayacağız. Sistemin bize dayattığı gelecekte bugün stajlarda ancak başlangıcını gördüğümüz taşeron, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarında sömürülmek, yaşamımızı patronları besleyerek geçirip tükenmek var. Aslında biz meslek liseliler liseye başladığımız anda -sağlık patronlarının iştahlarını kabartan- geleceğin birer işçisi oluyoruz. Ve biz sağlık meslek lisesi öğrencileri bütün bu saldırılara, bugünümüzden başlayarak geleceğimizi örgütleyerek karşı koyabiliriz.


GÖLGESİ SATILAMAYAN AĞAÇ

21

maktadır. Teknolojide ve denetimde gelişmiş ülkeler bile nükleer kazalar veya sızıntılar nedeniyle nükleer santral projelerini durdurdu. Fakat AKP hükümeti daha fazla kâr sağlamak amacıyla bu riskleri görmezden gelerek pervasızca nükleer santral patlamasını piknik tüpünün patlamasına benzetmektedir. Türkiye hem rüzgar hem de güneş enerjisi üretmek için elverişli bir coğrafi konumundadır. Yani bu kadar doğal kaynak varken

madığımız taktirde doğayla birlikte insanlığımızın da kaybolacağını bilmemiz gerekiyor. Doğaya karşı kayıtsız oluşumuz giderek artan bir biçimde kendimize, içinde yaşadığımız topluma ve doğaya yabancılaşmamıza neden olur. Bu yabancılaşma sonucu canlılar arasındaki komünal bağların yıkılmasına ve insanlar arasındaki şiddet, suç, uyuşturucu bağımlığının artmasına sebep olur. Bizler LİSELİ KIVILCIM olarak ;

Doğaya karşı kayıtsız oluşumuz giderek artan bir biçimde kendimize, içinde yaşadığımız topluma ve doğaya yabancılaşmamıza neden olur. nükleer santrallerin kurulmasına gerek olmadığı apaçık ortadadır. “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, fakat bu arada çok basit bir sanatı unuttuk. İnsan gibi yaşamak…” MARTIN LUTHER Doğa insanın inorganik bedeni olduğundan doğanın katliamı demek insanlığın da katliamı demektir. Doğanın ayrılmaz bir parçası olduğumuz gerçeğini bilincimize oturt-

Sermayenin doğayı rant amaçlı kullanmasına karşı çıkarak ortak yaşam alanlarının tahribatına son verirmesini,

y

İnsanların doğanın hakimi değil birer parçası olduğunu ve doğayı sömürmemesi gerektiğini,

y

Nükleer santral projelerinin iptal edilip yenilenebilir enerjinin kullanılmasını,

y

Derelerin, akarsuların ve ırmakların özgürce akmasını,

y

Binalaşmaların durdurulup yeşil alanların çoğaltılmasını,

y

Okullarda aldığımız eğitim müfredatına ekoloji derslerinin eklenmesini,

y

Talep eder ve bu bilinçle ekoloji alanında duyarsız kalmayarak yaşamın her alanında mücadele bayrağımızı daha da yukarı taşıyoruz. “Gelin bağa yeşiller kuşanan doğayı görün Her köşede bir çiçek dükkanı açan doğayı görün Güller gülerek sesleniyor bülbüllere; Susun, susarak doğayı görün.” MEVLANA

haluk kürşat bakkal

İnsan, hem tarihsel-toplumsal, hem de doğal bir varlıktır. evrimsel süreçte iki ayağı üzerinde durabilmeyi başaran insan, ellerinin serbest kalmasıyla yaşam gereksinimlerini sağlayabilmek adına ilkel teknolojiyi kullanma imkanına erişmiştir. Bu imkanlara erişen insanlık tarih boyunca karşı karşıya kaldığı doğa olaylarının meydana getirdiği yıkımlarla mücadele etmiştir. Fakat kapitalizmin gelişmesiyle birlikte doğayı bir rant alanı gören patronlar ekosisteme saldırmaya, onu bozmaya, yıkmaya ve fütursuzca yok etmeye başladı. Emperyalizm çağıyla birlikte rekabetin üst seviyeye ulaştığı kapitalist dünyada doğada hızlı yıpranma sürecine girmiş bulunuyoruz. 1995 yılının BM iklim değişim raporuna göre dünya iklimindeki değişimin doğal nedenlerden kaynaklanmadığı insan etkilerinden yani kapitalist üretim yordamından dolayı olduğunu açıklamıştır. Küresel iklim değişikliği gezegenin en ciddi tehtidi haline gelmiştir. İklimin değişmesi canlı türlerini birer hatta yüzer yüzer yok ederken, ekolojik denge üzerinde onarılamaz yaralar açmaktadır. “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” KARL MARXS AKP hükümeti içine girdiği ekonomik kriz girdabından çıkabilmek için gezi parkındaki gibi birçok ortak yaşam alanlarını yok ederek buralara gökdelenler, rezidanslar, alışveriş merkezleri gibi yerler açarak ekolojinin tahribatına neden olmaktadır. Bununla da yetinmeyen AKP hükümeti daha fazla rant elde edebilmek için tüm dünyayı olumsuz etkileyen Çernobil gibi bir faciayı bile bile Akkuyu’da Sinop’ta ve Türkiye’nin birçok yerinde nükleer santraller kurarak doğada yaşayan bütün canlıların yaşamını hiçe say-


ERNESTO

barış can altınok

CHE

Ernesto Guevera’nın doğduğu zaman devrim bulutları Asya, Afrika, Latin Amerika gibi sömürgeleştirilmiş topraklarda toplanıyordu. Emperyalizm çağında büyük sermaye birikimini avcuna alan bir avuç egemen, yanı başlarındaki işçi sınıfını, kendilerinden uzakta yaşayan işçi sınıfından ayrıcalıklı konuma sokmuştu. Aristokratlaşan, daha rahat bir yaşam sürmeye başlayan ülkelerdeki halkların genelinde sömürüden kurtuluş gibi bir dert kalmamıştı, zincirleri cilalanınca efendilerinden memnun kalmışlardı. Bu durumda sömürünün en vahşi halinin altında ezilen üçüncü dünya halkları devrimi en çok ihtiyaç hisseder olmuştu, direniş bayrağını yükseltenler nasırlı ellerin rengi esmerleşmişti.

İnsanlık Ölü Toprağını Üstünden Atıyor

22

Ernesto da bu yükselen mücadelenin içine doğmuştu, insanlığın esaretten kurtuluşu adına örülen bu direniş ona insanları sevmeyi öğretmişti. Henüz örgütlü mücadeleye girmemişken bile, Arjantin’de insanları iyileştirmek isteyen, genç bir Ernesto yaşıyordu. Tıp eğitimi alırken bir arkadaşıyla beraber bir motor yolculuğuna çıkmışlardı; egemenlerin yoksullaştırdığı bir köy, sefaletin sonucu veremle kıvranıyordu. Bu köyün durumunda birçok mahalle ve başka köy vardı. Köy karantinadaydı, asalakların aracı olan devlet, onca insana yardım etmiyordu, yardım etmeyi düşünmüyordu, aksine egemenleri zenginleştirmek adına halkı yoksullaş-

GUEVARA

tırarak hastalıkların yayılmasına sebep oluyordu.

Köy karantinadaydı, Ernesto arkadaşıyla beraber köye gelmiş ve tüm elleriyle ve akıllarıyla insanları tedavi etmeye girişmişti bulundukları tüm süre boyunca. Ernesto bu dönem yaşadıklarını yazmış, Motosiklet Günlükleri’ni oluşturmuştu. Ernesto ve arkadaşı öğrenimlerini bitirmek için yurtlarına döndüler, dönerken artık yalnız değildiler, tüm halkların kardeşçe soluğu nefeslerinde ve tüm emekçileri kasıp kavuran finans kapital düşmanları olarak tepelerindeydi.

Karanlığı Kıvılcımlar Yarıyor! Tüm bu baskı ve sömürüyü izleyemeyeceklerdi artık, kan denizinde taş sektirmek onların işi değildi, cellatları döktükleri kanda boğmaya ve kurtulmaya karar vermişlerdi. Tıpta öğrenmediklerini de öğrendi, okulunu hızlı bir şekilde bitirdi Ernesto sonra yoldaşlarını bulacağı yola çıktı, tıp öğrenmişti, artık insanları iyileştirebilirdi ama onun tıp bilgisiyle ve çalışmasıyla bir insanı tedavi ettiği süre içinde sömürü düzeni binimizi yok ediyor, milyonlarca insanı çürütüyordu. İnsanların iyileşmesinin yolu toplumun iyileşmesinden geçerdi, çürümüş toplumda sağlıklı insanlar da yaşamazdı. Ernesto toplumun değişmesi gerektiğini anlamıştı, bunun toplumun tepesine binip sırtından geçinen asalakları yok etmekle olacağını da görmüştü. Çıkmıştı yola artık Ernesto, silkinip atacaktık asalakları. Ernesto Guatemela’da bunu

ilk kez örneklemişti, emekçilerin direnişiyle asalakların şiddetinin çarpışmasını görmüştü, kendisi de emekçilerden yana çarpışmıştı. Guatemala egemenleri ABD egemenleriyle işbirliğine girmişti, Amerikan ordusu onları kendi emekçilerinin mücadelesine karşı koruyordu. Guatemala’da direniş güçleri de doğrudan işçi sınıfı öncülüğünde değildi, bu direnişi dağıtıyor, birleşik sömürücülere karşı zayıf düşürüyordu. Bunun sonucunda Guatemala’da halk direnişi hakim sınıfça bastırıldı.

Yok Olmaz Kıvılcım Dönecek Ateşe! Direnişçilerin bir kısmı mücadeleyi sürdürmek üzere başka ülkelere gitti, Ernesto da onlardandı. Gittiği Kosta Rika’da Fidel’le ve Kübalı devrimcilerle tanıştı. Küba’da 26 Temmuz 1953’te Moncada kışlası baskınını gerçekleştirdiler, fakat başarısız oldular ve tutuklandılar. ”Mahkemeniz bizi mahkum edebilir, tarih bizi haklı çıkaracaktır!” sözünü bu tutsaklık döneminde söylemişti Kübalı devrimciler. Bir süre tutsaklıktan sonra sürgün edildiler. Doğru tarzla savaşırlarsa kazanacaklarını biliyorlardı, pes etmediler. Yeniden örgütlenip eğitim aldılar, işte bu yeniden örgütlenme sırasında Ernesto Guevera “Che” oluyordu. Uzun çarpışmalarla ilerlediler zafere Kübalı emekçiler, insanlıktan yana olmanın yolunu tuttu devrim, burjuva iktidarını nerede sarsıp düşürürse yerine ortaklaşa yaşamı kurdu. Egemenler Küba’da döktükleri kanda boğulmuş,


Roma kölecileriyle feodal beylerin atıldığı çöplüğe süpürülmüştü devrimle.

Orada Saraylar Çöktü Zulüm Bitti! Sömürü düzeni yıkılmıştı, artık işçi sınıfının öncülüğünde özgür yaşamı kurmanın zamanı gelmişti. Toplumsal yaşamın toplumca kuruluşunda Che tüm yeteneklerini kullanmış, insanlığını açabildiği kadar açmıştı, komünist insan toplumsal insandı, yaşamın içindeki hiçbir şey onun dışında kalamazdı. Onun için her konuda gelişiyor, toplumu geliştiriyordu. Bu cesaret ve aklın gücüyle, örgütlü kararlılıkla çok kısa sürede Küba’da hepimiz için insanca bir yaşam kurulmuştu. Egemenlerin hazine sandıkları içine tepilmiş olan devrim öncesi Küba’da çocukların yüzde 54’ü okula gidemezken, okuma yazma oranı 1950’de 1920’den geriyken –finans kapital girdiği yerde yaşamı zehirliyordu, otuz yıllık kapitalizm, halkın yaşamını bunaltırken egemenlere saraylar dikmişti- emekçiler henüz düşmanla askeri savaş halindeyken bile eğitim savaşına girmişler, yeteneklerini artırmayı başlıca görevlerine eklemişlerdi. 1959 yılında Küba halkının yüzde 90’ı okumaz-yazmaz ya da yarı okur-yazar durumdaydı. Yarım milyondan fazla çocuk okula gidemiyordu ve 10 bin öğretmen işsizdi. 1961 yılında, milyonlarca insana okuma yazma öğretmek için 100 binden fazla gencin katılımıyla gerçekleştirilen ve bir yıl süren bir kampanyayla okuma yazma sorunu kaldırılmıştı. Devrim öncesinde okul sayısı 7.674 iken, sonrasında 12.442’ye yükseltilmişti. Eğitim

her seviyede parasız hale getirilmişti. Küba’da her 42 vatandaşa bir öğretmen düşüyor (Türkiye’de yaklaşık 117) ve işçilerin Küba’sında gençler ne işsiz kalmaktan ne de okuldan atılmaktan korkuyorlar. Başında da dediğimiz gibi, o ülke bizim sınıfımızın, oradaki kardeşlerimizin ülkesi...

Her Yer Küba Her Yer Direniş! Yoldaşlarımız Küba’da düşmanı kovmuş ve düşmandan kalma yoksullukla sefaleti de bitirmişlerdi ama dünyamızın kalanında kapitalizm çok daha vahşice saldırıyordu eşitlik ve bağımsızlık mücadelelerine. Direnişler bütün bunlara rağmen örgütleniyor, yayılıyordu. 1-2-3 daha fazla Küba yaratmalıydık. Kübalı emekçiler de bu görevlerinin farkındaydılar, böylelikle Ernesto artık tüm dünya halklarıyla dost bir Che olarak tekrar yola çıktı. Kongo’da yoldaşlarıyla beraber özgürlük savaşına katıldı. Belli kazanımlarla ve dersler çıkararak Kongo’dan ayrıldılar. Che sonra yeniden harekete geçmek için hazırlığa başladı. Küba’ya döndü ve bir ekiple Latin Amerika ölçeğinde kıtasal bir devrimin tohumlarını atmak üzere stratejik gördüğü Bolivya’ya geçti. Ezilenler büyük bir cesaretle dayanışarak onurlu bir savaş veriyordu ama emperyalizm de kendi içinde örgütlenmişti, her yerde aşağılıkça saldırıyor, direnişlerden korkuyordu. Bolivya’ya da sadece devrimci savaşçılar gitmemişti, ABD finans kapitali Bolivya ordusunu silahlandırmış, eğitmişti, ajanlarını devrimcileri yakalamak üzere Bolivya’ya yollamıştı. Bolivya Günlüğü’ne kaydettikleri çeşitli sorunlar yaşayan devrimci birlikler, asalakların

Gerçekçi olup imkansızı istiyorduk, gökyüzüne fethe çıkmıştık artık, durulur muydu? Geri dönüş yoktu, durmak bile yere çakılmak demekti artık, zincirleri kırmıştık bir kere, insanca yaşamayı öğrenmiştik, özgürlük oydu işte...

23

paralı askerlerine, kiralık katillerine yenildi Bolivya’da. Ama bu egemenlere yetmiyordu, dost saflarımızı dağıtmak ve korkutmak için Che’nin ölüsünü sergilediler, helikoptere asıp sergileyerek morga götürdüler. Kapitalizm askeri bir başarı kazanmıştı o bölgede ama hala çürüyordu, hala çelişkilerle doluydu ve sonu mutlaktı, görünmüştü artık. Che’nin bunun bilinciyle kendisini öldürecek olan subaya “Vur beni ahmak, sadece bir insan öldüreceksin!” demişti. Kapitalizmin kokuşmuş tarihine bir cinayet daha eklenmişti ama her halk gencinin bilincinde doğmuştu Che, davranışımızda örnek olmuştu. Onun da yaşamından örneklediği davranışlar, yarattığı yaşam neydi? Dünyanın neresinde olursa olsun haksızca atılan bir tokadı yüzünde hisset demişti, insan olmanın yolunu oradan göstermişti, insanlığın kurtuluşu için savaşmadan insan olunamazdı, teslim olmamıştı asla, direnişi zafere taşımak kafasından çıkmıyordu. Che’nin savaşı “yeni insan” ve “yeni toplum” içindi. Bu yeni toplumda çalışmak bir angarya ve zorunluluk olmaktan, “iş” olmaktan çıkacak ve yaşamın insani bir gerekliliği olacaktı. o da karşılaştığı her şeyi öğreniyor ve o alanda insandan yana yapabileceği ne varsa yapıyordu, insani gelişmeyi kendi yaşamına yerleştirmişti. Bu konu hakkında halkların sanatını yapan yoldaşımız Kazım Koyuncu’nun doğru bir yaklaşımı vardı, yarını bugünden ve kendimizden başlayarak kurmamız gerektiğini söylemişti, boşuna Lazca şarkılara girmemişti Che, boşuna Ernesto Steri değildi o, yaşamı tüm dünya halklarıyla beraber kuruyordu. Özgürlük düşlerimizin sınırları kadardı, Che’nin düşleri sınırsızdı. Gerçekçi olup imkansızı istiyorduk, gökyüzünü fethe çıkmıştık artık, durulur muydu? Geri dönüş yoktu, durmak bile yere çakılmak demekti artık, zincirleri kırmıştık bir kere, insanca yaşamayı öğrenmiştik, özgürlük oydu işte, unutur muyduk? Che’yi unutmamak Che olmaktır, liseler Che’yi hak ediyor, bu düzense tutuşmayı çoktan hak etti. Liselerde kıvılcım olalım, düzeni tutuşturalım!


dilara demir - olga narlı

SIRADAKİ ‘’İYİ’’ KADIN Hergün değişen ve günden güne vahşileşen ataerkil sistemde, kadınlar okul sıralarından sosyal yaşamın her alanına kadar cinsiyetçi politikalarla baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Eğitim sistemi tam da bu baskıların yuvası haline gelmiştir. Bu düzen, yıllardır süregelen toplumsal cinsiyet diye adlandırdığımız rollerin pekişmesi için zemin oluşturmaktadır. Evde, okulda, kampüslerde, sokaklarda ve yaşamın her alanında bulunan biz kadınların özgürlüğünü kısıtlamak için hergün bir başka yasayla karşımıza çıkılmaktadır. Özellikle eğitim alanında sergilenen gerici tutum okulları hapishanelere çeviriyor. “Sözde” eğitim görmek için gittiğimiz okullar bizim için katlanılmaz zindanlar haline geliyor. Peki bunlara karşı ne yapmalı? Ama önce bize dayatılan bu rollerin ne olduğuna bir bakalım...

Mesela Nedir Bu Toplumsal Cinsiyet Rolleri?

24

Cinsiyet dediğimiz şey bizi kadın ve erkek yapan belli fiziksel veya biyolojik özelliklerdir. Toplumsal cinsiyet ise adı üstünde toplumun cinsiyetler üzerinde empoze etmeye çalıştığı yıllardır alışılagelmiş örf, adet ve gelenek diye adlandırdığımız davranışlardır.

BİZ OLMAYACAĞIZ! İşte bu davranışlar aslında kadın ve erkeklere giydirilmeye çalışılan rollerdir. Doğduğumuz andan itibaren adımıza, giysilerimize, oyuncaklarımıza dahi yansıyan ve bizi tamamen ayrıştırmaya başlayan bu süreç daha sonra okul sıralarına geçildiğinde de devam etmektedir. Henüz oyun çağında başladığımız eğitim sırasında, ders kitapları ve mevcut müfredat aracılığıyla yapılanlar sanki “olması gerekenmiş” gibi gösterilip bizi bu rollerle bütünleştirme çabasına dönüşüyor. Biz büyüdükçe daha çok belirginleşmeye başlayan bu roller, ergenlik çağı diye tanımlanan lise çağında kadın ve erkeklere uygulanan cinsiyetçi politikalar, aile-toplum baskısı okul süre-

ciyle birlikte artış gösteriyor. Özellikle karşı cinsle kuracağımız ilişki sakıncalı hale gelir. Erkekler bu süreçte daha sosyaldir ve sokaktadır, genç kadınlar ise evden okula okuldan eve sıkıştırılır ve sosyal yaşantısı neredeyse sıfırdır. Dışarıda hiçbir aktivitede bulunamayan biz kadınlar okullarda ne giyeceğimize, etek boyumuza, kızlı-erkekli oturmamıza, cinsiyetler arası ilişkimize, ne zaman, nerede, nasıl kahkaha atacağımıza kısacası “kısıtlı” olan yaşantımızın

Biz büyüdükçe daha çok belirginleşmeye başlayan toplumsal roller, ergenlik çağı diye tanımlanan lise çağında kadın ve erkeklere uygulanan cinsiyetçi politikalar, ailetoplum baskısı okul süreciyle birlikte artış gösteriyor.


her noktasına karışılır hale gelinmiştir. Ama biz kadınlar biliyoruz ki bu sistemin, bu kokuşmuş düzenin bizim hakkımızda söyleyecek sözü yok ama bizim değiştirecek gücümüz var!

din etmeni üzerinden sosyal ilişkilerimize kadar karışılıyor.

meslekleri yapmak zorunda bırakılıyor.

Son durak 4+4+4!

Meslek Liseleri ve Meslek Seçimindeki Zorlama Meslek liselerinin “kız” ve “erkek” endüstri meslek olarak ikiye ayrılması, cinsiyetçi söylemleri bitmek tükenmek bilmeyen hükümetin uyguladığı -okulların adına dahi yansıttığı- cinsiyetçi politikalarla kadın ve erkek öğrenciler baskı altına alınmaya çalışılıyor.

Kadınlara Biçilen Toplumsal Rolleri Reddediyoruz!

Eğitim alanında hergün değişen uygulamaların son durağı 4+4+4 sistemi oldu ve gene bu uygulama, kız çocukları ve genç kadınları okuldan alıp eve mahkum etti. Açık lise uygulaması ile özellikle kız çocuklarının eğitim hakkı ellerinden alınıyor, yüz binlerce öğrenci örgün eğitim sürecinin dışına itiliyor. Sistem dışına çıkan bu öğrencilerin oranı giderek artıyor. Bu durum, kız çocuklarının erken yaşta evlenmelerine zemin hazırlıyor. 2013-2014 MEB örgün eğitim istatistiklerinde, 4+4+4 ile eğitim sisteminin özel okullar ve imam hatip okulları lehine yaşadığı dönüşümün yanında eğitimin hızla piyasalaştırıldığı da görülebilir. Öte yandan 4+4+4 ile okul öncesi eğitimde okullaşma oranı artmıyor, aksine okul ve öğrenci sayısı azalmaya devam ediyor. Eğitimde 4+4+4’ten önce, 2011-2012 eğitim öğretim yılında, 5 yaş grubunda okul öncesi eğitimde genel okullaşma oranı yüzde 65,69 iken, 4+4+4 sonrasında 2012-2013 eğitim öğretim yılında okul öncesi eğitimdeki okullaşma yüzde 39,72’ye düştü.

Ayrımcılık ve Dinsel Baskı Artıyor Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığının yeni 4+4+4 sistemi için hazırladığı kitapçıkta yer alan, Kuran-ı Kerim dersleri sırasında ortaöğretim kurumlarında türban takılmasını zorunlu hale getirilmesi gibi uygulamalarla okullarımızda zaten fazlasıyla hissettiğimiz din baskısını daha da arttırmaya yöneliyor. Kitapçıkta dikkati çeken bir başka açıklamada “eğitimin türüne, imkan ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılmaya devam edecek” diye belirtiliyor. Bu sayede okullarımıza iyice yerleştirilmeye çalışılan

25

Kadınlar aynı baskıyı meslek seçerken de görüyorlar, genç kadınlar kendi iradesi, kendi kararları doğrultusunda değil tamamen öğretmenin, ailenin ve toplumun baskısı altında tercih yapmaya zorlanıyor. Meslek liselerinde okuyan kadınlar, toplumsal cinsiyetin kadın ve erkelere biçtiği rollerin etkisi ve ailelerin bu yönde zorlanmasıyla, çocuk gelişimi, dikiş-nakış terzilik, kuaförlük, öğretmenlik gibi “alışılagelmiş kadın meslekleri”ne yönlendirilip ideal ev kadını olarak yetiştirmek, hem de kapitalizmin dayattığı “ucuz iş gücünü” sağlamak hedefleniyor. Toplumsal cinsiyet rolleri ile kadının meslek seçimine kadar her alanda seçenekler kısıtlanırken, kadınlar istemediği

Bu nedenle genç kadınları meslek seçerken bile baskı altına almaya çalışan erk zihniyete karşı biz liseli kadınlar olarak mücadele alanımızı büyütüyor ve baskılara karşı boyun eğmeyen tavrımızla direnmeye devam ediyoruz. Bizler kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın eşit eğitim görmek ve istediğimiz her alanda kendi tercihlerimizi, yeteneklerimizi ve düşüncelerimizi özgürce ifade etmek için mücadele ağımızı alanlara taşıyoruz. Bizler staj adı altında her türlü sömürüye karşı direniyor, sisteme ucuz işgücü olmacağımızı ve toplumsal rollerle pekişen hiçbir mesleği kabul etmeyeceğimizi, kendi taleplerimiz doğrultusunda mesleğimizi seçeceğimizi bir kez daha buradan haykırıyoruz!!


hasan

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ve HÜKÜMET-SERMAYE İLİŞKİSİ Hükümetin içerisinde bulunduğu siyasal kriz, onu birtakım önlemler almaya itiyor. Ülkeyi tam bir sermaye cennetine dönüştüren AKP hükümeti, bu dönüşüm yüzünden toplumun büyük bir kısmını huzursuz etti. 12 yıllık iktidarı boyunca neoliberalizm denen baş belası bir ekonomik modeli hayata geçiren hükümet, toplumun büyük bir kesimini yoksullaştırdı. İşsizlik oranı artarken, kamusal harcamaları da azalttı. Belki de yaptığı en önemli değişiklik, kamusal hizmet tanımını değiştirmek. Bu tanımın değişmesiyle eğitim, sağlık gibi hizmetler birer temel insan hakkı olmaktan çıktı ve sermaye kuruluşlarının birer kâr alanı haline geldi. Peki, nasıl oluyor da hükümet, bunca yoksullaştırmaya karşın, işsizlik, savaş vb koşullara karşın yüzde elli oy alabiliyor? Bu soruyu cevaplayabilmemiz için birtakım kavramları kullanmamız gerekecek.

Medya Manipülasyonu ve AKP

26

kurumların hepsi kapitalist sisteme hizmet ederler. AKP hükümetini ayakta tutan güç, belli bir çıkar ilişkisi ağı oluşturmasının yanı sıra, kitleler üzerinde yarattığı ideolojik çarpıtmalardır. Bu çarpıtmaları oluşturmanın en önemli aracı medyadır. Büyük sermaye sahipleri tarafından kurulan medya tekelleri ile hükümet arasında büyük bir çıkar ilişkisi vardır. Hükümetin istediği yönde haber yapma, istemediği konuları sansürleme karşılığında sermaye sahipleri büyük paralar kazanırlar.

Marx toplum ile üretim sistemi arasındaki ilişkiyi ortaya koyarken “altyapı-üstyapı” kavramlarını kullanır. Buna göre altyapı üretim sisteminin kendisidir. Üstyapı ise toplumsal alanda var olan medya, eğitim, ideoloji gibi kurumları temsil eder. Marx üstyapının (medya, eğitim, ideoloji, felsefe vs. ) altyapı tarafından şekillendiğini söyler.

Basın Özgürlüğü Bir Hayal

Marx’ın açıklamasına göre kapitalist sistemin eğitim sistemi de, medya organları da, ideolojisi de kapitalist üretim sistemine göre şekillenir. Bu

Türkiye’nin hem neoliberalizmin dünyadaki en büyük uygulayıcılarından olması, hem de basın özgürlüğü bakımından dünya ortalamasının çok

Büyük medya patronları hükümetten yana tavır almadıkları zaman mal varlıklarını kaybetmekle tehdit edilirler. Bu yüzden bu patronlar sermayelerini hükümete yalakalık yaparak büyütürler.

aşağısında olması tesadüfle açıklanabilir mi? Elbette ki hayır. Çünkü neoliberalizm büyük vurgunlar, hırsızlıklar, büyük bir sömürü düzeni demektir. Bu vurgunların, hırsızlıkların, sömürü düzeninin üstünün örtülmesi için hep medya kullanılır. Öte yandan ülkemizin en büyük sorunlarından birisi olan Kürt meselesi de basına sansür uygulamanın en büyük nedenlerinden birisidir. Roboski katliamını uzun bir süre sansürleyen medyayı nasıl unutabiliriz? KCK operasyonları adı altında Kürtlerin gazetecilerinin tutuklanmasını nasıl unutabiliriz? Ahmet Şık’a düzmece iddianamelerle yapılan örgüt operasyonlarını nasıl unutabiliriz? Hükümetin hoşuna gitmeyecek haberler yapan, sermayenin çıkarlarına hizmet etmeyen haber yapan gazetecilerin başına neler geldiğini hepimiz görmedik mi? Özgür basın ancak özgür bir toplumda var olabilir. Toplum özgürleşmedikçe hiçbir kurum özgürleşemez.


LİSELİLER ve SOSYAL MEDYA

Ama pek istedikleri gibi olmadı. Tam tersine, gençler, öğrenciler, yani sosyal medyayı daha çok kullanan bizler, yeri geldiğinde toplumsal olaylara, adaletsizliğe eşitsizliğe tepkimizi sosyal medya aracılığıyla gösterdik. Eleştirilerimizi sosyal medya aracılığıyla ilettik. Bazen az da olsa haksızlığa karşı sesimizi sosyal medya ile duyarabildik. Dünyanın bir ucunda yaşanan, bir olayı sosyal medya ile bizler de öğrenebildik. Yanı başımızda yaşanan bir olayı uzağımızdakilere yeri geldi bu şekilde duyurabildik. Yani kendimizi az da olsa bu şekilde ifade edebildik. Ama sadece sosyal medyada değil. Her zaman her yerde tepkimizi gösterdik ve göstereceğiz.

Sosyal Medya Bir İletişim ve Örgütlenme Alanı Sosyal medya gençler için sadece eğlence yeri, boş zamanlarda vakit geçirilebilecek bir alan gibi gösterilip, gençlerin ilgisini çekerek, düşünmelerini ve sorgulamalarını engellemek istiyorlar. Çünkü; düşünen, sorgulayan gençliğin, haksızlık karşısında hiçbir zaman sessiz kalmayacağını biliyorlar. Gençlik ses çıkarmaya devam ettikçe, bir şeyler yapıp başardıkça, iğne ucunun kendilerine batacağını biliyorlar. Sosyal medya, aynı zamanda gençler için örgütlenme, dayanışma, yardımlaşma ve ortak hareket etme açısın-

27

dan da iyi bir araç olarak kullanıldı. Herhangi bir olay karşında birlikte bir şeyler yapma, ortak etkinlik yapma ve tepki göstermeyi, yardım anında yardımlaşmayı bizler sosyal medya aracılığıyla yapabildik. Kapitalist sistemin gençler üzerindeki apolitikleştirme çabalarını boşa çıkaracak, baş kaldırmaya devam edeceğiz.

Gezi İsyanı ve Sosyal Medya Öncelik Gezi İsyanı’nı hatırlayalım. Hükümetin, Taksim’de tek yeşil alan olarak bulunan ve insanların vakit geçirebileceği bir yer olan Gezi parkını yıkıp, yerine kendi rantları için AVM yapmak istemesine halktan büyük tepkiler geldi. Gezi Parkı’nı yıktırmayacaklarını söyleyen halk, 31 Mayıs günü, devletin gaz ve tomalarıyla karşılaştı. Polisin orantısız güç kullanmasıyla olaylar etkisini artırdı ve Türkiye’nin birçok şehrinde devam etti. Olayların başladığı ilk günden beri, alanlardaki, sokaklardaki insanlar kadar, sosyal medyada etkisini gösterdi. İnsanların tepkisi sosyal medyada gün geçtikçe artıyor ve yankı buluyordu. Özellikle gençlerin yoğun olarak katıldığı eylemlerde, sosyal medya aracılığıyla, kitle hergün biraz daha artıyor, eylemler destek görmeye devam ediyordu. Sosyal medya, olaylar sırasında, örgütlenme, ortak hareket etme, dayanışma ve yardımlaşma açısından iyi bir

araç olarak kullanıldı. 29 Mayıs günü kullanıcı sayısı 1.819.403 iken 31 Mayıs günü 3.874.144’e yükseldi. Ve 10 Haziran’a kadar kullanıcı sayısı 9.500.000 kişiye kadar yükseldi. İnsanlar sosyal medya sayesinde olayların gerçek yüzünü görebildi, çarpıtılmadan gözlemleyebildiler. Yandaş medya her zamanki gibi olayları çarpıtarak, yanlan yanlış ve tutarsızca halka gösterdi. Direnişin başladığı ilk günlerde insanlar devletin kolluk güçlerine karşı, biber gazına, jopuna, tomasına karşı direnirken, büyük haber kanalları olarak bilinen TV’ler, sanki hiç birşey yokmuş gibi penguen belgeseli yayınladı. Böylelikle medyanın toplumsal konularda ne kadar vurdum duymaz olduğunu görmüş olduk. Ve insanlar, sosyal medya aracılığıyla, olaylardan haberdar oldular ve daha fazla hakim olma şansı yakaladılar. Direniş anlarında çekilen fotoğraf ve videolar, sosyal medya aracılığı ile yayınlanabildi. Sosyal medyanın Gezi İsyanı gibi toplumsal olaylarda ne kadar etkili ve aktif olduğunu gördük. O zaman, sosyal medyanın devrimci tarzda kullanımı konusunda yoğunlaşmamız gerekiyor.

volkan aydın

Facebok ve Twitter gibi sosyal medya araçlarıyla güya bencil, hayatı ve kendi sorunlarını sorgulamayan, dünyada yaşanan olaylara, adaletsizliğe, eşitsizliğe, toplumsal olaylara vb. durumlara sessiz kalan, tepki göstermeyen bir gençlik yetiştirilmek isteniyordu. Yani bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı.


yeşim

YAŞAM ve DENEY ARASINDAKİ “TEHLİKELİ OYUN”

İnsanlık tarihinin en önemli sosyolojik hastalığından birisidir otokrasi. Bu kavram o denli geniş bir yelpazeyi içine alır ki, neredeyse her yönetim biçiminde karşımıza çıkabilir. Monarşi, oligarşi ve hatta demokrasi bile zaman içinde otokrasiye dönüşebilir.

“Oto”(Kendi) ve “kratia” (iktidar) kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan otokrasinin sözlük anlamı “Hükümdarın, bütün siyasal kudreti elinde bulundurduğu yönetim biçimi” olarak karşımıza çıkıyor. Demokratik yönetimlerde de toplumun yaşayış tarzı, ekonomik durumu, eğitim seviyesi ya da yöneticilerin iktidarı kullanma şekli ile demokrasiyi otokrasiye dönüştürebiliyor. Bunun en bariz örneği son yüz yıl içerisinde yaşanan Hitler gerçeğidir.

28

Peki, nasıl oluyor da en ideal yönetim biçimleri dahi otokrasiye dönüşebiliyor?

Aynı amaca hizmet etmek öğrencilerin “Dalga”yı sahiplenmesini sağlıyor. Fakat bu zamanla “tek tipleşen” bir kimliğe dönüşüyor.

Tehlikeli Oyun: Otokrasi Deneyi Ya da otokrasi kendini ne ile besliyor? Bunu daha iyi irdelemek için Alman yönetmen Dennis Gansel’in “Tehlikeli Oyun” adlı sinema filmine göz atmakta fayda var. Film, Siyaset Bilimi öğretmeninin Otokrasi kursunda öğrencilerine günümüz Almanya’sın-

da hala otokrasinin oluşabileceğini göstermek için yaptığı deneyi konu alıyor. Deney, ilerleyen zamanlarda sınıfta yapılan bir deney olmaktan çıkıp öğrencilerin okul dışındaki yaşantısında da etkili oluyor.

Liberalizmin ve modernizmin getirdiği aşırı bireyci (ben merkezci) yaşayış tarzının hâkim olduğu toplumda, bu öğrenciler üzerinde yapılan otokrasi deneyi, öğrencilerin “birlik ve beraberlik”, “eşitlik”, “disiplin” ve “antikapitalist” düşünce gibi olguları fark etmesini sağlıyor. Ancak bu olguları gerçekleştirmek için kullanılan yöntemde; öğrencilerde “tek tipleştirme”, “ötekileştirme”, “şiddet” ve “aşırı taraftarlık” gibi kavramların ön plana çıkması başlangıçta oyun olan bu deneyi gerçek bir otokrasiye dönüştürüyor.

Deney Yolundan Sapıyor Deneyin başlangıcında amacı farklı olan bazı uygulamalar daha sonra amacından sapıp bir grubun sistematik eylemleri haline geliyor. Örne-


ğin öğretmen, konuşacak öğrencinin ayağa kalkmasını ister. Buna gerekçe olarak da ayağa kalkarken nabız atışlarının normale döndüğünü gösterir. Ancak bu davranış daha sonra öğrencilerin sistematik olarak yaptıkları bir grup göstergesine dönüşür. Buna benzer olarak üniforma giymek, grup logosu, birlikte hareket etmek ve selamlaşma tarzı gibi şeyler zamanla bir grup disiplini ve kendisinden olmayanları dışlamanın bir aracı haline gelir. Geçmişinde çok da parlak bir “kariyer” sahibi olmayan öğretmen deney sırasında öğrencilerin gözünde büyük bir lidere dönüşür.

Kendinden Olmayanı Dışla ve Ötekileştir! Deney sonucunda doğan otokratik anlayış ilk olarak kendileri gibi olmayanları ya da kendilerinden olmayanları ötekileştirme eğilimine dönüşüyor. Daha sonra ise bu eğilim muhalefeti reddetme ve düşman yaratma çabasına dönüşecektir. Otokrasi deneyinin başarıyla sonuçlanmasının sebeplerinden biri de tüm öğrencilerin ortak bir özelliğinin olmasıdır. Dinleri, ırkları, yaşayış tarzları ve sınıfsal konumları birbirinden tamamen farklı olan bu öğrencilerin belki de tek ortak özellikleri böyle bir aidiyet duygusunu ilk kez yaşıyor olmalarıdır. Yani bir başka deyişle tüm bu denekler aşırı bireyci toplumda, “birlik” kavramını ilk kez, “Dalga” adını verdikleri bu birlikle fark etmektedirler.

Tek Tipleşme mi? Birlik mi? Hep birlikte aynı amaca hizmet etmek, aynı yaşam tarzını paylaşmak öğrencilerin “Dalga”yı sahiplenmesini sağlıyor. Öğrencilerin kendi arasında kurduğu birlik zamanla “tek tipleşen” bir kimliğe dönüşüyor. Ve ilk bakışta birlikte hareket etmek onlar için olumlu bir eylem gibi gözükse de bu onları, otokratik düşünceye sıkı sıkıya bağlı faşist zihniyetlere dönüştürüyor. Bunun sebebini ise bilinçsizlik olarak nitelendirebiliriz. Film bize, bu bilinçsizliğin eğitim sisteminin ezberci yapısından kaynaklandığını göstermektedir. Eğitim sistemi otokrasinin ne olduğunu ya da tarihte otokrasi örneklerini onlara anlatmış olsa bile deneyin sonucu yeteri derecede bilinçli olmadıklarını göstermektedir. Yani bilinçli olduklarını iddia eden öğrenciler aslında

bilinçsiz olduklarının bile bilincinde değildirler. Aslına bakılırsa aidiyet duygusunun getirdiği birlik olma düşüncesi bilinçsizlik sebebiyle faşizme dönüşmektedir.

Tehlikeli Oyuncu AKP Filmdeki deneyden bugünün Türkiye’sine baktığımızda aslında bu deneyin getirdiği sonuca çok da yabancı olmadığımızı görmekteyiz. AKP hükümeti ve Erdoğan’ın bugün bu coğrafyada oluşturduğu devlet yapısı; otoriter bir karaktere sahiptir. Gezi direnişi sırasında, mitinglerde AKP kitlesinin ‘’Yol ver gidelim Taksim’i ezelim’’ sloganları ile vücut bulan faşizm, tam olarak otoriter devlet yapısının geldiği son noktayı göstermektedir. Kobané direnişini sahiplenen eylemlere yönelik gerçekleşen faşist saldırılarda başka türlü nasıl ifade edilebilir ki?

Deney sonucunda doğan otokratik anlayış ilk olarak kendileri gibi olmayanları ya da kendilerinden olmayanları ötekileştirme eğilimine dönüşüyor. Sonra muhalefeti reddetme ve düşman yaratma çabasına dönüşecektir.

29


BU TOPRAKLARIN EVLADI

arda doğancı

AHMED ARİF

30

Anadolu’nun çocuğudur Ahmed Arif; Güneydoğunun sarp coğrafyasında, aşiret kavgalarının, anlaşmazlıkların, sınıfsal çelişkilerin, dini ve ulusal ayrılıkların en yoğun yaşandığı dönemlerde doğmuş, büyümüş ve tanımıştır dünyayı. Ölümlerin, savaşların, kavgaların arasında geçmiştir çocukluğu, yaşamı boyunca bu pencereden bakmıştır hayata, daha o yaşlarında her daim ezilenlerin yanında durmuş, yeri geldiğinde kendini de en güzel şekilde savunmayı bilmiş, ezdirmemiştir. Zorlu geçmiştir eğitim hayatı, lise yıllarından sonra memleketi Diyarbakır’dan ayrılıp Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe bölümüne kaydolmuştur. Siyasi sebeplerden dolayı hüküm giymiş ve büyük sıkıntılar geçirmiştir. Okul sıralarında başladığı şiir hayatına ara vermeden devam etmiştir bu yıllarda da, 1940-1955 yılları arasında muhtelif dergilerde yayınlanmış ve beğeni toplamıştır, kendine has bir üsluba ve imgeleme sahip eserlerini Cemal Süreya bir yazısında şöyle

betimler:

“Ahmed Arif ’in şiiri bir bakıma Nâzım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu Nâzım Hikmet’in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şair arasında büyük ayrılıklar var. Nâzım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovada akan ‘büyük ve bereketli bir ırmak’ gibidir. Uygardır. Ahmed Arif ise dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları ‘âsi’ dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. ‘Daha deniz görmemiş’ çocuklara adanmıştır. Kurdun kuşun arasında, yaban çiçekleri arasında söylenmiştir, bir hançer kabzasına işlenmiştir. Ama o ağıtta, bir yerde, birdenbire bir zafer şarkısına dönülecekmiş gibi bir umut (bir sanrı, daha doğrusu bir hırs), keskin bir parıltı vardır. Türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de, arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir. Karşı koymaktan çok, boyun eğmeyen bir doğa içinde. Büyük zen-

ginliği ilkel bir katkısızlık olan atıcı, avcı bir doğa içinde.” Gerçekten de keskindir Ahmed Arif ’in şiiri, yankısı dört bir yandan duyulur, sanki işlediği konularla, imgelemiyle dört bir tarafımızı sarmıştır. Birçok şarkıcıya ve sanatçıya ilham kaynağı olmuştur şiirleri, birçok şiiri bestelenmiş, mısraları şarkılarda ve türkülerde yaşamaya devam etmiştir. Hayatı boyunca hep ezilen insanlardan ve halkların kardeşliğinden yana olan bu büyük şairin anısını kendi mısralarında yaşatmak da bize düşse gerek: “öyle yıkma kendini öyle mahsun öyle garip. . . nerede olursan ol içerde, dışarda, derste, sırada, yürü üstüne üstüne tükür yüzüne celladın fırsatcının, fesatcının, hayinin. . . dayan kitap ile dayan iş ile tırnak ile, diş ile umut ile, sevda ile, düş ile. dayan rüsva etme beni. ”


çizgilerin gücü

Buyrun İşte! “Kusursuz” Çalışan Milli Eğitime Sistemi...

31

Ö z g ü r lü k ç ü Genç lik Dergisi Kasım 20 14 Öz el Sayı sı Sah ib i v e So rumlu Yaz ıişleri M üd ürü: M ert Can Hepgo n cal ı A d r e s : Hü s e y inağa M ah. Nane S k. No: 1 5 K. 3 B eyo ğl u -İstan bu l Baskı: Oğul Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven İş Mrk. B Blok No:83/301-302 Zeytinburnu-İSTANBUL Tel. 0212 567 20 77


32


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.