ACELE İŞE ŞEYTAN KARIŞIR.
Aceleyle, telaşla yapılan iş, eksik olur, bozuk olur. İstenilen sonucu doğurmaz.
Bir zamanlar Şam’da yaşayan beylerden birinin güzel sesli bir kölesi varmış. Bey, bu kölesini ne zaman alışverişe gönderse mutlaka geç dönermiş. Çünkü onun güzel sesine bayılan çarşı esnafı, kolundan bacağından tutar, zorla şarkı, türkü okuttururmuş. Günlerden bir gün Bey, bir testi alması için kölesini yine çarşıya göndermiş. Yolda onu tanıyanlar, “Biz Mısır’a gidiyoruz, sen de bizimle gel. Bize şarkılar söylersin, biz de senin her ihtiyacını karşılarız. Hem gezer, hem eğleniriz,” demişler. Köleyi kandırıp beraberce yola düşmüşler. Mısır’da bir yıl kadar kaldıktan sonra Şam’a geri dönmüşler. Şam’a döner dönmez kölenin aklına sahibinin ısmarladığı testi gelmiş. Hemen bir testi alıp koşa koşa eve giderken, ayağı kayıp düşmüş. Testi kırılmış. Köle, ağlamaklı bir halde, yerde kırk parçaya bölünmüş testiye bakarken, “Yaa, acele edersen işte böyle olur… Acele işe şeytan karışır,” diye mırıldanmış.
11
AÇ AYI OYNAMAZ.
Birisinden bir iş bekliyorsanız, ihtiyaçlarını da karşılamanız gerekir.
12
Ormanda odun toplayan bir oduncu, annesini kaybetmiş bir ayı yavrusu görür. Aç, susuz yavruyu atar heybesine, evine götürür. Suyunu verir, karnını doyurur. Zamanla büyür yavru. Gücü artar, pençeleri sertleşir. Elinde olmadan sağa sola zarar vermeye başlar. Oduncu, genç ayıyı bir zincirle bağlayıp, pazara götürür. Bir alıcı ilgilenir ayıyla. Zincirinden çeker, çevresinde dolaşır, sonra da, “Oynar mı bu?” diye sorar. Oduncu, ayıyı elden çıkarmaya kararlı, “Oynar, oynar,” diye karşılık verir. Bunun üzerine adam, “Oynasın da bir görelim,” demesin mi? Oduncu bir an ne diyeceğini bilemez. Biraz yutkunup kafasını kaşıdıktan sonra, “Oynar, oynar ama,” der, “önce karnını doyurman lazım. Aç ayı oynamaz!”
Eski zamanın birinde bir ağa, adamlarından AÇ DOYMAM, TOK ACIKMAM birine çok kızar. Giysilerini çıkarttırıp bir direğe bağlar onu. Üstüne de pekmez döktürür. SANIR. “Bir gün böyle bekleyecek,” deyip gider. Pekmezi fark eden arı ve sinekler hücum eder adamın üstüne. Vücudunda gezinmeye, konup İnsan, açsa kalkmaya başlarlar. yemeye devam Olanları gören bir yardımsever yaklaşır adaeder. Toksa mın yanına. Eliyle arı ve sinekleri kovalamaya, önüne ne konursa konsun, daha fazla uzaklaştırmaya çalışır. yemek istemez. Pekmeze bulanmış olan, hiç hoşlanmaz bundan. “Sakın yapma,” der adama. “Bu sineklerle arılar üzerimdeki pekmezi yiyip biraz doydular. İlk baştaki kadar rahatsızlık vermiyorlar şimdi. Bunları kovarsan yerine yenileri gelir. Yeni gelen açları doyurmak daha çok rahatsızlık verir bana. Çünkü aç doymam, tok acıkmam sanır.”
13
İki fare arkadaş olmuşlar: Biri şehir faresi, diğeri tarla faresi. Şehir faresi, tarla faresini yemeğe davet etmiş bir gün… O güne kadar evinin bulunduğu tarladan dışarı hiç çıkmamış olan tarla faresi duraklamış önce. Şehir faresi çok ısrar edince kabul etmiş önerisini. Davet günü gelince, yoldan geçmekte olan bir Önemli olan dinç ve sağlıklı kamyonetin arkasına atlayıp şehrin yolunu tutmuş. Adresteki evi bulup çalmış kapısını. kalkmaktır. Onu karşısında görünce çok sevinmiş şehir faresi. Bunun için gerekirse aç bile “Hoş geldin,” demiş, “şimdi sen uzun yoldan yatılır. geldin, acıkmışsındır; sofra hazır, hemen oturalım istersen…” Sofraya geçtiklerinde gördüklerine inanamamış tarla faresi: Sofra çeşit çeşit peynirlerle, ekmeklerle, ceviz, fındık, leblebilerle doluymuş… Her şey o kadar iştah açıcıymış ki, hemen peynirlere doğru uzanmış tarla faresi. Tam o anda, “Eyvah!” demiş şehir faresi. “Ne oldu?” “Bir tıkırtı duydum, bu mutlaka kara kedidir.” Kulak kabartıp beklemişler… Tıkırtı uzaklaşmış. Ortalık sessizleşince tarla faresi, yeniden uzanmış peynire. Bir parça kopartıp tam ağzına atacakken, şehir faresi yine,
AÇ YATARIM, DİNÇ YATARIM.
14
“Eyvah!” diye küçük bir çığlık atmış. “Ne oldu?” diye sormuş tarla faresi, çekinerek. “Dinle bak… Duyuyor musun?” “Evet, bir hırlama sesine benziyor.” “Kesin azman köpek… Aman kıpırdama!” Soluklarını tutup beklemişler yine… Hırlama sesi uzaklaşınca bakışlarını yeniden sofraya döndürmüşler. Tarla faresi, kopardığı peynir parçasını tam ağzına atıyormuş ki bir gürültüyle kalakalmış yine. “Bu da ne?” diye sormuş korkuyla. Şehir faresi, fısıltıyla cevap vermiş: “Ev sahibi… Yine kapan kuruyor, aman dikkatli olalım!” Gürültü kesilince tarla faresi hemen sofradan kalkmış. “Ne oldu?” demiş şehir faresi, “Niye kalktın?” “Ben gideyim artık, yolum uzun biliyorsun!” Hemen deliğe yönelmiş tarla faresi. Çıkarken tam, “Sen de bir gün bana yemeğe gel!” demiş şehir faresine. Birkaç gün sonra bu kez şehir faresi düşer yollara… Varır tarla faresinin yolun sağ tarafındaki evine. Tarla faresi ona hemen bir sofra kurar. Sofrada yiyecek olarak azıcık buğdayla birkaç meşe palamudu gören şehir faresi, “Sen karnını bu kadarcık şeyle mi doyuruyorsun?” diye sorar şaşkınlıkla. Tarla faresi, “Evet,” deyince, “Ah be arkadaşım, görüyorum ki bu tarlada kıtlık, yoksulluk var. Gel benim yanıma yerleş. Gördün işte, benim soframda yok, yok!” Tarla faresi kahkahalarla gülmüş, şehir faresinin bu sözüne, “Aman arkadaşım,” demiş, “senin evin sofrasında yiyecek bol ama; düşman da bol! Kedi mi ararsın, köpek mi? Ya o, kapan kuran ev sahibi? İnsan ne yediğini bilemiyor. Benim bu tarlada rahatım, huzurum yerinde… Karnım aç yatarım, dinç yatarım.” 15
AĞAÇ YAPRAĞIYLA GÜRLER
Bir kış günü, adamın acilen paraya ihtiyacı olur. Yakınlarına, dostlarına başvurur, ama kimseden ihtiyacı olan parayı alamaz. Sonunda meyve bahçesini satılığa çıkarır adam. (GÜZELDİR). Bir alıcı çıkar karşısına, bahçeyi görmeye giderler birlikte. Ağaçları yapraksız, çıplak görünce bahçeyi beğenmez alıcı, vazgeçer almaktan. İnsan yaptığı işle; Bahar gelir sonunda… ağaç yaprağıyla, Bahçe almak isteyen adam, devam eder araşçiçeğiyle, tırmasına. Tam istediği gibi bir bahçe görür someyvesiyle nunda. kendini gösterir. “Ne isterse vereceğim, bu bahçenin sahibini bulun bana,” der. Buluşma yerine gittiğinde bir sürpriz beklemektedir onu. Karşısına gele gele, kışın bakıp da beğenmediği bahçenin sahibi gelmesin mi? Karşılıklı hal hatır sorulduktan sonra, bahçe arayan adam, “Senin başka bahçen olduğunu bilmiyordum,” der. Bahçe sahibi şaşırır. “Benim başka bahçem yok zaten,” diye cevap verir. Şaşırma sırası bahçe arayan adama gelmiştir:
16
“O zaman benim beğendiğim bahçe nasıl senin bahçen olur? Kışın bakmış, beğenmemiştim.” “Bilmiyorum,” der bahçe sahibi. Kalkıp bahçeyi görmeye giderler yeniden. Rengârenk çiçekler, yemyeşil yapraklarla donanmış ağaçlara bakan alıcı, “Şu bahçenin güzelliğine bak! Burası kışın bana gösterdiğin yer mi?” diye sorar. “Evet,” der bahçe sahibi, “burası kışın bakıp beğenmediğiniz bahçedir.” Alıcı, inanmaz gözlerle bahçeye ve ağaçlara bir kere daha baktıktan sonra, “Ama nasıl olur?” diye mırıldanınca, bahçe sahibi, “Olur,” der. “Bahar geldi, dallar yapraklanıp çiçeklendi. Unutmayın ki, ağaç yaprağıyla gürler.”
17
AĞAÇ YAŞKEN EĞİLİR.
İnsan küçük yaşta daha kolay öğrenir; daha iyi eğitilir.
18
Bahar gelmiş; doğa uyanmış, yeşillenmişti. Öğretmen sınıfa girince, “Çocuklar toparlanın, bugün derslerimizi kırda yapacağız,” dedi. Sevinç içinde toparlandı çocuklar. Hemen yakınlarındaki bir koruluğa gittiler. Çocukları çevresine toplayan öğretmen, “Çocuklar bugünkü dersimizin konusu ağaç dikmek olacak,” dedi. “Şimdi herkes çevreden dikilecek bir fidan bulup getirsin. Yalnız dikkat: Köklere zarar vermek yok!” Çevreye dağılan çocukların bir kısmı küçük fidanları sökmek için uğraşırken bir kısmı da daha büyük fidanları çıkarmaya çalıştı topraktan. Onları uzaktan gözleyen öğretmen bir süre sonra hepsini yanına çağırdı. “Çocuklar,” dedi “görüyorum ki bir kısmınız küçük fidanları, diğer bir kısmınız ise daha büyük fidanları sökmeye çalıştı. Küçük fidanlar topraktan kolayca sökülürken, büyükleri çıkarmakta ne kadar zorlandığınızı siz de gördünüz… Öyle değil mi?” Hep bir ağızdan karşılık verdi öğrenciler: “Evet, öğretmenim!”