İKİ SAVAŞ [TODD] BAŞKAN ADAMLARINA, “MANKLARA DOSDOĞRU SALDIRACAĞIZ!” diye bağırırken Sesini herkesin beyninin ortasına yönlendiriyor. Benimkine bile. “Yolun başında toplanacaklardır,” diyor, “ama zaten ancak bu kadar ilerleyebilecekler!” Sırtında oturmakta olduğum Angharrad’ın böğrüne elimi koyuyom. İki dakikadan daha kısa bir süre içinde Başkan bizi ata bindirdi, Morpeth ve Angharrad katedral yıkıntılarının arkasından geldi ve Başkan’ı devirmeme yardım eden adamların hâlâ baygın bi halde yerde yatmakta olan bedenlerinin üzerinden atlayarak ata binerken biraz dağınık da olsa ordu önümüzde toplanmaya başladı. Tabii bütün ordu diil, hatta belki yarısından da azı; geri kalanlarsa zirvesinde bir geçit olan tepeye uzanan güneydeki yola dağılmış durumdalar, yani savaşın olması gereken yola. Acemi oğlan? diye düşünüyor Angharrad ve tüm vücudunun baştan aşağı titrediğini görebiliyom. Korkudan bayılmak üzere. Ben de öyle. 12
Başkan, “TABURLAR HAZIR OL!” diye bağırınca Bay Hammar ile sonradan gelen Bay Tate, Bay O’Hare ve Bay Morgan asker selamı veriyolar ve askerler birbirlerinin arasından geçerek düzgün bi sıra oluşturmaya başlıyolar ve bunu öyle hızlı bi şekilde yapıyolar ki izlemeye çalışmak dahi gözlerimi yoruyo. “Biliyorum,” diyor Başkan. “Harika bir görüntü, öyle değil mi?” Tüfeğimi ona doğrultuyorum, Davy’den aldığım tüfeği. “Anlaşmamızı unutayım deme,” diyorum. “Viola’nın güvende olmasını sağlıcak ve beni Sesinle kontrol etmiiceksin. Bunları yaparsan hayatta kalırsın. Seni serbest bırakmamın tek nedeni bu.” Gözleri parlıyor. “Bunun beni bir an için bile olsa gözünün önünden ayırmaman gerektiği anlamına geldiğinin farkındasın, değil mi,” diyor, “peşimden savaşa girmek zorunda kalsan bile. Buna hazır mısın Todd?” “Hazırım,” diyorum fakat aslında diilim ve bunu düşünmemeye çalışıyom. “Başarılı olacağını hissediyorum,” diyor. “Kapa çeneni,” diyorum. “Seni bir kez yendim, yine yenebilirim.” Sırıtıyor. “Ona ne şüphe.” Bay Hammar atının üzerinden, “ADAMLAR HAZIR EFENDİM!” diye bağırarak sert bir asker selamı veriyor. Başkan gözlerini üzerimden ayırmıyor. “Adamlar hazır Todd,” diyor alaycı bir ses tonuyla. “Ya sen?” “Başla gitsin.”
13
Ve bunun üzerine iyice sırıtıyor. Askerlere dönüyor. “İlk saldırı için iki bölük batı yoluna!” Sesi yine herkesin beyninde yankılanıyo, duymamak mümkün diil. “Albay Hammar’ın bölüğü öne, Albay Morgan arkaya! Albay Tate ve O’hare geri kalan askerlerle birlikte gelmesini beklediğimiz cephaneyi toplayıp savaşa en kalabalık bölükle katılacaklar.” Cephaneler? diye düşünüyorum. “Eğer onlar katılana dek savaş bitmemişse…” Bunun üzerine askerler gülmeye başlıyor; yüksek sesli, gergin, saldırgan bir şekilde gülüyorlar. “Toplanmış bir ordu olarak Mankları şu tepeye geri püskürterek onları DOĞDUKLARINA PİŞMAN EDECEĞİZ!” Ve askerlerin neşeli çığlıkları ortalığı inletiyo. “Efendim!” diye bağırıyor Albay Hammar. “Yanıt ordusu ne olacak efendim?” “Önce Mankları alt edeceğiz,” diyor Başkan, “sonra Yanıt çocuk oyuncağı olacak.” Önce askerlerine ve sonra hâlâ tepeden aşağıya inmekte olan Mank ordusuna bakıyor. Ardından yumruğunu havaya kaldırıp en yüksek Sesiyle bağırıyor, bu öyle bir haykırış ki duyan herkesin içine işliyor. “SAVAŞA!” Askerler, “SAVAŞA!” diye bağırarak meydandan hızla çıkıp tepeye doğru koşmaya başlıyor… Başkan son bir kez daha bana bakıyor, aldığı keyiften dolayı gülmemek için kendini zor tutuyormuş gibi görünüyor. Ve tek kelime daha etmeden Morpeth’i sertçe mahmuzlayıp ordunun peşinden dörtnala sürüyor. Savaşa giden ordunun. 14
Takip? diye soruyor Angharrad, vücudundan ter gibi korku yayılıyor. “Haklı,” diyorum. “Onu gözümüzün önünden ayıramayız. Sözünü tutmalı. Savaşını kazanmalı. Viola’yı kurtarmalı.” Kız için diye düşünüyor Angharrad. Kız için, diye düşünüyorum tüm hislerimle bu düşünceyi destekleyerek. Ve adını düşünüyorum… Viola. Ve Angharrad savaş alanına doğru atılıyor.
[VIOLA] Bir yanda korkunç boru sesinden, öte yandaysa Şifacı Coyle’un bombalarından kaçmak için kendilerini yola atıp sağa sola koşturan insan kalabalığının arasından Palamut’un üzerinde geçerken Todd, diye düşünüyorum. BOMM! diye bir bomba daha patlıyor ve göğe yükselen bir alev topu daha görüyorum. Etrafımızdaki çığlıklar neredeyse dayanılmaz bir hal alıyor. Yolun bir yanına koşmaya çalışan insanlar, yolun diğer yanına koşmaya çalışan insanlara karışıyor ve herkes önümüze çıkıyor. Gözcü gemisine ilk ulaşan olmamıza engel olacaklar. İşte yine o aynı boru sesi ve bu kez çığlıklar artıyor. “Gitmeliyiz Palamut,” diyorum kulaklarına doğru eğilerek. “Bu ses her ne olursa olsun gemimdeki insanlar bunu…” Koluma uzanan bir el beni öyle sertçe çekiyor ki eyerden düşecek gibi oluyorum. Adamın biri, “Atı bana ver!” diye bağırarak beni çekiştirmeye devam ediyor. “Bana ver dedim!” 15
Palamut sağa sola dönerek kurtulmaya çalışsa da yol çok kalabalık… “Bırak beni!” diye bağırıyorum adama. “Atı bana ver!” diye bağırıyor. “Manklar geliyor!” Bu söylediği beni öyle çok şaşırtıyor ki neredeyse sahiden düşüyorum. “Ne geliyor ne?” Fakat beni dinlemiyor ve kararmakta olan havaya rağmen gözbebeklerinin dehşet içinde parladığını görebiliyorum… Palamut’un Sesi, TUTUN! diye bağırıyor ve yelesine sımsıkı tutununca şaha kalkıp adamı geriye savurarak öne, çökmekte olan geceye doğru fırlıyor. İnsanlar yolumuzdan çekilmek için bağrışıp dururken dörtnala koşan Palamut onlara çarpıyor ve ben ona iyice sarılıyorum. Bir açıklığa ulaşınca daha da hızlı koşmaya başlıyor. “Manklar mı?” diyorum. “Ne demek istedi? Yoksa onlar…” Mank diye düşünüyor Palamut. Mank ordusu. Mank savaşı. Palamut dörtnala koşmaya devam ederken dönüp arkaya, uzaktaki tepeden inmekte olan ışıklara bakıyorum. Bir Mank ordusu. Bir Mank ordusu da geliyor. Todd? diye düşünüyorum ancak Palamut’un her adımında ondan ve elleri kolları bağlanan Başkan’dan uzaklaştığımı biliyorum. Gemi en büyük umudumuz. Bize yardım edebilirler. Bana ve Todd’a bir şekilde yardım edebilirler. Bir savaşı durdurduk, bir başkasını daha durdurabiliriz. Ve bunun üzerine yeniden adını düşünüyorum, Todd, ona güç vermeye çalışıyorum. Ve Palamut’un üzerinde ben Yanıt’a 16
doğru, gözcü gemisine doğru hızla ilerlerken, haklı çıkacağımı tüm benliğimle umuyorum…
[TODD] Ordu hemen önümüzde, yoluna çıkan Yeni Prentisstown halkını acımasızca alaşağı ederek hızla ilerlerken Angharrad, Morpeth’in peşinden koşuyor. İki tabur var; ilki atının üzerinde bağırıp duran Bay Hammar kumandasında, hemen arkalarındaki ikinci tabursa daha az gürültü çıkaran Bay Morgan’ın liderliğinde. Toplamda dört yüz kişi kadarlar, tüfekleri havada, bağırıp çağırırken suratlarını buruşturup duran dört yüz adam. Ve onların Sesleri… Eşzamanlı ve iç içe geçmiş olan Sesleri tek bir kükremeden farksız, gürültülü ve öfkeli bir dev gibi yol boyunca ilerliyor. Sanki kalbim göğüs kafesimin dışında atıyor. Başkan, Morpeth’in üzerinden, “Yakınımda dur Todd!” diye bağırıp dörtnala ilerlerken bana doğru yaklaşıyor. “Sen hiç endişelenme,” diyom tüfeğimi sımsıkı tutarken. “Kendini koruyabilmen için,” diyor bana bakarak. “Ve anlaşmamızda payına düşenleri unutma. Dost ateşinden ölen olması hiç hoşuma gitmez.” Ve bana göz kırpıyor. Viola, diye düşünerek bir yumruk gibi dosdoğru ona fırlatıyorum. İrkiliyo. Ve artık o kadar sırıtmıyo. Ordunun peşi sıra kasabanın batısı boyunca anayolda ilerleyip bugünden önce Yanıt’ın büyük saldırısı esnasında yakıp yıktığı hapishanelerin yıkıntıları olduğunu düşündüğüm 17
moloz yığınlarının yanından geçiyoz. Buraya daha önce yalnızca bi kez geldim, o da kollarımda Viola olduğu halde ters yöne, yani dolambaçlı tepedeki yoldan aşağı inerken, yani Viola ölmek üzereyken, onu güvende olacağını düşündüğüm yere ulaştırmaya çalışırken; fakat oraya varınca şu an yanımda atını sürmekte olan adamla karşılaştım, bu savaşı başlatmak için bin Mank öldürüp zaten bildiği şeyleri yeniden duymak için Viola’ya işkence yapan adamla, kendi oğlunu öldüren adamla… “Peki savaşa nasıl bir adamın liderliğinde girmek isterdin?” diye soruyo Sesimi okuyarak. “Nasıl bir adam savaşa uygundur?” Bir canavar, diye düşünüyorum bir zamanlar Ben’in söylediklerini anımsayarak. Savaş erkekleri canavarlaştırır. “Yanılıyorsun,” diyor Başkan. “Bizi erkek yapan şey savaştır. Savaş olmadan yalnızca çocuk kalırız.” Bir boru sesi daha duyuluyor, bu öyle yüksek bir ses ki başımız çatlayacak sanıyoruz ve ordu birkaç saniye boyunca adımlarını şaşırıyor. İleri, tepenin sonlandığı yere doğru bakıyoruz. Orada bizi karşılamak üzere toplanmakta olan Mank meşalelerini görüyoruz. “Erkek olmaya hazır mısın Todd?” diye soruyor Başkan.
[VIOLA]
BOMM! Hemen önümüzde bir patlama daha oluyor, enkaz yığınları ağaçların üzerinden uçuyor. Öyle korkmuş durumdayım ki ayak bileklerimin halini unutup Palamut’u gemimdeyken 18
izlediğim videolardaki gibi mahmuzlamaya çalışıyorum. Acıdan iki büklüm oluyorum. Lee’nin –hâlâ oralarda bir yerde, Yanıt’ı yanlış yerde arıyor, of lütfen güvende ol, lütfen güvende ol– ayaklarıma sardığı bandajlar iyi durumda fakat kemikler hâlâ kırık ve bir dakika boyunca acı tüm bedenime, hatta kolumdaki şeridin etrafında sızlayıp duran yaraya kadar yayılıyor. Kolumu sıyırıp yaraya bakıyorum. Şeridin etrafındaki deri kırmızı ve sıcak, şeridin kendisiyse ince çelikten ibaret, hareket ettirmek ve kesmek mümkün değil, ölene dek beni 1391 olarak numaralandıracak. Ödediğim bedel bu. Todd’u bulmak için ödediğim bedel. “Ve şimdi buna değmesini sağlamalıyız,” diyorum Palamut’a, o da Sesiyle Acemi kız diyerek bana katılıyor. Gökyüzü dumanla kaplanıyor ve ileride yanan ateşleri görebiliyorum. İnsanlar hâlâ dört bir yanımızdan geçip duruyor fakat kasabadan uzaklaştıkça sayıları giderek azalıyor. Eğer Şifacı Coyle ve Yanıt yürüyüşe Sorgu Ofisi’nin oradan başlayıp kasaba merkezine doğudan yaklaşıyorlarsa bir zamanlar iletişim kulesinin bulunduğu tepeyi çoktan geçmiş olacaklardır. Gözcü gemisinin inmesi en muhtemel yer de orası. Şifacı Coyle oraya varıp onlarla konuşacak ilk kişi olmak için geri dönüp daha hızlı gidebilecek bir at arabası almıştır, acaba sorumluluğu kime bırakmıştır? Palamut kıvrılmaya başlayan yolda hızla ilerlemeye devam ediyor… Ve BOMM! Bir yurt daha havaya uçup alevler içinde kalırken etrafı kaplayan aydınlık, ışıltılı bir saniye boyunca yoldan yansıyor… Ve onları görüyorum… 19