İyi Kitap Sayı 48

Page 1

. . . IYI KITAP

SUBAT 2013 SayI 48 . . Ücretsizdir

www.iyikitap.net

. . . . Aylik Okul Öncesi, Çocuk ve Gençlik Kitaplari Gazetesi

Cadılar, cambazlar, ucubeler…

Türkçede çıkan iki kitabıyla tanıştığımız Marie Desplechin ilginç bir yazar. Hem Küçük Cadı Yeşil’de hem Cambazlar’da sıradışı insanların öykülerini kendine has üslubuyla, hiç yadırgatmadan anlatıyor.

İyi Kitap’ta bu ay… Şubat ayı tatil ayı. Dosya konumuzu tatilde okumaktan hoşlanacağınız gayet eğlenceli kitaplardan seçtik. Eğlenmezseniz, gülmezseniz paralar iade… Kapak röportajında sizi bir Fransız yazarla tanıştırıyoruz. Türkçede yayımlanan iki kitabındaki farklı üslubu, sıradışı konu ve karakterleriyle Marie Desplechin’i biz çok merak ettik. Merak etmekte haklıymışız, röportajı okuyunca ne kastettiğimizi anlayacaksınız. Verdiği cevaplar düşündürüyor, belki edebiyattan çok hayat üzerine… Üşenmedim, saydım, bu ay tam 32 kitap tanıtmışız size. Eh, içlerinden illaki biri size göredir. Siz de üşenmeyin, okuyun. Hem tatildesiniz nasıl olsa…

1959 doğumlu, üç çocuk annesi, gazeteci yazar Marie Desplechin, ilk kitabını 1993’te yayımlamış. Çocuklar ve yetişkinler için yazıyor. Türkçeye Küçük Cadı Yeşil adıyla çevrilen ve bir anne ile kızı arasındaki ergenlik çatışmalarını büyücülük, cadılık motifleri etrafında anlattığı kitabı, Fransa’da okullarda müfredat kapsamında okutuluyor. Anne kız arasında ergenlikte yaşanan kimlik ve rol çatışmalarını başarıyla ele alan yazar, uzlaşmanın sağlanmasında ve genel olarak çocukların büyümesinde kuşaklar arası ilişkilerin önemini vurguluyor. Nesin Yayınları tarafından dilimize kazandırılan son kitabı Cambazlar ise Emmanuelle Houdart’ın çizdiği portrelere yazdığı kısa öykülerden oluşuyor. Bir sirkte çalışıp yaşayan sıradı-

şı insanları ve aralarındaki ilişkileri anlatan bu öyküler, insanın kendini olduğu gibi kabul etmesinin önemini vurguluyor. Kitabın gerek resimleri gerekse öyküleri düşgücünün sınırlarını zorluyor, her yaştan okura edebiyatın keyfini yaşatıyor. Bu ilginç yazarı daha yakından tanımanız için… Türkçede kısa süre önce çıkan kitabınız Küçük Cadı Yeşil’de çok eski ama bir yandan da çok modern bir sorunu, kuşak çatışmasını, anne-kız ilişkisi bağlamında ele almışsınız. Öte yandan modern çağda geçen bir öyküyü büyücülük, büyü, cadılık gibi arkaik temalar çerçevesinde örmüş, modern olan ile arkaik olanı bir araya getirmişsiniz. Böyle bir sorunu anlatmak için cadılık


temasını niye tercih ettiniz? Bu tema sizin için neleri simgeliyor? Ben bu hikâyeyi başlangıçta bir “büyücü hikâyesi” anlatmayı düşünerek yazmadım. Kızım o dönemde on yaşındaydı ve ergenliğe girmeye hazırlanıyordu. Kitabın başı doğrudan doğruya benim o dönemki duygularımdan esinlendi: Kızımla aramızda neler oluyor? Ben annenin bakış açısını benimserken, kendini oluşturmak için şart olan bu zıtlık evresinden kendimin de geçmiş olduğumu unutmadım. Büyücülük teması “doğallığında” geldi. Bence her çocuk, hatta her yetişkin, süper güçler, gündelik hayatın büyüleyiciliği, gizemin çekiciliği gibi karşı konulmaz cazibeleri olan o evrene duyarlıdır. Son derece göz kamaştırıcı ve çok çağdaş olan Harry Potter’a dek edebiyatta mevcut büyücülük hikâyelerinin miktarına bakmak yeter. Ayrıca insanlık tarihinde büyücülüğün genellikle kadınlara atfedilmesinin nedeni, kuşkusuz ki kadınların (Ay’ın gücü, döngülerin düzenliliği gibi) çok kadim kurallara itaat eder gözüken esrarengiz bir bedenlerinin olması ve doğaya ait olmalarıdır. İnsanlık tarihimiz boyunca görülen sembolik bir yapıdır bu.

Anne Ursule erkeksiz bir yaşamdan gayet memnunken, kızı Yeşil hiç de öyle düşünmüyor ve annesinin ona çizdiği kaderin pek çok yönüne olduğu gibi babasızlık kararına da isyan ediyor. Yeşil’le annesi arasındaki bu çatışmalar sadece ergenlikten mi kaynaklanıyor? Yoksa başka etkenler de söz konusu mu? Geriye dönüp baktığımda Yeşil’in isyanının iki düzeyde olduğunu söyleyebilirim. Öncelikle, büyüme ve kadın olma yükümlülüğüyle karşı karşıya geldiğinden, “annesi gibi” olmayı reddediyor. Kendi bireyselliğini ve kadınlığını kendince yaşamının yolunu bulabilmek için direniyor. Bu bana anne-kız ilişkilerinin çok klasik bir şeması gibi geliyor. Kızlar annelerinden uzaklaşmalıdır ki, kim olduklarını biraz daha iyi bildiklerinde, bir yetişkin olarak ona geri dönebilsinler. Ayrıca ben karşı çıkmış yazgılar anlatan hikâyeler yazmayı (ve bana da böylelerinin anlatılmasını) severim. Sizden falanca kişi olmanız, filanca yerde yaşamanız istenir ve siz olayların böyle cereyan etmemesine karar verirsiniz... Bir roman ya da film için ne güzel bir olay örgüsü, değil mi? Kendisine dayatılmak istenen yazgıyı reddederek kendi yazgısını inşa eden kişi ister istemez bir kahramandır, başına ister istemez maceralar gelir, kendimizi ister istemez onunla özdeşleştiririz. Sonra, bu yazgıyla uzlaşmak ve onu kendince yaşamak mümkün olur. Yeşil’in yolu budur: Kısacası, o bir büyücüdür ama kendi tarzında.

Yeşil’e göre kendi olmak, annesine karşı çıkmaktan ve büyükannesiyle ittifaktan geçiyor. Ben olayları böyle yaşadım ve çevremdeki birçok kadın da böyle yaşadı. Büyükannelerimiz kendimizi yaratmamızda bizlere çok yardımcı oldular. Anneyle ilişki çok karmaşıktır; zamanın geçişi, annelerin beklentileri, gündelik hayatın ağırlığı, eğitim görevleri bakımından karmaşıktır. Büyükanneyle her şey daha basit ve daha mutludur. Büyükannenin üstleneceği eğitim görevi yoktur, çocukla rekabet halinde değildir, genellikle ihtirasları yatışmıştır. Torunuyla ilişkiyi fazla kaygı duymadan ve büyük bir gönül rahatlığıyla, kabulle yaşayabilir. Büyükanne ve büyükbabanın rolüne inanıyorum. Aslında, çocukların anne babası olmayan, ama onların çevresindeki bütün o yetişkinlerin rolüne de inanıyorum. Toplum, çok sayıda olması gereken (çocuğun büyümek için müttefiklere ihtiyacı vardır) bu bağları “çözüyorsa”, daha mutsuz olmamıza şaşmamalı. Aile yapıları geçmişte olduğundan daha güçsüzse, dostlarımızla, çevremizle güven ve yakınlık bağları kurmamızı ve yürek bağıyla bağlı aileler “kurmamızı” engelleyen bir şey yoktur. Yaşlı, boş vakti olan kibar bir komşu, büyükanne rolü oynayabilir ve torunlar “evlat edinmekten” kendi de mutluluk duyabilir. İşyerindeki genç bir meslektaş

Anneanne Anastabotte anne-kız arasındaki çatışmada tecrübelerinin de etkisiyle bir arabulucu rolü oynuyor. O olmasa Yeşil ergenliğe o kadar rahat geçemeyecek, aslında ayrılmaz bir parçası olan cadılığıyla barışamayacak. Cadılığın sadece annesinin hayata geçirdiği biçimden ibaret olmadığını, onun da kendine has bir cadı olabileceğini anlayamayacak. Kadınlar içinde kuşaklar arası bu aktarım ve işbirliği hakkında neler söyleyeceksiniz, ne de olsa modern toplumda bu tip bağlar giderek yok oluyor?

. . . IYI KITAP Aylık Yaygın Süreli Yayın / 30.000 adet basılmıştır. Ücretsizdir. ISSN: 1308 - 8866 İmtiyaz Sahibi: Tudem Eğitim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. adına İsa Aykanat / Yayın Yönetmeni: İlke Aykanat Çam Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Zarife Biliz / Grafik Tasarım ve Uygulama: Aynur Sarıbüyük Baskı ve Cilt: Ertem Matbaa 0(312) 284 18 14 / İrtibat Adresi: 1476/1 Sk. No: 10/51 35220 Alsancak - Konak/İzmir/ Tel: 0(232) 463 46 38 www.iyikitap.net - e-posta: iyikitap@tudem.com

2

İyi Kitap • Çocuk / Gençlik Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013


bir tür amca olabilir; kendi seçtiği ve onu seçen bir aileye girmekten mutluluk duyabilir. Ben mutluluğun her zaman verili olmadığına, yaratıldığına gerçekten inanıyorum. Küçük Cadı Yeşil Fransa’da okullarda müfredata alındı. Bu sizi şaşırttı mı? Sizce bu tercihin sebebi neydi? Yeşil’in ’in geniş bir okur kitlesi bulmasına şaşırmıştım. Milli Eğitim tarafından seçilmesine de... Yer yerinden oynatacak bir yanı olmayan, çok mahrem küçük bir hikâye yazdığım hissindeydim. Düşününce, çocukların, kendi çocukluğunu hatırlayan, on yaşında bir çocuğun annesi tarafından yazılmış bu öykünün samimiyetine duyarlı olduklarını anlıyorum. Milli Eğitim’in tercih gerekçesinde sanıyorum hikâyenin anlatı sistemi etken oldu. Tek bir hikâye, dört ayrı bakış açısı. Bu bir metindeki anlatıcı sorununu hoş bir şekilde inceleme imkânı sunuyor.

Özellikle her birimizin kutsal bir yan içerdiğini düşünüyorum. Hiç kimse bir başkasının yerine geçemez, bir başkasıyla kıyaslanamaz bile. Herkes kendi içinde biricik bir alev taşır. Bu onun insanlık payıdır. Eğer dikkat edersek onun parıldadığını görebiliriz. Hem çocuk hem yetişkin kitapları yazıyorsunuz. Sizin için arada bir fark var mı? Daha çok çocuklar için yazıyorum. Bunun nedeni kuşkusuz ki onlarla birlikte olmayı sevmem, onların coşku ve yaratıcılık kapasitelerine, toplumsal normlara dair hislerinin cılızlığına hayran olmamdır. Yetişkinler için kurgu yapmaya son verdim diyebilirim. Onlar için “gerçek hikâyeler” yazıyorum. Çocuklar için yazmak kendi çocukluğuna dönmeyi, bütün o yılların evreniyle, duygularıyla, izlenimleriyle buluşmayı gerektirir. Bu, sonradan bizi bunca meşgul eden her şeyi, yetişkin cinselliğini, mesleki başarıyı, toplumsal hıncı dışlar. Çocukların kaygıları çok farklıdır. Ayrıca kendi söz dağarının, kendi zekânın, kendi kültürel referanslarının sarhoşu olmadan mümkün olduğunca iyi yazmayı bilmek gerekir. Bunları kendi zekâlarının karşılığı olarak gören yetişkinlerden farklı olarak çocuklar bunlara aldırmaz. Çok iyi bir gençlik yazarı olan Timothée de Fombelle’in dediği gibi, “Yazdığınız bu kitabın belki bir çocuğun yaşamında okuyacağı ilk kitap olduğunu asla unutmamalısınız.” Bu çok büyük sorumluluk, insanı çok da mütevazı kılar…

Bu hikâyelerdeki tüm karakterlerin en önemli özelliği bence kendileri olmaktan gayet memnun olmaları. Sıradışılıklarıyla ya da tuhaflıklarıyla gayet barışıklar. “Hepimiz, başkalarına benzemeyenler ve bunu pek kafaya takmayanlar ailesinin bir üyesiydik. Kaderimizde sıradan insanları şaşırtmak, büyülemek ve korkudan titretmek yazılıydı. Onlara benzemek değil!” diyor ya kitaptaki bir karakter… Küçük Küçük Cadı Yeşil Cadı Yeşil’de de Marie Desplechin sıradışı ama fark- Çeviren: Sibel Çekmen lılıklarıyla barışık Tudem Yayınları, 120 sayfa olabilme temasını işlemiştiniz. Farklılık, aynılık, normallik, sıradışılık; Marie Desplechin için ne bunlar sizin ifade ediyor? Hepimizin yalnızMarie Desplechin ca farklı olmakla kalmadığımızı, dahası her birimizde tuhaflık, hatta canavarlık olduğunu düşünüyorum. adı

ük C

Küç

Küçük Cadı Yeşil

ük

Küç

Küçük Yeşil on bir yaşında. O bir cadı. Ama cadılık yetenekleri açığa çıkmamış. Daha da kötüsü, cadılardan ve cadılıktan nefret ediyor. Normal biri olup evlenmek istediğini söylüyor. Diğer kızlar gibi sınıfındaki erkeklerle ilgileniyor gibi görünüyor. Annesinin komşunun köpeğini zehirlemek için hazırladığı lapayı gördüğünde ise iğrendiğini saklamıyor. Komşunun köpeğini zehirlemek için annesinin hazırladığı lapayı gördüğünde ise iğrendiğini saklamıyor. Annesi Ursule ise üzgün. Bir cadı için, mesleğini kızına aktarabilmek o kadar önemli ki… Son çare olarak, Yeşil’i haftada bir gün büyükannesi Anastabotte’ye teslim etmeye karar veriyor; zaten çok iyi anlaşıyor gibi bir hâlleri var. İlk seanstan itibaren, sonuçlar mükemmel. Sonuçların, Ursule’nin beklentilerini aştığını bile söyleyebiliriz. Belki de biraz fazla…

Zarife BİLİZ Cambazlar Marie Desplechin Resimleyen: Emmanuelle Houdart Çeviren: Fatma Cihan Akkartal Nesin Yayınları, 48 sayfa

ı

Cad

Marie Desplechin

Gelelim Türkçedeki ikinci kitabınıza. Cambazlar, bir sirkte çalışan 11 karakterin kısa hikâyelerinden oluşuyor. Bir Alman prensesi olan ve erkeklerin cazibesine dayanamadığı sakallı kadın; sinek terbiyecisi; boyu bir taş bebekten daha uzun olmayan Cezayir Berberisi Fatiha; birbirlerine tamamen zıt karakterlere sahip Siyam ikizleri; dünyanın en güçlü adamı olup kalbi bir çiçek kadar kırılgan olan Alex; yalan söylemeden duramayan ve bir Ururu kuşuyla yaşayan kolsuz bacaksız Pavel… Hepsi de sıradışı ve belki de toplum içinde “garabet” olarak nitelenebilecek kişiler. İnsanın hayalgücünü zorlayacak bir zenginlik söz konusu öykülerde ve karakterlerde. Nereden aklınıza geldi böyle sirk hikâyeleri? Ben albümdeki hikâyeleri Emmanuelle Houdart’ın çizimlerinden yola çıkarak yazdım. Çok güçlü evrene sahip bir sanatçı. Ben de bu evrene dâhil oldum. Çizimleri elime geçtikçe yazdım (bu kolay olduğu kadar eğlenceli de oldu). Sirk temasını o seçmişti. Farklı, “canavarsı” kişiliklerden çok esinlendi ve bu tercihte de bunu öne çıkardı. Ben onun açtığı yoldan yürüdüm ama seyahat eden bir sirkin genellikle dört bir taraftan gelme sanatçılardan oluştuğunu da aklımdan

çıkarmadım. Farklılığın bir diğer boyutu da bedenler, gelenek görenekler, ülkeler. Yazmaya başladığımda Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ını tekrar okuyordum. Adlarla, yazgılarla dolu o evren beni büyülemişti. Metinlerin bunun izini taşıdığı düşünüyorum.

www.tudem.com

İyi Kitap • Çocuk / Gençlik Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013

3


Bilgelik ve özgürlük için

Sema ASLAN

Tülin Kozikoğlu’nun son iki kitabı bir tırtılın büyüyüp değişerek bir kelebeğe dönüşme macerasını anlatıyor. Kitaplar albenili resimleri ve oyuncaklı tasarımlarıyla göz alıyor. Feridun Oral’ın Kırmızı Kanatlı Baykuş’u ise gene gözalıcı resimler eşliğinde sıradışı bir dostluğu konu ediniyor. Tıpkı küçük okurları gibi, ben de Tülin Kozikoğlu’nun yeni çıkacak kitaplarını sabırsızlıkla beklerim. İletişim Yayınları’ndan çıkan “Lili ve Yedi Çocuğu” serisi, uzun süre başucu kitaplarımız arasındaydı. Şimdilerde de Redhouse Kidz tarafından yayımlanan Yemeğini Arayan Tırtıl ve Özgürlüğünü Arayan Kelebek aynı muameleyi görüyor. Üstelik bu kez defalarca kez okumak değil, defalarca kez bakmak da söz konusu. Burcu Musselwhite tarafından resimlenen kitaplar, özenli ve muzip tasarımlarıyla çocuk okurların gözdeleri arasında olacak. Her iki kitapta da ritmik olarak tekrarlanan soru cümlelerini takiben açılan kapılar ve pencereler var. Kapıları ve pencereleri açmak ve o kapıların, pencerelerin ardında ne olduğunu bulmak, elbette küçük okurun görevi. Küçük tırtıl bir kapının önündeyse mesela, “Merhaba sevgili kapı, sen de kimsin?” diye soruyor; kapı da “Madem merak ediyorsun, aç da gör bakalım,” diyor. Bu noktada işte o muzip tasarımın verdiği imkân sayesinde kitabın karşılıklı olarak içe katlanmış iki sayfasını açan okur, bir kapıyı açmışçasına, yeni bir manzarayla karşılaşıyor. Küçük tırtıl örneğinde, bu kapı bir okul, bir park, bir kütüphane ve bir tiyatro kapısı oluveriyor. Her kapı, kendini anlatıyor. Bir kütüphane neye benzer, orada ne yapılır, kütüphaneye niçin gidilir gibi soruların yanıtlarını, tırtılla birlikte okul öncesi dönemin küçük okuru da öğrenmiş, daha doğrusu, keşfetmiş oluyor. Tırtıl, bütün o kapılardan bir parça yeşil yaprak uğruna geçiyor ama yeşil bir yaprağa kavuşmak bir yana, kendini maceradan maceraya sürüklenirken buluyor. Eğer arkasında bir macera,

4

bir gizem yoksa bir kapıyı açmak niye heyecan versin, değil mi? Ve fakat, tüm kitap boyunca tırtılla birlikte okur da açlık hissediyor gibi! Tırtılın açlığı öyle göz önünde ve kendisi öyle küçük ki en sonunda küçük bir kız çocuğu tırtılımızı bulup doyurmasa, hepimiz kahrolurduk! TIRTIL KANATLANIYOR Küçük Ayşe bir ev hayvanı muamelesi yaptığı tırtılı önce güzelce besliyor, sonra da pamuklara sarıp komodininin üzerine koyuyor ve uykuya dalıyor… Karnı doyan ve güçlenen tırtıl, nihayet ertesi sabah uyanıp da kanatlarının çıktığını fark edince, biz

de ikinci kitaba geçmiş oluyoruz: Özgürlüğünü Arayan Kelebek. Hatırlayın, en son Ayşe’nin evinde, bir komodinin üzerindeydi tırtıl. Şimdi, bu evden çıkıp özgürce uçabilmesi için tek tek pencerelere sorması gerekiyor, “Merhaba sevgili pencere, sen de kimsin?”

diye. Pencerelerin, “Madem merak ediyorsun, aç da gör bakalım,” yanıtıyla da uçup süzülmesi gerekiyor, fakat o kadar kolay değil bu işler. Bir kere kelebeğine çok bağlı, onu çok seven Ayşe var… Sonra da bizi bir yerden bir başka yere savuran tesadüfler… Naif, sevgi dolu ve macera tadından ödün vermeyen kitaplar, renk ve çizimleriyle göz dolduruyor hakikaten de… Özellikle kelebek hikâyesinde, özgürlük, yaz mevsimi, açık hava, gökyüzü temaları, uçuşan renklerle öyle ferah, öyle sıcak resmedilmiş ki baktıkça bakasınız geliyor. KIPKIRMIZI BİR BAYKUŞ Anlattığı hikâyeler kadar, yaptığı olağanüstü güzel resimleriyle de hepimizin yakından tanıdığı bir isim Feridun Oral. 2012 yılında Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu (IBBY)’nun Türkiye ayağı tarafından Uluslararası Hans Christian Andersen Ödülü’ne aday gösterilen ve kitapları farklı dillerde konuşan çocuklara da ulaşan Feridun Oral’ın Kırmızı Kanatlı Baykuş isimli kitabı, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Tıpkı, ödüllü kitabı Kırmızı Elma’da (2008, IBBY Türkiye, Yılın En İyi Resimli Çocuk Kitabı) olduğu gibi, Kırmızı Kanatlı Baykuş kitabında da yardımlaşmayı ve dostluğu anlatan Feridun Oral, doğayı ve hayvanları sanki yakın çekime almış, sanki okurunu onların arasına götürmüş gibi, “kendiliğinden” ve “yakın” bir sese sahip. Kırmızı Kanatlı Baykuş insana güven ve huzur veren bir kitap hatta. Yazarın dilindeki mizahı da elbette unutmuyoruz. Kırmızı Kanatlı Baykuş, kanatları azıcık kızarmaya başlamışsa da yeterince kırmızı olmayan, henüz küçük, yavru bir baykuş… Sadece yeterince

İyi Kitap • Okul Öncesi Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013


kırmızı olmayan kanatları değil onun meselesi. Belki daha önemlisi, uçamıyor olması. Üstelik de yalnız; hiç arkadaşı yok. Fakat Feridun Oral bu;

onun hikâyelerinde dayanışma vardır, dayanışan hayvanların zaferi vardır. Nitekim bizim kırmızı kanatlı baykuşumuz da çok geçmeden kendine bir arkadaş buluyor. Küçük ama kesinlikle inatçı bir fare bu. Baykuşun en iyi arkadaşı olmakla kalmıyor, ona uçuş dersleri de veriyor! Son cümle kesinlikle abartılıydı fakat inatçı farenin inadı üstün geliyor ve baykuş, farenin türlü uğraşları sonunda uçmayı başarıyor. Farecik, arkadaşına kırmızılar buluyor; kırmızı gelincikler, kırmızı elma kabukları ve en sonunda da yaramaz kedilerin oyun malzemesi olan

kırmızı bir yün yumağı, ki bu sonuncusunda fare canını tehlikeye atmış oluyor… Tüm derdi tasası, baykuşun kanatlarına kırmızı bir efekt verebilmekken, bir tesadüf sonucu ayağına dolanan iple havada baş aşağı asılı kalan baykuş, çaresiz kanat çırpıyor. Yorulmadan, bıkmadan çırpıyor kanatlarını ve nihayet, kanatları yeterince kızarıyor, yeterince güçleniyor. Uçabilecek kadar hem de! Baykuş da ne arkadaşının bu iyiliğini ne de kendi gençliğinde yaşadığı telaşları, kaygıları unutuyor… Çocuklarına bu bilgelikle kol kanat geriyor…

Yemeğini Arayan Tırtıl Özgürlüğünü Arayan Kelebek Tülin Kozikoğlu Tülin Kozikoğlu Resimleyen: Burcu Musselwhite Resimleyen: Burcu Musselwhite Redhouse Kidz Yayınları, 64 sayfa Redhouse Kidz Yayınları, 64 sayfa

Kırmızı Kanatlı Baykuş Feridun Oral Yapı Kredi Yayınları, 36 sayfa

! r lu o r a v la y u s u Her kitap okuyuc kip etmek, etkinlik ve duyuruları ta , ak m aş ul re rle be ha el nc inmek ister misiniz? ed i lg bi Edebiyat dünyasındaki gü da ın kk ha ar pl ta ak, son çıkan ki yazarları yakından tanım

Üstelik çekilişlerimizde hediye kitaplarımızdan kazanma şansınız da var! Hepsi ve daha fazlası için sosyal medya adreslerimize davetlisiniz.

twitter.com/tudemyayingrubu twitter.com/tudemyayingrubu

facebook.com/tudemyayingrubu


İran’dan gelen öyküler

Melek Özlem SEZER

Evrensel Çocuk Kitaplığı bizi farklı bir kültürle tanıştırmaya devam ediyor. İranlı yazar ve çizerlerin hazırladığı, 2004’te Bolonya Çocuk Kitapları Fuarı Yeni Ufuklar Ödülü almış resimli çocuk kitapları serisi, hem okul öncesine hem de okumaya yeni başlayanlara uygun. Farklılığıyla ezber bozan, yalın, sarsıcı ve derin öyküleriyle, çocuk karakterleri işleyişindeki başarıyla hayran bırakan İran Sineması, Türkiye’de uzun zamandır gündemde. Temel izlekleri, sistemin özellikle kadınlara ve çocuklara dönük baskısı. Çocukları çok iyi tanıyor İran Sineması, onları tüm tatlılıklarıyla ama aynı zamanda içimizi burkarak anlatıyor yetişkinlere. Peki, İran doğrudan çocukları için ne üretiyor? KADİM İRAN KÜLTÜRÜ Evrensel Çocuk Kitaplığı, bize bunun yanıtını vermeye devam ediyor. İran Sineması’nı tanıyanların kimi resimlerinde aynı izleklerle karşılaşabileceği bu seri, 2004’te Bolonya Çocuk Kitapları Fuarı Yeni Ufuklar

Ödülü almış. Seride genel olarak resimlerin, öykülerden daha özgün ve çarpıcı olduğunu söyleyebiliriz. Görsel anlatım kimi kitaplarda kadim İran Kültürü’nü gelecek kuşaklara aktarıyor, bazen bir Makmalbaf filminin karelerini andırıyor, bazen de modern resimler kullanılıyor. Yıldız ve Dedesi ile Kiralık bir Ev modern resimlerin kullanıldığı kitaplardan. PASTADAN TATLI BİR DEDE Yıldız ve Dedesi, daha kapak resmiyle insanın içini ısıtıveriyor. Yıldız öyle acar bakışlı ve öyle sevimli ki… Anne baba işe gittiğinde bırakıveriyorlar Yıldız’ı dedeciğiyle nineciğine. Böylece biz de sevimli mi sevimli, çocuksu bir tatlılıkla, canlılıkla çizilmiş resimlerle, onların romantik-komediye benzer öykülerine tanık oluyoruz. Dede, iyi bir oyun arkadaşı Yıldız’a. Biraz da sakar bir arkadaş. Yıldız’ı bebekleriyle oynarken görünce fotoğraflarını çekmeye çalışıyor. Ama kareyi iyi ayarlayamadığı için yalnızca başlarını çekebiliyor, o da birazcık… Yıldız’a büyük gelen bisikle-

te biniyor coşkuyla, tepetaklak oluyor. Sonra Yıldız’a boyuna uygun bir bisiklet alınıyor. Dedecik vazgeçer mi hiç, “Hele bir şu bisikletimi onarayım da,” diyor, “birlikte gezeriz.” Kızılderilicilik oynuyorlar, Yıldız yanlışlıkla dedesinin çok sevdiği fincanını kırıyor, dede bunun üzerine azıcık küsüyor. Ninesi Yıldız’a kremalı pasta yapınca Yıldız diyor ki: “Pasta tatlı, dedem bu pastadan daha tatlı. Ama fincanı kırdığım için üzülmüş. İyisi mi pastayı onunla paylaşmalı, gönlünü almalı.” İşte böyle bir kitap Yıldız ve Dedesi, tatlı mı tatlı! Kiralık Bir Ev’de yeni arkadaşlarını bekleyen bir evin öyküsü anlatılıyor. Ev, içinde yaşayan aile taşındığı için üzgün. Onu hiç bırakmayacak bir aile istiyor. Ama her aileye de gönlü yok. Bu yüzden de onu görmeye gelenlere huysuzluk ediyor. Pencerelerini çarpık çurpuk gösteriyor, duvarlar nemli sanılsın diye ağlıyor, sallanıyor, dişlerini kenetleyip kapının açılmasını engelliyor. Derken iki küçük çocuğu olan bir aile geliyor. Ev mutlu oluyor, onlara gülümsüyor. Evrensel Çocuk Kitaplığı da bizi az tanınan bir kültürle buluşturarak gülümsetmeye devam ediyor. Bakalım seri nasıl kitaplarla devam edecek?

Yıldız ve Dedesi Kiralık Bir Ev Shadi Bayzaie Farideh Khalatbaree Resimleyen: Nahid Lashgari Farhadi Resimleyen: Ali Mafakheri Çeviren: Fulya Alikoç Çeviren: Fulya Alikoç Evrensel Çocuk Kitaplığı, 24 sayfa Evrensel Çocuk Kitaplığı, 24 sayfa


Tanışma, çatışma, uzlaşma…

Yıldıray KARAKİYA

“Bay Porsuk ile Bayan Tilki” serisi, tilki ve porsuk gibi doğada aynı yuvayı paylaşmayan hayvan karakterler üzerinden uzlaşma, farklılıkları, farklı olanı kabul etme temalarını çocuklar ve de yetişkinler açısından ele alıyor. Dizinin üçüncü kitabı Ne Takım Ama! raflarda… Bir arada yaşamak başlı başına bir iştir, çok emek ister. İster arkadaşlık, isterse kardeşlik ilişkisi olsun; birbirini tanıma ve keşfetme süreci, farklılıklarla yüzleşme ve egoların çarpışması, çatışmaları da beraberinde getirir. Önemli olan bu çatışmalardan uzlaşmayla çıkabilmek ve bir arada yaşayabilmektir. “Bay Porsuk ile Bayan Tilki”, bir arada yaşama meselesini alışılmadık bir açıdan ele alan, görsel nitelikleri yüksek bir çizgi roman dizisi. Tanışma adlı ilk kitap, avcılardan kaçan tilki ailesinin porsuk yuvasına gelmesiyle başlıyor. Bay Porsuk ile üç oğlu −Uslu, Obur ve Bıdık− akşam yemeklerini yerlerken, Bayan Tilki ile kızı Zıpır kapıdan giriverir. Bay Porsuk, zor durumdaki Bayan Tilki ile kızını geri çevirmeyecektir. Bay Porsuk ile Bayan Tilki çok iyi anlaşırlar. Çocuklar, porsuklarla tilkilerin birlikte yaşamak için yaratılmadığını anne ve babalarına kanıtlamaya çalışsalar da planları ters teper. Sonunda tilki ailesi ile porsuk ailesi birleşir; yepyeni bir aile kurulur.

Bay Porsuk ile Bayan Tilki Serisi

??????????????????????????

3 1

Brigitte Luciani – Eve Tharlet

Bay Porsuk ile Bayan Tilki 3. Ne Takım Ama!

Bay Porsuk ile Bayan Tilki 3 Ne Takım Ama! Brigitte Luciani Resimleyen: Eve Tharlet Çeviren: Berfu Durukan Desen Yayınları, 32 sayfa 3 1

Brigitte Luciani – Eve Tharlet

Bay Porsuk ile Bayan Tilki 3. Ne Takım Ama!

BrigitteLuciani Luciani– –Eve EveTharlet Tharlet Brigitte

Bay Porsuk ile Bayan T ilki

BrigitteLuciani Luciani– –Eve EveTharlet Tharlet Brigitte

İyi Kitap • Çizgi Roman Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013

Bay Porsuk ile Bayan Tilki Serisi

AYNI ÇATI ALTINDA YAŞAMAK “Bay Porsuk ile Bayan Tilki” serisi, tilki ve porsuk gibi doğada aynı yuvayı paylaşmayan hayvan karakterler üzerinden uzlaşma, farklılıkları, farklı olanı kabul etme temalarını hem çocuklar hem de yetişkinler açısından ele alıyor. Yalın dili ve kurgusuyla dizi, bir başka yetişkini anne ya da baba olarak kabullenmek, tek çocuk olmak, tek çocukken bir anda kardeş sahibi oluvermek, üvey kardeş olmak, bir başkasının çocuğuna annelik ya da babalık etmek, bizden farklı biriyle aynı çatıyı paylaşmak gibi zor konuları gerçekçi bir yaklaşımla ele alıyor.

: Ne Takım Ama!

Oysa bu sefer Uslu başkasının fikrine katılmak durumunda kalmıştır. Üstelik gemi inşa etmekten çok kavga edeceklerini düşünmektedir. Günün öğüdü Bay Porsuk’tan gelir: Kavga etmek için iki kişi gerektiğine göre, kavga etmek istemeyen kişinin yapması gereken tek şey kavga etmemektir. Çocuklar nehir kıyısında inşa edeBay Porsuk ile cekleri gemiyi tartışmaya başlarlar. ZıBayan Tilki pır bir yelkenli yapmak istemektedir. Uslu’ya göre bu kötü bir fikirdir. Tartışma başlar. Zıpır, Uslu’yu kendisine ait olmayan her fikrin kötü olduğunu düşünmekle suçlar. Uslu ise kötü bir fikrin zaten kötü olduğu kanaatindedir. Böylece herkesin kendi gemisini inşa edeceği bir yarışma fikri ortaya çıkar. : Ne Takım Ama!

ALIŞMAK KOLAY DEĞİL ELBET Taşınma Telaşı adlı ikinci kitapta, çocuklar bir yandan birbirlerine, diğer yandan yeni koşullara alışmaya çalışırlar. Örneğin Zıpır, Bay Porsuk’un otoritesini kabul etmeyi sindiremez bir türlü ve Bay Porsuk’un otoriter tavırlarını “sevilmemek” olarak algılar. Ayrıca annesini paylaşmaktan da hiç hoşlanmamaktadır. Derken bir gün Zıpır’ın gezgin babası çıkagelir. Çocuklar anne ve baba kavramlarını sorgularken, birbirlerine alışmanın ve birbirleriyle dayanışma içinde olmanın tadını alırlar. Dizinin son yayımlanan üçüncü kitabı Ne Takım Ama!, birlikte yaşamayı kabullenmiş ama meselelerini henüz halledememiş çocukların çekişmesini

Kendi bildiğini okumaktan hoşlanan Zıpır ile Zıpır gelene kadar parlak fikirleriyle arkadaş grubunu yönlendiren Uslu’nun çatışması, kitabın sonunda tatlıya bağlanıyor. Kendileriyle ve kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalan çocuklar, birbirlerini kabullenmek konusunda büyük bir adım atıyorlar. Öykü, takım çalışmasının önemine yapılan güçlü bir vurguyla bitiyor.

anlatıyor. O gün Uslu ve Obur, arkadaşlarıyla birlikte atlama yarışması yapmaktadır. Zıpır gelir ve onları bir gemi inşa etmeye davet eder. Herkes bu fikre bayılır, Uslu hariç. O, atlama yarışmasına devam etmekten yanadır. Obur bile gemi yapmaya gitmek isteyince, Uslu da durumu kabullenmek zorunda kalır. Aletleri almak üzere eve giderler. Bay Porsuk, gemi inşa etme fikrinin Uslu’dan çıktığını zanneder.

Obur, Uslu ve Zıpır bir noktada hemfikirdir: Porsuklar ve tilkiler birlikte yaşamak için yaratılmamışlardır! Ama anne ve babaları onlarla aynı fikirde değildir. Daha da kötüsü, Bay Porsuk ve Bayan Tilki hep birlikte aynı evde yaşamaya karar verir!

7


Sevimli mi sevimli bir ejderha…

M. Banu AKSOY

Alman yazar ve çizer Ingo Siegner’in yarattığı Küçük Ejderha Kokosnuss, mini mini bir ejderha yavrusu. Sevimli, arkadaş canlısı, barışçıl ve çevreci olan Kokosnus dizinin her kitabında bambaşka ortamlarda bambaşka karakterle tanışıyor, maceranın tadına varıyor. Çocukların ejderha merakının kaynağını oldum olası merak etmişimdir. Tıpkı dinozorlara olan o kaçınılmaz tutkuları gibi... Ejderhalar ve dinozorlar: Gerçeklik algımızın ötesinde, devasa iki hayvan... Biri milyonlarca yıl önce gezegenimizde hüküm sürmüş bir canlı türü; diğeri farklı kültürlerin efsanelerinde, masallarında sık sık başrole çıkan fantastik bir canlı. Birinin varlığından fosiller ve kemikler sayesinde haberdarız. Diğerine dair tek kaynak ise hayal gücümüz. Onları çocuklar için cazip kılan ne peki? Büyüklükleri mi? Güçleri mi? Renkleri, pulları ve dikenleriyle görkemli fizikleri mi? Yoksa tüm korkunçluklarına rağmen bizim için bir tehdit oluşturmamaları mı? KIVRAK ZEKÂLI EJDERHALAR Dinozorları bilmem ama ejderhalara atfedilen bir özellik daha var: zekâları. Ejderhalar zekidir. Kıvrak zekâlıdır. Aklın sembolüdür. Çoğu masal kahramanı ejderha bilgedir. Kısacacı, tüm özellikleri bir araya geldiğinde, ejderhalar masal üretmeyi seven insanlara hayli malzeme sağlar.

Şimdi sanmayın ki bunlar hep eski masallarda kaldı. Tersine, ejderhalar hâlâ yazar ve çizerlerin kullanmayı en sevdiği karakterlerden. Çocuk kitaplarını ele alalım. Benim aklıma hemen birkaç tanıdık ejderha geliyor: Korkunç Gıcık III. Hıçkıdık serisinin çokbilmiş cüce ejderi Dişsiz; Sakar Cadı Vini’nin ejderhası; Feridun Oral’ın pirinç lapasından hiç hoşlanmayan küçük ejderhası; Julia Donaldson’ın beceriksiz ejderhası Zogi... Eminim ki sizin de listeye ekleyeceğiniz birkaç ejderha vardır. Ben kendi listeme kısa süre önce bir ejderha daha ekledim: Kokosnuss. Alman yazar ve çizer Ingo Siegner’in yarattığı Küçük Ejderha Kokosnuss mini mini, sevimli bir ejderha yavrusu. Küçük bir okul çocuğu. Ama bacak kadar boyuna bakmayın. Kokosnuss da her ejderha gibi ırkının şu kıvrak zekâ özelliğine yeterince sahip. Ülkemizde Abm Yayınevi etiketiyle yayımlanan Küçük Ejderha Kokosnuss’un şimdilik üç macerası dilimize çevrildi: Küçük Ejderha Kokosnuss Okula Başlıyor, Küçük Ejderha Kokosnuss Korkma! ve Küçük Ejderha Kokosnuss Kızılderililerin Arasında. Ama gerisi gelecek, dizi toplam on altı kitaba tamamlanacak.

Serinin ilk kitabı, Küçük Ejderha için önemli bir günle başlıyor. Ateş ejderhası Kokosnuss babası Magnus’un onu heyecanla uyandırmasıyla büyük güne gözlerini açar. Ne de olsa okulun ilk günü her ejderhanın yaşamında sadece bir kez yaşayabileceği özel bir gündür. Kokosnuss diğer çocuk ejderhalar gibi okul mağarasının yolunu tutar. Yolda bir çalılığın ardında gördüğü kızıl ejderha ayağı, küçük çaplı bir panik yaşamasına neden olur. Çünkü bu bir obur ejderhadır ve obur ejderhalar diğer hayvanları yiyen tehlikeli yaratıklardır. Çalının ardından gerçekten bir obur ejderha çıkar; ama bu pek de ürkütücü bir canavar değildir. O da Kokosnuss yaşlarında bir ejderha yavrusudur. İki ejderha birbiriyle çatışan her küçük çocuk gibi önce birbirlerine bir güzel


efelenirler. Tabii ejderhaca bir efelenmedir bu: “Doğru konuş yoksa ağzını yakarım!” diye geri hırladı Kokosnuss. “Ben bir ateş ejderhasıyım.” “Öyle mi!” diye karşılık verdi diğeri. “Ben de bir obur ejderhayım. Ve seni kahvaltı niyetine yerim!” Kokosnuss, “Sen öyle zannet! Biz ateş ejderhaları çok akıllıyız, kimse bizi kolay kolay yiyemez!” dedi ve devam etti.“Peki, neden akıllı olduğumuzu biliyor musun? Çünkü biz okula gidiyoruz. Ben de okula gidiyorum, hem de bugün okula başlıyorum!” Maceranın devamında Kokosnuss, Oskar isimli bu ejderhayla yakın arkadaş olur ve onun da okula gidebilmesi için korkunç anne ve babasının karşısına çıkmayı göze alır. RUDOLF’UN TILSIMLI KOLYESİ Kokosnuss’un bir diğer yakın arkadaşı da kirpi Matilda’dır. Onunla da Küçük Ejderha Kokosnuss Korkma! adlı macerada tanışıyoruz. Çocuk Ejderhalar Sınıfı ve Oklu Kirpiler Sınıfı Kaplumbağa Adası’na kamp yapmaya giderler. Kokosnuss, Oskar ve Matilda, yaşlı dev kaplumbağa Olleminna’nın anlattığı korsanlı hikâyelerin heyecanına kapılırlar. Bunun üzerine efsanevi korsan Kızıl Rudolf ’un tılsımlı kızıl kolyesini bulmak için dalış yapmaya karar verirler. Ertesi sabah tüm hazırlıklarını tamamlayıp denize açıldıklarında gerçek bir korsanla karşılaşırlar. İlk başta onlar korsandan, korsan da onlardan korksa da sonunda kimsenin bir diğerine zarar vermeyeceğini anlayıp kısa sürede dost olurlar. Küçük Ejderha Kokosnuss Kızılderililerin Arasında başlıklı maceradaysa üç arkadaşın yolu Amerika’nın vahşi topraklarına düşer. Amaç Oskar’ın obur babası için bir bizon avlamaktır. Avlanma konusunda son derece beceriksiz olan üç çocuk, tanıştıkları küçük kızılderili kız Vahşi Yabanarısı sayesinde, sayıları azalan bizonların avlanmasının yasak olduğunu öğrenirler. Vahşi Yabanarısı sayesinde biz de kızılderililerin doğaya ve doğadaki dengeye saygı duyan öğretileri hakkında fikir sahibi oluruz. Kokosnuss özellikle okumaya yeni başlayan çocuklar için biçilmiş kaftan. Bölümlerinin makul uzunlukta olması ve puntoların büyük tutulması kitap

okuma becerisini geliştirmeye çalışan küçük okurlar için hayli rahatlatıcı özellikler. Buna bir de metinlere neredeyse denk miktardaki hayli eğlenceli resimler de eklenince okuması keyifli bir dizi çıkıyor karşımıza. Siegner belli ki kitaplarını resimlerken oldukça eğlenmiş. Bunu nereden mi çıkardım? Sahnelerin içine serpiştirdiği çeşit çeşit minik karakterden. Resimlerde çalı ve ağaçların içinde, üstünde, arkasında minik bir hayvanla göz göze gelmeniz mümkün. Fakat adını bilmediğimiz bir minik fare var ki o her macerada, Kokosnuss’lu her sahnede karşımıza çıkıyor. Onunla daha ilk maceranın ilk resminde karşılaşıyoruz. Farecik, Kokosnuss’un odasında, perde kornişinin tepesine tünemiş ve küçük ejderhanın güne başlamasını bekliyor sanki. Ben bu isimsiz farenin Kokosnuss’un en büyük hayranı olduğuna karar verdim. Çünkü Kokosnuss ne yapıyorsa, fare de oralarda bir yerde onu taklit ediyor. Kokosnuss okula gittiğinde, fare de bir saksının içinden onu izliyor; Kokosnuss diğer ejderhalarla Kaplumbağa Adası’na doğru yol alırken, fare de minik bir yelkenliyle peşine takılıyor… Alın size bu seriyi eğlenceli kılan başlı başına bir oyun: Fare bulmaca!

macerasına imza atmış. Kitapların en güzel yanı okuru her seferinde bambaşka ortamlara götürüp, çeşit çeşit karakterle tanıştırması. Büyücüler, korsanlar, cadılar, vampirler, Vikingler ve hatta bir mumya ve bir uzaylı... Kokosnuss bir bakıyorsunuz elinde define haritasıyla balta girmemiş bir ormanda geziyor; sonra Atlantis’i keşfetmek ya da Oskar’ı kurtarmak için dünya turuna çıkıyor. Üstelik bu maceraların bir kısmı farklı yaş grupları için −ilkokul çocukları ve okul öncesi dönem çocukları için− ayrı ayrı kaleme alınmış. Bu da Kokosnuss’un hatırı sayılır bir hayran kitlesi kazanmasına neden olmuş. Pek çok dile de çevrilen “Küçük Ejderha Kokosnuss”, kitaplarının yanı sıra CD, oyuncak ve daha pek çok yan ürünle çocukların yaşamında yer etmiş sevilen bir karakter... Bakalım Kokosnuss bizim buralarda da sevilecek mi?

KOKOSNUSS ON YAŞINDA! “Küçük Ejderha Kokosnuss” kitaplarında beni rahatsız eden tek kısım çevirisi oldu. Özellikle farklı bir çevirmenin elinden çıkan Kokosnuss Kızılderililerin Arasında üzerinde biraz daha çalışılmayı hak ediyormuş. Kokosnuss 2013 yılında 10. yaşını kutlamış. Yaratıcısı Ingo Siegner, aradan geçen bu sürede yirmi ayrı Kokosnuss Küçük Ejderha Kokosnuss Okula Başlıyor Ingo Siegner Çeviren: Aylin Gergin Abm Yayınevi, 72 sayfa

İyi Kitap • Çocuk Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013

Küçük Ejderha Kokosnuss Korkma! Ingo Siegner Çeviren: Aylin Gergin Abm Yayınevi, 72 sayfa

Küçük Ejderha Kokosnuss Kızılderililerin Arasında Ingo Siegner Çeviren: Berna Topal Abm Yayınevi, 72 sayfa

9


Çocuk (da) yazar Lüzumsuz sorular mı?..

Ezel Dağlar ERGÜDEN

İspanyol asilzadelerini aratmayacak uzunlukta bir isme sahip olan bu kitapta, on okuldan yaşları dört ila on iki arasında değişen 150 çocuğa en çok merak ettikleri sorular sorulmuş ve sonra da “mühim” insanlardan bu soruları yanıtlamaları istenmiş. Tatilde iyi gider. Alakadar olun. Günaydın sevgili okur! Ya da iyi akşamlar sevgili okur (ben yazıyı sabah sabah yazdığım için günaydınla başladım)! Güzel bir aya girdik; şubat. Tatilin bir kısmı hâlâ bu ayın içinde, ayrıca hâlâ kışı yaşıyoruz (sözde)… Kışı sevmeyenler için de, bir iki ay içinde bahar geliyor, sakin olun. Eminim ki, tatili çok sevmekle birlikte, arada içinizden ne kadar sıkıldığınızı düşünüyorsunuzdur. En azından ben bazen düşünüyorum. Bu yüzden bu ay sizi tatil-boşluğu-bunalımından çıkaracak çok güzel bir kitap tanıtacağım. AYI GRYLLS DE BURADA Evet, bakalım. Bu kitap bir roman değil, çizgi roman hiç değil, biyografi de değil, bilimkurgu da değil. Adı, Küçük İnsanlardan Büyük Sorular, Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar. Anlayabileceğiniz gibi, içinde çeşitli sorular ve cevapları var. Bu sorular on okuldan yaşları dört ila on iki arasında değişen çocuklar tarafından sorulmuş. Onlardan, en çok merak ettikleri şeyi yazmalarını istemişler. Sonra, “mühim” olduğu söylenen insanlar da bu sorulara cevap vermiş. Mühim insanların hepsi yetişkin bu arada. Ve farklı farklı meslekleri var. Şimdi size kitaptaki sorulardan, cevaplardan ve bunları cevaplayan kişilerden bahsedeceğim biraz. Öncelikle, benim tanıdığım birinden başlayayım. Bu adam, “Solucan yemekte bir sakınca var mıdır?” sorusuna cevap vermiş. Tahmin edebileceğiniz gibi, karşınızda Bear Grylls. Bear Grylls’i bir kanalda yayınlanan belgesellerden tanıyorum.

10

Kendini ıssız bir yere bıraktırıp oradan sağ çıkıyor. Yanında neredeyse hiçbir alet olmadan. Ve Bear Grylls de zaman zaman solucan, bazen akrep ya da yılan yemek zorunda kalıyor. Eh, haliyle bu sorunun cevabı ancak ondan alınabilir. Sorunun cevabını merak eden varsa, kısaca “hayır”. RÜYALARIN MALZEMESİ Diğer soruya geçelim. “Rüyalar nasıl yapılır?” gibi hepimizin üstünde düşünebileceği bir soru. Özellikle de korkunç kâbuslarla dolu bir gece geçirdiyseniz. Bu soruya Alain de Botton arkadaşımız cevap veriyor. Kendisi bir filozofmuş. (Ve neredeyse genç sayılır, merak eden varsa, 40’lı yaşlarda.) Bu arkadaş, filozoflara yakışır bir yanıt veriyor sorumuza. Ama merak etmeyin, öyle karmaşık, kimsenin anlayamayacağı bir yanıt değil bu. Basit ve sıkıcı olmaktan uzak. Alain’in dediğine göre, rüyalar, günün sonunda beynimizin yaptığı bir düzenleme işlemiymiş. Bunun sayesinde gün içinde yapmak isteyip yapamadığımız şeyleri rüyalarda yapabiliyormuşuz. Ya da bu korkularla rüyalarda yüzleşiyormuşuz. Diyelim birini üzdüysek ondan özür diliyormuşuz. İşin en ilginç yanı da, rüyada gördüğümüz herkesi gerçekte de bir şekilde görmüş olmamız. Yani marketteki kasiyer, sokakta yanınızdan geçen adam, köpeğini dolaştıran kadın, hepsi rüyalarınıza girebilir. Biraz ürkütücü. Bir filozofumuz daha var. Bu seferki Noam Chomsky. Bu arkadaşımız Amerikalı ve beni hayal kırıklığına uğratmayacak kadar yaşlı (80 civarında). Sorusu, “Hayvanlar neden bizim gibi konuşmaz?” İlginç bir soru. Ha, bu arada, Noam aynı zamanda dilbilimciymiş de (aslında bir sürü mesleği var sanırım), bu yüzden böyle bir soruyu cevaplaması mantıklı geliyor insana.

Temel olarak anlattığı, aslında hayvanların da kendi aralarında anlaştığı, ama buna tam olarak konuşma denemeyeceği. İnsan dili çok karmaşıkmış ve insanlar tarafından habire yenileniyormuş. Ama hayvanlarınki sembol gibi bazı hareketlerden oluşuyormuş. Diğer yandan bazı hayvanlar insan dilini taklit edebiliyormuş. Kitapta bu kadar az mı soru var demeyin, bayağı çok var. Aklınıza gelen gelmeyen... “Fikirler yazarların aklına nasıl gelir?” “Neden yetki hep yetişkinlerdedir?” “Maymunlar neden muz sever?” “Büyük İskender kurbağaları sever miydi?”... Ve daha bir sürü havalı yazar da var tabii. Jeanette Winterson, Gordon Ramsey ve Richard Dawkins benim duyduklarım. Eğer sizin de çevrenizdekilerin cevaplayamadığı sorularınız varsa bu kitap tam size göre. Büyüklere göre “gereksiz” olarak sınıflandırılacak bu soruların cevaplarının sonunda açıklanmış olması güzel. Çok eğlenceli aynı zamanda, hem de genel kültür olur. Bir gün Büyük İskender ve kurbağalar konulu bir sohbetin ortasına düşerseniz çok işe yarayacağını garanti ederim. Küçük İnsanlardan Büyük Sorular, Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar Kolektif Hazırlayan: Gemma Elwin Harris Çeviren: Şiirsel Taş Domingo Yayınevi, 300 sayfa

İyi Kitap • Çocuk (da) yazar • Sayı 48 • Şubat 2013



Dilin kaymağı tekerleme ve yanıltmacalar

Nilay KAYA

Çocuk edebiyatının derleme üstadı Süleyman Bulut’tan iki yeni derleme kitabı daha: 101 Yanıltmaca ve 101 Tekerleme. Bu kitaplar Türk folklorunun en değerli dil hazinelerinden ikisini günümüz çocuklarıyla tanıştırıyor. “Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma, unutursan küserim, mektubumu keserim…” İlkokul çağlarında sıra sıra gezdirdiğimiz hatıra defterlerimize arkadaşlarımız için yazdığımız sevgi dolu satırları, güzel söz söylemeyi beceremeyenlerimiz dahi bu hoş tekerlemeyle bitirirdi. Tekerlemenin son kısmının duruma göre değiştiği de görülürdü: “Unutursan küserim, gözlerinden öperim,” gibi bir sonla hitap edilen kişiye küsme tehdidi savrulsa da kıyılamazdı bazen. Akşam çökene, anneler balkonlardan sarkarak çocukları eve çağırana kadar sokaklarda oynandığı günlerde oyun arkadaşları nasıl çağrılırdı peki? “Aaali pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım…” SÖZ OYUNLARI Süleyman Bulut kitaba yazdığı önsözde ev ya da sokak oyunlarının tükenmekte olduğuna değiniyor belki ama bu, çocukların ana dilleriyle tanışmaları için bulunmaz bir fırsat olan tekerlemelerin, günümüz çocuklarına hitap etmeyeceği anlamına gelmiyor elbette. Çünkü yine yazarın belirttiği gibi tekerlemeler hayata dair komik ve abartılı durumların uyak ve tekrarlarla dile getirilişi, ritmik bir şekilde söylenişi nedeniyle her zaman için çocuklarda ezberleme ve söyleme isteği uyandırır. Masallarda, tiyatro oyunlarında karşımıza çıktıkları gibi, pekâlâ bağımsız söz oyunları olarak eğlenceli bir aktivite de olabilirler. Bulut’un diğer derleme kitabı 101 Yanıltmaca ise en az tekerlemeler kadar eğlenceli ve incelikli bir zekâ ürünü (bu müthiş zekâ elbette anonim bir zekâ) olan yanıltmacaları, çocuk

12

oyunlarının iddialı bir malzemesi yapabilecek nitelikte. Benzer seslerin artarda getirilerek oluşturulduğu bu zorlu yanıltmacalar hem o yanıltmacayı seri bir şekilde eksiksiz söyleyebilmek için tatlı bir meydan okuma sunuyor, hem de çaktırmadan fonetik bir bilinç kazandırıyor. Nitekim konuşma zorluğu çeken kişilere verilen alıştırmaların arasında tekerlemelerin bulunması bu yüzdendir. “Şu köşe yaz köşesi, bu köşe kış köşesi, ortada su şişesi,” gibi en kısa ve söylemesi kolay görünenlerden, derenin başına ekilen kekere mekerelere dadanan kekelemelere dair zorlu mücadeleyi anlatan, kekelemeden söylemek için bin bir dereden su getirmek zorunda kaldığımız yanıltmacalara kadar, en keyifli olanları titiz bir araştırma sonucunda bu kitapta bir araya getirilmiş. Süleyman Bulut her iki derlemede de anonim halk edebiyatının zenginliklerini çocuklara tanıtırken onlara keyifli bir şekilde dil becerilerini geliştirme imkânı sunuyor. Bu kitapların bir başka dikkat çekici özelliği de daha önce Zeynep Uzunbay’ın Kedi Merdiveni adlı kitabındaki tatlı çizimleriyle dikkat çeken Burcu Yılmaz’ın bir kez daha 101 Yanıltmaca hayranlık uyandıran Süleyman Bulut çizimlerine yer veril- Resimleyen: Burcu Yılmaz mesi. Şimdi yazımıza Tudem Yayınları, 72 sayfa bir yanıltmacayla son verelim: “Kapı gıcırtıcılardan mısın, ocak kıvılcımlattırıcılardan mısın? Ne kapı gıcırtıcılardanım, ne ocak kıvılcımlattırıcılardanım.” Ben bu kitaplara bayılanlardanım.

101 Tekerleme Süleyman Bulut Resimleyen: Burcu Yılmaz Tudem Yayınları, 88 sayfa

İyi Kitap • Çocuk Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013


Keman çalmak mı, kurbağaları gözlemek mi?

Tuğba ERİŞ

Fatih Erdoğan bize müzikle yoğrulmuş güzel bir hikâye armağan ediyor. Fa Usta’nın Kemanları önce tiyatro metni olarak yazılmış, daha sonra düz metin olarak kaleme alınmış. Kitabın başında öyküyü, sonunda da tiyatro oyununu okuyabilirsiniz. Çocukluğun ve ilkgençliğin en özlenen yanıdır belki de: gerçeklere boğulmayan sonsuz bir hayalcilik, neredeyse her gün değişebilen istekler. Doktor olmak isteyen bir çocuğu kim hafife alabilir ki? O çocuk sonra arkeolog olmaya karar verirse ya da uzaya çıkmayı hayal ederse onu kim bundan caydırabilir? Sahne sanatlarına merak salarsa, piyano çalmak isterse ya da üniversitede eğitimini gördüğü mesleği yapmak yerine sözgelimi bir sivil toplum kuruluşunda çalışmaya başlarsa… Ama mesele, bu süreçte kendi istedikleri ile ailesinin “onun iyiliği için” istediklerinin örtüşmemesinden çıkabiliyor bazen. SOLFASOL ÜLKESİ Fatih Erdoğan’ın Fa Usta’nın Kemanları adlı kitabının kahramanlarından Prens Refa’nın durumu tam da bu. Nereden geldiği tam olarak kestirilemeyen ve ülkenin en dip köşe bucağında bile duyulan bir keman sesinin hâkim olduğu Solfasol Ülkesi’nin prensi Refa. Babası Kral Solfa’dan sonra tahta geçecek olan Refa’nın da ülkesine layık bir kral olabilmesi için iyi keman çalması gerekiyor kraliyet geleneklerine göre. Ama Refa keman çalma konusunda o kadar isteksiz, bu nedenle de o kadar beceriksiz ki iki yıldır bir arpa boyu yol alabilmiş değil. Çünkü aklı fikri kurbağalarda. Tek isteği; saatler boyunca kurbağaları izlemek, incelemek, her hareketlerine şaşırmak, onlar hakkında her ayrıntıyı öğrenmek… Kurbağa bilimci, kuş gözlemcisi, okaliptüs uzmanı vb. Belki kimilerince meslekten görülmeyen işler… Oysaki severek yapılan her iş, her uğraş değerlidir, öyle değil mi? Kardeşi Prenses Lare’nin en büyük arzusu ise keman çalmayı öğrenmek. Ağabeyi keman dersi alırken yan odada sürekli onları dinleyen, hayalinde canlandırdığı kemanından çıkardığı

hayali seslerle kendinden geçen Prenses Lare’nin de, aklını kurbağalarla bozmuş Prens Refa’nın da krallıkla, devleti yönetmekle ilgisi yok aslında. Ama işte önlerindeki tek engel, kraliyet gelenekleri. KRAL SOLFA İLE KRAL REMİ Bu engeli aşmak için bir umut ışığı ise komşu ülke Remido’nun kralı Remi’nin mektubuyla doğuyor. İki ülke arasında yüzyıllarca süren savaş Kral Solfa ile Kral Remi zamanında sona eriyor. Her iki kral da bu savaşın ülkelerine mutsuzluk ve acı getirdiğini, savaşmaya devam ederek asla kazanamayacaklarını anlayacak kadar aklı başında insanlar. Ama yine de ortak tarihleri boyunca iyi keman çalmak çok önemli olduğundan, iki ülke arasında öteki konularda olmasa da, bu konuda kıyasıya bir rekabet söz konusu. İşte bu nedenle, Prens Refa’nın keman çalma konusundaki yeteneksizliğine dair dedikoduları öğrenen Kral Remi, 343. Solfej Şenlikleri’nde Prens Refa’nın vereceği bir keman konseriyle bütün bu onur kırıcı söylentilerin silinmesini arzu ettiğini bildiren bir mektup yazıyor Kral Solfa’ya. Prens Refa yeteneksizliğini kabul etmiş olsa da, babası Kral Solfa oğlunun bu işi başaracağına körü körüne inanıyor. Refa’nın tedirginliği ise kardeşi Lare’nin mükemmel keman çaldığını öğrenene kadar sürüyor. Ülkesinin onurunu kurtarmak için bu konsere çıkmak zorunda olan Refa, Lare ile birlikte zararsız bir plan yapıyor. Sürpriz planın ayrıntılarını açık etmeden, bu keyifli hikâyeye adını veren Fa Usta’dan da söz edelim. Çünkü kendisi bence hikâyenin en samimi karakterlerinden biri. Fa Usta, kemanlarında kullanacağı ağacı nasıl seçeceğini, o ağacı nasıl işleyip de mükemmel sesi çıkaracak kemanı yapabileceğini

İyi Kitap • Çocuk Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013

en iyi bilen kişi Solfasol Ülkesi’nde. Kralların bile gelip önünde eğildiği, atölyesine tıpkı bir mabede girer gibi girdiği Fa Usta’nın, yıllar boyu yaptığı her şeyin, gösterdiği tüm ustalığın, aldığı her övgü sözünün, ölen karısıyla anlamlı olduğunu söylediği bölüm kitabın en güzel, en içli yerlerinden biri kanımca. Fatih Erdoğan bize müzikle yoğrulmuş leziz bir hikâye armağan ediyor. Fa Usta’nın Kemanları’nın Türkçe yayımlanan çocuk kitapları arasında ilk olabilecek bir özelliği de, önce tiyatro metni olarak yazılması, sonrasında düz metin olarak kaleme alınması. Kitabın ikinci bölümünde tiyatro metnine de yer veriliyor, ki ülkemizde tiyatro metni okuma alışkanlığının zayıf olduğu düşünülünce, düz metinle iştahı kabaran okurların tiyatro metnini merak etmesi olmayacak şey değil. Fa Usta’nın Kemanları Fatih Erdoğan Mavibulut Yayıncılık, 184 sayfa

13


Şimdinin harika çocukları

Öznur ŞAHİN

Zehra İpşiroğlu’nun, Aziz Nesin’in kitabına gönderme yaparak kaleme aldığı Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika, eğlenceli üslubu ve çocukları yaratıcı bir okumaya yönlendiren “Yaratıcı Okuma Dosyası” ile şimdiki harika çocuklara yaratıcılığın özgürlüğünü tattırıyor. Zehra İpşiroğlu’nun Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika kitabı, Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika kitabına âdeta nazire olarak yazılmış. Şimdiki Çocuklar Harika’da Zeynep’in Ankara’ya taşınmasıyla Ahmet’le aralarındaki mektuplaşmanın yerini, Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika’da Doğan’ın Fethiye’ye taşınmasıyla yolları ayrılan, ama ilişkilerini neredeyse her gün birbirlerine e-posta yazarak sürdüren Deniz ile Doğan’ın yazışmaları alıyor. Üstelik Şimdiki Çocuklar Harika’nın Zeynep ve Ahmet’i de Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika’da Deniz’in anne ve babası olarak, anlatıcı konumundan anlatılan konumuna geçiyorlar. Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika, 1960’lardan 1990’lara gelindiğinde, mektubun yerini e-postaya bırakmasıyla değil, aradan geçen yıllar içinde değişen çocukluğu bize göstermesi bakımından oldukça ilgi çekici bir kitap. Zehra İpşiroğlu, Aziz Nesin’den sonra biz yetişkinlere tekrar çocuklara ve çocukluğa değer vermemiz gerektiğini hatırlatıyor. PİRE NURİ Şimdinin harika çocukları Deniz ve Doğan, yaklaşık bir yıl boyunca birbirlerine yazdıkları e-postalarda gündelik yaşamlarını anlatırlar. Okul, aile, arkadaşlıklar gibi birçok konu onların gözünden eğlenceli ve eleştirel bir üslupla konu edilir. Kimi zaman öfkeli kimi zaman sevinçli e-postalardır bunlar. Örneğin, Doğan’ın İstanbul’dan sonra Fethiye’deki yaşamına, okuluna ve arkadaşlarına alışma süreci, kibrit çöpü kadar küçülmesinden bir deve dönüşmesiyle anlatılırken, Deniz’in yeni okuluna uyum süreci, “imaj” takıntısıyla anlatılır. Deniz, dürüstlüğü

14

kendine “imaj” olarak benimseyip, öğretmenlerinin notlarını değilse de sevgi ve saygısını kazanır. Gerçi bu durum, arkadaşları Patates, Yelkenkulak ve Sevil tarafından pek sempatiyle karşılanmaz ilk başta ama arkadaşlıkları da bozulmaz. Kitaba eğlenceli kılan öğelerden birisi de bu takma adlar ve benzetmeler: Zehir yeşili patlak gözlü ve alnının tam ortasında gözü olduğuna inanılan, “Ejderha” takma adlı müdür; Doğan’ın sınıf arkadaşları olan Fethiye’nin ağalarından XXL; Pire Nuri, Ağlayan Bulut ve Kaplumbağa bunlardan sadece birkaçı. ERKEKLİK VE KADINLIK ROLLERİ Kitapta sokak çocukları, eğitim, taşra, kent, kız çocuklarının okutulması gibi konulardan, otorite ve güzellik kavramına kadar pek çok mesele üzerinde duruluyor. Doğan’ın ablası Ayşegül’ün İstanbul’da olsa sorun olmayacak güzelliği, Fethiye’de bir taşra sıkıntısına dönüşmek üzere. Doğan’ın geleneksel otorite figürünü temsil eden dedesinin sürekli Ayşegül’ün giyim kuşamına ve davranışlarına karışmasıyla başlayan süreç, taşralı komşuların da devreye girmesiyle hem Ayşegül hem de Doğan için bunaltıcı bir hâl alıyor. Doğan’dan da bir erkek olarak ablasına göz kulak olması bekleniyor. Sonuçta, Ayşegül’ün taşradan kurtulması, notlarını yüksek tutup İstanbul’da yatılı bir okula gitmesiyle sağlanıyor. Kitapta, toplumsal cinsiyet kodları sadece taşrada üretiliyormuş gibi anlatılıyor. Çünkü Deniz, notları düşük olmasına rağmen, kentli ve eğitimli orta sınıf bir aileye doğmakla baştan özgürlüklerini ve bireyselliğini

elde etmiş görünmekte. Taşralı alt sınıf kızların kurtuluşunu, eğitimle orta sınıf olmaya bağlayan Türkiye’nin modernleşmeci anlayışı burada da kendisini tekrar ediyor. Bu açıdan, Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika çok zengin bir içeriğe sahip olmakla birlikte, kitapta sunulan bazı temaların işlenişinde belirli kalıpları tekrar üretmekten kurtulamıyor. Can Çocuk’tan ilk baskısını yapan Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika’da okumayı tökezleten dizgi hataları olduğunu da söylemek gerek. Öte yandan, “Yaratıcı Okuma Dizisi” içinde basılan bu kitabın sonundaki “Yaratıcı Okuma Dosyası”, bu dizinin diğer kitaplarını da merak ettiriyor. Bu bölüm, birçok kitapta görülen, kitap hakkında soruların sorulduğu bir bölüm değil. Söz konusu bölümde, Zehra İpşiroğlu’nun, çocukların kitapla ilişkilenmesini sağlayan, onları düşünmeye ve hayal etmeye teşvik eden çok iyi hazırlanmış soruları var. Sonuç olarak, Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika eğlenceli üslubu ve çocukları yaratıcı bir okumaya yönlendiren “Yaratıcı Okuma Dosyası” ile şimdiki harika çocuklara yaratıcılığın özgürlüğünü tattıran okunmaya değer bir kitap. Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika Zehra İpşiroğlu Resimleyen: Gözde Bitir Can Çocuk Yayınları, 152 sayfa

İyi Kitap • Çocuk Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013


Altını bağlayın ve yolundan çekilin!

dosya Kutlukhan KUTLU

Dav Pilkey’in yeni “iç çamaşırlı kahramanı”, neredeyse doğar doğmaz süper güçlere kavuşan bir bebek. Düşmanıysa hırslı mı hırslı bir kakaya, hatta daha sonra dev bir kakaya dönüşen bir şerif. Evet, alabildiğine klasik bir süper kahraman öyküsüyle karşı karşıyayız! Tatilde iyi gider… Sadece kendiniz için sıradışı kahramanlar uydurdunuz mu hiç? Dünyanın kurallarıyla, hatta şurada ya da burada gördüğünüz, okuduğunuz hayal dünyalarının kurallarıyla bile bağlı olmayan, tamamen sizin kurallarınıza göre oynayan, dolayısıyla da istediğiniz kadar serbest olan kahramanlar? Hiç şüphesiz en çok çocukların “uzmanlık alanı” bu, çünkü insan yetişkin dünya tarafından yoğrulup biçimlendirilmeden önce böyle zıvanadan çıkmış hayalgücünün en has, en şaşırtıcı, en komik örneklerini veriyor. Ne de olsa çocuklar tam da böyle bir işe uygun bir donanımı sahipler: Bir yandan geleneklerle tamamen dizginlenmemiş hayal dünyalarındaki kural tanımazlığın sefasını sürüyorlar, bir yandan da keskin bir gözlemciliğe sahipler, şu “dış dünya” denen şeyde herkesin neyi nasıl yaptığına yönelik bir merakları ve oradaki kuralların benzerlerini üreterek kendilerini sınama istekleri var. MUZİP BİR HAYALGÜCÜ İşte Süper Bezli Bebek’in maceraları da dizginlenmemiş hayalgücü ile kurallara aşinalık arasındaki o tuhaf itişmenin −ve ortalığı gönlünce batırmadaki o hınzır sevincin− sıradışı bir örneği. Maceranın kırklı yaşlarındaki yazarı Dav Pilkey bize sunduğu hayal dünyasının çocuksuluğunu besbelli o kadar önemsemiş, kendini işin bu kısmına öyle kaptırmış ki kitabın kapağında yazarlık payesini de kendine değil, tam da böyle işlek ve muzip bir hayalgücünü yakıştıracağımız iki kahramanına, ilkokul çağındaki iki çocuk karakterine vermiş! George Beard ve Harold Hutchins. Bu iki karakter yazarın bir önceki serisinde yer alıyordu

ve o seriye adını veren Kaptan Düşükdon’u yaratmışlardı. Burada da aynı işi yapıyorlar: Kitabın giriş bölümünde öğretmenleri tarafından cezaya çarptırılan Harold ve George’un yeni bir kahraman yaratışını ve ortaya yeni bir çizgi roman çıkarışını izliyoruz. Kitabın geri kalan kısmı, o çizgi romanın içeriği.

KAKA-ŞERİF Süper kahramanımız Süper Bezli Bebek (yalnız dikkat: Süper olan bez değil, bebek, bir yanlış anlama olmasın!) rekorlar kitabına girebilecek kadar erken bir “süperleşme” süreci yaşayarak, doğumda hastane penceresinden aşağı düşerken süper güçlere kavuşuyor. Bu tuhaf değişime sebep olan olaylar silsilesi, kötü adamımız Tehlikeli Şerif ’i kifayetsiz muhteris bir kakaya, köpeğiniyse Superboy’un köpeği Kripto gibi bir süper-köpeğe çeviriyor. Temelde bir süper-bebekle dev bir kakanın mücadelesini okuyor olabiliriz ama bu olacakları aşağı yukarı tahmin edemeyeceğiniz anlamına gelmiyor: İşin içine özel güç transferi aletleri, kaka-şerif tarafından kullanılan dev bir robot ve nükleer enerji reaktörü gibi “süper kahraman öyküsü gediklileri” bir bir giriyor. Kötü adamımız pes etmek bilmiyor, kahramanımızsa

İyi Kitap • Dosya • Sayı 48 • Şubat 2013

bir bebeğin tüm neşesi ve yorulmak bilmezliğiyle habire kötü adamımızın düşlerini başına yıkıyor. Tabii ki öykü özünde gayet klasik bir süper iyi/süper kötü öyküsü ama eğlenceli yanı da bu zaten: Geleneksel süper kahramanların o naif ve temiz dünyası, South Park misali kakalarla ve bebek bezleriyle dolunca epey bir tanınmaz hale geliyor doğrusu! Bir bebeğin oyunculuğunu, süper kahramanlara has o “sarsılmazlık” şemsiyesinin altında görmek de ortaya hayli komik bir sonuç çıkarıyor. Yalnız Süper Bezli Bebek’in ilginç bir özelliğinden söz etmeden bitirmeyelim: Epey sade siyah/ beyaz çizimlere sahip olan bu kitabı okumak biraz çizgi roman okumaya, biraz da çizgi film izlemeye benziyor. Çünkü kitapta yer yer sayfaları belli yerlerinden tutup hızla ileri-geri çevirmek üzerine kurulu bir “sayfa çevirmece” uygulaması var. Böylece kötü şerifin Süper Bezli Bebek’ten çektiklerini kelimenin tam anlamıyla gözünüzde “canlandırabiliyorsunuz”! Süper Bezli Bebek Dav Pilkey Çeviren: İpek Demir Altın Kitaplar, 128 sayfa

15


dosya Aklınız karışacak, şaşıracak, afallayacaksınız…

Sedef PEKİN

Hadi, tatilde çeşit çeşit bilmece bulmaca çözmekten daha iyi eğlence mi olur? Üç kitaplık, rengârenk bu seride akıl yürütecek, hesap yapacak, dikkatinizi, hatta beğenilerinizi sınayacaksınız. En güzel bulmacalar, şaşırtmacalar, akıl karıştırıcılar… Ezelden beri bayılırım bulmacalara. Kelimeli bulmacalardan ziyade sayılı, şekilli bulmaca sevenlerdenim. Onların arasında favorilerimse zamanla değişir. Benim gibi pek çok insan olduğunu biliyorum. Ne yapıyoruz, çözdükçe çözüyoruz. İyi hoş da, çözmeyi neden bu kadar seviyoruz? Düz mantıkla düşünürsek, dakikalarca, bazen saatlerce bir şeyi çözmeye çalışır, kafa patlatır, bir anlamda kendimize eziyet ederiz. Ee, ne anlarız peki bu işten; işin zevki nerede? Tudem Yayınları’nın yayımladığı bulmacalı oyun dizisini görünce önce zihnimde bu soru belirdi. Dizi üç kitaptan oluşuyor: Beyninizi İflas Ettiren Şaşırtmacalar, Afallatan Akıl Karıştırıcılar, Kafa Karıştıran Bulmacalar. Hepsini ünlü ressam Rolf Heimann

hazırlamış. Beyninizi İflas Ettiren Şaşırtmacalar kitabının girişinde şöyle diyor Heimann: “Bir labirentte çıkışı bulduğun, hileli bir soruya doğru cevabı verdiğin ya da beynini yoran bir problemi çözdüğün zamanki keşfetme ânı, tüm dünyada insanların neden bilmece ve bulmacalardan zevk aldığını açıklamaktadır.” İşte aradığım cevap! SAY, TAHMİN ET, EŞLEŞTİR Evde, odasında eğlence arayan çocuklar, tatil günlerini ya da dinlenmeye ayırdığı zamanı bu zevkli uğraş ile geçirebilirler. Hatta sadece çocukların değil 7’den 70’e herkesin ilgisini çekeceğini söylesem abartmış olmam. Tek başına oynanabilecek en güzel oyunlardan nitelikli örnekler barındıran bu dizideki “bulmacalar, şaşırtmacalar,

akıl karıştırıcılar” hem içerik hem de görsel olarak benzerlerinden hemen ayrılıyor. Orijinal fikirler ve nefis çizimler kullanılmış. Bir tesisatçının kendine hâkim olamayıp taktığı bir dolu musluktan hangisinin su deposuna bağlı olduğunu bulmaya çalışacaksınız mesela. Beş yılan boyunlu ağaçkakandan birinin gagasına düşmüş bir kediyi kurtarmak için doğru ağaçkakanı dürtmeye çalışacak, bir köpeğin bir kulağından girip diğer kulağından çıkmaya çalışacaksınız. Her kitapta farklı türden oyunlar bir arada kullanılmış. Dizinin içeriğini kabaca şöyle gruplamak mümkün: Basitten zora türlü türlü labirent, akılmantık oyunları, matematik, sayma, tahmin, eşleştirme, fark bulma, tamamlama ve sıralama oyunları. Yukarıda 47. U çu Sadec rtma yarış e uçu rtmala ması renk g rıy iy izin ve inenlerin k la aynı atılma riliyor . gerek s en ço Diskalifiye ına cukla e d ilmesi r var mı?


ÖZEL ÖDÜLLER DE VAR Süpermarkete giden yaratıkların, dişlerini fırçalayan timsahların, sihirli aynaların olduğu bu çılgın oyun alanında bize Çilek ve Benek adında bir kediyle köpek eşlik ediyor. İkilinin konuşmalarını dikkatle takip edince, fısıldadıkları ipuçlarından faydalanabiliyorsunuz. Hakikaten içinden çıkılması zor durumlarda işimizi kolaylaştırıyorlar. Hemen her sayfada yanımızdalar; doğrularımıza da yanlışlarımıza da tanıklık ediyorlar. Ama yanlış yapmaktan çekinmeye hiç gerek yok, bulmaca çözmek kolay şey mi, elbette takıldıklarımız olacak. Tam burada, hazır yeri gelmişken, her kitabın arkasında çözümleri bulacağınızı da belirteyim. Ama ben olsam sıkıştığım an arkayı çevirip de işin tadını kaçırmaz, pes etmeden önce birkaç farklı yol daha denerdim. Ne de olsa bulmaca çözmek “baştan sona” bir macera. Doğru cevabı bulmak ise yalnızca maceraya atılma nedeni. Rolf Heimann bulmacalarını üretirken farklı malzemeler kullanmış. Böcekler, arılar, çeşit çeşit hayvanlar, meslekler, mekânlar, dükkânlar ve hatta sinema

6. Spa get

ti kav Spage şağ tti mi, yol mu ı Mayda ? no ağaçla zlar mı, r mı? Aslınd a ne fa rk ede Bu lab r ki? irentte n 10 saniye de geç ebilir misin?

ve müzik! Nota değerlerini verip, ölçülerden hangisinde hata olduğunu bulmamızı isteyebiliyor. Salyangozları yarıştırıyor ya da dikkatsiz balıkçıların ortalığa saçtığı kancaları toplatabiliyor. Bazen de bulmaca sınırlarının dışına taşıp, kuralsız sorular sorarak seçme özgürlüğü tanıyabiliyor. Tahmin yürütmemizi istiyor, hatta bazen de beğendiğimizi seçmemizi. Örneğin sözünü ettiğim uçurtma yarışmasında en uyumlu giyinen çocuğa özel ödül verileceğini, seçimin de tamamen bize ait olduğunu söylüyor. Fakat kitapların genelinde yapmamız gerekenler belli: Öncelikle konsantre olmak, parçalar arasında ilişki kurmak, sorunun mantığını kavramak, matematik bilgisi kullanmak, isabetli tahminler yürütmek, ayrıntılara dikkat etmek ve eşleştirme yapmak. HANGİ ÖRÜMCEK DİŞİ? Bazen küçücük bir ayrıntı yakalayıp oyunu birkaç saniyede bitirebilirsiniz. Bazen de neye dikkat etmeniz gerektiğini çıkaramaz, takılıp kalırsınız. Mesela ben, Beyninizi İflas Ettiren Şaşırtmacalar kitabındaki “Örümceklerin Boynu” oyununda epeyce zorlandım. Oyunda yapmanız gereken şöyle açıklanmış: “Bilim adamları dişi örümceklerin her zaman erkeklerden daha fazla olduğunu biliyor. Sağdaki örümcek erkek midir, dişi mi?” Sağdaki örümceği, sayfadaki vıcır vıcır onlarca örümcekten ayırt etmek çok zor. Diyelim örümcekleri ikiye ayırmayı başardınız, hangisine dişi hangisine erkek diyeceksiniz... Ben arkadaki çözüme bakmadan nasıl bir yöntem izleyeceğimi bulamadım, bakalım siz de takılacak mısınız?..

e 7. Eşleştirm

sı var h, 5 diş fırça sa m ti k cu ço 5 kleriyle iplerinin ren h sa e d si ep ve h lete ! Bir fırça tuva uyumlu. Ahh angisi? ssız timsah h düşmüş! Şan

Beyninizi İflas Ettiren Şaşırtmacalar Afallatan Akıl Karıştırıcılar Kafa Karıştıran Bulmacalar Rolf Heimann Çeviren: İrem Tukel Tudem Yayınları, 64 sayfa

ROLF HEIMANN

ROLF HEIMANN

Çilek ve Benek eşliğinde

ROLF HEIMANN

Çilek ve Benek eşliğinde

2. baskı

saydıklarım labirent örnekleriydi. Eşleştirme oyunları da son derece yaratıcı. Sadece uçurtmalarıyla aynı renk giyinenlerin katılmasına izin verilen bir yarışmada kimlerin diskalifiye edilmesi gerektiğini bulmaya çalışırken çok eğlendim. Belki kolay görünüyor ama rengin yanı sıra desen avcılığı da yapmadan doğru karara varmanın hayli güç olduğunu belirtmeliyim. Renk ve desen demişken, Heimann’ın pek çok detay barındıran güzel resimleri ve kullandığı renkler sayfalarda sıkılmadan kalmanıza yardımcı oluyor. Yaratıcı fikirlerini kâğıda başarıyla aktarmış. Zaman zaman da bir resimden birkaç oyun çıkarmış. Bir labirentin içine, bulmanızı istediği parçalar serpiştirmiş örneğin.

17


dosya

Korsanların adasına düştüğünüzde...

Özgün UÇAR

Mavideniz’deki Basıkhava Adası’nda babasının “çirkin meyve” çiftliğinde yaşayan Egbert için hayat hiç de kolay değildir. Ne var ki 13. doğum gününe yaklaşırken her şey birdenbire değişir. Egbert kendine hem yeni bir isim, hem de yeni bir aile ve dostlar bulur. Heyecan dolu bir macera... Mavideniz’in batısındaki Basıkhava Adası yine sıcak mı sıcak günlerinden birini yaşıyor. Yıllardır patlamamış yanardağ erkenden dumanlarını püskürtmeye başlamış. Korsanlar birkaç küp rom ve kurutulmuş jambon için Basıkhava’da cirit atıyor. Karnını doyurmuş korsanlar için durum farklı; onlar tek gözleri, aksayan ayakları, sakat kalmış kollarıyla yeni bir kavgaya tutuşmuş bile. Zaten korsanlar ve on üçüncü yaşına girmek için gün sayan Egbert’ten başka kim var ki bu ufacık adada. Ah doğru, Egbert’in bağ bahçe sahibi sinirlice babası, ablası Venüs, Egbert’i her fırsatta pataklamaya çalışan ağabeyi Adonis. Bir de, Egbert kardeşlere okuma yazmak öğretmek için adaya gelmiş, onlarca kitabın sahibi bilgin Percy ve korsanlıktan meyve bahçelerinde çalışmaya terfi etmiş işçiler. Ve bir gün kahramanımız Egbert’in, yani nam-ı diğer Egg’in bu sıradan yaşamı, babasının, ‘’Eşyalarınızı hazırlayın. Sabah ilk ışıkta Gündoğumu’na gidiyoruz,’’ diyerek Mavideniz’in o büyük ve kalabalık Gündoğumu Adası’na gideceklerini haber vermesiyle maceralı ve gizemli bir şekilde değişiyor. TARLA KORSANLARI Siz de eğer bu soğuk kış günlerinde tatilinizi sıcak koltuklarınıza yaslanıp, korsanların ve bir define haritasının peşine düşmüş gizemli insanların maceralarıyla geçirmek isterseniz, sessiz ve ufak adımlarınızla buradan buyrun. Korkusuz olduğu kadar zeki, bir o kadar kendinden emin, Gündoğumu Adası’nda tanıştığı Millicent’in biricik sevgilisi, çöreklerin ve güzel yemeklerin tutkunu Egg, sizi tehlikeli ve heyecanlı bir maceranın içinde babasının define haritasını korumaya çağırıyor. “Gizemli Günlükler” serisinin ilk kitabı olan Ateş Kral’ın Hazinesi’nin ilk

18

sayfalarında her şey çok sakin ilerliyor. Egg, on üçüncü yaşını bu yıl ilk kez, normalde sadece yaz tatilinde gidebildiği Gündoğumu Adası’nda geçirebileceği, lezzetli çörekler ile sahilde yeni arkadaşlarla güzel vakit geçirebileceği için mutluluktan havalarda. Ta ki babası, işadamı Bay Roger Pembroke ile tanışıp, Pambroke babasının bir define haritasına sahip olduğunu öğrenene kadar. Bay Pambroke Egg’in babasını ve kardeşlerini bir balonla kayıplara karıştırıyor, define haritasının yerini tek tahmin edebilecek kişi olan Egg’i de defineyi bulmada kendine yardım etmesi için esir alıyor. Ateş Kral’ın Hazinesi kimilerine göre yerlilere ait eski bir inanış, kimine göre ise mücevherlerle dolu gerçek bir hazine. Ama şu bir gerçek ki palavracı Bay Pambroke dâhil, tarla korsanları, deniz korsanları, yani herkes, Ateş Kral’ın Hazinesi’nin kokusunu aldığından beri bu işin peşinde.

seyahat etmek zorunda kalacaksınız. Eh, hayatınıza dair kendi kararlarınızı vermek hiç de hafifi bir iş değil ne de olsa! Egg’in ulaştığı ipuçları ve aldığı kokular oldukça hayati, onu iyi takip edin: “Oraya doğru yürümeye başladım ve Millicent’le İşkembe de beni takip ettiler. Oraya yaklaşırken bir delik gördük, granit yüzeyin ortasında yarım metrelik bir çatlak vardı. Güneş çatlağa doğru belli bir açıyla vurarak içerideki mağaranın girişini gözler önüne seriyordu.’’ Bu macerada mağara deliklerinden içeri girmek de var, ada askerlerinden kendinizi korumak da, tek kollu çatlak bir miçoyla baş etmek de... Issız bir adaya düştüğünüzde yanınıza ne almanız gerekir, sorusunu sık sık duymuşsunuzdur. Eğer bu korsanlara yem olmadan zaferle bitirebilirseniz, sizin de cevabını bildiğiniz, başkalarının ise bilmediği bir sorunuz var demektir: Korsanların adasına düştüğünüzde yanınıza ne alırsınız? Bu arada arkadaşlarınıza adada öğrendiğiniz Kartaca dilini öğretmeye başlasanız iyi olur. Önce “Perfa nida ma krol,’’ cümlesinin anlamını öğretmekle başlamalısınız, adada buna çok ihtiyaçları olacak. Ateş Kral’ın Hazinesi Geoff Rodkey Çevirmen: Can Uzer Epsilon Yayınevi, 296 sayfa

PERFA NİDA MA KROL Tatilinizi televizyon başında geçirmek yerine, Egg ve dostları İşkembe ile Millicent’in yanında yer almayı tercih ederek, bu riskli maceraya atılmakta bir an bile tereddüt etmediniz. Peşinde kana susamış korsanlarla zavallı Egg’in başına gelen envai çeşit rezilliğe siz de tanık olacak, mesela domuz dışkısıyla dolu bir gemi ambarında boğazınıza kadar dışkıya batmış halde

İyi Kitap • Dosya • Sayı 48 • Şubat 2013


dosya Yalnızlarla birlikte insan asla yalnız olmaz!

Nazan ÖZCAN

Fransız yazar Colas Gutman, Süper Kahramanlar Yüksekten Korkmaz ve Rose adlı kitaplarında sıradışılık ve sıradanlık arasındaki o ince çizgiye işaret ediyor. Maurice sıradışı olmak için uğraşırken, konuşma bozukluğundan mustarip Rose sıradan olmak için ölüyor. Küçümen yeğenimin, ki şimdi kendisi kazık kadar bir adam, vakti zamanında, daha ilkokul birinci sınıftayken yani sömestr tatili başladığı gün o küçümen ağzından hiç beklemediğimiz bir cümle döküldü: “Çok şükürler olsun, tatil başladı, ömrüm tükenmişti derslerden!” Tükenen ömür de topu topu yedi yıldı! Çok gülmüştük ama gene de tükenen ömrünü tatilde nasıl uzatacağı hakkında plan yapıp yapmadığını sormadan edemedik. “Biraz arkadaşlarımla oynarım, biraz da kitap okurum!” demişti. “Kitaplar çok eğlenceli, benim yapamadığım şeyleri yapıyor oradaki çocuklar,” deyince neyi kastettiğini çok iyi anlamıştık. Şehir çocuğunun bloklar arasında sıkışan hayatı, ancak ve ancak kitaplar sayesinde biraz daha eğlenceli oluyordu. SÜPERACKERMAN MOMO Hazır tatil başlamak üzereyken, hazır hayal dünyalarının kapıları açılacakken, biz de çocuklara ve elbette büyüklere, yazar Colas Gutman’ın çocuk kahramanlarını salık verelim. Çünkü bu çocuklar, hem her çocuk gibi şahane hem de her çocuk gibi özeller. Mesela Momo. Ya da uzun adıyla Maurice Ackerman. Ama o kendine çok daha güzel bir isim bulmuş mu, bulmuş! “Süperackerman”. “Bu benim süperkahraman adım, Süpermomo biraz banal kaçıyor da.” Haksız değil. Süperman, Spiderman, Batman yanında, Süpermomo olmazdı tabii. Üstelik bizim Süperackerman, çok küçükken başlıyor bu işe. Tam üç yaşındayken, asansör bozuk olduğu için “üç basamağı birden atla-

yabilince” süper kahraman olduğunu heyecanlanmak ona iyi gelmiyor, çünanlayıveriyor! Ve büyüdükçe de bütün kü heyecanlanınca Rose’un içi fokurgüçlerini insanların hizmetine sun- duyor, içi fokurdayınca da Rose bütün maya karar veriyor. “Bir binanın tepe- kelimeleri yanlış söyleyiveriyor: “Günsinden atlamanın ya da bir düşmanın parlak, okulda gıcır gıcırım ve öndeki kafasını yere bastırmanın öğretildiği adım Rose!” Ee, böyle olunca okuldabir dersin olmaması,” Momo’nun işini ki “sokak lambaları”, yani öğrenciler zorlaştırıyor. Çünkü süper kahraman “tekabii” ki hemen Rose’un “canını olmanın inceliklerini hep kendi başına sıkıştırıyor”lar. Konuşmasıyla alay ediliyor, ayrıca kafasına büyük “sokak öğrenmek zorunda kalıyor. Eh, biraz eline yüzüne de bulaştırı- lambaları”ndan bir taş yiyor. Bunun yor tabii, bu arada üstüne öğretmeni üzerine “yumurtalı ıspanak kafa”ları Momo’yu ailesine bir mektupla şikâyet “ezbize” yapmaya karar veriyor. Ama ediyor, sınıf arkadaşları onu acayip tek başına değil. “Nelbette” kendi gibi buluyor, yetmezmiş gibi “korkunç bir çocukları da yanına alarak yalnızlar çete”yle baş etmesi gerekiyor. Kom- çetesini kuruyor. Çünkü “yalnızlarla şusu yaşlı Bayan Poterman’ı defalarca birlikte insan asla yalnız olmaz.” Tamam, yalnızlar çetesi “övüş”te pek baölümden kurtarıyor süper kahramanışarılı olamıyor belki, ama bizim Rose mız ama çeteyle baş etmesi kolay olkendisine yardım eden 8. sınıftan bir muyor. Neyse ki, süper kahramanların oğlana “kaşık” oluyor! “Avallı Roseburnu kırılmaz diye bir kural yok! Ah cuk!” Merak etmeyin, başının çaresine ah, bir de tabii süper kahramanlar âşık bakacak kadar “gudebet” o. Bir de güolmaz diye bir kural da yok: “Ona bak- zel hayal kuruyor: “Eğer periler gerçek tığım zaman sanki Bayan Polenta olup olsaydı, karabiber tanelerinden çıkıp çıkıyorum: Bacaklarımda derman kal- bana şöyle derlerdi: ‘Rose, bir dilek mıyor, nefesim tıkanıyor, sırtım kambur tut’. O zaman ben de derdim ki: ‘Noroluyor, omuzlarım çöküyor. Evet, Juliet- mal konuşmak istiyorum.’ Ve annemin te Baccara’ya baktığım zaman tonton benimle avanakmışım gibi konuşmayı bir nineye dönüyorum...” Colas Gut- bıraktığı gün, dünyanın en mutlu çocuman, Süper Kahramanlar Yüksekten ğu olurdum.” Sizce olabilecek mi? Ee, Korkmaz’da süper sıradan bir çocuğun sömestr uzun, okuyup öğreneceksiniz! süper harika hayal dünyasında bize sü- Sıradan gibi gözükenin aslında sıraper eğlenceli vakit geçirtiyor. dan olmadığını da… Yazarın diğer kitabına Rose Süper Kahramanlar adını veren Rose ise başColas Gutman Yüksekten Korkmaz ka bir süper kahraman. Çeviren: Tuvana Gülcan, Colas Gutman Daha doğrusu “anti süper Çeviren: Tuvana Gülcan kahraman”. Çünkü bizim İletişim Yayınları, 76 sayfa İletişim Yayınları, 79 sayfa tatlı Rose’un konuşma bozukluğu var. O yüzden bir okuldan bir okula gönderilip duruyor. Aslında durup baksalar, Rose çok akıllı bir kız. Ama kimsenin o kadar vakti yok. O yüzden yeni bir okula başladığı günde tanışıyoruz Rose’la. Heyecanlı ama

İyi Kitap • Dosya • Sayı 48 • Şubat 2013

19


Ran ve Lusin dosya ile sırların peşinde…

Elif Şahin HAMİDİ

Delal Arya’nın “Pera Günlükleri” serisinin ilk kitabı Körler Ülkesi ve ardından ikinci kitap Sırlar Oteli okurla buluştu. Ran ve Lusin adlı ikizler, sırlarla dolu Pera’da gizem avcılığına devam ediyor…

Delal Arya, çocukluğu gemilerde, sonsuz maviliğin kucağında geçmiş genç bir yazar. “Denizde yaşayan bir çocuk akıntıları ve rüzgârları tanır. Liman şehirlerinde dolaşır, farklı tipte insanlarla ahbap olur. Ufku açılır, sınırları, duvarları, önyargıları olmaz. Zaten geminin kendisi de bir çocuk romanı gibidir,” diyen Arya’nın hayalgücü denizden besleniyor. Üstelik arkeoloji eğitimi almış, gizemlere ve eski uygarlıklara oldukça meraklı bir yazar var karşımızda. Hâl böyle olunca, “Pera Günlükleri” serisinde sırlarla dolu bir serüvenin peşine düşmek, şifrelerle boğuşmak kaçınılmaz oluyor. Körler Ülkesi’nde Ran ve Lusin’in Venedik’te başlayan macerası, Sırlar Oteli’nde Pera Palas’ın sırlarla kuşatılmış odalarında devam ediyor. Delal Arya ile büyük küçük herkesin ilgisini çekecek bu heyecanlı seriyi konuştuk… “Pera Günlükleri” serisi, Körler Ülkesi ile başladı ve bu sizin ilk kitabınızdı. Seri, Sırlar Oteli ile devam ediyor; ayrıca üçüncü kitabı da yazdınız. Bu serinin varoluş hikâyesini dinleyebilir miyiz? Fırtınalı bir gecede yazarın zihninde beliren o küçücük hayal ve sonrasını anlatır mısınız? Kitabı tasarlamaya Eskişehir’de bir arkeolojik kazı evinde başladım. Yazdı ama çok yağmur yağıyordu. O kadar

20

çok ki, kazı yapılamıyor ve öğrenciler laboratuvarda çalışıyorlardı. Yattığım ranzanın yanındaki pencere kırıktı, su ve rüzgâr hep içeri giriyordu. Gece pencereden kazı alanının olduğu bozkıra yağan yağmuru ve uzakta bir yerlere düşen yıldırımları izleyerek hayal kuruyordum. El ele tutuşmuş iki çocuk geldi gözümün önüne. Ne geçmişleri vardı ne de gelecekleri. Onları korkutan bir fırtınanın içinde birbirlerine destek olmaya çalışıyorlardı. Ve bunu da birbirlerine hikâye anlatarak yapıyorlardı. Tıpkı Ran’ın trenden indikleri o gece, Lusin’in korkularını gidermek için Galata hakkında anlattığı hikâyeler gibi. Korkan ama cesur olmaya çalışan küçük çocuklardı. Gerçek kahramanlar böyle olmalı diye düşündüm. Karanlıktan korunmak için her zaman yanlarında anlatacakları bir iki iyi hikâyeleri olmalı. Oldukça ilginç bir yaşam öykünüz var. Gemilerde, okyanusun ortasında geçmiş bir çocukluk… Ki bu çocuğun bir maymunu, bir de papağanı var; âdeta bir roman kahramanı kendisi. Bu seride kahramanlardan biri, denizi çok özleyen eski bir kaptan. Bir de Cook Cahit var, gemide aşçıymış bir vakitler. Denize/denizciliğe dair pek çok terim, deyim, sözcük var kitaplarınızda. Nasıl beslendiniz denizden; çocukluk yıllarınızın, denizdeki günlerinizin bu serinin ortaya çıkmasındaki rolü üzerine konuşabilir miyiz? Gemi bir çocuğun yetişebileceği en uygun yer. Bence dünya okulda değil, en iyi gemide öğrenilir; çünkü gemi hep hareket eder, bir rota çizilmesi gerekir, o rotayı çizerken yıldızlara bakılır, haritalar okunur, mevkiler belirlenir. Denizde yaşayan bir çocuk akıntıları ve rüzgârları tanır. Liman şehirlerinde dolaşır, farklı tipte insanlarla ahbap olur. Ufku açılır, sınırları,

duvarları, önyargıları olmaz. Zaten geminin kendisi de bir çocuk romanı gibidir. Denizcilerin hiçbiri bilindik tipler değillerdir. İnsan onlarla aynı masada oturduğunda bir dolu hikâye dinler. Bütün denizcilerin lakabı vardır. Cook Cahit de gerçekten yaşayan biri, kabına sığmaz bir şair, Nijerya’daki bütün kabilelerin dillerini öğrenmiş, hatta yabancı diplomatlara yemek pişirmiş harika bir aşçı. Bütün bunlar ve daha birkaç şey yüzünden deniz benim hayalgücümün kaynağı. Gizemlere ve eski uygarlıklara olan ilginiz, ayrıca arkeoloji eğitimi almış olmanız bu sırlarla dolu serüvenin, bulmacanın doğuşuna, renklenmesine büyük katkı sağlamış hiç kuşkusuz… Unutulmuş diller, bir papirüs, bir mumya, medusalar, üç başlı yılan fosili vs… Kendimi bildim bileli arkeolog olmak istedim. Hatta kazacağım höyüklerin listesini çıkardığımı bile hatırlıyorum. Höyüklerin yakınlarında dolaşıp yüzeyde kalmış çanak çömlek parçalarını, fosilleri, tuhaf şekilli taşları toplardım. Kayıp ve unutulmuş şeylere karşı her zaman merak duydum. Asıl hikâyeler orada çünkü, tozun toprağın altında. Onlara ulaşmak için de merak etmek lazım. Kitaplarımın özünde de bu merak duygusu ağır basıyor. Kitapların ilginç bir yanı var; hiç yerel değiller. Yani yazarıyla ilgili bilgi sahibi olmadan okusam Türkçe edebiyata dâhil edemezdim; Avrupalı ya da Amerikalı bir yazar tarafından kaleme alındığını düşünürdüm. Çevirmenliğinizin önemli rolü var sanırım bunda? Ayrıca Doğu’dan/ Doğu’nun eserlerinden de beslendiğinizi görüyoruz. İkinci kitap Sırlar Oteli’nde, Rudabe ve Stare gibi Farsça isimler taşıyan kahramanlarınız var örneğin. Ve Rudabe, Firdevsi’nin Şehname’sinde Zal’ın karısının ismi…

İyi Kitap • Dosya • Sayı 48 • Şubat 2013


Haklısınız, çevirmenliğin mutlaka etkisi var. Bir de ben Batı kültürüyle eğitildim, İtalyan Lisesi’nde okudum. Mefkûremin oluşmasında İtalyan kültürünün etkisi büyük. Ama ben Doğu’nun içindeyim; arkeolojisiyle, mitolojisiyle, edebiyatıyla… Bu yüzden çocukların isimleri Ermenice, soyadları Arapça bir yıldız adı... Bu yüzden Kaptan Barnekas, soyu Fenike’ye dayanan Lübnanlı bir denizci. Firdevsi konusunu açtığınız ve benimle ortaklaştığınız için de mutlu oldum. Bence bir elinde İlyada’yı tutan bir insan öteki elinde Şehname’yi tutmalı. Şehname dünyanın ilk ve en büyük edebi eserlerinden biri. Seri 10 yaş ve üzerine hitap ediyor arka kapakta da belirtildiği üzere. Ama bence yetişkinler de keyifle ve heyecanla okuyabilir. Sizin de bir söyleşide vurgu yaptığınız üzere, “Bir kitap 50 yaşında okunmayı hak etmiyorsa, 10 yaşında okumayı da hak etmiyordur,” diyor Clive Staples Lewis. 50 yaşında da okunabilecek çocuk kitapları yazmanın yolu nereden geçiyor sizce? Hâlâ çocuk kitapları okuduğum için bunu ben de çok düşündüm; çözülmesi zor bir gizem. Bu gibi sorular karşısında söylenen “içimdeki çocuk” lafları da biraz sakil duruyor. Hepimiz arada sırada gerçeklerden kaçmak istiyoruz −her ne kadar bu da kulağa çok sakil gelse de− durum bu. Çocuk romanlarındaki sıkı dostluklar, sözünü sakınmadan konuşan kahramanlar, keşfedilmeyi bekleyen sırlar biz yetişkinlere nostaljik geliyor. Bu soruyu sorduğum yaşlı bir adam bana, “Sadece fantazya değil, merak uyandırıcı bilgilerle süslenmiş fantazik kitaplar bunlar,” demişti. Herhalde bunun da etkisi var.

İkinci kitap olan Sırlar Oteli’nde Ran ve Lusin adlı ikizler İstanbul’da, Pera Palas’ın çokça gizemli ve sırlarla dolu odalarında maceraya devam ediyor, ipuçlarının peşinden giderek şifreleri çözmeye çalışıyorlar. Agatha Christie, GretoGarbo, Mata Hari, Ernest Hemingway gibi pek çok ünlü konuğu ağırlayan bu otel, fantastik bir hikâye için oldukça uygun bir mekân olmuş. Çok farklı, esrarengiz, sırlarla kuşatılmış bir İstanbul ve Pera Palas var karşımızda. Mekân seçiminiz üzerine konuşabilir miyiz? Göz görmek içindir, ama sadece bir görme organı değildir. Göz, insanın ruhuyla sürekli alışveriş içindedir. Gördüğünü ruhuna yollar ve ruhu onu nasıl görmesi gerektiğini söyleyerek ona cevap verir. Onun için ki “Herkes aynı şekilde görmez,” diye bir laf vardır, çünkü herkesin ruhu aynı değil. Ben Pera Palas’ı dolaştım ama kendi gözümle. “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim açık”… Pera Palas da yaralanmamış İstanbul’dan kalan en çarpıcı bir kaç abideden biri. Bir çocuk romanına şöhretli ve keza gizemli müşterileriyle sarmaş dolaş olan bir otelden daha iyi mekân olacak başka bir yer düşünemiyorum.

ba konu, mekân, fon olan bu Uyuyan Güzel sizin için ne ifade ediyor, yazınınız nasıl besleniyor bu şehirden? Kafamın içindeki İstanbul koyu bir sis tabakasıyla örtülü. Fakat arada sırada sis aralanıyor ve karşınıza unutulmuş bir yer veya eski bir zamandan kopup gelmiş gibi görünen bir insan çıkıyor. Sanki eski bir DNA aniden canlanıveriyor gibi. Asıl İstanbul onlar. Haydarpaşa, Pera Palas, Beyoğlu’nda küçük bir yokuşta takı atölyesi olan yaşlı bir adam. Beni bugünkü İstanbul’un gökdelenleri, modern otelleri, Cadde Bağdatları, Ataşehirleri ve yeni oluşumları hiç ilgilendirmiyor. Ben bunlardan öte olan eski İstanbul’la ve keza Osmanlı’dan, hatta Roma’dan önceki İstanbul’la ilgileniyorum. Bu şehrin kaderi çok önceden yazılmış gibi geliyor. Kitapta da bu kaderin ne olabileceği sorusunun izini sürüyorum. Üçüncü kitap ne zaman çıkacak ve seri üç kitaptan mı oluşuyor? Yoksa devamı gelecek mi? Okurları nasıl bir macera bekliyor son kitapta, biraz bahseder misiniz? Seri şu anda altıncı kitapta bitecekmiş gibi görünüyor. Ama kahramanlarla birlikte ben de yeni ipuçları keşfediyorum ve onları takip etmek istiyorum. İşte o zaman seriye yeni bir kitap daha eklemek gerekebiliyor. Üçüncü kitap 2013’ün sonlarına doğru çıkacak. Bu arada ben de öteki kitaplara yoğunlaşabilirim. Yeni kitap bir gemide geçecek. Haritalara bakıp rotalar çiziyorum. Geminin resimlerini çizerek denizde geçen bir hikâye tasarlamanın, açık havada dolaşmak gibi insanı tazeleyen bir tarafı var.

Pera Günlükleri Pera Günlükleri Sırlar Oteli’nde, Körler Ülkesi Sırlar Oteli Lusin “… aslında saDelal Arya Delal Arya hici İstanbul’u kimResimleyen: Sedat Girgin Resimleyen: Sedat Girgin se görmüyor. Hani Uyuyan Güzel derin Can Çocuk Yayınları, 160 sayfa Can Çocuk Yayınları, 192 sayfa bir uykuya dalmış ya. İşte bu şehir de öyle. Birinin gelip kendisini uyandırmasını bekliyor,” diyor İstanbul için. Maceranın devamı da yine İstanbul’da geçecek. Bu kez Haydarpaşa’ya da uzanıyoruz. Pek çok kita-

İyi Kitap • Dosya • Sayı 48 • Şubat 2013

21


dosya

Lezzetli yemekler aşkına!

Ecem Nida DİNÇTÜRK

Siz enginar sever misiniz? Defnenin tarihteki önemini bilir misiniz? Peki, hiç çikolatadan sucuk yediniz mi? Yapı Kredi Yayınları, henüz tanışmadığınız ya da küskün olduğunuz yemeklerle aranızı yapmak için eğlenceli bir elçi yolluyor size. Hadi, soğumadan yetişin. Bir yemek âşığının halinden ancak başka bir yemek âşığı anlar. Elvan Uysal Bottoni’nin yeni çıkan kitabı Yavru Gurmeye Masallar, bu önermenin iyi bir kanıtı. Çünkü kitabı okuduğunuzda Bottoni’yi İtalyan mutfağının inceliklerine varabilmek için işinden ayırıp yollara düşüren duyguyla tanışıyor, samimi oluyorsunuz. Aynı duygu, kısa bir süre sonra kitaptaki yemek masallarını okurken sizi coşkulandırıp, anlatılan tarifleri bir an evvel denemek için sabırsızlandıran şeye dönüşüyor. MASALLARLA YAPILAN YEMEKLER Yavru Gurmeye Masallar hem bir yemek kitabı hem de öykü. Hem de aslında hiçbirisi. Bottoni, çocuklara yemek dünyasının zenginliğini ve barındırdığı kendine has kültürleri anlatmak istemiş. Malum, gurmelik bir bilinç, bir “bilirkişi” olma hali. Ağacı yaşken eğmekte her zaman fayda var. Fakat basit bir yemek kitabının hiçbir çocuk için cazibeli bir yanı olmayacağını da gözden kaçırmamış ve zekice bir çözümle yemeği masallarla buluşturmuş. Buradaki detay çok manidar ve keyifli: Yazar, kendi amacını kardeşine yemek yemeyi sevdirmeye çalışan bir ablanın çabasıyla özdeştirmiş. Esasında ikisi de aynı amacın peşinde: bir çocuğa yemek yemeyi sevdirmekten daha ziyade, yemek yemenin yaşamsal bir ihtiyaçtan fazlası olduğunu kanıksatabilmek.

Öykü’nün anne ile babası iyi birer gurme. Üstelik çocuklarını da bu kültürle yetiştirmeye çalışan bir çift. Fakat Öykü üzerinde ne kadar başarılılarsa ufak Kerem üzerinde bir o kadar etkisizler. Çünkü Kerem, gurme olmak bir yana, yemek konusunda oldukça önyargılı. Kendini birçok lezzetli ve faydalı yemekten mahrum bırakıyor. Öykü, Kerem’in yeme alışkanlığını nasıl değiştirip daha sağlıklı hale getirebileceğini düşünürken, kardeşinin yemediği her sebze için bir masal yazmayı akıl ediyor. Sonra kostümlerini giyiyor ve başlıyor o sebzenin dilinden derdini anlatmaya. Bir bakmışsınız enginar olmuş, “ah kalbim” diyor; bir bakmışsınız balkabağına dönüşmüş, Külkedisi’nin bahtsızlığından dert yanıyor. Zaman zaman efsaneleri çürütmekten de geri kalmıyor: Sarımsağın faydalarını bir vampirin dilinden anlattığında, bizi aslında “doğru” diye kanıksadığımız birçok bilginin yanlış olduğu ile yüzleştiriyor. TATİL YEMEKLERİ Masallar kurgu açısından ne kadar fantastik ise içerik açısından o kadar gerçekçi. Kitap, bu anlamda sadece bir yemek-öykü kitabı değil. Aynı zamanda bir coğrafya, matematik ve tarih kitabı. Çünkü yemeğin öyküsü sadece kurgusal değil. Hangi sebze en iyi nerede yetişir, mevsimi nedir, insanlık tarafından ne zaman ve ne şekilde keşfedilmiştir, tarih boyunca kendisine ne anlam atfedilmiştir?.. Tüm bu ayrıntılar yemeğin yolculuğunda önemli birer durak. Zaten gurmelik için bu nedenle “farklı bir bilinç hali” diyebiliyoruz. Yani sadece “iyi yemekleri yemek” değil, ne yediğini bilmek mesele. Yazar da bu detayların hiçbirisini

boş geçmiyor. Kısacık masallar içinde tüm noktalara değiniyor. Bu arada alt metinleriyle de, son zamanlarda iyice gözden çıkarttığımız hayati bir noktaya parmak basıyor: doğal beslenmeye. Öykü ve ailesi, her şeyi yetiştiği şehirden temin ediyor, tazesine özen gösteriyor. Marmelatlarını, salçalarını, hatta bisküvi ve ekmeklerini dahi kendileri yapıyor. Elvan Uysal Bottoni’nin akıcı ve sade diline Emine Bora’nın karakteristik çizimleri eşlik ediyor. Yavru Gurmeye Masallar’ın yavrulara yazıldığına bakmayın siz. Büyük küçük fark etmiyor, kitap bittiğinde, tadına dahi bakmadan “en sevmediğim” ilan ettiğiniz her yemek için suçluluk duyuyor, kaybolan yılları telafi etmek istiyorsunuz. Üstelik anlatılan tarifleri deneyip tatmak için sabırsızlanıyor, soluğu mutfakta alıyorsunuz. Yavru Gurmeye Masallar Elvan Uysal Bottoni Resimleyen: Emine Bora Yapı Kredi Yayınları, 108 sayfa

İyi Kitap • Dosya • Sayı 48 • Şubat 2013


Her zaman, her yerde, herkese Tudem...

“Hem anne babaların hem de çocukların çok sevecekleri bir kitap. Yetişkinler bu kitabı uyku zamanlarında çocuklarına tekrar tekrar mutlulukla okuyacaklardır.” The Guardian

10+


Kapsamlı bir başvuru kaynağı…

Nilay KAYA

Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÇOGEM) tarafından düzenlenen 3. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu kitaplaştırıldı, artık bu alanda araştırma yapanların başvurabileceği kapsamlı bir kaynak daha var. Sempozyumların kitaplaştırılması başlı başına meşakkatli bir iştir ve yapılan her sempozyumun ardından bunun gerçekleştiği söylenemez. Kaldı ki tek bir yazarı, kuramı, konuyu ele alan sempozyumlar bir yana, çocuk ve gençlik edebiyatı gibi ele alınacak çok sayıda meselesi olan, bu meseleleri sadece bildiriler üzerinden tartışmakla kalmayıp atölye çalışmalarıyla da destekleyen, kısa sürede oldukça yoğun bir malzeme çıkaran, alan için son derece bereketli bir sempozyumdan bahsediyoruz. 1327 sayfalık bir kitaba dönüşen bu sempozyuma yansıyanlar, yaratıcı drama, resim, karikatür atölye çalışmaları, canlı gösteriler, yazarlarla gerçekleştirilen imza günleri ve söyleşi dışında kalanlar sadece: çok sayıda akademisyen, yazar ve çizer tarafından sunulan bildiriler ile atölye çalışmalarının kitaplaştırılmaya müsait olanları. Çocuk ve gençlik edebiyatının geçmişteki ve şimdiki durumunu tüm özellikleriyle saptamayı, mevcut sorunlara farklı görüşlerden destek alarak çözümler getirmeyi hedefleyen bu sempozyumu “kapalı devre” bir etkinlik olarak bırakmayıp temel bir başvuru kaynağına dönüştüren Prof. Dr. Sedat Sever önderliğindeki ÇOGEM’in emeği karşısında saygıyla eğilmek gerekiyor. İlk olarak bu değerli sempozyumun mimarı olan ÇOGEM’i daha ayrıntılı tanıtmakta fayda var. 2009 yılında

Ankara Üniversitesi’nde kurulan ÇOGEM, çocuk ve gençlik edebiyatı alanında bir üniversite bünyesinde kurulan ilk merkez olma özelliğini taşıyor. Ancak resmi bir oluşum haline gelmeden önce de bu alanda hatırı sayılır çalışmalar gerçekleştirmiş. Türkiye’nin bir üniversitede kurulan ilk çocuk kütüphanesi (Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Çocuk Kütüphanesi), 1. ve 2. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumlarının yanı sıra alanın yetkin yazarlarıyla çocukları buluşturan söyleşiler ve okuma kültürünün kazandırılması amacıyla öğretmenlerle buluşmalar bu çalışmalara örnek. ÇOGEM gerek yurt içinde gerekse yurtdışında çocuklara ve gençlere okuma kültürünü kazandırmak amacıyla bilimsel çalışmalar ve araştırmalar yapmaya devam ediyor. ONUR KONUĞU MUZAFFER İZGÜ Onur sanatçısı olarak Muzaffer İzgü’nün seçildiği, açılış bildirilerini Prof. Talât Sait Halman ve Prof. Dr. Orhan Öztürk’ün sunduğu 3. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumunda hangi konular ele alınmış, gelin daha yakından bakalım. Sempozyumun mimarı olan Prof. Dr. Sedat Sever’in açılış konuşmasının sonunda Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan alıntıladığı dizeler, sempozyumun başlıca meramını ve odaklanma şeklini zarifçe niteliyor: “Ağaçlar esen yeli sever / Esen yel / Ağaçları sever /


Kuş / İkisini birden sever / Çocukların hepsi / Üçünü birden sever.” Çocukluk, okumayı sevmek için en doğru zaman olabilir. ÇOGEM’in genel faaliyetleri ve uzun uğraşlar sonucunda ortaya çıkan bu sempozyum bu sevgiyi kazandırmak yönünde atılan önemli bir adım. Sunulan yüzlerce bildiri, çocuk ve okuma meselesini farklı boyutlarıyla ele almış. Türkçe öğretimi ve çocuk, çocuk edebiyatı ve eğitim, çocuk edebiyatı incelemeleri, çocuk edebiyatı ve yayıncılık, çocuk kitapları ve resim, masal, müzik, okuma kültürü, kitap ve dil gelişimi gibi konular bu bildiri konularının sadece bir kısmını oluşturuyor. Bunların yanı sıra çocuk edebiyatının bugün geldiği noktayı daha sağlıklı bir şekilde saptamak adına alanın tarihine el atan bir oturum gerçekleştirildiği gibi, çeviri ve pedagoji üzerine de bildiriler sunulmuş. Bildirilerin her biri sempozyumda sunuldukları haliyle, akademik yayın ilkelerine uygun şekilde kitapta yer alıyor. EDEBİYAT VE DİĞER SANATLAR Bildirilerin başlıklarına bakıldığında, bu alanda yapılan çalışmaların evrensel bir boyutta ve güncel eğilimleri yakalamaya yönelik olması dikkat çekici olduğu kadar sevindirici. Dr. Mustafa Çetin’in “Yabancı ya da İki Kültürle Büyüyen Türk Çocuklarına ve Gençlere İkinci Dil Olarak Türkçe Öğretiminde E-Kitap Tabanlı Resimli Sözlük Uygulamaları” adlı bildirisi, çift dillilik meselesini eğitimde yeni yöntemler ışığında ele alışıyla ya da Arş. Gör. Pınar Çakır’ın “Christine Nöstlinger ve Sevim Ak’ta Çocuğun Gözünden Yetişkinlerin Dünyasına Eleştirel Bir Bakış” adlı bildirisi karşılaştırmalı üslubuyla bu saptamaya birer örnek. Öte yandan, çocuk edebiyatının yazıdan müteşekkil tek boyutlu bir mesele olmadığını göstermek adına resim, grafik, müzik gibi bu

edebiyata katkı sağlayan diğer unsurlara yer verilmesi oldukça kapsayıcı bir yaklaşım. Öğr. Gör. Dr. Arzu İpek Yükselen ile Arş. Gör. Dr. Saniye Bencik Kangal’ın birlikte sunduğu “Resimli Çocuk Kitaplarının Renk Kavramı Kazanımı Üzerine Etkisinin İncelenmesi” adlı bildiri, edebiyattaki görselliği bilişsel gelişim konusuyla birleştiren dikkat çekici bir çalışma. Öğr. Gör. Ceylan Ünal Akbulut’un “Çocuk Edebiyatında Masal ve Müzik İlişkisi” ismini taşıyan bildirisi ise edebiyatın başka bir sanat dalıyla, müzikle kurduğu etkileşim açısından ilgi çekici bir bildiri. OKUMA KÜLTÜRÜNÜ GELİŞTİRMEK ÇOGEM’in ve sempozyumun başlıca gayesi olan çocuklarda ve gençlerde okuma sevgisini uyandırmak, “Çocuk ve Okuma Kültürü” başlığı altında gerçekleştirilen oturumun odak noktası olmuş. Bu oturumda sunulan bildiriler Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser uygulamalarını inceliyor, erken çocukluk döneminde okuma alışkanlığı kazandırma üzerine gidiyor ve bu hususta Türkçe öğretmenlerinin fikirlerini mercek altına alıyor. Arş. Gör. Ceren Karadeniz’in “Dünyada Çocuk Kütüphaneleri ve Japonya Örneği: Bunko” adlı bildirisi, okuma kültürünün geliştirilmesi için dünyada nasıl uygulamalara gidildiği hakkında aydınlatıcı fikirler sunuyor. Çocuk ve gençlik edebiyatında dilin kullanımı, “Dil Gelişimi” başlığı altında akademisyenlerin bu konudaki farklı görüşlerine yer verilerek tartışılıyor. Gerek okul öncesi kitaplardaki gerekse Yalvaç Ural, Gülten Dayıoğlu gibi yazarların eserlerindeki dil kullanımları çocuğa görelik ve dil gelişimine katkıları bağlamında irdeleniyor. Bildirilerin ardında yer alan atölye çalışmaları, sempozyumda bulunmayanlara kaçırdıkları için hayıflanacakları

ama bu kitap sayesinde erişebilecekleri fikirler sunuyor. Sevim Ak ile Prof. Dr. Aysel Köksal Akyol’un birlikte gerçekleştirdikleri “Çocuk Edebiyatı ve Drama Atölyesi”, Nilay Yılmaz’ın “Yaratıcı Okuma Nedir? Yaratıcı Okuma Sürecinde Neler Yapılabilir?” başlıklı atölye çalışmaları, çocuklarla yapılabilecek çeşitli uygulamalara gösterilebilecek ilham verici örneklerden. SONUÇ OLARAK Çocuk ve gençlik kitaplarının çocuğa görelik ilkesi gözetilerek yaratılmasının, okullardaki edebiyat öğretiminin geleneksel kalıplardan çıkartılarak güncel, evrensel, yaratıcı bir boyut kazandırılmasının, sempozyumun onur sanatçısı Muzaffer İzgü’nün de açılış konuşmasında vurguladığı gibi daha çok çocuk kütüphanesinin açılmasının gerekliliği, yayınevlerine ve konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarına düşen görevler gibi öneriler kitabın “Sonuç Bildirgesi” kısmında yer alıyor. Bu konuda daha fazla bilimsel çalışma yapılması yönünde teşvik edici bir çalışma olan sempozyumun ve kitabın oluşturulmasında emeği geçen herkese gönülden teşekkür etmek gerekiyor. Kütüphanelerinizde genişçe bir yer açmanızda fayda var... 3. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu (Bildiriler ve Atölye Çalışmaları) ÇOGEM / 1327 sayfa


Gençlik edebiyatında sorun odaklı yaklaşım...

Şiirsel TAŞ

Çevirileri ve gençler için kaleme aldığı kitaplarıyla tanıdığımız Suzan Geridönmez, son romanı Hiç Adil Değil’de, lise çağındaki üç gencin hayatına odaklanarak yalnızlık, ötekileştirme, aile içi çatışma ve ölümcül bir hastalıkla pençeleşme gibi pek çok soruna aynı anda el atıyor. Üç yıl önce şöyle yazmıştım: “Çocuk kitaplarında belli bir mesajı çocuğun gözüne sokarak metnin içine yerleştirmek ‘çocuk edebiyatının ayıbı’ ya da ‘çağdışı kalmışlığı’ sayılırken, belki benzer bir konuyu gençlik edebiyatı için de tartışmaya açmak gerekir. Gençlik edebiyatında giderek daha fazla ön plana çıkan ‘sorun odaklı’ kitaplarda, ele alınan sorunu okurun gözüne ‘bak bu senin sorunun, işte bu da çözümün’ üslubuyla çiğ ve çıplak olarak sunmak, diğer bir deyişle ahkâm kesmek köşe bucak kaçılması gereken bir tuzak.”* “Gençlik edebiyatı reel bir kavram mıdır?” sorusunun yanıtını şimdilik es geçip gençlik edebiyatının meşruiyetini kabul ettiğimizi varsayalım. Hemen ardından ikinci soru geliyor: Türkiye’de gençlik edebiyatının varlığından söz edilebilir mi? En iyimser ifadeyle, iyi niyetli çabaların var olduğunu söylemek mümkün. Suzan Geridönmez, sözünü ettiğim iyi niyetli çabalara önemli katkısı olan bir yazar. Üç yıl önceki yazıda şöyle devam etmiştim: “Kolaysa Ağlama adlı gençlik romanının ardından, yine gençler için yazdığı öykülerini Ötesi Yok adlı kitapta toplayan Suzan Geridönmez’in yapıtını bu bağlamda değerlendirecek olursak, öykülerin önemli bir bölümünün sorun odaklı olduğunu, buna karşılık yazarın, öykülerini az önce sözünü ettiğim tuzaktan kurtarmayı başardığını görüyoruz.” TİPSİZ-GERZEK-ŞİŞKO TAKIMI Geridönmez, son romanı Hiç Adil Değil’de, lise çağındaki üç gencin hayatına odaklanarak pek çok soruna (ve bunların olası çözümlerine) aynı anda el atmayı deniyor: Yalnızlık (ve dostluk), ötekileşme (ve ötekileştirilmişler arası dayanışma), aile içi çatışma (ve uzlaşma), ölümcül bir hastalıkla pençeleşme (ve mücadele)... Yeni başladığı okula uyum sağlama ve arkadaş edinme derdine düşen, hayatın ona hiç de adil davranmadığını,

26

fiziksel olarak ailesinin bütün çirkin yönlerini bünyesinde topladığını düşünen Adil, başlangıçta istemeye istemeye de olsa, sınıfından kendi gibi iki “ezik” ile takılmaya başlar: Boğazına hâkim olamayan “dişi sumo güreşçisi” Mina ve beyin tümöründen mustarip Ferhat. Sınıftakilerin Tipsiz-GerzekŞişko takımı olarak yaftaladığı bu üçlünün birlikteliği çok geçmeden sağlam bir dostluğa dönüşür. Adil ile Mina, deneysel bir tedavi için İngiltere’ye gitmek üzere olan Ferhat’ı uğurlamadan önce onun on maddelik “ölmeden önce yapmak istediği şeyler” listesini hayata geçirmek için kolları sıvar. GENÇLİK HÂLLERİ Yazarın, Ötesi Yok adlı kitabındaki öykülerinin tersine, her iki romanında da (Kolaysa Ağlama ve Hiç Adil Değil) kurguda düğümün fazla hızlı çözülmesinden kaynaklanan bir sorun dikkati çekiyor. İki kitap arasındaki paralellikler sadece bununla sınırlı değil. Kolaysa Ağlama’da omurgasındaki sorun nedeniyle ameliyat olması gereken Celile’nin yerini, bu kitapta, beyin tümörü nedeniyle tedavi gören Ferhat alıyor. İlk romanda Celile ile Mert arasındaki duygusal yakınlaşmanın bir benzerini ikinci romanda Ferhat ile Mina arasında görüyoruz. İlk romanda Mert’in abisi, ikinci romandaysa Adil’in ablasının erkek arkadaşı tıp fakültesinde okuyan yan karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Dahası, her iki romanın da finalini hazırlayan ortak bir olay var: Parti! Bir yazarın eserlerinde paralellikler, analojiler, eserleri bir bütün olarak inceleyen okura ilginç açılımlar vaat edebilir; yazarın yaşam felsefesi ve hayata bakışıyla ilgili tüyolar verir, edebiyat okuru bunları keşfetmekten haz alır. Ancak sözünü ettiğim iki romandaki benzerlikler daha çok “Bu tekrarlar neden?” sorusunu akla getiriyor. Oysaki Gerdönmez’in öykülerinde

birbirine benzemezlik, yere sağlam basan gözlemlere dayanan, klişelerden uzak bir kurgu, bir rengin tonları değil de farklı renkler vardı. Hiç Adil Değil birden fazla meseleyi aynı anda ele aldığı için belki de, bir tıkanmışlık hissinin ardından makara gibi çözülüveriyor. Kitabın sonunda sanki sırf bir an için Adil’in elini tutup mizanseni tamamlamak için sahilde beliren genç kız öyküye eklemlenemiyor, kolaj karakter olarak öyküye yapıştırılmış hissi veriyor. Burada bir durup, gençlik dediğimiz dönem “sorunlar dönemi”dir düşüncesinden hareketle, realitesi zaten kanımca tartışmalı olan gençlik edebiyatının içinde bir de “sorun odaklı edebiyat” alt kategorisi oluşturmaya çalışmak ne kadar mantıklı diye kafa yormalıyız sanırım. Üç yıl önce şöyle yazmıştım: “Suzan Geridönmez belli ki, gençlik halleri ve gençliğin dertleri üzerinde düşünüyor, hassasiyet gösteriyor.” Bu saptamanın geçerliliğinden bir şey yitirmediğini düşünüyorum. Beri yandan, yazarken kendimizi adı sanı belli “sorun tema”larına saplanıp kalmaktan ne kadar kurtarabilirsek metnin de sorunlarından o kadar kurtulup, özgürleşeceğine inanıyorum. * Yazıda geçen alıntılar, 13.11.2009 tarihli Radikal Kitap ekindeki yazımdan alınmıştır.

Hiç Adil Değil! Suzan Geridönmez Günışığı Kitaplığı, 176 sayfa

İyi Kitap • Gençlik Kitaplığı • Sayı 48 • Şubat 2013


Çocuklar için “Nar Alfabesi”

Şeref BİLSEL

Çocuklar için yazılan şiir kitaplarına bir yenisi daha eklendi: Nar Alfabesi. Haydar Ergülen’in kaleme aldığı, çocukları meyveler, hayvanlar ve bitkiler eşliğinde harflerle tanıştırmayı hedefleyen kitap Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıktı.

Sahi senden mi doğdum anne Yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken bir insandan mı doğar bir çocuk

Haydar Ergülen, Karşılığını Bulamamış Sorular Günümüz şiirinin önemli imzalarından biri Haydar Ergülen. 1980’lerden bugüne, başta şiir olmak kaydıyla, özellikle deneme türünde de ortaya koyduğu çok sayıda eser var. Ergülen, ’80 kuşağını temsil eden şairler arasında −gerek şiirine taşıdığı yeniliklerle gerekse şiirden kopmadan kaleme aldığı edebiyatın diğer türlerindeki eserleriyle− özgün bir yere sahip. Dar alanda rahatlıkla işleyen bir kalemi var; belli temalar üzerinde yoğunlaşan, bir sözcükten başka bir sözcüğe bazen çağrışımla bazen bilgiyle yürüyen ve fakat varacağı menzille bizi tanıştırmakta gecikmeyen bir şair Ergülen. Baştan beri yazdıklarında çocukları dışarıda bırakmayan, sözcüklerin kabuğunu usulca kaldıran, cevabı bildiği sorular karşısında şaşıran −yukarıya alıntıladığımız şiirde olduğu gibi− naif bir tarafın olduğunu söylemeliyiz. Elimizde, çocuklar için kaleme aldığı, kızı Nar’la birlikte çıktığı yeryüzü yolculuğundan şiirli fotoğraflarla derlenmiş bir kitap var: Nar Alfabesi. Kitap, Serap Deliorman tarafından resimlenmiş. TABİATIN İÇİNDEN Bu şiirli alfabede neler mi var? Ağaçlar, bitkiler, çiçekler, meyveler, kuşlar, balıklar… Kısacası, tabiatın içinden bize seslenen, gülümseyen, dünyayı insanla birlikte güzelleştiren varlıklar. Her harften üç şiir. Sözgelimi “A” harfinden: ayı, armut, ayçiçeği.. Ya da “K” harfinden: kedi, kiraz, kasımpatı. Böylece her harften üç şiirli varlık bize eşlik etmiş

oluyor. Siz şimdi “Ğ” (yumuşak g) harfinden Nar Alfabesi’nde şiir olup olmadığını merak etmişsinizdir! Alfabemizde “ğ” harfiyle başlayan sözcük yok. Aslında kullandığımız alfabeye bu harfi biz ekledik, alfabede olan bazı harfleri (X, W, Q) dışarıda bırakarak! Ergülen “Ğ” harfini yine de boş bırakmamış, içinde “ğ” bulunan hayvanları, meyveleri şiirleştirip alfabemize almış: ağustos böceği, böğürtlen, buğday… “Ö” harfinde de bir sürpriz bekliyor sizleri; yepyeni bir meyve, adı “öz” ve “özlem ağacı”. Ve belki de ilk kez karşılaşacağınız bir hayvan: Ornitorenk, üstelik Avustralya parasının üstünde de resmi var. Daha böyle bir sürü hayvanın, meyvenin ilginç hâlleri var kitapta. HAYVANLAR, BİTKİLER OLMASA Şair, kitapta yer alan bitkileri, meyveleri, hayvanları sadece şiirleştirmemiş, her biriyle ilgili bilgiler de vermiş. Kitap bu yönüyle sadece sezdiren, resimler üzerinde gözümüzü gezdiren bir yapıt değil, aynı zamanda öğretici de. Bize ne(ler) mi öğretiyor? İçinde yaşadığımız dünyada bazen bizim peşinden koştuğumuz, bazen ansızın önümüze çıkan, bazen de bizimle birlikte yaşayan nice güzelliğin huylarını, nitelik ve niceliklerini de öğretiyor. “Ceylan” adlı şiiri okurken ceylan’a ahu, gazel, geyik, antilop ve ceren de dendiğini öğreniyoruz. Ve gözleriyle güzelliğin simgesi olduğunu. Zeytin’in

dünyanın ilk ağacı, bir diğer adının “mucize” olduğunu ve iki bin yıl yaşadığını söyleyen Nar Alfabesi didaktik yönü ağır basan, gösterirken öğreten bir kitap. Siz bu kitaba “Hayat Bilgisi” adı da verebilirsiniz. Çünkü hemen her çocuğun hayatında karşılaşacağı –büyüklerin karşılaşmış olduğu– birçok sözcüğün altında nasıl bir dünyanın uyuduğunu öğretiyor bizlere. Bizim gibi alfabe değiştirmekle meşhur insanların yaşadığı bir ülkede çocuklar için bir Nar Alfabesi olmuş çok mu? Hem isteyen bu alfabeye kendi sevdiği hayvanları, meyveleri de ekleyebilir. Şu yeryüzünde hayvanlar, bitkiler olmadan yalnız yaşadığımızı düşünebiliyor musunuz? Ne kadar tatsız, sevimsiz bir yer olurdu dünya! Dünya olur muydu o vakit? Haydar Ergülen Nar Alfabesi’nde −kızı Nar’la konuşur gibi− sıcak bir sesle, doğaya, hayvanlara ve harflere çocukların diliyle teşekkür ediyor.

Nar Alfabesi Haydar Ergülen Resimleyen: Serap Deliorman Kırmızı Kedi Yayınları, 116 sayfa

27


Anne baba köşesi Birlikte büyümeyi öğrenmeliyiz

Elif ŞAHİN HAMİDİ

Psikolojik Danışman Dilek Kırcaoğlu, 20 yıllık mesleki ve kişisel deneyimlerinden yola çıkarak kaleme aldığı Çocukla Birlikte Büyümek adlı kitabında, çocuğun bir birey olduğu gerçeğini kabul edip, görevimizin ona sadece rehberlik etmek olduğunun altını çiziyor.

Sevgi dolu, huzurlu, mutlu, özgüveni tam çocuklar yetiştirmenin yolu öncelikle bu özelliklere sahip anne babalar olmaktan geçiyor. Sonrası zaten kendiliğinden gelir. Çocuk için en az yemek içmek kadar temel bir gereksinimdir sevgi ve güven. Elbette her ebeveyn bunun farkında. Ama her nedense “istedikleri gibi” bir çocuk yetiştirme uğraşı içerisinde bu iki önemli gereksinimi göz ardı ediyor, belki de hafife alıyorlar. Görüyoruz ki günümüzün “süper anne/süper baba” olma çabasındaki ebeveynleri, “süper çocuk” yetiştirme gayreti içerisinde bir çıkmaza doğru yol alıyor çoğu zaman. Mutsuz, doyumsuz, kendine güveni olmayan, sorumsuz ve sorunlu çocuklar karşısında öylece çaresiz kalıyorlar. Çeşitli roller biçtiğimiz çocuklarımızdan kusursuz olmalarını bekliyor, kendi başaramadığımız ya da gerçekleştiremediğimiz her şeyi onların başarmasını ve gerçekleştirmesini umuyoruz. Oysa en başta çocuğumuzun bir birey olduğu gerçeğini kabul edip, büyüme/var olma yolculuğundaki görevimizin ona sadece rehberlik etmek olduğunu idrak etmemiz gerek. Psikolojik Danışman Dilek Kırcaoğlu, mesleki ve kişisel deneyimlerinden yola

28

çıkarak kaleme aldığı Çocukla Birlikte Büyümek adlı kitabında esas olarak bu noktalara vurgu yapıyor. Peki, “çocukla birlikte büyümek” ne demek? Kırcaoğlu bunu şöyle açıklıyor: “Eğer kendinize ve ona büyümek için yol verirseniz, gerçek büyümenin, birlikte üretmek, farkına varmak, özgürleşmek, gelişmek, öğrenmek ve yaşamaktan keyif almak olduğunu göreceksiniz. Aslında bunu bize öğretecek olan da çocuklarımız.” Çocuklarla büyürken karşılaşacağımız sorunların üstesinden gelebilmenin en önemli püf noktası bu belki de; birlikte büyümeyi öğrenmek… BİRLİKTE ÖZGÜRLEŞMEK “Çocuğunuzla Çıktığınız Hayat Yolculuğunda Başınıza Gelebilecekler ve Yanıtları” altbaşlığını taşıyan kitapta, bu yolculukta yaşanabilecek pek çok sorunla tanışmak ve akla gelebilecek pek çok soruyla ilgili cevaplara ulaşmak mümkün. Ancak çoğu okur/ ebeveyn için kitaptaki bilgiler yeterli gelmeyebilir; daha detaylı, daha derinlikli bilgilere ihtiyaç duyabilirler. Yine de çocukların fiziksel ve ruhsal gelişimleri sırasında karşılaşılabilecek pek çok sorunla ilgili temel bilgileri edinmek açısından anne babalara rehberlik edecektir bu kitap. 20 yıllık deneyim sahibi Kırcaoğlu, kitapta 2 yaş döneminin özellikleri, disiplin ve sınır koyma, agresif çocuk ve indigo çocuk, boşanma ve etkileri, ölüm ve ölümü çocuğa anlatma yöntemleri, uyku düzeni ve uyku eğitimi, yemek yeme ve iştah problemleri, okul öncesi eğitim, okul dönemi, tuvalet eğitimi, cinsel eğitim konularında yol gösterici, temel bilgiler sunuyor. Kitapta ayrıca dikkat eksikliği ve hiperaktivite, sol elini kullanan çocuklara

nasıl davranılması gerektiği, çocukla nasıl kaliteli zaman geçirilebileceği, parmak emme ve tırnak yeme gibi alışkanlıklara nasıl son verilebileceği, bilgisayarın çocuk üzerindeki etkileri, engelli ebeveynlerin çocuklarına bu durumu nasıl anlatmaları gerektiği, doğru sünnet zamanı gibi birçok farklı konuya da değiniliyor. “PROBLEMLİ” ÇOCUK Dilek Kırcaoğlu; “Bana ‘problemli’ olarak tanımlanan bir çocuk getirdiklerinde, keşfedilmesi gereken pek çok yanı olan birini görürüm. Törpülenmesi gereken birini değil. Çoğu çocuk keşfedilemediği için kendini yalnız hissetmekte, farklı davrandığı için dışlanmakta ve sonuçta kendini kapamayı seçmektedir. Çocuklar yetişkin dünyasının kalıplarının ne olduğunu ve ne anlama geldiklerini bilmezler. Farklı olanı dışlamayı yetişkinler bilir. Çocuklar büyüdükçe bunu yetişkinlerden öğrenir. Oysa farklılıklar ne çok şey öğretir bize,” diyor. Ebeveynlerin çocuklarına bir de bu gözle bakmalarında fayda var diye düşünüyorum. Sorun olarak nitelendirdiğiniz davranışların/durumların gerçekte hiç de öyle olmadığını görebilirsiniz böylece. Farklılıkları fark edin, sevin ve onlarla kucaklaşın… Çocukla Birlikte Büyümek Dilek Kırcaoğlu H2O Kitap, 160 sayfa

İyi Kitap • Anne Baba Köşesi • Sayı 48 • Şubat 2013



Çoğul Kütüphane Şimdi suratına bir tane çaksam, sanat diyebilir miyim buna?

Yankı ENKİ

Aile, kurmaca da olsa aile olabilir mi? Peki ya sanat, farklı bireyleri bir arada tutacak, ailenin çekirdeğini oluşturabilecek kadar kuvvetli mi? Amerikalı genç yazar Kevin Wilson, çok konuşulan ilk romanı Fang Ailesi’nde aile ve anne babalık kavramlarıyla sanatı bir arada sorguluyor. Okurken kahkaha atabileceğiniz bir roman bu. Gerçekten komik, ama bir yanıyla da sinir bozucu, rahatsız edici bir resim çiziyor bize. Başlangıcından finaline kadar hem eğlenceli hem de kafa karıştırıcı yapısını koruyan, aile kavramıyla ilgili akla gelebilecek soruları daha önce hiç düşünmediğimiz şekillerde sorduracak bir roman Fang Ailesi.

Amerikalı genç yazar Kevin Wilson, ilk romanı olan Fang Ailesi ile 2011’in listelerde adı en çok görülen yazarlarından biri olmuştu. Kaçınılmaz olarak, Türkçeye çevrilmesi de çok uzun sürmedi. Diğer yandan, eşine benzerine rastlanmayacak, çağdaşlarından çok farklı bir kurgusu ve üslubu olan ve fazlasıyla özgün bir konuya sahip bir kitaptı, bu bağlamda yayıncılık adına biraz cesaret gerektiren bir romandı Fang Ailesi. Kevin Wilson, çizgi roman okuyan, üniversitede yazarlık dersi veren, şair eşiyle yaşayan, evrenselden ziyade yerel bir öykü anlatıcısı izlenimi veren, yani biraz “Amerikalı” diyebileceğimiz bir yazar gibi görünüyor ilk bakışta. Yine de sanat ve aile gibi iki evrensel konuyu merkezine alıyor bu romanında. Henüz yolun başında tabii. Wilson’ın bir önceki kitabı bir öykü derlemesiydi. Sıradaki kitabının bir beklenti yaratıp yaratmadığını sorgularsak, Fang Ailesi’nin ardından nasıl bir esere imza atacağını tahmin etmek imkânsıza yakın, ama hiç de sıradan bir metinle karşılaşmayacağımız konusunda bahse girebiliriz.

30

HAYAT BİR GÖSTERİ Mİ? Konusu itibariyle çok sıradışı, ses getirecek bir bağımsız film çıkabilir bu romandan, gerçi film hakları çoktan satılmış bile. İroni ya da kara mizah demek gerekiyor belki de Fang Ailesi’nin türü için. Genç ve yetişkin okurlara hitap eden bu kitabı bilhassa aileler, anne babalar, en çok da sanatçılar okumalı belki de... Romanda Bay ve Bayan Fang, Annie ile Buster’ın performans sanatçısı olan anne babası. Onlara göre hayat bir performanstan ibaret, her şey âdeta bir “realite şov”. Başka bir deyimle her şey sahte ve yapay. Fang ailesinin hayal gücünün gittiği yere kadar gidebiliyor yaşananlar. Kendi evrenlerinin tanrıları oluyorlar âdeta. Ailecek sanatçı diyebiliriz onlara. Bay ve Bayan Fang’in aklından bir senaryo geçiyor, çocuklar hemen kostüm değiştirip sokakta, alışveriş merkezinde ya da herhangi bir yerde senaryoya uygun rol yapmaya başlıyorlar. Amaçları sadece insanlardan tepki çekmek. Sanat durduğu yerde durmamalıdır; ancak tepki çektiği zaman sanattır, diye düşünüyorlar. Getirileri olduğu gibi, şöyle bir götürüsü var bu durumun: Senaryolarına kendileri de inanıyorlar bazen. Yaşadıkları hislerin, başlarına gelenlerin sahte olduğunu unutup, yeni bir gerçekliğin sınırlarında yaşıyorlar.

Bu tuhaflıkların hepsini tasarlayan Bay ve Bayan Fang kendilerini performans sanatına adamış, hatta kendileri bizzat birer sanat eseri haline gelmek isteyen, yaşamın 24 saatini bir performansa dönüştürmek isteyen bir çift. Peki ya çocuklar? Onlar için başlarına gelenleri doğru anlayıp, kavramak, aslında kurmaca, düzmece bir hayat yaşadıklarını kabullenmek bu kadar kolay mı? Değil elbette. Zaten romanın niteliği burada, çocukların anne babayla olan anlayış mücadelesinde yatıyor. Bir yerden sonra daha da içine çekiliyoruz kitabın. Bir gün geliyor, sanatçı anne baba ortadan kayboluyor ama çocuklar kararsız. Bu da sahte bir gerçeklik, bir oyun mu? Bay ve Bayan Fang bir yerlerde saklanmış, bulunmayı mı bekliyorlar? Bulundukları ânı kameraya alıp, sonra da bunun bir sanat eseri olduğunu iddia edip bir galeride mi sergileyecekler? Yoksa anne babaları öldü mü, kaçırıldı mı? İşte kara mizah burada biraz heyecanla da kavrulmaya başlıyor. Romanın sonunu burada açıklamayacağız elbette, ama tokat gibi sert bir finale hazır olmak gerekiyor. Fang Ailesi Kevin Wilson Çeviren: Emre Ülgen Dal Domingo Yayınevi, 300 sayfa

İyi Kitap • Çoğul Kütüphane • Sayı 48 • Şubat 2013


Kitap içi Hırsızlık mı dediniz?.. 1837 yılında İngiltere’nin mezbelelik diyebileceğimiz Wildpool kasabasında yoksulluk içinde yaşayan Smiff Smith, karnını hırsızlık yaparak doyurmaktadır. Bir gün bu işin de bir akademisi olduğunu öğrenir. Yoksulluğa, eşitsizliğe ve Robin Hood felsefesine dair başarılı bir kara mizah örneği. 1837’yi hatırlamayabilirsiniz. Muhtemelen biraz fazla gençsiniz. Okula gitmeye zorlanmış o üzgün insanlardan biri de olabilirsiniz; bana sorarsanız Darlham Cezaevi’nde beş yıl yatmaktan çok daha kötü bir ceza! Ama okula gidiyorsanız, tarih öğretmeniniz size 1837’nin, eski kraliçenin tahta çıktığı yıl olduğunu söylemiş olabilir. Epey büyük bir tahttı, çünkü kraliçenin koca bir poposu vardı elbette. Aslında kısa boylu ama aynı zamanda iri yarı bir hanımefendiydi. Yıllar geçtikçe daha da irileşti . Bildiğiniz gibi, onu vurmayı deneyen kişiler oldu. Hepsi de ıskaladı. Böylesi iri bir hedefi nasıl ıskaladılar asla anlamayacağım. Bunlar tarih kitaplarının size anlatacağı türden şeylerdir. Ama size anlatacağım hikâye bu kadar bilindik değil. Bunun nedeni, başından sonuna kadar, ülkenin kuzey köşesindeki tuhaf bir kıyı kasabasında geçiyor olması. Orada yaşananlar sansasyoneldi. Sansasyonel! Eğer ülkemizin başkentinde yaşanmış olsaydı o

kimsenin artık bir mezbelesi yok. Mezbele, küllerden ve kimsenin istemediği tüm mide bulandırıcı şeylerden oluşan bir çöp yığınıdır. Tıpkı Wildpool gibi aslında.

ARANIYOR

SOYGUNCU BERT BU

ADAMI

GÖRDÜNÜZ

.

.

.

MÜ?

.

HERHANGi BiR BiLGi .

.

.

.

iÇiN 210 siLiN ÖDÜL

dolu olurdu. Ama öyle olmadı. Biraz fakir, biraz çamurlu, biraz soğuk, rüzgârdan yıkılmış, dalgayla yıkanmış, duman altı, sıçanlardan delik deşik, ekşi kokulu, küçük Wildpool kasabasında yaşandı. Zamanın unuttuğu bir kasabada. Saklı bir mezbelede...

Bu yüzden hikâye unutulmaya yüz tutmuştur. Bu öykünün bölümlerini eski gazete sayfalarında, birkaç solmuş günlükte ve belediye meclisi raporlarında, acayip bir mektupta ve tozlu gazete kupürlerinde bulabilirsiniz. Parçaları birleştirmek ve hikâyenin anlamını kavramak uzun zamanınızı alacağından bunu sizin yerinize ben yaptım. Olayları ve belgeleri birleştirerek ömrümü harcadım, bu yüzden hikâyeyi sizinle paylaşabilirim. Madrabaz Usta’nın Suç Akademisi Terry Deary Resimleyen: John Kelly Çeviri: Berfu Durukan Tudem Yayınları, 184 sayfa

Bu ifadeyi seviyorum, ya siz? Tabii siz gençler mezbelenin ne olduğunu bilmeyebilirsiniz. Çöp kamyonlarının ve sifonlu tuvaletlerin olduğu günümüzde

İyi Kitap • Kitap İçi • Sayı 48 • Şubat 2013

31



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.