Ocak 1 Ocak Perşembe Bitip tükendik. Bütün aile koca bir günü birlikte geçirdiğimiz için olsa gerek, ölülere benziyoruz. En son, kız kardeşim Kim, 2000 yılına girdiğimiz yılbaşında hepimizi Fransa’daki o kır evine yanlışlıkla kilitlediğinden beri hiç bu kadar uzun süre bir arada kalmamıştık. Güzel zamanlardı. Bugünse kız kardeşim kendini banyoya kilitledi ve babam onu oradan çıkarana kadar bize surat yaptı. Her zamanki gibi. Annemse bugün Bayan Çok İyimser’di. 80’lerde İsrail’de bir kibbutz’da gönüllü olarak çalışması ve organik pançolar örmesi hakkında ileri geri konuşup durdu. Hayatının en güzel zamanlarıymış. Babam, bu durumun zorluğuna odaklanmak yerine, yeni yıl için istek listesi yapmamızın daha iyi olacağını mırıldandı. İsteklerimizi dizüstü bilgisayarına yazıyordu. Greenham Lisesi’nin Gezi ve Turizm Kolu başkanlığına getirildiğinden beri her şeyi Excel dosyasına geçirip kanıt olarak saklıyor. Annemin de-
2
diğine göre sistem babamı bir yerlerinden kıskıvrak yakalamış durumda. 2 Ocak Cuma Annemle babam çok derin bir inkârın içinde; bütün günlerini kanepede oturup amipler gibi körü körüne televizyona bakarak geçirdiler. Sırt sırta verip Dumbo, Marry Poppins ve Judy Garland: a Tribute in Song’u izlediler. Kim’i ise, pizza getiren çocuğa kapıyı açmak için gittiğimde sadece 5,2 saniye gördüm. Odasından fırtına gibi çıktı, ölü balık gözleriyle elimdeki pizza kutusunu kaptı ve paldır küldür odasına geri döndü. Annemle babamın bu ölü hallerini, erkek arkadaşı Paul’ü odasına çekinmeden sokmak için çok iyi kullanıyor. Kapıyı açtığında gerçekten çekinmediklerini gördüm. Ben de haberleri seyretmek ve karbon kotası için yapılan geri sayıma şöyle bir bakmak istiyordum. Ama uyuşturucu ve müzikal hastalarının bulunduğu bir evde bu neredeyse mümkün değildi. Bu yüzden ben de gizlice yan komşumuz Kieran’a sıvıştım. İçeri girdiğimde Kieran mutfak lavabosunu söküyordu. Durumu çok da komikti doğrusu. Çünkü Kieran 30’lu yaşlarında, yalnız yaşayan gay bir kuafördü. Bütün geceyi
3
dışarıda geçirdikten sonra kanepeye uzanıp saatlerce ağzının suları akarak müzikal seyretmesi gereken tek kişi varsa o da Kieran’dı. Ama işte tam da bu yüzden onu çok seviyordum. Asla ne yapacağını kestiremezdiniz ve o bütün yetişkinlerin tam tersi şekilde hareket ederdi. Eğer o bu durumla başa çıkmayı beceriyorsa, gün gelince ben de becerebilirim diye hesaplıyordum doğrusu. “Tut şunu,” diye homurdandı ve kafasını tekrar aşağıya sokmadan önce elime lavabonun bir aksamını tutuşturdu. Sonra açtığı yeri elinde bir elbise askısıyla hırsla dürtüklemeye başladı. İşte o an tapa deliğinden korkunç bir uğultuyla vıcık vıcık bir şeyler fışkırdı. Kieran “Aman Tanrım!” diye bir çığlık atıp geriye çekildi, ama et, yağ ve havuç parçaları suratının ortasına fışkırmıştı bile. İğrençti. Kieran hemen kendini duşun altına attı ve saatlerce orada kaldı. Ben de Kanal 4 haberlerini açtım. Televizyon stüdyosuna kocaman bir geri sayım saati konulmuştu. Bu saatin farkı, üzerinde rakamlar yerine karbon sembollerini gösteren devasa bir renk çemberi olmasıydı. Aslına bakılırsa, bir çocuk programı gibi gözüküyordu ama ne yazık ki buz gibi gerçekti. Mahvolmuştuk.
4
Her neyse, bugünkü sembol yiyecek milleriyle ilgiydi. Sunucu ikiye ayrılmış ekranın önünde duruyor ve kolunu ekranın soluna doğru hareket ettiriyordu. İşaret ettiği yerde Güney Afrikalı bir çiftçi elinde olgun bir mango tutuyordu. Diğer tarafta ise Kentli bir çiftçinin elinde buruş buruş bir elma vardı. Yani, 12 bin hava mili uzaktaki mango, eski ve pis bir kamyonetle 40 dakikada getirilen bir elmayla karşı karşıyaydı. Karbon hesaplamalarının hiçbir akıllıca yanı yoktu ama hayat kesinlikle daha az çekici hale geliyordu. Bu yüzde 60’lık düşüş en önemli şeydi. 2030 gibi bu rakama ulaşmamız öngörülmüştü, ama Büyük Fırtına’dan sonra her şey değişmiş ve daha ivedi bir hal almıştı. Tamam, öyle olmasına öyleydi ama neden önce Britanya bunu yapıyordu? O fırtınada en fazla bizim zarar gördüğümüzü biliyordum, korkunç kâbus zamanlardı. Evler kelimenin tam anlamıyla yerlerinden sökülmüş, binlerce insan bütün bir kış evsiz kalmıştı ve hiçbir yerde petrol yoktu. Sanıyorum işte o zamandan sonra insanlara gerçekten bir şeyler oldu. Herkes bir anda “bu kadarı yeter, durun” demeye başladı. Avrupa da bizi takip edecek. Yani en sonunda onlar da bunu yapacak. Ama şimdi kendilerinden başka birileri başladı diye çok mutlular. Yani bizi aptal kobay ucubeler olarak görülüyorlar ve arkalarına yaslanıp bizi seyrediyorlar.
5
23.00. Şimdi yataktayım. Alllaaahımmm. Kieran temizlenirken gerçekten de aşırı karbon salmıştı. “Tertemiz oldum,” diye hâlâ söyleniyordu. “Bu dünya avcı-toplayıcı, maço lavabo işçilerinin dünyası şimdi. Peki benim gibi minik, narin bir kuaför çocuk ne olacak?” Kieran, haftada altı defa filan spor salonuna gidiyordu, ben de bu yüzden ona müthiş göğüs kasları olduğunu söyledim, ki bu genelde onu mutlu etmeye yeterdi. “Tabii, tabii. Versace, Laurent Perrier, İbiza’da hafta sonu tatilleri ve kulüpler olmadan ne işe yarar ki bunlar? Bir erkek kuaför, bir hayat tarzı olmadan asla ciddiye alınmaz!” “Sanki o bahsettiğin şeylerin birini bile yapabileceksin de!” diye homurdandım. “Sürekli sahneyi başkalarının çaldığından şikâyet edip durursun.” “Biliyorum, biliyorum. Ama onlar da benim seçim hakkımı elimden alıyorlar!” Yüzüne baktım, hiç de komiklik ediyor gibi bir hali yoktu, ağzı küçük bir çocuğun ağzı gibi büzülmüştü. Eve geldiğimde annemle babam televizyonun karşısında uyuyakalmıştı, evdeki bütün ışıklar ışıl ışıl yanıyordu ve Kim de müzik setiyle banyodaydı,
6
ama odasındaki HD televizyon da açıktı. Karbon limitleri düşürülünce bu aileye ne olacak, gerçekten bilmiyorum. 3 Ocak Cumartesi Babam bu gece bilgisayarın başına oturdu ve hepimizi karbon kotalarımızın ne alemde olduğunu incelemek için iğrenç bir resmi internet sitesinin başına topladı. Çok fenaydı. Esasında gezi, ısınma ve yiyecek için aylık kullanım olarak 200 karbon puanımız vardı. Giyecek, teknolojik harcamalar ve kitap gibi diğer ihtiyaçlar için de parayla karbon puanı satın alabiliyorduk. Yani şöyle anlatayım, eğer bir bilgisayar alacaksanız ve o bilgisayar Çin’den gönderilecekse ve gönderilirken fosil yakıtlar kullanılacaksa, bütün bunların yapılması için gereken enerjinin karşılığı olarak çuvalla para ödemeniz gerekiyordu. İlk başta, serbest pazar ekonomisi uygulamaya başlamışlardı, yani eğer zenginsen peşin olarak karbon alıyordun ve nasıl istersen öyle kullanıyordun. Ama geçen yıl eylül ayındaki protestolardan sonra hükümet bu sistemi geri çekti ve kuralları değiştirdi. Artık aylık olarak en fazla 50 karbon puanı ek kullanım hakkı veriliyor.
7
En kötüsü de, bunların hepsinden daha önemlisi, ben ve Kim, ailemizin enerji kullanım kotası için kendimizinkilerden bir sürü puan vermek zorundayız. Bu da bize gezmek, okul ve dışarı çıkmak için gerçekten içler acısı bir miktarda puan kalması demek. Araba kullanma kesintisi geri gelmişti, günde yalnızca iki saat bilgisayar, televizyon, HD ya da müzik seti kullanabilecektik, oturma odasındaki sıcaklık 16 dereceye indirilmişti, evin diğer yerleri için günde bir saat ısıtma izni vardı, duşlar en fazla beş dakika sürecekti ve eğer güzel bir banyo yapmak isterseniz yalnızca hafta sonu yapacaktınız. Tabii saç kurutma makinesi, tost makinesi, mikrodalga fırın, akıllı telefon, de-iyonayzer (annem), su ısıtıcısı, ışıklar, PDA, e-pod, buzdolabı ya da soğutucu gibi aletler arasında seçim yapmak zorundaydık. Uçakla bir yere gitmek asla ve kat’a olmayacaklar arasındaydı ve alışveriş, gezme ve gece dışarı çıkmalar için de durum çok parlak değildi. Hepsinde seçim yapmak zorundaydık. Oturdum ve grubum edepsiz melekler’i düşüdüm. Gruptan Claire bir süre Straight Edge ile fena halde hardcore takılınca, müzikal farklılıklar yüzünden ayrılmış ve sonra tekrar birlikte çalmaya başlamıştık. Claire çok fena militandı. O zavallı kakao tohumu çiftçileri hakkında uzun bir vaaz dinlemeden yanın-
8
da bir Snikers bile açamazdınız. Neyse ki o sümüklü sevgilisiyle tekrar barıştı ve güzel bir jambonlu sandviç yedi de –hepsi aynı gün içinde oldu– bunları unutuverdi ve biz de tekrar birlikte çoookkk güzel müzikler yapmaya başladık. Bu benim hayalim. Bu aralar herkes şöyle şeyler söyleyip duruyor: Arabamı satmıyorum, alabilmek için çok çalıştım ya da liseden sonraki boş yılıma geri dönmek ve sizin şu bencil ve şımarık kuşağınızdan uzaklara kaçmak istiyorum ya da ısrar ediyorum; televizyon başında her gün geçirilen saatlerin bir kısmı kesin şu aşk meşk programlarına harcanıyor.
9
5 Ocak Pazartesi Bugün karbon kartları geldi... Kartların üzerinde yeşilden kırmızıya giden küçük küçük kutucuklar var. Yıllık kullanım gerçekleştikçe o yeşil kutucukların rengi yavaş yavaş soluyor ve en sonunda kırmızıya geliyorsun; işte o zaman ayvayı yedin, tek başınasın ve hıçkıra hıçkıra, yırtına yırtına ağlayabilirsin. Kim kendi kartını açmadı bile, çünkü karta dokunursa çocukluğunun yok olup gideceğini düşünüyor. Ben kartımı açarken elim ayağım bayağı titredi. Gerçi benim bu ailede bir çocukluğum olmamıştı, onu kız kardeşim alıvermişti. 6 Ocak Salı Bu akşam bütün Londra patladı. Aslında saat dokuza kadar her şey yolunda gidiyordu. Annemlerin arkadaşları akşam yemeğine gelmişti. Her zamanki gibi salak saçma şeyler hakkında konuşuyorlardı. Penguin’in kuramsal kitaplarının başında olan Marcia Hamilton, birden masanın altında emeklemeye ve babamın bacağını, kaybolmuş küçük bir fino gibi tırmalamaya başladı, bir taraftan da, “Daha fazla katlanamayacağım,” diye bağırıyordu. Babam elindeki bıçağı sıkıca tutuyor ve sanki bu olanlar olmuyormuş gibi davranmaya çalışıyordu. Derken annem de
10
yumruğunu masaya indirdi ve ağzına yarım şişe şarabı boşaltmadan önce, “Çok haklısın, söyle Marcia!” dedi. Sonra Phil Hamilton’a döndü ve “Şu dönem geçene kadar benimle dans eder misin?” diye sordu. Phil Hamilton, 1,5 metre boyunda, kel, kadın gibi bir kıçı olan ve 47 yaşında olmasına rağmen yüzü sivilcelerle dolu olan bir adam! Birazdan kusacağım, diye düşündüm. Kendimi sokağa atıp derin bir nefes aldım. Tanrım, bunların genleri bende de ortaya çıkmadan öleyim ben! Her neyse, dışarıdaydım ve etrafta birden ani bir hareketlenme fark ettim ve dönüp baktığımda Ravi Datta’nın evlerinin ön kapısına yaslanmış durduğunu gördüm. Ravi’nin ailesi birkaç ay önce hemen yanımıza taşındı, aynı okula gidiyoruz ve Tasarım Teknolojisi dersini birlikte alıyoruz. Ravi bir içim su. Sokak lambalarının altında siluet gibi görünüyor, kesinlikle ve kesinlikle yasak olan sigarasını tüttürüyor, Leaderların evlerinin üstüne yerleştirdikleri roketlere bakıyordu. Sokak lambaları bir yanıp bir sönüyor ve Ravi’nin yüzünü ve kömür karası saçlarını aydınlatıyordu. Bütün bunların en güzeli, Ravi kendinin ne kadar şahane olduğunu hiç bilmiyordu. En kötüsü ise Ravi beni heyecanlandırıyordu ve ne zaman heyecanlansam aptal aptal laflar ediyordum. Gene yaptım, sigarasını işaret ederek, “Bu sigara seni öldürecek,”
11
dedim. Bana dönüp, “Yani?” diye sırıttı. Sonra sigarasından derin bir nefes çekti ve sigaranın izmaritini havaya atıverdi, sigara havada kıvılcımlar saçtı. Sonra da içeri girdi. Hiçbir zaman doğru düzgün konuşmazdı. Şahane insanlar konuşmaz, sıkıcı insanlar ise asla susmazdı, bu da bana kafayı yedirtiyordu. Dışarıda biraz takıldım, yıldızlara baktım ve birden bir roket kafamın üzerinden uçarak Kieran’ın üst kat camına vurdu. Kieran fırtına gibi balkona çıkarak etraftaki herkese homofobik domuzlar ve avcı-toplayıcı manyaklar olduklarını haykırdı. Biraz sonra Leader ailesinin hepsi evlerinin balkonuna çıkıp Kieran’a laf atmaya başladılar. Buralarda belki yüzlerce Leader ailesi üyesi vardı, ama hiçbir zaman hepsi bir arada olmazdı, çünkü her zaman birileri hapisten çıkarken birileri girerdi. Leaderların başında Tracey vardı, çünkü o içeriye girmeyecek kadar akıllıydı. Tracey Leader’ın bir ağaç gövdesini andıran kolları vardı. Köprücük kemiğinin üzerinde tam tamına 20 kuş dövmesi vardı ve çok korkunç görünürdü. Gülerken kafasını arkaya atar ve altın dişi parıldardı ama erkek kardeşi Karl Leader kesinlikle yakışıklıydı. Bu durumun da nasıl olduğunu bilmiyordum çünkü Leader ailesinin geri kalanı tamamen korku filminden fırlamış gibiydi. Ama Karl’ın ceylan gibi kirpikleri ve sanki yontulmuş gibi bir çenesi vardı.
12
Her neyse, tabii ki bu durum Kieran için bir kâbusa dönüşebilirdi ama neyse ki Tracey bugün altın-dişlerini gösterme modundaydı, kuzeni Desiree Leader’ı bir şişe şarapla birlikte özür dilemeye gönderdi. Ardından da ben ve Kieran elimizdeki şarap şisesinden birlikte ziftlenerek sokaklarda dolandık, Blackheath’a kadar gidip geldik. Hayatımıza yeni bir dönem açmıştık. Bütün yollar çatlak insanlarla doluydu ve her yerde duman, patlamalar, çığlıklar, şarkılar, kavgalar vardı. Aslında delilik her yeri sarmıştı. Çok heyecanlanmıştım. 7 Ocak Çarşamba Gece yarısı. İşte budur. Keçileri sal gitsin! 8 Ocak Perşembe Sınırlamalar Okula gelmiştim ama geç kalmıştım. Çünkü annemi otobüs durağına bırakmak zorunda kalmıştım. Saab’ın yanından geçip giderken annemin gözleri yaşlarla dolmuştu. “Sonsuza kadar sürmeyecek nasılsa,” diye mırıldanmış ve kaportasını okşamıştı. Ben görmüyormuş gibi yaptım, bu hali iyimser olma hallerinden daha iyiydi. Annem ayağındaki yüksek topuklularla zar zor yürüyebildiği için ilk otobüsü kaçırmıştık ve bir son-
13
rakini çiseleyen yağmur altında 15 dakika beklemek zorunda kalmıştık. Otobüs sonunda geldiğinde, ben kendimi içeriye attım, kartımı okuttum, acele acele ikinci kata doğru yürüyordum ki annemin arkamda çantasını, cüzdanını, ceplerini karıştırıp durduğunu ve orasından burasından tüyler ve fişler fışkırttığını gördüm. Bana baktı. “Laura, aşkım, kartımı bulamıyorum. Seninkini…” Şoför kafasını salladı. “Karbon kartın yoksa ulaşım da yok, tatlım,” dedi. “Ama, lütfen…” Dışarıdaki yağmurun altında sırasını bekleyen kadın bağırıyordu: “Hadi ilerlesene be şaşkın inek. Baksana hepimizi burada bekletiyorsun.” Bunun üzerine annem ağlamaya başladı. Dönüp onu otobüsten indirdim. “Eve gidip kartını almamız lazım anne.” “Buldum. Astarın içine girmiş. Geri zekâlılar.” Annem yeşil plastik kartı otobüse doğru salladı, ama otobüs trafiğin içinde homurdana homurdana ilerliyordu. “Yo, üzülmemeliyim. Tatlım, hadi gidip Alferedo’nun yerinde bir fincan çay içelim,” dedi. “Çok özür dilerim, Laura.” Annem korkunç sağlıksız gözüken kahverengi çayını karıştırıyordu.
14
“Daha güçlü olmalıydım, biliyorum ama kuşağım adına kendimi çok sorumlu hissediyorum. Dünyayı bu hale getiren ve size ancak bunu verebilen bizleriz çünkü.” Elime pıt pıt vurdu. “Tırnaklarını yeme tatlım. Yani siz gençlere ne olacak? Woodstock, özgürlük, kadın hakları, Sihirli Otobüs… Aslında asıl mesele bunlardı, ama siz bunları hiç bilemeyeceksiniz… Ama unutma, ben senin annenim ve konuşmaya ihtiyacın olduğunda hep yanında olacağım.” Ben sessizce duruyordum. Bir kere hesaplamıştım, eğer annem gerçekten Woodstock’a katılmış olsaydı, şu anda 70’inde olmalıydı ama şimdi bunu söylemenin hiçbir anlamı yoktu. “Eh neyse, bu daha iyi!” Kahve fincanını kafasına dikti. “Çok eğlenceli, değil mi, yağlı bir kaşık. Seksenlerde, Bradford’da madencileri desteklemeye gittiğimizden beri böyle bir şey yapmamıştım.” Ayağa kalktım ve ceketimi giydim. Eğer bu hikâyeyi bir kez daha dinlemek zorunda kalırsam beynim kafatasımdan fırlayacaktı. En nihayetinde okula vardığımda girişte uzun bir kuyruk vardı, çünkü herkes CO kartını turnikede okutup öyle geçmek zorundaydı ama makine bozulmuş, durmadan alarm veriyordu. Zaten neden kart-
15
larımızı okuttuğumuzu da bilmiyordum, çünkü okul buz kesiyordu. “Geleceğe hoş geldiniz!” diye mırıldandı Adisa. “Bizi şimdiden sömürüyorlar.” Adi benim en yakın arkadaşım. Çok derin çocuktur. En sonunda dersime ulaşabildiğimde, bütün öğrenciler drama stüdyosunda tir tir titriyordu ve herkesin ağzından buharlar çıkıyordu. Dersimize gelen Katty Willis, organik yorgunluk gibi bir Guardian - okuru hastalığına yakalandığı için artık derse gelmiyordu. Ben sınıfa girdiğimde, yeni öğretmenimiz Gwen Parry-Jones “Hoş geldin!” diye gürledi ve gelip bir erkek gibi elimi sıktı. Eğilip müfredata yeni eklenen derslerin olduğu forma baktı. “Güzel, tasarım teknolojisi. En sonunda birileri yararlı bir şeyler yapıyor.” Günün geri kalanını kuyruklarda ve bize verilen bir sürü resmi evrak arasında geçirdim. Tuhaf bir şekilde ortalık çok sessizdi, sanki hiç kimse kimseyle konuşmak istemiyordu. Aynı evdeki gibi. Akşam yemeğini zombiler gibi yedik ve televizyonda iyimser olmaya çalışan başbakanı seyrettik. Ülkeleri boğazına kadar boka batmışken, başbakanlar için gerçekten üzülüyorum. Bir Churchill olamayacaklarını kesinlikle biliyorlar.
16
11 Ocak Pazar 02.00. Bugün de soğuk terler içinde uyandım. Bu hafta ikinci defadır. Belki de deliliğin başlangıcıdır… 12 Ocak Pazartesi Okuldaki herkes gerçekten çok kötü gözüküyor. Claire, Adi ve ben kimseye gıcıklık yapmak bile istemiyorduk. Bunu fark ediyorsanız durum gerçekten kötü demektir. Ama konferans salonunda gerçekten tuhaf bir toplantı yaptık. Bütün öğretmenler köşelere dizilmişti ve kesinlikle pozitif gözükmeleri tembihlenmişti. Bu durumun onları öldürmek üzere olduğunu görebiliyorduk, özellikle de kıvırcık saçlı kadın öğretmenleri. Sinir krizinin eşiğinde gibi görünüyorlardı.