Sorgu ve Yanıt

Page 1


“SESİN SENİ ELE VERİYOR TODD HEWITT.” Bir ses... Karanlıkta... Gözlerimi açıyorum. Her şey gölgelerle kaplı ve bulanık ve sanki dünya fır dönüyor ve kanım kaynıyor ve beynim durmuş ve düşünemiyorum ve karanlık... Gözlerimi kırpıyorum. Bekle... Hayır, bekle... Az önce, daha az önce meydandaydık... Az önce kollarımdaydı... Kollarımda ölüyordu... “Nerede o?” diye sesleniyorum karanlığa tükürerek, ağzımda kanımın tadı, sesim hırıltılı, Sesim öfkeyle yükseliyor. “NEREDE O?” “Burada soruları ben sorarım Todd.” O ses. Onun sesi. Karanlıkta bir yerde. Arkamda, göremeyeceğim bir yerde. Başkan Prentiss. 9


Bir kez daha gözlerimi kırpınca bulanıklığın içinde bu kez kocaman bir oda beliriyor, var olan tek ışık çok yüksekteki geniş, yuvarlak pencereden geliyor, üzerine çevresinde dönen iki ayla birlikte Yeni Dünya’nın resmedilmiş olduğu cam saydam değil, ışık yalnızca beni aydınlatıyor. “Ona ne yaptın?” diye bağırıyorum, gözlerimi kırptıkça kan damlalarını hissediyorum. Silmek için elimi kaldırmaya çalışıyorum, fakat ellerimin arkamda bağlı olduğunu fark edince iplerden kurtulmak için debeleniyorum ve soluk alıp verişim hızlanıyor ve yeniden bağırıyorum, “NEREDE O?” Karanlıktan gelen bir yumruk mideme iniyor. İki büklüm olunca ahşap bir sandalyeye bağlı olduğumu anlıyorum, ayaklarım sandalyenin ayaklarına bağlı, gömleğim tozlu tepelerin birinde kaldı ve midem bomboş olmasına rağmen kusarken ayaklarımın altında halı olduğunu fark ediyom, onun da üzerine Yeni Dünya ve ayları işlenmiş, bu desen sonsuz bi döngü içinde tekrarlanıp duruyo. Ve meydanda olduğumuzu anımsıyom, koşmuştum, o kollarımdaydı, onu taşımıştım, hayatta kalmasını söylemiştim, güvenli bir yere varıncaya dek hayatta kalmasını, Haven’a, onu kurtarabileceğim yere varıncaya dek... Gelgelelim güvenli bi yer yoktu, hem de hiç, hiç yoktu, sadece o vardı, o ve adamları onu benden aldılar, onu kollarımdan aldılar... “Fark ettiyseniz, Neredeyim? diye sormuyor.” Başkan’ın sesi orada bir yerde hareket ediyor. “Söylediği ilk şey, O nerede? Üstelik Sesi de aynı şeyi tekrarlıyor. İlginç.” Başım da midemle birlikte zonkluyo ve biraz daha ayılınca onlarla dövüştüğümü anımsıyorum, onu kollarımdan alınca 10


kendimi kaybettim, ta ki ellerindeki tüfeklerin dipçiğiyle başıma vurup beni bayıltana dek... Yutkununca boğazıma takılıp kalan yumru gidiyo, onunla birlikte panik ve korku da... Çünkü bu son artık, öyle di mi? Her şeyin sonu. Başkan beni ele geçirdi. Başkan onu ele geçirdi. “Eğer ona zarar verecek olursan...” diyorum ama yumruk yediğim yer hâlâ ağrıyo. Bay Collins hemen önümde, yarı karanlığın içinde. Mısır ve karnabahar yetiştiren, Başkan’ın atlarına bakan Bay Collins bu ve şimdi hemen önümde, kabzasında bir silah, sırtındaysa bir tüfek olduğu halde yumruğunu bana tekrar vurmak üzere havaya kaldırıyor. “Zaten epey kötü yaralanmıştı Todd,” diyo Başkan, Bay Collins’i durdurarak. “Zavallı şey.” Ellerim bağlı oldukları yerde birer yumruğa dönüşüyo. Sesim pürüzlü ve zayıf olsa da anımsadıklarımla güçleniyo: Davy Prentiss’in bize doğrulttuğu silah, onun kollarıma düşüşü, kan kaybetmeye başlayışı, soluk alıp vermekte güçlük çekişi... Ve sonra Davy Prentiss’in suratının ortasına yumruğumu indirişimi, Davy Prentiss’in atından düşüşünü, ayağının üzengiye takılışını, bi çöp parçası gibi yerde sürüklenişini düşününce Sesim iyice öfkeli bir hal alıyo. “Eh,” diyor Başkan, “bu da oğlumun ortalıkta gözükmeyişine bir açıklık getiriyor.” Ve bunu söylerken sesi neredeyse hoşnut gibi. Fakat bunu yalnızca sesinden anlayabileceğimin farkına varıyorum, bir zamanlar sahip olduğu Prentisstown sesinden 11


çok daha tiz ve ukalaca olan sesinden, Haven’a girdiğimde duyduğum boşluksa hâlâ odayı tamamen kaplıyo ve burası her nasıl bi odaysa, bu koskocaman boşluğa Bay Collins’in boşluğu da ekleniyo. Sesleri yok. İkisinin de. Burdaki tek Ses benimki, yaralı bir buzağı gibi böğürüp duruyo. Başımı çevirince Başkan’ı görüyorum ancak çok acıdığından fazla çeviremiyom ve emin olduğum tek şey, epey uzakta kalan duvarlarını güçlükle seçebildiğim kocaman bi odanın ortasında, tozlu, rengârenk bir ışık huzmesinin aydınlattığı bi sandalyede oturuyo olduğum. Ve sonra karanlığın içinde, üzerinde ne olduğunu seçebileceğim kadar yakında duran bir masa olduğunu görüyom. Düşünmek dahi istemeyeceğim şeyler vaat eden bi metal ışıltısı. “Beni hâlâ Başkan olarak düşünüyor,” diyor sesi oldukça neşeli bir şekilde. “O artık Büyük Başkan Prentiss evlat,” diye homurdanıyo Bay Collins. “Bunu kafana soksan iyi edersin.” “Ona ne yaptın?” derken sağa sola dönmeye çalışıp acıyla yüzümü buruşturuyorum. “Eğer ona dokunursan, ben...” “Kasabama daha bu sabah geldiğinde,” diye araya giriyor Başkan, “üzerinde hiçbir şey yoktu, gömleğin bile; korkunç bir kaza geçirmiş olan kollarında taşıdığın o kız hariç...” Sesim atılıyor. “Bu kaza maza değildi...” “Hem de çok kötü bir kaza,” diye devam ediyo Başkan, sesinde, meydanda karşılaştığımızda duyduğum sabırsızlık var. 12


“Hatta öyle kötü ki neredeyse ölmek üzere ve bulmak için onca emek ve zaman harcadığımız oğlan işte burada, başımıza onca belayı açan oğlan, kendi isteğiyle teslim oluyor, sadece kızı kurtarmamız koşuluyla ne istersek yapacağını söylüyor, ama tam da buna kalkıştığımızda...” “O iyi mi? Güvende mi?” Başkan susuyo ve Bay Collins öne çıkıp elinin tersiyle yüzüme vuruyo. Hissettiğim acı yanağıma yayılırken uzun bir süre geçiyor ve ben öylece nefes nefese oturuyorum. Sonra Başkan aydınlığa çıkıp tam önüme geliyor. Üzerinde hâlâ çok şık kıyafetler var, her zamanki gibi tertemiz ve bakımlı, sanki bu görüntünün altında bi adam değil de yürüyüp konuşabilen bi buz kalıbı var. Bay Collins bile terlemiş, üstü başı toz toprak içinde, üstelik hiç de şaşırtıcı olmayan bi şekilde kokuyo ama Başkan, hayır. Başkan, insana kendini temizlenmesi gereken bi pislikmiş gibi hissettirebiliyor. Tam karşımda, eğilip gözlerimin içine bakıyor. Ve sonra bana soruyor, merak ediyomuş gibi. “Onun adı ne Todd?” Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıyorum. “Ne?” “Onun adı ne?” diye tekrarlıyor. Adını mutlaka biliyordur. Sesimde mutlaka olmalı... “Adını biliyosun,” diyorum. “Senden duymak istiyorum.” Bakışlarımı Bay Collins’e çeviriyorum; kollarını kavuşturmuş, yüzünde beni yumruklayarak toprağa gömmekten keyif alacağını belli eden bir ifade, öylece duruyor. “Bir kez daha soruyorum Todd,” diyor Başkan usulca, “ve 13


bu kez yanıt verirsen gerçekten çok memnun olurum. Onun adı ne? Şu başka dünyadan gelen kızın.” “Onun başka bir dünyadan geldiğini biliyosan,” diyorum, “adını da biliyorsundur.” Bunun üzerine Başkan gülümsüyor, gerçekten gülümsüyor. Ve ben daha önce hiç korkmadığım kadar korkuyorum. “İşler böyle yürümüyor Todd. Nasıl yürüdüğünü söyleyeyim: Ben soru soruyorum, sen yanıt veriyorsun. Şimdi. Onun adı ne?” “O nerde?” “Onun adı ne?” “Onun nerde olduğunu söylersen ben de adını söylerim.” Onu hayal kırıklığına uğratmışım gibi iç geçiriyor. Başıyla işaret edince Bay Collins öne çıkıp karnıma bir yumruk daha atıyo. “Bu basit bir alışveriş Todd,” diyor Başkan, ben halının üzerinde iki büklümken. “Tek yapman gereken bilmek istediğim şeyi söylemen, sonra bütün bunlar biter. Seçim senin. Gerçekten de sana daha fazla zarar vermek istemiyorum.” Öne eğilmiş hızlı hızlı soluk alıp veriyorum, karnımdaki ağrı soluk alıp vermemi güçleştiriyor. Vücudum bileklerimi kesen ipleri çekiyo, yüzümde pıhtılaşmış, yapış yapış olmuş, kaskatı kesilmek üzere olan kanı hissedebiliyorum ve bu odanın ortasındaki ışıktan zindanımda yorgun gözlerle çevreye bakıyorum, çıkışı olmayan bu odanın ortasında... Öleceğim odanın... Bu oda... Onun olmadığı bu oda. Ve içimden bi ses seçimini yapıyor. Eğer durum buysa, içimden bir ses kararını veriyor. 14


Söylememeye karar veriyor. “Adını biliyosun,” diyorum. “İstersen beni öldürebilirsin ama adını zaten biliyosun.” Ve Başkan öylece bana bakıyor. Hayatımda yaşadığım en uzun dakika boyunca bana bakıyor, Sesimi dinliyor, sonunda ciddi olduğumu anlıyor. Ve ufak ahşap masaya doğru bir adım atıyor. Görmeye çalışsam da sırtı dönük olduğundan ne yaptığını göremiyorum. Masanın üzerindekilerle bi şeyler yaptığını duyuyorum, ahşaba sürtülen metal sesi geliyo. “Ne istersen yaparım,” diyor ve benim söylediklerimi tekrarladığını fark ediyorum. “Sadece onu kurtar, ne istersen yaparım.” “Senden korkmuyorum,” desem de o masanın üzerinde neler olabileceğini düşündükçe Sesim aksini söylüyor. “Ölmekten korkmuyorum.” Ve bu söylediğimin doğru olup olmadığını düşünüyorum. Bana dönüyor, elleri hâlâ arkasında olduğundan masadan ne aldığını göremiyorum. “Çünkü erkeksin, öyle değil mi Todd? Çünkü erkekler ölmekten korkmaz, öyle değil mi?” “Evet,” diyorum. “Çünkü erkeğim.” “Yanılmıyorsam doğum gününe daha on dört gün var.” “Bu sadece bi sayı.” Derin derin soluk alıp veriyorum, bu şekilde konuşmaya devam ettikçe midem kasılıyo. “Bu hiçbi anlama gelmiyo. Eski Dünya’da olsaydım şimdi...” “Eski Dünya’da diilsin evlat,” diyor Bay Collins. “Söylemek istediğinin bu olduğuna inanmıyorum Bay Collins,” diyor Başkan gözlerini benden ayırmadan. “Öyle mi Todd?” 15


Bi ona bi ötekine bakıp duruyorum. “Öldürdüm,” diyorum. “Öldürdüm.” “Evet, öldürdüğüne inanıyorum,” diyor Başkan. “Bunun utancını yüzünden okuyabiliyorum. Ama asıl sormam gereken kimi öldürdüğün? Kimi öldürdün?” Daire şeklindeki ışıktan çıkıp karanlığa giriyo, yavaşça arkama geçerken masadan her ne aldıysa hâlâ saklıyor. “Ya da neyi mi demeliyim?” “Aaron’u öldürdüm,” diyorum bakışlarımla onu takip etmeye çalışarak, yapamıyorum. “Sahi mi?” Sesi olmaması korkunç, özellikle de onu göremezken. Bu bir kızın sessizliğine benzemiyor, ne de olsa kızların sessizliği hareketlidir, çevresindeki onca Sesi şekillendiren canlı bi varlıktır. (Onu düşünüyorum, sessizliğini, bunun verdiği acıyı) (Adını düşünmüyorum) Fakat Başkan her nasıl yaptıysa, onun da Bay Collins’in de Sesi yok; koskocaman bi boşluk, ölü bi şey gibi, ne bi şekil ne bi Ses ne de bi hayat belirtisi, bi taş ya da duvardan farksız, asla ele geçirilemeyecek bi kale gibi. Sanırım Sesimi okuyo fakat söz konusu taştan bi adamken buna nasıl emin olunabilir ki? Yine de görmek istediğini gösteriyorum. Şelalenin altındaki kiliseyi Sesimde ön plana çıkarıyorum. Aaron’la dövüşmemi, tüm o mücadeleyi ve kanı olduğu gibi düşünüyorum. Ona saldırışımı, onu dövüşümü ve yere düşürüşümü ve sonra bıçağımı çekişimi. Aaron’u boynundan bıçaklayışımı düşünüyorum. “Bu gerçek,” diyor Başkan. “Ama tüm gerçek bu mu?” “Evet,” derken duyulabilecek başka şeyleri örtebilmek için Sesimi iyice yükseltiyorum. “Tüm gerçek bu.” 16


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.