Ukrayna’da Jeopolitik Oyun Anıl Çeçen
Yeni yılın ikinci ayına girerken, Rusya Federasyonu’nun düzenlemiş olduğu Kış Olimpiyatları sayesinde, Avrasya bölgesinin kuzey bölümü dünya medyasında öne çıkıyordu. Rus işgali altında varlığını sürdürmeye çalışan Kuzey Kafkasya’nın Soçi kentinde kış olimpiyatlarının çalışı yapılırken, Rusya’nın bu bölgedeki işgali ve tarihsel soykırımları gündeme geliyordu. Özellikle Çerkezler, dünya medyasında öne çıkarılarak Rus karşıtlığı çizgisinde yönlendirilmeye çalışılırken, Çeçenler’de gene batılı gizli servislerin kışkırtmaları ile Rusya karşıtı terör eylemlerine doğru çekilmeye çalışılıyordu. Rusya’nın büyüklüğünden ve giderek uluslar arası alanda ağırlığının artmasından çekinen batılı emperyal devletler, olimpiyatları fırsat bilerek, dünya medyasında Rusya karşıtı programları birbiri ardı sıra devreye sokarak, tam anlamıyla Rusya karşıtı bir ortamın doğmasına giden yolu açıyorlardı. Rusların Çerkezlere yaptığı katliamlar, Çeçenlere ve Tatarlara karşı uyguladığı sürgün politikaları sırasıyla gündeme getirilirken, Soçi olimpiyatları ile Rusya Federasyonunun dünya kamuoyunda prestij kazanması engelleniyordu. Rusya topraklarının en güneyinde Karadeniz kıyısında bir Çerkez kenti olan Soçi’yi Putin yönetimi kasıtlı olarak olimpiyat kenti seçerek, batılı ülkelere karşı Kuzey Kafkasya’da bulunan Çerkez topraklarının kendi hegemonyası altında olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.
Putin Kuzey Kafkasya’da kış olimpiyatları düzenleyerek uluslar arası prestij kazanma çabası içerisindeyken herkes, bu bölgede batılı ülkelerin kışkırtmaları sayesinde Kafkas asıllı insanların teröre başvurmasını bekliyordu. Ne var ki, bu kez Karadeniz’in kuzey doğusunda Kafkasyalılara terör yaptırma düşüncesi geride kalırken, Karadenizin Kuzey batısında yer alan Ukrayna ülkesinde sokak hareketleri bu ülkenin başkentinin tam ortasında başlatılıyordu. Dünya basınına göre, İsrail’den giden on erkek on da kadın kırmızı elbiseli militan kadronun öncülüğünde Kiev meydanında Rusya karşıtı eylemler başlatılıyor ve Rus destekli devlet başkanının görevden alınmasına kadar giden olaylar zinciri birbiri ardı sıra devreye sokuluyordu. İsrail’li militanların güdümünde gelişen Kiev olaylarına, bu ülkede yaşayan Musevi asıllı insanlar da katılıyordu. Olayların basına bütün yönleriyle yansıması üzerine Ukrayna Hahamı Musevileri bu ülkeye terk etmeye davet ederken, tarihten gelen dinler arası çekişmelere bu ülkenin tekrar sahne olduğu görülüyordu. Ukrayna hükümetinin Avrupa Birliği ile sürdürülen üyelik sürecini kesmesi ve bu doğrultuda Avrupa Birliği tarafından önerilen protokolu imzalamaması üzerine, batı yandaşı ve Avrupa birliği savunucusu Ukraynalılar sokaklara dökülerek hükümeti protesto etmeye yöneliyorlardı. İşte bu aşamadan sonra, bugün hala devam eden olaylar zinciri, bütün Ukrayna’ya yayılıyor ve bu ülkeyi dünya gündeminde ön sıralara getiriyordu. Kiev meydanındaki gösterilen çok kısa bir zaman dilimi içinde büyük kitlesel eylemlere dönüşmesi ve Ukrayna’nın bütün kentlerine yayılması, uluslar arası konjonktürde Ukrayna sorununun yeniden gündeme gelmesine neden oluyordu. Böylece tarihsel süreç içerisinde bu ülke ile bağlantısı olan, ya da bu ülke toprakları üzerinde hegemonya peşinde koşan büyük devletlerin yeniden gündeme gelen Ukrayna meselesi üzerine, güncel politikalar geliştirerek yeni bir durum almaya çalıştıkları görülmüştür .
Dünya haritasına bakıldığı zaman Ukrayna’nın çok önemli bir kesişme noktasında yer alan bir jeopolitiğe sahip olduğu görülmektedir. Avrupa ile Asya kıtalarının kesişme noktasında geniş bir alana sahip olan Ukrayna, aynı zamanda Rusya ile Avrupa arasında bir tampon ülkedir. Ukrayna’nın bu konumu, bu ülkeyi Avrupa ile Rusya arasında aynı zamanda bir geçiş köprüsü noktasına getirirken, aynı zamanda bütün batı dünyasının, Amerika Birleşik Devletlerinin ve İsrail’in Rusya ile karşı karşıya kaldığı bir süreç içerisinde çekişme ve çatışmaların yayılma alanı olmasını da beraberinde getirmiştir. Eski
Hazar
İmparatorluğu
döneminden
kalma böylesine bir
konumu
bugün
sürdürmekte olan Ukrayna, hem kıtalar arasında hem de büyük güçler arasında kalan konumu ile tam anlamıyla jeopolitik biliminde dile getirilen tampon ülkelerden birisidir. Üç büyük dinin kesişme noktasında, Rusya ile batının karşı karşıya kaldığı alanda tarihin getirdikleriyle yer almaya çalışan bu ülke üzerinde, geçmişten bu yana gelen hegemonya kavgasının bugün de devam ettiği ve uluslar arası konjonktürün belirlenmesinde kilit bir rol oynadığı görülmektedir. Nereden bakılırsa bakılsın Ukrayna dünya jeopolitiğinin en önemli tampon ülkelerinden birisi olduğu kesindir. Bu yüzden yeni bir dünya düzeni arayışı içerisine giren güç merkezlerinin bu büyük ülkenin yeni dönemdeki konumunu öncelikle düşünmeleri gerekmektedir. Ukrayna’nın bir Avrupa ülkesi olarak batıdan yana yer almasıyla birlikte, Rusya’nın uzantısı olarak bir Asya ülkesi konumunda ele alınması dünya dengelerini değiştirdiği için, bu ülkede başlatılmış olan olaylar sonraki aşamada da devam etmiş ve Ukrayna
büyük güçlerin yeniden çekişme merkezi konumuna gelmiştir. 2013 yılını, batıda egemen olan bir yaklaşım doğrultusunda “13 rakamının uğursuzluğu”nu dikkate alarak, üçüncü dünya savaşının çıkış yılı olarak önceden belirleyen büyük ve gizli dünya güçleri, bu planlarının önlenmesi nedeniyle savaş çıkartamayınca zor durumda kalmışlar ve yeni senaryoları devreye sokarak, bütün dünyayı yeniden biçimlendirme doğrultusunda insanlığı bir üçüncü dünya savaşı yıkımı ile karşı karşıya bırakmak için her yolu denemişlerdir. Silah endüstrisi kurumları, petrol şirketleri, enerji kuruluşları ve otomotiv patronları ile kapitalist çevrelerin faiz lobileri daha çok kazanmak doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşını desteklemeye başladıkları aşamada, bu çevrelerin Siyonist lobiler üzerinden yakın bağlantı içerisinde bulunduğu İsrail devleti, İran’ı hedef tahtasına oturtan ve bu doğrultuda Suriye savaşı üzerinden bir Şii-Sünni savaşını kışkırtarak 2013 yılında bir üçüncü dünya savaşı senaryosunu Orta Doğu sahnesinde uygulamaya koymaya çalışmışlardır. Büyük İsrail projesinin gerçekleştirilmesiyle birlikte, Suriye savaşına bağlanan bir Armegeddon senaryosunu da dini çevreler sürekli olarak ellerinde bulunan yayın organları ve medya aracılığı ile halk kitlelerine benimsetmeye çalışmıştır. Bu aşamada Türkiye’de bir Sünni İslamcı iktidarın bulunması Şii İran’a karşı bir cephe yaratmak açısından yararlı görülmüş. Orta Doğu ülkelerindeki Sünni ülkelere Şii İran’a karşı kullanılmak üzere çok fazla sayıda silah satılarak bölge savaşa hazır bir duruma getirilmiştir. İki bin yıl sonra kurulan İsrail devletinin dünyanın merkezinde büyüyerek bütün orta alana egemen olabilmesi, ABD’nin gücünden yararlanılarak, merkezi alana Çin, Rusya ve Hindistan gibi doğunun büyük devletlerinin
müdahale etmelerinin önlenmesi,
Museviliğin bir din olarak bütün dinlere karşı mutlak bir hegemonya sağlayabilmesi doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşı çıkartılmasını Siyonist lobiler gerekli gördükleri için İran’ı hedef tahtasına oturtan bir savaş senaryosu doğrultusunda bölge ülkeleri uzun süreli baskı altına alınmıştır. Güçlü Siyonist lobilerin Neo-con denilen gruplar aracılığı ile Amerika Birleşik Devletlerinde çok etkili olmaları yüzünden bu büyük devlet İsrail’in çıkarları doğrultusunda Orta Doğu’da yıllarca savaşmak zorunda kalmıştır. Siyonizmin hedeflerine alet olan bir emperyalizmin taşeronu konumuna düşen ABD gibi bir büyük süper güç, Irak’da İsrail’in güvenliği için girmiş olduğu savaş yüzünden beş trilyon dolar borca batarak iflas etme noktasına gelince, içine sürüklendiği bu senaryodan kurtulmak üzere uyanarak kendi güvenliğine öncelik verme aşamasına gelmiştir.
İsrail’in güvenliği için Orta Doğu’da bir haksız savaşa alet olan ABD, kendisi için tehdit olmayan İran yerine, gerçek tehdit olan Çin’i görmeye başlamış ve nükleer tehdidin İran’dan değil ama Kuzey Kore’den geldiğini ve bir gün bir atom saldırısı ile karşı karşıya kalabileceği ihtimalini düşünerek Neo-Con’lardan bağımsız hareket etmeye yönelmiştir. Böylece, İsrail yüzünden güç kaybeden ve batma noktasına gelen ABD, yeni dönemde güç tahlili yaparak, İran merkezli tehdit senaryolarını bir yana bırakarak Çin merkezli tehdit senaryosu doğrultusunda hareket etmeye başlamıştır. Siyonist lobilerin gücünü tek başına aşamayan ABD bu doğrultuda Rusya ile işbirliğine yönelerek, İran’ı batı için tehdit konumundan çıkartan ve bu ülke ile dış dünya arasında bir normalizasyon süreci başlatan ABD, giderek Rusya ile paslaşmasını artırarak, Armageddon senaryoları ile beslenen üçüncü dünya savaşı sürecinin kesilmesini sağlamıştır. Bu süreçte İran’da batı yanlısı bir yeni yönetimin işbaşına gelmesi sağlanmış ve böylece bu ülke İsrail’in hedefi olmaktan kurtarılırken, Çin’in İran gibi bir ülke üzerinde hegemonya oluşturmasının da önüne geçilmiştir. Çin ve İsrail’e karşı bir ABD-Rusya işbirliği dünya savaşını önleme doğrultusunda gündeme gelirken, yıllardır uğraşmalarına rağmen savaş çıkartamayan Siyonist lobiler, bu kez yeni yılda Soçi olimpiyatlarının öne çıkardığı Rusya’yı vurmak ve bu ülkenin ABD ile başlayan dünya barışı dayanışmasını ortadan kaldırmak üzere, batı ile arasında yer alan Ukrayna’da toplumsal kargaşa yaratma yoluna gitmişlerdir. Savaş isteyen büyük küresel şirketler ile birlikte hareket eden Siyonist lobiler, bu ülkenin Avrupa Birliği sürecinin tehlikeye girmesini bahane ederek yeni bir Ukrayna meselesini dünya gündeminin tam ortasına oturtmuşlardır. İsrail’den Kiev’e giden yirmi kişilik militan grubun böylesine bir planın başlatıcısı olduğu dünya basınında yer almıştır.
Ukrayna’da tıpkı Türkiye gibi Avrupa ile ya da batı bloku ile Rusya ya da Asya arasında kalan bir tampon ülke konumuna sahiptir. Jeopolitik biliminde tampon ülke adı büyük merkezler arasında yer alan ve güçlü devletlerin sınırları boyunca uzanan toprakları sınırları içinde barındıran devletler için kullanılan bir bilimsel kavramdır. Hatta daha da ileri gidilerek Ukrayna için dünyanın en büyük tampon ülkesi tanımı kullanılabilir. Dünya tarihi açısından, bu ülkenin coğrafyasına bakıldığı zaman tıpkı Orta Doğu’da yer alan ülkeler gibi hem doğu-batı hem de Asya-Avrupa bölgelerindeki nüfus kaymalarına, ya da devlet yapılanmalarına göre dünya sahnesinde yer aldığı görülmektedir. Asya’dan gelen bütün kavimler gibi, Hunlar, Avarlar ve Moğollar Ukrayna’dan geçerek Avrupa kıtasında yaşamışlardır. Beşinci yüzyıldan sonra devlet yapıları geleceğe dönük kurumlaşmaya başladığı bir aşamada, ilk Rus devleti Kiev’de kurulmuştur. Ruslar beşinci asırda Kiev’de devlet kurduktan sonra doğuya ve kuzeye doğru yayılmaya başlamışlar ve bu yüzden daha çok doğuda yer alan bir Asya devleti görünümünü zamanla kazanmışlardır. Kiev merkezli Rusya’nın Avrupa’ya yayılmasını batılılar tehlikeli görmüşler ve bu yüzden batılı ülkeler Rusya’ya karşı işbirliği yaparak bu ülkenin Avrupa kıtası dışında kalmasını sağlamışlardır. Böylece Rus devleti Kiev’de kurulduktan sonra zaman içerisinde Moskova’ya taşınmış ve Ruslar’ın doğuya doğru yönelmesinden meydana gelen boşluğu, doğu Avrupa ülkelerinden gelen çeşitli kavimler gelip yerleşerek Rusya ve Avrupa arasında geleceğe yönelik bir tampon devlet oluşumu sürecine katkıda bulunmuşlardır. Normal koşullarda, bu tampon bölgede Ruslarda olduğu gibi bir uluslaşma süreci yaşanmadığı için, Ukrayna diye bir devlet vardır ama bir ulus yoktur. Kiev’in doğusunda bugün ülke nüfusunun yarısını oluşturan yirmi milyon Rus asıllı insan yaşamaktadır. Ülkenin batısında ise Polonya, Litvanya, Estonya, Romanya, Letonya, Macaristan, Sırbistan gibi doğu Avrupa ülkelerinden zaman içerisinde gelerek yerleşen halk toplulukları birlikte yaşamaktadırlar ama ortaya bir Ukrayna
ulusu koyabilecek
düzeyde kaynaşmadıkları için, Ukrayna bugünün koşullarında bir ulus devlet olamamış ama bir tampon yapılanma olarak ülke devleti konumunda kalmıştır.
Rusya’yı Avrupa’dan uzaklaştırma aşamasında batı ile bu ülke arasındaki tampon topraklar
daha
dengeleyebilecek
da
genişletilmiş
ve
gelecekte
Rusya
gibi
orta boyda bir sınır devleti olarak Ukrayna
büyük
bir
devleti
kurulmuştur. Bir
dönemlerde, Ukrayna toprakları Hunlar ve Avarlar ile birlikte İskitler ve Hazarlar gibi Asya’dan gelen Türk devletlerinin yönetimi altında kalmıştır. Bu yüzden bugünün Ukrayna nüfusu içinde geçmişten kalan önemli Türk asıllı topluluklar da yaşamaktadır . Ayrıca, bu ülkeden son yüzyıllarda önemli miktarda Türk asıllı kavimler göçler yolu ile Anadolu’ya gelerek yerleşmişlerdir. Doğu ve Kuzey Anadolu vilayetlerine bakıldığında Rusya’dan olduğu kadar Ukrayna’dan gelerek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan çok sayıda insanın Türk ulusunun bir parçasını oluşturduğu anlaşılmaktadır .
Ukrayna gibi Rusya’ya karşı batı bloku tarafından tampon bir ülke olarak kullanılmaya çalışılan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihten gelen bir çok ortak konu ve soruna Ukrayna devleti ile birlikte sahip olduğunu ilgili uzmanların yayınları izlendiği zaman ortaya çıkmaktadır. Rusya’yı Ukrayna üzerinden Avrupa’dan uzaklaştıran batılılar, Türkiye ile de tıpkı Ukrayna gibi yakından ilgilenerek Rus hegemonyasının kuzeyde sınırlı kalmasını sağlayabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Sovyetler Birliğinin sıcak denizlere inmesi önlenerek,bu büyük imparatorluğun çöküşü sağlanmış, bugün benzeri bir yaklaşım Rusya Federasyonu için de düşünülürken gene Ukrayna ve Türkiye’nin Rusya’nın sıcak denizlere inmesini önlemek için tampon ülkeler konumunda kullanılmaya çalışıldığı açıktır. Rusya bir Avrasya gücü olarak dünya hegemonyasına yöneldiği aşamada, orta çağ sonrasından bu yana dünyayı yöneten
Atlantik güçleri ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu yüzden soğuk savaş döneminde bir Atlantik ve Avrasya dengesi kurulmak istenmiştir. Onbeşinci asır sonrasında dünya kıtalarını yöneten Britanya İmparatorluğu
yüzyıllarca adalardan dünya kıtalarını
yönetmiştir. Bu dönemde, Birleşik Krallık resmi adına sahip olan Britanya İmparatorluğu’nun, Ukrayna bölgesi ile de yakından ilgilendiği görülmüş, hatta Rusların Avrupa kıtasına yönelmesini önleme noktasında İngilizler bu büyük devleti güneydeki komşusu olan Osmanlı İmparatorluğu ile sürekli olarak savaşa sürüklemişlerdir. Avrupa kıtası üzerinden bir dünya imparatorluğu kurmuş olan İngilizler, Almanları ve Rusları gelecekte Avrupa kıtasını ele geçirebilecek rakip büyük devletler olarak gördükleri için, doğu Avrupa ülkelerinden belirli etnik grupların kuzeye doğru yönlenerek Ukrayna topraklarına yerleştirmeye çalışmışlardır. Hatta daha da ileri giderek, bu ülkenin adını da kendileri koymuşlardır. Yıllarca Londra’da yaşamış olan Aytunç Altındal’ın kamuoyuna yazı ve programları ile açıklamış olduğu gibi, Birleşik krallık olarak resmi bir ada sahip olan Britanya İmparatorluğu, dünya hegemonyası döneminde en büyük rakibi olan Rusların önünü kesmek üzere Avrupa ile Rusya arasına bir tampon ülke oturturken kendi devletlerinin armasında devletin resmi ismini çağrıştıran iki harf olarak U ve K harfleri ile başlayan yapay bir ülke ismi uydurmuşlardır. Çok yağışlı bir tarım ülkesi olan bu bölgede yeni kurulan devletin adının başına Birleşik Krallık adının İngilizce harfleri getirilerek, yağmur ülkesi olarak da devletin adının ikinci hecesi belirlenmiştir. U ve K harfleri, İngilizce yağmur anlamına gelen rain sözcüğü ile birleştirilince yapay bir ülke olarak Ukrain adı belirlenmiştir. İngilizlerin öncülük ettiği Britanya İmparatorluğu, bir dünya devleti olarak yer küreyi yönetirken, en önemli rakip olarak kabül ettiği Avrasya gücü olarak, Rusya’nın önünü yapay bir orta boy devlet olarak Ukrayna’nın tampon konumu ile kesmeye çalışmıştır. Dünyayı okyanus içindeki adalardan yüzyıllarca yönetmiş olan İngilizler, gelecekteki yeni dönemlerde, okyanusların yükselmesi gibi durumlar yüzünden bulundukları adayı terk ettikleri aşamada, dünyayı merkezden yönetebilmek için, batı Ukrayna’ya gelmeyi düşündükleri bazı kaynaklar incelenince ortaya çıkmaktadır. Eski sömürgelerini serbest bırakmayan, bu ülkeleri Commonwealth adı altında ortak refah yapılanması doğrultusunda yönlendirmeye çalışan İnglizler’in, okyanuslardan dünyayı
yönetme
devri
biterken, tıpkı
Yahudiler
gibi
merkezi
alana
gelmeyi
düşündükleri anlaşılmaktadır. Özellikle, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, Anadolu’nun batısındaki kıyı kentlerine gelerek Ege bölgesinde bir yapılanma arayışı içine girmişler, ama daha
sonraki aşamada ABD üzerinden İsrail’in etkisi Türkiye’de daha fazla hissedilmeye başlanınca, bu kez de kuzey Bulgaristan bölgesindeki Tuna nehri kıyılarını, Varna ve Burgaz bölgelerini ikinci yerleşim alanı olarak seçerek Karadeniz bölgesinde hegemonya arayışına girmişlerdir. İngilizlerin gelecekte merkezi alana gelerek yerleşme projelerinde batı Ukrayna giderek ön plana geçmektedir. Doğu Ukrayna nüfusunun tamamına yakınının Rus asıllı olması yüzünden, bu bölgeyi gözüne kestiremeyen
İngilizlerin, bugünün tampon ülkesi Ukrayna’nın gelecekte
bölünmesi ihtimaline karşılık batı Ukrayna’yı Ruslar ile Almanların arasına girerek bu iki büyük gücün Atlantikçilere karşı birleşmesini önleme doğrultusunda
ikinci bir
alternatif yurt olarak düşündükleri görülmektedir. Bugün dünyayı yönetmekte olan Atlantik ittifakının iki üyesi olan İngilizler ile Yahudilerin birbirleriyle anlaşamadıkları yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Yüz yıldır Orta Doğu bölgesinde ve Türkiye’de kavga eden bu güçler, dünyayı artık merkezden yönetmek üzere harekete geçmişlerdir. Okyanusların yükselmesi ada devletlerinin
tasfiyesini gündeme getireceği gibi,
atmosferin ısınmasından hemen sonra gündeme gelebilecek yeni buzul çağının dikkate alınmasıyla birlikte Kuzey Amerika ve Avrupa kıtasından önemli miktarda bir nüfus göçünün üç kıta arasında yer alan orta alana doğru olabileceği konu ile ilgilenen bilimsel ve siyasal çevrelerde konuşulmaktadır. İran ve Türkiye gibi Orta Doğu ülkelerine gelmeyi düşünen batılı toplumlar olduğu gibi, Balkanlar ve Karadeniz bölgelerine gelerek, gelecekte bir Alman ya da Rus hegemonya düzeninin önünü kesmek isteyen batılı güçlerin Orta Doğu üzerinden yavaş yavaş kuzeye doğru ilgi alanlarını genişlettikleri göze çarpmaktadır. Türkiye’nin batı kıyılarına Almanlar, Fransızlar ve İngilizler gelerek yerleşmeye çalışırlarken, Yahudilerin daha atak davranarak
kurdukları
merkezi
devlet
olan
İsrail’in Doğu
Anadolu
toprakları
üzerinden Karadeniz kıyılarına ulaşabilmenin hesaplarını yaptığı da son gelişmeler ile açığa çıkmıştır. Alanya Almanya olurken, Didim İngiltere’ye dönüşürken, Fethiye bir Fransız kolonisi konumuna sürüklenirken, Yahudilerden sonra diğer batılı büyük toplumların da merkezi coğrafyaya geldikleri yeni bir döneme doğru gidilmektedir. Bu doğrultuda, Arap baharı ile Orta Doğu ülkeleri, ekonomik iflas ile Avrupa’nın güneyindeki
Akdeniz ülkeleri ve Küresel Balkanlar Projesi ile de Doğu Avrupa
ülkelerinin yeniden yapılandırılmaları zamanla tamamlanmaya çalışılmaktadır. Balkan ülkelerini üçüncü bir Balkanizasyon süreci ile iyice dağıtmaya çalışan batılılar, merkezi alanın bir parçası olan Doğu Avrupa’yı da tıpkı Türkiye ve Ukrayna gibi gözlerine kestirmiş durumdadırlar .
Ukrayna’da gündeme gelen karışıklıkları incelerken, bu ülkenin hem jeopolitik konumu hem de tarihsel süreç içerisinde çeşitli dönemlerde içinde bulunduğu biçimlerin de dikkate alınması gerekmektedir. Osmanlı tarihinde de önemli bir yere sahip bulunan Ukrayna, hem Osmanlı-Rus savaşlarına sahne olmuş hem de Galiçya bölgesi üzerinden bir dönem Osmanlı hükümranlığının geçerli olduğu bir ülke olmuştur. Dünyanın en verimli topraklarına sahip bulunan Ukrayna’nın Çernomyum adı verilen tarım arazilerini dünya devleti kurma peşinde koşan, hem Napolyon hem de Hitler ele geçirmeyi hedeflemiş ama izledikleri yanlış stratejiler yüzünden bu verimli ülkeyi ele geçirememişlerdir. Uçsuz bucaksız ormanlık alanları verimli topraklar tamamlamakta ve Ukrayna dünyanın tahıl bölgesi olarak öne çıkmaktadır. Tarımın yanı sıra zengin maden yatakları ile de Sovyetler Birliğinin endüstri merkezi konumuna getirilen Ukrayna’ya Rusya sosyalist dönemde çok fazla yatırım yaptığı için, bu ülkeyi ele geçirmek ve batılılara kaptırmamak gibi bir niyete dayanan diplomasiyi kararlı ve istikrarlı bir biçimde sürdürmektedir. Bu ülkenin başına herhangi bir batılı güç tarafından yeni senaryolar getirilirse, Rusya’nın doğal refleksi bu ülkenin doğusunu işgal etmek olacaktır. Rusya’nın Karadeniz’de hegemonya kurabilmesi açısından bu ülkenin önüne engel olarak çıkartılan Ukrayna’nın tampon konumunu, Rusya eskiden olduğu gibi tanımayabilir ve yeniden bir yayılma dönemine yöneldiği noktada Ukrayna’nın doğusunu Rusya Federasyonu topraklarına dahil edebilir. Sovyetler Birliğinin dağıldığı aşamada, Amerika’da sürgünden dönerek Rusya’ya gelen Nobel ödüllü yazar Aleksandr Solzenitsin, Bering boğazında yaptığı basın toplantısında Rusya’nın küreselleşme döneminde yoğun Rus nüfusun yaşadığı, Doğu Ukrayna ile Kuzey Kazakistan’ı içine alacak bir Slav federasyonuna yönelmesi ve kesinlikle federasyon içindeki Türk ülkeleriyle Müslüman nüfusu serbest bırakması gerektiğini açıkça vurgulamıştır. Sosyalist blokun dağılması aşamasında, Solzenitsin’in bu açıklamalarıyla Ukrayna sorunu bir başka yönü ile dünya gündemine getirilmiştir. Ne var ki, Britanya İmparatorluğunun geçmişte belirlemiş olduğu politikalara ABD bütünüyle uygun davranmamış ve Amerika merkezli yeni diplomaside, Atlantik emperyalizminin farklı uygulamaları öne çıkmıştır. Ne var ki, sonraki dönemde olaylar daha değişik gelişince, Nobel ödüllü bu büyük yazarın önerisi geride kalmıştır. Ruslar’ın Kiev devletinden Moskova devletine geçişi birkaç yüzyıl almış, beşinci yüzyılda kurulan Rus devleti Moskova’ya taşındıktan sonra
uçsuz bucaksız Asya topraklarında gelişerek
doğunun büyük devi haline
gelmiştir. Rusya bugünkü hali ile hem Asya hem de Avrupa ülkesi olarak varlığını
sürdürmek istediği için, Ukrayna toprakları Rusya açısından önemli bir manevra alanıdır. Ruslar, Osmanlılar ile zaman zaman bu topraklarda savaşmak zorunda kaldıkları gibi, tarihin çeşitli dönemlerinde Polonyalılar, Macarlar ve Almanlar gibi doğu Avrupa uluslarıyla da bölgesel hegemonya nedeniyle çatışmak zorunda kalmışlardır . Kiev
devletinin
kuruluşu
sırasında
bugünkü
Rusya’ya
egemen
olan
Hazar
İmparatorluğu geriledikçe Ruslar’ın yayılmaları genişlemiştir. Yedinci yüzyılda Hazar göçleri ile Türk asıllı boylar Finlandiya, Estonya, Çekya, Bulgaristan ve Macaristan gibi Avrupa ülkelerine yayılırken, Kiev prensliğinin Rus nüfusu Ukrayna üzerinden bugünkü Rus topraklarına doğru dağılıyordu. Hazar bölgesindeki Hazar krallığının merkezi çökertilince, geride kalan Hazar boyları hem Avrupa ülkelerine hem de Osmanlı topraklarına yayılarak bir anlamda eski ülkelerini Ruslara terk etmişlerdir. Ruslar bugünkü ülkelerini Hazarlar’dan devraldığı için Avrupa ya da batı bölgelerinden benzeri bir göç dalgası ya da yayılma girişimi ile karşı karşıya kalmamak üzere, Doğu Ukrayna’daki Rus asıllı toplum ile kendisini sağlama almak ve bu nüfusu kullanarak batı emperyalizmine karşı güvenliğini sağlamak istemektedir. Ayrıca bugün Ukrayna sınırları içerisinde yer alan doğu Ukrayna kıyıları ile Kırım bölgesini de kendi güvenliği açısından değerlendirerek, bu bölgelerde başkalarının hegemonyasına izin vermek istememektedir. Bu yüzden Nato ve batılı
üyeleri ile
Rusya’nın başı derttedir . Küreselleşme çağına geçilmesiyle birlikte Rusya sosyalist sistemi bırakmış ve kapitalist batı dünyasına açılırken, dünya ekonomisi ile bütünleşebilmenin yollarını aramıştır. Bir yönü ile G-8 ülkeleri içine girerek batılı zengin ülkeler ile ortak ilişkilere yönelmiş, diğer yönü ile de Çin ile bir araya gelerek Şangay İşbirliği örgütünü oluşturarak, yeni bir Asya ekonomisi yaratabilmenin arayışı içinde olmuştur. Rusya Federasyonuna bağlı bulunan uçsuz bucaksız topraklarda çok zengin doğal kaynakların bulunması ve yeni dönemde bunların işletmeyle açılmasıyla birlikte, çok zengin gaz ve petrol yatakları sayesinde Rusya Avrupa ülkelerinin enerji deposu konumuna gelmiştir. Bu çerçevede yeni boru hatları ile Rusya’nın gaz ve petrolleri Avrupa ülkelerine akıtılırken, Ukrayna’nın jeopolitik konumu yeniden değişiklik göstermiş ve bu ülke tıpkı Türkiye gibi bir terminal ülke konumuna sürüklenmişitir. Orta Asya ve Orta Doğu enerji kaynaklarının batılı ülkelere aktarılmasında Türkiye boru hatlarının geçiş noktası olarak nasıl terminal ülke konumuna geldiyse, Ukrayna’da bu süreç içinde aynı doğrultuda doğudan gelen Rus gazı ile petrolünün taşıyıcısı bir duruma gelmiştir. Ukrayna bu durumdan yararlanarak daha ucuz enerji talep etme durumuna gelince Rusya’nın tepkileri ile karşı karşıya kalmış ve bu büyük ülkenin halkı, Rusya’nın kaprisleri yüzünden bir çok kış ayını doğal
gaz ya da petrol kesintisi ile
geçirerek donmaktan kurtulamamıştır. Ukrayna, hiçbir kusuru yokken, terminal ülke
haline gelmenin karşılığında ucuz petrol talep etme durumuna gelince, Rusya’nın ağır yaptırımlarıyla karşı karşıya gelmekten kurtulamamıştır. Rusya çok kısa zamanda enerji zengini bir ülke haline gelince, yeni dönemde bir çok Rus asıllı insan şirketler kurarak ekonomiye girmiş ve yeni dönemin zenginleri olarak dünya ekonomisinde kendilerine daha iyi yerler aramışlardır. Rusya’da şirket kuran soluğu Ukrayna’da almış ve bir süre sonra Ukrayna ekonomisi Rus asıllı şirketlerin kontroluna geçmiştir. Bugün Rusya bir emperyal devlet olarak tıpkı batılı ülkeler gibi davranmakta ve Ukrayna dahil olmak üzere bütün eski Sovyet Cumhuriyetlerini şirketleri aracılığı ile sömürgelere dönüştürmektedir. Bugün eski tampon devlet Ukrayna’nın, yeni Rus sömürgesi olarak öne çıktığı söylenebilir. Batılı ülkeler nasıl sömürgelerinden vazgeçmiyorlarsa, Rusya’nın da Ukrayna’dan vazgeçmesi beklenemez. Ukrayna’da başlayan olaylar, Orta Doğu’dan transfer edilen üçüncü dünya savaşı arayışının bir sonucudur. Savaş lobileri İran’a karşı bir üçüncü dünya savaşı çıkartamayınca, bu kez konjonktürü kuzeye kaydırarak Rusya’yı hedef alan bir üçüncü dünya savaşı arayışını gündeme getirmişlerdir. Dün İran’a karşı cephe ülkesi konumuna getirilmek istenen Türkiye’nin, Ukrayna olaylarının hemen Kırım’a yansıtılarak Kırım Tatarları üzerinden Rusya’ya karşı yeni cephe ülkesi olmaya doğru iteklenmeye çalışıldığı medya ve basındaki yayınlar ile açığa çıkmaktadır. Avrupalılar sürekli olarak Osmanlılar ile Rusları kapıştırarak her iki tehlikeyi bertaraf ettikleri gibi, bugün de büyüme arayışı içinde olan Türkiye ile Rusya kapıştırılarak her iki devletin uzun sürecek bir dünya savaşı aracılığı ile yıkılması ve dağıtılması gibi emperyal ya da Siyonist planların uygulanmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Rusya devleti iki büyük çöküş dönemi yaşadıktan sonra yeniden güçlenerek dünya dengelerinde aktif bir biçimde devreye girerken, Osmanlı sonrası dönemdeki soğuk savaş geride bırakılırken, Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı, Selçuklu ve Hazar İmparatorluklarından kalan bir doğal mirasın takipçisi olmak durumlundadır. Ne var ki, bu durum yedi yüz yıl savaşarak merkezi alanda egemen olan Osmanlı devletinin yaptığı yanlışların yeniden yapılmasını gerektirmemektedir. Türk ve Rus devletleri iki büyük cihan savaşından aldıkları dersler ile bugün hareket edebilirlerse, o zaman Avrasya bölgesinde ya da merkezi alanda batılı emperyalistlerin istediği gibi bir savaş süreci değil ama, bölge devletlerinin birbirini anlayarak dayanışma içerisine girmeleriyle yeni bir barış dönemi gündeme gelecektir . Hem Ruslar ,hem de Türkler imparatorluk kaybetmiş büyük devletlere sahip olan iki ulus olarak birbirlerini iyi anlarlarsa o zaman, Avrasya’nın güneyinden üçüncü dünya savaşı çıkartmak isteyen batılı emperyalistlerin ve Siyonistlerin planları Avrasya’nın kuzeyinde de suya düşecektir. Dün İran’ı hedef alanlar bugün Rusya’yı hedef alırlarken,
Türkiye cumhuriyetinin güvenlik yaklaşımının her iki ülke ile savaşmamak üzerine kurulu olduğunu bilmek durumundadırlar. Türkiye cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Atatürk’ün dış politikasının üç esası vardır. Bunlardan birincisi Rusya ile güvenilir dostluk düzeni oluşturmaktır. Bu yüzden Tevfik Rüştü Aras on iki yıl süre ile dışişleri bakanlığı yapmıştır. İkincisi İran ile ortaklıktır. Sadabat paktı bu doğrultuda oluşturularak emperyalistlere karşı Türk-İran ittifakı kalıcı bir biçimde oluşturulmuştur. Üçüncüsü de batılı emperyal devletler ile mesafeli ilişki geliştirerek merkez alanda dengeli güvenlik yaratmaktır. Atatürk’ün yolundan sapma gösteren batıcı iktidarlar, Türkiye’yı batılı emperyal ülkelerin kucağına oturtunca, onlarda Türkiye’yi ya İran’a ya da Rusya’ya karşı savaşa sürükleyerek bölge ve dünya güvenliğini tehdit etmektedirler. Suriye ve Irak savaşları ile Türkiye İran’a savaşa doğru sürüklenmiştir. Şimdi Ukrayna olayları Kırım’a taşınarak Kırım Tatarları ya da Kafkas toplumları üzerinden, Türkiye bu kez de Rusya’ya yönelik bir üçüncü dünya savaşının cephe ülkesi konumuna sürüklenmek istenmektedir. ABD’de üstlenmiş olan Hazar lobilerinin Hazar bölgesine yeniden geri dönmeleri için Rusya’ya savaş açılacaksa, uluslar arası tekelci petrol şirketlerinin Hazar bölgesinin enerji kaynaklarına el koyabilmesi için yapılacak böylesine bir savaş Türkiye’nin savaşı değildir ve her emperyalist savaş gibi haksız bir savaştır. Türkiye dün olduğu gibi bugün de kendisinin olmayan bir haksız savaşa alet olmayacaktır. Türk dış politikası bu aşamada yoğun bir diplomasi ile Ukrayna sorunun çatışmasız çözümü için çaba göstermeli ve çekişmelerin Kırım’a yansımasını önleyici girişimleri gündeme getirmelidir. Kuruçev’in bir kuruluş yıldönümünü bahane ederek Ukrayna’ya hediye ettiği Kırım‘ın, yeni dönemde bölgede sıcak bir çatışma alanına dönüşmemesi için, Birleşmiş milletlerin devreye girmesi sağlanmalıdır. Enerji savaşının gündeme getirdiği Karadeniz’deki hegemonya çekişmesinin, Ukrayna üzerinden bir üçüncü dünya savaşına dönüşmesinin kesinlikle önlenmesi gerekmektedir. Türkiye bölge barışı için aktif bir biçimde devrede olmalı, kendisine yönelik savaş senaryolarının uygulanmasına kesin olarak izin vermemelidir.
http://hakimiyetimilliye.org/