Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi

Page 1


İçindekiler Türk Tıp Öğrencileri Birliği Türk Tıp Öğrencileri Birliği(TurkMSIC), 1952 yılında kurulmuş; bağımsız, siyasi olmayan ve kar amacı gütmeyen Türkiye’deki tıp öğrencileri arasında oluşturulmuş en köklü kuruluştur. Ülke çapında 58 tıp fakültesinde üye yerel temsilcileri mevcut ve bu sayı artmaktadır. Üye tıp fakülteleri ile Türkiye’deki 30.000’den fazla tıp fakültesi öğrencisinden oluşan bir ağa sahip olmakla birlikte, uluslararası çapta ise kurulduğu yıldan beri üyesi olduğu IFMSA (Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu) dahilinde 116 ülkede bulunan 123 Ulusal Üye Kuruluşu arasında Türkiye’yi temsil etmektedir. Birlik; Türkiye’deki tıp fakültesi öğrencileri için ve tıp fakültesi öğrencileri tarafından yürütülen, tamamen gönüllülük esas alınarak çalışan bir organizasyondur. Birleşmiş Milletler ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından resmi olarak tanınan IFMSA’in Türkiye’deki temsilcisi konumundadır

Yayın Editörü

Özgür Ercan Eray

Yayın Koordinatörü Burak Duymaz

Birlik, faaliyetlerini 6 çalışma kolunda yürüttüğü projeler ve çeşitli organizasyonlarla yürütmektedir. Bunlar; tıp eğitimi, halk sağlığı, insan hakları ve barış, üreme sağlığı, staj ve araştırma değişimi çalışma kollarıdır. Bunların yanında kendi eğitmenlerini yetiştirerek kişisel gelişim eğitimleriyle tıp öğrencilerine farklı platformlar yaratmaktadır.

İçerik Takımı

Ahmet Peçen Aylin Gareayaghi Barçın Barı Berfin Şenol Deniz Demir Elif Rabia İçöz Süleyman Doğan Polat

Yayın Sahibi

Türk Tıp Öğrencileri Birliği (TurkMSIC) Sağlık Mah. Aksu Sok. Park Apt. Kat:4 Çankaya Ankara www.turkmsic.net dergi@turkmsic.net

1

© TurkMSIC Dergi - Tüm hakları saklıdır. Bu dergide bulunan yazılar, dergi sahibinden izin alınmaksızın hiçbir yayın organında yayınlanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak gösterilerek paylaşılabilir. Yazılarda dile getirilen düşüncelerden ve kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur. Türk Tıp öğrencileri Biwrliği (TurkMSIC) bu dergide yer alan yazılarda sorumluluk sahibi değildir.

5

Türk Tıp Öğrencileri Birliği Çalışma Kolları

11

Türk Tıp Öğrencileri Birliği Desteklenmiş Projeler

12

IFMSA ve TurkMSIC

13

Tıp Dünyasının İlkleri

17

Robotik Cerrahi

18

Diziler ve Tıp

20

Hekim ve Hasta Hakları

22

Hayatımızdaki Kanserojenler

23

Fitoterapi ve Kanser

25

3D Yazıcılar ve Tıp

26

Sık Görülen Hastalıklar

29

Hastane İnfeksiyonlarına Bakış

30

Mecburi Hizmet le İlgili Soru-Cevap

32

Koruyucu Tıp

33

Kronik Hasta Eğitimi

35

Küresel Isınma

36

Hekimlerle Röportajlar

39

En Tartışmalı Tıp ve Fizyoloji Nobeli

40

Tıp Tarihi ve Etik

43

İbn-i Sina’ya Bakış

45

4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Yılın Enleri

46

4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Röportajlar

49

March Meeting 2015 - Turkey

51

Türk Tıp Öğrencileri Birliği - Hikaye Yarışması

58

Bulmacalar

2


Genel Başkandan...

Editörden... Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi’nin Değerli Okuru , Türk Tıp Öğrencileri Birliği(TurkMSIC), 1952 yılında kurulmuş; bağımsız, siyasi olmayan ve kar amacı gütmeyen ülkemizin en köklü ve en yüksek öğrenci temsiliyetine sahip öğrenci yapılanmasıdır. Birliğimiz aramıza yeni katılan fakültelerle birlikte 2015 Mayıs Genel Kurulu itibariyle 71 tıp fakültesinde aktif olarak temsiliyete ulaşmıştır. Birlik olarak ülkemizde tıp öğrencilerini temsil etme vizyonuyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu(IFMSA) nezdinde ülkemiz tıp öğrencilerini temsil etmekte ve 60’tan fazla ülkeyle değişim hareketliliği organize etmekteyiz.

Türk Tıp Öğrencileri Birliği Genel Başkanı

Birliğimiz gönüllüleri sağlık alanında bilimsel gelişmeleri takip etmek ve geleceğin hekimleri olarak bilimde söz sahibi olmak vizyonuyla çalışmaktadır. Bu manada etkinliklerin, organizasyonların ötesinde yazılı yayınlar büyük önem arz etmektedir. Vizyonu ve misyonu hem ulusal hem de uluslararası alanda kendisini geliştiren nihayetinde ‘bir tıp öğrencisinden daha fazlası’ olabilen tıp öğrencilerini gerçekleştirmek olan birliğimizin en yeni çalışması dergimizdir. Dergimizde birliğimizin 2015 ilk yarıyılında gerçekleşen büyük etkinlerinden bilgilendirmelere, söyleşilere ve bilimsel alanda ilgi çekici yazıları bulabilirsiniz. Sene boyunca çalıştaylardan, sempozyumlara ve panellere çeşitli alanlarda etkinlikleri başarıyla gerçekleştiğimiz bir dönemi geride bırakıyoruz. Yerel birliklerimizin yıl içerisinde etkin çalışmaları birliğimizin gösterdiği başarının en önemli faktörüdür. Ümidimiz tüm tıp fakültelerine yayılmış, politika üreten ancak siyasi olmayan ve tüm tıp fakültesi öğrencilerine katkı sağlayan bir yapıya ulaşabilmektir. Ulusal ve uluslararası alanlarda büyük bir atılım döneminden geçiyoruz. Birlik olarak ülkemizde özellikle tıp eğitimi, bilimsel araştırma ve sağlık politikalarında aktifliğimizi gün geçtikçe arttırıyoruz. Uluslararası alanda IFMSA(Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu) nezdinde çalışmalarımız bu yıl itibariyle doruk noktasına ulaşmıştır. Uluslararası alanda en büyük tıp öğrencisi buluşması olan IFMSA Mart Genel Kurulu’nu ülkemizde gerçekleştirmemiz tüm ülkemiz tıp öğrencilerine önemli bir gözlem imkanı tanımıştır. Daha detaylı olarak dergimizde IFMSA Mart Genel Kurulu bölümünden bilgi edinebilirsiniz. Tüm bu imkanlarla birlikte yeni çağı takip eden gençler olarak daha fazla söz söylemeli ve bilimsel alanda ülkemiz adına söz sahibi yarınların bilim insanları olabilmeliyiz. Bu yönde gelişimler adına birliğimiz imkanları tıp öğrencileriyle buluşturmaya devam etmeye kararlıdı.

Değerli Türk Tıp Öğrencileri Birliği Derigisi Okurları,

2014- 2015 dönemi Yayın Destek Birimi olarak temellerini attığımız, Dergi Takımı ile bütünleştirdiğimiz bu yayının, aylarca süren çalışmaları sonuçlandı. Sizlere ilk Türk Tıp Öğrencileri Birliği Dergisi’ni sunmaktan büyük mutluluk duyuyorum. İlkler daima sancılı olur. Temelinde tecrübesizlik yatar. Biz de bu yola tecrübesizce, ama ne istediğimizii bilerek çıktık. Takımı oluşturduk; yazıları belirledik; topladık; tasarımı yaptık... Yavaş yavaş beliren dergimizi gördükçe daha da heyecanlandık. Sonucunda elimizde 60 sayfalık, bilimsel konulardan kültür sanata, birliğimizden haberlere kadar geniş bir yelpazede bir dergi oluştu. Ne istediğini bilmenin verdiği güven, ilk defa çıkarılan bir derginin verdiği heyecanla birleşti. Sonucunda ise hepimiz ortaya çıkan dergiden memnun olarak kapatıyoruz bu süreci. Bu uzun süreçte yanımda olan başta Yayın Koordinatörü Burak Duymaz olmak üzere, İçerik Takımından Deniz Demir, Elif Rabia İçöz, Barçın Barı, Kaan Durmuş, Berfin Şenol, Süleyman Doğan Polat, Aylin Gareayaghi, Ahmet Peçen’e, bütün süreç boyunca yanımızda olup, desteklerini esirgemeyen değerli Yönetim Kurulu’muza, yazılarıyla dergimiz canlandıran Yürütme Kurulu’muza kişisel olarak sürekli yanımda olup dergi hazırlanmasının her safhasında yardımıma koşan Gizem Akın’a, tasarım sürecinde fikirleriyle dergiye neşe katan Çağrı Kutlugün Emral’a, dergi tasarım süreci boyunca Yayın Destek Birmi’nin bütün işlerini yapan asistanım Efe Deniz’e ve desteklerini esirgemeyen başta Ahmet Melih Erdoğan olmak üzere bütün Türk Tıp Öğrencileri Birliği ailesine sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Türk Tıp Öğrencileri Birliği Yayın Direktörü ve Dergi Genel Editörü

Bir tıp öğrencisinden daha fazlası olmak dileğiyle... Özgür Ercan Eray

Derginin hayata geçmesinde büyük emeği geçen Yayın Direktörümüz Özgür Ercan Eray ve tüm ekibini tebrik ederim. Umarım dergi bir başlangıç olur ve periyodik olarak birliğimizin sürekli yayını haline gelir. Elbette tamamen bilimselliğe yönelmiş öğrencilerin çalışmalarına yer veren bir bilimsel dergi en son aşamada ulaşılması gereken bir hedef olmalıdır. Sosyal içeriği, eğlenceli konularıyla, bulmacalarıyla ve bizden haberler içeren Türk Tıp Öğrencileri Birliği Dergisi’yle sizi baş başa bırakıyorum. Siz değerli okuyucumuza keyifli okumalar diliyorum. Murat AKSOY

3

4


Araştırma Değişimi Çalışma Kolu SCORE, IFMSA (International Federation of Medical Students’Associations) ve TurkMSIC’te 1991 yılında eş zamanlı olarak değişimlerin bilimsel zeminini güçlendirmek ve tıp öğrencilerine öğrencilik yıllarında bilimle ve bilimsel araştırmalarla tanıştırmak, katılımlarını sağlamak amacıyla kurulmuştur.SCORE yani ‘Araştırma Değişimi Çalışma Kolu’ olarak tıp fakültesi öğrencilerinin, tıp hayatı boyunca belki de hiç dahil olamayacakları bir araştırma programına, daha öğrenci iken katılmaları imkanını sunuyoruz. Preklinik ve klinik alanlarında dünyanın dört bir yanındaki birçok kaliteli üniversitede araştırmalarınızı yaparken aynı zamanda o ülkenin kültürel zenginliklerini tanıyacak ve unutulmaz bir 4 hafta geçireceksiniz. SCORE olarak amacımız; •Tıp öğrencilerinin eğitimini bir bilimsel araştırma deneyimi ile zenginleştirmek ve onların bilimsel araştırmanın temel prensiplerini öğrenmelerini sağlamak, •Öğrencilerin; tıbbi araştırmalara, tıp eğitimine ve sağlık sistemine karşı mevcut farklı yaklaşımları yerinde görüp tecrübe etmelerini sağlayarak ufuklarını genişletmek, •Kültürlerarası iletişim ve küresel arkadaşlık ruhunu destekleyerek bir uluslararası tıp öğrencileri ağı yaratmaktır. ‘Bir Süreç Olarak SCORE’ dönem başında düzenlediğimiz SCORE Kongre ile başlar. Öğrenci SCORE Kongre’deki değişime gidip gelen insanların tecrübelerini dinledikçe, sorularını sordukça, yani mini bir prova yaptıktan sonra her sene SCOPE ile ortak olarak düzenlediğimiz TurkMSIC Değişim Sınavı’na katılır. Sınavda SCORE ile değişime gitme hakkı kazandıktan sonra süreç hızlanmaya ve daha da heyecanlı bir hale gelmeye başlar. Artık değişime gidecek kişinin hayatındaki en harika deneyimlerden birini yaşamadan önceki tek ihtiyacı biraz daha bilgilenmek ve değişime tüm soru işaretlerini cevaplandırmış olarak gitmektir. Bu noktada sürecimiz PET ( Pre Exchange Training) ile devam eder. PET, SCORE ile değişime gitme hakkı kazananlar için bir ön hazırlık niteliğindedir. Kişinin hoca sunumları ile ve laboratuvarlarda aktif gözlemler yaparak akademik açıdan kendini dolu hissetmesini,

5

çeşitli aktivitelerle takım ruhunu güçlendirmesini ayrıca aklına takılan her şeyi değişime daha önce gitmiş kişilere yüzyüze sorma imkanını sağlar. Artık SCORE ile değişime gitme yani; - Bir ay boyunca dünyanın dört bir yanında en donanımlı laboratuvarlarda aktif olarak çalışma, - Alanlarında başarılı işlere imza atmış olan hocalarla birlikte akademik olarak tecrübe kazanma, - Dilini geliştirme, - Binbir çeşit kültür tanıma ve kendi kültürünü tanıtma, - Onlarca ülkeden onlarca insan tanıma ve harika dosluklar kazanma, harika anılar biriktirme zamanı ! Ayrıca SCORE ile sadece yurtdışı değil ‘Yurtiçi Değişim’ ile de bambaşka deneyimler kazanabilirsiniz. ‘Akademik Kalite’ isimi küçük çalışma grubumuzun düzelediği ‘SCORE Bilim Günleri SCORE Research Days’ ile kendi projelerinizi, sunumlarınızı hem İngilizce hem Türkçe anlatabilirsiniz. ‘Neglected Tour’ ile Türkiye’deki endemik hastalıklar hakkında yapılan ve primer olarak yurtdışından ülkemizde değişim yapacak öğrenciler için düzenlenen programda önce laboratuvar çalışmalarına sonra da saha çalışmalarına katılabilirsiniz. Eğer SCORE ile değişime gittiyseniz ‘SCOREview’ adlı dergimizde siz de deneyimlerinizi değişime gitme planları yapan kişiler ile paylaşabilirsiniz. Peki ya siz bu eşsiz deneyimleri SCORE ile yaşamak istemez misiniz ?

Halk Sağlığı Çalışma Kolu Daha sağlıklı bir dünya oluşturmak için halk sağlığını geliştirmek; sağlık politikaları üreterek, toplum sağlığına sahip çıkan hekimler yetiştirilmesine katkıda bulunmak amaçlarını güden Halk Sağlığı Çalışma Kolu bu doğrultuda çalışmalarına birikimli bir şekilde devam etmektedir. Çok geniş bir kapsamı olan Halk Sağlığı’nın elimizden geldiğince her konusuna dokunmaya çalışarak bu dönem Akılcı İlaç Kullanımı, İş Sağlığı ve Çevre Sağlığı konularını da çalışmalarımıza katmayı ve Yerel Halk Sağlığı Direktörlerimizden gönüllülerle bilimsel çalışmalar yapmayı hedefledik. Başarıya ulaşan birçok çalışmamızın yanında bazı çalışmalarımız da sağlam temellerle başlamış olup, üzerine eklenerek devam edildiği takdirde ileriki dönemler için yol gösterici niteliklere ulaşmıştır. 29-30 Kasım’da Dokuz Eylül Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirilen Halk Sağlığı Kampı’nın ardından SCOPH, donanım kazanmış Yerel Halk Sağlığı Direktörleri ve Ulusal Takımıyla farkındalık çalışmalarına sahalarda, bilimsel çalışmalarına da arka planda devam etmektedir. SCOPH’da ; TurkMSIC Tüzüğü ve SCOPH iç tüzüğüne uymak koşuluyla her aktivite gerçekleştirilebildiği için kısıtlamalara girilmeden kendi projelerini ve çalışma alanlarını üretebilecek kapasitede gönüllüler yetiştirmeye çalışarak yürütülen bir dönemin; saha çalışmalarıyla meyvelerini topladık ve dönem sonuna kadar da toplamaya devam edeceğiz. Bu bağlamda yaptığı etkinliklerle çalışmalarımıza destek olan bütün Yerel Halk Sağlığı Direktörlerine teşekkürü borç biliriz.

KEEP SCORE HIGH!!! Zülal Yılmaz

Ceren Bilgün

Araştırma Değişimi Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi National Officer on Research Exchange (NORE)

Halk Sağlığı Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi National Public Health Officer (NPO)

6


İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu (SCORP), Uluslararası Tıp Öğrencileri Birliği Federasyonu’nun (IFMSA - International Federation of Medical Students’ Associations) altı çalışma kolundan biridir. SCORP’un temelleri 1983 yılında kurulan Mülteciler Komitesi (SCOR - The Standing Commitee on Refugees) ile atılmıştır ve bu komite savaş veya diğer sebeplerle ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış insanların problemlerine dikkat çekmeyi amaçlamıştır. Bu konularda sürdürülebilir çözümün “çatışmaların” ve “insan hakları ihlallerinin” önlenmesi olduğu anlaşılmış ve sonuçta 1994’te alınan karar doğrultusunda komitenin adı İnsan Hakları ve Barış (SCORP) olarak değiştirilmiş ve insan hakları savunucuları ise “SCORPion” adıyla anılmaya başlamıştır. Şimdilerde SCORP’un ilgilendiği konulardan bazıları: • İnsan Hakları • Kadın Hakları • Engelli Hakları • Çocuk Hakları • Hekim Hak ve Sorumlulukları • Hasta Hak ve Sorumlulukları • Hasta-Hekim İlişkileri • Mülteci Hakları ve Sağlığı • LGBTİ • Savaş Ortamında Hekimlik Tüm bunlar her türlü siyasi otorite ve rejimden bağımsız ele alınması gereken konulardır. İnsanlığın ve insan olmanın getirdiği haklar ve özgürlükler ve bunları kısıtlayacak herhangi bir durum SCORP’un ilgi alanına girmektedir. SCORP, geleceğin sağlık çalışanları olacak tıp fakültesi öğrencilerinin, küresel bir bakış açısıyla, sağlıkta eşitlik; insan hakları ihlallerinin ve çatışmaların önlenmesi için bilgi, beceri ve tutum sahibi olmalarını sağlayarak, yoksullar, göçmenler, mülteciler ve insan hakları konusunda savunmasız kimseler gibi sağlık hakkı ihlallerine uğrayan insanların sağlık durumlarının düzeltilmesi ve güçlendirilmesi için çalışılabilmesine imkân sunar. Oldukça geniş bir konu yelpazesine sahip olması SCORP’a diğer birçok alt komite ile birlikte ortak projeler hazırlama ve çalışmalar yürütebilme avantajı sunmaktadır. SCORP çalışmalarında, Birleşmiş Milletler ve onun organlarının yanında, Avrupa Birliği ve pek

7

çok Sivil Toplum Örgütüyle ortak çalışmalar yürütmeyi amaçlamakta, projelerine gönüllü olarak katılmakta ve yaygınlaştırılması için çaba sarf etmektedir. Ulusal ve uluslararası toplantılara katılarak da bu alanda güçlenmeyi hedeflemektedir. SCORP Takvimi • 21 Eylül Dünya Barış Günü • 26 Ekim Hasta Hakları Günü • 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü • 3 Aralık Dünya Engelliler Günü • 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Her yıl rutin olarak takvimimizde yer alan günlerde SCORP gönüllülerinin birlikte oluşturduğu etkinlik planları doğrultusunda birçok organizasyon hazırlanmaktadır. Atölye ve saha çalışmaları yapılmakta ve standlar açılmakta, broşür ve el ilanı dağıtılmakta, film gösterimleri yapılmakta ve söyleşiler düzenlenmektedir. SCORP Eğitim Kampı ve Hekim Hukuk Platformu gibi ulusal çapta düzenlediğimiz organizasyonlarımız sayesinde öncelikle LORP’larımız olmak üzere tüm katılımcılarımızı, SCORP’un kapsamına giren konularda bilgilendirmeyi hedeflemekteyiz. Cansel Çetin İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu Yöneticisi National Officer on Human Rights and Peace (NORP)

Staj Değişimi Çalışma Kolu SCOPE Tarihi ve Genel Bilgilendirme ‘Staj Değişimi Alt Komitesi’; başta tıp fakültesi öğrencileri olmak üzere, dünyada sağlık sektöründe çalışan tüm bireyler arasında, işbirliği sağlama, kültürel anlayış geliştirme ve farklı kültürlere toleransın arttırılmasını kendisine misyon olarak belirlemiştir. IFMSA (International Federation of Medical Students’ Associations) tarihinde kurulmuş olan ilk Daimi Komite (Alt Komite) olmasının yanı sıra kurulduğu ilk günden bu yana da IFMSA’e en fazla öğrenci değişim olanağını sunmaktadır. Bu değişim programı öğrencilere sunduğu eşsiz eğitici ve kültürel deneyimin yanı sıra, mesleki özgeçmişleri için de benzersiz bir sayfa ekler. Farklı ülkeler ve sosyal koşullarda uygulanan tıbbi yaklaşımlarla tanışmak; tıp fakültesi öğrencilerinin, hekimlik mesleğine dair ufuklarını genişleterek onlara empati becerilerini geliştirme şansı tanır. İsmimizde bulunan ‘professional’; yurtdışındaki bir hastanede yapılan tıbbi çalışmayı belirtir. Tamamen eğitim amaçlı olan bu staj, öğrenciye bir maaş sunmaz. Türkiye’de SCOPE Türkiye’de SCOPE çalışmaları, TurkMSIC’a bağlı olan tıp fakültelerinde bulunan LEO’lar (Local Exchange Officer – Yerel Staj Değişimi Direktörü) ve TurkMSIC’ı, başta IFMSA olmak üzere diğer uluslararası ve ulusal platformlarda temsil eden bir NEO (National Exchange Officer – Ulusal Staj Değişimi Direktörü) aracılığıyla devam etmektedir. TurkMSIC (Turkish Medical Students’ International Committee) 1962 senesinden beri IFMSA ile iş birliği içinde olup tüm bu olanaklardan Türk tıp öğrencilerinin de yararlanmasına önderlik etmiştir. Günümüzde ise bu değişim programından yararlanabilen, 5 farklı kıtada 102 ülkede 1000’i aşkın tıp fakültesinde 12000’den fazla tıp öğrencisi mevcut. Bu tıp öğrencileri hem tıp bilgilerini tazeleyip pratik yapma şansını elde ediyor hem de dünyanın dört bir yanından gelen tıp öğrencileriyle bir ay boyunca vakit geçirerek vizyonlarını genişletip ‘bir tıp öğrencisinden daha fazlası…’ olma yolunda belki de ilk adımlarını atıyorlar. SCOPE ile yurtdışında staj şansını yakalayan tıp fakültesi öğrencileri, her yıl düzenli olarak yapılan bir sınav ile seçilir. SCOPE’de aktif olan TurkMSIC Yerel Kurulları (be sene bu sayı 39 tıp fakültesidir), LEO’ları aracılığı ile fakültelerinde afişler, standlar ve sunumlar ile bu sınavı tanıtır, öğrencileri bilgilendirir ve sınav kayıtlarını yapar. Yapılan sınav sonucunda kazananlar NEO ve LEO’lar tarafından bilgilendirilir ve staj işlemleri başlatılır. Staj yapmaya hak kazanan öğrencilere, değişime git-

meden önce LEO’lar tarafından eğitim verilir. Bu eğitimlerin amacı: dört haftalık stajın nasıl daha verimli geçirebilecekleri, farklı kültürlere nasıl yaklaşmalarının gerektiği anlatılır; değişim süresince hastanede yaptıklarının nasıl değerlendirileceği hakkında bilgiler verilip öğrencilerin kafalarındaki soru işaretleri giderilmeye çalışılır. Mart ayında yapılan IFMSA Genel Kurul Toplantısı’nda diğer ülke NEO’ları ile dokümantasyon değişimini yapan NEO, ülkesine geri döndüğünde; Türkiye’de staj yapmaya hak kazanan öğrencilerin, başvuru formlarında doldurduğu fakülte tercih sıralamasına bakarak, öğrencilerin staj yapacağı fakülteleri ilan eder ve bu fakülte SCOPE sorumlularına (LEO), bu belgeleri yollayarak ülkemizde staj yapacak öğrencilerin de staj işlemlerini başlatmış olur. Bu sene 450’nin üzerinde öğrenciye yurtdışında staj imkanı sağlamış olan TurkMSIC, yine aynı sayıda yabancı öğrenciye de TurkMSIC bünyesinde çalışmalarına devam eden üniversitelerde staj yapma olanağı sunmuştur. Yıl boyunca yapılan değişimleri değerlendirmek ve yeni kontratlar imzalamak üzere ülke NEO’ları IFMSA Ağustos Genel Kurulu’nda, SCOPE ayrılmış oturumlarında etraflıca sorunları çözmeye çalışırlar ve kontratlar için ayrılmış olan günde ise ülke NEO’ları değişim yapılacak öğrenci sayısını ve şartlarını belirleyerek, sonraki yıl için geçerli olacak yeni kontratları imzalarlar. Staj Olanakları Nelerdir? Yurtdışındaki bir fakültede staj yapma hakkı kazanan öğrenci, ülkeye adım attığı anda havaalanında, staj yapacağı fakültenin İrtibat Sorumlusu (Contact Person) tarafından karşılanıp; daha önceden ayarlanmış olan konaklama yerine yerleştirilir; bir ay boyunca staj yapacağı hastane kendisine tanıtılır ve staj yapacağı departmandaki sorumlu öğretim üyesi ile tanıştırılıp kendisine yapacağı staj ile ilgili genel bilgi verilir. Gelen öğrenci dört haftalık stajının sonunda da Ana Bilim Dalı Başkanı ve Fakülte Sekreterliği’nin resmi kaşelerinin bulunduğu SCOPE sertifikası almaya hak kazanır. Öğrenciler, hastanede geçirdikleri staj vakitleri dışında kalan zamanda LEO ve irtibat sorumlularının daha önceden hazırladığı sosyal programlar sayesinde aynı zamanda o ülkeye staj amacıyla gelmiş diğer onlarca öğrenciyle, hem ev sahibi ülkenin hem de diğer katılımcı ülkelerin kültürlerini daha yakından tanıma şansını yakalarlar. Özgür Deniz Akıncı Staj Değişimi Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi National Officer on Professional Exchange (NEO)

8


Tıp Eğitimi Çalışma Kolu Biz Kimiz? Ne Yapıyoruz? • Tıp eğitimi, IFMSA’in ‘dünya genelinde ideal öğrenmeyi’ keşfetmeyi sağlayan ve uygulanmasını amaç edinen çalışma koludur. Bizlere tıp eğitimi konusunda endişe duygusu kazandırarak içinde bulunduğumuz tıp dünyasını tanıtan, gördüğümüz eksikliklere karşı farkındalık aşılayan bu çalışma kolu ile sesimizi daha bilinçli yükseltmeye başlayabilmenin haklı gururunu yaşıyoruz. • Fakülte eğitim programının hazırlanmasında yaşanan sıkıntılar, fakülte yönetiminde yaşanan sıkıntılar, altyapı problemleri, hastane yetersizliği, kontenjan sıkıntıları ve daha niceleri.. Bu sorunlardan en az biriyle yüzleşmemiş bir tıp öğrencisinin olmadığını düşünerek baz aldığımız belli sorunlar, çözüme ulaştırmaya çalıştıklarımız ve üzerine konuştuklarımızla geniş bir kitleye hitap etmekteyiz. • Bir tıp eğitimi gönüllüsünün önünde ne uzun bir yol olduğunu ve bireysel araştırma süreçlerinin daimi olacağını hatırlamalıyız çünkü yeni adımlar atmaya, takım ruhunu paylaşmaya, bilgisini aktarmaya ve en önemlisi öğrenmeye hazır bir tıp eğitimi gönüllüsü eğitimin şakaya gelmeyeceğini bilir, konu eğitimse kriz yönetimi için en usta rolünü oynar. Ve eğitimimize gerekli değerin verilmesine inanarak aldığımız sorumluluklarla bizler emin olun gerektiğinde pek çok kriz anını yönettik ve takım çalışmaları ile düzenlenen toplantılar, çoğulculuğumuzun desteklediği beyin fırtınalarımız en büyük desteğimizdi. • Evet bizler bu sene şu toplantılarda bir araya geldik; —Tematik Tıp Eğitimi Toplantıları: -1.Tematik Tıp Eğitimi Toplantısı-İSTANBUL Değerlendirme(Sınav) Sistemleri -2.Tematik Tıp Eğitimi Toplantısı-AYDIN Tıp Fakültelerinde Yeterlilik —7. Tıp Eğitimi Çalıştayı (Tıp Eğitiminde İletişim Becerilerinin Yeri ve Önemi)-ESKİŞEHİR —Tıp Eğitimi Yarıyıl Buluşması-ANKARA • Ve şu başlıklarda Küçük Çalışma Grupları (KÇG) kurduk; —Biz ne yapıyoruz ? Amacı SCOME bilinirliğini, tanınırlığını arttırmak- yeni gelen tıp eğitimi direktörlerine kolaylık sağlamak olan ça-

9

lışa grubu bu doğrultuda sözlükler, etkinlik rehberleri ve pek çok tanıtım konusunu çalışmaktadır. Kısacası SCOME’yi kendi içinde anlamlandırmaktadır. —Tıp ve hukuk Tıp ve Hukuk Çalışma Grubunun amacı hekimlerin ve hastaların haklarını ne kadar bildiklerini ölçmek, değerlendirmek ve sunmaktır. Bu amaçla Tıp ve Hukuk Çalışma grubu ilk önce bilinmeyen hakların farkına varacak ve ardından bu bilinmeyenleri öğretecektir —Nithekim Temellendirmesini nitelikli bir akademisyenin sahip olması gereken yetileri araştırıp bu alanda biz geleceğin akademisyenlerine yönelik verilebilecek eğitimlerden alan çalışma grubunun hedefleri arasında hasta-hekim ve hekim-hekim ilişkileri de yer almaktadır —Altyapı hayat kurtarır Çalışma grubu sorun temelli çalışmakta ve her fakültenin altyapı yeterliliğini araştırmaktadır. Hazırlanan detaylı anket ve formlarla geniş çaplı bir araştırma yapan grubun asıl amacı her fakültenin benzer-eşit şartlarda eğitim vermesine katkıda bulunmaktır. —Hekimlik sanatı Bu çalışma grubunum amacı tıp öğrencisine mesleklerinin inceliklerini fark ettirmek, günümüzde hekime duyulan saygı ve güvenin azalmasındaki nedenleri araştırmak, değerlendirmek ve hekimlik- mesleğini, tıp öğrencisini hak ettiği yerlere taşıyacak yol haritalarını bulmaktır. Hekimliği sadece meslek olarak görmeyen bunun bir sanat olduğuna inanan çalışma grubunun esas amacı bu sanatın püf noktalarını ortaya çıkarmaktır. —Kongre ve konferanslar Amacı kongre ve konferanslar için yardımcı rehberler hazırlamak, gerekli broşür ve kitapçıkları oluşturmak ve etkili katılım için yapılması gerekenleri vurgulamak olan KÇG kongre ve konferanslardan alınan verimi maksimuma çıkarmayı hedeflemektedir. —Tıp ve psikoloji Tıbbın da en önemli branşlarından birisi olan psikolojiyi tıp eğitim hayatına entegre etmek amacıyla kurulan bu grupta sevgiden nefrete aşktan kaygıya temel duyguları keşfetmek, tıp öğrencisinin sosyal ve psikolojik yanlarını ele alabilmek amaçlandı. Alanında uzman eğitmenlerle tıp fakültesi öğrencilerine bilgilendirmeler hedeflenmektedir. Enes Akdan Tıp Eğitimi Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi National Officer on Medical Education (NOME)

Üreme Sağlığı Çalışma Kolu 2014’ten 2015’e ÜREME SAĞLIĞI ÇALIŞMA KOLU nde çalışmalarımızhem düzenlü hem de daha sonraki 11-13 Ekim tarihleri arasında düzenlenen 63.Ekim çalışmalara ışık tutacak nitelik kazanacaktır. Genel Kurulu’nun bitmesi ile başlayan yeni döneme SCORA nın kabul edilen vizyon ve yenilik çalışmalabelirlediğimiz hedefler uğruna çalışma arzusuyla başla- rına uygun olarak bilimsel anlamda çalışmalar yapmak dık. Bunca zamandan sonra ilk gün olduğu gibi çalışma için I.Üreme Sağlığı Sempozyumunu hazırladık. 4-5 arzusuyla dönüp geçen zaman dilimine baktığımızda Nisan tarihlerinde gerçekleşecek olan sempozyumun emek vermenin tatlı yorgunluğunu tatmaktayız teması nı ise ‘Cinsel saldırı ve kürtaj’ olarak belirledik. Bütün bu süre zarfında bizler, Dünya AIDS Günü ha- Böylece Genel kurulda kabul edilen bilimsel bir SCORA zırlıklarına başlarken kimi yerellerimiz Transgender Day anlayışı için önemli bir adım atmış olduk.Sempozyumda of Remembrance(TDoR) etkinliklerini yaptılar. Aynı za- ‘Cinsel saldırı ve kürtaj’ konusunda hem tıp hem hukuk manda 20 Kasım Dünya Çocuk hakları günü kapsamın- alanında uzman hocalar ,bu konuda çalışmalar yürütda Ensest-Çocuk İstismarı etkinlikleri yapan yerellerimiz müş gazeteci,yönetmen ,yazar konuklarımız konuşmacı oldu. olarak bizlere katkılarını sunacaklardır. Bizler için çok geç olan bir genel kurul tarihinden Ekim ayı süresinden başlayıp bugüne kadkadar sonra yaklaşan 1 Aralık Dünya AIDS Günü(DAG) geçen süre içinde, bir takım yerellerimiz kenetkinlikleri için hızlı bir materyal çalışmasına dilerine uygun gördükleri programlar içingirişildi. Mevcut olan DAG Materyalleri de Ensest-Çocuk İstismarı etkinlikleri incelendi, gereken ufak güncellemedüzenlediler. Aynı zamanda 8 Mart ler yapıldı. Genel Kurul öncesinde Dünya Kadınlar Günü dolayısı ile görüştüğümüz Eczacıbaşı O.K firher sene yaptığımız kadın hakları ması ile yeniden anlaşmamız ile etkinliklerinin içine bu sene kadın kendilerinden 45.000 broşür ve sağlığı konusunun da eklenmesini 12.000 afiş 3.000 rozet temin etistedik. tik. Bu materyallerin içinden 9.500 SCORA’nın uluslararası alanda kondom ve yaklaşık 30.000 broşür yapmş olduğu kaynaştırıcı unsurlave de 1.400 afişin ve 3.000 rozerından biri olan SCORA X-CHANGE tin zamanında talep eden 51 birliğe bu sene de biriken deneyim ve enerjigönderimini sağladık. Aynı zamanda siyle gerçekleştirilecektir.Bu süreçte de 10.000 afiş ve 10.000 broşürü de Toplum İstanbul Üniversitesi ‘de gerçekleşecek bir Gönüllüleri Vakfı(TOG)’na ulaştırdık. Öte yandan programın yanında Anadolu turu kapsamında kendileri ile yaptığımız konuşmalar sonrası bizlere belirli Başkent,Uludağ,Isparta ve Muğla da bulunmaktadır. bir miktar materyal yollamayı kabul ettiler. Kendileri kayıt Eczacıbaşı ve O.K ile yapılan görüşmeler 2015-2016 altına almasa da en son yapılan görüşmemiz ve bizlere Dünya AIDS Günü çalışmalarına yazın başlanması kararı gelen sayıların da uyuşması dahilinde 12.000 kondom alınmıştır.Ve gelecek yılda yapılan çalışmalarda material yardımında bulunduklarını rahatça söyleyebiliriz.Bütün kolaylığı ve temini sözü alınmıştır. bu materyallerin kullanımından sonra DAG etkinliğini geGelecekteki hedeflerimiz ve ulaşmak için emek vereciktiren birliklere ise elimizde kalan materyaller iletilmiştir. ceklerimiz: Yani elimize ortalama; • SCORA sempozyumunu her gelecek yıl farklı • 12.000 kondom SCORA konularını tema belirleyerek daha bilimsel hale • 45,500 broşür getirilmesi • 2000 afiş • Dış kuruluşlarla bağlantılı oalrakAkran eğitmen eği• 3.000 rozet elimize geçmiş ve yerellerimizin bunları timinin gerçekleştirip,eğitmenlerin tüm yerellerde eğitim kullanması sağlanmıştır. vermesinin sağlanması Aynı zamanda Hepatit , Doğum kontrol Yöntemleri, •Temin edilen broşürlerle SCORA nın üreme sağlığı Sifiliz, Adet Düzensizliği, Meme Kanseri ve HPV ile il- konusundaki saha çalışmalarında daha verimli hale gegili herbirinden 15.000 broşür temin ettik. 15.000 tane tirilmesi Prostat kanseri broşürünü de gelecek sene kullanılmak •Üreme sağlığının her alanında daha aktif olunması üzere hazır hale getirdik ve aynı zamanda Erkek Cinsel Savunuculuk çalışmalarınn hızlanması Fonksiyon Bozuklukları ile ilgili 10.000 broşür aldık. Bü• Birlik Genel Kurulu onaylı SCORA Vizyon ve Yenilik tün bu süre esnasında da bir yandan İç Tüzük’te güncel- Bildirisi doğrultusunda çalışmalara devam edilmesi lemeleri kararlaştırdık. Amacımız hem sponsorluk çalışmaları öncesinde Ahmet Melih Erdoğan Üreme Sağlığı Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi hem de sonrasında raporlamaların çalışmalarımızı active National Officer on Sexual and Reproductive Health incl. AIDS edici yönünü kullanmaktı.Yenilikler ve eklemeler sayes(NORA)

10


Türk Tıp Öğrencileri Birliği Desteklenmiş Projeler

IFMSA ve TurkMSIC

Türk Tıp Öğrencileri Birliği 6 çalışma kolu dışında desteklenmiş projelerle de çalışmaktadır. Şu an aktif olan projeler şu şekildedir: • Çocukluk Çağı Obezitesi ve Aile Farkındalığının Arttırılması: Obezite riski taşıyan çocuklara sağlıklı beslenmenin ne olduğu, hangi yiyeceklerden ne ölçüde yemeleri gerektiği, sporun sağlık için öneminin anlatılması, çocuklar üzerinde kalıcı davranış değişikliği hedefinin sağlanması içinde ailelere de aynı eğitimlerin verilerek şişman çocuk sağlıklıdır algısının yıkılması ve evin beslenme düzeninin değiştirilmesi amaçlanmaktadır. İşleyişte ise yerel birliklerimizin bulundukları şehirlerdeki bir ilkokul sınıfını müdahale grubu olarak belirlemesi, öğrencilerin BKİ (Beden Kitle İndeksi) ölçümünün yapılması, devamında müdahale grubunun aileleri ve öğretmenleri de dahil olmak üzere dengeli ve düzenli beslenme, besin değerleri ve sporun önemi hakkında bilgilendirilmesi ve verilen eğitimler sonunda yeniden bki ölçümü yapılarak davranış değişikliği gözlenmesi. •

Sağlık Turnesi:

Yaşama hakkının en büyük sağlayıcısı olan sağlık hakkından, her yönüyle eşit olarak doğdukları kabul edilen insanların eşit olarak faydalanabilmeleri beklenir. Sağlık Turnesi Projesi ülkemizin temel sağlık hizmetleri yönünden dezavantajlı bölgelerini tespit ederek, tespit edilen yerlerde halkın temel sağlık taramalarını yapmayı öngören, halka sağlık eğitimi vermeyi amaçlayan, yaptığı tarama ve verdiği eğitimlerin ardından bölgede yapılan gözlem sonucu yazılacak bildiriyi yetkili makamlarla paylaşarak dezavantajlı bölgelerin temel sağlık hizmetlerinden faydalanmasına katkıda bulunan, tamamen gönüllü tıp öğrencileri tarafından hiçbir maddi karşılık beklenmeksizin gerçekleştirilen bir projedir. Barçın Barı İçerik Takımı

IFMSA, yani Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu, “2. Dünya Savaşı” bitiminden hemen sonras kurulan sayısız uluslararası öğrenci organizasyonundan biridir. Federasyonun kuruluşunun gerçekleştiği ilk toplantı 1951 yılında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da yapıldı. Bu yeni kurumun ilk üyeleri İngiltere, Avusturya, Batı Almanya, Finlandiya, Norveç, İsveç, Danimarka, Hollanda ve İsviçre olmuştur. İlk genel kurul ise 1952 Temmuz ayında Londra’da 10 ülkeden 30 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Geçen 64 yılda Avrupa’da kurulan bir organizasyonun 100’den fazla ülkede temsil edilecek şekilde büyümesi gerçekten göz doldurmaktadır. IFMSA öğrenci değişimlerinin yanı sıra daima konferans ve çalıştaylara da önem vermiştir. İlk konferanslar 1950lerde çok başarılı olan “Uluslararası Öğrenci Klinik Konferansları”dır. 1963’te Danimarka, İngiltere ve İskandinavya’da başlayan “Yaz Okulları” yıllar boyunca devam etmiştir, hala da etmektedir. 1960lardaki diğer konferanslar ise “Tıp Eğitimi”, “Madde Kullanımı” ve “HIV ve AIDS” hakkında düzenlenmiştir. Bu yıllarda konferanslar ve yaz okullarının yanı sıra, ekonomik düzeyi düşük tıp öğrencilerine kitap yardımları ve zengin ülkelerden ihtiyaç sahibi ülkelere tıbbi araç-gereç yardımları bulunması ve bunların yerlerine ulaştırılması için projeler gerçekleştirilmiştir.

İki Elin Sesi:

Ülkemizde 3 milyon işitme engelli vatandaşımız bulunmakta. Ne yazık ki sağlık kurumlarında işitme engelli hastalarla iletişim sorunları sıkça görülmektedir. İşitme engelli hasta sağlık kuruluşuna adım attığı andan itibaren, giriş işlemleri, anamnez, tedavi süreci ve diğer bir çok konuda iletişim sorunları yaşamaktadır. Tüm bunların yanı sıra bu sıkıntının farkında olan sağlık çalışanları ve tıp fakültesi öğrencileri kendi çabaları ile işaret dili öğrenmek istese dahi, yer(ulaşım), zaman(uygun olmayan ders saatleri) ve maddi sıkıntılar yaşamakta, işaret dili eğitimini alamamaktadır. Tüm bu sebeplerle “İki Elin Sesi” projesi hayata geçirildi, böylece tıp öğrencileri olarak meslek hayatına adım attığımızda karşılaştığımız işitme engelli hastalarla düzgün iletişim kurabileceğiz. Uzun vadede, Türkiye’nin çeşitli illerinde meslek hayatına başladığımızda çalıştığımız kurumun geneline işaret dili tercümanlığı yapabileceğiz.

Ülkemizde ise 1952 yılında kurulan TurkMSIC, bağımsız, siyasi olmayan, din-dil-ırk ayrımı yapmayan ve kar amacı gütmeyen Türkiye’nin en büyük ve en köklü tıp öğrencileri organizasyonudur. Kurulduğu yıllarda IFMSA gibi değişimlere odaklanan TurkMSIC, 80’li yıllara geldiğinde büyük şehirlerin dışındaki tıp fakültelerine de yayılmaya ve kurumsallaşmaya başlamıştır. IFMSA’de de uzun yıllar boyunca etkin bir şekilde çalışan TurkMSIC, bugün IFMSA’in 6 çalışma kolundan biri olan “Bilimsel Araştırma Değişimi” çalışma kolunun kurulmasını sağlamıştır. Uluslararası ortamda temsiliyetimizi sağlarken bir yandan da IFMSA yöneticileri çıkaran Türkiye’nin IFMSA’de 2 ömür boyu onur üyesi bulunmaktadır. 1980 öncesi bir dönemde Türk Tabipler Birliği altına girmiş fakat sonrasında bu kurumdan ayrılarak devam edilmiştir. Bu yıllardaki büyüme ile değişim sınavı yapılmaya karar verilmiş ve el emeği ile o yıllardaki yöneticilerin kendileri bu sınavları hazırlamış ve uygulamıştır. IFMSA’deki yaz okularının benzeri ülkemizde de gerçekleştirilmiş olup o dönemde büyük beğeni toplamıştır. 2000li yıllarda büyümesi ivmelenerek devam eden TurkMSIC önceleri “Türk Tıp Öğrencileri Uluslararası Komitesi” adını kullanırken, günümüzde “Türk Tıp Öğrencileri Birliği” adını almıştır. 58 üye tıp fakültesinde temsil edilen birliğimiz Tıp Eğitimi, Bilimsel Araştırma Değişimi, Staj Değişimi, Üreme Sağlığı, İnsan Hakları ve Halk Sağlığı olarak 6 temel alanda çalışmalarını yürütmektedir.

1970ler federasyon için genişleme zamanının geldiği yıllar olarak görülmüş ve ilk olarak Afrika ve Asya’da bölge organizasyonları kurulması sağlanmıştır. Diğer ülkelere de yayılım arttığı için 6 bölge belirlenmiş ve koordinatörler atanmıştır. Erken 1980li yıllarda IFMSA, tıp eğitiminden nükleer silah kullanımının yasaklanmasına ve temel sağlık hizmetlerinin sağlanmasına kadar geniş bir yelpazede bildiriler yayınlamıştır. 80’lerin sonlarına gelindiğinde yerel projelerin geliştirilmesi için büyük bir hareket başladı. Aynı zamanda 1986’da Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte “Liderlik Eğitim Programları” gerçekleştirildi. Bu eğitim programları günümüzde de aktif olarak yürütülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ile resmi ilişkiler 1969 yılında başladı. Bu ilişkinin ilk ürünü ortaklaşa gerçekleştirilen

11

“Tıp Eğitiminde Programlanmış Öğrenme” konulu sempozyum olmuş, immünoloji ve tropikal tıp programları ile devam etmiştir. İlerleyen yıllarda IFMSA ve DSÖ ortaklaşa çeşitli çalıştay ve eğitimler düzenlemişlerdir. IFMSA 1971 yılından beri UNESCO ile de ortaktır. IFMSA 2007’den itibaren de HIFA2015’in (Healthcare Information For All by 2015) resmi destekçisidir.

Sahip olduğu vizyon ve misyon ile giderek kurumsallaşan birliğimiz ulusal ve uluslararası alandaki ortaklarını ve bağlantılarını arttırmış olup dekanlıklar ve bazı bakanlıkların düzenledikleri toplantılara davet edilir duruma gelmiştir. Geçmişe oranla çok daha organize ve profesyonelce çalışan Türk Tıp Öğrencileri Birliği, amatör ruhundan hiç bir şey kaybetmeyen dinamik üye yapısıyla ülkemizdeki tıp öğrencilerinin mesleksel ve sosyal gelişimine katkı sağlamakta, halka sunulan hizmetlerin gelişmesine yardımcı olmakta ve toplumu her konuda bilinçlendirmeye çalışmaktadır. Bu sebeple “Bir Tıp Öğrencisinden Daha Fazlası” sloganını benimsemiş daima insanlığın yanında, bağımsız, öncü, Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı bir kuruluş olmuştur. Barçın Barı

İçerik Takımı

12


Tıp Dünyasından İlkler Tıp Dünyasında da her şeyin bir ilki vardır. Günümüz şartları ve imkanlarına göre çok basit olan bu ilkler; kendi dönemlerinde büyük yankılar uyandırmıştır.Kimi zaman hayatlara malolmuş, kimi zaman hayatlar kurtarmış, kimi zaman mucidine ihanet etmiş çok sonra değeri anlaşılmıştır. Ancak ne olursa olsun hepsinin ; Tıbbın günümüz seviyesine gelmesinde ; “Tıbbın İnşası”nda büyük önemleri vardır. İşte günümüze kadar katedilen aşamalar: •İlk Defibrilatör Cihazı İlk defibrilasyon 1947’de denendi. 20.yy başından beri köpek üzerindeki deneyler kalbe elektroşok uygulamanın faydalı olabileceğini gösterdi. Dr.Claude Beck bu uygulamayı destekledi. İlk kez 14 yaşında bir erkek çocuğuna uyguladı. İlk olarak 45 dakika el ile kalp masajı yapıp şok uygulandı ve kalbin normal ritmine dönmesi sağlandı.

Ayrıca bu dergi ilk ingilizce tıp dergisidir. Kulak Ağrısı tedavisi için ve tavşan bitinden kaynaklı ölümlere ilişkin bilgiler de içermiştir. •İlk Aşılama Programı 1840’ta Birleşik Krallık, yoksulların aşılanmasını sağlayan bir program uyguladı.1853’e kadar aşılama, tüm yenidoğanlar ve 3 aylıktan küçüklere zorunlu kılındı.1867’de 14 yaş altı herkes çiçek hastalığına karşı aşılanmak zorundaydı ve bu sayede çiçek hastalığından korunmada çok büyük yol kat edildi.

•İlk Toz Bazlı Haplar •İlk Klinik Araştırma ve Tedavi 19.yy başlarında kimyasal temelli haplar üretimi denendi ama birçok problem ile karşılaşıldı. 1843’te İngiliz bir usta olan William Brockedon, grafit tozunu basınçla sert yığınlara dönüştüren bir makine icat etti. Ve bir ilaç üreticisi bu makineyi ilaç üretiminde kullanabileceğini düşündü ve toz bazlı tablet üretimine uyguladı ve başarılı oldu. •İlk İntravenöz İğne Kolera, 19.yy Avrupası’nda en çok korkulan hastalıktı. Bu korkulan olay tıbbi tedavi araştırmalarını tetikledi. Koleranın tedavisi için bir yol bulmak 100 yıldan fazla bir zaman aldı. 1800’lerin ortalarında tedavi sadece semptomları biraz olsun azaltmak,dindirmek yönündeydi. Bir fizikçi olan Thomas Latta bu hastalığın takipçisi oldu. Dr. W.B. O’Shoughnessy, damar içi enjeksiyon fikrini ortaya attı ama pratikte hiç denemedi. Ama Latta bu yöntemin nolursa olsun denenmesinde kararlıydı. Thomas, bunu kolera hastası yaşlı bir bayana uyguladı ama ne yazık ki birkaç saat içinde öldü. Her şeye rağmen bu yöntem birçok doktor tarafından örnek alındı ve döneminde çok ön plana çıktı. damar içine madde enjekte etmenin ne kadar önemli olduğu 19.yy sonlarına kadar anlaşılamadı. Günümüzde enjektörler geleneksel bir tıbbi malzeme oldu ve ciddi hastaları bile hayatta tutmaya çok katkısı oldu. •İlk Tıbbi Dergi En eski ve hala yayımlanan tıp dergisi “New England Journal Of Medicine” dır. Ve 1812’de yayımlanmıştır.

13

İlk klinik araştırma bir gemide gerçekleştirildi. Skorbüt hastası 12 denizci 2’şer kişilik 6 gruba ayrıldı. Her grup farklı tedaviye maruz bırakıldı. Sirke, deniz suyu v.s denendi. Bir gruba limon ve portakal verildiğinde buluş gerçekleşti! 6 gün boyunca bu besinlere maruz bırakılan denizciler tedavi sonunda neredeyse iyileştiler. Bu klinik araştırmanın mimarı ise Dr.James Lind. •İlk Röntgen X-ışınları Wilhelm Konrad von Röntgen tarafından 1895 yılında keşfedildi. Röntgen opak şeyler arkasında gizlenmiş nesneleri fotoğraflamasını sağlayan radyasyonun bu yeni formunu açıkladı. Hatta kendi iskeletin bir kısmını fotoğrafladı. X-ışınları tıpta önemli bir tanı aracı olarak kullanılmıştır. Röntgen bu ışın dalgaları hakkında bilinen çok çok az şey olduğu için “X-ışını” olarak adlandırdı. •İlk Soluk Borusu Ameliyatı Dünyadaki ilk soluk borusu ameliyatı İngiltere ‘de 10 yaşında bir çocuğa yapılmıştır. Çocuğun kemik iliğinden çıkarılan kök hücreler çocuğun boğazına yerleştirilmiş ve ameliyat sonrası çocuğun kendi başına nefes aldığı ve konuştuğu belirtilmiştir.

İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberinde, ölen bir kişinin soluk borusuna, çocuğun boğazına yerleştirilmeden önce çocuktan alınan kök hücrelerin enjekte edildiği, böylece organ nakli ameliyatlarında karşılaşılan bir sorun olan, nakledilen organın vücut tarafından kabul edilmemesi olasılığının sıfıra indirildiği bildirilmiş. •İlk Lokal Anestezi Dünyadaki ilk lokal anestezi uygulaması Viyana ‘da Alman Hastanesi doktorlarından Karl Koller tarafından bulunmuş ve bir göz hastasının ameliyatında kullanılmıştır. Dünyadaki ilk anestezi ise ABD ‘de Dr. Crwford Long tarafından bir öğrenciye uygulanmıştır. Ancak diğer yandan M.Ö. 2250 yıllarına ait olan çamur tabletlerden diş ağrısı tedavisinde “banotu” ile hazırlanan ilaçtan yararlanıldığı anlaşılmaktadır. Lokal anestezide ilk olarak kabul edilebilir. •İlk Tansiyon Ölçme Aygıtı Dünyadaki ilk tansiyon aleti 1896 yılında İtalya ‘da Dr. Scipione Riva-Rochi tarafından icat edilmiş ve sphygmomanometre adıyla kullanılmıştır. Bu aygıtta, ana atardamarlardan birinin üzerine bir bant içinde hava basıncı uygulanır. Bu basıncın, kan basıncının altına düşürülmesiyle, atış sesleri kulaktan duyulur ve bu arada aygıtın basınçölçerindeki rakam okunur. •İlk Sezeryan Dünyadaki ilk sezeryan doğum 1500 yılında İsviçre ‘de Jacob Nufer isimli doktorun eşine uyguladığı ve başarılı olduğu ameliyattır. Hem anne hem de bebek sağ olarak kurtarılmıştır Jacob Nufer, büyük bir cesaret göstererek sezeryan ameliyatı tek başına gerçekleştirdi. Araç olarak ise, yalnız domuzları hadım etmekte kullandığı malzemelerden yararlandı. İlk modern sezaryen ise 1881 yılında Alman jinekolog Ferdinand Adolf Kehrer tarafından gerçekleştirilmiştir.

Dünyadaki ilk ötenazi kliniği Hollanda ‘da 2012 yılında açılmıştır. Klinikte ilk etapta 70 kişinin ölüm isteği gerçekleştirilecek ve ötenazi isteği doktorları tarafından kabul edilmeyen hastalar için hizmet verecekti. Doktorlar, tıbbi yoldan tedavisi yapılamayan 18 yaş üzeri ve yaşlıların özel başvurusu dikkate alınarak ve ilk olarak kendi doktoru, tedavi gördüğü hastanesi ve varsa psikiyatristi ile ilk görüşmelerinin ardından ölüm işlemini gerçekleştirildiği kaydettiler. Açılan özel klinik ile, hastalara yasal olarak ötenazi hakkı tanıyan ilk ülke Hollanda olmuş oldu. •İlk Kan Bankası Gerektiğinde hastalara aktarmak için sağlam kimselerden alınan kanların saklandığı yere kan bankası denir. Bugün bilinen anlamıyla ilk kan bankası, 1931 yılında Moskova Acil Yardım Hastanesi’nde, Profesör Sergey Yudin tarafından kuruldu. “Kan Bankası” deyimi ise, 1937 yılında Chicago’daki Cook County Hastanesi Kan Merkezi ‘ni kuran Bernard Fantus tarafından kullanıldı ve daha sonra deyim, dünya çapında yerleşti. •İlk Kan Nakli Dünyadaki ilk kan nakli 12 Haziran 1667 tarihinde Profesör Jean Baptiste Denys tarafından 15 yaşındaki bir hastaya bir kuzudan alınan 250 gr. kan nakli ile gerçekleşmiştir. Bu, o güne göre çok tehlikeli bir denemeydi ve hasta çok geçmeden sağlığına kavuştu. Ne var ki sonraki denemelerde aynı sevindirici sonucu vermedi. Bir insandan bir başka insana ilk kan naklini düşünen ve bunu başaran kişi, 28 yaşındaki Thomas Blundell’dir. Kendi buluşu olan ince bir şırınga aracılığıyla değişik kişilerden aldığı taze kanı, ölmek üzere olan bir hastasına aktardı fakat başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak 10 yıl sonra Doktor Blundell, başka bir insanı yaşatmayı başardı ve bu konuda tıp biliminde çığır açarak kendisinden sonra gelecek meslektaşlarına öncülük etti. •İlk Doğum Kontrol Hapı

•İlk Ötenazi Kliniği Ötenazi; bir kişinin veya bir hayvanın yaşamını, yaşamlarının dayanılamayacak durumda olarak algılanması sebebiyle, acısız veya çok az acıtan bir ölümcül enjeksiyon yaparak, yüksek dozda ilaç vererek veya kişiyi yaşam destek ünitesinden ayırarak sonlandırmak anlamına gelmektedir.

Dünyadaki ilk doğum kontrol hapı ABD ‘de 1954 yılında yapılan deney sonucunda ilk defa Dr. Pincus tarafından geliştirilmiştir. 1960 yılından itibaren de eczanelerde dağıtılmaya başlanmıştır. Serbest piyasada satılan ilk doğum kontrol hapı ise, Enovid 10’dur.

14


•İlk Yapay Döllenme Dünyadaki ilk yapay döllenme, Abbe Lazare Spallanzani tarafından yapıldı. Başarıyla sonuçlanan bu deneyinde Spallanzani, İspanyol türü bir erkek köpekten aldığı dölü, dişi bir av köpeğinin üreme organına yerleştirdi ve ardından üç yavru köpek dünyaya geldi. Bunlar, ispanyol av köpeği türünün melezleriydi. Böylece ilk yapay döllenme başarılı olarak gerçekleştirildi. İnsan üzerinde ilk yapay döllenmeyi, 1785 yılında Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Thouret gerçekleştirdi. Bay Thouret, kendisinden elde ettiği dölleri, ince bir şırınga ile kendi karısının rahmine yerleştirdi. Bu deneme sonucunda sağlıklı bir bebek dünyaya geldi. Kocanın dışında, bir başka erkekten alınan dölle yapılan ilk yapay döllenme ise, Philadelphia’da Prof. Pancoast tarafından 1884 yılında kloroformla bayıltılmış bir kadın üzerinde, kadının bilgisi dışında denendi. Bu deneme, kadının kısır olan kocasının isteği üzerine yapılmıştır. •İlk Katarakt Ameliyatı Dünyadaki ilk katarakt ameliyatı kısaca Ammâr olarak tanınan Müslüman tıp âlimi Ebu’l-Kasım Ammâr b. Ali el-Mevsılî tarafından kendisinin tasarladığı enjektör biçimindeki özel bir iğne ile yapılmıştır.Göz ilmi yani Oftalmoloji ilminin babası sayılır •İlk Yüz Nakli Dünyadaki ilk tam yüz nakli, 20 Mart 2010 tarihinde Barcelona’da 31 yaşındaki Oscar isimli hastaya gerçekleştirilmiştir. Yani bu vaka, Ahmet Kaya’dan Uğur Acar’a yapılan operasyonun ilk örneğidir. •İlk Kök Hücre Nakli Yapılan Hasta Dünyadaki ilk kök hücre nakli Uzm. Dr. Selçuk Kılınç tarafından İzmir ‘de yaşayan Gizem Kılıç ‘a yapılmıştır. Bu sayede tıp dünyasında binlerce hastaya da umut ışığı olmuştur. Bu operasyonda İnce Bağırsak Nakliyle Birlikte Kök Hücre Nakli Yapılmıştır.

ayağından ibarettir. Genelde de tarihte korsanlarda rastlanmıştır. •İlk Bebek Kuvözü İlk bebek kuvözü 1891 yılında Fransa ‘nın Nice şehrinde Dr. Alexandre Lion tarafından yapılmış ve bu kuvözün havası bir vantilatör yardımıyla sürekli temizleniyor, ısısı da bir termostat aracılığıyla sürekli denetim altında tutuluyordu. Dr. Lion, çalışmalarının ilk üç yılında prematüre 185 çocuktan 137’sini kurtarmak gibi hiç de küçümsenemeyecek bir başarıya imzasını attı.

Dünyadaki ilk antiseptik kullanımı 1865 yılında Glaskow şehrinde Joseph Lister isimli cerrah tarafından geliştirilmiş ve ameliyatta ilk kez kullanılmaya başlanmıştır.

6 Aralık 1922’de İnsülin ilk kez Kanada’da bir hastanede hastalar üzerinde denendi. Ayrıca insülin Pankreasın hormonal salgı birimleri olan Langerhans adacıklarından salgılanan insülinin adı da Latince’de “ada” anlamına gelen “insula” sözcüğünden türetilmiştir. •İlk HIV Virüsü Bilinen ilk AIDS vakaları 1981’de ABD’nin New York ve Kaliforniya eyaletlerinde rapor edildi.AIDS teşhisi konulan ilk şahısların çoğu hastalığı cinsel yolla kapan eşcinsel erkekler ve şırıngaları ortak kullanan damardan alınan uyuşturucu bağımlılarıydı. 1983 yılında Amerikalı ve Fransız araştırmacılar hastalığın nedeninin HIV olduğunu buldular.

•İlk Eczaneler Dünyadaki ilk eczaneler 1140 da Napoli ve 1180 de Paris’te var olduğu bilinir. •İlk Robotlu Obezite Ameliyatı

•İlk Ambulans Dünyadaki ilk ambulans 1792 yılında savaşta yaralananları daha az kayıpla kurtarmayı amaçlayarak, Napolyon ‘un özel cerrahı Baron Dominique Jean Larrey tarafından yapılmıştır. Larrey’in ambulansı, savaş alanında yaralanan kişileri, daha fazla kayba yol açmadan bölgeden uzaklaştırmayı amaçlıyordu. Bunlar, ilk kez Napolyon’un İtalya’ya karşı açtığı 1796-1797 savaşında görev aldılar. •İlk Aspirin Dünyadaki ilk aspirin Mayıs 1899 yılında, Alman Bayer AG firması tarafından piyasaya sürülmüştür ve ilk kez 1853 yılında Alsaslı kimyacı Karl Gerhard tarafından sentetik olarak elde edilmişti. •İlk Apandist Ameliyatı

15

Dünyadaki ilk antibiyotik 1928 yılında St. Mary Hastanesi ‘nden Prof. Alexander Fleming tarafından “penisilin” adı ile bulunmuştur. Devrim niteliğindedir. Bir rastlantı sonucu bulmuş olan ve penisilin adı verilen antibiyotik, mikrop öldürücü özellikteydi, ancak birkaç gün içinde bu özellikleri kayboluyordu. 1940 yılında Oxford Üniversitesi öğretim üyelerinden Howard Florey ve Ernst Chain, yapmış oldukları çalışmalar ile antibiyotiğin özelliklerinin uzun süre korunmasını sağlamışlardır

•İnsülinin İlk Kullanımı

•İlk Genel Anestezi •İlk Antiseptik

•İlk Protez Dünyadaki ilk protez uygulamasına milattan önce 5. Yüzyılda Heredot ‘un kitaplarında bahsedilmiştir ve bu takma uzuvlar el yerine takılan kanca veya kedi, köpek

•İlk Antibiyotik

Dünyadaki ilk apandist ameliyatı 4 Ocak 1885 tarihinde, ABD ‘nin Iowa eyaleti Davenport kentinde, 22 yaşındaki Mary Gartside’e Dr. William West Grant tarafından yapılmıştır. Bu ameliyat tam bir başarıyla sonuçlandı.

Dünyada ilk kez obezite ameliyatını robot kullanarak tek delikten yapan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Umut Barbaros ve ekibidir. Ekip, dünyada ilk kez göbekten tek delikten girerek robotik cerrahi ile obezite ameliyatı yaptılar. •Dünyadaki İlk Tüp Bebek Dünyadaki ilk tüp bebeğinin adı Louise Brown 25 temmuz 1978 de doğmuştur. Louise Brown laboratuvar ortamında ortamında döllenmiş ilk bebektir. Ebeveynlernini Cambridge Üniversitesi’nde fizyolog Robert Edwards ve jinekolog Patrick Steptoe’nun araştırmasını duymaları çift için dönüm noktası oldu ve doğurganlık tedavisi tüp bebek için iki bilim adamıyla anlaşma imzaladılar.

Anestezi ciddi olarak ilk defa 19. yüzyıl ortalarında kullanılmaya başlamıştır. 16 Ekim 1846’da Boston’daki Massachusetts General Hospital’da dişhekimi William Thomas Green Morton, 52 yasinda bir erkek hastanın boyun bölgesindeki bir tümörün cerrah Dr. Warren tarafından çıkarılması sırasında “dietil eter” kullanarak başarılı bir genel anestezi uyguladı.Bu uygulama ile anestezi tarihine “eterin babası” olarak geçmiştir. 1844 yılında Bostonlu diş hekimi Wells hastasına solunum yoluyla diazot monoksit (N2O) vererek ağrısız dişçekmiştir. 1846 yılında Amerika’da yine diş hekimi olan Jackson ilk olarak eterile anestezi uygulamıştır. 1847 yılında da İngiltere’de jinekolog olan Simpson anestetik olarak ilk kez kloroformu (CHCl3) kullanmıştır.

*bu bölümün hazırlanmasında kaynak tarama ve kaynak dilinden dilimize çevirmede yardımcı olan Kemal mahsereci’ye emekleri için teşekkür ederim.

Deniz Demir İçerik Takımı

16


Robotik Cerrahi Robotik cerrahi; NASA Araştırma Merkezi’nde çalışan araştırmacılar, sanal gerçeklik sistemini inceleyen mekanik mühendisler ve ABD Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi Araştırma Merkezi’nde çalışan robot teknolojisi uzmanları tarafından geliştirildi. Prototipi 1997 yılında ortaya çıkarılan da Vinci sistemi, ilk olarak robotik kolesisektomi (safra kesesi ameliyatı) ile denendi. 2000 yılında Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayıyla ilk olarak kardiyovasküler cerrahide, sonra da yaygın olarak üroloji, genel cerrahi ve jinekolojide kullanılmaya başlandı. Türkiye’de ise 2004 yılından beri kullanılmakta olan teknik sayesinde 180’den fazla olguya cerrahi müdahale yapılabilmektedir.

Diziler ve Tıp kemoterapi veya radyoterapi gereken hastalarda tedaviye daha erken başlama imkanı sağlıyor. Ayrıca morbid obez hastalarda bile pek çok operasyonun yapılmasına olanak sağlanıyor. Cihazın kollarının ucundaki aletler insan bileğine benzer şekilde her yöne 180 derece dönebiliyor. Ayrıca bu aletler 7 kademeli serbest hareket etme özelliğine sahip olan küçük aletler olarak tanımlanabilir. Bu aletlerin uçları ‘endowrist’ adı verilen sistem sayesinde kendi eksenleri etrafında 540 derece dönebiliyor. Bu sayede vücudun birçok noktasına (özellikle dar ve küçük alanlarda) ulaşıp kritik cerrahi müdahalelerde kesme, tutma, dikiş atma

Tıp dünyasından ekrana aktarılan cok sayıda film ve dizi var. Bunların büyük kısmı yabancı kaynaklı olsa da birçoğumuz yakından takip ediyoruz.Bir tıp öğrencisi olarak bu dizileri takip ediyor olmak ise ekstra bir katkı sağlıyor belki de bizlere.. Şimdi bunlara kısa bir göz atalım.Sizlere bir seçki hazırladım. Tıp dünyasından ekrana aktarılanlar ve hayatımıza etkileri : House MD Medikal dram tarzı dizi yapımlarının belki de en ünlüsüdür. 2004’ten 2012 yılına kadar 8 sezon yayınlanmıştır. Dizinin ana karakteri olan Dr.House (Hugh Laurie) diğer doktorların tanı koyamadığı hastalara tanı koymakla ilgilenen Princeton-Plainsboro Eğitim Hastanesi’nde –kurgusal bir hastane- bir ekibin başında bulunmaktadır. Her bölümde ayrı bir vakanın irdelendiği dizide bölüm

körlük, sağırlık, genişlemiş lenf bezleri gibi çok sayıda kafa karıştırıcı belirtinin bir arada görüldüğü 55 yaşındaki hasta, “House M.D.” hayranı bir doktor tarafından kurtarıldı. Hastasının, dizinin bir bölümünde konu edilen hastayla aynı belirtileri gösterdiğini anlayan doktor, dizinin baş karakteri Dr. Gregory House’un koyduğu “kobalt zehirlenmesi” teşhisini koyarak hastayı tedavi etti. Tıp öğrencilerine ders verirken düzenli olarak bu diziden yararlandığını anlatan, Frankfurt’un kuzeyindeki Marburg’da bulunan Tanı Konulamayan Hastalıklar Merkezi’nden Dr. Jürgen Schaefer, Mayıs 2012’de kalp yetmezliği sorunu olan hastayı gördükten 5 dakika sonra neyin yanlış olduğunu anladığını söyledi” http://www.hurriyet.com.tr/saglik-yasam/25756934.asp)

Ben de dizinin hayranlarından biriyim ve henüz izlemeyenlere şiddetle öneriyorum. Unutmadan ; Hugh Laurie bu dizideki Dr. Gregory House rolüyle 2006 ve 2007 yılında iki kez Altın Küre ödülü kazanmıştır. Grey’s Anatomy

Robotik cerrahide ameliyatlar, tıpkı laparoskopik cerrahide olduğu gibi, ‘port’ adı verilen küçük borucuklar yoluyla yapılıyor. Robotun kollarından biri kamerayı, diğer kollar cerrahi aletleri tutuyor. Ameliyat sırasında hasta başında duran bir cerrah konsoldaki cerraha yardım ediyor. Robotik cerrahi sistemi ile elde edilen net görüntüler ilgili bölgeye yapılacak müdahalenin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesine olanak tanıyor. Üç boyutlu görüntü imkânıyla yapılan müdahalede doktor derinlik hissi ile çalışıyor. Kamera cerrahın kontrolünde olduğu için derin ve dar bölgelerdeki anatomik yapılara dair büyültülmüş, net görüntüler elde edilebiliyor. Bu sayede ameliyat esnasında oluşabilecek yaralanmalar aza indirilebiliyor. Sistemde yapılan kesilerin küçük olması ve en ufak damarın bile 3 boyutlu görüntü ile büyütülmesi sayesinde kan kaybı büyük ölçüde azalıyor. Bazı operasyonlarda kan nakline ihtiyaç duyulmadığı da olabiliyor. Küçük kesiler sayesinde ameliyat sonrası yaşanabilecek ağrılar azalıyor, hastaların hastanede kalma ve günlük hayata geçiş süreleri kısalıyor. Bu sayede ameliyat sonrasında

17

gibi önemli kolaylıklar sağlıyor. Sistem “tremor scaling” özelliği ile cerrahın operasyon anındaki olası el titremesini hiçbir şekilde aletlere iletmiyor. Ayrıca bu aletler cerrahın kontrolü dışında çalışmıyor. Bu sayede riskli bölgelerde yapılacak müdahalelerde insan eline bağlı hatalar da büyük ölçüde azaltılabiliyor. Tüm bu avantajların yanı sıra bir de dezavantaj bulunmakta. Bu da cihazın 3 milyon Amerikan Doları olan maliyeti. Hali hazırda pek çok özel hastanede bulunan da Vinci Robotik Cerrahi sistemi pahalı fiyatına rağmen pek çok üniversite ve devlet hastanesinin demirbaş listelerine girmeye başladı. Avantajlarının haricinde, Türkiye’nin bölgedeki sağlık turizmi politikası ve cihazın sayılı eğitim merkezlerinden biri olmayı istemesi sebebiyle bütçelerde cihaz için kalemler ayrılmaktadır.

Barçın Barı İçerik Takımı

sonunda genelde vaka çözülüyor ve tüm bu aşamalarda vaka üzerinde çalışan doktorlar arasındaki ilişkide dizide cok güzel işlenmiş. House inatçı, narsist, kendi dışında kimseyi düşünmeyen oldukça kaba biri. Takımındaki doktorlara çoğu zaman kötü davranıyor diyebiliriz. Ancak diğer doktorlar da dizinin olmazsa olmazı bence.Çoğu zaman house ve ekibi arasında geçen diyaloglar vakadan daha etkileyici olabiliyor. Dizide house;un arkadaşı diyebileceğimiz tek isim Dr.Wilson.House’a katlanabilen ve gerçekten seven iyi kalpli bir doktor. Dizi tıp dünyasında çok derin olarak görülen vakalarla ilgilendiği ve bunları da gerçekten bilimsel olarak çözümlediği için tıp dünyasından büyük bir hayran kitlesine sahip.Hatta sizinle okuduğum çok ilginç bir gazete haberini paylaşmak istiyorum.İşte House’un gerçek hayatta bir hastayı iyileştirme hikayesi: “Aylarca teşhis konulamayan hastanın rahatsızlığının ne olduğunu, “House M.D.” dizisinin hayranı doktor çözdü. Almanya’da ciddi kalp yetmezliğinin yanı sıra, ateş,

Yine bir ABD yapımı ; hastane yaşantısını anlatan dizi. House’dan farklı olarak her bölümde birkaç vaka bulunmakta ve doktorların özel hayatını biraz daha ön planda ele almaktadır. Dizi tıp dünyasından bir çok insanın antipati duyduğu bir yapım olarak konuşuluyor.Çünkü dizide hastane ortamındaki doktorların rahat davranışları ve farklı boyuttaki ilişkileri , mesleğini özenle yapan,hastalarıyla ilgilenmekten çoğu zaman kendini ihmal eden doktorların tepkisini çekiyor.Bu konuda tartışmalar devam etse de dizinin hayran kitlesi oldukça geniş.Sanırım insanlar kadın ve erkek ilişkisini hangi ortamda olursa olsun izlemekten zevk alıyor  Ayrıca dizinin Emmy ve Altın Küre ödüllerininin olduğunu da belirtelim. ER (Emergency Room) ER yani Acil servis en eski tıp dizilerinden biridir.15 sezon süren bu uzun dönemli yapımın son bölümü 2009 yılında yayınlandı. Acil servisteki heyecanlı vakaları ele alan dizi acil

18


servis ekibinin de hayatına dahil olmamıza imkan tanıyor. Dizinin ilginç yönleri var. Öncelikle dizinin yapımcısı gerçek bir tıbbıyeli. Michael Crichton, öğrenciliği sırasında Massachusetts Hastanesi’nde çalışmış bir Harvard Tıp Fakültesi mezunuymuş.Ayrıca ER ’ın dördüncü sezonunda Ambush isimli bölüm ‘canlı’ olarak yayınlanmış hem de bir doğu ve bir de batı kıyısı için olmak üzere iki kez.Belgesel havasında çekilen bu bölüm için oyuncular 8 kez prova almış. Scrubs Yine bir ABD yapımı medical dizi.Scrubs oldukça eğlenceli 9 sezonluk bir yapım. Kurgusal “sacred heart” hastanesinde geçen dizide Dr.John Dorian ‘J.D.’ nin iç sesleri ve hayalleriyle gelişen bir olay örgüsüne şahit oluyoruz. Tıp fakültesinden yeni mezun olan J.D. ve üniversiteye başladığı günden beri en iyi arkadaşı olan Turk, Sacred Heart hastanesinde stajyer olarak çalışmaya başlarlar.Genç doktorların kız arkadaş edinme çabaları da dizide yer almaktadır.Ayrıca dizide genç doktorlara yol gösterecek olan akıl hocaları ve doktorların hocalarıyla ilişkileri de komik olaylarla ele alınmıştır. Dizi için bir çok internet sitesinde ‘sadık bir izleyici kitlesine sahip’ bir yapım ifadesi kullanılıyor. The Knick The Knick yepyeni bir dizi.1900lerde geçen dizinin başrolü ise ünlü isim Clive Owen…

İlk sezonu 10.bölümde final yapan dizi tam da tıbbın gelişimini kısmen görebileceğimiz tıpta ilklere şahit olacağımız bir yapım.Bu yüzden de cok heyecanla 2. Sezonu bekliyoruz. Dizi ilginç vakalarla desteklense de asıl olarak bizleri; antibiyotiğin bulunması,x-ray’in bulunması gibi mucizevi anlarla ekrana bağlıyor. The Knick bir çok kişiye göre ‘ House ile yarışabilecek en büyük rakip.’ A Young Doctor’s Notebook Mikhail Bulgakov’un eserlerinden uyarlanan bir İngiliz kara komedi televizyon dizisidir. Baş rollerini Jon Hamm ve birçoğumuzun Harry Potter olarak tanıdığı Daniel Radcliffe oynamaktadır. Aslında geçmişiyle şimdiki zamanının karşılaştırıldığı tek bir doktorun hayatını izliyoruz bu iki karakterde. Dizi, 1917 yılında tıp fakültesinden yeni mezun olan bir doktorun başından geçen olayları morfin bağımlısı olan şimdiki halinin geçmişiyle muhasebesi üzerinden ele alıyor. Tıp öğrencisinin biraz da kendini bulduğu bir dizidir.Çünkü 6 yıllık fakülte hayatımızda şaşkın anlarımızı ekrada görmenin hissettirdikleri birçoğumuzu eğlendirir. Nip Tuck İki plastik cerrah ; Christian Troy ve Sean Mcnamara’nın başından geçen olayları anlatan dizi. Nip/Tuck’ta birçok cinsel, kişisel ve toplumsal sorunlar, hastalıklar, uç noktalarda olanlar dâhil birçok konu sert bir şekilde işlenmiş.Oldukça cesur sahnelenmiş bir senaryo.Bu yüzden çokça da eleştirilmektedir. Dizinin sevilmesinin en önemli nedeni belki de ; tartışma yaratacak konulara yaklaşımında sınır koymaması olarak görülebilir. Deniz Demir İçerik Takımı

19

Hekim ve Hasta Hakları Hekim Hakları •Hekimin Hastanın Tedavisini Üstlenmeme Hakkı Tıbbı Deontoloji Nizamnamesi’nin 18. maddesinde “Tabip ve diş tabibi, acil yardım, resmi veya insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere, mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir” denmekle hekimlere acil durumlar ya da resmi bir görevin yerine getirilmesi halleri dışında kendilerine başvuran hastaların tedavilerini gerek şahsi gerekse mesleki nedenlerle üstlenmeme hakkı tanınmıştır. Kamu hastanelerinde çalışan hekimler bakımından ise “resmi bir görevin ifası” söz konusu olduğundan, hastanın tedavisini üstlenmeme hakkının kullanılabilmesi söz konusu değildir. •Hekimin Hastasının Tedavisini Yarıda Bırakma Hakkı Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 19.maddesine göre “Hekimler mesleki veya şahsi sebeplerle tedaviyi bitirmeden hastasını bırakabilir”. Aynı maddenin devamında ise hekimin tedaviyi tamamlamadan hastasını bırakmasına ilişkin şartlar düzenlenmiştir; “Ancak bu gibi hallerde, (hekimin) diğer bir meslektaşın tedavi veya müdahalesine imkan verecek zamanı evvelden hesaplayarak hastayı vaktinde haberdar etmesi şarttır. Hastanın bırakılması halinde hayatının tehlikeye düşmesi veya sıhhatinin zarara uğraması muhtemel ise, diğer bir meslektaş temin edilmedikçe, hastayı terk edemez.” Yine belirtmek gerekir ki, hastanın tedavisini yarıda bırakma hakkı, yukarıda açıkladığımız sebeplerle kamu hastanelerinde çalışan hekimler bakımından söz konusu değildir. Ancak, hasta ya da yakınlarının hekime hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması veya hekime güvenmediklerini netlikle dile getirmeleri ve benzeri hallerde, kamu hastanelerinde görevlerini ifa eden hekimlere , üstlerine bildirmek ve onay almak koşulu ile, hastanın tedavisini üstlenmeme ya da yarıda bırakma hakları tanınmalıdır. Medimagazin •Hekimin Mesleğini Özgürce Uygulama Hakkı Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 6.maddesinde de belirlendiği üzere “Hekim sanat ve mesleğini icra eder-

ken, hiçbir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve mesleki kanaatine göre hareket eder.” Hekim mesleğini ifa ederken hasta, hasta yakınları ya da sair üçüncü kişi veya kurumların baskı, etki ve emri altında değil özgür ve bağımsız olarak çalışmalıdır. Söz konusu bağımsızlık elbette hastanın teşhisi de kapsayan tedavisi ile, yani hekimin mesleki faaliyeti ile sınırlıdır. Hekim, ister kamu hastanesi ister özel hastane olsun, görevine ve çalıştığı kuruma ilişkin mevzuata uygun davranmakla yükümlüdür. Diğer taraftan hekimi istihdam eden ya da kamu hizmeti gördüren sağlık kurumu da hekimin faaliyetlerine müdahalesini “hekimin mesleğini özgürce uygulama hakkı” nı ihlal etmeyecek şekilde sınırlamalıdır. •Hekimin Uygulayacağı Tedaviyi Seçme Hakkı Hekim – hasta ilişkisinin hukuk düzenindeki sözleşmesel yansıması da bizlere bu bağımsızlığı işaret etmektedir. Nitekim; vekalet sözleşmesinin tanımından “vekilin (hekimin) tedaviyi nispeten bağımsız olarak yürüteceği” anlaşılmaktadır. Eser sözleşmesinin söz konusu olduğu hekim- hasta ilişkilerinde ise her ne kadar bir “sonuç”un ortaya çıkarılmasından bahsedilse de, hekim kullanacağı teşhis ve tedavi yöntemlerini belirlemekte hastasını hukuka uygun şekilde aydınlatmak ve onamını almak koşulu ile serbesttir. Diğer taraftan Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 6. maddesinin 2. fıkrasında da hekimin uygulayacağı tedaviyi belirlemekte özgür olduğu ifade edilmiştir. •Hekimin Danışma Hakkı Hekim, mesleki faaliyeti kapsamında hastalarına ilişkin olarak kendisi ile aynı ya da farklı branşta uzman bulunan diğer hekimlere danışabilir (konsültasyon). Hekimin danışma hakkını kullanması hem danışan, hem de danışılan hekimin tıbbi bilgi ve becerilerini geliştireceği gibi, hastanın da sağlık hizmetlerinden daha etkin şekilde faydalanmasını sağlayacaktır. •Hastayı İyileştirme Garantisi Vermeme Hakkı Hasta ve hekim arasındaki hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi olarak kabul edildiği durumlarda vekalet sözleşmesinin niteliği gereği hekim, hastasını iyileştirmek için tüm tıbbi bilgi ve becerisini kullanarak sadakat ve özen borcu çerçevesinde çalışmakla yükümlü olup başarılı sonuç elde edilememesinden sorumlu değildir. Aynı husus Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 13.maddesi ile de hüküm altına alınmıştır.

20


•Hekimin Ücret İsteme Hakkı Hekim hastasına verdiği sağlık hizmeti karşılığı olarak ücret isteyebilir. Gerek kendi muayenehanesinde gerekse de kamu ve özel hastanelerde çalışan hekimlerin tümü ücret isteme hakkına sahiptir. •Hekimin Temiz ve Çağdaş Sağlık Kurum ve Kuruluşlarında Çalışma Hakkı Hangi meslek kolundan olursa olsun, her birey temiz ve sağlıklı koşullar altında çalışmayı, çalıştığı ortamın minimum hijyen kurallarına uygun olmasını arzular. Sağlık faaliyetleri söz konusu olduğunda ise en modern koşullarda temizlik ve hijyen vazgeçilmezdir. Hekimin temiz ve çağdaş sağlık kurum ve kuruluşunda çalışma hakkı kendi sağlığı kadar hastalarının da sağlığını korumaya yöneliktir. •Hekimin Saygılı Davranılma ve Güvenilme Hakkı Hekimin, kendisine saygılı davranılmasını ve güvenilmeyi hastalarından olduğu gibi meslektaşlarından da beklemesi, mesleğini en iyi şekilde ifa edebilmesi için vazgeçilmez bir haktır. Nitekim, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 37 ve devamı maddelerine göre “Hekimler birbirlerine mesleki konularda yardım etmeli, birbirlerini küçük düşürücü tavır ve hareketlerden kaçınmalı; üçüncü kişilerin onur kırıcı davranışlarına karşı meslektaşlarını korumalıdırlar.” Diğer taraftan, hekimin tedavi etmek için uğraş verdiği bir hasta tarafından onur kırıcı hakaretlere ya da fiziksel şiddete maruz kalması, olayın Ceza Hukuku sorumluluğu bir kenara, hekim hakları bakımından kabul edilmez niteliktedir. •Hekimin Hastasına Gerekli Zamanı Ayırma Hakkı Hekimler, hastalarının şikayetlerini dikkatlice tetkik edip değerlendirerek doğru tanıyı koymakla yükümlüdürler. Bu hayati yükümlülüğün yerine getirebilmesi için hekimin yukarıda bahsettiğimiz uygun koşul ve teknik imkanlara sahip olmasının yanında hem hastanın muayenesi hem de muayene sonuçlarının değerlendirilebilmesi için yeterli zamanı da olmalıdır. Özellikle kamu hastanelerinde yaşanan yoğun hasta trafiği, hekimlerin hastalarına karşı yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için zaman bakımından ciddi bir engel oluşturmaktadır. Her meslekte olduğu gibi hekimlik mesleği bakımından da günlük çalışmanın belli bir yoğunluğun üzerinde olmaması gereği hekimlerin kişisel sağlıklarının korunması için zaruridir.

Hasta Hakları •Hizmetten genel olarak faydalanma: Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yaşamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyu-

21

cu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya, •Eşitlik içinde hizmete ulaşma: Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet almaya, •Bilgilendirme: Her türlü hizmet ve imkanın neler olduğunu öğrenmeye, •Kuruluşu seçme ve değiştirme: Sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirmeye ve seçtiği sağlık kuruluşunda verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya, •Personeli tanıma, seçme ve değiştirme: Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimliklerini, görev ve ünvanlarını öğrenmeye, seçme ve değiştirmeye, •Bilgi İsteme: Sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı olarak istemeye, •Mahremiyet: Gizliliğe uygun olan bir ortamda her türlü sağlık hizmetini almaya, •Rıza ve İzin: Tıbbi müdahalelerde rızanın alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya, •Reddetme ve durdurma: Tedaviyi reddetmeye ve durdurulmasını istemeye, •Güvenlik: Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almaya, •Dini vecibelerini yerine getirebilme: Kuruluşun imkanları ölçüsünde ve idarece alınan tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirmeye, •Saygınlık görme: Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güleryüzlü, nazik, şefkatli sağlık hizmeti almaya, •Rahatlık: Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti almaya, •Ziyaret: Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usül ve esaslara uygun olarak ziyaretçi kabul etmeye, •Refakatçi bulundurma: Mevzuatın, sağlık kurum ve kuruluşlarının imkanları ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda refakatçi bulundurmayı istemeye, •Müracaat, şikayet ve dava hakkı: Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türlü başvuru, şikayet ve dava hakkını kullanmaya, •Sürekli hizmet: Gerektiği sürece. sağlık hizmetlerinden yararlanmaya hakkı vardır. Berfin Şenol İçerik Takımı

Hayatımızdaki Kanserojenler Hızla artan endüstrileşme, değişen yaşam koşulları ve yeniçağın tüketim anlayışı; gıdadan kozmetiğe, ev eşyalarından teknolojik aletlere kadar her türlü ürüne ulaşmamızı kolaylaştırdı. Toplum bir yandan tüketime teşvik edilirken, kara yönelik üretim anlayışıyla ürünlere yapılan kimyasal müdahaleler de artıyor. Yediğimiz ve kullandığımız her şeyde sentetik maddelere, kimyasallara ve radyasyona maruz kalıyoruz ve bu durum sağlığımızı etkiliyor. Hayatımıza giren kimyasalların çokluğunu karşın, bu konuda yapılan denetimler de bir o kadar az ve yetersiz. Sonuç olarak sağlığımızı korumak ve sağlığı tehdit eden maddelerden olabildiğince uzak durmak konusunda bilinçli olmak yine biz tüketicilere kalıyor. Peki biz bu tehdidin ne kadar farkındayız ve hayatımızın her alanını işgal eden bu maddeler hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz? Gıda sektörü kimyasal madde kullanımında başı çekiyor. Her gün yediğimiz yiyeceklerle; raf ömrünü uzatma, kıvam ayarlama, renk/ koku verme ya da tatlandırma amaçlı kullanılan yüzlerce kimyasal maddeyi vücudumuza alıyoruz. Bu maddeleri daha yakından tanımak, kullanıldıkları gıdalar ve sağlığa olumsuz etkileri konusunda bilgi sahibi olmak için EWG’nin gıdalardaki katkı maddeleri ile ilgili hazırladığı listenin bir özetine göz atalım: • Nitritler ve Nitratlar: Salam, sucuk, sosis gibi et ürünlerinde koruyucu olarak kullanılıyor. Mide ve esofagus kanseriyle ilişkili olduğu konusunda araştırmalar bulunuyor. Ayrıca beyin ve tiroid kanseriyle nitrit/nitratlar arasında bir ilişkiden şüphe ediliyor. • Potasyum bromat: Ekmek ve krakerlerde kabartıcı olarak kullanılan madde, Uluslararası Kanser Ajansı tarafından kanserojen madde olarak kabule diliyor. Böbrek toksini olduğu, hayvanlarda çeşitli bölgelerde tümör oluşumuna yol açtığı ve DNA’ya zarar verdiğini gösteren çalışmalar bulunuyor. • Propyl Paraben: Özellikle gıda boyalarında kullanılıyor. Genelde sağlıklı olarak bilinen bir madde olsa da, endokrin etkilerini olduğu biliniyor. Paraben ile göğüz kanseri arasında olası bir ilişkiden şüphe ediliyor. • Bütile hidroksi-anisol: Cipslerin içeriğinde bulunuyor. Çeşitli kanser organizasyonlarınca olası bir insan kanserojeni olarak sınıflandırılıyor. • Bütile hidroksi-toulen: Endokrin etkileri ve farelerde tümöre yol açtığı biliniyor. Ancak kanser ve sağlık

organizasyonlarınca yine de kanserojen olarak sınıflandırılmıyor. • Theobromin: Kahve, kafeinli ürünler ve mısır gevreklerinde güvenli limitin üstünde miktarlarda kullanılabiliyor. • Doğal tatlandırıcı: Bu isim altında paketli yiyeceklerdeki pek çok kanserojen ve toksik madde gizleniyor. • Yapay renklendiriciler: Sağlık üzerine etkileri kesin olarak bilinmiyor ancak daha çok çocukların tükettiği gıdalarda bulunması açsısından riskli. • Diasetil: Patlamış mısır üreten iş yeri çalışanlarında akciğer hastalıklarına yol açıyor. • Fosfatlar: Fast-foodlarda ve işlenmiş gıdalarda yüksek miktarda bulunuyor. Böbrek ve kalp hastalıklarına yol açıyor. • Alüminyum: Vücutta birikiyor ve sinir hücrelerine toksik etkisi biliniyor. Kullandığımız kozmetikler, kişisel bakım ürünleri ve temizlik malzemeleri de güvenli değil. Bu ürünlerin içindeki toksik ya da kanserojen maddelere özellikle bebeklik, çocukluk, ergenlik ve hamilelik dönemlerinde maruz kalmak, sağlık üzerindeki negatif etkilerini daha da artırıyor. EWG; paraben, triclosan, kurşun, dietil fitalat, retinol acid türevleri, alfa/beta hidroksil asit, bakır, hidrokuinon, BHA, formaldehit, oksi-benzen, vitamin A türevleri içerikli kozmetik ürünlerinden uzak durulmasını öneriyor. Bu içeriklerin çoğu FDA tarafından da kullanımı kısıtlandırılmış ya da yasaklanmış maddeler. Bu maddeler ciltten emilerek kan dolaşımına ya da dokulara ulaşabiliyor; kimilerinin endokrin ya da toksik etkileri, kimilerinin ise çeşitli kanser tipleriyle ilişkili olduğu biliniyor. Peki kullandığımız ya da yediğimiz ürünler nasıl ve hangi kurum ve kuruluşlar tarafından kontrol ediliyor. Amerika’da gıda ve ilaç denetimi konusundaki kuruluşların başında FDA geliyor. FDA, yaptığı düzenlemeler ve yasalarla çeşitli maddelerin gıda ya da kozmetik ürünlerinde kullanımını kısıtlayabiliyor ya da yasaklayabiliyor. Ancak FDA’nın üreticileri ürünlerini test ettirmeye zorlama ya da satılan her türlü denetleme konusunda yaptırımı bulunmuyor. Üretici firmaların ürettikleri ürünlerin zararlı etkileri sonucu yapılan tüketici şikâyetlerini rapor etme zorunluluğu da bulunmuyor. Bu durum, tüketicile-

22


Fitoterapi ve Kanser rin aldıkları ürünler konusunda daha dikkatli olmalarını ve denetimlere güvenmeyerek kendi kontrol mekanizmalarını oluşturmalarını gerektiriyor. Avrupa Birliği, kimyasal madde kullanımı kısıtlanması ve denetleme konusunda daha katı bir politika izliyor. Kullanımı yasaklanan maddelerin sayısı Avrupa’da 1000’in üzerindeyken, FDA tarafından yapılan kısıtlamaların sayısı çok daha az. Ülkemizde ise bu denetim Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ya da belediyeler tarafından yetkilendirilmiş laboratuvarlar, TUBITAK, TSE ve gümrüklerde kurulmuş laboratuvarlar tarafından yapılmaktadır. Fakat denetimlerin nicelik ve nitelik olarak yeterliliği tartışma konusudur. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının verilerine göre Türkiye’deki kayıtlı yaklaşık 640.000 gıda işletmesinden, 2010 yılında sadece 376.700’ü, 2011 yılında 400.00’i denetlenmiştir. Onaylanan işletme sayısı is 5.600’dür. Rakamlar Türkiye’de gıda denetimlerinin yetersizliğini gözler önüne sermektedir. Denetimlerin yetersizliği, tüketicilerin bu konu hakkında bilinçlenmelerini ve kendi koruyucu önlemlerini almalarını gerektirmektedir. Tüketiciler; gıda ürünlerinde işlenmiş ve paketlenmiş gıdaları olabildiğince az tercih ederek, taze ve evde hazırlanmış gıdalara yönelmelidir. Hem gıda hem kozmetik ürünlerinin güvenilir yerlerden alınmasına önem verilmeli, içerikleri dikkatle incelenmeli ve araştırılmalıdır. Devletlerin de tüketici haklarını ve sağlığını koruyacak bir politika uygulamaları ve ürün denetimlerine önem vermeleri, toplum sağlığı açısından önem taşımaktadır. Süleyman Doğan Polat İçerik Takımı KAYNAKLAR 1) EWG’s Dirt Dozen Guide to Food Additives. Enviromental working group. November, 2014. http://www.ewg.org/research/ ewg-s-dirty-dozen-guide-food-additives 2) Tips for Safer Products. Enviromental Working Group. http:// www.ewg.org/skindeep/top-tips-for-safer-products/ 3) Myths on Cosmetic Safety. Envirmental Working Group. http:// www.ewg.org/skindeep/myths-on-cosmetics-safety/ 4) State Logo California Safe Cosmetics Program Product Database. California Department of Public Health. https://safecosmetics. cdph.ca.gov/search/faq-toxicology-primer.aspx#4 5) Laws and Regulations: Prohibited and Restricted Ingredients. US. Food and Drug Administration(FDA). http://www.fda.gov/Cosmetics/ GuidanceRegulation/LawsRegulations/ucm127406.htm 6) Chemicals in Household Products. Breast Cancer Fund. http:// www.breastcancerfund.org/clear-science/environmental-breast-cancer-links/household-products/ 7) Türkiye ve Dünya’da Gıda Denetimi ve Laboratuvarları. Gıda Mühendisliği Dergisi. http://www.gidamo.org.tr/resimler/ekler/7f7fb873eaf2952_ek.pdf?dergi=19 8) 2010-2011 Yılı Gıda İşletmeleri Denetim Değerlendirme Raporu. TC Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. http://www.tarim.gov.tr/ GKGM/Belgeler/G%C4%B1da%20ve%20Yem%20Hizmetleri/gida_denetim_sayilari-27%2002%202013.pdf 9) TC Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Onay ve Kayıt Kapsamındaki Gıda İşletmeleri Sayısı. http://www.tarim.gov.tr/Konu/1047/Onay-ve-Kayit-Kapsamindaki-%C4%B0sletme-Sayilari

23

Fitoterapi, kelime anlamıyla bitkilerle tedavi anlamına gelmektedir. Yazılı kaynaklara göre M.Ö. 3000li yıllara kadar giden bir tarihi vardır. Günümüzde de hala aktarlarda satılan otlar tedavi için kullanılmaktadır. Peki bu ne kadar doğru? İşe yarıyor mu? İşe yarıyorsa dozajı nasıl olmalı? Peki bitkiler bizi günümüzün hastalığı kansere karşı koruyabilir mi?

D vitamini, hormon olarak da görev yaparak vücudu kanserden bir çok farklı mekanizma ile koruyor. D vitamini, kontrolsüz çoğalan hücrelerden oluşan kanserin karşısında hücre siklusunu düzenleyerek duruyor. Bunun yanında ölmesi gereken hücrelerin apopitoza gitmelerini kolaylaştırarak kistik bir yapı oluşturmalarına engel oluyor. D vitamini ile ilgili son zamanlarda yapılan çalışmaların birkaç çıktısı şu şekilde:

KAYNAKLAR 1 Majdalawieh AF., Hmadian R., Carr RI.; Nigella sative modulates splenocyte proliferation, Th1/Th2 cytokine profile, macrophage function and NK anti-tumor activity. J Ethnopharmacol., 15;131(2):268-75, 2010. 2 Sethi G., Ahn KS., Aggarwal BB.; Targeting nuclear factor-kappa B activation pathway by thymoquinone role in suppression of antiapoptotic gene products and enhancement of apoptosis. Mol Cancer Res., 6(6):1059-70, 2008. 3

Majdalawieh AF., Carr RI.; In vitro investigation of the potential immunomodulatory and anti-cancer activities of black pepper (piper nigrum) and cardamon (elettaria cardamomum). J Med Food. Apr;13(2):371-81, 2010.

Kansere baktığımız zaman genlerdeki bir takım mutasyonlar veya delesyonlar sebebiyle kontrolsüz çoğalma görüyoruz. Bu kontrolsüz çoğalma sonucu oluşan iyi huylu veya köyü huylu kitleler, organlarımıza bası veya metastaz yaparak hayatımızı tehdit ediyorlar. Peki bu genetik kontrolsüz çoğalma, kansere gitmeden önlenebilir mi?

• Doğal güneş ışığının en az alındığı ülkelerde bağırsak kanseri en çok tespit edilmiş

• Kandaki D vitamini yüksek kişilerde böbrek kanserine daha az rastlanmış

5 Tomoda M., Gonda R., Shimizu N.et.al.; A reticuloendothelial system activating glycan from the rhizomes of Curcumalonga. Phytochemistry, 29 (4):1083-1086, 1990.

Cevap: evet! Bazı besin takviyeleriyle bir takım hücresel mekanizmaları aktive etmek ve kanserleşmeden ortadan kaldırmak mümkün. Bunlardan bir tanesi de çörekotu. Çörekotunun içerisindeki timokinon isimli madde kendi başına bağışıklık üzerine çok etkili. Timokinon bağışıklık sisteminin tümör hücrelerine karşı verdiği ilk cevabı oluşturan interlökin ve interferonların sayılarını arttırıyor. Aynı zamanda doğal öldürücü(NK) hücrelerin de sayıca ve fonksiyonca artmasını sağlıyor. Çörekotu aynı zamanda ölmesi gereken hücreleri de apopitoza götürmede çok yardımcı. Çörekotunun en iyi tüketim şekli tohumları ağza alıp çiğnemektir.

• Kandaki D vitamini ile prostat kanseri ilişkisi ters orantılı olarak saptanmış

6 Grace GL., Yuea, Ben CL., Po-Mona C. et.al; Immunostimulatory activities of polysaccharide extract isolated from Curcumalonga. International Journal of Biological Macromolecules, 47(3):342-347, 2010.

• Meme kanserinin dokuda invazyon ve metastazını kolaylaştıran dört genin (Plau, Hbegf, Postn, Has2) D vitamini tarafından baskılandığı saptanmış

7 Perdigon G., Alvarez S., Rachid M. et.al.; Immune system stimulation by probiotics. J Dairy Sci., 78(7):1597-606, 1995.

Kakule tüketmek de vücudu kansere karşı bağışık hale getiriyor. Kakule vücuttaki T hücrelerinin üretimini arttırmakla kalmayıp NK hücrelerinin de öldürme yeteneğini arttırıyor. Vücutta kontrolden çıkmış, yok edilmesi gereken bir hücre grubu görüldüğü zaman NK hücreleri hemen işe koyuluyor. Kakule içerisindeki aromatik yağ hem sizi mest edecek cinsten, hem de çok faydalı. Bilimsel çalışmalarda farelerdeki deri kanserini gerilettiği tespit edilmiş. Tüketmek için kaynamış suda 10 dakika kadar demlenerek çayı içilebilinir. Kakule kaynatıldığı zaman pek bir faydası kalmadığından kaynatmak önerilmiyor. Zerdeçal vücuttaki zararlı maddeleri yakalayıp bir öğütücü gibi çalışan retiküloendotelyal sistemi (RES) güçlendiriyor. Sitokin üretimini de arttırıyor. Sitokinler ise vücudumuzdaki T hücresi ve makrofajlar gibi bağışıklık sistemi hücrelerinin enflamasyon yerine gitmelerini sağlıyor. Zerdeçal her türlü yemeğe, çorbaya ve salataya eklenebilir. Yemeğe sarımtırak bir renk ve hoş bir tat kazandırır. Yoğurt sadece bağışıklık için değil, probiyotik olarak da her gün tüketilmesi gereken bir besin. İçeriğindeki laktik asit bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Vücuttaki sitokinleri ve IgA salgısını da arttırıyor. Tüketim şekli olarak en güvenliği evde yapılmış yoğurt fakat bu imkan yoksa marketlerden en güvendiğimiz markayı tercih edebiliriz.

• İleri evre pankreas kanseri vakalarında kandaki D vitamini çok düşük olarak ölçülmüş

Özetle, D vitamini kanser hücrelerinin üremelerini yavaşlatıyor, apopitoza gitmelerini kolaylaştırıyor, damarlanmalarını ve beslenmelerini engelliyor. Tüm bunların yanı sıra klasik kanser tedavilerinin de etkilerini arttırıyor. D vitamininden en zengin kaynak güneş ışığıdır. Doğal güneş ışığının zararlarının faydalarından çok daha fazla olduğunu ve eczanelerden D vitamini edinmenin daha faydalı olduğunu söyleyen çalışmalar da mevcut. Şunu eklemek gerekli ki, SPF içeren güneş koruyucuları cilde D vitamini nüfuzunu engelliyor. Bitkisel güneş koruyucuları ile güneş ışığının zararlı etkilerini dışlayıp, faydalarını almak mümkün. Yeşilçay da antikanser bitkilerden birisi. İçeriğindeki epigallocatechin-3-gallatea adlı madde ölmesi gereken hücrelerin polarizasyonlarını değiştirerek onları ölüme gönderiyor. Aynı zamanda interlökinleri de kamçılayarak DNA tamirini sağlıyor. Araştırmalara göre yeşilçay cilt kanseri riskini de ortadan kaldırıyor. Çok çay içen bir millet olarak günde sadece bir fincan çayımızı bile yeşilçaya çevirirsek belki de düşündüğümüzden daha çok korunmuş oluruz, ne dersiniz?

4 Qiblawi S., Al-Hazimi A., Al-Mogbel M. et.al.; Chemopreventive effects of cardamom (elettaria cardamomum L.) on checmically induced skin carcinogenesis in Swiss albino mice. J Med Food., Jun;15(6):57680, 2012.

8 Van Look K., Owzar K., Jiang C. et.al, 25-Hydroxyvitamin D Levelsand Survival in Advanced Pancreatic Cancer: Findings From CALGB 80303 (Alliance). J Natl Cancer Inst., Aug 6;106(8), 2014. 9 Joh HK., Giovanucci EL., Bertrand KA. et.al, Predictedplasma 25-hydroxyvitamin D and risk of renalcell cancer. J Natl Cancr Inst., May 15;105(10):726-32, 2013. 10

Schwartz GG., Vitamin D in blood and risk of prostate cancer: lessons from the Selenium and vitamin E cancer prevention trial and the prostate cancer preventioan trial. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev, Aug;23(8):1447-9, 2014. 11 Laporta El., Welsh J., Modeling vitamin D actions in triplenegative/ basal-like breast cancer. J Steroid Biochem Mol Biol., Nov 14,2013 12

Gilchrest BA.; Sun exposure and vitamin D sufficiency. Am J ClinNutr., Aug;88(2):570S-577S, 2008. 13 Matsuoka LY, Ide L., Wortsman J. et al, sunscreens suppres scutaneous vitamin D3 synthesis., J Clin Endocrinol Metab. Jun;64(6):1165-8, 1987. 14 Qanungo S., Das M., Haldar S. et al.; Epigallocatechin-3-gallate induces mitochondrial membrane depolarization and caspase-dependent apoptosis in pancreatic cancer cells. Carcinogenesis, 26(5):958-67, 2005. 15 Katiyar S., Elmets CA., Katiyar SK.; Green tea and skin cancer: photoimmunology, angiogenesis and DNA repair. J Nutr Biochem., May18(5):287-96, 2007. 16 Afaq F., Zaid MA., Khan N et.al.; Protective effect of pomegranate-derived products on UVB-mediated damage in human reconstituted skin. Exp Dermatol., Jun;18(6):533-61, 2009.

Nar bir çok bilimsel araştırmaya konu olan bir meyve. Ciltte oluşan ultraviyole ışınların hasarlarını tamir ettiği söyleniyor. Yapılan bir deneyde bir grup hücreye nar özütü verilip diğer gruba verilmeden UV-B isin uygulaması yapılmış. UV-B maruziyetinden önce nar özütü ile muamele edilen hücrelerde oluşan hasar diğer gruba göre çok az olarak saptanmış. Narin içeriğindeki aktif maddelerin sağlıklı hücrelerin DNAlarını koruyup, kanserli hücrelerin DNA’larının onarımını engellediği biliniyor. Üstelik nar yaşlanmayı da geciktiriyor! Aylin Gareayaghi İçerik Takımı

24


3D Yazıcılar ve Tıp Teknoloji çağında yaşamanın güzel yanlarından biri de “Üç Boyutlu Yazıcılar”. Bu yazıcılar sanal ortamda tasarlanmış herhangi şekildeki bir üç boyutlu nesnenin katı formunu basabiliyor. İnorganik veya organik pek çok hammadde kullanılarak istediğiniz her şey bir tık uzağınızda oluyor. İlk üç boyutlu yazıcı 1984 yılında üretilmiş olup, günümüzde pek çok firma tarafından üretimi yapılmaktadır. 2012 yılı itibari ile üç boyutlu yazıcıların market hacmi 2.2 milyar dolara erişmiştir. Endüstri ürünlerini üretilmesinin ve kişisel kullanımlarının yanı sıra üç boyutlu yazıcılar, kişiye uygun protez ve kırıklar için alçılarla tıp dünyasına adım attı. Kalça protezleri, çene eklemi protezleri, işitme cihaz-

Sık Görülen Hastalıklar üretimine geçti. 2013 yılında Çin 10 adet ulusal araştırma enstitüsü için 500 milyon amerikan doları yatırım yaptı ve özel üç boyutlu bioyazıcılar ile canlı dokudan organ üretmeyi başardılar. Bu organlara örnek olarak kulak, karaciğer ve böbrek gösterilebilir. Bu sayede ilerleyen yıllarda tam anlamıyla fonksiyonel organların üretimi için büyük bir gelişme kaydedilmiş oldu. 2015 yılında Londra’da bir hastanede üç boyutlu tarama yapan bir MR görüntüleme sistemi kuruldu ve üç boyutlu yazıcı sistemiyle birleştirildi. Bu sistem ilk olarak 2 yaşında bir kız çocuğunun kalbindeki kompleks bir deliğin kapatılması operasyonu sırasında kul-

Halk Sağlığı Kurumu’nun en güncel verilerini sizler için taradık:

Dolaşım Sistemi Hastalıkları Dolaşım sistemi hastalıkları ülkemizde ölüm nedenlerinin en başında hastaneye yatış sıralamasında ise ilk sıralarda gelmektedir. Kalp ve damar hastalıkları ; temelinde aterosklerozun olduğu kalp ve damar sistemini etkileyen hastalıklardır.Koroner arter hastalıkları, kalp kapak hastalıkları, kardiyomyopatiler, perikarditler, hipertansiyon ve bir çoğunun sonucu olarak kalp yetersizliğinin bu mortalite oranında büyük rolü vardır. Koroner kalp hastalığı (KKH), ateroskleroz nedeniyle kalbi besleyen damarların daralmasıyla ortaya çıkan anjina pektoris, akut myokard infarktüsü ve ani ölüm gibi bir grup klinik sendromu kapsar. KKH sonucu ortaya çıkan kalp yetmezliği de bu grupta ele alınır. Türkiye’de 20 yaş üzeri popülasyonda 1990’da yapılan bir çalışmada beyan ve fizik muayene değerlendirmesine dayalı olarak KKH sıklığı erkeklerde yüzde 4,1 kadınlarda yüzde 3,5 olarak bildirilmiştir. TÜİK 2010 Sağlık Araştırmasında beyana dayalı anjina/göğüs ağrısı sıklığı 15 yaş üzeri her iki cinsiyette de yüzde 4,2 olarak saptanmıştır. Geçirilmiş myokard infarktüsü sıklığı ise erkeklerde yüzde 2,1 kadınlarda yüzde 0,7’dir. Serebrovasküler hastalıklar kalp ve damar hastalıkları içinde ikinci grubu oluşturmaktadır. KKH Ulusal Hastalık Yükü Çalışmasının sonuçlarına göre Türkiye’de toplam hastalık yükünün yüzde 8’i KKH’ya, yüzde 5’i ise SVH’ye bağlıdır.

ları ve dental protezler ilk başarılı uygulamalar içinde yer almaktadır. İlerleyen zamanlarda bu işlemleri el ve ayak protezleri takip etmiştir. İnsanlarda olduğu kadar hayvanların da tedavisinde kullanılmaktadır. Üç boyutlu yazıcı ile doku üretilmesi ilk defa 2009 yılında gerçekleşti. 2012 yılına gelindiğinde bioteknoloji dalındaki pek çok firma ve araştırma merkezi doku mühendisliği ile ilgili “inkjet” tekniği ile organ ve doku

25

lanıldı. Günümüzde pek çok ülkede bulunan üç boyutlu yazıcı teknolojisi, ülkemizde de bulunuyor. Canlı hücreli dokular ile organ hasarları tamir ediliyor ve protezler yapılabiliyor.

KKH ve inme ortak risk faktörleri olan kronik hastalıklardır. Hastalıkların risk faktörleri tıbbi tedavi ve sağlıklı yaşam biçimi değişiklikleriyle ortadan kaldırılırsa hastalıkların gelişimi büyük ölçüde önlenebilmektedir. Birincil koruma adı verilen bu yaklaşımın etkinliği pek çok çalışma ve ülke uygulamasında gösterilmiştir. Kalp ve damar hastalıklarının kontrolünde birincil koruma ve hastaların uygun şekilde tanı, tedavi ve izlemlerini kapsayan ikincil koruma önlemleri birlikte kullanılmalıdır. KKH’nin tedavisinin temel amacı ise yeni akut koroner olayların gelişmesinin önlenmesi, iskeminin kontrol altına alınması, yaşam kalitesi ve yaşam süresinin artırılmasıdır. KKH olduğu bilinen başka bir söyleyişle miyokart infarktüsü geçirmiş ya da koroner darlık saptanmış kişilerde yeni bir koroner olayın olmasını ya da ölümü önlemek amacıyla yapılan tedavilere ikincil koruma adı verilmektedir. İkincil korumada uygun diyet, fizik aktivite ve sigaranın bırakılması ile birlikte uygun ilaç tedavisinin yapılması

Barçın Barı

önemlidir. Yapılan çalışmalarda KKH olan kişilerde kan basıncı beta bloker, ACE inhibitörleri, lipid düşürücü statinler gibi ilaçlarla pıhtılaşmayı önleyen aspirin gibi ilaçların hastalarda sağ kalımı artırdığı saptanmıştır.

İçerik Takımı

Hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları risk faktörleri

26


arasında en önde gelen ve en yaygın olanıdır.Kıtalar ve bölgeler arasında farklar olmak üzere -2000 yılı itibariyle- dünya genelinde 20 yaş üzerindeki erişkin nüfusun yüzde 26.4’ünün hipertansiyonu vardır. Hipertansiyonu olan bireylerin çoğu, ekonomik olarak gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Bu ülkelerde hipertansiyonun bu denli sık olması ve giderek artması, “epidemiyolojik geçiş” sürecine bağlanmaktadır. Avrupa’da altı ülkede yapılan benzer bir çalışmada, 35 yaş üzerindeki nüfusun yüzde 44’ünde hipertansiyon olduğu saptanmıştır. Daha önce hipertansiyon tanısı almamış kişiler, ortalama SKB ≥ 140 mmHg veya ortalama DKB ≥ 90 mmHg üzerinde ise “hipertansiyonu var” olarak tanımlanmıştır. Daha önce hipertansiyon tanısı alan ve antihipertansif ilaç kullananlar, kan basıncı ölçümleri ne olursa olsun “hipertansiyonu var” olarak kabul edilmişlerdir. Daha önce hipertansiyon tanısı alan ve ilaç kullanmayanlar ise ortalama SKB ≥ 140 mmHg veya ortalama DKB ≥ 90 mmHg olduğunda “hipertansiyonu var” olarak tanımlanmıştır. İzole sistolik hipertansiyon ortalama SKB ≥ 140 mmHg ve ortalama DKB <90 mmHg olarak, izole diastolik hipertansiyon ise ortalama SKB < 140 mmHg ve ortalama DKB ≥ 90 mmHg olarak tanımlanmıştır. Hipertansif olarak sınıflandırılan kişilerin ancak yüzde 30’unun kan basıncı kontrol altındadır. Hastaların yüzde 42’si kan basıncı ölçümüne göre hipertansif bulunduğu halde bir ilaç kullanmamaktadır; yani tedavisizdir.Hipertansiyon yüzde 24’lük bir prevalans ile ülkemiz için halen önemli bir kronik sağlık sorunu ve bir risk faktörü olarak görünmektedir. Hipertansiyon yaşla birlikte artmaktadır, kırsal bölgede yaşayanlarda ve kadınlarda daha yüksektir.Hastalığın farkında olma oranında önceki yıllara göre bir artış olmakla birlikte, farkında olmama halen yüksektir. Hipertansiyonu olan gruptaki kişilerin yaklaşık üçte birinin tansiyonu kontrol altında değildir. Kadınlarda kontrolde olmama, erkeklerde ise farkında olmama önemli bir sorun olarak görülmektedir. Kan basıncını veya kalp-damar hastalık riskini düşüreceği yaygın kabul gören ve tüm hastalarda düşünülmesi gereken yaşam tarzı önlemleri şunlardır: • • ması

Tuz kısıtlaması Obezitenin önlenmesi ve ideal kilonun sağlan-

• Meyve ve sebze tüketiminin arttırılması ve doymuş yağ alımının azaltılması

27

Fiziksel aktivitenin arttırılması

Sigara alışkanlığının bırakılması

Alkol tüketiminin makul ölçülere indirilmesi

Solunum Sistemi Hastalıkları Kronik hava yolu hastalıkları (KHH-astım ve KOAH) gerek dünyada ve gerekse ülkemizde hastalık yükünde önemli bir paya sahip olmaları, ekonomik ve sosyal sonuçları nedeniyle önemli halk sağlığı sorunlarıdır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre KOAH, 2004 yılı ölümlerinde yüzde 5,1’lik payı ile dördüncü sırada yer almakta, 2030 yılında ise yüzde 8,6’lık payla üçüncü sırada yer alması beklenmektedir. Ülkemizde 2000 yılında yürütülmüş olan Ulusal Hastalık Yükü Çalışmasında hastalık yükü sıralamasında KOAH’ın yüzde 2,8 ile sekizinci sırada yer aldığı; astımın ise yüzde 1,3 ile kentsel alanda 14’üncü sırada, kırda yüzde 1,1 ile dokuzuncu sırada yer aldığı saptanmıştır. KOAH -Kronik Obstüktif Akciğer Hastalığı- ilerleyici ve tam olarak geri dönüşümlü olmayan,havayollarını daraltıcı, solunumu güçleştirici; buna karşılık önlenebilir ve tedavi edilebilir bir akciğer hastalığıdır. WHO verilerine göre, KOAH yılda 2,9 milyon ölüme neden olmaktadır. Günümüzde dünyada tüm ölümlerde 4. ölüm nedeni, bulaşıcı olmayan hastalıklar içinde 3. ölüm nedeni haline gelen KOAH, tüm ölümlerin de %5,5’inden sorumludur. Türkiye’de solunum sistemi hastalıkları tüm ölümler içerisinde en sık görülen 4. ölüm nedenidir ve bu ölümlerin % 61,5’i KOAH nedeniyle olmaktadır. Toplumun KOAH konusunda yeterli bilgiye sahip olmaması, hastalığın erken tanısını ve etkin tedavisini güçleştirmektedir. KOAH gelişimi için tüm dünyada en yaygın görülen risk faktörü, sigara dumanıdır. Sigara dışındaki tütün ürünleri de aynı şekilde KOAH gelişimini tetikler. Tütün dumanı ile nefes borularına ve hava keseciklerine zararlı gazlar ve maddeler dolar. Yıllar geçtikçe bu zararlı gazlar ve maddeler bronşların ve hava keseciklerinin yapısını bozmaya başlamakta bunun sonucunda bronşların hastalanmasıyla “tıkayıcı bronşit” , hava keseciklerinin harabiyeti ve parçalanması ile “amfizem” ortaya çıkar. Bu iki hastalık bize KOAH tablosunu doğurur. Son yıllarda ; fiziksel aktivitede azalma ve hareketsizliğin KOAH oluşumunu tetiklediği üzerine de araştırmalar yapılmış ve bu etki doğrulanmıştır. KOAH’da en sık görülen yakınmalar nefes darlığı, öksürük ve balgam çıkarmadır. Nefes darlığı hastalığın erken dönemlerinde koşma, hızlı yürüme veya merdiven çıkma gibi eforlarda ortaya çıkarken, hastalığın ilerlemesi ile istirahatte dahi nefes darlığı oluşur. KOAH risk faktörlerine maruz kalan kişilerde hastalıktan şüphelenilmelidir. Ancak asıl tanı solunum fonksiyon testleriyle doğrulanmalıdır. Bu testler, hastalığın şiddetinin belirlenmesi ve hastalığın seyrinin takibinde de kullanılmaktadır. KOAH’ın erken tanısı, hastalığa bağlı sakatlık ve ölüm oranlarını azaltacaktır. Bu nedenle, 40 yaş üstü, sigara içmiş ya da içmekte olan veya meslek icabı

ya da çevresel ortam gereği tozlu ortamlarda bulunan kişilerde kronik seyirli öksürük, balgam ve nefes darlığı yakınmalarından en az birinin bulunması halinde kişinin bir göğüs hastalıkları hekimi tarafından görülüp ”nefes ölçüm testini” yaptırması gerekir. KOAH ilerleyici bir hastalık olmasına karşı önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır: KOAH tedavisinin temelini “sigaranın terk edilmesi” oluşturur. Çok ağır KOAH’lı hastalar sürekli olarak günde en az 15 saat oksijen kullanmak zorundadırlar. Kanda oksijen seviyesi tehlike sınırının altına inmiş olan hastaların uzun süreli oksijen tedavileri hem şikayetlerini azaltacaktır hem de yaşam kalitelerini artıracaktır. Zararlı toz ve dumandan uzak durulması, grip ve zatürre aşılarının yapılması ve nefes yoluyla alınan ilaç tedavisinin yanı sıra “fiziksel aktivitenin önerilmesi ve uygulanmasının” sağlanması; hem hastalık gelişiminin, hem hastalığın ilerlemesinin ve kötü sonuçlarının önlenmesinde önemli bir adımdır. Astım, hava yollarının ataklar (krizler) halinde gelen tıkanmaları ile kendini gösteren bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır. Bu nedenle hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Toz, duman koku gibi uyaranlar ile hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran kaslar (adeleler) kasılır, ödem ve şişlik artar, ilerleyen iltihapla birlikte hava yolu duvarı kalınlaşır. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir müküs (ifrazat-balgam) salınır. Tüm bunlar hava yollarını önemli ölçüde daraltır ve havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Bu durum kendini artan öksürük, nefes darlığı, hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Astım her yaştan bireyi etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında günlük aktiviteleri ciddi olarak sınırlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır. Astım belirtilerini tetikleyen risk faktörleri bireylere özgü olarak tanımlanmalı ve bu faktörlere maruz kalmaktan kaçınarak ya da en azından maruziyeti azaltarak astım belirtileri ve ataklarının gelişmesini önlemeye yönelik önlemler mümkün olduğunca her yerde yaşama geçirilmelidir. Hastanın eğer varsa allerjisi olduğu şeylere maruziyetten kaçınılmalıdır. Astımlı hasta sigara içmemeli veya maruziyetinden kaçınılmalıdır. Astımlı hastaların en çok dikkat etmesi gereken konu ilaçlarını düzenli kullanmaları ve doktorları önermediği sürece kesmemeleridir. Hastalıkları ve tedavi ile ilgili kendilerini endişenlendiren herşeyi doktorlarına sormaları tedaviye uyum göstermeleri açısından önemlidir. Ayrıca astımlarını kötüleştiren etkenlerden kaçınmaları da önemlidir.

Neoplazi Kanser, Türkiye’de 1982 yılında 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 57. Maddesi gereğince “bildirimi zorunlu hastalıklar listesi”ne alınmıştır. Her yıl dünya çapında 14 milyon kişiye kanser tanısı koyulmaktadır.her yıl kanser nedeniyle ölenlerin sayısı 8.2 milyondur.2030’da bu sayının ikiye katlanması beklenmektedir. Kanser riskini arttıran faktörler:

Dünya çapında her 5 kanserden birinin sebebi tütündür. Tütün akciğer ,karaciğer ,böbrek kanserleri ve lösemi dahil birçok kanser türünün 15 kanser türünün nedenidir. Akciğer kanserlerinin %85 ila %90 nedeni tütündür.Ağız kanserlerinin %85 inin nedeni tütündür.Larenks kanserleri riski sigara içenlerde içmeyenlere oranla 20-30 kat daha fazladır.Mesane kanseri riski ise tütün kullananlarda kullanmayanlara göre 6 kat daha fazladır. Tütün içmeye devam eden hastalar kanserden ölüm risklerini yüksek derecede arttırmaktadırlar. Taramanın Sağkalıma Etkisi %30 Meme kanserinde tarama hayat kurtarır. 50 yaş üstü kadınlarda yapılan tarama, gelecek 20 yıl içinde meme kanserinden ölme riskini yaklaşık %30 oranında azaltmaktadır. 18.800 Kolon kanseri taraması, kullanılan yöntemden bağımsız olarak maliyet-etkindir.50 yaş üstünde yapılan rutin taramanın, Amerika’da yılda 18.800 hayat kurtarabileceği tahmin edilmektedir. %80 servikal kanser yüksek oranda önlenebilir bir kanserdir.Düzenli aralıklarla yapılan Pap testi, servikal kanser insidans ve mortalitesini %80 oranında azaltmaktadır. Deniz Demir KAYNAKLAR İçerik Takımı Sağlık araştırmaları genel müdürlüğü Türkiye kanser istatistikleri Türkiye kanserle savaş vakfı Türk kanser araştırma ve savaş kurumu derneği Türkiye halk sağlığı kurumu Tablolar halk sağlığı kurumunun 2013 yılı sağlık istatistikleri yıllığından alınmıştır. Sağlık bakanlığı -Türkiye kanser istatistikleri Türk kanser araştırma ve savaş kurumu derneği- kanserde bilgi ve davranış

28


Hastane İnfeksiyonlarına Bakış Hastaneler pek çok hasta insanın bir arada bulunduğu mekanlar olarak enfeksiyonların oluşması ve yayılması için oldukça ideal ortamlardır. Risk altında olan kitlenin zaten sağlık durumu elverişli olmayan kişiler olması hastane enfeksiyonlarını daha da tehlikeli kılmaktadır. Enfeksiyonlar hastalarda pek çok komplikasyona sebep olmakta, tedavini süresini uzatmakta ve tedavi masraflarını artırmaktadır. Alınan önlemlerle birlikte hastane enfeksiyonları vakaları azalmış olsa da halen bu risk halen ortadan kaldırılamamıştır. CDC’nin 2011 verilerine göre Amerika’da rastlanan hastane enfeksiyonu vakası sayısı yılda yaklaşık 720.000’i bulmaktadır. Hastaneye gelen her 25 hastadan 1’inin hastane enfeksiyonuna yakalandığı rapor edilmiştir. En sık rastlanan enfeksiyon tipi zaatüre olup, onu gastrointestinal ve idrar yolu enfeksiyonları izlemektedir. Enfeksiyonlar bakteri ya da virüs kaynaklı olabilmektedir. En sık rastlanan bakteriyel ajanlar E.coli, S.aerus, Clostridium difficile, Pseudomonas spp., Proteus, Enterobacter ve Klebsiella olarak sıralanabilir. Rotavirus, RSV ve enterovirüs en sık rastlanan viral ajanlardır. Parasit ve mantar enfeksiyonları da hastane ortamında yaygın olarak görülmektedir. Hastaneye yatırılmış çocuklarda en sık görülen enfeksiyon ise gastroenterittir. Hastane enfeksiyonları dokunma ve soluma yoluyla geçebileceği, çeşitli cerrahi operasyonlarda hijyene ve aletlerin sterilliğine dikkat edilmemesi ile de oluşabilir. Santral yol açılmış ve sonda takılmış hastalarda ya da ameliyatlı hastalarda ameliyat yarası bölgesinde bu tip enfeksiyonlara sıklıkla rastlanır. Bunları önlemek için cerrahi operasyonlarda kullanılacak aletler 121 C derecede ısıtılarak; etilen oksit, formaldehit gibi gaz sterilatörler ya da aldehit, hidrojen peroksit, parasetil asit gibi kimyasallar kullanılarak sterile edilir. Ayrıca havalandırma ya da ısıtma sistemlerinde mikrobik ajanların üremesiyle oluşan ve yayılan enfeksiyonlar da sıklıkla görülmektedir.

Mecburi Hizmetle İlgili Soru Cevap Özellikle organ nakli geçirmiş hastalar, yaşlılar, çocuklar, ameliyat geçirmiş hastalar ve AIDS hastaları enfeksiyonlardan en kötü etkilenen gruptur. Hastanın zaten var olan sağlık problemlerinin yanı sıra enfeksiyonun komplikasyonlarının da eklenmesi ve hastaların antibiyotik kullanmak zorunda kalması, klinik tablolarını kötü etkilemektedir. Bu hastalarda hem yapılmakta olan ilaç tedavisini etkilemeyecek ve buna karşılık söz konusu mikro-organizmaya karşı etkili bir antibiyotik seçmek son derece zordur. Görüldüğü üzere hastane enfeksiyonları hem hastalar hem de sağlık personeli için çözülmesi zor bir problemdir. Hastane enfeksiyonlarından korunmada en önemli faktör, hastane personelinin, hastaların ve hekimlerin bu konuda bilinçlenmesidir. Dünya Sağlık Örgütü, hastane enfeksiyonlarını engellemek için her hastanede bir “Enfeksiyon Kontrol Komitesi” kurulmasını ve bu komitenin konuyla ilgili bir manuel yayınlamasını önermiştir. Oluşturulan bu manuelde hastanede hijyen konusunda uyulması gereken kurallar belirtilmeli ve hastane personelinin buna uyması titizlikle denetlenmelidir. Ayrıca her hekim, hemşire ya da hastabakıcı, kısacası hastalarla teması olan herkes ellerini sıklıkla yıkama, eldiven değiştirme, sağlık aletlerini doğru yöntemlerle sterilize ederek bu konuda kendi kontrol mekanizmasını oluşturmalıdır. Hastanelerde temizlik profesyonel ekiplerce yapılmalı, ısıtma ve havalandırma sistemlerinin düzenli olarak temizlenmesine de dikkat edilmelidir. Süleyman Doğan Polat İçerik Takımı

Referanslar: 1) Prevention of hospital-acquired infections, A practical guide, 2nd edition. WHO/CDS/CSR/ EPH/2002.12. http://www.who.int/csr/resources/ publications/drugresist/en/whocdscsreph200212. pdf?ua=1 2) Health-Care Associated Infections. CDC. http://www.cdc.gov/hai/ 3) Hospital-Acqired Infections. Medscape Reference. http://emedicine.medscape.com/article/967022-overview

29

Mecburi hizmet yükümlülüğü nedir? Mecburi hizmet (Yasal ifadesiyle Devlet hizmeti yükümlülüğü), 5371 sayılı Kanun ile Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen hükümler uyarınca, 05.07.2005 tarihinden sonra mezun olan, uzmanlığını tamamlayan ya da yan dal uzmanlığını tamamlayan tabiplerin, Sağlık Bakanlığı tarafından atandıkları yere göre değişen 300 ila 600 gün süreyle görev yapması zorunluluğudur. Yeni tıp fakültesini bitirenler için süreç nasıl işleyecek? Tıp fakültesini bitiren tabiplerin diplomaları ilgili fakülte dekanlıkları tarafından 15 gün içinde Sağlık Bakanlığı’na gönderilir. Sağlık Bakanlığı diplomaların kendisine gelmesinden sonra iki ay içinde tabibin atamasını yapmak zorundadır. Pratikte olayın işleyiş süreci genellikle şöyledir:

tecek ve alacağı çıktıyı posta ya da kargo yoluyla Sağlık Bakanlığına ulaştıracaktır. Yerleştirme noter huzurunda kur’a çekimi suretiyle yapılmaktadır. Öncelikle tercih belirtenler için kur’a çekimi yapılmakta, ardından tercihlerine yerleştirilmeyenler ile hiç tercih yapmamış olanlar için genel bir kura çekimi yapılmaktadır. Gıyabımda kura çekilmesi ne demek? Mecburi hizmet, yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk olarak ortaya konulmuş olmakla kişinin görev için müracaatı olması dahi atamasının yapılması öngörülmüştür. Gıyapta (yokluğunda) kur’a çekilmesi de kişinin herhangi bir başvurusu olmamasına karşın mecburi hizmet yapacağı yerin belirlenmesi için kur’a çekiminin yokluğunda yapılmasını ifade etmektedir. Çektiğim ya da gıyabımda çekilen yere ne kadar sürede gitmem gerekir? Gitmezsem ne olur?

Tıp fakülteleri mezunlarını,15 gün içinde bir yazıyla Sağlık Bakanlığı’na bildirmekle yükümlüdürler. Bazen de postadaki ya da iç yazışmalardaki gecikmeler de süreci uzatmaktadır. İsimler bakanlığa en erken 15 temmuzda gelmektedir. Gelen isimler bir sicil defterine kaydedilmekte ve bir sicil numarası verilip ilan için biriktirilmektedir.

Mecburi hizmet yapılması gereken yerin belirlenmesinden sonra bu listeler Sağlık Bakanlığı internet sayfasında ilan edilmektedir. Anılan ilan tebligat yerine geçmektedir. Fakat pratik uygulamada bakanlık tabibin ikametgâhının bulunduğu yer il sağlık müdürlüğüne de ilgilisine tebliğ edilmek üzere atama evrakı göndermektedir.

- Sağlık Bakanlığı bazen her ay sonu, bazen de 2 ayda bir tescil edilen ve biriken isimleri internet yoluyla duyurmaktadır.

Mecburi hizmet yükümlüsü tabibin atama emrinin tebliğinden (internette tebliğ mahiyetinde yazının yayınlanmasından) itibaren en geç yirmi gün içinde atandığı yerde göreve başlaması gereklidir. Atandığı yere gitmeyen tabip istifa etmiş (müstafi) sayılır. Ancak, mecburi hizmete ek bir ceza süresi eklenmez.

- Şu ana kadarki uygulamalar isim listesinin duyurularının yapılmasından yaklaşık 1 ay sonra kuraların çekildiğini göstermektedir. Yani, isminiz Temmuz sonundaki listede varsa kuranız Ağustos sonunda çekilecektir. - Mecburi hizmet yapılması gereken yerin belirlenmesinden sonra bu listeler Sağlık Bakanlığı internet sayfasında ilan edilmektedir. Bu listelerin ilanından yaklaşık 7-8 gün sonra yine internet sitesinde yapılan ilan tebligat yerine geçmektedir. Yani Ağustos sonunda çekilen kuranın tebliğ yazısı yaklaşık 10 eylülde yayınlanacak ve 20 günlük süreniz başlayacaktır ve 30 eylüle kadar başlamanız gerekecektir Mecburi hizmet tercihleri nasıl yapılacak? Tercih yapmazsam ne olur? Mecburi hizmete tâbi olanların atamaları mevcut kadrolar arasında kendilerine tercih yapma hakkı tanınarak uygulanmaktadır. Ancak kişilerin tercih yapmış olmaları bu tercihlerine mutlak surette uyulacağı garantisini vermemektedir. Tabip tarafından tercih yapılabilmesi için öncelikle Sağlık Bakanlığı internet sayfasında yayımlanan kuraya dahil edilecek kişiler arasında isminin yayımlanmış olması gereklidir. Listede ismi olan tabip yine internet üzerindeki programı kullanarak tercihlerini belir-

Mecburi hizmet sürem dolmadan istifa ya da görevimi terk edersem ne olur? Mecburi hizmet süresini tamamlamadan görevden istifa edenler ya da istifa etmiş (müstafi) sayılanlar belirli süreyle yeniden memuriyete alınmazlar. Bu süre istifa edenler için 6 ay, müstafi sayılanlar için ise 1 yıldır. Mecburi hizmet yükümlülüğü bitmeden istifa eden ya da müstafi sayılanlar anılan yükümlülüğü yerine getirmedikçe zorunlu hizmete tâbi mesleklerini icra edemezler. Müstafi sayılmak ne demek? Devlet memurlarının görevlerinden ayrılmalarında belirli usullere uyulmaması sebebiyle kişinin istifa etmiş sayılmasına müstafi sayılmak denir. Devlet Memurları Yasasının 94. maddesinin ikinci fıkrasına göre çekilmek isteyen memur yerine atanan kimsenin gelmesine veya çekilme isteğinin kabulüne kadar görevine devam eder. Memurun görevden ayrılma isteğinin kabulünü ya da yerine gelecek kimsenin gelmesine kadar beklemesi gereken bir aylık süreyi beklemeksizin ayrılması durumunda

30


müstafi sayılır. İstifa ya da müstafilikten sonra cezalı sürem bitince ismim tekrar zorunlu hizmet kurasında yer alır mı? Kişi zaten zorunlu hizmetten kendi isteğiyle istifa ettiği için kendisi tekrar kuraya katılmak için yazılı müracaatta bulunmadıkça ismi herhangi bir zorunlu hizmet listesinde yer almaz. Mecburi hizmeti yerine getirmeden, istifa ederek ya da müstafi sayıldıktan sonra girdiğim TUS’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim hastanelerine ait bir kadronun sınavını kazanırsam ne olur? 2006 TUS Kılavuzunun 2.1.1 maddesine göre de “e) 657 sayılı Devlet Memuru Kanunu hükümlerine tabi olanlar için, istifa veya müstafi sayılan asistanlardan yeniden kamu görevine girebilmek için belirlenen yasal ceza süresini asistanlık giriş sınavı günüden itibaren üç ay içinde bitirecek olanlar.” sınava başvurabilirler. Bu çerçevede, istifa sebebiyle memuriyete girilemeyen altı aylık sürenin, ya da müstafi sayılma halinde bir yıllık sürenin son üç ayı veya sonrasına denk gelen dönemde TUS sınavına girilmesi halinde kazanılan kadroya atama yapılacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus da şudur: İstifa dilekçesinin verilmesi o gün istifanın geçerli olduğu anlamına gelmiyor. Ayrıca; hekimlerimiz ne zaman istifa ettiğine ya da mustafi sayıldığına (zorunlu hizmete başlasın ya da başlamasın) bakılmaksızın her TUS’da istediği Üniversite kadrosunu yazabilirler ve sorunsuz başlayabilirler. Mecburi hizmeti yerine getirmeden, istifa ederek ya da müstafi sayıldıktan sonra vakıf ya da resmi üniversitelerin uzmanlık kadrolarını tercih edip kazanırsam ne olur? Üniversitelerin tıpta uzmanlık kadrolarına Yükseköğretim Kanununun 50.maddesi uyarınca araştırma görevlisi olarak atama yapılmaktadırlar. Araştırma Görevlileri YÖK Personel Kanunu uyarınca, 657 Sayılı Yasa kapsamında devlet memuru değildirler. Bu nedenle 657 sayılı yasa kapsamında istifa edenler veya müstafi sayılanlar için yeniden kamu görevine girebilmek için belirlenen sürelerin araştırma görevliliği kadroları için uygulanmaması gerekir. Bu çerçevede, istifa sebebiyle memuriyete girilemeyen süre içinde TUS sonucuna göre üniversitelerin tıpta uzmanlık kadrolarından birinin kazanılması durumunda araştırma görevlisi olarak atamalarının yapılması gerekir. Mecburi hizmet TUS’a girmeme engel mi? Mecburi hizmet yapılırken TUS’a girilmesinin önünde bir engel bulunmadığı gibi aksine yasal düzenleme-

31

de bunun mümkün olduğuna ilişkin hükümler mevcuttur. Ancak uzmanlar için durum farklıdır: Halen uzman olanların ikinci bir uzmanlık eğitimi yapmak istemeleri durumunda önce mecburi hizmeti bitirmeleri koşul olarak getirilmiştir. Sağlık raporu almam mecburi hizmet kurasına girmemi engeller mi? Sağlık mazereti mecburi hizmet yapmayı engelleyen bir mazeret olmayıp hastalığın niteliğine göre atama yapılacak yerin belirlenmesinde önem taşıyabilir. Sağlık mazereti bulunanlar kura öncesinde durumu Sağlık Bakanlığı’na belgesi ile birlikte ilettiklerinde bu durum atama kurasında değerlendirmeye alınır. Ayrıca kurası çekilip ataması yapılanların hastalanmaları halinde atandıkları yere gitmemelerinin gerekçesi olarak hakem hastanelerden alınan sağlık raporunu gösterebilmeleri koşuluyla ilgili yerde göreve başlamak rapor süresinin sonuna kadar ertelenir. Bir başka ifadeyle, ataması yapılan bir mecburi hizmet yükümlüsü atama kararının kendisine tebliğinden önce hastalanması ve istirahat rapor verilmesi halinde atama kararının tebliği rapor sonrasına ertelenebileceği gibi bu arada tebliğ edilmiş olsa da hükmünü rapor süresinin bitiminden doğurmaya başlar. Ancak önemle belirtmek gerekir ki, atama öncesi ya da atandıktan sonra raporlu olarak geçirilen süreler mecburi hizmet sürelerinin hesabında dikkate alınmayacaktır. Uzman hekim olduktan sonra mecburi hizmet yükümlüğüm olacak mı? Mecburi hizmet tabiplere, uzman tabiplere ve yan dal uzmanı tabiplere getirilmiş bir yükümlülüktür. Her statü için ayrı ayrı zorunlu hizmet getirilmiştir. Uzman hekimler de 05.07.2005 tarihinden sonra uzman olmuşlar ise mecburi hizmet yükümlüsüdürler. Yan dal yapmak istiyorum, mecburi hizmeti nasıl erteleyebilirim? Yan dal uzmanlığı yapılmak istenmesi durumunda, daha önce yan dal uzmanlığı öğrenimi yapmamış olmak koşuluyla, ilgili sınava katılmak mümkündür. Anılan sınav sonucunda başarılı olunması durumunda ilgili alanda yan dal öğreniminin sürdürülmesinde mecburi hizmet bir engel değildir. ***Askerlik,mecburi hizmetten sayılmamaktadır.

Berfin Şenol İçerik Takımı

Koruyucu Tıp Dünyada en sık mortalite ve morbidite nedenleri arasında başı çeken kalp ve damar hastalıkları, kanser ve diyabet gibi hastalıkların yaşam tarzına ve çevresel faktörlere bağlı olarak geliştiği bilinmektedir. Çağımızın en önemli hastalıklarının yaşam tarzı değişiklikleri ve aktif tarama programlarıyla önlenebiliyor ya da görülme sıklıklarının azaltılabiliyor olması, koruyucu tıp uygulamalarının önemine dikkat çekmektedir. Koruyucu tıp, hem bu hastalıkların toplumda azaltılması ve toplumun genel sağlık düzeyinin artırılması, hem de sağlık hizmetleri ve giderlerinden tasarruf edilmesini sağlaması açısından önem taşımaktadır. Toplumun bilinçlendirilmesi ve koruyucu önlemlerin ulusal düzeyde etkili şekilde uygulanması, hem bireylere hem de devletlere önemli avantajlar sağlamaktadır.

Amerika’da ölümlerin yaklaşık yarısı önlenebilir nedenlere dayanmaktadır1. 2000’li yılların başında yapılan kapsamlı bir çalışmaya göre; sigara ölüme sebep olan önlenebilir risk faktörleri arasında ilk sırada gelmektedir1. Bunu kötü beslenme alışkanlıkları, yetersiz fiziksel aktivite, kontrolsüz alkol tüketimi, mikrobik enfeksiyonlar, kazalar, cinsel davranışlar ve reçetesiz ilaç kullanımı takip etmektedir1. Başka bir çalışmaya göre, Amerika’da en yaygın 4 önlenebilir risk faktörü, beklenen yaşam süresini kadınlarda 4,1, erkeklerde 4,9 yıl azaltmaktadır2. Türkiye’de en sık rastlanan ölüm nedenleri kalp ve damar hastalıkları(40%), kanser(%21), solunum sistemi hastalıkları(%9), iş ve trafik kazaları(%6) ve metabolizma hastalıkları(2%) şeklinde sıralanmaktadır3, ve bu hastalıkların pek çoğunun da yukarıda bahsi geçen hareketsiz yaşam tarzı, yanlış beslenme alışkanlıkları, sigara ve alkol tüketimi gibi önlenebilir/değiştirilebilir faktörlere bağlı geliştiği bilinen bir gerçektir. Sağlık Bakanlığı’nca desteklenen araştırmalar, önlenebilir risk faktörlerinin Türkiye’de oldukça yaygın olduğunu göstermiştir. Araştırmalar Türkiye’de erkeklerin %43’ünün, kadınların ise %17sinin sigara içtiğini, %7’sini günde 5 kereden fazla alkol tükettiğini göstermiştir3. Toplumun %24’ü hipertansif, %16’sı diyabetik, %12,5’i hiperlipidemiktir3. Obezite oranının

erkeklerde %15, kadınlarda 29% olduğu, buna karşılık esmer ekmek tüketiminin yaklaşık %10-15’lerde olduğu ve her 5 kişiden 1’inin tadına bile bakmadan yemeğe tuz attığı saptanmıştır3. Halkımızın %55’inin günlük fiziksel aktivitesi yetersizdir3. Bu rakamlar, önlenebilir risk faktörlerinin toplumda oldukça yaygın olduğunu gözler önüne sermekte ve koruyucu tıp uygulamalarının yaygınlaştırılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir. Toplumdaki risk faktörlerinin azaltılması, hastalıkların önlenmesi ve görülme sıklıklarının azaltılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Halk arasında koruyucu yöntemlere ilişkin bilinç düzeyinin artırılması, aşı kampanyalarının yaygınlaştırılması, hijyen eğitiminin küçük yaşlardan itibaren etkili olarak verilmesi bulaşıcı hastalıklara yakalanma oranını önemli ölçüde azaltacaktır. Sigara ve alkol bırakma konusunda bireylere destek olma amaçlı çağrı hatlarının, kliniklerin, danışmalıkların yaygınlaştırılması ve sigorta kapsamına alınması gerekmektedir. Bu şekilde çok sayıda kanserin, kalp ve damar hastalıklarının, çeşitli karaciğer ve akciğer rahatsızlıklarının önüne geçilmiş olacaktır. Kolonoskopi, servika smear testi, mamografi gibi kanser tarama uygulamalarının ulusal düzeyde bir devlet politikası olarak etkili ve düzenli şekilde uygulanması; bu kanserlerin erken dönemde yakalanarak tedavi edilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle ailelerinde kanser vakası bulunan ya da çeşitli hastalıklara genetik yatkınlığı olduğu tespit edilen kişilerin tarama testlerine düzenli katılımı sağlanmalı; gerektiğinde koruyucu cerrahi operasyonlar gerçekleştirilmelidir. Fiziksel aktiviteyi teşvik edici kampanyalar düzenlenmeli, spor ve egzersiz küçük yaşlardan itibaren özendirilmeli, diyet ve egzersiz konusunda bireylere ihtiyaç duydukları desteği sağlayacak hizmetler verilmelidir. Cilt kanserine yönelik koruyucu olarak, güneşten korunma bilinci oluşturulmalı, özellikle çocukların öğle saatlerinde güneşe maruz bırakılmaması gerektiği ve koruyucu giysiler kullanılmasının gerekliliği anlatılmalıdır. Ülkemizde koruyucu tıp uygulamaları modern tıbbın gelişmesiyle birlikte ivme kazanmasına karşın halen yeterli düzeyde olmadığı, risk faktörlerinin toplumdaki yaygınlığını gösteren rakamlardan anlaşılmaktadır. Yine sağlık bakanlığı verilerine göre toplumun yalnızca %6-9’u grip aşısı, %5’i pnömokok aşısı yaptırmaktadır3. Gaitada gizli kan testi yaptırma oranı %5; 40 yaş üstü kadınlarda servikal smear yaptırma oranı %23, mamografi çektirme oranı %24’tür3. Sağlıklı beslenme, kilo verme ve fiziksel aktivite ile alakalı doktorlarından öneri almış olanların 40%’tır3. Bu oranların artırılması ve koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının; kronik ve ölümcül hastalıkların önlenmesine önemli etkide bulunacağı öngörülmektedir. Hastalıkların ortaya çıkmasının engellenmesi ya da erken dönemde tanı ve tedavisinin yapılması bireylerin sağlığı, mutluluğu ve yaşam kaliteleri açısından olduğu

32


Kronik Hasta Eğitimi

kadar, devletlerin sağlık gideri tasarrufları açısından da önemlidir. Koruyucu tıp uygulamaları kişiyi hastalıkların ya da tedavilerin getirdiği mortal ve morbid durumlardan korurken; aynı zamanda bu hastalıkların teşhis ve tedavisinde yapılan harcamaları da ortadan kaldırmaktadır. Koruyucu sağlık hizmetleri için yapılan harcamalar düşünüldüğünde, bunun ekonomik açıdan avantajlı olup olmadığı tartışmalıdır, ancak pozitif yöndeki ekonomik etkilerini gösteren pek çok çalışma da yapılmıştır4. Ancak hasta bireyler için yapılan sağlık harcamalarının yanında, bu bireylerin çalışma hayatından uzak kaldıkları ve ülke ekonomisine katkıda bulunamadıklarından dolayı ülkedeki toplam verimin düştüğünü de göz önünde bulundurmak gerekir4. Amerika’daki saygın sağlık kuruluşlarından CDC’ye göre, yılda 69 milyon çalışan hastalık durumları nedeniyle belli süre çalışma hayatından uzakta kalmakta, bu da ülkeye 260 milyar dolarlık bir ekonomik kayba neden olmaktadır.

Süleyman Doğan Polat İçerik Takımı REFERANSLAR 1) Mokdad, A. H., Marks, J. S., Stroup, D. F., & Gerberding, J. L. (2004). Actual Causes of Death in the United States, 2000. Journal of the American Medical Association,291(10), 1238-1245 2) Danaei G, Rimm EB, Oza S, Kulkarni SC, Murray CJL, et al. (2010) The Promise of Prevention: The Effects of Four Preventable Risk Factors on National Life Expectancy and Life Expectancy Disparities by Race and County in the United States. PLoS Med 7(3): e1000248. doi:10.1371/journal.pmed.1000248 3) Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörleri Sıklığı Araştırması. TC Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu. Ankara, 2013. 4) y Michael V. Maciosek, Ashley B. Coffield, Thomas J. Flottemesch, Nichol M. Edwards, and Leif I. Solberg. Greater Use Of Preventive Services In U.S. Health Care Could Save Lives At Little Or No Cost. HEALTH AFFAIRS 29, NO. 9 (2010): 1656–1660. 2010 Project HOPE— The People-to-People Health Foundation, Inc. 5) Preventive Health Care. CDC Website. http://www.cdc.gov/ healthcommunication/toolstemplates/entertainmented/tips/preventivehealth.html

33

Hastalara hastalıklarıyla başa çıkmayı öğretmek; özellikle astım, diyabet, tansiyon, arterit çölyak gibi kronik ve kontrol edilebilir hastalıklarda; tıbbın önemli görev tanımlarından biridir. Bu tip hastalıklarda hastanın yaşam kalitesini sağlamak, hastanın hastalığı hakkında eğitilmesine ve yaşam tarzında yapılacak köklü değişikliklere bağlıdır. Hastanın uyumlu ve kontrollü olması, hekimin yol gösterici ve eğitici olması, hasta yakınlarının ise destekleri; hastanın hastalığına uyum sağlayarak ve yaşam kalitesini düşürmeden hastalığıyla yaşamayı öğrenmesi açısından son derece önemlidir. Hastaların hastalıkları hakkında uzmanlardan bilgi alması, birbirleriyle deneyimlerini ve tavsiyelerini paylaşması amacıyla pek çok hastanede, aile sağlığı ve eğitim merkezlerinde başlatılan hasta eğitim programlarının, hastaların yaşam kaliteleri ve hastalığa uyum süreçleri üzerinde olumlu etkileri araştırmalarla doğrulanmıştır. Bu programlar hastaları yemek ve yaşam tarzıyla, oluşabilecek acil durumlarla ve bu durumlarda neler yapılması gerektiğiyle, ilaç kullanımı ve tansiyon ya da şeker ölçen aletlerin kullanımıyla ilgili bilgilendirmek ve aynı zamanda psikolojik destek vermek amacını taşımaktadır. Bilgilendirmenin yanı sıra, çeşitli sosyal aktiviteler ve kamplarla zenginleştirilmiş programların hastalar açısından daha iyi sonuç verdiği düşünülmektedir. Hastaların bu aktivitelere ve danışmanlıklara yakınlarıyla birlikte katılması, hastalığa uyum sürecinde gerekli ortamın hazırlanması ve hastaya gerekli desteğin verilmesi açısından oldukça önemlidir. Hayatımızın her alanına giren teknoloji, kronik hastalıkların yönetiminde de önemli bir araç olarak karşımıza çıkmakta. Hastalara almaları gereken ilaçları, yapmaları gereken egzersizleri, diyetlerini ve doktor kontrollerini hatırlatan mobil uygulamalar son zamanlarda hastanın oto-yönetiminin sağlanması açısından sıkça kullanılıyor ve araştırmalar bu tip uygulamaların yararlı olabileceğini gösteriyor. Bu hastalıkların toplumsal olarak da kabul edilmesi ve bunların gerektirdiği yaşam biçimlerine uygun hizmetler ya da ürünler sunulması da hastaların uyum sürecini kolaylaştırıyor ve yaşadıkları problemleri azaltıyor. Restoranlarda diyabetik hastaların diyetine uygun menü seçenekleri sunulması, marketlerde çölyak hastaları için glütensiz ürünlerin satıldığı reyonlar oluşturulması, egzersiz için parkların, yürüyüş ve bisiklet yollarının artırılması hastaların yaşamını kolaylaştırıyor ve yaşam kalitelerini artırıyor. Bu konunun devlet yetkilileri tarafından hassasiyetle ele alınarak, verimli devlet politikalarının oluşturulması gerekiyor. Ayrıca kronik hastalıklar için devlet tarafından yapılan maddi yardımın artırılması ve hastanın hayat kalitesini artıracak uygulamaların sigorta

kapsamında değerlendirilmesi de önemli noktalar arasında yer alıyor. Bu tip hastalıklarda hekimin en önemli görevi hastaya yol gösterici olması, tedaviyi ve hastanın yaşamında gerçekleştirecek değişiklikleri hastanın ihtiyaçlarına, mesleğine, yaşam koşullarına, yaşına ve cinsiyetine, yeteneklerine uygun olarak planlamasıdır. Kronik hastalıklarda sürecin hastaya uygun şekilde kişiselleştirilmesinin hastalığa uyum sürecine olumlu etki yaptığı bilinmektedir. Hekimler, hastalarının bu süreçte karşılaşabilecekleri güçlükleri bilmeli, hastalarına aktarabilmeli ve hastalarını bu güçlükleri aşma konusunda motive etmelidir. Diyabet hastalarında hastanın düşük karbonhidratlı diyete uyması, düzenli egzersiz ve insülin ilacı kullanımı ve doktor kontrollerinin aksatılmaması kan glikoz seviyesinin kontrol altında tutulması açısından oldukça önemlidir. Diyabet hastaları ayrıca egzersiz sonrasında ve insülin kullanımının bir komplikasyonu olarak oluşabilecek hipoglisemik krizler, ayak bakımı, şeker seviyesi ölçen aletlerin kullanımı ve hangi durumlarda hastaneye başvurmaları gerektiği konularında bilinçlendirilmelidir. Hastalar gerektiğinde psikososyal destek alabilecekleri merkezlere yönlendirilmeli ve hasta yakınlarının işbirliği sağlanmalıdır.

4) Mobile phone messaging for facilitating self-management of long-term illnesses. Thyra de Jongh, Ipek Gurol-Urganci, Vlasta Vodopivec-Jamsek, Josip Car,Rifat Atun. The Cochrane Library. Published Online: 12 DEC 2012 5) Diyabetes Mellitusta Hasta Eğitimi ve İzlemi. Dr. Füsun Ersoy, Dr. Murat Yılmaz, Dr. Tamer Edirne. Kırıkkale Üniversitesi. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi. Mart 2001 6) http://celiac.org/about-cdf/strategicplan/ 7) National Standards for Diabetes Self-Management Education and Support. Linda Haas, PHC, RN, CDE, (Chair)1, Melinda Maryniuk, MEd, RD, CDE, (Chair)2, Joni Beck, PharmD, CDE, BC-ADM3, Carla E. Cox, PhD, RD, CDE, CSSD4, Paulina Duker, MPH, RN, BC-ADM, CDE5, Laura Edwards, RN, MPA6, Edwin B. Fisher, PhD7, Lenita Hanson, MD, CDE, FACE, FACP8,Daniel Kent, PharmD, BS, CDE9, Leslie Kolb, RN, BSN, MBA10,Sue McLaughlin, BS, RD, CDE, CPT11, Eric Orzeck, MD, FACE, CDE12,John D. Piette, PhD13, Andrew S. Rhinehart, MD, FACP, CDE14,Russell Rothman, MD, MPP15, Sara Sklaroff16, Donna Tomky, MSN, RN, C-NP, CDE, FAADE17 and Gretchen Youssef, MS, RD, CDE18 on behalf of the 2012 Standards Revision Task Force. American Diabetes Association. June 2007 8) http://www.celiaccentral.org/education/

Çeşitli genetik enzim eksikliği hastalıkları çocukluk çağından itibaren başladığından hem aileleri hem de çocukların psikolojilerini ciddi ölçüde etkilemektedir. Aileler, çocuklarının hastalığı ve diyeti hakkında bilinçlendirilmeli, çocuğa da bu eğitim küçük yaşlardan itibaren verilmelidir. Bu durumda çocukların toplumsal hayattan dışlanmış hissetmeleri nedeniyle oluşabilecek psikolojik problemlerin çözümünde ailelerin desteği ve çocuğun alacağı psikolojik yardımın yararı büyük olacaktır. Bu hastaların diyetlerine uygun yiyecek seçenekleri sunulması konusunda üreticiler hassas olmalıdır.

Süleyman Doğan Polat İçerik Takımı

REFERANSLAR 1)Stanford Patient Education Center, Chronic Disease Self Management Program. http://patienteducation.stanford.edu/programs/cdsmp. html 2)Supporting Self-management in Patients with Chronic Illness. MARY THOESEN COLEMAN, M.D., PH.D., and KAREN S. NEWTON, M.P.H., University of Louisville School of Medicine, Louisville, Kentucky. Oct 15, 2015. http://www.aafp.org/afp/2005/1015/p1503.html 3) Patient Self-management of Chronic Disease in Primary Care. Thomas Bodenheimer, MD; Kate Lorig, RN, DrPH; Halsted Holman, MD; Kevin Grumbach, MD. JAMA. 2002;288(19):2469-2475. doi:10.1001/ jama.288.19.2469.

34


Küresel Isınma “Küresel ısınma” terimine senelerdir televizyon ve gazetelerden aşinayız. Dünya için zararlı bir şey olduğunu, yaşam kalitemizi etkilediğini, buzullardaki hayvanların ölümle yüz yüze olduğunu bir çok kez duyduk. Fakat küresel ısınmanın aslında ne kadar ciddi bir sorun olduğunun farkında mıyız? İnsan sağlığına vereceği zararın boyutlarını biliyor muyuz? Peki nasıl önüne geçeceğimizi öğrenmek istiyor muyuz? Küresel ısınma, dünyaya salınan gazların sera etkisi ile dünya üzerindeki sıcaklığı arttırmasına deniyor. Güneş ışınları dünyaya vurduğu zaman, hali hazırda dünyada artarak bulunan karbondioksit, metan gazı ve su buharının etkisiyle atmosferden çıkamıyor. Atmosferden çıkamayan bu sıcaklık dünyada hapis kalarak dünyamızı daha çok ısıtıyor ve buna küresel ısınma deniyor. Tüm bu terminoloji karmaşası içerisinde elimizdeki somut bilgi dünyanın sıcaklığının 1860-1900 seneleri arasında 0.6 C yükseldiği yönünde. Buna ek olarak 1976’dan bu yana da dünya ısısında 0.76 C oranında bir yükselme gözlendi. Tüm bu geçen yazlar-kışlar arasında bu bir-iki derecenin önemi ne? Gelin bir de buna göz atalım.

Hekimlerle Röportajlar sularda yaşayamayacak deniz canlıları da mevcut. Bunun yanında sıcak sularda yaşayabilen deniz canlıları da diğer alanlarda artan sıcaklığa bağlı olarak göç edip tatlı ve tuzlu suların ekolojik dengeleriyle oynuyorlar. Karaya bakacak olursak, kara canlıları da artan sıcaklığa adaptasyon göstermek amacıyla daha yüksek rakımlara çıkıyorlar. Bazı şanssız canlıların ne yazık ki daha fazla çıkabilecek yeri kalmadığından nesilleri tükeniyor. Buzullardaki kutup ayıları ve penguenlerin eriyen buzullardan dolayı hareket alanları kısıtlanıyor ve adaptasyon gösteremezlerse nesilleri tükenmeye mahkum bırakılıyor. Peki bu felaketlerin başımıza gelmemesi için, küresel ısınmayı durdurmak adına ne yapılabilir? Mesela kendi enerjimizi üretmeyi deneyebiliriz. Çiftliklerde yel değirmenleriyle enerji üretimi yapılarak havaya karbon salınımı kısıtlanabilir. Ulaşım sistemleri de küresel ısınmaya katkı sağlayan pastadan büyük bir dilim alıyor. Kişisel olarak bisiklet kullanımı, araç şartsa da karbon yönünden fakir yakıtların kullanımı küresel ısınmayı kısıtlayabilir. Fosil yakıtları küresel ısınmanın artışından epeyce sorumlu ve yeşil enerji kolayca bunun yerini alabilir. Bunlar daha toplu hareketler gerektirebilir fakat bireysel olarak, yarından itibaren yapmamız gereken en önemli şey: GERİ DÖNÜŞÜM! Geri dönüşüm ile doğal kaynakları koruyabilir, karbon üretimini azaltabilir, doğaya karışan çöpü azaltabiliriz. Küresel ısınmaya karşı hep beraber, yeşil olalım..

Dr. Berke Özüçer, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu, Bezmialem Vakıf Üniversitesi Kulak-Burun-Boğaz (KBB) bölümünde asistan doktor. •Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir?

Ben bir kere cerrahiden çok hoşlanıyorum, biraz matematiksel işleyen bir kafam var. Cerrahi mi dahiliye mi kararsızlığını hepiniz yaşayacaksınız zamanı gelince. Benim için cerrahi daha ağır bastı, bu birinci adım. Sırf işten ibaret değil hayat, dolayısıyla insanî yaşamaya müsade eden bir branş olsun istedim, dolayısıyla bir sürü branş eledim. Örneğin plastik cerrahi, ortopedi vesaire gibi branşlar eleniyor. Dolayısıyla son zamanlarda yükselen bir trend olan ufak cerrahilerle ilgilenen üroloji, KBB ve göz üçlüsüne kaldım. Çok sistematik ilerledi. KBB de çok geniş, yani kulakta hem mikrocerrahi yapabiliyorsun, büyük cerrahiler yapmak istersen baş-boyun cerrahileri var, estetikle uğraşmak istiyorsan ortoplasti, rinoplasti, çene yapabiliyorsun. Çocuklarla uğraşmak istersen pediatrik otolaringoloji de var. Dolayısıyla çok geniş bir skala var. Eğer cerrahi ile çok mutlu olmazsan ileri hayatında poliklinik yaparak da mesleğini idame ettirebiliyorsun. Masif cerrahiden oluşan branşlarda bu çok mümkün değil; cerrahi yapmayı kestiğin anda mesleğin de kesiliyor. Tüm bu faktörleri değerlendirdim ve KBB ağır bastı, çok mutluyum. •Pişmanlık yok o zaman? Pişmanlık yok ya, iyiyim, keyfim yerinde.

Aylin Gareayaghi İçerik Takımı Küresel ısınma tarım faaliyetlerini olumsuz yönde etkiliyor. Kuraklıktan ve artan sıcaklıklardan etkilenen topraklar ne tarıma uygun işlev görebiliyorlar ne de hayvanlara gerekli besini sağlayabiliyorlar. Kuraklığın bir sonucu olarak tarım topraklarını yağmur suyu yerine insan çabasıyla sulamak da zaten azalmakta olan kaynakların tükenmesine katkıda bulunuyor. Haşereler de kısalan kış mevsimi ve azalan soğuk havadan dolayı tarım topraklarına her zamankinden çok hasar veriyor. Isınan havalardan buzullar da nasibini alıyor. Eriyen buzullara bakarak bilim adamları önümüzdeki 50 yılda deniz seviyelerinin 88 santimetre kadar artabileceğini söylüyorlar. Bunda genleşen okyanus sularının daha fazla yer kaplaması da pay sahibi. Bu durum tabi ki kıyı şehirlerini ve adaları kötü yönde etkiliyor. Deniz transportu daha pahalı hale geliyor ve denizlerde oluşan fırtınalar kıyıları daha sert etkiliyor. Aynı zamanda sıcaklığı artan

35

•Çalışma saatleriniz nasıl? Yorgunluk derecesi ne? Bu sizi rahatsız ediyor mu? Sabah 7.30’da vizitimiz başlıyor. Salı ve Çarşamba günleri yine sabah 7.00’da toplantımız var. Dolayısıyla 7.15 gibi ortalama hastanede olmam gereken bir branş. Vizitlerden sonra saat 8.00’de poliklinik ya da ameliyatlar başlıyor, akşam 5.30-6.00’ya kadar sürüyor. Tuttuğun nöbet sıklığına göre de 36 saati görebiliyorsun ama bizim nöbetlerimiz daha konforlu çünkü yukarıdayız, aşağıda acilde değiliz. Dolayısıyla mesai saati olarak inanılmaz tempolu olmasa da ben çok yoğun KBB ile uğraşıyorum; okuyorum, yazıyorum, çiziyorum, düşünüyorum, işler ayarlıyorum, kurslara gidiyorum, eğitimlere katılıyorum ve kendimi yoğunlaştırıyorum. Fakat hal itibariyle Bezmialem’deki süreç beeni çok yormuyor, hasta yoğunluğumuz çok ama çalışma saatlerimiz iyi. KBB konforlu bir bölüm herkese tavsiye ederim. (Arada hasta giriyor...) Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu?

Ben zaten en başta söylediğim gibi sosyal hayatıma izin versin diye seçtiğim bir branştı. Şimdi altı aydır evlendim, eşim de çocuk psikiyatristi, onu da çok tavsiye ediyorum. Valla normal sosyal hayatıma arkadaş-eş-dost toplantılarının hepsine katılıyorum aşağı yukarı, her haftasonu ormanda koşumu sporumu yapıyorum, ailemi görüyorum. Geçen bir hafta önce yurtdışına kayağa gittim, Paris’e gittim. İyi yani, ben hayatımı güzel yaşıyorum, mutluyum. Hiç depresif bir ropörtaj olmadı, çok güzel bir ropörtaj yapıyoruz. •Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler? KBB isterdim! İki branşta yoğunlaşmak isterdim: birincisi plastik cerrahi isterdim. Eğer şu anki gibi insanî dışı olan temposu ve diyabet vesaire gibi angarya iş yapmıyor olsalar plastik ilgimi çekiyor. Ben de onun yüzdeki kısmıyla ilgileniyorum gerçi. Bir de çocuk psikiyatrisi çok ilgimi çekiyor, eşim girdikten sonra ilgim iyice arttı. Bütün kadın doktorlara tavsiye ederim çünkü çok konforlu ve ilginç. Her gün dinlediğim hikayeler çok heyecanlandırıyor beni. Eşim de bana diyor ki sen cerrahsın, biz de ruh cerrahisi yapıyoruz diyor. Herkese tavsiye ederim. Ben de yapmak isterdim neden zamanında hiç aklıma gelmemiş.. Eşime ben seçtidim çocuk psikiyatrisini, çok güzel bir branş. Erişkin psikiyatrisinden daha keyifli. Tıp öğrencilerine iletmek istediğiniz bir şey var mı? “Sanat uzun, hayat kısa” öyle diyorlar: “vita bravis, ars longa”. Çok çalışın çok eğlenin! Dr. Hakan Kaçar, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Göz Hastalıkları bölümünde asistan doktor. •Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir? Seçiminizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı? Benim küçümlüğümden beri göz doktoru olma hayalim vardı. Üniversiteye başlayıp kliniği ziyaret etmeye gittiğimde de göz hastalıkları çok hoşuma gitti. Benim için herhangi bir negatif yönü olmadığı için seçmeyi düşündüm. Şu an seçimimden dolayı mutluyum. Hiç bir sıkıntı yok. •Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne? Bu sizi rahatsız ediyor mu? Çalışma saatlerimiz bayağı yoğun. Şu an servisteki asistan sayımız üç, bu nedenle ben de en çömez olduğum için 12 nöbetim var, nöbet ertesi de akşam 17.00’a kadar mesai. Yani yaklaşık 36 saat çalışma saatim oluyor.

36


Ayda 12 nöbet, gün aşırı neredeyse çalışıyorum. Bayağı yoğun, ama beni henüz çok rahatsız etmiyor. İnşallah ileride de rahatsız etmez. •Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu? Bu nöbet yoğunluğu zamanla azalacak ama şu anda elbette yeterince vakit ayıramıyorum. Kısa zaman sonra inşallah nöbet yoğunluğum azalıp daha fazla zaman ayıracağımı düşünüyorum. Sıkıntı olmayacak bence. •Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri nelerdir? Dünyaya üç kere daha gelsem üç kere daha göz uzmanlığını seçerdim. Nedenleri de..bilmiyorum seviyorum bu bölümü. Tıptan daha ayrı bir branş gibi geliyor bana, daha spesifik daha özel. O yüzden çok memnunum. (Telefon geliyor ve doktorumuz hastaya gitmek için kalkıyor.) Doç. Dr. Şahabettin Selek, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, Bezmialem Vakıf Üniversitesi’nde Biyokimya Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi. •Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir? Seçiminizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı? Mezun olduktan sonra birkaç yıl pratisyen hekimlik yaptım ama içimde hep bir şeyler araştırmak, bulmak, yakalamak laboratuarda bir şeyler katıp karıştırmak isteği vardı. Onun için girdiğim TUS sınavında da tüm tercihlerim biyokimyaydı ve üçüncü tercihim Harran Üniversitesi geldi. Hiç pişmanlık duymadım, şimdi girsem yine biyokimyayı seçerim. Genelde temel bilimlerin asistanlığı biraz daha rahat olur diyorlar fakat ben çok yoğun bir araştırma-geliştirme (ARGE)’nin içerisine girdim. Hatta bizde mesai ikiye ayrılırdı: dörde kadar rutin işimiz vardı, dörtten sonra da biz ARGEye başlardık. Dörtten gece 11-12’ye kadar devam ederdik. Bu kadar yoğun bir araştırmanın içerisine giriyorduk ama çok da mutluyduk çünkü moleküllerle uğraşmak daha güzel geliyordu bana. Tabi ki yapılan her iş kutsaldır ama devamlı hasta bakmak, ömrümün sonuna kadar hastalarla ilgilenmek bana çok cazip gelmedi çünkü içimde hep bir şeyler eksik hissediyordum. Temel nedeni de ARGE idi. O yüzden tüm tercihlerim biyokimyaydı, şimdi girsem yine biyokimya isterim. Hekimlerin şöyle bir şansı var: bir sınavla seçim yapıyorsunuz. İstediğiniz yer gelene kadar sınava girebilirsiniz. •Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne? Bu sizi rahatsız ediyor mu? Genel olarak aslında hekimlerin çalışma saatleri yoktur.

37

Burayı değerlendirirsem burada günde en az 11 saat Bezmialem’deyim. Sabah 7.00, akşam 6.15 buradayım. Şikayetçi değilim. Evet, yoğun bir çalışma saatimiz var fakat bu meslek açısından bakarsan akademisyen olmak, başarılı olmak, daha daha iyi olmak istiyorsanız fazla çalışmanız gerekiyor. İlgi ve sevgi isteyen bir bölümdür. TUS’ta ilk 10’lardadır şimdi, bazı yerlerde ilk 3’lerde. İki nedeni var bunun, sadece biyokimya değil temel bilimler için söylüyorum: birincisi rahatına düşkündür insanlar, uzmanlığı rahattır. İkincisi de çok çalışmak isterseniz buna da çok uygundur. Bir şeyler araştırayım, bulayım derseniz temel bilimlerde araştırılacak o kadar çok şey var ki. İki ucu da çok açık, bence insanlar bu iki sebepten dolayı seçiyorlar. Son dönemde bayanlar çok tercih ediyor çünkü anne olacaklar, ailelerine vakit ayıracaklar. Uzmanlığı rahattır temel bilimlerin, çalışma saatleri onlara uygundur. Zevkli de bir bölümdür, cihazların başında sabahlayabileceğiniz bir alan. •Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu? Asosyal bir kişi olduğumu söylerler. Mesleğe asistanlıkla beraber girdiğim andan itibaren gece geç saatlere kadar hep çalıştım. Çalışmanın sonucunda iki patent aldım, bir takım hedeflerime de ulaştım, başarılı olduğum yerler oldu. Fakat hep şunu görürsünüz: ailenizi ihmal etmeden, asosyal olmadan bu işlerde başarılı olmak çok zor. İçimi acıtan tarafı olduğunu da söyleyebilirim; ailemle yeterince ilgilenemiyorum, vakit ayıramıyorum. Çok enteresan bir anım var: kızım şimdi dokuz yaşlarında, beş yaşlarındayken hafta sonu bir arkadaşın evine gidiyoruz. Orada soruyorlar kızıma ‘Şeyda sen büyüyünce ne olacaksın?’ diye, ‘doktor olacağım’ diyor. ‘Neden doktor olmak istiyorsun?’ diyorlar, ‘babamın hastanesinde çalışıp onu görmek için’ diyor. Böyle anılarım da vardır benim, kızımın, çocuklarımın beni yeterince görememesi, onlara yeterince vakit ayıramamam. Hala bile sağlık problemleri oluyor ve hakikaten ilgilenemiyorum, vakit ayıramıyorum. Eşim de artık alıştı bu duruma, benim bu eksiğimi kapatmaya çalışıyor. Kapatamamış olsa çok zor olurdu zaten. O noktada evet, asosyal bir duruma geldik; aileyi de, herkesi de ihmal ettik. Bu mesleğe girdiğiniz andan itibaren toplumdan daha farklı bir kişiye bürünüyorsunuz. En basitinden gecenin geç saatlerine kapım çok çalındı ‘doktor bey koşun babama bir şeyler oldu’ diye, çıkıp bakıyorum ki babası vefat etmiş. Bunları hep yaşadım. Oturduğunuz yerde, kaldığınız mahallede, ailenizde artık kendinizden vazgeçiyorsunuz. Bir nevi toplumun malı olmuş oluyorsunuz. Ne kendinize ne ailenize çok vaktiniz olmuyor. •Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler? Bir seçim şansını daha düşünmüyorum. Dünyaya yeniden gelsem yine Şahabettin olmak isterdim, yine biyo-

kimyayı seçmek isterdim işin doğrusu. İkinci bir tercih belki şöyle olabilir: biyokimyanın kendi içinde bir takım alanlarda özelleşip o noktada tamamen gitmek isterdim. •Tıp öğrencilerine iletmek istediğiniz bir şey var mı? Çalışınca başarı kendiliğinden gelir, bu bir gerçek. Bu çalışma ile ilgili 2010larda televizyonda bir röportaj gözüme çarptı, çok da hoşuma gitti. Birisi KPSS sınavına giriyor, yüksek de bir puan alıyor ve istediği bölüme giriyor. Röportajda soruyorlar bu işi nasıl becerdin diye. Cevap şuydu: beyin bedava! Kaydet, sınava gir, ver, çık. Hiç üzülmesinler tıp öğrencileri başarabilirler her şeyi. Onların bu şevkini görünce ülkemiz adına da çok seviniyorum. Prof. Dr. Nahid Motavalli, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi mezunu, kendi kliniğinde Çocuk Psikiyatrisi alanında çalışıyor. •Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir? Seçimizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı? Psikiyatr olmak için analitik düşünce, empati becerisi ve iyi sözel beceri gerekir. Bu bölümü seçme nedenim kişisel yeteneklerimin bu yönde olması. Hiç pişman olmadım. •Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne? Bu sizi rahatsız ediyor mu? Hem üniversite hem muayenehanede çalıştığım zaman günde 12 saat durmadan çalışırdım. Şimdi günde 7-8 saat çalışıyorum. Eskiden daha çok yorulurdum fakat şimdi de ağır hastalar takip ettiğim için yoruluyorum. •Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu? Üniversite ve muayenehanede çalıştığım zamanlarda yakınlarımı daha az görürdüm fakat şimdi daha fazla görüşebiliyorum. •Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler? Eğer bu bölüm olmasaydı klinik genetik seçerdim. Orada dismorfi ve anomalilerle uğraşmayı puzzle çözmek gibi yaşıyorum. Aylin Gareayaghi İçerik Takımı

38


En Tartışmalı Tıp ve Fizyoloji Nobeli Bu yazımda literatüre kazandırdığı lobotomi tekniğiyle 1949 yılı Tıp ve Fizyoloji Nobeli’ni kazanan, bazı kesimlerce tarihin en tartışmalı Nobel sahibi olarak nitelendirilen nörolog Egas Moniz’i ele aldım. Egas Moniz ilk Portekizli Nobel Ödülü sahibi olmasının yanı sıra serebral anjiografiyi geliştiren kişidir. Ayrıca birçok diplomatik mevkide bulunmuştur. Onun hafızalarda yer etmesini sağlayan çalısması üzerinden yarım asırdan fazla geçmiş olmasına rağmen günümüzde dahi etik açıdan tartışmalara sebep olan lobotomidir. Egas Moniz 1935 yılında Londra’da katıldığı bir konferansta Dr. Fulton’ın iki şempanze üzerinde yaptığı deneyden çok etkilenir. Bu deneyde Fulton iki şempanzenin frontal loblarındaki bağlantıları haraplamış ve sonrasındaki hareketlerini gözlemlemiştir. Öncesinde çok saldırgan hareketler sergileyen şempanzelerin bu girişimsel müdaheleden sonra durgun hale geldiklerini gören Egas Moniz bundan esinlenerek 1936 yılında ‘’prefrontal lökotomi’’ tekniğini tanıtır. Çalışmalarına ağır psikotik atakları olan bir hayat kadınının frontal lobunu saf alkol enjeksiyonuyla sklerotik bir dokuya dönüştürerek başlar. Sonrasında bu girişimlerine, sinir bağlantılarını kopartmak için ‘‘lökotom’’ adlı aleti geliştirir ve çalışmalarını manik depresif psikoz atakları gösteren hastalarda ve şizofreni hastalarında sürdürür. Egas Moniz’in bu çalışmalarını benimseyen ve kendi kliniğinde uygulayanların başında Amerikalı Dr. Freeman gelir. Freeman ‘‘prefrontal lökotomi’’ tekniği üzerinde küçük değişiklikler yaparak tekniği yaygın şekilde kullanılan standart formuna kavuşturur ve teknik ‘’prefrontal lobotomi’’ adını alır. Egas Moniz’in bu çalışmasında en çok tepki toplayan nokta lobotomi sonrası hastalardaki değişimler ve hastalarda gözlenen yan etkilerdir. Hastaların çoğundaki semptomlar lobotomi sonrası ortadan kaybolmuştur fakat bu sefer hastalar çevrelerindeki olaylara tepkisiz hale gelmiş, ‘‘ruhsuzlaşmıştır’’ . Lobotomi ameliyatı olan bir kızın annesi bu durum için: ‘‘Vücüdu burada bizimle ama ruhu sanki bir yerlerde kaybolmuş gibi’’ ifadelerini kullanmıştır. Peki, bu kadar kötü yan etkilere sahip bir yöntem 1940’larda nasıl bu kadar popüler oldu ve Egas Moniz’e nobel getirecek kadar kabul gördü? Bunu 4 maddede özetleyebiliriz: Birincisi Egas Moniz lobotomi araştırma-

39

Tıp Tarihi ve Etik

sından önce yaptığı serebral anjiyografi icadıyla büyük prestij sahibi olmuştur. İkinci olarak o sırada lobotomiye alternatif bir tedavi yöntemi olmaması gösterilebilir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası post travmatik stres sonucu meydane gelen vakaların, hastanelerin yataklı servislerinin karşılayamayacağı kadar artması üçüncü sebep olarak gösterilebilir. Son olarak manik depresyon gibi hastalıklara sahip kişilerin çok uzun süre boyunca hastanede yatırılmalarıyla birlikte bu hastaların hastane enfeksiyonları kaynaklı mortalitelesinin Amerika Birleşik Devletleri’nde %18 gibi çok yüksek rakamlara ulaşmasından bahsedebiliriz. Tarihçesinden, yan etkilerinden, uygulanış şeklinden bahsettiğimiz bu yöntem ne kadar işe yaradı? Bu soruyu cevaplamak için İngiltere’de 1942-1954 yılları arasındaki vakaları inceleyen Dr. Tooth ve arkadaşlarının çalışmasını inceleyebiliriz. Bu çalışmada 10.365 lobotomi cerrahisi mercek altına alınmıştır. Sonuçlara göre hastaların %41’i tamamen iyileşmiş ya da yüksek derecede ilerleme kaydetmiştir. %28’i çok az bir gelişme göstermiş , %25’inde ise hiçbir değişiklik gözlenmemiştir. Hastaların %2’si cerrahiden sonra daha kötü olmuş ve %4’ü hayatını kaybetmiştir. Bu veriler de bu tartışmalı yöntemin işlevselliği hakkında fikir sahibi olmamızı sağlamıştır. 1940’lı yıllarda çok popüler olan bu yöntem 1952’de şizofreni hastaları için geliştirilen klorpromazin adlı nöroleptik ilacın geliştirilmesiyle doktorların çok büyük bir kısmı tarafından terkedilmiştir. Günümüzde ise bazı merkezlerde lobotominin daha az radikal versiyonları nadir de olsa uygulanmaktadır. Süleyman Doğan Polat İçerik Takımı

KAYNAKLAR 1-MLA style: “Controversial Psychosurgery Resulted in a Nobel Prize”. Nobelprize.org. Nobel Media AB 2014. Web 2- “Watts, James: Oral History, January 25, 1979,” interview by Thomas M. Peery and Oral History Committee George Washington University Medical Center, The GW and Foggy Bottom Historical Encyclopedia, 2010, 29, accessed October 20, 2013, 3-MLA style: “Controversial Psychosurgery Resulted in a Nobel Prize”. Nobelprize.org. Nobel Media AB 2014. Web. http://www.nobelprize. org/nobel_prizes/medicine/laureates/1949/moniz-article.html 4-Swayze II, VW: Frontal leukotomy and related psychosurgical procedures in the era before antipsychotics (1935-1954): A historical overview. Am. J. Psychiatry 1995, 152 (4):505-515.

Tarihteki ilk doktor kimdi? Etik kavramı ne zaman ve nasıl ortaya çıktı ? Aydınlatılmış onam nedir? tıp etiğinin babası gerçekten Hipokrat mı? İlk anemnezi hangi Mısırlı aldı? Çinliler böyle akupunktur yapmayı nereden öğrendi? İkinci Dünya Savaşı tıp etiğinde neleri etkiledi? Sizlerle tarihte keyifli bir keşfe çıkacağız sevgili okur. Tıp, evrendeki en eski disiplindir ve yeryüzündeki ilk insan da ilk doktor. Dünya tarihi boyunca tüm sosyal ve politik olaylardan etkilenmiş olan tıp disiplininin bugünkü halini alışını görmek için önce biraz tarih öncesi zamanlarda dolaşalım. Tarih öncesi zamanları üçe ayırırsak; paleolitik çağ ilk insanların alet yapmaya başladıkları, mezolitik çağ insanların toplu yaşamanın önemini anlayıp mağaraları boyamaya başladıkları, neolitik çağ ise tarımla tanışıldığı dönemdir. Tarihöncesi zamanlardaki tıpla ilgili geliştirilmiş farklı teoriler var. İçgüdüsel tıp teoremine göre paleolitik çağ insanlarında yalnızca yalamak, emmek ve üflemek gibi öğrenilmemiş, içgüdüsel tıbbi müdahaleler görülüyordu. Bir diğer teori deneysel tıp. İnsanların deneyimlerinden ders çıkardığı ve üzerine bir de deneme-yanılmalar yaşadığına dair görüş. İnsanların mevsim, doğa şekilleri gibi faktörlerin etkilerini anlamaya başladığını söyler ve sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Bir de sihre dayalı tıp teorisi var. Buna göre insanlar yağmur, yıldızlar, güneş gibi faktörleri tanımaya başladı ve onları doğaüstü olarak nitelendirdi. Sonra da sağlıklı ya da sağlıksız olma durumuna bu doğaüstü güçler tarafından karar verildiğine inandılar. Yine mezolitik ve neolitik çağda karşılaşılan bu teoriye göre doktor, bu doğaüstü güçleri ikna etme kabiliyeti olan kişi idi. Tarihöncesi çağlara ait bir diğer teori de rahip tıbbı teorisi. İnsanların tanrı figürleri şekillendirmeye başlaması ile birlikte ortaya rahipler çıktı. Tapınaklar inşa edildi. Liderlik, rahiplik ve doktorluk sıfatları bir tek kişide toplandı. Bu “lider-doktor-rahip” tapınakta yaşadığından tarihin ilk hastaneleri de tapınaklar oldu. bu dönem doktorları hastalarını iyileştirmek için bitkileri kullandı ve tanrılarına kendilerine iyileştirme gücü vermeleri, ceza olduğuna inandıkları hastalığı uzaklaştırmaları için dua ettiler. Onlara göre hastalık, insanın cezalandırılması için içine yollanmış kötü bir ruhtu. Tüm bu tarih öncesi zaman boyunca uygulanan yalnızca tek bir cerrahi müdahale vardı: Trepanasyon. “Doktor-rahip-lider” hastalığın inatçı olduğuna ve iyileşmeyeceğine karar verdiğinde trepanasyon yapardı. Hastanın kafatasında taştan aletlerle bir delik açarlar ve içeride sıkışıp kalmış kötü ruhun bu delikten çıkacağını ümit ederlerdi. Trepanasyon yapılan hastalar genelde kaybedilir, yaşamayı başarsa bile felç, epilepsi gibi ciddi komplikasyonlara maruz kalırdı. Eğer bir kişi trepanasyonun ardından hayatta kalmayı başarırsa kutsal kişi olarak kabul edilir ve toplumun tüm kesimindeki üyeler

tarafından saygı görerek tapınakta bakılırdı. Tarih sayfalarında dolaştığımız bu ufak gezintiden sonra sizleri bir dünya turuna davet etmeme izin verin sevgili okur. Sular sıçratarak Nil nehri kenarında koşmaya, akupunktur iğneleri ile isminizin baş harfini yazmaya, tapınakların tepesinden yıldızları gözlemlemeye, sevimli koyunların karaciğer falına bakmaya, Ying ile Yang’ı iç içe geçirmeye, Hipokrat’ın tüylü kalemini aşırıp kaçmaya hazırsanız buyurun başlayalım. Asur-Babil Medeniyetinde Tıp Asurlular milattan önce 5000li yıllarda Basra Körfezi’nde yaşadılar. “Krallık” olgusu Asur kültürü ile başladı. Şehirleri ve farklı amaçlara hizmet eden binaları ilk onlar inşa ettiler. Alfabe oluşturdu ve tabletlere yazdılar. Köleliğin ilk izlerini de yine onlarda gördük. Asurlulara göre güneş en büyük güçtü ve doğurganlığın temeliydi. Kanı hayati element kabul ettiler ve karaciğerin de merkez organ olduğu kanaatindeydiler. Asurlular insanlık tarihine, tıp anlayışını etkileyen altı konsept kazandırdı. İlki metamorfoz: İnsan, hayvan ve bitki, tüm evrenin bir bütün olduğuna ve asla engellenemez bir etkileşim içinde olduklarına dair görüş. İnsanların hayvanlardan hastalık kapabileceğinin, bitkilerden zehirlenebileceğinin farkına vardılar. İkincisi reenkarnasyon: Aynı ruhun farklı bedenlerle tekrar tekrar dünyaya geldiği inanışı. Bu inanışa göre tüm hayatlar boyu ruhun temel hissi mutluluk olmalıdır ve sağlıklı olmak mutlu olmak için çok önemli bir faktördür. Durum böyle olunca koruyucu tıbbın öncüsü olmuş, düzenli yıkanmayı ve çöplerin evden uzaklaştırılmasını adet edinmişlerdir. Üçüncü konseptleri astroloji: Yıldızlardan edindikleri bilgileri hayatlarındaki önemli olayları düzenlemek için kullandılar. Kahinler önemli hastalara teşhis koydular. Dördüncü konseptleri sınavdı: Doğuştan rahatsızlığı olan bir çocuk dünyaya geldiğinde eğer kastın üst basamağındaki bir aile söz konusu ise bunun bir sınav olduğuna, tanrının ebeveynlerin sabrını ölçtüğüne inandılar. Beşinci ve en ilginç konseptleri karaciğer falı: Yalnızca kritik derecedeki hasta çocuklar için gerçekleştirilen bir ritüel bu. Hasta çocuğa koyunun burnundan nefes aldırılıyor ve yine burnuna verdiriliyor. Sonrasında koyunun karaciğeri çıkarılıyor ve rahip tarafından, astrologun da yardımıyla bir teşhis konmaya çalışılıyor. Altıncısı ise biraz endişe verici: Yazılı kuralların atası Hammurabi doktorları da unutmamış ve yanlış tedavi

40


uygulayan doktorlar için de ağır cezalar getirmiştir. Mısırlılarda Tıp Mısırlılar milattan önce 5000 yılında Nil kenarına taşındı ve milattan önce 3500 yılında da ilk barajı kralları Menes öncülüğünde Nil üzerine inşa ettiler. Kralı ve ailesini korumanın ve yaşamlarını güzelleştirmenin kutsal olduğuna ve ölümden sonraki hayatta mutluluğu yakalamanın yolunun dünya hayatındaki fiziki yönleri korumaktan, sağlıklı olmaktan geçtiğini düşündüler. Mısırlılar iyileştirme sanatını icra ettiğine inandıkları sağlık tanrısı Tot’a tapındılar. Mumyalamayı geliştirdiler. Reçetelerdeki Rx’e dikkat ettiniz mi hiç? Kimi doktorlar el alışkanlığı olarak ilaçları yazmaya başlamadan önce reçetenin kenarına “Rx” yazarlar. İsmi İnsignia olan bu işaret tanrısal koruma anlamına geliyor. Bu noktada ciddi bir soruyu hatırlatmak istiyorum. Tıp etiğinin babası Hipokrat mı? Bu sorunun cevabının Hipokrat değil Imhotep olduğuna dair tartışmalar günümüzde halen devam etmekte. Hipokratın milattan önce 500lerde yaşadığı bilgisini, İmotep’in milattan önce 2700lerde yaşadığı bilgisinin yanına getirince bu son derece akla yatkın bir soru haline geliyor. Biz de cevabın peşinden koşalım, İmotep’i biraz yakından inceleyelim. Kral Zoser zamanında yaşayan İmotep hem mimar, hem doktor, hem de astrologdu. Dönemin kraldan sonraki en önemli adamıydı. Mısır’da tıp eğitimi tam anlamı ile İmotep döneminde başladı. İmotep’in tıp eğitimi hakkında dönemin çok ilerisinde fikirleri vardı. Imhotep’ten önce tıp eğitimi yalnızca soylulara açıktı. İmotep doktor olmanın soyluluk değil bazı kişilik karakterleri gerektirdiğini düşünüyordu ki bunlar çalışkanlık, açıkgörüşlülük, güvenilirlik, dürüstlük, sevgi ve ilgi göstermek. İmotep ilk herkese açık tıp okulunu açtı ve haftanın belirli günleri öğrencilerine dersler verdi.Ama hala köleler bu “herkes”in dışında kalıyordu. İmotep anemnez almaya ve hastaların durumlarını, semptomlarını, teşhislerini, tedavilerini papirüslere yazmaya başladı ki bu da tıp literatürünün ve hastalıkların klasifikiye edilmesinin ilk örnekleridir. 1895 yılında bulunan Edwim Smith ve Ebers Papirüslerinde İmotep’in muayene yöntemlerine dair bilgilere rastlıyoruz. Kulakla dinleme, palpe etme, gözlemleme yöntemlerini kullandığını da bu papirüslerden biliyoruz. Mısır kültüründe yılan figürünün de yeri büyük. Mısırlılar yılan zehrinin bağışıklık sistemini aktive ettiğinin farkındaydılar ve yılanları bu amaçla kullandılar. Isıtılmış metalleri kanamayı durdurmada, cerrahi enstürmanları müdahalelerde kullanıyorlardı ve kalbin ve damarların kanı pompaladığını biliyorlardı. Mumyalama teknikleri sayesinde de çok ileri seviyede anatomi biliyorlardı. Kalbin merkez organ olduğunu ve ruhani konsepte göre so-

41

lunumun hayati eylem olduğunu düşünüyorlardı. Koruyucu tıp Mısırlılarda pek çok alanda kendini göstermiştir. Mesela; düğün yapıp yapmadıklarını bilmiyoruz ama sünnet oluyor, evin içinde hayvan beslemiyor, ölülerini sağlıklı biçimde gömüyorlardı. Çin Medeniyetinde Tıp Fu-Shi doğa ve tıpta Ying ve Yang prensiplerinin yaratıcısı olan Çin hükümdarı. Milattan önce 2000li yıllarda hüküm sürdüğünü biliyoruz. Bu felsefeye göre Yang erkeklik ve olumlu olan tüm özelikler olarak kabul edilir. Cennet, güneş, güç, sertlik, yürek, kuruluk, gözler,vücudun sol tarafı Yang’ın içerisindedir. Öte yandan Ying kadınlık ve negatif tüm özellikler olarak kabul edilir ve yeryüzü, ay, karanlık, zayıflık, nem, soğuk, kulaklar ve vücudun sağ tarafı Ying’in içindedir. Bu birbirinden ayrılmış özelliklerin uyum içerisinde olması da Çin kültüründe sağlık olarak tanımlanır. Hastalığın Yang’ın Ying’i bastıramamasından kaynaklandığı düşüncesi ile tedavilerini Yang’ı güçlendirmek üzere yaparlar. Shen-Nung da yine Çin topraklarında bir İmparator ve diyor ki evren ve insanları meydana getiren beş element vardır. Bunlar: ateş, toprak, metal, su ve tahta. Bu görüşe göre evrenin makro kozmosu ve insanın da kendi içinde bir mikro kozmosu var ve bu mikro kozmosda her beş elementin ayrı ayrı anlamları var. Huang-Ti , bir diğer çin imparatoru. Kendileri tıp için bitkilerin kullanılması konusunda çok hevesliydiler. Lakin vücudun diseksiyonunun büyük günah olduğunu düşündüklerinden anatomi bilimi bu beyefendi zamanında gerileme göstermiştir. Akupunktur Huang-Ti tarafından geliştirilmiş bir yöntemdir. 12 hayali enerji kanalı olduğuna inanan Çinliler bu kanallara minik iğneler batırarak Yang’ı uyarmaya çalışırlar. Nabız ölçmeye büyük önem veren Çinli doktorlar, 250 farklı nabız tanımlamış ve bunları hastalıklarla eşleştirmiştir. Hint Medeniyetinde Tıp Milattan önce 560 yılında siddhertha Budda’nın Budizmi getirmesi ile birlikte, Hint insanı hayat bilgisi anlamına gelen Ayuverda’yı benimsemiştir.Dini ibadetlerini yoga yaparak gerçekleştiren Budistler için mutluluğun sırrı şükretmek ve başkalarını mutlu etmekte idi çünkü Ayüverda mutlu olmak istiyorsan mutlu et der ki bu anlayışın adı da alturizm. Hintliler üç element teorisini geliştirdi. Hazırsanız sayıyorum, bu üç element: kan, balgam ve safra. Sağlığı bu üç elementin dengesi ve hastalığı da bu dengenin bozulması olarak tanımladılar. Krala karşı gelme, hırsızlık yapma gibi ağır suçlar işleyenlerin kulakları veya burnu kökünden kesme gibi cezalara çarptırılıyor olması Hint kültüründe plastik cerrahinin

gelişmesini sağladı. Doktorlar bu cezalandırılmış insanlar için vücudun diğer kesimlerinden parçalar kullanarak yeni organlar yapmaya çalıştılar. Susruta Koleksiyonu adı verilen 250 parça cerrahi araç geliştirdiler. Hintlilerde diyabet çok yaygındı ve bu hastalığı üç semptomla tanımladılar: Çok tuvalete gitmek, çok su içmek ve çok yemek yemek. Buna üç p kuralı dediler. Sırası ile polyuri, polydipsi, polyhaji. Ggod Shiva hintlilerde en büyük tanrıydı ve bir budistin ateşi çıktığında bunu God shiva’yı kızdıırmış olmasına bağladılar. Yunan Medeniyetinde Tıp Yunanlılarda filozofların tıp disiplinine doğrudan etkisi olmuştur. Misal Thales. Tamam kaçmayın geometriden bahsetmeyeceğim. Thales’e göre su herşeyin sebebidir. Sonra Anaximener tüüm dünyanın tek bir elementten, havadan oluştuğunu söyler. Pythagoras’ın bir Harmoni Teorisi var. Özel günlerin, homeostazın, doğanın iyileştirici gücünün ve krizin uyumu. Alcmeeeon der ki beyin duyunun ve duyguların merkezidir. Hipokrat’a ilham veren Empedokles evrendek her şeyin ve insanların dört elementten oluştuğu kanısında: ateş, su, hava ve toprak. Yunanlıların sağlık tanrısının ismi Apollo ve iyileştirici tanrı da Aesqulapius. Hygeia. Apollo’nun kızı ve hastalığın tahmininden sorumlu. Bu sağlık tanrıları için büyük tapınaklar inşa etti ve adına da AESCULAPIONS dediler. Burada rahipler, hemşireler, doktorlar vardı. Hastane olarak kullanılan bu tapınaklarda ilginç yöntemler kullanılıyordu. Eve doktorun gelmesi ile iyileştirilemeyen hastalar buraya getirilir. İlk iki gece hasta dışarıda kalmak zorundadır. Kusturucu, ishal edici ilaçlar, uygun diyet ve egzersizle hasta bir tür detox sürecinden geçirilir. İkinci adımda hasta tapınağa alınır, verilen bitkisel ilaçlarla büyük Aesculapiu heykelinin altında uyur. Hasta uyurken iyileştirici yılanlar hastayı sokması için salınır ve böylece bağışıklık sistemi devreye sokulur. Uykudan sonra hasta doktor ile görüşür ve Aesculapius tarafından kendisine kutsal iyileştirici bir rüya gönderildiyse anlatır, oktordan tavsiyelerini alır, tapınağın dışındaki havuzlara para bırakır ve gider. Hipokrat Milattan sonra 460 yılında Cosina adasında doğan hipokrat ilk eğitimini babasından almıştır. Llaik tıbbın babasıdır ve trepanasyondan sonra epileptik semptomlar gösteren insanların kutsal değil yalnızca geçirdikleri operasyon sonucu sakat kalmış hastalar olduğunu söylemiştir. Bütün hastalıkların ruhani değil doğal sebeplere dayandığı fikrini savunur. İmotep gibi o da tıp eğitiminin yalnızca soylulardan olanlara verilmesine karşı çıkmıştır. Hipokrat Empadoples’in dört element kuramından yola çıkarak humeral teoriyi geliştirmiştir. Bu teoride Hipokrat ateşin yanına kalp ve kanı, suyun yanına dalak, mide,

sırt ve safrayı, havanın yanına beyin ve balgamı, toprağın yanına da karaciğeri ve safrayı koymuştur. Yunan kültürünün yetiştirdiği bir diğer önemli doktor Galen. Pergamum’da doğan ve 130-200 yılları arasında yaşayan ünlü düşünür-doktor tam 83 kitap yazmıştır. Galen kalbin kanın hareketinden sorumlu olduğunu, beynin duyu ve hareketi yönettiğini, karaciğerinse beslenme ve metabolizma merkezi olduğunu keşfetmişti. Ona göre soluduğumuz hava beynimizde hayvan ruhuna dönüşür ve sinirlerle dağıtılır, kalbimizde yaşamsal ruha dönüşür ve arteriolerle dağıtılır, karaciğerimizde de doğal ruha dönüşür ve damarlarla dağıtılırdı. Bambaşka coğrafyalarda dolaştıktan, tahmin ediyorum epeyce şaşırdıktan sonra sevgili okur, yeterince dinlendiyseniz son bir kaç sorum var size. Tarihte böyle yollardan geçmiş, böyle maceralar yaşamış, türlü türlü inanışlara kendini adamış insanoğlu bugün tıp etiği hakkında neler tartışıyor? Hangi konularda hemfikir ? Etik tam olarak nedir? Etik denen şey iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı sorgulayan ama asla kesin bir kanıya varmayan disiplindir. Etiğin bilimsel bir disiplin olduğunu kanıtlayan üç nokta var. Birincisi etik daima sorulara açıktır. İkincisi temel gereci mantık ve münazaradır. Üçüncü olarak ise tüm sosyal disiplinlerin gelişme yolu etikten geçer. 1950lerde organ nakli yapılabilecek blgi ve araç gerece sahipken ilk organ naklinin 1967’de yapılmış olması, bugün insan klonlamak mümkünken henüz hiç bir insanın klonlanmamış olması etik tartışmaların getirdiği bir durumdur. Biz, insanoğlu 1950 yılına dek paternal anlayışı benimsedik. Bu anlayışa göre doktor her şeyin en iyisini bilen ve hasta için en iyi kararı verecek olandı. Lakin ikinci dünya savaşında insanlık tıp biliminin insana zarar da vereceğini görünce bu anlayış terk edildi. 1948 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi yayınlandı ve 1949 yılında Nrünberg’de insanlık tıp etiğini baştan düzenledi. Hiç bir insanoğluna kendi iradesi dışında müdahale edilemeyeceği ilan edildi. Aydınlatılmış onam kavramı da böyle doğdu. Günümüzde her doktor, 14 yaşından büyük ve akıl sağlığı yerinde olan her hastadan eğer bilinci yerindeyse tedaviye/müdahaleye başlamadan önce onay almak zorundadır. Severek okuduğunuzu, kapağını tatmin olmuşlukla kapatacağınızı ümit ettiğim bu yazı benim Etik Tanrıçam, saygıdeğer Doçent Doktor Elif Vatanoğlu Hoca’mın ders notlarından düzenlenmiştir. Beni yazıyı yazarken destekleyip notlarını kullanmama müsaade eden hocama hepinizin huzurunda teşekkürü bir borç bilirim.

Elif Rabia İçöz İçerik Takımı

42


İbn-i Sina’ya Bakış İBN-İ SİNA VE TIP Yaşadığı dönemden günümüze kadar ilmi bilgisiyle toplumları etkileyen ve felsefesiyle her asırda canlılığını koruyan İbn-i Sina, çağına ve çağlar ötesine damgasını vurmuştur. Batılıların “Avicenna” adıyla tanıdığı İbn-i Sinâ, her ne kadar hekim olarak şöhret yapmışsa da matematik, astronomi, fizik, kimya, jeoloji, felsefe, teoloji, şiir ve müzik alanındaki çalışmalarıyla da ender görülür bir simadır. İbn-i Sina (9801037) bugünkü İran sınırları içinde kalan Belh şehrinden; Abdullah’ın oğludur. Sonra Buhara kentine göç eden babası, burada devlet işinde memuriyete devam etmekteyken bir süre sonra Buhara yakınlarındaki Harmaysan’a atanır, buraya yakın Afşana nahiyesinde evlenir. İbn-i Sina; tam adıyla Ebu Ali Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina 980 tarihinde burada dünyaya gelir. (980) İbn-i sina’yı dönemindeki bilim insanlarından ayıran bazı özellikler vardır. O kendini tamamen İslam ve bilime adamasının yanı sıra sahip olduğu zeka ve yetenek sayesinde din ve bilim dünyasında “ender” olarak nitelendirilir. İbn-i Sina’nın öğrencisi Curcani’nin direkt İbni Sina’nın ağzından yazdığı nottan da anladığımız gibi… : “Ben beş altı yaşında iken, babam tekrar Buhara’ya döndü, bizi de birlikte götürdü. Buhara’da ilk tahsilimi gördüm on yaşına geldiğim zaman Kur’an’ı ezberlemiş ve birçok bilgi edinmiştim. Birkaç sene sonra aynı hocalardan hesap, fıkıh ve kelam okudum; bu sırada Buhara’ya Abdullah Natili adında bir alim gelmişti. Babam bu zatı evimize davet etti; ondan mantık ve felsefe öğrendim. O sırada, tıp da tahsil ediyor, nazari bilgimi hastalar üzerinde müşahedelerle tamamlıyordum. Kitap okumaktan ziyade, doğrudan doğruya tecrübe ve müşahedelerden faydalandım. On sekizime kadar bu şekilde fasılasız çalışmaya devam ettim. Geceleri de okumakla veya yazmakla meşgul olur, uyku bastıracak olsa, bir bardak bir şey içerek açılır, yeniden çalışmaya koyulurdum. Uykuda bile zihnim okuduğum şeyler ile meşgul oluyordu. ekseri uyandığım zaman, evvelce halledemediğim bazı şeyleri, uyku sırasında halletmiş olduğumu görürdüm…” Tıp alanındaki bilgi ve yetenekleri, hayatının çeşitli dönemlerinde ona kimi zaman özgürlük kimi zaman rütbe sağlamış ve tüm bunlar da sonraki araştırmaları için İbn-i Sina’ya imkan sağlamıştır. Birgün Buhara Sultanı Nuh İbn Mansur hastalanır.

43

Tedavisi için İbn Sina istenir. İbn Sina titiz bir tedavi uygular ve sultanı iyileştirir. Bu vesile ile İbn-i Sina, sultanın kütüphanesine girme imkanı bulur. İlgisini çeken ve işe yarar kitaplar ile meşgul olmaya başlar. Sultanın kütüphanesi, içeriğiyle kendi zamanı için eşsizdir. İbn-i Sina ilminin büyük bir kısmını burada yaptığı çalışmalar neticesinde elde eder. İbn-i Sina 20’li yaşlarında çok zor bir dönem geçirir. Siyasi karışıklardan etkilenir. Bazı kesimler onunla uğraşmaya başlar. Çeşitli iftiralara maruz kalır. Evi, varı-yoğu ne varsa yağma edilir. Daha sonra hapse atılır. Bunca sıkıntılara tahammul edemeyen İbn-i Sina kurtuluş yolları arar. Bu arada hükümdar ailesi olan Büveyhilere mensup, Mecdûddevle’nin hastalığını Rey şehrinde tedavi eder. Bu vesile ile hanedan ile iyi ilişkilere girer. Kısa bir sürede vezir olur ve savaşlara katılır.Yani İbn-i Sina’nın en büyük kurtarıcısı hekimlik özelliğidir. Sadık talebesi Curcani tutsak zamanlarında da yine onun yanındadır. Yine onun kaleminden İbn-i Sina’ya bir bakış: “Ben (Curcani) İbn Sina’ya yirmi beş sene öğrencilik yaptım ve onun hizmetinde bulundum. Onun acayip yönlerinden birisi de eline yeni bir kitap aldığı zaman onu baştan sona okuduğunu hiç görmemiş olmamdır. O sadece kitabın en güç yerleri ve lüzumlu meselelerini gözden geçirirdi. Kitabın yazarının o konuda ne dediğine bakardı. Böylece kitabın ve yazarının ilmilik derecesini anlardı.” İbn-i Sina bir Hamedan seferi sırasında şiddetli bir kolik atağına yakalanır.Güçlükle ayakta durmaktadır.

İbn-i Sina her ne kadar klasik tıp bilgisine sahipse de, bu bilgileri kendi deney ve gözlemlerine dayanarak tartıştığını, zaman zaman yeni görüş ve bilgiler ileri sürdüğünü görürüz. İbn-i Sina’nın tıp çalışmalarını, kaleme aldığı çeşitli eserlerinden öğreniyoruz. En tanınmış iki eseri: Kalp İlaçları Risalesi ve Tıp Kanunu’dur. Kalp ilaçları resilesi; kalp ilaçları konusunda yazılmış eczacılık ile ilgili bir monografik eserdir. Bu eserinde önce kalp hakkındaki teorileri ve genel olarak ilaçların özelliklerini ele almış, sonrasında kalp ilaçlarını ele alıp, alfabetik sırayla onların özelliklerini ve hangi kalp rahatsızlığına iyi geldiğini belirtmiştir.

pedik bir eserdir. Beş kitaptan oluşan bu eserde tıp bilimi ile ilgili hemen her konuda bilgi bulmak mümkündür. Batıda XVI. yüzyıl sonuna kadar defalarca baskısı yapılmıştır. Doğuda XIX. yüzyıla kadar tıp okullarında el kitabı olarak kullanılmıştır. İbn-i Sina aynı zamanda bir ruh hekimi olarak da şöhret yapmıştır. O zamana kadar tedavinin psikolojik yönü, hekimlerden çok din adamları tarafından yürütülmekteyken İbn-i Sina’ya göre ruh ve beden olarak iki kaynak vardır ve bu ikisinin de kendine göre hastalıkları vardır. İbn-i Sina; çok çalışması ve tecrübeye önem vermesi bu sayede yeni yeni tedavi şekilleri ortaya koyması sayesinde uzun asırlar Batı’da ve Doğu’da emsalsiz bir hekim olarak hüküm sürmüştür. Deniz Demir İçerik Takımı

El Kanun Fi’t-Tıbb’ın (Tıp Kanunu) ayrıcalıklı bir yeri vardır. İbn-i Sina’nın Kanunu yaklaşık bir milyon kelimeden oluşur, o güne kadar yazılmış en etkileyici kitaptır. 6 yüzyıla yakın Asya ve Avrupa’daki tıp okullarında okutulan hakim kitap olmuştur. İlk defa XIII. yüzyılda Cremonalı Gerard tarafından Latince’ye çevrilmiştir. Her sayfasında hem şaşırılacak ve hayran olunacak, hem de kullanılamaz diye hüküm verilecek bir şeyler bulunur.

Kaynakça: Adnan Adıvar, “İbn Sina” Maddesi, İslam Ansiklopedisi, c: 5-11, Kültür Bakanlığı Yay. Altıntaş H. İbn-i Sina’da Metafizik, İbn-i Sina Metafiziği, T. C. Kültür Bakanlığı. Vikipedi Özgür ansiklopedi Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü DergisiYıl: 2012/1, Sayı:15 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MECMUASI Cilt 55, Sayı 2, 2002 Hilmi Ziya Ülken- Türk Tefekkür Tarihi İbn-i Sina maddesi

Farmakoloji hakkında engin bir bilgi vardır, ilaçların kokusu, tadı ve renginden onların terapötik etkileri için mantıklı bir sonuç çıkarma çabası da vardır. Semptomlar hakkında çalışmalar içermekte ve ağrıyı bölümlere ayırmaktadır.

Hamedan’a vardığında önerilen tedavileri uygulamaz ve kendisini kadere teslim eder. 1037 Haziranında 57 yaşında ölür,kabri Hamedan’dadır.

Gonore’yi tedavi ederken İbn-i Sina çeşitli hayvan derilerinden yapılan kateterleri kullanan ilk kişidir ve gümüş şırınga ile intravezikal injeksiyondan bahseder. Diğer taraftan idrar retansiyonundan muzdarip kişinin meatusuna bir bit yerleştirmeyi önermiştir. Tıp Kanunu ansiklo-

44


4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Yılın Enleri Her yıl düzenlenen Tıp Öğrencileri Sempozyumu bu sene 7-8 Şubat 2015 tarihlerinde Maltepe Üniversite-

si Marmara Eğitim Köyü Dr. Reşit Galip Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Gerçekleşen oturumlarda dünyaca ünlü birçok isim ağırlandı. Oturum konuları ve konuşmacıları ise: •Yale University’den Dr. Kaya BILGUVAR’ın Genom Dizileme Teknolojileri, •ACU CASE’den Dr. Emin AKSOY’un Tıbbi Simülasyon Teknolojileri, •Liv Hospital’dan Dr. Erdal KARAGÖZ’ün Laboratuvardan Kliniğe Hücre ve Gen, •Bilgi Üniversitesi’nden Dr. Ata AKIN’ın Biyomedikal Mühendisliğinin Dünü Bugünü ve Yarını, •ASG’den Dr. Mehmet HACIHANEFİOĞLU’nun Nöroteknolojiler •Maltepe Üniversitesi’nden Dr. Ranan GÜLHAN AKTAŞ’ın Yapay Organ Çalışmalarında Hücresel Teknolojiler •Maltepe Üniversitesi’nden Dr. Hakan ERDOĞAN’ın Beyin Cerrahisi Teknolojileri ve Minimal İnvaziv Teknikler •Gazi Üniversitesi’nden Dr. Lütfi TUNÇ’un Laparoskopik ve Robotik Cerrahi Teknolojileri, Tunç Tekniği •Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Rıfat RASLER’in Lazer Teknolojileri •Sabancı Üniversitesi’nden Dr. Özge AKBULUT’un Cerrahi Simülasyon Amaçlı Sentetik Doku ve Organ Modellerinin Üretimi •ACU’dan Sinan FINDIK’ın Tıbbi Bilişim Teknolojileri •Marmara Üniversitesi’nden Dr. Can ERZİK’in Teknolojinin Gelişimi ve Tıp Etiği şeklinde idi. Türk Tıp Öğrencileri Birliği’nin çalışma kolları ve projelerinin stantlarının yer aldığı sempozyumda, katılımcılar stantlardan yararlanırken TurkMSIC Marketten de çeşitli ürünler ve Birlik Kartlarını alabildiler. Türkiye’nin dört bir yanından gelen tıp öğrencilerinin, bilimi merdivenin ilk basamağına koyarak yeni proje ve fikirleri ortaya çıkardığı bu sempozyumun teması ise “Tıp ve Teknoloji” idi. İlk gün gerçekleştirilen en’ler ödül gecesinde ise tıp öğrencileri tarafından seçilen birçok isme ödül verildi. Türk Tıp Öğrencilerinin oylarıyla belirlenen “Yılın Enleri”: •Yaralı, Kahraman Tazeoğlu > “Yılın En İyi Kitabı” •National Geographic > “Yılın En İyi Dergisi” •Kardeş Payı > “Yılın En İyi Dizisi” •Erdil Yaşaroğlu > “Yılın En İyi Karikatüristi” •Onedio.com > “Yılın En Sevilen İnternet Sitesi” •Serdar Yayında, Serdar Gökalp > “Yılın En İyi Radyo Programı” •Günaydın, İrfan DEĞIRMENCİ > “Yılın En İyi Sabah Haberi Programı” •Fatih Portakal ile FOX Ana Haber > “Yılın En İyi Ana Haber Programı” •CNNTurk.com > “Yılın En İyi Haber Sitesi” •Doktorlarsitesi.net > “Yılın En İyi Sağlık Sitesi”

45

•Kim Milyoner Olmak İster? > “Yılın En İyi TV Yarışma Programı” •Güldür Güldür Show, Show TV > “Yılın En İyi TV Eğlence Programı” •Beyaz Show, Beyazıt ÖZTÜRK > “Yılın En İyi Talk Show Programı” •Yeni Ay, Sıla > “Yılın En İyi Müzik Albümü” •Atalay Demirci > “Yılın En Sevilen Komedyeni” •Vedat Milor ile Tadı Damağımda > “Yılın En İyi TV Kültür Sanat Programı” İ•ki Kitap Bir Heves, Sunay AKIN > “Yılın En İyi Tiyatro Oyunu” •Çocuklar Gülsün Diye > “Yılın En İyi Sosyal Sorumluluk Projesi” •Best FM > “Yılın En İyi Radyo Kanalı” •Unutursam Fısılda > “Yılın En İyi Filmi” •Farah Zeynep Abdullah > “Yılın En İyi Kadın Oyuncusu” •Ahmet Kural > “Yılın En İyi Erkek Oyuncusu” •Nuri Bilge Ceylan > “Yılın Yönetmeni” •THY > “Yılın En Başarılı Markası” •Anadolujet > “Tarihe Saygı Özel Ödülü” sahibi olarak •“Hoşuna Mı Gidiyor?”, Ece SEÇKİN ve Ozan DOĞULU > “Yılın En Sevilen Şarkısı” •Hadise AÇIKGÖZ > “Yılın En İyi Kadın Sanatçısı” •Mehmet ERDEM > “Yılın En İyi Erkek Sanatçısı” •Ceyhun Yılmaz > “Yılın En İyi Bireysel Sosyal Medya Kullanıcısı” İ•BB Beyaz Masa > “Yılın En İyi Kurumsal Sosyal Medya Kullanıcısı” •T.C. Sağlık Bakanlığı > Sosyal medyayı etkin kullanarak topluma fayda sağladığı için “ÖZEL ÖDÜL” •Fazıl Say > “Yılın Müzisyeni” •Hayat Felsefesi > “Yılın Sosyal Medya Fenomeni” •SosyalBen > “Yılın En İyi Farkındalık Çalışması” •Medcezir, Toygar Işıklı > “Yılın En İyi Dizi Müziği” •Ayşe Arman > “Yılın En İyi Köşe Yazarı” •MIT Igem yarışmasında Altın Madalya alan “kanseri önceden fark eden hücre geliştirme” konulu çalışma > “Yılın En Önemli Bilimsel Çalışması” •Dr. Haluk Uygur > “Yılın Fotoğrafçısı” •Simge SAĞIN > “Yılın En İyi Çıkışı” •Gripin > “Yılın En İyi Müzik Grubu” •TRT Spor > “Yılın En İyi Spor Kanalı” •Yüzyüze, Yalçın Çetin - Ömer Üründül, TRT Spor > “Yılın En İyi Spor Programı” •Sinan Vardar > “Yılın En İyi Spor Adamı” •Erdem ERKUL > “Teknoloji Özel Ödülü” •Hakan TÜMER > Tıp öğrencilerine verdiği destekten ötürü “Özel Ödül” •Yalın > Tıp öğrencilerinin çalışmalarına verdiği destekten ötürü> “Özel Ödül” •Taylan AYAZ > 2014 yılında yaptığı çalışmalar ile tıp öğrencileri tarafından “Özel Ödül” •2014 yılında tıp öğrencileri tarafından örnek kişiliği ve çalışmaları ile tıp öğrencilerine rol model olduğu için “Özel Ödül” alan isimler ise > Prof. Dr. Gazi YAŞARGİL, Prof. Dr. İskender SAYEK, Prof. Dr. Murat AKSOY, Prof. Dr. Mehmet MUTAF, Prof. Dr. Dilek ÖZCENGİZ.

4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Röportajlar (Prof. Dr. Gazi YAŞARGİL) “Beynin Piri Reis’i”, “Hocaların Hocası”, “Yüzyılın Cerrahı” Prof. Dr. Gazi YAŞARGİL’i anlatmaya yetmeyen ünvanlardan birkaçı sadece. Örnek kişiliği ve çalışmaları ile tıp öğrencilerine rol model olduğu için “Özel Ödül”e layık görünen hocamızı birçoğumuz aslında tanıyoruz. Kısaca başarılarından bahsedecek olursak: Mikro cerrahinin Nöroşirürji alanında kullanılabilirliğini keşfetti ve bu alanda en büyük gelişmelere imzasını attı. Epilepsi ve beyin tümörlerinin tedavisindeki bulduğu yeni yöntemler dışında anevrizma’ya karşı ilk müdahale tekniğini geliştiren ilk isim olarak tıp tarihine geçti. Sayısız ödüle sahip hümanist hocamız 70 yıl yurt dışında yaşadıktan sonra 2 yıl önce Türkiye’ye döndü, biz de iyi ki dönmüş diyerek söyleşimize başlıyoruz… Normal bir gününüzü nasıl geçiyorsunuz? HAYATIM BOYUNCA HİÇBİR EĞLENCEYE KATILMADIM! İnanın bana 70 senedir her sabah 6 da kalkarım. Geceleri 11-12 en geç 1 de yatarım. Bazı geceleri de hiç uyumam. Hiçbir eğlenceye katılmadım. Hiçbir cemiyet hayatına katılmadım. Fazla bir spor da yapamadım. Hep meslekte devam ettim, akşamları da oturur, okurum. Şuan bilhassa 70 senedir hastanedeyim, hayatımız üniversite hastanelerinde geçti. Sabahtan akşama kadar hastanede yoğun çalışmak lazım, genç arkadaşımız Prof. Atalay Bey de aynı durumda.

Tümör, damar yumakları, anevrizmalarının teşhisinde büyük ilerlemeler oldu. Eskiden zordu. Şimdi bilgisayara koyuyorsunuz yahut MR’a sokuyorsunuz tertemiz görüyoruz. Teşhiste çok ilerledik. Alet edevatlar çok ilerledi. Ameliyatlarda büyük gelişmeler var. Hastalıklar beynin belli yerlerinde oluyor. Tümörlerin belli yerini, damarını bilirsek toptan alabiliyoruz ama onun için mikrocerrahi, beynin yapısını öğrenmek gerekiyor. Ama henüz her şeyin başlangıcındayız. Beyin diğer organlar gibi değil çok karışık. Her tarafı bambaşka, tek doku, yapı değil, muazzam bir şey. Peki sizce Türkiyede’ki teknik imkanlar diğer ülkelere göre nasıl? Her yer de aynı gibi, diğer memleketlerle karşılaştırdığımızda bir fark yok. Bir rol model ve örnek kişilik olarak biz genç hekim adaylarına ne önerirsiniz? Disiplinli çalışın. Focus olacaksınız (odaklanacaksınız) bir şeye, disiplinli çalışacaksınız. Düşünün, sizin içinizde dilerim tanrının sesi var bunu ne felsefeci, ne dinci, izah edebiliyor. Bilim de izah edemiyor, o ses, o göz sizi dinliyor gözlüyor. Unutmayın! -----------(Erdil Yaşaroğlu) Karikatürün Konusu Her Şey… Bir sempozyum daha, 2 yıldır “en iyi karikatürist” kategorisinde ödülü alan Erdil Yaşaroğlu ile birlikteyiz. Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak bizi kırmayıp 2 yıldır yılın enleri ödül törenine geliyor. Esprileriyle bizi güldüren çok içten ve Türk karikatürünün en önemli isimlerinden biri kendisi. Şimdiye kadar 50’ye yakın birçok televizyon programında görev aldı, Komikaze ve Penguenin kurucularından. 2012 yılında dünyanın en büyük karikatürünü çizerek Guinness rekorunu kırdı. Sözü daha uzatmadan gerçekleştirdiğimiz mizah tadındaki röportajımıza iyi okumalar… Karikatürist olmaya nasıl karar verdiniz? Küçük yaşlarda da çizimler yapar mıydınız?

Yeni çalışmalarınız var mı? Hala ameliyat yapıyor musunuz? Artık ameliyat yapmıyorum, kitap yazmakla meşgulüm. Yapılan araştırmalarla Beyin ve Sinir Cerrahisi hakkında ne kadar bilgiye sahibiz?

Her şey İzmir’de başladı. Resim çiziyordum ama karikatür nedir bilmiyordum, hiçbir fikrim yoktu. 8-9 yaşlarında ailemle birlikte İzmir’e gittim. Kuzenim Varol karikatür çiziyordu ama ben sadece resim çiziyordum. Sonra “Ne çiziyorsun?” diye sorunca karikatür dedi. Bakınca benim çizdiğim gibi şeylerdi ama daha komiklerdi. Komik suratlar yapıyor, balonlarla konuşturuyordu. Okuyunca gülüyordun. “Çok komik bu” dedim, “ evet çok komik” dedi. “Bunu yapınca insanlar seni seviyor mu? “ diye sordum. “ Çok seviyorlar” dedi. “Tamam, ben de bunu yapacağım bundan sonra” dedim ve öyle başladım.

46


Çalışmalarınızda size ilham veren şeyler neler? Her şey… Karikatürün konusu her şey çünkü. Uzay, mekan, dünyada var olan olmayan uzaydaki evrendeki her şey. Çalışmalarınızı yaparken önünüze resim mi, yoksa yazılar mı ilk geliyor? Yoksa her ikisi de mi? Önce fikri buluyorsun. Örneğin penguenle ilgili bir şey çizeceğim diyorsun sonra onu çeşitliyorsun, her boyuta götürüyorsun pengueni. Karikatür olduğu için milattan önceye de götürebilirsin, uzaya da taşıyabilirsin, astronot kıyafeti de içinde de çizebilirsin veya bir tane kangurunun kesesinde de çizebilirsin, çöle de götürüp bedevi kıyafetleri de giydirebilirsin, her şey olabiliyor. Çeşitlemeye başlıyorsun, komik anları durumları yakalamaya çalışıyorsun. 4 boyutlu düşünmen gerekiyor. Zaman mekan her şeyi karıştırarak her türlü olasılık bir araya geldiğin de ne elde edebilirsin diye çalışarak başlıyorsun. Sizin de beğendiğiniz 3 karikatürist desek kimleri söylersiniz? 3 mü! çok var… Onları şimdi ben söyleyemem, çünkü ayrım gayrım olur. Ayrım gayrım ne demek sorma, uydurdum (gülüyoruz) Sosyal medya da inançlardan mizah olmaz çok tartışıldı. Böyle bir şey söylemediğinizi biliyoruz peki sizce neden bu kadar bu olay tartışıldı? Neden bu kadar çarpıtıldı? YANLIŞ ANLAŞILMAYA KURBAN GİTTİM! Çünkü bir şekilde seni sevenler kadar sevmeyenler de var herhalde, yanlış anlamak isteyenler var veya yanlış anlayanlar var. İlk çıkışı şöyle bir şeydi. Canlı yayında kanaldaki editörün benim konuştuğum şeyi yanlış algılamasıyla böyle bir alt başlık yazmış, caps koymuş yayında. Buda canlı yayın olduğu için biz görmüyoruz tabi ben de fark etmedim. İzlemedim de sonra programı. Charlie Hebdo olayında ekran görüntüsü alıp yayınladıkları zaman böyle bir şey mi olmuş oldum ama öyle bir şey söylememiştim. Üstelik eski yayınlanmış bir röportajdı. Başka bir konuydu başka bir konu konuşuluyordu. O kadar ama düzelttim sonuçta.

47

Peki sizin bu yaşadığınızdan sonda diğer karikatüristlerin özellikle siyasi mizahı daha az kullanacaklarını düşünüyor musunuz? Hayır öyle bir şey olmaz. Biz bunları o kadar çok yaşıyoruz ki sorun değil. Geçen sene de size ödül vermiştik, sağ olun hep geliyorsunuz. Bu ödüller size ne ifade ediyorlar? Bir sanatçının motivasyonunu arttıran şeyler mi? BİZİM YAPTIĞIMIZ MESLEK SAHNE İNSANLARINA BENZEMİYOR Arttırmaz mı, tabi ki arttırıyor! Özellikle bizim yaptığımız meslek diğer sanatçılara çok benzemiyor. Bizi bu şekilde alkışlayan çok insan yok. Evinde ya da dergide karikatür çiziyorsun yayınlanıyor, gidiyor. Sonra ne oluyor hiçbir haberin yok. En fazla şimdi yeni yeni sosyal medya çıktı. Böyle etki tepki görebiliyorsun. Bizi böyle seviyorlar galiba dediğimiz, gaza geldiğimiz, mutlu olduğumuz, sevindiğimiz yerler buraları: söyleşiler, imza günleri. O yüzden çok değerli tabi ki.

Ben şunu kabul etmiyorum “Para bulamadık proje yapmadık. “ Evet biz de zorlanıyoruz, hadi gelin size sponsor olalım diyen hiç kimse yok. Biz kendi ürünlerimizi yaptık. İşte şemsiyemiz var kendi defterimiz var. Bunları satıyoruz, hatta her sattığımız kişi ile resim çektiriyoruz. Ünlüler de var, başarılı iş adamları da var, iş kadınları da, gönüllülerimiz de var. Aslında burada göstermek istediğimiz mesaj şu: “İlla tek bir şemsiye altında toplanmak için yağmuru beklemeye gerek yok! “. Afrika’dan Van’a, Giresun’dan Makedonya’ya kadar bir sürü yerde çalışmalar yapmışsınız. Bu tür farklı yerlerde çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz?

Sizce hedeflerinize tam anlamıyla ulaşabildiniz mi? Yoksa önünüzde hala çok yol var mı? Veya bundan sonra ne gibi hedefleriniz var?

------(Sosyal Ben)

İlla tek bir şemsiye altında toplanmak için yağmuru beklemeye gerek yok! Daha önceden bilmeyenler için kısaca kendinizi ve projenizi anlatabilir misiniz? Ece ÇİFTÇİ, Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji mezunuyum. 14 yaşımdan beri sosyal sorumluluk projesi yapıyorum. SosyalBen de 14 yaşında başlattığım ufacık bir projeydi. Şimdi 4 yıldır dernek. 1 kişi başladığımız projede şu an 220 gönüllü aktif olarak çalışıyoruz. Sadece İstanbul’da değil 5 bölgede Edirne’de, Trabzon’da, İzmir’de Karabük’te, Diyarbakır’da temsilciliklerimiz var. Aslında amacımız ilköğretim çağındaki öğrencilerin sosyal becerilerini geliştirmek ve keşfetmelerini sağlamak. Yani mesela çocuk müzik yapabildiğini keşfederse, farkına varırsa konservatuara da gidebileceğini göstermek. Yani tek sistemli bir yol değil de bu yolun çeşitlenmesinin kendisini keşfetmesi ile başlayacağını göstermek istiyoruz ve aslında bu sürecin adına SosyalBen diyoruz. Gittiğimiz şehirlerde 1 hafta boyunca 36 saat boyunca gönüllü üniversite öğrencileri eğitim veriyor. 10 farklı atölye çalışması oluyor.1 haftanın sonunda bir gösteri yapıyoruz. Çocuğun kendini keşfetme süreci olan 1 haftadan sonrada takip ve destek süreci başlıyor. Türkiye’de 26 şehirde çalıştık aynı zamanda Makedonya, Gambiya Kamboçya’da da uluslararası saha çalışmaları yapıyoruz. Çocuk her yerde çocuktur. Elimizden geldiğince her yere yetişmeye çalışıyoruz. “Dünya’nın her yerindeki çocuklar” diye sloganımız var zaten. Çoğu sosyal farkındalık çalışmalarındaki gibi sizde sponsor yardımıyla çalışıyorsunuz. Peki bu konuda zorlandığınız oluyor mu?

2 tür akran eğitimimiz var. Bir tanesi liselere verdiğimiz. Liselere gittiğimiz zaman şunu soruyoruz “Sen ne yapıyorsun? “ ya da “Bu süreç için neden bir şey yapmıyorsun? “, “Senin aklındaki sosyal sorumluluk ne? “, “Senin aklındaki topluma yardım etme süreci ne? “2. adımı üniversitelerde oluyor. Konuşmacı olarak gidiyoruz. En son Adnan Menderes ve İstanbul Üniversitesi’ndeydik. Orada konuştuğumuz şey şu: Üniversiteye git de yaparsın, üniversiteye git de halledersin. Üniversiteye geldik 1. sınıftayız ama bizden en sosyal kişi olmamız bekleniyor. Hem ders çalışırken hem bir elimizle resim yapmamız hem ayağımızla keman çalmamız bekleniyor. Ama bize böyle öğretmediniz bir dk! Biz şimdi alt döneme bunu nasıl öğretebiliriz onu konuşuyoruz. Ya da kaçıncı sınıfsınız, hala geç değil. Hadi şimdiden başlayın. SosyalBen’in amacı bu, kan görünce bayılan doktor halen gündemdedir dimi Türkiye’nin bir gerçeğidir. İşte böyle olmasın, kanı görünce bayılıyorsa lütfen doktor olmasın belki müzisyen olacaktır.

Nasıl bir alt yapıya sahipsiniz? Bu yerlerle bağlantılarınızı nasıl kuruyorsunuz? Tabi ki sahaya gitmeden önce bir Ar-Ge çalışması oluyor. Yani Giresun’a gidiyorsak hangi bölgenin bu sürece ihtiyacı var. Bu noktada İl, İlçe Milli Eğitim Bakanlığı’yla aynı zaman da belediyelerle çalışıyoruz. Gideceğimiz yerin önce bir listesini istiyoruz veya orda temsilciliğimiz varsa o bize bu süreçte yardımcı oluyor. Zaten artık okullardan da mail geldiği için ona göre bir değerlendirme sistemimiz oluyor. Bildiğim kadarıyla şuan bir SosyalBen Junior diye bir projeniz varmış, bundan bahsedebilir misiniz? SosyalBen Junior’da aslında küçüklere şunu göstermeye, aşılamaya çalışıyoruz. Sosyal sorumluluk dedim ya ömür boyu yapılması gereken bir sorumluluk. Küçük çocuklara diyoruz ki “Sosyal sorumluluk nedir?”, “Ne yapmak istersiniz? “ daha sonra onları doğrudan sahaya bırakıyoruz yani siz kendi projeniz olsa çevrede neyi görüyorsunuz? Sizce soruna yol açan ne? Kendi projelerini üretiyorlar. En büyük amacımız Junior’la başlayan birinin, dernekte üniversite yaşamında gönüllü olarak devam etmesi. Akran eğitmen eğitimi de veriyorsunuz. Bu eğitimlerde önem verdiğiniz noktalar var mı? Özellikle eğitmenlerin kalitesinde veya gönüllülerde nelere dikkat ediyorsunuz?

Bunun daha çok başındayız. Ben 14 yaşımdan beri, 7 yıldır bu işi yapıyorum ama 7 yıl yetmez. Çünkü devamlı değişen gelenek görenekler, töreler olmasına karşın çocuklarda sürekli değişiyor, dönemde sürekli değişiyor. 70 yaşımda da olsam şunu diyeceğimi sanmıyorum: “Evet hedeflerimize ulaştım! Beklediğimiz noktadayız.” Hedeflerimizde kesinlikle bu algının oturması lazım. Bunlardan bir tanesi sosyal becerilerin, resim yapmanın, keman çalmanın, top oynamanın boş iş olmadığı. Önümüzde çok büyük bir süreç var. Bu noktada şu andaki en büyük hedefimiz mart ayında mülteci öğrenciler ile birlikte Gaziantep’te çalışacağız. Ondan sonraki en büyük hedefimiz Türkiye’nin yanında Orta Doğu’da çalışmak. Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak bizim de yaptığımız bazı çalışmalar oluyor. İleride ortak çalışmalar veya projeler gerçekleşebilir mi? Kesinlikle gerçekleşmeli zaten, çünkü bizim tıpçılara çok ihtiyacımız var. Yani ilk defa çikolata yiyen bir çocuk karşınızda alerji olduğu zaman ona ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Kızamık, su çiçeği olmuş çocuğu eve göndermek dışında biz bir şey yapamıyoruz. Bu noktada biz defalarca söyledik hala söylüyoruz. Lütfen bizimle gelin. En azından dış fırçalamayı öğretelim. İlk defa diş macunu ile tanışan bir çocuk şeker ile aynı tadı alıyor. Gelin bunun doğrusunu gösterelim, çocuk gülümsediği zaman içine sinerek gülümsesin. Çok istiyoruz, umarım olur. Tıpçıların programları çok yoğun ama en azından yaz sahalarına gelseler bizim için yeter. Kaan Durmuş İçerik Takımı

48


March Meeting 2015 - Turkey

IFMSA üyesi ülkeler için bir genel kurul toplantısına ev sahibi olabilmek adeta bir rüya gibidir. Onlarca ülkeden yüzlerce kişiyi ağırlamak hiç kolay olmamakla birlikte, ev sahibi ülkenin de prestijini arttırır. Türkiye’de daha önce 2005 yılında Antalya’da düzenlenen genel kurul toplantısını yeniden burada gerçekleştirme hayalleri son yıllarda gündeme geliyordu ve 1.5 yıl önce bu hayali gerçeğe dönüştürmek için ilk adım atıldı. 1 yıl öncesinde de Tunus’un ev sahibi olduğu genel kurulda adaylığımızı sunduk ve ev sahibi olmaya hak kazandık. Nihayetinde “Uluslararası Tıp Öğrenci Birlikleri Federasyonu (IFMSA) 64. Mart Genel Kurulu Toplantısı” yani diğer bir ismiyle “MM 2015 Turkey”, 2-8 Mart tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirildi.

yorlardı. Sosyal program ekibi gündüzleri de unutmayarak “IFMSA Olympics” adı altında çeşitli yarışmalar ve oyunlar düzenlemenin yanı sıra, Türkiye’yi anlatan geleneksel el sanatları ustalarının da stantlar kurmasını sağlayarak kültürümüzü misafirlerimize tanıtmamıza yardımcı oldular.

Her toplantımızda yeni fikirler ortaya atılıyor, yapmak istediğimiz şeyler artıyordu. Fakat bir sonraki toplantıda olması mümkün görünmeyen isteklerimizi eleme yoluna gidiyorduk. Bizimle çalışacak organizasyon firması ve toplantının yapılacağı otel de kesinleştikten sonra artık daha realistik olmak zorundaydık. Bu sebeple geçtiğimiz eylül ayında otelimize bir ziyarette bulunduk. Bu ziyarette odaları, salonları ve otelin teknik imkanlarını görme imkanı bulduk. Aynı anda gerçekleşecek 8 ayrılmış oturum, genel oturum, açılış ve kapanış töreni, tema oturumları ve bölge oturumları için hangi salonların uygun olduğu ne düzende olacağı, misafirlerimizin otelin hangi bölümlerinde kalacağı, kayıtların nerede alınacağı, yönlendirmelerin nasıl yapılacağı ve daha sayısız konuyu ilk defa yüz yüze görüşme fırsatımız oldu.

arayışları, maliyet hesapları, kayıt işlemleri, ulaşım için araç temin edilmesi, konuk davetleri, misafirlerin odalarının belirlenmesi, promosyon materyallerinin üretimi ve tanıtımlarımızın yapılması gibi pek çok alanda çalışarak en sonunda 26 şubat gününe geldik. Emeklerimizin karşılığını nihayet alma zamanımız gelip çatmıştı. Uykusuz geceler, yüzlerce kilometre yol ve binlerce dakika süren telefon konuşmalarının sonunda 26 Şubat günü “Pre-GA” denilen genel kurul toplantısı öncesi çalıştayları ile organizasyonumuz başladı.

Çalışma kolları oturumları, bölge oturumları ve genel oturumlar haricinde bir önemli oturum da “Tema Oturumları”ydı. “İnsancıl Eylem” teması çerçevesinde çağırılan yerli ve yabancı alanlarında önemli konumlarda bulunan konuşmacılarımız vardı. Önemli insanlık suçlarının yaşandığı bu son zamanlarda böylesine bir tema ile en kalabalık tema oturumlarını gerçekleştirmenin gururunu yaşadık. 8 Mart akşamı geldiğinde artık kapanış zamanı gelmişti. Kapanış seremonisi Dünya Kadınlar Günü hakkındaki bir konuşma, folklor ekibi ve perküsyon ekibi gösterileriyle son buldu. IFMSA tarihinin en çok katılımlı ve en güzel genel kurul toplantısını gerçekleştirmiş olmanın sevincine, 2 tane Türk Tıp Öğrencileri Birliği üyesinin de IFMSA Yönetim Kurulu üyeliklerine seçilmesi de eklenince tüm yorgunluklarımıza değdiğini anladık.

Tunus’ta adaylık sürecini bitirmiştik ve artık kolları sıvamanın vakti gelmişti. Önümüzde koskoca “1” yıl vardı, fakat 1 yıl 1000 kişilik uluslararası bir organizasyonun hazırlanabilmesi için ucu ucuna yetecekti. Maceramız 5 kişilik bir merkezi komitenin çalışmasıyla başladı. Bu ekip ev sahipliğini aldıktan sonra 8 kişi daha alarak 13 kişi oldu. Bu sayede “Central OC” diye tabir edilen “Çekirdek Organizasyon Komitesi” oluştu. Çekirdek ekip her pazartesi akşamı saatler süren toplantılar yaptı. Bu toplantılarda organizasyonumuz için gerekli olan ve yapılması gereken şeyler planlandı, her kişi bir konu üzerine yoğunlaştı. Böylece kayıt, kaynak bulma, konaklama, ulaşım, promosyon vb. ekiplerin liderleri olmuş olduk. Ekip liderleri olarak her birimizin bir görev tanımı ve çalışma takvimi vardı. Görevlerimiz ve çalışma takvimlerimiz doğrultusunda herkes 1 yıl boyunca elinden geleni yaptı.

49

Gün geçtikçe işler çoğalıyor, gidilecek yerler artıyor ve çevirimiçi toplantılarımız uzuyordu. Biz de bu süreç boyunca 2 kere ekiplerimizi genişletme yoluna gittik. Genişleyen ekiplerimizdekiler de bizler gibi Türkiye’nin dört bir yanındaki tıp fakültelerindeki arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Ekiplerimizin motivasyonunu yüksek tutmak ve koordinasyonunu sağlamak zorundaydık. Her toplu organizasyon öncesi olduğu gibi bizim de yaşayacağımız aksaklıklar, gerginlikler ve moral bozuklukları olacaktı. Öncelikle kendimize bunu kabul ettirdik ve bu sayede zorlukların üstesinden gelebildik. Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak hem yönetim kurulumuz hem de organizasyon komitesi üyeleri bu toplantıya odaklanmış, büyük emek ve vakit harcamıştır. Sponsor

İstanbul’da gerçekleşen ve 2 Mart günü son bulan genel kurul öncesi çalıştayları sonrasında, Pre-GA’den de gelen 200 ve ülkelerinden gelen diğer 750’den fazla katılımcımızı Antalya’da çok sistemli bir şekilde karşıladık ve odalarına yerleştirdik. Tüm bu yorucu işler tam gün devam etti ve açılış seremonisine sıra gelmişti. Açılışta hazırlığı için haftalarca çalışılmış olan organizasyon komitesi üyeleri dans gösterisi ve senfoni orkestrası ile müzik dinletisi vardı. Bu güzel açılış ile bu toplantının gidişatı artık belli olmuştu. “This Must Be It!” sloganıyla yola çıkmış, “Here I Am!” sloganıyla toplantımızı düzenlemiştik ve geriye insanların “This Was It!” diyebilmelerini sağlamak kalmıştı.

Böylesine büyük ve prestijli bir toplantıyı gerçekleştirebilmiş olan Türk Tıp Öğrencileri Birliği üyelerine tüm emekleri için teşekkürü bir borç biliyor, yeni dönem IFMSA Yönetim Kurulu’nda görev yapacak arkadaşlarımıza da başarılar diliyoruz.

Barçın Barı İçerik Takımı

Çok güzel geçen kayıtlar ve açılış ardından oturumlar başlamış, kargolar gelip gidiyor, malzemeler tükeniyor yerlerine yenileri alınıyor ve basım işlerinin sonu gelmiyordu. Kapanış gününe kadar bir orada bir burada olan organizasyon komitesi üyeleri, geceleri de sosyal program ekibinin planladığı eğlencelerle misafirlerimize katılıp stres atı-

50


Türk TIp Öğrencileri Birliği - Hikaye Yarışması TurkMSIC Dergi tarafından düzenlenen serbest konulu hikaye yarışmamız 20 Mart gecesine dek tam 34 hikaye başvurusu aldı. Türkiye’nin çok farklı illerinden eserlerini yarışmaya yollayan tüm tıp fakültesi öğrencilerini tebrik ederiz. Gelen 34 hikaye 6 gün süresince jüri üyelerimiz tarafından değerlendirilmiş ve 26 Mart Perşembe günü Jüri üyeleri Ayşegül Tunca, Ömer Faruk Gürses ve Sevil Orhan; yaptıkları son toplantı ile birinciliği hak eden hikayeyi ortak kararları ile belirlemişlerdir. Yarışmaya “Kan Gölü Balesi” isimli hikaye ile katılan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 2 öğrencisi sayın Mehmet Ali ŞAHİN birinciliğe layık görülmüştür.

Kan Gölü Balesi

Gözlerimin içi…nasıl da karanlığa açılıyor sessizce. Bir adım daha atıyorum aynaya doğru. Yüzümdeki çizgiler, alnımdaki vadiyi andıran yarılmalar, beyazla henüz tanışmış saçlarım…Bunlar değil de gözlerim ürkütüyordu beni daha çok. Yaşadıklarımın yegane şahidi olduğundandır diye düşündüm. Asansörün olabildiğince çirkin zil sesiyle benliğime geri döndüm. Otelden çıkmadan önce paltomun düğmelerini sıkıca ilikleyip atkımın nazikçe boynuma sarılmasına izin verdim. Berlin’de kışlar insanın zihnini dahi uyuşturacak cinstendir. Gençliğin verdiği muazzam enerjiyle bu lanet soğuğa aldırmadan yürüyen, incecik giyinmiş sevgililere biraz gülümseyerek biraz da imrenerek bakıyordum. Benim gibi kırklı yaşlarının sonlarına gelmiş insanları incelediğimde çoğunun yaşlarıyla ilgili derin bir korkuya sahip olduklarını gördüm. Bana sorarsanız yaşlanmaktan korkmak yaşamanın kendisinden korkmakla aynı şeydir. Sonuçta hepimiz, çığlıklar içerisinde ilk nefeslerimizi aldığımız andan itibaren yani yaşamaya başlar başlamaz aynı zamanda yaşlanmaya da başlamıyor muyduk. Önümdeki genç aşıklar sokağa kahkaha yankılarını bırakıp sokağın köşesindeki bara girdi. Her geçen saniyede gözlüğümün camında karınca gibi çoğalan su damlaları, kar yağışının hızlandığının habercisi gibiydi; usulca adımlarımı hızlandırdım. Senfoni binasına girdiğimde konserin başlamasına beş dakika kalmıştı. Koltuğuma geçerken; bir senfoni konserine göre oldukça şık giyinmiş, orta yaşlı, sarışın bir kadının ayağına basmıştım. O kadar mahcup olmuştum ki eminim o an fotoğrafım çekilse gelincik çiçekleri kırmızılığıma gıpta ederdi. Almanca özür dilememe rağmen tek elini açarak iki yana sallayıp yüzüne hafif bir gülümseme koydu ve ‘’sorun değil’’ anlamına gelen bir hareket yaptı. İçimden yabancı biriydi herhalde diye söylenerek koltuğuma iyice yerleşmiştim.

51

Bu konserlere gelmeyi öyle alışkanlık haline getirmiştim ki bazen programlarına bile bakmadan kendimi burada buluyordum. Salona kış aylarında gecenin birden çökmesine benzer şekilde aniden bir karanlık çökmüştü. Orkestra, salonun her köşesinden yankılanan alkışların eşliğinde yerini alıyordu. Başkemancının orkestranın akordu için ‘’la’’ sesini verirken arşeyi nasıl tuttuğunu inceliyordum. Ne çok sıkı tutuyordu ne de çok gevşek çünkü sıkı tutsa seslerin estetiği bozulacak gevşek tutsa ses cansız bir hal alacaktı. Hayat da böyleydi galiba ne fazla sıkı tutmak gerekiyordu ne de çok gevşek bırakmak. Başkemandaki kadının makyajının altına saklanmış bulutlu havayı sezebiliyordum. Sessizce, bir sır gibi içinde tuttuğu gerginlik bütün yüz hatlarına yansıyor gibiydi. Maestro bütün endamıyla salona giriyor, hafifçe eğilerek olağanca yapmacık bir gülümsemeyle seyircileri selamlıyordu. Şef, yüzüne kondurduğu suni gülümsemeyi yavaşça bırakıp yüzünü orkestraya döndü. Elini hafifçe yukarı kaldırmasıyla içimdeki heyecan daha da arttı; bugün kimin zihnindeki sesleri tarihten çekip bu salonda yankılatacaklardı acaba. Bach, Mozart, Beethoven, Wagner, Haydn belki Brahams,Mandelsshon,Handel…Müziğin başlamasıyla dünyanın bütün ağırlığıyla içime çöktüğünü hissedebiliyordum. Bir an koltuktan kalkıp koşarak salondan kaçasım geldi, ancak böyle saygın bir orkestranın ön sıralarından kalkıp salondan kaçmak büyük bir saygısızlık olacaktı. Direnmeyi bırakıp müziği dinliyor, düşüncelerimin zihnimi paramparça etmesine izin veriyordum. Göz yaşlarımı diğer insanların görmemesi için elimi hafifçe eğerek alnım ve yanaklarımın etrafında tutuyordum. Bu lanet güzel ve acı verici müzik: Tchaikovsky’den Kuğu Gölü Bale Suiti. Nasıl da diğer insanlara bu derece huzur verirken bana cehennemin seslerini dinliyormuşum hissini veriyordu. Bir anda beni daha fazla yaralayan beklenmedik bir şey oldu. Başkemancı arşesini elinden kaydırıp yere düşürdü, arşeyi almak isterken önündeki nota sehpasını da devirdi. Orkestra derin bir sessizliğe bürünmüştü .Şef ve diğer orkestra üyeleri ağır bir şaşkınlık içerisinde yere öylece serpilmiş olan kadına bakıyordu. İşte o an, o birkaç saniyedeki bakışlar… ’’Ne yaptın sen ?’’ anlamındaki bakışlar, ‘’zavallı’’ anlamındaki bakışlar, ‘’şimdi ne olacak ? ‘’ anlamındaki bakışlar, ‘’ bunu nasıl yapabildin ‘’ anlamındaki bakışlar ve daha nice manalı bakışlar… Bu bakışları ne kadar iyi tanıdığımı fark edince kendimi bir an başkemancının yerinde hissetmiştim. İşte, geçmişimin bütün acıları bu birkaç saniyede gözlerimin önünde bana yeniden yaşatılıyordu. Hıçkırıklarımı tutamayıp bir çocuk gibi ağlıyordum. Dingin bir göl olmuş gözlerimden, damlaların tıpkı bir kuğu gibi sü-

zülmesine izin veriyordum. Damlalar sessizce tam da benim hikayemin başladığı yere doğru süzülüyordu. Ellerim… Annemin kış günlerinde beni okula bırakırken bir anlığına ellerimi ellerinin arasına alıp şefkatle ısıtışı aklıma geliyor. Annemin ellerinin benimkilere olan muntazam benzerliği beni büyülüyordu. İnce, uzun ve olabildiğince estetik duran; beyaz, hünerli parmaklar…Babam, anneme benzediğim için çok şanslı olduğumu, ileride yakışıklı bir erkek olup kızları peşimden koşturacağımı söyler hatta bazen bana‘’ erkek güzeli’’ dediği olurdu. Aslında çocukluğum çok sallantılı geçti. Babam ateşe olduğu için o ülkeden diğer ülkeye atlarken sürekli kültür şokları, dil şokları geçirdiğimden pek de özenilecek yanı olmayan bir çocukluk geçirdim. Babamı aylarca görmediğim oluyordu. Annem arkeolog olduğundan farklı ülkelerde çeşitli kazılara katılıyor, çoğu zaman beni de yanında götürüyordu. Toprak yorganını üzerine çekmiş olan tarihi, tatlı uykusundan uyandıran bu esrarengiz insanları seyrettikçe en az onlar kadar heyecanlanıyordum. Ufak bir sikke bile bulduklarında bağrışarak heyecan içinde birbirlerine koştuklarını hatırlıyorum. Bazen bir kenarda oturur, kullandıkları aletleri inceler, elime alır ve ne işe yaradıklarını kestirmeye çalışırdım. Çocukluğumun büyük bir kısmı Hamburg’da geçti. Okula başladığım dönemden liseyi bitirene kadar Almanya’da bulundum. Annemin büyük destekleriyle piyano ve el becerisi geliştirme kurslarına gittim. Ellerimi o kadar çok koruyordum ki neredeyse ilkbahara kadar deriden eldivenlerle geziyor, yanımda çeşit çeşit el kremleri taşıyordum. Okuldaki erkekler elime krem sürdüğümü görünce alay eder bazense muzır kahkahalarını savururlardı yüzüme. Babamın eve çok yorgun gelmesine alışıktım, ancak bir akşam her zamankinden daha bitkin ve daha sinirli halleriyle evin içinde oradan oraya bir poyraz gibi esmişti. Annemle uzun uzun tartışmalarını hatırlıyorum. Onları kükrercesine yüksek seslerle tartışırken gördüğüm çok nadirdi. Babam, iş dolayısıyla Türkiye’ye kesin dönüş yapmasının istendiği bir posta almıştı. Annem benim eğitimime Almanya’da devam etmemi istiyor, babam ise Türkiye’de de kaliteli eğitim veren kurumların olduğu konusunda annemi ikna etmeye çalışıyordu. Liseyi bitirdiğim yılın yazında İstanbul’a taşındık. İşin tuhaf kısmı köklerimin uzandığı bu esrarlı ülkeye o kadar uzaktım ki doğru dürüst Türkçe bile konuşamıyordum. Yazın geri kalan kısmını Türkiye’yi keşfetmeye, anlamaya çalışarak ve Türkçe romanlar okuyarak geçirdim. Kendimi ne zaman tıp

fakültesinde buldum bilmiyorum. Aile sohbetleri yapılırken İstanbul’da hangi tıp fakültesinin daha iyi eğitim verdiğinin konuşulduğunu duyuyordum. Doktorluğa, özellikle de cerrahlığa sıcak baktığım söylenebilirdi; cerrahların sahip olduğu mükemmel refleksler, el becerileri ve soğukkanlılıkları beni her zaman büyülemişti. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi tarafından kabul edildiğimi duyunca annem sevinç göz yaşlarını sakınmamıştı, babam gözleri buğulanmış bir şekilde sağlamca sarılıp ‘’yolun açık olsun oğlum’’ diyordu, gür sesiyle. Tıp fakültesine girdiğimde diğer insanlardan çok daha fazla zorlanıyordum. Zayıf Türkçe bilgim ve Almanya-Türkiye arasındaki eğitim farklılığı beni uzun bir süre geride bırakacaktı. Bunu da yenecektim, tıbbı sevecektim; hele bu kadar farklılığı bu kadar güzel harmanlayan Türkiye’yi, yönetenlerine ve politik çirkinliklerine aldırmadan içten sevecektim. İnsan bir şeyini kaybettiğinde akıllara gelmeyecek yerlere bile bakınır ancak aradığı şeyi cebinde buluverir, işte aynı bu şekilde kendimi bulmuştum bu ülkede. Tıp fakültesinde yıllar beklediğimden çok daha hızlı geçiyordu. Çok güzel dostluklar kurdum diyebilirim; üniversite boyunca çokça sevgilim de oldu, ancak ‘’aşk’’ denilen şeyi yaşayıp yaşamadığımı bilemiyorum çünkü ne olduğunu bilmeyince tecrübe edip etmediğinizi de bilemiyorsunuz galiba. Sahiden ‘’aşk nedir ? ‘’ diye sorardım kendime; okuduğum romanlardaki, filmlerdeki, şiirlerdeki aşk ise benim yaşadıklarım neydi ?.Özellikle Türk Edebiyatı’nda anlatılan bu muazzam aşklara, aşıklara ve bu aşıkların yaşadıklarına, sevgilerine, sevişmelerine özenirdim; onları kendi yaşadıklarımla karşılaştırırdım. Kiminle beraber olduysam ilişkileri bir bardak su gibi tüketmiş ve sonunda ayrılmak durumunda kalmıştım. Kendimi hiçbir zaman birine aitmiş gibi hissedemediğimden ve bağlanamadığımdan içi boş yaşıyordum ilişkileri. Yaşadıklarımın kitaplarda yazanlara benzemediği şüphe götürmez bir gerçekti. İşte bu özenerek okuduğum Türk Edebiyatı’nı babam da çok sevmiş olacak ki Nazım Hikmet’ten çok etkilenip adımı ‘’ Nazım’’ koymuş. Türkiye’ye geldiğimde en çok hoşuma giden şeylerden biri de bu olmuştu galiba, insanlar ismimi doğru telaffuz edebiliyordu. Tıp fakültesi de bütün doluluğuyla, stresiyle, kahkahaları ve üzüntüleriyle bitmişti. İnsan onca yıl hayalini kurduğu şeyi birden elde edince büyük bir boşluğa düşüyor. İnsanlar hedefler koyar, onlara ulaşabilmek için kendini yer bitirir, onlara ulaşınca da ‘’Ne oldu be şimdi ?‘’ diyebilir. Bunun için sürekli bir hedef koyma hali olmalıdır. Tıp fakültesini bitirdiğimde benim hedefim oldukça belirgin görünüyordu. Tabi ki de yıllardır hayalini kurduğum gibi el becerilerimi kullanacağım

52


genel cerrahi alanında ihtisasımı yapacaktım. Asistanlığım boyunca hangi ülkede kendimi geliştirebileceğim kurs, kongre, proje çalışması varsa katıldım diyebilirim. Hatta daha asistanken karaciğer tümörlerine yaklaşımla ilgili yaptığımız çalışmalar hem ulusal hem de uluslararası alanda bize tanınırlık sağlamıştı. Yorucu yıllar bitmiş yerini daha yorucu yıllara bırakmıştı. Asistanlığımı bitirmiş, ülke çapında tanınır bir genel cerrah olmuştum. Uzmanlığım süresince de tıp literatürüne girmeye değer çalışmalar yaptığım söylenebilirdi. O kadar mutluydum ki , istediğim hayatı yaşadığımı düşünüyordum. Sabah kalkıp kahvaltı yapıyor, spor arabamla hastaneye gidiyor; ameliyat listeme bakıyor, ameliyathaneye dalıyordum. Anestezist meslektaşıma, asistanlarıma ve hemşirelerime içtenlikle gülümseyip selam veriyor; hallerini sorduktan sonra hemşirelerimden birine istediğim müziği açmasını söylüyor, diğerinin eldivenlerimi giymemde yardım etmesini istiyordum. Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapıyor ve müzik başlar başlamaz insanların sahip olduğu en müthiş organik makine parçalarına dokunuyor, onları tamir ediyor, hatta bazen onları değiştiriyordum. Sonunda yaptığım işe uzunca bakıp gülümsüyor, asistanlarıma teşekkür edip yapmaları gereken işleri söylüyor ve ameliyathaneden çıkıyordum. İçinde bol yeşilin ve kırmızının olduğu bu muazzam hayatımda buruk hissettiğim dönemler de oluyordu. Bazen o kadar yalnız hissediyordum ki boğulasım geliyordu. Hastanede sıradan sayılabilecek bir günde acile ağır bir vaka gelmişti ve hemen ameliyata alınması gerekiyordu. Onlu yaşlarda bir kız çocuğu ağır bir trafik kazası geçirmiş ve iç organlarından ciddi hasar almıştı. Çocuk cerrahisinden herhangi birini bekleyecek zaman olmadığından aceleyle ameliyata başlamıştım. Ameliyathanenin kapısından içeri süzülen bir silüet belirdi, ancak kafamı kaldıramadığımdan kim olduğunu anlamadım. Karaciğerindeki kanamayı durdurup başımı hafifçe kaldırmamla gözlerime yıldırım düştü sandım. Göğüs duvarımı zorlayan kalbime anlam veremeyip gözlerimi yeniden hastaya çevirdim. ‘’Siz Nazım Bey olmalısınız ‘’ dedi. Hafifçe başımı sallayarak onayladım. Ameliyatın gidişatını dikkatle inceliyor aynı zamanda hemşireye eldivenlerini giydiriyordu. ‘’Ben İpek, daha birkaç gün önce çocuk cerrahı olarak hastaneye atandım ‘’ dedi. Tanıştığıma memnun olduğumu söylerken sesimin titreyişlerinden utanıyordum. İyi iş çıkarmışa benziyorsunuz, dedi. ‘’Ancak bundan sonrası benim alanım, geri kalan kısımda ufak yardımlarda bulunmanız yeterli ‘’dedi. ’’Elbette’’ diyerek başımı salladım. Ameliyat boyunca ara ara gözlerine bakıp, İpek baktığımı fark eder etmez gözlerimi bir serçenin ürkekliğiyle kaçırıyordum. Onlarca kadınla birlikte olmuştum ama İpek’e karşı o an hissettiğim

53

şeyi daha önce hissetmediğime yemin edebilirdim. Daha yüzünün tamamını görmemiştim bile, üstelik bir kadın cerrahın ameliyathanede görebileceğiniz tek yeri gözleridir. Hayatımda ilk defa bir kadının yüzüne, gülümsemesine, dudaklarına, vücut ölçülerine bakmadan ansızın gözlerinden vurgun yemiştim. Gözleri gibi yaptığı iş de güzel görünüyordu. ‘’Elinize sağlık, ince iş çıkardınız ‘’ dedim. Gülümsediği gözlerinin kenarlarındaki hafif çizgilenmelerden kendini belli ediyordu. ‘’ Teşekkür ederim Nazım Bey, iyi başlayan işi bitirmek her zaman daha kolaydır ‘’ dedi. ‘’Yeniden görüşürüz umarım ’’dedim. ‘’Görüşmek üzere ‘’ deyip ameliyathaneden sessizce ayrıldı. İçimde beni yıllardır esir almış ağlamaklı ve kasvetli hava, bir bahar havasına dönüşmüş gibi hissediyordum. Akşam hastaneden çıkarken otoparkta kırmızı şapka takmış narin bir kadın görmüştüm. İpek olabilir diye düşündüm bir anlık heyecanla. Kendime inanamıyordum. Nasıl da bir anda mantıksal yeteneğimi kaybediyordum!. Onu nereden tanıyacaktım ki daha yüzünü bile tamamen görmemiştim. Herhangi bir kadını herhangi bir belirti bile olmadan İpek’e benzetiyor olmam, duyguların beni nasıl aklını yitiren bir insana çevirdiğini kanıtlıyor gibiydi. Spor arabama atlayıp motoru bütün gürültüsüyle çalıştırarak eve doğru yola koyuldum. Ertesi gün hiçbir ameliyatım yoktu, klinikteydim. Sabah hastanede odama doğru ilerlerken koridorun diğer ucundan bana doğru gelen, gülümseyen ve gülümsemesinde yapaylıktan tek bir kırıntı bile barındırmayan bir güzellik görüyordum. Dalgalı kumral saçları, kendiliğinden uzun kirpikleri, bal rengine yakın gözleri ve kıvrımları kemanı andıran enfes vücuduyla karşımdaydı. ‘’Merhaba İpek, sizi yeşillerin içinde görmeyince neredeyse tanıyamayacaktım.’’ Dudaklarının köşelerinden çenesine doğru dalga gibi ilerleyen gülümsemesiyle ‘’Sizi tanımak kolay ama ‘’ dedi. Neden öyle olduğunu sorduğumda ‘’siz ünlü bir doktorsunuz ‘’ dedi. Sizin yaptığınız çalışmaları da okudum, siz de az tanınan bir doktor değilmişsiniz, dedim yumuşak bir tebessümle. ‘’Demek hakkımda araştırma yaptınız ‘’ dedi. Bir an öyle utandım ki eminim ince olan cildimin altındaki kılcal damarlar beni çoktan ele vermişti. Hafifçe öksürerek ‘’Evet ‘’ diyebildim. Yumuşak bir ifadeyle gülümsedi ve gitmesi gerektiğini söyledi. Telaşla onu durdurup hastaneden sonra akşam işi olup olmadığını sordum. ‘’Aslında bakarsanız mühim bir işim yok’’ dedi. İsterseniz sizi çok sevdiğim bir restorana götürebilirim, dedim. Telefon numarasını alıp çocuklar gibi hareketli tavrımla odama geçtim. Bugün de kliniğe

ne kadar çok hasta gelmişti; ya da her zamankinden fazla değildi; belki de akşamı sabırsızlıkla beklediğim için bana öyle geliyordu. Akşam olup mesai saati bittiğinde önlüğümü askıya asıp paltomu giydim. İpek’in kapısının önünde bir süre bekledikten sonra içeriden kırmızı elbisesi ve elinde kırmızı bir şapkayla tüm güzelliğini getirmiş karşımda duruyordu. O gün otoparkta gördüğüm kadının gerçekten İpek olduğunu fark edince epey şaşırmıştım. ‘’Hadi gidelim’’ dedim. Bir şey demeden süzülerek önümde yürüyordu. Hayatımda daha güzel yürüyen bir kadın görmediğime emindim. Balık sevip sevmediğini sordum. O cennetten düşme gülümsemesini yüzüne takınarak ‘’bayılırım’’ dedi. Ortaköy’de boğaz kenarına oturmuş lüferlerimizi yiyorduk. Sağlık sisteminden, doktorluğun bize getirdiği yükten yani daha çok mesleki konulardan konuşup bir yandan da şaraplarımızı yudumluyorduk. Elleri dikkatimi çekmişti, annemin ellerine ne kadar da çok benziyordu. Elleriniz ne güzelmiş, dedim. Hafifçe başını sallayıp mütevazi tavrıyla teşekkür etti. Bazen sessizce oturuyor boğazı seyrediyorduk. Gözleri boğazda birilerini arıyormuş gibi bakıyordu; sanki Ay’ın ışığı denize düşmüş, denizdeki ışık da bu muazzam kadının gözlerine düşmüştü; kirpikleri rüzgarla titriyor, söylediği her kelimede dudakları dünyanın en estetik varlıklarına dönüşüyordu. Elleriyle kadehi okşarcasına nazik kavrıyor, oturuşu Rönesans dönemi tablolarındaki kadınları kıskandırıyordu. İpek’i bıraktıktan sonra evde yatmadan önce uzun uzun düşündüm. Hayatımda daha önce hiç kimseye karşı böyle içi dolu hisler beslememiştim. Sabah dinç olarak kalkmıştım; sporumu yapmış, biraz piyano çalmış, birkaç tıbbi dergiyi incelemiş ve yeni çıkan bir romana başlamıştım. Ne yaparsam yapayım İpek aklımın köşelerinde bir yerlerdeydi. Sonunda dayanamayıp ‘’Selam İpek, eğer işin yoksa çok sevdiğim bir jazz-bar var, akşam seni oraya götürebilirim’’ diye mesaj yolladım. ‘’ Olur Nazım, adresimi yazıyorum beni evimden alırsın ‘’ yazdı. Üzerime şık bir şeyler giyip İpek’e doğru arabamı sürdüm. Evine geldiğimde o da çoktan hazırlanmıştı. Başında farklı tarzda ama yine kırmızı renkte bir şapka vardı, üzerinde tüm vücut hatlarını özellikle de kalçalarını belirginleştiren zarif bir elbise vardı. İçkilerimizi söyledikten sonra vokaldeki yumuşak sesli kadının etkisiyle içi huzurla dolmuş olan jazz müziği dinliyor, oluşan bu sıcak ortamda muhabbet ediyorduk. Birbirimizin çocukluğundan bahsettik. Birçok ülkede yaşamış olmam onun dikkatini çekiyordu; şehirler, kültürel farklılıklar biraz da politika hakkında konuşuyorduk. Ben ellerim hakkında ne kadar takıntılı olduğumu anlattım

ve ellerimi masanın üstüne hafifçe koydum. ‘’ Ellerin ne kadar da güzelmiş ‘’ dedi gözlerini büyülterek. ‘’ İyi bir cerrah olmana şaşmamak gerek, bunun için doğmuşsun ‘’ dedi. ‘’ Gerçekten öyle, bazen dünyada cerrahlıktan başka yapılacak meslek yokmuş gibi hissediyorum’’ dedim. Piyano çaldığımdan ve klasik müziğe olan tutkumdan bahsettim biraz. O da ayrıntıya girmeden fakir bir ailenin çocuğu olarak doğduğunu, annesinin onu doğururken öldüğünü, pek sağlam bir çocukluk geçirmediğini, büyük zorluklarla okuyup kendi ayakları üstünde durduğunu anlattı. Ne yalan söyleyeyim biraz hüzünlenmiştim; anlattıklarını dinleyince ve karşımdakinin ne kadar güçlü bir kadın olduğunu görünce derinden saygı duymuştum. Saat ilerleyince onu evine kadar bırakıp kendi evime geçtim. Sabah uzun zamandır olmadığı kadar enerjik uyandım ; güzel bir kahvaltı yapıp evden çıktım, arabayı çalıştırıp hareketli bir müzik açtım. Ameliyathaneye hiç olmadığım kadar mutlu girmiştim o sabah. Hemşirem Neriman’dan müzik çalara ‘’ Michael Nyman’’ CD’sini takmasını ve on ikinci sıradaki parçayı açmasını söyledim; müzik hafifçe yürürlüğe giriyordu. Gözlerimi kapayıp müziğin sesini biraz daha açmasını istedim. ‘’ İşte bu ! ‘’ diyordum içimden. ‘’ Lady in Red Hat’’ yani kırmızı şapkalı kadın… Bu müzik kesinlikle gözümün önüne İpek’i getiriyordu. Ameliyattan sonra, iki ay sonra yurt dışındaki bir bale yarışmasına katılmak isteyen ancak tiroid kanseri epey ilerlemiş olan genç bir kadın hasta geldi. Yarışmaya yetiştirmek için elimizden geleni yapacağımızı, ameliyat programlarının çok yoğun olmasına rağmen en uygun zamana kadının ameliyatının gerçekleştirilmesi için asistanlarıma haber vereceğimi söyledim. Son dönemde kendimde inanılmaz bir enerji hissediyordum. Ameliyatlarım ve üzerinde çalıştığımız projeler son derece harika gidiyordu. Bazı akşamlar İpek’le dışarı çıkar; birbirimize hayattan istediklerimizi, gelecek planlarımızı anlatır; birbirimize içimizde paslanmış anılarımızı, düşüncelerimizi anlatırdık. İşin acı kısmı ben ne zaman ilişkiler konusunda konuşmaya başlasam İpek hemen konuyu değiştiriyor ve kelimeleri boğazıma tıkıyordu. Hayatımda hiçbir insana karşı içimi bu kadar açmadığımı fark etmiştim; hiç kimseye bu kadar kendimden bahsetmemiş, kimseye hayata bakışım hakkındaki fikirleri bütün çıplaklığıyla sunmamıştım. Onu kendime o kadar yakın hissetmeye başlamıştım ki yıllardır ne olduğunu merak ettiğim bu ‘’ aşk ‘’ denilen esrarın ne olduğunu öğrendiğimi düşünüyordum. Hangi şair söylemişti hatırlayamıyorum ‘’ İnsan yalnız bir kere aşık olur, gerisi teferruattır’’ diye. Galiba benimki de İpek’ti işte. Bundan önce yaşadıklarım sevgiydi belki ama aşk değildi. Aşk da belki sev-

54


ginin bir çeşidiydi ancak sevgi zamanla oluyordu aşk ise aniden oluyor ve içi zamanla sevgiyle dolduruluyordu. Hafta içi bir akşam, önceden gittiğimiz jazz-bara yeniden gitmeyi teklif ettim İpek’e. Çok yoğun bir gün geçirdiğini, bana söyleyeceği çok önemli şeylerin olduğunu, iyi bir fikir olabileceğini söyleyip telefonu kapattı. Bu akşam ona tamamen açılmayı planlıyordum. Tüm hislerimi sakınmadan cesurca sunacaktım önüne. Bana karşı çoğu zaman bir dost gibi davranmasına ve ilişki konularını hiç açmamasına rağmen yapacaktım bunu çünkü ‘’ keşke ‘’ demeyecektim. Akşam İpek’i evinden aldıktan sonra yola çıktık, yolda neredeyse hiç konuşmamıştık. Yine barın her zamanki gibi en sessiz köşelerinden birine geçtik birbirimizi duyabilmek için. İçkilerimizi yudumlayıp yine her zamanki konuşmalarımızı yapıyorduk. Bu kadın her gün daha da güzelleşiyor gibiydi gözlerimin içinde. Bazen anlattıklarını umursamayıp sadece başımı salladığım oluyor; yüzündeki mimikleri, tebessümleri ve bal rengi gözlerini izliyordum. Yüzü sanki mevsimleri yaşıyordu konuşurken, hani derler ya her mevsimin kendine göre güzelliği vardır diye işte her duygu farklı güzellikte bir hareket yaratıyordu yüzünde. ‘’ Anlatacakların vardı sanırım İpek ‘’ dedim gülümseyerek. Yüzündeki neşe birden uçup gitmişti. ‘’ Senin de söyleyeceklerin vardı Nazım, istersen sen başla’’ dedi. Heyecandan kalbim, doğadan alınıp kafese yeni atılmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Alkolün de etkisiyle daha da yaklaşıp dudaklarımı dudaklarına değdirivermiştim. Dudaklarımda hoş kokulu çiçekleri, ihtişamlı şelaleleri, işlenmemiş saf pamuğu hisseder gibi oldum. Beni hafifçe ileri itmese o an cennette olduğumu düşünebilirdim. ‘’Ne yapıyorsun Nazım ? ‘’ dedi titreyen sesiyle. Artık daha fazla dayanamayacaktım. ‘’Geçirdiğimiz günleri, paylaştığımız düşüncelerimizi düşünüyorum da… Çok sevdim seni İpek, dünyada kendime daha yakın bulduğum başka bir insan yok, belki senden sonra da olmayacak. Sen benim içimdeki ‘’ben’’ i bulup çıkarmamı sağladın, bambaşka bir insan yaptın beni… ben… ben sana aşık oldum ‘’. Yüzüme umutsuzca bakıyor bir yandan da gözlerinden süzülen yaşları silmeye çabalıyordu. ‘’ Ben de sana yakın buldum kendimi, ben de kendimi buldum seninleyken ‘’ ‘’ O zaman neden kaçıyorsun benden ? ‘’ ‘’ Hiçbir şeyi bilmiyorsun Nazım ‘’ ‘’ Anlat o zaman İpek bilmek istiyorum ‘’ dedim ağlamaklı sesimle. Derince yutkundu ve yüzü şimdiye kadar gördüğüm en kasvetli hali aldı birden.

55

‘’ Ben önceden de anlattığım gibi rahatlık içinde büyümedim Nazım. Hayat bana çok erken başladı kötü davranmaya. Daha on yaşımdaydım. İstanbul’un gecekondu mahallelerinden birinde yaşıyorduk. Annemi zaten önceden kaybettiğimi söylemiştim sana. Babam da porselen fabrikasına gider çoğu zaman akşama kadar eve gelmezdi. Evi ben temizler akşam babamla yemeği beraber hazırlar, sofrayı yine ben toplardım. Akşam geri kalan vakitte kitap okur, okuldaki ödevlerimi yapmaya çalışırdım. Bir gün babam her zaman olduğu gibi evden çıktı, ben de akşam yemek için ekmek ve biraz sebze almaya gittim. Bakkal önce istediklerimi verdi ve güler yüzle ailem hakkında sorular sormaya başladı. Bu mahalleye yeni taşındığımızı, annemin çoktan öldüğünü, babamın işte olduğunu söyledim. Üzülüyormuş gibi bir ifadeye bürünüp bugün para ödemeden gidebileceğimi söyledi. Akşam babam gelmişti; dünyanın en mükemmel insanı, benim kahramanım gibiydi. O gün bana gofret veya şeker alabilmem için biraz para vermişti. Babam genelde fabrikadan aldığı üç kuruş maaşla temel ihtiyaçlarımızı anca karşılar başka şeyler için para yetiremezdi. O kadar mutlu olmuştum ki bir an önce sabah olsun diye erkenden yatmıştım. Sabah olur olmaz bakkalın yolunu tuttum. İstediğim tüm şekerlerden alabileceğimi söylüyordu, bir yandan da kapıya doğru yöneldiğini gördüm. Adam kapıyı kilitledi ve ‘’ kapalı ‘’ yazan kartonu cama bakacak şekilde değiştirdi. Sonrasında hissettiğim tek şey ağzımı kapatmış kocaman eller ve derin bir acı… ‘’ Göz yaşları, karanlık gökyüzünden yağmurların acıyla inmesini andırıyordu. Hayatımda hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum. Bir süre karşılıklı olarak ağladık. Sonra kendini zorlayarak hırıltıyla derin bir nefes aldı ve sözlerine devam etmeye çalıştı. ‘’ Tam iki yıl sürdü bu eziyet. Eğer babama tek kelime bile söylersem önce beni sonra babamı öldüreceğini söylüyordu. Beni öldürmesi hiçbir şeyi değiştirmiyordu ama babam...Bu dünyadaki en iyi insan, kahramanım…Kendimden daha çok seviyordum onu. Yine ben bir sabah, önceki sabahlar olduğu gibi bakkala ölmeye gidiyordum. Aslında her sabah ölüyordum yavaş yavaş ama babamın ölmesini istemiyordum. İşte o sabah artık gerçekten ölmek istedim, bayılana kadar bağırdım. Bağırdığım için mi bayılmıştım yoksa bakkal bana vurmuş muydu hatırlamıyorum. Tek hatırladığım şey yüzü kanlar içerisinde kalmış kırmızı şapkalı bir kadının beni kollarına alıp sokaktan aşağıya doğru koşturduğu. Kırmızı şapkasını benim korkmamam için yüzüme kapamıştı. Kadın beni önce hastaneye götürmüş, ardından polisleri de çağırıp bana her şeyi anlatmamı ve iyileşeceğimi söylemişti.

Yaşadıklarımı tek tek anlattım, babam kahrından kendini duvarlara vurdu. İşte bu kırmızı şapkalı kadın yaşadığı sürece yıllardır eksikliğini hissettiğim annem gibi olmuştu. Sık sık evimizi ziyaret eder bir ihtiyacımızın olup olmadığını sorar ve ayrılırdı. Ölmeden önce mirasından benim tüm eğitim ve tedavi masraflarımın karşılanacağına dair pay ayırtmış. Onun sayesinde önce tıbbı kazandım; sonra da benim çürüyüp giden çocukluğuma inat çocuklara yardım edebilmek için çocuk cerrahı oldum ve hayatımı buna adadım. Uzun bir süre babam haricindeki bütün erkeklerden nefret ettim. Psikiyatrik tedavi gördüm uzunca bir süre, bu tedaviler ancak benim intihar düşüncelerimi baskılayabildi. Sonraları çok iyi erkek dostlarım da oldu. ‘’ Gözlerindeki makyaj yanaklarından süzülüp dudağının kenarından çenesine doğru akıyordu, eline bir peçete alıp yüzünü iyice sildi. ‘’ Tıpkı senin gibi ‘’ dedi. ‘’ Ama’’ dedi ‘’ Ama erkeklere karşı en ufak bir istek duymuyorum Nazım ‘’ ve son bir kez acıyla yutkundu. ‘’ Ben eşcinselim ‘’ ‘’ Sana da Pittsburgh Üniversitesi’nden kabul aldığımı söyleyecektim, yarından sonra Amerika’ya uçağım var, kariyerime orada devam edeceğim ‘’ O kadar darmadağın olmuştum ki değil tek bir kelime tek bir harf bile çıkaramamıştım. Uzunca bir süre kendimi toplamaya çalıştım. İpek’in çantasını alıp paltosunu giydiğini fark ettim. Masanın kenarında duran kırmızı şapkasını da bir eline aldı. Ayağa kalktım ve uzun süre sıkıca sarıldık. Hoşça kal, diyebildim sadece hoşça kal…Hafifçe şapkasını giydi, kapıdan dışarıya doğru yürüyordu. Ruhumdan kopan parçaları da sürüklüyordu. Attığı her adımda eksiliyordum, küçülüyordum, tükeniyordum… Gidiyor işte sevdiğin kadın diyordum içimden, kimseyi sevemeyeceksin belki böyle, sonraları sevemedim de zaten. O gece ne kadar çok içtiğimi, kaçta uyuduğumu ya da eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım asistanımın telefonumu ısrarla aramasıydı. Salonda uyuduğumdan sehpaya zar zor uzanabildim, telefonu açtım. ‘’ Nazım hocam, hatırlarsanız bu sabah ameliyat olacak balerin bir kız vardı, tiroid kanseri olan. Biz ameliyathaneyi hazırladık sizi bekliyoruz ‘’ İsteksizce ve özensizce üstümü giyinip evden çıktım, arabama atlayıp son sürat hastaneye doğru ilerliyordum. Yolda gelirken ve arabayı park ederken

gürültülü sesler duymuştum. Arabadan inip baktığımda spor arabamın sağlam olan tek bir yerinin kalmadığını fark ettim. Umrumda da değildi zaten, anahtarları arabanın üstünde bırakıp hastaneye doğru koşmaya başladım. Koşarken birkaç kere düşmüşüm çünkü hala başım çok dönüyordu, üstelik en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyordum. Ameliyathaneye girdiğimde içeriye derin bir sessizlik hakimdi. En basit ameliyatlara bile vaktinden sonra geldiğim görülmemişti. ‘’ Hadi başlayalım ‘’ dedim boğuk sesimle. Balerin kız, Neriman’dan ameliyat boyunca ‘’Kuğu Gölü Bale Suiti’’ nin çalınmasını istemiş. Başımla hafifçe onayladım. Ameliyata başlıyorduk, asistanlarıma onların başlayabileceğine dair komut verdim. Tümör tüm tiroid bezine yayılmıştı, hafif ama ürkek dokunuşlarla tiroid bezini tümörle beraber çıkarabilmiştim. Şimdi daha önce ameliyatlarımda yüzlerce kez yaptığım gibi etrafındaki lenf düğümlerini de alacaktım. Bir an dünyanın, ameliyathane zemininin döndüğünü fark ettim. Ameliyat masasına tutunup geçmesini bekledim. ‘’ İyi misiniz hocam ? ‘’ diyordu asistanlarımdan bir tanesi. ‘’ İyiyim, iyiyim hadi bitirelim şunu ‘’ dedim. Yavaşça nodüllerin olduğu bölüme neşterimi götürdüm, bir an bütün sesler kesilmişti. Geriye doğru düşüyormuş gibi hissettim, Neriman hemen beni öne itti, yeniden ayakta durmaya çalıştım. Asistanlarım ,anestezist ve tüm hemşireler bana öyle bir baktılar ki… o birkaç saniye içerisinde ‘’ Ne yaptın sen ?’’, ‘’ Bunu nasıl yapabildin ? ‘’, ‘’ Şimdi ne olacak ? ‘’, ‘’ Zavallı ‘’ anlamındaki manalı ve bir o kadar da haklı bakışlar. Tıpkı başkemancı kadına senfonide yöneltilen bakışlar gibiydi, hatta aynısıydı. Bu saniyelik bakışlardan sonra manzara cehennemden farksızdı. Kızın karotid arterini( şah damarı) kesmiştim. İşte bütün kariyerim, hayallerim, hayatım, gelmişim ve geleceğim fışkırarak akıyordu zemine. Asistanlarım damarı onarmak için ellerinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorlardı, benim yıllardır tek bir titreme görmemiş ellerim öyle titriyordu ki toprağa sürsem deprem olur sanırdınız. Hasta eks olmuştu, kanlar içinde kalp masajı yapmaya çalışıyordum. Asistanlarım umutsuz gözlerle bana bakıyordu. ‘’ Öldü hocam ‘’ dedi biri ürkek bir sesle. Ellerimi hastanın göğsünden kaldırıp yüzüme çevirdim. Ameliyathane kan gölünü andırıyordu. Arkadan ‘’ Kuğu Gölü Bale Suiti’’ çalıyordu, balerin çoktan ölmüştü. Hastanenin acil servisinde uyandığımı hatırlıyorum. O an gerçekten ölmeyi diledim hatta hemşirenin getirdiği sakinleştirici iğneyi kalbimin tam ortasına saplayıp kendimi öldürmek istedim. Denedim, başaramadım, ellerimi yatağa bağladılar… Her gece kanlar içinde dans eden balerin kız rüya-

56


ma giriyor ve hıçkırıklar içerisinde uyanmama sebep oluyordu. Yavaş yavaş iyileştim uzun bir süre davalarla ve bana verilen cezalarla uğraştım. Mahkemelerde avukatımın tüm ısrarlarına rağmen tek bir kelime etmedim. Suçluydum zaten, en ağır cezayı almalıydım. Aradan yaklaşık iki yıl geçti, yeni açılan özel bir hastanede çalışmak için başvurdum. Daha ilk ameliyattan sonra istifa etmek zorunda kaldım. Fokal el distonisi denilen bir hastalığa tutuldum. Elime neşter ve diğer kesici ameliyat aletlerini alamıyor, ameliyatı yapmaya cesaret edemiyordum. Tam başlayacağım sırada elime derin bir titreme giriyor, parmaklarım kasılıyor ve ameliyathaneden çıkana kadar devam ediyordu. Nörolog arkadaşlarımdan yardım istedim ancak tedavi başarılı olamadı. Psikoterapi de hiçbir işe yaramamıştı. Hayatımda daha işe yaramaz hissettiğim hiçbir dönem olmamıştı.

ro başlama işaretini yeniden veriyordu. ‘’Kuğu Gölü Bale Suiti’’nin bendeki kötü anısına rağmen uzun zamandır ilk defa gülümsüyordum.

Bulmacalar Türk Tıp Öğrencileri Birliği Bulmacası

Mehmet Ali Şahin

Sonunda hastalığı yenemeyeceğimi anlayıp emekleyerek, tırnaklarımla kazıyarak zorla elde ettiğim genel cerrahi kariyerimi sonlandırdım. Heidelberg Tıp Fakültesi dahiliye programına başvurdum, önceki tecrübe ve çalışmalarımı da göz önünde bulundurup beni kabul ettiler. Dahiliye uzmanı olup Almanya’da uzun süre çalıştım. Geçen ay İpek’in ağır bir trafik kazası sonucu öldüğü haberini aldım. Oturup uzun uzun düşündüm, kafamın içerisinde bir yerlerde intihar etmeye yönelik önlenemez bir arzu dolaşıyordu. İpek’le olan konuşmalarımızı hatırlayıp bu korkunç arzudan kendimi arındırdım. İpek’in bıraktığı yerden devam edecektim. Hastaneden bir hafta önce istifa edip bütün mal varlığımı satışa çıkardım. İpek’in ölmeden önce üye olduğu Dünya genelinde özellikle çocuklar için gönüllü sağlık turneleri düzenleyen bir kuruluşta işe başlayacağım. İpek’in dokunamadığı çocuklara dokunup onları tedavi edeceğim, belki yeteneklerimi zamanla geri kazanıp onun yaptığı gibi ameliyat edeceğim. Eminim İpek de böyle isterdi ‘’ Elimden süzülen damla birkaç saniyede bütün hikayemi anlatmış, parmak ucumdan konser salonunun zeminine damlamıştı. Orkestra üyeleri manalı bakışları bırakıp ‘’ konzertmeister, konzertmeister ! ‘’ diye bağırıyorlardı. Kadının bir an tıbbi bir problemi olabileceğini düşünerek koltuğumdan kalkmak istedim, fakat hafifçe doğrulmaya başladığını görünce vazgeçtim. ‘’ Hadi başarabilirsin, güçlü ol ‘’ diyordum içimden. ‘’ Ben başaramadım, sen başarmalısın, onlara yapabileceğini göster, ellerin titremesin ! ‘’ bir an Türkçe olarak mırıldandığımı fark ettim, yanımdaki sarışın kadının bana tuhaf bir şekilde baktığını görünce kendimi durdurdum. Başkemancı sandalyesine oturdu, birinci kemandaki naif adam kadının nota sehpasını düzeltti. Maest-

57

58


Ulusal Y繹neticiler 2014- 2015 T覺p Bulmacas覺

59



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.