SAYI 2
8 MART 2012
KADIN BURADA TurkMSIC Marmara’nın 8 Mart’ta çıkardığı gazetedir.
Bugün Neden Kadınlar Günü? 129 KİŞİ CAN VERDİ 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı. İLK OLARAK 1910 TARİHİNDE GÜNDEME GELDİ 26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihlerde fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. 1977 YILINDA RESMİLEŞTİ Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik
Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.
Kaynak: http://gundem.milliyet.com.tr/bugunneden-kadinlar-gunu-/gundem/gundemdetay/ 08.03.2011/1361667/default.htm
Kadına Yönelik Şiddet İstatistikleri Ürküttü Bursa Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Nevin Canbaz, son 7 ayda 226 kadının öldürüldüğünü, 478 kadının tecavüze, 722 kadının tacize uğradığını, 6 bin 423 kadının ise aile içi şiddet sebebiyle hastaneye müracaat ettiğini söyledi. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü dolayısıyla Baro Başkanlığı'nda açıklama yapan Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Avukat Nevin Canbaz, Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Tünlü Ay r ı m c ı l ı ğ ı n Önlenmesi Sözleşmesi'ne (CEDAW) taraf olan Türkiye'nin kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık konusunda dünyanın en geri ülkeleri arasında yer aldığını, hatta önceki yıllara göre şiddet ve ayrımcılığın boyutlarının arttığını
İçindekiler İstatistikler................2
belirtti. Son 7 yılda kadın cinayeti oranının yüzde bin 400 arttığını belirten Başkan Canbaz, "Resmi rakamlara göre son 7 ayda, 226 kadın öldürülmüş, 478 kadın tecavüze, 722 kişi ise tacize uğramıştır. 6 bin 423 kadın ise aile içi şiddet sebebiyle hastaneye başvurmuştur. Kadına yönelik cinsel saldırı suçlarında son 5 yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir" dedi. Mevzuattaki gelişmelere rağmen şiddetin engellenmesine yönelik uygulamada uzun ve kısa vadeli çalışmalar yapılmamasından yakınan Canbaz, "Zihniyetin değişmesi için devletin bir programının olmadığını görmekteyiz. Kadınların çalışma hayatına katılması, çocuk ve yaşlılar için kreş ve bakımevi gibi yerlerin sayısının arttırılması konusunda ciddi hiç bir çalışma yapılmamaktadır. Şiddet mağduru kadınların korunması ve rehabilite
Kadına Karşı Şiddeti Önleme Sözleşmesini İmzalayan İlk Ülke Türkiye...............................3,4
Yasalarda Kadının Yeri........2
Prof. Dr. Dilhan Eryurt.............4,5
Yakamoz Derneği........3
Şiddetin Suçsuz Esirleri............5 Kısa Kısa ve Uzunca...................6
SAYFA 1
edilmesi için hayati olan sığınma evlerinin sayısının nüfusla karşılaştırıldığında çok yetersiz olduğu görülmektedir " diye konuştu. Medyada namus, töre cinayetleri, koca-baba dayakları ve işkencenin ma gazinleştirilerek verildiğini ifade eden Canbaz sözlerini şöyle sürdürdü:"Şiddet uygulanan kadının ne yaptığı, ne söylediği ya da nasıl giyindiği sorgulanıyor. Fiziki, sözlü ve cinsel şiddete uğrayan kadınların bunu hak e d i p e t m e d i k l e r i t a r t ı ş ı l ı y o r. Kurbanlar suçlanıyor. Suçlular m a ğ d u r i l a n e d i l i y o r. Ş i d d e t , geleneksel önyargılarla, cinsiyet ayrımcı politikalarla ve kanunlar eliyle meşr ulaştırılıyor. Evde, sokakta ve işyerinde yaşanan kadına yönelik şiddetin sorumlularının yargılanmasını ve caydırıcı tedbirler alınmasını istiyoruz." Devamı Sayfa 2’de
Kuzey Güney’in ‘Mağdur’ Erkekleri..............7 Dizilerde Kadınların Cinsel Obje Olarak Kullanılması.......................8
SAYI 2 İlk Sayfadan Devam KADINA YÖNELİK ŞİDDETE HAYIR Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi üyeleri, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü”nün 50. yılı nedeniyle “Kadına Şiddete Hayır” yürüyüşü gerçekleştirdi. Fatih Sultan Mehmet Bulvarı üzerinde buluşan Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi üyeleri, ellerinde pankartlar ile Konak Pazar Alanı’na kadar yürüdü. Burada bir basın açıklaması yapan Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Fatma Yenice, 50 yıl önce yaşanan büyük dramın halan devam ettiğine değinerek, “Bugün 25 Kasım 2010. Kadınlar tecavüze uğramaya, öldürülmeye, şiddet görmeye devam ediyor. Resmi rakamlara göre son yedi ayda 226 kadın öldürüldü, 478 kadın tecavüze, 722 kadın tacize uğradı, 6 bin 423 kadın ise aile içi şiddet nedeniyle hastaneye başvurdu. Verilere göre kadına yönelik cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 artış var” dedi. Devletin kadınlara yönelik her türlü şiddet eylemini açık bir şekilde kınamasını, şiddete uğrayan kadınlar için başvuru ve sığınma evlerinin, ücretsiz danışmanlık, psikolojik ve hukuki desteğin sağlanması, cinsiyet ayrımcı politikalar, yasalar ve uygulamaların kaldırılmasını, eylem ve eğitim projelerinin kadın örgütleriyle birlikte hayata geçirilmesini, evde, sokakta, işyerinde, gözaltında yaşanan, kadına yönelik şiddetin sorumlularının yargılanmasını istiyoruz. Geleceğimiz için, bedenlerimiz için, psikolojik sağlığımız için şiddete son diyoruz” dedi. Basın açıklamasına Konak Pazar Alanı’na gelen kadınlar da alkışlarıyla destek verdiler. Kaynak: http://www.yenidonemgazetesi.com/ haber/5912/kadina-yonelik-siddet-istatistikleriurkuttu.html
Yasalarda Kadının Yeri • Kadına karşı şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunamayacak,
CANIMIZ SOKAKTA: HOLLABACK! İSTANBUL NEDIR?
• Varsa silah veya benzeri araçlarını genel kolluk kuvvetlerine teslim edecek,
Canımız Sokakta: Hollaback! İstanbul Nisan 2011 tarihinden bu yana global Hollaback! hareketinin bir üyesi olarak mobil teknolojileri kullanarak sokak tacizine son vermek için çalışıyor.
• Zafer Y, kadına aylık 300 lira tedbir nafakası ödeyecek. ''BU KARAR ISTISNA''Türk Ceza Kanunu Kadın Platformu kurucularından Avukat Hülya Gülbahar, AA muhabirine kararı şöyle değerlendirdi: ''Bu, doğru bir karar. Ama bu türde birçok başvuru reddediliyor. Nikahsız yaşayan kişilerle ilgili daha önce Ankara'da eski Aile Mahkemesi Hakimi Eray Karınca'nın verdiği karar ile İstanbul Kadıköy'de verilen bir karar vardı. Ancak bunlar hep istisna, olumsuz örnekler ise kural haline gelmiş durumda. Koruma kararının verilmesi için medeni nikahlı olmak, aynı çatı altında yaşamak, hatta yakın ilişki bile gerekmiyor. Bunlar, tedbir için ön şart olarak ileri sürülemez. Türkiye'nin geçen günlerde onayladığı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi de bunu öngörüyor. Örneğin, kuru temizlemeciye elbisesini veren bir üniversite öğretim görevlisinin, bir yıl boyunca kuru temizlemecinin tek taraflı tacizine maruz kaldığını biliyorum. Aslında bu yasa doğru uygulandığında yargıçların eline şiddeti önlemede, şiddet uygulayan bireyi caydırmada son derece geniş yetki veriyor. Ancak bu kanunun çıkarıldığı 1998'den beri yaşanan en büyük sıkıntı, kolluk, yargı ve ilgili kurumların direnci. Kanun, eğer bütün bu kurumlar tarafından kararlılıkla uygulanmış olsaydı, yüzlerce kadının hayatını kurtarmış olabilirdik.'' Kaynak: http://www.haberturk.com/polemik/haber/ 695242-nikahsiz-ese-tedbir-karari
Canımız Sokakta Projesi Kampüslerde ''Nikahsız eşe'' tedbir kararı!
Sokak tacizine son vermek amacıyla kurulan “Canımız Sokakta: Ho&aback! İstanbul” ekibi geçtiğimiz günlerde üniversite öğrencileri arasında tacize karşı bilinci arttırmak için Canımız Kampüste programını başlattı. İstanbul'da sokak tacizine son vermek amacıyla kurulan "Canımız Sokakta: Hollaback! İstanbul" ekibi geçtiğimiz günlerde üniversite öğrencileri arasında tacize karşı bilinci arttırmak için Canımız Kampüste programını başlattı.
Ankara 11. Aile Mahkemesi Hakimi Mustafa Karadağ, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun hükümlerini, nikahsız yaşayan eşler arasında da uygulanmasına dönük bir karar verdi.
Üniversite yönetimi ve öğrenciler arasında uzun soluklu bir işbirliğine gitmek, yeni bir iletişim kanalı oluşturmak hedefiyle ortaya çıkan Canımız Kampüste programı, ilk olarak 'Kampüs Güvenliği' paneli ile Sabancı Üniversitesi'nde, daha sonra ise Fatih ve İstanbul Üniversitelerinde gerçekleştirildi.
Ankara Keçiören'de Zafer Y. ile gayri resmi olarak birlikte yaşayan H.S. adlı kadın, kendisine şiddet uyguladığı gerekçesiyle Zafer Y. hakkında 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun uyarınca tedbir uygulanması için mahkemeye başvurdu.
Canımız Kampüste panellerinde; başta sokak tacizine karşı yürütülen küresel oluşumda öğrencilerin yeri, toplumsal değişim ile teknolojinin kesişim noktaları, hikaye anlatımının hayatımızdaki önemi ve İstanbul'da yaşayan transgender öğrencilerin karşılaştığı zorluklar ele alınıyor. Proje direktörü Kacie Lyn Kocher, Canımız Kampüste programının amacını şöyle özetliyor: "İster kampüs içinde ister kampüs dışında olsun maruz kalınan tacizleri tartışmak için üniversite öğrencileri ile bir araya geliyoruz. Dahası öğrenciler, yaşadıkları ya da başkalarının başına gelen taciz olaylarına nasıl tepki vereceklerini öğrenirken hayatlarının geri kalanın her anında öğrendiklerini uygulama fırsatı yakalıyorlar".
Başvuruyu değerlendiren Ankara 11. Aile Mahkemesi Hakimi Mustafa Karadağ, kadının, Zafer Y'nin şiddetine maruz kaldığı kanaatine vararak, Zafer Y. hakkında, bir dizi tedbir alınmasına hükmetti. Karar uyarınca 6 ay süreyle uygulanacak tedbirler şöyle: • Çiftin beraber kaldığı ev kadına tahsis edilecek, • Zafer Y, eve ve kadının iş yerine yaklaşamayacak, iletişim araçlarıyla rahatsız edemeyecek,
8 MART 2012
Üniversite öğrencisi ve Canımız Sokakta: Hollaback! İstanbul gönüllüsü Ece Meşe ise "Sokaklar, insanların özgür hissettiği ve serbestçe hareket ettiği yerler olmalıdır" diyor.
SAYFA 2
Global Hollaback! ağı, taciz mağdurlarına ve tacize şahit olan herkese, hikayelerini paylaşmaları ve farkındalık yaratmaları için güvenli bir mecra alanı sunmak amacıyla 2005 yılında New York'ta kuruldu. Tacizle savaşmak, mağduriyeti önlemek, yardım ve eğitim gibi konularda kaynak sağlayan Hollaback! dünyanın 19 ülkesinde ve 45 şehrinde faaliyet gösteriyor. Kaynak: http://bianet.org/bianet/toplumsalcinsiyet/135436-canimiz-sokakta-projesikampuslerde
Hakim ve Savcılardan Şok Öneri! "Tecavüz mağdurları tecavüzcüsüyle evlenirse iş yükümüz azalır!" Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca (HSYK) organize edilen ‘yargının hızlandırılması ve sorunların tespit edilmesi’ amacıyla yapılan toplantılarda hâkim ve savcılar ilginç ve tartışmalı önerilerde bulundu. Öneriler arasında tecavüze uğrayan kadının tecavüzcüsüyle evlenmesi halinde davanın düşürülüp işgücünün azaltılması da yer alıyor. Toplantılara katılan hâkim ve savcılardan gelen öneriler ‘Yargıda Durum Analizi’ isimli raporda toplandı. Söz konusu öneriler HSYK tarafından öncelik sıralamasına göre, Adalet Bakanlığı ve ilgili kurumlara iletilecek. Radikal’in ulaştığı rapor taslağında yer alan bazı öneriler kamuoyunda tartışma yaratacak türden. ‘HSYK’nın başkanı sembolik olarak cumhurbaşkanı olmalı’, ‘Bazı kurumlardaki döner sermaye verilmesi gibi imkânlar tanınmalı’, ‘Protokoller yapılarak hâkim - savcıların buralarda ücretsiz muayene edilmesi sağlanmalı’, ‘Hâkim - savcıların belli aralıklarla psikolojik destek alması sağlanmalı’, ‘Cüppeler yeniden tasarlanmalı’ gibi talep ve önerilerin yer aldığı raporda, kadına yönelik şiddetle ilgili tartışılacak fikirler de yer aldı. O önerilerden bazıları şöyle: “Adli Tıp’tan cinsel suçlarla ilgili daha hızlı rapor alabilmek için ‘beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığı’ araştırması yerine sadece ‘beden sağlığının bozulup bozulmadığı’ araştırılmalı. 15 yaşından küçüklere karşı rızaen cinsel ilişki suçlarının ceza miktarları düşürülmeli, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 434. maddesindeki uygulama yeniden hayata geçirilmeli.” (Yürürlükten kaldırılan bu madde kaçırılan veya alıkonulan kadının evlenmesi halinde koca hakkındaki cezanın 5 yıl ertelenmesini öngörüyor. Ayrıca söz konusu madde mağdurun tecavüzcüsüyle evlenme maddesi olarak yoğun şekilde tartışılmıştı.) ŞİDDET YASASI ÜÇ AYDA TAMAM Gaziantep’te bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, kadına yönelik şiddete karşı önlemlerin yer aldığı düzenlemelerin TBMM açıldıktan sonra, üç ay içinde tamamlanacağını söyledi. Yasalar içinde çocuk istismarına yönelik tedbirleri içeren kanun da yer alıyor. Bu arada Şahin’in gündeme getirdiği ‘elektronik kelepçeyle’ ilgili olarak da TBMM Araştırma Merkezi Müdürlüğü’nce rapor hazırlandı. Raporda “Her ne kadar kısıtlama kararları sonrası yaşanan saldırı hatta cinayet vakalarını tamamen ortadan kaldırmasa da elektronik takibin, mağdurun psikolojik bakımdan rahatlaması, kısıtlama emrinin kuvvetlenmesi ve saldırganın caydırılmasına katkıda bulunması adına faydalı sonuçlar doğuracağı öngörülmektedir” denildi. Kaynak: http://www.haberturk.com/polemik/haber/ 670126-hakim-ve-savcilardan-sok-oneri
Siyasal ve Sosyal Duyarlılık
SAYI 2
8 MART 2012
Yakamoz Sosyal Yardımlaşma Derneği Damla Yağmur
Üyelerinin çoğu kadınlardan oluşan bir sosyal yardım derneği Yakamoz. Derneği ilk ziyaret edişimizde başkan yardımcısı Ayşen Yılmaz muzır bakışlarla izliyor bizi ve şöyle diyor, “aradığınız haberse, hikayeyse, bizde hikaye çok.” Derneğin kuruluş amacı ihtiyaç sahibi ailelere maddi manevi yardımda bulunmak. Kermesler ve eğlenceler düzenleyerek elde ettikleri gelirle evler yeniliyor, okullara bağışlarda bulunuyor ve öğrencilere kırtasiye malzemesi sağlıyorlar. Yaptıkları işleri en iyi yardım ettikleri ailelerin çocuklarından gelen mektuplar anlatır. İşte o mektuplardan bazıları:
Kadına Karşı Şiddeti Önleme Sözleşmesini İmzalayan İlk Ülke Türkiye TBMM GENEL KURULUNDA, KADINA YÖNELIK ŞIDDETLE MÜCADELEYE İLIŞKIN AVRUPA KONSEYI SÖZLEŞMESININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAIR KANUN TASARISI KABUL EDILDI Türkiye, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ni, imza atan ülkeler arasında, parlamentosunda ilk onaylayan ülke oldu. TBMM Genel Kurulu, ''25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'' öncesinde, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısını kabul ederek, yasalaştırdı. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzalan sözleşme, ''Kadına yönelik şiddet'', ''aile içi şiddet'', ''Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet'', ''kadın'' kavramlarını tanımlıyor.
Sevgili Yakamoz Derneğine Öncelikle bana ve aileme yardımlarınızdan dolayı çok teşekkür ediyorum. Bütün Yakamoz Derneğinden Allah razı olsun. İsteklerim yani ricalarım; Özel bi okulda eğitim almak Büyüyünce anaokul öğretmeni olmak istiyorum. Çünkü çocukları gerçekten çok seviyorum. Saygılarımla Kübra Kayran
Saygılarımla Elif Kurel İletişim: www.yakamozder.org Telefon: 0216 325 75 42 E-mail: yakamoz@yakamozder.org
Şiddet mağdurlarına, yasal ve psikolojik danışmanlık, mali yardım, konut, eğitim, öğretim ve iş bulma desteği sağlanacak. Sözleşme, taraflara, zorla gerçekleştirilen evlilikler, psikolojik şiddet, taciz, fiziksel şiddet, tecavüz dahil olmak üzere cinsel şiddet, zorla kürtaj ve kısırlaştırma, kadın sünneti, sözde namus adına işlenen suçların cezalandırılmasına yönelik gerekli hukuki ve diğer önlemleri alması konusunda yükümlülük getiriyor. Sözleşme, uluslararası alanda kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili ilk bağlayıcı belge olma özelliğini taşıyor. Sözleşmede, devlet kurumlarının ve görevlilerinin kadına karşı şiddet uygulanmamasını sağlaması, kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi, cezalandırılması, ulusal düzeyde veri toplanması ve eşgüdümden sorumlu bir resmi kurumun tespit edilmesine yönelik düzenlemeler de bulunuyor. Sözleşmenin uygulanmasını izlemek üzere bir uluslararası izleme mekanizması (Kadına Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Uzmanlar Grubu-GREVIO) oluşturulacak, ulusal düzeyde toplanan veriler bu mekanizma ile paylaşılacak. KADINA KARŞI ŞIDDETI ÖNLEME SÖZLEŞMESI
Sözleşme, taraflara, kadın erkek eşitliği, kalıplaştırılmamış toplumsal cinsiyet rolleri, kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı gibi konulara ilişkin öğretim malzemelerinin, resmi müfredat içerisine ve eğitimin her seviyesine eklenmesi için gerekli adımları atma yükümlülüğü getiriyor.
Kadına yönelik şiddet ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadının fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine ve acı çekmesine yol açan, kadının temel hak ve özgürlüklerini ve onurunu zedeleyen bir eylemdir. Kadına yönelik şiddet olaylarına işyerinde, sokakta, okulda, gözaltında, savaşta rastlanmaktadır. Ama ne yazık ki kadınlar, en korunduğu yer diye düşünülen “aile içinde” de, hatta daha yaygın bir şekilde şiddete uğramaktadırlar. Hakaret, tehdit, dayak, aşağılama, cinsel taciz, tecavüz, yaralama hatta öldürme biçimindeki bu gibi eylemler, genellikle erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik sağlaması amacıyla uyguladıkları güç gösterisidir. Aslında kadına yönelik şiddet yeni bir olgu olmamasına rağmen, bir sorun olarak nitelenmesi ile şiddetin önlenmesi, mağdurun korunması ve şiddet uygulayanın cezalandırılması için yapılan çalışmalar 1970’li yıllardan sonra yapılmıştır. O günlerden günümüze kadar yapılan birçok değişiklikle kadın kanunla korunmuştur.
Sözleşmeye imza koyan ülkeler, cinsel suç faillerinin tekrar suç işlemesini engelleyen tedavi programlarını oluşturulması için önlem alacak.
Kadına yönelik şiddete karşı kabul edilen yeni yasanın konusu, kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve aile içi şiddetle mücadele etmektir.
Sözleşmeyi imzalayan ülkeler, düzenli aralıklarla her türlü şiddet eylemi hakkında istatistiki veri toplayacak, şiddet biçiminin yaygınlığını ve eğilimlerini değerlendirmek üzere anketler yapacak, şiddeti önlemek için gerekli yasal önlemleri alacak.
Yakamoz Derneğine Bizim için çok şeyler yaptı. Bizi eğlendirdi,güldürdü,mutlu etti,yedirdi,içirdi. Onların bursları olmasa,biz doğru düzgün okul ihtiyaçlarımızı alamazdık. Onların sayesinde okuyoruz. Bize burs ödüyor. Candan gönülden çok teşekkür ederim Yakamoz Derneğine
SAYFA 3
2011’in Mayıs ayında bazı Avrupa Konseyi üyeleri İstanbul’da toplanmıştı. Kısa adı “İstanbul Sözleşmesi” olan bir sözleşme taslağı gündeme gelmiş, 11 Mayıs 2011 tarihinde 47 üyesi bulunan Avrupa Konseyi’nden 13 ülke, sözleşmeye imza atmıştı, Türkiye’nin yanı sıra Avusturya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, Karadağ, Portekiz, Finlandiya, Fransa, İspanya, İsveç, Slovakya ve Lüksemburg, sözleşmeye imza atan ülkelerdi. "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı", Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Avrupa Konseyi 121. Bakanlar Komitesi Toplantısı’nda kabul edilen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi" Kanun tasarısının 29 Kasım 2011’de yasalaşmasıyla, sözleşmeyi parlamentosunda onaylayan ilk ülke Türkiye oldu. Sözleşme, “kadına yönelik şiddet”, “aile içi şiddet”, “kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “kadın” kavramlarını tanımlıyor. Uluslararası alanda kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili ilk bağlayıcı belge olma özelliğini taşıyan sözleşme şu yükümlülükleri getiriyor: İmzacı ülkeler, düzenli aralıklarla her türlü şiddet eylemi hakkında istatistikî veri toplayacak, şiddet biçiminin yaygınlığını ve eğilimlerini değerlendirmek üzere anketler yapacak, şiddeti önlemek için gerekli yasal önlemleri alacak. Kadın erkek eşitliği, kalıplaştırılmamış toplumsal cinsiyet rolleri, kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı gibi konulara ilişkin öğretim malzemeleri, resmi müfredat içerisine ve eğitimin her seviyesinde eklenmesi için gerekli adımlar atılacak. Cinsel suç faillerinin tekrar suç işlemesini engelleyen tedavi programlarını oluşturulması için önlem alınacak. Şiddet mağdurlarına, yasal ve psikolojik danışmanlık, mali yardım, konut, eğitim, öğretim ve iş bulma desteği sağlanacak. Zorla gerçekleştirilen evlilikler, psikolojik şiddet, taciz, fiziksel şiddet, tecavüz dâhil olmak üzere cinsel şiddet, zorla kürtaj ve kısırlaştırma, kadın sünneti, sözde namus adına işlenen suçların cezalandırılmasına yönelik gerekli hukuki ve diğer önlemler alınacak. Devlet kurumları ve görevlileri kadına karşı şiddet uygulanmamasını sağlaması, kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi, cezalandırılması, ulusal düzeyde veri toplanması ve eşgüdümden sorumlu bir resmi
SAYI 2
Siyasal ve Sosyal Duyarlılık
8 MART 2012
Güneşin evriminde bir Türk kadını: Prof. Dr. Dilhan Eryurt İrfan Unutmaz
Güneşin ve yıldızların evrimi çalışmalarında dünya çapında bir isim Dilhan Eryurt. Türkiye'de konunun ilgilileri ve çalışanları dışında pek tanınmıyor. Oysa anıtsal bir kişi sayılması gereken Prof. Eryurt, astrofiziği Türkiye'ye taşıyan kişi...
kurumun tespit edilmesine yönelik düzenlemeler yapılacak. Sözleşmenin uygulanmasını izlemek üzere bir uluslararası izleme mekanizması (Kadına Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Uzmanlar Grubu-GREVIO) oluşturulacak, ulusal düzeyde toplanan veriler bu mekanizma ile paylaşılacak. Kadına karşı şiddeti önleme sözleşmesiyle ülkemizde kadına yönelik şiddetin önlenmesi mümkün mü? Avusturya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, Karadağ, Portekiz, Finlandiya, Fransa, İspanya, İsveç, Slovakya ve Lüksemburg’da kadına yönelik şiddet olayları ülkemizden farklı olarak bu ülkelerde yıllardır“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” CEDAW yasası uygulanmaktadır. Bu sayede kadın-erkek eşitliğine dayanan bir toplum yapısına sahipler. Bu ülkelerdeki kadına şiddet olaylarının nedeni erkeklerin üstün cins olması değil, bu kavgada kadınlar erkekler kadar güçlü kuvvetli olmadığından şiddet mağduru olmaktadırlar. Şiddet mağdurları sadece tekme tokatla hırpalanmak değil ayrıca her türlü küçük düşürücü harekettir. Avrupa ülkelerinde erkeklerin kadını kurşunladığı, bıçakladığı, öldürdüğü nadir olan olaylardır. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’ni yasalaştırıp uygulayarak kadına yönelik şiddeti büyük ölçüde engelleyebilir. Ülkemizde durum diğer Avrupa ülkelerinden çok farklıdır. Türkiye, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” başlıklı
Oysa yıllar sonra ABD'ye gittiğinde Dilhan Eryurt, National Academy of Sciences bursunu alarak NASA'nın New York'taki Goddard Uzay Araştırma Enstitüsü'nde göreve başlamış ve yine bir ücret sorunu yaşamış: "İlk yıl belli bir burs ücreti alıyordum. İkinci yıl kurallara göre 500 dolar kadar bir artış yapıyorlardı. Ben ertesi yıl da 3. kez bursu alınca, esas kadroya alındım. Birlikte çalıştığımız Prof. Cameron bana dönüp, ne kadar para alacağımı sordu, bilmediğimi söyleyince, yanıtını de yine kendisi verdi. Öyle bir ücret veriyorlardı ki, hayal etmeme bile olanak yoktu. Hemen, ama bu çok büyük para, her halde çok sıkı çalışmam gerekecek deyiverdim. Profesör de 'aptal olma, sen bunu hak ediyorsun' diye çıkıştı". Ama Dilhan Eryurt öylesine başarılıydı ki, başlangıçta bir yıllığına aldığı bursu, yedi yıl çalıştığı sürekli kadroya dönüştürebilmişti.
yasalaştırdığı halde, 1985 yılından beri uygulamayan nadir ülkelerden biridir. Toplumumuzda kadın-erkek eşitliği yok denecek kadar azdır. Ülkemizde kadına yönelik şiddet konusunda sayısız araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalara göre kadına yönelik şiddet, toplumun erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Erkeğin yasalardan ve ataerkil geleneklerden kaynaklanan üstün konumu, kadının erkeğe hizmet etmesi, erkeğin dediğini ve istediğini yapmasını doğal gören bir toplum düzeni yaratmıştır. Bu nedenle yasal ve duygusal haklarını kullanmak isteyen kadına kocası şiddet uygulamakta, yaralamakta hatta öldürmektedir. İşyerlerinde çalışan kadına erkekler, cinsel ve psikolojik şiddet uygulama yoluna gitmektedir. Kadın-erkek eşitliği sağlanmadan alınan önemler, çıkarılan yasaların sorunu çözmekten uzak olması bir yana caydırıcılığı da düşüktür. Aile içi şiddete karşı çıkarılan 4320 sayılı kanun ilk kez 14 Ocak 1998’de kabul edildi. Günümüze gelinceye kadar bu yasa üzerinde reformlar ile çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalar sonucunda uygulamalarda değişiklikler oldu. Fakat kadına yönelik şiddet azalması bir yana her geçen yıl hızlı bir şekilde arttı. Avrupa Konseyi bağlamında çıkarılan 4320 sayılı yasa bir şansa sahip sayılabilir. Ama kadın-erkek eşitliği olmayan bir ortamda, kadınlara yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan yasaların başarılı olma şansı düşündürücüdür. Kaynak:http://www.siyasetdergisi.com.tr/ Haber/Kadina-Karsi-Siddeti-OnlemeSozlesmesi,/199
Doçentliğini AÜ Astrofizik Anabilim Dalı'nda Prof. Dr. A. E. Kreirken'in yanında tamamlar ve 1959 yılında Uluslararası Atom Enerji Ajansı tarafından verilen bir bursla iki yıllığına Kanada'ya gider. "Gerçek astrofizikle burada karşılaştım. Türkiye'de biz bilgisayar bile görmemiştik, hesaplamaları hesap makinesiyle yapıyorduk. Kanada'da Prof. Cameron'un yanına gittim ve o bana çalışmam için üç konu teklif etti. Ben hidrojen yıldızlarını seçtim. Dr. Cameron bana dönüp, en zorunu seçtin, dedi. Ardından da, önce hidrojenden oluşan bir gazın opozitesini hesaplamak gerektiğini söyledi. Bir bilgisayar programı yapmam gerekiyormuş. Programa belli sıcaklık ve yoğunluk girilince, programın o gazda opozitenin ne olması gerektiğini bulmalıymış. Yani programın bunu yapması için, benim de programı yapmam gerekiyordu. Ama ben değil bilgisayar programını; bilgisayarı ve programlamayı bile bilmiyordum. Hemen kütüphanelere gittim, kitaplar aldım ve programlamayı öğrendim ve programı başardım. Dr. Cameron, şimdi bunu bilgisayara koy dedi, ama ben daha bilgisayarı görmemişim. Gittik kartları yerleştirdik ve Dr. Cameron git sonucu al dedi. Sonucu birkaç saniye içinde elimde görünce doğrusu çok şaşırdım." Dilhan Eryurt'un daha sonra basıldığını söylediği bu çalışmayla burada ilk öğrendiği şey de "fitting" yöntemi olmuş.
SAYFA 4
Prof. Dr. Dilhan Eryurt 29 Kasım 1926 İzmir doğumlu. O dönemler Onuncu Yıl Marşı'nın öğrenciler tarafından sokaklarda söylendiği yıllar, o tam bir Cumhuriyet insanı. Dilhan Eryurt, sokakta marşlar söylediği günler için, "Kalbinin derinliklerinde o duyguların hâlâ tazeliğini koruduğunu" söylüyor. Küçük yaşlardan itibaren matematiğe ilgi duyan Eryurt, Ankara Kız Lisesi'ni takdirname ve bir özel ödül alarak bitirince, üniversite eğitimi için, İÜ Yüksek Matematik ve Astronomi Bölümü'nü seçmiş. Üniversitede astronomi, matematiğe yardımcı ders olarak veriliyormuş. Dilhan Eryurt'un astronomi merakı da işte bu sıralar ortaya çıkmış. "O zamanlar, Hitler'in Nazi Almanya'sından kaçan en değerli bilim adamları İstanbul Üniversitesi'nde çalışıyordu, bu insanların bilimsel temelleri çok güçlüydü. Bize de aynı şekilde iyi bir temel verdiler." Dilhan Eryurt üniversiteyi bitirince, yeni keşfettiği astronomi ilgisinin etkisiyle, Ankara Üniversitesi'nde bir astronomi bölümü açmakla görevli Prof. Dr. Tevfik Okyar Kabakçıoğlu'nun yanında asistan olmuş. Tabii kadro olmaması nedeniyle, işini iki yıl hiçbir ücret almadan sürdürmüş. Genç asistanın işleri arasında, iki günde bir rasathaneye gidip saat kurma görevi de var. Ama iş, pazar gününe denk geldiğinde, otobüs bulamıyor ve taksi tutmak zorunda kalıyormuş. "Yaklaşık 50 yıl öncesinin Ankara'sını anlatıyorum. Bir gün Prof. Okyar Bey geldi, 'Bir şey söyleyeceğim ama utanıyorum. Seni hiç olmazsa laborant konumuna sokalım da, bari yol paran çıksın' dedi."
SAYI 2 Dilhan Eryurt'u Kanada'daki çalışmalarının ardından, ABD'den aldığı American Soroptomist Federation Fellowship bursuyla Indiana Üniversitesi'nde araştırmacı olarak görev aldığını görüyoruz. Indiana'da yıldız modelleri yapmakta tanınmış Prof. Dr. M. Wrubel ile çalışmış. Burada, üniversiteye bağlı Goethe Link Gözlemevi'nde Dilhan Eryurt'un emrine büyük bir bilgisayar verilmiş. Yaptığı iş, yıldız modellerini oluşturmada kullanılan yeni bir yöntemin geliştirilmesinde temel işlevi olan bir görevi üstlenmek. "O zamana kadar yıldız modellerinin çözümü için kullanılan 'fitting' yöntemiydi ve hep onu kullanırlardı. Kısaca ne olduğunu vermek gerekirse; yıldızın merkezinden başlayarak 4 diferansiyel denklem bir orta noktaya gelir. İkinci bir başlangıç da, yüzey şartlarından başlayarak içeri doğru çözümlenir ve belirli bir kesişme noktasında 2 çözümün birbirine uyması istenir. Uymuyorsa, çakışana kadar değişimler yapılır. Biz o günlerde yıldızın yüzeyinden içine kadar çözümü otomatik şekilde tek bir yoldan giderek yaptık. İki ayrı yoldan değil. Bulup geliştirdiğimiz yöntem buydu." "Uzaydaki dev bir toz ve gaz bulutunun, yıldız olabilmesi için içindeki nükleer sıcaklığın çok yükselmesi gerekiyor ki, nükleer enerji oluşabilsin. Bunun için bazı nükleer reaksiyonların geçmesi gerekiyor. En basit nükleer reaksiyonu hidrojen yapıyor. Bu sıcaklığı elde etmesi için, yıldızın ilk devreleri olan çökme dönemleriyle yavaş yavaş merkezdeki sıcaklığın yükselmesi sağlanmış oluyor. Bunun için yıldızın kütlesinin, belirli bir kütle boyutuna erişmiş olması gerekiyor ki, bu sıcaklığı verebilsin. Eğer yıldız kütlesi çökmesiyle bu sıcaklığı oluşturamıyorsa, nükleer reaksiyon başlayamaz. Böylece tam bir yıldız oluşumu gerçekleşmez. Burada benim özellikle ilgilendiğim sorun, 'küçük kütlelerin limiti ya da küçük yıldızlarda kütle limiti nedir' oldu. Bu problem üzerinde çalıştık, hangi kütledeki bir yıldız nükleer reaksiyonunu geçebilir. Yıldızı oluşturan gaz kütlesinin kimyasal elementine bağlı bir şey bu. Yıldızın içindeki hidrojen ve helyum gazının oranlarına göre bu limit değişiyor. Benim ilk çalışmam sadece hidrojen gazından oluşmuş yıldızlardı." Bu bilginin yıldız evrimindeki anlamını Dilhan Eryurt, yıldız olması için gerekli koşullar olarak belirtiyor. İşte NASA'ya geldiklerinde fitting yöntemiyle çalışırlarken Prof. Eryurt, programa devamlı yeni seçenekler katarak çalışıyor. Böylece fitting yöntemini geliştiriyor ve sonuçta yeni bir program ortaya çıkıyor. "O dönemin en mükemmel programıydı, ama sonra öğrencilerim, örneğin içine dönmeyi de katarak giderek geliştirdiler ve daha mükemmel hale geldi." Prof. Eryurt, Prof. Cameron ile birlikte Güneş'in evrimi üzerine de araştırmalar yapmış. O günlerde geçerli olan Güneş evrimi modeli artık giderek eleştirildiğinden, son kuramları ele alan yeni bir modelin oluşturulması gerekiyormuş. Yeni modelle sıcaklık, yoğunluk, ışınım ve Güneş ile gezegenler arasındaki etkileşimin incelenmesi de şartmış. Eski teoriyle, Güneş'in ilk oluşumunda daha soğuk olduğu ve yavaş yavaş bugünkü durumuna ulaştığı kabul ediliyordu. Güneş'in oluşumundan 4 milyar yıl sonraki bir zaman aralığında daha sönük bir yıldız olduğu ve yavaş yavaş parladığı, böylece bugünkü parlaklığını bulduğu sanılıyormuş. "Bizim çalışmalarımızın en önemli tarafı, Güneş'in ilk oluşumunda şimdikinden çok daha parlak olduğu ve yavaş sıcaklığının düştüğü ve sonra günümüzdeki duruma geldiği anlaşıldı. Bu mekanizmanın özel içeriğini de kısaca açıklamak gerekirse; Güneş'in önce parlak sonra azalan durumu, içindeki hidrojenin yanmasıyla ilgili... Hidrojen reaksiyonları başladıktan sonra yüzey sıcaklığı yavaş yavaş artıyor. Bilindiği gibi Güneş, günümüz itibarıyla sahip olduğu hidrojenin
Bilimde Bir Türk Kadını yarısını yakmış ve bugünkü yapısına ulaşmış vaziyette. Bu da diğer bir anlatımla ilk dönemine göre azalma demek. Daha açık bir deyişle tükenişe 4.5 milyar yıl daha var..." Bu yeni model halen geçerliliğini koruyor ve büyük ölçüde Dilhan Eryurt'un eseri. Böylece Prof. Eryurt Güneş'in evrimine ilişkin bilgilere önemli bir katkı yapmış oluyor. "Bu çalışmanın önemi ise şöyle açıklanabilir. Dünya, Güneş'in en parlak döneminde oluşmuşsa, bu gezegeni meydana getiren maddelerin on binlerce yıl ve binlerce derece sıcaklıkta kalmasıyla, Dünya'nın fiziksel ve kimyasal özelliklerine de doğrudan önemli bir etki yapmasıydı. Tabii aynı yöndeki bir etki, uydumuz Ay için de geçerliydi. O sıralarda yapılması tasarlanan Apollo Ay projesi nedeniyle, bu yüksek sıcaklık etkisi, Ay yolculuğuna çıkacak astronotların karşılaşacakları ortam nedeniyle önemliydi." Dilhan Eryurt, 1969 yılında NASA tarafından verilen Apollo Başarı Ödülü'nü alıyor. Daha sonra dünya çevresinde belli bir yörüngeye yerleştirilen ve içinde ilk insansız uzay araçlarının geliştirilmesinden sorumlu kurumlarda da görev yapıyor. Bir diğer başarı ödülünü de, 1977 yılında TÜBİTAK "Bilim Hizmet ve Teşvik Ödülü" olarak alıyor. Prof. Eryurt'un enstitüde yaptığı ve gülümseyerek anımsadığı bazı "özel" çalışmaları da olmuş. Bir gün Dr. Cameron kapıyı vurup özür dileyerek odasına girmiş ve "Dilhan" demiş, "annemi getirdim sana soracakları var." Dilhan Eryurt yaşlı bir hanımın evinden kalkıp bürosunun kapısına kadar gelmesine çok şaşırmış. "Onları evimde bir gün yemeğe davet etmiştim ve yaprak dolması yapmıştım. Çok beğenmişler ve ben de tarifini vermiştim, ama annesinin tarifte anlayamadığı iki yer varmış. İlki, yaprak parlak tarafı dışa gelecek biçimde sarılmalı demiştim, kadın bu parlağın ne olduğunu çıkartamamış onu soruyordu. Diğeri de tencere ateşe konunca dolmaların üzerine ayrıca bir küçük kapak konur, dağılmasınlar diye, tabii bu da anlaşılmamış. Odama geldiler ve ben hepsini anlattım, sorun çözüldü." Dilhan Eryurt tam anlamıyla "mucize" bir kadın. Çünkü 50 yıl öncesi bir yana, şimdi bile her türden "evrim" sözcüğü insanların tüylerini diken diken edebiliyor. Eryurt yaptığı işi "yıldızların evrimi" olarak nitelerken, yazarlar sürekli biçimde "yıldızların tarihi" sözcüğünü kullanıyorlar. Prof. Dr. Dilhan Eryurt 1973 yılında ODTÜ Fizik Bölümü'ne dönüyor ve burada Astrofizik Anabilim Dalı'nı kuruyor. 1988 yılında, önce ODTÜ Fizik Bölümü başkanlığı yapıyor, ardından Fen-Edebiyat Bölümü dekanlığını 5 yıl sürdürdükten sonra 1993'te emekli oluyor. Yazı ve Fotoğraflar: İrfan Unutmaz Kaynak: http://www.focusdergisi.com.tr/bilim_insanlari/so ylesiler/00462/
8 MART 2012
Şiddetin Suçsuz Esirleri Gülsara Alagöz Her 8 Mart Günü akla gelen ilk olgu, gazetelerde son zamanlarda sık işlenen konu, birbirine hiç yakışmayan ama bir o kadar da benimsenen iki sözcük, konunla azaltılmaya çalışılan suç ve nihayet internet sayfalarında yer alan yazıların altındaki anahtar kelime (!) "kadına şiddet". Gerçekte hiddetin sebebi olmayan ama şiddetin esiri olan kadının savunmasızlığıdır kalkan ele cesaret veren. Ne kör bir cesarettir ki karşısındakinin çaresiz bir kadın olduğunu unutturur. Çocuklarım var deyip susanlar, şans bulabilirse kaçanlar, Mor Çatı'ya sığınanlar, bazen dayanamayıp intihar edenler, bazen cinayete kurban gidenler... Onların eskilerden bugüne değişmeyen kaderlerinin tek sebebi kadın olmak mıdır? Şiddete maruz kalmak mıdır bu hayatta paylarına düşen, tablodaki dehşet görüntüsü olmak mıdır hak ettikleri? Günümüzde kadına şiddet olayları akıl almaz ölümlerle sonuçlanmakta. Her gün bir kadının eşi tarafından ya dövülerek öldürüldüğünü ya bıçaklandığını ya vurulduğunu ya da bunlar gibi birçok haberi okuyor, duyuyoruz. Bu haberleri "cık cık" deyip geçmek, izlerken veya kurken iç geçirmek ne yazık ki hiçbir şeyi değiştirmiyor. Aynı zamanda bu şiddet haberlerinin hepsinin aile içinde gerçekleşmesi de bir kadın için en güvenli yer olan ailesinin, yuvasının bile bir koruyuculuğunun kalmadığını gösteriyor. Bir anne, bir çocuk, kendi ailesiyle kendi evinde huzur içinde olamayacaksa toplum olarak nasıl huzur içinde olunabilir? Görünen o ki bizi biz yapan olguların da artık hiçbir değeri kalmamış. Halbuki kendi tarihimiz gösterir bizlere kadının başarı ve ilklerini. Bu durumda kadına şiddet aynı zamanda tarihe ihanet ve geleceğe zarar vermek anlamına da gelir. Kadın olarak yaşamanın zorluğunun yanı sıra bir de şiddetin zorluğuyla baş etmeye çalışan, bunlara birlikte ev işlerini yapmak ve çocuklarını büyütmek zorunda olan kadınların artık ne yazık ki eşlerinden korunmaları gerek. Kadını, 3. sayfadaki dehşet haberlerinden tutup, başarılarıyla süsledikleri manşet haberlerinde 1. sayfaya taşımak herkesin görevidir. Tüm bunların yanı sıra şiddet gösteren erkeklerin şunu da unutmaması gerekir ki kadın, sadece onların eşleri değil, aynı zamanda bir çocuğun annesi ve bir annenin evladıdır. İnsanlığa biraz daha zaman kazandırmak için kadınlara değer verilmeli ve şiddet önlenmelidir.
SAYFA 5
SAYI 2
Çocuk Gelinler
8 MART 2012
Kısa Kısa ve Uzunca • Van Kadın Derneği'nde (VAKAD) düzenlenen basın toplantısında, geçen yılın ilk 8 ayında meydana gelen kadına şiddet, boşanma, ayrılma, taciz, cinsel saldırı, intihar, ensest konularında bilgi verildi. Bu yılın ilk 8 ayında 22 kadının intihar ettiği ve bunların büyük bir kısmının henüz çok genç yaşta kadınlar olduğu ortaya çıktı. Sosyolog Aylin Çelik, derneğe şiddete maruz kaldığı için başvuru yapan her 5 kadından birinin ensest mağduru olduğunu da söyledi. • Diyarbakır Kadın doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi nin istatistiklerine göre , yapılan tüm uyarılara rağmen doğum yaşı 11 e düştü. Yılın ilk 10 ayında yaşları 11-17 arası değişen 415 kız çocuğu doğum yaptı. • Ağustos ayında Şanlıurfa da , hastaneye başvuran yaşları 14 ile 16 arasında değişen 3 kızın hamile olduğu ortaya çıktı. Doktorların şikayeti üzerine , hamile kızların birlikte yaşadığı kişiler gözaltına alındı. • Çorum , amasya , yozgat , Çankırı ve tokat gibi İç Anadolu kentlerinde evlenemeyen veya dul kalan erkekler , Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden çocuk yaştaki kız çocuklarını eş olarak “satın alıyor”. Kız çocukları , 1000 ile 5 bin lira arasında “satılıyor”. Bu yolla binlerce kız çocuğu evlendiriliyor. • Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yaptığı araştırmada, en çok şiddeti Orta Anadolu ve Kuzey Anadolu bölgesinde yaşayan kadınların gördüğü ortaya çıktı. En az şiddete ise Batı Marmara’da yaşayan kadınlar maruz kalıyor. • Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı uzmanı Mustafa Çadır, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün düzenlendiği “Kadına Şiddet” konulu konferansta, yaptığı araştırma sonuçlarıyla ilgili bilgi verdi. Kadına yönelik şiddetin “aile içinde psikolojik, fiziksel, ekonomik ve cinsel şiddet” olarak dörde ayrıldığını belirten Çadır, Türkiye’de her 5 kadından 2’sinin fiziksel şiddet gördüğünü belirtti. Çadır, fiziksel şiddeti de “itip kakmak, tartaklamak, tokatlamak, tekmelemek, kesici ve vurucu aletle bedene zarar vermek, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur kılmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel olmak” şeklinde sıraladı. • Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, televizyonlarda kadına şiddet içeren görüntülerin denetlenmesini istedi. Televizyonlarda sigara görüntülerine izin verilmediğini hatırlatan Bakan Günay, "Sigarayı denetleyen RTÜK'ün kanı, kadının boynuna dayanan bıçağı, sigarayı da denetlemenin yolunu bulması gerekiyor." dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkıları ile SETA tarafından yapılan 'Toplumun Kültür Politikaları ve Medyanın Kültürel Süreçlere Etki Algısı Araştırması'nın sunumunun ardından Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, RTÜK Başkanı Davut Dursun, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin araştırma ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Çocuk Gelinlerin İbretlik Hikayeleri Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği’nin 54 ildeki ‘Çocuk Gelinler’ araştırması, birbirinden trajik öyküleri ortaya çıkardı. İşte, 14 yaşındayken 70 yaşında adamla evlendirilen, oyun oynayacağı yaşta kocasından şiddet gören ‘Çocuk Gelinler’in ibretlik acıları... • “6’ncı sınıftayken bir arkadaşımız vardı, derslerinde gayet de başarılıydı. Birkaç hafta okula gelmedi. Yanına gittiğimizde parmağındaki yüzüğü gösterdi. Çok üzüldük. Kendisi de istemiyordu ama ailesi 10 bin TL karşılığı kızlarını 70 yaşındaki bir adama satmıştı. 14 yaşındaydı. Birkaç sene sonra ailesini gördüm, “Kızımız ilk doğumunda çok kan kaybetti şu an ölüm döşeğinde” dediler. Ailesi o kadar pişmandı ki, anlatamam. O durumdan kurtuldu. Geçen sene de babası sürekli aramasına rağmen kız bir türlü telefonu açmıyordu. Merak edip yanına gittiğinde kızını dövülmüş bir şekilde sokağın ortasında buldu. Adamın kızı burada, tekrar evlendirmek istiyor.” AĞRI
• “Bizimkiler sürekli ‘Mürüvvetini görelim, elimiz ayağımız tutarken düğün dernek yapalım, torun sevmek istiyoruz’ diyorlar. Herkes torununu kucağına almak ister; ama kimse bana sormuyor, ben istiyor muyum diye? Daha çocuğum benden gelin olur mu, anne olur mu? (Lise öğrencisi bir kız)” AFYONKARAHİSAR • “14 yaşındayken babam beni kardeşinin çocuğuyla nişanladı. Ameliyata giriyordu, ‘Ölür kalırsam kız size emanet’ demiş. Onlar da geldiler istediler. Ama ben okumak istiyordum. Üniversite sınavlarına girdim, kazandığımı evlendiğim gün öğrendim. 17 yaşındaydım. Evlendikten sonra eşimin ailesi başımı kapatmaya çalıştı. Alışık değildim ama mecbur kaldım.”KIRIKKALE • “13 yaşında herkes okula giderken ben de 30 yaşında bir adamla evlendirildim. Hiç görmedim, hiç tanımadım. Sadece babamın arkadaşının oğlu olduğu için beni evlendirdiler. Git-
SAYFA 6
tiğim şahsı gördüğüm zaman sanki benim babam. Hiçbir gün onun yanına yaklaşamıyordum. Gece olduğu zaman çok korkuyordum, odasına bile giremiyordum. Her zaman baba gözüyle baktım ona. Hala da o psikolojiyi atamıyorum üzerimden.”VAN “Babam öldüğünde 14 yaşındaydım. Amcalarım 2 • bin 500 TL başlık parası karşılığı hiç görmediğim bir kişi ile evlendirdiler. Kocam öldü, 6 çocukla ortada kaldım. Bize Kaymakamlık ve hayırseverler baktı. Onlar da daha sonra ellerini çekti. Mecburen çareyi kuma olarak başkasıyla evlenmekte buldum.”HAKKARİ • “17 yaşında evlendim. Genç kızlara bakar özenirdim. Sokakta mahallenin genç kızları toplanmış oyun oynuyorlar. Balkondan izliyorum. Kızım 3 yaşındaydı. Eşim oyun oynayanlara nasıl baktığımı görmüş, ‘Oynamak ister misin’ dedi. O kızımıza baktı. Ben gittim oynadım, eve geldim.”AMASYA • “16 yaşında evlendim. Evde sessiz film oynanıyordu. Çocuğumuz da olmadı. Cenaze evi gibi çıt çıkmıyordu. Öyle susarak 20 yıl geçirdik. Halen de yabancı gibiyiz.”İZMİR • “15 yaşında evlendim. Erkeklerin önünde ayağa kalkıldığını bilmiyordum. Bilmediğim için ilk tokadımı yedim. 16 yaşındayken oğlumu kucağıma aldım, 23 yaşındaydım eşim vefat etti.”DİYARBAKIR “Ablam ve kuzenim berdel edildi. 2’si de iste• meyerek gelin gitti. Ama daha kuzenimi ağabeyime getiremedik. Çünkü ağabeyim başka birini seviyor. Çok üzülüyor ama kabul etmekten başka bir çaresi yok.”ŞIRNAK • “10 yaşında gelin gittim Gaziantep’e. Fırına giderken çocuklar beni kovalar, ‘küçük gelin’ diye bağırırlardı. Kaynanam beni döverdi. Ekmek vermezdi. Ekmek yaparken karnıma bıçak soktu. Sonra kapıyı kilitleyip çıktı.”MERSİN Kaynak : http://www.internethaber.com/cocuk-gelinlerin-ibr etlik-hikayeleri-foto-galerisi-19235-p8.htm#ixzz1m hCoHl1J “Kısa Kısa” Kaynaklar: www.sondakikahaberleri.info.tr www.internethaber.com www.haberturk.com
SAYI 2
Dizilerde Kadınlar
8 MART 2012
Kuzey Güney’in ‘Mağdur’ Erkekleri Orhan Tekelioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi
'Kuzey Güney'in asıl izleyicileri kendilerini 'mağdur' sanan erkekler olabilir ama, o dünyanın asıl ezilenleri, dizide anlatılanın tersine, bizatihi kadınlar! Gösterime girdiği andan itibaren ‘Kuzey Güney’in muhtemel izleyici profiline dair ilginç bir öngörü de gündeme geldi: Kıvanç Tatlıtuğ’un “ekran cazibesi” nedeniyle bu dizinin asıl fanatikleri öncelikle genç kızlar ve kadınlar olmalıydı. Bu duruma işaret eden yazımda (6 Kasım 2011, Radikal İki) belirttiğim gibi, söylentilere göre şehrin görece zengin semtlerindeki bazı genç kızlarımız dizinin gösterildiği akşamlarda ekran başında toplanıp “Kıvanç Partileri” düzenler, daha sonra da kendilerini sokaklarara vurup “haydi eller havaya!” eğlenceye giderlermiş. ‘Ezel’ için de, fanatiklerinin çoğunun kadın olduğu söyleniyordu zamanında, gerek ‘Ezel’deki Kenan’ın, gerekse Kuzey’i canlandıran Kıvanç’ın “ekran cazibesi” ilk bakışta iddiaların haklı olduğunu düşündürüyordu. Yine de, her iki dizinin anlatısına yakından bakınca durumun pek de öyle olamayacağı, her iki dizinin de aslında “mağdur erkek anlatıları” olduğu kolayca fark ediliyor. Bu yıl futbol ligindeki yeni maç düzeninden ötürü hemen her akşam bir lig ya da Avrupa kupası maçı dizinin gösterildiği akşama (Çarşamba) rastladığından bu durumu, dolaylı bir yöntemle, reytingler üstünden yakalamak mümkün hale geldi.Futbol maçlarının esas izleyici profili erkekler olduğuna göre, bu akşamlarda dizi reyting kaybına uğramalıydı. Halbuki, önemli maçların olduğu akşamlarda, ‘Kuzey Güney’in izlenme oranlarında “anlamlı” denebilecek bir azalma olmuyor. Demek ki, bu dizinin “gizli” muhipleri arasında erkekler önemli bir yer tutuyor. KALIP YARGILAR Yukarıda da değindiğim gibi, dizinin anlatısına yakından bakınca toplumsal cinsiyet bağlamında açık bir “tarafgirlik” takınıldığı, senaryo yazımında neredeyse tüm erkeklerin “mağdur” olarak resmedildiği, kadın karakterlerin ise arkadan iş çeviren, kolayca yalan söyleyen entrikacılar olarak hikaye edildiğini görüyorsunuz. Dizide tabii ki kötü erkekler
(Kuzey’in belalısı Ferhat gibi) var ama bu karakterlerin kötülüğüne sadece dizinin “masum” erkekleri maruz kalıyor. Öte yandan, kadınlar tarafından yapılan kötülüklerin haddi hesabı yok: Kolayca yalan söyleyebiliyor, gerektiğinde etraflarındakileri kışkırtabiliyor, onlara düşkün erkeklerle fareyle oynar gibi oynayabiliyor, ağlarına düşürmek istedikleri içinse cinselliklerini kullanmaktan geri durmuyorlar. Özetle, geleneksel kültürün erkekler ve kadınlar üstüne söylediği ne kadar “kalıp-yargı” varsa, bu dizide yeniden üretiliyor. Durumu örneklemek için Kuzey’in abus suretli, haşin babasından başlayabiliriz. Sami Bey, dizinin başlarında birçok izleyici tarafından kolayca nefret edilecek biri olarak öne çıkmış, bir türlü çocuklarını sevemeyen (ya da sevgisini gösteremeyen), hayata karşı memnuniyetsiz, karısına karşı kaba, hatta kolayca el kaldırabilen, ağzı bozuk, lanet biri olarak resmedilmişti. Fakat ilginçtir, dizi ilerledikçe bu sevimsiz adamın aslında “mağdur” oğlunu (Kuzey’i) içten içe seven, evlatları arasında ayrım yapan karısına karşı çıkan, hayta oğlunu kollayan bir baba olduğunu öğrendik. Öte yandan, dizinin iki berbat annesinden (diğeri Cemre’nin annesi Gülten) biri olan Handan’ın sadece evlatları arasında ayrım yapmadığını, aynı zamanda kocasından nefret eden, desteklediği oğlu Güney sayesinde ileride evden ayrılmak için gün sayan, içten pazarlıklı biri olduğunu da fark ediyoruz. ŞEYTAN KADINLAR Dizinin “anneleri”, erkeklerden alenen nefret ederler. Bu nedenle, Güney’in eski sevgilisi Cemre’nin annesi Gülten deTV tarihinin en korkunç kadın tiplemelerinden biri olarak hikaye edilir. Kızının hayatına ortak olan, her şeyine karışan, kendisine aşık olan erkekle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan, fırsat bulduğu her durumda dedikodu yaparak ortalığı bulandıran ve kızı sayesinde “sınıf atlamak” için yanıp tutuşan bir baş belası. Kızı Cemre ise ezik, hayatın sillesini yedikçe sinmiş, içi hınçla dolsa da zengin rakibesinin (Banu) işyerinde çalışmak zorunda kalan “yaralı” ve “eksikli” bir karakter. Güney’i Cemre’nin elinden koparıp alan Banu ise tam tersine doğuştan şanslıdır, zengindir,
SAYFA 7
entrikacıdır. Üstelik hakiki bir sarışın olduğundan, asla tam anlamıyla benimsenemeyecek türden içimizdeki “ecnebidir”. Tabii ki dizinin en kötü kadını Kuzey’i ele geçirmek için her türlü dolabı çeviren, sevgili olmak için ilk geceden yatan, evlenmeye mecbur bırakmak için hamile kalan, çocuğu aldırmasına rağmen söylemeyen, Kuzey’in başkasını sevdiğini fark ettiği anda sahte bir “intihar” tezgâhlayan, ona karşı tavır alan kaynanaya karşı kayınpederini kışkırtan, kötülükler kumkuması Simay’dır. Gerektiğinde safı oynayan, gerektiğindeyse tehditler yağdırabilen bu fettan kadın prototipi için geleneksel kültürün “şeytan-kadın” kurgusundan esinlenildiği aşikâr. ASIL EZILEN KIM? Bu, ürkütücü kadın modelleri çerçevesinde, dizinin erkek izleyicisinin de kimler olduğu, diziyi neden izledikleri anlaşılır olmaya başlıyor. Çoğunlukla alt-orta gelir grubuna mensup, mütevazı mahallelerin (şehrin çevresiyle merkezi arasındaki semtler) çocuklarını temsil ediyor Kuzey. Üniversite okuyamamış, zengin olmaya can atsa da bunun mümkün olamayacağını bilen, belirli bir yaşa gelince evlenip çoluk çocuğa karışmaktan öte bir mutluluk beklentisi olmayan, geleneksel ile modern arasında sıkışmış kalmış genç erkekler. Bu dizinin kadınları, bu erkeklerin kafasında kadınlara dair ne kadar hurafe varsa hepsini yeniden ürettiğinden, içlerindeki korkuları da alevlendiriyor, canlı tutuyor. Kadın modelleri açısından o kadar korkunç bir coğrafya ki bu, dizinin tek “iyi” kadını olan Zeynep, gökten zembille inmiş misali, yurtdışından getirilerek dizinin hikayesine eklendi. Kuzey, aşık olurken, Zeynep’e değil, onda bulabileceğine inandığı bir mutluluk projeksiyonuna aşık oldu. Bir başka geleneksel kültür mitosu: Ben bir meleğe aşık oldum! Kuzey’in asıl izleyicileri kendilerini “mağdur” sanan erkekler olabilir ama, o dünyanın asıl ezilenleri, dizide anlatılanların tersine, bizatihi kadınlar! Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType= RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1075793&Ca tegoryID=42
SAYI 2
Toplum, Dizilerde Kadınların Cinsel Obje Olarak Sunulmasından Şikayetçi 'Toplumun Kültür Politikaları ve Medyanın Kültürel Süreçlere Etki Algısı Araştırması'na göre, katılımcıların yüzde 78,9'u televizyon dizilerinin kadınları reyting amacıyla cinsel obje olarak sunduğunu düşünüyor.
Dizilerde Kadınlar
Araştırma sonuçlarına göre, ankete katılanların yüzde 6,8'i televizyon izlemezken, günde 02 saat televizyon izleyenlerin oranı yüzde 39,2, 24 saat televizyon izleyenlerin oranı yüzde 27,4. Toplam 4 saatten fazla televizyon izleyenlerin oranı ise yüzde 26,5. Katılımcıların yüzde 48,6'sı internete girmezken, yüzde 24,2'si günde ortalama 02 saat, yüzde 10,7'si 24 saat, yüzde 16,6'sı ise 4 saatten fazla internete giriyor. Görüşülen kişilerin yüzde 38,8'i gazete okumazken, yüzde 50,6'sı günde 01 saat, yüzde 7.7'si günde 1-2 saat, yüzde 2.7'si günde 2 saatten fazla gazete okuduğunu belirtti. Soruları cevaplandıranların yüzde 3,3'ü televizyonu eğitim amacıyla seyrediyor. Yüzde 23,7'si eğlence, yüzde 29,4'ü haber-bilgilenme amacıyla izlediğini kaydediyor. Yüzde 43,6'sı ise hepsi şeklinde yanıt verdi. Araştırmaya katılanların yüzde 57,1'i Türkiye'de kültürel değerlerin oluşmasına en büyük katkıyı eğitimin yaptığını belirtirken, yüzde 19,8'i medyanın, yüzde 13'ü dinin, yüzde 7,3'ü tarihin, yüzde 1,8'i coğrafyanın katkı yaptığını ifade etti. KATILIMCILARIN YÜZDE 56'SI MEDYANIN KÜLTÜREL DEĞERLERE SAYGILI YAYIN YAPMADIĞI GÖRÜŞÜNDE Katılımcıların yüzde 32,2'si Türkiye'de medyanın genel olarak toplumun kültürel değerlerine saygılı yayın yaptığı görüşünü savunurken, yüzde 56,8'i tersini düşünüyor. Yüzde 74,4'ü Türkiye'de medyanın kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleri çarpıtan bir yayıncılık yaptığı görüşüne sahip. Yüzde 15,4'ü Türkiye'de medyanın evrensel yayıncılık ilkeleri doğrultusunda olabildiğince güvenilir yayın yaptığını belirtiyor. Ankete katılanların yüzde 34,2'si televizyon programlarının Türkiye toplumunu oluşturan farklı dini, etnik ve sınıfsal grupları eşit ve tarafsızca yansıttığı görüşünde, yüzde 53,7'si yansıtmadığını düşünüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkıları ile SETA tarafından 'Toplumun Kültür Politikaları ve Medyanın Kültürel Süreçlere Etki Algısı Araştırması' yapıldı. Toplam 2 bin 727 kişi ile yüz yüze görüşülerek yapılan anket çalışmasının sonuçları, düzenlenen basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. Toplantıya Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Aile ve Sosyal Araştırmalar Bakanı Fatma Şahin, RTÜK Başkanı Davut Dursun, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ve çok sayıda davetli katıldı. Araştırma sunumunu proje koordinatörü Prof. Dr. Talip Küçükcan yaptı.
8 MART 2012 DİZİLERDE KADINLARIN REYTİNG AMACIYLA CİNSEL OBJE OLARAK SUNULDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR Soruları cevaplandıranların yüzde 78,9'u televizyon dizilerinin kadınları reyting amacıyla çoğunlukla cinsel obje olarak sundukları fikrindeler. Katılımcıların yüzde 13,7'si bu görüşü paylaşmıyor. Ankete katılanların yüzde 76,2'si televizyon dizileri ve magazin programlarının Türkiye'de boşanma oranlarının artmasında etkili olabileceğini düşünüyor. Katılımcıların yüzde 86,5'i bazı televizyon dizileri ve programlarının çocuk ve gençleri şiddet kullanmaya teşvik etmekte olduğu fikrine katılıyor. Erkeklerin yüzde 83,1'i, kadınların yüzde 82'si tarihi olay ve kişilerin konu edildiği dizi ve programlarda tarihi gerçeklere bağlı kalınması gerektiğini düşünüyor. Araştırmaya katılanların yüzde 33,2'si televizyon programlarındaki cinsel içerikli görüntü ve konuşmaların sınırlanmasını basın özgürlüğüne aykırı bulurken yüzde 53,4'ü aykırı bulmuyor. TRT'nin başta Kürtçe ve Arapça olmak üzere farklı dillerde yayın yapan kanallar açmasını 'kültürel zenginlik açısından destekliyorum' diyenlerin oranı yüzde 56,3 iken, desteklemiyorum diyenlerin oranı yüzde 34,5. 'Özel televizyonlarda aşağıdaki programların yayınlarını nasıl buluyorsunuz?' sorusuna cevap veren katılımcıların yüzde 60'ı Türkiye'nin dini değerlerini yansıtan programları yetersiz bulduğunu belirtti. Kaynak:http://www.sondakika.com/haber-toplumdizilerde-kadinlarin-cinsel-obje-olarak-3154892/
YERLİ DİZİLER ÇOCUKLARIN RUH SAĞLIĞI AÇISINDAN SAKINCALI BULUNUYOR Görüşülen kişilerin yüzde 78,2'si yerli dizilerin çoğunu, konu ve görsel içerik olarak çocukların ruh sağlığı açısından sakıncalı bulduklarını kaydederken, yüzde 16'sı yerli dizilerin çoğunun konu ve görsel içerik olarak çocukların ruh sağlığı açısından sakıncalı bulmadıklarını belirtti. Yüzde 68,9'u televizyonlardaki dizi ve magazin programlarının çocuk ve gençleri genelde kültürel değerlere yabancılaştırdığı düşüncesinde. İllüstrasyon: Simge Yavuz Ara sayfalardaki ünlü fotorafları: Ümit Karalar, Şiddete Hayır Sergisi
Türkiye’nin en büyük tıp öğrenci topluluğu olan TurkMSIC (Turkish Medical Students’ International Committee – Türk Tıp Öğrencileri Uluslararası Komitesi) ülkemizdeki tıp öğrencileri arasında oluşturulmuş ve onları bir araya getiren bağımsız, siyasi olmayan, kar amacı gütmeyen en köklü kuruluştur. Sağlığın sosyal boyutunun farkında olan TurkMSIC, tıp öğrencileri ve doktorların yanı sıra diğer öğrenci ve gençlik topluluklarıyla ve sivil toplum kuruluşlarıyla da ortak projeler yürütmektedir. TurkMSIC’in organizasyon şeması diğer öğrenci topluluklarına da örnek olmaya başlamış, farklı bölüm ve meslekten birçok gençlik hareketine önderlik eder olmuştur. İnsan Hakları Ve Barış Alt Komitesi Standing Committee On Human Rights And Peace (SCORP) Geleceğin sağlık çalışanları olacak tıp fakültesi öğrencilerinin, küresel bir bakış açısıyla, sağlıkta eşitlik, insan hakları ihlallerinin ve çatışmaların önlenmesi için bilgi, beceri ve tutum sahibi olmalarını sağlayarak, yoksullar, göçmenler, mülteciler ve insan hakları konusunda savunmasız insanlar gibi sağlık hakkı ihlallerine uğrayan insanların sağlık durumlarının düzeltilmesi ve güçlendirilmesi için çalışabilmesine imkan sağlar. Üreme Sağlığı ve HIV/AIDS Alt Komitesi Standing Committee on Reproductive Health Including AIDS (SCORA) Hedefi ulusal ve uluslararası düzeyde üreme sağlığı ve AIDS konusundaki aktiviteleri koordine ve teşvik etmek; onları destekleme ve geliştirmektir. Aktivitelere, eğitimsel, toplum temelli kampanyalar, AIDS ve üreme sağlığı hakkında koruyucu kampanyalar dahildir. SCORA; UNFPA, UNAIDS, UNICEF, WHO, IPPF, FHI ve çalışmalarında AIDS/HIV dahil üreme sağlığı üzerinde yoğunlaşan diğer kuruluşlarla sıkı ortak çalışmalar içerisindedir.
Tasarım: Damla Yağmur
SAYFA 8