Enstitü Dergisi - Kasım 2009

Page 1

TÜRK DEMOKRASİ VAKFI, TDV İKTİSADİ İŞLETMESİ ÜCRETSİZ AYLIK ULUSAL YAYINIDIR. SAHİBİ TÜRK DEMOKRASİ VAKFI ADINA YÖNETİM KURULU BAŞKANI

ÖMER LÜTFÜ AVŞAR SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ TÜRK DEMOKRASİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ

MURAT ŞENGÜL GENEL YAYIN YÖNETMENİ & EDİTÖR BALİA BAYKAL DOSYA İÇERİĞİNE KATKIDA BULUNANLAR İNGİLİZCE SAYFA SORUMLUSU TARAFINIZDAN İLETİLECEK FUNDA ERDEM YAPIM Ar Ar-Ge Medya Yayın Org. Reklam iht.Tic. Ltd.Şti www.armedya.com.tr Tel: 0 312 236 64 47 AR-MEDYA SANAT YÖNETİMİ, GRAFİK TASARIM&GÖRSEL TASARIM BERK YAĞCIOĞLU arrnedya@Qrmedya.com.tr

BASIM

SETMA REKLAM ATB İş Mrk. I Blok No: 247 Macunköy - ANKARA Tel: 0 312 397 24 30 TÜRK DEMOKRASİ VAKFI Ahmet Rasim Sok. No: 27 Çankaya 06550 ANKARA Tel: 0 312 438 67 44 (pbx) Faks: 0 312 440 91 06 E-mail: vakıf@demokrasivakfi.org.tr www.demokrasivakfi.org.tr Enstiti dergisinde yayımlanan yazılar, içerdikleri bilgiler ve yaptıkları değerlendirmeler bakımından yalnızca yazarlarını bağlar. “Enstütü dergisi”inde yazılan yazılar kaynak gösterilmeden hiçbir şekilde izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz.

editörden editörden İ

lk sayımızda insanlığın, 2500 yıldır tartışa geldiği bir kavram“demokrasi” üzerine ilişkilerimizi devlet ve toplum düzeyinde sorgularken, telaş ve heyecanı da beraberinde yaşıyoruz. Demokrasilerin ortak yönü halka dayanması olup tanım tartışması ise hala süre gelmektedir.

Yarınlara bugünlerden daha iyi bir Demokrasi için her sayı; katılımcı sivil toplum kuruluşlar, bilimsel perspektifi ile akademisyenler, Dünya ülkelerinin bağımsızlık kurumu olan parlamento ve parlamenterler, ilgili diğer kurum ve yöneticiler ile “enstitü” dergisindeyiz. Dosya konumuza Sn Doç.Dr. Ercan Haytoğlıp’ın “Türk Tarihinde Demokratik Hareketlerin Gelişimi” yazısı , Sn Prof.Dr. Halil Çivi’nin “Toplumsal Kurumlar ve Politika Kurumun Ekonomi Politikasına Etkileri” yazısı , Sn Dr. Hüseyin Toros’un “Demokrasi İnsan Hakları İçin Yeterli mi? ” yazısı , Sn Prof.Dr. Ahmet İnam’ın Cumhuriyet dediğimiz yönetim biçiminin ülkemiz için bir atılım, var olma çabası olduğu “Cumhuriyetin Eğitim Felsefesine Doğru” yazısı, Sn Bülent Karadeniz’in “Türkiye’de Düşünce Üretimi” yazısı, Sn Aziz Aydın’ın “Türkiye’de Sivil Toplum ve STK’ların Gelişimi” yazısı, Sn Ali Arif Aktürk’ün “Demokrasi Görülebilirlik Şeffaflık Kamu Hizmeti ve Enerji Sektörü” yazısı, ile Tarih bölümü içersinde ise Sn Av. Hayriye Anıl Şen’in, “Demokratikleşme Sürecinde Toplumun Geleneksel Yargılarını Kıran Demokrasi Öncüsü Satı Kadın” yazısı ve uluslararası bölümde ise Sn Hasan Kanbolat’ın “ Türkiye-Azerbaycan İlişkileri Slogan Kardeşliğinden, Starejik Ortaklığa” yazısına yer verdik. Demokrasimizin en önemli kurumu ve bağımsızlığın sembolü TBMM’in çalışmalarını ve Dünya Parlamenter sistem üzerine söyleyişi Sn Başkan Mehmet Ali Şahin ile gerçekleştirdik. Dünya Parlamentosundan Azeri Halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini ve Azerbaycan Parlamentosunu tanıttık. İl Belediye Başkanları ile yerel yönetimler üzerine söyleyişilerin konukları ise; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sn Aziz Kocaoğlu ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Sn Dr. Asım Güzelbey oldu. Söyleyişiyi yerel yönetimler, sorunları ve çözüme yönelik çalışmaları üzerine gerçekleştirdik. İl Genel İdaresi bölümün konuğu ise Sn Vali Mehmet Celalettin Lekesiz. Hatay ilinin sosyo- kültürel ve ekonomik yapısını “Enstitü” için değerlendirdi. Toplumun değişen yüzü Posof ilçesinin tek muhtarı Sn Emine Vefa ile çalışmaları ve yönetimler üzerine gerçekleştirdik. Mekan Tanıtım Bölümünü Atatürk’ün İstanbul’da zaman zaman konakladığı daha sonra odası müzeye dönüştürülen Pera Palas Oteline ayırdık. Her sayı içersinde yer almasını düşündüğümüz Sivil Toplum Kuruluşları içerisinde bu sayıyı uluslararası başarılar ile adından söz ettiren “Ankara Kültür Sanat Gençlik Kulübü” tanıtımına ayırdık. Türk Demokrasi Vakfı’nın Ülkemizde, “Demokrasi Kültürünün” gelişmesi çabasında, yayın hayatına kazandırdığı “enstitü” dergisinin, haklı gurur ve heyecanını hep birlikte yaşamaktayız.


ben’den... ben’den... Devlet Yönetiminin kudreti, aşağıdaki unsurların hepsinin ve birlikte güçlü olmasına bağlıdır; - Ekonomi. - Kültür. - Siyaset. - Güvenlik. Yönetim ne adla belirlenmiş olursa olsun; tebaasının bu unsurlardan nasıl bir disiplin içinde faydalanmasını istiyorsa kendini o yönde şekillendirir; Krallar, Aristokratlar, Demokratlar … Yönetim sübjektif kriterlerle belirleniyor ise Kralın, Aristokratın veya Demokratın iyi niyetli, ülkesini, halkını seviyor olması “şans”. Kral yüreği sevgi ve adalet dolu biriyse her hakkı eşit dağıtıp, demokrat bir kral olabilir. Bir kral çıkar Krallık yozlaşır Tiranlık olur, Aristokratlar halkı unutur Aristokrasi Oligarşi olur, sistem çürür, kavramlar karışır Demokrasi yozlaşır Demagoji olur… Cumhuriyet ise medenidir, olabildiğince ve sürekli yenilenmeye müsait iç dinamizmi sayesinde objektif kriterler ile her hakkın eşit dağıtılmasını arzu eder, olmazsa olmazı ile Yönetimi üçe böler, fakat hepsi birbirine eşit ve biri diğerinden üstün olmamak koşulu ile; Yasama-Yürütme-Yargı. Cumhuriyet’in adaleti Toplum Sözleşmesinde – Anayasa – yer alır, şeklidir ve her birey için adil olmaz, o sadece halkının bütünü için adil olanı belirler. Adil Adaleti Demokrasi icra etmeyi amaç edinecektir, ancak Demokrasi; Ekonomisi, Kültürü, Siyaseti ve Güvenliği ne kadar güçlü ve diğer ülkeler ile rekabeti ne kadar üstünse o kadar adil olur. Demokrasi zayıfladıkça Cumhuriyetin adaleti de o kadar zayıflar. Ekonomimizi, Kültürümüzü, Siyasetimizi ve Güvenliğimizi ne kadar güçlendirir, beraberinde şeffaflaştırır, içeriklerindeki temel kavramları objektif kriterlerle tanımlarsak, Cumhuriyetimizde, Demokrasimizde o kadar kudretli ve adil olur.

Müzakere etmek yerine; - “her hukuka uygun olan adil değildir” der, Yasamayı terk eder kendi sübjektif algılamamızla kanun yorumlar, - “sokakta adalet talep eder” Yargıyı terk edip kendi sübjektif algılamamızla hüküm verirsek, nihayetinde de kendi kanunumuzla verdiğimiz hükmü uygular ve yürütmenin yerine geçeriz. Objektif temel kavramların müzakere edilmeden içlerinin yeniden doldurulması, güncel istem ve çıkarların birbirini yenişmesini sağlar ki bu durum, Cumhuriyetin olma nedeni Demokrasinin kalitesini ortadan kaldırıp, demagoji ile kaosa/anarşiye neden olur. Türk Demokrasi Vakfı 20 Şubat 1987 tarihinde kurulduğundan beri amacı; Demokrasiyi Demagoji sürecinden korumaya çalışarak, insani erdemlerin dayanağı temel hak ve hürriyetlerin, ekonomik, kültürel ve siyasi ileriliğin, gelişmiş bir güvenlik korumasıyla istikrarlı bir demokrasiyi yaratacağı inancına katkı ve demokrasi öğelerine katılımı, müzakere ve münazarayı yaşam şekli haline getirmiş bir kültür yaratmaya çalışmak, fiil, düşünce ve ideallerin, iletişim ve uzlaşma arayışında olunmasını temel kabul ederek, bütün insanlık için ortak uzlaşı ortamının, haklara saygı ilkesi ile uygulanmasını sağlarken, insanlığın sürekli gelişim içinde olduğu vurgusu ile ülkemizi uluslararası alanda da temsil etmek olmuştur. Türk Demokrasi Vakfı bünyesinde kurulan ve faaliyet gösteren “Demokrasi Enstitüsü”, Demokrasiye katılım arzusunu artırarak, Cumhuriyetimizin demokrasi anlayışının ve Toplum sözleşmemizin temel kavramlarının objektif kriterlerle ve bilimsel perspektifte algılanması, gelişmesi için “Enstitü” isimli bu dergiyi her ayın son haftası sizlerle ve sizlerin katılımı ile paylaşacaktır. Üç aydır çalışmaları süren ilk sayısı Cumhuriyetimizin 86. yıl kutlamaları ile yayımlanacak olan “Enstitü”, Cumhuriyetimizin kuruluş öncesi ve ilanından itibaren temel iradesinin ideal bir demokrasinin yaratılması olduğunu gösterdiği hedeflerle de ispatlayan Atatürk’e armağan olsun. Türk Demokrasi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Lütfü Avşar


içindekiler içindekiler

DOSYA

AKADEMİ

66

20

28

34

TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM VE STK’LARIN GELİŞİMİ Aziz AYDIN

58

92

Türkiye-Azerbaycan İlişkileri: Slogan Kardeşliğinden, Stratejik Ortaklığa Hasan Kanbolat ORSAM Başkanı

DÜNYADAN

92

Azerbaycan Parlamentosu 58

TANITIM STK (SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI)

70

98

ANKİRA

KİTAP

106

TDV YAYINLARI

MEKAN

108

PERA PALAS 86

DEMOKRASİ İNSAN HAKLARI İÇİN YETERLİ Mİ?

TOPLUM

78

Posof’un Yeni Yüzü EMİNE VEFA Posof Muhtarı

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

DEMOKRASI, ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK, ŞEFFAFLIK, KAMU HİZMETİ VE ENERJİ SEKTÖRÜ Ali Arif AKTÜRK Türk Demokrasi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi

İNSAN HAKLARI

62

İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI Sn. AZİZ KOCAOĞLU

YEREL YÖNETİMLER

TÜRKİYE’DE DÜŞÜNCE ÜRETİMİ Bülent KARADENİZ Stratejik Araştırmalar Merkezi Daire Başkanı

SEKTÖR

46

GAZİANTEP BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI Sn. DR. ASIM GÜZELBEY

TARİHİMİZDE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN GELENEKSEL YARGILARINI KIRAN DEMOKRASİ ÖNCÜSÜ: SATI KADIN Av. Hayriye Anıl ŞAN

DÜŞÜNCE

İL GENEL YÖNETİM

YEREL YÖNETİMLER

CUMHURİYETİN EĞİTİM FELSEFESİNE DOĞRU Prof DR.Ahmet İNAM 0DTÜ Felsefe Bölümü

TARİH

38

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI SAYIN MEHMET ALİ ŞAHİN

YEREL YÖNETİMLER

TOPLUMSAL KURUMLAR ve POLİTİKA KURUMUNUN EKONOMİ POLİTİKASINA ETKİLERİ Prof. Dr. Halil ÇİVİ Adnan Menderes Üni. İkt. İd. Bil.Fak İktisat Böl. Bşk.

FELSEFE

TBMM

HATAY VALİSİ Sn. MEHMET CELALETTİN LEKESİZ

TÜRK TARİHİNDE DEMOKRATİK HAREKETLERİN GELİŞİMİ Prof. Dr. Ercan HAYTOĞLIP Pamukkale Üni. Fen Edeb. Fak. Tarih Böl. Dekan Yrd.

EKONOMİ

SÖYLEŞİ

ETKİNLİK KÜLTÜR SANAT

82

38

KÜLTÜR SANAT ETKİNLİKLERİ

STK SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ETKİNLİKLERİ

46


TÜRK TARİHİNDE DEMOKRATİK HAREKETLERİN GELİŞİMİ THE DEVELOPMENT OF DEMOCRACY İN TURKISH HISTORY Prof. Dr. Ercan HAYTOĞLIP Pamukkale Üni. Fen Edeb. Fak. Tarih Böl. Dekan Yrd.

ÖZET

T

6

ABSTRACT

I

ürk tarihinde demokratikleşme hareketleri 19.YY’in başlarında başlamıştır. III.Selim ve II.Mahmut dönemleri ilk adımların atıldığı dönemlerdir. Abdülmecit döneminde çıkarılan ıslahat fermanları bu yolda atılmış önemli adımlardır. Sultan Abdülaziz dönemindeki “Yeni Osmanlılar” hareketi ilk kez tabandan gelen bir harekettir. V.Murat’tan sonra tahta geçen II.Abdülhamit I.Meşrutiyeti ilan etmiştir. II.Abdülhamit’in şahsi yönetim döneminden sonra II.Meşrutiyetin ilanı ile ilk kez bugünkü anlamda bir siyasi parti dönemi başlamıştır. Bu dönem 1908-1913 yılları arasında çok partili, 1913-1918 yılları arasında İttihat ve Terakki Partisinin tek partili hayat dönemi olmuştur. Mondros Mütarekesi sonrası siyasi hareketlenme yeniden artış göstermiştir. Mütareke sonrası Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti hareketi dikkat çekmektedir. İstanbul’un işgal edilmesiyle T.B.M.M. kurulmuştur. Milli Mücadele sonrası ilk olarak 1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1930 yılında da Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Atatürk döneminde çok partili siyasi hayat süreklilik kazanmamıştır.

n the Turkish history the movements of democracy have begun at the beginning of the nineteenth century. The fırst attempts for these movements have started during the reigns of Selim III and Mahmut II. The revolutionaryorders (ferman) made during the reign of Sultan Abdülmecit ar e the important attempts to reach that goal. The movement of “The New Ottamans” during the reign of Abdülaziz, has been the fırst movement of the lower class of the society. Abdülhamit II, who has succeeded to the throne after Murat V. Has announced the constitutional monarchy.

Anahtar Kelimeler: Demokrasisi

Hukuk Cemiyeti have attracted the attention. After the occupation of istanbul, The Great National Assembly ofTurkey has beenfounded. After the national struggle, for the fırst time in 1924 “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”, in 1930 “Serbest Cum-

huriyet Fırkası” have been founded. During the er a of Atatürk, political life with multy-party hasn’t obtained continuity. Key JVords: Democracy, Turkish Democracy

A- Osmanlı Devleti Zamanında Demokratik Hareketler Türkiye’de çok partili siyasî hayatı değerlendirebilmek için, dünyada gerçekleşen siyasî gelişmeleri bilmek ve anlamak gerekir. Türk II.Mahmut’un siyasî hayatındaki yenilik demokratik gelişme çabaları yeterli çabalarının kökeningörülmediğinden, de, Fransız İhtilali’nin bu hususta getirdiği yeni fikirler Avrupa’daki bulunmaktadır. Frangelişmelerin sız ihtilali gelişimiizlenmesi için ni tamamladığında Mustafa Reşit (1789-1815) demokPaşa, bir ıslahat rasi, milliyetçilik, laiklik, programı milli egemenlik konuhazırlamak üzere ları ilk kez gündeme İngiltere’ye gelmiştir. Bu fikirlerin gönderilmiştir. etkisiyle Avrupa’da büyük karışıklıklar çık-

mış, bunun sonucunda 1830 ve 1848 ihtilalleri gerçekleşmiş, hürriyetler büyük ölçüde artmıştır. Fransız ihtilaliyle milliyetçilik fikride güçlenerek, hürriyet yanında milli devlet görüşü de güç kazanmıştır. Fransız İhtilalinin meydana geldiği sırada Osmanlı Devleti yönetiminde bulunan III.Selim, Batı’nın devlet toplum ve ekonomik yapısının gelişmiş olduğunu görerek “Nizam-ı Cedid” adıyla anılan ıslahat hareketinin doğmasını sağlamıştır. Batı Kamu hakları sistemini yıkarak insan hakları sistemini getiriyor, insanların hür ve eşit olmaları, bağımsızlık gibi fikirleri güçlendirmeye çalışıyordu. Aynı dönemde Osmanlı Devletinde bu etkilerin hiçbiri görülmüyordu. III.Selim zamanında yapılan yenilikler de toplumsal olmaktan uzak, askerî alana yönelik bir durumdaydı. Yenileşmenin askerî yenilikler üzerine kurulup, ziraat, ticaret, ilim, sanat alanına dönüştürülmesi düşünülmüş ise de, inkılap hareketine karşı olan güçler tarafından Padişah IlI.Selim’in 1807’de çıkan ayaklanmayla öldürülmesi sonucunda, bu yenilik faaliyeti de uygulanamamıştır. Alemdar Mustafa Paşa’ da III. Selim’ in öldürülmesi üzerine II.Mahmut’u tahta çıkarmıştır.

By the announcement of the second constitutional monarchy after the period of the personal goverment of Abdülhamit II, for the fırst time, a period of polital party in today’s meaning has started. Sofrom 1908 to 1913, it has become the period of multi-party andjrom 1913 to 1918, it has become the period of mono-party. “İttihat ve Terâkki Fırkası” After the Mondros Armistice, political movements have increased again. After the armistice, the movements of “Hürriyet ve İtilâf Fırkası” and “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i

7


II.Mahmut’ ta bir süre sonra yenilik hareketlerine yönelmiş, 1826 tarihinde yenilik hareketlerinin en büyük düşmanı olan Yeniçeri Ocağı’nı kaldırarak, yerine Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen orduyu kurmuş, kıyafet alanında, adliye, nüfus, posta, pasaport, karantina, Takvim-i Vekayi isimli ilk resmi gazetenin çıkarılması, eğitim kurumları ve halkın dinî inançlarına karşı eşitlik konusunda olumlu faaliyetler içerisinde bulunmuştur. Güçlü bir kadroya sahip bulunmayan II. Mahmut’un yenilik çabaları yeterli görülmediğinden, bu hususta Avrupa’daki gelişmelerin izlenmesi için Mustafa Reşit Paşa, bir ıslahat programı hazırlamak üzere İngiltere’ye gönderilmiştir. Mustafa Reşit Paşa’nın hazırlamış olduğu ıslahat programı II. Mahmut’un ölümünden dolayı Padişah Abdülmecid döneminde Dış İşleri Bakanı olan Mustafa Reşit Paşa tarafından padişahın buyruğu ile Gülhane Parkında ilan edilmiş ve “Gülhane Hattı Hümayunu” adını almıştır. Osmanlı Devletinde yeni bir dönem, Tanzimat dönemi başlamıştır. İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya, Rusya Osmanlı Devleti üzerinde mücadeleye girmiş, Londra Antlaşmasıyla çözüm sağlanamayınca Osmanlı-Rus savaşı başlamıştır. Bu savaşta, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’nin yanında yer alınca Ruslar güç duruma düşürülerek, etkisiz bir hale getirilmiş ve 1856 Paris Antlaşmasıyla durum normal bir hal almıştır. Osmanlı Devleti, 1839 Tanzimat Fermanı’nın uygulamadaki bazı yönlerini değiştirmek ve Avrupa Devletlerinin azınlıklar lehine yaptıkları baskılardan kurtulmak için, 1856’da Islahat Fermanı olarak adlandırılan yeni bir ferman çıkardı. Bu ferman, din ayrılığı, askerî sivil bütün okullara müslüm, gayri müslimlerin eşit girmesi, yargılamaların açık yapılması, vergi hususunda düzenlemeler yapılmasını içine alıyordu. Ancak bu ferman, diğer fermanlar gibi etkili olmamış, merkez ve taşra yönetiminde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Padişah Abdülmecid’in ölümünden sonra Osmanlı tahtına Sultan Abdülaziz’in çıktığı tarihte 8

Paris’te açık, İstanbul’da II. Abdülhamit’in gizli olarak örgütlenen, şahsi yönetimi içte “Yeni Osmanlılar”, başladıktan yurt dışında “Jön Türk” sonra devlet olarak bilinen, inkılapçı politikası Avrupa bir hareket başlamıştı. devletleri Bu hareket millî iradearasında nin devlet idaresinde bir denge rol almasını ve denetlepolitikasının mesini istiyor, Padişahın uygulanması yanında bir meclis oluşşeklinde oldu. turarak meşrutî düzenin kurulmasını amaçlıyordu. Namık Kemâl, Ziya ve Mithat Paşalar ile Harp Okulu öğrencileri bu fikri fiilen destekliyorlardı.Harp Okulu öğrencilerinin sarayı kuşatarak, Abdülaziz’i tahttan indirmesi ve V. Murat’ı tahta çıkarmasıyla meşrutiyet fikri sadece fikir olmaktan çıkmış, fiilen uygulanması için gerekli zemin hazırlanmıştır. V. Murat’ın rahatsızlığı ortaya çıkınca Mithat Paşa henüz şehzade olan Abdülhamit ile görüşmüş ve V. Murat tahttan indirilerek, II. Abdülhamit tahta çıkarılmıştır. Meşrutiyeti ilan etmek şartıyla Padişah olan II. Abdülhamit, Mithat Paşa’yı sadrazam yaparak 23 Aralık 1876’ da I. Meşrutiyet Anayasasını ilan etmiştir. I.Meşrutiyet Anayasası’na göre, “Padişah yani devlet başkanı kutsal ve sorumsuzdur. Başbakan ve bakanları seçer. Kanun önünde herkes eşittir. Kanunsuz vergi ve ceza olamaz, din ayrılığı yoktur. Kanunları parlamento yapar, padişah onaylar. Parlamento iki meclisten meydana gelir. Biri, üyeleri padişahça atanan

MECLİS-İ MEBUSAN

II. Meşrutiyeti ilan etmek üzere İstanbul’a gelen Hareket Ordusu askerlerinin Yıldız Sarayı’nı ele geçirmeleri

Ayan Meclisi (Senato) dir; öteki ise, üyeleri her dört yılda bir halk tarafından seçilen Meclis-i Mebusan (Millet Meclisi) dir. Mebuslar yani milletvekilleri düşüncelerinden ve oylarından sorumlu değildirler. Seçimler gizli oy temeline dayanır, seçimin nasıl yapılacağı ayrı bir kanunla belir tilir.7.3.1877’de seçimlerin yapılmasıyla Milli Meclis oluşmuş, 19.3.1877’de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda, toplanmıştı. İlk meclis kendini kurucu meclis olarak kabul etti. Seçimlerin milli iradeye dayanmasını sağlayacak seçim sistemini hazırlamaya çalıştı ve hazırladığı şekilde seçimlerin yapılması için 28.6.1877 de dağıldı. Onaylanan Ülkenin II. Meşrutiyetin ilanından sonra Batı’yı taklit eder duruma geldiği, bunun da siyasî sosyal ve ekonomik pek çok değişikliklere sebep olarak, zaman zaman artan baskılarla batının oluşturduğu demokratik yapıyı aynen alma şeklinde ortaya çıktığı görülmüştür.

seçim kanunu ile yeni seçimler yapıldı ve II. Meclis 13.12.1877’de yine İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı. Kanun’u Esasi kendisinden bekleneni vermedi.Ne hukuki, ne siyasi ne de, diplomatik alanda beklenen gerçekleşmedi. II. Abdülhamit, Cevdet Paşa’nın yardımıyla meşrutiyet taraftarlarını birer birer bertaraf etti. Kanun-u Esasi dış devletler üzerinde de olumlu etki yapmadığı gibi İgnatyefi güldürmüş, Lord Salisbury’yi kızdırmıştır. Rusya Osmanlı Devletine karşı savaş açmıştır. Rus orduları kısa zamanda Yeşilköy’e kadar gelmiş, Osmanlı Devleti, Ayestefanos Antlaşmasını imzalamıştır. İngiltere’nin olaya müdahalesiyle Berlin’de bir konferans toplanmış. 13 Şubat 1878’de Meclis-î Mebusan’ın dağıtılmasıyla, Sultan II. Abdülhamit’in şahsi yönetim devresi başlamıştır. II. Abdülhamit’in şahsi yönetimi başladıktan sonra devlet politikası Avrupa devletleri arasında bir denge politikasının uygulanması şeklinde oldu. İngiltere, Rusya’nın İskenderun körfezine inme arzusunu ve Osmanlı Devleti’nin bu duruma engel olamayacağını görerek 1878’de 9


Kıbrıs’ı kendi kontrolü altına aldı.l882’de Süveyş kanalına sahip olmak için Mısır’a yerleşti. Osmanlı Devleti’nin “Hasta Adam” olduğunu düşünen İngilizler, Rusya’nın Doğu Anadolu politikasına karşı Ermeni Devleti kurulması fikrini desteklemeye başladılar. Düyun-u Umumiye de 1881 yılında kuruldu. Devlet gelirleri üzerinden Osmanlı Devletinin borçlarını geri ödetmeye başladılar. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne uyguladığı politikaya karşı Osmanlı Devleti’nden tepki oluştu ve Almanya’ya yaklaşma politikasını uygulama yoluna gidildi. İstanbul- Bağdat Demiryolu projesi İngiltere ve Almanya arasındaki çıkar çatışması doruk noktaya çıktı. Bu politikadan olumsuz etkilen yine Osmanlı Devleti oldu. 1897 Türk-Yunan Savaşında Türkler Yunanlıları büyük bir hezimete uğrattıkları halde Avrupa devletlerinin müdahalesiyle savaş sona erdirildi. Hatta savaşta üstünlüğü kendi lehine kuran Osmanlı devletine ait olan Girit’e özerklik verilerek savaşın galibi cezalandırıldı. Osmanlı Devletinin bu şekildeki gidişini tasvip etmeyen “Yeni Osmanlılar” adı verilen kişiler, yurt dışında, bilhassa Paris’te çalışmalar yaparak meşrutiyet idaresini yeniden kurmak için harekete geçtiler. İttihat ve Terakki adında 21 Mayıs 1889’da İbrahim Temo

İTTİHAT VE TERAKKİ İLE ÇÖKÜŞ BAŞLADI 10

İttihat ve Terakki’nin başta olmak üzere bu faaliyetlerinden Abdullah Cevdet, vazgeçmemesinin Mehmet Reşit, Hütabii sonucu olarak seyinzade Ali, İshak ortaya çıkan Sukuti’den oluşan bir muhalefet 1911 cemiyet kurulmuşyılında organize tur. Cemiyetin ilk adı olmuş bu şekilde “Cemiyeti Osmaniye “Hürriyet ve İtilaf İttihat veTerakki CeFırkası” adıyla miyeti” dir. İttihat ve siyasî arenadaki Terakki Cemiyeti gizyerini almıştı. li bir teşkilat olarak 1911 den sonra kurulmuş, cemiyete partiler arasındaki katılanlar cemiyetin siyasi mücadeleler tüm kurallarına uya- şiddetini arttırmıştır. caklarına dair yemin İttihat ve Terakki ettirilmişlerdir. Ülke partisinin muhalefet içerisinde ve dışarıtarafından sında II.Abdülhamit iktidardan yönetimine karşı tepuzaklaştırılması kiler artmaya başladı İttihat ve Terakki’yi ve Osmanlı İttihat ve demokratik yoldan Terakki Cemiyetinçıkarmıştır. den başka Mustafa Kemâl ve arkadaşları tarafından 1906 da Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, 1907’de Mısır’da

31 MART AYAKLANMASI

Cemiyeti Ahdiyeti İslamiye ve İstanbul’da da Selamet-i Umumiye cemiyetleri kurulmuştur.

rine baskı yaparak Ayan meclisinden istemediği kişileri çıkarttırmıştır.

Osmanlı Devleti 1908 yılma gelindiğinde içte ve dışta güçlü bir durumda değildir. Hükümete karşı da giderek artan bir tepki vardı. Bu tepkinin belirgin olarak ortaya çıkışı Kolağası Resneli Niyazi Bey’in dağa çıkmasıyla kendini göstermiştir. Niyazi Bey halkı da hükümete karşı ayaklanmaya davet etmiştir. Binbaşı İnebolulu Enver Bey de bu sırada Makedonya’da harekete geçmiştir. Binbaşı Vehip Bey Manastır’da İttihat ve Terakki’nin meşrutiyeti ilan ettiğini açıklamıştır. Selanik’teki avcı taburlarının İstanbul’a doğru harekete geçtiğinin duyulmasıyla II.Abdülhamit 23 Temmuz 1908 de II.Meşrutiyeti ilan etmiştir. Bu nedenle 1877 de çıkan seçim kanunu tekrar gündeme gelmiş, “Milletvekilleri Seçimi Geçici Kanunu” adı altında yayımlanmış ve sadrazamlığa da Sait Paşa getirilmiştir. 1908 yılı kasım sonu ile aralık başında seçimler yapıldı. Seçimlerden önce İttihat ve Terakki Cemiyeti “Fırka” adını aldı. Seçimlerde İttihat ve Terakki 160 Türk ve 60 Arap milletvekilini meclise soktu. Meclise giren diğer milletvekillerinin sayıları ise 27 Arnavut, 26 Rum, 4 Ermeni, 10 Slav, 4 Musevi idi. 17 Aralık 1908 de açılan mecliste İttihat ve Terakki, hükümeti kurma görevini üzerine almamış, Padişah üze-

Siyasî partiler kendileri için demokratik bir ortam bulunduğunda ancak kendilerinden beklenilen tüm fonksiyonlarını yerine getirebilirler. 1789 Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı, hürriyet ve halk idaresi fikirleri Osmanlı Devletinde etkisini göstererek, padişahların şahsî ve keyfî yönetimlerine karşı hürriyetçi fikirlerin, Tanzimat Fermanı’yla birlikte ülke içinde ve dışında teşkilatlanmasını doğurmuştur. Kurulan teşkilatlar açık bir şekilde faaliyet göstermeyerek gizli olarak çalışmayı tercih etmişlerdir. Hürriyetçi fikirlerin Osmanlı Devleti’ni içeriden ve dışarıdan etki altına aldığını söylemiştik. Ülke dışında çalışmalarını sürdüren Jön Türkler daha aktif bir politika izleme yoluna gitmişlerdir. 1923 Kanun-u Esasi’sine rağmen I. Meşrutiyetin ilanı ile Jön Türklerin faaliyeti içerideki hürriyetçiler ile aynı yolda ilerlemeye başlayarak birbirlerine bağlanmalarını meydana getirmiştir. Bu durumda gerçekleştirilmek istenen siyasî amaç, Osmanlı Devletinde mutlakıyete son vererek meşrutî idare yolu ile hürriyeti getirmek, baskı devrine son vermektir. Bu amacın gerçekleşmesi ile Osmanlı Devleti’nin siyasî ve hukukî açıdan çağdaş uygarlık seviyesine yükselmesi arzu edilmiştir. 11


B- Mütareke ve Mütareke Sonrası Siyasî Gelişmeler

Ülkenin II. Meşrutiyetin ilanından sonra Batı’yı taklit eder duruma geldiği, bunun da siyasî sosyal ve ekonomik pek çok değişikliklere sebep olarak, zaman zaman artan baskılarla batının oluşturduğu demokratik yapıyı aynen alma şeklinde ortaya çıktığı görülmüştür. Padişah II.Abdülhamit’in şahsi yönetim devresinden sonra hürriyetin getirdiği hava ülkeyi sarmıştır. Bunun sonucu olarak değişik fikirleri savunan pek çok sayıda siyasi cemiyet ve parti kurulmuştur. Türk tarihinde bu kadar siyasî partinin kurulması ilk defa görülüyordu. 23 Temmuz 1908 tarihinden itibaren bir çoğulculuk ortaya çıkmış, meşrutî idare “Hürriyetin İlanı” adı altında tesis edilmiştir. 1908 yılı çok partili siyasi hayatın da başlangıcı olmuştur. Çok partili siyasi hayatla birlikte demokratik alandaki çalışmalar giderek artmış ve güç kazanmıştır. II. Meşrutiyet devresi çok partili siyasî hayatın kurulmasında etkili olduğu gibi partiler arasındaki siyasî mücadele ve baskıların doğmasına da sebep olmuştur. İttihat ve Terakki adındaki cemiyetin parti haline gelmesi, 31 Mart Olayı ile birlikte iktidarı elde etmeye yönelik hareketleri artırarak baskıya dönüştürmüş, karşısında henüz yeni olan siyasî hayatın İttihat ve Terakki’ye karşı birleşerek güçlü bir muhalefet 12

meydana getirmesine neden olmuştur. İttihat ve Terakki’nin bu faaliyetlerinden vazgeçmemesinin tabii sonucu olarak ortaya çıkan muhalefet 1911 yılında organize olmuş bu şekilde “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” adıyla siyasî arenadaki yerini almıştı. 1911 den sonra partiler arasındaki siyasi mücadeleler şiddetini arttırmıştır. İttihat ve Terakki partisinin muhalefet tarafından iktidardan uzaklaştırılması İttihat ve Terakki’yi demokratik yoldan çıkarmış, Bab-ı Âli baskını (1913) ile iktidarı ele geçirmiş, Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikast sonucunda öldürülmesiyle muhalefeti etkisiz hale getirmiştir. I.Dünya Savaşı’nın bu arada başlamasıyla siyasi parti mücadelesinin olumsuzlukları göz önünde tutularak çok partili siyasî hayat tatil edilmiş, yalnız İttihat ve Terakki partisinin hâkimiyeti 1918 yılı sonuna kadar devam etmiştir. İttihat ve Terakki partisinin siyasî hâkimiyeti 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla son bulmuştur. II. Meşrutiyet’in ilanı ile bir hürriyet devrinin açıldığı siyasî ve hukukî açıdan çekilen bütün sıkıntıların sona erdiği düşünülürken, II. Meşrutiyet, kendisinden beklenilenlerin tamamım vermekten uzak kalmış, ne gerçek hürriyeti getirebilmiş ne de baskıyı yok edebilmiştir. Fakat çok partili hayatın kurulması ve gelişmesi yolunda önemli adımların atılmasını sağlamıştır.

30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Andlaşması’nın imzalanması ile başlayan devre “Hasta Adam” olarak son anlarını yaşayan Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da millî Türk devletinin ortaya çıkmasına zemin hazırlaması açısından son derece önemli bir dönemdir. Mütareke dönemi olarak adlandırılan bu devre siyasi parti ve teşkilatların çok fazla olduğu bir devredir. Bu dönemde İttihat ve Terakkinin baskısı ile faaliyet gösteremeyen siyasi teşekküller tekrar canlanmış, yeni siyasi partilerde bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu kadar fazla siyasi partinin meclis dışında doğmuş olması, ayrıca faaliyetini sürdürmesi şaşırtıcıdır. Siyasî cemiyetlerin toplamı 33 adete ulaşmıştır. Bu siyasî cemiyetlerin büyük çoğunluğu İstanbul hükümetine taraftar olarak siyasî yaşantılarını devam ettirmişlerdir. 1918’de göze çarpan siyasî durum şudur; I.Dünya Savaşının bitiminden sonra İttihat ve Terakki yönetiminin son bulmasıyla İstanbul’da Hürriyet ve İtilaf Partisi iktidara gelmişti.Trakya’da Paşaeli, Erzurum’da Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u ‘Milliye’,.. Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk... İstanbul’da Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet... Diyarbakır’da Kürt Tealî ve diğer cemiyetler. 1919 yılında da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nizamnamesine göre; Osmanlı yurtseverliğini savunan İslamcı bir örgüttür. Hatta ayrı ayrı müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin “ittihat ve ittifakıyla” meydana geldiği belirtilmekle ve kazaliva yönetim kurullarıyla bağımsız liva-vilayet merkez kurulları örgütün genel kuruluşu içinde gösterilmekle birlikte gerçekte tek bir dernek değil, bir dernekler federasyonudur.” Ayrıca Merkezi İstanbul’da bulunan, Anadolu’nun değişik bölgelerinde şubeleri bulunan müdafaa-i hukuk cemiyetleri bulunuyordu. Trakya Paşaeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti, Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milli Cemiyeti gibi... Sivas kongresine kadar Müdafaa-i Hukuk Cemiyetle-

TOPKAPI SARAYI

SULTANAHMET MEYDANI

YENİÇERİ OCAĞI

MECLİS-İ MEBUSAN

13


Bu dönemde İttihat ve Terakkinin baskısı ile faaliyet gösteremeyen siyasi teşekküller tekrar canlanmış, yeni siyasi partiler de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu kadar fazla siyasi partinin meclis dışında doğmuş olması, ayrıca faaliyetini sürdürmesi şaşırtıcıdır.

ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFA-İ HUKUK CEMİYETİ

ri adı altında, birbirinden ayrı faaliyet gösteren bu cemiyetler, Sivas kongresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulması ile birlikte etkin bir faaliyet içine girerek bir “baskı grubu” olarak göze çarpmıştır. İstanbul’da Damat Ferit Paşa hükümetinin yıkılması ve yerine Ali Rıza Paşa’nın Kuvayı Milliye ile işbirliğinden yana olduğu bilinmesine rağmen yeni hükümeti kurması görevinin verilmesi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bir başarısı olarak kabul edilmiştir. 1919 yılında Meclis-i Mebusan seçimleri yapıldı. Bu seçimlerde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri büyük bir basarı sağlayamadı. Bu başarısızlığın sebebi, seçilen üyelerle Meclis açılmadan önce gerekli görüşmelerin tam olarak yapılamamasıdır. Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan’ın açılması ile oluşturulması istenen “Müdafaa-i Hukuk Grubu” oluşturulamamıştır. Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine Şubat ayı başında “Felah-ı Vatan İttifakı” adı altında 88 kişiden oluşan bir grup kurulmuştur. Bu grup, hedef doğrultusunda ilerleyerek, meclisin gizli oturumunun yapıldığı 28 Ocak 1920 de Misak-ı Milli’nin kabul edilmesiyle kurulmuş 14

oluyordu. İstanbul 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmeden önce Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerinin tutuklanacağı haberleri duyulmuş, Mustafa Kemâl tarafından kendilerine gerekli uyarılar yapılmıştı. Uyarılara gereken ilgiyi göstermeyen Rauf Bey ve bazı arkadaşları tutuklanarak Malta adasına sürgüne gönderilmiştir. İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgali ve Meclis-i Mebusan’ın kapatılması Mustafa Kemâl Paşa’ya tarihi bir fırsat vermiştir. Bu fırsatı kullanan Mustafa Kemâl Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisini açmak için çalışmalara başlamıştır. 18 Mart’ta İstanbul’un işgalinden sonra Meclis-i Mebusan kapatılınca 19 Mart’ta Mustafa Kemâl Paşa Heyet-i Temsiliye adına Ankara’da “Selahiyet-i Fevkaladeye haiz” bir meclis kurulacağını açıklamıştır. 27Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Büyük Millet Meclisinde kurulmuş olan tek grup değildir. Mecliste Tesanüt grubu, Müdafaa-i Hukuk zümresi, İstiklal grubu, Halk zümresi, Islahat grubu gibi gruplarda bulunmuştur. Hatta 1920 de iki de siyasi parti kurulmuştur. “Türkiye Komünist Fırkası” ve “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası”.Bu iki partinin

faaliyetine daha sonra son verilmiştir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun yeni iç tüzüğünün kabulünden dört buçuk ay sonra Mustafa Kemal Paşa, gazetecilere bir demeç vererek, barışın sağlanmasıyla halkçılığa dayanan ve Halk Partisi adını taşıyan bir parti kuracağını açıkladı. Mustafa Kemal Paşa demecinin devamında, yeni kurulacak partinin programının hazırlanmasında bütün vatansever aydınların çalışmalarını, ülkedeki ekonomik problemlerin çözümü, vergi sisteminin düzenlenmesi, mülkiyet esasının korunması, tabii kaynakların iyi kullanılması, vakıfların hizmetleri, imar, askerlik konularındaki görüş ve düşüncelerini açıklamalarını istedi, 8 Nisan 1923 tarihinde dokuz maddelik bir program yayınlayan Mustafa Kemâl Paşa, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni siyasi parti şekline dönüştüreceğini bildirmiştir.

Halk Fırkasının kurulmasıyla birlikte inkılâp hareketlerinde hızlı bir artış gözlenmeye başlanmıştır.29 Ekim 1923 te Cumhuriyet ilan edildi. 3 Mart 1924 te Halifelik, Şeriat ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı yine aynı gün çıkan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim ve öğretim birleştirildi. Bu büyük adımlar, inkılâplara karşı olanların üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkiler yaptı. Memleket ekonomisinin durumu dış ticaret üzerindeki gittikçe artan baskılar, laikçi reformların sürdürülmesi, uygulamalardan doğan hoşnutsuzlukları, tabiatıyla muhalefeti artırıyordu. Bütün inkılâpların arkasında Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat kendisi bulunduğu halde halk tarafından sevilen ve tanınan bir kişi olduğundan eleştiriler bizzat Mustafa Kemal Paşa’ya karşı yapılamadığından Hükümet başkanı İsmet Paşa üzerinde odaklanıyordu. Bu gelişmeler sonucunda Halk Partisine karşı artan tepkiler parti içinde, ayrılığa yol açmıştır. Partinin tanınmış kişilerinin bir kısmı partiden ayrılmıştır, Ordu müfettişliğinden istifa ettikten sonra meclise giren Kazım Karabekir ve Ali Fuat (Cebesoy), Rauf (Orbay), Refet Paşa, Adnan (Adıvar), İsmail Canbulat ve birkaç milletvekili, Halk Partisinden ayrıldıktan sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında yeni bir siyasî parti kurdular

11 Ağustos 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ikinci dönemi açıldıktan iki gün sonra Mustafa Kemal Paşa yeniden meclis başkanlığına, Ali Fuat Paşa da Meclis İkinci Başkanlığına seçilmiştir. Lozan Görüşmelerinin devam ettiği bu dönemde Dışişleri Bakanı İsmet Paşa ile Başbakan Rauf Bey arasındaki mücadele giderek şiddetini artırmıştır. En sonunda Rauf Bey başbakanlıktan istifa ettiğinden yeni hükümeti Fethi Bey kurmuş ve bu hükümet zamanında Lozan Barış Andlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmıştır. 9 Eylül’de de (Resmen tescili için başvurulması 11 Eylül) seçimden önce yapılan açıklamalar doğrultusunda Mustafa Kemâl Paşanın başkanlığında Halk Fırkası resmen kurulmuştur. JÖN TÜRKLER 15


CUMHURİYET HALK FIRKASI

(17 Kasım 1924) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının doğması normal demokratik şartlar içerisinde olmadığından meclis içinde iki ayrı görüşte grup oluşmuştur. Görüşmelere muhalefet olarak katılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası taraftarları hükümetten pek çok konuda açıklamalar istemiş, İsmet Paşa’nın hükümetine karşı çok sert bir muhalefet yapılmıştır. 1925 Bütçe görüşmelerinin yapılması sırasında parti fikirlerini bildirmiştir. Aşar’ın 15 Şubat 1925 Türkiye Büyük Millet Meclisi celsesinde kaldırılması bu devrededir. Muhalefet partisi olmanın bir özelliği olarak eleştiriyi giderek arttırmışlardır. Ara seçimlerde partilerin baskı gördüğünü söyleyerek iktidarı baskı yapmakla suçlamışlar, Ankara İstiklal Mahkemesine idam yetkisinin verilmesine de şiddetle karşı çıkmışlardır. Doğu Anadolu’da Şeyh Sait İsyanı patlak verince, ülke Lozan’dan artan meselelerin çözüleceği bir sırada iç bunalımla karşılaştı. Olayın ciddiyeti anlaşılınca 4 Mart 1925 de Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilerek isyanın bastırılması suçluların yakalanması ve cezalandırılması için İstiklal mahkemelerinin kurulması kararlaştırıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına taraftar olan kişilerin Cumhuriyete karşı olan kimselerden oluşması, aynı zamanda da 16

ayaklanmada rolleri bulunduğunun öne sürül- Bütün inkılâpların mesiyle 5 Haziran 1925 arkasında Mustafa Kemal Paşa’nın de sözü edilen parti bizzat kendisi kapatıldı Terakkiperver bulunduğu halde Cumhuriyet Fırkasının 5 halk tarafından Haziran 1925 tarihinde sevilen ve kapatılmasından sonra tanınan bir kişi 1930 yılma kadar inkılap olduğundan hareketlerine büyük bir eleştiriler bizzat hız verildiği gözümüze Mustafa Kemal çarpmaktadır. 1925’te Paşa’ya karşı tekke ve zaviyeler kapayapılamadığından tıldı. Hükümet başkanı İsmet İslamî takvimlerin kullaPaşa üzerinde nılmasına son verilerek odaklanıyordu. miladi takvim kullanılBu gelişmeler maya başlandı. Şapka sonucunda Halk inkılâbı yapıldı. Türk köyPartisine karşı lüsüne ağır bir yük olan artan tepkiler aşar kaldırıldı. Hukuk parti içinde, alanındaki yenilikler bu ayrılığa yol dönemde oldu. İsviçre açmıştır. medeni kanunu 1926

tırmasını endişe ile karşılıyordu. Liberal siyasete taraftar olanlar inkılap hareketlerinin yaşandığı dönemde yönetime gelen hükümetlerin aldığı her türlü tedbirleri yerinde ve haklı bulmuşlar, ancak inkılapların başarılı olmasından sonra aynı tedbirlere devam edilmesine şüphe ile bakarak normal uygulamaların başlıyacağı bir devreyi beklemeye başlamışlardır. Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi de bu olaylar ve şartların bir sonucu olarak doğmuştur. Serbest Cumhuriyet Fırkası normal demokratik şartlar altında aynı fikre sahip aynı inancı paylaşan kişilerden ve kuruluşlardan meydana gelmemiş bizzat, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda Fethi Bey’in görevlendirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Fırka 12 Ağustos 1930 günü resmen kurulmuştur. Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu Türkiye Cumhuriyeti tarihi içerisinde ikinci olarak çok partili hayat denemesi olması açısından büyük öneme sahiptir. Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı muhalefetin giderek artması muhaliflerinde des-

teği ile Serbest Cumhuriyet Fırkasının güçlenmesi kısa sürede ülke çapında genel seçimleri kazanacak duruma gelmesi ile iktidarın Serbest Cumhuriyet Fırkasına bakış açısını değiştirmiştir. Fethi Bey’in Mustafa Kemal Paşa’ya partiler arasında tarafsız kalmasını söylemesiyle Halk Partisi mensupları Mustafa Kemal Paşa ile Fethi Bey’i karşı karşıya getirmek yolunda hareketlere girişmişler, Fethi Bey mevcut durumun kötüye gittiğini görerek, Mustafa Kemal Paşa ile karşı karşıya gelmek istemediği için 17 Kasım 1930 tarihinde partisini kapatma karan almıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasından sonra iyi niyetlerle kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası ile başlatılan çok partili hayat denemesi ikinci kez başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası siyasi arenada 12 Ağustos 1930 tarihinden 17 Kasım 1930 tarihine kadar üç buçuk ay, diğer bir değişle 97 gün kalmıştı. Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasından sonra Cumhuriyet Halk Fırkası, merkezi bir sistem dahilinde hareket ederek kendisini yavaş yavaş

da tamamen kabul edildi. Yeni ceza ve ticaret kanunu da aynı dönemde kabul edildi. İnsan sureti yapılmasının dini inanca göre mahzurlu görüldüğü bir devrede, Mustafa Kemal Paşa’nın ilk heykeli İstanbul’da dikildi. Arap alfabesinin kullanılması resmen kaldırıldı, yerine Latin alfabesi alınarak kullanılması kabul olundu. Bu devrede laiklik açısından önemli bir adım atıldı. 10 Nisan 1928 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Anayasa’dan “Devletin dini İslâm’dır.” Maddesi kaldırıldı.1928-1929 yıllarının ülke içinde iyi bir mahsul yılı olmaması, ülke dışında da bütün dünyayı saran bir ekonomik bunalımın bulunması durumu çok zorlaştırdı. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan Cumhuriyet Halk Partisi sorumlu tutulduğu gibi parti içinde bulunan bazı kişilerinde partiyi kullanarak çıkar sağlama yoluna gitmeleri halk arasında partiye karşı tepki doğmasına ve hoşnutsuzluklara neden oldu. Liberal siyasete taraftar olanlar, tek parti idaresinin giderek kuvvetini arttırması ekonomi üzerindeki baskısını fazlalaş17


devlet ve millet ile bir tutmaya başlamıştır. Bu sırada Avrupa dada totaliter rejimlerin güçlendiği bir döneme rastlıyordu. Onların başarılarını örnek alarak ülke içindeki tüm kontrolü eline geçirip tahakkümünü arttırmıştır. 1931 yılı parti kurultayında Cumhuriyet’in altı ana prensibi tespit edilmiş 1935 kurultayında da parti genel sekreterinin İçişleri Bakanı tayin edilmesi kararlaştırılmıştır. Valiler hem mülki idarenin hem de parti teşkilatının başına getirilmiştir. Bölge müfettişleride parti ve devlet işlerini denetlemekle görevlendirildiler. En sonunda da bütün millet Halk Partisinin üyesi kabul edildi. 10 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemâl Atatürk’ün ölümüne kadar durum böyle devam etmiş sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü zamanında bu siyasette yumuşama olmadığı gibi daha da sertleşmiş, laikleşmeye devam edilmiştir. Hükümet parti hükümeti haline getirilerek partinin daimi başkanı ve Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü milletin ve devletin sembolü olarak yüceltilmiştir. Bundan sonra Halk Partisine karşı giderek şiddetini arttıran bir tepki doğmaya başlıyor, hükümet basın ve milletvekilleri tarafından eleştirilmiştir. Meclis içerisinde Halk Partisine karşı ilk muhalefet bayrağını Hikmet Bayur açıyor, basında da muhalefetin başını Ahmet Emin Yalman çekiyordu. Halktan gelen şikâyet ve ızdırap haberleri muhalefeti daha fazla güçlendi18

riyor, tek parti yönetiminin düzen ve disiplinini bozuyordu. Dışarıdan gelen tepkiler hükümet içerisinde bile sürtüşmelerin giderek artmasına sebep oldu. Halk Partisi kendisine yönelen bu eleştirileri bir süre sonra ciddiye almaya başladı. 1944 yılı başlarında Halk Partisi, partiyi kullanarak kendisine çıkar sağlamak isteyenlere karşı araştırma yapılması konusunda, bir komisyona rapor hazırlatmıştı. Hazırlanan komisyon raporu Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşmeye açılınca büyük tartışmalar meydana gelmiş mecliste büyük heyecan yaşandığı gözlenmişti. Hatta istiklâl mahkemelerinin tekrar kurulmasını teklif edenler bile vardı. Bu görüşmeler sonunda Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun 23 Mart 1944 günü Meclis grubundan gizli oyla güvenoyu isteyince, 251 beyaz (Olumlu) oya karşılık 57 kişinin kırmızı (olumsuz) oy kullandığı 100 den fazla milletvekilinin de oylamaya girmediği görüldü. Böyle bir durum tek parti rejimi içerisinde büyük bir şaşkınlık ile karşılanmıştır. II. Dünya Savaşının verdiği sıkıntılar tek partili rejimi sarsarak, fikir ve kanaatlerde yeni değişiklikler meydana getirdi. Çekilen bütün ızdıraplann tek parti rejiminden kaynaklandığı, ülkedeki tüm halk ve aydınlar tarafından düşünülüyor, hükümete karşı muhalefet vazifesi görecek bir mekanizmaya da acilen ihtiyaç uyuldu Türkiye’de siyasî tablo böyle iken II.Dünya Savaşı devam etmekteydi. 6 Haziran 1944 tarihinde Normandiya kıyılarına yapılan müttefik çıkartmasıyla Almanlara karşı üstünlük sağlandı. Türkiye Almanların savaşı kaybedeceğini görünce rahatladı. Savaş içerisinde sürekli savaşa girme ısrarlarını yerine getirmek ve bu yolla müttefikleri memnun etmek için, 2 Ağustos 1944 de Hitler Almanyası ile siyasi ve ekonomik bağlarını kopardı. Müttefik devletlerle yakınlaşması artan Türkiye Birleşmiş Milletler beyannamesini kabul ederek, Almanya ve Japonya’ya karşı savaş ilan etti. Müttefiklere karşı uzun süre direnen Japonya’ya 14 Ağustos 1945 de atılan atom bombalarıyla dünyayı yıllarca kana boyayan savaş sona erdi. Japonya’nın teslim olmasından bir gün sonra Birleşmiş Milletler anayasasını kabul etmek üzere toplanılmış ve Sanfransisko’da kabul edilmiş olan kararları, Türkiye Büyük Millet Meclisi tasdik etmiştir. 19


TOPLUMSAL KURUMLAR ve POLİTİKA KURUMUNUN EKONOMİ POLİTİKASINA ETKİLERİ Prof. Dr. Halil ÇİVİ Adnan Menderes Üni. İkt. İd. Bil.Fak İktisat Böl. Bşk.

T

oplumsal sistem bir kurumlar, kurallar ve davranışlar bütünüdür. Birleşik kaplar gibidir. Sistem içindeki her kurum eş anlı olarak değişir ya da gelişir. Mevcut toplumsal kurumların temel nitelikleri, özellikleri ve bu kurumları yönetenlerin tutum ve davranışları ekonomik ve toplumsal gelişmeyi şu ya da bu yönde etkiler. Bu kurumlar içinde, politika kurumunun ve politikacıların önemli bir yeri vardır. Özellikle iktidara tırmandıklarında, toplumsal kurumları ve kuralları değiştirebilme fırsatını elde ederler. İktidar koltuğunda oturan politikacıların, aldıkları kültür, sağladıkları bilgi birikimi, benimsedikleri ideolojiler ve gösterdikleri niyet toplumsal ve ekonomik gelişmenin en önemli girdisini oluşturur. Bu yazı söz konusu alanda bir ön deneme girişimidir. Konuyu daha iyi açıklayabilmek için toplumsal kurumlar hakkında kısa bilgiler vermek yerinde olacaktır.

A - Sosyoloji biliminin öğretilerinde açıklanan başlıca toplumsal kurumlar şunlardır: 1- Aile Kurumu

İktidar koltuğunda oturan politikacıların, aldıkları kültür, sağladıkları bilgi birikimi, benimsedikleri ideolojiler ve gösterdikleri niyet toplumsal ve ekonomik gelişmenin en önemli girdisini oluşturur.

Bu kurum toplumun temelidir. İnsan soyunun devamı, kültürlenme ve kültürün sonraki kuşaklara aktarımı, başta dil öğretimi olmak üzere, örf geleneklerin sonraki kuşaklara öğretilmesi, barınma beslenme, korunma ve sevgi gibi temel gereksinmelerin karşılanması aile kurumu içinde gerçekleşir. Temel insani, ahlaki değerlerin informel olarak çocuklara intikali aile kurumu sayesinde olur. Ekonomik refahın gelişimi de aileyi olumlu yönde etkiler. Güçlü aile güçlü toplum demektir.

lığı, canlılar dünyasının varlığı ve çeşitliliğinin oluşturduğu bilgi gereksinmesi, aile ve toplum düzeninin bir kaosa düşmeden varlığını devam ettirebilmesi, insan soyunun diğer canlılardan ayrıcalıklı olarak, ölümden sonra yaşama isteği, (Bir anlamda ölüme çare bulunması), yaşanılan toplumsal çevrede, bireysel ve toplumsal açıdan bir takım insani ve adalet normlarına olan gereksinmeler v.b. etkenler inanç kurumunu gerekli konuma getirmiştir. Toplumlarda gözlenen her türlü inanca dayalı ritueller ve bu rituellerin gerçekleştiği mekânlar inanç kurumunun maddi örgütlenme yerleridir. Ayrıca inanç kurumunun oluşturduğu davranış kalıpları ekonomik faaliyetleri doğrudan etkiler. Bir toplumun her türlü gelişmesi ya da geri kalmasında birinci derecede politika kurumuna yön veren, iktidar gücünü elinde bulunduran politik aktörler sorumludur.

3- Eğitim Kurumu Eğitim kurumunun iki ana işlevi vardır. Birincisi insanı mesleki bilgi ve becerilerle donatarak, kişiye bir meslek öğreterek onun çalışabilmesi ve üretimden pay almasını güvenceye almaktır. İnsan soyu beslenmeden, enerji tüketmeden ve temel gereksinmelerini karşılayamadan yaşayamaz. Günümüzde kişi ve ailelerin yaşam kali-

teleri üretimden aldıkları paylar, dolayısıyla da kazandıkları mesleki ve teknik öğretimin nitelikleriyle bağlantılıdır. Eğitim kurumunun ikinci ana işlevi bireyi bir değerler sistemi ve yelpazesi ile donatmaktır. Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzelçirkin, yararlı-zararlı, normal-anormal, ahlaklıahlaksız, adil-adaletsiz v.b.değer hükmü içeren tutumlar eğitimle gelir. Ayrıca bu bağlamda eğitim sistemi bireyi politik taraflığa (indoctrination) hazırlar. İçinde yaşanılan siyasi rejimleri ve ideolojileri aklileştirme ve benimsetmeyi amaçlar. Bu yönüyle eğitim, bizler-ötekiler, dostlardüşmanlar, yurt ve bayrak sevgisi, toplumsal değerler öğretir. Bireylerin takındıkları tavırlar, benimsedikleri insani, ahlaki değerler, yurt ve dünya hakkındaki görüşleri, ideolojik tutumları eğitimin bu yönüyle ilgilidir. Eğitim ekonomik mal ve hizmet üretiminin en belirleyici girdisini oluşturur. Bu bağlamda mesleki ve teknik eğitimin özel bir önemi vardır. 4- Hukuk Kurumu Hukuk kurumu, örfi, ahlaki, dini kaynaklı normlardan, akıl ve bilim kaynaklı bir yöne doğru evrilmiş ve pozitif (yazılı) ve laik bir karakter taşımıştır. Hukuk Kurumunun temel işlevi toplumsal düzeni ve adaleti sağlayabilmektir. Fakat hukuk kuralları yasalara dönüşmeden bir yaptırım gücü kazanmaz. Yasalar ise politik iktidar gücünü elinde bulunduranların bireyi, toplumu ve

2- İnanç (Din) Kurumu İnsan soyu manevi gereksinmesini karşılamak için, ilk yaratılıştan günümüze, kendi dışında, sınırsız bir güce sahip üstün ve kendinden farklı bir varlığa (Tanrıya ya da Tanrısal güce) inanma gereksiniminde olmuştur. İnsan soyunun yaratılış nedenleri ve sorumlulukları, Evren ve doğadaki olayların şaşırtıcı bir düzen içinde devamlı20

21


dünyayı algılama ve değerlendirme biçimlerine göre somutlaşır. Başka bir söyleyişle, yasalar ya da yasa yapma gücünü elinde bulunduranların benimseyip uygulamaya çalıştıkları ideolojiler ile yakından ilgilidir. Bir ülkenin adalet kurumlarının çağdaşlaşması için, o ülkede oluşmuş yasal düzenlemelerin, akıl ve bilim eksenine oturmuş pozitif ve çağdaş bir anlayışla düzenlenmiş olması gerekir. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra çağdaş, laik ve pozitif bir hukuk anlayışı benimsenmiş, bu gelişme, zaman zaman kısmi sapmalara ve kesintilere uğrasa bile, yine de önemli gelişmeler göstermiştir. Ekonomik faaliyetlerin düzenlenmesi ve denetiminde hukuk kurumu çok önemli bir rol oynar. Hukuk kurumu bireylerin adalet gereksinmesi ve güvencesi kadar mülklerinin de güvencesidir. 5- Ekonomi Kurumu Sosyolojik açıdan bakıldığında, bu kurumun, beslenme, barınma, sağlık, giyim-kuşam v.b. temel gereksinmeler başta olmak üzere, toplumun her türlü maddi, fiziki, finansal gereksinmelerinin karşılanması için oluşan bir örgütlenme biçimi olduğu düşünülür. Toplum ancak maddi, fiziki, finansal, teknik gereksinmeleri karşılanabildiği oranda varlığını sürdürebilir. Ayrıca toplumun ve o toplumda yaşayan aile ve bireylerin yaşam kalitelerinin niteliği; mevcut ekonomik üretim ve mülkiyet düzeni ve bu düzendeki ekonomik yararlanma düzeyleri ile yakından ilgilidir. Aileler ve bireylerin, tüketim özgürlükleri, ev, tatil, eğitim, sağlık, kültürel ürünlerden ya-

22

rarlanma, gezi v.b. gibi Politika kurumu hakları doğrudan dobağımsız, ruya sahip olabildikleri diğer kurumlar ekonomik kaynakların bağımlı miktarı ile birebir örtüdeğişkendir. şür. Satın alma gücü Politika ile (parasal bir kaynakkurumunun la) desteklenemeyen davranışındaki tüketme ya da sahip değişmeler, yani olma arzuları (ev, araiktidarı elinde ba, bilgisayar, tatil v.b.) bulunduranların boş bir hayalden ibaret ürettiği kalır. Bu açıdan, politik farklılıklar, iktidara sahip olanların diğer kurumları çeşitli sosyal sınıflara etkiler. ya da toplumsal gelir gruplarına bakış açıları ve ekonomi politikalarını düzenleme biçimleri büyük önem taşır. Güçlü toplum, güçlü ekonomi demektir. 6- Politika (Siyaset) Kurumu Politika kurumunun temel görevleri, başka uluslara karşı egemenlik hakkı, iç ve dış güvenlik, kamu düzeni ve adaletin sağlanması, sağlık, eğitim, v.b. kamu hizmetlerinin yürütülmesidir. Ayrıca toplumun ekonomik, sosyal, kültürel, sanatsal gereksinmelerinin karşılanabilmesi için çözüm yolları üretilmesi ve uygulanması da politika aktörlerinin önemli ilgi alanlarıdır. Başka bir söyleyişle, politika kurumu belli bir egemenlik alanında, yönetenlerle yönetilenlerin hak ve ödevleri, karşılıklı sorumlulukları ve görevleri bakımından bir kurallar dizgesi oluşturur. Politika kurumunun aktörleri, özellikle de politik iktidarı elinde bulunduranlar, aynı zamanda bu kurallar dizgesinin, her türlü yasa, yönetmelik ve yönergelerin, belirli ilkeler çerçevesinde yapıcıları ve uygulayıcıları konumunda ve gücündedirler. Bu nedenle her türlü, ekonomik, politik, kültürel, sanatsal, sosyal alanlarda birinci derecede yetki ve sorumluluk taşırlar. Bir toplumun her türlü gelişmesi ya da geri kalmasında birinci derecede politika kurumuna yön veren, iktidar gücünü elinde bulunduran politik aktörler sorumludur.

B- POLİTİKA KURUMUNUN AYRICALIKLI YERİ Politika kurumu dışındaki diğer kurumların, yasa yapma, kural koyma ve güç kullanma yetkileri yoktur. Politika kurumu dışındaki kurumlarda (eğitim, hukuk, ekonomi v.b.) görev alanlar, belki bir baskı grubu ya da grupları oluşturarak politik iktidarları etkilemek isteyebilirler. Fakat son söz her zaman politik iktidardadır. Bir ülkedeki tüm kurumların varlığını, faaliyet gösterme ve çalışma kurallarını, gösterilen faaliyetlerin sınırlarını, bu sınırları aşanların sorumlulukları ve yaptırımlarını politika kurumu belirler. Eğer matematik bir söylemle açıklamak gerekirse politika kurumun diğer kurumlarla ilişkileri şöyle özetlenebilir. Politika kurumu bağımsız, diğer kurumlar bağımlı değişkendir. Politika kurumunun davranışındaki değişmeler, yani iktidarı elinde bulunduranların ürettiği farklılıklar, diğer kurumları etkiler. Çünkü diğer kurumların Gerçek politikacılar için ulus ve ülke bütünlüğü temel bir değer iken sıradan politikacı bu temeli görmezden gelir. Bu açıdan, politika yapanların niyetleri ve nitelikleri büyük önem taşır.

davranış kuralları değişmiş olur. Örneğin borçlar yasası, ticaret yasası, bankalar yasası, vergi yasaları v.b. yasalar değiştiği zaman ekonomi kurumu için değişme kaçınılmaz olur. Aynı zorunlu değişmeler, hukuk- adalet-kurumu, eğitim kurumu, aile kurumu için de geçerlidir. Yurttaşlar yasası, ulusal eğitimle ilgili yasalar ya da yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi konusundaki yasalar politik iktidarlar tarafından değiştirilebilir. Fakat diğer kurumların kendi yasalarını değiştirme yetkileri yoktur. Bu sonuç, politika kurumunu çok önemli, politikacıları da ülkenin ve toplumun geleceği hakkında çok stratejik bir konuma getirir. Sonuçta yetkili olanlar sorumluluğunda taşıyıcısı olurlar. Çünkü güç ve yetki iktidarda olanlarındır. C- POLİTİKACININ OY MAKSİMİZASYONU Tüketici ya da aileler, elde ettikleri gelirler ve harcamalarından nasıl en fazla fayda sağlayacaklarını hesap ederler. Üreticiler, firmalar ya da işletmecilerin temel dayanakları kârdır. Kâr elde etmeyen işletmeler yaşayamazlar. Amaç sadece kâr elde etmek değil, kârı en çoğa çıkarmanın yollarını aramak ve amaca ulaşmada çaba harcamaktır. Aynı şekilde, seçimle iktidara

23


gelinen ülkelerde ise, iktidara gelmenin olağan yolu gerekli ve yeterli oyu sağlamaktır. O halde politikacının temel amacı oyunu en çoğa çıkarmaktır. Oyu seçmenler verdiğine ya da gelecekte seçmenler vereceğine göre politik iktidarın seçmen tabanının kültürel, sosyal, sınıfsal yapısı büyük önem taşımaktadır. O halde, politik iktidarlar açısından, her türlü ekonomik, sosyal, kültürel, sanatsal düzenlemeler ve kararlarda kendi oylarını en çoğa çıkarmak istemeleri, (oy maksimizasyonu) rakiplerinin değil, kendi seçmen tabanını kayırmaları bir anlamda kaçınılmaz görünmektedir. Ancak burada temel bir sorun ortaya çıkmaktadır. Politik iktidarın seçmen tabanının beklentileri ile ülkenin ve toplumun genel çıkarları çelişebilir. Örneğin bazı etnik ve azınlıklar yararına yapılan düzenlemeler ülkenin birliğine zarar verebilir ya da toplumsal adaletsizlikler yaratarak hassas dengeleri bozabilir. İşte tam bu noktada geniş vizyon sahibi “devlet adamı” nitelikli politikacı ile sadece kendi partisini ve çıkarlarını düşünen sıradan politikacı arasındaki farklar ortaya çıkar. Gerçek politikacılar için ulus ve ülke bütünlüğü temel bir değer iken sıradan politikacı bu temeli görmezden gelir. Bu açıdan, politika yapanların niyetleri ve nitelikleri büyük önem taşır. Her ekonomi politikasının içinde az ya da çok bir ideolojik yaklaşım mutlaka vardır. İdeolojik doz ne kadar ağır basarsa o politika temel toplumsal gereksinimlerden ve bilimsellikten o derece uzaklaşır.

D- POLİTİKACILARIN YETİŞTİĞİ SOSYOKÜLTÜREL ORTAM Politikacıların temel görevi, mensubu oldukları toplumların, her yönden gelişmesi ve kalkınması için çözüm yolları üretmek olduğuna göre, politika uğraşı içerisindeki insanların asgari bir bilgiye ve kültür birikimine sahip olmaları gerekir. Çünkü insan her şeyden önce içinde doğup büyüdüğü kültürün ürünüdür. Bir politikacı açısından da durum aynıdır. Ayrıca, ortalama insana göre, politikacıların ek olumlu birikim ve 24

niteliklere sahip olmaları beklenir. Bir sosyolojik analize göre, klasik Yunan kültürü “felsefe” ve “bilgi” ağırlıklı bir toplum modelidir. Bu toplumda yetişen insanların bilgi ve düşünce ağırlıklı olmaları doğaldır. Aynı şekilde klasik Roma dönemindeki toplumsal yapı “hukuk” ağırlıklı olarak değerlendirilmektedir. Dinden bağımsız, laik ve yazılı hukuk kurallarının egemen olması günümüzün hukuk sistemine önemli girdiler sağlamıştır. Hukuk ve adalet anlayışının egemen olduğu ortamlarda yetişmek, bireyin hukuk ve adalet anlayışını olumlu yönde etkiler. Aynı şekilde Ortaçağ diye adlandırılan dönem inanç ve din ağırlıklı bir toplumsal yapı oluşturmuştur. Bu dönemde yetişen insanların temel istekleri, Tanrısal hoşnutluk kazanmak ve öbür dünyadaki ebedi yaşamda mutlu olmaktır. Avrupa’da, Ortaçağdan sonra, akıl, bilim ve teknoloji ağırlıklı bir toplumsal yapı oluşmuş ve pozitif düşünce ön plana çıkmıştır. Avrupa’daki sanayileşme ve ekonomik kalkınmayı yaratan hamlenin bu temele dayandığı, başka bir söyleyişle günümüzde Batı ya da Avrupa uygarlığı diye adlandırılan gelişmenin akıl ve bilim temelli olduğu bilinir. Akıl ve bilim temelli bir uygarlık ve eğitimle beslenen bireyleri toplumlarını daha hızlı geliştireceği düşünülmektedir. Günümüzün politikası ise, ekonomik odaklı, akıl ve bilim temelli görünmekle birlikte, adına “postmodernizm” denilen ideolojik açıklamalar ve yine “küreselleşme” denilen yeni ekonomik yorumlarla yeni boyutlar kazanmıştır. Bu yeni

boyutun en önemli özelliği, ulus kültürü yerine klan ve kavimciliğe, ırka ve soya dayalı yaklaşımları ön plana çıkarılması inanç ve kültür farklılıklarına dayalı yaklaşımların devreye girmesi; ulus ve ulus devlet yaklaşımlarının demode ve çağ dışı olarak gösterilmesidir. Söz konusu bu gelişmeler, özellikle ulus devlet olarak örgütlenen ülkelerde yeni çekişme, çatışma ve savaş alanları yaratmıştır. Daha önceki yıllarda çeşitli sosyal sınıflar (emek, sermaye) adına yapılan politikalar, yerini din, mezhep, ırk, soy, boy, dil v.b. değerlere dayalı politikalara bırakmıştır. Irak, Afganistan, Pakistan v.b. ülkelerdeki gelişmeler bu yeni yaklaşımın somut uygulama alanları olmuştur. Söz konusu ülkelere de barış ve refah değil, çatışma, bölünme ve savaşlar getirmiştir. Farklı ırklar ve inançlar kümeleri yeni rekabet ve çatışma alanı oluşturmuştur. Yukarıda belirtilen gelişmelerin en önemli sakıncası, politika üreticilerini, orta ve uzun vadeli politikalar ve stratejiler üretmeleri yerine, kısa vadeli konjonktürlerden kaynaklanan, sığ, geleceği belirsiz, yavan, hatta sakıncalı politikalara yöneltebilmesidir. 1980’li yıllardan günümüze Türkiye’de üretilen politikaların bu tür tehlikeleri içerdiğini de unutmamak gerekir. Bir ülke sadece kısa vadeli konjonktürel politikalarla yönetilemez, yüzyıllar sonrasını da hesaba katmak gerekir. E- EKONOMİ POLİTİKASININ ÜRETİMİ Eğer herhangi bir olay ya da gidiş kendi haline bırakılmışsa orada, spontan olarak hiç bir şeye müdahale yoksa herhangi bir politikadan söz edilemez. Bir politikadan söz edebilmek için; 1- Amaç ve hedef belirleme, 2- Bu amaç ve hedeflere ulaşabilme konusunda uygun kararlar alma, 3- Alınan kararları uygulama, 4- Sonuçları izleme ve gözden geçirme, 5- Gerekirse, uygun olmayan kararları düzeltme gibi beş temel unsurdan söz edilebilir. Yukarıda belirtilen hususlar ekonomi politikaları için de geçerlidir. Ekonomi politikaları belirlenirken iki husus büyük önem taşır. a) Ekonomi bi-

liminin bu politikadaki Bir toplumu yeri ve önemi, b) Politik ve ülkeyi iktidarların benimsedikyönetenlerin leri ideolojiler. (a) şıkkı kalite derecesi bilimsel yaklaşımı, (b) o toplumun şıkkı ise normatif değergenel gelişmişlik leri daha önemli yapar. düzeyinden ayrı Ekonomi politikalarının düşünülemez. normatif ve ideolojik Toplumun genel yanı, bu politikalarla gelişmişlik kimlerin refahının ön düzeyi arttıkça, plana alınacağı, ne tür politikacıların dünya görüşündeki da nitelikleri seçmenlere çıkar sağyükselecektir. lanacağı, hangi sosyal Politika kurumu gruplar için (genelde bu ve politikacılar gruplar politik iktidarın toplumsal seçmen kitlesidir) poligelişme tika üretebileceği önem düzeyinin aynası kazanır. Bu durumda gibidir. bilimin ideolojik yaklaşımlardaki görevi, ekonomi biliminin gereklerini yapmak değil, politik iktidarın değirmenine su taşımaktan ibaret kalır. Bilimsel yaklaşımda ise, ekonomik kaynakları ve ekonomi biliminin sağladığı bilimsel destekleri en akılcı ve gerçekçi biçimde kullanarak, belirlenen amaçlara nasıl ulaşılabileceği ya da mevcut ekonomik sorunların nasıl ortadan kaldırılabileceği ile ilgilidir. Her ekonomi politikasının içinde az ya da çok bir ideolojik yaklaşım mutlaka vardır. İdeolojik doz ne kadar ağır basarsa o politika temel toplumsal gereksinimlerden ve bilimsellikten o derece uzaklaşır. Ayrıca üretilen ekonomi politikaları, o

25


toplumun sorunlarına çözüm üretebilir nitelikte olmalıdır. Ülke dışı güç odaklarının gereksinmelerine göre hazırlanan politikaların ülkenin temel sorunlarına çözüm üretme olasılığı zayıftır. Ülke dışı güç odaklarınca üretilen çözümlerin, ülkenin ve toplumun gerçek ekonomik sorunlarına bir çözüm olup olmadığı iyi süzülmelidir. Ekonomi biliminin girdileri ideolojileri pekiştirmek için değil, toplumsal, ekonomik refahı arttırmak için kullanılmalıdır. Politik iktidarların, dış güçlere ne kadar bağımlılıkları fazlaysa, dış telkinlere açıklıkları da o kadar yüksektir. F- SONUÇ Bir toplumu ve ülkeyi yönetenlerin kalite derecesi o toplumun genel gelişmişlik düzeyinden ayrı düşünülemez. Toplumun genel gelişmişlik düzeyi arttıkça, politikacıların da nitelikleri yükselecektir. Politika kurumu ve politikacılar toplumsal gelişme düzeyinin aynası gibidir. Eğitim, ekonomi, hukuk v.b sosyal kurumların en önemlisi politika (siyaset) kurumudur. Çünkü politika kurumunun yöneticileri, ülke ve toplumun yöneticileridir. Yasa yapma, yürütme ve böylece diğer kurumların faaliyetlerini yeniden düzenleme, onlara yön verme ve denetleme gücünü elinde bulundururlar. Bu konumları gereği, ekonomik ve toplumsal gelişme sorunlarından birinci derecede sorumlu olurlar.

istenilen yönde davranış değişikliğine yöneltmektir. Fakat politik iktidarlarca belirlenen makro ekonomi politikalarında ideolojik ve normatif tutumlarda devreye girer. Makro ekonomik politikaların ideolojik dozu arttıkça, ekonomi teorisi özellikle makro ekonomik bilgi girdisi ile ilişkileri azalır. Ekonomi politikasının bilimsel dayanağı sığlaşır. Makro ekonomi politikalarının, toplumun tümünün gereksinmeleri dikkate alınarak, toplum çıkarına düzenlenmesi gerekir. Ancak Türkiye’deki makro ekonomi politikaları uzun yıllardır ülke dışındaki güç odaklarının telkin ve etkileri ile belirlenmektedir. Bu durum, ekonominin aşırı dışa bağımlılığı kadar, politik iktidarların dışa bağımlılığını da akla getirmektedir. Temel soru şudur; bu politika düzenlemelerinden kimler kazançlı çıkacak, kimler bedeller ödeyeceklerdir. Genelde kazançlı çıkanlar politik iktidarın destekçisi olan gruplardır. Postmodernizm ve küreselleşmenin ürettiği girdiler ise, konjonktürel olarak, hem seçmenlerin hem de politikacıların yol haritalarını belirsizleştirmişe benzemektedir. Kafalar biraz karışmıştır. Ülke ve toplum çıkarları ile yabancı öğretiler birbirine zıt sonuçlar oluşturmaktadır.

Politika kurumu aktörlerinin temel davranış faktörü oyların maksimizasyonudur. Sürekli zarar eden bir işletme nasıl ki yaşayamazsa, oy (seçmen) tabanı olmaya bir politik parti de varlığını sürdüremez. Politikacıların kendi seçmen tabanlarına yönelik politikalar üretmeleri onların varlık nedenidir. Ancak, toplumun genel-temel çıkarları ile oy tabanının çıkarları çatışırsa, o koşullarda “devlet adamı” niteliği üstün olan politikacılara gereksinme duyulur. Devlet adamı niteliği taşıyan politikacılara sahip olmayan ülkelerin gelecekleri belirsizleşir. Makro ekonomik politikaların temel beklentisi mikro karar birimlerini (tüketicileri, üreticileri) 26

27


CUMHURİYETİN EĞİTİM FELSEFESİNE DOĞRU Prof DR.Ahmet İNAM

Topluluğun kendi varlığını korumaya çalışıp, sürdürme çabası, onu diğer topluluklara kapalı hale getirmez. Diğer topluluklara, uluslara kardeşçe, dostça yaklaşır; onların varlığına saygı duyar; bu açıdan barışçıdır.

0DTÜ Felsefe Bölümü

C

umhuriyetin yeniden yorumlanması cumhuriyete uygundur. Cumhuriyeti kokuşan, kendi kendine yabancılaşan, anlamını yitirmiş bir hâle getirmeme, cumhuriyete sahip çıkma kaygımız, cumhuriyetin düşünce ve yüreğimizde yaktığı ateşin hâlâ yandığının bir belirtisidir. Cumhuriyetin yeniden yorumlanarak diri tutulamadığı bir yaşama ortamında, eğitimin iyileştirileyemeyeceğini düşünüyorum. Tersi de doğru: kendi kendini eleştiremeyen; eskimiş, yıpranmış genlerinden kurtulamayan, kendini yenileyemeyen eğitimin cumhuriyet ruhuna uygun olamayacağı açıktır. NEDİR CUMHURİYET? Bizim yurdumuz için, tarihimizin bizi ulaştırdığı noktada, adına cumhuriyet dediğimiz “yönetim biçiminin”, daha farklı yorumlandığında, yaşam biçiminin anlamı nedir? Cumhuriyetin bir yaşam biçimi, bir tutum, bir tavır, bir gerçeklikle ilişkiye geçme yolu olduğunu vurgulamak istiyorum. Yazık ki, cumhuriyeti yaşayan insanlarımız arasında bu tavıra sahip olanlar, karşıt görüşlü kişilere oranla sayıca azalmaktadır. Cumhuriyetin başlangıçta taşıdığı çoşku, atılım gücü etkisini yitirmektedir. 28

kendi sınırları dışında olanlara düşmanlık Cumhuriyet, bir duymaz; paylaşmayı biçıkıştır. Türkiye’de lir; hem birey olabilme böyle yaşandı. hem de bireyler olarak Yeni bir hayata bir araya gelip kendi doğru çıkıştır. Atılımdır. Varolma kendini yönetebilme olanağına, gücüne, çabasıdır. özgürlüğüne sahiptir. Yenilenen, yeniyi Yönetim, seçkin, soylu izleyen bir yaşam sayılan bir bölük insanın biçimidir. elinde değildir.

Cumhuriyet, bir çıkıştır. Türkiye’de böyle yaşandı. Yeni bir hayata doğru çıkıştır. Atılımdır. Varolma çabasıdır. Yenilenen, yeniyi izleyen bir yaşam biçimidir. Cumhuriyet belli kişilerin, belli bir sınıfın, sülalenin, ırkın yönetimi değildir; cumhuriyet herkesi kucaklar. Bu herkes, birbirleriyle eşit haklara sahip olan, gelir dağılımından eşit paylar alan, doğrusu, emeğinin karşılığını alabilen, fırsat eşitliğine sahip, bağımsız, özgür insanların tümünün oluşturduğu halktır. Bu halkın yaşama biçimini düzenleyecek kurum devlettir. Devlet, herkesi eşit olarak kucaklar; onların irâdesiyle kendi irâdesi arasında uçurum yoktur. Bireyler özgür, devlet özgürdür. Devlet bireyin tepesinde, onu ezen bir konumda değildir. Halkın efendisi değildir. Halk devlettir, devlet halktır.

Bilgiye, teknolojiye dayanarak, sağlıklı, barışçı bir biçimde sorunların üstesinden gelebilecek gücü, iyi niyeti, geleceğe yönelik umuduyla varolmayı dener. Cumhuriyet yaşam biçimi içinde olanlar, bilgiden, deneyden, tartışmadan, eleş-

tiriden, yeniliklerden; yeniyi, bilinmeyeni araştırmaktan, sorgulamaktan, yeni bakışlarla yeni ürünler oluşturmaktan korkmaz. Adâlet duygusunun gelişmesine, adaletin uygulamasına yol açacak eylemlerin sorumluluğunu taşıyarak, cumhuriyetin gerçekleşmesine çalışır. Yoksulu, hastayı, azınlıkta olanı, çocuğu, kadını ezmez; şiddete karşıdır. Eleştiriye açık olduğu için yanlışlardan öğrenmesini bilir; bireylerin özel yaşamlarını gönüllerince yaşamasına yardım eder, katkıda bulunur. (Herkesin kendi iç dünyasına ayırdığı bir oda olmasına olanak sağlar.) Res publica, res privata’yı ezmez; çıkarları için kavga eden agonistik, kavgacı işleyişi, sağlıklı dengelere oturtur; görünüşte eşitlikçi ama uygulamada belli ırkta, inançta, cinsiyette, yaşta olanlara ayrıcalık tanıyan uygulamalara izin vermez. Cumhuriyet, söylediğimiz bu sözlerin “idealleştirme”ler olduğunu, gerçekleşmesi için daha fazla bilgi, daha fazla deneyin, daha fazla kuram, daha fazla tartışma gerektirdiğini bilir. Tartışmalara açık olur.

Halk bilinçlidir; bilgedir; kendi kendini yönetebilme gücüne, bilgisine, özgürlüğüne, özerkliğine sahiptir. Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde sık sık vurgulandığı gibi, cumhuriyette “istiklâl baş davamızdır.” Varlığımızın devamı bu özerk olma gücümüze bağlıdır. Halkın vatandaş olabildiği, kamu alanındaki (res publica!) kararlara özgürce, özerk bir kafa yapısıyla katılabildiği, özel yaşamın (res privata) baskı altına alınmadığı bir yaşayıştır. Bu yaşam biçimi içinde, halk, 29


CUMHURİYETİN EĞİTİMİ : EĞİTİMİN CUMHURİYETİ Eğitim neyi aktarır? Geçmiş deneyimleri, yaşanmış, yaşanmakta olan deneyimlerin söze, anlatıma, davranışa, yaşam biçimine yansımış hallerini, ürünlerini; değerleri, dünya görüşlerini bilgiyi hünerleri… Elbette bu aktarımın temel çerçevesi olmalı: Cumhuriyet eğitimi, cumhuriyeti aktarabilmeli. Cumhuriyet Cumhuriyeti aktarabileyaşam biçimi cek bir eğitim, bir eğiiçinde olanlar, tim cumhuriyeti olmalı: bilgiden, Eğitim, herkese, ilgisine, deneyden, yeteneğine göre açık; tartışmadan, kullandığı ölçütleri, deeleştiriden, ğerlendirmeleriyle gizli yeniliklerden; olmayan, düzeltilmeye yeniyi, hazır bir yapı içinde, hak bilinmeyeni yemeyen; kendi başına araştırmaktan, düşünüp, kendi başına sorgulamaktan, elindeki bilgilerin, belyeni bakışlarla gelerin, dayanakların yeni ürünler ışığında, bağımsız karar oluşturmaktan verebilen insanlar yetişkorkmaz. tirmeye yönelik; kendini yenileyebilen, öğrenmeye hevesli ve yatkın, öğrendikleriyle değişip, dönüşebilen, değiştirip, dönüştürebilen insanların yetişebildiği eğitim olmalı. Peki ahlâkın yeri nerede? Ahlak eğitimi, yazık ki, son zamanlarda okutulan kitaplara baktığımızda, yanlış anlaşılıyor. Ahlak adı altında ölçütler, yasaklar, yaptırımlarla dolu felsefe alanı yaratılmak isteniyor. Oysa ahlak bir sorumluluktur, özgürlüktür; bir “duygu”dur, yüreğimizde; bir insan bütünlüğüdür, oluşudur, karakteridir. Ahlak, yalnızca “sonuçların”, “kuralların”, “düşüncelerin” alanı değildir. İşte eğitimimizde unutulan, ye-

30

terince üzerinde durulmayan temeldeki sıkıntı bütünselliği içinde insan yetiştirmektir, bütün insan yetiştirmektir: Bilgisi, duyguları, aklı ile bütünleşmiş, umudu, beklentileri olan bir insan. Eğitim cumhuriyeti, eğitimin umutla, coşkuyla, aşkla verildiği topraklarda olur. Tazelenen, yenilenen, sorgulayan insanların yaşadığı topraklarda. Bu cumhuriyette, eğitim kurumlarının alt yapı (araç, gereç, laboratuvar, dersâne, öğretmen, mâlî sorunlar…) sorunları çözülmüştür. Orada yaşayan, duygu ve düşünce sağlığını korumak için özgürce çabalar; bütün insan olma yolunda yürür. Bu çabaların, cumhuriyetin eğitim felsefesini oluşturmada önemli yerleri vardır. ZAMANI YAŞAYABİLEN CUMHURİYET Eğitim içindeki genç insan, zamanı üç boyutuyla yaşayabilmelidir. Üç boyutuyla zaman (geçmiş, şimdi, gelecek), bizi geçmişe (gelenek ve göreneklere saygı), şimdiye (pratik yaşam sorunlarının çözülmesi) ve geleceğe (umut ve beklentilere) götürür. Zaman, bu üç boyutu içinde öğrenebilenler için öğreticidir. Bizim ülkemizde zaman, çoğunlukla, “şimdide” yaşanır. Cumhuriyetin oluşumunda geçmiş bir çok yönüyle ihmâl edilmiş, gözler hep umuda, geleceğe yöneltilmiştir. Doğrusu, gelecek dediğimiz şey, ülkemizdeki yaşam biçimi içinde şimdiye dönüşmüştür. Sorunlar günübirlik çözülmeye çalışılıyor. “Köşeyi dönme” ilkesi, “şimdi”nin geçmişe ve geleceğe egemenliği demektir. Pragmacılık, yararcılık (utilitarianism) kültürümüzde egemen olan tutumlardır. Cumhuriyetimiz başlarda, geçmişi kimi yanlarıyla oluşturmaya çalıştı; şimdinin heyecanıyla

doldurdu içimizi, ama gelecek beklentimizi yeterince ateşleyemiyor; umut, heyecan, aşk veremiyor güçlü biçimde. Planlar yapsak da, uygulama plana uygun yapılamıyor. Şimdisine, biraz da kurgulanmış geçmişine sıkı sıkıya sarılı bir cumhuriyetin kokuşma tehlikesi vardır. Kolay yakınan, çözüm yerine “biz adam olamayız” görüşüyle beslenen cumhuriyet insanı, devir aldığı mirası nasıl geleceğe taşıyacaktır? Cumhuriyet gelecek demektir. Geçmiş ve şimdiyle birleşmiş. Geçmiş, gelecekten beklentilerimiz doğrultusunda incelenecek, yorumlanacaktır. Şimdi, yaşadığımız dünyadaki koşullar, bilimin ve teknolojinin sağladığı olanaklarla değerlendirilecektir. Önümüzdeki yıllarda, geleceği yaşamayı öğrenemezsek, cumhuriyeti kolayca yitirebiliriz. GELECEĞE AÇILAN PENCEREDEN CUMHURİYET Geleceğe açık kültürün yaşadığı cumhuriyetin temel özelliklerinden bazıları şunlar olabilir: Kaba, genel, sığ görüşlere, niteliklere takılıp kalmak yerine, inceliklere, ayrıntılara dikkat etmeli; ayrıntılara son derece duyarlı bir kültür olmalıyız. “Yaşama virtüözlüğü”, “ince yaşama”, “nitelikli yaşama” ancak böyle kazanılabilir. Cumhuriyet çocukları ince yaşayan çocuklardır. Özel yaşamı olan, özerk, özgür, özgün insanların cumhuriyetidir geleceğin cumhuriyeti. Yukarıdan, ortak yaşamadan gelecek saygısız baskılarla yok edilmiş özel yaşamların cumhuriyeti değildir. Bu cumhuriyette bireylerin atılım güçleri, iradeleri güçlüdür; kendilerini hızla, istekle yenilerler; genç kalırlar, genç yaşarlar, genç ölürler (!), elbette biyolojik anlamıyla değil; kafaca, duyguca,

mânevi alanda genç kalırlar. Geleceğe yönelik bu yaşam biçiminde yaşantılarından öğrenirler; öğrenmeyi öğrenirler; kolay uzlaşmalarla, ödünlerle dolu bir yaşam değildir onlarınki, çatışmadan korkmazlar. Agonistik, mücadeleci bir yaşamanın sağlıklı bir yaşam olduğunu bilirler. Değerleri takdir ederler; yetenekleri, güzellikleri, bilgiyi, buluşu, yaratıcılığı, çalışkanlığı takdir ederler; yetenekli insanların haklarını verirler. BÜTÜN İNSAN OLARAK İNSANLARIN YAŞADIĞI CUMHURİYET Son olarak, cumhuriyetin insanı bütün insandır. Bu insan, içinde bulunduğu kurumlarda, birbirleriyle ve kendileriyle olan ilişkilerinde şu on öğeyi birbirleriyle Cumhuriyet dengeli biçimde gelişkendi eğitim tirirler: 1. Bilgilerini, 2. anlayışını, Mantıklarını, 3. Ahlaklakendine özgün rını, 4. Sorumluluklarını, koşulları içinde 5. Estetik duyarlılıklarını, kurabilip, 6. Duygularını, 7. Mücayeryüzündeki dele güçlerini, 8. Oyun diğer kültürlerle, duygularını, 9. Özgürgeleceğin güzel, lüklerini, 10. Güven duyâdil dünyası için gularını besleyerek, bir sağlıklı, barışçı orkestranın elemanları gibi harmonize ederler. ilişkiler kurabilen, inançların ve umutların Cumhuriyet bahçeözgürce si, açan bu çiçeklerin yaşandığı renkleriyle bütünlüğe toplulukların kavuşur; yarım, eksik, oluşmasına yol özürlü insanların değil; açan bir yaşam ve kendisinden geliştiyönetim biçimi rilmesi beklenen, akıl, olarak ortaya duygu, beden öğelerini çıkar. sağlıklı biçimde kullanarak, çevresiyle dina-

31


Bizim ülkemizde zaman, çoğunlukla, “şimdide” yaşanır. Cumhuriyetin oluşumunda geçmiş bir çok yönüyle ihmâl edilmiş, gözler hep umuda, geleceğe yöneltilmiştir. Doğrusu, gelecek dediğimiz şey, ülkemizdeki yaşam biçimi içinde şimdiye dönüşmüştür.

32

mik bir etkileşmeye girerler. Bilgileri onları köle kılmaz, mutsuz yapmaz. Sevgisiz, anlayışsız, kin ve nefret dolu insanlara dönüşmezler.

ve umutların özgürce yaşandığı toplulukların oluşmasına yol açan bir yaşam ve yönetim biçimi olarak ortaya çıkar.

Cumhuriyet kendi eğitim anlayışını, kendine özgün koşulları içinde kurabilip, yeryüzündeki diğer kültürlerle, geleceğin güzel, âdil dünyası için sağlıklı, barışçı ilişkiler kurabilen, inançların

Böyle bir cumhuriyetin oluşmasında, bu canlılığı sağlayabilen önemli bir gücün felsefe sevgisi olduğu da unutulmamalıdır.


TARİHİMİZDE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN GELENEKSEL YARGILARINI KIRAN DEMOKRASİ ÖNCÜSÜ: SATI KADIN Av. Hayriye Anıl ŞAN Türk Demokrasi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi

temelini, anayasa ve kanunlarla düzenlenen seçme ve seçilme hakkının, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin herkese tanınması, oluştururken; bu hakların fiilen etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve teşvik etmenin zorunluluğu da göz ardı edilemez. Ülkemiz siyasi hayatında kadının yeri incelendiğinde; son olarak 1934 yılında tanınan milletvekili seçme ve seçilme hakkı ile; kadınların 74 yılı aşkın bir süredir bu alanda rol aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu rolün etkinliğinin demokrasi adına ne denli yeterli olduğu tartışmaya açık bir husustur.

T

oplumlarda kadının konumu, demokratikleşme ve çağdaşlaşmanın önemli bir ölçütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz ki gerçek bir demokrasiden bahsedebilmek için sosyal olduğu kadar siyasal alanda da bir kadın-erkek eşitliğinin var olması gereklidir. Siyasal alanda kadın-erkek eşitliğinin 34

Günümüz Türkiye’sinde kadınların meclis ve yerel yönetimlerdeki görev oranı; maalesef olumlu bir tablo yaratmamakMeclise seçilen ilk tadır. Bununla birlikte, Türk aile yapısındaki köylü kadın olarak, erkek hâkimiyetinin aynı dönemde henüz etkilerini yitirseçilen kadın mediği gözetildiğin- milletvekillerinden de; kadının “seçmen” ayrılan bir yöne olarak da millet egesahip olmuştur. Bu menliği ve ülke yöyönüyle özellikle netiminde her daim köylünün her türlü hür iradesi ile etken sorununa çözüm olduğunu söylemek mümkün olmamak- getiren girişimlerde yer almış; tadır. Demokrasinin ve “Hâkimiyet kayıtsız mecliste ziraat şartsız milletindir.” ilkekomisyonunda sinin gereği için, ülkegörev almıştır. mizde neler yapılması

gerektiği halen tartışılmaktadır. Elbette ki birçok somut çözüm önerisi, kadınların siyasi hayata gerçekten ve tam olarak dâhil edilmesi yönünde etkili olacaktır. Özellikle kadın sivil toplum örgütlerinin bu yönde gerçekleştirdikleri kampanyalarla kadınların siyasi hakları ve millet egemenliğinde söz sahibi olmaları yönünde gösterdikleri hassasiyetleri, ümit verici ve yapıcı niteliktedir. Bu noktada var olan birçok çözüm önerisini yinelemek yerine; Türk parlamento tarihinde, 2007 yılı genel seçimlerine kadar, en yüksek kadın milletvekili oranının görüldüğü 5. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dönerek, demokrasinin öncüleri arasında sayabileceğimiz bir isim olan Satı Kadın’ın hikâyesine göz atmak, çözüme yönelik politika üretmekte ve önerilen çözüm yollarını analiz etmekte faydalı ve yardımcı olacaktır. Atatürk’ün isteği ile Ankara’nın ilk kadın milletvekili olarak 08.02.1935 yılında milletvekili seçilen Satı Kadın; 1890 yılında Kazan’da doğmuştur. Türk siyasetinde önemli bir isim olacağının ilk sinyallerini, genç yaşta babasını kaybetmesinin ardından, hukuk ve çok daha önemlisi var olma mücadelesi ile vermiştir. Kadın olmanın, sorumluluk alma ve toplumda söz sahibi olmaya engel olmadığını, babasının ölümünün ardından miras kalan geniş toprak ve malvarlığına göz diken kişilere karşı boyun eğmeyerek göstermiştir. Cesareti, kendine olan güveni ve görgüsü ile köyde saygın bir kişilik kazanmış; köyün muhtarlık görevini üstlenerek aynı zamanda ilk kadın muhtar olma sıfatını da elde etmiştir. Atatürk ile tanışması ise; Kazan Köyü muhtarı olduğu dönemde, Atatürk’ün karayolu ile İstanbul’a giderken Kızılcahamam’da mola ver

mesi ile gerçekleşmiştir. Gazi Mustafa Kemal; kendisini görmek için toplanmış kalabalığın ürkekliğine inat, elindeki ayranı sunmak için cesaretle yaklaşan Satı Kadın’la yapmış olduğu kısa sohbetin ardından yaverlerine Satı Kadın’ın künyesini kaydetmelerini emretmiştir. Zira sohbet sırasında Satı Kadın, hali, tavrı ve vermiş olduğu cevaplarla medeni cesaretini ve zekasını ortaya koymuş, bu nitelikleri ile Atatürk’ün takdirini kazanmıştır.

35


Nitekim Atatürk Ankara’ya dönüşünde dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a “Milletvekili olmayı hak ediyor, bulup çağırın, namzet olsun” demiş; Satı Kadın’ın milletvekilliği süreci böylelikle başlamıştır.

36

Satı Kadın, meclise seçilen ilk köylü kadın olarak, aynı dönemde seçilen kadın milletvekillerinden ayrılan bir yöne sahip olmuştur. Bu yönüyle özellikle köylünün her türlü sorununa çözüm getiren girişimlerde yer almış; mecliste ziraat komisyonunda görev almıştır. Milletvekili olarak artık şehirliler gibi giyinmesi yönündeki tavsiyeleri önceleri reddetmiş; ancak üstlendiği görevi ile Türk kadınına örnek olma misyonunu da yüklendiğinin bilinciyle Meclisteki yemin törenine, çağdaş ve modern giysilerle çıkmıştır. Böylelikle Atatürk’ün “O ne yapacağını bilir, bırakın ne isterse öyle yapsın, hiçbir şeye zorlamayın” diyerek kendisine gösterdiği güveni haklı çıkarmıştır. Ankara’ya geldikten sonra ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla kendisine verilmek istenen parayı almamakta direnmiş; gerekçe olarak para kazanmak için değil, milleti temsilen geldiği görev için orada bulunduğunu, milletin parasını harcayamayacağını belirtmiştir. Ankara Halkevinde, milletvekilleri için düzenlenen bir temsile, bu nedenle kapıda bekleyen köylü halkın alınmamasına; ”Bunlar milletin vekilleri değil aslı diyerek” tepki göstermiş ve böylelikle üstlendiği görevin ne denli bilincinde olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Atatürk’ün eski bir Türk adı olması nedeniyle isminin Hati olarak değiştirilmesini istediği Satı Kadın (Çırpan) TBMM kayıtlarına da Hati ÇIRPAN olarak geçmiştir. Satı Kadın 1956 yılında Kazan’da hayatını kaybetmiştir.

Ankara Halkevinde, milletvekilleri için düzenlenen bir temsile, bu nedenle kapıda bekleyen köylü halkın alınmamasına; ”Bunlar milletin vekilleri değil aslı diyerek” tepki göstermiş ve böylelikle üstlendiği görevin ne denli bilincinde olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Günümüzde sadece Meclis ile ilgili birkaç küçük etkinlikte akıllara gelen bu ismin şüphesiz ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve demokratikleşme sürecinde yeri çok önemlidir. Toplumun kadına bakış açısının ve geleneksel yargıların kırılmasında, kadının “birey” olarak da önemli bir rolü olduğunu göstermesi açısından örnek alınacak bu hayat hikayesinin; kadının siyasette neden ve nasıl var olması gerektiğini göstermesi açısından da seçmen olma niteliğine haiz herkese ve özellikle kadınlarımıza anlatılması gereklidir. Tabiî ki de bu hayat hikayesi sadece kadının siyasetteki yerini değil; milletin vekili olarak meclise çıkan ve/veya çıkacak olan kişilerin, üstlendikleri görevin bilincine varması açısından da bir demokrasi dersi niteliğindedir.


TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI MEHMET ALİ ŞAHİN

38

39


- Siyaset ve devlet yönetiminde üstlendiğiniz çeşitli görevlerin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başkan seçilmenizi nasıl değerlendiriyorsunuz? - Siyaset bir gönül ve heyecan işi. İdeallerinizle siyasete giriyorsunuz ve ülkenize faydalı olmaya çalışıyorsunuz. Millete hizmetin aracı olan siyasetin her aşaması önemlidir. Son yıllarda Meclisimiz de Meclis Başkanlığı çok 186 maddeden onurlu bir görev. İnsaoluşan nı heyecanlandıran çok Anayasa’nın yüce bir makam. 83 maddesi değiştirilmiştir. Bildiğiniz gibi Kurtuluş Bu Savaşımızın Önderi ve düzenlemelerin Cumhuriyetimizin kuönemli bölümü rucusu Gazi Mustafa özgürlükleri Kemal’in oturduğu bir arttırıcı makam. Bu yüzden büdeğişikliklerdir. yük bir onur duyuyorum bu göreve seçilmiş olmaktan. Diğer yandan bu görevimi en iyi şekilde yapmaya, beni bu göreve seçenlerin desteğine layık olmaya çalışıyorum. Meclis Başkanlığı’nın sorumluluğu çok ağır. Tarafsız bir anlayış içerisinde bütün partilere, siyasi düşüncelere eşit mesafede durmanızı gerektiren bir makam. Milletvekillerimizin gösterdiği teveccüh sonucu seçilen bir Meclis Başkanı olarak tarafsız bir şekilde, görevimi en iyi şekilde yapma gayreti içerisindeyim. Milli iradenin tecelli ettiği yer olan TBMM, tüm milletimizin sorunlarının çözüm zeminidir. Kurulduğundan beri milletimizin kaderine yön veren kararlar alan Meclisimiz, bundan sonrada tüm sorunların çözümü için gayret gösterecek, milletimize layık olmaya, onların beklentilerini karşılama çalışacaktır. Milletvekili arkadaşlarımın oylarıyla bu şerefli 40

göreve seçildim. Bu vesileyle hepsine şükranlarımı bir kez daha sunuyorum. - Meclis Başkanlığı görevinizle ilgili idealleriniz, inandığınız prensip ve normlar hakkında da düşüncelerinizi alabilir miyiz? - Bağımsızlığımızın sembolü TBMM, demokrasimizin en önemli kurumudur, kalbidir. Halk iradesinin temsil makamı olan bu yüce kurum ne kadar iyi işlerse, demokrasimiz o denli gelişir ve kökleşir. İlk Başkanlığını Aziz Atatürk’ün yaptığı Meclisimizin itibarının ve saygınlığının daha da artırılması en büyük hedefim olacak. Şunu belirtmeliyim ki, 23. Dönem Meclisi’ndeki yüksek temsil oranı ülkemiz için, herkes ve her kesim için önemli bir şanstır. Meclisimiz sahip olduğu yüzde 85’lik temsil gücüyle çeşitli siyasi partileri ve düşünceleri demokratik bir olgunluk içerisinde bir araya getirmektedir. 23. Dönem Parlamentosu Türkiye için önemli işler yaptı, yapmaya da devam edecek. Siyaset hayatım boyunca hep milletime hizmet etmeyi, siyasetin kalitesini, demokrasinin çıtasını yükseltmeyi, insan hak ve özgürlüklerini geliştirmeyi kendime amaç edindim.

leceği, ülke ve toplum yararına politikaların üretilmesine çok önemli katkılarda bulunabilecek yapılardır.

- Parlamentonun Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinin geliştirilmesindeki rolü hakkında değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan çok sesliliğin merkezi durumundaki sivil toplum örgütlerinin Meclisimizin çalışmalarına katkılarını çok önemsiyorum.

- Dış politikasının temeline Aziz Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini koyan Türkiye, barışın ve istikrarın her zaman savunucusu olmuş uluslararası alanda aktif diplomasi yürüten bir ülkedir.

Sivil toplum örgütlerimizin yasama sürecine daha etkin katılımlarının toplumsal sorunlarımıza daha kalıcı çözümler üretmemize yardımcı olacağı kanaatindeyim. Bu konuda mevcut uygulamanın daha da geliştirilmesinin gereğine inanıyorum. Nitekim geçen yasama yılında Meclisimizde bulunan siyasi partilerimizin temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan İçtüzük uzlaşma komisyonunun yaptığı çalışmada bu konuda daha ileri bir noktaya taşıyabilecek öneriler yer almaktadır. Milletvekillerimizin ve kamuoyunun katkısına da sunulan bu içtüzük çalışmasının hayata geçmesini diliyorum. Ayrıca Meclisimiz zaman zaman sivil toplum örgütleriyle ortak etkinlikler düzenlemekte, mekânlarını da bu kuruluşlara açarak destek olmaya gayret göstermektedir.

Türkiye, her bakımdan risklerin yoğun olarak hissedildiği bir coğrafyanın merkezindedir. Küresel düzeyde etkisi fazlasıyla hissedilen çatışma noktalarının önemli bir kısmı, Ortadoğu ve Kafkaslar gibi ülkemizin yakın çevresinde yer almaktadır. Ülkemizin çabaları çevremizdeki gerilim noktalarının ortadan kaldırılması, sorunların barışçı yollardan çözümlenmesine yöneliktir. Bölgesinde kalıcı barış ve istikrarın tesis edilmesi yönündeki çok yönlü diplomatik çabalarıyla ülkemizin uluslararası bir çekim merkezi haline geldiğini memnuniyetle görmekteyiz. Meclisimiz, yürütmekte olduğu yasama ve denetim faaliyetlerinin yanı sıra parlamenter diplomasi çalışmalarıyla ülkemizin barışa dayalı dış politika hedeflerine ulaşmasına büyük katkı sağlamaktadır.

Bu onurlu makamda da anayasamızda kendisini bulan demokratik, laik, sosyal hukuk devleti anlayışı içerisinde bu amaçlar için çalışmaya devam edeceğim. - Meclis çalışmalarına mahalli, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının katkıları ve bu kuruluşlarla işbirliği konusundaki yaklaşımınızı öğrenebilir miyiz? - Sivil toplum örgütlerini demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından görüyorum. Sivil toplum örgütleri bir ülkede ne kadar çok ve etkiliyseler, demokrasi o kadar gelişmiş demektir. Bu örgütler toplumun nabzının en iyi okunabi-

41


Avrupa Birliği yolunda 10 ayrı paket halinde tam130 kanunda değişiklik yapılmıştır.

TBMM’nin uluslararası ve bölgesel kuruluşlara üyeliği ve buralardaki etkinliği dış politikasının çok boyutlu niteliğini en iyi şekilde ortaya koymaktadır.

Şu anda Meclisimizin 99 ülkeyle karşılıklı oluşturduğu parlamentolar arası dostluk grupları ilişkilerin geliştirilmesine ciddi katkılarda bulunmaktadır. Ayrıca başkanından milletvekillerine, komisyonlarına kadar Meclisimiz yürüttüğü diplomatik ilişkiler ve gerçekleştirdiği karşılıklı ziyaretlerle Türk Dış Politikası’nın temel amaçlarına ulaşılmasına katkıda bulunmaktadır. Halkları temsil eden parlamentolar arasındaki ilişkilerin ülkelerin daha fazla yakınlaşmasına, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği içine girmelerine yardımcı olduğunu görüyoruz. Zira bir ülkenin yönetimi sadece hükümetlere ait bir sorumluluk değildir. O ülkenin parlamentosunun da halkın temsil makamı olarak daha fazla sorumluluğu ve görevi olduğu kanaatindeyiz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin izlediği dış politikanın temel amacı, komşu ülkeler başta olmak üzere barış ve refah içinde, istikrarlı, işbirliğine dayalı ve kalkınmayı sağlayacak bir bölgesel ve uluslararası ortamın oluşturulmasıdır. - Türk Dili Konuşan Ülkelerin Parlamento Başkanları ile sürdürülmekte olan “Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi” çalışmaları hangi aşamada? - Bilindiği gibi, kısa adı TÜRKPA olan Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi, TBMM’nin öncülüğünde 21-22 Kasım 2008 tarihinde İstanbul’da imzalanan anlaşma ile hayata geçmişti. Önceki Meclis Başkanımız Sayın Köksal Toptan başta olmak üzere bu asamblenin oluşturulma42

sına destek veren kardeş parlamento başkanlarının gayretleri sonucunda Türk Dünyası’nın geleceğine çok önemli yatırım yapılmıştır. Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenterler Asamblesi Eylül ayının sonunda Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de, bizim de katılımımızla 1. Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Bu toplantıda Genel Sekreter seçimi yapıldı, bütçesi belirlendi ve diğer teknik işlemler karara bağlandı. Genel Sekreter Yardımcılığına da Meclisimizden bir arkadaşımız seçildi. Böylece TÜRPA kurumsal yapısını oluşturarak resmen faaliyete başladı. Kazak ve Kırgız kardeşlerimizin de katılımıyla gerçekleştirilen bu birlik, aynı tarihi, kültürü paylaşan dost ve kardeş ülkelerin ortak geleceğine uzanan güçlü iradesini göstermektedir. İnanıyorum ki; TÜRKPA daha da güçlenecek, halklarımızın temsilcileri olan parlamentolarımızın attığı bu tarihi adımın önemi gelecekte daha iyi görülecektir. Ortak bir geçmişe sahip olan ülkelerimizin arasında var olan ilişkileri daha da geliştirecek bu asamblenin yapacağı çalışmalarla hem bölge hem de dünya barışına katkıda bulacağına inanıyorum. - TBMM’nin demokratikleşme ve insan hakları alanında yürüttüğü faaliyetleri değerlendirir misiniz? - Milli mücadelemizi yöneterek bağımsızlığa kavuşturan ardından Cumhuriyeti ilan eden Meclisimiz, daha demokratik bir yaşam için reformlar yapmış ve ülkemizin geleceği için geçmişten beri çok önemli kararlar almıştır. TBMM kurulduğu günden beri hep Türkiye’nin ileri gitmesi için adımlar atmıştır. Aslında Meclisimizin çıkartmış olduğu yasaların, yaptığı anayasa değişikliklerinin amacı Türkiye’de demokratik standartları yükseltmeye, temel hak ve özgürlüklerin daha genişlemesine yöneliktir.

Milletimizin iradesini temsil eden Meclisimiz yaptığı bu çalışmalarla ülkemizin demokrasi ve insan hakları alanında önemli mesafeler almasını sağlamıştır. Son yıllarda Meclisimiz de 186 maddeden oluşan Anayasa’nın 83 maddesi değiştirilmiştir. Bu düzenlemelerin önemli bölümü özgürlükleri arttırıcı değişikliklerdir. Avrupa Birliği yolunda 10 ayrı paket halinde tam 130 kanunda değişiklik yapılmıştır. Ayrıca ekonomiden sağlığa, eğitimden kültüre kadar tüm alanlarda çok önemli yasal düzenlemeler hayata geçirilerek meclisimiz demokratik değişimin merkezi olmuştur. Yapılan düzenlemeler Türkiye’nin kaderini değiştirecek nitelikte önemli reformlardır ve tarihi bir anlam taşımaktadır. Bu reformlar sayesinde Türkiye, bugün, AB müzakerelerini yürüten, demokrasisi güçlü, özgürlükleri artan saygın bir ülke konumuna gelmiştir. Tüm bunlar, iyi işleyen, görevini iyi yapan bir Meclis ve siyasi iradenin kararlılığı sayesinde olmuştur. Yine insan hakları alanında da Meclisimizin yaptığı düzenlemeler sayesinde Türkiye çok

önemli mesafeler almış, bu konudaki şikâyetler azalmıştır. Meclisimiz yaptığı yasal düzenlemelerin yanı sıra İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun etkin çabaları sayesinde bu tür ihlallerin azaltılması için çaba göstermektedir. Toplumsal vicdanı yaralayan insan hakları ihlalleri konusunda son derece hassas olan komisyonumuz, yerinde yaptığı incelemeler sonucunda raporlar hazırlamakta, eksikliklerin giderilmesi için çalışmaktadır. İhtiyaç duyulan konularda alt komisyonlar da oluşturabilen, gerekli durumlarda yurtdışında da incelemelerde bulunan komisyonumuz, insan haklarının korunmasının yanı sıra kapsamının genişletilerek daha ileriye götürülmesi için adımlar atmaktadır. Meclisimiz geçmişte olduğu gibi Türkiye’nin daha demokratikleşmesi, özgülüklerinin genişlemesi, insan hakları standartlarının yükselmesi için üzerine düşenleri bundan sonrada yapmaya devam edecektir. - Dünyada demokrasi anlayışının temeli olan Kaş Patara’da bulunan ilk parlamento binasının restorasyonu ve Başkanlığınızın bu konudaki çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?

43


- Antalya ilimizin Kaş ilçesine bağlı Patara’da bulunan dünyanın ilk demokratik parlamentosu olarak kabul edilen 2 bin 200 yıllık geçmişe sahip tarihi yapı bütün insanlık için çok önemlidir. Yüce Meclisimiz de Kaş Patara’daki bu alanı 1 yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan devraldı. Meclis olarak Valilik, Kaymakamlık ve arkeologlarla iş birliği yapılarak dünya demokrasisinin gelişimi bakımından çok özel bir yere sahip olan antik kent ve meclis binasının ortaya çıkarılması için çalışıyoruz.

Böylesine kapsamlı uluslararası bir etkinliğin ülkemizin ve Antalya’nın tanıtımına da çok önemli katkılar sağlayacağı kanaatindeyim. - Türk Demokrasi Vakfı olarak çıkardığımız dergimizin ilk sayısına verdiğiniz röportaj için teşekkür ediyoruz.

Bildiğiniz gibi 2010 yılı Yüce Meclisimizin açılışının 90. yıldönümüdür. Demokrasimizin kalbi olan TBMM’nin açılışının 90. yılını görkemli törenlerle kutlamak istiyoruz.

- Ülkemizde demokrasinin geliştirilmesi için kurulduğu günden beri çalışmalar yürüten Demokrasi Vakfı’nın böyle bir dergi çıkarmasını memnuniyetle karşılıyorum.

Meclisimizin açılışının 90’ıncı yılında Patara’da uluslararası bir etkinlik yapmayı planlıyoruz. Belki dünya parlamentolarının başkanlarını buraya davet ederek, onlarla bu tarihi değeri paylaşabiliriz.

Ülkemizin seçkin sivil toplum örgütlerinden biri olan Türk Demokrasi Vakfı’nın “Enstitü” ismini taşıyan bu yeni dergisinin hayırlı olmasını diliyorum.

Anadolu yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Özellikle Akdeniz kıyısında çok sayıda medeniyet hayat bulmuştur. Bu zenginliği diğer ülkelerle, insanlıkla paylaşmanın insanlığa karşı sorumluluğumuz olduğunu düşünüyoruz.

44

Patara’daki çalışmaların 2010 yılına kadar tamamlanması için Meclis olarak bütün imkânlarımızı seferber ediyoruz. Dünya parlamento başkanlarını gelecek yıl burada toplamaya çaba göstereceğiz. Bunu da başaracağımıza inanıyorum.

Derginizin ilk sayısının Cumhuriyetimizin kuruluşunun 86. yılına denk gelmesini de çok anlamlı buluyorum. Bu vesileyle Cumhuriyetimizin 86. yılını kutluyor, yayın hayatınızda başarılar diliyorum.

45


Türkiye-Azerbaycan İlişkileri: Slogan Kardeşliğinden, Stratejik Ortaklığa Hasan Kanbolat ORSAM Başkanı

T

ürkiye-Ermenistan sınır kapılarının açılma olasılığı nedeniyle iki ülke arasında kriz bir türlü atlatılamıyor. Saman alevi bir yanıp bir sönüyor. Hem Türkiye ve hem de Azerbaycan tarafı ‘Tek Millet, İki Devlet’ anlayışının benimsendiğini, ancak iki ülke arasında ortak bir geleceğin inşa edilebilmesi için söz konusu sloganın altının gerçekçi bir biçimde doldurulması gerektiğini ifade etmektedirler. Ancak, artık iki ülke arasında ortak bir geleceğin inşası için ‘Ne Yapmalı?’ sorusunun altı doldurulmalıdır. Dostluk ve kardeşlikten stratejik ortaklığa nasıl geçileceğinin yol haritasının çizilme zamanı gelmiştir. Türkiye ile Azerbaycan arasında din, dil ve etnik bağlar bulunuyor. Ama, Azerbaycan’ın Orta Asya ülkeleri ile de söz konusu bağları vardır. Üstelik, Azerbaycan, Orta Asya’daki Türk kökenli halklarla yaklaşık iki yüz yıldır (Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği) aynı devletin çatısı altında aynı kültürel, siyasi ve ekonomik alan içerisinde yaşamıştır. Buna rağmen, Azerbaycan halkının Orta Asya’daki Türk kökenli halklara Türkiye sevgisi kadar köklü bir sempatisi bulunmuyor. O zaman, Türkiye’deki Azerbaycan ve Azerbaycan’daki Türkiye sevgisinin derin köklerinin nedenleri nedir? 19. ve 20. yüzyıllarda iki ülke arasında aydın hareketinin olması, aydınlanma fikirlerinin etkileşimi, iki ülkenin 20. yüzyılın başında stratejik ortaklığa yönelimi ve 1918’de Osmanlı Devleti ordusunun Azerbaycan’ı ve Bakü’yü kurtarması, 1921’de Azerbaycan’ın Türk Kurtuluş Sava46

şına maddi katkıları ve gönüllü birliklerin katılımı, gerek Çarlık Rusyası ve gerekse Sovyetler Birliği devrinde Azerbaycanlı muhalifler için Anadolu’nun sığınacak bir vatan olabilmesi, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası Türkiye’nin Azerbaycan’a hızla ve karşılıksız olarak siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel destek vermesi gibi etkenler iki ülke arasında derin bir sevginin oluşmasına yardımcı olmuştur. Ancak, iki ülke arasında tarihi kökleri bulunan derin sevginin üzerine 21. yüzyılda ortak bir stratejik gelecek inşa edilememiştir. İki ülke de birbirlerini ‘çantada keklik’ görerek ortak bir gelecek için bir çaba gereksinimi duymamışlardır. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan seviyesinde üst düzey siyasi görüşmelerin ‘Tek Millet, İki Devlet’ sloganı çerçevesinde olumlu geçmesini ve işadamlarının faaliyetlerini yeterli görmüşlerdir. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki derin sevgiye rağmen, iki ülke arasındaki ilişkiler neden Türkiye-Gürcistan, Azerbaycan-Rusya Federasyonu ve hatta Azerbaycan-Almanya ilişkileri seviyesine bile gelemiyor? Veya söz konusu seviyelere nasıl gelinebilir? Asıl sorun budur. Türkiye ile Gürcistan arasında üç aya kadar vizesiz geçiş uygulanmaktadır. 2010’dan itibaren sadece kimlik ile geçiş uygulamasına geçilmek için çalışmalar başlatılmıştır. İki ülke arasındaki vizesiz geçiş insan trafiğini ve sınır ticaretini patlatmıştır. Türkiye, Bosna-Hersek’den sonra tarımsal ürünleri de kapsayacak şekilde en kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşması’nı Gürcistan ile imzalamıştır. Türkiye, tek yanlı olarak Azerbaycan’a vizeyi kaldırmış olmasına rağmen Azerbaycan

Türkiye’ye vizeyi kaldırmamış, bilakis daha da sıkı bir vize rejimine geçmek istemektedir. Azerbaycan ile Rusya Federasyonu arasında ise vize bulunmamaktadır. Gümrük Birliği, malların ve hizmetlerin serbestçe dolaşımı bulunmaktadır. Türkiye ile Azerbaycan arasında ilişkiler duygusal boyutta yürütülmeye çalışılırken Azerbaycan ile Almanya arasındaki siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler sağlam kurumsal temeller üzerinden yürütülmektedir. Nitekim, 1995’de kurulan ve Hıristiyan Demokrat (CDU) kökenli eski Ekonomi Bakanı Otto Hauser’in başkanlığını yürüttüğü Alman-Azerbaycan Forumu, Almanya’da Azerbaycan lehine oldukça başarılı lobi faaliyetlerinde bulunmaktadır. Alman-Azerbaycan Forumu’na Azerbaycan’da iş yapan Alman firmaları ve Azerbaycan’ın Berlin Büyükelçisi üyedir. Azerbaycan’ın maddi katkısı vardır. Söz konusu Forum, 2008 yılında ‘Almanya-Azerbaycan Enerji Sempozyumu’ düzenlenmiştir. Şubat 2007’de İlham Aliyev’in Almanya ziyareti esnasında Aliyev ile Merkel arasındaki görüşmelerin sıcaklığı iki ülke arasındaki ilişkilerin artmasında yeni bir dönüm noktası olmuştur. 2008 yılı Almanya’da ‘Azerbaycan Yılı’, 2009 yılı da Azerbaycan’da ‘Almanya Yılı’ olarak kutlanmıştır. Almanya’nın on önemli kentinde sergiler, tiyatro ve sinema gösterileri, konserler, edebiyat geceleri düzenlenerek Azerbaycan’ın tanıtımı yapılmıştır (Bkz: www.kulturjahr-aserbaidschan.de). Türkiye ile Azerbaycan arasındaki dış ticaret hacmi 2 Milyar Doları aşmış durumdadır. Türk işadamlarının Azerbaycan’daki yatırımları 3 Milyar Doları petrol dışı sektörler olmak üzere toplam 6 Milyar Dolardır. Türkiye’den Azerbaycan’a yılda 12 bin TIR mal gitmektedir. Ancak, 8 milyon nüfuslu Azerbaycan’ın petrol ve doğal gaz gelirleriyle zenginleştiğini ve Türkiye’nin sınır komşusu olduğunu da göz önüne aldığımızda iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin sanıldığının aksine çok da parlak olmadığını görmemiz gerekiyor. Ayrıca, iki ülke arasında yakın bir mesafe olmasına rağmen hava ulaşımı oldukça pahallıdır. Türkiye ile Azerbaycan arasında ortak bir Ermenistan politikası oluşturulamamıştır. Ermenistan’ın Azerbaycan’ın yaklaşık yüzde yirmisini işgal etmiş olması, Türkiye-Ermenistan sınırlarının kapalı olması, Ermenistan’ın Türkiye’yi soykırımla suçlaması ve toprak bütünlüğünü tanımaması, Türkiye’nin Ermeni kökenli terör

eylemlerine maruz kalması, her yıl yeni bir ülke parlamentosunun Ermeni soykırım iddiaları lehine karar alması ve Ermeni diyasporasının iki ülke aleyhine dünyadaki faaliyetleri bile Türkiye ile Azerbaycan’ın ortak Ermenistan ve Ermeni politikası oluşturmasına yetmemiştir. Ortak bir fon kurulmamıştır. Ortak bir strateji merkezi oluşturulamamıştır. Ortak konferans veya toplantılar yapılmamış, ortak çalışmalar teşvik edilmemiştir. Ermenistan ve Ermeni konuları dışında da Türkiye ile Azerbaycan arasında ortak bir geleceğin inşası için ortak bir düşünce merkezine de (think-tank) gereksinim vardır. Dünyada, ortak çıkarları bulunan ülkeler arasında ortak düşünce merkezleri kurulmuştur. Örneğin, AlmanyaABD, Almanya-Türkiye, Almanya-Avusturya, Rusya Federasyonu-Türkiye, Polonya-Ukrayna arasında ortak araştırma merkezleri bulunmaktadır. Türk sivil toplum kuruluşlarının Azerbaycan’daki çalışmaları Ankara tarafından desteklenmemiştir. Türk sivil toplum kuruluşları veya Türk siyasi partileri Washington DC’de veya Brüksel’de ofis açmayı Bakü’ye yeğlemektedir. Türkiye’nin Azerbaycan’a önemsemez bakışı, Azerbaycan’ın da Türkiye’ye önemsemez bakışı ile paraleldir. Nitekim, Azerbaycan’ın en önemli vakfı olan Haydar Aliyev Vakfı’nın (Haydar Aliyev Fondu: www.heydar-aliyev-foundation.org) İlham Aliyev’in Moskova’da yaşayan büyük kızı Leyla Aliyeva’nın başkanlığında Moskova’da etkin bir şubesi bulunurken, aynı vakıf Ankara’da ofis açmayı düşünce aşamasının ötesine taşımamıştır. Azerbaycan’ın yeni kurduğu ve genç diplomatlarının yetiştiği Bakü’de bulunan Dışişleri Akademisinde ABD’den İsrail’e kadar çeşitli ülkelerden saygın akademisyenler ders verirken Türk akademisyenlerden faydalanılmamaktadır. Türk aydını ve siyasetçisinin de Azerbaycan’ı biraz daha fazla tanımasının ve önemsemesinin zamanı gelmiştir. Azerbaycanlıların Türkiye Türkçesi (İstanbul Türkçesi) konuşmasını doğal karşılıyoruz ama Türklerden Azerbaycan Türkçesini öğrenmek konusunda aynı gayreti görmek maalesef mümkün olmamaktadır. Azerbaycanlılar turistik amaçla Türkiye’ye gelirken, turistik amaçla Azerbaycan’ı ziyaret eden Türk sayısı son derece azdır. Türkiye’den Azerbaycan’a ziyaretler siyasi, bürokratik veya iş amaçlı gerçekleş47


mektedir. Dileriz ki artık her yıl yeni bir tuğla daha konularak Türkiye ile Azerbaycan arasında dostluk, barış ve refahın arttırılması temellerinde, sadece askeri ve sivil bürokratları ve siyasetçileri değil halkları da kavrayarak ortak bir gelecek inşa edilsin. Spot: Türkiye ile Azerbaycan arasındaki dış ticaret hacmi 2 Milyar Doları aşmış durumdadır. Türk işadamlarının Azerbaycan’daki yatırımları 3 Milyar Doları petrol dışı sektörler olmak üzere toplam 6 Milyar Dolardır. Türkiye’den Azerbaycan’a yılda 12 bin TIR mal gitmektedir. Ancak, 8 milyon nüfuslu Azerbaycan’ın petrol ve doğal gaz gelirleriyle zenginleştiğini ve Türkiye’nin sınır komşusu olduğunu da göz önüne aldığımızda iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin sanıldığının aksine çok da parlak olmadığını görmemiz gerekiyor. Türk sivil toplum kuruluşlarının Azerbaycan’daki çalışmaları Ankara tarafından desteklenmemiştir. Türk sivil toplum kuruluşları veya Türk siyasi partileri Washington DC’de veya Brüksel’de ofis açmayı Bakü’ye yeğlemektedir.


Dünya’nın kutsal kabul ettiği kent: HATAY

50

51


Hatay bugün, • 1.413.287 (2008-TÜİK) nüfusu ile 13. sırada; • ilin nüfus yoğunluğu bakımından, km2 başına 242 kişi düşmesi ile 4. sırada, (TÜİK- 2008), • Kamu yatırımlarından en fazla pay alan il sıralamasında 13. sırada. (DPT-2008) • Kobi yatırım teşvik belgesinde 16. Sırada, (2008) • Dış Ticaret hacmi, ihracat, ithalat, kişi başına ihracat ve ithalatta ilk 10. sırada yer almaktadır.

HATAY VALİSİ Sn. MEHMET CELALETTİN LEKESİZ - Çok kültürlü yapısı ile farklı din inançları ve etnik kimlikleri bir arada barındıran Hatay İli dünya milletlerinin ilgisini çekmektedir. İlimizin sosyo-kültürel bu yapısı ile ekonomik gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

52

- DPT nin hazırladığı 2003 yılı SosyoEkonomik Gelişmişlik Raporuna göre Hatay ili 29. sıradadır. Ancak DPT tarafından belirlenen bu sıralamanın güncel durumu henüz yeniden belirlenmemiştir. Bu çalışma güncellendiği takdirde görülecektir ki, Hatay ilimiz bu süre içerisinde geliştirdiği performansı ile bir çok açıdan, özellikle yaş meyve ve sebze ihracatı, demirçelik sektöründeki atılımları, ilk 500 büyük sanayi kuruluşu arasına gi-

ren 15 kuruluşu ile bu sıralamanın çok üstüne çıktığı açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Dış ticaret hacmi ve yassı çelik gibi bazı kriterler dikkate alındığında Hatay hali hazırda ilk 10 içerisinde yer almaktadır. Hatay, çok sayıda medeniyete beşiklik yapmış bir ildir. 3 semavi dinin mensuplarının yer aldığı hoşgörü merkezi bir il olup, aynı zamanda sanayi ve ticaret, tarım ve inanç turizmi ile güçlü bir ilimizdir. Dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi Antakya’dadır. Çok kültürlü yapısını ve inanç mozaiği olma özelliğini tarih boyunca muhafaza eden, toplumsal ve dinsel hoşgörünün merkezi olan ilimiz, büyük bir turizm potansiyeline sahiptir.

Göreve gelir gelmez ilk yaptığım çalışmalardan birisi il bazında “Hatay İl Stratejik Planı” çalışmasını başlatmak olmuştur. Bu plan ile öncelikle herkesin paylaştığı bir vizyon belirliyoruz. İl’deki her kesim, her düzey ve her sektörün paylaştığı, tüm kesimlerin görüş, ihtiyaç ve beklentilerini içeren bu vizyon ile birlikte, her sektörün güçlü ve zayıf yönleri ile fırsat ve tehditleri tanımlanmaktadır.

İlimizin ekonomik hayatında lokomotif sektörler; sanayi, tarım, turizm, ticaret ve nakliyeciliktir. İlin dış ticarete açık bir il olması, ticaret ve bilhassa nakliyeciliğin gelişmesine yol açmıştır. Bu sektörleri deri, ağaç işleme ve zirai alet imalatı izlemektedir. İlimizin ekonomisi içerisinde tarım sektörü önemli bir paya sahip olup, aktif nüfusun % 61,6’sı tarım, hayvancılık, ormancılık ve balıkçılıkla uğraşmaktadır. (2001TUİK) Ancak bu veriler yoğun bir şekilde sanayi ve dolayısıyla demir-çelik sektörü lehine değişmektedir.

İlin 540 bin hektar arazisinin, 270 bin hektarında tarım yapılabilmektedir. Ekimi yapılan tarımsal ürünlerden maydanoz, göbekli marul, erik ve Trabzon hurmasında Türkiye üretiminde 1. sırada yer alırken, patlıcanda 2. , turunçgillerde 3. , zeytinde 4. , pamukta 5., domateste 8. ve buğdayda 10. ‘dur. (TUİK 2008) Seracılık ve sanayiye yönelik tarımsal üretime geçiş hızlandırılabilirse, halen 1 milyar 805 milyonluk tarımsal gelir, kısa vadede üçe dörde katlanabilecektir.

İlin lokomotif sektörlerinden sanayi sektörü, 1975’li yıllara kadar tarım ve tarıma dayalı sanayi dallarında bir gelişim göstermiştir. Özellikle Amik Ovasının en önemli tarımsal ürünü olan pamuğu işlemek üzere birçok çırçır ve prese fabrikası kurulmuştur. İskenderun Demir Çelik Fabrikasının 1975 yılından itibaren kademeli olarak üretime geçmesinden sonra yörede demir-çelik sanayi önem kazanmaya başlamıştır. İskenderun ve Payas civarlarında yoğunlaşan fabrikalarda özellikle son yıllarda yassı demirçelik üretimi ve liman işletmeciliği için oldukça büyük yatırımlar yapılmaktadır. Bugün Antakya, Kırıkhan ve Reyhanlı ilçeleri ile birlikte Amik Ovası’nda pamuk ve buğday; Antakya ve Altınözü’nde zeytin, Samandağ’ında yaş sebze meyve ve seracılık gelişmiş olup, sanayide buna bağlı olarak pamuk çırçır-prese fabrikaları, iplik fabrikaları, zeytinyağı fabrikaları, un fabrikaları, gıdaya dönük yatırımlar, tarım alet ve makineleri imalatı yapılmaktadır. Bunlara ek olarak da Antakya’da ayakkabı ve mobilya imalatı öne çıkmaktadır. İskenderun, İskenderun Demir Çelik fabrikasına paralel bir gelişme göstermiştir. Ayrıca filtre fabrikaları da önemli bir yer tutmaktadır. Çimento ve gübre fabrikaları çeşitli haddehaneler, çelik boru fabrikaları İskenderun’daki sanayinin temelini oluşturmaktadır. İskenderun ve Payas civarlarında yoğunlaşan fabrikalarda özellikle son yıllarda yassı demirçelik üretimi ön plana çıkmaktadır. Halen yaklaşık 11 milyon ton çelik üretim kapasitesi bulunan ilimizde, 2008 yılı sonu itibariyle yaklaşık 6.432.432 TON çelik üretim gerçekleştirilmiştir. (MMM ATAKAŞ ile TOSÇELİK firmalarının üretime yeni başlamış olmaları nedeniyle toplam 3,5 milyon ton kapasite artışı bulunmaktadır.) İstanbul’dan sonra en fazla tır filosuna sahip ikinci il olması, İskenderun Limanı’na ek olarak 20 adet iskelesinin bulunması ve iki adet sınır kapısıyla ilimiz, iç ve dış ticarette dinamik bir yapıya sahiptir. Özellikle ülkemizin Ortadoğu’ya açılan kapısıdır. 2008 yılı sonu itibariyle, Hatay’da 667 ihracatçı firma 1 milyar 748 milyon dolar tutarında ihracat gerçekleştirerek Türkiye’de 9. il olmuştur. İlimiz ihracatı, bir önceki yıla kıyasla % 47 oranında artış göstermiştir.

53


Kilisesi’ne, Anadolu’nun ilk camisi olan Habib Neccar Camii’ne ev sahipliği yapmaktadır. Göreve gelir gelmez ilk yaptığım çalışmalardan birisi il bazında “Hatay İl Stratejik Planı” çalışmasını başlatmak olmuştur. Bu plan ile öncelikle herkesin paylaştığı bir vizyon belirliyoruz. İl’deki her kesim, her düzey ve her sektörün paylaştığı, tüm kesimlerin görüş, ihtiyaç ve beklentilerini içeren bu vizyon ile birlikte, her sektörün güçlü ve zayıf yönleri ile fırsat ve tehditleri tanımlanmaktadır. Stratejik Plan çalışması halen devam etmektedir.

Halen 2009 yılı itibariyle, Hatay’da uluslararası yük taşımacılığı yapan firma sayısı 164 adettir. Hatay, uluslararası nakliye sektöründe Türkiye genelinde oldukça önemli bir yere sahip olup, Türkiye’deki uluslararası yük taşımacılığı yapan firmaların yaklaşık % 11’i Hatay’da bulunmaktadır. İthalat rakamlarına bakıldığında ise 2008 yılı sonu itibariyle, Hatay’dan 281 firma, 3 milyar 343 milyon dolar tutarında ithalat yaparak, Türkiye’de 6. sırada yer almıştır. İthalat tutarı bakımından bir önceki yıla kıyasla % 35 oranında artış görülmektedir.

54

Hatay, günümüzde toplumsal ve dinsel hoşgörünün merkezi ve Akdeniz kültürünün en özgün kentlerden biri olarak tanınmaktadır. Çok kültürlü yapısını tarih boyunca korumuş olan Hatay, turizm açısından oldukça zengin bir yapıya sahiptir. İnanç turizminin önem kazandığı Hatay; Tunus’taki Bardo Müzesi’nden sonra dünyanın ikinci büyük mozaik koleksiyonunun bulunduğu Antakya Arkeoloji Müzesi’ne, 14 km. uzunluğuyla dünyanın ikinci uzun sahili olan Samandağ Sahiline, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde kilise olarak kullanılan St. Pierre Anıt

Şu an ortaya çıkan sonuca göre ilimizin en güçlü üç alanı Tarım, Sanayi, Kültür ve Turizm’dir. Alt sektörler olarak yaş meyve ve sebze (Narenciye, Zeytin, Havuç, Maydanoz) Buğday, Pamuk, taşımacılık, demir-çelik ve enerji alanları ve ürünleri güçlüdür. Gelecekte demir-çelik ve enerji sektörünün daha güçlü olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye yaş meyve sebze ihracatının ¼ ini gerçekleştiren İlimiz, demir-çelik sektöründeki üretim, özellikle yassı çelik üretimi ve ihracatında atılımlar yapacaktır. 2009 yılında İSDEMİR (3,5 Milyon ton), TOSÇELİK (1 Milyon ton) ve MMM ATAKAŞ (2,5 Milyon ton) firmalarınca yassı çelik üretimine geçmek üzere yapılan yatırımlar neticesinde toplam 7 MİLYON TON yassı çelik üretim kapasitesine ulaşılmıştır. Önümüzdeki süreçte halen ithal edilen yassı çeliğin % 87,5’i İlimizde üretilecek ve ithalata harcanan yaklaşık 6 milyar doların, 5 milyar dolar kadarı yurt içinde kalacaktır. Ayrıca yassı çelik üretimi neticesinde yassı çeliğe dayalı yan sektörlerin de ilimizde gelişmesi ve artı değer oluşturması beklenmektedir. İlimizde alternatif enerji üretimine ağırlık verilmekte, rüzgar ve güneş enerjisine yönelik yeni yatırımlar gerçekleştirilmektedir. Özel sektörce projelendirilen termik santrallerin, elektrik üretimine başlaması ve son dönemde devletimizin Rusya, Azerbaycan, İran, Avrupa ve diğer ülkelerle yaptığı petrol, doğalgaz boru hatlarını da kapsayan enerji anlaşmaları önemli ölçüde bölgemize odaklanmakta olduğu için, enerji sektörünün Hatay için cazip ve güçlü bir konuma gelmesi beklenmektedir.

İlimizde ilçeler bazında bakıldığında, Antakya’da İnanç Turizmi, Çeşitli tarım ürünlerinin ihracatı, Ayakkabıcılık ve Mobilyacılık, İskenderun, Dörtyol ilçelerinde Sanayi ve Ticaret, Enerji, Liman İşletmeciliği İlin çeşitli kesimlerine yayılmış şekilde Nakliyatçılık Bir çok ilçede Tarım, bazı ilçelerde Hayvancılık, Sınır ilçelerinde Sınır Ticareti öne çıkmaktadır. Daha fazla geliştirilmeye ihtiyaç duyulan sahil şeridimiz bulunmaktadır. Ayrıca İlimiz, Cilvegözü ve Yayladağı Sınır kapıları vasıtasıyla Anadolu’yu Ortadoğu’ya bağlayan bir kavşak noktası olarak; hem ihracat ve ithalatta, hem de uluslararası nakliye sektöründe oldukça gelişmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığının verilerine göre; 1,74 milyar doları ihracat ve 3.34 milyar doları ithalat olmak üzere toplam 5.09 milyar dolarlık dış ticaret hacmine sahiptir. İlimiz 2008 yılı rakamlarına göre; • 5.09 milyar dolarlık dış ticaret hacmi ile 7. sırada • 384 dolarlık kişi başına ithalat ile 25. sırada, • 435 dolarlık kişi başına ihracat ile 29. Sıradadır. İlimizin Türkiye’nin dış ticaret hacmine katkısı %1,78’dir. Kamu yönetiminde 1. Yeni kamu yöneyeniden yapılanma, tim anlayışında etMahallî idarelere kinlik ve verimlilik daha çok esas alınmış, idaresorumluluk verirken lerde de bürokrasi aşırı bürokratik adına değişime yapılarının sebep olmuştur. kaldırılması, İlde Devletin en üst etkin çalışan temsilcisi olmanız esnek ve daha nedeniyle gelişen küçük birimlerin süreç de tespitlerioluşturulması, niz oldu mu? çalışma yöntem Bütün dünyada ve süreçlerinin geçtiğimiz yüzyılın sorgulanmasını da itibazorunlu kılmaktadır. sonlarından

ren başlayıp, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde gittikçe önem kazanan bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Bu süreç tabii olarak kamu yönetimi alanında da kendini göstermektedir. Kamunun rolünün yeniden tanımlanması ihtiyacını doğuran bu oluşum, kamu yönetiminde şeffaflık, katılımcılık, sorumluluk ve hesap verebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesini ön gören demokratikleşme sürecini de beraberinde getirmiştir. Yönetimde etkinlik ve verimliliği temel alan bu yeni anlayış mevcut ve olası sorunları tespit etme, önlem alma ve süratle müdahale gibi stratejik yaklaşımlara da temel dinamiklerinde yer vermektedir. Mevcut sürecin beraberinde getirdiği bu değişim, kamu yönetiminde stratejik planlama, toplam kalite yönetimi, mali kontrol ve performans denetimini zorunlu kılan AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı, Uzun Vadeli Strateji ve VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005) ve IX. Kalkınma Planı (20072013) ile de hız kazanmıştır. Ayrıca 31 Temmuz 2009 tarih ve 27305 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Hizmetlerinin Sunumunda Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik” hükümleri ülkemizde bürokrasinin azaltılması, vatandaş memnuniyeti, kamu hizmet sunumunun standartlaştırılması, şeffaflık ve hesap verilebilirliği sağlayacak son derece önemli düzenlemeleri içermektedir. Kamu yönetiminde yeniden yapılanma, Mahallî idarelere daha çok sorumluluk verirken aşırı bürokratik yapılarının kaldırılması, etkin çalışan esnek ve daha küçük birimlerin oluşturulması, çalışma yöntem ve süreçlerinin sorgulanmasını da zorunlu kılmaktadır. Yönetim anlayışındaki bu değişimlerle birlikte geleceği öngören stratejik yönetim anlayışı en ön plana çıkan husus olmuştur. Stratejik planlama ve denetimi kapsayan stratejik yönetim bulunulan noktadan, olmak istenilen yer ve buna ulaşmak amacıyla uzun vadeli ve geleceğe dönük bir bakış açısıyla planlanan yolun ve aynı zamanda bunun için geliştirilen yöntemlerin bir resmidir. Bu resim içerisinde toplumun her kesiminin doğrudan katılımının bulunması yönetim anlayışındaki değişim sürecinin zorunlu kıldığı ilkelerdendir.

55


2. Hatay ilinin sorunlarına projeler üretmek süresinde sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde misiniz? STK’lar hakkında düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Stratejik Yönetim anlayışımızın bir gereği olarak geleceğimizin doğru şekillenebilmesi için ilçelerdeki ihtiyaçlar ve kapasiteler de bir bütün olarak değerlendirilmekte ve bütün süreçlerin birbiriyle bağlantılı olmasından dolayı ilin gelişimi için dengeli bir gelişim planı hazırlanmaktadır.

Bu bağlamda İlimizde, İl Stratejik Planı çalışmaları başlatılmış ve İlin gerek ekonomik, gerekse sosyal açıdan bir bütün olarak geliştirilmesi amacıyla her kesimin kabullenip sahip çıkacağı bir İl vizyonu oluşturulması amaçlanmıştır. Bu çerçevede başta Antakya olmak üzere köylerdeki ihtiyaçlar da dikkate alınarak Hatay’ın tüm ilçelerini kapsayan ve tüm stratejik sektörlerin incelenerek bu sektörler için öncelikli alanların belirlenmesinin amaçlandığı SWOT analizleri yapılmış, toplumun tüm kesimlerinin bu sürece katılması sağlanmıştır. Planın hazırlanması ve başarıya ulaşması amacıyla değişim yönetimi modeli esas alınarak, plana destek sağlamak amacıyla “Strateji Geliştirme ve Danışma Kurulu”, “Stratejik Planlama Ekibi” ve “Sektörel komisyonlar” teşkil ettirilmiştir. Hatay Valiliği bünyesinde kurulan “Stratejik Yönetim ve Proje Koordinasyon Merkezi” de planın sekretaryası ve Kurumlar bünyesinde oluşturulan Proje Ekipleri ile plan dahilinde koordinasyonu sağlamakla görevlendirilmiştir.

56

Görüldüğü gibi Hatay İli, Valilik Makamının önderliğinde kamu kurum ve kuruluşları ile toplumun her kesiminden ortak katılım ve paylaşımla bu değişim sürecine aktif bir şekilde katılmayı amaçlamaktadır.

Planın tüm kesimlerce desteklenmesi amacıyla, ilgili her kesimin görüşleri alındığı gibi, bu konuda kurumsallaşma esastır. Bu amaçla stratejik planlama ekibi, Valilik bünyesinde kurulan “Stratejik Yönetim ve Proje Koordinasyon Merkezi” de planın sekretaryası ve Kurumlar bünyesinde oluşturulan Proje Ekipleri ile plan dahilinde koordinasyonu sağlamakla görevlendirilmiştir. Ayrıca planın uygulama başarısının artması için değişim yönetimi uygulanmaktadır. Bu amaçla özel olarak plana maddi ve manevi destek sağlamak üzere başta Vali olmak üzere, Rektörlük, Askeri Komutanlıklar, vali yardımcıları, kaymakamlar, 500 büyük sanayi kuruluşunun arasında yer alan ilimiz kuruluşlarının yönetim kurulu ve bazı STK başkanlarından oluşan “Strateji Geliştirme ve Danışma Kurulu” kurulmuştur. İlgili sektör komisyonları, stratejik planlama ekibi ve danışma kurulu belirli aralıklarla toplanarak çalışmalar yapmaktadır. Halen tüm stratejik sektörlerle ilgili her kesimin, (özellikle STK’ların) katılacağı şekilde sektör şuraları yapılmaktadır. İl Stratejik Planı tüm kesimlerin mutabakatı sağlanarak tamamlanınca, planda yer alan tüm projelerin projelendirilmesi yapılarak internet tabanlı bir yazılım programı ile ilin her tarafından takip edilip izlenebilecektir. İlimizde İşkur ve Antakya Ticaret odası ağırlıklı olmak üzere AB Hibe programları kapsamında 9 adet proje yürütülmektedir. Bizden önce başlatılmış olan bu projeler, gerek « Hatay İl Stratejik Planı » çalışmaları kapsamında ve gerekse ildeki 300 kişi kadar olan tüm proje ekiplerinin yetiştirilmesi kapsamında, 5-9 Ekim 2009 tarihleri arasında “Proje Çevrim Yönetimi” eğitimi verilerek,

Kamu yönetiminde yeniden yapılanma, Mahallî idarelere daha çok sorumluluk verirken aşırı bürokratik yapılarının kaldırılması, etkin çalışan esnek ve daha küçük birimlerin oluşturulması, çalışma yöntem ve süreçlerinin sorgulanmasını da zorunlu kılmak Stratejik Yönetim anlayışımızın bir gereği olarak geleceğimizin doğru şekillenebilmesi için ilçelerdeki ihtiyaçlar ve kapasiteler de bir bütün olarak değerlendirilmekte ve bütün süreçlerin birbiriyle bağlantılı olmasından dolayı ilin gelişimi için dengeli bir gelişim planı hazırlanmaktadır.

daha fazla proje üretilmesi amaçlanmış, ildeki öncelikli alanlarımız başta olmak üzere AB projeleri de dahil olmak üzere tüm ilde proje yazma seferberliği başlatılacaktır. 3. Farklı illerde görev yaptınız. Görev yaptığınız illeri karşılaştırdığınızda illerin ortak fakat yerel sorunları nelerdir? Bu sorunların çözümü için sizce neler yapılmalı?

Genel olarak, görev yaptığım illerde karşılaştığım yerel sorunlar; ilin sahip olduğu potansiyelin harekete geçirilememesi, dışsal kalkınma modelinden içsel kalkınma modeline geçilmesi gerektiğinin farkına varılmaması, yerel sahiplenmenin yeterince gelişmemiş olması ve yeterli kalifiye insan kaynaklarına sahip olunamamasıdır.

geçer ve verimlilikle sonuçlanır. Bugün toplum olarak acısını yaşadığımız hemen bütün sorunların, yolsuzlukların, verimsizliklerin, savurganlıkların panzehiri iyi yönetişim ilkelerini yalnızca sözde değil, özde de benimsemek ve yaşama geçirmektir. Sivil Toplum Kuruluşları böyle bir süreçte çok önemli bir rol üstlenebilirler. Devlet, her biri alanında uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği hem ulusal sorunlarımızı aşmamıza yardımcı olacak, hem de katılımcı demokrasiyi geliştirerek devlete duyulan güveni artıracaktır. Özel sektör düzeyinde ise iyi yönetişim, bir yandan kurumsal yönetişim uygulanıp, bu doğrultuda kendi yönetim yapılarında şeffaflığı, hesap verebilirliği, katılımcı yönetim tarzını, etkinliği ve verimliliği yaşama geçirirken, diğer yandan da toplumsal projelere kaynak ayırarak, yöneticilerinin ve çalışanlarının zamanlarının belirli bir bölümünü bu projelere, sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerine ayırmaya teşvik eder. Sivil toplum kuruluşlarının kendi içlerinde iyi yönetişimi esas almaları, etkin yönetimin yaşama geçirilmesi, yöneticilerin seçiminde belirli çevrelerin, hatır gönül ilişkilerinin rol oynamasındansa işinin ehlini seçme anlayışının egemen olması, genel anlamda toplumda iyi yönetişim ilkelerinin yerleşmesinde çok önemli bir rol oynayacaktır.

Çözüm için iyi yönetişimin gerektirdiği şeffaflık, açıklık, hesap verebilirlik, katılımcılık, etkinlik, hukuka bağlılık ve toplumsal sorumluluk öğeleri hakim kılınarak, yeni bir yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yurttaşlık bilinci kendi sorunlarına sahip çıkan, yüksek standartlar talep eden ama bu standartların oluşumunda ve hayata geçirilmesinde aktif rol alan, bunun için kendi içinden çözümler çıkaran ve yapılanmalar oluşturan yeni bir kimliği simgelemektedir. Kamu yönetimi düzeyinde iyi yönetişim, devlet organlarının ve kamu hizmeti veren kuruluşların şeffaflığıyla başlar, hesap verebilirliğinden

57


İyi yönetişim ilkelerinin yaşama geçmesinde kişilere de önemli sorumluluklar düşmektedir. Her insan bir yandan tüketici, bir yandan yurttaş, bir yandan da toplumsal sorumluluğu olan bir bireydir. Bu sorumluluklar yerine getirilirken iyi yönetişim ilkelerine sahip çıkılarak, sivil toplum kuruluşları da dahil olmak üzere her kurumun gelişmesine ve toplumsal refahımızın artmasına katkıda bulunulacaktır. Bu şekilde kaynakların çok daha etkin kullanılmasını sağlanacaktır. Dolayısıyla her birimiz, birer yurttaş olarak devletten, birer müşteri olarak şirketlerden ve birer birey olarak STK’lardan iyi Yönetişim’i talep edebilecek ve kendimiz de bu ilkeleri yaşayarak çevremize umut veren örnek vatandaşlar olmaya çalışmalıyız. Çözümün kendi içimizden başladığı unutulmamalıdır. İyi yönetişimin gerektirdiği ana unsurlardan katılımcılığın toplumsal anlamda etkin ve verimli sonuçlara ulaşabilmesi, ancak ulusal ölçekte eşitlikçi, katılımcı, yeni bir “eğitim” anlayışının yerleştirilmesiyle sağlanabilir. Daha yüksek refah düzeyine sahip, daha mutlu, daha çok üreten ve uluslararası rekabet gücü yüksek bir ülke olmak istiyorsak, her düzeyde iyi yönetişimi yaşama geçirmeliyiz.

58

Diğer taraftan, toplumumuzu ileri bir bilgi toplumu haline getirmek, daha çok ve daha iyi iş

imkanı yaratmak, sosyal bütünlüğü geliştirmek; çevrenin gelecek kuşaklar için daha iyi korunmasını sağlamak; özellikle de dünyada bir kalite referansına dönüşmelerini temin etmek amacıyla Topluluk içindeki eğitim ve öğretim sistemleri arasında karşılıklı değişim, işbirliği ve hareketliliği güçlendirmek üzere hayat boyu eğitime önem verilmesi, her alanda insan kaynakları kapasitesinin arttırılması ve demokratik sahiplenme duygusunun geliştirilmesi amacıyla projelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Sorunun bir çözümü de dışsal kalkınma modelinden içsel kalkınma modeline geçilmesi gerektiğinin farkına varılmasıdır. AB, 1980’lerdeki reformlardan sonra, geri kalmış bölgelerin kalkınması için dışarıdan kamu ve özel yatırım çekme temeli üzerinde kurulu geleneksel ‘dışsal kalkınma’ modelinden, yerel potansiyel ve dinamikleri harekete geçirerek kalkınmayı amaçlayan ‘içsel kalkınma’ yaklaşımına geçmiştir. Bugün, AB politikası, işbirliğine, bilgi ve yenilikçiliğe, işletmeleri bir arada toplamaya, sosyal sermayeye ve bölgesel kalkınmada katılımcı ve tabandan gelen dinamikleri harekete geçirmeye özel önem vermektedir. Bununla birlikte Türkiye’de son yıllarda sağlanan yüksek ekonomik büyümeye rağmen, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi yapısını tehdit eden ciddi bir

Bugün, AB politikası, işbirliğine, bilgi ve yenilikçiliğe, işletmeleri bir arada toplamaya, sosyal sermayeye ve bölgesel kalkınmada katılımcı ve tabandan gelen dinamikleri harekete geçirmeye özel önem vermektedir. Bununla birlikte Türkiye’de son yıllarda sağlanan yüksek ekonomik büyümeye rağmen, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi yapısını tehdit eden ciddi bir problem olarak, bölgeler arasındaki büyük gelişmişlik farklılıkları halen devam etmektedir.

problem olarak, bölgeler arasındaki büyük gelişmişlik farklılıkları halen devam etmektedir. “İçsel Kalkınma Modeli” bölgesel politikaya uyarlanarak, az gelişmiş bölgelerin iç potansiyel ve dinamiklerini ve işbirliği ağlarını harekete geçirmek suretiyle, bu bölgelerin bölgesel rekabet güçlerinin iyileştirilmesi, dengeli ve sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanması sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır.

699 Bin TL olmak üzere toplam 45 projeye ve 3 milyon 925 bin TL ödenek ayrılmış olup, çalışmalar devam etmektedir. KÖYDES kapsamında 12 km. birinci kat asfalt ve 61 km. ikinci kat asfalt olmak üzere toplam 73 km Asfalt yapımı gerçekleştirilecektir. Yine yapılacak içme suları kapsamında 26 projeye 1 Milyon 699 Bin TL harcama planlanmıştır.

İlimizde, ilin sahip olduğu potansiyelin açığa çıkarılması ve bu potansiyelin “İçsel Kalkınma Modeli” uygulanmak suretiyle hayata geçirilmesi amacıyla bir yol haritası olacak İl Stratejik Planı çalışmaları başlatılmıştır. Bu çerçevede ilimizde toplumun her kesiminin görüşlerine başvurularak ve sektörel bazda bütün stratejik alanlar incelenerek kalkınmada öncelik verilecek sektörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bütün bu çalışmaların sonucunda İlimiz için sürdürülebilir bir kalkınma sağlanabilecektir.

Tarımsal Hizmetlerde ise; 5 milyon 555 bin TL ödenek ile Y.A.S. (Yeraltı suları), Y.Ü.S.(Yerüstü suları), Gölet, Y.A.B.(Yer altı bentleri) ve zemin araştırma olmak üzere toplam 21 adet proje yapılacaktır. 6 proje olarak 2009 yılında yapımına devam edilen göletlerin ödeneği 2 milyon 423 bin TL’dir.

4. Hatay’da ‘’İl Özel İdaresi’’ çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz? İl Özel İdaresinin görev alanında kalan hizmetler için yürütülen kırsal altyapı yatırım çalışmaları, Köylerin Altyapısının Desteklenmesi (KÖYDES) Projesi ve Özel İdare olmak üzere iki ayrı kaynaktan yürütülmektedir. KÖYDES Projesi kapsamında 2009 yılında yapılacak yatırımlar için, köy yolları programında, 28 köye, 19 proje ile 2 milyon 226 Bin TL, içme suları programında, 26 köye, 26 proje ile 1 milyon

Özel İdaresinin 2009 yılı kırsal altyapı programında 151 projenin 34 milyon 517 bin TL ödeneği bulunmaktadır. Köy yolları yapımı kapsamında; İl Özel İdaresince 2009 yılında toplam 6 milyon 56 bin TL ödenek ayrılmıştır. Bu ödenek ile 67,6 km 1. kat asfalt, 56,2 km 2. kat asfalt, 45,5 km. stabilize ve 1 köye köprü inşa çalışması yapılacaktır. Su ve Kanal Hizmetleri kapsamında, tesis geliştirme çalışmaları için; toplam 1 milyon 584 bin TL ödenek ile 9 içme suyu projesi, 4 adet kanalizasyon olmak üzere toplam 13 proje bitirilecektir.

Plan-Proje işleri ise; 50 adet proje olup, plan proje yapımı 5 iş, Milli Eğitim 31 iş, sağlık 7 iş, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü 6 iş, Gençlik Spor 3 iş, Kültür Müdürlüğü 3 iş, Emniyet Müdürlüğü 3 iş ve Destek Hizmetleri 2 iş olmak üzere Toplamda 50 iş olup, 21 milyon 321 bin TL ödenek ile işlerin bitirilecektir. İmar ve Kentsel İyileştirme konusunda 14 adet imar planı ve 1 adet çevre düzeni planı olmak üzere toplam 15 adet iş toplam 655 Bin TL ile bitirilmesi planlanmaktadır. 2010 yılı ise, ilin sahip olduğu zengin kültürel mirasın ayağa kaldırılacağı ve restorasyonlarının yapılarak önemli bir iradenin ortaya konulacağı bir yıl olacaktır. Bu kapsamda İl Özel İdaresinin kaynakları da, tüm toplum katmanları tarafından tartışılarak, paylaşılarak belirlenmekte olan il stratejik planındaki hedeflere yönlendirilecektir.

59


K

imi Şehirler vardır ki; kültürel ve sanatsal yönü ile farklı dinler ögeleriyle dünyanın gözbebeğidir.

Coğrafi yapısı içerisinde yaşamı kolaylaştıran koşulları, verimli toprakları, çok renkli kültürü içerisinde medeniyetlerin buluştuğu bir kent.

Hatay ili binlerce yıllık geçmişi ,farklı medeniyetleri, Türk’ü, Arap’ı Müslüman’ı Ortodoks’u, Yahudi’si Alevi’si ile içice barış ve huzur içerisinde yaşayan il olmuştur.

Sınırda olması ile de aynı zamanda bir ticaret merkezi.

Türkiye’den yapılan yaş sebze ve meyve ihracatının % 25’ini gerçekleşHz İsa’ya inananlara ilk Hıristiyan sö- tiren Hatay ili, İstanbul’dan sonra’da zün kullanıldığı, dünyanın ilk mağa- en büyük tır filosuna sahiptir. ra kilisesi olan St. Pierre Kilisesi, yine Tarih Boyunca Mezopotamya’yı Anadolu’nun ilk camisi olan Habib-i Akdeniz’e bağlayan Lojistik açıdan Neccar Camisi, dünyanın taban moda önemli bir ticaret kentidir. zaiği zenginliğinde ikinci büyük arkeoloji müzesine sahip özel bir kenttir.

60

61


resmi düzeyde bağımsız kuruluşlar vasıtasıyla gerçekleştirebilmeleri mümkün olabilmektedir. Evvelemirde, Türkiye’deki düşünce kuruluşlarının güçlü kurumsal yapılara kavuşabilmelerinde ve kamuoyunda saygınlık ile görünürlük kazanabilmelerinde güçlü mali imkânlara sahip olmaları zaruri görülmektedir.

TÜRKİYE’DE DÜŞÜNCE ÜRETİMİ Bülent KARADENİZ

2) Düşünce kuruluşlarının güvenilir kariyer perspektifi sunamamaları

Stratejik Araştırmalar Merkezi Daire Başkanı

T

ürkiye’de düşünce üretim faaliyetleri eskiden beri siyasi partiler, üniversiteler ve basın tarafından yürütülmektedir. Ancak ülkemizin gelişmesine paralel olarak artan eğitim seviyesi, öte yandan, küreselleşme koşullarında bilgiye olan yoğun talep karşısında düşünce üreten geleneksel kurumların yetersiz kaldıkları görülmektedir. Bu durum, özellikle, yüksek öğrenim görmüş kesimlerde alternatif araştırma ve düşünce kuruluşlarına duyulan ihtiyacı ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, son 10-15 yıl içinde ülkemizde sivil toplumun güçlenmesine paralel olarak alternatif görüşleri üretmek ve savunmak üzere oluşturulan bağımsız kuruluş ve oluşumların sayısında artışlar görülmektedir. Sözkonusu oluşumların sayısının artmasında ve bunların araştırma ve inceleme faaliyetlerinin yoğunlaşmasında basının önemli bir rol oynadığı izlenmektedir. Özellikle, görsel basın organlarının çeşitliliği bağımsız düşünce kuruluşlarının görüşlerini kamuoyuna aktarmada değerli imkânlar sunmaktadır. Bununla beraber, düşünce kuruluşlarının henüz Batılı ülkelerde görülen düzeylerde kurumsallaşamadıkları ve kamuoyunda kalıcı bir yer edinemedikleri görülmektedir. Günümüzde düşünce kuruluşlarının karşı karşıya kaldıkları başlıca sorunlar aşağıda belirtilmektedir. -Mali kaynak sorunları. -Güvenilir kariyer perspektifi sunamamaları. -Kalifiye uzman istihdamında karşılaşılan sıkıntılar. -Kamuoyunda görünürlük ve saygınlığa erişmede yaşanan yetersizlikler.

62

1) Mali Kaynak Sorunları Ülkemizde bir bölüm düşünce kuruluşu üniversiteler bünyesinde kurulmakta ve faaliyet göstermektedir. Ancak izlenebildiği kadar üniversiteler bünyesindeki düşünce kuruluşlarının mali, idari ve bilimsel Son 10-15 yıl özerkliklerini sağlayaiçinde ülkemizde bilecek yasal altyapı sivil toplumun yeterince gelişmemiş güçlenmesine görülmektedir. Bu paralel olarak sorunun, bu merkezalternatif görüşleri lerin üniversitelerin üretmek ve uluslararası ilişkiler savunmak üzere bölümleri gibi başoluşturulan ka birimlerine bağlı bağımsız kuruluş olarak faaliyetlerini ve oluşumların sürdürmeleri zorunsayısında artışlar luluğundan kaynakgörülmektedir. landığı düşünülmektedir. Bu itibarla, üniversiteler bünyesindeki düşünce kuruluşlarının özerk bir çerçevede araştırma ve inceleme faaliyetlerini etkin bir şekilde sürdürebilmelerini ve kurumsallaşabilmelerini sağlayabilecek yasal ve idari düzenlemelerin yapılması, ayrıca bu yapılanmalara yeterli mali kaynakların tahsis edilmesinde zaruret görülmektedir. Ülkemizde bugüne kadar kurumsallaşabilen özel düşünce kuruluşlarının sayısı sınırlı kalmıştır. Bunun en önemli nedenleri arasında, mali kaynak yetersizliği bulunmaktadır. Aslında, özel sektör bu tür kuruluşlar için mali destek sağlayabilecek değerli bir kaynak olarak görülmektedir. Özel sektörü sözkonusu mali destekleri sağlamaya teşvik edebilecek yasal düzenleme-

Türk düşünce kuruluşlarının büyük çoğunluğu itibarıyla henüz kurumsallaşma süreçlerini tekemmül edemedikleri görülmektedir. Bu durum, bir düşünce kuruluşunun faaliyetlerini sona erdirmesi durumunda istihdam edilen uzmanların zihninde sosyal statülerini yitirme endişesine neden olmaktadır.

lerin ayrıntılı olarak oluşturulmasında yarar görülmektedir. Bu çerçevede, bu desteklerin vergi muafiyeti kapsamına dahil edilmesi gibi önlemler akla gelmektedir. TİKA ve Başbakanlık Tanıtma Fonu haricinde kamu kurum ve kuruluşlarının özerk düşünce kuruluşlarının faaliyetlerini mali olarak sürekli destekleme imkanları bulunmamaktadır. Sözkonusu desteklerin oluşturulabilmesini teminen kamu kuruluşlarımızın özel kuruluşlara sürekli veya yıllık giderlerine katkı verme seklinde mali sponsorluk yapabilmelerini temin etmek üzere bütçe ve maliye kanunlarında gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Nitekim, Batı ülkelerinde düşünce kuruluşlarının faaliyetlerinin büyük ölçüde kamu kurum ve kuruluşlarından sağlanan sübvansiyonlarla yürütebildikleri bilinmektedir. Bu şekilde, özerk düşünce kuruluşları, kamu kurum ve kuruluşlarından gelen talep üzerine siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel içerikli alternatif politikaların ve görüşlerin oluşturulmasında uzman kuruluş rolü oynayabilmektedir. Keza, sözkonusu sübvansiyonlar sayesinde resmi düzeyde ifade edilmesinde sakınca görülen görüşlerin kamuoyuna aktarımı veya faaliyet ve girişimlerinin gayri

Bu sorunun bertaraf edilmesi amacıyla düşünce kuruluşları ile üniversiteler arasında oluşturulabilecek köprüler vasıtasıyla uzmanlara üniversiter unvanları kazanabilme imkânları sağlanmasında yarar görülmektedir.

Ülkemizde bugüne kadar kurumsallaşabilen özel düşünce kuruluşlarının sayısı sınırlı kalmıştır. Bunun en önemli nedenleri arasında, mali kaynak yetersizliği bulunmaktadır.

3) Kalifiye uzman istihdamında karşılaşılan sorunlar Düşünce kuruluşlarının büyük bölümünün gelecekte varlıklarını sürdürebilecekleri konusunda duyulan endişeler, ücret yetersizlikleri ile uzmanların üniversiter unvanlardan yoksun olmaları bur sorunu doğurmaktadır. Düşünce kuruluşlarının kalıcı ve saygın bir kurumsal yapı oluşturmalarına paralel olmak bu tür sıkıntıların zaman içinde giderilebileceği düşünülmektedir. 4) Kamuoyunda görünürlük ve saygınlığa erişmede yaşanan yetersizlikler Düşünce kuruluşları tanımları itibarıyla geleneksel düşünce odaklarından daha etkin ve özerk çalışma metotları ile toplumsal ve uluslararası düzeyde yaşanan sorunları çözmeye yönelik 63


64

tarafsız, objektif görüşler ile orta ve uzun vadeli perspektifler sunması gereken yapılardır.

lecekleri düşünülmektedir.

Toplumdaki saygınlıkları büyük ölçüde karar vericilerden önce oluşturabildikleri ön alıcı görüşler ve önerilere bağlı olacaktır. Bu tür görüşlerin oluşturulması kuşkusuz entelektüel bağımsızlık,

Ülkemizde internet, televizyon gibi elektronik basın organlarının yaygınlaşması düşünce kuruluşlarının kamuoyunda görünürlük k azanabilmelerinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak, yazılı basın açısından aynı şeyi söylemek mümkün görülmemektedir. Düşünce kuruluşlarımızın gazetelerimizin sütunlarında yer edinebilmeleri durumunda, bu durum kuşkusuz kamuoyundaki görünürlüklerini de güçlendirebilecektir.

özgür araştırma ve açık tartışma ilkelerine dayanacaktır. Bu ise, düşünce kuruluşlarının çeşitli konularda zaman içinde biriktirdiği tecrübe ve gerçek hayatın süzgecinden geçmiş yaklaşımlarıyla elde edilebileToplumdaki cek bir sonuçtur. Ülkesaygınlıkları mizde henüz düşünce büyük kuruluşlarının geçmişi ölçüde karar böyle bir birikimi yanvericilerden önce sıtabilecek uzunlukta oluşturabildikleri değildir. ön alıcı görüşler Günümüzde, Türk düve önerilere şünce kuruluşlarının bağlı olacaktır. genel hatları itibarı ile Bu tür görüşlerin daha çok gündelik sioluşturulması yasi tartışmalarda ön kuşkusuz plana çıkan ve kısa entelektüel bağımsızlık, özgür vadeli çözümler gerektiren sorunlarda yoaraştırma ve açık tartışma ilkelerine ğunlaştıkları izlenimi edinilmektedir. Buna dayanacaktır. karşılık, düşünce kuruluşlarının kamuoyunun duyarlılık gösterdiği konularda uzun ve orta vadeli projeksiyonlar ve yeni yaklaşımlar üretmek suretiyle görünürlük ve saygınlıklarını artırabi-

Türk düşünce kuruluşlarının büyük çoğunluğu itibarıyla henüz kurumsallaşma süreçlerini tekemmül edemedikleri görülmektedir. Bu durum, bir düşünce kuruluşunun faaliyetlerini sona erdirmesi durumunda istihdam edilen uzmanların zihninde sosyal statülerini yitirme endişesine neden olmaktadır.

Öte yandan, düşünce kuruluşları bünyesinde işadamları da dahil olmak üzere yüksek şahsiyetlerden oluşan “onursal komite” veya “sponsor komitesi” gibi adlandırılabilecek yapılanmaların oluşturulmasında yarar görülmektedir. Bu tür yapılanmaların düşünce kuruluşlarına bir yandan gönüllü sponsorluk imkânları sağlarken, aynı zamanda saygınlık kazandırabileceği düşünülmektedir. Yurtdışında görülen örneklerde onursal komite veya danışma konseyi gibi adlar alan bu tür yapılanmalarda uluslararası saygın şahsiyetler üye olarak yer aldığı görülmektedir. Düşünce kuruluşları, üniversitelerde görev yapan akademisyenler ile politikacılar arasında kesişme noktası oluşturmaktadırlar. Diğer bir deyişle, üniversitelerin aşırı teorik, siyasetçilerin de salt pratik gerekçelere dayanan yaklaşımları arasında denge oluşturulmasında toplumsal bir işlevi yerine getirmektedirler. Düşünce kuruluşlarının kamuoyundaki saygınlığı kuşkusuz bu dengenin oluşturulmasında oynadıkları rol ölçüsünde olacaktır. 65


Zengin Mirası İle İZMİR

M

.Ö 3000 yıllarına uzanan bir tarihe sahip kenttir. ilk yerleşim yerinin bayraklı sırtlarında gerçekleştiği görülmektedir. M.Ö 2000 yıllarıyla ilgili bulgularda ise Hititlerle olan ilgisi ortaya çıkmaktadır. Hitit Başkenti Hattuşaş ile Ephesos’a ( Efes) uzanan bir ticaret yolu bulunmaktadır. Ünlü ozan Homeros’ta bu dönemde yaşamıştır. Daha sonraki Helenistlik dönemde Makedonya Kralı Büyük İskender, Hocası Aristo’nun İzmir’i övmesinden etkilenerek İzmir’e gelir. Bu kentte yeni bir İzmir’in kurulmasını emreder. Ömrü bunu görmeye yetmez.

66

67


İ

zmir tarih boyunca Ticaret ve Liman kenti olmanın avantajlarını yaşamıştır. Irak, İran, Suriye ve daha Uzakdoğu şehirlerden gelen mallar İzmir’de müşteri bulur ve Avrupa kentlerine dağılırlardı. Tanzimat döneminde Avrupalıların sosyal ve ekonomik alanda yayılmaları 68

ile İzmir’de birçok yabancı yatırımlar gerçekleşmiştir. Bugünün İzmir’i 3 000 000 yaklaşan nüfusu ile eğitim, kültür, eğlence, sanat, sağlık, finans, ulaşım, turizm gibi işlevleriyle kurum ve kuruluşlarıyla yarattığı etki alanlarıyla ve en önemli dış satım limanıyla Egenin anakenti konumundadır.

İzmir ili 12 012 km lik alanıyla Türkiye topraklarının yaklaşık %1,5’ini kaplamaktadır. Topraklarının %22 sini ovalık alanlar, %60’ını dağlar,%18’ini ovalık alanlar %8’ini platolar kaplar. İzmir’e bağlı 28 ilce bulunmaktadır. Türkiye’nin de en yaşlı nüfusuna sahip-

tir.İzmir’in batısında deniz ve plajları ile çeşme yarımadası uzanır. Uluslararası sanat festivalleri ve fuarları ile önemli bir yer tutar. Sanayi bakımından Marmara Bölgesinden sonra 2. sırada gelir. Üretilen mallar dünya standartları ölçüsünde kaliteye sahiptir. 69


İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI Sn. AZİZ KOCAOĞLU

Türkiye’ye model oluşturacak bir ‘kent demokrasisinin’ temellerini atıyoruz. Muhtarlıklar, Türkiye’de yaratılmış özgün siyasi değerlerin en önemli ayağıdır; biz muhtarlıklar ile el ele çalışmayı başından beri ilke edindik. Bu dönemde Kent Meclisleri’mizi oluşturacağız. Katılımcı demokrasinin bir gereği olarak kamu kurum ve kuruluşlarının yatırımlarının değerlendirildiği, yatırım önceliklerinin tartışıldığı yılda bir ‘İzmir Kongresi’ toplayacağız.

70

- “Hizmette Halka Yakınlık” Söylemini öne çıkaran yerel yönetimler gönüllü kuruluşlarla daha yakın ilişkiler içinde olmayı esas alıyorlar. Yerel yönetimci olarak aldığınız kararlarda halkın doğrudan katılımcı olmasını nasıl sağlıyorsunuz. - Bizim yerel yönetim anlayışımız; eşitlikçi, adil, özgürlükçü ve demokratik felsefeye dayanır. Bugüne kadar her önemli kararımızı, Belediye Meclisimizin, muhtarlarımızın, ilgili meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının ve genel olarak hemşehrilerimizin örgütlü katılımıyla aldık. Kentimizde demokratik katılımı ve sivil toplumun örgütlenmesini özendiriyor ve destekliyoruz. Yaptığımız her işte saydamlığı gözetiyoruz. Kararlarımızı halkla birlikte almış olmanın güveniyle, uygulamaya koyuyoruz. Demokratik duruşumuz, bizi daha da ileriye, demokratik mekanizmaları yerel yönetimin her düzeyinde işler kılma hedefine yönlendiriyor: İzmirliler adına karar alacak, İzmir halkının aldığı kararları uygulayacak bir yerel yönetimi gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Kentin kalkındırılması, işsizlikle mücadele, yaşam standardının yükseltilmesi, İzmir’in önceliklerinin belirlenmesi ve vizyon hedeflerine giden yolda yapılması gerekenleri ortak akıl ile belirlemek, tanımlamak adına bu dönem meslek ve sivil toplum kuruluşlarımızın yer aldığı İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu oluşturduk. 24 Ekim’de, çok değerli sanatçılarımızın, edebiyatçılarımızın, yazarlarımızın, gazetecilerin ve aydınlarımızın katılımı ile İzmir Kültür Çalıştayı’nı gerçekleştirdik. İzmir’in, bir ‘kültür sanat kenti olması’ hedefimize bizi ulaştıracak yol haritamız için ilk önemli adımı attık. Bu hizmet dönemimizde, katılımcı demokrasiye dönüşüm politikalarımızı daha da pekiştirmek ve kökleştirmek amacındayız. Türkiye’ye model oluşturacak bir ‘kent demokrasisinin’ temellerini atıyoruz. Muhtarlıklar, Türkiye’de yaratılmış özgün siyasi değerlerin en önemli ayağıdır; biz muhtarlıklar ile el ele çalışmayı başından beri ilke edindik. Bu dönemde Kent Meclisleri’mizi oluşturacağız. Katılımcı demokrasinin bir gereği olarak kamu kurum ve kuruluşlarının yatırımlarının değerlendirildiği, yatırım önceliklerinin tartışıldığı yılda bir ‘İzmir Kongresi’ toplayacağız. Bu oluşumlar ile İzmirli hemşehrimin kent yö-

Demokrasi ülkemizde maalesef yanlış değerlendiriliyor. Yalnızca seçimden seçime işlerliği olan bir kurummuş gibi algılanıyor; ‘seçtim, görevim bitti’ anlayışı hakim. Dolayısıyla da toplum olarak yaygın bir şekilde ve doğru tanımıyla yeterince algılanabilmiş değil.

netimine katılımı daha da yaygınlaştırılacak; uygulanabilir kararlar, meclisimizin onayına sunularak yaşama geçirilebilir hale getirilecek. Kentli, karar alma ve denetim mekanizmalarında etkin rol oynayacak. Kentimizde yeşerip serpilecek bu yeni kentsel yönetim modeli, Türkiye’yi dönüştürecek; demokrasi tarihinin başladığı coğrafyada yer alan kentimiz, geleceğin demokrasisinin de beşiği olacak. Ana hedefimiz budur. - Yerel Demokrasinin esasları size göre nelerdir? - Demokrasi ülkemizde maalesef yanlış değerlendiriliyor. Yalnızca seçimden seçime işlerliği olan bir kurummuş gibi algılanıyor; ‘seçtim, görevim bitti’ anlayışı hakim. Dolayısıyla da toplum olarak yaygın bir şekilde ve doğru tanımıyla yeterince algılanabilmiş değil. Demokrasiyi bir kurum olarak ele alırsak, aslında bir üst yapı kurumu değil, alt yapı kurumudur. Aynı zamanda bir ‘kültür’ sorunudur. Genel seçimler ile merkezi iktidarı belirleriz; ama buna giden sürecin her aşaması, gerek partilerin içinde gerekse de toplum içindeki örgütlenmeler ile yerel demokratik uygulamaların A’dan Z’ye yaşama geçirilmesi gerekir. Yerel demokrasinin en önemli ilkesinin ise ‘katılımcılık’ olduğunu düşünüyorum. Yani halkın karar alma ve denetleme süreçlerine katılımı. Yerel yönetimlerin, halka ‘hesap verebilir’ bir şekilde kendilerini şeffaf olarak konumlandırılmaları da bir başka önemli ilkedir. Paylaşımcılık, sosyal dayanışma, yaşam standardı kalitesini yükseltme, eşitlikçi ve adil hizmet anlayışı da yerel demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. - Kenti kullananların hayat standartlarının yüksekliği, kentsel mekânların kullanımı, kentin ekonomik kalkınması, ülkeye yarattığı katma değeri oranında vazgeçilmezdir. Bu durumda İzmir ilimizi nasıl değerlendirirsiniz. 71


72

- İzmir, tarihi boyunca bir liman ve ticaret kenti olmuştur. Ege coğrafyası bütün olarak ele aldığımızda, bilim, felsefe, kültür ve sanat gibi insanlığın gelişiminde önemli rol oynayan konularda çok önemli katkıları olmuş bir coğrafyadır. Dolayısıyla Ege kıyılarında yaşam standardı hep yüksek olmuştur. Çanakkale’den Fethiye’ye kadar uzanan hinterlandı ile İzmir bu önemli coğrafyanın hep başkenti konumunda olmuştur. Coğrafi olanaklarının elverişliliği, dışa açık yapısı ile İzmir, tarih boyunca hem ekonomik alanda hem de sosyal, kültürel alanlarda ülkemizin en gelişmiş kentlerinden biri olagelmiştir. Halen de İzmir, gerek ülkemizin kalkınmasına yarattığı katma değer, gerek ithalat-ihracatında oynadığı önemli rol, hem kültürel gelişmişliği, sosyal yaşamı, gelişmiş demokratik insan yapısı ile Türkiyemizin en önde gelen kentidir. İzmir, demokrattır; farklı kültürleri barış içinde bir arada yaşatmasını bilir. İzmir, aydınlıktır ve çağdaştır. Bu yönleriyle ülkemizin batıdan doğusuna parıldayan bir güneştir.

PRESIDENT OF IZMIR METROPOLITAN MUNICIPALITY DEAR AZİZ KOCAOĞLU The interview was done with the City of Mayor of İzmir metropolitan municipality. The Mayor of İzmir Metropolitan Municipality is Aziz Kocaoğlu. According to Aziz Kocaoğlu; Our understanding of local management; is based on equitable, just, liberal and democratic philosophy. Until today, we have made our all important decisions with the participation of our Town Council, headman of relevant professional Chambers, civil society organizations and the organized participation of our citizens. We support and encourage democratic participation and civil society organizations in our city. Think the most important principle of the democracy is “participation”. I mean the public participation in decision-making and monitoring process. And another important principle is that the local governments should be in a transparent manner, they should be obliged to public.


DEMOKRASI, ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK, ŞEFFAFLIK, KAMU HİZMETİ VE ENERJİ SEKTÖRÜ Ali Arif AKTÜRK Türk Demokrasi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi

Giriş

Y

unanca Demos (Halk) ile Kratos (Devlet) kelimelerinin birleşiminden türemiş olan Demokratia (Halkın Yönetimi) Türkçemiz dahil birçok dile aynı şekilde girmiştir. Milattan önce 508 yıllarında Atina’da doğan demokrasi kavramı günümüze kadar çeşitli şekil ve anlayışlarda gelmiş ve en katı rejimlerde bile kelime olarak kullanılmıştır. Aslında demokrasinin politik felsefede iki unsuru önemlidir. Bunlar Eşitlik ve Özgürlük. Bu iki unsuru barındıran bir çok alt hususlarda mevcut olsa bile demokrasinin asgari müşterekinde bireyin toplum içindeki hak ve özgürlüklerinin sistem, devlet, toplum içinde ve karşısında korunması esası bulunur. Demokrasi kuramı ve felsefesi konusunda bilim, felsefe, sosyoloji çerçevesinde binlerce yazılar yazılmıştır. Zamana topluma, coğrafyaya gore değişebilen kuramlar ve görüşlerin temel çıkış noktası hep eşitlik ve özgürlük olmuştur. Özgürlük ve Liberalizm Almanca Freiheit, Fransızca liberté, İngilizce liberty, freedom, Latince libertas olarak tanımlanan ve siyasal, toplumsal, felsefi ve gündelik yaşam alanlarında ceşitli anlam boyutlarında kullanılan özgürlük kavramı en genel haliyle, bağlı ve bağımlı olmama, dış etkilerden(etkenlerden) bağımsız olma, engellenmemiş ve zorlanmamış olma halini dile getirmektedir. Buna paralel başka bir gündelik tanımı, insanın kendi kararlarını kendi istemine ve düşüncelerine göre belirle74

yebilmesi ve kendi seçimlerini kendi iradesiyle yapabilmesi olarak belirir. Burada özgürlük bir irade özgürlüğüdür. Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük’de özgürlük sözcüğünü şöyle tanımlamaktadır: “1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî. 2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet.”[1] Siyasal ve toplumsal alanda özgürlük kavramı beraberinde daha karmaşık ve çok-anlamlı tanımlar ve tartışmalar getirir. Mesela, Liberalizm’de kişisel özgürlük ana prensiptir. Özgürlük ya da Liberalizm, özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda liberalizm, bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, Serbest piyasa din, devlet ve kimi zaekonomisinde man kurumların güüretim ve yatırım cünün sınırlandırıldığı, bireyin alacağı düşüncenin serbest bir risktir. Devlet şekilde dolaştığı, özel sadece bireyin teşebbüse olanak sağönündeki layan bir serbest piyasa rekabete aykırı ekonomisinin olduğu, unsurları hukukun üstünlüğünü gidermede devlet geçerli kılan şeffaf bir erkini kullanarak devlet modeli ve topdüzenleyici ve lumsal hayat düzeni denetleyicidir.

hedefler. Liberal demokrasi olarak adlandırılan bu devlet düzeni, açık ve adil bir seçim sistemi ile birlikte tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ve fırsat eşitliğine sahip olduğu bir sistem olarak modellenir. Yapısından ötürü liberalizm tartışmaya açıktır. Liberalizm ekonomide, özel girişim demektir. Yani [kapitalist] üretim ilişkilerini benimser. Bir Toplumun, Ulusun yönetim biçimidir. Dolayısıyla bireysel özgürlüklerin kısıtlanamaması liberalizme ters olması gerekir. Liberalizm de bireyin yaşama hakkı, özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel insan haklarının kabul edilmesi esastır. Bununla birlikte birçok ülkede modern liberalizm, toplumsal refahın sağlanması açısından, devletin birey özgürlüğü üzerinde minimal bir kısıtlayıcı gücü olmasını savunarak klasik liberalizmden ayrılır. Liberalizmin kökleri batı aydınlanma sürecine dayansa da, bugün için terim sağdan sola siyasal yelpazenin farklı noktalarını kapsayan, özgürlük temelli bir düşünce çizgisini tanımlar.

Liberalizmin ekonomideki uzantısı olan Serbest piyasa ekonomisi, ekonomik faaliyetlerin tam rekabet şartları içinde serbestçe yapılabildiği, ekonomik sorunların çözümünün devletin ekonomiye müdahalesiyle değil fiyat mekanizması aracılığı ile gerçekleştirildiği ekonomi. Arz ve talebin temel belirleyici olarak kabul edildiği bu tür ekonomilerde fiyat mekanizmasının iyi işlemesi zorunludur. İdeal serbest piyasa ekonomisinde üreticilerin ve tüketicilerin pazarda aynı şartlar altında bulunduğu varsayılır. Pazara giriş ve çıkışlar sınırlandırılmamıştır. İdeal durumda üretim ile tüketim arasındaki bütün engellerin kalktığı bilgiye ulaşımın herkesce eşit olduğu bir sistem olarak tanımlanır. Serbest piyasa ekonomisinde üretim ve yatırım bireyin alacağı risktir. Devlet sadece bireyin önündeki rekabete aykırı unsurları gidermede devlet erkini kullanarak düzenleyici ve denetleyicidir. Birey yapacağı serbest girişimin tüm riskini üzerine alır ve bu riskin karşılığında bir getiri beklentisi içindedir. Bu girişim ortamının yaratılabilmesi için rekabete aykırı hususların olmaması, piyasalara müdahalelerin olmaması 75


ve fiyat yapılarının ekonominin gereğine göre arz-talep ilişkisi ile oluşması gerekir.

hakkına sahiptir.” Kuralındaki “kamu hizmeti” ise, kamu kuruluşları anlamındadır.

Ayrıca ideal bir serbest piyasa ekonomisinde bilgiye ulaşımda arzın ve talebin eşit şartlarda ve eşit imkanlarda olması gerekmektedir.

Yönetim hukukunun öncü adlarından Sıddık Sami Onar, kamu hizmeti kavramına ilişkin olarak yolumuza şu ışığı tutmaktadır: “Devlet veya diğer amme hükmî şahısları tarafından veya bunların gözetimi ve denetimi altında umumî ve kollektif ihtiyaçları karşılamak ve tatmin etmek, kamu yararını sağlamak için icra edilen ve umuma arz edilmiş bulunan devamlı ve muntazam faaliyetlere amme hizmeti denilmektedir.” Bugün, yönetim hukukunun birçok bilgini, bu hukuk alanının konusunu, kamu hizmetlerinin oluşturduğunu ve bu hukuk dalını, bu hizmetlerin yerine getirilme aracı olan girişim ve eylemlerin doğurduğunu kabul etmektedir. Bu bilginlerin başında gelen Leon Duquit, devleti, kamu hizmetlerinin bütünü saymakta ve bu hizmetleri, devletin varlığını oluşturan çekirdekler, hücreler olarak görmektedir.

Kamu Hizmeti Ülkemizde dünyada ortaya çıkan akımların etkisi ile son 10 yılda kamu hizmeti tanımı da yeniden şekil almış ve anglo-sakson öğretilerin ışığında ve 1980lerde ABD ve İngiltere’de Reegan ve Thacher yönetimlerinin liberalizmi yeniden şekillendirerek kamu hizmeti tanımını yeniden tariflemişlerdir. Gelişen toplumlarda zaman içinde kamu hizmeti tanımı değişmiş liberalizm ve serbest piyasa ekonomileri çerçevesinde kamu hizmeti kapsamına giren medya ve iletişim, eğitim, elektrik, su, gaz, sağlık hizmetleri, toplu taşıma, Telekom, güvenlik gibi bir asır önce kamu hizmeti tanımında olan hizmetlerin çehresi değişmiş ve sosyal devletin dışında özel sektör girişimcilerinin kar gözeterek sundukları hizmetler sınıfına girmiştir.

76

Yönetim hukukunun ana konularından biri olan “kamu hizmeti”nin tanımı, yeri ve değeri hakkında öğretide genel bir uzlaşma oluşamamıştır. Kamu hizmeti kavramının, yönetim hukukunun çeşitli konularına ilişkin düzenleyici metinlerde, yargısal kararlarda ve öğretide değişik anlamlarda kullanılıyor olması da, bütün kullanıldığı yerler için genel tanımının yapılmasını olanaksız kılmaktadır.

Kamu hizmeti tanımı tartışması birçok anayasa hukukçusu tarafından da yapılmış ve bu konuda 1982 Anayasasında da geçmişte değişiklikler yapılmıştır. Buna paralel olarak 2001 yılında TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe giren 4628 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunları ile ABD ve İngiltere’de başlayıp daha sonra Kıta Avrupa’sına ulaşan elektrik ve doğal gaz tedarik hizmetlerinin (utilities) kamu hizmeti tanımından çıkarılıp bu ürünlerin herhangi bir emtia gibi tedarikinin çoklu olarak tüketiciye sağlanması esasına geçilmiştir.

etsinler. Yönetim hukukunun ana konularından biri olan “kamu hizmeti”nin tanımı, yeri ve değeri hakkında öğretide genel bir uzlaşma oluşamamıştır. Kamu hizmeti kavramının, yönetim hukukunun çeşitli konularına ilişkin düzenleyici metinlerde, yargısal kararlarda ve öğretide değişik anlamlarda kullanılıyor olması da, bütün kullanıldığı yerler için genel tanımının yapılmasını olanaksız kılmaktadır.

Kamu hizmeti, kimi kez, “faaliyet, iş, uğraş” anlamında, kimi kez de, “kamu kuruluşları” anlamında kullanılmaktadır. Örneğin, Anayasa’nın 128. maddesindeki “Devletin kamu iktisadi teşebbüsleri ve kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” kuralındaki “kamu hizmeti”, faaliyet, iş, uğraş anlamında, Anayasa’nın 70. maddesindeki “Her Türk Kamu hizmetlerine girme

Bugün, kamu hizmetlerinin sadece klâsik idarî kuruluşlar eliyle değil, aynı zamanda özel kuruluşlar aracılığı ile de yürütülebileceği kabul olunmaktadır. Bu durum, organik ölçütün çözüldüğünün bir işaretidir. Ayrıca, maddi ölçüt de, bugün, artık kamu hizmeti kavramını açıklamaya yetmemektedir. Zira, bugünün hukuk anlayışında, her insanî faaliyet, niteliği ne olursa olsun kamu hizmeti olmaya elverişlidir; yeter ki, başta yasama organı olmak üzere, siyasal organlar, o faaliyeti kamu hizmeti olarak kabul

Enerji sektöründe elektrik ve doğal gaz tedarikinin serbestçe yapılmasının sağlanması amacıyla çıkan 4628 ve 4646 sayılı kanunların amaçlarında elektriğin ve doğalgazın yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanması ifade edilmiştir. Bu yasalarla hem elektrik hem de doğal

Enerji Sektörü

gaz bir emtia olduğu kabul edilmiş ve bu emtiaların tüketicilere ulaştırılmasındaki iletim, dağıtım, depolama gibi faaliyetlerdeki “doğal tekel” durumlarının doğal tekel sahiplerince suistimal edilerek rekabetin engellemesinin önüne geçilmesi, üçüncü tarafların erişiminin sağlanabilmesi ve doğal tekellerin tarifelerinin belirlenebilmesi için bağımsız bir düzenleyici kurumun oluşturulması temin edilmiştir. Ayrıca doğal tekel faaliyetlerine yatırımda da yatırımcıya almış olduğu risklerin karşılığında makul bir tarife ile makul bir getirinin sağlanması amaçlanmıştır. Aslında AB’de de ilk başta aynı yapının kurulması hedeflenmiş ve enerji sektörünün sermaye yoğun yatırım ihtiyacı nedeniyle doğası gereği gerekli olan uzun vadeli asgari alım taahhütlü anlaşmaların önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Bu çerçevede 1998 yılında çıkartılan Gaz ve Elektrik Direktiflerinin temel amaçlarında da elektrik ve gaz tedarikinde rekabetin sağlanmasındaki en büyük engelin uzun vadeli kontratlar olduğu ifade edilmiştir. Ancak 2000 li yıllara gelindiğin77


2001 yılında çıkan Elektirk ve Doğal Gaz Piyasası Kanunlarına rağmen 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz elektrik ve doğalgaz talebini etkilemiş elektrik ve doğalgaz piyasalarında devletin kamu şirketlerinin dahil olduğu alım garantili uzun vadeli sözleşmelerle birlikte devletin piyasalara müdahale etme olanağı fiili olarak devam etmiştir.

de arz emniyeti ve arz güvenliği için ve gerekli yatırımların nakit akışının sağlanabilmesinin yegane yolunun uzun vadeli kontratların varlığı ile sağlanabileceği anlaşılmıştır. Bu amaçla 2003 yılında çıkartılan ikinci gaz ve elektrik direktiflerinde uzun vadeli kontratların varlığına de değinilmiş ve daha sonra Arz Emniyeti Direktifi de AB’de yürürlüğe girmiştir. Serbest piyasa yaklaşımı ile uzun vadeli kontratları da sürdürebilmek ve aynı zamanda üçün78

cü tarafların erişimini de sağlamak için uzun vadede şeffaf, öngörülebilir bir yatırım iklimi ortamının sağlanması gerekmektedir. Gerek emtianın üreticiden tüketiciye ulaştırılmasında gerekse iletim ve dağıtım alt yapılarında makul ve uygun yatırım ikliminin sağlanabilmesi ve özel sektörün yatırım yapabilmesi düzenleyici kurumlar tarafından ortaya konan tarifelerin şeffaf ve ayrım yapılmadan yapılabildiğini görebilmesi gerekmektedir. Yine gerek tedarikçi gerekse tüketici enerjinin temininde tüm yatırım dönemi boyunca vergi mevzuatının yatırımı caydırmayacak şekilde olacağından, piyasalara hakim durumdaki piyasa liderleri, kamu şirketleri ya da devlet tarafından müdahale edilmediğini görmek ister.

2001 yılında çıkan Elektirk ve Doğal Gaz Piyasası Kanunlarına rağmen 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz elektrik ve doğalgaz talebini etkilemiş elektrik ve doğalgaz piyasalarında devletin kamu şirketlerinin dahil olduğu alım garantili uzun vadeli sözleşmelerle birlikte devletin piyasalara müdahale etme olanağı fiili olarak devam etmiştir. Bunun yanında 2003 ten sonra tüm dünyada artan enerji ve petrol fiyatları ile birlikte devletin elindeki arz fazlası emtianın olması piyasalara müdahaleleri ve özellikle elektrik ve doğal gaz fiyatlarının suni olarak düşük tutulmasına imkan sağlamıştır. Durum böyle olunca, yasalarda rekabetçi bir piyasanın tesis edilmesi öngörülüyor iken fiiliyatta bu sağlanmamış ve rakabetin tesis edilmesinden sorumlu düzenliyici kurum da rekabet için gerekli müdahaleleri yapmamıştır. Dünyada artan enerji fiyatları, yüksek vergiler ve bunun yanında suni olarak subvanse edilip bastırılan iç piyasadaki enerji fiyatları özel sektöründe gerekli yatırımları yapma imkanını ortadan kaldırmış ve 2008 yılına kadar arz fazlası ile durum idare edilmeye çalışılmıştır. Tüm dünyadaki gelişmelere parallel olarak büyüyen ekonomi ve dünya piyasalarıyla korole olmasa bile bir miktar artan enerji fiyatları genel bütçe içindeki vergi gelirlerini arttırmış ancak genel bütçenin dışında kendi bütçe kaynaklarından idare etmeye çalışan kamu şirketleri bir sure kendi aralarında ödenmeyen faturalar ve muhasebe açısından borç-alacak ilişkileri ile kağıt üzerinde karlı görünen kamu şirketleri nakit akışı ve fiili durumda sürdürülemez noktaya doğru yol almıştır. 2010’lar Sonrasında Dünya Enerji Sektörü 1800 yılların ortalarında Almanya’da Dizel motorun gelişimi ve savaş gemilerinde buhar türbinleri yerine kullanımı dünya denizlerinde gezen İngiliz savaş gemilerinin egemenliğini azaltmış ve petrol kaynaklarına hakim olma yarışını da başlatmıştır. 1900 yıllarda büyüyen petrol şirketleri ekonomik büyüklük olarak birçok ülkenin büyüklüklerini de geçmiştir. Bu şirketler dünyanın çeşitli noktalarında üretim arama lisansları alarak bilançolarına çok büyük rezervler eklemişlerdir. 1990 larda Sovyetler Birliğinin

yıkılması ile eski doğu bloku ülkelerinde devletlerin elinde olan rezervlerle dünya piyasalarına çıkan ikinci grup devler de artan enerji fiyatları ve üretim noktalarındaki tekel pozisyonları ile eski petrol şirketlerinin büyüklüklerine ulaşmışlardır. Ayrıca birçok rezerv sahibi devlet kendi milli şampiyon kamu şirketlerini destekleyerek dünya liglerine çıkarmıştır. Buna parallel olarak 1990 yılların sonunda çok düşük seviyelere ge-

len petrol fiyatları bazı üretim sahalarında petrol üretimi yapmayı ekonomik olarak imkansız hale getirmiş ve bu esnada petrol sektöründe ikinci ya da üçüncü ligde oynayan bazı petrol şirketleri de fırsatları iyi değerlendirmiş ve almış oldukları sahalarla birlikte 2000li yıllarda artan fiyatlarla büyüme trendine girmişlerdir. Ayrıca Kıta Avrupa’sındaki bazı şirketler de elektrik ile doğal gazın entegrasyonunu erken fark edip yine lider olabilmişlerdir. Artık yeni yüzyılda savaşlar ve mücadeleler hep enerji üzerinden yapılmaktadır. . Zbigniew Brezezinski’nin “Grand Chessboard” kitabında enerji oyununu bir satranç oyununa benzeterek bu oyunu iyi oynayan, bir kaç hamleyi birden görebilen, uzun soluklu oyuncuların bu oyunu kazanabileceğini vurgulamıştır. Sonuç ve Çözüm Enerji strateji ve politikalarının daha uzun soluklu olarak ele alınabilmesi için uzun vadeli stratejilerle ihtiyaç vardır. Enerjide kısa vade 1-5 yıl arası, orta vade 5-10 yıl, uzun vade ise 30-50 yıl79


Tüm dünyadaki gelişmelere parallel olarak büyüyen ekonomi ve dünya piyasalarıyla korole olmasa bile bir miktar artan enerji fiyatları genel bütçe içindeki vergi gelirlerini arttırmış ancak genel bütçenin dışında kendi bütçe kaynaklarından idare etmeye çalışan kamu şirketleri bir sure kendi aralarında ödenmeyen faturalar ve muhasebe açısından borçalacak ilişkileri ile kağıt üzerinde karlı görünen kamu şirketleri nakit akışı ve fiili durumda sürdürülemez noktaya doğru yol almıştır. dır. Ancak siyasi iradelerin ömrü bir seçim dönemi ile sınırlıdır. Siyasi iradelerin politika ve stratejileri uygulama dönemi enerji için kısa vadedir. Ülkemizde gerek arz emniyeti ve arz güvenliği için gerekse öngörülebilir, sürdürülebilir, yatırım iklimini sağlayabilmek, arz ile talebin buluşabildiği müdahalesiz sürdürülebilir bir serbest piyasa ekonomisinin yaratılabilmesi için uzun vadeli politikalara ihtiyaç vardır. Bu uzun vadeli strateji ve politikalarla nükleer enerji, yenilenebilir enerji, karbon vergileri ve Kyoto sonrası, vergi politikaları, TRT fonu, sanayinin rekabet avantajı, dış politika ve strateji, AB süreçleri ve enerji faslı ve her şeyden önemlisi enerjide arz güvenliği politikalarının oluşturulabilmesi için siyasi iradelerin gündelik 80

icraat ve politikalarına alet edilmeyecek hükümetlerden bağımsız ve değişmeyecek şekilde devlet politikası oluşturulmalıdır. Türkiye’nin orta ve uzun vadeli enerji stratejisi aksiyon planları ve stratejileri olmalıdır. Bu strateji ve planlar devletin üst kurumlarında Türkiye Cumhuriyetinin başı olan Cumhurbaşkanının başkanlığında hükümeti, bürokrasiyi ve ilgili her bir kurum ve kuruluşu da içine alacak şekilde oluşacak bir Enerji Güvenliği Kurulu (“EGK”) tarafından uzun vadeli olarak belirlenmelidir. Bu kurul aynı MGK’da olduğu gibi Cumhurbaşkanının başkanlığında, • Başbakan • Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı

• Dışişleri Bakanı (Uygulanacak politikaların dış politikalar açısından ve diplomasinin gerekleri açısından bütünsellik taşıması için gereklidir.) • Maliye Bakanı (Enerjide teşvikler sadece vergi enstrümanları ile yapılmalıdır. Mevcut KİT’lerin bütçeleri ile zam yapmamak veya alt sektörlerin ya da sanayinin teşvikine son verilip, eğer siyasi ve ekonomik olarak teşvik edilecek alt sektörler var ise vergi enstrümanları kullanılmalıdır. Bu nedenle Kurulun üyesi olmalıdır.) • Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı (Hazinenin yükümlülükleri, bütçe dengeleri açısından değerlendirmelerde bulunmak için Kurulun üyesi olmalıdır.) • Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı (Enerji Güvenliği Kurulu’nun belirleyeceği strateji ve politikaların uygulanmasından ve icraatından sorumlu olacaktır. • Sanayi ve Ticaret Bakanı (Ülkenin rekabet avantajı için sanayide en büyük girdi enerjidir. Sanayinin sektörel envanterinin yönetiminden sorumlu olan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı sektörel enerji teşvikleri, rekabet avantajlarının değerlendirilmesinde, Enerji politikalarının ülke sanayisine etkisinin değerlendirmesi için Kurul üyesi olmalıdır.) • Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı (İthalat ve ihracat dengesinin yönetiminde, dış ticaret dengeleri açısından bir otorite olarak değerlendirmelerde bulunmak için Kurulun üyesi olmalıdır.) • Genelkurmay Başkanı (Strateji ve politikaların milli güvenlik açısından değerlendirilmesi için Kurul üyesi olmalıdır.) • DPT Müsteşarı (Ülkenin planlamalarının yapıldığı merci olarak Kurul üyesi olmalıdır.) • Hazine Müsteşarı (Hazinenin yükümlülükleri, bütçe dengeleri açısından bir bürokrat olarak değerlendirmelerde bulunmak için Kurulun üyesi olmalıdır.) • Dış Ticaret Müsteşarı

(Dış ticaret dengeleri açıÜlkemizde gerek sından bir bürokrat olarak arz emniyeti ve değerlendirmelerde buarz güvenliği lunmak için Kurulun üyesi için gerekse olmalıdır.) öngörülebilir, • MİT Müsteşarı sürdürülebilir, (İstihbarat ve ülke güvenyatırım iklimini liği değerlendirmeleri için sağlayabilmek, Kurulun üyesi olmalıdır.) arz ile talebin • EPDK Başkanı buluşabildiği müdahalesiz (Mevcut Enerji ile ilgili yasürdürülebilir bir sanın yürütülmesinden serbest piyasa ve regülasyondan sorumekonomisinin lu bir kurumun başında yaratılabilmesi olan bir bürokrat olarak değerlendirmelerde buiçin uzun vadeli lunmak için Kurulun üyesi politikalara ihtiyaç olmalıdır.) vardır. • ETKB Müsteşarı (Kurulun sekreterya görevi ve koordinasyonu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı tarafından yapılmalıdır.) Oluşmalıdır. Bu kurul en az altı ayda bir toplanıp 2030-2050 yıllarına kadar Türkiye’nin enerji de yol haritasını ortaya koymalı, devletin strateji ve politikalarını belirlemeli ve hükümetten hükümete değişmeyecek A planı, B planı, C planlarını da içeren, Türkiye Enerji Strateji Belgesini (geçmişteki gibi strateji belgeleri değil) hazırlamalıdır. Ortaya konulan stratejiler ve yol haritaları gerektiğinde Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların, Dışişleri Bakanlarının, Enerji Bakanlarının yollarına ışık tutmalıdır. Yabancı ve yerli yatırımcı tedarik etmek istediği emtiayı serbest piyasa kuralları içerisinde tüketicisine ulaştırabilmeli ve bununla ilgili yatırımları korkmadan yapabilmelidir. Bu yatırımları yaparken yatırım süresi boyunca risklerini öngörebilmelidir. Yatırımcılar aynı gelişmiş ülke ekonomilerinde olduğu gibi hangi parti gelirse gelsin bireyin haklarına halel gelmeyeceğini, rekabetinin önünde devletten veya başka unsurlardan kaynaklanan haksız uygulamaların olmayacağını, serbest rekabet ortamında girişimciliğin ve piyasa ekonomisinin destekleneceğini, sürpriz vergilerle veya mevzuat ile karşılaşılmayacağını bilmelidirler.

81


Dünya’nın Gözbebeği

GAZİANTEP

E

vliya Çelebi 1651 yılında Seyahatnamesinde Ayıntap (Gaziantep) için “bu şehri anlatmaya, ne dil ne de kalem yeter. Dünya yüzünden geniş bir il, göz alıcı büyük yapıları her yerden aranan eşyası, birçok mezraları, bolluk ve verimliliği, bitimsiz yiyecek ve içecek pınarları ve ırmaklarıyla burası “Şehr-i Ayıntab-ı Cihan (Dünyanın Gözbebeği Şehri) dir” diye bahsetmekte. Gaziantep ili, tarih öncesi çağlardan beri insan topluluklarının yerleşme yeri ve uğrak alanı olmuştur.Tarihin en eski kenti yine bu topraklar içerisinde yer almakta. Tarihi İpek yolu üzerinde bulunması ise önemini ayrıca artırmıştır.

82

83


- Gaziantep ili yalnız ekonomisi ile değil

GAZİANTEP BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI Sn. DR. ASIM GÜZELBEY

aynı zamanda kültür ve tarihi ile de Dünya illeri arasında öne çıkmaktadır. Özellikle AB ülkeleri Asya ve Orta Doğu’ya açılan coğrafi ve ekonomik yapısı nedeniyle yoğun ziyaretler gerçekleştirmekte. Ortak proje çalışmalarınız oluyor mu? - Bugün başta yanı başımızda ki komşu ülkelerle kurduğumuz yakın ilişkilerle Gaziantep’in, Türkiye’nin ve dünya insanlığının malı olan kültür mirasımızı öncelikle, yaşatmak ve tanıtmak adına yeni projeler ürettik, bunları hayata geçirdik. Birbirine yakın iki ülke ve iki şehir arasında yakın bir geçmişte başlayan yakınlaşma ortak paydalarda buluşmuş, bölgeler arası iş birliğini güçlendirici projeler ve çalışmalar bölge barışına da büyük katkılar sağlamıştır.

Ortak Akıl, işte bu Gaziantep’te hayat bulan bir kavram. Gaziantepli Kurtuluş Savaşında verdiği mücadeleyi, ekonomik anlamda da kimseden yardım almadan yaptı. Elde ettiği büyük başarının ardında işte bu bahsettiğim ortak akıl yatmaktadır. Biz de atalarımızdan miras kalan bu geleneği, paylaşımcılığı önemsiyor ve yaşatıyoruz. 84

Avrupa’da Kardeş Şehir diyalogları ile tesis ettiğimiz ilişkiler sayesinde sağlık, eğitim , deneyim paylaşımı, kültürel ve sosyal alanda ortak konular başta olmak üzere çeşitli projelere imza atıyoruz. Bu iş birlikleri sayesinde, ülkeler için yeni fırsatlar yaratılmış olmaktadır. Ülkeler arasında kaynaşmanın sağlanması, dolayısıyla sağlanan hareketlilik her iki ülke kültürüne, turizmine ve ekonomisine artı değerler katmaktadır. - Bildiğimiz gibi her tür siyasi yaklaşımlar katılım ve katılımcı olmayı önemsiyor. Özellikle yerel yönetimler. Bir yerel yönetimci olarak sorun yaşıyor musunuz? - Bugün Gaziantep modelinin adını verdiğimiz Gaziantep’in lahmacun şehrinden kültür ve tarih şehrine olan değişim hikayesi 5 yıl önce başladı. Bu proje Gaziantep Valiliği ve bir çok sivil toplum örgütünün de katkılarıyla ortaya çıkmıştır. Hep birlikte el ele vererek ortak akıl nasıl gerçekleştirilir, bunu ortaya koyduk. Bu projeyi hayata geçireceğimiz ilk günlerde, herkes belediye bu tarihi evleri istimlak edecek ve parasını verecek diye düşündü. Biz bu tarihi mekanları ‘nasıl yıkıp ta otopark yaparız’ diye düşünen insanlarımızı bilinçlendirdik. Bu şehirde yaşayan ve tarihe büyük önem veren insanlarımızda var. Bunların da desteğiyle tarihi mekanlarımızın restorasyonlarına başladık.

Tarih bilincini oluşturma yolunda atılan adımda bahsettiğim ortak akıl ve katılımcığı göreve geldiğimiz günden beri savunuyor ve destekliyoruz. Şehri ilgilendiren her çalışmada şehrin her kesiminden, her meslek grubundan temsilcilerini buluşturduğumuz Kent Konseyini toplayarak işe başladık. Sivil toplum örgütleri, muhtarlar bu karar mekanizmasının içinde aktif olarak yer almaktadırlar. Kenti için çalışan, bu kentin geleceği için taş üstüne taş koyandan Allah razı olsun dedik hep. Son olarak Yönetim Kurulu Başkanı olduğum GAGEV (Gaziantep Ekonomisini Geliştirme Vakfı) olarak, Gaziantep’te ve Gaziantep dışında yaşayan akademisyenler, yazarlar, iş adamları ve daha ismini sayamadığım bir çok meslek dalında iştigal eden Gazianteplileri, Gaziantep Vizyonunu daha da ilerilere taşıyabilmek için görüş alış verişi, proje üretme noktasında bir araya getirmek üzere Yüksek İstişare Kurulu adı altında buluşturduk. Sık sık vurguladığım bir ifade Ortak Akıl, işte bu Gaziantep’te hayat bulan bir kavram. Gaziantepli Kurtuluş Savaşında verdiği mücadeleyi, ekonomik anlamda da kimseden yardım almadan yaptı. Elde ettiği büyük başarının ardında işte bu bahsettiğim ortak akıl yatmaktadır. Biz de atalarımızdan miras kalan bu geleneği, paylaşımcılığı önemsiyor ve yaşatıyoruz. - “Sosyal Devlet olmanın başında vakıflar ve vakıfların yaptığı hizmet gelmektedir” diye açıklıyorsunuz. Gaziantep halkı için yapılan çalışmalarınızdan bahseder misiniz? - Tarihi ve Kültürel değerler bir toplumun en büyük miraslarının başında gelir. Bulunduğu konum dolayısıyla Gaziantep bir çok medeniyetin beşiği olmuş ve kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Gaziantep’in yeni açılımlara ihtiyacı olduğunu, ilimizin sanayi gelirlerinden aldığı kadar turizmden de alabileceği büyük bir pay olduğuna inanıyoruz. Günümüzde Kale şehirlerin merkezidir, yani kalbidir. Biz de şehrin kalbini yeniden canlandırmak için çalışmalarımıza kale ve çevresinden başladık. Bu bağlamda gerek AB gerekse kendi öz kaynaklarımızdan finanse ettiğimiz çalış85


malarla başta Kale Çevresi, Naip Hamamı, Kır Kahvesi, Butik Otel, Bakırcılar Çarşısı, gibi bir çok yapının restorasyonunu tamamlayarak gelecek nesillere ve insanlığa kazandırılmasını sağladık. Koruma çalışmalarında öncelikle kültür varlıklarının korunması ve yaşatılması ile toplumun konuya duyarlı hale gelmesi ve bölgenin turizm potansiyelinin arttırılmasını amaçladık. Bugün başta Gaziantep’in, Türkiye’nin ve dünya insanlığının malı olan Zeugma Mozaiklerinin sergilenmesi amacıyla mevcut müzeye alternatif anlamda Gaziantep Büyükşehir Belediyesi olarak “Zeugma ve Arkeoloji Müzesi” adı altında büyük bir müze projesini, 42 bin metre karelik bir alan üzerinde tamamlamak üzereyiz. Kasım ayında Kültür Bakanlığına devrini gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu projeye ilave olarak, her yıla projelerimizle bir ad koyduk ve 2008 Yılını Müzeler Kenti Gaziantep olarak belirledik. Tarihi Bayazhan’ı “Kent Kültürü Müzesi”, Tarihi Göğüş Konağını “Mutfak

86

Kültürü Müzesi”, Gaziantep Kalesi’nin galerilerinde şanlı mücadelemizin eserlerinin sergilendiği müzeyi “Panorama Müzesi” olarak adlandırarak yaşayan bu mekanları şehrimize kazandırdık. Bir hizmetin sürüp gidebilmesi, bağışlanan mülklerin, eserlerin geleceğe sağlıklı kalabilmeleri korunmalarına bağlıdır. Geçmişin geleceğe taşınması ve yaşatılması vakıfların görevi arasındadır. Vakıflar Bölge Müdürlüğümüz bu bayrak yarışında Tarihi Mevlevihane Tekkesinde yaptığı restorasyon çalışmaları ile bizlere örnek olmuştur. Bu kadar güzel bir hizmetin sürekliliğini sağlamak hepimizin görevidir. Vakıflara yardım ederek gelirlerini çoğaltmak ve çalışmalarını desteklememiz gerekir. Vakıfların yapmış oldukları bu değerli çalışmaları bizler de Yerel Y önetimler olarak takdirle karşılıyor, tarihin izlerinin yaşandığı bu eserlere sahip çıkıyoruz.

87


E

aziantep 6222 km alanı ile Tür- ri yüksek bitkiler yetişmekte. Ayrıca; kiye topraklarının % 1 lik bölü- Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin tüm ürünlerinin işlendiği, iç münü kapsamaktadır. ve dış pazara sunulduğu bir sanayi Topraklarının sadece % 14’ü orman- ticaret merkezidir.Sanayisi ve ticaret larla kaplıdır. Zengin tarıma sahip hacmi ile GAP’ın merkezi olan Gaziolan topraklarında ekonomik değe- antep, Ekonomik yönden çevresinde88

ki birçok ili etkisi altında tutmaktadır. Mevcut ekonomi yapısı ve coğrafi konumu içinde AB ülkeleri için Orta Asya ve Orta Doğuya acılan önemli bir kapıdır. 1 500 000’ü aşan nüfusu ile Türkiye’nin ise 6. büyük ili dir.

Gaziantep ili zengin mutfağı, tarihi, kültürü, M.Ö 300 yılından bugüne ayakta duran, “Zeugma Antik Kenti” mozaikleri ile önümüzdeki yıllarda Dünyanın ilgisini çekmeye devam edecek önemli merkezlerden biridir. 89


DEMOKRASİ İNSAN HAKLARI İÇİN YETERLİ Mİ?

Öğr.Grv.Dr. Hüseyin TOROS İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fak. Meteoroloji Müh. Böl.

G

elişen teknoloji, iletişim, birliktelik ve paylaşımın çoğalmasını gerektirmektedir. Toplumlaşma arttıkça demokrasi ve insan hakları kavramları daha da önem arz etmektedir. Demokrasilerde bireylerin başkalarına zarar vermeden özgürce maddi ve manevi hayatlarını sürdürebilmesi hedeflenmektedir. Demokrasinin yayın organlarında çok güzel tanımları yapılmaktadır. Bu tanımları hayata geçirmek için toplumların kültürlerinin artması ve güçlülerin diğerlerinin haklarını koruması gerekmektedir. Aksi takdirde bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin korunması mümkün olamamaktadır. Kendi çıkarlarını hep önde tutan kişi veya toplumlar yeryüzünün en vahşi yaratıkları olabilmektedir. İnsan çıkarlarının kontrol edilememesi, çatışması sonucu ülkeler, örgütler gizliden gizliye ve uzun vadeli planlarlar uygulamaktadırlar. Bu kişiler yaptıkları sinsi planlar ve masumane toplum mühendisliği ile sürekli kendi değerleri ve çıkarlarını savunabilmektedirler. Kendi çıkarlarını ön plana çıkaran fakat karşı toplumların haklarını korumayanlar yüzünden yeryüzünde herzaman ezilen birey veya toplumlar bulunabilmektedir. Dünyanın bazı bölgelerinde insan haklarının oluşması sağlanırken bazı bölgele90

rinde ise derin ve sinsi bir yapılanma sonucu modern köleliğin oluşması ve insan haklarının sadece sözde kalması söz konusudur. Demokrasi güzel ve hoş bir kelime olmakla birlikte suistimaller ve vurdumduymazlıklar, insanların temel hak ve hürriyetlerinin küresel ölçekte oluşmasını sağlayamamaktadır. Tıpkı son yıllarda yaşanılan toplu insan katliamlarına, insan hakları örgütlerinin sessiz kaldıkları gibi. Tarih boyunca nedense bazı toplulukların ezenler ve bazılarının da ezilenler olduğunu görmekteyiz. Tarihte belki bir yörede adalet sağlanır iken bazı bölgelerde ise zulüm işliyordu. Günümüzde ise küreselleşmenin sonucu olarak, büyük ölçekte zulümlerden bahsetmek daha doğru oluyor. Süregelen hoş olmayan bu alışkanlıkların aşılamaması günümüz insanların önündeki

büyük bir engeldir. Bunun nedeni yönetimdeki kişilerin hak ve adaletten uzak omaları veya kendilerine göre adil olmayan bir adalet sistemi oluşturmalarıdır. Güç ve kuvvetin daha insancıl kişilerin elinde bulunması için kişilerin hak ve hürriyetlerini bilmeleri ve her fırsatta bunu değerlendirmeleri kaçınılmazdır. Salahiyetli insanların kültürlü ve bilgili olması yanında vicdani yönlerinin kuvvetli olması ve bunu uygulamada göstermelerine ihtiyaç vardır. Örneğin herhangi bir olaya tanık olanların her biri olayı farklı açıdan görür ve dolayısı ile farklı yorumlarlar. Objektif olmak çok zor olmakla birlikte bilgi, kültür ve vicdani duyarlılık sonucu artabilir. İki kişi arasındaki bir sorunun çözümüne karar verecek kişi veya kişiler bir tarafın hakkını yeterli savunamaması ve diğer tarafın iyi savunması sonucu lehine olan bir olaydan aleyhine bir hüküm alabilmektedir. Bir olayın sonucu savunan avukata göre değişebilmektedir. Bazen birilerinin bir tokat yemesi ile yer yerinden oynar. Bazen de binlerce insan katledilir. Hem de demokrasi ve insan hakları adına. Bütün dünya da seyirci kalır. Bir söz vardır. Her horoz kendi çöplüğünde öter diye. Kuvvet ve güç meselesi. Düşünür durursunuz. İnsan için mi demokrasi ve insan hakları yoksa demokrasi ve insan hakları için mi insanlar vardır diye. Dünyada dönen dolaplara baktığınızda ikincisinin daha doğru olabileceği görülür.

Ülkemiz ve insanlarımız küreselleşmenin neresindeyiz? Dünya üzerinde söz sahibi olabiliyor muyuz? Büyük düşünüp dünya siyasetine yön verebiliyor muyuz? Sorulması ve çözüm üretilmesi gereken bir yığın konu var. Bilimsel, teknik ve ekonomik olarak ne durumdayız? Ülkemizin adına üzücü olsada bizim bir ilçemiz büyüklüğündeki bir ülke fen, teknik ve bilim alanında bizden önde olabiliyor. Bizler bu küçük ülkelerden teknoloji ve bilgi ithal ediyorsak, hepimizin bu soruları kendi kendimize sorarak birey ve ülke önceliklerimizi gözden geçirmemiz kaçınılmazdır. Teknoloji ve ilimde önde olan ülkeler kendi içlerinde demokrasi, insan hak ve özgürlüklerini azami seviyede tutarlarken, başkalarına karşı aynı hassasiyeti neden göstermemektdirler. Evet dünyada çok şey oluyor. Olanlar belki de yıllar öncesinin bir planı. Dünya bir oyuncak ve insanlar oyuncuları. Bu oyun biraz satranca benziyor. Çok ilerisini görüp adımları ona göre atmak kaçınılmaz durumda. Bu oyunda kemiyet değil keyfiyet ön planda duruyor. Bu oyunda bilgi ve teknolojide ileridekiler söz sahipliliği yapıyor. Ah oyunun bir kaç hamle sonrasını görebilsek. Göremesek bile görmek için çaba göstersek. Çok merak ediyorum 50 yıl sonra çocuklarımız veya torunlarımız bizim için neler söylececek. Dünyanın her yerinde insan hak ve hürriyetinin olduğu günlerde buluşmak ümidiyle, 91


Ardahan’ın şirin ilçesi

POSOF

A 92

dını ilçenin güneyinde yüksekliği 3000 metreyi geçen dağlar arasından beslenen Posof Çayından almaktadır. Batı-Doğu istikametinde akmaya devam eden Posof Çayı, Gürcistan Cumhuriyeti ile sınır çizdikten sonra Gürcistan Topraklarına girer. Gürcistan Topraklarında Kura Nehriyle birleştikten sonra Hazar Denizine dökülür.

dece ekonomik sebeplerden değil, bölgedeki iklim şartları eğitim, sağlık, ulaşım… yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. İstihdam edilen nüfusun büyük bölümü ise tarım sektöründe kadınlar oluşmaktadır.. Bunun sebebi başka iş sahalarının olmayışı. Erkek iş gücünün diğer kentlerde iş aramak için gitmesi gösterilebilinir.

Posof’un Tarihi çok eskidir. Makedonların Kralı İskender M.Ö. IV yüzyıl sonlarında doğru doğu seferine çıktığı zaman Kafkasya’da ona karşı çıkan kuvvetli bir Türk varlığının olduğu bilinmektedir. Bu Türkler Kafkasların kuzeyinden güneye göç eden ilk Kıpçaklar ile Bun-Türk olarak bilinen Türklerdir. Bun-Türk yerli Türk anlamına gelmektedir.

Posof ilçesinde bitki varlığı oldukça zengindir. Meşe, çam, ladin, kayın, karaağaç, gürgen, fındık, vb ağaçlardan oluşan doğal orman alanına sahiptir.

Posof ilçesinde ekonominin tarıma dayalı olması nedeniyle nüfusun %80’i köylerde yaşamakta. İlçe nüfusu kayıdlara göre 57 340 dır. Büyük göç hareketlerin gözlemlendiği ilçede göçlerin tamamı sa-

Dünyada sadece Kafkasya bölgesinde bulunan ve çok endemik bir kuş türü olan Dağ Horozu (Huş Tavuğu), ülkemiz de sadece Artvin ve Ardahan’ın Posof bölgesinde bulunmaktadır.

Topraklarında sanayi tesislerin bulunmayışı, bitkisel üretimde kimyasal girdi ve tarım ilaçlarının kullanılmayışı nedeniyle organik tarım için uygundur. 93


yazık ki bu şartlarda düşünemedik. Onu tam anlayamadık birbirimizi olduğu gibi kabul etmeyip didişmekten zaman kaybettik. Atatürk’ün hayatını ve vecizelerini anlamak lazım. Muhtar olarak sıkıntılarınız oluyor mu? Özellikle İl Özel idare ve kaymakamlık sorunlarınızı biliyor ve dikkate alıyor mu ?

Posof’un Yeni Yüzü EMİNE VEFA Posof Muhtarı Kısaca Kendinizden bahsedermisiniz. 1971 doğumluyum 1992-1996 Yılları arasında Posof S.Y.D.V Öğrenci Yurdunda yönetim müdürü olarak görev yaptım. 1998-2001 yılları arasında Atatürk Üniversitesi Oltu Meslek Yüksek Okulunu Halı-Kilim Teknikeri olarak bitirdim. Şuan A.Ö.F Kamu Yönetimi ikinci sınıf öğrencisiyim. Üç yıl İstanbul’da kişisel gelişim seminerlerine katıldım. Evliyim iki çocuğum var. Posof Merkez Muhtarı olarak yapıyorum. Hobilerim; Posof’ta ilk kişisel resim sergisini açtım. Okumayı, yazmayı ve hayatı bütün renkleriyle çok seviyorum. Bir ara tiyatroya merak sarmıştım. Posof’un yetenekli gençleriyle Her Şeye Rağmen Sevgi Tiyatrosunu kurmuştuk aldığımız parayla araba kiralayıp Kars Anı Harabelerini ve Çıldır’ın tarihi yerlerini gezmiştik. Posof çok güzel bir ilçe Gürcistan’la Türkgözü sınır kapısı bulunan Halkıyla sınır bekleyen ve hapishanesi olmayan ender yerlerden birisi. Okuma oranı üniversite olarak Türkiye ortalamasının üzerinde. Göç oranı sağlık ve iş alanı eksikliğinden yüksek.

94

Türkgözü pala mahallesinde kömür yatakları bulundu. Barajlar yapılıyor Kafkas arısının doğal gen merkezi ve organik tarımın yapıldığı bir yer. Dağ Horozu( huş tavuğunun) bulunduğu ender yerlerden biri. Doğayı ve doğallığı sevenler için bulunmaz bir yer Sosyal imkanları ise; gençlik ve bayanlar adına kısıtlı bir yer.

Arada bir muhtar olmadan önce anneler günü gibi özel günlerde şiir geceleri canlı müzik eşliğinde geceler düzenliyorduk. Ama buda yeterli olmuyor. Posof anlatılmaz Posof’u görmek lazım. 4 erkek adaya karşı kazandığınız muhtarlık seçimlerinden sonra Posof ta ne gibi değişlilikler oldu çalışmalarınızdan bahsedermisiniz. Ben hayata hiçbir zaman cinsiyet olarak bakmadım. Çünkü her insan ayrı bir yetenek üzerine yaratılmıştır cinsiyet olarak farklılıklarımız elbette vardır olmalıdır ama birbirimize üst yada alt olmak için değil. İş hayatımda işimin gereği neyse ona bakıyorum cinsiyet olarak kendimi ayırt etmiyorum... Posof yeniliğe açık olduğu için değişimde en çok desteği yaşlılardan görmem beni daha mutlu etti. Yaşlılar yeniliğe bu kadar açıksa diğerlerini bahsetmeye gerek yok. Çok büyük değişiklikler olmadı.Çünkü kimsenin elinde sihirli değnek yok. Muhtarlık önceden devamlı açık bulunmazdı. İşiniz olunca muhtarı siz bulurdunuz. Onlarda kendilerine göre haklı çünkü geçinmek için ek iş yapmak zorundalar. Atatürk bize seçilme hakkını 1935 te verdi. Biz daha yeni yeni başlıyoruz bundan hüzün duyuyorum.Çünkü 74 yıl gecikmiş olmamız Atatürk’ün o şartlarda düşündüklerini bizler ne

Muhtar olarak elimize geçen para 320 TL. Bunun hepsini Bağkura yatırıyorum. KANUN maddesini olduğu gibi söylüyorum: Bölüm 5 HARCLAR madde 38 Muhtarlık işlerinden alınacak harçlar yalnız muhtarlara aittir. Muhtarlık işlerin yürütülmesi için gerekli olan kira, ısıtma, aydınlatma, hizmetçi ücreti, kırtasiye gibi giderler bu harçlardan ödenir. Çoğu evraklarda kaldırıldığı için bu gelirlerde hemen hemen yok gibi. Mühür iki lira, eviniz kira, çocuklarınız varsa bu şartlarda nasıl yaşanır? olmayan gelirle. Muhtarlık ihtiyaçları nasıl alınır, birde olmayan parayla, hizmetli ihtiyacı nasıl karşılanır, özelliklede mahalle muhtarları. Devletimiz işçi çalıştıranlara en az asgari ücret ve sigortasını yatırın diyor. Bizde devlet büyüklerimizden; Bizler içinde aynı şeylerin düşünülmesini istiyoruz. Sayın devlet büyüklerimiz biz muhtarlar uzaydan gelmedik ve güneş enerjisiyle de çalışmıyoruz bizlerde sizler gibi zaruri ihtiyaçlarımızı karşılamak ve çocuklarımızı yetiştirmek için maddiyata ihtiyacımız var. Gerekli düzenlemelerin yapılması için talepte bulunuyoruz. Sayın Ardahan Valimiz Mustafa TEKMEN ilimize yeni atandı projelere önem veren biri bu anlamda şanslıyız. Sayın kaymakamımız Muammer KÖKEN’de çok çalışkan biri sorun yaşamıyoruz. Özel İdare müdürümüzle de sorun yaşamadık. Birde (zaman Cimrisinden) şarkılar bizi ne kadar anlar? Adlı kitabınızdan bahsede misiniz. Yazarken neyi amaçladınız? Ben okumayı çok seven bir insanım. Dokuz yaşında ilk okuduğum roman Yaşar KEMAL’in İnce Memed’iyle başlamıştım. Sınıfımıza gelen müfettiş inanamamış öğretmenimize “yalan söylüyor hoca hanım” demişti bunu duyunca ayağa kalkıp inanmıyorsanız anlatayım demiştim. Kısaca bahsedince Müfettiş sormuştu kimi sev-

medin? tabi ki ağayı demiştim. Çünkü insanlara zulüm ediyor hiç unutmam çıkarken “Emine’nin Türkçesine beş verin hocam” demişti. ve “süpürgesi yoncadan Eminem şarkısını bilirmisin” demişti. Okuyorum ama tek taraflı değil. Her düşünceden yazarın kitabı vardır kitaplığımda. Kimin dediğine değil ne dediğine bakarım. O yüzden ne olur herkes kitap okusun hayatı okusun kendi gibi olmayan insanları da gerçek aydınlık adına bahçedeki farklı ,renk, gül kabul etsin, ama ülkenin ortak amaçlarında tek yürek olsun bunu Demokrasi ve Çanakkale’de bizlerin iyi yaşaması için canlarını veren şehitler için Atatürk ve Silah Arkadaşları için istiyorum. Bunun için yazmıştım. Okumayan bir millet olduğumuz için Aziz NESİN tarzı kısa kısa sıkmadan okunabilecek kitaptı.Şimdi yazmaya kalksam daha farklı olurdu. Çünkü hayata bütün pencerelerden bakmayı yazarlardan ve hayattan öğrendim teşekkürler Mevlana ,Sadi,Tolstoy, Yaşar Kemal… ve nicelerine.. Size de teşekkür derim.Yayın hayatınızda başarılar dilerim. Her şey gönlünüzce olsunülkemiz huzurla olsun güzel olan ne varsa bizleri bulsun… Size Posof için yazığım şiirle veda ediyorum. Güzel Posof’um Kimi Posof kimi Merkez kimi Duğur der Kırkdokuz köye ilçedir Posof’um Çok diyarlar gezdim yok sen gibisi Bir çok beden ama tek ruh Posof’um Ayrılık tohumu eksen büyümez Arsıza, yolsuza kanmaz Posof’um Göçleri çok olsada gönülleri buradadır Yerini dolduracak yoktur Posof’um Kapın açık yatmak istersen Eskiyi yad edip tatmak istersen Organik gıdası boldur Posof ‘un Nine kayayı da görmek istersen Birde depoda piknik istersen İnan yaşanacak yerdir Posof’um Eksiğin yok dersek yalan söyleriz Yapılacak işlerinde çoktur Posof’um


TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM VE STK’LARIN GELİŞİMİ Aziz AYDIN

Ü

lkemizde sivil toplum ve STK’lar ağırlıklı olarak 1980’lerden sonra konuşulmaya başlamışsa da, bunların gelişimi özgürlükler alanının genişlemesiyle yakından ilgili olmuştur. Esasen vakıf ve dernek gibi örgütlenmeler ülkenin kuruluşundan beri var olmakla birlikte, bu örgütlenmelerin etkinlik kazanmaya başlaması özgürlükler alanını genişleterek sivil topluma yer açan gelişmelerle ilgilidir. Bu bağlamda, 1960 askeri darbesinden sonra kabul edilen 1961 Anayasasının özgürlükler alanını genişletmesi, özellikle örgütlenme ve ifade özgürlüklerini anayasal garanti altına alması ve siyasi serbestleşme, sivil toplum alanını genişleten ve yeni STK’ların ortaya çıkışını cesaretlendiren bir ortam yaratmıştır. Bu anlamda, 1961 Anayasasının STK’ların gelişimi açısından önemli bir adım olduğu söylenebilir. 1960 sonrası dönemde STK’ların sayısının artmasında rol oynayan başka etkenler de vardır. Bunlardan ilki, DPT’nin kurularak planlı ekonomiye geçilmesi ve Ankara Anlaşması (1963) sonucunda, o zaman ki AET ile Türkiye arasında ilişkinin başlamasıdır. Özellikle iş çevrelerinin kendi düşüncelerini hükümete ve kamu kuruluşlarına aktarabilecek yeni kanallar bulma çabası içine girerek, STK olup olmadığı tartışmalı da olsa, sivil toplum alanında örgütlenmiş yeni yapılar oluşturması sonucunu doğurmuştur. İkinci etken, vakıf statüsünde faaliyet göstermek isteyen örgütlenmelerin mevzuat nedeniyle yaşadığı sıkıntının 1967’deki kanun değişikliğiyle ortadan kaldırılmasıdır. 1926’da yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu yeni vakıfların kurulmasına ilişkin belirgin bir çerçeve oluşturmadığın96

dan 1926-1967 arası dönemde sadece 20 yeni vakıf kurulabilmiştir. 1967’de ilgili kanunun vakıflara ilişkin hükümlerinde değişiklik yapılması yeni vakıfların kurulmasını teşvik etmiştir. Diğer bir gelişme, 1970’lerin ortalarından 1980 darbesine kadar ise, ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların etkisiyle sendikal hareketlerde ciddi artışlar yaşanmasıdır. 1980 askeri darbesi sivil toplum ve 1990’larda Orta ve STK’ların gelişimini Doğu Avrupa’da kesintiye uğratan bir demokratikleşme sürecin yaşanmasısüreci ve SSCB’nin na neden olmuştur. çöküşü gibi dünyayı Normalleşme süre- derinden etkileyen cinin başlamasıyla olaylar ülkemizde birlikte bu alanlarda de STK’ların da gelişmeler yaşangelişimi üzerinde maya başlamıştır. Bu önemli etkiler gelişmelerden birisi doğurmuştur. başka ülke kaynaklı STK’ların Türkiye’de şube açmaya başlamalarıdır. Alman vakıfları Konrad Adenauer Stiftung (KAS) 1984’te ve Friedrich Ebert Stiftung’un (FES) 1988’de Türkiye temsilciliklerini açmaları bu gelişmeye örnek teşkil etmektedir. Bu şubeler Türkiye’deki STK’lara sağladıkları fonlarla STK faaliyetlerinin artmasına önemli katkılar sağlamışlardır. Bu dönemde STK’ların politika oluşturma süreçlerini de etkilemeye başladıkları görülmektedir. Örneğin, Türk Demokrasi Vakfı’nın (TDV) kurucusu ve uzun süre başkanlığını yürüten Bülent Akarcalı gazetedeki bir röportajında, TDV’nin Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. madde-

lerinin kaldırılmasını tartışmaya açtığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasında ve TBMM’de İnsan Hakları Komisyonu’nun kuruluşunda TDV’nin etkisi olduğunu belirtmektedir. 1990’larda Orta ve Doğu Avrupa’da demokratikleşme süreci ve SSCB’nin çöküşü gibi dünyayı derinden etkileyen olaylar ülkemizde de STK’ların gelişimi üzerinde önemli etkiler doğurmuştur. 1990 sonrası Türkiye’nin çevresinde yeni bağımsız devletlerin ve istikrarsız bölgelerin ortaya çıkışı Türk dış politika yapıcıları açısından Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’da yeni fırsatları ve meydan okumaları beraberinde getirmiştir. Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin güvenlik algılamaları da neredeyse temelden değişmiştir. Bunlara ek olarak, Soğuk Savaş süresince, zaman zaman sorgulanmakla birlikte Türkiye’de seçkinler düzeyinde bir dış politika uzlaşısı sürdürülebilmişken, birinci Körfez Krizi ile birlikte uzlaşı ortadan kalkmış ve yerine yeni bir uzlaşı koymak mümkün olmamıştır. Bu nedenle, bu tarihten sonra Türkiye’nin dış politika ve güvenlik politikası seçenekleri üzerine pek çok tartışma yapılmıştır. İç politikada Kürt

sorunun kamuoyunda tartışılmaya başlaması da STK’lar açısından yeni ilgi alanları yaratmıştır. Ayrıca, bu dönemde, Türkiye ile AB arasında gelişen ilişkiler ve iki taraf arasında gümrük birliğinin oluşturulması STK’ların ilgi duyduğu bir başka alan oluştur. Bu konularda politika oluşturma süreçlerini etkilemek isteyen yeni STK’lar ortaya çıkmıştır. Bunlara ek olarak, yabancı ülke kaynaklı STK’ların Türkiye’ye ilgisi artarak devam etmiştir. Bu dönemde, Friedrich Naumann Stiftung (FNS) ve Heinreich Böll Stiftung (HBS) gibi Alman STK’larının yanı sıra Washington merkezli National Democratic Institute for International Affairs (NDI) Türkiye’de bürolar açmıştır. 2000’li yıllardan bu yana ise ülkemizde sivil toplum alanı oldukça genişlemekte ve STK’ların sayılarında ve faaliyetlerinde tam bir patlama yaşanmaktadır. Bunun temel nedenlerinden birisi 1999’da Türkiye’nin AB’ye adaylık statüsünün tanınmasıdır. Demokrasi ve insan hakları alanlarında Avrupa standartlarını yakalamayı amaçlayan reformlar sonucu Türkiye’de özellikle örgütlenme özgürlüğü önündeki kısıtlamalar ortadan kalkmıştır. Toplumun bütün kesimlerinde demokrasinin gelişimi için sivil toplumun 97


önemi anlaşılmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler sivil toplum kuruluşlarının güçlenmeleri ve kendilerini ifade etme ihtiyacını karşılamak için uygun ortam yaratmıştır. Türkiye’nin AB üyeliği perspektifi, aynı zamanda, dış ve iç politika alanları arasındaki geleneksel ayırımı ortadan kaldırmıştır. Bu dönemde, dış politika oluşumunda kamuoyunun öneminin arttığı söylenebilir. TBMM’nin 1 Mart 2003’te Amerikan askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a müdahalesine olanak sağlayan hükümet tezkeresine “evet” dememesi kamuoyunun dikkate alındığının bir göstergesidir. Dünyada 1990’larda gelişen sosyal hareketlere paralel olarak son on yılda Türkiye’de de çevreci hareketler, kadın hareketleri, insan hakları hareketleri gibi sosyal hareketler yaygınlık kazanmaya başlamıştır ve bu alanlarda faaliyet gösteren STK’ların sayısında ciddi artışlar söz konusudur. Benzer şekilde dünyada yaygınlık kazanan kimlik ve farklılık temelli hareketlere paralel olarak Türkiye’de de kültürel olarak kendini toplumun büyük kesiminden farklı hisseden bireyler sivil toplum alanında örgütlenerek kendi kimliklerinin ve farklılıklarının tanınması için mücadele vermeye başlamışlardır. Alevi vatandaşların kurduğu çok sayıda dernek bunun en tipik örneğidir.

98

Son on yılda Türkiye’de sivil toplumun ve STK’ların hızlı gelişiminin nedenlerinden birisi de demokrasinin gelişiminde sivil toplumun öneminin giderek kabul görmesidir. Son günlerde hükümetin demokratik açılım tartışma-

larında STK’ların görüşünü almak için İçişleri Bakanını görevlendirmesi ve bu kuruluşlarla bir dizi görüşmeler yürütülmesi katılımcı demokrasiye verilen önemin bir göstergesi sayılabilir. Bu süreç, aynı zamanda, hükümetin uygulayacağı politikaların STK’lar kanalıyla meşrulaştırılması çabası olarak da değerlendirilebilir. Son yıllarda, STK’ların yürüttükleri projelere AB fonlarının yanı sıra yabancı ülke STK’larından fon sağlama olanaklarının artması, yani finansman kaynaklarının küreselleşmesi, Türkiye’de STK’ların sayısını ve mali gücünü arttıran başka bir unsur olmuştur. Yaşanan bu süreçle birlikte özellikle son yirmi yılda toplum içinde STK’lar yaygınlaşmış ve sayıları ciddi artış kaydetmiştir. Aynı zamanda, sivil toplumun önemi artmış, devletin üst kademeleri ve siyasi partiler tarafından sivil toplum söylemi sürekli kullanılır olmuştur. Türkiye’de STK’ların Rolü ve İşlevi STK’lar birbirinden farklı pek çok rol ve işleve sahip olmakla birlikte, burada sadece demokrasi mücadelesindeki konumları itibarıyla ele alınmaktadırlar. Esasen, Keyman’ın isabetle belirttiği gibi, Türkiye modernleşmeye geçişte başarılı olmakla birlikte modernliği liberal ve demokratik hale dönüştürmede tam olarak başarı sağlayamamış bir ülkedir. Batıda farklı zamanlarda aşama aşama yaşanan hak ve özgürlükleri elde etme, demokrasi ve katılımcı demokrasi bağlamlarında ele alınan sivil toplum 2000’li yıllardan bu tartışmaları, ülkemiz- yana ise ülkemizde sivil toplum de demokratikleşme alanı oldukça sürecinin tamamlagenişlemekte namaması nedeniyle ve STK’ların aynı anda ele alınmaksayılarında ve tadır. Yani STK’lar hem faaliyetlerinde hak ve özgürlüklerin tam bir patlama hayata geçirilmesi yaşanmaktadır. için çalışmakta, hem Bunun temel demokrasi için mücanedenlerinden dele vermekte, hem birisi 1999’da de katılımcı demokTürkiye’nin AB’ye rasi taleplerini dile adaylık statüsünün getirmek için çaba tanınmasıdır. göstermektedir.

Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’deki STK’lar, politika oluşturma süreçlerini etkilemek için baskı grupları oluşturabilirler, politika yapıcılarla ilişki içinde bulunabilirler ve gündemlerindeki soruna ilişkin eylemleriyle kamuoyu duyarlılığını artırabilirler. Bunları yaparken, aynı zamanda, siyasi görüşleri çeşitlendirerek çoğulcu ve açık bir toplumun oluşumuna katkıda bulunurlar. Halkı eğiterek, siyasi tartışmalar ve siyasi katılım için forum oluşturarak toplumun demokratik işlevini güçlendirirler. Aynı zamanda brifing, seminer ve konferanslar yoluyla politika yapıcılar, bürokratlar ve akademisyenler arasında fikir alışverişine katkı sağlayarak konu ağlarının oluşumunu desteklerler. Bu anlamda, STK’ların tartışmalar için önemli bir forum oluşturduğu söylenebilir. Demokratik tartışmaların yapılmasını sağlayarak ilgili konulara kamuoyunun dikkatini çekerler. Başka bir ifadeyle, toplumsal sorunların ve taleplerin kamusal tartışma alanını genişletici bir rol üstlenirler. Bu bakımdan, denilebilir ki demokratik tartışma kültürünü geliştirmek alternatif politikalar önermek kadar önemlidir. STK’ların üstlendikleri işlevlerden bir diğeri ise kitap, araştırma raporu, dergi basarak Türkiye’de yayınların zenginleşmesine ve çeşitlenmesine katkıda bulunmalarıdır. Ayrıca, temel hakları geliştirilmesi açısından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulunan vatandaşların hak arama mücadelelerine hukuki ve politik destek sağlamaktadırlar. Son olarak, dünyada STK’ların içinde yer aldığı ulusötesi ağlar hızla yaygınlaşmakta, bunlar arasında ciddi seviyede bilgi paylaşımı gerçekleşmekte ve yerleşik oldukları ülkelerdeki politika uygulamalarını diğer ülkelerdeki STK’lara aktarabilmektedirler. Türkiye’deki STK’ların bir kısmı da bu ulusötesi Türkiye’de bürokrasinin güçlü ve görece kapalı oluşu ve bürokraside uzun yıllar “en iyi biz biliriz” inancının hüküm sürmesi, politika oluşturma sürecine enformel olarak dahil olmak isteyen STK’ların görüş ve önerilerinin göz ardı edilmesi sonucunu doğurmuştur.

ağlar içinde yer alarak karşılıklı bilgi alışverişini gerçekleştirmekte, belirli konularda farklı ülke uygulamalarının tartışılmasına zemin hazırlamaktadır. Bütün bunların bir sonucu olarak, Türkiye’de STK’ların işlevlerinde ve sayılarındaki artışla birlikte, sivil toplum, devletin demokratikleşmesinin ve Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin önemli bir aktörü olarak tanımlanmaya başlamıştır. Türkiye’de STK’ların Karşılaştığı Temel Sorunlar Son yıllarda sivil toplum alanında ciddi bir canlılık yaşanmasına karşın STK’lar açısından önemli sorunlar varlığını devam ettirmektedir. Bu sorunların belki de en önemlisi gönüllülük temelinde kurulmuş STK’ların yurtiçi sürdürülebilir fon kaynaklarına yeterince sahip olamamalarıdır. Esasen bu sorunla dünyada pek çok STK karşı karşıya bulunmaktadır. Yurtiçi fonların yetersiz olmasında filantropi kültürünün cami, okul, öğrenci yurdu gibi somut projelere bağış olarak şekillenmiş olması; Amerikan ve İngiliz mevzuatından farklı olarak Türk vergi mevzuatının STK’ların gelişimi için elverişli ortam yaratmaması gibi faktörler etkili olmuştur. STK’lar yetersiz yurtiçi fon kullandıkları gibi, aynı zamanda, bunları çeşitlendirme sıkıntısı da ya-

99


nak arayışı, aynı zamanda, STK’ları profesyonel yapılara dönüştürerek demokratikleşme mücadelesini ikinci plana atma tehlikesini de içinde barındırmaktadır.

100

şamaktadırlar. Sadece üye aidatlarıyla ve gönüllülük esasında çalışanlarıyla etkili çalışmalar yapma olasılıkları azalmaktadır. Bunlara ek olarak, bakanlıkların ve devlet kurumlarının bütçesinden STK’ların bir kısmına bağış niteliğinde doğrudan kaynak aktarımı yapılmaktadır. Ancak sağlanan finansman desteğinin hangi kriterlere dayandırılacağına ilişkin bir düzenleme bulunmadığından, yapılacak ödemeler devlet kurumlarının inisiyatifine bırakılmaktadır. Üstelik bütçeden STK’lara yapılan ödemeler şeffaf da değildir. Dolayısıyla devlete yakınlık bir STK’nın fon temin etmesinde bir kriter olabilmekte ve tanımı gereği STK’ların devlet kontrolü dışında çalışma işlevi ortadan kalkmaktadır. Türkiye’de fon kaynaklarının yetersiz oluşu STK’ların yurtdışı fon kaynaklarına bağımlılığını arttırmaktadır. Yurtdışı fon kaynaklarına bağımlılık bu fonları kullanan STK’ların güvenirliğinin sorgulanmasını da beraberinde getirmektedir. Yurtdışından fonlanan projeler “yönlendirilmiş çalışma” olarak görülebilmektedir. Medyada ve bazı yayınlarda yurtdışı fon kullanan STK’lar bazen yabancı fon sağlayıcıların “sesi olma” suçlamasıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bütün bunlara ek olarak, STK’ların mali kaynak arayışı ve bu konuda rekabet halinde olmaları kendi aralarındaki dayanışma duygusunu zedelemektedir. Mali kay-

Türkiye’de bürokrasinin güçlü ve görece kapalı oluşu ve bürokraside uzun yıllar “en iyi biz biliriz” inancının hüküm sürmesi, politika oluşturma sürecine enformel olarak dahil olmak isteyen STK’ların görüş ve önerilerinin göz ardı edilmesi sonucunu doğurmuştur. Aynı zamanda, devlet sırrı kavramının çok geniş algılanması nedeniyle devlet memurlarının elindeki pek çok bilgiye ulaşılamaması, devlet sırrı kapsamında olmasa bile kamunun elindeki bilgiyi paylaşmadaki isteksizliği STK’ların bilgi edinmesini ve bu bilgiyi kullanmasını da engellemektedir. Ancak, son yıllarda, bürokratlar arasında uzun yıllar varlığını sürdüren bu düşünce eski gücünü kaybetmeye başlamıştır. Katılımcı demokrasinin yerleştirilmesi gereği devlet katında söylenir olmuştur. Bütün bu gelişmeler politika oluşturma sürecinde STK’ların giderek daha etkili olabileceklerini göstermektedir. Ancak, teorik açıdan STK’ların politika oluşturma sürecine etkisini ölçmek tam olarak mümkün olmasa da, bugün itibariyle, Türkiye’de STK’ların politika oluşturma sürecinde önemli bir etkisinin olduğunu söylemek zordur. Katılımcı demokrasinin gelişmesinde temel unsurlardan birisi olan yasama sürecine STK’ların katılımında ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. 2007 yılında Başbakanlık tarafından çıkartılan yönetmelikle yasa tasarılarının bakanlıklarda hazırlanması aşamasında ilgili STK’ların görüşlerinin alınması kabul edilmiştir. Ancak bu süreçte hangi STK’ların görüşlerinin alınacağı tamamen ilgili bakanlığın inisiyatifine bırakılmıştır. Bakanlıklarda yasa tasarılarının hazırlanması aşamasına ilgili STK’ların katılımı tam olarak sağlanmış olsa bile, tasarıların TBMM’de görüşülmesi sürecinde de STK’ların görüşlerinin alınması önem arz etmektedir. Çünkü yasa tasarısı ve teklifi TBMM’deki komisyon çalışmaları veya Genel Kurul aşamasında ciddi değişikliğe uğramaktadır. Bu konuda bir düzenleme olmadığından, komisyonda görüşülen yasa tasarı ve tekliflerine dair ilgili STK’ların görüşlerinin alınıp

alınmayacağına ilgili komisyon başkanı karar vermektedir. STK’ların görüşlerinin alınmasına karar verilse bile, hangi STK’ların komisyona çağrılacağına yine ilgili komisyon başkanı karar vermektedir. Oysa katılımcı demokrasi anlayışının geliştirilmesi bakımından, toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren yasaların yapım sürecine ilgili STK’ların katılması büyük önem arz etmektedir. Öte yandan, bakanlıklarda yasa tasarıları hazırlanırken ve TBMM’de komisyonlarda ilgili yasa tasarı veya teklifleri görüşülürken ilgili STK’ların görüşlerinin alınması için hangi STK’ların toplantılara çağrılacağı objektif kritere göre belirlenmelidir. Sonuç Türkiye’de örgütlenme ve ifade özgürlüklerini garanti altına alan ve özgürlükler alanını genişleterek sivil topluma yer açan 1961 Anayasası yeni STK’ların ortaya çıkışında önemli bir rol oynamıştır. 1980 darbesinden sonra özgürlükler alanında ciddi kısıtlamalar yaşanmış olsa da normalleşme sürecinin başlamasıyla STK’ların sayısal artışı devam etmiştir. Dünyada STK’ların etkinliğinin özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren artmasının Türkiye’ye de yansımaları olmuştur. STK’lar temel haklar ve özgürlükler ile demokratikleşme alanlarında toplumsal talepleri yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardır.

Yürüttükleri faaliyetlerle özellikle temel hak ve özgürlüklerin alanının genişlemesinde ve kısıtlamaların ortadan kaldırılmasında etkin aktörlerden birisi olmuşlardır. Demokratikleşme sürecinde de STK’lar önemli roller üstlenmekle birlikte, bu süreçte hala bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Son on yılda tartışmaya başlanan katılımcı demokrasi anlayışının yerleştirilmesinde STK’lar temel aktörden birisi konumundadır. Ancak Türkiye’de karar alma süreçlerinin hala dışa kapalı olması, demokratikleşme sürecinin tamamlanamaması, katılımcı demokrasiyi destekleyecek yasal düzenlemelerin eksikliği gibi faktörler katılımcı demokrasinin gelişiminin önündeki engeller olarak varlığını devam ettirmektedir. Katılımcı demokrasi alanındaki sorunlara rağmen, bu alanda olumlu gelişmeler yaşanabileceğinin işaretleri de görülmektedir. Örneğin, TBMM’de yürütülen yeni İçtüzük çalışmasında yasama sürecinin TBMM’de komisyon aşamasına STK’ların katılımını sağlamayı amaçlayan hükümler yer almaktadır. Temelde sivil toplumun ve STK’ların gelişimi canlı bir süreci temsil etmektedir. Sivil toplum alanının gelişimi yapılan aktivitelere bağlı olduğundan, sürecin ne yönde ilerleyeceği STK’ların faaliyetleriyle yakından ilgili olacaktır. Dolayısıyla sürecin olumlu yönde ilerlemesinde toplumun her bireyine görev düşmektedir.

101


A

NKİRA Kültür Sanat ve Gençlik Kulübü, 2005 yılında Türk folklorunün ve geleneksel değerlerin gençler arasında tanıtılması, yaşatılması ve gelecek nesillere doğru bir şekilde aktarılmasını sağlamak amacıyla kurulmuştur. Derneğimiz, ulusal ve uluslararası projeler, festivaller ve çeşitli organizasyonlar düzenleme konusunda deneyimlere sahip her yaştan çok sayıda üyeye sahiptir. Üyeler arasında dayanışmayı artırmak, üyelerin birikimlerini derneğin sosyal, teknik ve kültürel gelişimine katkıda bulunacak şekilde yönlendirmek için alt birimler oluşturup tüm faaliyetlerimizi bu birimler ile gerçekleştiriyoruz. Çoğunluğunu üniversite gençlerinin oluşturduğu kulüp bünyemizde faaliyet gösteren birimlerimizde yaklaşık olarak 100 aktif üyemiz görev almaktadır. Faaliyet gösteren birimlerimiz; • Halk Oyunları (Yetişkin & Çocuk Grubu) • AB Projeleri Birimi • Kostüm Birimi • Hobi (Müzik, Resim) Birimi • Sosyal Faaliyetler Birimi

ANKİRA DENİZ’İN TÜM RENKLERİ Derneğimizin temel taşını oluşturan halkoyunları birimimiz kurulduğu ilk yılından itibaren deneyimli üyeleri, eğitmenleri ve müzisyenleriyle bu alanda birçok yarışmaya, ulusal ve uluslararası festivallere katılıp ciddi başarılar elde etmiştir. Her dönem farklı yöreleri bünyesine katan derneğimiz, repertuarında düzenlemeli ve geleneksel dallarda; Üsküp, Silifke, Van, Karadeniz, Bursa, Diyarbakır, Aşuk Maşuk, Edirne, Zeybek, Artvin, Urfa yörelerini bulundurmaktadır.

102

Çocuk ve yetişkin gruplarımızla derneğimiz ülkemizi; 2008 yılında Macaristan ve Belçika’da, 2009 yılında Litvanya’ da temsil edip düzenlemeli dalda ve 13 farklı ülkenin katıldığı halkoyunları yarışmasında dünya ikincisi olmuştur. Repertuarımızdaki tüm danslara ait yöresel kostümleri Kostüm Birimimiz araştırmaları ve çalışmaları sonucunda derneğimize kazandırmıştır. Halkoyunları birimiz, 2008-2009 döneminde

başarılı performansını televizyon ekranına da taşımış, bu kapsamda TRT INT’ de canlı olarak yayınlanan Balkan Havası programında Üsküp ve Bursa yöreleriyle performanslar sergilemiştir. ANKİRA YURT DIŞI FESTİVALLERİ Proje birimimiz bünyesindeki gençlerle, 2006 yılında Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’nin katıldığı “Denizin Tüm Renkleri” isimli Aşk ve Savaş danslarını konu alan gençlik değişim projesini hayata geçirmiştir. Farklı ülke dansları düzenlenen aktivitelerle katılımcılar ve yerel halkla paylaşılmış, proje çıktısı olarak ortak figür ve kareografiyle dans gösterisi gerçekleştirilmiştir. Birimimiz 2008 yılındaysa Unutulmaya Yüz Tutmuş Sokak Oyunlarını konu alan “ Pabucu Yarım” adlı gençlik değişim projesini, İsveç, Bulgaristan, Romanya, Litvanya ve Türkiye’den katılan genç katılımcılarla Ordu ilinde gerçekleştirmiştir. Projede her ülkenin sokak oyunları katılımcılar arasında paylaşılmış, yerel halkın katılımıyla ortak oyun festivali gerçekleştirilmiştir. Uluslararası tecrübeler kazanmak, farklı kültür ve insanları tanımak ve tanıtmak, bol bol dans etmek isteyen herkesi kulübümüze davet ediyoruz… www.ankira.org.tr

ANKİRA Culture, Art, and Youth Club It was established in 2005 to introduce Turkish folklore and traditional values among young people, to make these folklore and values stay alive and to hand on them to next generations. Our association has a large number of members of all ages who are experienced in organizing national and internatonal projects, fests, and various organizations. To increase solidarity among members, to direct members’ accumulation in order to contribute association’s social, technical and cultural development, we create sub-groups and actualise our activies in these sub-groups. In our club whose members are mostly from university youth, approximately 100 active members are serving in these sub-groups. Our sub-groups are; Folk dances (Adult and child group) EU Projects Costume Hobby (Music, Painting) Social Activities ……………. We invite everybody who wants to have international experiences, to become familiar with different cultures and people, and to dance a lot.... 103


13 - 14 Kasım 2009

03 - 12 Kasım 2009

Efes Pilsen Blues Festival 20 Ankara 2009

CUMHURİYET’İN İLK OPERASI YENİDEN SAHNEDE Özsoy Operası

8 Kasım 2009 BÜYÜK SONBAHAR MÜZAYEDESİ

A

9 Kasım 2009 Hank Jones Trio, İş Sanat’ta sevenlerine muhteşem bir gece yaşatacak !

nkara’da sezonun ilk müzayedesi, 8 Kasım 2009 tarihinde Başkent’in lider Antika ve Sanat Eserleri merkezi olan Ankara Antikacılık tarafından Swiss Otel ANKARA’da düzenlenecek. Ankara’nın ünlü Antika ve Sanat merkezi “AnkaraAntikacılık” kış sezonuna önemli bir müzayede ile merhaba diyor……..

T

ürkiye’nin en uzun soluklu müzik festivali Efes Pilsen Blues Festival, 20. kez Türkiye turuna çıkmaya hazırlanıyor. Bu yıl 16 Ekim – 21 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleşecek Efes Pilsen Blues Festival, 20 farklı şehirde, 23 konserle blues hayranlarına bir kez daha unutulmaz bir müzik deneyimi yaşatacak. Festival 20. yılında Shemekia Copeland, Terry Evans ve Ray Schinnery’i ağırlayacak.

104

Pozitif organizasyonu ile gerçekleşecek Efes Pilsen Blues Festival 20, her yıl olduğu gibi bu yıl da blues müziğinin efsane isimlerini ağırlayacak. Ateşli ve yetenekli bir blues müzisyeni olarak müzikseverlerin belleklerinde yer alan Shemekia Copeland, folk ve deltabluesun bir numarası olan Terry Evans, blues dünyasının çok yönlü sanatçısı, hayranlarının “Master Showman” olarak taçlandırdığı Ray Schinnery, 20 şehirde gerçekleşecek 23 konserle blues fırtınası estirecek.

C

umhuriyet’in ilk Operası yeniden sahnede, Özsoy Operası, 03 - 12 Kasım 2007 Konusu Mustafa Kemal

Atatürk tarafından bizzat şekillendirilmiş librettosu Münir Hayri Egeli tarafından yazılmış 27 yaşındaki Ahmet Adnan Saygun tarafından bir ay gibi kısa bir sürede bestelenerek iki ay içinde de sahnelenmiştir. Yazımı, bestelenmesi ve provaları çok kısa bir sürede şekillenen yapıt, İranlılar’la Türkler’in aynı soydan gelen kardeş halklar olduğu temasını işler. Operanın ilk sahnelenişi 19 Haziran 1934’te İran şahı Rıza Pevlevi’nin Ankara’ya gelişi ile Ankara Halkevi’nde gerçekleşmiştir.

Son yıllarda başkentte sanatseverlerce kısa zamanda benimsenen başarılı müzayedelere imza atan ve uluslarası değerde bir müzayede evini başkente kazandıran Ankara Antikacılık kurucusu Muhsin Önder “Dünyada olduğu gibi ülkemizde de sanat eseri ve antikalara ilgi son yıllarda anlamlı biçimde arttı, buna paralel olarak genç ve bilinçli koleksiyonerler yetişiyor. Bu olumlu gelişmeleri görmek mutluluk verici” dedi. 8 Kasım 2009 tarihinde ANKARA SWISSOTEL’de gerçekleştirecek müzayedede 277 nadide antika ve klasik, modern ve çağdaş Türk resmine ait önemli eserler görücüye çıkıyor. Tamamı sanat piyasası içinde ilk defa bir satışta yer alacak olan eserlerin arasında İhsan Cemal Karaburçak, Burhan Doğançay,Bubi, Hakkı Anlı, Selim Turan, Avni Arbaş,Erol Akyavaş, Nedim Günsur, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eşref Üren ,Nuri Abaç, Necdet Kalay, Ali Rıza Beyazıt gibi Türk resim sanatının temel taşlarına ait eserlerin yanı sıra 19.yüzyıl Osmanlı ressamlarından David Çıracıyan ve Garabet Yazmacıyan’a ait eserler ve 19.yy’ın ünlü oryantalist ressamı Zommer’e ait ‘Türbe Önünde’ adlı büyük boy bir eser de yer alıyor.

P

iyanonun tuşlarında bir efsane... Cazın en parıltılı ailelerinden birine mensup olan Hank Jones, Coltrane’le yaptığı çalışmalarla adını tarihe yazdıran Elvin Jones ve trompetçi-besteci olarak büyük başarılara imza atmış Thad Jones’un kardeşi. 91 yaşını kutladığı bu günlerde emeklilik bir kenara hâlâ festivallerde izleyicileri kuyruğa sokmayı başarıyor. Kendisine yakıştırılan “dokunaklı, şiirsel ve kusursuz” sözcüklerinin hakkını her daim veren sanatçı, 40’lı yıllarda Ella Fitzgerald’a eşlik ederek duyurduğu adını sonraları Charlie Parker, Artie Shaw, Lester Young ve Benny Goodman’la yaptığı çalışmalarla caz tarihine yazdırdı. 2000’li yıllarda şarkıcı Roberta Gambarini ile bir dizi konser gerçekleştiren sanatçı son albümü Our Delight’ta tenor saksofoncu James Moody ile çalıştı. Jones’un bu İş Sanat konserindeki üçlüsü ise dünyayı birlikte turladığı davulcu Willie Jones III ve basçı George Mraz. Tarih : 9 Kasm 2009 / Saat : 20:00 Yer : İş Sanat / Şehir : İstanbul Avrupa

105


13 - 23 Kasım 2009

14 - 22 Kasım 2009

14.ULUSLARARASI ANKARA TİYATRO FESTİVALİ

Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali

U

luslararası Ankara Tiyatro Festivali’ nin 14.sü Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Tiyatroları, Belediyeler, Yabancı Elçilik ve Kültür Müdürlükleri ve birçok Sivil Toplum Örgütünün destekleriyle 13-23 Kasım 2009 tarihleri arasında TAKSAV Toplumsal Araştırmalar Kültür ve sanat İçin VAKIF tarafından düzenleniyor.

106

14. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde izleyici ile buluşacak olan tiyatro gruplarının belirlenmesi için bir araya gelen Festival Komitesi ve Festival Danışma Kurulu festival tablosunu oluşturdu. Başvurular arasından festivale katılacak olanları değerlendirirken: öncelikle tiyatro yapan her çevreden gelen sesleri buluşturmayı ilke edinen komitemiz bu çerçevede oyunların genel performansları, teknik alt yapıları, bölgesel dağılımları, özgünlükleri, sanatsal alt yapıları ve oyunların festivalin temel ilkelerine uygunluğunu göz önünde bulundurmuştur. Buna göre festivalde; yurt dışı tiyatro toplulukları, üniversite tiyatro toplulukları, şehir tiyatroları ve özel ve amatör tiyatro topluluklarının oyunları sanatseverlerle buluşuyor. Ayrıca çocuk oyunları da festival süresince çocuklarla buluşuyor. Festival kapsamında atölye, söyleşi ve seminer çalışmaları da ilgi çekeceğe benziyor.

B

ursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali 14 - 22 Kasım 2009 tarihleri arasında Bursa’da dördüncü kez sinemaseverlerle buluşuyor. Ülkemizin en genç sinema festivali olmasına rağmen, kısa bir zamanda zengin film programı ve yan etkinlikleri ile Bursalılardan ve medyadan büyük ilgi gören İpek Yolu Film Festivali, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı ve aynı zamanda Festival Onursal Başkanı Recep Altepe’nin desteği ile, bu yıl yeni bir ilke daha imza atarak festival süresini 9 güne çıkarıyor. Bursalılar 14 - 22 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek ve 9 gün sürecek İpek Yolu Film Festivali’nde, dünyanın sayılı festivallerinde gösterilen ve Türkiye’de merakla beklenen dünyaca ünlü yönetmen ve oyuncuların son filmlerinden, yenilikçi genç kuşağın ilk filmlerine kadar geniş bir yelpazede 100’e yakın filmle buluşacak.

107


1000 ÇOCUK KOROSU PROJESİ

1000 ÇOCUK KOROSU PROJESİ

8 Kasım 2009

Her ayın ilk CUMARTESİ günü

Vişnelik Cıvıl Cıvıl Sesleriyle, Ülkemin Aydınlık Yüzleriyle Buluşuyor…

T

Ç

ankaya Belediyesi’nin başlattığı “1000 ÇOCUK KOROSU PROJESİ” 8 Kasım 2009 Pazar günü saat; 10:00’da başlayacak olan “tanışma toplantısı ve ses dinleme” ile sınıflandırılacak çocuklarımız koro şeflerimiz Sadıka ŞEN ve Zümrüt ELKOCA eşliğinde 14 Kasım 2009 Cumartesi günü saat; 11:00’da çalışmalarına başlayacaktır. Çocuk koroları için düzenlenmiş şarkıların piyano eşliğinde çalışılacağı bu güzel etkinliğe 8-12 yaş aralığındaki çocuklarımızı bekliyoruz…

TÜKETİCİ HAKLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ Gazi Mustafa Kemal Bulvarı No:12 Onur İşhanı (Onur Çarşısı) Kat: 7, No: 161 Kızılay / Ankara

üketici Hakları Dernegi her ayın ilk cumartesi günü Derneğimizin bulunduğu adreste 14:00-16:00 saat-

leri arasında, tüketici olarak haklarımız ve güncel konuların konuşulacağı bir söyleşi yapılacaktır.

Tel: (0312) 417 93 34

Haklarımızı öğrenmek için katılımınızı bek-

www.tuketicihaklari.org.tr

ler, saygılar sunarız.

TARİH KONUŞMALARI

Hititlerden Bu Yana Anadolu’dan Kıyafet Yansımaları 13 Kasım 2009

KONSER: “ZEYBEKTEN TANGOYA” 13 Kasım 2009

O

DTÜ Mezunları Derneği Müzik Kulübü tarafından düzenlenen ve Türkiye’de müziğin evrimi niteliğinde bir repertuarı içeren “ZEYBEKTEN TANGOYA” konseri 13 Kasım 2009 Cuma günü ODTÜ Kültür Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonu’nda sahne alıyor. Prof. Erol Erdinç yönetimindeki Hacettepe Senfoni Orkestrası eşliğinde, Leyla Çolakoğlu ve Hakan Aysev’in seslendireceği konser, her türden müziği kapsayan bir etkinlik olarak planlandı. İçlerinden bazılarını ilk defa dinleyeceğimiz parçalarla daha da heyecanlı olacak gecemize Nilgün Bilsel ve Armağan Davran dansları ile renk katacak.

LEYLA ÇOLAKOĞLU 108

HAKAN AYSEV

Geliri ODTÜ Mezunları Derneği Burs Fonu’na aktarılacak olan bu unutulmaz konsere tüm üyelerimizi sevdikleriyle birlikte davet ediyoruz.

Konuşmacı: Sabahattin Türkoğlu (İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Görevlisi) Yer: Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu, Saat: 18.30

T

arih boyunca farklı uygarlıkları sinesinde barındıran Anadolu, kıyafet bakımından da aynı ölçüde büyük zenginlik gösterir. İslamiyet ve Osmanlı Dönemi’nin bazı kıyafet uygulamalarına rağmen bazı kıyafetlerde 3500 yıla kadar eskiye dayanan geleneklerin hâlâ yaşıyor olması ilginçtir. Arkeolojik ve folklorik örneklerle ele alınarak şaşırtıcı sonuçları ortaya seren “Hititlerden Bu Yana Anadolu’dan Kıyafet Yansımaları” adlı etkinliğimizi Sabahattin Türkoğlu ile birlikte slaytlar eşliğinde dinlemeye bekliyoruz. PAPATYA ATAK Etkinlik Sorumlusu Yapı Kredi Kültür Merkezi Beyoğlu-İstanbul Tel: 0212 252 47 00/503 • Fax: 0212 293 07 23 E-mail: papatya.atak@ykykultur.com.tr

TMMOB Kadın Mühendis Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı 21-22 Kasım 2009 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilecektir. 109


Felsefe İncelemeleri

Düşüncenin Çağrısı

Yordam Kitapları

Say Yayınları

Karl Marx,Friedrich Engels

B

u kitap, tarihsel maddecilik görüşünü, özgün metinlere dayanarak görece küçük oylumlu bir kitap içinde, olabildiğince varsıl bir biçimde sunmayı amaçlıyor. Bundan yaklaşık yarım yüzyıl önce Fransız Marksisti Emile Bottigelli tarafından gerçekleştirilen bu derleme, Karl Marx ile Friedrich Engels’in bu konuda kaleme aldıkları en ünlü metinlerinden yapılmış bir seçme niteliğinde. Metinlerin bir bölümü, zamanında kitap ya da makale olarak yayınlanmış, bir bölümü el yazması olarak kalmış, bir bölümü ise mektup parçaları.

Kant,Schopenhauer,Heidegger

Tanrılar Okulu

Başlangıcından Bugüne Türk Düşünce Kuruluşları

Alteo Yayınları

Stefano E. D’ANNA

Nobel Yayın Dağıtım

B

110

u kitap modern anlamında stratejik düşüncenin Türkiye’deki evrimini yansıtmak amacı ile derlenmiştir. Kitaba katkıda bulunanların önemli bir kısmı Türk düşünce kuruluşlarının kuruluş ve gelişim aşamalarında önemli roller üstlenmiş olan araştırmacı, akademisyen ve bürokratlardır. Kitap, özellikle dış politika yapımı konusunda sivil ve resmi stratejik düşünce kuruluşlarının üstlendiği rolleri açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bugün gelinen noktada düzinelerce stratejik araştırma merkezi ile Türk stratejik düşünce yaşamı birinci etabı tamamlamıştır. Artık, içine girilen ikinci etapta stratejik düşüncenin ve politika üretiminin kalitesinin, derinliğinin ve standartlarının artması beklenmektedir. Bu süreç içinde hayatta kalabilen merkezlerin kurumsallaşmalarını tamamlamaları, özellikle de finansman konusunda artık dalgalanmalara maruz kalmayacak şekilde kendilerini güvence altına almaları, kamu, özel ve siyasi kurumlarla bilgi paylaşımı ve ortak çalışma alanlarının tanımlanması gerekmektedir. Söz konusu bu çalışma sadece tarihe bir not düşme çabasından kaynaklanmamıştır. Aynı zamanda kapasite ve kaynaklar muhasebesi yapılması gerekliliğinin de bir ürünüdür.

Üçüncü Dalga: 20. Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma, Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, 1994-2004; 3. Baskı, Kıta Yayınları, 2007; Kilit Yayınları (çıkıyor), Ankara, 348 s.

D

ünyaca ünlü düşünür Samuel P. Huntington, bu eserinde, 1974-1990 döneminde demokratikleşme sürecini yaşayan ülkeleri inceliyor. Üçüncü Dalga: 20. Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma, Soğuk Savaş’ın sonuna yaklaşan 29 ülkenin demokrasi karnelerini masaya yatırıyor, değişim sancılarını okurla paylaşıyor. Bu değişim sancılarını tam anlamıyla atlatamayan ülkeler için günümüzde de geçerliliğini koruyan soru şudur: Geçmişte kurumsallaşmış birer demokrasi deneyimi yaşa(ya)mamış ülkeler, gelecekte istikrarlı demokrasiler haline gelebilecek midir?

U

zun zaman önce Parminedes ‘to gar auto noein estin te kai einai: düşünme ve varlık aynıdır’ demişti. Düşünce tarihi boyunca çok çeşitl i yorumlara konu olmuş olan bu söz sonunda bir varlıkbilim meselesi olarak kabul edildi ve rafa kaldırıldı. Descartes dünyanın ve insanın varoluşu üzerine büyük yalnızlık içinde yirmi yıl boyunca sürdürdüğü düşünmesini ‘cogito, ergo sum: düşünüyorum, o halde varım’ diye sona erdirdi. Bu, ‘kuşku duyuyorum, demek ki varım’ kestirmesiyle solipsizm (tekbencilik) uçurumundan kurtulma çabası olarak yorumlandı.

Türkiye’de Stratejik Düşünce Kültürü ve Stratejik Araştırma Merkezleri:

Hasan Ali Karasar,Hasan Kanbolat

ÜÇÜNCÜ DALGA / Samuel P. Huntington (çev. Ergun Özbudun),

H

ep aynı olaylarla karşılaşıyorsun, çünkü sende hiçbir şey değişmiyor! Her şey benzerini kendine çeker. Cennet parçacığı cennete doğru, cehennem parçacığı cehenneme doğru yol alır\” Lupelius\’a göre yeryüzü, insanların sıralar halindeki idam mahkumları gibi yaşadıkları kozmik bir hapishane, dünya boyutunda bir zindandır. Bu vizyonun son ve kesin bir yenilgi oluşturduğu yargısına varmak yerine, göz kamaştıran çılgınlığıyla cesurca bir plan tasarlar. İnsan için, onu olanaklının sınırlarının ötesine geçirecek bir serüven düşler; kaçınılmaz görünen ölümcül yazgısından kaçış ve dünya yasalarından kurtuluş. İster bilinçli, ister bilinçsiz verilmiş olsun, kişinin başına kendi rızası olmadan hiçbir dış olay gelemez. Öncelikle psikolojisinden geçmeden, hiçbir şeyle karşılaşamaz. Düşünce bu yüzden çok güçlüdür. Düşünüş Yazgıdır. Varoluş bizim buluşumuzdur ve bu yüzden sadece bize bağlıdır. Bu dünyadaki yaşantı, bir Tanrılar Okuludur.

KAPİTALİZM, SOSYALİZM VE DEMOKRASİ (der.) Larry Diamond ve Marc F. Plattner (çev. Ergun Özbudun ve Levent Köker) Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi: Yeni Değerlendirmeler, Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, 1994; Kilit Yayınları (çıkıyor), Ankara, 194 s.

S

iyaset bilimi, sosyoloji ve ekonomi disiplinlerini harmanladığı çözümlemeleriyle dönemine damga vuran ünlü ekonomist ve siyasetçi Joseph A. Schumpeter’in Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi adlı klasikleşen eseri, demokrasi ile alternatif ekonomik sistemler arasındaki ilişkilere odaklanarak sosyalizmi ve kapitalizmi çözümlüyordu. Kapitalizmin başarılarını yok saymayan, bunun yanında bir sosyalizm savunucusu olmayan Schumpeter, özgün teorisinde, kapitalist toplumun çözülüşünü yine kapitalizmin işleyişi gereği zorunlu görüyor ve sosyalizmin kaçınılmazlığına işaret ediyordu. Eser, yaklaşık 70 yıl önce yayınlanmasına karşın, tezleri özellikle her büyük ekonomik krizdeki alternatif siyaset arayışlarında farklı bağlamlarda dillendiriliyor. İşte bu makale derlemesi de Schumpeter’in temel tezleri üze-

rine yapılan güncel değerlendirmelerden oluşuyor. Eser, Schumpeter’in temel teorisini tartışmakla kalmıyor, ayrıca 1990 sonrası dünyanın yaşadığı dönüşümleri ve krizleri Schumpeter’in gözlüğünden yeniden okumayı öneriyor. Dünyanın farklı coğrafyalarından akademisyenlerin makalelerinden oluşan bu çalışmada Robert A. Dahl, Ralph Miliband, Francis Fukuyama, Martin Lipset, Peter Berger, Adam Przeworski gibi isimler yer alıyor.

DEMOKRASİ TEORİSİNE GERİ DÖNÜŞ Giovanni Sartori, (çev. Tunçer Karamustafaoğlu ve Mehmet Turhan),

Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Türk Demokrasi Vakfı Yayınları ve Yetkin Basımevi, 1993; Kilit Yayınları (çıkıyor), 590 s.

T

arih boyunca geliştirilen “ideal demokrasi” modelleriyle “mevcut demokrasiler” birbirinden nasıl ve hangi ölçütlerle ayrışıyor? Bunu basit teori-pratik ayrımıyla geçiştirilebilir miyiz? Geçmişteki demokrasi deneyimleriyle çağdaş demokrasiler arasında sadece zamana, mekâna göre değişen farklılıklar mı var, yoksa bahsettiğimiz ayrımlar çok daha büyük bir çağ değişimine mi denk düşüyor? Sartori, bu eserinde, 20. yüzyılın sonunda yaşanan demokrasi krizlerinin nedenini, “olan”la “olması gereken” arasındaki ayrımların silikleşmesine, teorik tartışmalarda kavramların tepetaklak edilmesine bağlıyor. Tam bir kafa karışıklığı ve toz duman içindeki ideal dünya ile olgular arasındaki gerilimi aşmanın yolunu demokrasi

tarihinde bu konuların nasıl incelendiğini ve uygulandığını tartışmakta görüyor. İdeal siyasal tasarımların gerçeğe dönüştürülmesi için dünyayı planlayan ideolojiler, bugün hangi noktalarda yenik düştüler? Yaşanan büyük hayal kırıklıklarının temeline inen, demokrasinin Antik Yunan’dan bugüne farklı tarihi-coğrafi ölçütlerle nasıl tartışıldığını ve uygulandığını aktaran bu eser, önerdiği tartışma zeminiyle genelgeçer yargıları sarsıyor.

111


Hülya YÜCEER Yüksek Mimar

Tren Yolculuğunun Son Bulduğu Nokta...

İ

ŞARK EKSPRESİN’den PERA’ya... 112

stanbul’u ziyaret edeceğim. Nerede kalmalıyım? Bugün bu ihtiyacı dünya standartlarında karşılayacak yüzlerce konkalama mekanı var İstanbul’da. Ancak 19.yy başlarında bu tür yapılar parmakla sayılacak kadar azdı. O dönemlerde, bugünkü gibi turistik geziler pek yaygınlaşmadığı gibi uzun yolculukları konforlu yapabilmeyi sağlayacak taşıt teknolojisi de henüz gelişme aşamalarındaydı. Ancak insanların gezginlerden duyduğu, kitaplarda okuyup büyülendiği yerleri görme isteklerine teknolojik gelişmeler bir nevi çare oldu diyebiliriz. Karadan ulaşımda trenler artık daha gelişmiş yataklı ve yemekli vagonlar da konmuştu. Şirketler yolcularını demir yolunun ulaşabildiği noktalara trenle taşıyıp, sonrasında vapur aktarmaları ile daha uzak yerlere ulaştırıyorlardı.

113


Atatürk, 7. Ordu Komutanı iken 1917 de Veliaht Vahdettin’le birlikte Almanya’ya gitmiş, 4 Ocak 1918 günü dönüşte yine Pera Palas’ta kalmıştır. Atatürk Şişli’deki eve taşınıncaya kadar İstanbul’da bulunduğu günler hep Pera Palas otelinde kalmıştır. Atatürk’ün kaldığı suit oda müze olarak korunmaktadır. Atatürk Odası’nda Atatürk’ün yatağı, gardrobu, masası, Atatürk’le ilgili eşya ve fotoğrafları sergilenmektedir

D

üyun-ı Umumiye ile birlikte, Osmanlı’nın Batı’nın ekonomik egemenliğine en çok açıldığı 19.yy da, özellikle Avrupalılar İstanbul’u görmek için bu tür aktarmalı ulaşım yolları ile seyehat etmekteydi. “Uluslararası Yataklı Vagonlar Şirketi” bu dönemde yolcularını Romanya’ya kadar konforlu vagonlarla getirip, buradan vapurlara aktararak İstanbul’a ulaştırıyordu.. ta ki ünlü “Şark Ekspresi”nin Sirkeci Garı’nın açılmasıyla birlikte ilk direk seferini yaptığı 1889’a kadar.

114

Ünlü polisiye romanlar yazarı Agatha Christie’nin “Şark Ekspresi’nde Cinayet” kitabına ve bu kitaba dayanarak yapılan aynı isimli filmine konu olan, özgün adıyla “Orient Express” şirketin pek çok ünlü yolcusunu İstanbul’a yataklı ve yemekli vagonlarıyla taşımaktaydı. Ancak konforlu olsa bile uzun süren bu yolculuktan sonra, müşterilerine kendi ülkelerindeki konfor koşullarını sağlayacak bir konaklama mekanı bulma gereksinimi doğmuştu. Mevcut oteller “saray otel”

havasında değildi. İşte Pera Palas Oteli’nin yapımına, bu ihtiyacı karşılamak üzere işletici şirketin “Uluslararası Büyük Oteller Şirketi” isimli yan kuruşu tarafından karar verilmiştir. Şirket, Pera Palasın da diğer ülkelerde bulunan otelerindeki standartlara uygun yapılması için mimar Henri Duray’ı görevlendirmiş ve projenin yapımı için de İstanbul’da dönemin ünlü yapılarında imzası bulunan Alexandre Vallaury seçilmiştir. Otel, Beyoğlu’nda Tepebaşı Belediye Bahçesi’nin yanındaki arsa üzerinde, İstanbul’un Haliç manzarasıyla görülebileceği bir noktadaydı. Otelin geniş Balo Salonları da bu manzaraya yönlendirilmiştir. Şirket müşterilerinin standart beklentilerine uygun olarak otel dönemin en konforlu oteli olarak inşaa edildi. Bugün bize çok basit gelse de zaten elektrik, sıcak su ve ısıtma sistemi, katlarda ortak banyo ve tuvaletlerin yanısıra suit odalarda oda içinde banyo ve tuvalet bulunmaktaydı. Yaklaşık 1300m2 lik bir alana oturan yapı zeminle beraber 6 kattan oluştuğu

için, müşterileri üst katlara çıkarken yormamak adına bir de elektrikle çalışan hidrolik asansör konuldu. Bu asansörün o dönemde İstanbul’da ilk elektrikle çalışan asansör olduğu söyleniyor. Yapının özellikle giriş katı oldukça görkemli tasarlanmıştır. Mermer duvar kaplamaları, tavan süslemeleri, ortadaki salonu örten dilimli, açılabilen kubbeler, kubbelerin üzerinde küçük renkli cam fanuslar, desenli duvar kağıtları, kristal avizeler, ipek halılar.. Yani kulanılan malzemeden, her türlü mimari detaya kadar gelenleri büyüleyecek doğu ezgileriyle süslenmiştir. 1895’in Ocak ve Şubat aylarına ait dönemin gazetelerinde otelin açılışının yapıldığına dair bilgiler bulunduğundan yapım çalışmalarının 1894 sonunda tamamlandığı söyleniyor. Yapımından sonra otel belli dönemlerde mülkiyet değiştirmiş, çağdaş koşullara uygun hale getirmek için bir takım onarımlar yapılmıştır. Herşeye rağmen otel ismiyle uzun yıllar İstanbul’un en lüks oteli olarak anılmış, salonlarında balolar

düzenlenmiş ve tamamlandığı günden bugüne kadar pek çok yerli ve yabancı ünlüyü ağırlamıştır: Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, VII Edward, Cicero, Agatha Christie, Greta Garbo, Ernest Hemingway, Jacqueline Kennedy bu ünlülerden bazıları. Bu kişilerin kaldıkları odalara isimleri verilmiş ve pek çok hayranları da dünyanın dört bir yanından gelerek bu odalarda konaklamıştır Atatürk, 7. Ordu Komutanı iken 1917 de Veliaht Vahdettin’le birlikte Almanya’ya gitmiş, 4 Ocak 1918 günü dönüşte yine Pera Palas’ta kalmıştır. Atatürk Şişli’deki eve taşınıncaya kadar İstanbul’da bulunduğu günler hep Pera Palas otelinde kalmıştır. Atatürk’ün kaldığı suit oda müze olarak korunmaktadır. Atatürk Odası’nda Atatürk’ün yatağı, gardrobu, masası, Atatürk’le ilgili eşya ve fotoğrafları sergilenmektedir.

115


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.