
3 minute read
görüş
by tsmd
ULUSAL MİMARLIK SERGİSİ İÇİN BAZI GÖZLEMLER
Kadri Atabaş İlk kez bir Ulusal Mimarlık sergisine katılmadım. Bir tür günah duygusu gibi, içimi kemiren bir “görevini yapmamış olma” huzursuzluğu içinde süreci izledim. Aslında genç arkadaşlarımın protestosunu yemiştim. Katılmayı ret ettiler. “Her sene benzer isimlere dolgu malzemesi oluyoruz. Oda kayıt, büro tescil, proje onay parası ödedikten sonra paftasına niye 500 TL verelim? Bunu vermeyi kabul etmiyoruz,” dediler. Israr işe yaramadı. Ama sonuçları önce görüp sonra izleyince genel bir protest havanın Sergi’ye veya Oda’ya yönelik olarak oluştuğu izlenimini edindim. Bu sene katılım sayısı 123 projede (174 pano) kalmış. Bu rakam uzun yıllardır görülen en düşük rakam. Geçen dönem, 177 proje (238 pano) idi. Anlaşılıyor ki pafta başı bedel ve başka nedenler ciddi bir katılım kaybı oluşturmuş. Sergi ile ilgili olumlu bir gözlem, belediyelerin ağırlıklı yarışma ile sonuç elde etmeye yönelmeleri. Bu konuda katkı koyan meslektaşlara teşekkür etmek gerekiyor. Tabii, bunun sonucu, Merkezi Hükümet ve “burjuvamsı” kesimin gittikçe “ben seçerim” egolarının kabarmasının sosyolojik olarak gözlemlenmesi. Kentlerin imge ve karakterini etkileyecek pek çok yapı ve kentsel tasarımın yarışma dışı yollarla elde edildiği anlaşılıyor. Gene de bu tür projelerin Ulusal Sergide daha çok yer alması iyi olurdu. Ayrıca, jürinin ödüllerde bugüne kadar daha geri planda kalmış düşünsel arka plana önem veren ve projelerde daha çeşitlemeye yönelik kararları serginin olumlu tarafları. Oda açısından önemli bir sıkıntı ise sunuş paftalarının baskılarındaki kalite eksikliği. Oda, projeleri isterken belli bir çözünürlük standardı istediğine göre sorun, yollanan projelerde olamaz. Oda’nın baskıyı kendisinin alma ısrarı ne yazık ki kaliteyi artırmamış, azaltmış. Hemen hemen tüm paftalar olması gereken renk ayırımından çok daha karanlık tonlarda çıktığı için projelerin sunum kalitesi ve anlaşılabilirliği çok düşüktü ne yazık ki… Proje sunumlarında sayısal azlığa karşın, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden katılımlar, oran olarak daha çoktu. Bu açıdan Ulusal Sergi, yıllardır ilk kez bir “mimarlık” illüzyonunun platformu olmaktan çıkmıştı. Türkiye Mimarlığının “elit” kesiminin sanki “Türkiye Mimarlığı” imiş gibi sunulmasının yerini genel bir ortalama almıştı. Bu açıdan iyi bir özeleştiri platformu olarak kabul edilmesi hayırlı olacaktır. Artık Ulusal Sergi panayırlardaki çarpıtan aynalar yerine olanı gösteriyor. Olana bakılınca da; Özellikle kentsel tasarım bazlı meydan düzenleme çalışmalarında duyarlılık ve bir kent mekanı oluşturma endişeleri gözüküyor. Bu serginin Mimarlık adına artısı. “Yeşil Mimarlık” modasının “green washing” imajı arkasındaki saklanmış durumu çok açık görülüyor. Çatıyı yeşile boyamanın ya da çimen ekmenin yeşil mimarlık diye sunulması çok göze batıyor ne yazık ki… Sunuşların büyük çoğunluğu bağlamdan kopuk, tamamen “yapı” odaklı olarak sunulmuştu. Beraber gezdiğimiz bir öğrenci arkadaşım biraz istihza ile “hocam bunlarda da hiç bağlam yok” dedi. Ne diyecektim ki? Tüm öğretimiz havaya uçmuştu. Çoğumuz, gelinen yeri meslek pratiğinde zaten biliyor ama bilmiyormuş gibi yapıyorduk. Ulusal Sergi bu “açık sır”ın beyanı oldu. Sergiyi gezerken, sadece bir profesyonel olarak değil, bir öğretim üyesi olarak da en çok rahatsız olduğum konu ise başka; birkaç proje hariç hemen tüm pafta düzenlemelerinde, baştan savmalıktan öte, projeyi en iyi biçimde anlatacak düzenlemeler yerine “patchwork” anlayışının hakim olduğu bir “farkındasızlık” vardı. Mimarının, sunulan projenin içeriğini, mimarı açısından sunulanın ne anlam ifade ettiğini ve karşısındaki “görene” neyi sunacağının farkında olmadığı izlenimi çok fazla. Günümüzde, mimarlık fakültelerinde “Portfolyo hazırlama” kurs ya da çalışmalarının yapıldığı bir dönemde, profesyonel sunuşlardaki bu farkındasızlık önemli bir çelişki. Paftalara konulmuş pek çok görüntü kesinlikle projenin anlatımına birşey katmıyor, kenar süsü değerinde. Aynı yer ya da detayın gereksiz tekrarları yanı sıra mimarın kendi projesini nasıl gördüğünü size neyi anlatmak istediğini kavramakta zorlanıyorsunuz. Bu sunuş düzeyi, “ekşimiş suratlı hoca” tavrı ile, 2. sınıf stüdyosunda gelse, öğrenci arkadaş ne eleştiriler alır. Doğrusu “küreselleşen” mimari dünyasında bu farkındasızlık geleceğe karşı umutsuzluk hissini çoğaltıyor. İktidarların, Keynesyen ekonomi politikası uygulayıp, ekonomiye canlandırmak için inşaat sektörüne ağırlığı verdiği bu süreçte, ortaya çıkan farkındasızlık mimarlığımız adına büyük soru işareti. İşte “sıfırcı hocanın” düşünceleri.
Advertisement