İÇİNDEKİLER BİZ, KISACA.
EY BÖYLESİNE GÜZEL ALLANIP PULLANAN HİÇLİĞİN ALBENİSİ! BAUDELAIRE
1 |U ç N . k t a
BİR KISA AÇIKLAMA ÜÇ NOKTA FANZİN GÜRUHU, BU VE SONRAKİ EDEBİYAT UĞRAŞLARINA UÇ NOKTA FANZİN ADIYLA DEVAM EDECEKTİR.
İLETİŞİM ucnoktafanzin@gmail.com
BLOGGER ucnoktafanzin.blogspot.com
2 |U ç N . k t a
SIRADAN BİR DÜN
I
Karanlık. Bu müthiş sessizliği bozan derin bir ezan sesi duyuyorum. Öylesine öfkeliyim; o sırada düşündüğüm tek şey bir yerleri yakmak ve “her şey yalan, tin bedende!” diye bağırmak oluyor. Karanlık. Gözlerimi alamadığım bir karanlık tüm şehrin üzerini örtmüş oluyor çoktan. Yeni anlıyorum. Uyandığımda saat herhangi bir beşi geçiyor. Öyle dengesiz bir mevsim -ki sabah mı akşam mı anlamıyorum. Umursamamaya çalışıyorum; başarıyorum. Tam üç aydır her uyandığımda, yol yorgunu oluyorum. Yürüdüğüm yolu ölçüyorum “karış mı, arşın mı, metre mi, mil mi…” Bir şeyleri ölçüp biçmek, tartıp seçmek için kullanılabilecek bu denli kavram olmasına şaşırıyorum. Beni şaşırtan, bu ihtiyacın kökü oluyor. Köşede, belediyenin benim için özel olarak açılmış çukurunu değerlendiriyorum. Her güzel şeyin bedeli var; gözlüğümü düşürüp, dengemi sağlamaya çalışırken üzerine basıyorum. Camın sesi de keskin çıkıyor -cam kadar sivri. Tökezlenmeyen bir hayatı yaşanmamış sayıyorum. Yüzleri seçememekten duyduğum hazzı başka 3 |U ç N . k t a
hiçbir şeyde alamıyorum. Öyle ki sokaklarda yürümek, insanlara yeni yüzler vermek, tanrısal bir oyun halini alıyor bende. Tanıdıkların bana rastlamasına ortak oluyorum. Sorular soruluyor, cevaplar alınıyor. Tatminsiz bir dostluk, tadında bırakılıp işe gidiliyor ya da sınava yetişiliyor veya sevgiliyle buluşuluyor, belki de fatura ödemeye koşuluyor. Bunların çoğu pek isteksizce yapılıyor. Ne ki, çoğu şeyi istemiyoruz. İstemediğimiz şeyler için istemediğimiz başka şeyleri kazanmaya çalışıyoruz. Değeri olmadığını iddia ettiğimiz paranın hakim olamayacağı değerlerin peşine düşüyoruz. Değerimiz yitiyor. Tatmin olamıyoruz. Öfkemin hudutlarında dolaşıyorum. Karanlık çöküyor. Düşünüyorum. Tırnağım kırılıyor. Hiçbir ayak bunu hak etmez. Kanayan yerin üzerine bastırıyorum. O halde kanamaz; baskı var ve bu her şeyi engelleyebilir sanıyorum. Olmuyor. Ben ne denli bastırırsam, o şiddetle kanıyor. Pes ediyorum. Demokrasi böyle sağlanıyor vücudumda. Kanamasına izin veriyorum. Acıya dayanıyorum. Sıcağın ve öfkenin gezindiği tenimden damlayanları sayıyorum. Gözlerim nasıl yanıyor! Güneş bir rüya kadar buğulu. Beni ıslak bir zemine yapıştırıyor. O an üzerimdeki tüm kıyafeti, tüm o bana ve benim gibilere giydirilmiş paçavraları çıkarıp yakmak geliyor. Öylesine bir yakmak; kan-ter içinde izlediğim yalımdan kendime renkler beğenmek istiyorum. Tüm şehir, çırılçıplak ve belki de ilk kez dürüstçe bir saat yaşamak istiyorum. Dürüstlüğün artık bu kadar büyük bir ihtiyaç olmasını yadırgamıyorum. Sokaklar, caddeler, oyun parkları, plazalar, sahiller ve diğer her şey sahte gülüşlerle, sahte hayallerle, sahte sevişmelerle, sahte sözlerle ve sahte vücutlarla dolmuş oluyor çoktan. Yalnızca öyle olsun diye yalan söylüyor insanlar birbirlerine. Yalnızca ayılmak için sarhoş oluyoruz. Kimsenin sormadığı bazı şeyleri merak etmek istiyorum. Ne yazık, bana soru sormak öğretilmiyor hiçbir zaman. Birtakım cevaplar dolanıyor ortalıkta ve bize, onlarla yetinmemiz emrediliyor. 4 |U ç N . k t a
Eve dönüşte herhangi bir dördü gösteriyor akrep. O diğer, -adını ağzıma almak bile istemediğim- göstergeye bakmıyorum. Dakikaların herhangi bir anlamı yok ve hatta saatler bile bir çeşit zehir gibi dolanıyor, çürüyen vücudumda. Evet, vücudum çürüyor, çünkü saatler ve günler -ben hala nefes alıyorken, bıçkın bir kedinin kaçışına benzer bir hızla ilerliyor. Vücudum çürüyor ve bunu anlamak için alnımın kenarlarından açılan o parlak deriyi izlemem yetiyor. Vücudum çürüyor çünkü bir zamanlar aşık olduğumu öne sürdüğüm kadın tarafından tüm bu oksijenin, dış-dünyalılar tarafından vücuduma enjekte edilen bir zehir olduğu savına inanmamaya direnemiyorum. Vücudum çürüyor; bunu anlamak için direnemediğimi kabullenmem yetiyor. Vücudum çürüyor. Çünkü direnmiyorum. Sokak lambalarından herhangi birine tekme atmak istiyorum. Buna cesaret edemediğim için o an herhangi bir yerden söktüğüm taşı alıp, direğin ucunda asılı duran koca ampüle sallayıveriyorum. Iskalıyorum. Her şeyin isabetli ve istikrarlı olduğu bir hayatı yaşanmamış sayıyorum. Bu beni isabetsiz ve istikrarsız biri yapıyor. İnsanlara kendimi tanıtmam, onları, iyi biri olduğuma ikna etmem (iyi biri), onların –dişi olanların- benimle sevişmeleri gerektiğine önce kendimi sonra da onları –çoğunlukla dişi olanları- inandırmam gerekiyor. Bu beni yoruyor ve cayıyorum bu ödevden. Onun yerine sevginin de bir çeşit mastürbasyon olduğuna kendimi inandırararak –kendimle giriştiğim tüm tartışmaların galibi benim- o ara hangi ünlü manken albüm çıkarmışsa, ona benzer bir pornocunun filmini izliyor ve otuz bir çekiyorum. Acziyetimden sefilce bir tatmin duyuyorum – evet, kendimle olan tüm sevişmelerin esas erkeği de benim.
ALİ C. YOKSUZ
5 |U ç N . k t a
6 |U รง N . k t a
ELDE BEN
Bu bir ben oluş. Değil! Burada coğrafyadan bahsediyorum. ‘Ben’ ve ‘oluş’. Peşi-sıra “hangi ben?” sorusunu getirir. “Hangi” soru eki, “kim” sorusunu çoğullaştırıp, suyu bulandırır. O sebepledir ki merakıma oldukça dahil olsa da, şefkatimden ve merhametimden uzaktır. Zira bilirim ki, suyun bulanıklığı, bendeki epirojenik ve orojenik “ben hareketlenmesi”nin bulanıklığındandır. Dilekler, umutlar, hayaller, beklentiler, sanrılar, sancılar... Hepsi birer, ben orojenezi. Şiddetli yan basınçla kıvrımların kırılıp yükselerek, önce küçük, sonra büyük, ben dağları’nı oluşturma süreci. Burada ubermenschden değil hâlâ coğrafyadan söz ediyorum. Belki biraz Kuzey Anadolu Dağları’ndan, belki biraz Toroslar’dan sayın okur. Bir “ben” kaç işlemin sonucudur, düşünmek gerek. Gemsiz ve gamsız ve bir o kadar lüzumsuz meraklar halinde maddem. Dünyada olma halinin alt başlıklarından biri de denebilir. Sonuç değil de, işlem basamaklarından biri midir yahut daha da tehlikelisi, “elde kalan” mıdır “ben”? 7 |U ç N . k t a
Kıtalara ihtiyacımız var. Yeni kıtalara. Toplumsal olarak yaşanabilecek yeni kara parçalarına değil, ‘kendilik’ keşfini, refahta ve ferahta yapabileceğimiz zarif topraklara. Zarafet ve bereket ilgili midir bilmiyorum ama zannımca olmalı. –Kahvaltı ve mutluluk gibi. Cemal’i seviyoruz-. (Siz ve ben arasında, suâlsizce “biz” samimiyeti kurduğum için bağışlayın sayın okur, Cemal’in etkisi bu. Nüfusumu ve nüfuzumu çoğaltıyor.) Daha çok ‘ben epirojenezi’ne ihtiyacımız var. İç kuvvetin şekillendirmesine. Vicdan ne büyük kıtadır. Şefkat, anlayış... Sonucu, asırlar sonra olsa da zarafetle ve bereketle gelen o büyük epirojenik hareketler. Burada politikadan bahsetmiyorum, konumuz hala coğrafyadır sayın okur. Coğrafi olaylarda hep bir hüzün bulmuşumdur. Bireyi, yani “ben”i ve evreni bir gördüğümden belki. Belki de bunun da sebebi Cemal’dir. Belirsizliklerin, ilgi ekiyle masumane saklanışının sahteliğinden, “bilmiyorum”un içtenliğine sığınırım. Bilmiyorum. Ama bildiklerim de var. Mesela ben tabiat olsaydım, durmakla başlatırdım tüm hareketleri. Deneyelim sayın okur; M. de Saint Colombe (Les Pleurs) parçasını açın. Dört dakika dokuz saniye boyunca, yalnızca durun. Her anında, süreçte değil, içinde değil, an olma hâlinde. Göğsünüzde eller hissedebilirsiniz, kimin elleri olduğunu yalnızca sizin bildiğiniz. İç kuvvetiniz eller. Her temas, bir epirojenik harekettir. Hiç değilse olmalıdır. Olabilir. Keşke olsa… Bir ‘ben orojenezi’ne şahit ettim sizi sayın okur, affınıza konuğum. Konumuzun coğrafya olduğunu söylemiştim. Bir dahaki konumuz, ‘yağış şekilleri’nde görüşmek dileğiyle...
NUR AN
8 |U ç N . k t a
BİYOKONTROL
karanlıkta nefes alanlar var evren gibi boşluk düştüğü yeri her gün tanıyanlardan soğuk tende ılıklaşan kuru hisler. kızıl çam ışık oyunlarında kumar sofrası ve kol boylarında yedek kartlar ve kesik boyun mat. iç bükey kleptomani ve ehliyet-sizlik olmalı biz yokuz kendimi şurada alenen boğdum ve failim meçhul eş sesli girdap ve elimi çektiğim yer iştahım kaldırıma düşen ise can bir de canan var. düştü can şimdi diş kırıyor insanlık ve bir erken boşalma samuel beckett "SOLUK" iradenin dışa vurmuş salt itaatsizliği metafiziksel olarak felç kuramlarım kurduğum her düşün tıkanmasıyım. tıkandı palahniuk ve yere bastı sonunda dönüşüm ve bir şarkıydı notasız çalınan her şey ve bir kaybediş usul. bir kontrol otonomu "IAN" ve tüm kadınlar sudur 5 beş duyu organının dilemmasında ../. 9 |U ç N . k t a
evrenin yeni doğmuş hali karanlıktı ve tüm günahlarım "SHE LOST CONTROL" SİYAH
siyah ceketler asılı gök yüzüne siyah gök kuşakları sevimsiz çocukların gölgesi bir bütün yer altı bir labirent yer üstü sıcak yalan tezahürü bir kaçış bir zapt bir zaptiye ve bir yıkım yanan taşlar ve duman içerisinde soluk kadın aşktı kimi için kimine mutfak bir fiil metalaşmış et hazzı kadın siyah içinde bir ateş parçası olmuş kadın artık kan kokmaktan tiksinmiyor kadın bir lağım çukurunu patlatıyor cehennem çığlıklarında kadınlar bir devrim doğuruyor bir taksici ekmeğini ayaklarıyla çiğniyor plakası gök kubbelere karşı direniyor "tüm dinler grevde", tanrı aciz kağıttan yaratılmış çaresiz umutlar yanıyor ve maddeler kuruyor bu çorak renklerin içinde gözlerim doluyor yalan değil sınırları zorluyor yıkım sınır istemiyor ../.
10 |U ç N . k t a
adım attığın yer senin oluyor adımların daha bir özgür kuşanmış dağlar gerillasını tüm kuşakları kucaklıyor beton bloklardan bürokrasi yanıyor içi bomboş temsiliyet ayaklar altında bugün beni kimse temsil etmiyor nasıl da güzel bir dünyaya daha siyah içinden doğa bakıyor hayvanların sesleri dinlemeye doyamadığım virtüoz notası bugün babamda anlıyor beni ilk kez cüzdanında hiç kokuyor bir hiç olduğunu anladı babam da annem de örgütlenmiş bakar mısın şu işe hiç inanmazdım inanç tanrısal bir gudubet yılan sanırdım odama bir şeyler oluyor slogan sesleri yok artık sadece yanık kokusu sadece özgürlük salt insan otonomu samimi insan güdüsü bir siyah doğuyor siyah da yanıyor uzaktan bakıldığında siyah çeketli insanlar kendi bayrağını yakıyor.
../. 11 |U ç N . k t a
● ırakları tırnakladı hırkası hilkat garibesi göğe avuçları sırtını dönmüş umutları bir kadın kadar çıplak o kadın notalar raksı kesmiş bilekleri bile ucuz gelir ona daha pahalı şaraplar diliyor şehirleri ayakları altına almasından belli o kadın kül hüzün tutmuş tütüyor sıfırlarda tüm yosunlar kokan tüm Kadıköy'ü anlatıyor bebekleri gözünde büyütmüş o kadın kurşun dil sürçmesi köklerinde körle yatan tüm yanık yelkenler kırık bir tebeşir ve an giden bir gemi ve uyak kürdan ve duman bir yatak ve adam yok "çoraklar" da o toprak şimdi o kadın
GABRİEL 12 |U ç N . k t a
13 |U รง N . k t a
14 |U รง N . k t a
KOZA Göz kapaklarının içinde, neyi arıyor ki? Aşağı-yukarı, sağa sola, ileri ve geri. Bir ceylanın peşinden koşan arslan gibi, neyin peşinde birkaç santimetrelik o daracık kafeste gözleri? Rüya görüyor belli, rüya içinde, boşlukta düşüp yükseliyor sesi. O uyuyor ben onu izliyorum. Vefat etmesine iki ay kalan anneannemin ruhu çatıkatında, dikiş makinesinin başında, iğne, iplik ve kumaş, yavaş yavaş dikiyor hala. Oda ılık ve kovan büyük bir gürültüyle tepemde vızıldıyor. Bu sinekler, diyorum kafamı kaldırıp, bu sivrisinekler çektikleri bu kanla, bu çamurdan kovanda kimbilir kaçıncı insanı yaratıyorlar. O görünmez dediğimiz ve artık konuşmamaya yemin ettiğimiz köşede (ama vakti geldi ne yazık ki), kör zambak fısıldamaya devam ediyor. Mora boyarım diyor, ruhunu mora, bak o uykuda, benim bildiğim türküler var, çok uzun boylular ve kara, onun gözlerine bak. diyor bana. Sanıyor musun ki o? Sanıyor musun ki o hâlâ? Sanıyor musun ki sen, o hâlâ rüya görüyor. Kaçıyor bak mum ışığında, elindeki ışığı kaybetmeden kaçmak ne zor ya Rab! Düşüyor belki parmaklarının koruduğu alevde, o kara uçuruma düşüyor. Onun soyadı ne diyor, arkası puslu aynasında saçlarını yerçekiminin tersine doğru tarıyor. Ayağa kalkıyorum boynuzum kovana takılıyor, huysuzlanıyor kovandaki atlar, kişniyor üzerine yağan kar, uyuyan zâtın. Ah biliyordum, biliyordum duvara asmamalıydık o meşum tabloyu, boyası zindandan geldi, o zindan ki bir açık hava müzesi, dünyanın merkezinden birkaç metre uzaktaki. Ah biliyordum hiç sulamamalıydık o zakkumu. Çünkü o konuştukça benim saçlarım uzuyor. Benim saçlarım uzarsa eğer, uzanırlar şimdi ulaşamadıkları boşluklara, o boşluklarda uykular vardır, uykularda rüyalar vardır, rüyalar bir jiletle tembelliği besler.O jilet ki bir usturanın oğlu, onu da yeşil dev 15 |U ç N . k t a
bir böcek titreye titreye doğurdu. O konuştukça dilim büyüyor benim, biri sustursun artık şu pinokyoyu diyorum, yaksın da ateşi beslesin, gardıroba astığım tüylü ruhlarla, yoluna kırmızıdan maviye uzanan kollarıyla gururdan halılar sersin. Olgunlaşıp düşüyorlar bir bir, boynuzumun açtığı delikten aşağı, kanatlı küçük insanlar, ben gidemiyorum çünkü dilim çok büyük, çünkü saçlarım tüm boşluklara dokunuyor, dalgalanıyor, acıyor, onlar gidiyorlar, onların nurdan kanatları var, yapış yapış baldan ırmakların içindeydiler de düştüler. Kör zambak, kırmızı lenslerini çıkarıyor, gözlerinin gerçek rengini görmeye kim dayanır? Uyuyan zâtın gözleri göz kapaklarının içinde o kadar hızlı hareket ediyor ki gözlerinden yayılan sıcaklık bütün odayı eritmeye başlıyor. Bütün kanatlı küçük insanlar çıkıyorlar kovandan, kovan sıcaktan eriyip boynuzlarımdan boynuma doğru akıyor, tüm o sivrisinekler, saçlarımdaki kanı emip, dilime yeni bir kovan inşa ediyorlar. Ben gözlerimi kapıyorum, kör zambak gözlerini kanatlı küçük insanlara gösteriyor, uyuyan zâtın göz kapakları ufak bir gürültüyle infilâk ediyor, odaya o yeşil gözlerden, boğucu bir radyasyon yayılıyor,kanatlı küçük insanlar kör zambağı tek hamlede kopartıp (bu kadar kolay olmamalıydı belki) artık uyumayan zâta veriyorlar. Çiğniyor zambağı ağır ağır, zamanı yavaşlatıyor sanki yerken, derken bir şey oluyor kusuyor, kusuyor her şeyi, öyle ki iç organlarından sonra bir kara delik gibi içinde olmayanları da kusuyor, boşluktan ödünç aldığı her şeyi, evin köşelerinden toplamış gibi evrendeki karanlık maddeyi, kusuyor, ölüyor kendisi, ölüyor kanatlı küçük insanlar, ölüyor sivrisinekler, ölüydü zaten başından beri kör zambak, rüzgârda titreşen kalbimle ben kalıyorum yalnız ve dev bir böceğim ben artık, rüya görüyorum kozamın içinde. Anneannemin ruhu çatı katında hala, dikiş makinesinin başında, iğne, iplik ve kumaş, kanatlarımı dikiyor, ölünce onu cennete götüreyim diye.
BURAK ALBAYRAK 16 |U ç N . k t a
17 |U รง N . k t a
YARADILIŞ 1. BAB kanlı tırnaklarınla ayetler yaz tenimin balçıktan kokuşmuşluğuna sırtımın eğri büğrü kayboluşuna Notre Dame’ın Kamburu'na Adem’in kaburgasızlığına tüm korkularımın ters evrilmiş doruklarına nefesimden beslen dışımda unuttuğum ne var ne yoksa al içine çürümüşlüğümü sıyır geceden
BAY PİSUVAR 18 |U ç N . k t a
GERÇEKTEN ÖNCE Afrika'ya gitmek, Reggae dinlerken ot çekmek istiyorum. Belki zenci bir kadınla tanışır, zenci bir çocuk yaparım. Kendimizi 300 metre yükseklikten aşağıya bırakır, özgür oluruz. Kuzey'e gitmek, bir şarap alıp Moskova'nın muhteşem soğuğu eşliğinde ölümle dans etmek istiyorum. Acaba Ütopya'da saat kaç? Çıldırıyormuyum? Hayır hayır dur! Karanlığa gitmem gerek, siyaha kavuşmalıyım. Ah siyah. Direndiğim siyah. Gel beyaza savaş açalım seninle şöyle toplu tüfekli. Amazon ormanlarına gitmem gerek belki de. Ağaçları koklarım. Yeni bir medeniyet keşfedebilir, her şeyi yeniden kurabilirim. Evet evet bina değil, ağaç. Hayır hayır dur, ölmelisin geri dön, senin en güzel kıyafetin ‘siyah’ kefen. İran'a mı gitsem acaba? Bir kadınla öpüşür insanların beni taşlamasını sağlarım. Taşlar üzerime gelirken zamanı durdurur, insanların ağzından akan salyaları, uzun sakallarının rüzgarla olan âhengini ve kalplerinin kötülüğe yenik düşüşünü seyrederim. Wall Street'e gitsem, otursam bir köşede ve süslenip işe giderken bir kişiyi daha dolandıracak olan o kadını izlesem. O kadın bana baksa ve özgürlüğü anlasa... Hayır olmaz. Bu, çağımızın insanına aykırı, unut bunu! Peki ya ailemi alıp pikniğe gitsem? Ailem... Doğru ya, artık bir ailem yok. Hiçbir şeyim yok. Şu lanet olası ellerimin titremesi bitmeli artık. Düşünme düşünme. Onu düşünme. Maldivler’e gitmek istiyorum. O milyarlarca kum tanesine teker teker dokunmak istiyorum. Ya da Hindistan'a gidip Budist olayım. Kendime bir çay koyayım ve sonra astral seyahata çıkayım. Jack Kerouac mı olsam ? Ah Jack, sen yokmusun sen... ‘Yolda’ olalım seninle be diyar diyar gezelim. Hayır. Saati öğrenmeliyim. Tek bir cevap almalıyım. —Hey sen uslu duruyor musun? Az kaldı.
Ne az mı kaldı? Nasıl olur daha fazla olmalı. Kahretsin. Neden sürekli kendi kendime konuşuyorum? Adama cevap vermeliyim. Hayır susmalıyım. Nasıl olsa anlamayacak. Demek az kaldı ha. Hazır değilim, hazır değilim. Onu bir kez daha görebilseydim... Hayır boşver. Bütün arkadaşlarımı toplayıp rakı içmeliyim. Belki biraz muhabbet ederiz ha? Arkadaşlarım... Artık arkadaşım yok benim. O zaman bir film çekmeliyim. Bir tek ben oynarım. Sessiz bir film olur. Kendimi en iyi, konuşmadan anlatabilirim. Filmin sonunda da gerçekten ölür, bir cehennemden diğer bir cehenneme giderim. Acaba paralel evren var mı? Yapma bunu delirmedin sen! Ama bunu düşünmek delilik değildir. Hayır, 19 |U ç N . k t a
doğru. Felsefik düşünmek deliliktir, yapma. Keşke kâğıt kalemim olsaydı. Sevgilimi alıp sinemaya gitmek istiyorum. Onun elinden tutarım, o filmi ben ise onu seyrederim. Sevgilim... Artık sevgilim yok. Tek başınasın. Dur artık dur lütfen dur. Bitsin! Yapma, sakın yapma. Kendine acıma diğerlerine acı. Gözünü para bürümüş olanlara, sevgisizlere, katliamcılara acı. Ben buradayım, onlar yok. Kimse yok. En büyük düşmanımla, düşüncelerimle baş başa kaldım. Bir dakika, dur. Şimdi buldum. Buldum işte! —Evlat 15 dakika sonra idam edileceksin neden gülüyorsun? —Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?
ALP KÖKTEN
20 |U ç N . k t a
21 |U รง N . k t a
İKİ CÜMLE ARASI BİR HİKÂYE GÖRÜNMEZ ADAM
Tam üç yıl geçmişti her şeyin üzerinden. Hayatın akışına biraz adapte olmaya çalışsam da bir sonuç elde edemiyordum. Gene de denemekten vazgeçmeyi hiç aklıma getirmedim. Farklı insanlarla tanıştım. Çok insan girip çıktı hayatıma. Fakat eski hâlime, onunla tanışmadan önceki hâlime dönemiyordum. Okulun tâtilde olduğu dönem İstanbul’a gitmem gerekmişti. Sonuçlarını düşününce “şimdi hiç gitmeseydim bunları yaşayabilir miydim acaba?” sorusu her zaman aklımı meşgul edecektir. Kadıköy’de çay içmek için oturduğum Murat Muhallebicisi isimli mekân tam cadde üzerinde, fazlasıyla gösterişli fakat buna rağmen çayında istediğim tadı yakalayamadığım bir yerdi. Genelde Roza Cafe’yi tercih ederim. Daha samimi, daha bizdendir ama bu seferlik Murat Muhallebicisi’ne oturmuş olmam bir tesadüfe ön ayaklık ediyordu. Tam üç yıl sonra O’nu görüp aynı hisleri bir daha yaşayacağımı bilemezdim. Kendi kafamda hep bu senaryoyu oynuyordum. Ama bu kadar güçsüz olabileceğim bir durumu canlandırmamıştım zihnimde. Yanıma geldi. Çaresiz ve güçsüzdüm. Masama oturdu. Bu bir tesadüf olamazdı. Önceden planlanmış bile olsa zamanlama bu kadar iyi ayarlanamazdı. İçgüdüsel olarak canımın yanacağını o an anlamıştım. —Nasılsın? —Bıraktığın gibi. —Umuyorum bıraktığım gibisindir. Benden sonra yaptıklarından bahsetti biraz. Önüne geçemiyordum. “Kalk git masamdan istemiyorum seninle konuşmak!” diyemiyordum. Muhtemelen istiyordum bunu. Çok özlemiştim sesini duymayı. Kendimi kandırmaktan bir an için vazgeçip istediğim şeyi yapmaya yöneldim sonuçlarını düşünmeden. —Unutamadım seni. Hala geceleri seni görüyorum rüyalarımda. 22 |U ç N . k t a
—Bense
hiç unutmak istemedim bu yüzden bir çabam olmadı bu
yönde. Pişmanlıklarından bahsetti bana. Yaptıklarının hata olduğunu gördüğünü, eskiye oranla büyük bir değişim yaşadığını söyledi. İnandım. İstanbul’a benden önce gelip buraya yerleşen Ali C. bu konuyu bilmeyi fazlasıyla hak ediyordu. Fakat söyleyecek cesaretim, savunacak yeterli kelimem yoktu şimdilik. Bu konu Selin K. ile aramda kalırsa bir süre için en azından daha iyi olacak diye düşünüyordum. Fazla uzun tutmamam gereken İstanbul tatili, önüne geçemeyeceğim şekilde uzuyordu ve ben bundan ziyadesiyle memnundum. Çünkü gözlerimin içine ayak izlerini bırakan, yağmura anlam yüklememi sağlayan Selin K. yanımdaydı ve ben üç yıl sonra tüm uğraşlarım sonucunda olamadığım kadar mutlu ve huzurluydum. Fakat bir yandan korkularım sürüyordu. Her an her şey olabilir şeklinde bir beklentim mevcuttu. Birlikte geziyorduk, eğleniyorduk. Düşman çatlatacak seviyede mutluyduk. Fakat bu mutluluk kötü bir şeyler doğuracak korkusunu bir türlü atamıyordum içimden. Nitekim cicim ayları diyebileceğimiz dönem çabuk bitmişti ve tartışmalar başlamıştı. Korkum, tartışmalarımız olmadı hiç. Muhteşem giden ilişki kendi içerisinde tartışmaları ve fikir ayrılıklarını da barındırır şeklinde düşünüyordum. Kadıköy’ün barlar sokağında eski bir tanıdığa rastlamam sonucu sabaha kadar birlikte geçirip bira içtiğimiz bir günün sabahında, Selin K. Moda sahilinde olduğumu ve onu görmek istediğimi belirttiğim bir mesaj almıştı tarafımdan. Geç de olsa yanıma gelmişti. Ellerini tutmuştum hiç bırakmayacak gibi. Gözlerinin içine bakmıştım; —Seni çok seviyorum. Çok kıskanıyorum. Gözüne benim ki dışında bir göz değsin istemiyorum. —Ben... Bende seni seviyorum. Eksik bir şeyler olduğu hissediyordum ama göz ardı etmiştim bunu. Bunları söyledikten tam iki saat onbir dakika sonra telefonuma gelen bir mesaj hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını göstermişti bana: 23 |U ç N . k t a
Sana yalan söylemek istemiyorum. Başka birisi var. Bugün bir seçim yapmam gerekiyordu. Umarım mutlu olursun. Beklediğim bir şey olmasına rağmen neden bu kadar dağılmıştım, bilmiyorum. Kendimi bir anda evden dışarıya atmıştım. Kimsenin beni bu halde görmesini istemiyordum. Ağlıyordum. Ağlamak denemezdi aslında buna. İçimdekiler dışarıya dökülüyordu parça parça. Dramatik bir sahnede seyircinin içindeki yoğun üzüntü duygusu binlerce kez enjekte edilmiş gibiydi vücuduma. Ayakta duracak gücü nereden bulduğumu merak eder hale getirmişti beni bu durum. Etraf hiçbir zaman toz pembe olmamıştı benim için. Fakat bu kadar karanlık olduğu bir zamanda olmamıştı hiç. Dar koridorlardan geçiyordum. Her koridor daha dar ve karanlık bir odaya çıkıyordu. Kurtulamıyordum bundan. Paragraflarca yazmak sadece var olan yaranın üstünü eşelemek olacaktı. Küllerinden doğan anka beni görse o küllerin içine gömer ve bir daha dışarıya çıkmamam için elinden geleni yapardı. Kötüydüm. Ali aramıştı: —Neredesin paşam? —Mahalledeyim abi. Başka birisi var dedi. Sen kitapları getirirsin hâllederiz olur mu? —Kitapları boş ver şimdi. Geliyorum. Ali C. geldiğinde hâlimi görünce, sanıyorum, kendini pek de iyi hissetmemişti. Her şeyi ondan gizlememe rağmen bana yaklaşımı beklediğimin çok üstündeydi ve bu durumdan anlıyordum ki tahmin ettiğimden çok daha kötü görünüyorum. Evet, bir seri katildi ve ceset görmeye fazlasıyla alışkındı. Ama bu şekilde can çekişen bir insan görmenin alışkanlık yaratacağını zannetmiyordum. İnsanların içinde görünmez bir adam olmuştum adeta. Yoldan geçenlerin omzuma çarpışları değildi beni görünmez yapan. Baktıkları hâlde et parçasından başka hiçbir şey görememeleriydi beni bu hâle getiren. Hayatımın geri kalanını bu şekilde sürdüreceğime bir şekilde inandırmıştım kendimi artık. Her zaman her koşulda yanımda olmayı sürdüren Ali C. yine beni yanıltmamıştı. 24 |U ç N . k t a
-En başında da sevmemiştim. Şimdi de sevmiyorum bu kızı. -Bense tam tersine tüm yaşattıklarına rağmen... Gözlerimin açılmaya ihtiyacı vardı. Saatlerce ağladım. İçimde O’na dair ne varsa içimi parçalayarak dışarıya çıkıyordu ve ben buna engel olmuyor, olamıyordum. Tek bir şey söylüyordum kendime: “Eğer bir yaratıcı varsa cezalandırma sisteminin en büyük cezasına razıyım. Sadece tek bir soruma cevap verecek. Neden? “ Olayın üstüne iki gün geçtikten sonra Selin K. görüşmek istediğini belirttiği bir mesaj atmıştı bana. Günümüz teknolojisi, şartları daha kolay hale getirmiş de olsa, ben şartları zorlaştırmadan edemiyordum. Sesini duymadığım hâlde, reddedebileceğim hâlde bu buluşmayı kabul etmem yüzleşme isteğimi bastıramadığım için olsa gerek. Sahilde bir kafede buluşmuştuk. Hayatımda en çok sevdiğim varlığın kâlbi başka birisi için atıyordu ve ben buna katlanmak zorundaydım. Kendince sebeplerini açıklamak, vicdanını rahatlatmak için gelmişti. Fakat ne söylerse söylesin vicdanını rahatlatamayacağının farkında değildi. Sadece geçiştirebilirdi. Önüne geçemezdi. Yanımdan iki kere kalkıp yeni erkek arkadaşıyla konuşmak sebebiyle uzaklaşmıştı. Bense hala bunun bir şaka olduğunu, birazdan gelip “şaka yaptım aslında öyle birisi yok,” demesini bekliyordum. Masadan kalkarken söylemek istediklerimi, söylemem gerekenleri söyleyememiştim. Aslında hiç konuşamamıştım boğazımda düğümlenen şey yüzünden. Beni yarı yolda bırakan sadece Selin K. değildi. Dinledim ve sadece kalkıp gittim oradan. Her şey bitmişti. Geçen seferki gibi biten bir şey yoktu diyemezdim bu defa. Benden çok fazla alıp götürmüştü. Ama biliyordum bir kere daha gelse bir kere daha inanacaktım. Otobüs biletimi alana kadar içmeye devam etmiştim. —İzmir’e bilet soracaktım. —Ne zamana beyefendi? —Bu akşam gayet uygun olur aslında siz de müsaitseniz? —Efendim? —Bu akşam… Bu akşam. 25 |U ç N . k t a
Biletimi almış otobüs saatimi beklerken telefonuma bir mesaj geldi. Hala bir şansımız varsa nerede olduğunu söyle. Selin K. fazlasıyla mücadeleciydi. Fakat mücadele verdiği konu biz değildik. Yeniden yenik düşüp yerimi söylemiştim. Otobüsü beklerken çay içiyordum. Gelmemesi için yakarıştaydım sürekli. Lütfen gelme. Gelirsen her şey daha kötü olacak. Gelmişti. Her şeyi düzeltebileceğimize, benim için her şeyi göze alabileceğine yeniden inandırmıştı beni. Kandırmasının asıl sebebi kurduğu cümleler değildi aslında. Sarılmıştı bana. Kelimeler birçok yalana gebe olabilirdi. Ama dünya üzerinde dürüstlüğüne güvendiğim tek şey sarılmaktı. Fazlasıyla salttı ve yalan olmasının imkânı yoktu. Cevap veremiyordum. Üç sigara peş peşe yaktım söylenenlerin hatırına. Masadan kalkarken alnından öptüm: —Seni hiç unutmayacağım ve her zaman çok seveceğim. Bunu bilerek yaşa. Son çabamla son gayretimle söylediğim bu cümle hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Ben otobüse binerken yüreğimi O’nun gözlerinin içinde bırakıyordum. Bir türlü mutlu sonla bitememesi benim hatam değildi.. Her şey daha yeni başlıyordu. Sadece ben bunun farkında değildim…
UFKUM Ç.
26 |U ç N . k t a
27 |U รง N . k t a