İbrahim kafesoğlu eski türk dini

Page 1


İBRAHİM KAFESOĞLU

ESKİ TÜRK DİNİ

Kültür Bakanlığı Yayınları : 3Ç7

BB^SB

Türk Kültürü Kaynak Eserleri Serisi : 12

ANKARA — 1980



Kapak ; Olcay OKAN

Kültür Bakanlığının 7.8.1980 tarih ve 831. 0—1366 sayılı emirleri ile ikinci defa olarak

30.000 adet basılmıştır.


MiMetleri millet yapan ve millet olarak yaşatan millî kültürlerin temel unsuriarmdan birisi millî terbi­ yedir. Milletimizin bugün yaşadığı buhranın temelinde, hiç şüphesiz millî kültür ve terbiyenin ihmâl edilmiş olması vakıası yatmaktadır. Nitekim büyük Atatürk bu hakikati zamanında gör­ müş ve gerekli tedbirlerin alınması hususunda, «Yeti­ şecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tah­ silin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istikbâline, kendi benliğine ve an' anât-ı milliyesine düşman olan anâsırla mücâdele et­ mek lüzumu öğretilmelidir. Beynelmilel vaziyet-i cihâ­ na göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği anâsır-ı ru­ hiye lie mücehhez olmayan fertlere ve bu mâhiyette fertlerden mürekkep cemiyetlere hayat ve istiklâl yok­ tur» îkazını yapmıştır. Atatürk'ün bu çok yerinde ikazının, onun ölümün­ den sonra, eğitim ve kültür hayatımızda maalesef dik­ katlerden kaçmış olmasının acı neticelerini bugün mil­ letçe çekiyoruz. Mîllî birlik ve beraberliği temin için, ortak kültür değerleriyle beslenerek yetişmenin lüzumunu, ataları­ mız çok iyi kavramışlar ve bunu binlerce yıl gelenek hâlinde devam ettirmişlerdir.


Eskiden, yediden yetmişe herkesin mutlaka bildi­ ği, okuduğu bâzı mühim eserler vardı: Kur'an-ı Kerim ve Hadis kitapları yanında, Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i, Derviş Yunus ilâhileri. İVÎevlâna Celâleddin-i Ru­ mî'nin Mesnevi'si, Battal Gazi Destanı, Dede Korkut Kitabı v.s. bunların başmda gelirdi. Atalarımız Türkİslâm ahlâk ve an'anesini bu eserler vâsıtasiyle yaşı­ yor, yaşatıyor v e kendilerinden sonra gelenlere intikal ettiriyorlardı. Bunun tabiî neticesi olarak, ayni değer­ lere inanarak yetişen millet fertlerini «millî şuur ve ülküler etrafında toplamak» için, ayrıca bir gayret sarfedilmesine ihtiyaç bile kalmıyordu. Nitekim bugün de, miHetimiz, her türlü ihmâle rağmen, millî kültür v e irfandan nasîbini almış olan geniş kitlemiz sayesinde ayakta durabilmektedir. İşte Kültür Bakanlığı olarak, biz başından beri me­ seleye bu gerçeklerin ışığı altında bakarak, Türk kül­ türünün ölmez eserlerini her yaştan Türk insanına ulaş­ tırmayı siâr edinmiş bulunuyoruz. Yayın faaliyetlerimizde, yeni yetişen nesillerde miHiyetçilik şuurunun uyandırılması v e geliştirilmesi ana hedefimizdir. Bilindiği üzere, Türk milletinin çağdaş millî kültür değerleri, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstik­ lâl Savaşı ve Atatürk Devri'nde en kuvvetli şekilde id­ râk edilmiş ve ifâdesini bulmuştur. Bu devirde yetiş miş olan şâir ve yazarlarımız, millî varlık ve benliği­ mizi, Atatürk'ü, onun milliyetçilik anlayışını, kurduğu Cumhuriyet'in mânâ ve ehemmiyetini doğrudan doğ-


rüya gönle ve ruha hitabedecek şekilde işleyen zengin bir edebiyat ve külliyât meydana getirmişlerdir. 100 Teme! Eser serisi, esas Ttibariyle bütün mil­ letimize malolmuş eski eserlerle bu son devirler eser lerinden meydana gelmektedir. Büyük milletimizin haklı rağbetine mazhar olmuş, başta 1000 Temel Eser serisi olmak üzere, Kültür Eser­ leri, Araş^Tma ve İnceıleme Eserleri, Türk Dünyasını Tanıtıcı Eserler,

Dünya Edebiyatından

Tercümeler,

Dünya Tiyatro Eserlerinden Tercümeler, Türk Tiyatro Eserleri, Dünya İlim Eserlerinden Tercümeler, Türk Halk Kültürü Eserleri, Halk Kitapları, Çocuk Kitapları, Türk Musikîsi Eserleri, Ziya Gökalp, Türk Kültürü Kay­ nak Eserleri serileri yanında. Eserler serilerinde, günün

Çağdaş Eserler, Sosyal

meselelerine ışık tutacak,

çözüm getirecek yayınlara ehemmiyet verilmektedir. Kültür ve san'at değerlerimizi, yurt içinde olduğu kadar, yurt dışında da tanıtan san'at yayınlarımız, San' at, Millî Kültür ve Dünya Edebiyatından Seçmeler der­ gilerimiz, târihî tablolarımız ve yurt dışındaki işçi ço­ cuklarımızın ihtiyaçlarını da gözönünde bulundurarak baskı sayısını yüksek tuttuğumuz kitaplarımızla zengin bir yayın faaliyetini gerçekleştirmek yolundayız. Çocuklarımızın İlkokul çağından îtibaren öz değer­ lerine bağlı vatan evlâtları olarak yetiştirilmeleri için çocuk kitaplarına ilâveten bir çocuk ansiklopedisi de kurmuş bulunuyoruz.


6 Bütün yayın faaliyetlerimizde, Türk gençliğine öz değerlerimizi sevdirmek, miilî duygularımızı kuvvet­ lendirmek, târihinden, övünülecek zengin kültüründen aldığı ilhamla içinde yaşadığı zamanı en iyi şekilde değerlendirip millî istikbâle güvenle bakmalarını sağ­ lamak ana hedefimizdir. Tevfik Kora İtan KÜLTÜR BAKANİ


GİRİŞ Din bir inançtır, fakat her inanç din değildir. İkisinin arasındaki fark kutsallık k a v r a m ı n d a beli­ rir. Dinî inançlarda varlıklar h a k k ı n d a kutsal olan ve olmayan (meselâ İslâmlıkta haram, helâl) diye ayırım yapılmıştır. Kutsal olanlara dokunmak, karşı gelmek yasaklanmıştır. Tazim etmek saygılı davran­ m a k suretiyle onları m e m n u n etmeğe çalışmak lâ­ zımdır. Din dışı s u ç l a n n türlü cezalan vardır. Dinî yasaklara riayet etmeyen ise günah işlemiş olur ki, cezası daha çok vicdan azabı çekmek ve çevre tara­ fından ayıplanmaktır. Kutsallık anlayışına dayanan bir inancın t a m î m a n sistemi hâlini alabilmesi için üç şart tesbit edil­ miştir : a — Itikad ( î m a n m esasları) b — Amel (tapınmalar, özel törenler vb.) c — Cemaat (îtikad ve amel'in bir kütle tarafın­ dan kabul ve icrası). Bu ş a r t l a n gerçekleştiren din sistemleri biri ip­ tidaî (veya halk dinleri), diğeri yüksek (veya semavî dinler) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır, İptidaî din­ lerle 3aiksek dinler arasında en m ü h i m fark «Tanrı»


telâkkisinde görülür. î s l â m h k , Hristiyanlık, Musevî­ lik gibi semavî dinlerde kaadir-i mutlak, yaratıcı, tek Tanrı imanın merkezî noktasıdır. Totemcilik ve­ ya çok tanrılı b ü t ü n diğer inançlar halk dinleri sa­ yılırlar'. Türkler târihleri boyunca dinî mîihiyette t ü r l ü inançlara bağlanmışlardır. B u n l a r m içinde «iptidaî» leri oîduğu gibi, yüksek (semavî) olanlar d a vardır. B u yazımızda Türklerin din târihi b a h i s k o n u s u edümiyecek, fakat doğrudan doğruya aslî T ü r k dininin ne olduğu açıklanmağa çalışılacaktır.

1 Toplu bilgi için bk. M. Taplamacıoğlu, M n S o s y o l o j U i (İlahiyat Fak. Y a y ı n ı ) , Ankara, 1961.


Eski Türklerde Totemcilik var m ı idi? Sosyolojide din k o n u s u n d a k i a r a ş t ı r m a l a r ı n cid­ diyet kazandığı yüzyılımızm b a ş l a n n d a ve ihtimal zEimanımızda bile, Avustralya kabileleri, Amerika yerlileri ve Melanezya toplulukları a r a s m d a görülen totemcilik, en iptidaî cemiyet tipi olarak k a b u l edi­ len «klan»m dinî k a d r o s u n u teşkil eder. Bıma göre, bir hayvan veya bir bitki bir cisim k l a n ' m atası d u r u m u n d a olup, kutsal sayılır ve adına «totem» de­ nir (kelime kuzey Amerika'da yaşayan b i r kızdderili kabilesi dilinden a i m m ı ş t ı r ) . B ü t ü n klan mensupları o totemden türedikleri keuıaatrndedirler. Totemin taştan veya t a h t a parçalarından sembolleri yapılır ki, b u n a «Şuringa» a d ı verilir. Kurt, tavşan vb.; her­ hangi bir bitki ve meselâ bir taş parçası; yağmur, deniz vb. totem olabilir. Onu a t a sayanlar kendileri­ ni birbirleri ile a k r a b a bilirler, toteme âit klan'ın a d m ı taşırlar, o toteme m a h s u s törenlere katılırlar; başka totem sahibi k l a n ' l a n n dinî törenlerine gire­ mezler. Bir klan'm üyeleri arasmda evlenme yasak­ tır, zira aynı toteme t a p t ı k l a n n d a n birbirlerine kar­ şı «mahrem»dirler ve aynı kutsallığı taşırlar. Halbu­ ki diğer totemler, kendilerince, kutsal olmadığı için başka klan mensupları ile evlenmeleri m ü m k ü n d ü r . Bir görüşe göre «exogamie» ( d ı ş a r d a n evlenme)nin sebebi b u d u r .


10

İBRAHİM KAFESOĞLU

Eski Türk örf ve gelenekleri arasında totemci­ liğin kısaca açıkladığımız özelliklerine uygun görü­ nen bazı inanış ve davranışlar dikkati çekmektedir : Türk ailesinde exogamie esastır. Türkler kurt'u ata tanımışlardır. Bu nokta Gök-Türklerin menşei bah­ sinde Çin k a y n a k l a n n d a kesinlikle belirtilmiştir^. Ayrıca geçen yüzyılın ikinci y a n s m d a Asya Türk zümrelerinden Altaylılar ve Yakutlarda tesbit edi­ len, b a b a ve anayı temsil eder mâhiyetteki sembol­ ler (put, idol) totemcilikteki ş u r i n g a ' l a n hatırlatır. B ü t ü n b u n l a r bir kısım araştırıcıyı Eski Türklerin bu klan dini ile ilgileri olabileceği düşüncesine gö­ t ü r m ü ş olmalıdır'. Gerçekten Orta Asya Türkleri arasında görülen ve bazıları keçeden, paçavradan, kayın ağacı kabu­ ğundan, bazıları da hayvan derilerinden yapılan bu put-fetişlere Altayh'lar tös ( t ö z ) ^ Yakutlar Tangara 2 Bk. L m IVIan-Tsai, Die c b i n e s i s c h e n Nachılctaten zur Gesclıichte der Ost- Türken (Tu-küe) I. Wiesbaden, 1958, s. 5 vd. 3 Meselâ, Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, 1923, İstanbul, s. 33 vdd. ( B ü t ü n dinlerin e s a s ı n ı t o t e m . cüiğe bağlayan E. Durkheim'in tesiri ile o l s a ge­ rek). Asya H u n l a n için: W. Eberhard, Çinin Şi­ m a l Komşuları, 1942 (TTK) Ankara, s. 118.; Gy. N^meth, A. h o n f o g l a l o m a g y a r s a g klalakulasa, 1930, Budapest, s. 68 (Belki eski bir totemciliğin zayıf i z l e r i . . . ) . 4 B u k e l i m e Türkçede «asd, kök, m e n ş e » m â n a s m a gelmektedir. (Bk. A. Caferoğlu, E s k i Uygur Türkçesi S ö z l ü p , i T D K ) , 1968, İstanbul, s. 250).


ESKİ TÜRK DİMİ

11

diyorlardı. Bunlar duvarlara asılır veya torbalarda saklanır, m ü h i m bir yolculuğa veya ava çıkarken üzerlerine saçı saçılır, ağızlarına yağ sürülürdü^ Asya Türklerindeki dinî inançlar h a k k ı n d a etnoğrafik a r a ş t ı r m a l a r yapmış olan Abdülkadir İnan bu konu ile ilgili olarak şu izahatı vermektedir : «Türk ırkına m e n s u p şamanistlerde çok yaygm olan töz'1er, tilek, kozan ( t a v ş a n ) , aba (ayı), b ü r k ü t (kar­ tal), tiyin (sincap), as ( k a k ı m ) ve bunlara benzer adlar taşıyan putlardır. Ayrıca büyük kamlar (şa­ m a n l a r ) , k a h r a m a n l a r , iyi ve kötü ruhlar n a m m a yapılan putlar da vardır... Bu m e ş h u r tözlerden, Televüt boyunun koyucusu olan Tilek tözüne şaman dualarında hitap edilir. Bu töz insan şeklindedir. Kozan töz ( b u n a Urtınhalar Ak-eren, Buretler Sayan-Ongon diyorlar) aslında Tuba-kaç boyuna mah­ sus olup boylar arasında evlenme neticesinde yayıl­ mıştır. Aba tös şamanistlerin en çok saydıkları put­ lardan biridir, ayı tasviridir. Şor avcıları Sanğır de­ nilen p u t u sayarlar, bu da insan şeklindedir, üzeri­ ne av hayvanlarının derilerinden parçalar asarlar. İnançlarına göre, kendisini m e m n u n eden avcılara bol av verir; d a n h r s a o r m a n l a r ı yakar, avcüarı has­ ta eder... Kuş gibi tasvir edilen ruhlar daha ziyade Yakutlarla komşuları Dolganlarda bulunur. Yakut­ larda en çok sayılan kuş, kartaldır. İlkbahar ve güz mevsimleri, kartalın temsil ettiği r u h u n iradesine 5 A. İnan, Tarihte ve B u g ü n Ş a m a n i z m , 1954 (TTK) Ankara, s. 42.


12

İBRAHİM KAFESOĞLU

bağlıdır. Kartal kanatlarını bir defa sallarsa buzlar erimeğe başlar, ikinci defa sallarsa ilkbahar gelir. K a r t a l k ü l t ü ile ilgili geleneklerden anlaşıldıgma gö­ re, eski zamanlarda b u k u ş güneş ve Gök-Tanrı'mn sembolü sayılmıştır... Kartal geleneği son zaman­ lara k a d a r Başkurtlar a r a s m d a da yaşamıştır. Kar­ tal ile ağaç k ü l t ü arasında m ü n a s e b e t vardır. Başk u r t l a r d a eski zamanda tanımadık b i r a d a m a rast­ landığı zaman, kuşunun ve ağacının ne olduğu sorulurmuş. Bu rivayetteki «1.2 kabile» ve «12 kuş» hikâyesi İ b n Fadlan'ın h a b e r verdiği «12 Tanrı» ve bazı kuşlara t a p a n Başkurtlan* hatırlatmaktadır^...». B u r a d a bahis konusu edilen 10, yüzyıl Başkurtl a n n d a olduğu gibi, tarihî Türk topluluklarına âit bazı kayıtlarda da yukarıdaki inançları andıran be­ lirtilere tesadüf edilmektedir. Meşhur tarihçi Reşîd' üd-din (ölm. 1318) Câmi'üt-tevârih'inde 24 oğuz bo­ yunu .sıralarken, her 4 boy için bir kuşu «ongon» 6 M. 921-922 yıllarında Bağdat'dan î t ü ( V o l g a ) Bul­ garları ü l k e s i n e giden t b n Fadlan'a göre «Başkurt­ lar arasında 12 ilâh'a inananlar vardır. B u ilâhlar ş u n l a r d ı r : Kış-yaz, yağmur, riizgâr, ağaç, insan, hayvan, su, gece-gündüz, ö l ü m lıayat, yer, gök. Gök ilâhı b t m l a n n e n b ü y ü ğ ü kabul edilir» İ b n Fadlan S e y a h a t n a m e s i (Türkçe t e r e ) , İlahiyat Fakül­ tesi Dergisi, 1954, M I , s. 67. 7 A, İnan, Tarihte v e B u g ü n Ş a m a n i z m , s. 42-47. B u belirtUerin totemcilik devri h a t ı r a l a n n d a n olduğu bir çok etnograf tarafından ileri s ü r ü l m ü ş t ü r (Ayra eser s. 45).


ESKİ TÜRK DİNİ

13

olarak göstermiştir^ Bu suretle şaıhin, kartal, tav­ şancıl, sungur, üçkuş ve çakır kuşları oğuzların «totem »leri arasında görünmektedir". Çin kaynakları Gök-Türklerin T a n n ' l a n n ı keçe­ den keserek içyağı ile yağladıklarını ve t o r b a l a r için­ de sakladıklarım veya s ı n k üzerine diktiklerini, onun için yılın 4 «çağında» kurban, kestiklerini habeı- ve­ riyorlar'". B i r H u n prensine âit b i r altın heykel ( p u t ) b u l u n m u ş t u " . Rivayete göre, Asya H u n h ü k ü m d a r ı Mo-tun'un soyu «ejder» idi ve daha çok erken de­ virlerde ejder etrafında b i r kült teşekkül etmiş ol­ ması muhtemeldi". B ü t ü n bunları eski Türklerde gerçekten, hakikî bir totemcilik dininin varlığına delil saymak müm­ kün m ü d ü r ? Yukarıdan beri sıraladığımız vesikala­ rın, totemciliğin mevcudiyetini telkine elverişli dur u m l a n n a rağmen, bu n o k t a fazla inandırıcı görün­ memektedir. Çünkü totem dini yalnız b i r hayvanın ata tanınmasından, o n a âit bazı tasvirler yapılmasm8 «Ongon» sözü, Türklerin tös'üne karşılık olaraK Moğolların kullandığı, Moğolca bir tâbirdir (A. İnan, aynı eser, s. 44). Fakat diğer bir fikre göre, tâbir Türkçe o n g (sağ, uğur) mânasiyle, totem'ı ifade etmiştir. (Gy. N e m e t h , ayın eser, s. 68 v d . ) . 9 Bk. F. Sümer, Oğuzlar ( T ü r k m e n l e r ) . 1967, Anka­ ra, s. 208'e eklenen liste. 10 W, Eberhard, Çinin Şimal Komşuları, s. ft7. 11 A. İnan, a y m e s e r , s. 2. A y n c a bk. D e Groot. D l c H u n n e n d e r vorchristlichen Zeît I. Berlin - Leipzig, 1921, s. 120. 12 Vıl. Eberhard, aynı eser, s. 77.


U

İBRAHİM KAFESOĞLU

dan ibaret değildir. Totemci topluluğun bu dinî an­ layışa paralel olarak teessüs etmiş olan aile kurulu­ şu, aile h u k u k u , ekonomi vb. b a k ı m l a r m d a n başka cepheleri de v a r d ı r " ki, ancak b u n l a r m hepsinin b i r arada meydana çıkması hâli, eski Türk dinî inancı­ nın totemcilik olduğunu kabule bizi sevk edebilir. Totemci ailede a n a h u k u k u câridir. Türk ailesi i s e «pederî» k a r a k t e r taşımıştır. Klan'da akrabalık totem bağı üzerine d a y a n m a k t a iken, Türklerde kan akrabalığı temel teşkil eder. Klan'da mülkiyet ortak­ lığı j T İ r ü r l ü k t e olduğu hâlde, Türk ailesinde ferdî mülkiyet büsTİk rol oynar**. Totemli klanda ekonomi «parîîzit» vasıf taşır, yâni devşirmeye ve avcılığa da­ yanır. Halbuki Türk ekonomisi daha ziyade hayvan yetiştirme ve t a r ı m üzerine k u r u l u d u r . Totemciliğin özelliklerinden biri de h e r k l a n m b i r toteme sahip olmasıdır, yâni totemsiz «klan» mevcut değildir. Türklerde ise «ata» kabul edilen ha5rvan sayısı tek­ tir: Kurt. Eski çağlarda T ü r k âiIe ve soylarının ayrı ayrı t o t e m - a t a l a n m n b u l u n d u ğ u n a dair b i r ize tesa­ düf edilmemiştir. Kurt efsanesinin Türklerde b i r um.umîlik göstermesinin, kurt'un totem olmasından ziyade, bozkırların korkulu b i r hayvanı olarak, bil­ hassa hayvan sürüleri için büjöik tehlike teşkil et­ mesi dolayısıyla, ona karşı duyulan korku i l e karışık bir saygı hissinden ileri geldiği anlaşılıyor. Diğer ta13 Tafsilen bk. Z.F. Fındıkoğlu, Türk Aile Sosyolojisi, H u k u k Fak. Dergisi, 1946, s. 254 vdd.; M. Tapla­ macıoğlu, aynı eser, s. 63-69. 14 B u hususlarda bk, î . Kafesoglu, Türk Millî Kültü­ rü, 1977, indeks.


ESKİ TÜRK DİNİ

15

raftan, k u r t efsanesinin Türk kütleleri için toplayıcı vasfa sahip oluşu, klan'ları Ijirbirinden ayıran, bir­ biri ile karşı karşıya bırakan totem'in fonksiyonuna aykırı düşmektedir'^ Totemci klan'da herkes aynı ad­ la -totemin adı ile- anıldığı hâlde, Türkler çok kere kurt'un asıl ismini bile söylemezler. Türkçede kurt' un gerçek adı «böri»dir. Türkler b u n u n yerine, kü­ çük bir haşere olan «kurt»u kullanmışlardır. Bu da herhalde «böri»ye karşı duyulan saygı-korku hissin­ den ileri gelmektedir. Tekrar edelim ki, b u d u r u m adı anılmayan hayvana «dinî» bir mahiyet izafe et­ mek demek değildir. Türklerde k u r t pek aziz, saygı değer bir mahluk sayılmış ise de, kendine tapılmamıştır. Tabgaçlardaki (M. 3-6. yüzyıllar) kurtla alâ­ kalı mağara kültü Gök-Türklerde «atanın yaşadığı yer»in ziyaret edilmesi ve orada törenler yapılması'^ kurt'un vücudu ile değil, fakat mazinin karanlıkları­ na karışmış felâketli günlerin, k u r t ' a saygı duygusu 15 Geçe» yüzyılın sonlarına doğru tesbit edildiğine göre Kazak-Kırgızlarda, Kızıl-Kurt, Ak-böri, Tanaboğa vb., Türkm eni erde Teke, Öküz, Özbeklerde Kulan (Yabani a t ) ; Uygurlarda Boğa-sığu- vb. gibi topluluk a d l a n yaşıyordu. Bunlarda kuvvetli bir Moğol tesiri aramak yerinde o l m a k l a beraber, Türk târihinin m a z i s i n e doğru gittikçe azalmakta olan bu tür isimler, Gy, N e m e t h ' e göre, totem cilikle ilgili değildir, zira eski Türk ad v e r m e usu­ lünde totemci hatıralara h e m e n hiç rastlanma, maktadır. (Gy. N e m e t h , A. h o n f o g l a l o . . . , s. 70 vd). 16 Bk. W. Eberhard, Çinin Şimal K o m ş u l a n , s. 8Q86 vd.


16

İBRAHİM KAFESOĞLU

ile örülmüş hatıraları ile ilgilidir". Nihayet, yalmz totemde değil, toteme bağlı b ü t ü n insanlarda, b ü t ü n varlıklarda bulrmduğuna inanılan ve dokunduğu herşeyi kutsallaştıncı «mana» adlı (kelime Melanezya dilinden a h n m ı ş t ı r ) gizli bir kuvvet tasavvurunu ih­ tiva eden totemcilikte", r u h u n ölmezliği, atalar ruh­ ları, o bir dünya düşünceleri olmadığı hâlde, eski Türklerde, bir «mana» telâkkisi hiç yer almadığı gi­ bi, aşağıda göreceğimiz üzere, kâinat ruhlar dünyası olarak t a n ı n m a k t a , ata ruhları için adaklar sunul­ makta, k u r b a n l a r kesilmektedir. Tös denilen put'lar da t o t e m «Şuringa»Ian değil, daha ziyade ata ruhla­ rının timsalleridir". İlâve edelim ki, herhangi bir toplulukta bazı jıayvanlara «saygı» duyulması, o topluluğun totemci «klan» dan ibaret olduğuna delil sayılinamaktadır. 17 Benzer gelenekler eski Roma'da da vardı. Bilin­ diği gibi Roma'nm kuruluşımda rol oynayan dişi kurt'un mağarası ö n ü n d e h e r yıl törenler yapılır­ dı (Lupercale şenlikleri). 18 Türklerde totemciliğin varlığını d ü ş ü n e n Ziya Gö­ kalp b u «mana» ile Türk «kut» kavramını birbiri­ ne karışmıştır. Bk. Türk Medeniyeti Târihî, s. 33). Eski Türklerde «kut» kavramı için bk. î . Ka­ fesoglu, K u t a d g u Bilig ve K ü l t ü r Tarihimizdeki yeri, Târih E n s t i t ü s ü Dergisi, sayı 1 (1970) s. 20-27. 19 B u n o k t a A. î n a n tarafından da belirtilmiştir (Tâ­ rihte v e B u g ü n Ş a m a n i z m , s. 42 v d ) . Yukarıda ba­ his k o n u s u edilen altın put, H u n l a n n dinî ile Ugiîi olmayıp, Çin sarayından getirilmişti (K. Shiratori, On t h e Territory.. T o y o B u n k o , 1930 ş. 61). H u n hükümdai- soyımun da «ejder»le bir alâkası y o k t u (De Groot, ayn. eser. s. 59, 103).


ESKİ TÜRK DİNİ

17

Nitekim Zerdüşt dininde inek ve köpek kutsaldır. Bazı Hindu dinlerinde hayvan öldürmek yasaktır. Eski Mısır dini ha5^ana t a p m a şeklinde idi: meşhur Apis öküzü herkesçe m a l û m d u r . Mısır'da timsah ve kartal'a da tapılırdı. Aşağı Mısırda köpek aynı du­ r u m d a idi. Bu «tanrı» hayvanları öldürmek, idamı gerektirirdi. Eski Yunan inancına göre «yer-altı» nı üç başlı bir köpek (Kerberos) beklerdi^". Fakat Başkırtlarda, Oğuzlarda görülen, bilhassa avcı kuşlarla ilgili «ongun» meselesi nasıl açıklana­ caktır? Türklerde totemci dinin varlığını kabul güçlüğü karşısında, gerçek bir totemciliğin izleri sayılabile­ cek olan bu hususu herhalde komşu kavimlerin te­ sirinde a r a m a k icap edecektir. Başkırtlardaki durum­ da «Ural»lı toplulukların tesirleri düşünülebilir. Altaylıların en batısında o t u r a n ve y u r t l a n Urallı (Fin-ugor) kavimlerinkine en yakın bulunan Başkırtların, özellikle, aslî kısmını Fin-ugor kütlelerinin meydana getirdiği Macarlarla, h a t t â ihtimal etnik yönden, sıkı alâkası mevcuttur. Bu itibarla Başkırtların menşe bakımından Altaylı ( T ü r k ) mı veya Ural­ lı mı oldukları henüz açıklığa kavuşmamıştır^'. 20 Bk. A S c h i m m e l . Dinler Tarihine giri.ş, 1958, An­ kara, s. 50 vd.; E. Peterich, Küçük Yunan Mitologyası (Türk. tere.) 1959, Ankara, s. 55. 21 Şimdilik bk. Gy. N e m e t h , A h o n f o g l a l o . . . , s. 299315; V. Minorsky, Hudûd'ül-Âlem, 1937, s. 318 vd.


18

İBRAHİM KAFESOĞLU

Oğuzlara gelince, bunlardaki totemcilik izlerinin Moğollarla ilgili bulunduğu daha sarih görünmekte­ dir. Moğollar hakkındaki araştırmaları ile t a m n m ı ş B.Y. Vladimirtsov'un: «Eski MoğoUarda totemizme ve t a b u y a dâir m a l û m a t yok gibidir. Bununla bera­ ber Gizli Tarih'e göre Cengiz'in m e n s u p olduğu ka­ bilenin kökü börte-çino (Bozkurt) ve Goai Maral (güzel Maral) idi. Fakat bu m a l û m a t eski Moğol­ ların totemleri hakkında söz söylemek için kâfi de­ ğildir»" demesine rağmen, Moğollarda totemciliğin mevcudiyeti h u s u s u n d a kanaat uyandıran b a ş k a de­ liller de vardır. Moğol aile tipinin ana h u k u k u n d a ol­ ması, aslında bir orman kavmi olan bu topluluğun iktisadiyatı esasının parazit ekonomiye dayanması ve mülkiyette ortaklık b u fikri desteklediği gibi, «on­ gon» ( t o t e m ) telâkkisi^ de b u n u gösterir. Bizzat Vladimirtsov, Moğol devri tarihçisi Reşîd'üd-din'den naklen, Cengiz Han'ın, Ba'arin kabilesinden bir şahsı (tıpkı at ve digeı hayvanların ongon olarak başı boş bırakılm.ası gibi) ongon diye âzat ettiğini, hiç kimse­ nin ona dokunamadığını kaydetmektediı-**. B u r a d a kullanılan «ongon» tâbiri meselenin çözülmesi bakı­ mından m ü h i m d i r . Kelime, yukarıda da zikredildiği üzere, ihtimal Türkçe ong (sağ, doğru, u ğ u r ) kökün22 B.Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teşkilât?, (Türk. t e r e , TTK) 1944, Ankara, s. 84. 23 Gy. N e m e t h , A h o n f o g l a l o . . . , s. 68 vd. 24 B.Y, Vladimirtsov, aynı eser, s. 80 vd.


ESKİ TÜRK DİNİ

19

den" türemiştir. Fakat «totem» m â n a s m ı ifade eden terim olarak yalnız Moğolcada yaşamış olup, Türk dillerinde mevcut değildir. Bu tâbire ne Gök-Türk metinlerinde, ne Uygurcada, ne de DLT'de rastlan­ m a m a k t a d ı r " . Oğuz b o y l a r m a «ongen» olarak göste­ rilen «kuş» 1ar da DLT'deki Oğuz b o y l a n listesinde yer almamış, yalnız boy a d l a n ile damgaları kayde­ dilmiştir". Oğuzlara âit totem-kuşlar, ilk defa, Mo­ ğol devrinde 14. yüzyıl başlarında, Reşîd'üd^din'in Câmi'üt-tevarih'inde karşımıza çıkar. Osmanlı padi­ şahı II. Murad çağı müelliflerinden Yazıcı-zâde'nin Târih-i âl-i Selçuk'u ile, eserini 17. j'-üzjnim 2. yarı­ sında yazmış olan-Ebû'l -Gazi B a h â d u r Han'ın Sece re-i Terâkime'sinde b u «ongon»lar belirtilmiş ise de-bu iki eserin Câmi'üt-tevârih'ten faydalandığı bilin­ mektedir. Diğer taraftan koyu bir Müslüman olan î b n Fadlan da 10. yüzyıl Oğuzlarının ne «kutsal» kuş­ larından, ne de totemciliği hatırlatan herhangi bir âdetlerinden bahsetmemiştir^. Oğuz d e s t a n m d a da 25 Bk. DLT, (neşr. B. Atalay), I. s. 41-3.5; A.V. Gabain, Alttürkische Granunatik, Leipsig, 1950, Glossar. 26 Moğol Buryat'Iarda hâlâ kullanılmakta olan ongon tâbiri (A. î n a n , Ş a m a n i z m , s. 46), Türkçe değil, Moğolcadır (bk. G. Doerfer, Die t ü r k i s c h e und m o n g o l i s c h e e l e m e n t e i m N e u p e r s i s c h e n , Weisbaden, II, 1965, s. 390. 27 Bk. DLT. I, s. 55-58. 28 Bk. F Sümer, Oğuzlar, s. 268 deki liste v e ayrıca, Şecere-i Terâkime, tıpkı basım' ( T D K ) , 1937) s. 24b25b. 29 İbn Fadlan S e y a h a t n a m e s i , s. 62 vd.


20

İBRAHİM KAFESOĞLU

bu m â a a d a bir işarete rastlanmaz. Destaada zikredi­ len altm tavuk - gümüş tavuk, ak ko5Tin - k a r a koyun sözleri^, eski Türk ekonomisinde çobanlık ve çiftçi­ liği sembolize etmekte olup, kutsallık ve t a p ı n m a ile ilgili bulunduğuna dair herhangi b i r belirti yoktur. Bunların yanında -totemcilikle ilgilendirilmemek üzere- kartal inancmm m ü h i m yer t u t t u ğ u görülmek­ tedir. Altaylarda, M.ö. 3. bin s o n l a n olarak tarihl»nen K u r o t kurganı içinde b i r k a r t a l pençesi bulımmuştur". Yine Altaylarda M.ö. 4-3 yüzyıldan kalma Başadar kurganında bir k a r t a l işareti ele geçmiş, ay­ n c a Tuna Bulgarları k a b a r t m a l a r ı n d a (7.-8. yüzyıl­ lar) çift başlı k a r t a l tasvirine ve Peçeneklere âit (10. yüzyıl başları) altm kaplar üzerinde k a r t a l motifine rastlanmıştır''. 1958 yılında Orhun kitabeleri bölge­ sinde yapılan arkeolojik kazıda b u l u n m u ş olan Kül Tegin'in niermer b ü s t ü n d e serpuşun ö n tarafını kap­ layan, k a n a t l a n açık kartal tasviri dikkat çekicidir^. Kartalın Yakutlarda da «saygı dujrulan» kuşlardan olduğunu y u k a n d a görmüştük. Abakan ki5alannda o t u r a n Beltirlerde bir tören için k a r t a l ö l d ü r ü l ü r ki, b u kartal ruhlar tarafından gönderilmiştir. KazakKırgızlarda da benzer telâkkiler vardır'*. Herhalde 30 Oğuz Kağan Destanı, (neşr. W. Bang • R.R. Arat) İstanbul, 1935, str. 31-33. 31 B. Ögel, İ s l â m î y e t t e n Önce Türk-Kültür Târihi, ( T T K ) , 1962, s. 17. 32 B. Ögel, aynı eser, s. 38, 262, 280, 287. 33 L. Jisi, Kül-Tegin Anıtında Arkeoloji Ara^tırmalan. Belleten, sayı 107, 1963, s. 408, r e s i m II. 34 A. İnan, Şamanizm, s. 55, 82, 136, 142.


ESKİ TÜRK DİNİ

21

Türklerde çok eski bir kartal k ü l t ü n ü n mevcut ol­ duğu anlaşılıyor. Araştırıcılara göre, kartal güneş (daha ziyade Gök) t a m ı n ı n sembolü sayılmış olma­ lıdır''. Yuvasmı sarp vadilerde yalçm kayalar üzerine yapan ve çok yükseklerde uçabilen kartalın böyle te­ lâkki edilmesi kuvvetle ihtimal içindedir ve bu te­ lâkki eski T ü r k bozkır hayatında şüphesiz bir yeri olan avcılık dolayisiyle derece derece öteki bazı avcı kuşlara da t«şmil edilmiş olabiür.

35 M. Eliade, Le c h a m a n i s m e et les t e c h n i g u e s arc-

lıaigu«s de rextaM, Paris, 1951, s. 78 vd; A. tnaa, Ş a m a n j z m , s. 46.


II Eski Türkler Şaman mı idiler? Bozkırlar sahasındaki dinî i n a n ç l a n n samanlığa bağlanması âdet hâline gelmiş gibidir. B u n a göre, eski Türk dininin ana vasfını da samanlık teşkil eder. Bu k a n a a t geçen yüzyılın ikinci y a r ı s m d a n itibaren Orta Asya Türkleri (başlıca Altayhlar ve Yakutlar) arasında, özellikle W. Radloff, AV. Seraşevskiy ve V. Verbitski, A. Anohin vb. gibi Rus a r a ş t ı n c d a r m yaptıkları tesbitleı^ sonucunda hasıl olmuştur. Bu ş a m a n Türklerin kozmogonisine göre, esas itibariyle, t a n n l a n n en yükseği, insan-oğullarmın atası olan Tengere Kayra H a n (veya Bay Ülgen) «kişi»yi ve bvmun aracdığı ile de yeryüzünü, d a ğ l a n , vadileri yzuatmış, kişi'nin kendisi ile mücadeleye gi­ rişmesi üzerine, ona Erlik a d ı m vererek ışık diya­ rından yeraltına atmış ve yerden dokuz daUı b i r ağaç büyüterek, h e r dalında b i r cins insan yaratmıştı!^. Samanlık inancına göre, kâinat üst-üste k a t l a r d a n k u r u l u d u r . Katlar muayyen şeylerle birbirinden ay­ rılmıştır. B u n d a n dolayı ş a m a n «san'atım icra eder­ ken» b i r k a t t a n diğerine geçmek için b ü y ü k kuvvet sarfına m e c b u r kalmaktadır. Y u k a n d a 17 kat vardır ki, ışık âlemini teşkil eder. Aşağıda 7 veya 9 kat da 36 Tafsilen bk. W. Radloff, Sibirya'dan (Türk. tere.)

1956, II. 1, s. 5, vdd; A. i n a n , Şamanizm, s. 19 vd.


ESKİ TÜRK DİNİ

23

karanlıklar dünyasıdır. İnsanlar b u iki âlem arasmdaki yeryüzünde o t u r u r l a r . Koruyucu b ü t ü n iyi ruh­ lar, k a h r a m a n l a r ve tanrılar ışık dünyasmda, zararlı ruhlar ve kötiUük tanrıları karanlıklarda yaşarlar. Gök'ün en üst katında bir altm t a h t üzerinde oturan Bay Ülgen'in 9 kızı ve 9 oğlu vardır*^ v b . . . Fakat bu nakledilenleri Türklerin asıl inançları saymakta acele edilm'emeüdir. Çünkü önce, Radloff un da belirttiği gibi, b u hususlarda anlatılanlar o ka­ dar çeşitlidir ki, b u n l a r d a n gerçek inanışa yakın ola­ nını bile tesbit etmek son derecede güçtür. İkincisi, d ü n y a n m ve insanın yaratılışı ile ilgili bu rivayetle­ rin hemeîı hiçbirisi orijinal, yâni şaman Türklerin kendi düşüncelerinin mahsulü değildir. Bunlar, çe­ şitli dinlerden gelen tesirlerin birbirleri ile karma­ karışık şekilde örülmesinden meydana gelmiş bir ta­ savvurlar k a o s u n d a n ibarettir. Rivayetlerde geçen özel isimler (birkaçı m ü s t e s n a ) , meselâ, kuday, kurbustan, k ö r m ö s , maytere, mangdaşire, m a t m a n vb... yabancıdırlar, Âdem-Havvâ ve yasak meyve hikâye­ sini andıran motiflerle bazı terimler (meselâ, t a m u : cehennem) de böyledir. Bunlara «kıyamet» ve «Tu­ fan» rivayetlerini de ilâve etmek lâzımdır^'. Mütehassıslannca belirtildiği üzere, b u Orta Asya riva­ yetleri, Hind, Iran, Yunan, Yahudi efsaneleri ile 37 Bk. not, 36. Türklerin h a k k m d a Mısırlı Türk E b u b e k i r (Ölm. 1331)'in aynı eser, s. 21. 38 B u yabancı rivayet ve aynı eser, s. 22, 25.

«ilk babası»nm yaratıbşı asıllı tarihçi Aybeg oğlu rivayeti için bk. A. İnan, isimler için bk. A. İnan,


24

İBRAHİM KAFESOĞLU

-belki eski Türk telâkki ve menkıbelerinden bazı kı­ rıntıların da katıldığı- ve Moğol devrinde peydahla­ n a n b i r t a k ı m hikâyelerin k a n ş m a s ı n d a n doğmuş ol­ dukları için", b u n l a r d a n Altaylı ve Yakut şamanlığmdaki hakikî tasavvuru, yâni şaman Türk'ün kendi «dinî» düşüncesini bulup çıkarmak hemen hemen im­ kânsız görünmektedir. Bu b a k ı m d a n en ciddî teşebbüse, dünya saman­ lığının kudretli araştırıcılarından biri olan M. Eliade'nin eserinde rastlamaktayız*. Büyük eserinde Orta -ve kuzey Asya toplulukları sihri- dinî hayatının da­ ha ziyade «şaman» etrafında merkezîleştiğini kayde­ den müellif, ancak b u n u n b ü t ü n dinî feıaliyetler icra­ cısının ş a m a n olduğu mânasına gelmediğini, birçok yerlerde tanrılara k u r b a n sunucuların şaman olma­ dığını, h a t t â aile reislerinin bile bu işi yapabildikle­ rini, ayrıca, sihrî-dinî hayat samanlıktan ibaret bulunmadığındam, her sihirbazın «şaman» sayılmadığı­ nı ve, samanlıkta hastalara şifa vericilik esas unsur­ lardan olmakla beraber, her şifa sunucu (medicinem a n ) n u n da şaman'lıkla vasıflandınlamayacağım be­ lirttikten sonra, samanlığı kısaca «vecd ve istiğrak (extase) tekniği» diye tarif eder. Bununla b e r a b e r dinler tarihinde ve din etnolojisinde görülen çeşitli «vecd» hallerinin hepsi de vecdin şamanik tekniğine dahil edilmiyor. Eliade'ye göre, şaman, herşeyden önce, kendi özel usulleri sayesinde ulaştığı «estase» 39 Krş. A. î n a n , aynı eser, s. 13, 21, 25. 40 Mircea Eliade, Le c h a m a n i s m e et les techniques arclılques de r e x t a s e , Paris ( P a y o t ) , 1951.


ESKİ TÜRK DİNİ

25

hâli içinde r u h u n u n , göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak üzere, bedeninden ay­ rıldığım hisseden bir aşkın (transe) ustasıdır. Bu esnada bir âlet d u r u m u n a düşmekten uzak, ve tersi­ ne olarak, kendisi r u h l a n h ü k m ü altına alarak, ölü­ lerle, tabiat r u h l a n (cinler, periler) ile ve şeytanlar­ la bağlantı k u r m a ğ a muvaffak olur. Ateş üzerinde hâkimiyet kurması, hastalanan ( r u h u ç a l m a n ) kim selere şifa vermesi, ölülerin arzularmı yerine getire­ rek zararlarmı önlemesi, dertli i n s a n l a n n şikâyet ve dileklerini arzetmek üzere, gökteki ve yeraltındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilmesi böy­ lece m ü m k ü n olmaktadır. Bu özellikleri ü e topluluk üzerinde korku ve saygı uyandıran ve «dinî» otorite k u r a n şaman, vasfını ve kaderini bildiği insan ru­ hunun mütehassısı olarak, topluluk maneviyatının düzenleyicisi d u r u m u n d a d ı r . Fakat fonksiyonu umu­ mî sihrî-dinî inançlardaki temsilcilerin ölçüsünde şü­ mullü değildir. Ruhun vasıtasız olarak m ü d a h a l e et­ mediği, h a s t a h k ( r u h u n kaybolması) veya ölüm veya bir talihsizlik bahis k o n u s u olmadığı, yahut bir kur­ ban s u n m a töreninde herhangi bir «extase» tekniği­ nin (gök'e veya yeraltına seyahat) yer almadığı hâl­ lerde şaman için yapılacak iş yoktur. Hayat şaman'ın müdahalesi olmaksızın devam eder*'. Halbuki Asya bozkırları ssıhasında ysışayan top­ lulukların türlü dinî inançları vardı. Meselâ GökTürkler ateş'in kutsallığma inamrlardı. 568 yılmda Bizans elçisi Zemarkhos, Orta Asya'da Batı Gök-Türk 41 Tafsilen bk. M. Eliade, İBdex.


26

İBRAHİM KAFESOĞLU

sınırına vardığı zaman, Türkler o n u ve arkadaşlarını ateş alevleri üzerinden atlatmak suretiyle, kötü ruh­ lardan temizlemişlerdi*^. Aynca ocağa tazim, bir kült hâlinde gelişen «ata»lara saygı; yeryüzündeki tabiat parçalarından herbirinin b i r «ruh»a sahip olduğu düşüncesinden dolayı dağ, tepe, kaya, vâdi, ırmak, su kaynağı, ağaç, o r m a n , demir, kılıç vb. ruhlarına inamş (Yer-su'lar); güneş, ay, yıldız," yıldınm, gök gürültüsü, şimşek gibi tabiat-üstü güçler tasavvuru bozkır Türklerinin inançları arasında idi. Ruhlar iyikötü (iyUik seven ve kötülük yapan) olmak üzere iki grupa ayrıldığı gibi, «Umay» adı verilen a y n bir «kutsal güç» vardı'". Orhun kitabelerinde Türklerin faydasına çalışan manevî kuvvetler olarak Yer-su'lar tâbiri oldukça sık geçer ki, b u da Gök-Türk çağında Türk topluluğunun 42 Menandros'taB naklen: A m a g y a r o k elödeiröl e s a hoDİoglalasrol, B u d a p e ş t , 1958, s. 44 v d . Gök-Türk­ lerin ateş'e tazim ettikleri: Th. S i m o k a t l e s ' d e u naklen (R. Grousset, L'Empire d e s s t e p p e s , 1941, Paris, s. 129). S o n zamanlarda Türklerdeki a t e ş ve o c a k kültü h a k k m d a bk: A. İnan, aynı eserler; s. 66-71. Ancak daha önceki devirlerde Türklerde bahis k o n u s u e d i l m e y i p ilk defa Gök-Türklerde ortaya çıkan a t e ş kültünün trani bir din olan Mazdeizm'in tesirinden d o ğ d u ğ u v e hattâ a y m çağ­ larda D o ğ u Gök-Türklerince bile bUinmediği ha­ tırlatılmaktadır. ( B k . R. Giraud, L'Empire des Turcs c â e s t e s , 1960, Paris, s. 101 v d . ) . 43 Aslen Türk olmayıp, sonradan Hind-Iran îtikad m d a n intikal e d e n ve a s h «Hümâ» olan U m a y için g e n i ş bilgi: A. İnan, aynı eser, s. 35.39.


ESKİ TÜRK DİMİ

27

«kutsal» (kitabelerde: iduq) saydığı yeryüzü avarı­ zını da ayrı birer «ruh» u n varlığını kabul ederek onların yardımcı, iyilik sever kuvvetler olduğuna inamldıgım ispat eder. Bunlar arasında en mühimleri: dağ, orman ve ağaç, ateş ve ocak kültleri idi'". Uygurlardaki «Kutlu Dağ» efsanesi*' ile Gök-Türklerde başkent bölgesi «Ötüken»in kutsal yer olduğu telâk­ kisi** b u n u n tipik örneklerini teşkil eder. Asya H u n l a n ilkbaharda (Mayıs ortalarında) Lung-ç'eng bölgesinde yer-su'lara k u r b a n sunarlardı. Tan-hu ( H u n h ü k ü m d a r ı ) gündüz güneşe, gece do­ lun aya tazim ederdi. Hunlar, Gök-Türkler, Uygur­ lar yapacakları işte b a s a n şansını ayın, yıldızlann hareketleri ile kontrol ederlerdi. Tabgaçlar da, Hun­ lar gibi, ilkbahar ve sonbaharda atalara k u r b a n ke­ derlerdi ve t a p m a k yeri olan bir «taş-ev» içinde sun­ dukları k u r b a n d a n sonra, civara kayın ağacı diker­ lerdi ki, bmılardan kutlu o r m a n meydana gehrdi*'. Gök-Türkler 5. ayın 2. yarısında Gök-Tann'ya ve ata­ lara, kurt-ata mağarasının ö n ü n d e tanrılara kurban­ lar takdim ederlerdi. Ölüm hâlinde yas törenleri ya­ pılırdı, m a t e m sırasmda saç-baş dağıtılır, yüz ve ku­ laklar bıçakla çizilerek kan akıtılırdı. Bundan sonra yemek vermek âdet hâlinde idi. Hunlarda, Gök-Türk44 Bk. A İnan, aynı eser, s. 48-71. 45 Çin kaynağı Yuan-Shi'den naklen, B. Ögel, SinoTurcia, 1964, Taipei, s. 11 vd; Daha bk. Cuveynî, T â r i h i Cihanguşa I. (GMS, 1912). s. 45. 46 Kül-Tegin Kitabesi, doğu, str. 23. 47 W, Eberbard, Çinin Ş i m a l Komşuları, s 80.


28

İBRAHİM KAFESOĞLU

lerde, Uygurlarda ve Oğuzlarda ölünün tertiplenen b u törenlere «Yoğ» denirdi*'.

hâtırasına

Türk h ü k ü m d a r l a r ı ve k a h r a m a n l a r ı öldükleri zaman kabirlerinin b a s m a , hayatta iken savaşıp öl­ dürdükleri t a n m m ı ş kimselerin sayısı kadar, insan biçiminde yontulmuş taş (balbal) dikilirdi*. Ayrıca, Orta Asya'dan Tuna kıyılarma k a d a r uzanan bozkır­ larda yaygm şekilde görüldüğü üzere, taşnene'ler (gö­ bek hizasmda tutulan sağ elde and kadehi taşıyan kaba taş heykeller) vardı^. Zikrettiğimiz bu inançlar, «semavî» dinler sis­ temlerine girmeden önceki hemen b ü t ü n Türk top­ luluklarında u m u m î d i r ve görüldüğü gibi, geçen yüz yılın sonlarına kadar, h a t t â zamanımızda bile, s t mavî veya «yüksek» dinlerin çerçevesi dışında kaV 48 Eberhard, Çinin Şimal K o m ş u l a n , s. 77, 87 vd; H.N. Orhun, Eski Türk Y a a t l a n I, 1935, s. 52, 70; Menadros'da «dokhia» ( y o ğ ) , bk. A. magyıırok elödeiröL. s. 50. Atilla için yapılan Y o ğ (Yordancs'dcn naklen: B. Szasz, A H u n o k tört^nete..., Budapcşd. 1943, ». 363 vd.; Altheim, Atilla e t les H u n s , Paris, 1952, s. 192 v d . ) ; F. S ü m e r , Oğuzlar, s. 404 vd. 49 Balbal d i k m e âdeti Türklerden Çin'e de geçmişti. T'ang imparatoru Tai-tsung'un m e z a n b a s m a diki-' len balballar için bk A.D. Graç, Tuva'da E s M Türk HeykeUeri ( t a m t m a ) , Türk Kültürü, sayı 47 (1966), s. Î.47. 50 BalbaUar, taşnene'ler ve Türk heykelleri h a k k m d a t o p l u bilgi: B. Ögel, t s l â m i y e t t » ı ö n c e T ü r k K ü ^ tür Tarihi, s. 131, 136, 146, 166, 169. 196, 201 vd, 263, 296, vd. vb.


ESKİ TÜRK DİNİ

79

/niş, başka büyük Türk ve dünya kültür cersyanlarının tesirinden uzak düşen kuzey-doğu Asya bölge­ sindeki Yakutlarla, Altay dağlarının kuytuluklarında oturan Türk zümreleri arasında varlıklarını muha­ faza etmiştir. Ancak bu dinî mahiyetteki inanışlar­ dan hiçbiri şamanizme dahil değildir. Yukarıda be­ lirtildiği gibi, bir inancın şamanik k a r a k t e r taşıması için, gayesi tanrılarla bağlantı k u r m a k olan ruhî «mîraç»m temel prensip teşkil etmesi ve yine saman­ lığa mahsus «extase» ın tatbik yeri bulması lâzımdır. Samanlıkta r u h u n uçuşu (göklere 5aikselmesi, yeraltlarma inmesi) ile '<extase», bir arada ve aynı za­ manda vâki olan bir faaliyet belirtisidir. Şaman, ev­ lerin etrafından ayrılmadıkları, öfkeli anlarında, ha­ yattaki akrabalarına zarar verebileceği sanılan ölü­ lerin ruhlarını uzaklaştırır, b a z ı l a n m yeraltı katlarıne kadar kovalar, kurbanları yüksek tanrılara sun­ m a k üzere kat,kat göklere çıkar. Gerek semada Bay Ülgen, gerek karanlıklar dünyasında Erlik gibi tan­ rılarla dostluk kurar, onliarı görür ve onlarla konu­ şur. Hastanın bedeninden çıkıp gitmiş olan ruhunu arar, bulur, getirir, yerine koyar (hastalığı iyi e d e r ) . Böylece, insanların ruhları ile de sıkı temas halinde­ dir. Şaman törenleri de, b u suretle, tanrılar ve ruh­ lar (esprits) la kendisi a r a s m d a bağlantı kurmağa kabiliyetli şamanın vecdi hareketlerinden ibarettir. Şamanlar, b u n u n için, h e r parçası üzerine takılan her m a d d e veya yapılan h e r tasvir veya şekil ayrı bir mâna îFade eden veya ayrı bir varlığın sembolü olan garip elbiseler, külahlar giyer, m a s k e takar, yine tür­ lü maddeler takılı ve tasvirlerle özel tarzda hazırlan-


30

İBRAHİM

KAFESOĞLU

mış davulunu veya defini çalar. Bu esnada kendin­ den geçinceye -yâni tanrılar ve ruhlarla temas sağlayıncaya- kadar zıplar, sıçrar, acaip sesler çıkarır, yal­ varır, söylenir, yerlerde s ü r ü n ü r , bazan da bayılır, düşer. Böylece maksadına ulaşmış olur^'. Şamanın, diğer insanlar üzerinde garip tesirler uyandıran bu davramşında, başarı temin eden bazı şartlara ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bu şartlar şaman olma konusunda kendini göstermektedir: Tesbit edil­ diğine göre, şaman olabilmenin y o l l a n n d a n biri, bir şaman ailesinden gelmek (veraset), öteki de şahsî kabiliyet sayesinde «hidayete ermek» dir. Bu ikin­ cisi doğrudan doğruya irade mahsulü, yahut toplu­ luk veya klan tarafından «seçilme» yoludur. Kendi iradeleri ile veya «seçilme» yolu olafi şaman olanlara umumiyetle az rastlanmaktadır. Bunlar, mesleğini atadan tevarüs eden veya tanrıların ve ruhların «da­ vet» i ile icra eden s a m a n l a r d a n daha zayıf sayılır ve fazla itibar görmezler. Daha m ü h i m olan ve çeşitli gruplara göre, verasetle geçtiği veya doğrudan doğ­ ruya tanrının, gök'ün bağışı kabul edilen birinci yol samanlığının o r t a k belirtisi, şamanın, etrafmdaki in­ sanlardan farklı bir ruh hâli göstermesi, yalnızlıktan hoşlanması, bedenî bir arıza ile malûl olması, sinir hastalığı arazı ortaya koyması, sar'a nöbetlerine tu­ tulması gibi hâllerdir. Herhangi bir şaman şu iki hu­ susu kesinlikle ivi bilmek d u r u m u n d a d ı r •. 51 Asya Türkleri ve diğer Asyalı kavimler arasında yaşayan samanlığın b u yönlerden tasvirleri için

bk. A. i n a n aynı eser, s. 72-119; Aynca, S. Buluç ÎA (1968) madde; Şaman, Samanlık.


ESKİ TÜRK DİNİ

31

a — Extase'ın gerektirdiği mânevî-ruhî tutarlılık, b — îlgili topluluğa m a h s u s gelenek ve teknik­ ler, yâni, t a n n l a r m , «esprit» (peri, cin) lerin adları, alışkanlıkları, neler yaptıkları, görünmez kuvvetlerin birbirleri ile münasebetleri ve gizli dil. Ş a m a n ' m tek­ nik ve gelenekler b a k ı m ı n d a n m u t l a k a yaşlı, tecrü­ beli bir şaman tarafından yetiştirilmesi icap eder. Kendini şaman olmağa hazırlayan kişi, rüyasın­ da veya bir hastalığı anında veya «extase» başlzmgıcında, bir ata ruhu, bir y a n - t a n n varlık, bir^ha5^van perisi ile karşılaşır ki, bu ilk temas ona, mesleğinde kesin rol oynayan r u h l a n görmesine, onlarla «mah­ remiyet» kul-masına sebep olur ve b u n u meslekdaşları olan ölü şaman ruhları t a m a m l a r . Kendini bü­ tün diğer ruhlarla temasa getiren, gökyüzüne yük­ selten veya yeraltına indiren ölü şaman r u h l a n saye­ sinde ş a m a n adayı, yalnız ölüler tarafından bilinme­ si m ü m k ü n gerçekleri öğrenmek iktidarına kavuşur. Ruhları görmek, onların mânevi «tabiat» l a n n a işti­ rak etmek m â n a s ı n a gelir. Bu suretle ruhlar ve tan­ rılar dünyası ile doğrudan doğruya ve «muşalıha.s» şekilde münasebete girişen ş a m a n b i r sürü «ruh»lara sahip olur ki, bunlîirdan bir kısmı ş a m a m korumak­ la, bir kısmı da «mahremiyet» içinde ona yardım et­ mekle vazifeli bulunurlar. Bu ruh (esprit) 1ar büyük çoğunlukla hayvan biçimindedirler. Bunlar Sibirya kavimlerinde ve Altaylılarda : Ayı. kurt, geyik tav şan ve çeşitli kuşlar, özellikle kartal, baykuş, karga suretinde görünebilirler; ayrıca, büyük böcek, ağaç, toprak, ateş hâlinde de tecellî edebilirler. Kendini


32

İBRAHİM KAFESOĞLU

diğer düayalara (gök'e, yeraltına) taşıyan ve OHa sır­ l a n ifşa eden ata ruhlarından başka,şaman, vecdî se­ yahati sırasında, başını koruyan «baş perisi», yeral­ tına inerken yanında bulunan «ayı perisi» ve üzerine binerek gökyüzüne çıktığı at ruhu t a r a f l a n n d a n hi­ maye edilir ve yardım görür, ihtiyaç anında şaman b ü t ü n yardımcı r u h l a n , hem de dünyanın her köşe­ sinden, davet edebilir, onlar da birbiri arkasından gelerek işe girişirler. Bu daveti şaman davulunu veya defini çalarak yapar. Törenin başlangıcında, yâni göklere veya yeraltına seyahat hazırlığında bu yar­ dımcıların rolü büyüktür. O n l a n n geldikleri ve yar­ dıma giriştikleri, şamanın o hayvanların seslerini, bağırış ve ötüşlerini aynen t a k h d e ve onlar gibi ha­ reket etmeğe başlaması ile anlaşılır. Meselâ, Tunguz şamanı, baş yardımcılarından biri yılan olduğu için, yerlerde sürünmeğe çalışır. Eskimo şamanı kurt gibi ulur. Japon şamanı ren geyiği olmağa gayret eder. Veya birçok yerlerde şamanlar kuşlar gibi ötmeğe, uçuşmağa girişirler. Şamanlar yüzlerine bazan mah­ rem ve yardımcı hayvanı tasvir eden maskeler tak­ mak suretiyle aynı sonuca ulaşırlar. Şaman, davet ettiği hayvanlarla konuşmak için, öğrendiği o n l a n n «gizli» dillerini kullanır. Bu daha ziyade, uluma, bö­ ğürme, meleme vb. şeklindedir. Başta kuşlar olmak üzere, hayvanların «gizli dillerini» bilen şaman dün­ yadaki b ü t ü n tabiat sırlarını tanıma imkânını bulur, çünkü tanrıların dış görünüşlerinden ibaret olan bu hayvanlar ona b ü t ü n gizlilikleri açıklarlar ki, bu da şamana gelecekten haber verme yetkisini kazandırır. Artık şaman için, her ruh, peri, cin ile, her cins tanrı


ESKİ TÜRK DİNİ

33

ile konuşmak, arzu ve istekleri onlara a k t a r m a k , ke­ silen k u r b a n l a r m r u h u n u t a k d i m etmek, ricada, şefaatta b u l u n m a k ve bu m a k s a t l a r l a k â i n a t m 3 koz­ mik bölgesinde (yei-yüzü, gök, yeraltı) serbestçe ve rahatça gezip dolaşmak, \'e ölüleri diriltmek dahil, her türlü sırra vakıf olmak imkânını engelleyen hiç­ bir şey kalmamıştır. Davulunu çalarak cinleri, perileri toplayan şa­ manın elindeki ip veya asâ b i r kozmik bölgeyi diğe­ rine bağlayan «yol» dur. Esasen aşağı-yukan h e r var­ lığı, her gözle görünen ve görünmeyen kuvveti emri altında t u t a n ş a m a n için mistik seyahatlerinde kul­ lanacağı birçok araçlar vardır: Kayın ağacı dalından yaptığı dokuz basamaklı, merdiven taklidi kertikli veya, k u r b a n edilmiş atın derisinin asıldığı sırık, ş a m a n m gezi sırasında yürüyeceği «yol»lardır. Gök­ kuşağı gökyüzü ile yeraltmı birbirine bağlayan köp­ r ü d ü r . «Dünya ağacı» da b u n l a r d a n bîridir. Şaman, elindeki merdiveni vasıtasıyla, yüksek dalları gök' ün 17. katındaki Bay Ülgen'in sarayına dokunan «dünya ağacı»nın tepesine çıkar. «Hayat ağacı» ise bunun başka şekli olup, kozmik bölgeleri birbirine bağlaı. Bazı yerlerde 7 katlı gösterilen ve k u t u p yıl­ dızı ile ilgili «kâinat dağı» ve d ü n y a m n merkezin­ den geçen «kâinat mihveri» veya «dünyanın direği» de aynı vazifeyi görmek suretiyle, ş a m a n tarafından kullanılır v b . . . Görülüyor ki, samanlık b i r dinden ziyade, temel prensibi ruhlara, cinlere, perilere e m i r ve k u m a n d a etmek, gelecekten h a b e r vermek düşüncesi olan bir


34

İBRAHİM KAFESOĞLU

sihirdir. Yalnız, E s k i - v e Orta çağlarda çok yaygın b u l u n a n m a l u m sihirden farkı, b u n u n ferdî ve şahsî olmasına karşılık, ŞEimanlıgm orta-ve kuzey Asya top­ luluklarında ve d ü n y a n m birçok yerlerinde az veya çok kalabalık «cemaat» lere sahip olmasıdır. Ger­ çekten, belirtelim ki, b u r a d a kısaca tanıtmağa çalış­ tığımız özellikleri ile samanlık, zannedildiği gibi, yalnız Asyalı Türk topluluklarına m a h s u s değildir. Başta M. Eliade olmak üzere, birçok araştırıcıların tesbit ettiklerine göre, hiç olmazsa b u tesbitlerin ya­ pıldığı son y a n m yüzyıl içinde Tunguzlarda, Moğollarda, Mançularda, Laponlarda, Eskimolarda, Vogul, Ostiyak ve Samoyetlerde, Kafkaslarda, Hindistan'da, Çin'de, İndonezya'da, Malezya'da, Melanezya'da, Polinezya'da, .4vusturalya'da, Büyük Okyanus'un öteki adalarında, Alaska'da. Groenland ve İzlanda'da, Ku­ zey Amerika'da, Güyan'da, Amazon bölgesinde ve Afrika'nııl birçok yerlerinde hayvan cinslerinin değiş­ mesi ruh, cin, peri, telâkkileri, törenlerin icrası ba­ kımlarından ufak-tefek ayrılıklar yanında- temel prensipler değişmemek şartıyla samanlık yaşamıştır. Tekrara hacet yoktur ki, gerçek samanlığın ta­ rihî Türk topluluklarında göınilen yer-su inançları ile bir ilgisi mevcut değildir. Ancak şaşırtıcı bir uygun­ luk göze ç a r p a r . Esasen samanlığın en dikkate değer bir özelliği de girdiği bölgelerdeki halkın maneviya­ tına, r u h dünyasına b ü r ü n m e kabiliyetidir. Şamanik «extase», r u h u n seyahati ve tanrılarla bağlantı kur­ ması konusunda^ eski Türk topluluğunun tabiatta


ESKİ TÜRK DİNİ

35

var kabul ©ttigi esrarlı kuvvetleri iyiden iyiye istis­ m a r etmiştir. Bu, özellikle, atalar k ü l t ü n ü n , kartal inancının, demirciliğin ve at k u r b a n m m şamanik vasıf kazanmasında görünür. Böylece samanlık eski T ü r k inanç sistemini yavaş yavaş işleyerek, b ü t ü n maneviyat âlemini belirli bir k a d r o içine almağa mu­ vaffak olarak kendini âdeta b i r «din» sağlamlığına ulaştırmıştır'^. Hemen belirtelim ki, dinî inançlara dış tesirler yalnız bizde görülen bir d u r u m değildir. Din tarih­ çilerine göre, b ü t ü n dinlerde böyle yeni unsurlarla birleşmeler, yenileşmeler o l m u ş t u r ve olmaktadır. Dünya tarihinde, belki en eski taş-devri'nden önceki zamanlar dahil, hiçbir yerde «aslî» ve «saf» bir di­ nin bulunamayacağım, hiçbir dinin tamamıyla «yeni» olmasının imkânsızlığım ve «tarüıin, dinî inançları ve telâkkileri, mitolojik y a r a t m a l a r ı değişikliklere uğratarak, usullere ve törenlere b a ş k a şekiller vere­ rek, onları zenginleştirerek veya fakirleştirerek akıp gittiğini» söyleyen araştırıcılar h e r dinin içinde sa­ manlık izlerinin bulunacağını, Orta-ve Kuzey Asya samanlığının da esasen «orijinal» k a r a k t e r taşıma­ dığını, oralardaki şamanın düşünce ve «extase» tek­ niğinin o bölgeler halkı tarafından ilk defa ortaya konan şeyler olmadığım, samanlığın o r t a - v e kuzey 52 S a m a n l ı k telâkkilerinden ç o ğ u Müslüman-Tiiırk toplulukları arasında z a m a n ı m ı z a kadar y a ş a m a ­ ğa d e v a m etmiştir (Bk. A. i n a n , M ü s l ü m a n Türk­ lerde Ş a m a n i z m Kalıntıları, i l a h i y a t Fak. Dergisi, IV, Ankara, 1952).


36

İBRAHİM KAFESOĞLU

Asya sahasının gerçek dini sayılamayacağını belirt­ mişlerdir''. O halde samanlık nerede doğmuş ve bizim ülke­ lere nasıl gelmiştir? Samanlığın menşei h a k k ı n d a başlıca iki teori yârdır. (Bazı samanlık törenlerinin «âşıkane» sah­ nelerinden dolayı, samanlığı, cinsî heyecanları tat­ min duygusuna bağlayan üçüncü b i r fikir, itibar gör­ memiştir.) Bu teorilerden ilki A. Ohimarks'a aittir. Ona göre samanlığın kökünde daha ziyade «arctique» bölgede kendini gösteren bir çeşit asabî hastalık yatmaktadır. Kuzey k u t b u n a yakın veya biraz daha güney bölgeler (subarıtique)deki şiddetli soğuklar, uzun geceler, tenhalık, inziva, vitamin eklikliği gibi hâller bölgede yaşayan insanların sinir sistemleri üzerinde bazı tesirler u y a n d ı r m a k t a ve onları özel bir asabî rahatsızlığın (hysterie arctique) pençesine düşürmektedir. Samanların sık sık sar'a nöbetine tutulmaları b u n d a n d ı r ; hakikî s a r a l ı d a n farkları da ' kendi iradeleri ile aşkın ( t r a n s e ) ı gerçekleştirebil­ meleridir. Şamanlığm b u açıklanmasını takviye eden daha bazı m ü ş a h e d e ve kayıtlar da vardır. Büyücü53 M. Eliade'den ö n c e de, samanlığın aslında Orta Asya menşeli olmayıp, s o n r a d a n Türkler arasında yayıldığını ileri sürenler d e vardı. Meselâ, W. Sclımidt, R a s s e n u n d völker., I I , Luzern, 1946 (bk. DTCF Dergisi, V, 3, 1947, s. 348). W. Eberbard d a daha o z a m a n A/V. Schmidt'in b u kanaatine katıl­ dığım söylemişti (göst., y r . ) .


ESKİ TÜRK DİNİ

37

lerin ve hastaları iyi eden sihirbazların çoğunlukla aynı rahatsızlığa t u t u l m u ş oldukları görülmüştür. B u n a göre samanlığın k u t u p bölgesinden güneye doğru yayılmış olması gerekir. Fakat umumiyetle s a m a n l a r d a tesbit edildiği söylenen ruhî, zihnî rahatsızlıklara d ü n y a n m h e r ye­ rinde r a s t l a n m a k t a d ı r . Üstelik belirtilmiştir ki, şa­ manlar, kendileri h a s t a o l m a k t a n ziyade «hastaları tedaviye kabiliyetli» kimselerdir. Kendi rahatsızlık­ larını bizzat tedavi eden şaman b a ş k a l a r m ı d a has-: talik ve huzursuzluktan k u r t a r ı r . Bu itibarla çoğun­ lukla t a m bir sıhhate sahiptirler. H a t t â topluluk için­ de zihin sağlamlığı b a k ı m ı n d a n en ileri durumda­ dırlar. Orta Asya kavimlerinden Buryatlarda şaman­ lar zengin şifahî destan edebiyatının k o r u y u c u l a n olmuşlardır. Yakut ş a m a n ı m n söz hazînesi 12 bin kelimeyi bulduğu halde, halkın konuştuğu kelime sayısı 4 bini geçmez. Kazak-Kırgız şaman ( b a k s ı ) l a n , şarkıcı, şâir, müzisyen, kâhin, hekim, ve halk gelenek ve menkıbelerinin yaşatıcılandırlar. B u n d a n dolayı, b a ş t a M. Eliade olmak üzere, ikinci teori taraftarlarınca, samanlığın menşeini gü­ neyde, sıcak bölgelerde a r a m a k lâzımdır. Gerçekten dünyanın çeşitli yerlerindeki şekil ve belirtileri ara­ sında yapılan a r a ş t ı r m a l a r b u görüşün doğruluğunu ortaya koymaktadır. Ş a m a n olmanm, y u k a n d a söylediğimiz, iki şartı Güney - Afrika, Güney-Sûdan, Malezya, S u m a t r a , Güyan, Amazon topluluklarında büyücü ve sihirbazın


38

İBRAHİM KAFESOĞLU

ş a r t l a n d ı r . Bazı Orta Asya topluluklarında «Ak şa­ man», «Kara şaman» ayırımındaki ikilikde İ r a n te­ sirini görmek m ü m k ü n d ü r . Yakutlardaki «hayvan ana», «semavî zevce» tasavvurlan, a n a h u k u k u n a dayalı aile telâkkisinin h a t ı r a l a r m d a n d ı r . Yine Ya­ kutlarda, a d m a ilkbaharda ve yazın şenlikler tertiplenen, bereket ve doğum tanrıçası Ayzıt d a öyle. Al­ taylı samanların e n ulu tanrı saydıkları Bay Ülgen'* in d u r u m u d a b u n u n l a karşılaştırılabilir. Çünkü 9 erkek, 9 kız evlâdı olduğuna inamlan b u tanrı d a h a ziyade bereket t a n n s ı olup ü r ü n ü n bolluğu ve iyi va­ sıflı olması ile ilgilenmektedir ki, toprağa bağlı gü­ ney kültürlerin tasavvurlarındandır. Ölülerin ruhları ile münasebetler Kuzey Amerika'da, Eskimolarda, Avusturalya'da, h a t t â eski K e k l e r d e görülür. Altaylılarda u y u ş t u r u c u m a d d e (özellikle genevir t o h u m u ) kullanmanın kaynağı eski İranlılardır. Üç kozmik bölge ile b u n l a r ı birbirine bağlayan «mihver» (dün­ yanın direği) telâkkisi eski Germenlerde, Hind'de, Mısır'da, eski Yunanistan'da, Bâbil'de mevcuttu. «Dünyanın merkezi», «kozmik dağ» açıkça Hind te­ siri; «dünya ağacı» Hind-Iran; ağaç-kuş terkibi, eski Germen; «hayat ağacı», «akıbet kitabı», «canlanan kemik», İran, Hind, İbranî, Mezopotamya; 7 ve 9 sayıları vb., güney tesirleridir. Ş a m a n ı n kutsal cübbesinin temsil ettiği hususlar Eskiçağ hükümdarla­ rının ve din adamlarının elbiselerinde görülür. Şa­ m a n aynası d a güney menşeli olduğu gibi, şamanın m e ş h u r davulu da.. Budizm yolu ile, Hindistan'dan gelmiştir. Samanlık, «sihirli uçuş»u ve diğer özel-


ESKÎ TÜRK DİNİ

39

İlkleri ile b ü t ü n eski Hind'de ve Hind-Avrupalılarda, eski Çin'de mevcut olmuştur**. Ş a m a n kelimesi de b u sihri i n a n c m menşeinin güney olduğunu göstermektedir. Ş a m a n terimi Tunguzcadan -Rusça yolu ile- Batı ilim d ü n y a s m a geç­ miş ise de, aslen Sanskritçenin kollanndzm bir dile bağlanmaktadır. B u n d a n 60 yı] k a d a r önce «şaman» kelimesi ile b u n u n Türkçe karşılığı kabul edilen «kam» sözünün, fonetik b a k ı m d a n , birbirinin aynı olduğu ileri sürülmüştü. Daha sonra bu iddianın ye­ tersizliği gösterilirken, Hind-Avrupa dillerinden Toharcada ( S a m a n e = Budist rahip) ve Sogdçada ( s m n = s a m a n ) kelimelerinin keşfedilmesi, teri­ min Hind menşei olduğu düşüncesini destekledi ve bu husus tarihî ve etnografik vesikalarla b ü s b ü t ü n kuvvet kazandı''. Şaman kelimesi Tunguzcaya yaban­ cı görünüyordu ve samanlığın güneyden kuzeye doğ­ ru yayılışında Budizm (lamaizm) tesiri sezilmekte idi. Budizm 4. yüzyûda Kore'ye, sonraları Uygurlar arasına, 13. yüzyılda Moğollara, 15. yüzyılda Amur nehri bölgesine nüfuz etmişti. Mançular a r a s m d a ise Budizm 9. yüzyılda görünmüş, fakat Ming sülâ­ lesi zamanında (14-17. yüzyıllar) yayılmıştı. «Ruh» adlarından bir kısmı Moğol ve Mançu dillerinden alınmış ise de, «ruh» l a n n ı n çoğunluğu Budist m e r şeli olan ve ş a m a n cübbesinin üzerindeki tasvirle. 54

55

Samanlığın menşei teorileri için bk. S. Buluç, ÎX mad. Samanlık. B u bahis ile samanlığın yayıldığı yerler, bozkırlar bölgesine tesirleri vb. için. M. Eliade ayn. eser, indeks. M. EKade, aynı eser, s. 430 vd.


40

İBRAHİM KAFESOĞLU

rin Budist raJıipleri kostümlerinin taklidi bulunan Tunguzlar nihayet, k o m ş u l a n olan Yakutlara tesir etmişlerdi. Şüphesiz «mîrâc» gibi bazı şamanik uns u r l a n ihtiva etmekle b e r a b e r Budizm^, samanlık demek değildir. Fzdcat b u güney kültürleri mahsulü­ n ü n Orta ve Kuzey Asya'ya nüfuzunda başlıca aracı rolünü oynamıştır. Gerçekten eski Türk topluluklarında samanlığa benzer b i r inancın varlığına ihtimal verdirecek hiç­ bir kayıt mevcut değildir. Altay Türkleri tarafından b u g ü n «şaman» m â n a s ı n d a kullanılan K a m sözü, Gy. Nemeth'in araştırmalarına göre, hiç olmazsa 5. yüz­ yıldan beri yaşamaktadır. Avrupa H u n l a n tarihinde Atakam ve E ş k a m adlarında iki «şef» den bahsedil­ miştir". B u r a d a k i «kam» hecesi «din adamı»nı an­ latan bir tâbir ise, bu, «şaman»ı değil, fakat eski T ü r k dininin temsilcisi mânasını ifade etmiş olma­ lıdır. Çünkü Hunların örf ve âdetleri h a k k ı n d a ol­ dukça geniş bilgi veren Lâtin (meselâ, A. Marcellinus, 4. yüzyıl s o n l a n ) ve Germen (meselâ, Jordanes, 6. 5rüzyıl o r t a l a n ) yazarların «Hunların dinî tören­ leri yoktur» diyecek yerde", garip ye ilgi uyandırıcı ş a m a n âyinleri ve şamanik telâkkilerden h a b e r ver­ meleri beklenirdi. H ü k ü m d a r ailesinin Budizmle ya­ kın ilgisine rağmen Tabgaçlarda (5. yüzyıl) saman­ lığı h a t ı r l a t a n bir şey yoktur. Uygurlarda (8-11. yüz56 Bk. W. Ruben, Buddhistlik ve Samanlık, 1939, An­ kara, s. 97-107. 57 Gy. N e i m e t h , AtUa ûs Hunjaî, 1940, Budapest, s. 224; Ayrıca B. Szasz, A H u n o k tört^ncte., s. 515. 58 Bk, Szasz, aynı eser, s. 515,


ESKİ TÜRK DÎNİ

41

yıl) bile bu hususta açık bir delile tesadüf edilmez. H a t t â Uygurlarda k a m sözü, «din adamı» değil, bü­ yücü, sihirbaz mânalarında kullanılmıştır''. Orhun kitabeleri dahil, şimdiye k a d a r ele geçen Gök-Türkçe yazılı metinlerde ne u m u m î olarak «din adamı» mâ­ nasında, ne de «şaman» mânasında k a m kelimesine rastlanmadığı gibi**", b ü t ü n b u vesikalarda saman­ lığı îma eden bir kayıt b u k m m a m ı ş t ı r . B u n d a n do­ layı, Gök-Türkler zamanında bile Türk dinî itikadlarım gelişi-güzel samanlık telâkki etmenin tehlike­ si üzerine dikkat çekilmiş idi'''.

59 A. Caferoglu, E s k i Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 163. 60 B u h u s u s vaktiyle W. Barthold'un da dikkatini ç e k m i ş t i (Bk. Orta Asya Türk Târihi H a k k m d a Dersler, 1927, İstanbul, s. 11). 61 R. Giraud, L'Empire des Turcs celestes., s. 110, 114. W. Barthold: «Bu akide iptidaî v e m e d e n î dinler arasındaki esas farkı ortaya koyar. Şamanîlik gibi iptidaî insanların dinleri b i r t a k t m halâhi metkûrelerle alâkalı değildir» dediği b u «di­ ni» ( D e r s l e r . . . s. 13) kolayca Türklere mâİ etmiş­ ti. S a m a n l ı ğ ı n din'den ziyade «sihir» sayılması gerektiğini sezen, fakat Türklerin kendilerine m a h s u s bir dinleri o l m a s ı lâzım geldiğini d ü ş ü n e n Ziya Gökalp tasavvur ettiği b u asli Türk dinine «Toyunizm» adını vermişti (Türk Medeniyeti Tâ­ rihi, 25, 95 vdd.) Fakat b u din aslında B u d i z m idi (Krş. Cuveynî, T a r i h i Cihanguşa, I (GMS. 191.2) s. 44 vd., A. i n a n , Ş a m a n i z m , s. 1) v e «ra­ hip» d e m e k olan «Toyun» kelimesi Türkçeye Çin­ ce ( t a o - j e n ) d e n g e ç m i ş t i ( E s k i Uygur Sözlüğü, s. 248).


ÎII

Eski Türk DinJ Bozkır Türklerinin dinî inançiarın} ş u üç nokta­ da toplamak m ü m k ü n d ü r : a — Tabiat kuvvetlerine inanma b — Atalar kültü c — Gök-Tann a — Y u k a n d a sırası geldikçe işaret edildiği üze­ re, eski Türkler tabiatta birtakım gizli kuvvetlerin varlığına inanıyorlardı. Bu nokta açık şekilde yer-su Cyar-sub) tâbiri ile Orhun kitabelerinde ifadesini bulmuştur. Aynı inanış «yir-suv» tarzında Uygurlar­ da da vardı^'^ Bunlar «iduk» yâni kutsal idiler. Ta­ biat kuvvetlerine îtikad, h e m e n b ü t ü n «halk dinleri» nde mevcut bulunmaktadır*' ve fizikî çevrede rast­ lanan yanardağ, deniz, ı r m a k , ateş, fırtma, gök gü­ rültüsü, yıldırım, ay, yıldızlar, güneş v b . . . gibi tabi­ at şekil ve hâdiseleri karşısında duyulan hayret, kor62 E.«Id Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 298. 63 P t ı tarz inanışların türlü i z a l ı l a n y a p ı l m a k isten­ miştir ki, başlıca teoriler o l a n : A n i m i z m ( r u h ç u . hık, canlıcılık) ve N a t u r i z m (tabiatçılık) hakkın­ da bk. M. Taplamacıoğlu, D î n Sosyolojisi, s. 5363; N. Ş. Kösemihal, S o s y o l o j i Tarihi, 1955, İstan­ bul, s. 53-63.


ESKİ TÜRK DİNİ

ku, saygı hisleri dolayisiyle bunların kutsallaştırılm a s m d a n doğmuştur. Eski Türklerde yer-su'lann a y n ayrı fonksiyonlarını tâyin etmek için gerekli bilgilere sahip değilsek de, umumiyetle b u nevi «halk inançları» n d a m a d d î hayat şartlarının, ekonomik ve sosyal âmillerin de rol oynadığı kabul edilmektedir. Meselâ, çiftçi kavimlerde daha çok verimlilik ve be­ reket tanrıları olarak kendine tapılan kuvvetler gö rülür. Birçok eski Doğu inançlarında «toprak ana» en fazla saygı duyulan bir t a n n ç a d ı r . Savaşçı ka­ vimlerde çarpışma, zafer tanrıları birinci plânda yer almaktadır. Çobanlıkla u ğ r a ş a n topluluklarda ise, meselâ hayvanların yavrulaması ve koyun k ı r p m a zamanları hususî törenler yapılır. Bu g r u b a giren çok tanrılı halk dinlerinin, umumiyetle, içinde zuhur ettiği topluluğun dışına yayılmak temayülünde olmad ı k l a n m ü ş a h e d e edilmiştir. Halk dinlerinin b u «ma­ hallî» olma vasıflarına karşılık, «yüksek» dinler, bü­ tün insanlığa hitap etmeleri ile, cihanşümul olmak karakterini taşır]ar^^ Türklermkine benzer «halk» dinleri eski kavim­ lerde u m u m î idi. Eski Hind'in kutsal kitabı olan Veda'larda t a n r ı adları tabiat kuvvetlerini gösterir. Meselâ en m ü h i m Hind tanrılarından olan Agni, ateştir; İ n d r a , yıldırım, yağmur ilâhıdır. Hind-İran mitolojisinde Frangrasyan (Afrasyab) savaş tanıısıdır. Yine Sanskritçede Dyaus ( = t a n n ) «parlak 64 B u h u s u s l a r d a bk. Freyer, Din (Türk. tere.) Ankara, 1964, s. 64-68.

Sosyolojisi,


44

İBRAHİM KAFESOĞLU

sema» mânasmdadır*^ Eski Yunan tanrı ve tanrı­ çaları h e p tabiat kuvvetlerinin ilâlılaştjrılmasmdan doğmuştur: Zeus, gökyüzünün h ü k ü m d a r ı olup yağ­ m u r yağdırın şimşek çaktırır, b u l u t l a n sevk ve ida­ re eder vb. Apollon, güneş, gençlik tanrısı; Afrodit. ilkbahar, aşk tanrıçası; Poseidon, deniz tanrısı; Hades, karanlık yeraltı (cehennem) tanrısı; Ares, sa­ vaş tanrısıdır vb.. Ancak eski Yunanlılar, tıpkı eski Mısırlılar ve Mezopotamyahlar gibi, tanrıları, ken­ dilerine benzer b i r e r «insan» olarak tasavvur ettik­ lerinden, a r a l a r ı n d a «beşerî» maceralar hayal etmiş­ ler. Y u n a n mitolojisi de b u suretle vücut b u l m u ş t u r . Eski Yunanlılarda h e r şehrin de bir «koruyucu» tanrısı vardı. B ü t ü n b u tanrıları m e m n u n etmek için onlara bal, zeytinyağı, güzel koku ve a y n c a kanlı k u r b a n l a r sunan eski Yunanlılar, ölülerin ruhları­ nın, Hades'in ülkesi olan t o p r a k altına indiğine ina­ nırlardı. Eski Mısır'da Nil nehri bereket tanrısı idi. İran'da Zerdüşt dininin ulu t a n n s ı olan Ahuramazda' n m temsilcisi ateş idi. Romalılarda h e r yerin «ko­ ruyucu» perileri vardı, h e r insanın da bir koruyucu perisi o l u r d u (erkeklerinkine genius, kadınlarınkîne j u n o adı verilirdi). Eski Germenlerde bir soyun, bü­ tün üyeleri arasında işbirliğini sağlayan «uğur»ların varlığına inanılırdı**. Misâlleri çoğaltmağa lüzum görmeden şunu ilâve edelim ki, çeşitli ülkelerde bü65 Dyaus sözünden Yunancaya Zeus, Lâtinceye Jovis, g ü n ü m ü z İtalyaııcasma Dio, î s p a n y o l c a y a Dios, Fransızcaya Dieu kelimeleri çıkmıştır. 66 Tafsilen bk. A. Cchimmel, Düıler Tarihine Giriş, s. 54, 58.


ESKİ TÜRK DİNİ

45

t ü n bu tanrılar veya tanrıçaların tasvirleri, müces­ sem (plastik) şekilleri yapılıyordu. Eski Yunan tan11 heykelleri, Hind putları; ağaçların, mağaraların, pınarların, büyük kayaların ruhlarla m e s k û n oldu­ ğuna inanılan, taşlara tapınılan Câhiliye devri (İs­ lâmlıktan önceki devir) Araplarında, b a ş t a Lât, Menat, Uzzâ olmak üzere bir s ü r ü put. Eski Türklerde «ruh»larm «insan» biçiminde ta­ savvuru olmadığı için, p u t l a r a da rastlanmaz. Türk­ ler gizli kuvvetin b u l u n d u ğ u n u düşündükleri tabiat arızalarını görüldükleri gibi kabul etmişler ve sade­ ce onlara kutsallık atfetmekle yetinmişlerdir ki, bu­ n u n delilini Orhun kitabelerinde iki «yer-su» için tasrih edilmesi v e r m e k t e d i r : «Iduq ötüken» ( = k u t sal Ö t ü k e n ) " ve «Tamıq ıduq baş»*'. 67 Külteğin Kitabesi, doğu, str, 23, Ötüken, Orhun ırj-nağının çıktığı yayl.^mın adıdır. B u r a s ı eski Türk h a k a n h k l a n b a ş k e n t bölgesidir. T a n ı n m ı ş Fransız orientalisti P. Pelliot, ö t ü k e n adını, Mo­ ğolca ile açıklamak isteyerek, Moğol toprak tan­ rıçası Atügân veya İtugan ile aynı saymıştır. (Bk. Toung Pao, 4-.'5, 1929, s. 212.219). R. Giraud'nun da belirttiği gibi (L'Emp. d. Turcs cdlestes, s. 107). Türklerde toprak tanrı ve tanrıçası m e v c u t olma­ dığı için, bu bölge ancak çok sonra M o ğ o l l a r dev­ rinde t a n n ç a l ı g a çıkarılmış v e i s i m de olduğu gibi Mogolcaya g e ç m i ş olabilir. K e l i m e n i n aslı Türk­ çe olup (Ötüğ, ötük, ö t ü g c ü ) dilek, dua v e niyaz edilen y e r demektir ( E s k i Türk Y a z ı l a n , IV, 1941, s. 178; E s k i Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 154 v d . ) . 68 Yâni «Kutsal Tamik ( s u y u ) kaynağı (kültegin, kuzey str, 1, Bilge, d o ğ u 29). B u herhalde Orhun nehrinin kaynağı yanında bulunan Tamir ırmağı­ dır (R. Giraud, aynı e s e r s. 107).


46

İBRAHİM KAFESOĞLU

Eski Türk dininde r u h l a r a inanışın diğer b i r be­ lirtisi de kâhinlik veya fzdcıhğın Türkler a r a s m d a itibar görmesidir. Avrupa H u n l a n n d a k i falcılığa Lâ­ tin k a y n a k l a r m d a işaret edilmiştir". Uygurlardan kalma m ü h i m dil yadigârlarından biri de «Irk Bitik» adlı ve kâhinlikle ilgili eserdir™. Ancak falcılık ve kâ­ hinlik de bütün Eski-ve Orta çağlarda u m u m î idi. Eski Mısır, Yunan, Bâbil kâhinleri m e ş h u r d u r . Ro­ malılar d a fala ve kâhinlere inanırlardı". b — Eski Türk inanç sisteminin 2. esasını ata­ lar kültü teşkil eder. Ölmüş a t a l a r a tazim, onlar için k u r b a n l a r kesilmesi «pederşahî (patriarcale) aile» de b a b a hâkimiyetinin inanç sahasındaki belirtisi sayılmaktadır. Telâkkiye göre, b a b a ve umumiyetle atalar, öldükten sonra dahi, r u h l a n vasıtasıyla, aile efraidmı k o r u m a ğ a devam ettiklerinden, onlara karşı duyulan minnet hissi türlü şekillerde ortaya kon­ m a k t a d ı r . Din tarihi a r a ş t ı n c ı l a n ve etnologların, sosyal ve ekonomik ş a r t l a n dolayisiyle, eski Ortave Kuzey Asya kavimlerinde atalar k ü l t ü n ü n bulu­ nabileceği hakkındaki düşünceleri Türkler yönünden tarihî kayıtlarla d a kuvvet kazanmıştır. Asya Hunl a r m d a h e r yılın mayıs ayı o r t a l a r ı n d a atalara kur­ b a n sunulurdu. Atalara âit h a t ı r a l a n n kutlu sayıl­ ması, mezarlara yapılan tecavüzlerin ağır şekilde ce­ zalandırılmasından d a anlaşılıyor. Avrupa H u n ta­ rihinde Attila'mn 2. Balkan seferinin (447) sebeple69 B k Attila v e H u n l a n (Türk. t e r e ) , Ankara, 1962, s. 119 v d d . 70 Bk. E s k i Türk Yazıtları II, 1939, s. 69-93. 71 A. S c h i m m e l , a y m eser, s. 55.


ESKİ TÜRK DİNİ

47

rinden biri olarak H u n h ü k ü m d a r ailesi kabirlerinin Margos (Belgrad c i r a r m d a Tuna üzerinde şehir-kale) piskoposu tarafuldan açılarak soyulması gösteril­ mektedir. M.ö. 79 yıhnda benzer bir hâdise H u n hü­ k ü m d a r ı n ı Moğol Ohuanlarla savaşa sevk etmişti'^. Hunlar b a k ı m m d a n büyük h a k a r e t sajnlan b u ha­ rekete .Asya'da Moğollan, Batıda misâlini gördüğü­ müz hırsız papası teşvik eden âdil de eski Türkle­ rin, ö'ülerini silâhları, kıyn:ıetli eşyası, bazen ölen başbuğun altın ve gümüşle bezenmiş teçhizatlı at­ ları ile ve kadınları süs eşyası ve mücevherleri ile birlikte gömmeleri idi. Çünkü Türkler ö b ü r dünya­ da ikinci bir hayatın varlığına (âhiret) ve ruhların ebediliğine inaiijyorlardı. Eski Türkçede (Gök-Türk, Uygur) ruh, can m â n a s ı n d a «tin» kelimesi kullanı­ lıyordu. Bu, aynı z a m a n d a «nefes» demekti, ö l ü m ü nefesin kesilmesi, r u h u n bedenden çıkıp uçması şek­ linde tasavvur ediyorlar, böylece bazen «öldü» yeri­ ne «uçtu» diyorlardı". R u h l a n ö b ü r dünyaya göçen

72 B. Szasz, A H u n o k t ö r t e n e t e . . . s. 500, 520; F. Alth e i m , aynı eser, s. 146. 73 Meselâ, Kül-Tegin, doğu, str, 16. W. Barthold, bu Türkçe tâbire dayanarak e s k i Türklerin itikadın, da insanın ö l d ü k t e n sonra k u ş yahut b ö c e k sure­ tine teıiasûh (transmigration) ettiği y o l u n d a bir inanışın var olduğu s o n u c u n u ç ı k a r m a k t a ve şöy­ le demektedir: «Batı Türklerinde, h a t t â i s l â m i y e t ! kabulden sonra bile «öldü» yerine «şunkar boldı» yani «şahin oldu» ibaresi kullanılıyordu» (Dere­ ler, s. 14 v d . ) . Halbuki, burada t e n a s ü h değil, sa­ d e c e ruhun b e d e n d e n ayrılması b a h i s k o n u s u ol­ duğu gibi, «şunkar boldı» deyimindeki şunkar ke-


48

ÎRRAHÎM KAFESOĞLU

ataların o r a d a rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları lâzımdı. Aynca ataların tasvirlerinin yapılıp saklan­ dığına dair kayıtlar da görülmektedir''*. Atalar kültüne sahip b a ş k a kavimlerde bu inanç, ölen bazı kudretli kimselerin sonra ilâhlaştınlıp yan - t a n r ı sayılacak k a d a r ileri gitmiştir (meselâ, eski Yunanda lieros'îar). Ölünün gelecek hayatında daha m u t l u yaşayacağına inanılan bazı Hind - Avnıpa kalimesiriin Farsça olduğu üzerine dikkati ç e k e n R. Giraud tarafından, 8. yüzyıl Türklerinde h e n ü z m e v c u t o l m a y a n bir güney tesirini ortaya koymak­ tadır. (L'Emp. d. T u r c s celestes, s. 110). Diğer taraftan Türkleı-de görülen şekilde ruh'un «nefes» olarak tasavvur edilmesi de bir u m u m î l i k göster­ mektedir. Meselâ, Fransızcada ruh (esprit) keli­ m e s i lâtince spiritus ( = nefes a l m a k ) dan gelir. Ingilizcede aynı m a n â d a soul veya spirit kelimesi vardır. Eski Yunancada p s u k h e ( p s y c h e = ruh) ü f l e m e k demektir. Farsçada r u h = r e v â n dırki, y ü r ü m e k l e v e rüzgârla ilgilidir. Ruh Arapçada da y i n e rüzgâr ile ilgili olarak rîh'den türemiştir. (Bk. M. Taplamacıoğlu, aynı eser, s. 100). 74 Y u k a n d a n e samanlıkla ne de totemcilikle ilgisi olmadığını açıkladığımız tös ( p u t ) 1er, atalar: temsil ediyordu cA. İnan, Ş a m a n i z m , s. 43). 1253 yılında Moğolistan'a giden rahip-elçi Rubruguis, orada bir Uygur tapmağında gördüğü putlarm n e y e delâlet ettiğini sorduğu z a m a n Uygurlardan şu cevabı almıştı: «Bunlar tanrı tasvirleri değil­ dir. Bizimkilerden biri öldüğünde y a k ı n l a n onun suretini yapar, tapınağa koyar. Biz de bunları ö l ü n ü n hatırası olarak, h ü r m e t l e muhafaza ede­ riz» (A. T'serstevens, Les Pı-^cısrseurs de M a r k o Polo, 1959, Paris, s. 253 v d ) .


ESKİ TÜRK DİNİ

49

vimlerinde ölünün mezarına eşyası konulur, hattâ büyük ve saygıdeğer ölülerin akrabaları da öldürü­ lerek yanına gömülürdü. Bu insan kurbanı âdeti, özellikle Keklerde dehşet verecek k a d a r vahşiyane idi". Kuzey Avrupa kavimlerinin, kutsal hayvanı er­ kek domuz olan bereket tanrısı Freyr için yaptık­ ları törenler a r a s m d a insan k u r b a n etmek de vardı™. Hind-Avmpalı Sogdlarda da insanlar k u r b a n edilirdi^^ Yunan mitolojisinde «toprak ana» Gea'nin ken­ di çocuklarını öldürüp yemesi, Zeus'un oğlu göste­ rilen, sarhoşluk ve verimlilik tanrısı Dionysos (Ko­ m a d a B a k h u s ) ' u n Titanlar tarafından keza öldürü­ lüp yenmesi ve Zeus'un da o n u n yüreğini yemek su­ retiyle yeni bir Dionysos m e y d a n a getirmesi insan kurbanı âdetinin izleri sayılabilir™. Nihayet Troia savaşlarında İphigenia ile Orestes'in tanrılara kur­ b a n olarak sunulduğu bahis k o n u s u edilmiştir". İ r a n ' d a manihaist kozmolojide «hayat anası» deni­ len ilk insanın Karanlık devleri tarafından Öldürü­ lüp yutulması da buna benzer. E s k i H i n d dininde savısız çocuk doğurup, sonra b u n l a r ı öldürerek yi­ yen tanrıça Kali de öyle. İskitlerde mevcut olan in­ san kurbanı âdetinin, -0. yüzyıla k a d a r İslâvlar ara­ sında yaygmlaşarak devam ettiği İ b n F a d l a n ' m kor­ kunç k a d m kurbanı tasvirinden anlaşılmaktadır*". 75 76 77 78 79 80

A. S c h i m m e l , a y m eser, s. 63. A. S c h i m m e l , a y m eser, s. 62. W. Eberbard, TM, V I I - V I I l , 1947, s. 174. A. S c h i m m e l , ayra eser, s. 46 vd. 160, 165. E. Peterich, K ü ç ü k Yunan HOtologyası, s. 114, 119. İbn Fadlan S e y a h a t n a m e s i , s. 77, vdd.


50

İBRAHİM KAFESOĞLU

î n s a n k u r b a n ı asıl Sâmî kavimlerde ehemmiyet ta­ şıyordu. Ken'an bölgesinde (Arabistan'ın kuzey sa­ hası) bereket ile ilgili olarak, t a b i a t m gidişini idare eden ilâhlara insanlar k u r b a n edilirdi. Tanrının hid­ detini yatıştırmak için, Câlıiliyye Araplarmca en kıy­ metli evlât olan, erkek çocuk t a k d i m olunurdu^'. Bu insan k u r b a n ı n ı n izleri Sâmî menşeli olan «semavî» dinlerde de devam etmiştir. Hz. İsa'nın insanlığı kur­ t a r m a k için, kendisini feda ettiği telâkkisi gibi. Biz­ zat İsa «Son Yemek»inde ekmeği kendi vücuduna, şarabı kendi k a n m a benzetmiştir ki, o k a n insanlı­ ğın selâmeti uğruna dökülecektir. îslâmiyette kut­ lanan «Kurban bayramı» dolayisiyle anlatılan Hz. İ b r a h i m ' i n oğlu İsmail'i k u r b a n etme teşebbüsü hi­ kâyesi m a l û m d u r . İnsan k u r b a n ı âdeti Uzak-doguda da vardı. Çin kaynakları Kore kavimlerinden Fu-yü' l a n n böyle b i r geleneği olduğunu kaydederler"^. Bazı Moğol kavimlerinde ve Çin'de de b u âdetin bulundu­ ğuna dair işaretler mevcuttur". Eski Türklerde en büyük k u r b a n , bozkırlı Tür­ kün kutsal bir duygu ile sarıldığı at'tır. B u n a dair misâl pek çoktur. Orta Asya eski Türk bölgesinde özellikle Altaylardaki kurganlarda, birçok at iske-

81 A. S c h i m m e l , a y m eser, s. 103 vd. 82 W. Eberhard, Çinin $ î m a l K o m ş u l a n , s. 17. 83 B. Ögel, Türk Kültür Târilıi, s. 296 vd; W Eber­ hard, Çin Tarihi, 1947, s. 61 vd.; M. Özerdim, Bel­ leten. 19Ö2, s. 31 vd.


ESKİ TÜRK DİNİ

leti b u l u n m u ş t u r " . Diğer ü s t ü n k u r b a n sayılırdı".

51

ha3rvanlardan erkek cinsi

Eski Türklerde de insan k u r b a n ı olduğunu zan­ nettirecek bazı işaretlere r a s t l a n m a k t a d ı r . Meselâ, Asya H u n topluluğunda «ölüyü takip etme» (yakın­ larının ölü ile birlikte gömülmesi)"*, Gök-Türklerin «Deniz tanrıçası ile m ü n a s e b e t t e b u l u n a n dedeleriden birinin avda b i r geyik öldürmesi üzerine onun kabilesi mensuplarmın, geyik öldürmelerinden dola­ yı, o günden itibaren hep k u r b a n için insan gönder­ mek zorunda kaldıkları»" gibi kayıtlar vardır. Bun­ l a r m en sarihlerinden biri, Asya Hunlarına sığman bir Çinli k u m a n d a n ı n k u r b a n edildiğine dair olan haberdir''. Bunlara, Attila'nm ö l ü m ü münasebetiyle birçok kimselerin de öldürülerek mezara gömüldü­ ğünü bildiren, 6. yüzyıl tarihçisi, Jordanes'in kaydı ile", Gök-Türk hanlarının mezarları başında d ü ş m a n orduları şeflerinin k u r b a n edildiği'" şeklindeki bir iddia ilâve edilebilir. 84 At cesetlcrinini b u l u n d u ğ u m a h a l l e r d e n e n m ü h i m ve m e ş h u r u Pazmk'tır. (Bk. B. Ögel, aynı eser, s. 62-68 V 85 «Koyundan koç, d e v e d e n buğra, attan a y p r » «De­ de Korkut kitabı, neşr. M. E r g m ( T D K ) , 1958. s. 81 (1. d e s t a n ) . 86 W. Eberhard, Çinin Ş i m a l K o m ş u l a r ı , s. 76, 94. 87 W. Eberhard, aynı eser, s. 86. 88 Bk. B. Szasz, A H ı m o k törtenete, s. 516. 89 Bk. F. Altheim, a y m eser, s. 193. 90 W. Barthold, Dersler, s. 13.


52

İBRAHİM KAFESOĞLU

Ancak b ü t ü n b u «haber»ler d a h a yakından in­ celenirse eski Türklerde insan kurbanının âdet hâ­ linde mevcut olduğunu şüpheye düşürecek birçok h u s u s l a r ortaya ç ı k a r : Asya Huni a r m a ait kayıtlar açık değildir. Ölüyü akrabaların nasıl «takip ettik­ leri» Çince metinde iyi açıklanmamış, fakat tercü­ m e d e «yorum» yolu ile böyle b i r zanna varılmıştır. Eğer gerçek dinî m â n a d a insan k u r b a n ı bahis konu­ su olsaydı, b u noktayı Çin kaynaklarının zikretme­ lerine herhalde b i r engel yoktu. «Yorum» doğru ol­ sa bile bu âdet, Türklerden ziyâde, büyük H u n imparatorluğundaki, insan kurbanını mubah gören Mo­ ğol veya Hind-Avrupalı kütleler için geçerli sayıla­ bilir. Zira Çinliler çok kere «Hiung-nu» adı altında topluca a n d ı k l a n çeşitli kavimler a r a s m d a açık bir ayrılık göstermemektedirler. Gök-Türkleri ilgilendi­ ren kayıt ise, görüldüğü üzere, geyik ile alâkalıdır. Geyik motifi Türk kaynaklı değildir ve Eski Türk inancında bir deniz tanrıçası (veya herhangi b i r tan­ rıça) da mevcut olmamıştır. B u r a d a bir kuzey böl­ ge veya Ural'Iı kavimler geleneğinin Gök-Türklere yakıştınidığı anlaşılmaktadır. Esasen Gök-Türklere çağdaş Çin kaynaklarında böyle b i r rivayete rastlan­ m a m a k l a ve bahis konusu kayıt çok sonraki iki ki­ t a p t a yer almaktadır". Çinli k u m a n d a n ı n «kurban» edilmesi oldukça ilgi çekici b i r macerayı ortaya ko91 Krş. W. Eberhard, a y m eser, s. 86.; Yine Gök-Türklerle ilgili Menandros'dafci bir k a y d ı n y o r u m u n d a da acele edilmiş gibidir (bk. Ed. Chavannes, Documents., s. 241). Zira asıl m e t i n d e b u k ı s ı m nok­ sandır (bk. A. Magyarok elödeiröl... s. 50).


ESKİ TÜRK DİNİ

53

yuyor: Bu yüksek rütbeli k u m a n d a n (general), Hımlara sığınmış ve Çin h ü k ü m e t i aleyhine tehlikeli bir u n s u r hâline gelmiş ve d u r u m d a n ü r k e n Çin'in bir siyasî intikam manevrası neticesinde öldürülmüş­ tür. H u n idarecilerini b u işe teşvik eden de bir wu ( = Çinli r a h i p ) idi. Üstelik b u «kurban» t o p r a k tan­ rısına sunulmuştu. H u n h ü k ü m d a r ı ise, d a h a son­ ra, kendini suçlu liissettiği için Gök-Tanrı'nın gaza­ bından k o r k m u ş ve onu teskin için bir «kutsal ma­ hal* yaptırmıştı'-. Demek ki, T ü r k inancı yönünden «insan kurbanı» uygun d ü ş m e m e k t e idi. Attila'nm ölümü üzerine birçok kimsenin de öldürülüp gö­ müldüğü haberine gelince, b u r a d a iki ihtimal h a t ı r a gelebilir : Ya b u gerçekten b i r «insan kurbanı» dır veya Attila'nm mezarının gizli kalması için, mezarın yerini görenlerin ve g ö m m e işinde çalışanlarm öldü­ rülmesi hadisesidir. F a k a t b u ihtimallerden h e r iki­ sine, bilindiği gibi, özellikle büyüklerin hususî kalerde mezarları saklamak yoluna gidilmemiştir. Ter­ sine, bilindiği gibi, özellikle büyüklerin hususî ka­ birleri yapılmış, üstlerine bina ( b a r k ) inşa edilmiş, b a r k ' m iç d u v a r l a n n a d a ölünün h a y a t t a iken katıl­ dığı savaşlara ait sahneler resmedilmiştir". Bunun­ la da yetinilmeyerek, yine bilindiği gibi, kabrin veya mezarın etrafına taşlar yığılmış, balbal'lar dikilmiş, alelade mezarlara da, belirli olması için t ü m s e k biçi­ mi verilmiştir. Mezarların gizli tutulması, Doğuda 92 Tafsilen bk. B, Szasz, aynı eser, s. 516. 93 R. Giraud.L'Emp. d. T u r c s , , . , s. 116.


54

İBRAHİM KAFESOĞLU

Bir Moğol âdetidir. Bu maksatla, yâni büyüklerin yattığı yerin ifşa edilmesini önlemek için ilgili in­ sanların öldürülmesi Vizigotlarda (Batı - G o t l a n ) da yaygın b i r âdet hâlinde idi'*. Aslen Got menşeli bir tarihçi olduğu söylenen ve eserini Attila'nm ölümün­ den 100 yıl k a d a r sonra yazan Jordanes'in ancak me­ zar gizleme düşüncesi ile açıklanabilecek kayıtları eğer doğru ise ve eğer Attila'nm, ö l ü m ü n ü hemen ta­ kip eden karışıklık devrinde şanına lâyık bir anıt­ k a b i r ( b a r k ) inşa edilmiş de, sonraları, bu büyük Türk b a ş b u ğ u n d a n tabiatıyla hoşlanmayan Batı Hı­ ristiyan t a a s s u b ı m u n t a h r i p k â r faaliyetleri sonucun­ da yıkılıp yeryüzünden kaldırılmamış ise, hâdisenin Moğol ve Vizigotları taklit neticesinde vukua geldiği­ ni kabul etmek zarureti vardır. «İnsanları kurban» ihtimali de aynı açıdan değerlendirilmelidir. Çünkü hem MogoUarm, h e m Gotlarm atalarında insan kur­ ban etmek âdeti mevcut bulunuyor, fakat Türklerde, ve elbette Asya H u n l a r ı m n torunları olan Attila Hunlarmda, b u n a rastlanmıyordu. İnsan k u r b a n ı aslın­ da, bozkır k ü l t ü r ü n ü n değil, ziraat k ü l t ü r ü n ü n be­ lirtisi olup, h e r yer, toprak ve bereket tanrıları ile ilgilidir. Bu m ü h i m noktayı dikkate alan tanınmış k ü l t ü r tarihçisi W. E b e r h a r d , Türklerde böyle bir âdetin mevcut b u l u n m a d ı ğ ı m ve h a t t â insan k u r b a n ı âdetinin bazı yerlerde Türkler tarafından yasak edil94 F. Altheim, aysıı eser, s. 19.'^ vd.


ESKİ TÜRK DİNİ

55

djğini bildirmektedir". Tabiatıyla W. Barthold'un Gök-Türklerle ilgili dayanaksız i d d i a s m m ciddiyetle bir alâkası y o k t u r " . c — Eski Türklerde Gök-Tanrı dini hâkimdi. Gök-Tanrı bozkır kavimleri inancında tek yaratıcı olar&k görünmekte ve din sisteminin merkezinde yer almış b u l u n m a k t a d ı r . Hunlar, Tabgaçlar, Gök-Türk­ ler ve Uygurlar gibi târihî Türk topluluklarında, k u r b a n l a r sunulan kutsal varlıklarm b a ş ı n d a ve hep­ sinin ü s t ü n d e geliyordu, T a n n t a m iktidar sahibi 95 W. Eberhard, E s k i Cin Kültürü v e Türkler, DTCF Dergisi I, 4 (1943) s. 21 vdd; A y n c a bk. W. Schm i d t . Em Türklerin Dini (Türk. tere.) Türk Dili v e Edebiyatı Dergisi, X I I I , 1964, s. 87. Çin kay­ naklarında Asya Hun İmparatorunun, düşman h ü k ü m d a n n m k a l a t a s m ı altm ile kaplatarak içki tası yaptığı h a k k m d a bir haber vardır. B u da Türk âdeti değildi. Hind.lranlı bazı k a v i m l e r d e (Mese­ lâ, İskitler) v e çok eski devirlerde Çin'de (T'sin devleti z a m a n ı ) m e v c u t olan b u âdet, s o n r a l a n Hunlar arasında da g ö r ü l m ü ş olabilir (bk. W. Eberhard, Ülkü, sayı, 92, 1940, s. 100). D i ğ e r ta­ raftan Asya kavimleri arasmda b a ş t a Moğol Sivcğler o l m a k ü z e r e p r o t o - Moğollar için «tipik» olduğu tesbit e d i l e n kafatası k ü l t ü (Tantari^m) (bk. Çtnin Şimal K o m ş t t l a n , s. 57) n ü n g ü n e y kül­ türlerinden d o ğ d u ğ u v e Lamaıiizm'de oynadığı rol için bk. M. Eliade, Le chamanisme, s. 383, 398 vd. Attila'mn cenaze töreni ile ilgili olarak Jordanes' in verdiği bilginin Türk o l m a y a n geleneklere da­ yandığı, bk. O. M . - H e l f e n . The Legend of t h e Orlgin of t h e H u n s , B y z a n t i o n X V I I , 1945, s. 244 vd. 96 Bk. R. Giraud, a y m « a r , 9. 123.


56

İBRAHİM KAFESOĞLU

idi. Aynı zamanda «semavî» mâhiyeti lıâizdi. Bun­ d a n dolayıdır ki, eski Türk vesikalarında çok kere «Gök-Tann» adı ile zikredilmiştir. T o p r a k ile ilişiği b u l u n m a y a n Gök-Tann telâkkisinin «yerleşik» ka­ vimlerden ziyade avcı, çoban ve hayvan besleyen kütlelere m a h s u s olduğu, b u itibarla menşeinin de Asya b o z k ı r l a n n a bağlanmeısı gerektiği etnologlar tarafından kabul edilmektedir. W. Koppers b u inanc m eski bozkır kavimlerinin sosyal ve ekonomik ha­ yatları ile sıkı ilgisini belirttiği gibi, din tarihçisi M. Eliade de G ö k ' d i n i n i n O r t a - v e Kuzey Asya toplu­ lukları için, inanç açısından, karakteristik b i r sis­ t e m olduğunu söylemektedir". Türk tarih v kültü­ r ü n e dair araştırları ile tanınan R. Giraud ise, GökT a n n inancını doğrudan doğruya «bütün Türklerin a n a kültü» olarak vasıflandırmıştır". Gök-Tann itikadının esaslarını Orhun kitabele­ rinden az çok tesbit etmek mümkün olmaktadır. Ki­ tabelerde çok yerde zikredilen «Tengri» b a z a n «Türk Tengrisi» şeklindeki adı ile, daha o zaman, «millî» bir t a n n olarak g ö r ü n ü r " . Gök-Türklerin Cinden ay­ rılarak m ü s t a k i l bir devlet k u r m a l a n (680-682 yıl­ ları hâdiseleri) O'nun isteği ile vuk'u b u l m u ş t u r . Ha­ kan, Türklere « T a n n » tarafından verilmiştir, fakat topluluk, h a k a n ı t e r k ettiği için, «Tann» tarafından perişanlığa sürüklenmiştir. Yâni «Tanrı» Türk mil­ letinin hayat ve istiklâli ile ilgelenen bir «ulu var97 M. Eliade, Le c h a m a n i s m e , s. 27 vd, 182. 98 R. Giraud, L'Emp. d. T u r c s , . . , s. 102. 99 R. Giraud, aynı eser, s. 104, 115.


ESKİ TÜRK DİNİ

57

İlk» d u r u m u n d a d ı r . Tonyukuk'a d a başarıları için gereken «bilgi»yi O ihsan etmiş™, Gök-Türk hakan­ lığının kurucuları olan Bumin ve İstemi'yi, T ü r k tö­ resini yürütmeleri için, Tanrı t a h t a çıkarmış"", «Türk b u d u n u yok olmasın... h ü r ve müstakil olsım» diye İlteriş H a k a n ile hanımı Îl-Bilge H a t u n u o yükseltmiştir"'^ Savaşlarda o n u n iradesi ile zafere ulaşılır. «Tanrı» T ü r k ' ü n haj'atına vasıtasız olarak müdaha­ le eder, emreder. İradesine boyvm eğmeyeni cezalan­ dıran «Tanrı», bağışladığı kut (iktidar) ve ülüğ ( k ı s m e t ) ü ' " lâyık olmayanlardan geri ahr'"^. Şafak söktüren (Tan ün t ü r ü ) , bitkiyi meydana getiren «Ulu Tanrı »dır, yâni o, hayat verici ve yaratıcıdır. Ölüm de, can veren «Tanrı» n m iradesine bağlıdır"". B ü t ü n b u n l a r «Tanrı»mn, eşi ve benzeri olma­ yan, insanlara yol gösteren, onların varlıklarına hük100 Tonyukuk Kitabesi, str. 7, 53; R. Giraud, L'inscription de B a m T s o k t o , 1961, s. 59, 64. 101 Kül Tegin kitabesi, doğu, str. 1. 102 Kül-Tegin, doğu, str, 11; B ü ğ e , doğu, str. 10. 103 Kül-Tegin, doğu, str, 29. 104 Bilge, doğu, slr. 34-35. 105 Kül-Tegin, kuzey, str. 10: '<KüI-Tegin vâdesi ge­ lince öldü. Kişi o ğ l u ö l m e k için yaratılmıştır». Irk-Bitig'e göre d e ( E s k i Türk Yazıtları, II. 1939, s. 71. 73, 83). O, «Kara yol (kanun, nizam; h a k ) tanrısıdır, kırılanları birleştirir, yırtılanları ular, ilig, ( ü l ü g ?) ^ h ü k ü m d a r ı s e ç e r (veya, kısm e ü e r i ayırır). İ n s a n diz çökerek Tanrıya yalva­ rır. Kut isterse kut verir, agiîda atlar çoğalır, in­ s a n ı n canı ( ö m m ) u z u n olur. Kul beyine dud eder, kuzgun'un niyazı bile Tanrıya ulaşır. T a n n ü s t t e o n u işitir, aşağıda ins?n da b u n u bilir...»


58

İBRAHİM KAFESOĞLU

meden, cezalandıran ve m ü k â f a t l a n d ı r a n b i r Ulu varlık telâkkisi olduğunu göstermektedir. Açıkça görülmektedir ki, b u semavî Tanrı inancınm, yuka­ n d a izah edilen «şamanik» düşüncelerle hiçbir il­ gisi mevcut olmadığı gibi, «tenasüh» (bedenden ay­ rılan r u h u n b a ş k a b i r cisme girmesi) fikri ile de bir münasebeti yoktur. Dikkate değer ki, d a h a geç za­ m a n l a r d a Türkler arasında yayılan samanlık b u Gök-Tann telâkkisine idokunamamıştır, yâni onu, kendi gayesine hizmet ettirecek b i r biçime sokmayı b a ş a r a m a m ı ş t ı r . «Ulu Tanrı »nm b a h i s k o n u s u oldu­ ğu törenlerde samanlığın âdeta «sınttıgmı» söyleyen M. Eliade, T ü r k topluluklarında k u r b a n s u n m a tö­ renlerinde şamanın hiç vazife almadığım, b u n u n an­ cak zamanımızda, t o p r a k ve bereket ile ilgili «Bay Ülgen»e sunulan k u r b a n l a r a m ü n h a s ı r kaldığmı beHrtmekte, ve özellikle at k u r b a n ı k o n u s u n d a şamana düşen rolün geç z a m a n l a r d a görüldüğü W. Koppers tarafından teyit olunmaktadır'*". Nitekim a d m d a d a eski «Temrı» telâkkisinin izini taşıyan Y a k u t yüksek varlığı Tengere Kayra H a n ile de ş a m a n l a r meşgul olmazlar"".^ Bu suretle Türklerde, îtikadî prensipler bakı­ mından, ulu varlık k a r a k t e r i n i taşıdığı anlaşılan Gök-Tann'nın y a n m d a sık sık diğer « t a n n » l a r da bahis k o n u s u d u r . Bunlar a r a s m d a , «yer» ehemmi­ yetli b i r mcA'ki tutuyor gibidir. O r h u n kitabelerinde eski T ü r k kozmogonisini tek cümle içinde açılda106 M. Eliade, aym eser, s. 168, 182. 107 M. Eliade, a y m yer.


ESKİ TÜRK DİNİ

59

yan ibare şöyledir : «Yukarıda k ö k tenri, aşağıda yağız yer yaratıldıkta» ikisinin a r a s m d a insan-oglu yaratılmış...»'"' B u r a d a k i «kök teîiri» deyiminin Ulu Tanrı'yı değil, doğrudan doğruya mavi gökyüzünü, semayı ifade ettiği bellidir. Yoksa, R. G i r a u d ' n u n da işaret ettiği gibi, y a r a t a n ı n aynı z a m a n d a yaratılmış olması gibi garip b i r çelişki bahis k o n u s u olur. Her ne k a d a r Gök dininin o çağlarında da, Tajırı itikadı­ nın b ü t ü n temel prensiplerine rağmen, k â i n a t ı kap­ layan, h e r yerde hazır bulunan, h e r şeyi sınırsız hâ­ kimiyeti altında t u t a n m a d d î gök3alzünün, bütün hayatını, varlığını semaya borçlu bozkırlmın gözün­ de «Tanrı» telâkki edilmiş olması m ü m k ü n ise de, herhalde eski T ü r k ' ü n kafasında, mekânı göklerde olan, cisim ( m a d d e ) hâline sokulamayan bir tek Tanrı inancı mevcut b u l u n u y o r d u . 790'larda Tiflisli St. Abo, Hazar Türklerinin «bir yaratıcı Tanrı» tanı­ dıklarını söylemiş, Hazar h â k a m 862 yılmda Bizanstan gelen St. Kyrill ile görüşürken, Hıristiyanlarca tanrının «üçlü kişiliği»ne (Trinity) inanıldığı hâlde, kendilerinin tek Tanrı'ya i m a n ettiklerini bildirmiş­ ti. İbn Fadlan ( 1 0 . yüzyıl) şöyle d i y o r d u : «Oğuzlar­ dan biri, haksızlığa u ğ r a r veya başına hoşlanmadığı bir iş gelirse, b a ş m ı göğe kaldırır ve : «Bir T a n n » der, bu, «Bi'Uâh vâhid» (Allah b i r ) demektir.» «Yi108 Kül Tegin, doğu, str 1; Bilge, doğu, str. 2. Ş u iba­ rede daha açık olarak «Tanrı» ile «yer» eşit bir f o n k s i y o n içinde görünmektedirler: «Üze Tengri, asra y e r yarlıkkadug üçün» (Yukarıda Tanrı, aşa­ ğıda yer irade ettiği için..), Bk. Bilge., . k u z e y str, II.


60

İBRAHİM KAFESOĞLU

ne Oğuzlardan biri bana : Sizin rabbınızın k a d m ı var mı? diye sordu. Hemen tövbe ve istiğfar ettim. O da benim gibi yaptı, tövbe ve istiğfar etti»"^. 13. yüzyıl Uygurlarına âit diğer b i r m ü ş a h e d e de b u yön­ den dikkat çekicidir. Rubruquis, bir budist tapma^ ğında bir Uygur ile konuşuyor ; Tanrıya i n a m p inanmadıklarmı sordum. Cevap v e r d i : «Bir T a n n y a inanınz.» Devam ettim : « T a n n bir r u h m u d u r , yok­ sa cisim midir?» Cevap : « T a n n m n n ı h olduğuma inanırız». Sual : «Hiç insan biçimine girdiğini tasav­ vur edermisiniz?» Cevap : «Asla!»"°. Din olarak mevcudiyeti M.ö. 5. asra k a d a r tes­ bit edilen Gök-Tanrı'nın Asya Hunlarında bile tek ulu varlığı temsil ettiğini işaret edelim. Ancak Hun1ar devrinde (sonraları, 6-8. yüzyıl Türk toplulukla­ rında artık fonksiyonlarım kaybetmiş olan) güneş, ay, yıldız kültleri de rol oynamaktadır. H u n hüküm­ darı her sabah doğan güneşe ve gece dolunaya ta­ zim etmekte idi. Şüphesiz çok eski bir n a t u r i z m i n izleri olan b u t ü r davranışlar Eski ç a ğ l a n n h e m e n b ü t ü n kavim­ lerinde vardı. Bâbil'de Ş a m a s güneş tanrısı idi. Malakbf^l doğan güneşi temsil ediyordu. Palmir'de Arso 109 İbn Fadlan S e y a h a t n a m e s i , s. 63; Hazarlar için bk. D.M. Dunlop. T h e H i s t o r y of Kha2ars, 1967, s 182; A. ZajaCzkowski, Khazarlan Culture..., 1961, s. 302. 110 Le pr^curseurs de Marco P o l o . . . , s. 253. Burada Budizmi tesiri aranmaz, zira B u d a dininde «Tanrı» yoktur.


ESKİ TÜRK DİNİ

61

ve Azizo sabah ve akşam yıldızlarmm sembolü idi. Yaıkhibol güneş tanrısı, Aglibol ay tanrısı idi"'. «Göklerin sahibi» sayılan çok yüce t a n r ı Bualsamin -semavî vasfına rağmen- bereketli y a ğ m u r yağdır­ makla ,vazifeli idi. Eski Mısır'da Re güneş tanrısı idi. Yine Mısır'da, inek şeklinde tasavvur edilen ve gök ile ilgili, Nut adlı bir üstün varlığa inandırdı ki, hiç­ bir fonksiyonu bulunmayan ve ancak t o p r a k tanrısı Keb ile birleşerek İsis (kız) ve Osiris ( e r k e k ) ço­ cukları doğuran b i r tanrıça idi. Sonra bu Re ile, Theb şehrinin tar-rısı olan Amon birleşerek, ikisi bir arada, bir tanrı rolünde görünmüşlerdi. Firavun böy­ le ortaya çıkan Amon-Re'nin oğlu sayılırdı"^ İ r a n ' d a Ahura (Vedalarda, Asuıa) ve Zerdüşt dininde Ahuramazda, dünya nizamını plânlayan, âleme hayat ve­ ren, aslâ aldatılamayan, şer kuvvetleri ile mücadele eden yüce t a n n olarak ateş ve güneşin (göklerde parlayan n u r u n ) , sığır ve boğanın temsilcisi idi. Yine İran'da gelişip, R o m a ' d a da yayılan Mithraizm bir gü­ neş dini idi. Eski Hind'de Varuna dünya kanunları­ nın koruyucusu ve, bazı rivayetlere göre, dünyayı yaratan bir tanrı olmakla beraber, Mithra ve, dün­ ya nizammı yaratan, Rta ile birlikle b u l u n u r ve si­ hirbazlık bilirdi"^ Akadlarda Sin, göklerin ve yer­ yüzünün h ü k ü m d a r ı , fakat ay tanrısı idi, oğlu Şamaş ise güneş tanrısı. Dinî i n a n ç l a n b a k ı m ı n d a n Sü111 N. Çağatay, İslânıdan Önceki Arap Tarihi v e Câhi­ liye Çağı, Ankai-a, 1957, s. 48. 112 A. Schin-.mel, Dinler Tarihine Giriş, s. 28 vd. 113 A. Cchimmel, aynı eser, s. 65 vdd, 77, 245.


62

İBRAHİM KAFESOĞLU

merlerin tesiri altında kaldıkları bildirilen Akadlar ve diğer Sâmî topluluklarınm en m ü h i m tanrıların­ dan biri olan Anu, göklerin sahibi sayılıyor, b u sı­ fatı ile de k ı r a l l a n t a h t a çıkarıyordu ve aslında bir S ü m e r t a n n s ı olması gerekiyordu"*. Sümerler ise Sâmî veya Ârî (Hind-Avrupalı) değil, Mezopotamyaya .. Asya k ı t ' a s m d a n gelmiş b i r kavim idi. Gökyüzündeki tabiî varlıkların b ü y ü k rol oyna­ dığı bu eski «halk dinleri» nde, özellikle dikkati çe­ ken nokta, b ü t ü n eski kavimlerin güneşi, ayı ve yıl­ dızları « t a u n l a r » olarak t a n ı m a l a n , fakat bizzat «gök» ile ilgilenmem^eleridir. Halbuki bozkır Türk dininde, gökyüzü belirtileri (güneş, ay, yıldızlar) de­ ğil, yekpare gök'ün sembolleştirdigi tek «Tanrı» inancı temel teşkil etmektedir. Bu suretledir ki, «Gök-Tann» dini Türklere m a h s u s bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim dinî inançlarda «ulûhiyet» konusundaki a r a ş t ı r m a l a n ile t a n ı n a n W. Schmidt, Türklerin da­ h a Asya H u n l a n çağında tek tanrılık'a doğru geliş­ miş yüksek b i r dine sahip oldukları kanaatine var­ mıştır. Ona göre, Gök-Tann yalnız kendisine itaat edilmesi gereken, koru3aıcu bii' kudret olduğu hal­ de, diğer kutsal varlıklar (güneş, ay, yıldızlar, ata­ lar ve diğer n ı h î a r ) için m ü h i m b i r fonksiyon mev­ cut değildi. Gök-Tann aynı zamanda, yukarıda sırası geldikçe belirttiğimiz üzere, yüksek b i r ahlâkî ka­ r a k t e r e haizdi. B u n d a n dolayı, «saf bir gök kültüne 114 A. S c h i m m e l , a y m eser, s. 34 vd.


ESKİ TÜRK DİNİ

63

sahip» H u n l a r d a gerçek bir din ile karşı karşıya bu­ lunduğumuzu söyleyen W. Schmidt'e göre, insan hay a t m a tesir eden ulu b i r varlığın mevcut olduğu o devirde, Türkler arasında, insanlar tarafmdan yapı­ lan dua, k u r b a n s u n m a v e törenlerden kurulu bir din sistemi teşekkül etmiş bulunuyordu"^ Gök-Türk1er çağında i s e , Gök-Tann b ü s b ü t ü n , mânevi büyük • bir kudret hâline yükselmişti"*, W. Koppers de bu konudaki düşüncesini şöyle ifade etmektedir : «Hay­ van yetiştirici k ü l t ü r ü n karakteristik Gök-Tannsı olan ve Çincede de T'ien şeklinde görünen bu T a n n başlangıçta gök kubbeden kâinatı idare eden ve gök ile aynı sayılan en yüksek varlık iken, daha sonra­ ları, gittikçe artan b i r derecede panteist (mutlak birlik) gelişme göstenniş ve kendi şahsî seciyesi inhilâl ederek gayri şahsî bir dünya kanununa, dünya­ ya nizam veren bir kudret olmuştur'". Bu h ü k ü m , tarihî bir kayıt ile de perçinlenmektedir. Bizanslı tarihçi Th. Simokattes (7. yüzyıl), Gök-Türk çevre­ sinde Gök-Tanrı'nın tek yaratıcı varlık olduğunu ve Türklerin ateş, su gibi bazı şeylere kutsallık atfet115 W. S c h m i d t , Der Ursprung des Gottesîdee, X, 3, Die asiatische Hirtenvölker, Frelburg, 1949, Türk. tere. S. Buluç, E s k i Türklerin Dini, Türk Dili v e Edebiyatı Dergisi, X I I I , 1965, s. 81-85. 116 W. Schimdt, aynı eser, Türk. tere. S. Buluç, Türk­ lerin Dini, Türk Dili v e Edebiyatı Dergisi, X I V , 1966, s. 77 vd. Ayrıca, W. Schmidt, R a s s e n und Völker, II, 1946 (Bk. DTCF Dergisi, V, 3, s. 348). 117 W. Koppers, hk Türklük ve İlk İ n d o Germenlik, Belleten, sayı, 20, 1941, s. 448.


64

İBRAHİM

KAFESOĞLU

mekle beraber, aincak «yer ile gök'ün yaratıcısı olan» Tanrı'ya taptıklarını kaydetmiştir'". Gök-Türklerde yer-su'lann kutsal sayılması, Hunlarda güneşe, aya vb. tazim edilmesi, «semavî» mahiyetteki tek tanrılık inancını gölgelendirmez. Dinler tarihinde tesbit edilmiştir ki, hiçbir din yal­ nız bir çeşit «itikat» ve «amel» den ibaret olmamış, hiçbir devirde bir tanrı tek başına kalmamış ve her t a n n daima «kutsal» sayılan ikinci derecede, yan varhk inançları ile çevrili b u l u n m u ş t u r . Tarihin en «yüksek» dinlerinde bile d u m m b ö y l e d i r : Hıristi­ yanlıkta b i r yerine üç olan Tanrı kişiliği (Trinite)' nden başka, Meıyem Ana, melekler, azizler ve ölü r u h l a n «kutsal»dırlar. İslâmiyette İhlâs Sûresi'nde «Allah'ın birliği vc vasıfları din felsefesi ve edebiya­ tında görülmemiş bir îcaz ile belirtilmiş» olduğu hâlde, «Amentü bi'Uâhi» de meleklere. Tanrı resul­ lerine (peygamberler), kutsal kitaplara î m a n edil­ mektedir'". Eski Türk dininde de Gök-Tanrı'yı çevreleyen inançlar nihayet, y u k a n d a W. Schmidt'in dediği gi­ bi, «aziz» kabul edilen varlıklar durumundadır'^. 118 Bk. Ed. Chavannes, Docıımeııts sur les Tou-kiue (Turcs) occidentaux, Paris, 1903, s. 248; F. Alt­ h e i m , A t ü l a . . . s. 78. 119 M. Taplamacıoğlu, D i n Sosyolojisi, s. 49 vd. 120 B ı m d a n dolayı olacaktır ki, Orhun kitabelerinin çözücüsü, büyük Türkolog V. T h o m s e n , «yer-sub» tâbirini «aziz'ler» (saints) diye vasıflandırmıştı bk. R. Giraud, L'Emp. d. T u r c s . . . , s. 104).


ESKİ TÜRK DİNİ

65

Gök-Tanrı dininin Türklere m a h s u s b i r inanç olduğu T a n n kelimesinden de anlaşılıyor. Bu tâbir, Başkırtça hariç, belirli fonetik farklarla, b ü t ü n Türk lehçelerinde mevcut olduğu gibi, birçok Asyalı ka­ vimlerin dillerine de girerek o r t a k bir k ü l t ü r terimi hâlini almıştır*^'. Türkçenin aslî sözlerinden biri olan Tanrı kelimesi'^, en sarih şekli, ile, Milâddan Önceki Çin kaynağı Şı-kî'de, H u n Tan-hu'su Mo-tun ( M . ö . ) 209-174)'un unvanları a r a s m d a geçmektedir'". Fakat 121 G. Doerfer, Türkische u n d m o n g o l i s c h e . . . I I , s. 573 vd. Ayrıca, Ülkü, sayı, 88. s. 305; Türkçede ulu varlık m â n a s m d a k i B a y a t ( k a d î m ) , Oğan (kaadir), î d i (rahip e f e n d i ) , Çalap ( m e v l â ) tâbirleri T a n r m m s ı f a t l a n oünalıdır. 122 Çağımızın e n t a n m m ı ş Türkologu G. N ö m e t h , « T a n n » n m Türkçe bir k ö k k e l i m e o l d u ğ u n u belirt­ miştir. (Bk. G. N e ı m e t h , Türklüğün E s k i Çağı, (Türk. t e r e ) . Ülkü, sayı, 88, 1940, s. 306). Zama^ n ı m ı z d a n 2500 yıl önceleri, b a ş t a eski Yunanlılar o l m a k üzere, h e m e n b ü t ü n kavimlerin h e n ü z a n t r o p o m o r f i z m ( t a n n l a n , i n s a n b i ç i m i n d e ta­ savvur e t m e ) devrini yaşadığı tarihlerde, Türkle­ rin y ü k s e k v e m o n o t e i s t ( t e k t a ı m h ) bir dini dü­ ş ü n c e ortaya koyabilmelerini kabule bir türlü yan a ş a m a y a n bazıları, T a n n k e l i m e s i n e bile bir baş­ ka «menşe» (MogoI) aramak gayretine d ü ş m ü ş ­ lerdir. K e l i m e n i n Tih-kçeden Mogolcaya geçtiği, Moğol dilinde, Tanggeri ( ü ç h e c e l i ) ş e k l i n d e söy­ lenişinden öellidir, içünkü, M o g o l c a n m fonetiği icabı, Türl'.çeden a l m a n iki heceli sözler ü ç he­ celi, t e k heceli olanlarda iki heceli (Meselâ, Kök' den köke, and'dan anda vb.) h â l e girmektedir (Bk. L. Bazin, Appartenances L i n g ı ü s t l g u e s . . . cahîers d l K s t o î r e m o n d l a l e I, 1., 1953, s. 134). 123 De. Droot, Die H u n n e n . . . , s. 81.


66

İBeAHİM KAFESOĞLU

T a n n tâbirinin d a h a eski 5aizyıllara âit hatırası d a vardır : Konfucius (M.ö. 5. yüzyıl)'un eserlerinde gökten, t a n n d a n bahsederken kullandığı «T'ien» tâ­ biri Türkçe «Temn» kelimesinden başkası değildir*^''. Böjdece en k a d î m Türkçe k ü l t ü r sözlerinden biri olan «Tanrı» Gy. N e m e t h tarafından eski S ü m e r di­ linde aym m â n a y a gelen «Dingir» kelimesi ile karşı­ laştırılmış, fakat, btucıdan 5000 yıl k a d a r önce Mezo­ p o t a m y a ' d a yaşayan Sümerlerin dili ile, o n l a r d a n 2500 yıl sonra Kuzey Çin'de görünen H u n l a r m dilin­ de ortak bir kelimenin b u l u n m a s ı zorluğu -daha bazı ayrılıklara d a dikkat çekilmek suretiyle- ileri sürü­ lerek iki kelimenin ayniliği kabiil edilıhemiştir'^'. Ancak böyle b î r akrabalık meselesini sadece linguistik ve fonetik açıdan kesin h ü k m e b a ğ l a m a k doğru olmasa gerektir. Herhalde meselenin tarih ve kül­ t ü r cephelerini h e s a b a k a t m a k yerinde olur. «Dingir» sözünün Sümercede sadece «parlak» m â n a s ı n d a de­ ğil, t a k a t t a m ı (veya t a n n ç a ) y ı , yâni b i r dinî v a r h k bildiren t e r i m olduğu S ü m e r dili mütehassısı Landsberger tarafmdan ifade edihniştir'". Sümerlerin As­ ya'dan Mezopotamya'ya göçen bir k a v i m olduğu dü­ şünülürse, T a n n sözünün Sümerlerde de mevcut ola­ bileceği ihtimalinde isabet payı herhalde daha da artacaktır. 124 Tafsilen bk İ. Kafesoğlu, K u t a d g u B i l i g v e Kül­ tür Tarihimizdeki Yeri, s. 37 vd. 125 Gy. N e m e n t h , Türklüğün E s k i Çağı, s. 306. 126 Bk. T ü r k l ü p n Eski Çağı, s. 305, n. 11 (müterci­ min n o t u ) .


ESKİ TÜRK DİNİ

67

Asli Türk inaıncında p u t a tapıcılık olmadığı için, putları muhafaza ve tazim m a k s a d ı ile yapılan (ta­ p m a k l a r ) inşa âdeti de yoktu. Eski Türklerin GökT a n n ' y a ibadet usûlleri h a k k m d a da açık bilgi bu­ lunmamaktadır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.