Kişisel Gerilim - İdil Hazan Kohen

Page 1



Kişisel Gerilim Yazan: İdil Hazan Kohen Yayın Hakları: © 2015, Doğan ve Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. Bu eserin tüm hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Yayına hazırlayanlar: Senem Kale Kapak fotoğrafı: Fethi Karaduman Kapak tasarımı: Funda Çolpan Grafik uygulama: Havva Alp 1. Baskı / İstanbul 2015 ISBN: 978-605-09-2433-6 Sertifika no: 11940 Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 19 Mayıs Cad. Golden Plaza No:1 Kat:10 Şişli 34360 İSTANBUL Tel: (0212) 373 77 00 / Faks: (0212) 246 66 66 www.dexkitap.com / satis@dogankitap.com.tr Basım yeri: Yıkılmazlar Basın Yayın Prom. ve Kağıt San. Tic. Ltd. Şti. Adres: Yalçın Koreş Cad. Basın Sanayi Sit. No:13-14 Yenibosna-İstanbul Tel: (0212) 515 49 47 Sertifika no: 11965



Ben bu kitabı yazarken “kişisel gerilim”i bizzat yaşayan eşim Ezel’e, sabrı ve her türlü desteği için teşekkürler!


#Ak Sakallı Bilge, Neredesin?

senin empat olabileceğinden şüpheleniyo“Dila, rum.”

“Empat mı? O ne şimdi Serpil, psikopat’ın ‘e’ hali mi?” “Psikopatlıkla ilgisi yok bunun, daha duygusal bir şey. Etrafında kim ne hissediyorsa sen de istem dışı bu duygulara ortak oluyorsun. Hatta ilişkilerin de bu yüzden yürümüyor bence senin. Karşındaki adam biraz mutsuz olsa, sen hemen ‘benimki duble’ olsun diyorsun.” “Ben mümkünse ‘psikopat’ı alayım o zaman. Bari duyduk bildik konu...” Serpil de nerede antin kuntin şey varsa bulur, bana yakıştırırdı zaten. Yediğin içtiğinin ayrı gitmediği, sevmekle sövmenin artık iç içe geçtiği arkadaşlıklardan bizimkisi... “Alma Dila, onu hiç alma. Bak, 32 yaşına geldin hâlâ elini tutacağın adam gibi bir sevgilin yok. Bu sorunu çözmemiz lazım.”


8

İD İL H AZ AN KO H E N

“Çözelim. Nasıl çözelim?” “Seni acil iç huzura kavuşturmamız gerekiyor! Sen hiç meditasyon yapmış mıydın?” Meditasyon... Aslında öyle bir teşebbüste bulunmuştum. Hafızam çoktan bu anıyı “spam” kutusuna kaldırmış olmalıydı ancak bana eziyet edecek ya, Serpil’le bir olup çat diye çekip çıkarıvermişti karşıma. Ah bu Serpil... Arkadaş dedik bağrımıza bastık, psikologa bağlayıp bilinçaltından vurdu! Hoş, bu meditasyon anım her aklıma geldiğinde ben hâlâ gülüyorum ama o zamanlar on yaş genç olduğumu hatırlayınca o huysuz tebessüm gelip lök gibi oturuyor yüzüme. O sırada Ankara’da, üniversitede okuyordum. Ev arkadaşım Bengü’yle beraber üniversitenin kapalı spor salonunda ilk defa düzenlenecek olan meditasyon seansına katılmaya karar vermiştik. Yeni moda ya, aman eksik kalmayalım sonra bir tarafımız şişerdi. Seans, derslerden sonra altı gibi başlıyordu. “Aaa, ilk gitmeyelim, biraz geç kalalım da havamız olsun,” deyip 6.30 civarlarında assolist edasıyla salına salına daldık salona. Ancak dalışımız beklenen artistik puanları toplayamadı. Herkes yüzünde aynı ayıplayan ifadeyle bize bakıyordu. Anlaşılan o ki standart “cool” görünme kalıpları bu alternatif dünyada pek işlemiyordu. Cüssemize bir anda ağır gelen egomuzu, o bakışların ezici hâkimiyetine teslim edip kıyı köşe bir yere çöktük. Zaten öyle önde bir yere oturmaya kalksak da pek şansımız olmayacaktı, çünkü salon yememiş


KİŞ İS E L G E R İL İM

9

içmemiş gelmiş sabahtan en önlere tünemiş bin bir öğrenciyle kaynıyordu. İşin ilginci o aralar spiritüel akımlar bu kadar yaygın da değildi. Ama zamanında potansiyeli gören görmüş almış başını yürümüştü... Salona daha dikkatli bakmaya başladım, belki sonrasında konuyla ilgili iki kahkaha atacağım birkaç tanıdık yüz görür, eğlenirdim. Ancak benim dışımda bütün salonun gözleri kapalıydı. Bengü’ye döndüm, o da kapatmıştı gözlerini. “Ne yapıyorsun?” diye dürttüm onu hayretle. “Herkes ne yapıyorsa onu,” dedi. “Herkes ne yapıyor Allah aşkına?” dememe kalmadan bir anda salondan bir “Ommmm” sesi yükseldi. Gözleri kapalı om’layan bu topluluğa şaşkın şaşkın bakarken seansı yöneten hoca ile göz göze geldik. Elleriyle gözlerimi kapatmamı işaret etti. Kapattım. Ellerimi tuzluk şekline sokup salonu inleten “om” feryadına katılmaya çalıştım. Om’lamakla sırıtmak arasında bir yerde, “Acaba bu Hindistan’da bir isim midir? İsimse adamın kulakları amma çınlıyordur,” diye düşünürken birden omzuma biri dokundu. Heh! Om duyup gelmiş olmalıydı. Sırıtarak gözlerimi açtım, hoca ters ters bana bakıyordu. “Lütfen konsantre ol,” diye beni sessizce ikaz ederek yanımdan uzaklaştı. Neyse ki Om’u canından bezdiren inleyişimiz bitmiş, kendimizi parlak kum tanelerinin olduğu masmavi bir denizin kıyısında hayal edeceğimiz bölüme gelmiştik.


10

İD İL H AZ AN KO H E N

Tekrar gözler kapandı. Kapandı kapanmasına ama benim kumsal da deniz de ortalarda yok. Salonun sessizliğinde aksırma tıksırma detaylarına takılı kalmış, bir türlü bana ulaşamıyorlardı. Birden yanımdan “Hiii!” diye bir bağırtı koptu. “Ayy!” diye gayri ihtiyari çığlık atıverdim ben de. “Ne oldu?” diye sordum ama kızdan cevap gelmedi. Gözleri hâlâ kapalı, bildiğiniz transtaydı. Ben daha mavi suyu bile zor hayal ederken, millet Jaws 2’yi çekiyordu kapalı gözler ardında. Dayanamadım, kızı dürttüm. “Biraz kopya versen? Bak kaç dakikadır burada eller ayaklar tuzluk pozisyonunda oturuyorum, her yerim tutuldu, ortada ne dalga var, ne deniz ama sen orada Tsunami aşamasına geçmişsin.” Kız bir süre yüzüme bön bön baktıktan sonra sesini buldu. “Sadece gözlerini kapat, kendini zorlama, düşünceler yavaş yavaş gelecektir,” deyip tekrar kabuğuna çekildi. Bekle bekle gelen yok, giden yok... Sağım, solum, önüm, arkam transta ben ise meditasyonal ıstırapta. Zaman geçmek bilmiyor, hoca gözünü benden ayırmıyordu. Yanımdaki kız birden cin çarpmış gibi sağa sola, kısa ve kesik sıçrayışlar yapmaya başladı. Tam tekrar havalanacaktı ki omuzundan tuttuğum gibi yere bastırdım. “Bir rahat dur, iyice abarttın sen de! Şeytan çıkartmıyoruz, alt tarafı meditasyon yapıyoruz burada!”


KİŞ İS E L G E R İL İM

11

Kız yine hayalet görmüş gibi gözlerini kocaman açmış, bana bakıyordu. Bunun transtan çıkmış hali ile trans hali arasındaki yedi farkı en dikkatli gözler bile bulamazdı. Keşke aynı şeyi hocamız için de söyleyebilseydim ancak kendisi tüm dinginliğini meditasyon sırasında hunharca israf etmiş, saf sinir olarak yanımıza gelmişti. “Ne oluyor burada! Herkesin huzurunu kaçırıyorsunuz. Sessizliğinizi koruyamayacaksanız lütfen sınıfı terk edin!” dedi yüksek sesle. Bir anda tüm sınıf denizi, kumsalı bırakıp bizi izlemeye koyulmuştu. Bengü de nihayet gözlerini açmış, “ne oluyor?” dercesine mimikleriyle paylıyordu beni. “Hocam, konsantre olmaya çalışıyorum ama arkadaş pek müsaade etmiyor,” diye sızlanmaya başlamaz mı yanımdaki transandantal köstebek! “Asıl sen müsaade etmiyorsun! Yanımda sürekli bir aksiyon, bir hareket... Hocam cini, köpekbalığı hepsi bunda! Gözlerini kapattığı an düşük bütçeli korku filmine bağlıyor.” Meditasyonla içimizdeki ak sakallı bilgeye ulaşayım derken birden ispitçi ilkokul öğrencisini kusmuştu zihinlerimiz. Bir salon dolusu meraklı bakışın altında ben yanımdaki kızı, kız da beni boyuna hocaya şikâyet edip durduk. Sonunda saç saça baş başa girişecektik ki, hoca dayanamayıp araya girdi. “Lütfen salonu terk eder misiniz?” * * *


12

İD İL H AZ AN KO H E N

Astral bedenimle ilk tanışma çabam hüsranla sonuçlanmıştı ama tam on sene sonra işte yeniden karşılaşmıştık. Bugün kendisine sanırım ikinci bir şans verecektim. Aslında bu ikinci şansı zorlayan başta Serpil olmak üzere etrafımdaki, benden çok benimle kafayı bozmuş arkadaş baskısıydı. Müzmin bekâr sendromumu, iç sesimle barışık olmamama; evrene, kurda kuşa yanlış mesajlar verip her türlü sevgili adayını kaçırmama bağlıyorlardı. Baktım, gerçekten bütün arkadaşlarım ya yoga gurusu, ya nefes terapisti ya da spiritüel yaşam koçu oluvermişti. Her biri evli, çocuklu... Ben de artık şu iç sesle bir pazarlığa oturayım, dertleşeyim, ne yapıp edip benim şu rasyonel mantığı beraber devirelim dedim. “Evet Serpilciğim, seneler önce denemiştim meditasyonu ama o bana, ben de ona pek ısınamadık.” “Peki ya reikiyi denedin mi?” “Hayır, kendisiyle hiçbir münasebetimiz olmadı.” “O zaman kesinlikle reiki yapmalısın. Senin enerjin düşük olabilir. Çakralarını açarlar.” “Ne bu ya, on-off düğmesi mi var bunun? Varsa da niye kumanda başkasında? Ayrıca her gün sabah sekiz-akşam altı çalışıp, üstüne spor yapıp, üstüne hâlâ geceleri sürtecek gücü bulabiliyorsam benim enerjim düşük değil ancak fazla geliyor olabilir,” diye çıkışıverdim Serpil’e. Ancak Serpil’den çıkış yoktu. “Heh, tamam işte! Enerjini akıtacak kanallarını açarlar,” diye yapıştırdı cevabı.


KİŞ İS E L G E R İL İM

13

“Anladım. Senin illa benim gül gibi enerjimi ya düşük voltaja ya da giderde tıkanıklığa bağlayasın var fakat gayet güzel akıp gidiyor o. Çakramdan mı, başka bir tarafımdan mı çıkıyor, bak onu bilemem ama ne fark eder? Maksat çıksın gitsin, bir rahat versin.” “Öyle değil işte Dila. Verdiğin enerji kadar aldığın enerji de önemli.” Ne oluyor, termik santral mi kuruyoruz benim enerjiden? Bıraksam katı, sıvı, gaza da ayrıştıracak bu beni. “Eh, ben almayayım o zaman. Zaten fazlam var. Hem enerjisi, şusu busu hiç fark etmez, ben neremden ne versem bana kâr.” “Olmaz Dila. Bak bu gösterdiğin direnç, yaptığın muhalefet hep kapalı çakraların yüzünden. Enerji kanallarını bir an önce açmak lazım senin.” Anlaşıldı, bu Serpil ne yapacak ne edecek açtıracaktı bir yerlerimi...


#Siyah Kuşak Şakir

Zırrr!” “Zırrrr! Yattığım yerden bir tokat yapıştırdım alarma

ama susmuyordu edepsiz. Zır zır, devam ediyordu başımda ötmeye. Bu sefer gözlerimi açıp nokta atışı yapmak üzere hedefe kilitlendim ancak saati görünce o gün ışığına naz yapan gözlerim yuvalarından fırlayıverdi. Saat sekizdi. İstanbul trafiğine tercüme edecek olursak, işe en az iki saat geç kaldım demekti. Zaten bu kısıtlı zamana yayılan hazırlanma süreçleri hep elime ayağıma dolaşırdı benim. Bir yandan bacağımdan sarkan pijamayı son kalan çiş damlası gibi sallayıp düşürmeye çalışırken, bir yandan da terden üstüme yapışmış atleti çıkartmaya uğraşıyordum. O anda gözüm aynadan bana pis pis gülen, uykudan değil de resmen tımarhaneden çıkıp kafama konan saçlarıma takıldı. Kaçarı yok yine geç kalacak, yine azar işitecek, yine kâbus gibi bir pazartesiye uyanacaktım. O anda


KİŞ İS E L G E R İL İM

15

dondum kaldım. Hayır, bu işi bırak, git kırsala yerleş gibisinden bir vahiy değildi beni olduğum yerde donduran. Bugün cumartesiydi! “Zırrr! Zırrrr!” Peki, bu eceline susamış saat neden hâlâ ötmeye devam ediyordu? Bacağımdan sarkan sülük asıllı pijamamı bir hışım fırlatıp saate doğru yönelmiştim ki, o anda çalanın saat olmadığını fark ettim. Densizin biri sabahın sekizinde ısrarla telefonumu çaldırıyordu. “Alo,” diye hırladım. “Alo? Dila biliyorum biraz erken ama senin için Doktor Sharma’dan randevu kopardım. Hem de bugün, iki saat sonra! Hadi çabuk hazırlan!” “Serpil, ne diyorsun sen? Sharma ne? Nereden ne koparıyorsun sabah sabah uykumun ortasında?” “O randevuyu almak ne kadar zor biliyor musun sen? Teşekkür edeceğin yerde söyleniyorsun. Senin kafanı kopartmak lazım asıl!” Anlaşılan o ki Serpil geceye karışıp da sabaha çıkamamasını arzu ettiğim reiki muhabbetimizi unutmamıştı. “Tamam tamam, asabiyete bağlama hemen. Bak onca para bayılıp açtırttığın çakraların kapanacak sonra.” Kıkırdamaya başladım ancak Serpil’in sesi aynı derecede sevimli gelmiyordu. “Adamı yaptığı yapacağı iyilikten bile pişman edersin sen. Bak sakın geç kalayım deme, daha gelip


16

İD İL H AZ AN KO H E N

beni alacaksın,” diye buyurup telefonu hızlıca yüzüme kapattı Serpil. Gerçekten hâlâ bu kadar alıngansa şu aç kapa Artema modeli çakra mevzuatının ne kadar işe yaradığı oldukça şaibeliydi. Olan uykuma olmuştu. Yatakta keyfini sürebileceğim nadide bir cumartesi sabahı daha Serpil’in “tıkandı” diye takıntı yaptığı çakralarımın kurbanı olmuştu. Trafiği de göz önüne alırsak iki saat hızlı bir duş, kahvaltı ve giyinme sürecimi ancak kompanse edebilirdi. Öte yandan o biraz önce kene misali bacağıma yapışıp derin uykular vaat eden pijamam sokulgan sokulgan, “Bırak Sharma’yı, gel ben seni şımartırım,” diyordu. Ancak bir ömür Serpil’in gazabını çekmek vardı ki o pijama canlanıp beni dünya dışı bir diyara götürüp ninniler söylese dahi kandıramazdı. El mahkûm birkaç dakikaya sıkıştırılmış duş ve kahvaltının ardından saatlere yayılan orantısız bir giyinme sürecini tamamlayıp Serpil’in evinin yolunu tuttum. Kapının önüne geldiğimde ısrarla çaldırdığım telefonunu açmayan Serpil gerçekten günün işkence çıtasını yüksekte tutmaya kararlı gibi görünüyordu. Sinirle arabadan inip bit gibi yazılı etiketlerin arasından Serpil-Emre Düzyol ismini aramaya başladım. Karınca duası diyeceğim ama karıncayı dinden soğuturdu bu yazılar. Karınca kararınca ismi en çok çağrıştıran zile var gücümle asıldım. “Kim o?” diye borazan bozması bir ses cevap verdi. Emre tabii... Bugün cumartesiydi ve her aklı ba-


KİŞ İS E L G E R İL İM

17

şında adam gibi o da şu saatte evde yan gel yat keyfi yapıyor olmalıydı. “Merhaba Emre, rahatsız ettim sabah sabah. Serpil hazır mı? Aşağıda bekliyorum, araba kötü yerde de.” İnsanın burnundan solurken kuyruğunu bacak arasına sıkıştırmış kedi gibi miyavlayabilmesi de benim meziyetimdi işte. “Ooo Dila Hanım, enerjinin merkezine yolculuk başlamış.” “Evet, o yüzden söyle Serpil’e de çabuk hazırlansın,” dedim sıkılganca. Bir Emre’nin ağzına düşmem eksikti. Cümle âlem duymak zorunda mıydı benim astral kişiliğime takdimimi? Ortalarda görünmüyor diye rağbet görüyordu tabii. “Doktor Sharma mı bulacak sana hayatının aşkını?” diye bir de megafondan bağıra bağıra dalga geçmez mi Emre! Serpil’i öldürmek istiyordum. Hatta açılacak olan çakralarımdan çıkan enerji ile yapmak istiyordum bunu. “Dila, geldim! Pardon, ancak hazırlandım. Hadi çabuk gidelim!” diye kapıdan fırlayıverdi Serpil. Homurdana homurdana, “Neden kocana söylüyorsun?” dedim. “Ay Emre’ye bakma sen. O sırf seninle uğraşmak için konuşuyor yoksa bu işlerden hiç anlamaz.” “Ben de anlamıyorum ki!” diye çırpındım. “Of Dila, biraz zorla kendini. Bir ömür böyle kös kös oturacaksın yoksa!”


18

İD İL H AZ AN KO H E N

“Sen bu odunla evlendin de ne oldu? Ateşe atsan tutuşmaz. Yanına seni almış çayır çıra diye, sen yandıkça ısınıyoruz zannededur,” diyecektim ama bir Serpil dramı daha çekebilecek bir sabahta değildim. Sustum. Susmamdan güç alan Serpil doludizgin devam etti. “Üstelik Doktor Sharma gerçekten mucizeler yaratıyor. Bu işin en iyisidir o.” “Çöpçatanlığın mı?” “Off, hayır tabii ki de reikinin.” “Doktor mu gerçekten?” diye sordum, gözlerimi yoldan ayırmadan. “Hayır, lakabı o. Ama doktordan hiçbir farkı yok. İnanılmaz bir tedavi gücü var adamın.” “Aferin adama da, Allah’a şükür benim tedavi edilecek bir hastalığım yok.” “Sana öyle geliyor, illa ki vardır. Hiçbir şey olmasa boyun fıtığın var ben biliyorum.” “Hoppala... Düşük enerjinin nesi yetmedi sana? Şimdi de hastalık mı eklendi repertuvarıma! Nasıl bir oyunun içindeyim ben? Sana kalırsa çoktan ‘Game Over’ olmuşum zaten. Bütün canlarımı yedin bitirdin şimdi de paraları bayılıp hak toplamak bana kalıyor yine.” “Off Dila... Senin şu kafanın içindeki virüs bile başlı başına tedavi ister.” “Yok yok, ben daha iyi bir şey buldum. Üstelik acil tedavi gerek buna.” “Neymiş o?” “Arkadaşlarım!”


KİŞ İS E L G E R İL İM

19

“İğrençsin Dila! Sana bir daha hiçbir bok ayarlamam ben. Bu boka elinin tersiyle ittiğin onca adam da dâhil. Sen en iyisi kapalı çakralarınla, Doktor Sharma’yla dalga geçmeye devam et!” “Doktorda kararlısın yani?” göz ucuyla Serpil’e baktım. Bakmaz olaydım. Gözleriyle falakaya yatırdı kız beni. Namı diğer Doktor Sharma’nın ofisine gelene kadar bir daha konuşmadık. Doktor Sharma’nın ofisi İstanbul’un ortasında bildiğiniz küçük bir Tibet tapınağıydı adeta. Sağım solum dua eden küçük heykelcikler, önüm arkam genzimi yakacak kadar üfüren tütsüler, her yerde asılı otantik Hint figürleri, filler, ellerle doluydu. “Neredeyiz biz Serpil? Bilseydim daha uygun bir şeyler giyerdim!” Serpil baştan aşağı gözleriyle bir güzel süzdü beni. Sabahtan beri ilk defa dudağının ucunda bir tebessüm belirdi. Belirmeyecek gibi değildi. Ayağımda 11 punt topuklu ayakkabılar, üzerimde döpiyesten hallice bir etek ve ceket, enerji akıtmaya değil de bildiğiniz üst düzey yönetici toplantısına gelmiştim ben. Serpil yüzünden sabahın sekizinde işe gideceğim diye uyanan bedenimin otomatik reaksiyonlarıydı bunlar... Gözleri çekik bir bayan yanımıza geldi. “Buyurun, Doktor Sharma sizu bekleyor,” dedi bozuk Türkçesiyle. Bir ayağı diğerinin tam önüne gelecek şekilde at-


20

İD İL H AZ AN KO H E N

tığı hızlı adımlarla bir anda önümüze geçen çekik, kapıyı yavaşça itekledi. O da nesi!!! Doktor Sharma bildiğin Trabzonlu Şakir! Kara kuru, 1,60 boyunda, sadece burundan oluşan, yere mi göğe mi baktığı belli olmayan bir karikatür karakteri duruyordu karşımda. Tenis maçı izler gibi bir Serpil’e bir Tibet’in yandan yemiş Sharma’sına bakıp duruyordum. Serpil hiç oralı değildi. Sharma oralı olduysa da o hedefi tutturamayan gözlerinden ben pek anlayamadım. “Buyurun, oturun Dila Hanım,” dedi bana bakarak. Daha doğrusu bakmaya çalışarak. Sharma’nın da Türkçesi dikkatimi çekti. Garip bir aksanı vardı ancak bizi karşılayan sekreter gibi Hintçe’den bozma bir aksan değildi bu. Kesin Karadenizliydi bu adam. “Daha önce hiç özel reiki seansına katıldınız mı?” diye sordu Şakir. “Hayır, hiç!” Şakir suratını astı. Sanırım ses tonumdaki böbürlenmeyi fark etmişti. “Belli. Auranız kapkara. Çakralarınız da tamamen kapalı.” Şakir bilmediğim bir dilde besbelli giydiriyordu bana ama verebilecek bir cevabım da yoktu. Serpil de kulaklarını havaya dikmiş bu yorumu bekliyordu resmen. “Evet, Doktor Sharma Bey. Ben de aynı şeyi söyledim kendisine. Enerjisi yok! Bir tek siz düzeltebilirsiniz Dila’yı!”


KİŞ İS E L G E R İL İM

21

“Ah, şu çakralarım bir açılsın ben düzelteceğim seni!” diye fısıldadım. “Efendim? Bir şey mi dediniz?” diye sordu Şakir benle Serpil’in arasındaki boşluğa bakarak. “Umarım dedim, umarım.” “Güzel, çünkü bunu tüm kalbinizle istemezseniz işe yaramaz,” diye uyardı Şakir. Aman ne güzel, gitti bizim 300 kâğıt... “Dila Hanım, siz şu koltuğa uzanın, rahatlayın, ben birazdan geleceğim. Siz de bekleme odasında bekleyebilirsiniz Serpil Hanım.” Şakir odadan çıkarken Serpil de arkasına takıldı. Ayağımdaki topuklulardan beklenmeyecek bir çeviklikle atılıp Serpil’in koluna yapıştım. “Sen hiçbir yere çıkmıyorsun! Bu cin çarpmış Şakir’le kalmam ben aynı odada” “Ne Şakir’i be! Ne diyorsun Dila? Saçmalıyorsun yine. Enerjin...” “Başlatma enerjinden! Bu ne ya? Bu adam bildiğin Karadeniz’in bağrından kopup gelmiş, Tibet diye sizi yemiş. Ne bu kapalı çarşıdan istifleme Hint süsleriyle ne de beline sardığı o çarşafla kandıramaz beni. Ben bu şiveyi çok iyi bilirim. Bizim evin karşısındaki fırının sahibi Dursun abinin aynısı bu! Kenarımın Şarması!” “Evet, Karadenizli kendisi. Tibet’e Budist olacağım diye tutturan oğlunu aramaya gittikten sonra orada kendini yeniden keşfetti. İsmini, cismini, inanışını her şeyini değiştirdi. Kendisi 3. aşama reiki mastırıdır.”


22

İD İL H AZ AN KO H E N

“Ooo, desene bizim Şakir siyah kuşak almış... Siyah kuşak Şakir.” “Sen iflah olmazsın Dila. Ben çıkıyorum!” “Bekleyecek misin?” “Hiç sanmıyorum!” Serpil odayı hışımla terk ederken eteğimi çekiştire çekiştire koltuğa uzanıp ceketime sıkı sıkı sarıldım. Rahatlamaktan eser olmayan vücudum, Şakir ve Şakir’in tütsü sinmiş somut bir varlığa dönüşen kokusunun içeri girmesiyle iyice kaskatı kesildi. “Lütfen ceketinizi ve ayakkabılarınızı çıkarın,” dedi Şakir tütsüyü kafamın etrafında gezdirirken. Oflaya puflaya söyleneni yapıp tekrar uzandım. “Lütfen şimdi gözlerinizi kapatın.” “Kapatmasam?” “Olmaz,” diyerek kestirip attı Şakir. Bu göz kapamanın amacı sözde rahatlamaktı ama maalesef benim şalter ters çalışıyor, gözlerimi kapatır kapatmaz işkil, müşkül her şey devreye giriyordu. Şakir ellerini önce kafama koydu. Orada on dakika süren bir ömürlük zaman harcadıktan sonra, ellerini boğazıma doğru kaydırdı. “Adam beni boğazlayacak mı acaba?” diye paranoyak düşüncelere kapıldığım sırada, Şakir’in ellerinin göğüslerime inmesiyle yerimden fırladım. “Ne yapıyorsunuz?” diye kükredim. “Sakin olun Dila Hanım. Çakralarınızı açıyorum.” “Külahıma anlat sen onu! Resmen gömleğimin düğmelerini açmak üzeresin sen!” “Ne münasebet! Başınızın üzerinde bulunan ko-


KİŞ İS E L G E R İL İM

23

muta merkezinden başlayıp alın çakranızı, daha sonra da boğaz çakranızı açtım. Şu anda da kalp çakrasını açıyorum. Ardından güneş sinir ağı çakrası, sakral çakra ve temel-kök çakranızı açacağım. Siz merak etmeyin. Ben uygulamayı yaparken lütfen sadece rahatlamaya çalısın.” Yok daha neler! Adam göz göre göre oramı buramı yoklayacak, ben de kordon sefası modunda bekleyeceğim öyle mi? Böyle bir boyuta geçmek kaç çakra açtırtmayı gerektirirdi bilmiyorum ama bu adam her an başka şeyleri de açmaya gebeyken orada sinmiş kedi yavrusu gibi gözlerim kapalı uzanmaya niyetim yoktu. Şakir’in elleri karnımın üzerindeyken hafifçe gözlerimi araladım. Onunkilerin tamamen kapalı olduğunu görünce, ben benimkileri tamamen açtım. Tütsü adamın karnımın üzerindeki varlığına ancak alışıyordum ki ellerinin usulca kasıklarıma indiğini görünce dayanamayıp yerimden fırladım. Şakir şaşkın bir şekilde geriye doğru hamle yaptı. “Dila Hanım, üzgünüm ki böyle yaparsanız çakralarınızı açmam mümkün olmayacak.” “Asıl ben üzgünüm Şakir Bey. Bu ‘Gel çakranı açayım’ ayakları bana sökmez. Açtıran açtırtsın! Sizin bana neyin enerjisini akıtacağınızı anladım ben!” Şakir’in cevabını beklemeden ayakkabılarımı aldığım gibi odadan fırladım. Eve vardığımda burnuma yapışan tütsü kokusundan kurtulmak ümidiyle duşa attım kendimi. Bütün duş


24

İD İL H AZ AN KO H E N

jelini boca ettiysem de üzerime nafile. Tütsü değil resmen ziftti bu! En iyisi kokuyu mokuyu boş verip içine edilen cumartesi uykumla yeniden buluşmak olacaktı. Heyecanlandım, düşüncesi bile güzel geldi. Şu an Kıvanç Tatlıtuğ gelse o uykuya tercih etmezdim. Yok ya kimi kandırıyorum ben! Kıvanç Tatlıtuğ gelse, bacağıma yapışan o sülük gibi pijamayı bile değiştirmeyi unutur, o şekil fırlardım adamın yanına... Saçma fantezilerimi duşta bırakıp göz yaşartan tütsü kokumu yanıma alarak yatağa uzandım. Uzanmamla beraber telefonum yine, yeni ve yeniden ısrarla çalmaya başladı. Sanki popomda sensör var gibi yatağa uzandığım an ötmeye başlıyordu bu. Telefonuma “Ne böyle senle ne de sensiz” şarkısını ithaf ederken yerimden kımıldamadan, vücudumun tüm esneme kapasitesini kullanarak ileriye doğru uzandım. Aklınıza akrobatik hareketler gelmesin. Telefon ayağımın ucundaydı ve benim bedenimin esneme kapasitesi bundan ibaretti. Telefona baktım. Arayan elbette yine Serpil’di ve tam on iki cevapsız çağrı bırakmıştı. Takık! “Alo, Serpil? Duştaydım, şimdi gördüm aradığını. Sanırım elin benim numaramın üzerinde uyuya kalmışsın.” “Dila, senin adını deli olarak değiştiriyorum ben!” diye kükredi Serpil. “Daha küçük değişiklerle başlasaydık. Önce çakralarımı falan açsaydın.”


KİŞ İS E L G E R İL İM

25

“Açacağım, ben senin nelerini açacağım, bir bilsen! Rezil ettin beni! Adama bildiğin tacizci muamelesi yapmışsın.” “Adam bildiğin tacizciydi de ondan. Aynı o televizyonda gördüğümüz gel cin çıkartacağım deyip gariban kadınların üstüne çullanan hacı hocalardan farksızdı.” “Ne demek istiyorsun? Bir şey yaptı mı sana?” “Hayır, ama orada gözlerim kapalı kurbanlık koyun gibi yatmaya devam etsem yapacaktı. Göğsüme kasıklarıma falan dokundu.” “Dokunacak tabii. Çakraların oradada ondan. Dokunmadan açamaz ki onları. Hiç mi duymadın, görmedin? Nerede yaşıyorsun sen Allah aşkına, uzaylı mısın nesin!” “O zaman seansa girmeden önce bana sövüp sayacağına zahmet edip anlatıverseydin adam oranı buranı yoklayacak diye.” “Yoklamak değil o! Adama bir de Şakir demişsin!” “Şakir çünkü!” “O Şakir değil ama sen delisin. Sana bu kadar zamandır kimsenin dokunmadığı belli, nasıl olduğunu unutmuşsun.” “Emre sana çok dokunuyor herhalde ondan böyle adamların ellerinde arıyorsun çareyi değil mi?” Ve çat! Bugün bir kez daha Serpil’in telefonundan gelen uyuz düdük sesiyle baş başa kalma onuruna erişmiştim. Uyku hayalim de hayal olup gitmişti. Şimdi benim soldan soldan gelen sinirimle, sağdan sağdan bastıran vicdan azabım bütün gün kapışır en


26

İD İL H AZ AN KO H E N

sonunda dayanamaz ben bu Serpil’i arardım biliyorum ama nedense bu içimi kıyan savaş sona ermeden gerekli büyüklüğü gösteremeyen inatçı bir yapım vardı. En iyisi ben bu fazla mı, az mı, kapalı mı yoksa kara mı ne idüğü belirsiz enerjimi boşaltsam iyi olacaktı. Çok banal ve klişe olacak ama ben bu enerjiyi ancak dere tepe düz koşarak akıtırdım.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.