Adimizisyan

Page 1

Adımız İsyan

Adımız İsyan Şadi ÖZPOLAT

Şadi Özpolat

Şaştılar Onca yıl copuna polisin Biber gazına, işkencesine Zulmüne, katliamlarına devletin Yoksul, aç bırakmasına Dayanmamıza değil de Şaştılar ayaklanmamıza Haziran’ında 2013’ün Bırakıp evde korkularımızı Kuşanıp cesaret silahını Tek yumruk misali Milyonlarla doldurmamıza alanları Şaştılar Ve korktular Ki ayaklanamaz sanarken onlar Ayaklar baş olacaktılar


Şadi Özpolat Adımız İsyan


Boran Yayınevi Adımız İsyan - Şadi Özpolat Kasım 2014

Katip Mustafa Çelebi Mah. Billurcu Sok No 20/2 Beyoğlu/İstanbul (0212) 251 94 21

İSBN 978-605-5179-22-9

Berdan Matbaası Davutpaşa Cad. Güven İş Merkezi C Blok No: 215-216 Topkapı/İSTANBUL Sertifika No: 12491 Tel: 0212 613 12 11


İÇİNDEKİLER Önsöz ................................................................... 3 - 33 Adımız İsyan .............................................................. 1 Çocuklarımız Ölüyor Açlıktan .................................. 7 Oportünist .................................................................10 İhanete İhanet Derler Bizde .................................... 11 1 Mayıs...................................................................... 16 Halkımıza Güven ...................................................... 18 Provokatör Bir Bebek .............................................. 19 Vatan ......................................................................... 21 İşçinin El İzi Var........................................................ 25 Cepheye Varak ......................................................... 27 Işıklı Emir ................................................................. 28 Defolup Gidiceksin, Bu Vatan Bizim ...................... 29 İhanete Ağlama Umutla Bak Yarınlara ................... 32 Yaşam Çizilmiştir Spartaküs'ten Alişan'a ............. 35 Eyy Büyük Umudumuz ........................................... 40 Emekçi Onur'a Sesleniş .......................................... 43 Anadoluyuz 73 Millet ............................................... 47 Vatan Anadolu ......................................................... 50 Ellerimizde Mutluluğumuz ...................................... 51 Heyy İstanbul ........................................................... 52 19 Aralık Feda .......................................................... 55 Böyle Ölür Bizimkiler .............................................. 58 Adımız Vatana Sevda .............................................. 60 Biz Büyük Bir Aileyiz ............................................... 62 Erdal Adaletidir Halkının ......................................... 63 Direniş Destanı ........................................................ 65 Korku Değil Mesele ................................................. 67 Kurtuluşu Kürdün .................................................... 68 Karanlıklar Aydınlanacak ........................................ 69 Ayaklanmak Bize Ana Sütü Kadar Helal, Ana Sütü Kadar Hak ................................................ 71



01.09.1969 yılında, Maraş-Afşin-Serkizçayırı köyünde doğdum. İlk ve ortaokul ile liseyi Ankara'da okudum. 1987 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi-Mimarlık Fakültesi'ne kaydımı yaptırdım. Üniversite yıllarında devrimci mücadele içerisinde aktif olarak yer aldım. 1990 Ağustos'unda Devrimci Sol - Silahlı Devrimci Birlikler savaşçısı olma iddiasıyla tutuklandım. Tutsaklık sürecinde Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi tutsaklarının temsilciliğini yaptım. 1996 yılında Ölüm Orucu direnişinde 2. Ölüm Orucu Ekibinde yer aldım. 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş” katliamında, Bayrampaşa Kapalı Hapishanesi'nde direnen tutsaklar arasındaydım. 2002 yılında, Kandıra F Tipi Hapishanesi'nden tahliye oldum. Devrimci mücadeleye devam ettim. 1 Nisan 2004 komplo davasında tekrar tutsak edildim. 2006 yılında tahliye oldum. 2010 yılından itibaren, Almanya hapishanelerinde DHKP-C davası tutsağı olarak yatıyorum. Devrimcileri daha çocukken tanıdım. Amcam Mehmet Ali Özpolat ben 6 yaşındayken, Gaziantep'te devlet tarafından katledildi. Dayım Hamdullah Erbil, 12 yıl tutsaklıktan sonra kan kanseri rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildi. Dışarıda yaşamını yitirdi. Aile ve akraba çevremde pek çok kişi devrimci mücadelede yer aldı ve tutsaklıklar yaşadı. Devrimciliği ve faşist düzeni tanıyarak devrimci oldum. Kürt milliyetindenim, alevi inancına sahip bir ailede büyüdüm. Saygılarımla Şadi Özpolat Almanya hapishanelerinde devrimci bir tutsak olarak 4 yılımı geçirdim. Tutsaklığım hala sürüyor, daha da iki yıl var tahliye olmama. Tutsaklığım sonucu ise bu şiir kitabı çıktı ortaya. Çocukluğum devrimci olma hayalleriyle, yaşamımın geri kalan kısmı ise devrimci olarak geçti. Kuşkum yok, bundan sonra da değişmeyecek. Çünkü devrimci olmak; bilinçli, onurlu, vatanını, halkını seven bir insan olmanın en doğal sonucu. 5


Sanmayın ki, bunu sadece biz devrimciler söylüyoruz. Bakın sömürü ve zulüm düzenlerinin hapishanelerine. Kitap, dergi, gazete, mektup yasakları… Bilimi yok etmek için...Tüm onur kırıcı uygulamalar onursuzlaştırmak için… Bencil, bireyci yaşamın dayatılması, halk, vatan sevgisini yok etmek için… Ve direndiğimiz için bu politikalara, diyor ki Almanya'nın yargısı, "yatması gerek daha, DHKP-C saflarında devrimciliğe devam edeceğine inanıyoruz, bu haliyle dışarıya çıkarsa…" Her şey açık, anlaşma... Bundan dolayı ki, tutsaklık koşullarında çok kez onur kırıcı dayatmalara maruz kaldım ve direnerek dayatmaları boşa çıkardım. Çünkü emperyalizmin hapishaneleri, devrimci kişiliği ezme, pişmanlık, işbirlikçilik dayatmaları, onursuzlaştırma üzerine programlanmış durumda. Ancak bunu başardıklarında, "tahliye edilme önünde engel kalmamış!" oluyor. Okuduğum kitaplar vesilesiyle emperyalist sistemin yargı ve hapishane sisteminin gerçek yüzünü anlatmayı da görev olarak görüyorum. Çünkü ülkemizde halen, emperyalist sistemi halkımıza "umut" diye pazarlamaya çalışanlar, paralı-parasız emperyalizmin uşaklığını üstlenmiş olanlar var. Emperyalist propagandaya karşı ideolojik mücadelemizde, doğrudan tanık olduğum sürecin de işlevini görmesini istiyorum. Ki hem yargılama, hem tutsaklık koşularımı emperyalist sistemin gerçek yüzünü halka gösterme, teşhir etme bilinciyle ele almaya çalıştım. Bu bir devrimcinin en doğal görevidir. Evet, bu şiir kitabı Almanya emperyalizminin hapishanelerinde yazıldı. Şair değildim, halen de değilim. Fakat devrimci yaşamımda çok şeye doğrudan tanık oldum. Anlatmak gerekir, yaşadığımız deneyimleri doğrudan yaşamamış olanlar, bilmeyenler de öğrensin diye. Yoldaşlarımın yönlendirmesiyle şiirsel anlatımı denedim ve devam etti bu çaba... Üretim, tutsaklık koşullarında da Halk Kurtuluş Mücadelemizin ihtiyaçları çerçevesinde devam edecektir. Halkın, haklı kavgasına şu ya da bu ölçüde bir katkı 6


sunmak, mutlulukların gerçek halidir. Fransa ve Almanya yargı sitemi ve hapishanelerini anlatma da bu katkının bir parçası olacak. Bir parça ekonomi-politika bilgisine sahip olan bilir ki, yeni sömürge Türkiye ile emperyalist ülkelerin koşulları bugün de, gelecekte de birbirine benzemeyecektir. Buna rağmen, emperyalist ülkeler sık sık "örnek" olarak önümüze getirilir. Amaç, kurtuluşun yolunu emperyalist sistemde aramamız içindir. Amaç bizi gerçek kurtuluş yolu olan bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesinden uzak tutmaktır. Ülkemizdeki tüm sorunların temel nedeni emperyalizmken, emperyalizme karşı savaşmayarak, emperyalizme, köleliğe devam edelim istenir. Açtıklarında ağızlarını, bilim üzerine, felsefe üzerine, uzun uzun çene çalanlar, emperyalist sistem savunuculuğu yaparken, bilimsel düşünce yönteminin, gerçeklerin yanından bile geçmezler. Oysa açıktır ki, ülkemiz hiçbir zaman emperyalist sistem içinde bir Amerika, bir Almanya vb. gibi ülkeler ölçüsünde de "burjuva demokrasisine” sahip olmayacaktır. Nedeni ise ilk olarak, burjuva demokrasisinin dayanmak zorunda olduğu ekonomik altyapıya sahip olmadığı ve olamayacağı gerçeğidir. Sadece, ülkemiz ve dünyanın hemen hemen tümünü sömürgeleştirmiş olan emperyalist ülkeler bu olanağa sahiptir. Yeni sömürge Türkiye ise bağımsızlığını kazanmadığı sürece, bu olanağa bile sahip olmayacaktır. İkincisi, Türkiye zaten emperyalist sistemin parçasıdır. Ülkemizdeki ekonomik, siyasal, sosyal sorunların kaynağı da budur zaten. Dolayısıyla çözüm emperyalist sistemle daha fazla bütünleşerek olamaz. Ülkemizdeki yönetim biçimi olan "sömürge tipi faşizm" kapitalist-emperyalist sistemin, yeni-sömürge ülkelerdeki yönetim biçimidir. Emperyalist sistemde ısrar, "sömürge tipi faşizm"de ısrardır. Üçüncüsü emperyalist sistem, sadece Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere vb. gibi ülkelerin koşullarına bakılarak değerlendirilemez. Bu emperyalist sistemin sadece bir yüzüdür. Diğer yüzü Türkiye’nin de içinde olduğu, Latin Amerika'dan Asya'ya, Afrika'ya, Orta Doğu'ya, Doğu Avrupa'ya kadar, halkların yaşadığı açlık, sefalet, 7


milyonların açlık ve savaşlarda ölümüdür. Dördüncüsü, burjuva demokrasileri de halk için demokrasi değil, diktatörlüktür. Halkın amacı burjuva demokrasilerine ulaşmak olamaz. Durum buyken, Anadolu halkı olarak neden kavgamızı kendi iktidarımız için değil de, ülkemizde emperyalist sömürü ve zulmü daha fazla güçlendirmek için verelim? Bu oyuna gelmeyeceğiz. Bunun için de emperyalizme karşı bulduğumuz her olanakla mücadele edeceğiz. I. Lise yıllarından aklımda kalan üç-beş kelime İngilizceyle, Fransızca anlamadığımı ve konuşmadığımı anlatabiliyorum. Fakat bu sefer de İngilizce konuşmaya başlıyorlar. Hiç anlamıyordum elbette. İngilizce de bilmediğimi, sadece Türkçe bildiğimi söylüyorum. Dinleyen yok. Israrla İngilizce konuşmaya devam ediyorlar. Anlamıyorum. Nihayet bir süre sonra bu ısrarlarından vazgeçtiler. Türkçe bilen bir tutuklu getirdiler, "tercüman"… Türkçe biliyor ya, sanki yıllardan beri tanıdığım bir arkadaşım gibi, öyle hissediyor insan… Söylenenleri Türkçeye çeviriyor. - Burada geçici süre kalacaksınız, 10 güne kadar Almanya'ya teslim edileceksiniz... - Nasıl yani? Hakkımda Almanya'ya teslim edilme kararı mı alındı? Ben bir hafta sonra duruşmaya çıkarılacağımı sanıyordum. - Hayır, karar alınmadı henüz resmi olarak ama nasıl olsa alınacak bu karar. Yer Fransa, Mulhouse Hapishanesi. Tarih Mayıs 2010. Tutuklanma gerekçesi, Almanya'nın hakkımda çıkardığı tutuklama kararı: "DHKP-C adına Almanya'da faaliyet yürütmek" iddiasıyla… Ve benimle konuşan bir hapishane görevlisi. Ama henüz yapılmamış mahkemenin kararından emin… Oyun bu, serbest bırakılmamı ve olacaksa Fransa'da yargılamanın yapılmasını talep ediyorum. Bir hapishane memurunun, mahkeme kararı hakkında öncesinden nasıl böyle emin konuşabildiğini, duruşmaya çıktığımda anlıyorum. Gayrı ciddi ve göstermelik bir duruşma... 8


Devam ediyor hapishane görevlisi.. - Haklarınız; günde bir saat havalandırmaya çıkabilirsiniz (bence havalandırmaya hiç çıkma abi, hücreden daha iyi değil. Ki havalandırmayı göstermek için götürdüklerinde gördüm ben de, hücreden azıcık daha geniş. 5x5 metre gibi... Kuyu dibi gibi bir yer ve üstü de tel örgü ile kapatılmış. Vahşi hayvan kafesleri bile böyle değil. Tek bir dakika bile kalmak istemedim bu "havalandırma" adlı kafeste...) - Günde 1 saat spor yapabilirsiniz, spor odasında. -Haftada iki kez duş alma hakkınız var. Sordum "Türkçe kitap var mı?" -"Var, sonra bakarız ona" Adeta dehliz gibi yerlerden geçiyoruz, eski yapı, taş, yüksek tavanlı bir bina. Mulhouse'da kalırken dışarıdan görmüştüm, şimdi içine ilişkin merakımı da gidermiş oldum. Diğer mahpusların kaldıkları hücrelerin koridorlarından geçerken, tutuklu hücrelerinin kapılarını kapatıyorlar. Kimseyi görmemem gerekiyor olmalı. Bir demir kapı gürültülü açılıyor. Koridor bomboş, sağ yanımda hücre kapıları yan yana sıralanıyor. En dipteki kapı duş bölümüne aitmiş. Yanındaki hücreyi kapatıyorlar. Hücre yeraltındaki eski dönem dehlizlerini andırıyor. Bağırsan, sesini kimse duymaz, bana öyle geliyor. Hücre zeminin siyah renk olmadığını, temizlik yapınca anlıyorum ancak. Kir zeminle öyle bütünleşmiş. Bir TV var, açtım ama tek bir tane bile Türkçe kanal yok. Yine de haberleri izliyorum. "Filistin'de bir şeyler olmuş, Türkiye'de protesto edilmiş, ama ne olmuş?" dercesine anlayıp, gündemden güya haberdar olmuş oluyorum. Genel bir temizlikle hücreyi içinde kalınabilir hale getirdim. Ama ne hücre! Tavanı oldukça yüksek ve kubbe gibi, diğer ebatları F tipi hapishanelerdeki tekli hücrelere yakın. Hücre camı da öyle yüksekte ki, ancak ranzanın demirine basınca pencere camından bakabiliyorum. Bir top alanı var. Gündüzleri top oynayan, tecritte olmayan mahpuslar. Hücrede TV'den başka, elbise dolabı, ranza, masa, bir küçük buzdolabı, küçük elektrikli ocak, mazgalın tam karşısında da klozet var. Tuvalet sırasında da izlenmeye açık olacaksın. 9


Yani, her an mazgaldan birinin bakabileceği tedirginliğini yaşayacaksın. Kaldı ki saatte bir, gece gündüz sürekli mazgalı açıp kontrol için bakıyorlar. Saatte bir kontroller, intihar etmeye önlemmiş! Geceleri saat başı açılan mazgal sesi ve yakılan ışıklar sebebiyle uyuyabilme şansı yok. Gündüz de aynı. Dil bilsen, "bu nasıl intihar önlemi" diyeceğim ama yok… Yani biliyorlar, tecrit intihara sürükleyebilecek bir uygulama. Muhtemelen örneklerini yaşamışlar. Çözümleri tecridi kaldırmak değil, tecride ek olarak bir de "uykusuz bırakma" işkencesi eklemişler, güya önlem! Bırakın önlemi, bu işkence intihara teşvik eder insanı. Tek bir insanla görüşme hakkım yok, dahası bulunduğum koridorda benden başka kimse yok. Hücre kapısı en az iki gardiyan olmadan açılmıyor; ama yine de haftada en az 3 kez hücre araması yapılıyor. Artık ne bulmayı umuyorlarsa! Gazete, dergi, kitap getirtme hakkım yok. Bir Fransızca sözlük almama bile izin verilmedi. Kütüphanede var alan 12 adet Türkçe kitap dışında kitap alıp okuma hakkım yok. 12 kitap, mecburen okudum ama çoğu uyduruk polisiye kitaplar. Bu hapishanede tutulduğum 2 ay boyunca okuyacak başka bir şey bulamadım. Bu boş geçen zamanlar okunulacak şeyler için fırsat var ama izin yok. Hapishanede kullanılan kimi kelime ve cümlelerin, Fransızca - Türkçe yazıldığı 10 sayfalık broşür verdiler. Bir süreyi de bunları ezberlemekle geçirdim. Aklıma Bayrampaşa Hapishanesi'nde binlerce kitaptan oluşan, tutsakların kendilerinin oluşturduğu kütüphane geliyor. Direniş, bazı durumlarda faşizm koşullarını, burjuva demokrasilerinden daha iyi yapabiliyor. Dışarıdan giysi dışında herhangi başka şey getirtmek yasak, dahası ziyaret de yasak. İnkâr etmemek gerek, doktor var. Ara sıra hücreme geliyor. Fransızca konuşuyor, sağlık durumumu sorduğu anlaşılıyor. Yanında tercüman yok. Sağlık sorunum olsa, nasıl anlatacağım ki? En kolayı "iyiyim" demek, onu biliyorum. "İyiyim" diyorum, gidiyor. Prosedür tamam. 10


Doktor kontrolü yapıldı mı? Evet, yapıldı. İlk mektuplarım gelmeye başladı. Neyse ki o serbest. İlk güzel haber, İnönü Stadı'nda yapılan Grup Yorum’un 25. yıl konserine 55 bin kişi katılmış. Neredeyse uçacağım sevinçten. Bir mektup, güzel haber, paramparça ediyor bu pis hücresini Fransa'nın. Tecridin üç kuruşluk bir etkisi yok gözümde. İnönü Stadı’nda yaşanan coşkuya, Grup Yorum'un en güzel kavga türkülerini söyleyerek katılıyorum. Yüzde yüz söylemiştir, Haklıyız Kazanacağız, Cemo... Türkiye hapishanelerinden de mektuplar geliyor. Gelen tüm mektuplara hemen cevap yazıyorum. Zaten beni hücrede meşgul edecek başka şey de yok. Mektuplarda, Avrupa hapishanelerindeki tecridi, kendi yaşadığım örnekle anlatıyorum. II. Hakkımdaki iddia, tutuklama belgesinde şöyle geçiyor: "Terörist aşırı bir örgüte, elebaşı olarak katılmak…" Ağız dolusunca yüzlerine haykırmak hakkımız, "Terörist sizin babanızdır!" "Terörist örgüt” bu ifade gülünç aynı zamanda. Anadolu halkı "devrimci örgüt" der. Devrimci örgüt yaşamın doğal parçasıdır, yaşamdır o. İstanbul'a üniversiteye geldiğim ilk yıl, birkaç günlüğüne Ankara'ya döndüğümde, mahalle arkadaşlarımla yaptığımız heyecanlı sohbet geliyor aklıma: - Sen hangi örgüte katıldın? - Dev-Genç - Ya siz? - Devrimci Sol - Aynı örgüt ya işte... Ve aynı örgütte olma sevinci… Bu kadar doğal çünkü Anadolu’da. Yaşam devrimciliği de faşist düzeni de hayatın içinde öğreten bir okuldur. Halk ve zengin azınlık arasındaki ayrım çok belirgindir. Devlet, zenginlerin örgütüdür, halka karşı kendini her an hissettirir. Devrimci örgüt ise, halkın örgütüdür. Herhalde, en çok bu "terörist örgüt" diye tanımlamalarına öfke duyuyorum. Çok alçakça, ikiyüzlüce kullanılan bir yalan bu. Özellikle de emperyalizmin, oligarşilerin suçlarını düşününce... Öyle kızıyorum ki bu kelimeye, kendime "taktın bu 11


kelimeye" diyorum. Öyle ya, tek kusurları devrimci örgütlere "terörist" demeleri mi? Ellerinde milyonlarca insanın kanını taşıyan, gözlerini kırpmadan milyonların üzerine bombalar yağdırıp, ölüm kusanların bu riyakâr, sahtekâr yalanlarla bir de halkların belli bir kesimini kandırabiliyor olmaları kızılmayacak şey değil. Ama tutuklama belgesi öyle ki, DHKP-C adını her andığı yerde başına "terörist örgüt" diye yazmış. Adeta ağza her alındığında devrimci hareketin adına küfür eder gibi... Düşmanlıklarının büyüklüğünü de, korkularının büyüklüğünü de gösteriyor. Sanki bir adi yalan arkasında tüm gerçekleri, korkularını yok etmek istiyorlar. Söz sırası bize de gelecek ve diyeceğiz "Terörist sizin babanız, atanızdır… Terörist sizin varlığınız, ideolojiniz, yaşamınızdır..." Ama sadece teröristlik de değil, alçaklık, şerefsizlik, onursuzluk, ikiyüzlülük, sahtekarlık, yalancılık… Dünyanın tanık olduğu ne kadar pislik varsa, hepsi sizin adınız, sizin ürününüzdür... Ve bu söylediklerimizin tek kelimesinde yalan-yanlış yok. Elinizdeki sözde bir hukuki metin. Peki nedir bu "terörist örgüt", "aşırı örgüt" ifadelerinin hukuki tanımı? "Aşırı örgüt" tanımı da karakterlerine çok uygun. Emperyalist sistem içinde muhalefetçilik oynayan solcu olabilirsin, bu "hukuki ölçülerde solculuk" oluyor. Ama "devrim" diyorsan, "halkın iktidarı" diyorsan "aşırı" oluyorsun… Hiçbirisi hukuki bir tanım değil. Burjuva demokrasinin sözde hukuku, hukuki ölçülerde (burjuva hukuklarında da) yeri olmayan kelimelerle öyle dolu ki, duruşmalar başladığında soracağım, "bu terörist örgüt, aşırı örgüt" ifadelerinin hukuki tanımını yapamayıp geçiştirecekler. Yok çünkü. Çünkü nasıl bir tanım yapmaya çalışırlarsa çalışsınlar, o tanım emperyalizmi, NATO'yu, faşist cuntaları, faşist işbirlikçi iktidarları, Suriye'de, Libya'da, Balkanlar'da örgütledikleri işbirlikçi çeteleri içine alacaktır. Ve neden onları değil de, eline halkların kanı bulaşmamış devrimcileri "terörist" diye yargıladıklarını açıklayamayacaklar… Emperyalist sistemin gayrı meşruluğu ölçüsünde, devrimcilik öyle bir 12


meşruluğa sahip ki, bu gücü tüm hücrelerimde hissediyorum. 19 Aralıklar, Maraşlar, Hiroşimalar ve daha nicesi geliyor aklıma... Haykırmak istiyorum! Ulan siz sadece terörist değil, alçaksınız alçak! Hem de alçak oğlu alçak! Sizin suçunuz sadece sömürmek, öldürmek de değil. Siz anaların karnını deşip, doğmamış bebeği katledenlersiniz. Siz insanlarımızı diri diri yakıp kömür edenler, siz atom bombalarıyla ölümleri yıllara yayarak, gelecek kuşakların canına bile kast edenlersiniz… Ulan siz, siz insanları diri diri kesenler, siz ölü kadınlara tecavüz edenler, işkencecilersiniz... Siz bilmem ne çocukları... Ananızı… Ananızı tanımlayacak kelime yok sizin... Hiçbir halkın dilinde de yoktur mutlaka... Dünyanın en iğrenç yaratığı sizin ananız olmalı ki eşi daha yok... İnsan değil, hayvan değil, bir ucube... Hiçbir korku filmi senaristinin aklına gelemeyecek en iğrenç, alçak, sefil yaratıklar. III. Hücremin kapısı açıldı, davamı üstlenen avukat gelmiş. Tutuklanmamın üzerinden 15 gün geçtikten sonra geldi. İlk duruşmaya katılmadı ki ilk duruşmada "Almanya'ya iade kararı" alındı. Gerekçesi uydurma bir gerekçeydi. "Mahkeme bana dosyayı göndermedi, ben de duruşmaya katılmayarak protesto ettim." "İyi de mahkeme karar aldı, usul eksikliği varsa duruşmaya katıl, dile getir, usulün yerine getirilmesini iste!" Elbette protesto vs. uydurma gerekçe. Katılmadığı duruşmaya bahane üretiyor. "Merak etme karara itiraz ettik" diyor. "İyi bari" diyorum. Aradan haftalar geçiyor, yine ortada yok. Sonra çıkıyor ortaya…"İtiraz yapılmamış, ben diğer arkadaş yaptı itirazı sanmıştım!" Yani bir yalan daha. "Eee, ne olacak peki!" Cevabı dalga geçer gibi..."Ben gidip yazayım bir itiraz o halde.", "Yahu adam, durumu öğrendiğinde neden yazmadın?" Aradan geçen haftalar sonrası bir sabah hücreden çıkarılıp Almanya'ya iade edildiğimde, itirazı halen yapmadığını öğrendim. Gerekçesi "zamanım olmadı." Bir yalan daha... Yalanların arkasındaki gerçek neden belli değil halen. Beceriksizlik mi? Tembellik mi? Bilinçli bir çaba mı? 13


Avukatın adı Ali Şevki Yakışan. Adı avukat, kendi? Avrupa'da avukatlık ölçüleri bu mu yoksa? Oysa aynı günlerde İstanbul'dan Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından da mektup aldım. Yapabilecekleri bir şey olup olmadığını soruyorlardı. Biz HHB'li avukatlarımıza alışmıştık. Elbette aynı niteliklerde avukat bulmayı ummuyordum Avrupa'da. Ama bu kadarına da pes doğrusu... Biz canımızı emanet ederdik avukatlarımıza, bizden daha özenli, daha titiz sahip çıkacaklarına dair en küçük şüphe taşımazdık. Kim bilir, gerektiğinde canları pahasına… Günlerce uykusuz dosyalarımız üzerinde çalıştıklarını hem biz, hem yakınlarımız bilir. Değerlerini önceden de biliyorduk elbette, ama onların avukatlığımızı üstlenemedikleri Avrupa koşullarında, tekrar ölçülemez değerleri geliyor aklıma... Evet, kesinlikle çok çok büyük değerlere sahibiz Anadolu'da… Çok çok büyük değerlere sahibiz, yaşamı, dünyayı anlamlı hale getiren. IV. Bu tablo içinde farklı bir sonuç çıkma olasılığı olmadığı ve hakimlerin sandalyelerinde yayılarak oturduğu, "seni çok daha ağır hapis kararı ile cezalandırılman için Almanya'ya iade edeceğiz" diyen hakimlerin kararı ile Almanya'ya iade edildim. Fakat bu kararı bile ancak Almanya'ya iade edildikten sonra öğrenmiş oldum. Ki ben halen üst mahkemeye yapıldığını sandığım itirazın sonucunu bekliyordum. V. Hapishaneden "tutsak kaçırmak" Türkiye hapishanelerinde sık görülen bir uygulama… Kaçırmanın çeşitli amaçları olabiliyor. Örneğin bir dönem, tekrar polis sorgusuna götürüp işkenceyle ifade vermeye zorlamak daha ağırlıklı amaçtı. Sürgün - sevk en sık kullanılan kaçırma nedeni. Tutsağı kaçırıp ormanlık bir alanda ya da bir köşede ölüm tehdidiyle işbirlikçilik yapmaya zorlamak da kaçırma nedenleri arasında. Bu nedenlerle hapishanelerde her kaçırma olayı, aynı zamanda koşullar ölçüsünde direniş gerekçesidir. Kaçırılacak tutsağı vermemek için 14


götürüldüğü yerden geri getirilmesi talepli ya da hiç değilse götürüldüğü sürgün yerinin koşullarının düzeltilmesi amacıyla direnişler örgütlenir. Bu amaçla çok çeşitli eylem deneyimlerine sahiptir Türkiye hapishaneleri. Hapishane personelinin, müdürlerin rehin alındığı işgal eylemleri dahil… Ve bu direnişlerde başarılı sonuçlar elde edildiği de bilinir. Mulhouse Hapishanesi hücresinin kapısını açıp, toparlanmamı söylediklerinde nereye götürüleceğimi bilmiyorum. "Almanya'ya mı iade edileceğim?", yoksa "itiraz kabul edildi de yenilenecek duruşmalar için başka bir ile mi götürülüyorum?"Belki de "itiraz mahkemesi" için Paris'e götürülüyorum. -Ki avukat olabileceğini söylemiştiGardiyanlar, soruma “bilmiyoruz” diye cevap veriyor. "Almanya'ya mı?" diye sorduğumda ise "Hayır" diyorlar. Yola çıktık. Öndeki araçta eskort polisler var. Kar maskeli, çelik yelekli kontrgerilla tipli polisler. Strasbourg'dan KehlAlmanya yönüne dönünce, kafamdaki belirsizlik gidiyor. Sevke direnmeyeyim diye yalan söylemişler, açıkça bir "kaçırma operasyonu" yapmışlar. Rein Nehri’ni geçer geçmez polis karakolu var. Tanıyorum bu karakolu. Daha önce bu karakoldan Almanya beni sınır dışı edip, Fransa'ya göndermişti. Şimdi aynı karakol Fransa'dan alıyor. Resmi işlemler yapıldı, resmen Almanya'ya teslim edilmiş oldum. Bunun diğer anlamı, yıllar sürecek tutsaklık sürecimin başlangıcıdır. Ve bir gün sonrasında çıkarılacağım "tutuklama hakimliği" için Karlsruhe iline yola çıkarıldım. Polis uyardı. "kaçmaya kalkışırsan vururum bilesin." "Kaçarken vurma" yetkisi varmış. Türkiye'de polisin sık kullandığı yetki olduğu için biliyorum bu yetkiyi ve nasıl kullanıldığını... Genelde uyarı amaçlı havaya ateş ederler ama nasıl olursa kurşun gider ve tam da ölümcül yere isabet eder. Mahkemeler bu "inandırıcı" açıklamayı çok yerinde bulup "beraatına " karar verirler. VI. Tutuklama hâkimliğinde prosedürler tamamlandı ve tutuklandım. Tutukluluk koşullarıma ilişkin savcıların hazırladığı metin bana verildi ve Türkçe tercümesi yapıldı. 15


Adeta nefes almak mahkeme onayına bağlı ve hemen hemen her şey yasak! “Dergi, kitap, gazete mahkeme onayıyla alabilirsin ama” diye ekledi savcı..."Yürüyüş Dergisi" yasak.” Neden?” diye itiraz ettim, bu dergi Türkiye'de yasal basılan bir dergi, cevap şöyle: "Türkiye'de serbest diye Almanya'da da serbest olmak zorunda değil" Artık, Türkiye faşizminin bile yasaklamak için bulamadığı hangi delillere sahiplerse! Avrupa'da her şey hukuki ya! Hukuki gerekçeyi merak ediyorum. Sonraki süreç daha net gösterdi ki, hiçbir hukuki dayanak olmadan polis değerlendirmeleriyle kurumlar, kişiler, dernekler, avukatlar, meslek grupları, dergi-gazeteler, örgüt bağlantısı ilan edilebiliyor, hukuki karar alınmadan yasak ilan edilebiliyor. Hatta daha fazlası, hapishaneye bir kitap/dergi ya da müzik CD'sinin girmesi, "politik içerikli" denilerek bile engellenebiliyor. Yani "al birini vur ötekine", "Al Almanya'yı vur Türkiye'ye"... VII. Türkiye'de artık 1980 cuntası yıllarında kalmış olan "tek tip elbise" ile Almanya hapishanelerinde karşılaştım. Açık kırmızı renklerde, yarı eşofman, yarı pijamaya benzeyen tek tip elbiseler, "olağanüstü güvenlikli" diye tanımlanan Rohrbach Hapishanesi’nin kıyafetleri. Tutuklandıktan sonra ilk götürüldüğüm hapishane burası oldu. Yeni inşaa edilmiş, onun için hücre camlarından havalandırmanın çimenliğini seyredebilmek mümkün. Ortak çıkarılan havalandırmalar daha büyük. Ben tam tecritteyim, havalandırmaya da tek çıkarılıyorum. Kısmen daha küçük bir yer ama hem çevresi tel örgülü, görüş alanı geniş, F tipi hapishaneler düşünüldüğünde birkaç katı genişlikte. O kuyu dibi gibi havalandırmalara göre, çıktığım havalandırmadan başka mahpusların pencerelerini görebiliyorum. Türkiyeliler var, selamlaşmak bile yasak. Bu yasağı dinlemiyorum, konuşuyoruz. Altlı-üstlü aynı renkte tek tipleri giyen mahpuslar, toplu havalandırmaya ya da çalışmak için işyerine götürülürken 16


"kırmızı bir grup" oluşturuyorlar. Elbiseleri "bunlar suçlu grubu" diyor. Her an mahpusa "sen suçlusun" diyor, eziyor. "Suçlusun, normal giyemezsin, paçavralarla dolaşacaksın". Değişik hapishanelerde değişik tipleri var. Kırmızı, pembe, turuncu, mavi, farkı yok… Tutuklulara zorunluluk yok. Hüküm alındığında, yani mahkeme kararıyla "suçlu" bulunduktan sonra giymek zorunlu. Tek tip elbise dayatmasıyla Bochum Hapishanesi’nde karşılaştım. Tutuklanalı yaklaşık 2.5 yıl olmuştu ve artık ben de hüküm almıştım. "Suçlu elbisesi" giymeye zorlanacaktım. Bu durumda "15 güne kadar, özel giysilerini alacağız, tek tip elbise giyeceksin" dediler. Bunu kabul etmeyeceğimi söyledim. Gardiyan gitti ve aynı gün geri geldi. Tek tip elbiseleri getirmiş. Muhtemelen bir direniş örgütlemeden "oldu-bitti" olarak halletmek istediler. Giysilerimi aldılar. Çırılçıplak kaldım. Tek tipleri hücreye bırakıp gittiler. Giymedim. El-yüz havluları var hapishanenin, onları belime sardım. Terliklerimi almadılar, onları da kullanabiliyordum. Başka bir şey bırakmadılar. Ayakkabı, çorap dâhil hepsini aldılar. Özellikle ayaklarım üşüyor. Aklıma çöpe attığım eski çorap ve iç çamaşırı geldi. Alıp yıkadım. Ama göstermeden giymem gerekiyor. Yoksa alacaklar. İç çamaşırı çıplaklık duygusunu azaltıyor. Çıplağım ya, havalandırma hakkımı da gasp ettiler. Bir süre sonra "böyle banyoya da çıkaramayız" diyerek bunları baskı unsunu olarak kullanmak istediler. "Tek tip elbise giy, çık havalandırmaya…" Günde 1 saat hücreden çıkma vesilesi havalandırma, onu da yok ettiler. Sözde hiçbir şekilde havlandırma hakkı engellenmezmiş. Tek tip elbiseye karşı direniş sürecinde 4 ayı kesintisiz olmak üzere toplam 5,5 ay hiç havalandırmaya çıkarılmadım. Günün 24 saati hücrede tutuldum. Direnişi kırmak için baskı uygulama yolları olarak görülüyor olmalı. Oysa tersine, bana direnişten duydukları rahatsızlığı, huzursuzluğu gösteriyor. 2 ay kantin alışverişini yapmamı engellediler. Direniş Avrupa demokrasisinin faşist, baskıcı yüzünü ortaya çıkarıyor. Ki bu hapishanede mahpuslara fiili şiddet uygulandığını da, iki kez işkence 17


yaptıkları mahpusların çığlıklarından biliyorum. 1.5-2 ay zaman sonra, dışarıdan gelen bir yanlış bilgi sonucu direnişe istemeden ara vermek zorunda kaldım. Neyse ki, yanlışlık fazla zaman geçmeden düzeldi. Bu sefer direniş biçimini açlık grevine çevirdim. Yunanistan'dan İngiltere'ye kadar Avrupa'nın pek çok ülkesinde destek eylemleri yapılmaya başlandı. Böyle kısa sürede destek eylemlerinin başlatılması benim için büyük moral olurken, tahmin edilebileceği gibi hapishane yönetimi üzerinde oluşturduğu baskıya da etkili oluyor. Açlık grevi içinde günlük hücre araması sürüyor. 2.5 yıl boyunca, hiç üşenmeden tam tecrit altında tutulduğum hücreyi her gün aradılar. Hücrede hemen hemen hiçbir şey yok, üzerimde kıyafet bile yok. TV, DVD ve CD'ler, kitap, açlık grevinde aldığım su, şeker, çay, kahve… Yine de arayacaklar. Açlık grevinin 15'li günlerinde kaslar zayıfladığı için olsa gerek, belimde dayanılmaz ağrı başladı. Özellikle 1 hafta çok ağır sürdü. 3 gün hemen hemen su içemedim ki yataktan, tuvalet için bile olsa kalkmak zorunda kalmayayım. Ama yataktan hücre araması yapılacağı için kaldırıldım. Açık işkence! Başka hiçbir anlamı yok. Asla sonuç alamayacaklar bu yöntemlerden, hatta tersini düşünüyorum, bu baskılar direnişin gücünü artırıyor. Bedelsiz hiçbir şey yok. Bedeli ne kadar ağır olursa, direnişin etkisi, gücü ve zaferi de o ölçüde etkili, güçlü olacaktır. Direnişin 20'li günlerinde, yönetim adına birkaç kez hücreme geldiler. Sözde her gelişlerinde teklif ettikleri çözüm önerisi "bu son teklif." Elbette inandırıcı değil, çözüm üretecekler, bugün ya da daha ileriki günlerde. Nihayetinde kabul edilebilir bir öneri ile geldiler. "Stufe" dedikleri mahpus sınıflandırmasında beni 1. basamaktan 3. basamağa alacaklar. Böylece D Blok dedikleri bloğa geçeceğim. Orada kendi spor ayakkabılarımı ve eşofmanlarımı giyebileceğim. Bunları ve iç çamaşırlarımı hemen verecekler, bulunduğum hücrede giyebileceğim, 2 ay sonra da yani Mart ayı sonu - Nisan başı D Bloğa 18


götürüleceğim. D Blok'ta eşofman-spor ayakkabı-iç çamaşırlarından oluşan kıyafetlerimle hücre dışına da, ziyarete de, havalandırmaya da çıkabileceğim. Tek tip elbise giymeye zorlanmayacağım. Avukatım ve Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelen'in (sorunla ilgileniyor) tanıklığını istiyorum. Bu nedenle direniş 29. güne kadar devam etti ve 29. günde sonuçlandırdım. Bu tanıklığı istemekle iyi yapmışım. Çünkü tartışmalar içinde D Blok'ta bir işte -zorla kölelik koşullarındaçalışma dayatması olduğunu öğrenmiş oldum. Direnişi bu sorunu da çözüme bağlayarak bitirmiş oldum. Anlaşmamıza göre, 1-2 ay bir işte çalışmaya başladıktan sonra, "dil eğitimi" için dil kursuna gönderileceğim ve hem çalışıyor gibi ücret alacağım, hem de Almanca kursunda Almanca öğretilecek. Sevim Dağdelen'le telefonla görüştürüldüm, anlaşmanın yazılı olarak kendisine iletildiğini doğruladı, direnişi böylece bitirdim. Eklemeliyim ki gerek bu direnişimde, gerek diğer yaptığım açlık grevi direnişlerinde B1 vitamini almama izin verilmedi, direnişler sonrası diyet uygulanmadı. Kantin alışverişi yapana kadar günlerce hapishanenin "it yemez" yemeklerine mahkûm edildim. Açlık grevi direnişini demokratik bir hak olarak görmediler. Hem hapishane yönetimi, hem de doktorları açlık grevi direnişine karşı düşmanlık psikolojisiyde yaklaştılar. VIII. D Blok'a götürme sözünü 1 ay gecikmeli olarak yerine getirdiler. Görünen o ki, "yeniden açlık grevi başlatma" kararlılığını göstermeseydim, sözlerinde durmayacaklardı. Elimdeki tek silah direniş. D Blok ve başka kimi bölümler, mahpuslara "iyi hal" ödülü olarak sunuluyor. Diğer bloklardan farklı olarak, bunların mimarisi yeni, pencereleri masa hizasında ve büyükçe. Hapishane duvarları içinde (üst pencereler dışarıyı da görüyor) bir görüş alanına sahip. Önceki kaldığım bloklarda ancak sandalyeye çıktığımda pencereden bakabiliyordum. Kuyu dibi gibi hücreler yani. D Blokta tuvalet için ayrı bir bölme var, önceki hücrelerde klozetler açıktaydı. Mazgal ya da kapı her an açılabilirdi, açıktaydım. D Blok hücreleri 19


kısmen daha geniş. 60-70 kitaplık raf, ahşap dolap, TV konulacak yer vb. şeyler gibi daha kullanışlı düzenlenmiş. Gün boyu duş kullanma olanağı, mutfağı kullanma olanağı var. Önceki blokta sıvı yağ, fitillerden yaptığım el yapımı ocakta yemek yapıyordum. Tabi ki aynı zamanda bu aracı yakalatmamak gerekiyordu. Ve sanırım en önemlisi D Blok'ta tecrit yok sayılır. Kapılar hafta içi 06.00-21.00 saatleri arası, hafta sonu 07.00-19.00 saatleri arası sürekli açık. Blok 3 katlı, toplam 100 kadar mahpus var. Her katta 1 hücre hariç, gerisi tek kişilik hücreler. 100 kişinin hemen sürekli birbirleriyle görüşebileceği bir ortam. D Bloğu ödül haline getiren de bu farkları. Ve bu ödüle layık olanlar tam kuzu olacaklar. Ne olursa olsun gardiyana itiraz, herhangi bir kural ihlali, özellikle telefon vb. gibi yasak bir şey yakalatmak bloktan atılmak için yeterli gerekçe. Hatta tek bir gün bile izinsiz işe gitmemek atılmaya yetiyor. Sanırım açlık greviyle getirildiğim için bunun istisnası benim. D Bloktayım ama direniş sonucu yaptığımız anlaşmaya tümüyle de uymadılar. Blok dışına çıkarken tek tip elbise giymek zorundasın, blok içinde saat 19.30'a kadar tek tip elbise giymeden, hücreden çıkamazsın... Dil kursu haftada 1 gün, toplamda 1,5 saat. Onun dışındaki günler çalışmak zorundasın... Kısacası, blokta diğer mahpuslara uyguladıkları kuralları, açlık grevi sonrası verilen sözleri yok sayıp yaptırmaya çalışıyorlar. 7 ay bu nedenle ziyarete, avukat ziyaretine, doktora, adıma gelen paketi almaya vb. şeylere çıkarmadılar. 2 ay bir işte çalıştım, ücret aylık 60 Euro (En çok aylık 120-130 Euro ücret alanlar var). Yani günlük 9 saati alan iş, tam kölelik. Görüşmeler, dilekçeler, milletvekili Sevim Dağdelen'e yazdığım mektup çözüm olmadı. 7 ay ziyarete çıkarılmadım. Ziyarete çıkarılmadan idare edebilirim elbette. Fakat anlaşmanın yok sayılmasını kabul etmek doğru değil. Asıl önemlisi, zorla çalıştırma koşulları kabul edilemez. Kaldı ki bu açıktan kölelik. Ve bu köleliğin sonucu, yargı ve ceza-infaz sisteminin, bu köle pazarının 20


istikrarlı şekilde işlemesini sağlayacak şekilde düzenlenmiş olması. Bu hapishane adlı köle emeğine dayalı fabrikanın ihtiyaç duyduğu sayıda çalışan ve çalışmak için sıra bekleyen tutuklu-hükümlü mutlaka olacak. Yargı ve ceza infaz sistemi öncelikle bunu sağlayacak. Kimse aksini iddia edemez. Ayrıca tartışmada müdürler "bu konuyu tartışmak istemiyoruz" dışında, aksini iddia edebilecek, savunabilecek durumda değiller. İki temel taleple 16 Kasım 2013 tarihinde tekrar açlık grevi direnişine başladım. Maalesef, pek çok kaygıyla koşullara boyun eğen adli hükümlü mahpuslardan ibaret bulunduğum blokta, tek başıma direnişe başlamak zorundayım. İki talebim şuydu; . Birincisi, zorla çalıştırma dayatması kaldırılmalı, çalışmıyorum diye herhangi bir yaptırım uygulanmamalı. . İkincisi, tek tip elbise giymeden, aile, avukat ziyaretleri ve doktora çıkabilmeliyim. İlk tepkileri bir hafta sonra, Türkçe bilen bir gardiyan aracılığıyla tecrit hücresine götürmekle tehdit etmek oldu. Diğer tehdit ise Türkiye'den de bildiğimiz "zorla müdahaleydi…" Yani zorla serum ya da burundan hortumla besleyerek direnişi bitirmek. Bu yöntemlerden sonuç bekliyorlarmış. “Hemen deneyin, sonucunu görelim, sonra tekrar görüşürüz” dedim. Anlaşılan sadece tehdit etmekmiş amaçları. Hücreme her gün uğrayıp, direnişe destek olan mahpuslar var. Direnişin başarılı olmasını içtenlikle istiyorlar. Onların bulundukları koşulları değiştirmeyecek ama hapishane yönetimine -Adalet Bakanlığı'na- geri adım attırmış olacak, direnerek hak kazanılmış olacak. Hapishanenin tek tip elbise ve köle çalıştırma uygulamaları teşhir olmuş olacak… Kimisi için sadece hapishane yönetiminin bileğini bükmek bile önemli. Muhtemeldir ki, hücreme gelenler içinde hapishane yönetimine laf taşıyanlar da var. Ama önemi yok. Sadece direnişteki kararlılığımı iletebilecekleri için onlar da bana hizmet etmiş olacaklar. Bu açlık grevinde, B1 vitamini almamı engellemelerinden 21


dolayı, doktorlara da tavır alma gereği duydum. Günlük tansiyon, kilo ölçümlerine izin vermedim. Bana olan tavırları "doktor" olarak kabul etmemem gerektiğini de gösteriyor. Tavırları sadece açlık grevine karşı değil, normal zamanlarda da doktorluk yaptıkları söylenemez. Hasta mahpuslara genel tavırları; "numara yapıyor" şeklinde. Ki bu doktor, önceki doktor hakkında mahpuslar şikayet dilekçeleri verince onun yerine gelmiş. Gelen, gidenden farksız. Rehrbach Hapishanesi’nde 5 günlük açlık grevi yapmıştım. Doktorun ilk tepkisi "bırakmazsan zorla müdahale ederim" demek olmuştu. Anlaşılan bu ırkçı Mengele artıkları, Almanya Hapishaneleri’nde yaygın olarak varlar. Günler bir aya yaklaşırken, hapishane yönetiminin daha çok sıkıştığının işaretleri arttı. Dışarıdaki destek eylemlerinden haberim oldu. Bunun özellikle etkili olduğunu biliyorum. Çünkü, dışarıdaki eylemler, Almanya başta olmak üzere pek çok ülkede teşhir olmalarını sağladı. Direnişin 27. günü beni avukat görüşüne götürdüler. Götürdükleri odada avukatım Tim Engels'ten başka, milletvekili Sevim Dağdelen ve yardımcısı, hapishanenin 1. Müdürü Herr König, 2. Müdürü Frau Lammel vardı. Toplantı açlık grevi direnişinin talepleri üzerineydi. Müdürler açlık grevi eyleminden rahatsızlıklarını anlattılar. Ben de verdikleri sözleri tutmayarak, beni açlık grevi yapmak zorunda bırakmalarından… İlk öneri avukatım olan Tim Engels'ten geldi. Dedi ki, "avukat görüşüne kendi elbiseleri ile çıkmasına izin verilirse, bu yeterli olur mu?" Şaşırdım ve sert bir tepkiyle reddettim. İyi niyetle söylendiğini düşünmek için hiçbir neden yok. Açık ki masaya direnişin taleplerini kabul etmemek için oturmuş hapishane yönetimi. Avukatım beni sadece avukat görüşüne razı etmeye çalışıyor. Toprağından mıdır bilinmez, bir puştluk var bu Avrupa'da. Yan yana oturduğun insan bir bakıyorsun karşı safta. Sonuç olarak tartışmalar sonucunda hem kendi özel giysilerimle ziyarete, avukata, doktora çıkmamın 22


koşullarını yaratmayı kabul ettiler. Hem de "zorla çalışma" dayatmasına uymadığım için, bir yaptırım uygulanmayacağını taahhüt ettiler. Anlaşmayı yazılı hale getirdim, okuduk, kabul ettiklerini söylediler. Fakat bunu kendi ifadeleriyle yazıp, elime yazılı belge olarak vermeden direnişi bitirmeyeceğimi söyledim. 4 gün de bu sürdü. Direnişi 31. gününde zaferle sonuçlandırdım. Bu zafer için Türkiye'den Avrupa'ya pek çok yerde eylemler yapıldı, açlık grevi çadırları kuruldu. Aile ziyareti dedikleri, ayda bir kez ve üç saat süren ziyaret hakkımdan yararlanacağım. Bir odada ziyaretçilerimle görüşeceğim. Başka tutuklularla yan yana kullanılan bir mekan değil. O nedenle oraya kendi kıyafetlerimle gidebileceğimi önerdiler. Kabul ettim. Böylece ziyaret sorununa da çözüm getirilmiş oldu. IX. Fakat bu çözümün ömrü de uzun sürmedi. Bu sefer ziyaret hakkımın önüne çırılçıplak soyundurarak arama dayatması getirdiler. Bir perdenin arkasında ya da belime bir havlu sararak giysilerimi çıkarmayı, kontrol etmelerini kabul ettim. Ziyaret yerinde gardiyan bulunmuyor. Bu sebepten daha ayrıntılı arama yapma gereği duyduklarını, bunu herkese uygulamak zorunda olduklarını, yoksa uyuşturucu girişi olduğu vb. gibi gerekçeler sundular. "Tamam, arayın" dedim. Ama ne perde arkasını ne de havluyu kabul ediyorlar. Durum açık, bir şekilde dayatmalarına boyun eğdirmek istiyorlar. 16 Aralık 2013'te bitirdiğim açlık grevi direnişine 23 Ocak günü yeniden başlamak zorunda kaldım. Ki bu saldırganlığa boyun eğmek demek, ziyaret hakkı başta olmak üzere giderek tüm hakları kaybetmem demektir. Bununla muhtemelen "direniş anlamsız, direnişle hak kazanımına izin vermeyiz" demek istiyorlardı. Bunu kabul etmem mümkün değil. Bedeli ne olursa olsun. Direnmek kazanmaktır, bu gerçek değiştirilemez, buna izin veremeyiz. Bakıldığında sadece bir havlu örtmek istiyorum, ya da perde arkasında soyunurum diyorum ve kabul edilmiyor. Başka öneri de getirdim, tek kişi kullanılan cam arkasından oluşan görüş yeri var. Başka tutuklu da yok, kendi elbiselerimle gidebilirim. 23


Cam arkasından görüşürüz, çıplak aramanın gerekçesi de kalmaz. Ama onu da kabul etmiyorlar. Dolayısıyla sorunun aramanın biçimi olmadığını itiraf etmiş oluyorlar. Diyorlar ki” sen suçlusun, kapitalizmin iradesi olamaz, biz ne diyorsak o, kabul etmeyi öğreneceksin. Mahpus itiraz edemez, hak isteyemez, onur diyemez, koşulsuz itaat etmeli.”Amaç boyun eğdirmek olduğu için direniş tam 42 gün sürdü. Milletvekili Sevim Dağdelen'e yazdığım mektup, haftalarca gönderilmeden bekletildi. Direnişi kırmak için, açlık grevinin 33. gününde, hücre camından hapishane duvarının arkasına gelen yakınlarımla, direnişe destek verenlerle konuştuğum için, hücre değişikliği yapıldı. Hem eşyalarımı taşımaya, yeni bir hücreyi temizleyip yerleşmeye zorlandım. Temizlik 4 saat sürdü. Özel olarak diğer mahpuslar tehdit edilip yardım etmeleri engellendi… "Yapamıyorsa, açlık grevini bitirsin" diyorlardı. Açık işkenceydi… Dışarıda Westfalen Adalet Bakanı açıklama yapmış, " Biz gerekli özeni gösterdiğimiz halde, Özpolat bize önünde diz çöktürmek istiyor". Soruna bakış açıları bu, tutsağa boyun eğdiremeyip, iradesini kıramıyorsa, kendisini "diz çökmüş" hissediyor. Sorunun özü sadece basit bir "arama" olmadığı, irade çatışması olduğu için… Ve sorunun özü politik mücadele olduğu için, mektuplarımı haftalarca bekletip göndermedikleri halde, yine direnişi hapishanenin dört duvarı arasına hapsetmeyi başaramadılar. En büyük gücüm büyük bir ailenin ferdi olmak. Bu büyük aile, Anadolu halkının Marksist-Leninist örgütlü gücü. Benim büyük gücüm, Almanya devletinin ise korkusu... Her hafta hapishanenin kapısında eylem yapıyorlar. Yine dışarıda pek çok yerde eylemler vardı. 42. gün annem ve babamla görüştüm. Geciken bir görüşmeydi. Ama ayda iki kez olan telefon hakkımı direnişi güçlendirmek için kullanmak durumundaydım. 24


Annemle, babama telefonda moral vermek gerekliydi. Direnişten duydukları kaygıyla, direnişi bitirme kaygısıyla hareket etmemeliler. Etkilerini, direnişin taleplerini sahiplendirmek için kullanmalılar. Telefon edince, yıllardır yaşadıkları tecrübeden öğrendikleri de görülüyor. Kaygılarını belli etmemeye çalışıp, yanımda olduklarını söylüyorlar. Biliyorlar ki, güçlü olmak zorundalar ki bana yük değil destek olabilsinler. Doğrusu, beni çok rahatlatıyor bu davranışları, moralimi daha da yükseltiyor. Annem "Türkiye de iyi" diyor. Bunu mücadelenin büyümesi olarak anlıyorum. "Siz destekledikçe daha iyi olacak" dedim. Bu her zaman böyleydi. Analar-babalar ne kadar çok desteklerlerse, devrim o kadar hızlı büyür. Çok belirleyicidir onların devrime inancı. Direnişin 35. günü milletvekili Sevim Dağdelen telefonla aradı, durumumu anlattım. O da çözüm için çaba harcayacağını söyledi. Ve direnişin 42. günü, 2. müdür Frau Lammel, cam bölme arkasından ayda üç kez 1'er saat ziyaret hakkımı kullanmayı kabul ettiklerini söyledi. Bu teklif için Adalet Bakanı "diz çökmek" kelimesini kullanmıştı... Direnişi 42. günde bir kez daha zaferle sonuçlandırmanın onuru büyük ailemizindi. X. Rochbach Hapishanesi'ndeyken Hürriyet ve Özgür Politika gazetelerinin düzenli olarak postalanması için abone yapılmam aylar aldı. Telefon, mektup yok. Mektuplarım en erken iki ayda gidiyor. Bu nedenle en küçük bir şeyi organize etmek aylar alıyor. Nihayet gazeteler gelmeye başladı ama bana vermiyorlar. "Neden?" diye soruyorum. Cevap ise "abone işlemlerini bizim aracılığımızla yaptırmalıydın, sen akrabaların aracılığıyla yaptırmışsın"…"Bu ne biçim gerekçe" diye tepki gösterdim.” Ayrıca madem öyle bunu şimdi mi söylüyorsunuz? Abonelik ücretleri boşa gidecek, ayrıca yenisini organize etmek yine aylar sürecek ve aptallara özgü saçma bir gerekçe...” Hapishane yönetimi topu mahkemeye atıyor, "mecburuz prosedürü uygulamaya" diyor, çözüm yok. Aylarca sürdü gazete alıp okumaya başlamak. Bu hapishanelerde en zor şeylerden biri… Gazete, dergi, kitaba 25


ulaşmak... Elbette özellikle tecrit altındayken ve politik yayınlar söz konusuysa. Aynı gerekçelerle adıma gelen kitapları da vermediler. Sadece Yürüyüş Dergisi değil, talep ettiğim tüm Türkçe dergiler mahkeme kararıyla yasaklandı. İzin verilen kitapları almak neredeyse olanaksız hale getirilmişti. Hapishane aracılığıyla sipariş etmek gerekiyor. Bir kitapçıdan sipariş almışlar. İlk kitabın elime ulaşması için abartısız tam 6 ay geçti. 1 yıl geçtiğinde alabildiğim kitap sayısı 10'u geçmiyordu. Yakınlarımın postaladığı kitaplar, depoda bekletiliyor, verilmiyordu. Doğrudan hapishane yönetimi sipariş vermezse kitabın içinde güvenliği bozacak şeyler olabilirmiş! Aynı saçmalıklar Bochum Hapishanesi'nde de devam ettirildi. Mektuplar bile verilmiyor, gerekçe ise Yürüyüş Dergisi'nden, günlük gazetelerden alıntılar var. Evet, abartısız gerekçe bu. Bir yakınımdan gelen mektuplar için, kontrol etmeye gerek olmadan imha kararı aldılar. Çünkü sürekli olarak mektupta alıntılar oluyormuş. Böylece mektubu tercüme ettirme masrafından ve zahmetinden kurtulmuş oluyorlar. Bochum Hapishanesi'nde sipariş ettiğim kitaplar bir yılı geçtiği halde elime geçmedi. Öğrendim ki, hapishane geri göndermiş gelen paketi. Oysa mahkemeden onay alınmış kitaplar. Tekrar sipariş ettik, bu sefer gelen paket kaybedilmiş. Hapishane diyor "mahkemeye gönderdik", mahkeme diyor, "bizde yok!" Kitap alabilmek için sadece 25 Haziran 2012-12 Temmuz 2012 tarihleri arasında 18 günlük açlık grevi yaptım. Kitap sorununu, Yürüyüş Dergisi verilmemesi sorununu da açlık grevi direnişiyle aştım. Bu ilk somut taleple zafer ile sonuçlandırdığım açlık grevi direnişim oldu. Tabi Avrupa hapishaneleri özelinde ilk. Ve devamı yeni direnişlerle geldi. Bu ilk direniş avukatların "verilmesi olanaksız" dedikleri Yürüyüş Dergisi'ni almamı da sağladı. Ayrıca bu direniş, Almanya emperyalizminin kitap-dergi yasakçısı yüzünü teşhir eden de bir direnişti. Uzatmayı göze alamadılar. 26


XI. Yargılama sürecini anlatmayı özel olarak önemli görüyorum. Çünkü, ülkemizde yargı ve hukuk adına, ağızlarını her açtıklarında emperyalist sisteme övgü sunanların, onları referans olarak gösterenlerin sayısı az değil. Fakat gerçekler de bu kesimlerin göstermek istediği gibi değil. Yargılamanın yani duruşmaların başlamasını tam 1 yıl boyunca hapiste tutuklu olarak bekledik. Neyle suçlandığımdan, delillerden habersizdik. Nihayetinde elimize savcı iddianamesi ulaştı. Türkiye'de bilinir, savcı iddianamesi polis fezlekelerinin birebir kopyasıdır. Noktasına, virgülüne, harf hatalarına kadar üstelik… İlginçtir aynı iddianame örneğiyle Almanya'da karşılaşmak. Giriş bölümü, Türkiye polisinin elinden çıkmış izlemini veren bir Devrimci Sol, DHKP-C tarihi anlatımından oluşuyor. Devamı adeta Türkiye'de yargılandığımız "1 Nisan komplosu" diye bilinen, komplo davasının mantık olarak kopyası... Farkı ise Türkiye'deki dava dosyası önemli oranda sahte belgelerle oluşturulmuş, yasal faaliyetler, illegal hale getirilmeye çalışılmıştı. Almanya savcısı sahte belgeye ihtiyaç duymadan yasal, demokratik her eylem ve örgütlenmeyi, faaliyeti örgüt üyeliğinin delili saymış. . Yürüyüş Dergisi dağıtımını organize etmek, dağıtmak örgüt üyeliği delili. . İçeriği bile belli olmayan bir eğitim çalışması üzerine sohbet, örgüt üyeliği delili (demek ki, savcıya göre eğitim sadece DHKP-C üyelerine özgü bir faaliyet) . Grup Yorum konseri düzenlemek, hatta sadece katılmak, örgüt üyeliği delili. . Kültür derneklerinin faaliyetlerinin organize edilmesi, örgüt üyeliği delili. . Aidat toplamak, örgüt üyeliği delili. . Anadolu Federasyonu Gazetesi’nin çıkarılmasını organize etmek, örgüt üyeliği delili. . Türkiye hapishanelerinden devrimcilerle mektuplaşmak, mektupların içeriğinden bağımsız olarak, örgüt üyeliği delili. 27


. Fransa'da içeriği bile belli olmayan bir panele katılmış olmak da değil, katılmış olma ihtimali, Fransa sorumluluğumun delili. Fransa sorumluluğumun ikinci büyük delili (ki başka delil yok) Fransa'da ilticacı olduğu bilinen Türkiyeli bir devrimciyle, Almanya'da görüşüp sohbet etmiş olmak. Sohbetin içeriğindeyse örgütsel bir konuşma yok. . Almanya'nın Hollanda sınırında 2 kez telefonumu kapatmış olduğumun tespit edilmesi, Hollanda'ya geçmiş olma ihtimalinin, bu da DHKP-C'nin Avrupa sorumlusu olduğum iddiasının tek delili. . Bana ait olduğu düşünülen telefonun, birer, ikişer kez Stuttgart, Karlsruhe, Frankfurt'ta tespit edilmiş olması, Hamburg'a Grup Yorum konserine gitmiş olmak, Berlin'e bir kez gidilmiş olduğunun tespiti, Almanya sorumluluğumun delillerinden. . Çocuk korosu kurma üzerine sohbet, gençlikle ilgilenmek, örgüt üyeliği delili. . Kanser rahatsızlığı nedeniyle, büyük bir kampanya sonucu tahliye edilen ve kısa sürede şehit düşen devrimci tutsak Güler Zere için kanser ilacı temin etmeye çalışmak, örgüt üyeliğine delil. . Devrimci tutsaklara para yatırılmasını organize etmek, hukuki sorunlarıyla ilgilenmek, örgüt üyeliği delili. . Ve en büyük "örgüt üyeliği delili", yine Türkiye'den bildiğimiz örneklerde olduğu gibi, bir polis işbirlikçisinin, polisle çevirdiği pis işlerinin üzerini örtmek ve erken tahliye edilmek amacıyla polisin her istediğini onaylayan ifadesi. Yaman dedektif polis ve savcı büyük "terör" faaliyetlerini tespit etmiş ve "biz böyle tartışmasız delillere sahibiz, mutlaka ağır şekilde cezalandırılmalı" havasında. Gülünç… Fakat bu iddialarla hakkımızda yıllarca hapis kararı alınacaksa, bu iddialar haklar ve özgürlükler üzerinde baskı oluşturmak için kullanılacaksa, yarattığı öfke doğal olarak gülünçlüğünün önüne geçiyor. İddianameyi okuyunca, birer fotokopisini Türkiye'deki AB hayranı sözde demokratlara postalamak geçiyor içimden. Onlar 28


koştura koştura emperyalist Almanya'nın temsilcilerinden "demokrasi" dersi alıyorlar. Buna olanağım yok elbette ama postalayabilmiş olsam, kaçının AB'ye ilişkin bakış açısı bundan etkilenir? Gerçekte kaçı bu AB gerçeğinden habersiz ki? Sorunun tek başına cehalet olmadığı açık. İlk duruşmaya 19 Mayıs 2011 tarihinde çıktık. Haftada 2-3 gün yapılacak duruşmalar bir yıl boyunca devam edecek. Almanya'nın göstermelik hukukunda adalet aramak boşuna. Temeli adaletsizlik olan bir sistemin yargısının adaletli olması beklenemez. Mahkeme heyeti yargılama usullerinin yerine getirilmesinde titiz davranıyor. Amaç, baştan belli olan karara itiraz zemini bırakmamak. İtiraz hakkı ise, sadece yargılama usullerinde eksiklik olduğu zaman var. Örneğin yukarıda saydığımız faaliyetlerin örgüt üyeliği delili sayılmamasına bir üst mahkemede itiraz hakkımız yok. Duruşmalar tamamen bir prosedürün yerine getirilmesinden ibaret. Aynı mahkeme heyeti, zaten bizden önce yargıladığı polis işbirlikçisi Alaattin Ateş'in duruşmasında, bizim hakkımızda da karar almış ve bunu yazılı hale getirip resmileştirmiş durumda. Yani gıyabımızda yargılanıp karar verilmiş durumda. Mevcut göstermelik yargılama, önceki kararı onaylamak için yapılıyor. Ve avukatlarımız diyor ki, "bu durum heyete itiraz gerekçesi değil." Emin değilim, gerçekten öyle mi? Yoksa avukatlarımız mahkeme heyetiyle çatışmak istemiyor mu? Benim genel izlenimim, avukatlarımız mahkeme heyetiyle çatışmak istemiyor. Bu nasıl bir ilişki sonucudur, onu bilemiyorum. İkinci duruşmada okuduğum dilekçe, iddianamedeki demagojilere ilk cevabımız oldu. Devrimci Halk Kurtuluş Parti-Cephesi(DHKP-C)'nin değil, devrimcilerin değil, emperyalizmin, onun askeri örgütü NATO'nun, işbirlikçisi faşist oligarşik iktidarların terörist olduklarını söyledik. Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin suçlarını teşhir ettik. Ki sadece gerçekleri söyledik. Söylediklerimizin içinde ne küçük bir abartı, ne de yalan vardı. Adaletsizliklerini; tecritle, baskıyla devrimci-sosyalist düşüncenin yok edilemeyeceğini, bunu yaparak suç işlediklerini yüzlerine haykırdık. Duruşmalarda kalabalık izleyici kitlesi vardı. Anadolu halkı, 29


emperyalizmin "terörizm" demagojisine ve baskılarına karşı devrimi savunmaya devam edeceğini gösteriyordu. İzleyicilerin okuduğumuz dilekçeyi alkış ve sloganlarla desteklemesi, saldırgan yüzlerini göstermeleri için yeterli oldu. Duruşma salonuna polis sokularak gözlerimizin önünde izleyicilere işkence yapıldı. Açıktan "tutuklanıp, örgüt üyeliği iddiasıyla yargılamakla tehdit edildiler." Savcı "sizi de tutuklarım" diyerek bu yargılamanın hukuki değil, baskı ve sindirme amaçlı olduğunu itiraf etmiş oldu. Aynı savcı ileriki günlerde tecrit uygulamasının sürmesini isterken, gerekçe olarak, “hala düşüncelerini değiştirmedi” diyecekti. Bu ve benzeri açtıkları davalarda - ki amaçlarının bir yanı da gözdağı vermek - en demokratik haklarımızı "suç" gibi göstermek, devrimciliği, örgütlenmenin, mücadelenin meşruluğunu yok etmekti. Ama öyle olmadı. Bunun açık hazımsızlığını yaşadılar. Saldırıyı sloganlarla protesto ettik. İlginç bir görüntü de avukatlarımızın da bu işkenceyi tek kelime tepki göstermeden izlemesiydi. Tepkisizliklerine yaptıkları izah "Müdahale etsek, bizi sizin avukatlığınızdan azledebilirlerdi " oldu. Elbette gerekçe değil. Bizim savunmamızı yapamadıktan sonra, kendinizi böyle baskı altında hissettikten sonra, avukatımız olarak kalmak neye yarayacak? Ve diğer önemli konu, avukatların böyle baskı altına alındığı mahkemeden, yargıdan, savunma hakkından söz edilebilir mi? Türkiye'de, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Av. Fuat Erdoğan'ın polis kurşunlarıyla katledilişinin yıldönümlerinde, Türkiye'deki hukukçular tarafından her yıl sempozyum düzenlenir. Sempozyumlardan birine, Almanya'da yargılandığım bu davadaki avukatlarım da davet edildiler. Sempozyuma gittiler fakat 129. madde yargılamaları üzerine kendilerinden beklenen konuşmayı yapmadılar. Gerekçeleri, dünyanın pek çok ülkesinden avukatların rahatlıkla gelip konuşma yaptığı bu yasal sempozyumda konuşurlarsa, yargılandığım davanın bundan olumsuz etkileneceği idi. Yani, "mahkeme heyeti 30


hakkımda vereceği kararı ağırlaştırabilir" demektir bunun anlamı. Mahkeme heyetiyle, savunmasıyla Almanya yargısını gösteren bir örnektir. Bu tabloda avukatların durumuna özellikle vurgu yapmalıyım. Avrupa hayranlarının "demokrasi bilinci yüksek" dedikleri ülkelerden biri olan Almanya'da, avukatlar siyasi düşünce olarak bağımsız değiller. Hiç değilse sisteme muhalifler, hatta belki "sosyalist" düşüncenin savunucusu denilebilirler. Fakat en sıradan demokratik haklarını kullanmaktan bile böylesine kaygı duyuyor ve rahatlıkla vazgeçiyorlar. Doğal olarak "bu mu demokrasi bilinci?" diyorum. Gitsinler, demokrasi bilincini bizim yaşlı TAYAD'lı analarımızdan-babalarımızdan, hatta bizim çocuklarımızdan öğrensinler. Yazık! Sadece Avrupa'daki bu bilinç geriliğine değil, bu gericiliğin hayranlarına daha fazla yazık! Savunma hakkına değinmişken, avukatlarımla tüm yazışmalarım bir hakim tarafından denetleniyor. Bunun anlamı, avukatlarıma mektup aracılığıyla en erken 15 gün olmak üzere, bazen bir ayda ulaşabiliyorum. Telefon etme hakkım yok. Yani mektup tek kanalım. Ve sözde bu yazışmalardan mahkeme heyetinin haberi olmayacak. Ama mahkeme başkanı avukatıma mektuplarımdan birinin içeriğinden yakınıyor. Avukat soruyor, "nereden biliyorsunuz mektubun içeriğini?" İşte bu kadar savunmaya saygıları! Avukatlarımla yargılama süreci boyunca hiç yüz yüze görüşme yapamadım. Hep aramızda cam bölme vardı. Ve bu duruma avukatlarımın tepkisi olmadı. Oysa bu uygulama, açıktan avukatları potansiyel suçlu kabul ediyor. Duruşma salonunda hep cam bölme arkasında tutuluyoruz. Oysa haberlerden gördük, ırkçı katil Nazi artıklarının yargılandıkları duruşmaları, avukatlarıyla yan yana durabiliyorlardı. Bu cam bölmeler arkasından, izleyici sıralarındaki yakınlarımızla selamlaşmalarımıza, sohbetlerimize sürekli müdahale edildi, engellenmek istendi. Yanımda duran, birlikte yargılandığım arkadaşımla sohbet bile yasaktı. Doğal olarak her duruşmada bunun kavgasını yaptık ve yasaklarını dinlemedik. 31


Bir yılın sonunda artık mahkeme karar aşamasına gelmişti. "Son sözler” söylenecek ve mahkeme kararını verecek. Savcının son sözü de iddianamesinden farklı değildi. Tam bir hukuk garabetiydi. Savcı iddialarını yine delillendirme ihtiyacı duymuyordu. Kişisel yorumlarına dayanarak hakkımda 6.5 yıl, birlikte yargılandığım Ünal Kaplan Düzyar için ise 4-5 yıl arası hapis talep ediyordu. Fakat savcının son sözünde asıl önemli gördüğüm bir nokta oldu. Savcı "terör" tanımını tartışmaktan kaçınıyordu. Oysa sorduk hep ve hukuki tanım istedik, "terör nedir?" dedik. "Öyle bir tanım yapmalısınız ki, bu tanım DHKPC'yi, devrimci örgütleri içine almalı ama NATO'yu, faşist oligarşik iktidarları, faşist cuntaları, Libya'da, Suriye'de örgütleyip desteklediğiniz işbirlikçi terörist çeteleri içine almasın" dedik. Böyle bir tanım yapamazlardı, yapamadılar. Hukuk, adalet kaygısı taşımadıkları, tüm hesaplarının emperyalist çıkarlarını korumak ve Anadolu Halk Kurtuluş Savaşına düşmanlık olduğu ortadaydı. Savunmamızda bu gerçeği de teşhir ederek, dünya halklarının emperyalizme karşı bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için mücadelesini, Halk Kurtuluş Savaşının meşruluğunu savunduk. Emperyalizmin yargılamasını kabul etmedik, suçlu olan emperyalizmdir. Ve bu suçlarını sıralayarak biz emperyalizmi yargıladık. Sınıflar savaşında halktan yana taraf olduğumuz, savaş cephesinde yerimiz halkımızın safları olduğu için, 6 yıl hapis kararı benim hakkımda, 4 yıl hapis kararı Ünal Kaplan Düzyar hakkında verildi. Sloganlarımızla kararı protesto ettik. Bu yargılama süreci de emperyalist sistemin yargı, hukuk anlayışını anlamak isteyenler için bir örnek olarak tarihte yerini almıştır. Emperyalizmin gerçeğini gözler önünü sermeye hizmet etmesi umuduyla...

32


adımız isyan -1Suçumuz açık Ne mutlu bize ki Ayaklandık Sordu işkenceciler “Adın?” Ser veren Ama asla sır vermeyen Sordu işkenceciler “Adın?” İsyan Gelince zamanı ayaklanmanın Alanları dolduranlardır adım Sordu işkenceciler “Kimden talimat aldın?” -Tarihten Yürü dedi yürü, hep ileri Dönüyor, dönecek tarihin tekeri İleri, aydınlıklara, ileri -Bilimden talimat aldım Ayaklanmak gerek dedi Ermek için Hakkın sırrına Hak dilencisi değil Hak savaşçısı olunmalı dedi -Toprağımız verdi talimatı O toprak ki Nice isyan yatar altında O toprak ki Nice beden düştü uğruna Ölmüyoruz biz Kazı bunu aklına Sen gömdükçe bedenlerimizi Göğ ekin misali Fışkırıyoruz toprakta O toprağa ekmek

1


O toprağa eş O toprağa özgürlük Toprağımıza adalet gerek Sordu işkenceciler “Kimler katıldı isyana?” -Kimler yoktu ki? Gördüm “Zalime biat etme” yazıyordu Al-yeşil bir sancakta Ben direndim Siz direniyorsunuz diyordu Kerbela Bir işçi gördüm ön safta demirden canavarlara vuruyordu Kawa’nın çekici avuçlarında Spartaküsler vardı sonra Sel olmuş akıyorlardı Kölelik zincirlerini parçalamanın çoşkusuyla -Kimler yoktu ki isyanda? Kızıl sancaklarıyla Paris komünarlarıydı Çarpışanlar barikatlarda Bedrettin yiğitleri vardı Ortak üretip, ortak tüketen Ve ortak dövüşen Ortaklık çadırı kurdular alanda -Kimler yoktu ki? Stalingrad direnişçileri Vietkonglar, Barbudolar, Partizanlar Saymaya her birini Ne yer, ne zaman var Dersin ki Direniş alanı Tam bir HALK CEPHESİ Dünyanın her yanından halklar oradalar... -Kimler yoktu ki?

2


Mahirler, Denizler, İbolar Diktikleri devrim ağacının boy atışını Gülen gözleriyle izliyorlar Bir işaret parmağı gördü herkes Hedef diyor Büyük Ustamız “Öfkemiz haklıdır Öfkemizi hedefe yöneltelim Hedef düşmanın kalbidir” “Bayrak” diyordu “Bayrak” Gür bir ses, Sabo’nun sesi Çiftehavuzlar’da dalgalandırdık Ülkemizin her yanında dalgalandıracağız Komutanları vardı Cephenin Savaşçıları 17’sinden 50’sine Düşerken toprağa Yarattıkları destanla Can vermişlerdi yeni doğanlara En önünde çarpıştılar isyanın Elleri tencere tavalı Elleri taşlı sapanlı Ellerinde düşenlerin silahları Ellerinde pankartları, bayrakları Elleri işçi Elleri köylü, öğrenci Elleri kadın, elleri çocuk Elleri genç, elleri yaşlı Elleri yemek yapan Elleri halı dokuyan Elleri eken toprağı Elleri döndüren çarkları Elleri biçen ekini Elleri döven demiri Elleri bir ordu Komutanlarının ardından yürüyordu Demelisiniz ki,

3


Kimler orada yoktu? Ki yollar, Küba’dan, Nikaragua’dan Çin’den, Vietnam’dan Mozambik’ten, Angola’dan Paris’den, İspanya’dan, İrlanda’dan Moskova’dan, Şikago’dan Ve Ortadoğu ve Anadolu’dan Tüm dünya haklarını Taksim’e akıtan oluktu... -2Atma dedik bre gafil O puşt tohumu toprağımıza, Tutmaz... Bak şu gögü delen çınarlarımıza Bir tekinin üzerinde Teslimiyet yazmaz Pir Sultan, Bedrettin ormanı bu Zorlama kendini Çakallara bu ormanda yer olmaz İsyandır adımız bre gafil Gözlerimiz yangınlara bakar Yangınlar Kızıldere Yangınlar darağaçları Yangınlar işkence tezgahları Yangınlar ölüm oruçları Yangınlar teslimiyete indirdiğimiz şamar Yangınlar kuşatmalarda Umudun adını kanla yazdığımız Üsler, sokaklar, dağlar Yangınlar ölümüne çıktığımız alanlar İşgaller, barikatlar Sokak, sokak çatışmalar Yangınlar ölümüne meydan okuyan

4


Zılgıtlar, sloganlar İsyandır adımız bre gafil gözlerimiz yangınlara bakar “Dünya benim kasabam” Buyurmuşken Teksaslı haydutlar Dağlarımızı kuşatmışken Sırtlanlar, çakallar Şahan olmaktır yangınlar Doğrulmuşken üstümüze alçak namlular “Ya teslimiyet ya ölüm” arar Uşak, işbirlikçi ağızlar İşte o anda Yanmak, kömür olmak Hücre hücre eriyip, toprak olmak Düştüğü yerde depremler yaratan feda olmak Sarayları tutuşturan ateş olmak Ölüm demek, teslimiyet dememektir yangınlar... Böyle isyanlar bre gafil Sadece ve sadece Böylesi yangınlardan doğar Çakallar, sırtlanlar sürüsüne çiçek sunmaz Zalime, zulme öfkedir Kindir, nefrettir Yangınlardan doğan isyanlar “Yeter” demektir tüm adaletsizliklere Ve alt-üst etmektir Adaletsizliğin saraylarını Yeşertmektir isyan Çoraklaştırılmış topraklarımızı Puştluk yok Yangınlardan doğan isyanlarda Yağcılık, içten pazarlık yok Çıkarcılık, fırsatçılık yok

5


Korkaklık, halkı satmak yok Yarı yolda bırakma yok Arama başka masumluk bre gafil Budur isyanımızın masumluğu Budur haklılığı Budur insancıllığı Budur mertliği, delikanlılığı Budur isyanımızın mayası Atma dedik bre gafil O puşt tohumu toprağımıza tutmaz... Ayak denilenler baş olacak İşte bu kadar...

6


çocuklarımız ölüyor açlıktan Bir çocuk öldü açlıktan Duydun üzülmedin sevinmedin Hissetmedin hiçbir şey. Sızlamadı yüreğin Karışmadı aklın sormadın bir çocuk, neden ölür açlıktan? nasıl ölür? ne hisseder? ne düşünür? kasları mı erir önce? kaslı olur mu aç çocuklar? yiyecek doluyken vitrinler ve açken mideleri ne hissederler? söverler mi? ana avrat bu kahpe düzene... Bilirler mi sövmeyi? Bilirler mi? düzen ne? açlık neden? bilirler mi? açla toka “eşitsiniz” diyen anayasalar... o anayasalar ki, düz gitsen ana, avrat, sülale küfürbazlık ve aşağılamada halkı hızlarına erişilmeyen...

7


Bilirler mi? Yoksa hiç bilmeden bir anda acısız hissiz ve anlamaz boş gözlerle ölürler mi? Bilirler mi? çocuk hakları insan hakları evrensel bildirgeler bu kahpenin düzeninde bir kuru ekmek etmezler... Bilirler mi? ölecekler madem açlıktan leylekler çocukları neden getirirler? Bilmeseler de tüm bunları bilirler elbet simit çalmanın suç ve cezasını ve açlıktan öldürmenin yasallığını... bilirler anlamasalar da duyarken, bilirken, görürken duymayan, bilmeyen, görmeyenleri... Bir çocuk öldü açlıktan Duydun üzülmedin sevinmedin hissetmedin hiçbir şey

8


sızlamadı yüreğin karışmadı aklın sormadın ve hiç anlamadın ki bir çocuk ölürken açlıktan öldürür herkesi bir parça hiç anlamadan bir çocuğun açlıktan ölümünü izleyen gözler çocuk sevemezler çocuk büyütemezler bakamazlar dünyaya dürüst, namuslu ahlaklı sevecen onurlu ve içten hiç anlamadın bir çocuk ölürken açlıktan ölür bütün yaşam bir çocuk ölürken açlıktan öldün sen de ya anlamadın...

9


oportünist Bir ordasın bir burdasın belli değil ne yandasın ne kaygan şeysin sen tutulmazsın Bir bakmışsın halktan yana bir bakmışsın karşı safta iki ipte oynayan bir canbazsın Direniş derken dilin bükülüverir belin ne omurgasız şeysin sen dik durmazsın Emek sarsan talan çıkar devrim sarsan düzen çıkar halkı dolandıran madrabazsın Açarsın kutuyu sosyalizm hokus pokus dersin emperyalizm insanları aldatan hokkabazsın oportünist reformistsin tarih mahkumetti ama uslanmazsın...utanmazsın.

10


ihanete ihanet derler bizde Derler ki Bir günde Hain olur mu insan? Derler ki Var herkesin zayıf bir yanı İyi niyetliydi o Sadece başaramadı Deriz ki Affedilir bir hatadır Mektepli yıllarda İyi hazırlanmamak sınava Hem mümkündür telafisi Hem mağduru esasen kendisi Deriz ki Gel gör ki Sınıflar savaşı Değildir mektep sırası… Yeri gelir Başaramamak Hain eder insanı… Mesela X kişi Tamamıyla masumdu Tek “suçu” Devrime inanmaktı Faşizm ondan Bir hain yarattı Masumdu aslında Hatta kahraman Pusu attığı o alçak Amerikalı bir ajan Kurşun hedefe vardı O anda X Vatansever bir kahramandı Uzun sürdü çatışma Yaralandı O anda tereddüt ve ihanet

11


Yan yanaydı Tavır net olmalıydı Olmadı… İşkence hemen orada başladı Henüz hayatta olsa da Ölüm de hemen yanındaydı Bir tetik Kafasında “çat”ladı Gözleri bağlıydı Sesi duydu Dizleri sallandı Masumdu aslında Tek isteği o anda Sadece yaşamaktı İşkencecisi ondan Bir hain yarattı “ölmek istemiyorum” dedi Ki yaşamak En doğal haktı O anda içinden Bir ömür aktı Hep de güzel şeyler Hep de yaşama çağıran Hep de böyle duru Günlük güneşlik bir havada Kendini kırlara bıraktı Kollarını sevdaya doladı Yaşam güzel. Bir lokantaya daldı En güzel yemeklerle Bir masa donattı Para cepte Adeta tomardı Her şey tam Her şey mükemmel Güzel bir arabaya atladı

12


Az sonra Önünde uzanan Cıvıl cıvıl plajdı Herkes mutlu Her şey güzel!.. Böylesi seyf-ü sefer halde Yoksulluk gözlerine takılmadı O anda kendisine Açlıklardan Yoksunluklardan Sefaletten Hastane önlerinde sürünmekten Sömürüden Yankee postallı işgalden Zulümden işkenceden Adaletsizlikten Vurmaktan-vurulmaktan Çocuk yaşta ölümlerden Her çeşit Ama her çeşit musibetten azade Hayali bir ülke yarattı Ve o anda Kurduğu hayalde Her şey tamdı… Hayali ülkesinde Kavga boşunaydı… “çat” sesi hala kulaklarındaydı O anda O tabanca Ya kurşun olsaydı Bu “mutluluklar ülkesinden” Yoksun kalacaktı… Polisin sesiyle ayıldı “hay Allah boşmuş!” Terledi Polis ekledi

13


“ya adres ya ölüm” Tanıdık bir ikilemdi “ya teslimiyet ya ölüm” Mekanizma sesini duydu Kurşun artık namludaydı “hayır adres veremem” Diyebildiğini sandı O anda Korkusu iyice çoğaldı İçini korkulu pişmanlık aldı Neyse ki sesi çıkmamıştı O sesi tekrar duydu “ya adres ya ölüm” O anda masumluktan O anda kahramanlıktan İhanete adım attı Yaşadı ama Ödediği bedel İki yoldaşının canıydı Sınıflar savaşının o anında Başaramamak Sınıflar savaşının o anında Yaşam demek Yoldaşlarının katili olmaktı O anda teslimiyetin adı Ne yaşama tutunmak Ne dayanamamak Ne korkmak Ne yenilme Ne zayıflık, ne zaaf Artık o tavrın adı net İki yoldaş katilliği Yedi kıtada lanetli İhanet!.. O anda silindi hayali cennet Ne günlük güneşlik hava

14


Ne kumsal Ne sevda Ne mükemmel dünya O anda sadece Çürümüş bir düzende Çürümüş bir bedendi İHANET!..

15


1 mayıs 1 Mayıs Devrim meydanındayız 1 Mayıs Alanlardayız Öztürk Öztürk Salih Salih Devrim meydanındayız İçimizde Dalcı’nın hıncı Vura vura Vurula vurula Kavga kavga İsyan isyan Şengül’ce Uğur’ca Levent’ce… Devrim meydanındayız İşçiyiz Emekçiyiz Devrimciyiz Diyor ki posası kavganın “hep ellerde çiçek Barış olsa” “işçi-patron Girse kolkola Kavga olmasa” İşte anla İstiyor ki, 1 Mayıs 1 Mayıs olmasa da “bahar bayramı” olsa 1 Mayıs değil de mesela Sevgililer günü olsa 1 Mayıs değil de Piknik olsa Dans partisi olsa Sızlasa kemikleri tüm şehitlerimizin

16


1 Mayıs 1 Mayıs mı olur arkadaş Sömürüye öfke Zulme isyan yoksa Kin yoksa, hınç yoksa Açlığa, yoksulluğa, patrona Anla işte Yoksa patronla kavga Ne gerek var 1 Mayıs’a Anla işte Yok aşımız, ekmeğimiz Yok hakkımız, özgürlüğümüz Anla işte İstiyor ki olmasın Birliğimiz de Dayanışmamız da Mücadelemiz de 1 Mayıs’ımız da Anla işte istiyor ki olmasın Umudumuz da O halde Bugün 1 Mayıs Devrim meydanındayız İşçi işçi Kitle kitle Ordu ordu Cephe cephe Partimizin önderliğinde Kucaklarımızda Dalcı’nın taşları Yürüyoruz Kızıllığıyla kanımızın Devrim alanı yaptığımız 1 Mayıs alanına Yürüyoruz varmak için Önderimizin gösterdiği ufka… Yılgınlık sardı ya bünyeni

17


halkımıza güven Diyorsun ki; “bu halk adam olmaz” Öyle mi? Sen-ben adamsak eğer Oluyormuş demek ki! Varırız evine Paylaşırız sofrasını Hatta evini Ki zengin değildir Paylaştığı her şeyi Ya sen! paylaşıyor musun her şeyini! Okuduğunu mesela Kitabını Dergini Bilgini Sorunlarını kavganın Çözümlerini Hiç değilse gündemi “cahil” diyorsun İyi ya Paylaş o zaman bilgini “korkak” diyorsun İyi ya Paylaş o zaman cesaretini “örgütsüz” diyorsun İyi ya Paylaş o zaman partini Cepheni…

18


provokatör bir bebek Başaracaktık Provoke etti bir bebek Baksan daha minnacık Barışacaktık Pırt diye doğup geldi Provokatör yahu işte Gelişinden belli Barışacaktık Provokatör arkadaş provokatör işte Pırt diye çıkıp Kavga alanına girer gibi geldi Sıkılı yumruklarından belli Provokatör Su götürmez provokatör işte “ıngaaa da ıngaaa” Slogan atar misali Bağırışından belli Provokatör olduğuna var ya Yok en ufak şüphe Şu gözlere bakın hele Seni anasının gözü Su bulandırıcı ufaklık Provokatör kere provokatör işte Saldırışına bakın memeye Belli üç günde kurutacak anasını Obur, açgözlü ufaklık Pırt diye de çıkıp geldi arkadaş Uğursuzun provokatörü Felaketi memleketin Hesap edildi geriye 9 ay 10 gün Tam da babasının işten postalandığı gün Görüyorsunuz ya Bismillah daha ilk adımında ana karnına Söndürmüş ocağını babasının Şöyle birkaç ay gecikse var ya Yemin olsun barışacaktık

19


Dayanamadı besbelli Pırt diye fırladı geldi Seni provokatör işsiz veledi Birkaç ay beklese Ne işsizlik ne açlık Ne tekmesi polisi ne copu Ne TOMA’lar biber gazları Ne ölümleri bebeklerin açlıktan Beklese az biraz Allah kuran çarpsın Tüm memleket uçacaktık Birkaç ay gecikse velet Arkadaş ne kin ne düşmanlık Ne vurmak ne vurulmak Ne şiddet ne ölüm Sarılıp Amerikan bezine Kardeş kardeş uyuyacaktık Duramadı arkadaş Pırt diye doğdu da geldi Sırf provoke olsun diye Sırf memlekette açlık Sırf memlekette zulüm Sırf memlekette ölüm Var desinler diye Durduk yerde de ölüp gitti Az daha dayansa sefalete Size yemin billah olsun Uçacaktık arkadaş uçacaktık Çekemedi bu hali Provoke edip gitti Seni uğursuz ufaklık Nitekim araştırdık Ermenilik var sülalesinde Çingenelik desen karışmış Gomünistlik, Alevilik karanlık Belli ki soyağacı hakeza Melanet ufaklık…

20


vatan Önderimizdir Samsun’lu Mahir Dersim’li Cevahir Dayımız, Niyazi abimiz Elazığlıdır Sabomuz Mardin’li Trabzonlu’dur Sinan’ımız... Hatay’dandır Hamide İbili Mersin’li Ümit Şavşat’tan Sivas’lıdır karaoğlanımız Muharrem... Savaştılar Tutsak düştüler Ölümsüzlük şerbetini Zindanlarda içtiler Diyarbakır Türkmenlerindendir Erhan Denizli Tavas’ta ölümsüzleşti Elbistan’lı Kürt kızı Güler Şar İstanbul’da Ordu’da döktü kanını toprağa Bülent Pak’la, Sivaslı Ali Haydar Çakmak Ve Orduludur Alişan Yankilerin karargahında patlayan... İstanbul’da ölümsüzleşti Sivas’lı Sibel Yalçın Malatya’lı Feride Harman Ege’de, Marmara ve Kürdistan’a Karadeniz’den İç Anadolu ve Akdenizle 73 millet Doğup canvererek Özlerinden yoğurdular Cephe hamurunu... Hayınlık ettiler Bir avuç sömürücünün sefasına Ve yoldaşlık ettiler Ayrımsız tüm yoksullara... Düşman kesildiler

21


Tersaneler, fabrikalar ve madenlerde Ölüme sürülmemize Ki, isimsiz törensiz Rakam rakam öldük Yüzlerce kez Sırf kanımızla şişsin diye göbekleri Bir avuç bitle pirenin... Düşman kesildiler Açlığımıza Avuç açıp dilenmemize Sefaletimize Pazara sürülmesine Onurumuzun, namusumuzun... Düşman kesildiler Açlıktan ölümüne Çocuklarımızın... Düşman kesildiler Her bir Anadolu çocuğuna Reva görülen İşkence ve zulme... Düşman kesildiler Kokuşmuş düzene Parasızlıktan Ölüme terkedilmemize Hastane kapılarında Bedenlerimizin rehin alınmasına Hastane odalarında Düşman kesildiler Şükretmeye adaletsizliğe Sefalete Zulme-sömürüye Ve yeryüzünün binbir pisliğine Şükrettiren cehalete...

22


Ve dediler ki, Amerikan çizmesi Ve patron zulmü altında Esaretimiz Sefaletimiz Köleliğimiz İşgal altında inleyen Bu topraklar Vatandır yine de bize Uğruna Kanımızı döktüğümüz sürece... Ve sevdalısı oldular Bağımsızlığın Demokrasinin Sosyalizmin Sevdalısı oldular Yanki çizmelerinden temizlenmiş Bir avuç asalaktan arınmış Anadolu’nun Sevdalısı oldular 73 millet Kardeşçe yaşamın Sevdalısı oldular Dağı, taşı, toprağı Suyu, havayı Denizi, güneşi Anamızın ak sütü kadar helal Ve bizim olan Gürbüz ve güleç yüzlü Çocuklarla dolu Anadolu’nun Ki vatan denir

23


Kahramanlar doğuran Ve kahramanların can verdiği Bu topraklara Orak-çekiçli bayrağımız Burçlarında dalgalandığında Ve binlerce kez doğsak Ve binlerce kez can versek Değer Vatanımız Anadolumuz Sana...

24


işçinin el izi var Yaba gibi olur Irgat eli Ser, yayvan Yaba tutar da Ondan Orak, tırpan tutar Dirgen tutar başka Çelikleşir işten Ve sağlam kavrar Benzer olur İşçi eli de Kürek tutar Çekiç, keser tutar Mala tutar Balyoz tutar Ve sağlam kavrar ki Kerpeten misali Sıkı sarar kolları Ölümünedir Gardaşlık Arkadaşlık Ki, vururken kazmayı madene Ölümün soluğu Hemen oradadır İnerken çekiç demire Ölüm hemen yanlarındadır Ve ondandır ki Tabut tutar elleri Arkadaş tabutu Gardaş tabutu Düşüp hesaptan sayısı Geçilir “kaza”dır Futboldan trafiğe Hemen her yerde Bir “terör” parmağı vardır da

25


İşçi ölümü “kaza”dır Sabancı değil Tayyip değil ya adları Yüzbinlercesi ölürken Üç kuruşluk korunma Fazladır… Ve doymaz karınları Bir Allahın günü… AÇTIR… Öyleyse, Silah tutar gardaş elleri Silah Bomba Law Vurulunca Zulmün adaletsizlik sarayı Açıkladılar; “yaba gibi bir el izi var” Yaba gibi bir el Öpülesi…

26


cepheye varak Çattık bir tüccar keneye “Ne işle iştigalsin Bire kene?” “Babalar gibi satarım Evelallah” Ne edek Kime yanak Cepheye varak Çattık bir tüccar pezevenge “Ne işle iştigalsin Bre pezevenk?” “Vatanı pazarlamakla mükellef” Ne edek Kime yanak Cepheye varak Çattık bir işbirlikçi hayına Kur’an tutar bir elinde Şeytanın bayrağını diğerinde “Ne dolanırsın bire gafil” dedik Cennetimde… Ne edek Kime yanak Cepheye varak Rastlaştık bizim yarenlere Sümbül kokulu ha gardaş Çiğdem nergiz menekşe Yıldız yıldız parlarlar Başlarında yıldızlı bere Sürerler ha gardaş Çakalları inlerine Kokladık Aydınlandık Cepheye vardık

27


ışıklı emir Dursun akmasın zaman Güneşe güneşe güneşe yürüyoruz Hafife almasın bu gücü düşman Varılacak yere o ışıkla yürüyoruz ışıklı emirlerde biz onu görüyoruz Karataştan yontulmuş Mağrur bir heykel bekler O destansı kahramanlık abidesi Devrime sevdalı bir önder Yarını kurmamızı emreder Verilmez bizde ünvanlar Cephede cephede cephede kazanılır Kan ve can bedelidir kazanılanlar Kan ve can bedelidir kavga dava yaşatılır Kavganın sıcağında destanlar dalgalanır Destanlara can vermiş Bir gelenek bizi bekler Yol gösteren umudun meşalesi Karanlıklar yırtan fener Aydınlığa yürümemizi seyreder

28


defolup gideceksin bu vatan bizim İşte Anadolu İşte Halk İşte Cephe İşte şanlı Alişan “Feda kuşağı” denir onlara onlardan bir kahraman heyy kanlı çizmeli Teksas’lı kovboy Bu topraklar Anadolu Beşikler vermiş, salıngaçlar, hamaklar. Pek çok kökenden halklara soyumuzun kerelerce boyattığı bu ulu toprak... Ve öfkesini bilenelim diye işgalci halk düşmanlarına Heyy kanlı çizmeli Teksas’lı kovboy kabaran kara toprak misali kabaran öfkemizle bu cenneti cehenem yapacağız sana... Bu vatan bizim heyy Teksas’lı kovboy Emek verdik vurduk vurulduk uğruna kan verdik, can verdik toprağını sürdük tarihler boyu dağlarını yol ettik yelken açtık denizlerine kültür harmanladık suyunda, havasında, toprağında tek bir yürek olup aktık kim bilir kaç kere isyanlarda darağaçlarında

29


kanlı pusularda görkemli zaferlerde ortak ekip ortak biçtiğimiz ve hep beraber ağlarımızı çektiğimiz toprak ve sularında Bu vatan bizim heyy Teksas’lı kovboy kim bilir kaç kere “bir canım var, feda olsun” dedik. Bu vatan bizim heyy Teksas’lı kovboy defolup gideceksin kan emici ağaların ve beylerinle ikiz kulelerin askeri üslerinle tek bir iz bırakmadan tüm pisliklerinle defolup gideceksin. Bu vatan bizim heyy Teksas’lı kovboy defolup gideceksin Salyalı faşist güruhunla sefil uşak paşalarınla “vatanı pazarlamakla mükellef” işbirlikçi pezevenklerinle defolup gideceksin... öfkemiz sana heyy Teksas’lı kovboy kinimiz sana bombayız, kurşunuz sana fedayız Şahin bey, Ayşe Hatun, Karayılan’ız Mahir, Sabo, Dayı’yız.

30


Kahraman’ız Selçuk ve Mamati’yiz Şanlı Alişan’ız düşmanız sana oğlum düşmanız defolup gideceksin defolup gideceksin.

31


ihanete ağlama umutla bak yarınlara Bakıp ona ağlama karagöz kıvırcık saç akan burun yalın ayak kanamış diz çıplak bacak sefaletin umut çocuğu sana kapısını açmaz devrime kapanmış yürek sen, yoksun artık onun köhne dünyasında sorma bana anlayamam, anlatamam nasıl bir yürek o ki, kapanır sana ve neye açılır ki, sana kapandıktan sonra diyeceğim o ki değmez ona bakıp ağlama onun atı artık Stalingrad’da kalkmaz şaha o hatırlamaz artık Hiroşimalı kız çocuğunu da dili adalet ve kavga türküleri söylemez kulağı yoksul sesini duymaz o artık, dağlardaki adalet ve özgürlük değil o artık, “huzur ve güveni” için ağalarla beylerin kontrgerillanın silahını kuşanır. o artık kabul buyrulsun diye burjuva sofralara

32


ihanetin dipsiz çukurunda hayındır artık yayla yayladığımız dağlar artık güneşin yolculuğunda tarlalar artık denizlerimiz ağlarımızı hamsi dolduran artık bu vatan yabancı ona artık ne horonumuzda var ne akrep ezmede artık ne Ankara misketimizde ne silifkemizde artık ne karakoç, ne harmandalı, ne zeybeğimizde kolkola değil bizle artık ne Nazımı’ var onun “bu memleket bizim” diyen ne Ahmet Arif’i “Anadolu’yum ben tanıyor musun?” artık o kolkoladır pezevenk tüccarla beyazsaray önünde vatan pazarlama kuyruğunda üzülme çocuk kimse aydınlığa erişemez seni hapsedip karanlığa ışık sensin kör olur seni görmeyen göz sağır olur çığlığını işitmeyen kulak sana kapanan yürek kösele olur kapanır tüm güzelliklere seninle yürümeyen ayak yitirir umudunu geleceğe Umut sensin çocuk üzülme bir başına çaresiz

33


değilsin bu koca dünyada sen, kahreden ve yaratan bir halkın sen, devrimci proletaryanın sen, kurtuluş partimizin kara kafalı kara gözlü umut çocuğusun...

34


yaşam çizilmiştir spartaküsten alişan’a I. Barış olacakmış duydunuz mu? oturacak aynı masaya kurtla kuzu dönecek dünya tersine yaşayıp gidecekler kuzu kuzu! ne kavga-dövüş, ne savaş otla beslenecek kurt da bundan böyle keşfedilir aniden kurtla kuzunun bebek halleri sevimlidirler ki al bağrına bas o ölçüde bakınca böyle sempatik gözle neden olmasın?! Bir de empatik yanı var haliyle kurt da canlı nihayetinde açlıktan ölecek değil ha koy kendini kurdun yerine değil mi ya biraz da suçlu kurdu aç bırakan kuzu yem olsa ya kuzu kuzu... tamamdır çözüm tümüyle mümkün bu perspektifle bir ad da vermeli “yeni empatik-sempatik perspektif”... haliyle masal Lafontain misali dinleyecek çocuklar

35


mışıl mışıl uyuyacaklar... II. Yer arena gladyatör gladyatör karşısında kardeş öldürecek kardeşten öte sınıf kardeşini... o anda artık ne kutsallığı yaşamın ne kardeşliği köle olmanın ne grisi teorilerin ne yeşili doğanın ne karası toprağın ne mavisi denizlerin gökyüzünün o anda ne duygusallığı anın ne gözyaşı ne sövgüsü karabahtın o anda ne sevgiliye ne yaşama dair güzelleme o anda ne yakarmak tanrıya ne girmek günaha çare değil... ölecek iki taraftan biri budur işte köleliğin abece’si... binlerce yıl dönerken dünya bu kural özne Spartaküstür “dur” diyen bu gidişe... der ki:

36


günahların en büyüğü gladyatörlerin değildir öldürmek kardeşini asıl büyük günah cüret edememektir. öldürmeye efendisini... der ki; devasa cüssemiz ürkütücü kaslarımızla güçsüzüz yine de efendinin annacında ki örgütsüzüz... Ki Spartaküs dedikleri örgütlenmiş halidir gladyatörlerin ve kılıç sallayanı efendiye.. barışıdır Spartaküs kölenin köleyle ve savaşıdır kölenin efendiyle... ve dünyaya doğru bakıştır. bakınarak. Spartaküsün perspektifiyle... ve Spartaküs değiştirendir köleliğin makus tarihini... III Şu anda başka herşeye dursun sadece o konuşulsun şu anda önemli değil ne iş, ne okul şu anda ne gök

37


ne deniz ne dağ, ne tarla ne yaylalarımız... şu anda ne tutsaklığımız dört duvar gökyüzünden güneşten Özgürlüğümüzden yoldaştan mahrumluğumuz...şu anda ne yoksulluğumuz fakirliği soframızın açlığımız hatta şu anda sığınacak bir yerimizin olmaması sokaklarda avuç açışımız üç kuruşa işsizliğimiz... şu anda kıtlığı hasadımızın hastalığı hayvanlarımızın şu anda yıkımı gecekondularımızın bile şu anda denize saldığımız ağlar ter döktüğümüz fabrikalar ve grevlerimiz bile bekleyebilir bir an... Şu anda ne ömrümüzde tatil yüzü göremediğimizin ne kumsallarda yürümemiş olmamızın önemi var. şu anda ne sevgili ne sevda ne düğün-dernek ne halay şu anda ne top oynamak sokaklarda ne sinema

38


ne gezmelerimiz Beyoğlunda gerekli değil... şu anda Ortadoğu’nun çığlığıdır kulaklarımızı çınlatan şu anda konuşan bir Anadolu yiğidi Alişan pay edip ömrünü hepimize yarınlarımız için hayatı pahasına... şu anda hem Anadolu hem Ortadoğu halkları tek yumruk, tek yürek gibi duymalıyız, dinlemeliyiz başdüşmanımız Amerika’dan hesap soran Alişan’ın gür sesini... O ses, sessizliğimizdir yüzyıllara varan öfkemizdir için için harlanan sömürülmemizdir iliklerimize değin açlığımız, sefaletimiz yaşına basmadan ölümlerimizdir o seste konuşan cephemiz gerçekte hepimiziz...

39


eyy büyük umudumuz Eyy Büyük Umudumuz Partimiz Cephemiz Biz Anadolu halkı Türkü, Kürdü, Arabı Çerkezi, Gürcüsü, Çingenesi, Lazı Böyle tutkunsak sana böyle vurgun böyle can feda bizim olduğun içindir Seni etimizden, kemiklerimizden Seni canımızdan, kanımızdan Seni dişimiz, tırnağımızdan Rengimizden seni Seni tenimizden, saç tellerimizden Seni yüreğimiz, bilincimizden Seni gelecek düşlerimizden Seni öfkemiz, kinimizden Seni kaygılandığımız Ve sakındığımız gözbebeğimizden Seni yiğitliğimiz, cüretimizden Seni umutlarımız, hayallerimizden Seni saflığımız, temizliğimizden Seni gözlerinden çocuklarımızın Seni gencecik bedenlerden Seni ağarmış saçlar Baston tutan ellerden Seni kendimizden Yarattığımız içindir Ey büyük Umudumuz Partimiz – Cephemiz Tutkunluğumuz sana Vurgunluğumuz, böyle can feda Seni emeğimizden, alın terimizden Seni ekiminden tarlalarımızın Seni dönüşünden çarkların Maden ocaklarından

40


Seni toprağımız, suyumuzdan Seni harmanlarımızın sarısı Yaylalarımızın yeşilinden Seni kızıllığından sokaklarımızın Dağlarımızın İnancımızın Seni İstanbul’dan, Ankara’dan, Adana’dan Seni, Bursa, Edirne, Malatya’dan Seni Munzur, Toroslar, Karadeniz dağlarından Seni türkülerimiz ,şiirlerimiz, romanlarımızdan Seni grev çadırlarımızdan Seni yüzbinlerle doldurduğumuz alanlardan Seni ölümüne direnip Ölümlere yattığımız zindanlardan Seni Maraşlar, Çorumlar, Gazilerden Seni Madımaklar, Sivaslardan Seni alanlarda döktüğümüz Üslerimizin duvarlarına adını işlediğimiz Kızıl kanlarımızdan Seni kömürleşmiş bedenlerimizden Seni hesap soran eylemlerimizden Seni uğruna feda ettiğimiz En yiğitlerimizden Seni Kızıldere’den 16-17 Nisanlardan Direnişlerimizden Seni Mahirlerden, Ulaşlardan, Cevahirlerden Seni Dursun Karataşlardan Seni Sinanlar, Sabolar, Niyazilerden Seni Ercümentler, Bediiler, Askerilerden Seni Marksizm – Leninizm biliminden Seni Spartaküslerden, Pir Sultanlardan, Bedreddinlerden Seni Şahin Beyler Karayılanlar

41


Onurlu tarihimizden Yarattığımız içindir Ey büyük Umudumuz Partimiz – Cephemiz Tutkunluğumuz sana Vurgunluğumuz, böyle can feda Önderliğinde kurtuluşa Yürüdüğümüz içindir (18 Mayıs 2013)

42


emekçi onur’a sesleniş Bir emekçi Onur Elbette onurlu olmalı ve hem de Gerçeği yalandan ayırmalı “Var mı?” dersen, bir ölçüsü Evet, olmalı Diyelim ki bir politikacı konuştukça çoğalıyor yatları, katları, para kasaları bil ki, o bir yalancı Üstelik din, iman diyor Üstelik “şükret açlığına” Üstelik “takdir-i ilahi” Kimine sefa, kimine sefalet Bil ki, Üstelik “Allahtan korkmaz kuldan utanmaz” Suçunu Tanrıya yükleyen İftiracı bir din tüccarı Diyelim ki bir politikacı Susturmak için açlığını “bak” diyor “elma verecek bu karaçalı” Bil ki, o bir yalancı Doğa kanunları şaşmaz Onur Demokrasi meyvesi veremez Faşizm ağacı diyelim ki bir politikacı döküyor senin kardeşlerinin kanını Beyaz Saray önünde secde edip her karış toprağımızı NATO’ya verip vatan, millet, ecdat diyerek bil ki, o hem yalancı hem vatan haini ve hem pezevenk Kendini arz eden “vatanı pazarlamakla mükellef” Vatan savunması değildir Onur Kürt kardeşinin kanını dökmek Vatan savunması değildir Onur

43


Afgan, Arap, Bedevi kardeşlerinin kanını Beyaz Saray kovboylarına içirmek Vatan savunması değildir Onur Topraklarında yuvalanmış Emperyalist haydutları tepelemek Vatan savunmasıdır Onur Dalgalandırmak bağımsızlık bayrağını Mahirlerce, Denizlerce, Sabolarca, Dayımızca Vatan savunmasıdır Onur Kanını dökerken bile işbirlikçi cellat Ayırt etmeden Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Arap Niyazi, Sabo, Sinan, Askeri, Ercüment Haykırmak “bayrağımız ülkemizin her yanında dalgalanacak” Vatan savunmasıdır Onur Alev alev yanan bedenine girerken Amerikan malı çekirdek Yine de dimdik tutup başını Zafer müjdesini yükleyip parmaklarına Fırat, Aşur, Berrin misali Sloganını kurşun yapmak Faşist cellatların suratına “Yaşasın Tam bağımsız Türkiye” Sen bir emekçiysen Onur Her şey gözünün önünde Sen bir emekçiysen Onur Namluyu çevirmek kardeşlerine En büyük ihanettir Kendine, halkına ve sınıfına Sen gerçek bir emekçiysen Onur Gerçek bir vatansever olmak gerek Ve tamamsa bunların hepsi Sen Onur Gerçek bir vatansever Gerçek bir emekçi Ve tanı oportünizmi

44


Zehirletme bilincini O bir tatlı su yüzücüsüdür Onur Ve bir emekçi için tehdit değildir Denizlerin hırçın dalgası Gerçek tehdittir oysa Tatlı suların bataklığı Ne bir emekçidir o Ne bir burjuva patron Ortada Ne sendendir o Ne açıkça düşmanından yana Ortada Ne sosyalizmden yanadır o Ne açıkça karşısında Ortada Ne direnişte, ne iştedir o Ne açık olarak oynaşta Onun “eli işte gözü oynaşta” Ve bilmez eşyayı adıyla çağırmayı O, kavramların bile ortasında Kapitalizm diyemez mesela Emperyalizm diyemez “demokratik ülkeler” der Sosyalizm diyemez “özgürlükçü sosyalizm” Devrim, devrimci diyemez o Burjuvazi – proleterya diyemez Zulme zulüm Sömürüye sömürü diyemez Gerçekler korkutur onu Söyleyemez Aktivisttir o Reformisttir Sarmaş dolaştır o Halkın cellatlarıyla Ve puştlaştırmak için kavgayı

45


Başında kukuletayla girer er meydanına Sakın kendini Onur Oportünizme takılma Yürü Onur doğruca Sapmadan tüm bu puşt yollara Bağımsızlık Halk demokrasisi Sosyalizm yolunda Yürü Onur Parti ol Cephe ol Halk Ordusu ol Umut ol Yürü Onur O mutlu güne Tüm bir halkın Zafer halayına (07.01.2013)

46


anadoluyuz 73 millet Anadolumuzda 73 milletiz biz Gücü yetmeyecek kimsenin Düşman etmeye bizi Birbirimize Marksizm – Leninizm bayrağını Düşürmedikçe elimizden Samsun’dan geldik Dersim’den, Elazığ’dan, Şavşat’tan Mardin’den, Denizli’den, Diyarbakır’dan Sivas’tan, Maraş’tan, Ordu’dan Edirne’den, Kars’tan, Tokat’tan Can verdik İstanbul’da, Ankara’da Kurtuluş kavgasına Can verdik Munzur’da, Toroslarda Can verdik dağlarda, sokaklarda, zindanlarda Hep birlikte yoğrulduk, mayalandık Parti – Cephe hamurunda Yekvücut tek yumruk olduk Sömürü ve zulmün karşısında Hayınlık ettik Bir avuç sömürücünün sefasına Ve yoldaşlık ettik Tüm yoksullara Düşman kesildik Tershanelerde, madenlerde Ölüme sürülmemize Ki, isimsiz, törensiz Rakam rakam öldük Binlerce kere Sırf şişirebilsin diye göbeğini Bir avuç asalak bit ve pire Düşman kesildik Açlığımıza, Avuç açıp dilendirilmemize Sefaletimize Pazarlara sürülmesine

47


Onurumuzun ve namusumuzun Düşman kesildik Açlıktan ölümüne çocuklarımızın Düşman kesildik Her bir Anadolu çocuğuna Reva görülen işkence ve zulme Düşman kesildik Kokuşmuş düzene Yoksuluz diye Hastane yüzü göremeden ölümlerimize Düşman kesildik Şükretmeye adaletsizliğe Sefalete Zulme, sömürüye Yeryüzünün binbir pisliğine Şükrettiren cehalete İnandık ki, Amerikan çizmesi Patron sömürüsü İşgal altında inleyen bu topraklar Vatandır yine de bize Uğruna kanımızı döktüğümüz sürece İnandık ki, Son bulacak Esaretimiz Sefaletimiz Köleliğimiz Bu yola baş koyduğumuz sürece Sevdalısı olduk Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm umudunun Sevdalısı olduk Yanke çizmelerinden arınmış Bir avuç asalaktan temizlenmiş Anadolu’nun

48


Biz 73 milletiz Ki vatanımız deriz Kahramanlar doğuran Ve kahramanların can verdiği bu topraklara Orak çekiçli bayrağımız Semalarında dalgalandıkça Ve binlerce kez doğsak Ve binlerce kez can versek Değer Vatanımız Anadolu’muz sana (11.03.2013)

49


vatan anadolu Bu topraklar vatan bize Bu topraklar bizim hey Açlık eker patronlar, beyler Zulüm eker efendiler Dağlarında İnce Memed Bu topraklar Anadolu Bu topraklar vatan bize Bu topraklar bizim hey Bize bin yiğit verir Devrim biçer emekçiler Dağlarında Erhan efe Bu topraklar Anadolu Bu topraklar vatan bize Bu topraklar bizim hey Taşları yıkar zulmü Genç komutanların Bu sokak Sibel sokağı Bu topraklar Anadolu Bu topraklar vatan bize Bu topraklar bizim hey Ölüm kussa da zindanları Kuraklığı bilmeyiz Gürül gürül Berdan çayı Bu topraklar bizim hey Bu topraklar Anadolu (07.04.2012)

50


ellerimizde mutluluğumuz Umutlu bir halkız biz Ellerimizde mutluluğumuz Vatanımız var bizim Bileklerinde kelepçe Vatanımız var bizim Dağlarında özgürlük Sokaklarında isyan Umutlu bir halkız biz Ellerimizde mutluluğumuz Zincire vurulmuş olsak da Kürt, Türk, Laz, Arap, Çerkez Dik başımız Özgür isyankarlarıyız Anadolumuzun Umutlu bir halkız biz Ellerimizde mutluluğumuz Marşlar söyler dilimiz İçinde devrim olan Marşlar söyleriz kurtuluş için Marşlar söyleriz cepheye çağıran Umutlu bir halkız biz Ellerimizde mutluluğumuz Haklıyız Kazanacağız (12.03.2012)

51


heyy istanbul Bir ezgi gelir geçenden Geçende leylak ve tomurcuk kokusu Ağıtlar yükselir göğüne Ve ayak sesleri baharın “Ellerinde bayraklar Yürüyor bu çocuklar Kalkın ayağa kalkın” Sana gelmek isterim heyy İstanbul Vurulur insan güzelliğine Ve kahrolur Bir yanındaki saltanat sefası zenginlik Ve dört bir yanındaki sefalete Bir çığlık yükselir sefaletler içinden “Hani adalet İstanbul Hani adalet sokaklarında” Sıkılır yumruğumuz İstanbul Sıkılır ve büyür Sıkılır devasa olur Ve yürürüz sokaklarında Fabrikalar, işçiler, fabrikalar Ve gecekondular Ne korkunç tezat Ne bela uyum Ne acı bir birlik Anadolumuz kadar açlık Yeni çağda kölelik Sıkılır yumruğumuz İstanbul Ve söylenir türkümüz “kondulardan gelmişiz…” Zindanların İstanbul İşkence çığlıkları yükselir Ve ölüm Ve slogan, direniş, slogan Ve Umut “yürüyen, hep yürüyen, yürüyen Çağlara ses veriyor sesimiz”

52


Sıkılır yumruğumuz İstanbul Ve bir gece patlar öfkemiz 30 pare Sarsılır zulmün kaleleri Halkımızın top ateşinde Alanların İstanbul Bizim olan Ve bize yasak Dehşetli bir haykırış kopar içimizden Sarsılır sokakların İstanbul TAKSİM BİZİM OLACAK Kanımızı döktük İstanbul Tam 35 can İçimiz sökülüp çıkarılır gibi Canımızdan 35 parça Düşerler alana Puşt değil yüreğimiz İstanbul Çiğneyip geçmez Büzülüp kalmaz kabında Kabarır, kabarır, patlar TAKSİM BİZİMDİR Ve akarız İstanbul Fabrikalardan Kondulardan Okullardan Bayrak olur DALCI Bağrında dalgalanan Alnında kurşun yarası Sorulacaktır İstanbul Ve sorulur akan kanın hesabı Çakmakçı Kazım seni yılan mayası Yağlı kurşunlara gelesi Deliğinde yakalamış adaletin sillesi Titreyip kıvrılmış sürüngen müsveddesi Yarılır zindanının duvarları İstanbul Ve yazılır tarih yeniden

53


Büyük ustamızın kaleminden Sıkılır yumrukları Anadolu çocuklarının Yürekleri cesur ve ürkek Yürekleri kocaman ve küçücük Önemi yok Hepsi tepeden tırnağa adalet Sokakların tanığımızdır İstanbul Akıtılsa da oluk oluk kanımız Sıktık yılanın boğazını Adaletsiz kalmadı halkımız Sana gelmek isterim heyy İstanbul “Cesaret, cesaret, daha fazla cesaret” Marş söyler yüreklerimiz Bu da bir uzun yoldur Ve sonunda bizim olur İşaret parmağının gösterdiği ZAFER Sana gelmek isterim heyy İSTANBUL (20.01.2011)

54


19 aralık feda Bugün 19 Aralık Bundan tam 10 yıl önceydi Kuşatmaya uyandık Buna şaşmak gerekti Ki, biz zaten tutsaktık Karşımızda tepeden tırnağa silahlı bir ordu Biz, yüreğimiz ve bilincimizden gayrı Silahsızdık Bu ilk değildi Ondan olmalı ki şaşmadık Ki, tutsak olsa da bedenimiz Bilincimizle tepeden tırnağa şahandık Fırat ve Aşur’u anlatacağım size Ölümsüzlüğe o gün uğurladık Kavgaya açmışlar gözlerini İstanbul’un kondularında Ve elverince yaşları Koşmuşlar saflara Yiğit olur kondularda büyüyen Yiğittiler “Ben” dedi o gün “Fırat” “Ben “ dedi o gün Aşur Oysa, “biz” derlerdi daima Değil mi ki Kerbela’da Hüseyin Kurtulsun diye bencileyin canı Satmamış mazlumun davasını Değil mi ki, Zalimin önünde biat etmeyi Ölümlerden daha ölüm bellemiş Şimdi Hüseyin’dir Aşur Değil mi ki, Yürekte ateş Beyinde bilinçmiş Bedreddin Salmış ortaklığın ordusunu Bencil dünyanın üstüne Değil mi ki basmış bağrına mührünü

55


Mazlumların özgür geleceğinin Basacak mührünü Fırat da Değil mi ki Pir Sultan darağacında Değil mi ki Mahirler Kızıldere’de Değil mi ki Niyaziler, Sabolar, Sinanlar Değil mi ki Sibeller, Meteler, Berdanlar Feritler, İsmetler, İbrahimler Değil mi ki onlar, yüzler, binler Kavga türkülerimizi söylediler “Teslim olun” çağrıları boşuna Ki, bedenimiz tutsak olsa da Beynimiz şahan dağlarda “Ölün” dediler o halde “Kim ölecek” diyordu Bombalar, kurşunlar, helikopter “kim ölecek” diyordu cellatın sesi İşte o anda “ben” dediler Hep “biz” diyen diller Uzun zaman yok Bombalar, kurşunlar altında Konuştu Fırat, kısa Seviyordu yoldaşlarını Seviyordu halkını Seviyordu Umudun adını Bir gün kıracaksan eyy halkım Zincirini tutsaklığının Feda olsun bu can sana Yürüdü Fırat başı dik Onurlu yarınlara Aşur sakin Sanki geçip bir ateş çemberinden Dönecek geri Sanki Aşur değil az sonra Tutuşacak olan bir kahramanlık destanında

56


Heyy yiğidim Bu nasıl delikanlı bir yürektir Bir sevdaya sarılır gibi dolanırsın Alevlerin yalımına Kucakladı öptü bir bir yoldaşlarını Açlığının 60. Gününde Gücü halen olabildiğince yerinde Kimine öğüt, kimine basiret Hepimize emanetini verdi Gözüm arkada kalmayacak Kendinize iyi bakın Özellikle de Parti – Cephemize Ben varmaktayım menzile Omuzlarından aşağı Aktı yanıcı sıvı Çaktı ateşi Anlık bir ürpermeyle tutuştu Görüp de durmak ne zor Kor bir yürek alevlerle buluştu Hani derler; “Sevgiliye gider gibi” Daha belası sevdanın Akla gelmediğinden belki İnan olsun ki Sevgiliye bile Öyle mesut gidilemezdi Sıktı yumruğunu sol elinin Alev, yumruk, Aşur Büyüdü, büyüdü, büyüdü Heybetli, dehşet Aşur’un yumruğu Zulme indi inecek Gürledi sesi “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye” İnan olsun ki Bu isyanın tohumu yeşeriyor, yeşerecek… (19 Aralık 2010)

57


böyle ölür bizimkiler Ölüme gidişinden tanırım Bizimkileri Diktir başları Titremez bacakları Ölüm değil, kahramanlık destanı Vurulup düşerken bile Devrime adanmıştır o son anları Diyelim ki Elleri yumruk havada Zafer işaretli parmakları Bir burjuvayı düşünemem asla Bir darağacında Ve boynunda idam ipi varsa… Veya, Doğrultulmuş üstüne silahlar Bağlanıyorken kolları Ayakta Dimdik başı Slogan atanını bir faşistin Görebilmek ne mümkün!... Bir tek bizimkiler İnanç yüklü ölürler Ki inandığımızca yaşama İnandık, yaşamın onuruna da Bizimkilerdir Umudun adını Son nefeslerinde haykıranlar Bizimkilerdir Son nefeslerinde duvarlara yazanlar “Yaşasın Devrimci Sol” “Yaşasın DHK…” “Yaşas…” Ki kanlarıdır mürekkebi Ve kimi zaman Tamamlamaya bile yetmemiştir ömürleri Yağarken üzerimize

58


Kurşunlar, bombalar Bizimkilerdir Zafer işaretli parmakları Alev alev bedenleriyle Kurşunlara barikat olanlar Bizimkiler böyle ölür Böyle ölür bizimkiler Kürttür onlar Türktür fark etmez Lazdır, Çerkezdir, Araptır Değişmez Latin Amerikalı, Asyalı, Afrikalıdır Koreli, Vietnamlıdır Araptır, Farstır, Hindudur Hepsi aynı hamurdan yoğrulmuştur Rustur, Bulgar, Arnavuttur, Almandır, İngilizdir, Fransızdır Birdir, hepsi Partizandır Bizimkilerdir onlar Sınıfları proleterya Örgütleri Marksist – Leninist Partiler, Cepheler, ordulardır… (19.11.2010)

59


adımız vatana sevda Biz ki, Bir Aralığın Ondokuzunda Yandık vatan uğruna Sus! Patlatma hançerini vatan böyle sevilmez! Fabrika, tarla dağ, taş alın teri, emek işgücü, köylü, asker, Mehmet din, iman, Muhammed halk, Ayşe, Fatma, Ahmet ne varsa sat gelsin villa, limuzin, yat, kat! Vatan böyle sevilmez! Sevdi vatanı İbili parası pulu yok sevdayla çarpan bir yürekti açtı kollarını iki yana bir vatan havasında söktü yüreğini verdi o anda İbili vatan aşkıyla parlayan bir alevdi Vatan seveni gördük biz Dersimli Fidan Munzur suyu gibi güzel Munzur suyu gibi coşkun Munzur suyu gibi duru, berrak Munzurlar gibi kavgaya tutkun bir candı Munzurlar kadar vatandı Düşüncesi yalındı Madem ki biz 73 milletiz madem ki dilimiz açlık

60


kimliğimiz açlık vatanımız, bayrağımız açlık ve ancak devrimle kurtulacaktık O halde, Sanki, bir şiirin dizelerini okurcasına Rahat, gösterişsiz “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” der gibi çaktı çakmağı verdi ateşi vücuduna ve canını vatana… Çıkarsız ve yalansız bir sevdayla söyledi “feda olsun gülüm sana, bu can toprağa” Nicelerini tanıdık biz vatan aşkında Adları Yasemin, Berrin, Murat, Ali İhsan Adları İrfan, Aşur, Fırat, Yazgülü, Gülser, Fidan Adları, Nilüfer, Özlem, Şefinur, Seyhan Ki onlar, değillerdir vatan haini burjuvalar Ki onlar, “vatan”, “vatan” diye her şapırtadışında ağzını fahişesini “pazarlamakla mükellef” bir pezevenk gibi bakmadılar o güzelim İstanbul’un boğazına Ege’nin, Akdeniz’in koylarına Torosların, Karadenizin, Dersimin dağına, suyuna Onlar ki, “Vatan” dediklerinde bir dünya ömrü yaratmak için koynunda dalgalandırıp bağımsızlığın sancağını önüne geçilmez bir kara sevdayla tutuştular vatan uğruna… (12.01.2011)

61


biz büyük bir aileyiz Mutluyuz biz Var büyük bir ailemiz dünyanın dört yanında Yaşar bizden bir parça Bizim bacılarımız onlar Etiyopya’da inek sağıyorlar Nasırlıdır kara parmakları Kara gözlü, kıvırcık kara saçlı, kara tenli Karakafalıdır sırtlarındaki çocukları Analarımız sayıya gelmez İşte Tifliste biri Yanında Gorki heykeli Onun da nasırlıdır elleri Ve bükülmüş olsa da beli Onun da umutludur yüreği Bizim çocuklarımız bunlar Nasıl canlı, nasıl da mutlu Küba’nın sokaklarında Bizim şarkılarımızı söylüyorlar Her biri büyük ailemizden bir parça İlmek atarlar hünerli parmaklarıyla İran halısıdır dokudukları Meşhurdur bütün dünyada Rusya, Fransa, Almanya Bizim kardeşlerimizdir çalışan fabrikalarda Çarklar onlarla döner Çarkları onlar durdurur Sarayları yapmakta olduğu kadar Ustadırlar saltanatları yıkmakta Büyük bir ailemiz var bizim Ve Hiroşimalar kadar acılarımız Ve Stalingradlar kadar sevinçlerimiz Tutsağız halklar hapishanesinde Özgürüz Bolşevik Devrimi’nde Mutluyuz biz Vietnam kadar (25.11.2011)

62


erdal adaletidir halkının Erdal Dalgıç Yalınkılıç Yalın yürek Atılım Feda Cüret Veretti kurşununu işkencehaneye Erdal Adalet Ki, yalan makinası verdi haberi Bilindik ton, bildiğimiz ses Kimbilir kaçıncı kez “Terörist” dedi Adaletine halkın “Bomba attı Karşılık verdi polis” dedi Ve “öldü” dedi YALAN, ERDALLAR ÖLMEZ Yedi katil kurşun Yoldaşım vurulmuşsun Ama ölüm anlatamaz seni Bir direniş destanıdır yazdığın Bir kahramanlık öyküsü Karanlıklardan aydınlığa ulaşma savaşı Adalet için çarpan yüreklerimiz Gün gelir adalet uğruna durur Ki gecemiz gündüzümüz karanlığa boğulmuştur Emeğimiz adalet ister Aç Hasta İşkenceden yaralı Bedenlerimiz adalet ister Cesetlerimiz adalet ister halkımız adalet ister Ki yıllarca zulme uğramış Ve eylemin yarar geceyi

63


Mutlak karanlık yoktur Zulme öfke zalime cellat Dehak’a Kawa Yezit’e Kerbela İşgalciye, sömürgeciye, faşizme Mahir fedai yürekler dün olmadıysa bugün bu gün olmazsa yarın geceyi güne çevirecekler Aydınlanır alevinde yolumuz Kitlelerce yürürüz Ölüm denemez buna Erdalımız Halkın omuzlarında meşaledir bedenin En önde ilerleyenisin Umutsun, adaletsin Ölüm denemez buna Ardından zafer türküsü söylenecek Eminiz Düştüğün yolda Bir halk ordusu yürüyecek (21.06.2012)

64


direniş destanı Masal değil ki yiğidim dalma senin, benim hepimizin geleceğimize adanmış ömürlerin destanıdır bu… Açlık açlık ateş ateş bomba bomba bedenlerin barikatıdır zulüm karşısında Türkü söyle şiirler oku ağıt yak slogan at haykır!.. Çelikleştir iradeni aç bedenlerin gücüyle tutuştur yüreğini fedanın alevinde bırak parçalasın bentlerini kırsın zincirini patlayan bedenin öfkesi, sınıf kini eğme başını küsme yenilme hayata Ellerimizdedir geleceğimiz ellerimiz ellerimiz güçlü ellerimiz üreten ellerimiz yaratan ellerimiz yıkan ve kuran ellerimiz bir burjuva züppesinin değil bir emekçinin elleri onlar uyanan bir devin elleri kocaman…

65


Eğme başını kaldır canlan… (06.11.2010)

66


korku değil mesele İkisinin de içinde korkular ve kahramanlıklar vardı Birinin adı Özlem ve diğerinin adı lazım değil Ayrılmaz ikili denirdi onlara ayrıldılar Aralığın 19’unda sadece bedenleri değil yolları da “Korkuyorum” dedi Özlem “BİZE bir şey olacak” “Korkuyorum” dedi adı lazım değil “BANA bir şey olacak” Korktuğu için Özlem siper etti kendini BİZ’e Korktuğu için adı lazım değil sakladı kendini BİZ’in gerisine Korktuğu için Özlem içti ölümsüzlük şerbetinden Korktuğu için adı lazım değil İçti çorbayı cellat elinden Bir kahraman doğdu korkudan ve bir de adı lazım olmayan ve yazdı tarih Toplumsal kaygılardan doğuyor KAHRAMANLAR Ve bireysel kaygılardan ‘Adları Lazım Olmayanlar’ (24.01.2011)

67


kurtuluşu kürdün Lee vayeeeee… vayeee… Le vayeeee… lee le vayeee… Bir çığlık yükselir acı Titretir deliye döndürür insanı Kürt kadının ağıdı Kapkara buluta keser gök Kapkara bir fırtına kopar içinde Vurur yüreğini kayalara paramparça Çekilir kan bedende acı yürür Acı taşınır damardan kalbe Acı pompalanır kalpten bedene Yoğurur en sert ve en yufka yürekleri ve döver tavında Su verir, çelikleştirir Kifayetsiz kalır güzel sözler Terk eder beyinleri yalancı hayaller Kan akıyorken dereler Boşuna yorulur düşler hayra Başka yolu yoktur kurtuluşun Günün doğması için gece tutuşacak Engebeli, dolambaçlı, sarp Kurtuluşa giden o tek yolda Orak, çekiç, yıldız ve güneş Kızıla kesmiş göğün içinde buluşacaktır (19.02.2011)

68


karanlıklar aydınlanacak Ey Karadeniz uşağı Sal ağları denize Hamsi oynasın Ey Dersimlim Vur Karaçolun gözüne Munzur sallansın Çal bir zeybek havası Egelim Sal bir efe türküsü Dağlar inlesin Vur sazın döşüne Türkmenim Toros dinlesin Güneş doğuyor doğacak Binyılların karanlığı Aydınlanacak (28.10.2013)

69


70


ayaklanmak bize ana sütü kadar helal ana sütü kadar hak -1-

Hey Arslanım hey Hey gardaşım hey Hey yoldaşım hey Akıyoruz Tükenmez bir nehir gibi Akıyoruz Ayaklanmanın insan denizine Geliyoruz İbom yoldaşım Geliyoruz Ferit’im komutanım Coşkun sellerle geliyoruz Öfkeyle kabarmış denizlerden Dalgalarla geliyoruz Gök gürlemesiyle, yağmurla geliyoruz Acıyla dolmuş bulutlardan Boşalır gibi bardaktan Geliyoruz Zulmün saraylarını sarsan Depremlerle geliyoruz Geliyoruz İstanbul’lum hey Geliyoruz Ankara’lım Hatay’lım Geliyoruz karakaşlım al yazmalım Anadolu bakışlım Geliyoruz yüreğim coşkun yüreğim isyankar yüreğimde canım acılarımız büyüklüğünce bir yanardağ patlar

71


-2Geçmişi olmayanlar “Bir anda” diyorlar Biz binyıllardan geliyoruz Geliyoruz babam Kerbelalardan, Hallac-ı Mansurlardan Anadolu isyanlarından geliyoruz Baba İshaklardan, Celalilerden, Ortaklardan Bağımsızlık savaşımızdan geliyoruz Efeler diyarından, Şahin Beylerden, Karayılanlardan Geliyoruz Mete’m, Cömert’im, Sebahattin’im Dağlarından geliyoruz Anadolumuzun Geliyoruz Serpil’im, Halil’im, Çavumirza Necla’m İsyan bayrağımızı dalgalandırdığınız Dersim’den, Toroslar’dan Koçoğlu Tarık’ım, dağ sevdalısı Mustafa’m Ege’den, Karadeniz dağlarından Kızıldere’den, Malatya’dan, Sivas’tan Geliyoruz Kahraman’ım, Ali Rıza’m Umudu büyüttüğümüz şehirlerimizden geliyoruz Geliyoruz Nazmim, Cavit’im, Hasan’ım, Fazıl’ım İzmir’den, Eskişehir’den, Bursa’dan Edirne’den, Samsun’dan, Trabzon’dan Duy sesimizi Başbağ Mehmet’im, Kevser’im Geliyoruz Anadolumuzun dört bir yanından Çatışmalardan, kuşatmalardan, direniş destanlarından İşgallerden, mitinglerden, grevlerden Okullardan, gecekondulardan, toprak direnişlerinden İşkencelerden, zindanlardan, ölümlerden Geliyoruz anam Adalete hasret ahlarınızdan…

72


-3Dünyaya uzanıyor köklerimiz Asya’ya, Afrika’ya, Latin Amerika’ya Ortadoğu’ya, Avrupa’ya Amerika’ya Değiyor birbirine ellerimiz İsyanımız ortak İsyanımız tüm dünyadaki sömürü ve zulüm imparatorluğuna

73


-4Bu denizde arkadaşım / hepimiz birimiz Bu denizde yoldaşım / birimiz hepimiziz Artık farkındayız Bu insan denizinin içinde Kendi ellerimizde geleceğimiz

74


-5Şaştılar Onca yıl copuna polisin Biber gazına, işkencesine Zulmüne, katliamlarına devletin Yoksul, aç bırakmasına Dayanmamıza değil de Şaştılar ayaklanmamıza Haziran’ında 2013’ün Bırakıp evde korkularımızı Kuşanıp cesaret silahını Tek yumruk misali Milyonlarla doldurmamıza alanları Şaştılar Ve korktular Ki ayaklanamaz sanarken onlar Ayaklar baş olacaktılar

75


-6“Bir anda” dediler “Ne oldu?” Bir anda ha! Bir anda! Efendi Sürdüğün saltanat Bir an gibi mi gelir sana? “Bir an gibi mi gelir sana? “Bir an” diyor “bir an” Çatal dilli yılan Sen gün ederken gününü Yatlarda, villalarda, Cenneti Alalarda Aç yatılan geceler “bir an” ha “Bir an” Kerbela “bir an” Sayısız isyan Kılıçtan geçirdiğiniz on binlerce can Mazlumun ahı “bir an” Öyle mi? Serez Çarşısı, ortaklar “bir an” Darağacında Pir Sultan “bir an” Öyle mi? Sen yalıyorken işgalci çizmelerini Ayşe Hatunların sırtındaki mermileri “Bir an” sanırsın öyle mi? Zulmün, saltanatın, şatafatın Doyurmuyor gözünü ya “Bir an” diyorsun çocuklarımızın açlığına “Bir an” diyorsun acılarımıza Basılan köyler, yakılan ocaklar Kan akan dereler, feryadı Kürdün “Bir an” gibi geliyor sana…

76


-7Hiç kalkmamacasına Oturmamımızı isterken siz Ayaktayız biz Çünkü, bizimdir Anadolu Bu topraklar halkın yurdu Kazın bakın Bir avuçtur Yezit’in soyu Her karışı alın terimiz dolu Her karışında emeğimiz Her karışında kemiklerimiz Halkız biz Anadolu biziz Biz varolduğumuz için var Bu denizler, bu dağlar Bu gökyüzü, bu ormanlar Biz ektiğimiz için Bereketlidir topraklar Ve bundan böyle Aç olmayacak çalışanlar “Yeter gayrı” bu koşum saltanatı “Yeter gayrı” Soyguncunun Talancının Haraççının Sömürücü asalağın sefası “Yeter gayrı” Cefayı çeken sürecek sefayı Budur isyanımızın amacı “Bir anda” dediğiniz isyanımızda Bin yılların cefası saklı

77


-8Sayısız kez Can verdik yıldızlara Bizdik parlayan semada Bizdik kayıp düşen toprağa Bizim adımız var nice fırtınada Gök bizimle patlar Bizimle yağar yağmurlar Çiçekler bizimle açar Suphi Mustafalar, Hikmet Nazımlar, Sabahattin Aliler, Kıvılcımlılar Tarihimizin onurlu sayfalarındalar Anlık değil bu kavga İsyanımızda onlar var

78


-9“Bir an” öyle mi? “Bir an!” İbrahim Kaypakkayalar, Ahmet Karlangaçlar Fehmi Özarslanlar, Yusuflar, Sonerler, Ayhanlar İşkenceli kıyamlar “bir an”lar ha! Darağacında üç fidan Kızıldere “bir an!” Bak efendi Senin Denizleri astığın an Senin Mahirlere kıydığın an Senin Ulaş’ı, Cevahir’i vurduğun an Hala bir nehirdir Ayaklanma denizine can taşıyan Mart’ın 30’unda Kızıldere’de o an Gerçekte fırtınaydı kopan Ki on yıllar sonra doğanlarımızın bile Senin aklının alamayacağı ölçüde Yüreğini kasıp kavuran Senin yok saydığın o an biz bir mum ışığı ararken karanlığımıza Güneşimizdir parıldayan Her andığımızda Kızıldere’yi Çocuk adımlarımız bile bizim Kayalarda devlendi Derinden hissettik ki Sol yanımızda çarpan Cevahir Mahir’di Mahir çarpınca yüreklerimizde O an puslu karanlığı havanın O an ıssızlığı ormanların Dağların heybeti, çeşit çeşit düşman Gözümüzde sadece cücelerdi O an çocuktuk biz / Mahir abimiz O an büyüklerdik biz / Mahir Önderimizdi

79


-10Hatırladın mı Mahir’i? Kime sıkılan kurşun Böyle dağladı ciğerleri Acısından dağlar eridi En gözalıcı güzelliği evrenin Sönüktü naaşının karşısında bile 26 yaşındaki önderin Hatırladın mı Mahir’i? Kime sıkılan kurşun Böyle yakar yürekleri Böyle öfkeli kabartır denizleri Böylesine alçaklığın böylesine satılmışlığın Tüm Anadolu isyan etti Böylesine yiğitliğin Bulutlar önünde eğildi Hatırladın mı Mahir’i? Bu ulu toprakların geleceği Nakış nakış O gün Kızıldere’de işlendi

80


-11Bizim dağlar anlık değil heybeti Bizim dağlar nicesine yiğitlerin / yarenlik etti Bizim dağlar Binboğalar Geçitsiz sarptır kayalar Doruğunda sular çağlar Döşünde arslanlar yatar An ki o andır Adı Memet yadigardı İnce kara kuru Yüreğinde fırtınadır Ağanın zulmüne Cevabı isyandır Binboğalardan Taksim’e İsyan ırmağını akıtan Dağları delenlerin soyu Ferhat oğlu Yemliha Dadal kızı Güner Şar’dır Tarihte yeri bir andır Tarihte yeri asırlara uzanır

81


-12Şaştılar Ki bu savaşta 14’ünde Berkinler 50’sinde Emine ablalar Ethemler, Mehmetler, İrfanlar İsmailler, Abdullahlar kahramanlaştılar 7’sinden 70’ine Dökülünce sokaklara Zevzek ölçülerine burjuvaların sığmadılar İnandırmışlardı ya ahmak beyinlerini Kızılderelerde, 12 Temmuzlarda 16-17 Nisanlarda, Dersim dağlarında 19 Aralıklarda, ölüm oruçlarında Bir daha belimizi doğrultamayacağımıza Şaştılar Mahirleşen, Niyazileşen Sabolaşan, Askerileşen Müjdatlaşan, Yaseminleşen Cephelileşen milyonlara

82


-13Saydılar korktular Korktular saydılar Gündüz vakti kabusları oldular 18’inde destan yazan komutan Sibelleşen milyonlar

83


-14Atıldı öne Baş soytarısı başsultanın “Aniden” diyelim efendim “Bir anda” diyelim “Bir yerlerden Düğmeye bastılar” diyelim “Bir anda” yalanını örttüler kabuslarının üstüne Düşmüşlerdi denize sarıldılar yılana

84


-15Şaşırma İşlemiyor diye kurşunların yıldızların aydınlığına Şaşırma Yaklaşamıyorsun diye güneşimizin sıcaklığına Sen köhnemiş karanlıklar sultanı Kaderindir yenilmek aydınlığımıza

85


-16“Aniden” “Durup dururken” yalanları Örtemedi ayıplarını Kavgada Mahirleşen milyonlar Hızla kavradılar bilimsel olanı “Aniden” sanılan tüm olaylar Mutlaka bir önceye dayanırlar Bir anda patlarsa da volkanlar İçten içe yıllar boyu binyıllar boyu yanmıştırlar

86


-17“Durup dururken” öyle mi? bildin mi madenci Ethem’i? Size köşkler, saraylar yetmedi Ethem’e ev bellettiniz cehennemin dibi madeni Sizin çocuklar Amerika’yı yol etti şirketler yönetti Ethem’e layık gördüğünüz kırıntı lokmasına yetmedi de madene çoluk çocuk yerleşti Dünya dar gelirken Sizin zevk-ü aleminize Ethemlere dünya o yeraltı cehennemiydi Ciğerlerini verdi Ömrünü verdi Çocuklarını verdi Diyorsun ki “birden bire” Diyorsun ki “durupdururken” Diyorsun ki “bu öfken” “bu isyanın niye?” Gerçek şu ki Sizin gibilerin gözleri İsyan ettikleri o güne dek Görmedi Ethemleri Taşı kavrayana dek kerpetenleri Görmedi kömür çıkaran o elleri Şimdi korkun isyanından öfkesinden coşkusundan madencinin

87


-18“Bir anda” ha Başına kurulduğun sofra bir anda mı gelir masana? Yanlış Ne önündeki sebze sadece sebze Ne et sadece et Ne ekmek sadece ekmektir Hepsi öncelikle emektir Bizim emeğimiz O sofra kuruluyorsa önüne Biziz tarlayı sulayan terle Biziz günlerce yanan / ekmede biçmede Biziz saman soluyan dövmede Ve beteri beterin Para etmemesidir Tüm bu zahmetin Şaş dayanmamıza Bir anda hiç edilişine Bir yıllık emeğimizin Şaşma boğazına sarılışımıza Yağma talan düzeninizin

88


-19Biz ki işçiler ve köylüleriz Bu gidişata dur diyenleriz… Her şey açıktır Mahir’in yolu devrimin yolu Devrimin yolu engebeli dolambaçlı sarptır Vurulmuştur Mahir Alnı kızıl kandır Andın içildiği an daha o andır Adalının türküsü dillerde Adalının silahı ellerde Kızıldere yaşayacaktır Şiarımız Kurtuluşa Kadar Savaş’tır

89


-20Kuraldır Halk yaşam kavgasını Kavga önderlerini yaratır 70’te adı Mahir 75’te Dayı’dır yılgınlar dökülürken engebeli yolda Dayımız buzkırandır Bu yolda vurulacak vurulunacaktır Bu yolda derviş Bu yolda maratoncu olunacak Bu yolda terleyecek alınlar Bu yolda yürekler kavrulacaktır Bu yolda öğrenci Bu yolda öğretmen olunacak Bilimde bilge Savaşta usta Fedada kahramanlaşılacaktır Teslimiyete direniş Zulme isyan Adaletsizliğe adalet Devrim yolunda uzlaşmaz Çalışma ve çatışmada militan olunacaktır

90


-21Devralınmıştır Mahirden bayrak Hedeftir Oligarşinin burçlarında dalgalandırmak Katlettiniz Mahirimizi Bir anlık değil öfkemiz Bu sınıf kini Son burjuva yok olana kadar Önderliğinde Dursun Karataş’ın taşınacak

91


-22Der ki Adalı Mahir Bu kel dünya Örtüyor ayıbını Adamın ağaçlarıyla Ayıplıdır emperyalist dünya Açlıktan ölür her yıl 10 milyon bebek Vakit bulamadan daha beş yaşına girecek Bebekler ölecek Öldükçe bebekler Ayıplı dünyanın vampirleri Kana, gözyaşına doyacak Petrol içip, altın yiyecek Doldurup havuzları alınterimizle İçinde zevk-ü alem edecek Ayıplıdır emperyalist dünya Sömürüdeki kadar Öldürmekte de usta İnsansız uçaklar Akıllı füzeler Atomlar, uranyumlar, kimyasallar Katletmeye programlı bilimsel buluşlar Katil kel dünya Sömürücü kel dünya Onursuz, adaletsiz kel dünya Güzelleşiyor Yeniden yaratılıyor Büyük ustamızın hünerli avuçlarında

92


-23Gün gelecek Dayımızı da yitireceksin Yaşatmada hünersiz Katletmekte usta Ayıplı kel dünya Yine de sızlanma Yoldaşları var yürüyecek Önderlerinin yolunda

93


-24Haydut çizmeleri altında inleyen yurdum Ey Anadolum Yenilme acılarına yılma Diren Bütün oklar üstümüze yağsa da Bağrımızda ihanet hançeri saplıysa da Lime lime edilse de her yanımız yılma Göğümüz zifiri karanlık olsa da Yitirme inancını aydınlığa yılma Takılmışsa da bileklerimize kelepçe ayaklarımıza pranga Her yanımız işgale uğrasa Savaşıyor dağlarımız, sokaklarımız Onurumuz ayakta yılma Sözümüzdür sana Günü gelecek Duracağız zafer halayına yılma…

94


-25Bir gece “aniden” Zulüm oturdu üstümüze Taa Edirne’den Kars’a Hakkari’den İstanbul’a Uyandık çocuk uykularımızdan Faşist namlular doğrultulmuştu alnımıza Geldi bir gece aniden ve gitmedi Geldi aniden ve o andan itibaren evlerimizde ağıtlar bitmedi Adına faşist cunta dendi Kaynağı sömürüydü Kaynağı işbirlikçi uşakları ve emperyalizmdi Yutan milyonlarcamızı ve hırpalayan Yüreklere öfke, yüreklere korku Yüreklere nefret, yüreklere cesaret salan Ezen yürekleri ve çelikleştiren bir felaketti 12 Eylül sabahı İçimizden yüz binleri aldı Ne zindanlar, ne karakollar Ne sokaklar, ne köy meydanları Yetemedi çokluğumuza Ne alanlar, ne spor salonları Hukuku ve yasası faşizmin Ölüm kusan namlulardı Ve direnen yaşamdı

95


-26Kavga bitmedi Buğday yine yeşerdi Yemyeşil filizleri doğanın Yine güneşe yöneldi İyi bak bu halka hey zulüm Ve kork yaşam tutkusundan Ki bu halk En korkunç kıyımlarınızda bile Kavrayıp sağlam elleriyle hayatı direndi Faşist cunta 45 milyon halkı yenemedi

96


-27Hayat hapsedilmişti Zindan dedikleri Güneş sızmaz dört duvar Zindan İnsan olamaz seni yapan Zindan Göğertemez filizleri İcat edenler seni Zindan Seni yapan hayata düşman Zindan Duvarların yıkılacak Fidelerimizi diktiğimiz toprak Özgürlük ve adaletle sulanacak

97


-28Durunca kalp, ölür canlı Hayatın kalbi zindanlarda attı Direniş hayat Hayat Apo, Haydar, Fatih, Hasan’dı Cunta Şefi’nin amacı Umudu karartmaktı Örgütlenmek yasaktı Direnmek yasaktı Hak, hukuk, adalet yasaktı Gür sesiyle Dayımız Her cümlesinde tarih yazardı Tarihe direnişin zaferini yazdı Tarihe hayat veren Kızıla kesmiş bedenleriyle Dört fidandı Apo, Haydar, Fatih, Hasan’dı

98


-29Ha deyince Bir solukta varacağın yer Belki bir gelincik tarlasıydı Ama asla doruklar olamazdı Yürüyeceksin Düşeceksin Kalkacak yine yürüyeceksin Tırmanmışken bir tepeliğe Sensin diyerek Kestirmişken gözüne dorukları “Tamamdır” diyorsun Aştım mı bu dağı Açılacak geniş ufuklar Ama Unutmayacaksın Tutsaklıklar, şehitlikler var Alıp büyük bir darbe Geri çekilmek “ricad” var Gerip göğsünü her fırtınaya Yürüyeceksin Olmayacak olan kavgada Yılmaktır Tüketip enerjini durmaktır Yorulmaktır Doğası kavganın En sarp kayalar da olsa Tırmanmaktır Umut en umutsuz denilen anda çoğalacaktır Dört duvar arasında olsan Ayırma o gözünü o dağdan O dağ aşılacaktır “Ricad” toplayıp gücünü ileri atılmaktır Atılım savaşmaktır

99


hesap sormaktır örgüt kurmaktır Özgürlüğe açmak kapıları Ana sütü kadar helal ve haktır Zindanları özgürlüğe açan irade Kavgayı Atılıma taşıyacaktır Bir kez daha Devrim tarihini yazan Usta Önderimiz Dursun Karataş’tır

100


-30Yeniden yoğrulacaktı Kavgamızın hamuru Dayımızın usta ellerinde Şekil alacak, çoğalacak Çelikleşip sağlamlaşacaktı Adalete susamış topraklarımız Adaletle buluşacaktı Öldü sanılan Anadolu Görmeliydiniz nasıl da diri ve canlı Güneşe akın vardı Güneşe sevdalı yürekler Anadolu’nun dört bir yanından aktı Bizim gençlerimizdi onlar Şimdi Dev-Genç’li Daha 12 Eylül’de çocuklardı Henüz terlememiş olsa da bıyıkları Her biri / devrim ırmağında tereddütsüz aktı Ellerinde Halkın Adalet bayrağı Hedefe kilitli Bentleri yıkan coşkun bir sel gibi Akan akan akan onlardı Hedef açıktı Cennet Anadolumuz Yanki piçi faşist cuntaya Cehennem yapılacaktı Çok ah biriktirmiştik heybemizde Her biri faşizme kurşun olacaktı Ki oldu Sokaklarımızda Adalet geziyordu Tarih onurlu sayfalarını yazıyordu Abartısız diyebiliriz ki Faşist katiller sürüsü saklanacak delik arıyordu

101


-31Her şeyden önce Atılım Beyinde başlayıp Parmaklardan tetiğe uzanan Dişe diş bir savaştır Savaşta iki cephe vardır Niyaziler, Cavitler, Feritler, Ercümentler Halk Cephesinin komutanlarıdır Düşman cephesi Yanki tohumları İşbirlikçi uşaklardır Kahpelik halk düşmanlarına Emperyalist efendilerinden yadigardır Mertlik Cavitlere Dünya halklarından mirastır

102


-32Vurulurken çekiç örse Tavında dövülen kızgın demir Anadolumuzun kalbidir Duyulan İrademizin çelikleşmiş sesidir “Halkın çelikten iradesine Hiçbir hedef ulaşılmaz değildir” Girse düşman yerin yedi kat dibine Çıksa vatan haini 24. kat kulesine Saklansa faşist katil farenin deliğine Enselerindeki halkın emekçi elleridir Devrim okulumuz Cahili bilgeleştiren Toyu ustalaştıran Yüreksizi kahramanlaştıran Pişirip çelikleştiren yangın yeridir Yangınlardan geçen Anadolu’nun gençleri Adalet emin ellerdedir

103


-33Tartıldı suçlar ve cezalar Halkın Adalet terazisinin hassaslığında Hesap verdi Hiram’lar, John’lar General Sayın’lar, Yarbay Alvin’ler Bir an için kurtulmuş olsalar da Enselerinde hissettiler Adaleti George Bush’lar, Kenan Evren’ler

104


-34Elbette vardı Katiller sürüsünün adlarını Ağzına almaya korkanlar Devrim için savaşmayanlardı onlar Sosyalist sayılmayanlar Soğuk tenine silahın yabancı olanlar Reformistler Oportünistler Çenebazlar Canbazlar Şarlatanlar Bağımsızlığı, demokrasiyi, sosyalizmi Adaleti, özgürlüğü Cennetini yeryüzünün Tepsi’de hazır sunulan ziyafet sananlar Olmadık onlardan Tanığımız bu sokaklar Tanıdığımız adalet arayan mazlumlar Tarih tanıklık etti buna Halk düşmanlarına dar edildi İstanbullar, Ankaralar, Adanalar Katlimize ferman çıkardı Sırça köşkler, saraylar Mertlik beklemedik zaten Kuruldu kahpe pusular Vurduğumuzca Vurulduk da İşlemedi bilincimize Etlerimizi parçalayan kurşunlar Erittik yüreğimizin ateşinde Çevirdik sınıf bilincine Baktıkça yoldaşlarımızın Delik deşik bedenine

105


Titremedi yüreğimiz Çoğaldı öfkemiz, kinimiz Zafere bağlıyor bizi intikam yeminimiz Baktıkça yoldaşlarımızın Delik deşik bedenlerine Cümle adaletsizliğe Kan gölünde yüzen saltanata Ağzına kadar dolu sınıf kiniyiz Gömerken Niyazileri, İbrahimleri Perihanları, Zeynep Eda’ları yüreğimize İçimizde kopan isyanla Dünyayı titreten depremiz Saldık andımızı göklere “Ey soysuz Amerika haydutu Döksen de kanımız milyonlarca Eğilmeyecek başımız Yeni Vietnamlar olacağız sana”.

106


-35Halk derler adımıza Proleterya derler sınıfımıza Ağaları, beyleri, işbirlikçi tekelleri Tüccarları, tefecileri Çok taşıdık sırtımızda Bunları ara isyanımızda Çok sömürüldük Ve çok öldük Maden ocaklarınızda Fabrikalarınızda Tarlalarınızda “Bir anda” diyorsun hala Bir anlık mı bellersin çilemizi Günler süren uykusuzluğumuzu bilir Bu tekstil atölyeleri Ne sigorta Ne sendika Ne mesai ücreti Tüm bu çilemizin ederi Bir parça bulgur Bir tas çorbalı sofra Şaş bu zulme sabrımıza Şaşma sokaklara akışımıza Ki 15-16 Haziranlar var mayamızda Tarişler, 1 Mayıs ‘77’ler, grevler, yürüyüşler Dalcılar, Yalçınlar, Uğurlar, Şengüller Her biri bir isyan eder Onlardan aldık bilincimizi, eğitimimizi İbrahim Erdoğan’lardan, İbrahim İlçi’lerden Elmas’lardan, İsmet’lerden Şaşma / savaşacak kadar uyanmış olmamıza

107


-36Hala diyorsun ki bir anda Ey cahil-i cühela Tarih 17 Nisan 1992 Gece dönüyordu sabaha Sosyalizm cephesinden Sabo’nun sesi duyuldu Depremdi sanki İstanbul sallanıyordu Kurşun seslerine Slogan sesleri karışıyordu “Ayağa kalk” çağrısı Sabo’nun Direnişin kalesinden Tüm Anadolu’ya yayılıyordu Tutulmuştu nefesler Sabo konuşuyordu Diyarbakır’dan, Nusaybin’den duyduk sesini Kondularında dinledik İstanbul’un, İzmir’in, Ankara’nın Zindanlarında hatta Tüm Anadolu’nun Her kelimesini sözlerinin Ve görüntülerini direnişinin Kazılıdır beynimize Cüretini kattık cüretimize Öğrendik eyleminden Halk sevgisi Vatan sevgisi Yoldaş sevgisi denen Uçsuz bucaksız denizi Ve and içtik ki Bir gün düşersek toprağa Böyle feda edeceğiz kendimizi Bir gün düşersek toprağa Kanımız haykıracak duvarda Gelecek düşlerimizi

108


Faşist katil sürüsü Kazıdık köklerini diye naralar attı Yanlış Tersine, bugünkü isyanımız bile Çiftehavuzlardan yayılan Devrim sloganlarıyla mayalandı

109


-37Elbette yine de Diyeceksiniz “bir anda” Diyeceksiniz “durup dururken” Diyeceksiniz “ortada bir şey yokken” Yok sayıp Sabo’larımızı Tekrarlayacaksınız “kökleri dışarıda” yalanınızı Oysa gerçek ortada Köklerimiz Sabo’lar, Sincan’larda Köklerimiz Mahir’ler, Ulaş’larda Köklerimiz Bedrettin’lerde, Kerbela’larda Köklerimiz Celalilerde, Baba İshak’larda, Pir Sultan’larda Köklerimiz Şahin Bey’ler, Karayılan’lar, Seyit Rıza’larda Köklerimiz derinlerde Her karış toprağımızın Köklerimiz Anadolu’da

110


-38Pamuk tarlası, pamuk tarlası Nedir ırgatların yası Her günümüz bir lokma ekmek tasası Tükürmüşüm adaletine bu düzenin Milyonlar ediyor Patronların her dakikası Irgat emeği dilenci sadakası Artık bilincindeyiz Ayaklandığımız an, sona erecek Çocuklarımızın ağlaması

111


-39İhanetler de yaşadık Hep düz yürümedik bu yolu Ki burjuva ideolojisi içimizde planlanıyordu Dönem tapınma dönemi ya dolar tanrısına Bir ucundan bir ucuna dünyanın Çukurlaşanlar ihanete gerdan kırıp Secdeye alın vurdular Yıl 1992 Eylül’ün 13’ü Darbeci ihanet güruhu Batırıp oklarının ucunu Gorbaçov zehrine Aşil topuğumuzdur deyip saplıyordu Ölmedik Kenetleyip ellerimizi söz verdik Tüm dünya girse emperyalizmin yatağına O fuhuş yuvasını tekellerin ateşe verecektik Tüm dünya boyun eğse Bombaların, kurşunların saltanatına Biz düşerken bile toprağa Başımız dik düşecektik Tüm dünya vebadan kaçar gibi kaçsa Biz tutacaktık Ekini biçen orak Ve demiri döven çekici ellerimizde Yanki celladı elektrik bağlasa bile Tereddüt etmeyecektik oturmaya Marksist – Leninist sandalyemizde Dalgalandıracaktık sosyalizm bayrağını Son nefesimizde bile

112


Ve ilan ettik tüm dünyaya 94’ün 30 Mart’ında Kızıldere’nin ateşi Artık daha gür yanıyor Mahir yaşıyor Parti – Cephe yaşıyor Zafer Kurtuluşa Kadar Savaş’ta

113


-40Birler on onlar bin Binler onbinler oldu Kondularımızın kapılarını açtık sokaklara Sokaklar kalabalıklığımızla doldu Halkın evi gecekondu Zulüm yeri gecekondu Sefaletin yurdu gecekondu Ki Anadolu’nun kalbi Kondularımızda atıyordu 95 yılını gösterirken tarih İsyanımız kondulardan başlıyordu Sokaklarında Gazi’nin, Ümraniye’nin Kurşun yağmurlarının üstüne Sel olup onbinler akıyordu Sözümüzdü Başımız dik düşecektik toprağa Düşerken Başı dik düşüyordu Zulmünüze, sömürünüze, katliamlarınıza Ayaklanan Anadolu Aymazlıkla “bir anda” diyorsun isyanımıza Tarih oku biraz Bin yıllardan bugüne Anadolu isyanlar dolu

114


-41“Bir anda” öyle mi? Aklı evvelin Recep’in Demek bu karanfil tarlası Bir anda açtı Aklın ermez senin Yoldaşlarımızın tabutlarından Bizim omuzlarımız nasırlaştı Sizin karşısında titrediğiniz ölüm Bizim gözümüzde sıradanlaştı Ki çocukken daha bedenlerimiz Panzerli, bombalı 12 kurşunlu ölümlerle tanıştı insan eti, yiyen çakal sürüleriniz karşısında Çocuk yaşta komutanlarımız, savaşçılarımız kahramanlaştı

115


-42Çok sevdik seni Gözüm Anadolu Özüm Anadolu Ata yurdu Dede yurdu Her taşın geçmişimiz dolu Her karışın anılarımız dolu Sulamadıkça her parçanı kanımız Namusumuzsun Üstünde namert eli bırakmayız

116


-43Korku Ölüm korkusu Dilim lal Gözüm kör Kulağım sağırdır Sarmışsa korku bünyeyi tek emare insana dair Aramak boşunadır Buyruk karanlıklar imparatorunun Uygulayan uşağıdır Korku tohumları atılacak toprağımıza Korku sinecek havamıza, suyumuza Ölümler ki vahşet olacaktı dehşet olacaktı ölümler ki korku doğuracaktı Oldu Katiller sürüsü zindanlara doldu Cansız tutsak bedenlerimiz yerlerde sürükleniyordu Oldu Cellatları oligarşinin kesilmiş başlarımızla poz veriyordu Oldu Panzerlere bağlı bedenlerimiz yerlerde sürükleniyordu Oldu Canlı her hücresine Anadolu’nun Kurşun yağdırılıyordu Oldu Bir gün aniden İnsanlarımız kayboluyordu

117


Beteri ölümün Mezartaşı bile olmayan kayboluştu Oldu Katiller sürüsü faşizmin Kurşun ve bombalar Parçaladıkça bedenlerimizi Zafer naralarıyla kutluyordu Oldukça DEHAK’lar bu dünyada Olacak elbette Demirci Kawa’larda Dövecek örste Karanlıklar imparatorluğunu Çekicinin altın vuruşlarında Buyruk açıksa Yok edilecekse insanlar Korku dolaşacaksa ülkemizin dağlarında, sokaklarında Korku dolaşacaksa Meydanlarımızda, alanlarımızda En ücra köşesinde bile evlerimizin Görev de açıktır Doldurmak için alanları Yıkılacaktır korkunun duvarları Göreve çağırıyor dünya Çağdaş Kawa’ları

118


-44Fırladı yayından Berdan Fırladı Aygün, İdil, Osman Fırladı 12 can Onlar, Çağında Börklüce, çağında Dadal Çağında Kahramanlar Onlar, Çağında Hakikat Bacıları Anadolu’daki Tanya, Rosa, Olgalar Onlar, Dönsün diye Dünya Güneşin çevresinde Öne atılanlar

119


-45Her şey yerinde güzel Nasıl durursa bir gül sevda da Öyle yakışır feda ve kahramanlık savaşımıza

120


-46Onlar, Yemyeşil, dipdiri Göğerip boyveren dalı ağacın Onlar Devrim kaynayan pınar “Çok açık” diyorken Berdan “Bu insanlık ailesinin önü” “Geldim” diyor Berkin’ler Ki yıkmıştır korkunun duvarlarını Önden gidenler “Bir mermi de benden aslanım” Korkunun duvarına ilk saplanan Berdan Ve satır satır okuyor Hayatın şiirini Ayçe İdil can “İnsanın yurdu Bir kat daha kendinin olur Toprağına suyuna karıştıkça kanı Yaşamış sayılmaz zaten Yurdu için ölmesini bilmeyen” İlginç sakindir Ve güçlü güler Ani bir kahkahasında Sanki gök gürler Ve sakin ama güçlü vurur Korkular imparatorluğuna saplanan Son kahkahası olur

121


-47Korkun diyordu Ölüm kusan ejderha Yılan misali ölüm korkusu Dolansın dünyanın boynuna Biliyordu Çökünce yüreklere ölüm korkusu Gevşer sıkılı yumruklar Çözülür güçlü sınıfsal bağlar Birey olurdu insanoğlu Biliyordu Çökünce yüreklere ölüm korkusu Kör, sağır, dilsiz Maymuna döner insan soyu Biliyordu Çökünce yüreklere ölüm korkusu Adalet tanrıçasına inanan insan oluverirdi zulüm imparatorluğunun kulu

122


-48Biliyordu Ve bildiğinden Korkun diyordu Ve isyanı Anadolu’nun Müjdat’la Ege’den ses veriyordu Ki bu topraklar Görmüştür Börklüceler, Torlaklar Çakırcalılar, Atçalılar Hep beraber ekilip biçilen ortaklıklar Görmüştür Ali Rıza’lar, Baki’ler, Kahraman’lar Ve nice kahramanlıklar Zulme ve sürüngenleşmeye İsyan özlüdür insanoğlu Haykırışımız Anadolumuzun Yıkılacak karanlıklar imparatorluğu

123


-49Keskindir zulme isyanı Kayaları gibi Nurhakların Ve diktir başı Nurhak dağları gibi Elbistan’lı Yemliha’nın Gömerken zulüm imparatorluğunu Yerin yedi kat dibine Doruğundadır Nurhakların

124


-50Dersim’e sefer olur Dağlar isyana durur Sefercinin zaferine Geçit vermez Munzur Munzurdur yüreği Dersim’linin Kerameti budur Dersim’in Çetin, eğilmez, dizginlenmez Zalime boyun eğmez Budur hikayemizin özü Gerisi Alişer’ler, Zarife’ler Gerisi Mazlum’lar, Ahmet’ler, Yazgül’ler Gerisi Asumanlar, Hayriler, Eylemler Gerisi Gülseren’ler, Behiye’ler, Askeri’ler Gerisi 5’ler, 10’lar, 12’ler, 13’ler Gerisi bir uzun hava Zafer türküsü söyler Munzur’un doruklarında Dersim’in güneşidir Aydınlatan geceyi Taksim meydanında

125


-51“Bir anda” ayaklandık ha Her yıl binlerce ölüyoruz fabrikalarda yıkımlarda hastalıklarda yollarda Demek, bir ilaç parası Bir üst geçit, trafik lambası Üç kuruşluk güvenlik harcaması etmezken canımız Neden ayaklandığımızı anlamadınız Anlatalım Çünkü DÜŞMANIZ Siz emenler kanımızı Biz üreten halkız Siz asalak burjuvalar Biz ter döken proleteryayız Sizin bir eliniz yağda bir eliniz balda Biz açlar, baldırı çıplaklarız Siz gökdelenler Biz gecekondularız Siz ürünlerimizi çalan asalaklar Biz eken biçen ırgatlarız Çünkü DÜŞMANIZ Siz emperyalizmin askerleri biz halk savaşçılarıyız Siz vatan haini Biz vatanız Ayaklandık Çünkü saltanatınızı yıkacağız

126


-52Çatışma Dünya halklarıyla Emperyalist haydutlar ve uşakları arasında Çatışma Halkımızla Halk düşmanları arasında Çatışma Bazen yoğunlaşır tek bir alanda Çatışma / Bazen saklanır yalanlar arkasına Çatışma Bazen girer sahte kılıklara Özü değişmez Saflar belli Hedef açıktır bu kavgada Berraktır su Bulandırmak istese de çakal soylu

127


-53Berrak bir su gibidir İsmet Ulucanlar mahpusunda tutsak Ki 25 Eylül 1995 günü Çatışmanın merkezidir Ulucanlar mahpusu Düşman cephede hesap açıktı Sınıflar savaşında Bir düğüm koparılacaktı Cephemizin komutası İsmet yoldaştaydı Düşmanla girdiği her kavgadan Çıkarken alnı aktı Diz çöktürmek için tek bir kez Sayısız düşman darbesinde O dimdik ayaktaydı Politikada şu kadar yetkin bu kadar saftı Zaaflar karşısında belki biraz sert belki biraz yumuşaktı Eğitimde yetkin bir öğretmen belki daha da yolu vardı Yöneticilerindendi kavgamızın Ve elbette daha da ustalaşacaktı Ve hepsi bir yana O gün çatışmada Düğüm noktası “Teslim ol” dayatmasında İşte İsmet yoldaş Kavganın bu alanında Direnişin doruklarındaydı Tersine dönse dünya Yer yerinden oynasa En değişmez kanunlarındandır doğanın

128


Gerçek bir Cepheli Hiçbir koşulda teslim alınamazdı Cephelilikte İsmet yoldaş tamdı Kurşunlar üzerlerine yağdı Bombalar atıldı En sık duyulan sesi düşmanın “Teslim ol” çağrısıydı En sık duyulan sesi tutsakların “Asıl siz teslim olun” oldu Bir aşamasında çatışmanın Tüm zindan işkence tezgahıydı Hızar makinasına yatırıldığında Tüm vücudu İsmet yoldaşın Kapkara mosmordu O işkenceden çürütülmüş beden Çelik pırıltılı bir iradeyle Hala direniyordu Bir kez daha düşman sesi duyuldu Ki adeta yalvarıyordu; “Bir kez tek bir kez Teslim oluyorum de ve yaşa” Bu zavallı sesin erişemeyeceği doruklarda İsmet yoldaş zafere yürüyordu O gün o masada İşkenceden kararmış bedende Halkımızın geleceği yatıyordu

129


-54Bir anda olmaz ayaklanma En korkunç acılara Direnen irademizden doğdu Siz öldüğümüzü yazarken Ulucanlar mahpusundan tüm Anadolu’ya İsyan çağrısı yayılıyordu Siz öldüğümüzü yazarken Tarih ayaklanmaya yol alıyordu Ve bugün sen Katledip altı canımızı Paramparça ederek kurşunlarla gaz fişekleriyle her yanımızı Rahat bir nefes alırken Dön gerçeğe Gör geleceği Bakıp geçmişe

130


-55Hava kavga havasıdır Havadaki kara bulutlardır Bellidir hava ha boşaldı ha boşalacaktır Yağmur ıslatır Yağmur sel olur can alır Ve yağmur hayattır tıpkı kavgamız gibi “bu havalarda dövüşenler de vardı” der usta Cepheliler onlardandır Kaçanlar da olur yağmurdan Cepheliler bereketinde yağmurun toprağı sulayandır Ve yağmur yüklüdür hava kavga yüklüdür Yağacak… yağacak… Hava boran fırtınasına gebe patlayacak Günler geceler dönecek Tarih 19 Aralık 2000’e varacak Diyalektiği doğanın Gururu Anadolu’nun Tarihin bu onurlu sayfaları Anadolu’dan yazılacak Fidan’ı Dersim’in Ahmet’i Mersin’in Aşur’u İstanbul’un, Sivas’ın Fırat’ı Ordu’nun, Gebze’nin Özlem’i Erzincan’ın 28 canı

131


Anadolu’nun dört bir yanının Menzile ilk onlar varacak

132


-56Mertlik vardır kavga havalarında Puştluk da vardır O gün her ikisi aşikardır Hedef Özgür Tutsak’lardır Hedef başeğmezliğimizdir Anadolu’nun Akıtıyor zehrini topraklarımıza çatal dilli engerek Yokedilecek buymuş Topraklarımızda boyatan her çiçek Patlayınca zindanlarda fırtına Sokakları dolduranlar şahanlardır Adı Gültekin Koç fedada kahramandır Ölümüne direnenler mert olanlardır Kapısını kavgaya kilitleyen çakallardır Fırtına kopunca onlar engerekten yanadır

133


-57Keskindir kavganın kılıcı nettir kuralları Kurulunca er meydanı Kavganın yasası Vurmak ve vurulmaktır Orta yol arayanlar Er meydanından kaçanlar çenebazlar hokkabazlar şarlatanlar şamatacılardır 19 Aralık günleri hepsi vardır Ve tarih onlarla yazılır Koparılacaksa engereğin başı Er olan kılıcı kuşanacaktır Gerisi içi boş laftır

134


-58Kılıcı kuşanan halktır Ki onlar Genç kızlar, delikanlılardır Analar, babalardır Hatta çocuklar Umudun çocuklarıdır Başbağlayanı vardır ölüme Yoledenleri Ankara’yı Oturanları vardır yıllarca Tek besinleri irade ve ısrardır Tam 1230 gün adresleri El altı Abdi ipekçi Parkı’dır Sokaklarda onlardır Alanlarda onlardır Zindan önlerinde onlar Zalimin yakasındaki el onlardır Onlar TAYAD’lılardır

135


-59Kılıcı kuşanan halktır Ki onlar, Kazağı dokuyan eller Kömürü yeryüzüne çıkaranlardır Toprağı ekenler okul sıralarını dolduranlardır Halktan yana yazan kalemler Türkülerimizi yapanlardır Ki onlar, Toprak damlarında köylerimizin ve kondularda oturanlardır Aşı ekmeği sınırlı Umudu sınırsız olanlardır

136


-60Kılıcı kuşanan halktır Ki onlar, Umudun savaşçılarıdır Şehirlerde ve dağlarda meskenleri doruklardır Kavganın barikatındakiler onlardır Açlığın koynundaki boranlardır Zulmün zindanlarını dolduranlardır İşkencede Yusuf Erişti Kuşatmalarda Sıddıklar, Sabolardır Eylemdir onlar / bedenini namluya süren Adalettir / faşizmi dize getiren Onlar Savaştır, Zaferdir, Devrimdir Yıl 2000’den 2007’ye Adları onların fedadır Şengüller, Gültekinler Eyüpler, Uğurlardır Adları onların fedalar İbrahimler, Hüseyinler Berkanlar, Osmanlardır Yıllara yayılan açlıkla Alev alev yanan bedenlerle 122 ölüm Yüzlerce sakatlıkla Savunanlardır bizi Yavrusunu savunan ana misali pervasızlıkla Savunanlardır ideolojimizi Umudumuzu Ahlakımızı, değerlerimizi Aşımızı, ekmeğimizi Bugünümüzü ve geleceğimizi Zindanlarda onlar, Susturulamayan slogandır

137


direniş tohumlarıdır Dört duvara sığdırılmayan Özgür tutsaklardır Çocukları Anadolu’nun Ve Anadolu’yu ayaklandıranlardır

138


-61Demek “bir anda” Demek “kökü dışarda” Demek “terör, kışkırtma Saçma Herşey ortada Yaşadığımız eylemin adı AYAKLANMA Ki herkes açıkça gördü Taşınca isyanımız sokaklara Zulüm delik arıyordu saklanmaya Size kalabalıklığımızı saymak kaldı Tutanakçı zat açıkladı Ayaklanmamızda 2,5 milyon can vardı Yalanlarınız boş İftiralarınız boşuna Değiştiremezsiniz adımızı Altı can düştük toprağa Kanla yazdık isyanımızı Altı fidan diktik toprağa Altı fidan ömürlerinin baharında Altı ana bıraktılar arkada Gözyaşları kan Gözyaşları çağlayan Yürekleri paramparça Altı kez sarsıldı yüreklerimiz Yeminliyiz Kanımızı dökenlerin kanlarını dökeceğiz Yeminliyiz Katlimize ferman yazanlar Kendi ölüm fermanlarını imzaladılar Dökülecek her damla kandan Sorumludurlar

139


-62Adımız AYAKLANMA Zulme ve sömürüye karşı Açlığa ve yoksulluğa karşı İşgalci Yankilere ve işbirlikçilerine karşı Adımız AYAKLANMA Savaşıyoruz Hak ve adalet için Bağımsızlık için Demokrasi için Sosyalizm için

-BİTTİ-

140


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.