YILDIZLAR KORSANI Jack London ÖNSÖZ PROF. DR. GARDNER MURPHY JACK LONDON bu romanda çok değişik bir konuyu derinlemesine işlemiştir. Zaman zaman kapıldığı «kızıl öfke» sebebiyle hapisaneye düşen, sonunda da ölüme mahkûm edilen aydın bir kişinin yürekler acısı serüvenidir bu. Dehşet verici ve tüyler ürpertici işkenceler yapılmaktadır Darrell Standing'e... Bunlara dayanabilmek için adam tek çıkar yolu ruhunu ve bedenini birbirinden ayırmakta bulmuştur. Bu, bir çeşit direnme ve işkenceye karşı koyma türüdür. Ünlü yazar, «Yıldızlar Korsanı»nda kısaca açıklayacağım üç ana fikire dayanmıştır. Öncelikle Darrell Standing'in yaşantısında ruhun bir başka bedene geçmesi kavramı verilmiştir. Standing bir defa değil, çeşitli kişiliklerle, çeşitli zamanlarda defalarca yaşamıştır. Ruh biliminde beden geçici olarak taşıdığı ruhun geçmişten başka bir beden içinde yaşadığı anıları tekrar yakalama çabası içindedir. ikinci olarak dikkat edilmesi gereken nokta, Darrell Standing'in bir tek kişiliği sürdürmesi değil de insanoğlunu sembolize eden tüm özelliklerin birleşimi olarak çeşitli kişiliklere büründürülmesidir. Üçüncü nokta ise kişinin anatomik ve fizyolojik yapısıyla atalarının tüm özelliklerini üzerinde toplayan bir varlık olduğudur. Jack London'un bu üç esas üzerine dayandırdığı hikâyesi, bu üç noktanın bilimsel olarak desteklendiği ya da desteklenmediği sorusunu uyandırmaktadır. Birinci noktaya geri dönerek inceleyecek olursak bunun daha çok dini bir inanç olarak geliştiğini ve bugün sistemli bir biçimde bilimsel bir açıdan ele alınarak modern psikolojiye meydan okuyan bir sorun olduğunu görürüz. Fiziksel araştırmalar, bedensel faaliyetler dışında beynin ayrı bir organ olarak çalıştığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Modern çağımıza her ne kadar aykırı düşse de insanların inançlarıyla ilgili bir sorundur bu. Ancak kısıtlı bir araştırma sahası içinde konuya eğilinmiş ve çoğu yetkili kişiler inançlarının dışında bulduklarından konuyu ciddiyetle ele almamışlardır. Ama Virginia Üniversitesi profesörlerinden Dr. lan Stevenson, Hindistan ve dolaylarında yüksek düzeydeki geniş araştırmalarını sürdürmektedir ve bilimin bu delillerle ortaya çıkarılan gerçeklere karşı çıkması için hiç bir neden yoktur. Öte yandan ilk bakışta kabul edilmez görünen olayları açıklamak ve kanıtlamak bilimin görevidir. Bütün sorun olayın kanıtlanmasındadır. Eğer Dr. Stevenson'un araş-tırmalarındaki örneklerde olduğu gibi bir insan gerçek yaşantısında bilmediği, tanımadığı bir yer hakkında ayrıntılı bilgi verecek durumda ise bu konuda delillerin toplanabileceği bir noktaya gelmiş oluyoruz. İkinci nokta, insan ruhunda ortak bir ana özelliğin bulunduğu Hint inançlarına dayanmaktadır. Bir tek ruh, tüm insanların bileşimi olarak nitelendirilebilir diyelim, ama böyle bir inancı kanıtlamak oldukça güç. Belki Jack London'un bu konudaki ifadeleri tüm insanlarla paylaştığı gerçeğin derin bir duygusallığıydı. Üçüncü noktaya gelince, Jack London'un burada zihninin adamakıllı karıştığı söylenebilir. Şöyle ki, fiziksel özellikler ve aynı zamanda ruhun sürekliliği arasında bir bağlantı kurması gerekmektedir. Evet, fiziksel özellikler kuşaktan kuşağa kalıtımla geçmektedir. Ancak bu özellikler kişilerin ölümleriyle ve şovların tükenmesiyle son bulmaktadır. Bu durumda London'un düşünüşünde ve anlatmak istediği hikâyesinde olduğu gibi fiziksel sürekliliğin ruhsal süreklilik gibi kanıtlanması olanaksızdır. Yine de yazar, çağımız psikolojik anlayışıyla sağ lam bağlantılar kurarak olağanüstü bir kurgu-bilim yapıtı çıkartmıştır ortaya. Örneğin Darrell Standing'in çevresindeki her şeyden sıyrılıp, duyarlılığını yok ederek yarı ölü haline gelebilmesi bugün hipnotizma ile anestezi yöntemine benzetilebilir. Hatta pek çok kişi hipnotize edilerek bulunduğu yerin dışında olup bitenleri görebilmekte ve başkalarının düşüncelerini okuyabilmektedir. Bu özelliğin telepati ya da düşüncelere nüfuz edebilme yeteneği olarak bugünkü psikolojide yeri vardır. Ancak bazı bilim adamları bunu kabul etmekte isteksiz görünmektedir. Darrell Standing'in kişiliği içindeki mücadelesi, fiziksel işkencelere iradesiyle karşı koyabilmesi, sarsılmaz inançları hiç kuşkusuz London'un bu yapıtını ilgi çekici bir psikolojik yapıt haline getirmektedir. Ama bu yapıtı yirminci yüzyılın ikinci yarısına uygun bir bilim dalı haline getirmek isteyecek olursak tüme varım metodundan giderek çok sayıda kanıtlayıcı örneklerle ortaya koymamız gerekir ki, bu durumda London'un yapıtının yirminci yüzyıl insanına yeni bir şey getireceği söylenemez. Amerikan düşünürlerinden Ralph Barton Perry'-nin öne sürdüğü gibi 'inanç' ve 'teori' arasında bir uzlaşma sağlanamaz. Çünkü kişi bir şeye inanmış-sa, esasını araştırmak, bu inanca sadakatsizlik gibi gelir ona. Jack London bizlere «inanan» bir insanın hikâyesini anlatıyor. Burada ölümünü bekleyen ve akıl almaz işkencelere çarptırılan bir insanın bir bakıma kahramanlığı, öte yandan vermek istediği savaşa karşılık uğradığı haksızlıklardan çaresiz kaçışı olarak nitelendirilebilecek bir hikâye bu. Ruhunu bedeninden ayıracak gücü bu çaresizlikte buluyor Darrell Standing.