YILANveTAVUSKUŞU

Page 1

IL

A

N

AV U

SK U ŞU

Y

Ve


öykülenmiş tüm şiirlerin bir hayali kırılması. gerçeğin ters psikolojisi. illüzyonun temel ve somut algılarla hayatımızda derin delikler delilikler depremlere sebep olması. sınıfsal sıfatların sınır ihlalleri. hepimiz bir bütünüz. biz toplumu oluşturan şizoaffektif normalleriz. sıkıntıdan doğan rahatsızlarız. beynin gözle görünmeyen bir yerinde batmakta olan geminin müdavimi. mürettebatı. kaptanı. ahçısı. aşk acısıyız. her şey hep bir şey olmalı mı. hiç kitlesel imhaları doğurur. tüme varmadan tümden gelince.sen ben o biz siz onlar doğurgan rahatsızlığımız ile tekrar tümden tümümüz aşağı ufalanırız. korku. acı. aşk. hırs. kibir. öfke. nefret .sevgi. bağ. savaş. barış. baş. son. politik. norganik ve daha daha daha nicesi. bir düzlem hatasını kabul ederek. iş bu cümlelerin hepsi safsatadan üç aşağı beş yukarıdır. kamu oyuna duyurulur. UMITT


tekerleğin icadından beri tanrıya inanıyorum. peygamberleri otoyol tabelaları ve uzun yolları kucaklayan ayçiçeği tarlaları kutsal kitabım azizler tarlalarda çalışan mevsimlik işçiler sokak köpekleri tapınak şövalyeleri ibadet’im asfaltta nem tutan şarkıları dinlemek ve asla yoldan ayrılmamak gidebilmek, tanrıya kadar şeritleri sırt çantana toplayarak

UMITT



Bazen istanbulun o lanet trafiği göğsünde birikir insanın Tüm arabalar kırmızı yana söne boğazına dizilir Nefes borusu tıkanır ve bütün trafik kilitlenir Bazı renkler bazı duyguları betimleyebilir Kıpkırmızı yanan ışıklar Kanımın kırmızı fışkırması gibi damarlarımdan Yine bazı durumlarda insanların fışkırttıkları mide bulandırır bazende saf zevkin saf hazzın biricik göstergesi olma görevindedir Boğasımda görevi trafiği yönetmek olan insancıklar olsa yutkunabilirim, belki Belki de nefes alabilirim Yavaş yavaş yanaklarından kırmızı ışıklar yükselmeye başlarsa da Türklerden şiirlere kelimelerle bezerler o yanakları Bazen de tüm suçu kıpkırmızı bir elmaya atmışlar Telefonun kırmızı yanan yuvarlağı, net Kesin bir reddin netliğinde Buharlaşamayacak kadar da katı AYSU


ANANAS VE BIRTAKIM BAŞKA OLAYLAR Bir dairenin içerisindeyiz. Hayır apartmanlı olandan veya küresel olandan bahsetmiyorum. En iyisi bir çemberin içerisindeyiz diyelim. Bir çemberin içerisindeyiz. Aslına bakıldığında da hiç kimse yalnız değil- pek çok şair ve müzisyeni rahatsız ediyorum Anlatmak istediğim istisnasız herkes bir şişeyi sahiplenmiş elleriyle, avuçlarının arasına almış, belki rengini belki kokusunu istiyor yanında. Biz de bir grup olarak yalnız değiliz belki, ama şişeler eksik değil, kalabalık, Soğuğa bakılacak olursa oldukça kalabalık ve kimse de buz gibi, kısmen kusmuk kısmen şişe-sıvılarıyla ıslanmış yerlere oturmaktan da şikayetçi değil. Bir sohbet ediliyor tabii, ben duymuyorum diyemem, atmosfer itibariyle dinlemek muallak, arkadan gelen şiddetli kavgalar bizim cümlelerimizi ürpertiyor, kısmen bağırış, hafif flu görüş açıları. Ortama ayak uydurmak budur belki, bir çember olmuş oturuyoruz, arkalardan başka sesler uğultudan daha keskin artık, sallanan bir hanım!, elinde büyük ve siyah bir şişe, yanında da bir bey, Adet olmuş her gördüğümüze “bey” demek, -olmuş mu gerçekten? Ben yine bey diyeyim, başka ne denir bilmem. Ağlaştıkça bağırıyor, yanındaki beyi ittikçe diğer yanındaki


beye sarılıyor, sonra tekrar baştan. Çünkü o çemberde olmazsa olmaz. Bizim çemberimizde de başka bir sohbet, belki de o an için bana çok ciddi, Belki, Sokağın başında, çemberin dışından bir başka hanım!, Nasıl bağıra bağıra ağlıyor, bir bakıyorum yine aynı hanım!, oraya nasıl gittiğini düşünüyorum, film şeritlerinin ortası kayıp, çemberimize girmemeye gayret ediyor, beyler bağırarak çağırıyor onu, Onun ağzında tek bir cümle var oysa “Deniz’im bugün ölmüştü!” Tekrar Tekrar Tekrar “Deniz’im bugün ölmüştü, öldürdüler!” Kim duyar, kim dinler, kim hatırlar bilinmez, sadece belki Belki sadece herkesin gözü kısacık bir süre dalar, Sonra tekrar aynı şiddette kahkahalar… Çembere teğet geçen hanım! gitmeye çalışır, beyler de bırakmamaya, Çünkü bilirler, dediklerini dinlemeyecek onun kimse, en azından şu anda En azından bu gece, birileri gördüğünde diyecek ki, böyle mi olur hanım? Hatta belki gizlice yanına sokulup diyecekler hanım! “Bağzı “ insanlar ne olsun, onu da ben bilemem, ama onu göreceklerse “hanım”dan gayrı, hanım! Zaten söylemiştim derim, küresel olmayan, ev gibi de değil,


bir çemberin içindeyiz, ama küçücük, bizbize Bizbize kim say deseniz sayamam, hatta belki doğrusal açsak çemberi, tek sıra, aralarından gizlenmiş “bağzı” insanlar çıkar, onlar da der hanım! Ben sadece çember dışındakilere –binayen- dedim ; hanım! Sonra o da gitti, giderken hala yankılanıyordu sesi kulaklarımda. Kulaklarımda yankı, soğuk, gözlerim net göremiyor sanki, bakıyorum; ağaçlar, kediler, insanlar, köpekler Ve tapılası turuncu sokak lambaları. Zaman geçtikçe çemberimiz daralıyor, sayı azalıyor, sıcak yatak özlemine, uykuya kurban verdiklerimiz var, Kurban demişken. Çemberin başka bir noktasına geçmek istiyorum, Ben çemberleri teğet geçmeyi sevmiyorum. Birinin süsünü tırmaladıkça, sonra yudum yudum baktıkça tadına, bir yeni şişeyi sahipleniyorum. Belli ki hayatın sonsuz döngüsü, Döngü demişken, Dönüyorum, çemberin içindeki küçük çemberlere bakmaya, Her çember bir küçülme göstermiş bakmayalı, ama çoğalmış da gidenlerden.. Belli anlar vardır, o anlarda giden çoktan gitmiş olmalıydı zaten. Ama karşımda, bir çift, Şişelerini kenara bırakmışlar, belki ilk gözüme çarpan, Ki herkes bilir bazı saatlerde o şişelerin arasında nasıl acıkır insan ama Elinde birinin muz, diğerinin elma, Diyet yapmayıp sağlıklı beslenelim kamu spotu gibi geçiyorlar göz sinirlerimden beynime,


Elinde hatur hutur, ağzının kenarlarından suyu süzüle süzüle dişliyor elmayı bey olan, Hanımsa muzu demesem, hiç girmesek Freudla muhabbete, en azından bu gece. Bir kaldırıyorum başımı, tüm çember en genişinden, görüş açımda, Herkesin elinde bir meyve, ne çeşit istersen, herkes ara öğün muhabbetiyle-mi? Şaşırmamak elde değil, parçası olduğum çembere diyorum ki; Günlük gereken vitamini tüketemiyoruz, ey çemberim insanlara bak Pikniğe gidecek gibi gelmedik değil, Bizimki daha çok kuzunun mahremi sayılır, yada denizin süzgeci, Ama herkes b azı şişelerin yanında bu ikiliyi aramaz mı? Benim çemberimde biz hep arıyoruz. Hatta bazen arayıp bulamıyoruz. Halbuki arayan bulur demişler. Kim demiş? Ben biliyorum bazen bulunmaz. Bu insanlar bu meyveleri nerden bulmuş? Tam o an başka bir bey geldi, çemberimizin köşesinden merkezine, bir elinde bir ananas Bir elinde de salkımıyla muz, ikram etmeye çalışırken, hala anlayamıyoruz Anlaşılır hal mi zaten ? Şaşırdığımızın farkında değiliz ki şaşkınlıktan, biraz sormaya çalıştılar, Neden? “Ben “ dedi “şuradan köşede dönerken bir market var orda manav kısmını kapatamıyorlar tam gece, oradan demirlerin arasından geceleri alıyorum ne lazımsa.” Kısmen anlaşılabilir. Yani açıklama olarak, “bağzen” anlamayanlar da olur, ayrı “Benim yediğim şeyi herkes yesin, herkese dağıtırım paylaşırım ben elimde ne varsa, bu kadarına ihtiyacım yok, sizde yiyin” bağzıları da görse, kim bilir nasıl sevmez.. Ama meyveleri bahane aslında, çok belli anlatmak istedikleri var, sorduklarında da neredeydin uzun zamandır diye,


“Hapse girdim ben üç sene yeni çıktım, ondan buralarda değildim. Ama n’apayım ? Hem pahalı çok pahalı, hem de utanmadan vergi alıyorlar! Elmadan domatesten! Nasıl vergi alınır bunlardan! Kim nasıl gidip satın alsın bunları, bak ben alamıyorum ama benim yediğimi herkes yiyebilsin, sizde alın…. Elimde bir ananas, kulaklarından tutmuşum gibi, Ağaçta değil de tarlada yetiştiğini duyduğumdaki şaşırmışlığım gibi. “Çok düşündüm, şimdi görseler, kaç sene daha içerdeyim. Kime anlatayım? Düşünüyorum, böyle yaşanır mı? İş desen yok, yaşamaya çalışan o da yok. En temizi diyorum, kafama bir kurşun. Bu hayat değil, en doğrusu o olacak değil mi?” Bir insanın gözünde umut arayışını, o küçük titreyen mum ışığını hiç görmediyseniz bu güne kadar bunu anlatmam, kelimelerle o titrek ışığı, o aksinin iddia edilmesiyle gelecek umut kırıntısını, tüm yüz hatları gergin, bekleyişi nasıl anlatabilirim, mümkün mü ? Çaresizliği hiç gördünüz mü? Bu güne kadar hiç somut bir çaresizlikle yüz yüze geldiğiniz mi? Ben geldim, biz geldik, çevremdeki tüm arkadaşlarım, belki dostluğun, sevginin, samimiyetin, insanın insana en ihtiyaç duyacağı, bıçağın kemiğe dayandığı anlarda aradığı, belki hatta sığındığı o çemberin içinde, Biz belki o gereksiz kahkahalarla taçlanacak bir sohbetin ortasındayken, Gün ışığı aydınlattığında sokakları, sanki Ra kazanmış da tüm turuncu sokaklarını yenmiş gibi, İnsanların küçük çocuklarıyla gelip kuş besledikleri o parkın ortasında, Elinde tropikal meyveleri ve tabi bir şişe bira, eskice yıpranmış giysileri, çirkin dövmeleri ama Büyük kocaman kocaman Ve o kadar kocaman ki İçinde bulunduğumuz o düzenin tüm çarklarını kırıp atacak kadar büyük söylemleriyle, Çaresizlik somut olarak karşımızdaydı bizim, Kimse beklenilen cevabı veremedi, kimse umut vadedemedi, halbuki, Halbukibu kadar zor olmamalıydı…


Ve çember bir sıraya dizilmiş gibi saymaya başladı, herkes Teker teker Tekrar tekrar Kupkuru bir ses Yutkunamadan “…….en doğrusu o olacak değil mi?” “Haklısın.” “Haklısın.” “Haklısın.” “Haklısın Abi.” Siz hiç titreyen ve her şeye rağmen insanın göz bebeklerine tutunmuş, çaresizlik içerisinde küçücük bir kıvılcım bekleyen o ışığın bir anda sönüşünü gördünüz mü? Bütün yüz hatlarını geren ve yakaran..Göz bebeklerinin içerisinden uçuruma düşen. Biz gördük. Her şeyi gördüm. Yüzündeki her bir kasın değişimini, seğirişini, göz bebeklerinin kararmasını. Ve tüm bu onay cümlelerinin üzerine Yaşananların anlaşılamamış ama omuzlarımıza çöken ağırlığıyla, Turuncu sokak lambalarının altından adım adım evimize ilerledik. Daire olan. Çünkü bazen gidilmesi gerekiyordu. Elimde hala kulaklarından tuttuğum ananas vardı.

AYSU



AYSU


NİNNİ

Bana şeytanın tırnağının koptuğunu söyleyin ve tanrının paranoyalarının azdığını. Kimse uyuşturucu tüketmedi. Ev de parti var. Cam çerçeve alaşağıya. Bilekleri kesik seslerin solukları da kırılıyor, şu kadın şarkı söylemeyi bıraksın yoksa 3. kattan ufalanmaya başlayacağım. Eminim bu saatten sonra şiir de yazmayacağım. Tüm kitapları yakacağım. Kalbimi f tipi beddualara kilitleyeceğim. Duvarları yumruklayıp tedavisi olmayan cümleler sarf edeceğim. Bu saatten sonra çok kişiyi üzeceğim. Kendime sokağa çıkma yasağı ilan ediyorum, cebime de dikiş tutmazlar. Bu saatten sonra hayallerime paha biçeceğim. Bu saatten sonra yumruklarıma yakışan duvarları vaftiz edeceğim. Gökte doğsam da yere düşmeyeceğim. Yer çekimine inat değil mi toprağın bile yüzüne tüküreceğim. Şu kadını susturun yoksa günah çıkarmaya gideceğim, kendimi aforoz etmeden hemen önce. İyi kalpli ucubelerimi yutup mışıl ile ışık takasına gireceğim. Ben de beyaz bir pelerin giyeceğim.


Bulutların üzerine işediğim de şükür diyecekler, kahkahalar atacağım, 64 metre yükseklikte. Ne sandın ya! Bu saatten sonra senin de yüzüne bakar mıyım? Hortlarım da sana minnet etmem. Işığını söndüreceğim. Bu saatten sonra küfür de etmeyeceğim. . Sevmeyeceğim de, en güzel yemekleri, kadınları, Kadıköy de sabaha karşı Haydarpaşa Garı’nı. Delirmeyeceğim. Delirmekten beter edeceğim zulmü, ziyanı, aklımın kırık katlarını, asma bahçelerini, gardırop aynalarını. Sokak lambalarının kalemini kırdım. Bu saatten sonra saate bakmayı da yasaklıyorum. Bakmayacağım yüzüne ne yelkovanın ne senin. Ev de parti var. Herkes ağlıyor, ağdalı ağdalı kelimeler ateş ediyor. Tarih ortadan kayboldu. Usul usul bir faili meçhul daha gözü arkada kalmadan toz oldu. UMITT



TURŞU BİBER VE İNTİHAR DENEMELERİ Tavuk döner kokusu burnuma çarptı, dışı çıtır çıtır kızarmış içi yumuşacık bir tavuk istese de canım, vapura binmeme kalan son çeyrek saatte, elimde sadece bu hangi kuştan yontulduğu belli olmayan tuhaf kabuğumsular vardı. Bolca yeşil ve kırmızı arasında ekmekte kaybolan.. Bende bir tavuk döner aldım. Seçeneğin olmaması bazen iyi olabiliyor. Ya da ucuzluk ve dünya halleri. “Bir tavuk döner, lütfen.” Dedim. “Hanfendiye bir tavuk döner!” diye bağırdı ve anında elimde belirdi ekmek, iki buçuk lira. Gözüme anında çarpan turşu biber kavanozunun hemen yanına gittim. Camlı ölmenin yanına uzanıp kavanozu kucakladım, yanımdaki iki müşteri sırada bekliyordu, ki çalışanlar da beni izliyordu ve ben o iki buçuk tlnin on katı edecek biberi, uzun uzun ve ince ince istifledim ekmeğin içine. Yer açmak için bazı ezilmiş domatesleri de tezgahın üzerine çıkardım. Şaşkın gözlerle baktıklarının farkındaydım, ama o an kanımın içine, damar çeperlerime çekiliyordu o biberler, bunun daha da farkındaydım. Tam olarak o biberlere “ihtiyacım vardı.” Uzunca bir süre, ki belki de kısadır. Bazen bilirsiniz ki bir takım yeşillikler zamanı yıkar ve yeniden yaratır. Tamamen size özgü bir zaman. Sanki başından beri hayali kurulan şey oymuş gibi. Kavanozun içinden yanıma gelmemek için çırpınan biberlerle savaştım. Karıştırdım, dibine daldım derininden çıktım ve büyük savaşların zavallı ganimetleri gibi elimdeki biber dolu ekmekle ilerledim. “Dı- dıt!”


Öğrenci kartının o sevimsiz sesi Kendime –kadar- bir yer bulup oturdum, anında onlarca insan akın etti. Çantamı kucağıma aldım, ekmek arası da elimde, ben kalan son koltukta ve tüm insanlar tepemde, “On dakikası var.” (Somutlaştırmak konusunda ciddi sorunlarım vardır.) Ekmeğin en kuru kısmını ağzıma aldım, Bir an kendimi “çok sarhoş ve hatırlayamayacak gibi” hissettim, uzun biberi kendi yaptığım kötü bir spagettiymiş gibi çektim dişlerimin arasından. Kulaklarımın arasında çaresiz kalan, beynimde bangır bangır çınlayan ve Tanrı’yı sorgulayan adama rağmen, Dişlerimin arasında ezilen biberin sesi çok netti. Ve sonra diğer biber, Isırdığımda içinden dudaklarımın kenarına acı bir su aktı, silinebilecek bir şey değildi oysa. Ve sonra bir tane daha, henüz yarısına gelmemiştim, Fakat çoktan ağzımın içerisinde atan yeni bir kalbim vardı. Dudaklarım uyuştu, arada ısırıyorum ki sadece küçük bir dokunuş hissi. İnsan sayısı gittikçe artmıştı, artık kolumu kaldırıp yeni bir ısırık almak bile zor olmuştu ki O an ağzımda beliren yeni bir biberle gözlerimden yaşlar boşaldı, Damla damla akıyordu, Patır patır. Denize düşecek gibiydim. “ O saygı duyduğum tüm melekler ve belki diğerlerinden biri olmayı seçmeyenler, Artık 15 Temmuz diye mi anılmaya başlayacaklar?”


Her şeyi arkasında bırakmayı seçmiş, diğerlerinden olamayıp mutsuzluğu göze almış. Nasıl ölmüş, Nerden atlamış? Avuçlarımı sıkıyorum, içlerine tırnaklarım batıyor, iyice sıkıyorum daha derine, Dudaklarım sanki boğazımın içine kaçmış. Nefes almak istesem ciğerlerim yerinde değil, Bir sonsuz boşluk yükseliyor midemden, İnsanlar bakıyor, görüyorum gözlerini Birkaç biber dökülüyor kucağıma, gittikçe artıyor Her şey artıyor, ağırlaşıyor, fazla geliyor. Vapur kıyıya yanaşmış, insanlar iniyor, bir anda kalabalık tek bir bedenmiş gibi giriyor vapura. Benim dudağımın yanından hala o biber suyu sızlıyor, Küçük alevli noktalar geziniyor dudaklarımda, Suyun yüzeyine bakıyorum, Kıpkırmızı bir damla gibi bir iz, Suyun kendisine bulduğu yol. Denize düşecek gibiyim, Düşsem, Tuzlu su bütün acılarımı yakar mı?

AYSU


DELIK 2 Bana güven Tanrım Kaderimle kumar oynamıyorum Otoyolu asla terk etmedim Senin küçük orospuluklarını görmezden geliyorum ve parmağımı asla indirmiyorum. Sana inanmadığımı biliyorsun, senden kopamadığımı da Ucuz günahlarımı bir ara affedersin Bildiğim yoldan gidiyorum Hayallerin sarkacında inciler dizerek şeritlere, diz parçaladım, topuk çürüttüm Hatalar hatır oldu, yanlışlar geniş düzlükler. Sanırım yokuştan ufalanıyorum. En son bindiğim aracın fren balatalarından yanık kokusu geldiğini hatırlıyorum Korkma Daha ölmeye karar vermedim Biliyorum bensiz yapamazsın Bana güven. Seni asla terk etmeyeceğim Cohen dinlemeye devam edebiliriz Kar biraz daha az yağsın, yağmur daha dingin, güneş daha ılık.. Olur mu? Daha sadık! Kirpiler ağaçlara tırmanamaz ama çakallar kirpi sevmez Acı tadında güzel, canıma değsin yeter Sen bunu unutma Tanrım


Yani bokunu çıkarma diyorum Emniyetli şeritler çocuklar ve yaşlılar için Beni siktir edeli çok oldu Amerikan cocker’ım da dobermanlara makas atıyorum Öyle düşün Şimdi sen bu dediklerimden bi sikim anlamadın biliyorum Sorsan ben de anlamadım Sen karıştırma orasını Üzümünü ye olur mu? Bilmediğin günlükleri elinde tutma Yazmadığın şeyleri yaşama Görmediklerini bil Ama duymadıklarını tanı Yol pişkin Asfalt çiğ et kokuyor Sigarama benzin Buğu ve flu Yolda mevsim değişiyor Kuzey ışıklarını bilmem ama Tanrım sana bir sürü isim takmışlar; herkes arkandan konuşuyor Ben hariç! Ben seni tanımadığımı bu yüzden hakkında yorum yapamayacağımı söylüyorum umarım yanlış anlamazsın


Bu arada şeytanın selamı var Robert Johnson ile 4 yolda karşılaştım hala ellerinde o gitar, tın tın blues tripleri, hatırlarsın bence Hani şu siyah Afrikalı, tarladan çalışan, kölelerin müziği Şimdinin maden ocağı Blues demişken Yavuz nasıl? Merak ediyorum güzel adammış -hiç görmedim ama- “Yaşamak istemem aranızda” demesi ve bir otoyol kenarından, seni, 64 metreye peşinden sürüklemesi çok ilgimi çekti Sanırım cennet tuzlu sular altında Annelerin ayaklarının altı koca bir mit. Annemi seviyorum o kadar, orada iyi yani, babamda iyi sağ olsun orada iyiler bildiğin gibi. Nietzsche! o nasıl? sen ondan haber ver O seni en son öldürmüştü Çok ayıp etmişti Çok! Bilirsin bu işler bazen ikili ilişkilerde sarpa sarıyor Layne demişti “love hate love” diye Boşuna dememiş Ben sana cümle kurmuyorum tanrım bana güvenebilirsin Adını bile anmıyorum İnançsız çöl yumrusuyum Yastıkla aramdaki sırdan ibaretsin Uykusuzluk belirtisi, canımın sıkıntısı kadar yakınsın o kadar Bana güvenebilirsin Gidilecek günlerin viyadüklerinden yaşanacak salvolardan sonra ilk çıkıştan kaç günah varsa selam olsun -aleistercrowleyciğime


Daha ölmedim. Kimse ölmedi yani Biraz daha politika biraz daha sanat biraz daha aşk biraz daha para biraz daha gündem biraz daha zırva biraz daha safsata Alevli meyve salatası cümle mühendisliği alttan dersler bölüm başkanlığı Yozgat’tan İzmir’e Hakkari’den Edirne’ye monomit, minör edebiyat Hepsini psikotik topla aritmetik çarp tanrım Ben masumum hala seni terk etmedim Seattle’den Hindukuş’a Kün fe yekün be Tanrım! Sigaramı söndürme yeter Bu muhabbet çok uzadı mevzuyu biliyorsun Sağlıklı beslen çürüyerek öl To be cont.... devam etmeyecek

2


... Bu, duyumsal hazzın gelişmesi sonucu meydana gelecek. Ancak ilk önce insanın ruhundan ayrı bir bedeni olduğu kanısının silinmesi gerekiyor; bunu cehennemi yöntemle, cehenem’de son derece yararlı ve şifa verici olan, görünen yüzeyleri eriterek saklı olan sonsuzu ortaya çıkaran aşırıcılarla baskılar yapmak yoluyla ben yapacağım. Eğer algının kapıları temizlenseydi herşey insana olduğu gibi görünürdü, sonsuz. Çünkü insan kendisini kapattı, ta ki tüm şeyleri mağarasındaki dar çatlaklardan görene dek. William Blake

BU BİR AYSU UZER&ÜMİT ELBAŞ PRODÜKSİYONUDUR.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.