45 minute read

S

Next Article
S

S

BAKIŞ AÇISI

İlhan Bilgü

Advertisement

ibilgu@camiahaber.com Müslümanların Hürmet Ettiği Her Müslüman’a Karşı Çıkmak!

Elinize aldığınız her gazetede, İslam ve Müslümanlarla ilgili her kitapta, televizyonda izlediğiniz, radyoda dinlediğiniz her programda, sosyal medyadan takip ettiğiniz her paylaşımda dünyanın herhangi bir yerindeki bir Müslüman’a karşı saldırıda bulunulduğuna şahit olmuşsunuzdur. Ve Müslümanlara örnek gösterilen “Müslüman” sıfatlı pek çok kişinin, hiç de Müslümanlar tarafında yer almadığı hâlde “örnek Müslüman” diye gözünüzün içine de sokulduğuna mutlaka şahit olmuşsunuzdur.

"Bu hâliyle, ortalıkta sevdiğimiz, saydığımız, itibar ettiğimiz âlim, siyasetçi yani “adam gibi adam,” “hanım gibi hanım” bırakmadılar."

Cümlelerimizde kullandığımız “her” kelimesini olayı abartma olarak değerlendirmek mümkün. Fakat, istisnalarını saymaya kalkışsak 1.5 milyar sayısı içerisinde hakikaten Müslümanların hürmet gösterdiği, lider saydığı, sevdiği, iyi “adamdır”, iyi “hanımdır” dediği, buna karşılık da medyanın aşağılamadan, kötülemeden bahsettiği Müslümanların sayısını 3-5’in bir üstüne çıkaramayız. Elbette ki, insanoğlu hata ile mualleldir. Müslümanların sevdiği, saydığı hatta “öncü” gördüğü insanlar da hata sahibi olabilirler. Sanki, bizi sorguya çeken, medyacıların ve siyasetçilerin ve dahi bizzat kendimizin hatası yok mu? Başkasının, istemediği, kabul etmediği hatta red ve itiraz ettiği düşüncemiz, davranışımız, söylemimiz yok mu? Hem de sürüsüyle. Hatalı ise, yanlış ise kabul edilmez olur biter. Şu hatası, bu hatası var diye de kişileri toptan sildirmek, bulaşıcı hastalık sahibi gibi onları terkettirmek açıkçası artık çok sırıtıyor. Bu hâliyle, ortalıkta sevdiğimiz, saydığımız, itibar ettiğimiz âlim, siyasetçi yani “adam gibi adam,” “hanım gibi hanım” bırakmadılar. Bu insanlara acıtıcı, incitici ve alaycı sıfatlar taktılar. Buna karşılık kendilerinin hoşlandıkları kimseler “katil” de olsa “demokrat” oldu, “özgürlükçü” oldu. Maalesef medyanın bu çarpıtıcı, aşağılayıcı ve yönlendirici tutumu siyasetin de rehberi olmuş. Avrupa’da şimdi AB dışındaki siyasi partilerin propaganda yapmalarının yasaklanma süreci başladı. Ama, inanın ki, bu propaganda yasağı, sadece kendilerinin hoşlanmadıkları siyasetçilere gelecek. 2014 yılından beri bunu açıkça gördük. Katillerle kol kola, yol yola olanlar “özgürlük ve demokrasi” adına konuştular, bağırdılar, çağırdılar. Diğerleri ise yine demokrasi ve özgürlük adına susturuldular. İslam dünyası işte bunun için bu iki yüzlü, iki gözlü ama tek yönlü siyasete, bu propagandaya güvenmiyor, itibar etmiyor. Bu çok normal. Çünkü, burada “bize niye güvenmiyorlar?” sorusu yerine, “Biz Müslümanlara niye güven veremiyoruz?” sorusu sorulmalıdır.

"İz Bırakan Hayırlı Kadınlar" Anıldı

İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Kadınlar Teşkilatı’nın, İslam’a ve insanlığa hizmetleri ile tanınan Müslüman kadınları anmak için yaptığı Hayrunnisa - İz Bırakan Hayırlı Kadınlar programları çeşitli bölgelerde çevrim içi olarak gerçekleştirildi.

İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Kadınlar Teşkilatı Hayrunnisa – İz Bırakan Hayırlı Kadınlar programları bu sene online katılımla gerçekleştirildi. Kanada’dan Avustralya’ya değin 40 bölgede 6 bin kişinin katılımı ile yapılan programlar online gerçekleştirilmesine rağmen beğeni aldı. Programlarda Nimet Jahic, Merwa El Sherbini, Gülseren Gümüş, Dr. Ayşe Humeyra Ökten, Ayşe Çokokur, Şule Yüksel Şenler, Zübeyde b. Cafer ve Fatıma El Fihri gibi öncü kadınlar tanıtıldı.

Konuyla ilgili olarak Camia’ya konuşan IGMG Kadınlar Teşkilatı İrşad Başkanı Nermin Yalınkılıç şunları söyledi: “Bu çalışma Hayrunnisalar olabilmek için IGMG Kadınlar Teşkilatı İrşad Birimi olarak, 2018 başlattığımız bir projedir. İlk bölümlerimizi, sahabe hanımları ile başlattık. Bu yılki projemizde ise bir farklılık yaparak, yaşadığımız asırda yaşamış olan hanım efendileri andık. Kendi içimizden olan hanımları andık. Bu projede hedef ve gayemiz ise bu örnek hanımların, inançları uğruna gösterdikleri fedakârlıkları, duruşları, cesaretleri, örnek özelliklerini bu asrın mümine hanımlarına örnek olarak sunmak idi. Her Müslüman kadının da yaşadığı asırda bir Hayrunnisa - iz bırakan bir kadın olabileceğini göstermek, hatırlatmak istedik.”

KIMILDAYAN ÜÇ PARMAĞININ HESABINI VEREMEMEKTEN ENDİŞE DUYARDI

Hayrunnisa - İz Bırakan Hayırlı Kadınlar programlarında 15 hatibe bölgelere konuk oldu. Ömrünü tekerlekli sandalyede geçiren ve sadece kımıldayan üç parmağının hesabını verememekten endişe duyan Gülseren Gümüş’ün kurduğu derneğe ve yazdığı kitaplara dikkati çekildi. Gümüş’ün “Sağlıklı azalarımızın değerini bilip, Allah için yorulmalı ve yine O’nun için ayağa kalkmalıyız.” dediği hatırlatıldı.

“ONUN ŞEHADETİ MÜSLÜMAN KADINLARA NASİHAT NİTELİĞİNDE”

2009 yılında çocuğunu parkta oynatırken tesettüründen dolayı ırkçı içerikli hakarete uğrayan ve bu yüzden mahkemede hakkını arar iken eşi ve çocuğunun gözleri önünde, şehit edilen Merve El-Sherbini programda anıldı. Onun şehadetinin Müslüman kadınlara nasihat niteliğinde olması gerektiği söylendi.

SEN ÖNCE İSLAMSIN SONRA ARNAVUTSUN

Hatibeler Bosna’nın Nimet Jahic annesini de anlattı. Türkiye’de yapılan programın konuğu olan KT Başkanı A. Handan Yazıcı “O bir Osmanlı hanımefendisiydi, eğitimli donanımlı birkaç yabancı dile hâkim olan, yılmayan sağlam şahsiyetlerdendi. Ona, sen önce İslam’sın sonra Arnavut’sun derlerdi. İslam adına yapılan her çalışmaya öncülük etti, liderlik etti. Bosna savaşında yardımlar konusunda elçi oldu, köprü oldu. İlerleyen yaşına rağmen Kur’ân-ı Kerîm öğretti, sohbetler verdi. Deyim yerindeyse tam bir mücahide idi.” dedi.

PEYGAMBER’İ RÜYASINDA GÖRÜP, MEKKE’YE SU YOLU YAPTIRAN KADIN

Hayrunnisa - İz Bırakan Hayırlı Kadınlar programlarında Zübeyde b. Cafer hakkında, "Cömertlikte sınır tanımayan, toplumsal hayra çok önem veren hatta Efendimiz (s.a.v.)’i rüyasında görmesi üzerine Mekke’ye su yolu yaptıran cömert kadındı." denildi.

DÜNYANIN İLK ÜNİVERSİTESİNİ İNŞA EDEN KADIN

İlimde öncülüğü ile tanınan, Fatıma El Fihri’nin hakkında ise "Ezber bozan kadın.” olarak “Yaşadığı yörenin değil, dünyanın ilk üniversitesini, El-Karaviyyın’ı tüm imkânlarını kullanarak inşa ettiren kadın.” İfadeleri kullanıldı. Onun öncülük ettiği üniversitenin İbn-i Haldun, İbn’ül Arabi, El İdrisi gibi asrın en büyük ilim insanlarını yetiştiren bir ilim merkezi olduğu vurgulandı.

"DAVASINA SADIK, HASTALARINA MÜŞFİK"

Cumhuriyet döneminin ilk tesettürlü doktoru Dr.Ayşe Humeyra Ökten için ise, "Kızılay tarafından hacca gönderiliyor ve orada yaptığı dua ile efendimizin yanında senelerce gelen hacıları tedavi ediyor. Bir vakfın yapacağını tek başına yapan, davası uğruna sağlam ve çevik, hastalarına karşı çok müşfik bir kadın idi. " ifadeleri kullanıldı.

BELGE

URKUNDE

DOKTOR, HASTANE, BELEDİYE, KONSOLOSLUK

ARZT, KRANKENHAUS, RATHAUS, KONSULAT

RESMÎ İŞLEMLER

BEHÖRDENGÄNGE

YIKAMA, KEFENLEME, TABUTLAMA, NAMAZ

RITUELLE WASCHUNG, WICKLUNG DER LEICHE, ENTSARGUNG, BETEN

DİNÎ VECİBELER

RELIGIÖSE VORSCHRIFTEN NAKİL

ÜBERFÜHRUNG

TESLİM

ÜBERGABE

EN HÜZÜNLÜ GÜNÜNÜZDE YANINIZDAYIZ

IN SCHWEREN STUNDEN SIND WIR BEI IHNEN

REFAKATÇİ İLE TRANSFER

TRANSFER MIT BEGLEITUNG CENAZE YIKAMA VE KEFENLEME KURSLARI

ISLAMISCHE BESTATTUNGSKURSE MEZARLIK ZİYARETLERİ VE TEMİZLİĞİ

FRIEDHOFSBESUCHE UND GRABPFELGE

DEFİN ADRESİ

BEERDIGUNGS ORT HOSPİS VE PALYATİF DESTEK VE REHBERLİK HİZMETLERİ

HOSPIZ- UND PALLIATIVBEGLEITUNG MANEVİ DESTEK HATTI TRAUERHOTLINE

Almanya’da Asgari Ücrete Zam Teklifi: Aylık Brüt 1920 Euro

Almanya Maliye Bakanı Olaf Scholz ve Çalışma Bakanı Hubertus Heil, asgari saat ücretini 2022 yılına kadar 12 Euro'ya çıkarmak istediğini açıkladı.

Avusturya’nın başkenti Viyana’da bir grup Uygur Türkü, otomobil üreticisi Volkswagen firmasının Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki fabrikasında, kamplarda tutulan Uygurların "zorla çalıştırıldığı" yönündeki iddialara tepki gösterdi.

Almanya’da Maliye Bakanı Olaf Scholz ve Çalışma Bakanı Hubertus Heil’dan asgari ücret ile ilgili zam teklifi geldi. Buna göre Scholz ve Heil, asgari saat ücretini 2022 yılına kadar 12 euroya çıkarmak istediğini açıkladı. Scholz, “Koronavirüs kahramanlarını çok alkışladık. Onların 2022 gibi erken bir tarihte asgari saat ücreti 12 Euro olmalı” dedi. Hubertus Heil da aynı görüşü savundu. Scholz, bunun mevcut hükûmet ile gerçekleşmeyeceğini söylerken, “Bu konuda kendimi kandırmıyorum. Bu hükûmet ile bu iş olmaz. Koalisyon ortağımız, daha yürürlüğe girer girmez, asgari ücret konusuyla mücadele etmeye başlamıştı.” diye kaydetti.

2021 YILINDA 9,50’YE YÜKSELTİLMİŞTİ

Öte yandan Almanya’da 2021 yılıyla birlikte asgari saat ücreti 9,50 Euro’ya yükseltilmişti. Aylık brüt ücret ise yeni zam ile 1520 Euro olmuştu. 1 Temmuz 2021 tarihinde ise saat ücretin 10,45’e çıkartılacağı açıklanmıştı. Olaf Scholz, daha önce de defalarca, başbakan olması durumunda, asgari saat ücretini 12 Euro’ya çıkaracağını duyurmuştu.

TEKLİF KABUL EDİLİRSE AYLIK 1920 EURO OLACAK

Ayrıca asgari saat ücretinin en az 12 Euro’ya çıkarılmasının, Sosyal Demokratlar Partisi’nin seçim programı taslağında yer aldığı belirtildi. Bu teklifin gerçekleşmesi durumunda aylık asgari ücret brüt 1920 Euro’ya yükselecek.

Uygur Türkleri, Otomobil Üreticisi Volkswagen’i Protesto Etti

Avusturya’nın başkenti Viyana’da bir grup Uygur Türkü, otomobil üreticisi Volkswagen firmasının Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki fabrikasında, “yeniden eğitim merkezi” adı altında faaliyet gösteren kamplarda tutulan Uygurların “zorla çalıştırıldığı” yönündeki iddialara tepki gösterdi.

10 ÜLKE VE 15 ŞEHİRDE EŞ ZAMANLI PROTESTO

Avusturya Uygur Birliği Başkanı Mevlan Dilşat, yaptığı açıklamada, dünya genelinde 10 ülke ve 15 şehirde eş zamanlı olarak Doğu Türkistan Gençlik Kurultayı öncülüğünde Volkswagen’in protesto edildiğini söyledi. Dilşat, Çin’in Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında insan haklarına aykırı bir şekilde tuttuğu Uygur Türklerinin, aralarında otomobil üreticisi Volkswagen’in de bulunduğu çok sayıda tanınmış markanın fabrikalarında zorla çalıştırıldığını söyledi. Aralarında Almanya, Fransa ve Hollanda’nın da bulunduğu 10 ülkede başlayan gösterilerin her hafta düzenli olarak yapılacağını kaydeden Dilşat, protestoyu kısa sürede çok daha fazla ülkeye yaymak istediklerini ifade etti.

“VOLKSWAGEN’İN DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ FABRİKASINI KAPATMASI İÇİN HER HAFTA GÖSTERİ DÜZENLEYECEĞİZ”

Dilşat, Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü tarafından “satılık Uygurlar” başlığıyla yayımlanan bir raporda, aralarında Volkswagen’in de bulunduğu çok sayıda uluslararası markanın üretim merkezlerinde, kamplarda tutulan Uygurların zorla çalıştırıldığının rapor edildiğini anlattı. Çin tarafından sayısız insan hakları ihlaline maruz kalan Uygur Türklerinin bir kez daha sömürüldüklerini vurgulayan Dilşat, “Volkswagen’in Doğu Türkistan’daki fabrikasını kapatması için her hafta gösteri düzenleyeceğiz.” dedi.

ÇİN’İN SİNCAN UYGUR ÖZERK BÖLGESİ’NDEKİ UYGULAMALARI

Çin’de son yıllarda Uygur Türklerinin kimlik ve kültürlerine yönelik ihlaller, uluslararası kamuoyu tarafından eleştiriliyor. Pekin’in “mesleki eğitim merkezleri” olarak adlandırdığı, uluslararası kamuoyunun ise “yeniden eğitim kampları” diye tanımladığı yerlerde, BM verilerine göre en az 1 milyon Uygur Türkü kendi rızası dışında tutuluyor. Pekin yönetimi, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde kaç kamp bulunduğuna, buralarda kaç kişinin olduğuna ve söz konusu kişilerden ne kadarının sosyal hayata döndüğüne ilişkin bilgi vermiyor.

BM ve diğer uluslararası örgütler, kampların incelemeye açılması çağrılarını yinelerken, Çin, şu ana kadar kendi belirlediği birkaç kampın az sayıda yabancı diplomat ve basın mensubu tarafından kısmen görülmesine izin verdi. HUKUK KÖŞESİ Yusuf Kutlucan

hukuk@camiahaber.com Leasing (finansal kiralama) Otomobil Ve Süresiz Anlaşma İptal Hakkı

Almanya Federal Mahkemesi yıllar önce yapılan ve kilometre bazlı hesaplanan Leasing’ler (finansal kiralama) de „Widerrufsjoker“ denilen hakkın, yani süresiz anlaşmayı iptal etme hakkının, olmadığına dair karar açıkladı.

Bazı avukatlar tüketicilerin rücu hakkıyla (Alm.: Widerrufsrecht) finansal kiralama yoluyla edinilen otomobil anlaşmalarından kurtulmalarına yardımcı olmayı amaçlıyordu. Finansal kiralamada otomobil satın alınmıyor. Tüketici otomobilin kullanım hakkı için aylık para ödemek zorunda, yani bir nevi kira.

Anlaşma süresinin sonunda ise genelde otomobil iade edilmekte. Bunun ise iki farklı modeli mevcut. Birinde kullanılacak kilometre belirleniyor, diğerinde ise arabanın yıpranma sonrası değeri üzerine bir anlaşma yapılıyor. Her iki modelde de tüketici sonunda tekrar para ödemek zorunda kalabiliyor.

Yıpranma sonrası değeri biçilen modelde rücu hakkı olduğu tartışmasız mevcut.

Rücu hakkı tüketiciyi korumayı amaçlayan ve normal şartlarda 14 gün boyunca düşünme fırsatı veren bir haktır. Rücu hakkını kullanarak ödenen parayı geri almak istenebiliyor, üstelik kullanım ve yıpranma karşılığında ödeme yapmadan.

Bu 14 günlük süre ise tüketici rücu hakkı ile ilgili yeterli düzeyde bilgilendirildikten sonra başlamakta. Bu bilgilendirilme yapılmazsa veya yetersiz kalırsa telafisine kadar süre başlamıyor, yani bir nevi süresiz. Buna ise „Widerrufsjoker“ deniliyor.

Almanya Federal Mahkemesi ise Leasing’de böyle bir hakkın kilometre bazlı olmadığına dair hükmetti. Gerekçe olarak ise kanunun rücu hakkını finansal oto kiralamada sadece 3 şekilde tanıdığını sundu. Bunlardan biri yıpranma sonrası değeri biçilen model, diğerleri ise Leasing süresi sonrası anlaşma gereği veya Leasing şirketi isteğine bağlı olarak anlaşma gereği tüketici arabayı satın almak zorunda ise rücu hakkı vardır. Bunun haricinde kıyasen bir açılma mümkün olmadığına karar verdi.

"Rücu hakkı tüketiciyi korumayı amaçlayan ve normal şartlarda 14 gün boyunca düşünme fırsatı veren bir haktır. "

Müslüman Kadınlardan Sağlık Çalışanlarına Moral Ziyareti IGMG Çocuk Kulübü İnternet Sayfası Açıldı

Kuzey Hollanda Millî Görüş Hilversum Hidayet Cemiyeti Kadınlar Teşkilatı (KT) sağlık çalışanlarını ziyaret etti. İslam Toplumu Millî Görüş Çocuk Kulübünün, çocukların severek ve eğlenerek izleyeceği internet sayfası online erişime açıldı.

Hilversum Hidayet Cemiyeti Kadınlar Teşkilatı moral ve motivasyon amacıyla bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret edilen yerler arasında, pandemi sürecinin başından beri insanlara hizmet eden ev doktorları, eczacı ve fizik tedavi merkezlerinde çalışan sağlık ekipleri yer aldı. Müslüman kadınlar ziyaretleri esnasında sağlıkçılara bu dönemdeki fedakârlıklarından dolayı teşekkür etti.

SHERPA WELZİJN’DEN SICAK KARŞILAMA

Engellilere yönelik hizmetler sunan “Sherpa Welzijn” kuruluşu da bu kapsamda ziyaret edildi. Ziyarette, Kuzey Hollanda Millî Görüş teşkilatının insani yardımlaşma ve dayanışma çalışmalarını desteklediği aktarıldı. Heyet bu süreçteki hizmetlerinden dolayı Sherpa Welzijn çalışanları da tebrik etti. Kurumun idarecilerinden Olga Fakkeldij heyeti bürosunda kabul etti ve dayanışma dolayısıyla memnuniyetini dile getirdi.

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA TEŞEKKÜR ETTİLER

Heyette Hilversum KT Kurumsal İletişim Başkanı Şifa Bulut Bayrak ve Hilversum KT Sosyal Hizmetler Başkanı Kısmet Keleş de yer aldı. Bayrak ve Keleş, sağlık çalışanlarına fedakârane hizmetleri, nöbetten nöbete koşmaları sebebiyle tebrik ve teşekkürlerini bildirdi. Binlerce üyesi olan İslam Toplumu Millî Görüş Çocuk Kulübü internet sitesi, çocukların eğlenirken öğreneceği, yeni arkadaşlarla tanışacağınız, güzel masal ve hikayelerle buluşacağı bir platform olarak hazırlandı.

IGMG Çocuk Kulübü internet sitesinde, kulübün aylık yayın organı Gökkuşağı’nın eski sayıları da bulunuyor.

http://www.igmgcocuk. org adresinden erişilen IGMG Çocuk Kulübü internet sayfasında çok sayıda videolar, el becerileri, oyunlar, tarifler, deneyler, bulmacalar çocukları eğlendirerek, güzel zaman geçirmelerini sağlıyor. Sayfanın rehberi IGMG Çocuk Kulübü’nün sevilen karakterleri olan Karınca Kadir ve Karınca Esma.

Bu arada, IGMG Çocuk Kulübü internet sayfasından, PLURAL Yayınevi’nin yayımladığı pek çok çocuk kitabının alış linkine de ulaşmak mümkün.

Werl Cemiyetinin İki Ayda İki Acı Kaybı

IGMG Ruhr-A Bölgesi Werl Şubesi, son bir buçuk ay içerisinde iki başkanını da kaybetti. Ocak ayı sonunda Başkan Adnan Alkan, şimdi de Ali Osman Yaralı vefat etti.

İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Ruhr-A Bölgesi Werl Şubesi son bir buçuk ay içerisinde iki acı kayıp yaşadı. Ocak ayı sonunda vefat başkan Adnan Alkan’dan sonra vekaleten başkanlığı yürüten Ali Osman Yaralı da vefat Etti. ralı’nın cenaze namazı başkalığını yaptığı Werl şubesinde kılındı.

Havanın soğuk ve yağmurlu olmasına rağmen cemaat namaz için camiye akın etti. Korona tedbirlerine uyularak kılınan cenaze namazını İslam Toplumu Millî Görüş Teşkilatlanma Başkanı Murat İleri kıldırdı.

Danimarka’da Gençler İçin Eğitim Fuarı Düzenlendi

Danimarka'da 450 gencin katılımı ile gerçekleşen Danimarka İslam Toplumu Gençlik Teşkilatı Eğitim Fuarında 21 meslek temsilcisi, kendi alanlarında gençleri bilgilendirdi.

Danimarka İslam Toplumu Gençlik Teşkilatı (DİT GT) orta okul ve lise son sınıf öğrencilerinin geleceğe hazırlanmasına yardımcı olmak için Eğitim Fuarı düzenledi.

21 dalda eğitim ve öğrenim için danışmanlık ve rehberlik hizmeti verilen Eğitim Fuarına ilk gün 100 öğrenci katıldı. Toplamda 450 öğrencinin katıldığı fuar online olarak gerçekleştirildi. Alanlarında hem meslek hem de eğitim tecrübesi bulunan 21 kadar uzman, gençlerin okumak istediği eğitim ve mesleklerle ilgili soruları cevaplandırdı. Hayatlarında yeni bir sayfa açmaya hazırlanan orta okul ve lise son sınıf öğrencileri, DİT Eğitim Fuarını yönlendirici ve bilgi verici buldu.

Geleneksel olarak iki yılda bir eğitim fuarı düzenleyen DİT GT bu sene pandemi sebebiyle online olarak düzenlenen fuara katılımın oldukça iyi düzeyde olduğunu açıkladı.

Danimarka İslam Toplumu Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanı Huzeyfe Aydın da yaptığı değerlendirmede, gençlerin online da olsa bu fuara ilgi göstermelerini takdir etti. Aydın, gençlerin aynı mahiyetteki danışma ve bilgilendirme programlarının devamını istedikleri söyledi.

"Almanya'da Korona Salgını, Gençlerin İş Bulma Şansını Yükseltecek"

Yapılan bir araştırmaya göre, Almanya'da gelecek yıllarda iş ortamlarının daha da dijitalleşmesiyle birlikte, gençlerin iş bulma şansının yükseleceği kaydedildi.

Almanya'da "korona nesli" olarak adlandırılan mevcut nesil, kendisini, özellikle geleceğiyle alakalı, ortada bırakılmış ve haksızlığa uğramış hissediyor. Fakat dünyanın en büyük ekonomik tahmin ve analiz kuruluşlarından Oxford Economics'in yaptığı yeni bir araştırma, bu gençlere umut olacağa benziyor. Buna göre bu gençlerin becerilerinin, hızlı bir şekilde değişen iş pazarında, büyük talep göreceği belirtiliyor.

"KORONA JENERASYONU"

Özellike mevcut durumda iş pazarı, pandemi nedeniyle büyük bir kriz yaşıyor ve bu durumun geleceğe yönelik ne tür etkileri olacağı da endişeye sebep oluyor. Özellikle gençler, mesleki olarak büyük bir çıkmaza girebileceklerini düşünüyor. Bir taraftan, ekonominin gelecek senelerde pandeminin etkisiyle zor bir dönem geçireceğini düşünen gençler, diğer taraftan ise kendilerine uzun bir müddet okula gitmedikleri için "korona jenerasyonu" damgası vurulacağını düşünüyor.

"BECERİLERİ İLERİDE BÜYÜK TALEP GÖRECEK"

Oxford Economics'ten ekonomi uzmanları ise bu durumu farklı değerlendiriyor. Buna göre şirket, "ekonomiyi dijitalleştirme" konusunda gençlerin üstlenecekleri rolü araştırdı. Araştırmaya göre, 1990 ve 2010 yılları arasındaki gençlerin becerilerinin, gelecek yıllarda büyük talep göreceği belirtildi. Bunun nedeninin ise hâli hazırda zaten dijitalleşmiş olan iş piyasanın, korona salgını ile birlikte daha da dijitalleşmiş (Evden çalışma, müşteri ve iş arkadaşlarıyla dijital yollarla iletişim kurma gibi) olması olarak görülüyor.

"BU ÖZELLİKLERİN ŞİMDİ BİLE ŞİRKETLERDE BÜYÜK ROLLERİ VAR"

Yapılan araştırmada mevcut gençlerin dijital hayat ve düşünce tarzıyla iç içe oldukları belirtildi. Ayrıca korona salgının bu gençleri, dijital sorunlarla mücadele etmeyi ve bunun, kendileri tarafından hayatın normal bir parçası olarak görüldüğü ifade edildi. Yaratıcılık ve merak gibi özelliklerin de bu gençlerde bulunduğu kaydedildi. Bu özelliklerin hepsinin şimdi bile şirketlerde büyük rollerinin olduğunun da altı çizildi.

İsim Mehmet Sevindik Hüsnü Çelik Gülnaz Göksu İzzet Çiftci Süleyman Demir Şenol Uzun Caner Çavdar Usein Zulfikar Bebek İkikuyu Emine Kocaslan Nizam Kahriman Zübeyir Altunbaş Zekiye Utanır Mustafa Dinç Recep Yüksel Gülsüm Dursun Celal Ergül Ramazan Budak Ayşe Uzel Hasan Ünaldı Turgut Demirci Haci Mehmet Aksoy Erkan Karaoğlan İsmail Sağlam Zeki Akbıyık Memduh Beslen 25.02.2021 25.02.2021 25.02.2021 27.02.2021 28.02.2021 28.02.2021 28.02.2021 02.03.2021 02.03.2021 02.03.2021 03.03.2021 03.03.2021 03.03.2021 03.03.2021 03.03.2021 03.03.2021 03.03.2021 04.03.2021 04.03.2021 05.03.2021 07.03.2021 07.03.2021 08.03.2021 08.03.2021 09.03.2021 10.03.2021

Düsseldorf/Ob-Selimiye Württemberg/Waiblingen Bremen/B-Huchting Hamburg/Lübeck G. Bavyera/Freising Bremen/B-Tenever Württemberg/Pforzheim K. Ruhr/Schotmar Hessen/Hanau Württemberg/Heilbronn Freiburg-Donau/Ebingen Hessen/Rüsselsheim Bremen/Bremerhaven Ruhr-A/Recklinghausen Hessen/Kelsterbach Hamburg/Hamburg Merkez Hessen/Rüsselsheim Hamburg/Hh - Wilhelmsburg Hessen/Hattersheim G. Bavyera/Ausburg-Cagri Hessen/Wetzlar Bremen/B-Tenever G. Bavyera/Schongau Berlin/Kreuzberg-Me R.-N.-Saar/Worms Düsseldorf/Du-Mevlana

Vefat tarihi Bölge ve şubesi

“Müslüman Gençlerin Dindarlığı Entegrasyon İçin Olumlu”

Prof. Dr. Manfred Pirner’e göre, genç Müslüman mültecilerin dindarlığı, bu göçmenlerin kimliklerinin sabitleşmesinde rol oynadığı gibi ve topluma entegrasyonlarına da yardımcı oluyor. Pirner, okullarda İslam din derslerinin verilmesini istedi

Erlangen-Nürnberg Friedrich-Alexander Üniversitesi Din Eğitimi Uzmanı Prof. Dr. Manfred Pirner, Evangelischen Pressedienst EPD’ye verdiği bir demeçte, kamuoyunda, dindarlığın “entegrasyon engeli” olarak algılanmasına rağmen, yaptığı araştırmanın bunun aksine sonuçlar gösterdiğini söyledi.

“İslam geleneğinde belirgin bir açıklık, müsamaha ve karşılıklı anlayış istekliliği olduğuna dair deliller var.” diyen Prof. Dr. Manfred Pirner, araştırma esnasında konuştuğu Müslüman göçmen gençlerin yarıdan fazlasının kısa zaman içinde dindar olmayan arkadaşlar edindiklerini ve bu dindar olmayan arkadaşlarının da bu halleriyle mutlu ve ahlaken iyi insan olduklarını söylediklerini ifade etti.

OKULLARA İSLAM DİN DERSLERİ KONULSUN

Prof. Dr. Manfred Pirner, güçlü bir şekilde dindar olan mültecilerin hep fundemantalist, aşırıcı ya da diğer dinlere karşı çıkıcı olarak algılanmasının toplumsal bir kriz olduğunu da söyledi. Pirner, dindarlığın pozitif yönlerinin de bulunduğunu ve dindarlığın hayatta karşılaşılan sorunlarla mücadele edebilme gücü verdiğini bildirdi.

Manfred Pirner ayrıca okullarda İslam din dersleri verilmesini de istedi. Müslüman çocuklarla gençlerin, gittikleri okullarda kendi dinlerinin de yeri olduğunu görmeleri gerektiğini, böylece kendilerinden emin olarak hareket edebileceklerini de ifade eden Pirner, bununla birlikte Müslüman çocuk ve gençlerin kendi dinî yönelimlerini, çoğulcu, açık ve insan hakları eğilimli bir toplumla nasıl bağdaştırabilecekleri bir perspektif bulabileceklerini de söyledi.

Almanya’da Müslüman Gençlerden Aşı Merkezlerine Taşıma Hizmeti

Almanya’da IGMG Gençlik ve Kadınlar Gençlik Teşkilatı, aşı merkezlerine gitme imkânı olmayan kişiler için taşıma hizmeti başlattı.

Almanya’da İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Gençlik ve Kadınlar Gençlik Teşkilatı, koronavirüs salgını döneminde yeni bir çalışma daha başlattı. Fudul derneği ile ortak yürütülen çalışmada, aşı olmak isteyen fakat aşı merkezlerine gitme imkânı olmayan kişilere taşıma hizmeti sunuluyor. Buna göre aşı merkezlerine gidemeyen kişilere, bu süreçle alakalı yapılması gereken tüm hususlarda destek sağlanıyor.

“GÜVENLİ BİR ŞEKİLDE ULAŞTIRMAK İSTİYORUZ"

IGMG Gençlik Teşkilatı’ndan konuyla ilgili yapılan açıklamada, başlatılan taşıma hizmeti ile insanları güvenli bir şekilde aşı merkezlerine ulaştırmak istendiği belirtildi. Açıklamanın devamında, “Randevu alma süreciyle başlamak üzere, aşı merkezine transfer sürecine kadar hep yanlarındayız.” ifadeleri yer aldı.

DAHA ÖNCE DE ÇEŞİTLİ ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜLMÜŞTÜ

IGMG Gençlik ve Kadınlar Gençlik Teşkilatı koronavirüs salgını döneminde daha önce de çeşitli çalışmalara imza atmıştı. Bunlardan birisi olan “Komşuya El Uzat” yardım çalışması kapsamında çeşitli Avrupa ülkelerinde yaşlı ve yardıma muhtaç kişilere alışveriş hizmeti sunulmuştu. Bu çalışma da yine büyük takdir toplamıştı.

Yaşlılara Yalnız Olmadıklarını Hissettirelim

Uzmanlar, pandemi sürecinde dost ve akrabaların yaşlılara yalnız olmadıklarını hissettirmelerinin yerinde olacağını belirtiyor.

İLKNUR KÜÇÜK

BBC tarafından covid-19 salgının ilk dönemlerinde yapılan bir araştırma salgından en çok 80 yaş ve üstü grubun etkilendiğini ortaya koymuştu. Araştırmaya göre yaş ilerledikça salgından etkilenme oranı da yükseliyor. Pandemi sadece hastalığa yakalananları değil, salgınla mücadele nedeniyle getirilen kısıtlamalar sebebiyle herkesin hayatını etkiledi. Ülkelere göre göre farklılık göstermekle birlikte dönem dönem getirilen sokağa çıkma yasakları, ev ziyaretleri yasağı gibi uygulamalar en çok da yaşlıları etkiledi.

Bir çok uzman yaşlıların ölüm korkusu ve kaygı nedeniyle psikolojik olarak da süreçten oldukça etkilendiklerine dikkat çekiyor. AA’daki bir habere göre İstanbul Aydın Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayati Hökelekli, yaşlılık döneminde hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan birçok değişim olduğunu ve yaşlıların ölüm gerçeğiyle iç içe yaşadığını söyledi.

Ölümün son değil, yeni bir hayata açılan kapı olduğu düşünüldüğünde, ölüm korkusu ve kaygının yerini tevekkül ve ümide bırakacağını aktaran Hökelekli, şöyle konuştu: “Yaşlılar Allah’a daha içtenlikle inanır ve bağlanırlar. Yaşlı insanlar, geçmişteki hata ve günahlarının telafisi çabasına da girer. Yaşlı bireyler evdeyken dua, ibadet, zikir, hayır yapma gibi dinî uygulamalarını sıklaştırabilir. Evde olmak yaşlılar için sıkıcı ya da sıkıntılı bir durum değil, tam tersine rahatlatıcıdır. Onlara yalnız olmadıkları hissettirilmeli. Her yaşlının evi, ortamı, çevresi ve eşyalarıyla özel ve derin bağı vardır.”

YAŞLILAR PANDEMİDE CAMİDEN UZAK KALDI

Pandemiden dolayı camilerde pek çok ek hijyen tedbiri alındı zaman zaman da camiler kapandı. Yaşlıların camiyle olan bağı pandemi nedeniyle azaldı. Prof. Dr. Hökelekli de camilerin yaşlılar için ibadetin yanı sıra rahatlama, dertleşme ve haberleşme yeri olduğuna işaret ederek, bundan mahrum olmanın kendilerini üzdüğünü ancak koronavirüs tedbirleri kapsamında çeşitli uygulamaların gerekli olduğunu ifade etti. Hökelekli, din görevlilerinin bu konuda aktif rol üstlenebileceğine de işaret etti. Hökelekli, imamların tanıdığı, bildiği cami cemaatinden kişileri arayıp sorarak, aralarındaki ilişkileri sıcak tutacak bir yol izleyerek, onlara yalnız olmadıkları izlenimini verebileceklerini belirtti.

"YAŞLILAR ARANMAYI BEKLER, BUNDAN MEMNUN VE MUTLU OLUR"

Hayati Hökelekli, her yaşlı bireyin evdeyken kendine göre uğraş ya da etkinlik bulabileceğini de aktararak, boş oturmanın kişiyi daha çok yoracağını söyledi.

Dost ve akrabaların yaşlıları sık sık telefonla arayıp hâl hatır sormaları, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmelerinin yerinde olacağını aktaran Hökelekli, "Yaşlılar bunu bekler, bundan memnun ve mutlu olur. Kendilerini yalnız bırakılmış, dışlanmış, önemsiz veya işe yaramaz hissetmezler." dedi.

Hökelekli, 20 yaş ve altı kişilere ilişkin de tavsiyelerde bulundu. Gençlerin eğitimlerini aksatmaması gerektiğine değinen Hökelekli, her gün düzenli program içerisinde evde ders ve ödevlerin yapılması ve online derslere de mutlaka izlenmesi katılınması gerektiğine işaret etti. “Gençler anne-baba ve kardeşleriyle iyi iletişim düzeni içinde olmalılar. Ayrıca bu zorlu günlerin hasarsız geçmesi için sık sık dua ve temennide bulunulmalı, şefkat ve sevgi diliyle herkesi kucaklamalı."

"YAŞLILARA BU DÖNEMDE YALNIZ OLMADIKLARI HİSSETTİRİLMELİ"

Uzman Klinik Psikolog Dilara Boztepe de yaşlıların dışarı çıkamadığı için psikolojik olarak yalnızlık, mutsuzluk, suçluluk duygusu ya da anksiyete hissedebileceğini ifade ederek, evden çıkmamalarının onların lehine olduğunun uygun ifadelerle anlatılması gerektiğini vurguladı.

Yaşlıların bu dönemde ücretsiz online psikolojik destek gruplarından faydalanabileceğini aktaran Boztepe, şu bilgileri verdi: "Çünkü yalnız olmadıklarını veya mevcut durumda yaşadığı zorlukları birebir uzmana anlatması onları rahatlatacaktır. Bu dönemde evde kitap okuyup, müzik dinleyebilir. Eski albümlere bakarak veya nostaljik programları açarak geçmişi yad edebilirler. Yaşlıların kaliteli zaman geçirmesine gençler de ön ayak olmalı. Onların bu dönemde hâlini, hatırını daha fazla sormalıyız. Yaşlılarımıza özellikle bu dönemde yalnız olmadıklarını hissettirmeliyiz."

Uzmanların da işaret ettiği gibi bu dönemi en rahat bir şekilde atlatabilmek için yaşlılardan sadece mesafe olarak uzak kaldığımızı, asla yalnız bırakmak istemediğimizi ve bunun geçici bir süreç olduğunu belirterek onları rahatlatmak çok mühim. Yaşlı bireylerin, çocuklarının, torunlarının onları görmek istemediğini düşünmesi de ihtimal dahilinde. Yalnızlık korkusuyla baş başa kalmamaları için sık sık telefon ile ulaşmak, nasıl olduklarını, gün içinde neler yaptıklarını konuşmak kısaca iletişim halinde olarak onlara “gelemesek de yanınızdayız” mesajını vermek mümkün.

Bu yazıda bu süreçte Gönül Projesi kapsamında IGMG idareci ve cami imamlarının bilhassa yaşlıları arayıp sorması, gençlerin Komşuna El Uzat projesi ile evden çıkamayan yaşlıların alış veriş ihtiyaçlarını karşılamalarına de değinmeden geçmemek lazım. Zira uzmanların da işaret ettiği yaşlıları yalnız bırakmayın çağrısına en güzel cevaplardan oldular. FIKIH KÖŞESİ Pusula

Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın

egitim@camiahaber.com

Müslüman: İyi İnsan

İslami eğitimin yetiştirmeyi hedeflediği Müslüman, iyi insandır; dolayısıyla, iyi vatandaştır. İslam, eğitim sürecinde bireyin yaratılıştan sahip olduğu insani potansiyelin bir bütün olarak geliştirilmesini öngörür. Bedeniyle, ruhuyla, aklıyla, duygularıyla bütün olarak geliştikçe insanlaşma düzeyi yükselir. Birey, insani yetilerini geliştirdiği oranda varlık dünyasını, kendi varlığını, hayatı daha iyi anlam(landırm)a gücünü edinir. Anlama kapasitesi geliştiği nispette, İslam’ın mesajını daha doğru anlayabilir ve onu hayatına yansıtabilir. İslam ile buluştuğu oranda da gelişir. Böylece iyi Müslüman olma süreci, iyi insan olma süreciyle özdeşleşir. Bu özdeşleşme gerçekleşmiyorsa, İslam ve onun eğitim anlayışı doğru anlaşılmamış demektir.

Kur’an, Müslüman tipolojisini şöyle çerçevelendirir: “İman eden ve salih amel işleyen kişi.” Kur’an, baştan sona sık sık bu ifadeyi tekrarlar (Mesela bkz. Bakara suresi, 2: 25,82,277) İman, körü körüne bir inanç iddiası değildir, bilinçle gerçekleştirilen bir işlemdir. Taklidi değil, tahkîkî iman. İslam eğitiminin kılavuzluğunda birey, alın teriyle bu imanı oluşturup geliştirirken, kendi varlığını inşa eder, onu geliştirir. Yani, imanı, bir var olma meselesi olarak algılar. İmanı, tutum ve davranışlarını belirleyici rol oynar. Dolayısıyla o kolay kolay imanıyla çelişen tutum ve davranışlar sergileyemez. Hasbelkader imanıyla çelişen bir davranışta bulunursa, dünyası yıkılır, pişmanlıktan kahrolur ve hemen imanının öngördüğü çizgiye döner. Yani tövbe ederek rahatlar. Bu düşüp kalkma, hatalarını bile daha da bilinçlenmesine vesile kılar.

Salih amel, imanla sulh içinde/barışık olan amel demektir. İmanla barışık amel, kişinin Allah ile, kendi varlığıyla ve tüm canlı cansız yaratıklarla barışık olur. Böyle bir amel, zarar vermemekle birlikte yarar sağlar. Ayetlerdeki “salih amel işleyen” ifadesini, “imanın gereğince yararlı tutum ve davranışlar sergileyen” şeklinde dile getirebiliriz. Çünkü Müslüman bireyin iman ettiği ilkeler, hem kendine hem de başkalarına yararlı olmayı içermektedir.

Müslüman’ın yararlı/iyi olma hâli, bireysel hayatından aile hayatına, oradan meslek hayatına kadar dünya hayatının bütünüyle ilgilidir. Onun iyiliği, bölük pörçük değil, bütünlüklüdür, iç tutarlılığa sahiptir. Yararlı/iyi olmanın alanı, hayatın bütününü kapsar ve dereceleri vardır. İnsan bilgi, bilinç ve beceri donanımının elverdiği kadar hayat boyu yükselebilir. Unutmayalım, ahiret hayatının güzelliği, dünya hayatının güzelliğine bağlıdır (İsra suresi, 17:72).

Kur’an, Müslüman tipolojisini şöyle çerçevelendirir: “İman eden ve salih amel işleyen kişi.”

Mesela bkz. Bakara suresi, 2: 25,82,277

Yalnızlığın Telafisi

İnsan doğası gereği hep başka insanlara muhtaçtır. En azından başka bir insan tarafından sevilmeye, değer görmeye, önemsenmeye ihtiyacı vardır insanın. Bu ihtiyaçlar öylesine derin ve güçlüdür ki, giderilmediğinde insan hastalanır.

GÜLÜMSER ARSLAN

Allah ilk insan Hz. Âdem’i yarattıktan sonra yanına bir de Hz. Havva’yı yaratmış. Sanki “Ey insan! Yaşadığın yer cennette olsa yalnız bir hayat sürdüremezsin.” der gibi. Bu hakikati şöyle kendi hayatımıza baktığımızda da görmek mümkün. Güzel yerler, yanımızda sevdiklerimiz olunca en güzel hâle geliyor. Çile de çeksek yanımızda birilerinin olması bizi teselli ediyor. Sorunlar karşısında daha güçlü, daha dirençli ve daha dayanıklı kılıyor.

Bizler değer gördüğümüz ortamlarda, kendimizi ait hissettiğimiz insanların arasında yaşayınca kendimizdeki yetenekleri, becerileri ortaya çıkarma, hayatımıza anlam katma ve yaşamdan lezzet alma imkânı buluyoruz. Hastalandığımızda onlardan aldığımız ilgi, destek ve moral sayesinde daha çabuk iyileşiyoruz.

YARADILIŞ MAYAMIZDA SOSYALLİK VAR

Yalnızlık bize çoğu zaman iyi gelmez. Bunun için olsa gerek dinimizin en önemli öğretilerinden bir tanesi de sıla-i rahimdir. Aile ve akraba ilişkilerini canlı tutmak özünde insanın kendi köklerini beslemesi içindir. Tıpkı bir ağaç gibi insan da köklerinden beslenir. Bu yüzden sağlıklı aile, akraba ve arkadaş ilişkileri kurmak, olanı güçlendirmek kişinin kendi ruh ve beden sağlığına yapabileceği en önemli yatırımdır. İçinde bulunduğumuz modern çağın bize empoze ettiği bireyselliğin sonucunda insanlar giderek daha çok yalnızlaşıp, kendi kabuğuna çekilir oldu. Yapılan birçok bilimsel araştırma bu tezi destekliyor. İngiltere’de yalnızlıkla ilgilenen bir bakanlık bile kurulmuş durumda. Yalnızlık sadece İngiltere’nin değil, tüm dünya insanının en önemli sorunu ve korkusu hâline geldi.

Her insan hayatının bir döneminde veya günün belirli saatlerinde yalnız kalmak isteyebilir. Bu bir tercihtir ve bunda bir sorun yoktur. Aksine bu tür bir yalnızlık kişinin kendini tanımasına, yetilerinin farkına varmasına yardımcı olup kişiye iyi de gelebilir.

DUYGUSAL YALNIZLIK

Bahsini ettiğimiz yalnızlık ise insanın tercih etmediği hâlde maruz kaldığı fiziksel yalnızlığının yanı sıra duygusal yalnızlığıdır. Kişinin kendini kalabalıklar arasında yalnız, anlaşılmamış ve kimsesiz hissetmesidir. Yıkıcı olan da böyle bir yalnızlıktır. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, kendini yalnız hisseden insanlar daha sık hastalanıyor, daha geç iyileşiyorlar. İnsanın insana verebileceği en büyük destek kendi varlığıdır. Bu yüzden hasta ziyaretleri çok büyük sevap kaynağıdır. Çünkü insan diğer bir insanın varlığıyla moral ve şifa bulabiliyor. Bir ten teması, bir okşama veya bir hoş telkin en tesirlisinden ağrı kesici vazifesi görebiliyor. Mutsuzluğun karanlığa bir ışık yakabiliyor. Gelişen teknoloji, uzakları yakın eden sosyal medya dahi çare olamadı giderek artan yalnızlık duygusuna. Aksine yalnızlığını unutmaya çalışan, bunun için kafasını ekrana daha fazla gömen, kendini sanal âleme teslim eden, gerçek hayata giderek duyarsızlaşan insanlar türedi. Artık insanlar en yakınındakilere bile kör, sağır ve dilsiz. Bedenler yakın, duygular ise kıtalar boyu uzak ve ıssız.

Bu mevcut duruma birde korona virüs salgını eklenince “Buyrun cenaze namazına” diyesi geliyor insanın. Sosyal mesafe, maske, izolasyon vs. bedenlerimizi korusun derken ruhlarımız bunaldı daha çok daraldı. Peki ne yapabiliriz sorusuna cevaben şöyle bir yol izleyebiliriz:

1. Evvela şu hakikatı yeniden hatırlayalım: Hayatta hiçbirşey yüzde yüz kötü veya iyi değildir. Korona dahil hiçbir şey gereksiz yaratılmamıştır. Allah gerçek ilmin yegane sahibidir ve her şey onun iradesiyle gerçekleşir. O, Adil sıfatının bir gereği olarak kuluna zulmetmez, her yarattığında sayısız hikmetler vardır. Hayat bir imtihandır. Biz kuluz ve imtihan ediliyoruz. Her şartta ve koşulda kulluk şuurunu elden bırakmamak, haram hududunu aşmadan helal dairesinde kalmaya azmetmeliyiz. Allah’ın kaderine teslim olma hali insanı rahatlattığı gibi, kontrolü dışında gerçekleşen olayları daha sakin karşılamasına yardımcı olur. 2. Her insan hayatının bir döneminde yalnızlıkla imtihan edilebilir. Bu yalnızlığı işlevsel hâle getirmek, olumsuzu fırsata çevirmek mümkündür. Daha fazla kitap okumak, ibadetleri arttırmak yeni seyler keşfetmek, öğrenmek, bol bol doğaya çıkmak, evde de olsa spor yapmak yalnızlığın işlevsel hâlidir. 3. Sosyal medyada mümkün oldukça az zaman geçirmek akıl sağlığımızı korumamıza yardımcı olacaktır. Orada gördüğümüz parıltılı hayatların ve kusursuz görüntülerin anlık birer kesit olduğunu, gerçek hayatla bağdaşmadığını unutmamalı ve onları kendi hayatımızla kıyaslamaktan vazgeçmeliyiz. 4. Sevdiklerimizle buluşmalar düzenlemeli, fiziksel buluşmaların gerçekleşemediği zamanlarda ise internetin bu alandaki nimetlerinden ve imkanlarından faydalanmalıyız. 5. İnternet hayatımızı kolaylaştıran bir nimet, bir araçtır; hayatın yerini almamalı. Bunun için içerikleri faydalı, faydasız ve zararlı diye ayırıp bize fayda sağlayanlara yönelmeli, kullanım süresini de abartmayıp kontrol edilmeliyiz. Nimette olsa her şeyin fazlası zarar. 6. Aile içinde birbirimizi dinlediğimiz, gözünün içine bakıp teselli bulduğumuz saatler değilse de bari dakikalarımız olsun. 7. Bize ve ailemize iyi gelecek şeyleri bizden iyi kimse bilemez. Şöyle bir durup içimizdeki bilge sese kulak vermeli, ebeveynlik hislerimizden ilham alıp, onları pratiğe dökmeliyiz. 8. Ve tabiiki duaya sarılıp Allah'tan yardım dilemeliyiz.

Sami Efendi, Din ve Tasavvuftan Bildiklerini İnsanlarla Paylaşan Bir Gönül Ehliydi

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necdet Tosun ile PLURAL Yayınevi tarafından yayınlanan “Mahmud Sami Ramazanoğlu” kitabı üzerine konuştuk

Sami Efendi bir keresinde bir köpeğe “bir hayvan” hatta “köpek” dahi demeyip, insana mahsus olan “birisi” demiştir. Birisi var demek, insanların aklına hemen insanı çağrıştırır. Bir köpeğe, bir hayvana bile insan gibi “biri” diye hitap etmesi, Sami Efendi’nin, hayvanlara olan şefkatini ve merhametini ortaya koyan bir özelliğidir.

Hocam kitabınıza geçmeden önce, Mahmud Sami Ramazanoğlu veya muhibban ve müridanın tanımı ile “Sami Efendi” kimdir desek, özetle nasıl tanıtırsınız?

Mahmud Sami Ramazanoğlu 20. yüzyıla damgasını vurmuş bir mutasavvıftır, bir Allah dostudur. Sami Efendi, 1892 yılında Adana’da dünyaya gelmiş, 1984 yılında Medine’yi Münevvere de vefat etmiştir. Kendisi bir âlimdir, mutasavvuftur, bir şeyh efendidir. Sami Efendi’nin yaşadığı dönem tabii ki sıkıntılı bir dönemdi. Doğduğu dönem Osmanlının son dönemi, yıkılma dönemleri. 1900’lerin başlarında Anadolu Avrupalı ülkelerin işgaline uğruyor. Fransız’ı, İngiliz’i, İtalyan’ı vs. Dolayısıyla Osmanlı devletinin çözüldüğü ve Anadolu’nun işgale uğradığı sıkıntılı bir dönemdir. Kurtuluş savaşı ile birlikte Türkiye özgür oluyor, fakat, bundan sonra dinî eğitim üzerine bir kısım baskılar başlıyor. İşte o dönemde Sami Efendi sohbetler yaparak bildiklerini, din adına, tasavvuf adına bildiklerini insanlarla paylaşan bir gönül ehlidir.

Hukuk fakültesini bitirmiş, ailesi de oldukça zenginmiş. Ama kendisinde dünya zenginliği görünmüyordu. Bu arada, Sami Efendi’nin eğitim sürecinden bahseder misiniz?

Evet, zengin bir aileye mensuptu. Babasının Adana civarında geniş arazileri, dükkânları vardı. Ramazanoğulları Beyliğinden gelen köklü bir aileye mensuptu. Dedesinden babasından kalan mallarda, mirasta belki bir kul hakkı karışmıştır endişesi ile babasından kalan mirası almak istemedi. Kendi el emeğiyle çalışıp geçinmeye önem verdi. Adana’da bir kereste ticarethanesinde muhasebecilik yaptı.

Sami Efendi İstanbul’a geldi. İstanbul’da Osmanlı son döneminde Darül Fünun yani bugünkü adıyla İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini okudu. İstanbul’daki Kelami Dergâhı’nda Esad Erbili Hazretleri’nin yanında manevi, tasavvufi, ahlaki eğitimini tamamlamış, icazetini almış de almıştı. Fakülteyi bitirdikten sonra Adana’ya döndü. Kendisi çok mütevazı, alçak gönüllü bir insan olduğu için ilk yıllarda Sami Efendi halkı irşada başlamadı, yani, kendisinin elinde bu yetki olmasına, irşat ehli olmasına rağmen ilk yıllarda muhasebecilik yaptı ve vaaz etti.

Yani tasavvufi bir eğitim vermeye başlamadı mı?

Adana’da cami vaazları yaptı sadece. Tasavvufi eğitime başlamadı. Zaten bir süre sonra da 1925’de tekkeler kapatıldığı için hukuken de mümkün olmamıştı. Fakat 1940’lı yıllara gelindiğinde onu tanıyan, seven, bilenlerin tavsiyesiyle “Efendim, sizin tasavvufi anlamda icazetiniz var, halkı irşada başlasanız iyi olur” diye dostlarının sevenlerinin tavsiyesi üzerine sadece bir vaiz gibi değil onun yanı sıra tasavvufi sohbetler yapmaya başlıyor.

1950’li yıllarda İstanbul’a göç ediyor Sami Efendi ve Erenköy’e yerleşiyor. Burada hem sohbetler yapıyor, hem kitaplar telif ediyor Sami Efendi Hazretleri. Telif ettiği kitaplar genellikle Kur’ân-ı Kerîm’den bazı surelerin tefsiri açıklaması mahiyetinde, Peygamberimizin Bedir Savaşı, Uhud Savaşı, Tebük Seferi gibi Peygamberimizin hayatını anlatan bazı eserler. Onun haricinde dört halife ve diğer bazı sahabelerin hayatını ve ahlakını anlatan eserler. Ve birde en meşhur eseri “Musahabe” ismiyle kaleme aldığı bir nevi sohbet notları. Bunlar da 6 kitap halindedir. Dolayısıyla Sami Efendi sohbetler yapmış, bildiklerini kaleme almış, yazarak veya sözlü olarak halkı irşat etmiş bir Allah dostudur.

Siz kitabınızda Mahmud Sami Efendi’yi, hayatını ve şahsiyetini nasıl anlattınız?

Sami Efendi’nin ahlakı çok mühim. Bu kitabımızda birinci bölümde önce onu hayatından ve sevenlerinin hatıralarıyla bir kısım ahlakını, şahsiyetini, karakterini menkıbelerle ve hatıralarla anlatmaya çalıştık. İkinci bölümde Sami Efendi’nin bu eserlerinden seçilmiş bazı bölümlerden örnekler sunduk. Son bölümde de sevenlerinin dili ile Sami Efendi diye yani onu tanıyan bilen insanlar onu nasıl anmışlar, nasıl ondan bahsetmişler bu şekilde kitabımızı 3 bölüm hâlinde hazırlamış olduk.

Medine’de, onun merhametini yansıtan ilginç bir anısını da kitabınızda anlatıyorsunuz? Burada da tekrarlar mısınız?

Medine’yi Münevvere’de bir evde sohbet yaparken bir anda Sami Efendi sohbeti kesiyor. Ve yanındaki bir ahbabına diyor ki, “Galiba dışarıda yemeğe ihtiyacı olan birisi var. Onunla ilgilenelim.” diyor. O dostu hemen bir kaç tabak yemek hazırlıyor, evin kapısına çıkıyor kimseyi göremiyor. “Herhalde bir fakir geldi, karnı aç idi, geri gitti, tekrar uzaklaştı gitti.” diye düşünüyor. Sami Efendi sohbete devam ederken bir üç beş dakika sonra o “kişi” yine geldi, diyorlar. Bunun üzerine tekrar yemekler kapının dışına çıkarılıyor. Bakıyorlar ki, bir köpek. Böyle susuzluktan dili sarkmış, zayıflamış bir köpek. Hemen köpeğe yemek ve su veriyorlar.

Burada asıl mesele, Sami Efendi’nin köpeğe “bir hayvan” hatta “köpek” dahi demeyip, insana mahsus olan “birisi” demesidir. Birisi var demek, insanların aklına hemen insanı getiriyor. Bir köpeğe, bir hayvana bile insan gibi “biri” diye hitap etmesi Sami Efendi’nin hayvanlara olan şefkati, merhametiyle ilgili bir örnek olarak gösterilebilir.

Aynı zamanda cömertliği ile de tanınan birisiydi. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Sami Efendi’nin cömertliği çok meşhurdur. Sami Efendi’yi bir dostu ziyarete geliyor. Ziyaretten çıktıktan sonra yarım saat sonra bakıyor Sami Efendi de bulunduğu yerden çıkmış, muhtemelen Eminönü iskelesine doğru yürüyor. Çünkü Tahtakale’de bir nalbur dükkânında muhasebecilik yapmıştır. Zaman zaman sevenleri ile orda görüşülmüş sonra bu ahbabı görüşmeden sonra çıkmış 15-20 dakika veya yarım saat sonra Sami Efendi de, nalbur dükkânından çıkmış iskeleye, Eminönü’ne doğru geliyor. Bu ahbabı, uzaktan görüp merak ediyor. Acaba Sami Efendi nereye gidiyor, ne yapacak, diye merak ederken, arkasından Sami Efendi bir simitçiye rastlıyor. Sopaya dizilmiş belki 20-30 tane simit. Simitlerin hepsini satın alıyor ve bu simitleri iskeleye gidinceye kadar oradaki çocuklara hediye ediyor. Çocuklara, fakirlere karşı çok cömert, çok fedakâr bir insan.

Bunları niye anlatıyoruz? Genellikle İslam tarihinde Peygamberimiz ve ashab ile birlikte eski dönemlerde yaşamış insanların ahlakından, merhametinden, cömertliğinden bahsedildiğinde, “ama bugün böyle insanlar kaldı mı acaba?” diye gençlerimizin akıllarına soru geliyor. İşte Sami Efendi gibi 20. yüzyılda yaşamış veya daha yakın tarihte yaşamış günümüz insanlarından örnek verdiğimiz zaman, bu asrımıza da böyle güzel insanlar, salih insanlar varmış, biz de onları örnek almalıyız diye zihinleri daha rahatlamış oluyor. Onun için bu PLURAL Yayınevi’nin yakın tarihte yaşamış ve topluma örnek olmuş insanları tanıtan serileri yayınlaması çok iyi oldu.

Kitabı temin etmek için irtibat bilgileri: pluralverlag.eu veya +49 221 7390441 Tefsir Köşesi

Prof. Dr. Saffet Köse

tefsir@camiahaber.org

Zekât ve Zekâtın Hikmeti

“Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları temizlemiş ve artırıp yüceltmiş olursun.” (Tevbe suresi, 9:103). İnsanın kazancından belli bir miktarı başkalarının (Tevbe suresi, 9:60) ihtiyacı için ayırması dinî bir görevdir. Buna zekât denir. Zekâtın, insan ve toplum üzerinde olumlu manada büyük etkileri vardır. Bu yazımızda bunların bazılarına değineceğiz.

Öncelikle zekât imanın varlığının kanıtıdır. Çünkü gerçekten iman etmeyen zekât veremez. Nitekim Hz. Peygamberin vefatından sonra dinden çıkanlar, buna zekâtı sebep göstermişlerdir.

Öte yandan dinde ikiyüzlülüğün (münâfık) en belirgin ölçütü namazı ve zekâtı sevmemek olarak belirlenmiştir. Hz. Peygamber döneminde Müslümanlara en fazla zararı ihanetleri ile insanın dişini kıran pirincin içindeki beyaz taşa benzeyen münafıklar vermiştir. Münâfık, kâfir olduğunu gizleyip Müslüman gözüken ikiyüzlülerdir. Müslümanlar, onları tanımak isteseler de insanların kalplerindekine göre hüküm vermek Allah’a ait olduğundan buna izin verilmemiştir.

Namazı ve zekâtı seven asla münafık olamaz (Tevbe suresi, 9:5, 11, 54). Nitekim Hz. Peygamber de, zekâtın iman için kesin delil teşkil ettiğini ifade eder (Müslim, “Tahâret”, 1). Bu zekâtın en önemli sonucudur.

Zekât, Allah’ın hoşnutluğunu, verenin mutluluğunu ve alanın gönlünü kazandıran bir ibadettir. Zekât, nefis terbiyesi ile vereni cimrilik, hırs, tamah, bencillik, haset, fesat; alan kişiyi de kıskançlık ve mal sahiplerine düşmanlık gibi dünya ve ahiret saadetini engelleyen zaaflardan temizler, kanaat ve helal kazanmaya yönlendirir. Yukarıdaki ayet bunu açıkça ifade eder.

Zekâtın toplumsal işlevleri de vardır. Bunlardan birisi toplumsal dayanışmadır. Hz. Peygamber müminleri bir vücudun organlarına benzeterek (Buhârî, “Edeb”, 27) birbirleri ile ilgilenmelerini ister ve ihtiyaç sahiplerine ilgisiz kalanları Kur’an, kendi itirafları ile anlatır: “Cennettekiler ateşe girenlere: Sizi şu ya¬kıcı ateşe sokan nedir? diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik; yoksulu doyurmuyorduk, dünyaya dalmıştık ve bir başka şeyi gözümüz görmemişti. Hesap gününü de asılsız sayı¬yorduk…” (Müddessir suresi, 74/42-46). Zekât toplumsal sorumluluğun ifa edildiği, ihtiyaç sahiplerinin gözetilmesiyle aynı zamanda yalnızlık hissetmelerinin de önüne geçildiğini gösteren bir ibadettir. Bu açıdan birey ve toplum psikolojisine katkı sağlar. Zekât, malı temizleyen (İbn Mâce, “Zekât”, 3), malı koruyan (Taberânî, el-Kebîr, X, 128) ve malı bereketlendiren (Bakara, 2/276) bir özelliğe sahiptir.

BIR

AYET

“Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Haşr suresi, 59:9

BIR

HADIS

Câbir b. Abdullah şöyle demiştir: “Resûlullah (sav) kendisinden bir şey istendiğinde asla "hayır" demezdi.” Müslim, Fedâil, 56. H. No: 6018

Fıkıh Köşesi

M. Hulusi Ünye

m.unye@igmg.org

Zekât mükellefiyetimi nasıl anlarım? Nasıl öderim?

Zekât, Allah’ın biz Müslümanlardan talep ettiği en büyük farz ibadetlerden biridir ve mal ile eda edilen bir ibadettir. Zekât şer'i’ ölçülere göre zengin sayılan müminlerden istenir. Buna göre, zekât, mali güce sahip, hür, akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış Müslümanlar üzerine farzdır.

Bir Müslüman’ı zekât mükellefi haline getirecek mallar, altın, gümüş ve para cinsi, ticaret malları, senenin çoğunda kırda otlayan hayvanlardan, koyun, keçi, sığır ve deve cinsi, ziraat mahsulatından elde edilen hurma, buğday, arpa, üzüm gibi mallardır. Bu malların ismen bulunması yetmez, belli bir miktara ulaşmaları da gerekir. Buna göre: Bir Müslüman’ın tabii ve temel ihtiyaçları ve borçlarının dışında 80 gr. altını, 560 gr. gümüşü, 40 adet koyun veya keçisi, 30 adet sığır cinsi, 5 adet devesi, mahsulattan ne kadar çıkarsa böyle bir Müslüman zekât verecek zenginliğe ulaşmış ve zekât mükellefi olmuş olur. Burada yanlış anlamaya sebep vermemek açısından şunu da ifade etmek gerekir.

Bir Müslüman’ın zekât mükellefi olması için yukarıda sayılan mal kalemlerinin tamamının olması gerekmez. Müslüman’ın malı, bu mallardan hangisinde belirtilen miktara ulaşıyorsa, o artık zekât mükellefi olmuş olur. Örneğin 80 gr. altını olan bir Müslüman, diğer malları olmasa bile zekât mükellefi olur. Yine diğer malları olmasa fakat 40 adet koyun veya keçisi bulunsa yine zekât mükellefi hâline gelir. Toprak mahsullerinde ise, Ebû Hanîfe’ye göre araziden ne kadar çıkarsa onun duruma göre onda biri veya yirmide biri zekât olarak verilir. İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise bir tona ulaşmadıkça zekâta tabi olmaz. Bu veriler ışığında mali varlıklarını gözden geçiren Müslüman kendisinin zekât mükellefi olup olmadığını tespit edebilir. Kendisi içinden çıkamayacak ise zekât fıkhından anlayan birilerinden yardım alabilir.

Zekât aslında devletlerin organizesinde toplanır ve sarf edilecek yerlere devlet tarafından dağıtılır. Devlet organizesi böyle bir hizmeti vermiyorsa Müslümanların bir araya gelip Zekât müessesesini kurmaları gerekir. Müslümanın Zekât verilecek yerlerini kendisinin araştırmasından ziyade böyle Zekât hizmeti veren bir kuruma Zekâtlarını teslim etmeleri gerekir ve yeterli olur. Bu anlamda Avrupa’da Müslümanların en büyük sivil kurumlarından olan Hasene Zekât ve Fitre Fonu Zekâtı toplamada ve gereken yerlere sarf etme hizmetinde hem güven hem de çok güçlü bir tecrübeye sahiptir. Kardeşlerimize salık vermeyi onur biliriz.

Zekât, mali güce sahip, hür, akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış Müslümanlar üzerine farzdır.

Müslüman’ın Vazifesi Olarak Zekât ve Fitre

Zekât bir borç değildir. Gönülden verilmesi gerekir. Çünkü zekât bir ibadettir. Veren kişinin şahsiyetini geliştirir, kalbini yumuşatır. Zekât ve fitre, mal-mülk sahibinin sahip olduğu varlıkları, malı eksiltmez. Aksine bereketini artırdığı gibi çoğu zaman bizzat malı da artırır.

İLHAN BİLGÜ

İslam dini, yardımlaşmayı sadece teşvik etmez, zekât ve fitre gibi, belirli ödemelerde sistemleştirir de. Zekât ve fitre zorla yapılan bir yardım da değildir. Çünkü, Rabbimizin ihsan ettiği nimetlere bir şükür arzı ve nişanesi olarak, Allah tarafından hak sahiplerinin hakkı olarak takdir edilmiştir. Böylece, sahip olunan malın en azından belirli oranda ihtiyaç sahiplerine verilmesi ile aynı zamanda insanın bitmek tükenmek bilmeyen mal mülk biriktirme hırsının bastırılması, yardıma ihtiyacı olanların düşünülmesi hedeflenmektedir. Bu hâliyle zekât ve fitre, toplum katmanları içerisinde imkânı olan ile olmayanlar arasında köprü olmakta ve toplumsal huzuru teminde önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Sosyal barış denilen toplum katmanları arasındaki uyumun temini zekât ve fitre ile sistemleştirilmiş olmaktadır. Zekât ve fitre, mal-mülk sahibinin sahip olduğu varlıkları, malı eksiltmez. Aksine bereketini artırdığı gibi çoğu zaman bizzat malı da artırır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sadaka/zekât vermek, maldan hiçbir şey eksiltmez...” (Muslim, Birr, 69. H. No: 6592)

Bir başka hadis-i şerifte ise zekâtın farz kılınma sebeplerinden birisi olarak kazanılan malı temizleme özelliği bildirilmiştir: “Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. (Tevbe suresi, 9:34)” ayeti indiğinde bu durum ashaba ağır geldi. Hz. Ömer, ben bunu sizin için sorayım diyerek Allah Resulü’ne gitti ve “Ey Allah’ın nebisi. Bu ayet ashabına ağır geldi” dedi. Bunun üzerine Peygambef Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah, zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için farz kıldı.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33. H. No: 1664) Allah rızası için Allah’ın belirlediği yerlere sarf edilen zekât, malı-mülkü de koruyan bir ibadettir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Belayı dua ile savuşturun." (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 3/382. H. No: 6689)

Bir başka hadiste ise zekâtın, hayatını İslam kuralları üzerine geliştiren ve Allah’a teslim olmak durumunda bulunan Müslümanların, Allah’a itaat ettiklerini gösteren bir delil olduğuna vurgu yapılmıştır: “Zekât, (kişinin Müslümanlığının) bir delilidir.” (Nesâî, Zekât, 1. H. No: 2437) Zekât manevî olarak insanı temizler. İnsan hayatı boyunca pek çok hatalar, hatta günahlar işlemekte, istemese de Allah’a ibadet ve itaatinde ihmalkârlık gösterebilmektedir. Bu hata ve ihmalkârlıkların Allah indinde bağışlanmaya vesile olması bakımından zekât, zengin Müslüman’ın önünde büyük bir imkândır: “Allah Resulü (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: Sadaka/ zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder.” (İbn Mâce, Zühd, 22. H. No:4210) Kimin ne kadar malı olduğunu elbette ki sadece kendisi bilir. Dolayısıyla ne kadar zekât vereceğine yine kendisi karar verecektir. Zekât bir borç değildir. Gönülden verilmesi gerekir. Çünkü zekât bir ibadettir. Veren kişinin şahsiyetini geliştirir, kalbini yumuşatır. Bunun içindir ki, zekât verildikten sonra artık Allah indinde vazife tamamlanmış demektir. Zekât veriyorum diye zekât alanların huzursuz edilmesi, ikide bir zekât verildiğinin gündeme getirilmesi, zekâtın her türlü sevabını alıp götürür. Yüce rabbimiz Kur’an’da bu konuya bir örnek vererek dikkat çekmiştir: “Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara suresi, 2:264)

Öyleyse bu önemli ibadetin yerine getirilmemesi durumunda nasıl bir akıbet beklemektedir? Peygamber Efendimizin şu uyarısı en çok dikkat çeken uyarılarından birisidir: “Allah azze ve celle kime mal verir de o kişi zekâtını ödemezse; kıyamet günü, zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli bir yılan suretine çevrilir. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde, mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan ağzıyla sahibinin çenesini iki taraftan yakalar ve sonra der ki: 'Ben senin malınım, zekâtını vermediğin malınım. Allah Resulü sonra şu ayeti okudu: “Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Âl-i İmrân suresi 3:180)” (Buharî, Zekât, 3. H. No: 1402)

Fıtır sadakası da aynen zekât gibi önemli bir ibadettir. Üstelik fıtır sadakası, Ramazan Bayramı namazına kadar doğanlar da içinde olmak üzere çocuklar dahil bir hanede bulunan herkes için verilir. Bu yüzdendir ki fıtır sadakasına kelime manalarından birisine uygun olarak yaratılış sadakası, herkesin vermiş olması bakımından da baş sadakası denilmektedir. Fitre de denilen fıtır sadakası, oruç, namaz ve diğer ibadetlerin yoğunlaştığı, dolayısıyla Müslümanların manevi hayatlarının yeniden dirilip canlandığı, Ramazan ayının bereketidir. Müslüman, oruç ile bedenini arındırır, zekâtı ile malını. Bayrama eriştiğinde de bir şükür nişanesi olarak fıtır sadakası verir. Peygamber Efendimiz fıtır sadakasını zekât ile eş tutmuş ve şöyle buyurmuştur: “Resûlullah (s.a.v.) hem oruçluyu (işlediği) faydasız fiillerden ve (söylediği) kötü sözlerden temizlemek, hem de fakirlere gıda (temin etmek) üzere fıtır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse, o makbul bir zekâttır. Kim de bunu bayram namazından sonra öderse, o sadakalardan bir sadakadır.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 18; H. No: 1609)

Şamata Etmeyin Yeter!

Ya da “Şematet Versus Schadenfreude”

Schadenfreude kelimesinin karşılığı, Arapçada, Osmanlıcada, dolayısıyla Türkçede vardır. Demek oluyor ki, “Schadenfreude” kelimesinin başka dillerde olmadığını iddia ederek şamata edenler boşuna çabalıyor. Çünkü var. O hâlde bizim “şamatamız sizin şamatanızı döver.” Boşuna sevinmeyin.

İLHAN BİLGÜ

Şimdi siz, bu yazının alt başlığının neden “Şematet Versus Schadenfreude” gibi üç ayrı dilde yazıldığını merak etmekte haklısınız. Arabça+Latince+Almanca. Özet olarak manası, “Şematet, Schadenfreude’ye Karşı” demek. “Tamam. Burayı anladık da, asıl ne demek istiyorsun.” şeklinde bir sual sormakta da haklısınız. Hatta, “Şematet’i bilmiyoruz ki, Schadenfreude’yi anlayalım.” bile demekte de haklısınız. Aslında, bizzat bu yazıyı yazmaya başlamadan bu sualleri ben de kendi kendime sordum. Nihayetinde bu yazı ortaya çıktı.

Ve yine gördüm ki, kelimeler kültürü, dolayısıyla insanların hayatını, hayata bakışını ifade ederler. Ya da buna karşılık kültürler kendilerine hâs kelimeler oluşturarak, diğer kültürlerden farklılıklarını ortaya koyarlar. Bu konuyu araştıran ilime/bilime ne ilmi/bilimi denilir açıkçası tam olarak bilmiyorum.

Ama, Türkçe veya bazen diğer dillerde yazan pek de meşhur sosyologlara bakarsak Almancada yer alan hem sosyoloji hem de psikolojide kullanılan “Schadenfreude” kelimesinin diğer dillerde karşılığı yoktur. Aslında tam da doğruyu söylemiyorlar. Almanların böbürlenmesini anlarım da, aynı ağa Türkçe konuşan ve yazanların da katılmasını anlayamam.

Bunun için de yazının başlığı “Şamata Etmeyin Yeter” şeklinde verilmiştir. Şimdi gelelim ne demek istediğimiz asıl noktaya. Önce Schadenfreude kelimesinin “Başkasının başına gelen zarara, kötülüğe sevinmek” manasına geldiğini söyleyerek başlayalım.

Hani şu bizim Romalıların Cicero’su, Yunanlıların Aristo’su var ya, onlar bile bu kelimeyi eserlerinde kullanmışlar.1 Aristo, Nikahoman Ahlakı’nda kelimeyi üç kelimeden oluşan bileşik kelime olarak “Epihairekakia” olarak kullanmış. Cicero ise iki kelimeden oluşan bileşik kelime olarak “malevolentia” şeklinde kullanmış. Yani Almanca kullanımı çoook sonra olmuş. Şimdi gelelim Türkçe’ye. Bu yazının başlığındaki “Şamata” kelimesi var ya tam da bu anlamda, yani, başkasının başına gelen bir kötülüğe eğlenerek sevinmek demektir.

Fakat siz, “Ama şamata o anlamda değil ki! Aksine, gürültülü eğlenceli, yaygara yapmak demek” değil mi diye sormakta da haklısınız. Fakat, Resimli Kâmûs-i Osmânî yazarı Seydî Ali “Bu kelimenin aslı, düşmanın (kulağının) arkasından yaptıkları gürültü ve sevinç gösterisidir.”2 der. Yine bir başka Kâmûs-ı Osmânî’de şamata ile “şematet”in birbirlerinden farklı anlamlara geldiği ifade edilir. Buna göre, Şematet: “Birbirine rakib ve düşman olanların, birine isabet eden beladan dolayı diğerinin izhar-ı surûr etmesi (sevinç gösterisi yapması)”dır.3 Şamata ise, gürültü, patırtı yapmak, bağrışmak demektir.

Demek oluyor ki, Schadenfreude denilen kelime tam anlamıyla Arapça asıllı olarak Osmanlıcada dolayısıyla Türkçede bulunmaktadır.

Hattâ, eski Arapça lügatlere baktığımızda da bu kelimeyi görürüz. Ancak, burada kelimenin Arapça dilbilgisi kurallarına göre aldıkları harf-i cerlere göre -buraya girmeyelim- manası tam zıt bir manaya gelmektedir.

Birincisinde şematet, “Düşmanın başına gelen beladan dolayı sevinç gösterisi” anlamına gelirken, ikinci manada “Dua etmek” manasına gelmektedir. “Hapşıran kimseye: Yerhamüke’llahu, Allah sana rahmet etsin” demek olan “teşmiyetu’l a’tısı”ndaki teşmiye (şematet) dua manasında kullanılır.

Meşhur fakih ve Lisânu’ Arab lügatının müellifi İbn Manzûr bu konuda geniş açıklamalarda bulunur.4 Aynı şekilde Meşhur hadis alimi Cevherî de şamata kelimesini, “Düşmanın başına gelen belaya sevinmek”5 şeklinde tarif eder. Aslında, kelime doğrudan âyet-i kerîme ve hadiste de geçer. Hatta hadislerde birkaç yerde geçer.

Ayette, Hz. Musâ’nın kardeşi Hârûn’a öfkelenmesi anlatılırken "Ey anamoğlu" dedi, "(Bu) topluluk (kavim) beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme! Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma."6 dediği bildirilmektedir. Burada Türkçede verilen “Düşmanları sevindirme!” ifadesi ayette “fe lâ tuşmit” kelimesi ile ifade edilmiştir.

Hadislerden birinde ise “Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah ona merhamet edip onu kurtarır da o belayı sana verir.”7 şeklinde geçer. Bu hadiste de “şematet” kelimesi “Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılamak” manasında kullanılmıştır. Demek oluyor ki, “Schadenfreude” kelimesinin başka dillerde olmadığını iddia ederek şamata edenler boşuna çabalıyor. Çünkü var. O hâlde bizim “şamatamız sizin şamatanızı döver.” Boşuna sevinmeyin.

Ammaaaa. Devir, kelimeleri, kavramları, hakikaten anlamlandırabilenlerin devri olduğu için, sosyologlar, psikologlar “bu kelimeyle” hükümlerini Almanca olarak sürdürmek istiyorlar.

İsterseniz konuyu burada bitirelim. Bir ara da yine Almancadaki “Deutungshoheit” denilen ve “Anlamlandırma tahakkümü” manasına gelen kelime üzerinde de duralım. Duralım ki, neden bizim kelimelerimizin bir anlamı ve hükmü yok da, bazılarının kelimelerinin anlamları dünyada hüküm sürüyor, diye tefekkür edelim.

Şematet: “Birbirine rakib ve düşman olanların, birine isabet eden beladan dolayı diğerinin izhar-ı surûr etmesi (sevinç gösterisi yapması)”dır.3

1. Richard Chenevix Trench, On the Study of the Words, s. 99-100. A. C. Armstrong, New York, 1885 2. Seydî Ali, Resimli Kâmûs-i Osmânî, s. 589. Kutubhane-i Cihan, İstanbul, 1330 / 1912 3. Kâmûs-ı Osmanî, Mehmed Salâhî, c. II, s. 73. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul, 2019 4. Lisânu’l Arab. İbn Manzûr, s. 2319. Dâru’l-Meârif, Kahire. 5. Es-Sıhah. Ebû Nasr İsmail b. Hammad el Cuvherî (Cevherî), s. 611. Dâru’l Hadis, Kahire, 2009 6. A'râf sûresi, 7:150 7. Tirmizî, Sıfatu Kıyame 37. H. No: 2506

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs sürecini değerlendirir misiniz? Bu sürecin toplumda ve insanlar üzerinde nasıl etkileri oldu?

Koronavirüs salgınına ve insanlar üzerinde oluşturduğu psikolojik, sosyal ve ekonomik etkilere bakacak olursak, asıl sorunların önümüzdeki yıllarda çıkacak olduğunu düşünüyorum. Salgının başına dönecek olursak, tam kapanma önlemleri ve Federal hükûmet tarafından getirilen kurallar manzumesi tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da insanları büyük ölçüde alıştıkları sosyal yaşamdan uzaklaştırdı. Virüslerin yol açtığı salgın hastalıklar doğal olarak yaz aylarında azalma gösterir ve ya-

şanan vaka ve ölüm sayılarındaki azalma da bundan kaynaklandı. Bu da insanların bu hastalığı yeteri kadar ciddiye almamasına sebep oldu. Bunun akabinde sonbaharda, soğuk havanın da etkisiyle ikinci kapanma gerçekleşti. Bu dönemin ağrıları ve sancıları ileride çıkacak diye düşünüyorum. Çünkü aile içi şiddetten tutunda, ekonomik ve psikolojik bunalıma girenler oldu. Bu bağlamda özellikle bakımevlerinde kalan yaşlıların durumunu çok kritik buluyorum. Risk grubunda oldukları için korunmaları gerekiyor, bu nedenle ziyaretçi kabul edilmiyor. Diğer taraftan ise yaşlıların en büyük sorununun yalnızlık ve depresyon olduğu biliniyor. Aile ve dost ziyaretleri de büyük bir oranda kısıtlandı fakat birbirimizi korumak zorundayız. Tabii uzun süren kısıtlamalardan dolayı psikolojik rahatsızlıklar ve genel manada bunalımlar arttı. İnsanların tahammülü ve sabrı zorlanıyor.

Bundan sonraki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

len olaylara daha sabırlı olmalıyız. Her birimize bireysel sorumluluk düşüyor.

Olağanüstü şartlar olağanüstü tedbirler gerektirir. Salgınla alakalı kritik dönemi aştığımızı düşünmüyorum. Mevcut tedbirler kademeli olarak gevşetiliyor fakat son veriler gösteriyor ki üçüncü bir dalganın geleceği ihtimali yüksek. Yaşadığımız şartlar herkesin üzeAşı olmaktan rine düşen sorumlulukorkmasınlar, ğu yerine getirmesini çekinmesinler. Herkes gerektiriyor. Malumunuz üzerine düşen görevi okullar açı lıyor. Özel yerine getirirse likle küçük çocuklar bu pandeminin üstesinden hastalığı çok hafif atlatıgeliriz. yor veya hiç belirti göstermeden taşıyıcı olarak geçiriyor. Tam bu noktada ailemizde, çevremizde yaşayan yaşlılara, bilhassa şeker, astım, romatizma, yüksek tansiyon, guatr gibi kronik rahatsızlığı bulunanlara, dikkat etmeliyiz ve mesafemizi korumalıyız. Gençler bu hastalığın yayılmasında önemli rol oynuyor, onlara daha da büyük bir görev düşüyor. Ne kadar sosyal hayatımız kısıtlanmış olsa da, bizim dinimiz ve kültürümüz başımıza gelen musibetlere metanetli ve sabırlı olmayı tavsiye ediyor. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’de birçok kez namaz ve sabır aynı ayetlerde zikredilir. Başımıza ge-

“Herkes Üzerine Düşeni Yaparsa, Pandeminin Üstesinden Geliriz!”

Dr. Mustafa Yoldaş ile koronavirüs süreci ve aşısı hakkında konuştuk.

Son zamanlarda gündemde olan aşı tartışmaları hakkında neler söylemek istersiniz?

Ben bir hekimim ve aşı meselesini tartışmaya açık bir mesele olarak görmüyorum. Refah seviyesi yüksek bir ülkede yaşıyoruz. Dünyanın birçok yerinde insanlar fakirlikten, yoksulluktan aşı olamadıkları için ölüyorlar. Örneğin Almanya’da tetanosdan ölen bir insan görmedim. Ama Endonezya’da tsunaminin akabinde aşı olamadığından dolayı tetanosdan çok ölen insanın olduğunu biliyorum. Allah’ın lütfettiği nimetleri göz ardı edip, özellikle aşı meselesinde âdeta bir felsefe tartışmasına girme lüksümüz yok.

Bunun yanı sıra komplo teorilerine inanarak aşı olmayı reddeden ve deyim yerindeyse hayatı kendine zehir eden bir kesim de var. Hâlimize şükretmemiz gerekiyor. Ortada ilim ve tecrübe var. İlme son derece açık bir dinimiz var. İlimi rehber edeceğimiz bir ortamda, bizim insanımız hâlâ kulaktan dolma bilgilerle hareket etmemeli.

Mevcut koronavirüs aşılarıyla ilgili bilgi verir misiniz?

Aşıdan maksat, vücudun savunma sisteminin gerçek virüsle muhatap olmadan önce onun zayıflatılmış versiyonları ile tanışıp hafıza oluşturmaktır ki gerçek virüs ile tanıştıktan sonra sağlığımıza zarar vermesin. Almanya’da Biontech aşısı iki kademeli olarak yapılıyor ve yeni geliştirilmiş bir aşı yöntemi. Bu aşı enjekte edildikten sonra kendi hücrelerimizin virüsün bir nevi yüzeysel organlarını üretmesini sağlıyor ve bağışıklık sistemimizin virüse karşı hafıza oluşturmasını sağlıyor. Astra Zeneca’nın aşısı klasik yöntem olarak bildiğimiz, mikrobun veya virüsün tabiri caizse parçalandığı ve vücuda enjekte edildiği yöntem. Vücuda enjekte edilen virüs veya mikrop ürüyemediği için kişiye zarar veremiyor. Fakat vücuttaki bağışıklık sistemi, virüsle mücadele edecek ‘askerler’ üretiyor. Aynı virüsle ikinci kez karşılaşıldığı zaman, bağışıklık sistemi virüsün yayılmasına engel oluyor. Bu bağlamda Çin ve Rus aşısı olarak bilinen aşılar da aynı prensipler üzerinden işlemektedir.

İnsanların merak ettiği bir diğer hususta aşıların koronavirüs mutasyonlarına karşı etkili olup olmayacağı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aşıların orta ve uzun vadede nasıl bir etki edeceği bilinmediği gibi mutasyonların nasıl seyredeceği de bilinmiyor. Hastalık da aşılar da yeni. Ne hastalığın gelişim süreci ne de aşıların mutasyonlara karşı etkisi hakkında net bir şey söylemek mümkün değil. Koronavirüs mutasyonları için de grip aşısında olduğu gibi her yıl yeni ve çeşitli aşı versiyonları ortaya çıkacak gibi görünüyor. Pandemi sonrası yaygın olan virüs tiplerine karşı aşı geliştirileceğini düşünüyorum.

Son olarak okuyucularımıza ne demek istersiniz?

Bu dönemde vitamin c, d ve çinko değerlerine baktırsınlar. Gerekiyorsa mutlaka bu vitaminleri alsınlar. Aşı olmaktan korkmasınlar, çekinmesinler. Herkes üzerine düşen görevi yerine getirirse pandeminin üstesinden geliriz. Bu süreç, sabır ve fedakarlığı gerektiriyor.

This article is from: