Yeni bir başlangıç için Merhaba!
B
iz geldik! Gıcır gıcır sayfalarımızla, hem eğlenceli hem bilgi içerikli dosyalarımızla tam da dergicilik bitti denen dönemde “iyi” olanı yeniden hatırlatmak için geldik… Bu ülke gençleriyle şekillenen, gençleriyle kalbi çarpan bir ülke. Atılan her adım onların yarınlarına kalacak bir iz. Bu yüzden devletin gençlikle ilgili bir yatırım yapmasından, bir cümle kurulmasına kadar her aşama aynı titizliği hak ediyor. Bu titizlikle düşünen, hareket eden insanlar yatırımların yanına iyi cümleleri, fikirleri de ekliyor. Oradan yeni projeler, yeni yatırımlar çıkabilsin diye. Gençlik için olumlu olumsuz söylenmiş, söylenebilecek çok şey var. Duyduk, gördük… Klişeleşmiş cümleler yanı başımızda “ne gerek var, herşey yazıldı, söylendi” makamında çınlatıyor kulaklarımızı. Yarınlarımızın umudu, geleceğimizi inşa edenler, enerjinin, coşkunun, üretimin adresi gençlik diyenler bir yana, bir de “ne olacak bu gençliğin hali” diye dert yananların tarafı var. Biz her zaman gençlerden çok şeyi değiştireceklerine dair umut taşıyanlardan olduk. Gençlere sürekli tavsiyeler, öğütler veriliyor, ne yapıp ne yapmamaları gerektiği söyleniyor. Biz ise alternatifler arasında kendisini mutlu edeni seçebileceği bir saha oluşturmaya çalışıyoruz. Bütün bu tanımlamaların ötesinde sınırlandırmadan, kasmadan “bir de böyle bir şey var” deyip başınızı başka bir yöne daha çevirmenizi istiyoruz sadece. Mustafa KARA gençliğin ve genç nüfusun önemini çok iyi bilen biri olarak gençlikle ilgili çalışmalara hassasiyet gösteriyor. Bu hassasiyetin ürünü olan dergimiz ilk sayısıyla şimdi okuyucu karşısında. İlerleyen zamanlarda bir gençlik platformuna dönüşmesini hedeflediğimiz dergimiz gençliği ilgilendiren her konuda hem rehberlik etme, hem de keyifli vakit geçirme hedefiyle yola çıkıyor. Kimbilir belki de gençlerin projelerinin hayat bulacağı bir platform olacak bu dergi. Müzikten sinemaya, eğitimden spora kadar bir gencin hem fikir dünyasına hem de sosyal yaşamına yapabileceği katkılar bu sayfalarda gizli. Şimdi bu dergiyi bir marka olma yolunda ileriye taşımak siz okuyucularımıza düşüyor. Umutlarımız yarınlar için. Bırakacağımız izlerle yola çıkacaklar olacağını biliyoruz. Sorumluluğumuzun, üzerimize yüklenen misyonun farkındayız. Yayın kurulumuz bu sorumluluğu hayatının her anına taşıyabilmiş arkadaşlarımızdan oluşuyor. Çabamız zayi olmasın, yerini bulsun dileklerimizle sizi ilk sayımızla baş başa bırakıyoruz. İsmihan ŞİMŞEK
İMTIYAZ SAHIBI Mustafa Kara YAYIN DANIŞMANI Hasan Ekmen YAYIN YÖNETMENI İsmihan Şimşek YAYIN KURULU Ayşe Şahinboy Doğan M. Zübeyir Koçulu Gülizar Sönmez Ersin Çelik Halit Ömer Camcı MUHABIRLER Ayşegül Duman Pınar Hilal Balta GRAFIK&TASARIM Ömer Somay ADRES Burhaniye Mah. Genç Osman Sk. No:13 P.K. 34676 Üsküdar / İstanbul TELEFON 0216 557 71 98 MAIL gencizbiz@gencizbiz.biz
6
içindekiler
Protestonun Ritmi 26
Karadeniz müziğiyle meydanları dolup taşıran Grup Karmate’nin solisti Resul Dindar:
Yeni yazılan şarkıları hissedemiyorum
14
Beyaz perdeden TÜL PERDEYE Dışarı çıkıp sinema salonlarına vakit ayıramayanlar, artık kendi salonlarını sinemaya çeviriyor. Beyaz perdelerinin ucundan kıvırıp tül perdeyle yer değiştiren filmler, gelişen teknolojiyle birlikte evde keyif yapmak isteyenlerin ayağına geliyor.
2
Kasım 2011
40
Hız ve adrenalinin adı: RAFTİNG... İstanbul’a yakın, bir günde gidip gelinebilecek uzaklıkta bu sporu yapabileceğiniz aklınıza geldi mi hiç? O halde Melen Çayı üzerine kurulu Düzce Rafting tesisleri keşfinizi bekliyor..
4 MUSTAFA KARA Bu sofra bizim, bereketlendirelim...
Bu noktada bizler elimizden gelen desteği vermeye, “Gencizbiz” sesine kulak vermeye ve gençlerimizin, sizlerin heyecanlı şarkısını keyifle dinlemeye devam edeceğiz.
10 ERHAN AFYONCU Osmanlı'da okula nasıl başlanırdı? 12 Masalsı lezzet ÇİKOLATA
16 Sokağın Melodisi SOKAK MÜZİSYENLERİ Hayatın gürültüsüne, bir desen, bir
dinginlik katan gezgin müzisyenler, herhangi bir ekibin, herhangi bir organizatörün planlamadığı, yaşadığımız yüzyılın en insancıl hareketlerinden biri...
30 Simitsiz ve peynirsiz öğrenci menüsü Ders mi çalışacaksın, yoksa yeni açılan
mekana mı takılacaksın ya da uzun zamandır beklediğin film vizyona girmiş onu mu izleyeceksin? Sizlere İstanbul'da öğreciler için öğrenci menülerini araştırdık.
32 Bir yönetmenin ilhamı SALACAK Fotoröportaj bölümümüzün ilk konuğu
görüntünün idari amirlerinden Murat Saraçoğlu.
36 Kısa film gevezelik yapmama sanatıdır 37 ERKAN CAN: Kısa film farklı zeka ister
38 Yok konuşmak İngilizce 20 Murat Menteş diyor ki; 24 Üniversiteliye iş haritası Üniversite, mesleğimize karar vermek
bir dönüm noktası. Peki, bu seçimimizde nelere dikkat etmemiz gerekiyor, yol haritamız ne olmalı?
44 Ah o gemiyi ben de yapsaydım... 46 TEZAT TV 48 Gençlik Ajandası 52 Bilişim
Kasım 2011
3
Bu noktada bizler elimizden gelen desteği vermeye, “Gencizbiz” sesine kulak vermeye ve gençlerimizin, sizlerin heyecanlı şarkısını keyifle dinlemeye devam edeceğiz.
Bu sofra bizim, bereketlendirelim...
“G Mustafa Kara
4
Kasım 2011
encizbiz” diye yükselen bu sesi, birkaç ay önce duymuştum. Hayal gibi, rüya gibi, umut gibi bir şeydi. Kulak verdim, tekrar tekrar dinledim. Güzeldi, ahenkliydi, heyecanlıydı, enerji doluydu… Ve daha da güzeli, daha da heyecanlı olanı, bu sesin “yeni bir başlangıcı” fısıldıyor oluşuydu. Göreve geldiğim ilk günden bu yana, gençlerin hayatında yeni bir başlangıç, yeni başlangıçlar olsun diye çalışan bir belediye başkanı olarak bu sesin, benim için anlamı büyüktü. Ve bu ses büyüdükçe büyüdü. Rüyadan gerçeğe, hayalden hakikate dönüştü. Çok şükür, işte bugün yeşeren bir umut; tarihe düşülen bir not oldu. Göreve geldiğim günden bu yana dedim ya, ben gençlerle ve gelecekle ilgili sorumluluk taşıyan biriyim. Evet, çağımızda bir şehri yönetmek… Daha doğrusu, çağımızda bir şehre hizmet etmek demek, o şehri geçmişten geleceğe taşımak demekti. Geçmişten geleceğe derken, öyle kuru bir lafla değil, dünüyle, bugünüyle; tarihiyle kültürüyle ve elbette insanıyla yaşayan bir şehir inşa etmekti. Bir yandan şehrinizin asırlık çınarlarının yeşil kalmasını sağlamak, bir yandan da yeni çınarlar büyütmekti. Önce şehrinizin sokaklarında büyüyen, cadde cadde, sokak sokak havasını soluyan anne-babaları, dedeleri, delikanlı kılacak kadar huzurlu bir ortam sağlamak; sonra da böyle bir ortamda hayata yeni adım atan, “yeni birer başlangıç” yapan gençleri büyüklerinin izinde geleceğe hazırlayabilmekti. Velhasıl, bir şehri yönetmek demek, “şehr emini” demek, sorumluluk demekti… Sorumluluk deyince, başta 30 bini aşkın genç sesin yükseldiği; doğasıyla, insanıyla, tarihi ve kültürüyle bir dünya şehri olan Üsküdar’ın Belediye Başkanı olmak, bu sorumluluğu birkaç kat daha fazla hissetmek demek… Çünkü Üsküdar, bir ilk İstanbul. İstanbul’dan önce bir Türk kültür havzası… Anadolu’nun birikimi, enerjisi… Dünyanın gözbebeği Boğaziçi’nin incisi…
Bu yüzden sevgili gençler, Üsküdar’ı herhangi bir kent gibi yönetemezdik. Bir ilçe, bir Anadolu kasabası gibi hiç yönetemezdik. Üsküdar’ı bir dünya şehri olarak, dünya vizyonu olan bir şehir olarak yönetmek gerekti ve baştan beri de bu sorumluluk bilinciyle yönetmenin gayreti içerisindeyiz. İşte bu noktada, hasbihalimizin başına dönmek istiyorum. Üsküdar’ın bu vizyona sahip olabilmesi için, en önemlisi, en çok önemsediğim konu, işte başta duyduğum ve bugün hepinize ulaşan şu sestir: “Gencizbiz”. Gençlikten aldığımız bu sesten aldığımız güç ve heyecanla, neredeyse ülkemizin hiçbir şehrinde olmadığı kadar güzel bir Gençlik Merkezi inşa ederek, bu sese cevap verdik; “Gençseniz, ‘Gelecek’siniz” dedik. Biliyor musunuz? Bu sese Ankara’dan da bir cevap
geldi. Bu cevap, Üsküdar Gençlik Merkezi “En Başarılı Gençlik Projesi” seçildi. Çok şükür, Türkiye’nin ilk ödüllü gençlik merkezi oldu. Şimdi, bu ödüllü, güzide mekan sizler için kurulmuş bir sofra olarak; kültürle, sanatla ve sporla bezenmiş bir mekan olarak hizmetinizde… Bu sofrayı bereketlendirmek, renklendirmek elinizde… Bu noktada bizler elimizden gelen desteği vermeye, “Gencizbiz” sesine kulak vermeye ve gençlerimizin, sizlerin heyecanlı şarkısını keyifle dinlemeye devam edeceğiz. Bu vesileyle, geleceğe uzanan yolda, ‘Yeni bir başlangıç olarak, bu ilk adımı önemsiyor ve başta “Gencizbiz” ekibi olmak üzere, hepinizi, bütün gençlerimizi yürekten kutluyorum. Hepinize güzel bir gelecek dileklerimle…
Kasım 2011
5
AKTÜEL
M. Zübeyir Koçulu
N U N O T S E T O R P
I M T İ R
6
Kasım 2011
P
rotesto, zamana ve kültürlere göre değişiklik gösterse de, insanlık tarihiyle aynı yaşta bir ‘itiraz’ ya da ‘isyan’ biçimi neredeyse. ‘İsyan Ahlâkı’nın enstrümanlarından biri olarak görebileceğimiz protestonun sanatla yollarının ne zaman kesiştiğini, sanatın ne zaman protestonun ritmine ayak uydurduğunu bilmiyoruz. Ancak, son yüzyılda, sanatla ifade edilen kültürel protestoya dair geniş kitleleri harekete geçirebilmiş, sinemadan müziğe, şiirden tiyatroya kadar birçok örnek mevcut. Kassovitz’in Paris’in gettolarında yaşayan üç kafadarı, patronları koltuklarında bir hayli rahatsız etmişti mesela. Filmde, patronla konuşmasını şarkıyla sürdüren, başkaldırısını notalarla ifade eden Jamaikalı, protestonun ritmine, ya da ritmin protestosuna dair zihinlerde kalıcı bir yer edinmişti. Son yıllarda da, müziğiyle ses getiren protestolara imza atan sanatçılar hiç de az değil. Bunlardan bazıları, yaptıkları müzikle, müziğin notasıyla, basıyla, şarkının sözüyle protestoya hayat verirken, bir kısmı da müziğinin icrasını bir silah gibi kullanarak, zulüm altındaki ülkelerde çalmayı reddederek seslerini duyurdu. Protestonun ritmini yakalayan sanatçılardan bir kaçını sizler için araştırdık…
Irkçı duvarları sarsan adam:
ROGER WATERS
Roger Waters. ‘Another Brick in the Wall’ şarkısı, Güney Afrikalı çocuklar tarafından, eşit eğitim hakkını savunmak için kullanılan Pink Floyd’un kurucusu. Hani, Güney Afrika hükümeti, ‘kültürel abluka’ uygulayarak, baskıya uğramış kitlelerin mottosu olan bu şarkıyı yasaklamıştı. 25 yıl sonra, Batı Şeria’da İsrail’in haksız ablukasına karşı festivalde bir araya gelen gençler, Waters’ın aynı şarkısını, bu kez İsrail’in kulaklarında çınlattı: “İşgale ihtiyacımız yok. Irkçı bir duvara ihtiyacımız yok!” Waters, bir yıl sonra, Tel Aviv’de konser vermek üzere anlaşma yaptı. İsrail’e akademik ve kültürel bir boykot uygulanılması gerektiğini savunan Filistinli bir grup, ünlü şarkıcıya Tel Aviv’de konser verme fikrini bir kez daha gözden geçirmesini tavsiye etti. Waters, o günlerde, ‘protesto’nun ritminin İsrail söz konusu olduğunda izlenmesi gereken yol olup olmadığı konusunda emin değildi. Filistinli grup, “Bunu, Batı Şeria’daki duvarı gördükten sonra düşünme” teklifinde bulundu. Waters, Batı Şeria’daki duvarı, Kudüs ve Beytüllahim’i BM koruması altında ziyaret etti. Ünlü müzisyen, bu yolculuğu şu sözlerle anlatacaktı: “Hiçbir şey, o gün
gördüğüm şeye beni hazırlayamazdı. Duvar, görülmesi gereken korkunç büyük bir yapı. Başka bir dünyadan sıradan bir gözlemci olan bana küçümser bir tavırla muamele eden genç İsrail askerleri tarafından korunuyor. Yabancıya böyle hissettiren duvarın, Filistinliler için ne anlama geldiğini tahmin edin. O gün yaşamları İsrail'in işgaliyle her gün ezilen Filistinlilerin kaderinden kaçamayacağını fark ettim.” Waters, Filistinlilerin yanında olduğunu göstermek için, utanç duvarına “Kontrole ihtiyacımız yok” yazdı. Sonra, ‘zulmü meşrulaştırmamak için’ Tel Aviv’deki konserini Neve Şalom’a taşıdı. 60 bin kişinin katıldığı bu konser, İsrail’in kısa geçmişindeki en büyük müzik şöleni oldu. Roger Waters, o gün konser bitiminde 60 bin kişiye şöyle seslendi: “İsrail hükümeti komşularıyla barış yapmalı, Filistinlilerin vatandaşlık haklarına saygı duymalı!” Roger Waters, yıllar sonra, protesto hakkını savunan bir yazı kaleme aldı. Makalesi şu sözlerle sona eriyordu: “Sanatçılar, apartayd yıkılana ve beyazlarla siyahlar eşit haklardan faydalanana kadar Güney Afrika'da Sun City'de çalmayı reddetmekte haklıydı. Ve işgal duvarı yıkılana ve Filistinliler İsraillilerle hak ettikleri barış, özgürlük, adalet ve itibar içinde bir arada yaşamaya başlayana - ki hiç şüphesiz o gün gelecek- kadar İsrail'de çalmayı reddetmek hakkımızdır.”
Roger Waters
Kasım 2011
7
AKTÜEL GITARINI SATAN MEKSIKALI: SANTANA Meksikalı şarkıcı Carlos Santana, Amerikanca konuşmayı reddeden, savaşa, zulme ve işgale karşı koyabilen sanatçılardan biri. Amerikan’ın Irak’ı işgal ettiği günlerde, Santana, en değerli silahını usta bir nişancı gibi kullanmasını bildi. En değerli silahı, yani gitarı. 21 Ağustos 2003’te, Santana’nın mavi elektro-gitarı, Irak halkı ve Filistinli çocuklar için açık artırmayla Dubai’de satışa çıkarıldı. Sanatçının imzasını taşıyan gitardan elde edilen 6 bin 800 yüz dolar, Amerikan kâğıtlarının ekonomik değerinden çok daha fazla anlam taşıyordu. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü, yardımı Irak ve Filistin’e ulaştırırken, Santana’nın gitarı Washington’ın ve Tel Aviv’in işgalci zihinlerine unutamayacakları bir enstrüman olarak kaydedilecekti.
Santana
ETIYOPYA’DA GELDOF RÜZGÂRI 1965’te Vietnam Savaşı’nda Amerika’ya karşı San Francisco’da düzenlenen büyük gösteri, protest müzisyenlere cesaret verdi. Yaklaşık 20 yıl sonra, 23 Ekim 1984’te, İngiltere’nin Etiyopya üzerindeki sömürgeci politikaları, Bob Geldof’la birlikte pek çok müzisyeni ayağa kaldırdı örneğin. Geldof, Etiyopya’ya gitti ve burada, fakir bırakılmış, mazlum halka hitap etti. Band Aid konserlerinden elde edilen 144 milyon dolarlık geliri Etiyopya halkına bağışladı. Geldof, protestosunu, bir taksinin arka koltuğunda kaleme aldığı ‘Do They Know It’s Christmas” şarkısıyla taçlandırdı: “Korkmaya gerek yok, Bu yılbaşı vaktinde, ışığa geçit veriyoruz, Yasaklıyoruz gölgeyi. Bolluk dünyamızda, sevinç gülümsemeleri dağıtabiliriz, Bu yılbaşı zamanında, dünyanın her tarafına uzat kollarını. Haydi, bir dua et, başkaları için bir dua, Bu yılbaşı zamanında.”
8
Kasım 2011
SAVAŞA BAŞKALDIRAN NOTALARDAN BIR SEÇKI
Bob Geldof
80’LI YILLARIN RITMI, NÜKLEERE KARŞI! 80’li yıllarda müzik dünyası, nükleer silahlanma karşısında, ‘notaları’ hep birlikte yeniden düzenledi. Amerika’dan İngiltere’ye, Rusya’ya kadar birçok ülkede, silahlanma karşıtı gösterilerin yanında, onlarca şarkı bestelendi, okundu. Frankie Goes To Hollywood’un “Two Tribes’ı, Nena’nın “99 Luft Ballons” şarkısı, Midnight Oil’in “Minutes to Midnight”ı, Duran Duran’ın “Planet Earth”ü, Elvis Costello’nun “Shipbuildings’i ritme protesto kazandıran örneklerden sadece bir kaçı.
Masters of War –Bob Dylan Born in the USA –Bruce Springsteen Heaven is Falling – Bad Religion Us and Them – Roger Waters Oliver’s Army –Elvis Costello U.S. Forces –Midnight Oil Call it Democracy – Bruce Cockburn War – Barret Strong Get Up, Stand Up – Bob Marley Flowers of Guatemala – R.E.M. Between the Wars – Billy Bragg Don’t Let the Bastards – Kris Kristoferson
lında, sürpriz bir kararla Filistin topraklarında İsrail’in izniyle yapacağı konserlerini iptal etti. Costello, İsrail rejiminin “aşağılama ve yıldırma politikaları” sebebiyle bu protestoyu planladığını açıkladı. Protestonun ritmine şu sözleriyle ayak uydurdu ünlü şarkıcı: “Konserleri iptal kararım, insani sorumluluğumdu. Bu kararı almamış olsaydım, insanlar bana ‘Suçsuz insanların çektiği sıkıntıları görmüyor musun?’ diye sorardı.”
SUÇSUZ INSANLARI GÖREBILEN ŞARKICI: ELVIS COSTELLO İngiliz şarkı sözü yazarı ve yorumcu Elvis Costello, 2010 yıElvis Costello Kasım 2011
9
Osmanlı döneminde çocukların okula başlamaları büyük törenlerle olur, bütün mahalle eğlenerek çocuklarını okula başlatırlardı.
Osmanlı'da okula nasıl başlanırdı?
O Erhan Afyoncu
smanlı döneminde çocuklar, dört ile altı yaş arasında okula başlarlardı. İlkokul eğitimi veren okullara sıbyan mektebi, mahalle mektebi veya taş mektep denirdi. Çoğu taştan camilere bitişik inşa edilen mektepler, büyük bir odadan ibaret olurdu. Mekteplerin caminin yakınında olması çocukların dini eğitim almaları içindi. Çocukların okula başlaması gelenek haline gelmiş törenlerle olurdu. Çocuğu okula başlayacak bir aile ziyafetler düzenler, mektebin hocasına hediyeler verilirdi. Okuldaki diğer öğrencilere de şeker, simit vs. dağıtılırdı. Aileler çocuklarının mektebe başlama gününü kandillere denk getirmeye çalışırlardı. Eğer kandile denk gelmezse çocuklar Pazartesi veya Perşembe günleri okula başlarlardı. Okula başlayacak çocuğu olan aile evlerini baştan aşağı temizler, ailenin kadınları temizlikten sonra okula gidecek öğrenci adayıyla birlikte hamama giderek eğlenirlerdi. Çocuğun okula başlayacağı gün, bütün aile hava aydınlanmadan kalkardı. Yeni elbiseler giydirilen çocuğun boynuna işlemeli bir Kur’an cüz kesesi asılırdı. Fesin giyildiği dönemde çocuğun başındaki püskül mavi olur ve fese bir nazarlık takılırdı. Evden hazırlıklar bittikten sonra Eyüp Sultan ve Fatih türbeleri ziyaret edilirdi.
AMIN ALAYI
Aile türbe ziyaretinden döndükten sonra mektebin diğer çocukları okula başlayacak arkadaşlarını evinden alarak ilahi ve aminlerle götürmek için eve gelirlerdi. Çocukların okula törenle başlamalarına "amin alayı" veya "bed-i besmele" denirdi. Mektebe başlayacak çocuk evin önünde kendisini bekleyen süslenmiş ata bindikten sonra tören başlardı. İlahicilerin dualarını amincilerin "Amin, amin" sözleri takip ederdi. Çocuk ata bindirildikten sonra amin alayı yürümeye başlardı. Alayın en önünde atlas yastık üzerinde sırmalı cüz kesesiyle elifba taşınırdı. Arkasından da başının üzerinde çocuğun okulda oturacağı minder ve elifbayı koyacağı rahleyi taşıyan birisi giderdi. Bu iki kişiyi ata binmiş çocuk takip eder, arkasından da mektep hocası, hocanın yardımcıları, ilahiciler ve aminciler gelirdi.
10
Kasım 2011
Van Mour’un fırçasından 18. yüzyılın başlarında okula başlama töreni.
Törende çocuğun akrabaları ve davetliler de bulunurdu. Çocukların anneleri ve mahallenin kadınları da okula başlayan çocuğa eşlik ederlerdi. Ayrıca töreni seyretmek isteyenler yol boyunca dizilirlerdi.
"ELIF"LE BAŞLAYAN İLK DERS
Amin alayı ilahiler eşliğinde okulun önüne gelince, okul hocasının yardımcılarından biri öğrenciyi elinden tutarak okula götürürdü. Okuldan içeri giren çocuk hocasının elini öptükten sonra arşısında bulunan minderine otururdu. Besmele çeken hoca cüzde Arap alfabesinin ilk harfi olan "Elif"i göstererek adını yüksek sesle söylerdi. Ardından da "Bugünlük dersin bu kadar, unutursan kulaklarını çekerim" derdi. Okullar çoğunlukla tek bir odadan oluştuğu için eğitim bir hoca tarafından yürütülürdü. Mektep hocası da genellikle caminin imamı olurdu. Öğrenciler arasında sınıf ayrımı yoktu. Hoca seviyelerine göre öğrencilerle gruplar halinde çalışırdı. Hocanın kendileriyle ilgilenmediği zaman öğrenciler ya yazı yazar, ya da istirahat ederlerdi. Eğitim kesintisiz olarak devam ederdi ve tatil diye bir kavram yoktu. Öğrenciler de senenin istedikleri ayında eğitime başlarlardı. Okula kız erkek karışık giderdi. Okulun masrafları mahalle halkı tarafından çekilirdi. Okulda çocuğu olan aile mektebin hocasına gücüne göre para veya kumaş, koyun, yiyecek, ayakkabı gibi şeyler verirlerdi. Ayrıca okulun ısınma ve diğer giderlerini de aileler karşılardı. Fakir çocuklar ile öksüz ve yetimler için kurulmuş vakıflar vardı. Mektepte eğitim Osmanlı döneminde kullanılan alfabenin öğrenilmesiyle, yani "elifba" ile başlardı. Alfabe bazen tekerlemelerle öğrenilirdi. Sıbyan mekteplerinde Kur’an, ilmihal bilgileri, namaz sureleri ve matematik öğretilirdi.
EĞİTİM VE MEKTEP MASRAFI MAHALLELİDEN
Ö
ğrenci Kur’an’da belli bir yere geldiğinde hocasının elini öpüp, hocanın yardımcılarından biriyle evine giderdi. Evde büyüklerinin elini öperek eğitiminin belli bir seviyeye geldiğini gösterirdi. Öğrencinin ailesi durumlarına göre hocanın yardımcısına bir hediye verirdi. Sıbyan mekteplerini bir öğrencinin bitirmesi, hatim indirmesi, yani Kur’an’ın tamamını okumasıyla olurdu. Eğitim iki üç yıl sürerdi. Öğrencilerin hatim indirmelerinde tören yapılırdı. Öğrencinin ailesi ziyafet hazırlar, hocaya hediyeler verirdi. Mahalle mektebini bitiren okumaya kabiliyetli ise medreseye gider, yeteneği veya durumu uygun olmayan da bir sanat öğrenirdi. Mektebin masrafları mahalle halkı tarafından çekilirdi. Okulda çocuğu olan aile mektebin hocasına gücüne göre para veya kumaş, koyun, yiyecek, ayakkabı gibi şeyler verirlerdi. Ayrıca okulun ısınma ve diğer giderlerini de aileler karşılardı. Fakir çocuklar ile öksüz ve yetimler için kurulmuş vakıflar vardı. Vakıflar öğrencilere yemek, harçlık ve elbise verirdi.
Okullarda eğitim öğlende yemek ve namaz arası haricinde kesintisiz devam ederdi. Teneffüs yoktu. Okullar mahalle mektebi olduğu için öğrenciler evlerine giderek yemeklerini yiyip, tekrar okullarına dönerlerdi. Okullarda öğretimin yanında terbiyeye de önem verilir, suç işleyen veya yanlış bir davranışta bulunan çocuk falakaya yatırılarak cezalandırılırdı.
Kasım 2011
11
YAŞAM
Gülizar Sönmez
G
ürültülü su desek muhtemelen ilk aklınıza gelecek şeylerden biri şelale olur. Ama biz size ne "damlayan musluk"lardan ne de bir şelaleden bahsetmeyeceğiz. Çok daha tatlı bir şey: "Çikolata..." Çikolata, anlam olarak "gürültülü su" demek. Bu ismi ona Aztek’ler vermiş. Kakao çekirdekleri havanda dövülürken çıkan ses için gürültü anlamında "choco" ve su anlamına gelen "atle" kelimelerinden oluşuyor.
BİR KEZ TADINI ALDIN MI, GERİSİ GELİR... Artık vazgeçilmez bir zevk olan çikolata kendine özel mekanlara da sahip. Bir işin hakkını vermek önemlidir, çikolatanın hakkını vermek daha önemlidir. Tatlı denildiğinde illa adının anılması gereken konu çikolatadır. "Çikolata&Kahve" bu özel mekanlardan biri. Çikolatanın buluşturucu bir güç olduğunu anlatan, Juliette Binoche ve Jonny Deep’in rol aldığı Chocolat filmi gibi "Çikolata&Kahve"nin sahibi Bülent Bey de bu güce inanıyor. İnşaat sektöründe 20 yılından sonra evlilikle tazelediği hayatını iş olarak da yenilemek istemiş, Bülent Bey ve eşi. 95 m2, 3 masa, 6 tabure ile rengârenk çikolataları, dükkânı buram buram kaplayan çikolata ve kahve kokusu, arka fonda bazen bir İncesaz şarkısı, bazen bir Loreena Mckennitt ezgisi, bazen dokunaklı bir türkü en çok enstrümantal müzikleri, vazgeçilmez sıcak çikolatayı ve muhabbeti ile 6 yıldır bir çınar gibi kök salmak için orada.
Masalsı lezzet
ÇİKOLATA Çikolatanın buluşturucu bir güç olduğunu anlatan, Juliette Binoche ve Jonny Deep’in rol aldığı Chocolat filmi gibi "Çikolata&Kahve"nin sahibi de bu güce inanıyor.
12
Kasım 2011
"Çikolata Kahve", ev yapımı çikolataların bulunduğu bir mekan. Uğrayıp bir sıcak çikolata içilmeli, kahve yanında çikolata yeme keyfi denenmelidir.
KIYMETİNİ BİLEMEMİŞ AMERİKA’YI KEŞFEDEN COLOMBE
Ç
ikolatayla ilk karşılaşan ‘beyaz’ adamlar, Christophe Colombe ve İspanyol Cortês. Kıymet bilmez Colombe, Azteklerin kutsal bildiği bu tatlının değerini anlamadığı için onu İspanya’ya taşıyan Cortês olmuş. Avrupa burjuvası, çikolatanın şekerle daha da tatlı olduğunu fark etmiş. Ardından da malzemelerin içine süt katılması gelmiş. Sıcak bir içecek olarak tüketildiği dönemler de olmuş ki, bir süredir kafelerde
sıcak çikolata yine revaçta. Katı gıda sınıfına girmesi ve derken, sanayi dönemi ile seri üretim aşamaları gelmiş. Bugün, işi çikolata üretmek olan pek çok sanayi devi firma var. Devasa firmaların olduğu bu alanda bugünlerde çok yeni başlayan bir başka akım da el yapımı çikolatalar. Her şeyin sanayileştiği ve tekdüzeleştiği bir alanda, çok daha spesifik tatlarla müşterilerinin damak tatlarına hitap etmeyi amaçlıyorlar.
ATOM MÜHENDİSİNDEN EMANET HAYAL
sevdikleri ile paylaşıyor, onlar geliyor, onlarda başkaları ile paylaşıyor. Sevgi ile anlatılan da yalan olmaz, bu reklam bize yetiyor." "İnsanlar buraya geliyor, memnun kalıyor, çikolata yiyor ve mutlu oluyor ya, bir de ben rızkımı çıkarıp evimi geçindiriyorum ya, daha ne olsun" diyor. "En çok hangi çikolatanız için geliyor insanlar" diyoruz, "truffe" için diyor "her zaman olmaz. Yazın sadece hafta sonları, kışın her gün ama sadece öğlene kadar. Ve en çok sıcak çikolata içmek için geliyorlar." "Marketlerden ne farkı var sizin çikolataların?" diyoruz "marka vermem ama üretilip ambalajlanıp bir rafa gelmesi 3 ay sürüyor bizimki en fazla 3 gün duruyor tüketiliyor." Mekanı bulması çok kolay -Çengelköy Çınaraltı'ndan 2 sokak sonraki Balıkçının yanındaki sokakta- ama çıkması çok zor... Çikolataları yemesi de çok kolay ama tadını unutmak çok daha zor...
Ahmet Yüksel Özemre’nin "Üsküdar’da Bir Aktar Dükkanı" adlı kitabından ödünç almışlar bu hayali, kitapta bahsi geçen aktar dükkanı insanların toplanıp tasavvuf, edebiyat ve müzik üstüne derin sohbetlere daldıkları bir mekan ve o aktarda yaşanılanların anlatıldığı ince bir kitap. "Kitap için vakit var" diyor, Bülent bey. "Eşim bunun için notlar alıyor, burada yaşanılanlar kayda geçecek, burada tanışıp evlenenlerle edilen muhabbet, tesadüfen dükkana yolu düşmeler olacak" diyor. Çocuklarının büyüdüğü mutfakta, eşi ile yapıyor her bir çikolatayı.
ÇOK PARA CEPTEN TAŞAR KALBİ BOZAR
"Çok kazanmak olmasın derdimiz para çoğalır, cepten taşar kalbe girerse tüm bereket kaçar" diyor. Reklamsız 6 yılını tamamlamış "Çikolata&Kahve", "buradaki muhabbet güzelleştiriyor, sevdiriyor burayı, sevenler
Kasım 2011
13
SİNEMA
S
Ayşe Şahinboy Doğan
inema görüntüleri, ses efektzayıf bir proje olarak görülen "Yıldız leri, oyunculuklarıyla sizi iki Savaşları"nın mimarı George Lucas, şimsaat içinde yaşadığınız dünyadilerde sinema hayranı ev kullanıcılarına dan koparıp kendine hapseden yönelik çalışmalara ilk adım atanlardan. büyüleyici bir sistemdir. Bu Seslerin sinema salonlarındaki kadar sasisteme dahil olmayı her zaman istesek hici olmasını sağlayan bir sistem geliştide çoğu zaman hayatımızın yoğunluğu ren Lucasfilm’in tabiri caizse mucizesidir arasında sinemaya yer bulamayız. FilmTHX. Ev sinema sistemlerinin akustik lerin bizi renklendiren dünyalarından performansını arttırmaya yarayan THX uzaklaşmak mümkün mü peki, elbette bir ses düzenleme yöntemidir. George Lucas'ın hayır! Dışarı çıkıp sinema salonlarına vaSinemalarda surround sesleri vermek yönettiği THX kit ayıramayanlar, artık kendi salonlarını için salonun kıyısında birçok hoparlör 1138 filminin afişi sinemaya çeviriyor. Beyaz perdelerinin bulunur; oysa ev sinema sistemlerinde, ucundan kıvırıp tül perdeyle yer değişbu hoparlör sayısı genellikle ikidir. THX, tiren filmler, gelişen teknolojiyle birlikte evde keyif bu farklılığın yaratacağı performans sorununu gideryapmak isteyenlerin ayağına geliyor. mek için ön ve surround hoparlörler arasında bir "ses Dönemin yapımcıları tarafından izlenmeyecek, rengi eşlemesi" işlemini üstlenir. Böylece odanın için-
14
Kasım 2011
İNTERNETTE DEVASA FİLM ARŞİVİ
E
de "hareket eden" sesin tonunu dengeler. Ve size sinema salonlarındaki kaliteye yakın bir izleme keyfi yakalama fırsatı sunar.
Efe Çakarel Bağımsız filmler, kültler, kimsenin arşivinde olmayan festival filmleri, vizyondakiler ve daha fazlasını içinde barındıran devasa bir sinematek MUBİ.
v sinema sistemleri kurmak isteyenler için THX logolu ürünler ne kadar vazgeçilmezse, filmlere ulaşma konusunda da MUBİ o derece önemli. Bağımsız filmler, kültler, kimsenin arşivinde olmayan festival filmleri, vizyondakiler ve daha fazlasını içinde barındıran devasa bir sinematek MUBİ. "Silikon Vadisi taze internet projelerin, milyon dolarlık şirketlere dönüştüğü sihirli bir mekan. Kaliforniya’nın bol ağaçlı, dışarıdan bakıldığında son derece mütevazi görünen küçük şehirlerinden biri de Palo Alto. Silikon Vadisi’nin enerjisinden payını almış Palo Alto’dan; Google, YouTube, Facebook, eBay gibi inanılmaz büyük şirketlerin çıktığına şehri görenin inanması hayli zor. İşte bu Palo Alto’da, bundan 3 yıl önce çevrenin en popüler kafelerinden biri olan Coupa Café’de, iki Türk olarak kafa kafaya verip bir internet fikri geliştirdik." diye anlatmaya başlıyor röportajımızda Efe Çakarel, MUBİ’nin doğuş hikayesini. İnternetin gelişmiş alt yapısını doğru kullanabilmek ve bunu iyi tasarlayabilmek için iyi firmalarla ortaklık sağladıklarını belirten Efe Çakarel, Mubi’nin gelişmesinde Sony Playstation’ın yerini şöyle anlatıyor: "Sony Playstation bir oyun firması olmaktan çok bir eğlence üssü. Bambaşka bir platform sunan yeni bir mecra adeta. İçinde müzik, sinema ve performansı barındıran yeni bir dünya. Bizim için son derece uygun bir alan... Sony Playstation ilerleyen zamanlarda bir ‘oyun konsolundan’ çok daha öte olduğunu gösterecektir... Bu yola MUBI ile girdi." 2 milyonu aşkın üyesiyle birlikte MUBİ her geçen büyümeye devam ediyor. Üyeler sadece film izlemekle kalmıyor, sinema üzerine tartışmalar, gündeme dair gelişmeler ve yönetmenler hakkında yorumları da diğer kullanıcılarla paylaşabiliyor. Gelecek bilimkurgu filmlerindeki gibi ya da George Lucas’ın bize hayal ettirdiği gibi mi olacak bilemiyoruz. Ama teknolojisi hızla gelişmeye ve kullanıcıların keyif aldıkları mecralarda rahatlık sağlamaya devam ediyor.
Kasım 2011
15
MÜZİK
Yazı ve Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı
Sokağın Melodisi
SOKAK MüZiSYENLERi Hayatın gürültüsüne, bir desen, bir dinginlik katan gezgin müzisyenler, herhangi bir ekibin, herhangi bir organizatörün planlamadığı, yaşadığımız yüzyılın en insancıl hareketlerinden biri...
Sokak müziğini icra edenlerin ortak karakteri aynı zamanda gezgin olmaları. Müziklerini icra ederek kazandıkları paralarla bir şehirden diğerine yolculuklar yaparak dünyayı da dolaşıyorlar.
16
Kasım 2011
Ç
ok sevdiğimiz filmlerde bizi etkileyen ana unsurları hiç düşündünüz mü? Hikaye, oyuncular, filmin romantizmi.. Hepsi önemli, hepsi bizi hassas noktalarımızdan yakalayan detaylar. Çoğu zaman bu detayların hemen arkasında yer alan ve aslında bizi izlediğimiz hikâyeden, kurgudan, oyunculardan daha da etkileyen şey o filmin müziğidir. Görüntüler akıp giderken kendimizi çoğu zaman müziğin rüzgârına kaptırır ve filmin içinde kayboluruz. Ben ilk kaybolmamı on küsur yıl önce ilk yurtdışı tecrübem olan Ukrayna seyahatinde yaşamıştım. Kiev metrosunun girişinde kendimi bir müziğin akışına bırakmış, ilk başta hoparlörlerden geldiğini zannettiğim ‘keman sesi’ bir koridoru dönünce karşıma orta yaşlı, fötr şapkalı bir virtüöz olarak çıkmıştı. Aynı gün Kreschatik caddesinde bizim ‘kanun’a benzer bir müzik aleti olan
banduraları çalan rahipler, sokak müziği kültürümün ilk kilometre taşı oldular. Daha sonraki yolculuklarımda Amerika’dan, Güney Afrika’ya, Tunus’tan, Malezya’ya dünyanın birçok yerinde ve nihayet ülkemizde karşılaştığım sokak müzisyenleri, modern yüzyılların ozanları olarak hafızalarımızda yer etmeye başladı.
MÜZIĞIN GEZEN RUHU YA DA RÜZGARA BIRAKILAN MELODILER Sokak müziğini icra edenlerin ortak karakteri aynı zamanda gezgin olmaları. Müziklerini icra ederek kazandıkları paralarla bir şehirden diğerine, bir metropolden bir başkasına yolculuklar yaparak dünyayı da dolaşıyorlar. Gittikleri yerlerin müziklerini de portföylerine ekleyen müzisyenler, yoluculuklarının uzunluğuna göre repertuar zengini ‘müzik ustası kişiler’ de oluyorlar. Örnek olarak; Amerika’dan başlayan yolculu-
Kasım 2011
17
MÜZİK
Şöhreti bir televizyon kanalında ya da bir şarkı yarışmasında değil sokakta bulan bu isimsiz sanatçılarının çoğu bir enstrümanla şarkılarını söyler.
ğu Çin’de bitiren bir müzisyen aynı zamanda belgesel değeri çok yüksek olan bir hafızaya da sahip bir ‘değer’ haline geliyor. Özellikle büyük şehirlerin kalabalık caddelerinde görebildiğimiz müzisyenler, onları dinleyen insan sayısının azlığına ya da çokluğuna aldırmadan ömürlerinden bir zamanı gittikleri yeni şehirde geçirerek sanatlarını icra ediyorlar. İyi bir müzik eğitimi alıp, kendi ülkelerinin ‘popstarı’ olmaktansa, şehir şehir dolaşıp müziği yaşamayı tercih etmelerindeki esas sebep, özgür ruhlarının tatmin olmaz tarafları olabilir. Müzik onların pasaportu, rüzgâra bıraktıkları melodileri de önlerinde rehberleri oluyor çoğu zaman. Ülkeler onlar için bir besteden, bir tınıdan ibaret.
SOKAKLARDA ÜCRETSIZ CANLI KONSER
Dünya müziğine yön veren meşhur bir şarkıcının bir köşe başından karşınıza çıktığını düşünün. Bir konser bileti almanıza gerek kalmadan, yer kapma telaşına girmeden, önlerden olsun koltuğum sevdasına kapılmadan; sokakta, güpegündüz ya da herhangi bir akşam vakti onunla
18
Kasım 2011
karşılaştığınızı ve kendinizi büyülenmişçesine o müziğe kaptırdığınızı akledin. Bugün hiç tanımadığınız o sokak şarkıcısının bir gün şöhretin basamaklarında ilerleyeceğini ve dünyanın en meşhur şarkıcılarından biri olmayacağını kim söyleyebilir.
ENSTRUMAN VE BERABER VE SOLO ŞARKILAR Şöhreti bir televizyon kanalında ya da bir şarkı yarışmasında değil sokakta bulan bu isimsiz sanatçılarının çoğu bir enstrümanla şarkılarını söyler. Grup halinde şarkı sözü olmadan sadece müzik yapanlar, arkada orkestra önde solo şarkı söyleyenler, aynı anda birçok aletle müzik yapabildiğini gösterenler, günlük hayatta başka bir eşya olarak kullanılan bir aleti enstrüman gibi kullananlar ya da sadece flütle şaheserler çıkaranlar şeklinde görebiliriz onları. Sokağın gerçeği, sokağın sesi, sokağın büyüsüdürler.
HER RENK VE MILLETTEN MÜZIKLERLE BIR ULUSLARARASI GÖSTERI Ülkemizde en çok İstanbul’da İstiklal caddesinde rastgeliyoruz sokak müzisyenlerine. Dünyanın farklı milletlerinden, farklı renk ve inançlarından onlarca sokak müzisyeni kendi müzik ve hayat kültürünü de gittikleri yerlere taşıyan birer kültür elçisi aynı zamanda. Kızılderilisinden, Avrupalısına, Çinlisinden Güney Amerikalısına dünya coğrafyası kendi sokaklarımızda ‘ses veriyor’. Sokak müzisyenlerini artık sokağın, caddenin doğal bir sesi saymak gerekiyor. Metropol şehirlerin kalabalık caddelerini onlarsız düşünmek; pastoral bir tabloda gökyüzünü, denizi, ağaçları, kuşları çizmemek gibi büyük bir eksiklik hissi oluşturuyor. Hayatın gürültüsüne, bir desen, bir dinginlik katan gezgin müzisyenler, herhangi bir ekibin, herhangi bir organizatörün planlamadığı, yaşadığımız yüzyılın en insancıl hareketlerinden biri beklide. Kendimiz olmak, kendimiz kalmak, kendimizi dinlemek için; dinleyelim.
Kasım 2011
19
SERBERST KÜRSÜ
Fotoğraflar: zübeyir koçulu Konuşturanlar: İsmihan Şimşek, Ersin Çelik, Ayşe Şahinboy Doğan, Zübeyir Koçulu, Gülizar Sönmez, Ayşegül Duman
MUTLU MU OLACAĞIZ, BILGE MI?
İ
MURAT MENTEŞ
20
Kasım 2011
nsanoğlunun dünyada yürüyebileceği iki yol vardır: 1- Mutluluk yolu, 2- Bilgelik yolu. Mutluluk, tatmin arayışından elde edilen sonuçtur. Bilgeliğe ise olgunluğu keşfetme çabasıyla ulaşılır. Oscar Wilde’ın ünlü romanı Dorian Gray, bu ikiliği anlatır. Modern kapitalist dünyada birey olmak, kendi mutluluğunu inşa etme gücünü ele geçirmek olarak sunuluyor. Yani sistemli bir bencillik sayesinde, ideallerimizi gerçekleştirebiliriz. Hâlbuki bencil olmak için bile önce bir benliğimizin olması lazım. Beni, bir başkasından ayıran ve onunla buluşmamı anlamlı kılacak farklarım olmalı. Herkesin para hırsıyla, mülk edinme endişesiyle hareket ettiği bir evrende, insanlar tek-tipleşirler. Banal hedeflere yürüyen, sıradan, güdümlü bir güruha dönüşürler. Bu koşullarda hakikaten insan olma onuruna eremeyiz. Elbette çalışalım, kazanalım. Fakat paylaşmadığımız zaman hayatımız, vicdanımız, giderek benliğimiz tıkanır. Mülkü, parayı, serveti önemli olmaktan çıkarabilirsek, veren, paylaşan insanlar olursak, ancak o zaman birbirimizi bilgeliğe sevk etme iradesini açığa vurmuş oluruz. Sanata, düşünceye, zarafete, haysiyete, bilgiye önem veren bir toplum haline geliriz. Aksi takdirde güdülen, kandırılan, çaresiz, korkak, hasta ruhlu kimseler olarak kalırız. Hepimiz öleceğiz. Bundan kaçış yok. Hayatın manası, ölümün sabitliğinden destek alır. Ölümü göz ardı ederek, ölümsüzmüşüz gibi yaparak sıhhatli düşünmemiz, hissetmemiz ve yaşamamız mümkün değildir. Kapitalist uygarlık, ölümü dışlayarak işleyişini sürdürür. İnsanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu söyler. Hâlbuki insanın kendisi sınırlı olduğu halde, ihtiyaçları sınırsız olamaz. Bu çok büyük ve yıkıcı derecede aptalca yalanı hayatımızdan çıkarmazsak zehirleniriz.
REKABETI KUTSAYANLAR HAYIRDA YARIŞ-A-MAZ
G
elişkin bir zihin, espritüel bir anlatım, kendimizi ifade etmede yetkinlik, başkalarını doğru anlamamıza imkân veren bir kavrayış gücü istiyorsak; bilgeliğe yöneleceğiz. Kitaplardan, bilgiden, sanattan, düşünceden kaçan bir toplumun iradesi erir. Burada şahsiyet sahibi insanlar yetişmez. Emir alan, emir veren, yalnız, çaresiz, umutsuz, pısırık, riyakâr mahluklar türer. Birbirinin açığını kollayan, birbirine zulmeden, baskı uygulayan, birbirini dışlayan, alaya alan, korkutan, tehdit eden, ezen, yoran, kahreden, hiçe sayan beyinsiz canavarlar... Birbirimizi neden sevmiyoruz? Çünkü rakibiz. Yani düşman. Her başarı, başkalarını başarısızlığa mahkum etmek suretiyle elde ediliyor. Rekabeti kutsayan, para ve makam sahibi olmak için etçil yırtıcılar gibi davranmayı meşru sayan kimselerin birbirlerine hayrı do-
Y
aşlılık çok önemli bir dönemdir. İnsanın daha birikimli, tecrübeli olduğu çağdır. Fakat insanlar artık yaşlanmıyorlar. Yaşlılık reddediliyor. Hamilelik gibi, yaşlılık da bir hastalık sanılıyor. Eskilerin bir şakasıdır: "Biz bu sakalları değirmende ağartmadık" derler. Yani sakalımız beyaz, fakat değirmendeki unun yapışmasıyla oluşmuş bir beyazlık değil bu. Okumanın, düşünmenin, direnmenin, sabrın, hayatın getirdiği, bilginin işareti bir beyazlık. Bir gençlik obsesyonu var. Gerçekten genç olanlardan hoşlanan yetişkinler yok. 50 yaşındaki biri 20 yaşındaki birine şefkat gösteremiyor. Kendisi zaten genç olmak is-
kunmaz. Bugün büyüklerin, ihtiyarların gençlere söyleyecek sözü, verecek nasihati yok. Çünkü kendileri de bir şey bilmiyorlar. Evlatları ev ve araba alsın, tamam. Hâlbuki hayatın bu kadar insafsız, acımasız, şefkatsiz akması, insanın insana değer vermemesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla kendimizi, toplum olarak ürettiğimiz vahşetten korumak zorunda kalıyoruz. Bu vahşetin en önemli özelliği, aptallıkla dolu olmasıdır. Bir aptala "Bunu neden yapıyorsun?" diye sorulduğunda size iki cevap verir: 1- Herkes böyle yapıyor. 2- Ben hep böyle yapıyorum. Yani, herkes gibi olmayı meşru, süreklilik kazanmış tutumu geçerli sayar. Şahsiyet sahibi insanlar; herkes gibi olmayı, kendini herkese göre ayarlamayı ve sırf geçerli diye bir yanlışı sürdürmeyi reddederler.
YAŞLI, GENCE ŞEFKAT GÖSTERMIYOR ÇÜNKÜ KENDISI GENÇ OLMAK ISTIYOR
tiyor. Gençler, büyüklerinin rakibi. Dolayısıyla hiç de iyi muamele görmüyorlar. Ben gençlere ‘Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın’ diye hitap etmek istemiyorum. Zaten insanlar aslında çocuktur. Attilâ İlhan’ın çok sevdiğim bir dizesi var: ‘Çocukluktan çıktığımızı zannetmek aslında çocukçadır’ ... Vonnegut da "Askerler bebektir" der. Buna karşılık birçok büyük icat, sanat eseri, fetih, keşif vs. genelde 30 yaşın altında insanlar tarafından ortaya konmuştur. 98 yaşında resim yapmayı öğrenip, 100 yaşında sergi açan da var. Bu da bence çok kıymetli bir şey. Gençliğimiz uzun sürsün istiyorsak, ileri yaşlarda da okumayı, öğrenmeyi sürdüreceğiz, bu kadar basit.
Kasım 2011
21
SERBERST KÜRSÜ ZALIM, KENDINI DISIPLINLI SANIR; KABA KIMSE, SAMIMIYETIYLE ÖVÜNÜR
C
esaret, asalet, zeka gibi müspet kavramlar nerede karşımıza çıkıyor? Cesareti, ticari girişimcilikte görüyoruz. Asaleti markalı kostümlerle poz vermek sanıyoruz. Zekâ, başkalarına üstünlük kurmaya yarayan bir araç... Yani saldırganlığı cesaret, gösterişçiliği asalet, kurnazlığı ve açgözlülüğü de zeka sanıyoruz. Niye böyle? Çünkü kitap okumuyoruz. Balzac okuyan kişi, insan ilişkilerinin inceliklerini kavrar; Dostoyevski okuyan kişi, insanın iç dünyasının, vicdanının, zanlarının, korkularının fonksiyonlarını görür; Shakespeare okursan, hayatın bütününü göz önünde tutmanın değerini anlarsın... Binlerce tasavvufi kıssa, binlerce Uzakdoğu hikâyesi, binlerce roman, hikaye, destan... bizlere kendi hayatımıza taşıyabileceğimiz besleyici gıdalar sunar. Cesaret gerçekte nedir, pişmanlık, umut, zafer, helalleşme, zenginlik, aşk, zeka, nezaket, merak, insaf, haklılık, merhamet, hasret, tevazu, hayret... nedir? Bunları hikâyelerden öğreniriz. İnsana niçin değer verilir, Allah’la nasıl konuşulur, hayatın saçmalığı neden aşılmalıdır? Bunları kitaplardan öğreniriz. Kötülüğün, kibrin, tahakkümün, aptallığın, kabalığın, cehaletin, tembelliğin, haysiyetsizliğin, parazitliğin... doğasını da, yapısını da kitaplar bize kavratır. İnsan kendi yerini kolayca inkar edebilir. Kendini kandırmak çok yaygın bir durum. Zalim adam kendini disiplinli sanır; tembel, kanaatkâr olduğunu düşünür; kaba kimse, samimiyetiyle övünür; haksız servet sahibi olan, "Allah’ın verdiği nimet" diye görür elindekileri...
İKTIDAR İLLUZYONDUR
İ
şte, şahsiyetli olmanın önemi burada. Bir şeyleri rasyonalize etmeden, bir de vicdanımızda tartarak kavramalıyız. Yoksa mantıklı, tutarlı açıklamalar bulmak, bahaneler üretmek dünyanın en kolay işidir. İktidar sahibi olmak, insanı muazzam bir illüzyonun içine sürükler. Gerçekte insan muktedir değildir. Dünyanın gelmiş geçmiş büyük liderlerinin hepsi öldü. Bizi ölümden korumayan bir gücün, iktidarın, gerçek olmadığını anlamak için de fazla zekâ gerekmiyor. Dolayısıyla iktidar bir vehmin, illüzyonun tezahürüdür. Bizler üstünlük değil, eşitlik arayışına yönelmeliyiz.
22
Kasım 2011
İYI BIR FILM İZLEYECEĞINE KÖTÜ BIR KITAP OKU
O
kumak, ağaçtan meyve toplamak gibidir. Bakmak, görmek, koparmak, yeşertmek, yetiştirmek. İzlemek öyle değil. Film izlemek; akan suya bakmak gibi. Okuduğunuz zaman zihnimiz hareket etmek zorunda... Okumak aktif olmayı gerektirir. Bu nedenle bizde İzlemekle kıyaslanamayacak kadar derin izler bırakır. Hayatlarında, daha derin, daha ince bir şeyler olsun istiyorlarsa insanlar, okusunlar. Aslında... "okumayan insanlar" diye bir şey yok. Okuyacaksın. Okumayan insan olamaz. Okumazsak; anne, baba, arkadaş, evlat, tacir olamayız. Hiçbir şey olamayız. Okumayan insan âşık da olamaz. Okumayan insanlara; güvenmeyin, onlarla arkadaş olmayın, onlara oy vermeyin, onlarla evlenmeyin. Evlendiyseniz de boşanın. Kimsenin kölesi, maymunu olmak istemiyorsanız, başınız dik olsun, müstakil, bağımsız, şahsiyet sahibi insan olmak istiyorsanız; bunun yolu kitaplardan geçer. Kitapsız bir hayat olmaz. Okumayan insanlara dikkat edin. Hayatları yoktur. Hayatın cevherini kitaplar besler. Okumuyor diye bir insandan nefret etmem. Ama ona saygı da duymam. İyi bir film izleyeceğine, kötü bir kitap oku. Daha çok şey öğrenirsin, daha çok gıda alırsın.
ÖZYEĞIN ÜNIVERSITESI HAKKINDA: Yaşamla iç içe, yenilikçi, yaratıcı ve girişimci bir öğrenim merkezi olarak topluma hizmet vermek amacıyla Hüsnü M. Özyeğin Vakfı tarafından kurulan Özyeğin Üniversitesi, Türkiye ortamında olduğu kadar bölgesel ve küresel ölçekte de geçerli olacak yaratıcı, özgün, faydalı ve uygulanabilir bilgi üretmeyi ve üretilen bilginin uygulamaya geçirilmesi sürecinde aktif bir rol oynamayı hedefliyor. Öğrenim programlarını, yükselen mesleklerde derinlemesine bilgi sahibi, yabancı dile hakim, iletişim ve bilgi teknolojileri kullanımında yetkin ve uygulama becerisi olan gençler yetiştirmeye yönelik şekillendiren Özyeğin Üniversitesi, bireysel sorumluluk alabilen, ilkelerine bağlı, sonuç odaklı, teorik bilgi ve uygulama deneyimine sahip, sürekli öğrenmeyi ilke edinen mezunları sayesinde sahip olduğu vizyonu gerçekleştirmeyi amaçlıyor.
Türkiye’nin İlk Çevreci Kampüsünde
YAŞAM BAŞLIYOR www.ozyegin.edu.tr
Rektör Prof. Dr. Erhan Erkut’un değerlendirmesi:
ÖĞRENCILER ÖZYEĞIN ÜNIVERSITESI’NI NEDEN TERCIH ETMELI?
Özyeğin Üniversitesi Yeni Kampüsü
• Öğrencilerimizin birinci sınıf bir akademik kadro ile çalışmalarına imkan sağlamak için, kadromuzu oluştururken son derece titiz ve seçici davranıyoruz. Türkiye ve dünyanın sayılı üniversitelerinde eğitim görmüş akademisyenleri üniversitemiz bünyesine dahil etmeye özen gösteriyoruz. • Başarılı öğrencinin, şartları ne olursa olsun kaliteli eğitime ulaşabilmesi gerektiğine inanıyoruz ve kurulduğumuz günden bu yana zengin burs olanaklarımızla bu konudaki sözümüzü yerine getiriyoruz. Tüm öğrencileri değişik oranlarda burslar ile alıyor olmamız, toplumun her kesimi için ulaşılabilir bir üniversite olmamızı sağlıyor. • Sektörel çözümler derslerimiz, staj ve yurt dışı değişim olanaklarımız, yenilikçi egitim sistemimiz ve sektörlerle iç içe olan akademisyenlerimiz ile işverenlere hemen katkıda bulunacak mezunlar yetiştirmeyi hedefliyoruz. • Özyeğin Üniversitesi’nde lisans eğitiminde olduğu kadar, araştırma ve lisansüstü çalışmalarda da mükemmelliğe erişmeye büyük önem veriyoruz. Böylelikle en yeni gelişmeleri sunabiliyoruz ve öğrencileri bilgi üretimi sürecine dahil edebili-
yoruz. • Türkiye’nin ilk Girişimcilik Lisans Programı’na bu seneden itibaren tamamı tam burslu öğrenci kabul ederek girişimci ruha sahip öğrencileri bulup onlardaki potansiyeli geliştirmeyi hedefliyoruz. Türkiye girişimcilik ekosisteminde yer alan önemli boşlukları doldurmaya adayız. • Kısıtlı kaynakları en fazla fark yaratabileceğimiz alanlarda değerlendirmeyi tercih ettiğimizden, az ve öz program açıyoruz. Bu sene yeni açtığımız altı program da dahil, tüm programlarımızda iddialıyız. Özyeğin Üniversitesi’nin önümüzdeki birkaç sene içinde bütün programlarında Türkiye’de ilk beş üniversite arasında olmasını hedefliyoruz. • Uluslararası alanda önemli bir sıralama olan ABD’deki University of Texas at Dallas’ın yaptığı araştırmaya* göre, dünyanın en prestijli 24 işletme dergisinde 2009 yılından bu yana yer alan akademik yayınlar sıralamasında ilk 200’e giren iki Türk üniversitesinden biri Özyeğin Üniversitesi’ydi. Geçtiğimiz sene üçüncü kişiler tarafından yapılmış olan iki ayrı öğrenci memnuniyet anketinde de birinci ve ikinci olduk.
Kasım 2011
23
EĞİTİM KARİYER MERKEZİ
Ayşegül Duman
G
elişen dünya ile beraber ortaya çıkan külSOSYAL HIZMET BÖLÜMÜ türlerin entegrasyonu buna bağlı olarak da Bu önerilerden sonra üniversitelerde ilgi çeken bir yeni doğan üretim ve tüketim biçimleriyle bölüm olan Sosyal Hizmet bölümünü ile ilgili birkaç birlikte her alan değişimlere ve gelişmelebilgi verelim. Sosyal Hizmetler bölümü, son yıllarda re uğruyor. Bu değişimden meslekler ve iş oldukça talep alan teorik ve uygulamayı bir arada bualanları da nasibini alıyor. Örneğin küreselleşmenin lunduran bir bölüm. Teoriyi öğretirken aynı zamanda ve enformasyon iletişim teknolojilerinin gelişmesi da uygulama yapmayı sağlayarak iş tecrübesini kazanile beraber önceden en itibarlı, en çok kazandıran mayı da içinde barındırıyor. Sosyoloji ve psikolojiden ve tercih edilmesi istenen doktorluk, mühendislik, beslenen bir meslek ama çok ince farklarla bu alanlaröğretmenlik gibi mesleklerin yerini farklı alanlardan ayrılarak bambaşka bir alanı oluşturuyor. Eğitim daki meslekler alıyor. Şimdilerde öğrencilere iş yaalırken psikoloji ve sosyolojiden ayrılan tarafı uyguşamlarında daha çok fırsat sunan ve birçok alanı içine lama yönünün daha yoğun olması. İş alanlarından alan meslekler rağbet görüyor. bazıları ise çocuk esirgeme kurumları başta İş seçimi yaparken mesleğin geçmişolmakla beraber adliyeler, mahkemeler, ten bugüne tercih edilme durumuna, huzur evleri, yerel ve uluslararası sivil Üniversite, mezun sayısına, işsiz mezun sayısına toplum kuruluşları vb. yerler. Fakat mesleğimize bir de eğer mezun olduktan sonbir başka yönü ise her sosyal hizra devlet işi düşünülüyorsa KPSS karar vermek için bir met görevlisinin işi kendi içinalım puanlarına bakılarak tercih de farklılaşıyor. Örneğin çocuk dönüm noktası. yapılması gerekiyor. Buradaki en esirgeme kurumunda çalışan bir Peki, bu seçimimizde önemli nokta yeni bölümlere sosyal hizmet görevlisi çocuklanelere dikkat soğuk bakan adayların gelişen rın yaşadığı, geldikleri ortama etmemiz gerekiyor, dünyada meslek gruplarının bakarak onun için hangi yurt daha iyi, nasıl bir ortam sunuldeğişimini göz ardı etmemesi... yol haritamız ne olmalı?
Üniversiteliye
I S A T I R IŞ HA
24
Kasım 2011
PEKI YA ÜNIVERSITEYE YERLEŞMIŞ GENÇLER NE YAPMALI?
S malı, bunlara bakarken aynı kurumda bağımlılığı olan bir çocuğa başka türlü davranması gerekiyor. Sosyal Hizmetler görevlisinin çalışabileceği alanlar göçmenler, engelliler, şiddet görenler de olabiliyor. Uluslararası ve yerel sivil toplum kuruluşlarında çalışan sosyal hizmet görevlileri dezavantajlı grupların haklarını savunma, göçmen sığınaklarına gidip onları bilgilendirme görevlerinde de bulunurlar.
on sınıfa gelmiş ve kaçırdığı fırsatlar için hayıflanan öğrencilerin sayısı görmezden gelinecek gibi değil. Üniversiteye başlamış veya bu ilk yılı olacak arkadaşlar sizler için en büyük önerilerden birisi okulunuzun çift ana dal veya yan dal imkânı olup olmadığını öğrenmelisiniz. Kısa bir bilgi verecek olursak çift ana dal, okulunuzu iki diploma ile bitirme imkânı sunan bir program. Yan dal ise kendi diplomanızın yanında sizi başka bir bölümden sertifika sahibi yapan program. Tabi bunun için belli bir not ortalaması gerekiyor. Bir de bölüm okuyacak arkadaşlar için eğer imkânınız olursa formasyonunuzu okul bitmeden almanız! Yabancı dil ve erasmus da kaçırılmayacak fırsatlar arasında.
GENETIK KIMLIKLERINE GÖRE MELEK TERCIHI YAPMALARI GEREKIR
Ü
niversite eğitimi hakkında bilgi aldığımız İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hamit Okur konuyla ilgili bakın neler söyledi: "Kişilerin genetik kimliklerine göre meslek tercihi yapmaları gerekiyor. Bu konuda ülke olarak maalesef çok gerideyiz. Öğrenciler meslek seçerken mesleklerin süslü ve cazibeli isimlerine takılmadan kendileri için hangi meslek uygunsa o alana yönelmelidirler ve mesleklerinde başarılı olmak için kendilerini çok iyi yetiştirmelidirler." Üniversite mezunlarının eskisi kadar kolay iş bulamadığına değinen Okur sözProf. Dr. Hamit Okur lerine şöyle devam ediyor: ‘Üniversiteye giren bir gencin daha ilk yıldan itibaren kendisini diğer akranlarından farklı kılacak bir takım ek eğitimleri planlaması gerekir. Üniversitelerimizde çift diploma, yan dal uygulaması gibi fırsatlar var. Gençlerimiz üniversite yıllarında bu imkânları iyi değerlendirmeliler. Sahada çalışacaksa eğitimi süresince kendisini pratik hayatta başarılı kılacak uygulamalı eğitimlere ve pratik uygulamalara yönlendirmelidir. Akademik olarak geleceğini planlamışsa konusu ile ilgili bilimsel dergileri takip etmeli, bilimsel kongre ve çalış-
taylara katılmalı hatta imkân varsa bilimsel ortamlarda kendisini geliştirici sunular yapmaya gayret etmelidir.’
ULUSAL VE ULUSLARARASI TECRÜBELERININ ARTMASI
Okur’un bir başka üzerinde durduğu konu ise yabancı dil konusu. Okur öğrencilere kaçırmamaları gereken fırsatlar olarak da şu tavsiyelerde bulunuyor: ‘Avrupa Üniversitelerinde 1998 yılından itibaren Bologna kriterleri uygulanmaya başladı. Ülkemiz de 2001 yılında Bologna kriterlerini resmen kabul ederek üniversitelerimizde Bologna sürecini başlattı. Bu süreç öğrencilere birçok fırsatlar sunmaktadır. Eğitim sürecinde ikinci bir diploma almak, eğitiminin bir kısmını başka bir üniversitede sürdürmek, yurtdışı staj vb. gibi uluslararası imkânlar bulunmaktadır. Diploma Eki ve Avrupa Kredi Transfer Sistemi gibi uygulamalarla alınan diplomaların uluslararası tanınabilirliğine imkân tanınmaktadır. Bu programlar ulusal ve uluslararası tecrübelerinin artması amaçlanmaktadır. Avrupa Üniversitelerinde 1998 yılından itibaren Bologna kriterleri uygulanmaya başladı. Ülkemiz de 2001 yılında Bologna kriterlerini resmen kabul ederek üniversitelerimizde Bologna sürecini başlattı.
Kasım 2011
25
RÖPORTAJ
İsmihan Şimşek | Fotoğraflar: Yasin Yüce
ları dolup taşıran Karadeniz müziğiyle meydan l Dindar: Grup Karmate’nin solisti Resu
Ye n i y a z ı l a n şarkıları hissedem i yo r u m
İ
lk defa Kâtibim Festivali’nde konserini izledim Karmate’nin... Konser alanını dolduranden ların coşkusunu, sahne iyi erj en dinleyiciye akan gördüğümde dedim ki; "nedir bu Karmate?" 6 bin lere kişinin aynı anda türkü e sin me tep eşlik edip horon zimü iz sebep olan Karaden n ğinin muhteşem grubunu i ciddi bir dinleyici kitles 2 ce ön ha Da varmış meğer! kışar n albüm çıkaran grubu r. iyo larını gençler ezbere bil liÖzellikle üniversite genç raKa p gru ğinin dinlediği edeniz müziğini hiç dinlem n yra yenleri bile kendini ha i bırakıyor. Grubun solist yüyü bü bu e Resul Dindar işt en iz’d en anlattı bize. Karad ne esen rüzgarın herkesi içi aldığı büyüyü...
26
Kasım 2011
Önce ‘Karmate’ isminden başlayalım. Nedir Karmate? Laz olduğumuz içindir. Lazca’dır ‘Karmate’. Değirmen anlamına gelir. Grup ismine uygun olduğunu düşündük. Önce hasatlar için emek veriliyor ve sonra değirmene girip öğütülüyor. Müzik de öyledir. Grup 3 kişiyle başladı. Sonra 9 kişi olduk. ‘Karmate’ adını aldık. Karmate neler yapmaz mesela? Politik, siyasi bayrağı, çatısı olan hiçbir etkinliğe katılmaz Karmate. Sonuçta bir toplumu, her türlü fikri, düşüncesi olan bir halkı temsil ediyorsun. Kaç dilde müzik yapıyorsun. Kendi fikirlerine göre bunları değiştiremezsin. Şu insanlar dinlesin bunlar dinlemesin oluyor bu. Biz müziğin evrensel olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Onun için politik veya siyasi hiçbir hareketimiz yoktur ve içinde de yer almıyoruz. Peki, sanat ve sanatçılar siyasi anlamda veya toplumsal olaylarla ilgili nasıl bir duruş sergilemeli? Tepkisini göstermemeli mi? Sosyal anlamda bir duruşu, misyonu olmalı mı? Doğayla ilgili bir sorunsa olabilir. Ki Karadeniz’de son zamanlarda ciddi bir sorun var. Hidroelektrik santrali. İnsanla ilgili herhangi bir şey olabilir bu sorun. Bu konulara karşı seslerini duyurmaya çalışan bir sivil toplum örgütünde veya bir platformda yer alabilir ‘Kar-
mate’. Karadeniz ile ilgili bir duruş gerekiyorsa ‘Karmate’ oradadır. Sahnede Ermenice, Rumca şarkılar söylüyorsunuz. Müziğinizle ötekileştirmeyi yok ediyorsunuz. Bu da bir tavır... Bununla ilgili müzik dışında neler yapılabilir? Bu çok derin bir konu. Şimdi bazı isimler var ki; bu ‘ötekileşmeyi’ aştı zaten. Karadeniz’in müziğini bize gösterdi. Erkan Ocaklı, Birol Topaloğlu, Fuat Saka mesela. Ki en önemlisi Kazım Koyuncu. Sonuçta bu etnik bir müzik. Halkınsa, halkın müziği varsa ortada bu otantiktir ve bunu bozamazsın. Karadeniz’de bu diller her yerde rahat konuşuluyor zaten. Eskiden kendi dillerinde konuşmak istedikleri şarkı söylemek istedikleri için siyasi yaftaların altında bırakılmış çok vatandaşımız oldu. Biz bunu aştık. Karadeniz’de herkes bu kültürü yaşıyor. Peki yerellik ne durumda, devam ediyor mu? Batı’nın etkisi altında kalıyor Karadeniz. Karadeniz sahil yolunun bu kadar rahat kullanıma açılması, turizme açılması, internetin oralara ulaşması. Bunlar etkiliyor tabi. Sizi Kazım Koyuncu’ya benzetiyorlar. Tarzınız, duruşunuz benzetiliyor. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Biz "çaçara" (geveze) deriz, sunucu çaçara olmayacak. Kültür-sanat adamı olacak yani. Ne sorduğunu bilecek. Karadenizli bir müzisyeni davet ederken ‘aa.. uşağum!’ diye çağırmayacak seni.
Kasım 2011
27
RÖPORTAJ ‘Kazım’ çok başkadır. ‘Karmate’ çok farklı. Bizim kullandığımız enstrümanlar da çok farklıdır. Belki Kazım abi de doğru Karadeniz müziği yaptığı içindir. Biz de doğrusunu yapmaya çalışıyoruz. Az önce demiştim ya Karadeniz’de her şey çok normal, herkes özgür. Bizde sahneye çıktığımızda bunu yapıyoruz. Plan, program yok. İnsan toprağına benzer. Bununla alakalıdır belki de. Sizin dinleyicilerinizle ilgili gözleminiz ne? Hedef kitlenizin kimlerden oluştuğunu düşünüyorsunuz? Hedef kitlesi... Bizim öyle bir kaygımız yok ki zaten. Ben bunu Kazım Koyuncu’nun Karadeniz müziği üzerindeki devrimiyle örneklendireyim. Sadece 30-40 yaş üstü insanların dinlediği bir Karadeniz müziği vardı 2001 yılına kadar benim bildiğim. Kazım Koyuncu’nun
nede de o anları hissediyorum. Müzik seni götürüyor aslında coğrafyaya. Nereye götürüyorsa o oluyorsun.
İNSANLAR KENDİ KİRLETTİKLERİ DÜNYADAN ARTIK RAHATSIZ
Geçenlerde gazetede bir şey okudum, "2000’li yıllar bir kültür üretmedi, biz daha çok oluşan kültürün nostaljisini yapıyoruz" deniyordu. Siz diyorsunuz ya ‘Karadeniz Kültürü’ diye... Bu da bir nostalji mi? Bence 2000’li yıllardan her alanda insanların imkânları arttı. İnternet bulunmaz bir nimet bu anlamda. Bir tıkla ulaşıyorsun her şeye ve bu insanların kültürlerini tanımalarına yardımcı oldu. 2000’li yıllardan sonra kültür daha doğru ifade edildi diye düşü-
"Hopa’lıyım ama eşkıya değilim. Halkın müziğini yapıyoruz bizi halktan mı koruyorlar? Protokollere karşı sert bir tavır koymak isterdim."
devrimi Karadeniz müziğini batı enstrümanlarıyla çok güzel bir şekilde harmanlayıp gençleri kazanmasıydı. Kazım Koyuncu’yu sadece gençler mi dinliyordu? Hayır. Herkes dinliyordu. Zaten kendi enstrümanlarına ilgi duyan, kendi müziğini seven bir genç kitlesi vardı. Bu konuda rahattık. Karmate’nin yaptığı sounda bakarsanız eğer, rahatsız etmeyecek bir müziktir. Elektrogitarların kullanıldığı bir müzik değildir. Tane tane enstrümanların duyulacağı yerlerde çalındığı bir müzik. O yüzden herkes dinler ‘Karmate’yi. Tesadüfen konserde olan dinleyiciler de kaçmıyor. Biz bir imaj çizelim gibi bir hedefiniz oldu mu hiç? Yok. Ben Karadeniz’de 25 sene yaşadım. Orada nasıl yaşadıysam, yaptığım her şeyde ne hissediyorsam, sah-
28
Kasım 2011
nüyorum. Yeni bir şey belki üretilemedi ama öze dönüş anlamında sağlam adımlarla ilerledik diyorsunuz? Ben "yeni"den hoşlanmıyorum. Yeni yazılan şarkıları hissedemiyorum. Karadeniz’i o şarkılarda yaşayamıyorum. Ben eski Karadeniz şartlarıyla yaşanan, değiştirilmeyen, farklılaştırılmayan o coğrafya içerisindeki aşklarla yazılan şarkıları seviyorum. Onların içerisinde gerçekten Karadeniz ruhu var. Aslında o düşünceyi de desteklemiş oluyorsunuz. Gerçekten 2000’li yıllar bir kültür oluşturamadı ki biz eskiyi seviyoruz hala? Bu bütün dünyada geçerli. Her yerde etnik kimliğe bir dönüş var. Kıyafetlerimiz de bile eskiye özlem var.
Bilmiyorum. İnsanlar kendi kirlettikleri dünyadan herhalde rahatsız olmaya başladılar. Bildiğim kadarıyla iki albümünüz var. Biraz bunlardan bahsetseniz... İlk albüm ‘Nani’. Çalışmalarına 2008’de başladık. 2009’da çıkardık. İlk albümdeki "nani", ninni demek Lazca. Biz bu grubu çocuk gibi düşündük. Ninniyle büyütelim dedik ve ninni adını verdik. O albümde çevremizde tanıdığımız müzisyen arkadaşlarımızı hepsini projeye dahil ettik. Olumlu tepkiler aldık bu albümle birlikte ve bu bizi motive etti. Karmate çok daha sağlam durabilir. Siyasete de, sisteme de eğer durulması gerekirse durabilir. Çünkü arkasında kendine inanan ve güvenen bir kitleye sahip. Var mı böyle duruşlarınız? Zamanında bir etkinliğe katıldık. Biraz politikti biz bunu sonra fark ettik. Gelen insanlar daha bilinçliydi. Onu da sonra fark ettik. Ama hiç kimse yanımızdan, alandan ayrılmadı. Orada her türlü insan vardı siyasi olarak. Daha sonra konser bitti. Ben orada anladım. Eğer birileri sizi seviyorsa, güveniyor. Hiç bir şey düşünmüyor. Bu şekilde daha güçlü sistemlere cevap verebiliriz. İstediğimiz gibi hareket edemiyoruz. Tavrımızı koyamıyoruz mesela konserlerde.
de 7 farklı dil var. Bu dilleri biliyor musunuz yoksa ezberliyor musunuz? Yok, ben Lazcayı, Gürcüceyi biliyorum. Diğer dilleri bilmiyorum ama elimden geldiğince doğru telaffuza çalışıyorum. İkinci albüm ‘Nayino’ sevdiceğim demek. Rumcadır. Özellikle düşünmedik. Hepimizin çalarken zevk alıyorduk. ‘Nayino’ olsun dedik. Yeni albüm ne zaman geliyor? Üçüncü albümde, repertuar çalışmalarına başladık. Mayıs ayı gibi çıkar. Röportajın başında dediniz ya biz basında çok yer almıyoruz diye. Bu bir sitem mi, tercih mi? Tercih. Ben özellikle görsel basını sevmiyorum. Görsellik bizim için önemli değil, biz müzisyeniz. Klip de çekmiyoruz dikkat ederseniz.
Kazım çok başkadır. ‘Karmate’ çok başka. Bizim kullandığımız enstrümanlar da çok farklıdır. Belki Kazım abi de doğru Karadeniz müziği yaptığı için, biz de doğrusunu yapmaya çalışıyoruz.
KİMİ KİMDEN KORUYORLAR?
Nelerle karşılıyorsunuz mesela? Örneğin ben protokollerden hiç hoşlanmam. "Sizi koruyoruz" diyorlar falan. Kimi kimden koruyorsun. Hopa’lıyım ama eşkıya değilim. Halkın müziğini yapıyoruz bizi halktan mı koruyorlar? Protokollere karşı sert bir tavır koymak isterdim. "Kaldırın şunları, çıkmıyorum" demek isterdim. Ama kendini anlatman lazım. Bunun için sahne gerekiyor sana. Her şeye de ters cevap verirsen insanlara ulaşamazsın. Yolların tıkanır. Albümleriniz birçok farklı dilde okumuşsunuz eserleri. Bazıları ayırt da edilemiyor... Birinci albümde 5 tane farklı dil vardı. İkinci albüm-
SUNUCU "ÇAÇARA" OLMAYACAK Neyi baz alıyorsunuz TV programına çıkarken? Birkaç program seçtik seçkin olanlardan. Bu hormon reklamları var ya. Böyle şeyler çıkmayacak. Biz "çaçara" (geveze) deriz, sunucu çaçara olmayacak. Kültür-sanat adamı olacak yani. Ne sorduğunu bilecek. Karadenizli bir müzisyeni davet ederken ‘aa.. uşağum!’ diye çağırmayacak seni. Kadın programları, evlendirme programları. Okan Bayülgen gibi, karşısındaki insanları aşağılayan bir sunucu olamayacak. Ki davetlerini reddetmiştik. İlk 24 TV ile başlamıştık. Moderatör çok iyi bir program. Bir daha olsa bir daha çıkarız. TRT mesela, gözümüz kapalı gideriz.
Kasım 2011
29
Ahsen Ferman
e p ynir e v it
siz
Sim
ÖĞRENCİ BÜTÇESİ
öğ r ü s enci menü
Ders mi çalışacaksın, yoksa yeni açılan mekana mı takılacaksın ya da uzun zamandır beklediğin film vizyona girmiş onu mu izleyeceksin? Film afişleri, etkinlikler, kafeler ve mağazaların cezbeden vitrinleri, insanın var olan "çalışma azmini" tamamen ortadan kaldırıyor. Sonra da final haftası etekleri tutuşan öğrencilerin İstanbul imtihanı başlıyor…
İ Beyazıt civarında öğrenci iseniz ya da oralara yolunuzu düşürmek için iyi bir neden bulmuş iseniz Süleymaniye manzaralı tarihi kurufasulyecilere uğramadan dönmeyin...
30
Kasım 2011
stanbul deyince herkes önce bir durur. Güzel şehirdir, kalabalığı biraz ürkütür, sosyalliği cezbeder, tarihi insanı çok uzaklara götürür. İstanbul’da yaşamak bir efsanedir. Özellikle de gençlerin hayalini süsleyen bir efsane. Yaka silkinen; “aman ufff yaşanmaz” dedirten hallerde bile güzel şehirdir İstanbul. İstanbul’da öğrenci iseniz birçok olanak vardır, ama bir taraftan da bir o kadar zorluklar. Ders mi çalışacaksın, yoksa yeni açılan mekana mı takılacaksın ya da uzun zamandır beklediğin film vizyona girmiş onu mu izleyeceksin? Film afişleri, etkinlikler, kafeler ve mağazaların cezbeden vitrinleri var olan "çalışma azmini" tamamen ortadan kaldırıyor. Sonra da final haftası etekleri tutuşan öğrenciler.
UCUZUN UCUZU ETÇİL MEKANLAR MI YOKSA…
kenarlarını mekân edilmiş seyyar pilavcılarda da karnınız doyurmak mümkün. Gittiğinizde 10 metre Bir şeyler yemek ise başlı bakuyruk görürseniz şaşırmayın. Maaş şına bir meseledir. Dışarıda yemek kuyruğu değildir, meşhur pilavcıdan istiyorsunuz, öğrencisiniz, ay başını pilav almak isteyenlerin sırasıdır. nasıl getiririm diye düşünüyorsanız, Pusulayı oraya kadar çevirdiğifazla para ödemek gibi de bir lüknizde Fevzipaşa Caddesi üzerinde sünüz yok ise bu şehirde bunun için Çıra’dan çiğköfte yemeniz, Adana seçenekleriniz çok. İlk bilinen sigö Burmacası’ndan Adana tatlısı deuk yr ku r mit sarayları oluyor. 80’lerin meşhur uzanan bi Unkapanında n deriz. O di gi in nemenizde mutlaka tavsiye edilir. ed ak er fast-foodcusu gibi ucuzun ucuzu etçil pilav rürseniz bir m uğu değildir, yr ku ş aa m Beyazıt civarında ise okulunuz kuyruk mekanlardansa bilinen en yerel tadı, müdavinlerdir. yemek isteyen dersten çıkıp, Süleymaniye'de 40 yıllık simidimizi yeriz bu küçük her kuru fasulye yemenin tadı da vazgeçilköşe başındaki saray adındaki kulübemezdir. Buralarda çay içmek için illa Lalezar, Mimar Silerde. nan Kafe uğranılması gereken mekânlardır. Gurbettesiniz, anne yemeğini özlediniz işte o zaman dekorasyonu güzel diye astronomik bir ücret vermek yeMENEMENDE DEVRİMİN ADRESİ rine bir esnaf lokantasında karnınızı her zaman istediFatih Balat Mahkeme Altı Caddesi'nde bulunan Orkide ğiniz şekilde, 10 lira gibi makul bir fiyata doyurabilirsiPastanesi tatlı ve çayın ucuza bulunabileceği bir yer. niz. Eskiden “iyy…. ayyy…” diye kaçılan bu yerler son Fatih’te sadece burası yok; Edirnekapı civarında Kariye dönemde daha güzel mekânlar haline gelmiş durumda. Şöyle bir püf noktası var ki; buralarda kaliteli ve Pembe Köşk’ün buram buram tarih kokan bahçesindeucuz yemek için ara sokaklardaki, müşterisi sabit lokanki çınar ağaçlarının altında dürüm yiyebilir. At Pazarı talara gitmek gerekiyor. Bu mekânlar müşteri tutabilmeydanındaki Eski Kafa’da organik ürünlerle hazırlanmış mek için mutlaka kaliteli ve lezzetli yemek yapıyorlar. yöresel yemeklerden tadabilirsiniz. Kasımpaşa'da Yonca Lokantası, Aksaray'da Balkan LoKüçük Ayasofya Camii’nin avlusundaki külliyeler de öğkantası, Kapalı Çarşı'da Havuzlu Lokanta, Üsküdar’da Öz renci arkadaşlarınızla keyfili çay sohbetleri için idealdir. Bolu Lokantası. Pazar sabahları evdeki o annenizin hazırladığı keyif kahvaltılarını özlediyseniz yine Küçük Ayasofya’da Marmara ÇİĞ KÖFTE VE KURU FASULYE Kafe size menemende devrim duygusunu yaşatabilir. İstanbul’da iseniz vapurda muhabbetle simit-çay YEMEDEN OLMAZ! martı metaforu da fazlası ile keyif vericidir, arka fon İs“Bütçesi az olanlara” dedik işte bu az bütçe ile estanbul olduktan sonra… naf lokantalarına en ala rakip Unkapanı’nda yıllardır yol
ÜSKÜDAR'IN LEZZET DURAKLARI
K
andili durağının arkasındaki çınar altında gölgelenip bir nefes deniz kokusu içinize çekmeden geçmeyin bu yolu… Salacak merdivenlerinde bir gölgelik bulup, köşe başı muhabbeti çevirip dünyayı kurtarma imkanı bulabilirisiniz. Yanında İstanbul manzarası da sizindir. Validebağ korusunda bir piknik güzel olabilir. İp top ve mangalı da kapıp bir de markete uğradınız mı değmeyin keyfinize.. Üsküdar’da Fetihpaşa herkesin ezberindedir… Ama en az Fetihpaşa kadar güzel bir
mekan olan hatta boğaz manzarası daha güzel olan gözleme yenecek bir mekanda yeşil-mavi.. Fetihpaşa’dan biraz ilerde… Çengelköy’de böreklerinizi kapıp Çınaraltı’ndaki evhamlı teyzelerden kalan masalarda kahvaltı edebilirsiniz. Üsküdar merkezde taburesini kapanın oturduğu sağ-sol masaların hepsinin belli bir sürre sonra tanışınız olduğu meşhur Çınaraltı’nı da es geçilmemeli.. Lena ve Dergah Üsküdar merkezinin saklı güzellikleri… Kedileri seviyorsanız illa Dergah…
Kasım 2011
31
FOTOROMAN
Ayşe Şahinboy Doğan | Fotoğraflar: Kenan Koca
Bir yönetmenin ilhamı
SALACAK
K
ısa cümleler kurmak istedik. Gördüklerimizin bize anlattıklarını işitmek için dikkatlice bakmayı düşündük. İnsanın halleri ne çok sözü bir saniyede anlatır aslında. Bizim tam olarak yapmak istediğimizde buydu. Lisanı hal ile kadrajın ardında, farklı bir röportajla sizleri baş başa bırakıyoruz. Derdimiz, görüntünün cümlelerin önüne geçen ağırlığını bir nebze ortaya koymak. Fotoröportaj bölümümüzün ilk konuğu görüntünün idari amirlerinden Murat Saraçoğlu. Şimdiye kadar kameranın ardından yükselen gölgesini objektifin önüne çektik ve sorduk. Sorularımıza yer vermedik, size cevaplardan soruları bulmak düştü. İyi seyirler...
BİYOGRAFİ Murat Saraçoğlu, 1970 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo - Tv Bölümünü bitirdi. 1991'den bu yana sektörde çalışıyor. Uzun yıllar asistanlık ve yardımcı yönetmenlik yaptıktan sonra yönetmenliğe geçti. Ayrıca 1999 yılında "Yaşar Nabi Nayır Hikaye Armağanı"nı kazandı. Hikayeleri
32
Kasım 2011
Varlık, Edebiyat ve Eleştiri gibi dergilerde yayınlandı. 2002 yılında çıkan ilk kitabının adı Salacak - Harem. (Don Kişot Yayınevi)
SİNEMA FİLMLERİ 2011 - 72. Koğuş 2009 - Deli Deli Olma
2008 - O... Çocukları 2008 - 120
ZEYNEP KAMIL’DE DÜNYAYA GELDIM. YÜZMEYI HAREM’DE ÖĞRENDIM. YÜZYILLARDIR DEĞIŞMEYEN BIR İSTANBUL SILUETIYLE BÜYÜDÜM. BEN ÜSKÜDAR’DA DOĞDUM, ÜSKÜDAR’DA BENIM IÇIMDE...
BENI ARAYAN BU ÇAY BAHÇESINDE BULUR. GARSONLARI TEK TEK TANIRIM. CÜZDANIMI UNUTSAM KOŞUP ARDIMDAN GETIRIRLER. EMNIYET DUYGUSU VERIR, BU TANIŞIKLIK BANA.
ERKEN YAŞTA EVLENDIM. BU SEKTÖRÜN IÇERISINDE HABER SUNMAK DIŞINDA HER ŞEYI YAPTIM. YÖNETMENLIĞE 2 BININ BAŞINDA BAŞLADIM. ÖNCE DIZILERI TECRÜBE ETTIK, SONRASINDA 120 FILMIYLE GÖNLÜMDE YATAN SINEMA AŞKINA BIR ADIM ATTIM.
Kasım 2011
33
FOTOROMAN
SALACAKTA GEÇEN BIR HIKAYEM VAR, SU KARANLIĞI. BIR KIŞ İSTANBUL’UNDA VE BU SAHILDE GEÇIYOR. YAŞAMAK, ÖLMEK, VAROLMAK GIBI MEVZULARI KAPSIYOR. FAKAT ÇOK DA KÜÇÜK VE SIRADAN BIR HIKAYE. FILMINI YAPMAK IÇIN BIR KIŞ HIÇ ÇALIŞMADAN OTURSAM YETECEK.
FILMLERIN SENARYOLARINI OTURUP DÜZENLERIM BURADA. SALACAK BANA IÇINDEKI AHENGIYLE ILHAM VERIR. ÇOCUKLUĞUMDA PLAJDI BURALAR. BIRAZ TEHLIKELIYDI AMA BIZ SANDAL ÇALIP AÇILIRDIK DENIZE. ANNEM ARDIMDAN GELIRDI BOĞULACAĞIM DIYE.
SEMTIYLE IÇ IÇE GIRMEK SANIRIM EDEBIYATÇILARA HAS BIR DURUM. BEN SADECE ŞIMDIYE KADAR BIR ÖYKÜ KITABI TAMAMLAYABILDIM. O DA SALACAK-HAREM. 98-99 YILLARI ARASINDA EN SON YAZDIM BITIRDIM O HIKAYELERI. HAYAT SALACAK’TA BAŞLIYOR, HAREM’DE BITIYOR. HAREM’DEN OTOBÜSE BINIP ÇOK UZAKLARA GIDEBILIRSINIZ. BENDE GITTIM ZAMANINDA... BÖYLE METAFORIK BIR TARAFI DA VAR.
34
Kasım 2011
EVIM, MAHALLEM KISACA HER ŞEYIM BURADA. MADDI ZORLUK YAŞADIĞIMIZ BIR DÖNEMDI, BURADAN AYRILIP DAHA UYGUN BIR YERE GEÇMEYI DÜŞÜNDÜM. AMA NE EŞIM NE DE SALACAK BENI BIRAKMADI BAŞKA YERE. EŞIMDE DOĞMA BÜYÜME SALACAK’LI. MUTLUYUZ BURADA...
SALACAK YOKUŞUNDA OTURUYORUM. ORTADA SILAHTAR AĞA ÇEŞMESI VAR. YANINDA BIR ÇIKMAZ SOKAK VAR. SELAHATTIN ER EGEMEN SOKAK. YILLARDIR ÖNÜNDEN GEÇERIM, GEÇEN BAŞKA BIR ŞEYI ARARKEN RASTLADIM, KORE ŞEHIT OLMUŞ BIR ASTEĞMENMIŞ O MESELA.
MAHALLELI BIRBIRINI TANIR, TANIMADIĞIN VARSA BILE YÜZ AŞINALIĞI VARDIR. İSTANBUL’UN ÇOĞU ESKI SEMTINDE KALMADI MAALESEF BU. “BOZUK ÇIKIŞMADIYSA SONRA VERIRSIN” DIYEN BIR MAHALLE KALMADI.
BABAM ÖLDÜĞÜ ZAMAN DA BURADA OTURUYORDUM, ÇOCUĞUM DOĞDUĞU ZAMANDA. SANIRIM ÖMRÜMÜN SONUNU DA...
ESKI SEMTLERE HAS BIR DURUMDUR TANIŞIK OLMAK. MESELA BEN MANAVI, KÖFTECIYI MAHALLEDEKI EFNASLARI TANIRIM. AMA KIMSE BANA YÖNETMEN DEĞIL, "NABER MURAT" DIYE SESLENIR.
CEMALETTIN ABI MAHALLENIN NABZINI TUTAR. 77’DE BALKAN ŞAMPIYONU OLMUŞ. LAKABI ‘DEMIR YUMRUK’. MAHALLENIN ABISIDIR. BIR SORUN YAŞANSA HEMEN MÜDAHALE EDER. SALACAK’TA MAHALLE DUYGUSU INSANA HUZUR VERIR.
Yönetmenin son filmi Aralık ayında vizyona girecek. Yangın Var adlı film, gerçek bir olaydan kurgulanmış. Filmin hikâyesi ise şöyle: İtfaiye kamyonları bozulan Karadenizli Çayırbağı beldesine Diyarbakır Belediyesi bir itfaiye aracı hibe eder. Karadenizli iftaiyeci Koşman kamyonu teslim almak için hayatında ilk kez Diyarbakır’a ayak basar. Aşk, hüzün ve kahkaha dolu 1.200 kilometrelik yolculuk Koşman ve Diyarbakır’dan kendisine katılan Asya’nın bütün hayatını değiştirir.
Kasım 2011
35
KISA FİLM
Ömer Sevimli
f i a l m s ı k GEVEZELIK YAPMAMA SANATIDIR!
H
erkese merhabalar. Sizlerle dergimizin bu ilk sayısından itibaren kısa filmler adına çok şey paylaşacağız. Kısa film nasıl çekilir, yönetmen olma yolundaki aşamalar, ekip ruhunun önemi ve Türkiye’de kısa filmciliğin önündeki engeller hakkında yazmadan önce anlamamız gereken başka bir şeyden bahsetmek istiyorum.
KISA FİLM NEDİR? Genel olarak bilinen bir yanlıştan başlayalım. Kısa film sanıldığı gibi herhangi bir uzun metrajlı filmin özeti ve kısa bir parçası değildir. Tamamen özgün senaryosu ve giriş gelişme sonuç bütünlüğü içerisinde hazırlanan ve 30 dakikaya kadar süresi olabilen filmlerdir. Kısa filmleri, kısa videolardan ayıran en büyük fark bu özellikleri içinde barındırması ve bir sorunu yansıtması, mesaj vermesi veya eser sahiplerinin derdini dile getirmesidir. Kısa filmler kısa zamanda birçok şeyi ifade edebilen yapıtlardır. Gevezelik yapmadan kısa zamanda çok şey anlatma esasına dayanır. Zira kısa film başlı başına sinemadır ve herhangi bir maddi kaygı gözetilmez. Her kısa filmcinin hedefinde uzun metraj film çekmek vardır fakat kısa metrajın tadını alan genç yönetmenler dünya çapında gişe rekorları kıran filmlere imza atsalar dahi kısa film çekmekten vazgeçmezler. İşte kısa filmi güzel yapan bu özellikleridir
TÜRKİYE’DE KISA FİLM Yaklaşık iki yıldır Ülke TV’de Kısa Film Festivali isimli programı hazırlayıp sunmaktayım. Amatör kısa filmciler, profesyoneller, öğrenciler, tanınmış oyuncular veya ünlü yönetmenleri ağırladığımız program, kısa filmle uğraşan ve gönül veren herkese açık. Program yaptığımız konuklarımdan ve izlediğim kısa filmlerden çıkardığım bir tespit var. O da Türk sinemasının gelecek senelerde çok daha büyük başarılara imza atacağı ve müthiş bir "kaliteli yönetmen" zenginliğine kavuşacağıdır. Türkiye’de kısa film her ne kadar Amerika ve Avrupa’daki gibi bir sektör haline gelememişse de çok güzel işler başaran yönetmenler ve yönetmen adayları sayesinde seyir zevki veren harika çalışmalar ve zekice hazırlanmış senaryolar izleyebiliyoruz.
Tecavüzüyle yüzleşen adam! Her sayımızda sizlerle bir kısa film senaryosunun hikâyesini paylaşacağım. İlk senaryomuz sevgili dostum ödüllü yönetmen ve senarist Ahmet Toklu’nun çalışması olan: "Yüzleşme"
36
Kasım 2011
Ahmet Toklu
‘HAYAT GERÇEKLERDEN KAÇAMAYACAK KADAR GERÇEKTIR’ Filmin konusu, yukarıdaki önerme üzerine kurulmuş bir tecavüz hikâyesi... Bu güne kadar izlediğimiz kadın karakterler üzerinden ilerleyen ve kadın dramının anlatıldığı tecavüz filmlerinin aksine erkek üzerinden tecavüz dramını anlatmış Ahmet Toklu.
Her ne kadar gerçeklerden kaçarsak kaçalım başkalarının sınırlarına giriyorsa yaptığız şey bunun peşimizi bırakmayacağını savunuyor film. Konusu ise kısaca şöyle; Mahir genç bir Anadolu delikanlısıdır. Çalışmak için büyük şehre gider. Taşrada yetişmesi sebebiyle kadın – erkek ilişkisi pek oluşmamıştır. Eğlenmek için götürüldüğü barda alkolün etkisiyle kendisine yakınlık gösterdiğini düşündüğü bir kıza tecavüz eder. Sonrasında bu durumdan pişman olur ve yaptığı şeyden dolayı kendisiyle yüzleşmekten kaçar. Bu gerçeği gizler ve kimseye söylemez. Kendisi dışındaki herkes onu hapse adam yaralamadan girdi diye bilir. Hapisten çıkar ve yeni bir hayat kurmak için köyüne döner. Mahir geçmişte yaptığı hatadan dolayı vicdan azabı gitgide büyümektedir. Aynalara bakmamakta sudaki yansımasını bile gördüğünde sinirlenip uzaklaşmaktadır. Ailesi Mahir’in durumundan habersiz yeni bir yuva kurması için onu evlendirmek ister. Gerdek gecesi vicdan azabına daha fazla dayanamayan Mahir gerçeği evlendiği kıza söylemeye karar verir. Sana söyleyeceklerin var der. Kız Mahir’den önce söze girer. Kendisinin ona layık bir kız olmadığını ve sevdiğini söyleyen birinin ona tecavüze edip kaçtığını anlatılır. Kız elinde bir şey tutmaktadır. O kansızdan geriye bir tek bu kaldı diyerek onu yatağa bırakır ve kapıya doğru yürür. Mahir o şeyi alır. Ortadan menteşe ile açılan iç tarafı aynalı bir hediyedir bu. Sol tarafta kıza tecavüz eden kişinin fotoğrafı vardır sağ taraftaki aynada da Mahir’in yüzü yansımaktadır. Kız dönüp sorar ‘Ya sen ne söyleyecektin Mahir?’...
ERKAN CAN:
Kısa film farklı zeka ister
1 2 3 4
"Yüzleşme" filminin ekibi sette hatıra fotoğrafı çektiriyor.
5
KISA FİLM Kısa ve acısız derler ya... Çok önemli ve değerlidir. Uzun metraj filme göre daha zordur. Zira kısa zamanda bir şey anlatmak gerekir. Bu yüzden farklı bir zekâ lazımdır.
BİTMESİN İSTEDİĞİ BİR DİZİ Düğün şarkıcısı" keşke bitmeseydi. Çok keyifliydi, kaliteli bir işti.
EN SEVEREK OYNADIĞI ROL Her rolümü sevdiğim için kabul ettim ve oynadım. Hepsi benim çocuklarım gibi. Hiçbirini ayıramam. Hepsi benim için aynı değerdedir.
ÜSKÜDAR Anadolu Üsküdar ile başlar. Işık önce Üsküdar’a vurur. "Uyan Üsküdar’da sabah oldu" derler ya hani... Hani "Üsküdar’dan bu yana" der ya Ahmet Arif...
EN KEYİF ALDIĞI ŞEY Göztepe sanayisinde tamirhanede takılırım. Bir Amerikan arabam var. Onunla uğraşmayı, tamir etmeyi severim. Oradaki esnafla vakit geçirmek ve Amerikan arabalarının arasında olmak bana büyük keyif verir.
Kasım 2011
37
ÇİZER: FURKAN PAYAS
ÖYKÜ
38
Kasım 2011
Sandra Cısneros | Çeviren: M. Zübeyir Koçulu
Yok konuşmak İngilizce
M
amacita, sokağın karşısındaki üçüncü katta oturan adamın büyük annesidir. Rachel, onun adının Mamasota olması gerektiğini söylüyor, fakat bunun bir önemi yok. Adam, onu buraya getirmek için para biriktirdi. Biriktirdi, biriktirdi çünkü Mamacita, o ülkede bebeğiyle birlikte yalnız yaşıyordu. İki işte çalıştı. Eve geç geldi, evden erken çıktı. Her gün.
Birgün, Mamacita ve bebeği sarı bir taksiyle geldi. Taksinin kapısı bir garsonun kolları gibi açıldı. Küçük pembe bir ayakkabı, tavşan kulağı kadar yumuşak bir ayak, sonra kalın bilek, kalça salınışı, eflatun güller ve yeşil parfüm taksiden dışarıya adımını attı. Adam onu çekmek zorunda kaldı, taksi sürücüsü itmek. İt, çek, it, çek. Poof! Kadın, aniden belirdi. Büyük, devasa, seyri hoş; şapkasının ucundaki sarımsı pembe tüyden, ayakucundaki minik gül goncasına kadar. Küçücük ayakkabılarından gözlerimi alamadım. Yukarı, yukarı, mavi bir battaniyeye sarılmış bebeğiyle merdivenlerden yukarı çıktı. Adam valizlerini, lavanta rengi şapka kutuları, bir düzine saten yüksek topukları taşıdı. Sonra onu görmedik.
Kimisi, çok şişman olduğu için, kimisi üç katlı merdivenler yüzünden, dedi, fakat ben İngilizce konuşmaktan korktuğu için dışarıya çıkmadığına inanıyorum. Belki de sadece sekiz kelime İngilizce bildiği içindir. Ev sahibi geldiğinde "Burda yok" demesini biliyor, bir başkası geldiğinde "Yok konuşmak İngilizce" diyor, ha bir de "Vay canına." Bunu nereden öğrendiğini bilmiyorum, fakat bir keresinde bunu söylerken onu duymuş, oldukça şaşırmıştım. Babam bu ülkeye geldiğinde 3 ay boyunca omlet yediğini anlatır. Kahvaltı, öğle ve akşam yemeği. Omlet. Bildiği tek kelime buydu. Artık omlet yemiyor. Şişman olduğundan, merdivenleri tırmanamadığından veya İngilizce’den korktuğu için; sebebi ne olursa olsun, hiçbir zaman aşağıya inmeyecek, Mamacita. Pencere kenarında gün boyu oturuyor. İspanyol radyosu çalıyor ve ülkesine dair bütün memleket şarkılarını bir martınınkine benzer ses tonuyla söylüyor. Memleket. Memleket. Memleket, fotoğraftaki bir evdir. Pembe bir ev, ürkütücü pek çok ışığıyla bir gülhatmi kadar pembe. Adam, dairenin duvarlarını pembeye boyadı, ama bu aynısı olmaz, bilirsiniz. O hala kendi pembe evi için iç geçiriyor; bana kalırsa sonra da ağlıyor. Ben öyle yapardım. Adam bazen yaka silkiyor. Bağırmaya başlıyor. Sokağın aşağısına kadar yol boyunca sesini duyabilirsiniz. Kadın ‘ay’ der, üzgündür. Adam, ‘oh’ der, "yine mi." "Cuando, cuando, cuando?" diye sorar. Ay, Caray! Evimizdeyiz. Burası ev. Ben buradayım ve burada kalıyorum. İngilizce konuş. İngilizce konuş. Aman tanrım! Ay! Mamacita, ilgilenmeden, arada bir çığlık atar; histerik, yüksek. Adam onu hayatta tutan tek bağı kopartmış gibi, o ülkeye giden tek yolu. Ve sonra kalbini sonsuza dek kırmak için sanki, konuşmaya yeni başlayan bebeği, televizyonda duyduğu pepsi reklam şarkısını söylemeye başladı. Yok, İngilizce konuşmak, dedi tenekeye benzeyen bir dilde şarkı söyleyen çocuğa. İngilizce konuşmak yok, İngilizce konuşmak yok. Ve gözyaşlarına boğuldu. Hayır, hayır, hayır, kulaklarına inanamıyormuş gibi... No Speak English, The House on Mango Street kitabından.
Kasım 2011
39
SPOR
Hicret Aydoğdu | Fotoğraflar: zeynep ilhan
e v z ı H
: ı d a n i n i l a adren
. . . G N i FT
RA
B
ir çok kişinin merak ettiği ama yapmaya cesaret edemediği sporlardan rafting. Tv’de izlerken ya da hakkındaki yazıları okurken "vay be" diyerek, yüreğimiz ağzımıza gelerek hem içten içe yapmak ister, hem de tehlikeli olacağını düşünüp korkarız. (Nerede ve nasıl yapıldığını bilememek de bu adrenalin dolu sporu yapmamızdaki engellerden...) Hakkında çok az şey biliyoruz ve bilmediğimiz çoğu şeyden olduğu gibi raftingden de uzak duruyoruz. Biz de bu önyargılarımızı bir kenara koyup, hakkında daha detaylı bilgi aldığımız raftingi yaparak meraklılarına anlatmak istedik ve düştük Düzce yollarına... Eğlenceli ve adrenalin dolu bir spor rafting... Özellikle bahar ile kış aylarında tam bir cesaret sporuna dönüşüyor. Çünkü akarsuyun debisi diğer aylara göre 2-3 katına çıkıyor. Üstelik adrenali yüksek diğer sporlardan daha az masraflı
40
Kasım 2011
rafting... İstanbul’a yakın, bir günde gidip gelinebilecek uzaklıkta bu sporu yapabileceğiniz aklınıza geldi mi hiç? O halde Melen Çayı üzerine kurulu Düzce Rafting tesisleri keşfinizi bekliyor..
ÖNCE NEFIS KÖY KAHVALTISI Sizi ilk olarak, köy peyniri, köy ekmeği, tereyağı gibi yöreye ait yiyeceklerin yer aldığı şahane bir açık büfe kahvaltı sofrası karşılıyor Düzce Rafting Tesisleri’nde. Yediklerinizi eritmek için rehber eşliğinde bir köy gezintisi de yapıyorsunuz. Köyümüz Düzce, Cumayeri- Dokuz Değirmen Köyü... Rafting ekibi olarak çıktığımız yürüyüşte ilk durak erişte kesip, ekmek pişirerek kışa hazırlık yapan teyzelerin yanı. Ardından köye adını veren dokuz değirmeni görebilmek için tepelere tırmanıyoruz. Gözümüzün alabildiği her yer yeşil, her yer su... Dokuz değirmenden bugün sadece ikisi aktif durumda.
Kas覺m 2011
41
SPOR Bugün dokuz değirmenden sadece ikisi aktif durumda.
Türkiye'de rafting yapılan belli başlı noktalar: Köprüçay , Dalaman, Alara, Dim Çayı, Çoruh, Düzce Melen, Eşen, Manavgat, Zamantı, Fırtına, Maçka, Tortum ve Barhal.
Köyün kadınları erişte kesip, ekmek pişirerek kışa hazırlık yapıyorlar.
BEŞINCI ŞARLAĞA KADAR RAFTING MÜMKÜN
A
karsu sporlarında, beyaz ve köpüklü görüntüler sergileyen bölgelere "Rapid" (Şarlak) adı veriliyor. Rapid ve çağlayan gibi engeller, zorluk derecelerine göre uluslararası standartlarda sınıflandırılıyor. Sınıflandırma şöyle; KLAS 1: Çok basit akıntı. Suda hiçbir çalkalanma yoktur, son derece sakin bir biçimde, köpüklenme yapmadan akar. KLAS 2: Basit rapidler. Akıntı azdır. Suyun akışı ve küçük engeller hafif dalgalanmalar oluşturur. Bunlar hiç bir tehlikesi olmayan basit geçişlerdir. KLAS 3: Orta zorlukta rapidler. Nehir buralarda, yüksek sayılabilecek dalgalar oluşturur. Dalga boyu bir metreye varır. Rapidin arkası durgun ve görüş alanı içindedir. KLAS 4: Zor rapidler. Rapidin başlangıcından bi-
42
Kasım 2011
tişini görmek her zaman mümkün olmaz. Akıntı, oldukça büyük ve karışık dalgalar oluşturur. Su altı ve su üstü engelleri bulunur. Emniyet için kıyıda kurtarma ipiyle ekibin olması gerekir. KLAS 5: Çok zor rapidler. Su bazen çavlanlar bazen de çok büyük dalgalar oluşturur. Dalga boyu 5 metreye varabilir. Her taraf bembeyaz köpük içindedir. Dar geçişler olabilir. Bu bölgelerden geçiş için çok deneyimli olmak, zor durumlarda neler yapılacağını iyi bilmek gerekir. Emniyet sistemi kurmadan bu sulara girmek son derece risklidir. KLAS 6: Geçilemeyecek kadar zor rapidler. Nehir buralarda ya metrelerce yukarıdan dökülür. Ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve dalgalı bir bölge oluşturur.
VE ŞIMDI RAFTING ZAMANI! Yediklerimizi eritmemize de neden olan keşif yürüyüşünün ardından tesislere inip rafting takımlarımızı alıyoruz; 4 mm Neoplan giyisi, patik, kask, kürek ve can yeleğinden oluşuyor. Kendimi bir anda savaşa hazır bir robokop gibi hissediyorum. Botlarımızın etrafında toplandığımızda raftingle ilgili küçük bir eğitim veriyor hocamız Şaban Yıldırım... Şaban Bey aynı zamanda Düzce Rafting Tesisleri’nin sahibi ve işletmecisi. Başlıyor anlatmaya.. Önce botlarda nasıl duracağımız, neler yapacağımızla ilgili bir eğitim ardından acil kurtarma dersi. Ve Melen Çayı üzerinde süzülmeye başlıyoruz. Tabi bu süzülme çok uzun sürmüyor. Dalgalar, su hızlandıkça üzerinize geliyor, kayalara çarparak ilerlemeye, çığlıklar ve kahkahalarla muhteşem bir doğa manzarası eşliğinde kürek çekmeye başlıyorsunuz.
İKI SAAT BEŞ DAKIKADA BITTI! Raftinge bir saat sonra köy ürünlerini tadabileceğimiz bir yerde ara veriyoruz. Burada ekibin bir bölümü voleybol oynarken bazıları da yüzerek suyun keyfini çıkarıyor. Köy ürünlerinden evlerine de götürmek isteyenler satın almak için sıraya giriyor. Çaylarımızı içerken yediğimiz mis gibi köy ekmeğini ördek ve kazlarla paylaşmayı da ihmal etmiyoruz. Tekrar Şaban botlarımıza binerek suya bırakıyoruz Yıldırım kendimizi. 2 saat süren yolculuğumuz hepimize 5 dakikada bitmiş gibi geliyor. İndiğimiz yerdeki tesiste duş alıp, kıyafetlerimizi değiştiriyoruz. Otobüsle başlangıç noktasına getirilirken muhteşem doğa manzaralarını daha da çok görme fırsatımız oluyor.
7'SINDE DE 70'INDE DE RAFTING Raftingin ardından Şaban Bey’den Düzce Rafting Tesisleri hakkında şu bilgileri aldık: Tesise ilk yıl 425, ikinci yıl 2 bin 700, üçüncü yıl 5 bin 600 kişi gelmiş. Bu yılki beklenti ise 8 bin kişi civarında. Raftingi her yaştan sporcu yapabiliyor. Bu sporu 70'inde yapanlar da var 7 yaşında da. Üstelik yüzme bilmek de gerekmiyor. Sadece bir hafta sonunda 600 kişi ağırladıkları olmuş Şaban Bey’in... Çok tehlikeli bir durumla da karşılaşmamışlar şimdiye kadar. Başka rafting yapılan yerler de olmasına rağmen böyle bir tesis olmamasından dolayı rafting yapma şansını bulamayabiliyorsunuz. Oysa Düzce Rafting’e ne zaman gitseniz, ortam ve hizmet her zaman hazır. Ne dersiniz, rafting için bir hafta sonu kaçamağı yapmaya değmez mi?
YÜK TAŞIMACILIĞINDAN ADRENALİN DOLU SPORA
R
afting, "raft" adı verilen botlarla yapılıyor. Bu botlar, Amerika'da, önceleri (1900'ların başında) akarsularda güvenli olarak yük taşımakta kullanılıyormuş. Raft, her türlü akarsuda hareket edebilecek yapısı ve yapıldığı sağlam malzeme nedeniyle nehir taşımacılığında tercih ediliyor. II. Dünya savaşı sırasında çıkartma amaçlı olarak kullanılan botlar diğer ülkelerin de dikkatini çekiyor ve yaygın olarak kullanılmaya başlanıyor. Spor amaçlı kullanım da yine Amerika'da başlıyor. Yeni yer keşifleri, akarsu yolculukları ve çeşitli etkinlikler yapmak üzere kurulan bir kulüp 1973 yılında "Sobek Expedition" adını alarak dünyanın çeşitli ülkelerinde bilinmeyen doğal güzelliklerde rafting yapmaya başlıyor. Çoruh'u da Nehri'ni de 1982'de ilk bu ekip geçiyor.
Kasım 2011
43
HOBİ
Ayşegül Duman
UÇAK MODELCILIĞINDE GÖRSELLIK YOK
K
ocaman gemilerin zaman içinde küçülmesinin öyküsün de kaybolmaya ne dersiniz? Düşünsenize zamanında ne savaşlar yapmış, padişahları taşımış gemiler, kayıklar şimdilerde vitrinlerimizi süslüyor. Küçücük model gemilerin, maketle ayrımını anlatarak başlayalım. Tarihte var olmuş bir objenin (gemi, uçak vb.) belli ölçekler kullanılarak ortaya konulmuş üç boyutlu hali model. Maketse bir tasarımcının hayalinin üç boyutlu hale dönüştürülmesi oluyor. Bu iki tanım sık sık birbirine karıştırılsa da siyah ve beyaz kadar farklılar aslında. Modelde bir yaşanmışlık var, model yapan kişi asla kendi görsel zevklerine göre model üzerinde bir değişiklik yapmıyor. Model yapmak, insanı tarihin derinliklerine sürükleyen bir iş. Aynı zamanda insana geçmişini de öğretiyor, çünkü tarihten bir gemi çalışıyorsanız o geminin aynısını yapabilmek için bilgi gerekiyor. Kendi isteğiniz doğrultusunda bir değişiklik kabul edilemiyor model yapımında. Büyük bir el becerisi kazandırıyor, aynı zamanda da düşünceyi geliştiriyor. Model büyük bir sabrın, emeğin ürünü. Öyle ki aylarca çalıştığınız bir modeli yanlış bir işlem sonunda çöpe atabilirsiniz ve verdiğiniz onca emek boşa gider. Örneğin tarihte önemli bir rolü olan geminin maketine macun atmışsınızdır ve bir gün boyunca kuruması gerekiyor. Düzeltmek için zımparalarsınız, boya atarsınız fakat bir bakmışsınız çatlama yapmış ve vurduğunuz boyayı atmış! Bu aylardır uğraştığınız geminiz çöp olmuş demektir.
e d n e b i y i m e g Ah o
Bu işin çok para gerektirmeyen bir iş olduğunu belirten Cengiz Dumlupınar, sadece gemi modeli çalışmalarının sebebini görselliğe müsait bir alan olmasına bağlıyor. Örneğin uçak modelciliğinde görsellik ve sanatın olmadığına dikkat çeken Dumlupınar, "Neden gemi modelciliği?" sorumuzu ise şöyle cevaplıyor: "Uçağın uçabilmesi için önemli olan mühendisliktir. Gemi modelciliğinde ise günün ekonomik şartlarında maddi kazanç elde etmek güç... 150 lira gibi bir para
. . . M I D Y A S YAP
44
Kasım 2011
Gençler bu işten çözümleme yapmayı ve sabrı öğrenecekler. Sadece el becerisi değil düşünce olarak da gelişecekler. Bizler gençlerin de bu konuya ilgi duymalarının sağlanmasını ve bu sanatın geleceğe ulaştırılmasını istiyoruz. Bu tür uğraşlara yönelmekle, farkında olmadan kazanacakları olumlu özellikler o kadar çok ki hayatlarında bunu faydasıyla hissedecekler. Bir de İngilizlerin bir atasözü vardır; "hobisi olmayan insan kötü insan" diye. Boş vakti olan insan lüzumsuz düşüncelere ve vehimlere kapılır. Her insan kendi becerisine göre bir şey bulabilir. Balıkçılık yapar, fotoğraf çeker, bu işin başlangıcı için yeterli. Bir de bir geminin üzerindeki objelerin ne kadarını kendiniz yapabilirseniz o kadar ucuzlar. Ama ben yapacağım diye aslının dışına çıkmayacaksınız."
MODELCILIK SABRI DA ÖĞRETIR Model Ustası Cengiz Dumlupınar en çok da gençlerin ilgisizliğinden şikayetçi: "Gençlerin bu işe sarılması çok önemli, kazanacakları çok şey var. Müşterilerimiz arasında da gençler çok az, gençlerin öncelikleri çok farklı. 40 yaşındaki insanlar modelciliği tercih ediyor. mutlaka bir şey bulur ve çağımızın insanının buna çok ihtiyacı var, çok bunalmış durumda" Gençlere çağrıda bulunan Cengiz Usta’nın dediğine göre modele merak saranlar genellikle iş yoğunluğu yaşamayanlar veya emeklilermiş. Ona göre modelcilik maddi geliri olmayan, fakat özenin, sabrın sonucunda çok güzel ürünlerin ortaya konulduğu bir sanat dalı...
SİPARİŞLE SANAT OLMAZ
İ
lginç bir bilgi de model yapan insanların çoğunun sipariş üzerine çalışmamaları. Çünkü o zaman işin tadının kaçacağını ve en önemlisi tedirgin olarak çalışacaklarını düşünüyorlar. Türkiye’nin önemli Model Ustalarından Cengiz Dumlupınar da sipariş üzerine model yapmıyor. İstedikleri bir gemiyi keyifle modelleyip müşterisi çıktığında da satabileceklerini belirten Dumlupınar sipariş model yaptıkları zaman ise "ya beğenilmezse" diye düşündüklerini bunun da eziyete dönüştüğünü söylüyor.
Cengiz Dumlupınar
Kasım 2011
45
Ersin Çelik
Öyle imamdan böyle rektöre...
Y
az döneminde onlarca yeni diziyle tanıştık. Bazıları 4-5 bölümden sonra "tutmadı" genel gerekçesiyle yayından kaldırıldı. atv'deki "Kalbim Seni Seçti" adlı dizi gibi "tutanlar" da oldu. Karmaşık ilişkiler yumağının etrafında dönen aşkların birbirine bağladığı ailelerin hikayesini yansıtan "Kalbim Seni Seçti" yeni sezona terfi de etti. Birçok dizide olduğu gibi "Kalbim Seni Seçti'de de gizemli bir karakter var; Burçin Oraloğlu'nun canlandırdığı Yavuz. Kızının müzisyen olan kocasından ayrılması için türlü entrikalar çeviren, kardeş olduklarını bilmeyen torunlarının kesişen yollarını bölen, İstanbul’daki özel bir üniversitenin sahibi/rektörü olan iktisat profesörü Yavuz. Yavuz karakterinin bu köşeye konu olmasının nedeni ise rektörlüğünün dışında organize suç örgütü lideri imajında olması. Kızına dair sırları çeşitli entrikalarla saklı tutmayan iktisat profesörü rektörümüz, foyaları ortaya çıkmasın diye infazlara imza attırıyor. Ama aynı zamanda baba parasıyla okuyan öğrencilerine hayat dersleri de veriyor. Altlarındaki pahalı arabaları diline doluyor mesela. Özel hayatında ise entrika, yalan, dolan profesörlüğü yapan Yavuz, canlandırma da olsa "böyle rektör, eğitmen olur mu" dedirtirken sinema ve dizi geçmişimizdeki bir kirliliğin devam ettiğini gözler önüne seriyor. Toplumun en saygın insanları olan/ol-
46
Kasım 2011
ması sorumluluğunu taşıyan imamlar, yıllarca Yeşilçam filmlerinde izbe insanlar olarak yansıtıldı. Uzun iğreti sakallı, gaddarca bakan, insanları aşağılayan, ölünün hortlayacağına inanacak kadar cahil imam karakterleriyle insanların din algısıyla bir şekilde oynandı. Sadece imamlar değil; polis, hemşire, sekreter, doktor ve öğretmenlere ne çamurlar bulaştırıldı ekranlardan. Vaktiyle sekreterleri yuva yıkan, mutlaka mini etek giyen, mektup yazarak patronlarının gönüllerini eğlendiren afişte işçi gibi tanıtanların çocukları gün geldi "yönetici asistanı" olabilmek için dirsek çürütmeye başladı. Ama akıllardaki bir soru hep cevap aradı... Dün imamları hoyratça canlandıranlar, bugün rektör Yavuz'u mafya babası yaparken sadece reyting kaygısı mı taşıyorlar(dı) acaba?
Uykuda incelir ama kopmayız biz!
E
skiden sadece haber, dizi, sinema ve eğlence programlarıyla izleyici kitlesine hitap eden televizyon kanalları 2000'li yılların başından sonra ise kitlesini müşterileştirdi. Abartı reklamlarla dayatılanlar yetmedi, ürünler için özel programlar yapıldı. Ekrandaki satış cinliklerine direnemeyen tüketim çılgınlığımız şimdilerde ise çok ciddi bir sağlık testinde. Çünkü uzun bir süredir televizyon kanalları sağlık pazarlama işine soyunuldu. Önceleri aktarlar aracılığıyla, şifalı otlarla ekran başındaki hemen herkesin bir derdine deva olan sağlık programları son dönemde işlerini uykuda zayıflamaya
kadar götürdü. Çok sayıda insanın ölmesine neden olan ve nihayetinde ülkemizde de yasaklanan zayıflama haplarıyla, suya sabuna dokunmadan onlarca kilo verme garantisi sunan programlar RTÜK'ün önlemlerini ise yeni kılıflarla aşmasını bildi hep. Dün ölümcül haplarla bir ayda 8-10 kilo verme garantisi sunanlar bugün uykuda incelmeyi garanti etmeye başladı. Yüzlerce bilim adamının yıllar süren çalışmalarını boşa düşürecek bir buluşu sunarcasına sözde zayıflatma yayını yapan kanallardan, fazla kilolarından dolayı umutla sarıldıkları haplarla hayatı solanların hesabı sorulmadığı için uykuda inceliriz, hatta ölürüz ama kopmayız biz!
Kanallar çocukları mı uyutuyor RTÜK'ü mü?
R
TÜK'ün geç saatlere kadar televizyon izleyen çocuklara, uyku saatini hatırlatmak için başlattığı "İyi Uykular Çocuklar Projesi" sene başından beri hiç bir kanal tarafından es geçilmeden uygulanıyor. Fakat RTÜK, ekran başındaki çocuklara yine ekrandan hadi yatın derken, kanallar çocukları uyutmamak için ellerinden geleni yapıyor. Çocuk dizi ve filmlerini saat 20.00'den sonraya koyan kanallar, yayının yarısında saat 21.30'u gösterirken, "Haydi çocuklar uykuya, bugünlük televizyon yeter, hepinize iyi geceler" spotunu alttan girmeyi hiç ihmal etmedi. Çocuklar da o güzelim film ve dizileri yarıda kesip direk yataklarına koştular ve maceranın sonunu hiç merak etmeden kendilerini uykunun kollarına bıraktılar. RTÜK uyku saatine konulan çocuk programlarına dikkat ediyor mu bilmem ama projesi aksamadan işliyor. Kanallar çocukları mı uyutuyor RTÜK'ü mü onu bilemeyiz!
80'lerde Fenerbahçe Galatasaray neden yok?
B
u zamana kadar yapılmış en kaliteli dönem dizilerinden" Öyle Bir Geçer Zaman ki" yeni sezonda 80'li yılları ekranlara taşıyor... 70'lerdeki öğrenci olaylarına şahit olduğumuz dizi yeni sezonda sıkıntılı bir dönemi
yansıtacak. Malum 12 Eylül darbesi süreci ve sonrası var. Geçen sezon, Berrin, Ahmet, Hakan ve Resul üzerinden verilen sağ sol olaylarında dizi solcu öğrencileri yüceltip sağcı öğrencileri küçük düşürdüğü için tepki çekmişti. Darbe sürecinde nasıl bir tavır takınılacak bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat benim akılama takılan başka bir soru var... 70 ve 80'ler üzerine dizi birçok konuyu ele alıyor. Zamanı yansıtmak için elden gelen her şey yapılmış. Sadece mekanlar ve günün araçları değil müzikleri, ünlü grupları, sokak olayları vs. ayrıntısına kadar yansıtılıyor. Ama bu dönemlerde futbol neden yok merak ettim. Elde onlarca eski maç görüntüsü imkanı olmasına rağmen diziye Fener, Beşiktaş, Galatasaray üzerinden renk katılmamasının geçerli gerekçesi ne olabilir acaba?
Kasım 2011
47
GENÇLİK AJANDASI
Hazırlayan: Mehlika Sultan Doğan
Ödüllü filmler sadece 1 lira
K Türkiye’den Almanya’ya Göçün 50. Yılı
G
oethe Enstitüsü, Almanya ve Türkiye arasında imzalanan İşçi Alımı Anlaşması’nın 50. yılını kültür ve sanat etkinlikleriyle kutluyor! 50 yıllık birlikteliğin kültürel, politik ve toplumsal yansımaları; sergi, film, konferans, konser, atölye ve tiyatro etkinlikleriyle gündeme getirilecek. Bu etkinliklerin ana projelerinden “Fiktion Okzident” başlıklı sergi; Türkiye-Almanya ilişkilerini kalıcı olarak, yeni bir toplumsal ve politik temele dayandıran, Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 50. yıldönümü nedeniyle özel olarak tasarlandı. Sergi, on sekiz sanatçının yapıtlarıyla, zihinleri-
mizde var olan ve gündelik hayatımıza yansıyan olguları, değişik açılardan, sanatçıların gözüyle ele alıyor. Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde açılan “Fiktion Okzident” sergisi, 26 Kasım’a dek ziyaret edilebilecek. Berlinli yazar, gazeteci ve tiyatro yazarı Anja Tuckermann ile oyuncu ve tiyatro yönetmeni Haluk Yüce tarafından hazırlanan “Yaşamayı Beklerken…” adlı müzikli tiyatro oyunu ise; Goethe Enstitüsü’nün göçün 50. yılı nedeniyle düzenlediği İstanbul programının kapanış etkinliği olarak, 10 Aralık Cumartesi günü saat 20:30’da Beyoğlu Kumbaracı 50’de sahnelenecek.
ültür Bakanlığı ve Film Yönetmenleri Derneği ortaklaşa düzenlediği ‘Bu Benim İlk Filmim’ toplu gösterimi 11 Kasım’da başlıyor. ‘İlk film’ projeleri olan yapımlar, 24 Kasım’a kadar Beyoğlu Yeşilçam Sineması’nda sinemaseverlerle buluşacak. Film Arası Dergisi’nin de sponsorları arasında yer aldığı ‘Bu Benim İlk Filmim’ toplu gösteriminde 14 film şunlar: Kavşak, Çoğunluk, İncir Reçeli, Memlekette Demokrasi Var, Kaledeki Yalnızlık, 11’e 10 kala, Melekler ve Kumarbazlar, Saklı Hayatlar, Başka Dilde Aşk, Gişe Memuru, Küçük Günahlar, Öfkeli Çılgınlık, Karamsar Çile, Kar Beyaz, İki Dil Bir Bavul. Filmlerin gösterimlerindeki bilet fiyatı ise yalnızca 1 TL!
2 ALBÜM AVAM GARDE TRIO Avam Garde, müziği kalıplara sığdırmaya çalışmayan, seyyah mizaçlı ve maceraperest ahenk sevdalılarının biraraya gelmesiyle doğan bir ruh. İşte bu ruh, geleneksel müziğimizin verdiği ilham ve çağdaş müziğin sağladığı imkân sayesinde ete kemiğe bürünüyor. AVAM GARDE TRIO: Kemal Arslan: Bağlamalar, Vokal Bora Bekiroğlu: Perdeli ve Perdesiz Bas Gitarlar, Elektro Kontrbas Uğur Onatkut: Klavyeler, Altyapılar Daha fazla bilgi: www.avamgardetrio.com
48
Kasım 2011
BİR YÖNETMEN BİR ALBÜM Usta yönetmen David Lynch, 'Crazy Clown Time' adlı ilk albümünü 8 Kasım'da yayınlıyor. Albümde sözleri Lynch tarafından yazılmış 14 parça bulunuyor. Usta yönetmene, albümde Yeah Yeah Yeahs grubundan Karen O da eşlik ediyor. 'Eraserhead', 'Wild at Heart', 'Blue Velvet', 'Lost Highway', 'Mulholland Drive' gibi başyapıtlara imza atan, ancak 2006 yapımı 'Inland Empire'dan sonra sadece reklam filmleri çeken Lynch, öyle görünüyor ki, sinemadan bir süre daha uzak kalacak.
2 FiLM CELAL TAN VE AILESININ AŞIRI ACIKLI HIKAYESI
Beyaz Perde’nin Sefilleri
O
scarlı yönetmen Tom Hooper, Fransız klasiği 'Sefiller'i beyazperdeye uyarlıyor. Geçen yıl 4 Oscar ödülü kazanan ''King's Speech'' filminin yönetmeni Tom Hooper, Fransız klasiklerinden ''Sefiller''i beyazperdeye taşımaya hazırlanıyor. Hikâyesi daha önce de film ve müzikallere konu olan Victor Hugo'nun ünlü romanı Sefiller'in son sinema uyarlamasında, ünlü Hollywood oyuncuları Anne Hathaway, Hugh Jackman ve Russell Crowe yer alacak. Senaryosunu ''Gladyatör'' filminin senaristi William Nicholson'ın yazdığı filmin yapımcılığını ise eserin müzikal versiyonun da yapımcılığını üstlenen Sir Cameron Mackintosh yapacak. ''Sefiller'', 2012 yılının Aralık ayında gösterime girecek.
Vizyon tarihi: 18 Kasım 2011 Yönetmen: Onur Ünlü Oyuncular: Selçuk Yöntem, Ezgi Mola, Tansu Biçer, Köksal Engür Süre: 95 dk
'The Hobbit' çizimleri ilk kez yayımlanıyor
THE IDES OF MARCH
F
antastik kurgu eserleriyle tanınan İngiliz yazar J.R.R. Tolkien'in ünlü romanı 'The Hobbit'e ait daha önce görülmemiş bir dizi çizimin ilk kez yayımlanacağı açıklandı. Romanın 1937 yılındaki ilk baskısında kullanılmayan çizimler, kısa süre önce İngiltere'nin Oxford kentindeki Bodleian Kütüphanesi'nde bulundu. Tolkien'in çizimleri, mürekkep baskılı taslaklar ve resimlerden oluşuyor. Kitapta, ilk yayımlandığında 10 adet siyah beyaz resim ve iki haritanın yanı sıra Tolkien'e ait cilt ve kitap kılıfı tasarımları bulunuyor. Yeni keşifle birlikte çizimler, haritalar ve planlardan oluşan 100'den fazla yeni parça ortaya çıkmış oldu.
Tanınmış anayasa profesörü Celal Tan, çevresi ve ailesi tarafından sevilen, örnek gösterilen önemli simadır. Eşini kaybetmesinin ardından hayatını kurtardığı genç öğrencisiyle evlenmiştir. Ailesi Celal Tan'ın 65. doğum gününü kutlamak için kendisine sürpriz bir doğum günü partisi düzenler, fakat kutlama öncesi yaşananlar tüm ailenin hayatını değiştirecektir... Filmde; Ortalama bir Türk ailesinin, ortalama okumuşluktaki, ortanın ortası ve belirli ölçülerde muhafazakâr bir Türk ailesinin başına hiç kimsenin başına gelmesini istemeyeceği bir şey geliyor ve aile de bir arada durmaya çalışıyor.
Vizyon tarihi: 25 Kasım 2011 Yönetmen: George Clooney Oyuncular: George Clooney, Ryan Gosling, Philip Seymour Hoffman, Süre: 102 dk
Ohio eyaletinde seçim kampanyaları oldukça çekişmeli geçmektedir ve başkanlık adayları mücadelede son aşamaya gelmişlerdir. Başkan Mike Morris'in (George Clooney) kampanya basın sözcüsü olan Stephen Myers (Ryan Gosling) Morris'e sadık biçimde var gücüyle çalışırken, birden politik bir skandalın içene doğru çekildiğini fark eder. Şimdi bir karar verme sırası ondadır... Oscar ödüllü aktör George Clooney'in yönetmenliğinde çekilen ve senaryosunu da gene Clooney ile Grant Heslov'un Beau Willimon'ın "Farragut North" adlı oyunundan uyarladığı filmin başrollerinde Clooney'nin yanı sıra Ryan Gosling, ağır rollerin adamı Philip Seymour Hoffman, Paul Giamatti ve güzel oyuncu Evan Rachel Wood yer alıyor.
Kasım 2011
49
GENÇLİK AJANDASI
İ
lki 1982 yılında 28 yayınevinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, bu yıl kapılarını yaklaşık 600 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla 12 Kasım'da açacak. İstanbul Kitap Fuarı, otuzuncu yılında “uluslararası” yurt içi ihtisas fuarı olmayı hak ederek kapılarını açmaya hazırlanıyor. Bu sene Kitap Fuarı’nın teması
ise, İstanbul Kitap Fuarı Danışma Kurulu tarafından “Umut: Düş mü? Gerçek mi?” olarak belirlendi. İstanbul Kitap Fuarı, 30. yılında umuda çağrı yaparak bu tema çerçevesinde yurt dışından çok değerli yazarları konuk etmeye hazırlanıyor. 30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı hafta içi günlerde öğrenci ve okulların fuarı daha rahat ziyaret edebilmeleri için kapılarını bir saat erken açacak.
Contemporary İstanbul’un onur sanatçısı Komet olacak
A
na sponsorluğunu Akbank Private Banking ve destek sponsorluğunu Zorlu Center’ın üstlendiği Contemporary İstanbul, 2427 Kasım tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi ile Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirilecek.
6. Contemporary İstanbul’a 22 ülkeden 89 çağdaş sanat galerisi katılacak. Contemporary İstanbul’un Onur Sanatçısı Komet olacak. Fuarda Komet’in 70. yaşı “O Değilse Başkasıdır - Esrarengiz” başlıklı sergiyle kutlanacak.
S
inemanın usta aktörü Al Pacino, İstanbul'da sahneye çıkacak. 71 yaşındaki Pacino, 2010 yazında Central Park'taki Delacorte Tiyatrosu'nda oynamaya başladığı, ardından Broadway'e taşıdığı; İtalya, İspanya ve İngiltere'de de sahnelediği Shakespeare'in 'Venedik Taciri' adlı oyununu İstanbul'da da oynayacak. 28 Kasım'da mini bir partiyle duyurusunun yapılacağı Al Pacino'nun oyunu, Ocak sonunda dört gala olarak sahnelenecek. Hasköy'deki Yün İplik Fabrikası'nda sahnelenecek oyunda, sürpriz bir Türk sanatçı da, Pacino'yla oynama fırsatı yakalayacak.
BABA SAHNEDE!
Kitap fuarı 30 yaşına girdi
2 KiTAP ONAYLANMAMIŞ OTOBIYOGRAFI
HOLLYWOOD'U KAPATTIĞIM GÜN
Julian Assange ALFA YAYINLARI
Alev Alatlı EVEREST YAYINLARI
Yayımladığı belgelerle dünya gündemini sarsan Julian Assange bu defa otobiyografisiyle tartışma yaratacak. Onaylanmamış Otobiyografi tüm dünyayla birlikte Kasım ayında Alfa Yayınları tarafından yayınlanarak Türk okuruyla buluşacak. Çocukluğunu ve onu bugünkü Julian Assange yapan etkenleri tüm samimiyetiyle paylaşan Assange, Wikileaks’in kuruluş ve yükseliş öyküsünü de anlatıyor.
50
Kasım 2011
Kitap genel olarak Amerikan sinema endüstrisinin, Amerika siyasi tarihiyle nasıl içli dışlı olduğunu ve birbirlerini nasıl desteklediklerini bol bol örneklerle ve resimlerle anlatıyor. Pek çok ilginç şey de öğreneceksiniz. Mesela Teddy Bear (oyuncak ayı) kavramının nereden geldiğini, Amerikan sinema tarihinde yer etmiş oyuncuların ezici çoğunluğun liseden terk olduğunu...
AJANDA 7 GÜN Kasım 15 Kasım Salı - 16 Çarşamba
Kasım 14 Kasım Pazartesi - 30 Çarşamba GÖSTERI: CM101MMXI / Cem Yılmaz Gösteri YER: Türker İnanoğlu Maslak Show Center TELEFON: 0212 286 66 86 ÜCRET: 1. Kategori - 98.00 TL, 2. Kategori - 82.50 TL, 3. Kategori - 55.50 TL NEREDEN ALINIR: Biletix Gişeleri, Biletix çağrı merkezi (0216) 556 98 00, TİM Gişe
Kasım 14 Kasım Pazartesi - 24 Perşembe SERGI: Uzaktan Yakından YER: Caddebostan Kültür Merkezi TELEFON: 0216 467 36 00 KONU: Bir şehre veya o şehrin bir bölümüne ya da bir tek parçasına, hatta dokusuna objektiflerini çeviren 4 fotoğrafçının bütünden detaya doğru arayışlarında, karşımıza hiç ummadığımız kareler çıkararak, bütüne bakıp detayları kaçırmak, detaylarda kalıp bütünü görememeyi hatırlatıyorlar. FOTOĞRAFÇILAR: Mehmet Gürsoy, Yılmaz Bulut, Orhan Öğücü, Cengiz Solakoğlu.
16
Kasım Çarşamba
Saat: 20.00 KONSER: İncesaz YER: Cemal Reşit Rey Konser Salonu Telefon: 0212 232 98 30 BILET ÜCRETI: 30.00 - 25.00 20.00 - 15.00 TL NEREDEN ALIRIM: Biletix Çağrı Merkezi: (0216) 556 98 00, Biletix Satış Noktaları, www.biletix.com, CRR Gişe
16 Kasım Çarşamba
Saat: 21.30
KONSER: John Grant YER: Salon İKSV TELEFON: 0212 334 08 41 BILET ÜCRETI: Masa - 50.50 TL - Ayakta - 39.50 TL - Öğrenci - 28.00 TL NEREDEN ALIRIM: Biletix.com, Biletix Gişeleri, Biletix Çağrı Merkezi: 0216 556 98 00, Salon İKSV
Kasım 16 Kasım Çarşamba - 20 Pazar TIYATRO: Gönlümdeki Osman Hamdi Bey SALON: İBB Şehir Tiyatroları Kadıköy Haldun Taner Sahnesi TARIHLER: 16 Kasım Saat 15:00 20:30, 17-18 Kasım Saat 20:30, 1 9 Kasım Saat 15:00 - 20:30, 20 Kasım Saat 15:00 TELEFON: 0216 349 04 63 ÜCRET: Tam: 9 TL. İndirimli: 6 TL. NEREDEN ALIRIM: www.ibb.gov.tr/ sehirtiyatrolari ve Tiyatro Gişesi
Kasım 17 Kasım Perşembe -18 Cuma PANEL: Alldesign 2011 YER: Haliç Kongre Merkezi TELEFON: 0212 255 69 28 KONU: Dünyaca ünlü tasarımcılar 17-18 Kasım tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek olan ‘alldesign 2011’de buluşuyor. ‘Aklın gözüyle görmek’ sloganıyla yola çıkan konferansta, iki gün boyunca sektörünün lider konumundaki firmalar ve önemli tasarımcılar bir araya gelecek.
Saat: 20.00
KONSER: Yüksek Sadakat YER: İKÜ Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezi TELEFON: 0212 498 41 03 BILET ÜCRETI: Vip - 60.00 TL - 1.Kategori - 40.00 TL - 2. Kategori - 30.00 TL Nereden Alırım: Biletix Satış Noktaları, İKÜ Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezi
Kasım 2011
51
BİLİŞİM
Hazırlayan: Cem Süer www.shıftdelete.net
İnternet filtresi ‘filtreden’ geçirildi!
İnternet ‘abi’ oldu!
milyonlarca başında gelen ve ın ar şl lu bu li önem 6 Ağustos Son 50 yıldaki en ası olan internet rç pa r bi ez ilm liştirilen n vazgeç keri amaçlarla ge as insanın hayatını de D’ AB ak ar bastı. İlk ol teknolojik devrim günü 20 yaşına lka açılmıştı. Bu ha ce ön l yı 20 iz 20 yılda kulinternet, henüz İnternet geçtiğim ı. ld yı ya a ay ny ber siteleri, zamanla, tüm dü en, e-ticaret, ha oj tr , am sp a, st ştırdı ve lanıcılarını, e-po , twitter ile tanı ok bo ce fa , le og n, MRC, MSN, Go ına girdi. Bir gü eçilmezleri aras zg va ın ız nkı tım sı ya ha , ne olmasa neler olur bir gün internet ümm ek irm st ke tılar baş gösterir kün görünüyor?
Tüm ülkede büyük tepkilere neden olan 22 Ağustos internet filtresi tekrar gözden geçirildi. Binlerce insanın protesto edip sokaklara döküldüğü bu filtre seçenekleri taleplere daha uygun hale getirildi. İnternet Kurulu bu tepkileri yerinde buldu ve BTK’ya filtreleri gözden geçirmesi için tavsiyede bulundu. Üç ay ertelenen filtreleme uygulaması aile ve çocuk başlıklarıyla 4’ten ikiye düşürüldü. Hiçbir filtre seçmeyenler ise standart uygulamaya devam edecek.
52
Doğmamış çocuğun ‘donu’ Facebook’ta
Twitin neyse sen de o sun!
Google + karşısında zor duruma düşmesi beklenen Facebook yeni rakibini daha doğmadan öldürmeye çalışıyor. Bu uğurda yapılan en son yenilik ise doğmamış çocuğa hesap açabilme özelliği oldu. Kullanıcılar artık, gelecekte doğacak çocukları için Facebook’a hesap açabiliyor. Çocuğun tahmini doğum tarihi yazıldığı zaman sistem otomatik olarak bunu profilinizde gösteriyor.
Dünya çapında milyonlarca kişinin kullandığı Twitter sistemi doğru yorumlanırsa psikanaliz için bile kullanılabiliyor. Geliştirilen bir program tweetleri analiz yaparak kullanıcıların karakterini ortaya koyuyor. Mitre adlı şirketin geliştirdiği programa göre kullanıcıların yazdığı kelimeler bile onların kişiliklerini ortaya çıkartabiliyor. Saçtan ve kıyafetten bahseden kullanıcılar daha çok kadın oluyor.
Kasım 2011
IQ’sü düşük şaka! Geçtiğimiz günlerde Internet Explorer kullanıcılarını kızdıran bir olay yaşandı. AptiQuant Psychometric Consulting adındaki bir şirket 4 hafta boyunca internet kullanıcıları üzerinde araştırma yaptığını ve testler sonucunda Explorer kullanan insanların düşük IQ seviyesine sahip olduğunu duyurmuştu. Haber siteleri de bu olaya inanarak kurumlarında yer verdi. Çok geçmeden böyle bir şirketin var olmadığı ve hatta bunun bir şaka olduğu ortaya çıktı.