Darağacında olsak da son sözümüz FENERBAHÇE GENÇLİK DERGİSİ
2012 • SAYI: 4
2012 • SAYI: 4
Eğlenmeyi Nasıl Bilirdiniz? İçmeden Yazamıyorum
Pelin Batu: Tek Bir Meslekle Ömür Geçmez
İnstagram Fotoğrafçılığı
Merhaba, Uzun bir aradan sonra “eğlenceli” bir GencizBiz sayısı ile daha birlikteyiz. Yaz döneminin araya girmesiyle uzak kaldığınız GencizBiz renkli bir geri dönüşle selamlıyor gençleri. Yoğun bir çalışma, eğitim öğretim döneminin ardından gelen yaz mevsimi hepimiz için dinlenme, eğlence, seyahat mevsimi olarak hayatımızda yer ediyor. Özellikle tatil anlayışımız tamamen “eğlence”” odaklı… İş hayatı ve okul dışında kalan vaktimizi ise “biraz kafa dağıtmak” için eğlenerek geçiriyoruz. Peki nedir bu eğlenmek? Nitelikli eğlence diye bir şey var mıdır? Eğlenirken aynı zamanda öğrenmek zorunda mıyız? Gençler ve yetişkinler arasındaki eğlence anlayışlarının birbirinden farkı ne? İnsan ne yapınca eğlenir, eğlenme klişeleri nelerdir? Bunun gibi sorular çoğaltılabilir elbet. İşte bu sayıda “Yar Bana Bir Eğlence” dosyasıyla eğlence anlayışımız üzerine yoğunlaştık. Ve dosyamız, röportajlarımızla zihinlerde ne var ne yok yokladık.
İmtiyaz Sahibi Mustafa Kara Yayın Danışmanı Hasan Ekmen Yayın Yönetmeni İsmihan Şimşek Yayın Kurulu Ayşe Şahinboy Doğan M. Zübeyir Koçulu Gülizar Sönmez Ersin Çelik Halit Ömer Camcı
Dosyayı ele alan Gülizar Sönmez, “Eğlenmeyi Nasıl Bilirdin” diye soruyor bize. Üstün Dökmen ve Melek Arslanbenzer’in uzman görüşleriyle tamamlanan dosyada modern eğlenme biçimiyle geçmişin bir diyalektiği yapılıyor.
Muhabirler Ayşegül Duman Pınar Hilal Balta Bünyamin Uzuncan
Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise “Gürültülü Müzik Eğlenememenin Çığlığıdır” başlıklı yazısında küçük şeylerden mutlu olmakla insanın eğlenmeyi öğrenebileceği vurgusunu yapıyor.
Grafik&Tasarım Origami Reklam 0544 792 91 93
Eğlence dosyasının yanısıra Pelin Batu ile yaptığımız röportajı zevkle okuyacağınızı düşünüyoruz. Sosyal medya köşemizde ise bu sayıda tadına doyulmaz bir konuyu, twitter “journalist ve photographer”lerini inceliyor. Özellikle sosyal medya ile yaygınlaşan fotoğrafçılık ve vatandaş gazeteciliği, ve sosyal medya kullanıcılarının bu sıfatlar üzerinden kendilerini konumlandırmaları M. Zübeyir Koçulu’nun kaleminden okuyucuyla buluşuyor. Serbest Kürsü köşemizin konuğu ise uzun zamandır köşesine çekilen ve Meksika Sınırı programıyla yeniden ekranlara dönen İsmail Kılıçarslan… Kılıçarslan’la hem yeni programını hem de gençlerle ilgili gözlemlerini, eğlenceyi konuştuk. Eğlenceli bir eğlence dosyası okumanız bu sayının keyfini çıkarmanız dileğiyle… İsmihan ŞİMŞEK
ADRES Burhaniye Mah. Genç Osman Sk. No:13 P.K. 34676 Üsküdar / İstanbul telefon 0216 557 71 98 MAIL gencizbiz@gencizbiz.biz BASKI Dergah Ofset 0212 489 33 33
4
içindekiler
Eğlenmeyi Nasıl Bilirdin? Kılıçarslan: 30 İsmail Yavaşlayın!
Batu: 18 Pelin Tek Bir Meslekle Ömür Geçmez
Çok iyi hocalarımız vardı ama öğrencilerin çoğu oturup not tutmaya alışmışlar. Yani gidip de bir şeyi sorgulamak, bu kaynakta sorun olabilir mi diye ya da aynı dönemde yazmış kişileri sorgulama gibi bir güdüleri yoktu.
2
SAYI 4
Televizyon beni kendi realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan uzaklaştırmaya başladı. Bende televizyondan uzaklaşmayı tercih ettim.
Ben 22 Anne Profesyonel Oldum Modern algı kolaycılığı kodluyor zihinlere. Hep daha kolaya, daha pratiğe sürüklenirken, kaliteli ve kalıcı işler yapmak sönük bir hedef olarak kalıyor. Çıraklık veya amatörlük gençler için mahcubiyet meselesi.
8 Gençler, Eğlenin Ama Eylenmeyin!
O kadar fazla imkâna ve seçeneğe sahipsiniz ki, neredeyse yüz yüze iletişim kuracak, sohbet edecek, dostluk, arkadaşlık kuracak vaktinizin kalmadığını yakinen tanıdığım genç kardeşlerimin hayatında görüyor ve biliyorum.
34 Yılın Bu Mevsiminde: İGUANALAR
10 Gürültülü Müzik
Eğlenememenin Çığlığıdır
12 Pamuk Prenses'in Adaleti
Amerika’nın postmodern uyarlaması “Pamuk Prenses ve Avcı” masalın değişmez argümanlarına bağlı kalarak ancak muhtevası fantastik film formatına dönüştürülerek tekrar seyir halini almış.
36 3 Kuruşa Öğrence Sefası 38 KISA FİLM 40 Bir Göçmen Hikayesi
14 Bebelere Balon
Entellere Oyuncak İnstagram Fotoğrafçılığı Yeni nesil fotoğrafçılık...
24 Avrupa'da Eğitimin Gözdesi: VİYANA
44 TEZAT TV 46 İçmeden Yazamıyorum
26 Darağacında Olsak da
SON SÖZÜMÜZ FENERBAHÇE
48 BİLİŞİM 50 GENÇLİK AJANDASI SAYI 4
3
AKTÜEL
GÜLİZAR SÖNMEZ
Bakma Sağına Soluna, Sana Soruyorum;
Eğlenmeyi Nasıl Bilirdin?
Y
ağ satar, bal satardık. Hızımızı alamaz döner döner dönerdik... Yorulmaz üstüne bir de köşe kapmaca yarışına girer, ilk mızıkçıdan sonra onu oyundan atmak yerine başka bir heyecana geçerdik. Mahallenin en afilisi olma şansını sadece elindeki renkli topa bağlı olan çocuğa oyunun en kıdemlisi olmayı teklif ederek yakar topla renk toplardık. Her sokağın bir köşesinde tebeşirlerle yere kazınmış seksek çizgileri bulunur, akşamlar saklambaç için üzerimize çekilen lacivert bir perde olurdu. Aklımızdan bile geçmezdi gece yataklarımıza yattığımızda ne kadar eğlendiğimizi düşünmek yorgunluktan.
4
SAYI 4
Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının biraz daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini başka mahalleden kurtarma heyecanı vardı ya da başka mahallenin güzeline gönül verme... Bisiklet turları başlardı uzun uzun... Ve illa kahvede oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük adamlar olduk” keyfi...
Biz Büyüdük ve Geride Kaldı Seksek Sekerekten... Sonra büyüdük. Büyümekle geride kaldı tüm bu çocuk oyunları. Biz artık bir çınarın altında yaşıtlarımızla, biraz kısık sesle konuşulacak önemli konuların en jantili lafını eden kişisi olduk. Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının biraz daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini başka mahalleden kurtarma heyecanı vardı ya da başka mahallenin güzeline gönül verme... Ve illa bisiklet turları başlardı uzun uzun... Ve illa kahvede oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük adamlar olduk” keyfi...
“Hey Gidi Geçmiş Günler” İç Geçirmesi Değil Mesele “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” düsturu ile aktı zaman yeni her şey yeniledi zevklerimizi. Her dönemin kendi iyisi vardır, buna binaen kötü olmadı değişen. Çok mutlu idik bugün mutsuzuz değil mesele... “Hey gidi geçmiş günler” iç geçirmesi de değil. Kitaplar, dergiler, diziler, sokaktan geçen amcalar, okul gezileri hep bir şeyler olurdu, eğlenmek ve genç olmak için. Sonra yetmemeye başladı her şey... Sahip olduklarımız sahip olmak isteyeceğimiz başka bir şey için adım olmaya başladı. Aliya İzzetbogoviç, Doğu-Batı Arasında İslam kitabında, tüketen ve değişen insanın çıkmazını “durmadan yeni yeni ihtiyaçlar yaratmak, fuzuli şeylere ihtiyaç duyurmak suretiyle uygarlık insan ve tabiat arasındaki madde alışverişini yoğunlaştırmaya çalışmaktadır. Elde etmek için üretmek, israf etmek için elde etmek...“bu şekilde anlatıyor. Devamlı değişen devamlı ihtiyaç haline gelen yaşam şekilleri, ihtiyaçlar, sözler... Ve hepsi sahip olmakla bizi mutluluğa yaklaştıracak inancı. Mesele; bugün “paraşütle atlarken mi eğlenmiş oluyoruz, Facebook’ta yazdığımız uzun cümledeki beğeni sayısı ile mi?”
SAYI 4
5
AKTÜEL Mesele, “Ne Yapınca Eğlenir Ki İnsan?” Meselesi Mesele, “Ne yapınca eğlenir ki insan?” meselesi... Kulakları sağır edecek bir müzikle bütün gece tepinmekten biriyle dalga geçmeye, kedilerin kuyruğuna teneke bağlamaktan komik bir film seyretmeye kadar herkes için 50 bin çeşit anlama gelebilecek eylem sıralayabiliriz “eğlenmeyi” anlatmak için. Ya da birçok kişi çocukluk der; tenekeleri akledenin eğlenme şekline. Eğlenmek hiçbir tanım karşısında tam karşılık bulamıyor nedense. Belki de bir kaç şeyin bir araya gelmesinden de oluşabilir; Adrenalin, sevgi, başarı, muhabbet, ego tatmini... “Zamanın nasıl geçtiğini anlamamak” yeterli bir ölçüt müdür eğlendim diye bilmek için? Önceden planlanarak yapılabilecek bir şey değildir belki de eğlenmek. Hatta ne kadar planlı programlı olsa o kadar aksaklık yaşanır, “güzel olması” isteği hep “daha mükemmeli vardır” düşüncesini getirir beraberinde. Eğlenmek, bir kaç insan görmek, bir şeyler yemek, içmek midir ya da satranç tahtası başında veziri sağa mı sola mı oynatacağını dakikalarca uzun bakışlar eşliğinde düşünmek midir? Bir yere gitmek ile eğlenmek eş anlamlı mı?
Her Yaşta Genç Olunur
ÜSTÜN DÖKMEN (AKADEMİSYEN - PSİKOLOG)
Genç; doğal davranan, iç kaynaklarıyla (yetenek, ilgi alanları) dış kaynakları, dünyadaki olanakları eşleştirebilen kişidir. Her yaşta genç olunur.
6
Sosyal Paylaşımla Eğlenmeye Duyguların Karşı Ama...
Çağ değişmiştir, yeni eğlence tarzları ortaya çıkmıştır.300 sene önce sörf yapmak ya da paraşütle atlamak hayal bile edilemiyordu ancak bugün eğlence için yaygın olarak yapılıyor. Her çağ yeni eğlenceler getirmiştir.
Sosyal medya üzerinden bir şeyler paylaşılarak ya da oradan görüşerek eğlenmeye, vakit geçirmeye duygularım karşı ancak aklım doğru olduğunu söylüyor. Çünkü medeniyet geliştikçe yeni eğlence türleri ortaya çıkacaktır. Her çağ kendi eğlencesini de getirir.
Bu değişikliklere rağmen bir araya gelmek, birlikte yiyip içmek gibi klasik eğlenceler asla bitmez. Ancak yenileri bunlara eklenir.
Teknolojik gelişmelere ve onun getirdiği eğlence türlerine uyum sağlayanlar (teslim olan değil, uyum sağlayan) yarına kalacaktır.
SAYI 4
Veya bir yerlere giderek kendilerini eğlenmeye mi şartlandırıyor, insanlar? Yoksa bize dayatılmış eğlence anlayışının bir ürünü mü tüm yaptıklarımız? Eğlence anlayışı çok sığ kalıplar içerisinde mi? İsmet Özel, “Modern zamanlar, insanların değil, kalabalıkların mutluluğunu düşünür' der. Eğlenmiş ve eğlenerek mutlu olmak başkalarının mutlu olması ile doğrudan irtibatlı bağımlı hale mi girdi?
..lAr... lar... lar... Eğlence diye bir şey var Modern zaman insanı şimdilerde “aynı”lığa karşı çıkarak, modernizmin yarattığı tüm söylemleri sorgulama, yıkma ve yeniden inşa etme peşinde. Post modernizm, modern insanın çalkantılarına ve çelişkilerine dair yeni bir sığınma alanı yaratı. Bu alanda eleştirme, karşı çıkma, farklı olma, alabildiğine serbestlik, özgürlük... Hep bir ağızdan şarkı söylemeler, bir masanın başında ellerde telefon muhabbet etmek yerine twitleşmeler birbirine twitler göstererek kahkahalar atmalar, sinemada haşarı çocuk olduğunu kanıtlamak “bak aman da ne özgüven sahibiyim” deyu mısır atmacalar, kim ne diyor rahatsız oluyor diye düşünmeden şakalaşmalar, bir masa etrafında en sıkıcı konulardan dünyayı kurtarmalar, sigara üstüne sigara yakmalar, en manzaralı bir sandalye kapıp bol bol uzaklara bakmalar, kitap üstüne kitap bitirmeler, pc başında chat yapmalar... lar... lar... lar ... Eğlence diye bir şey var mı? Eğlence denilen şey aslında kültürle bütünleş-
tiğinde anlamını bulmuyor mu? Mesela sinemaya gitmek eğlence mi kültür mü?
Çalışınca Eğlenmiş OlUNamıyor mu? Boş geçirilen zaman mı eğlenmek, çalışarak eğlenilmez mi örneğin. Eğlenmek denilince hep akla “boş geçirilen zaman” gelir. ‘Çalışmayı işkence, dinlenmeyi eğlence ile özdeşleştiren tuhaf bir geleneğimiz var. Hâlbuki tam tersi, kederli insanı avutan, sıkıntıları dağıtan ve insana yaşamı zenginleştiren hazlar veren şeyin 'çalışmaktır’ diye anlatır Peyami Sefa...
Bakma Sağına Soluna, Sana Diyorum! Evet, evet... Siz işte şimdi bu cümleyi okuyan arkadaş... Sana diyorum... Bakma sağına soluna... Tamam, o diğer masadaki eleman şen kahkahalar atıyor, evet senden daha çok arkadaşı var yanında, evet evet eğleniyor gözlerinin içi gülüyor... Ben seni soruyorum, sen de sor kendine bir defa; “eğleniyor muyum?” Demem o ki, hasılı kelam... Çalışırken, yürürken, bakarken, dinlerken, yemek yerken, kitap okurken, film izlerken, konuşurken, ibadet ederken eğlenmiyorsanız bir kez daha gözden geçirin derim içinde bulunmayı seçtiğiniz durumları. İnsan gülen varlıktır efendim. Ne güzel güler hem de. “Vay ki gençtim” demeden bir gülüverin.
Eğlenmenin ve Genç Olmanın Bencilce Bir Tarafı Vardır Melek Arslanbenzer (Psikolog-Psikodramatist-Yazar)
Eğlenmek ve genç olmak iç içe kavramlar olarak anılırlar genellikle. Eğlenmek hareketle de iç içedir ve kendine yönelik bir eylemdir. Eğlenmenin ve genç olmanın bencilce bir tarafı da vardır çoğu zaman. Bunu olumsuz manada kullanmıyorum. “Ahlaksızlık boyutuna ulaşıp başkalarına zarar vermediği sürece insanların bencil olmaya ve sadece kendilerini eğleyecek şeyler yapmaya da hakları vardır” diye düşünüyorum. Eğlenmenin Sınırları Nettir... Eğlenmenin şekline şemaline gelince; bu toplumdan topluma ve zamana göre farklılık gösteren bir şey. Bu dönemin gençlerinin çokça takip ettiği ve ilgilendiği şeyler bundan 10 sene önce belki de kimsenin ilgilisini çekecek şeyler değildi. 10 yıl önce insanları eğlendiren şeyler
bugün artık çok fazla insanı gülümsetmiyor ya da eğlendirmiyor. Dolayısıyla bugün sosyal paylaşım sitelerinde insanların bir şeyler paylaşıp bunlara gülüyor ya da bunlarla eğleniyor olmalarını yadırgamıyorum. Bu dönemin eğlenme kültürü de bu. Önemli olan ahlak sınırını doğru çizebilmektir. İslam eğlenmenin sınırını net bir şekilde çiziyor aslında. Kimsenin kalbini kırmamak, incitmemek ve yalan söylememektir esas olan. İnsanların kusurlu taraflarıyla alay etmeyi ve eğlenmeyi Peygamber efendimiz lanetlemiştir. Şaka yapmak için bile olsa yalan söylememek yine çok net sınırlardan biridir. Bu sınırları koruyarak eğlenmek insanın hem ruhunu besler, hem de geçirgenliğini arttırır. Bu sınırları aşmak ya da korumak dün de mümkündü bugün de mümkün.
SAYI 4
7
O kadar fazla imkâna ve seçeneğe sahipsiniz ki, neredeyse yüz yüze iletişim kuracak, sohbet edecek, dostluk, arkadaşlık kuracak vaktinizin kalmadığını yakinen tanıdığım genç kardeşlerimin hayatında görüyor ve biliyorum.
Gençler, Eğlenin Ama Eylenmeyin!
İ
nsan kırklı yaşlardan sonra hayatı daha bir özenli, daha bir dikkatli yaşamak istiyor. Yaş kemale erip iş yoğunluğu artınca serbest zaman azalıyor ve ister istemez daha planlı, daha seçici olma ihtiyacı hissediyor insan... Daha açık ifade edeyim; insan büyüyünce zamana hükmetmek ve her dakikasını gönlünce yaşamak istiyor. Bir yandan işle güçle uğraşıp hedeflerine ulaşmaya çalışırken, bir yandan da eğlenmek ve hayatı farkına vararak yaşamak istiyor. Ancak bu o kadar da kolay olmuyor. Hele “internet çağı” olarak addedilen günümüzde âdeta “haz” ve “hız” yarışına dönen hayatı gönlümüzce yaşamak epeyce dikkat ve gayret gerektiriyor.
Mustafa Kara
Anlaşılıyor ki, her zaman olduğu gibi dediğine göre, bu genç kardeşimizin hayatı hep böyle geçiyordu. Ve anlaşılıyor ki, yaşamakta olduğumuz modern zamanların eğlence anlayışı maalesef buydu. Televizyon izlemek, internette gezinmek ve alış-veriş merkezinde dolaşmak… 8
SAYI 4
Eminim ki sizler böyle düşünmüyorsunuz. Gençliğin verdiği enerji ve bu çağın sizlere sunduğu imkânlar dünyasında hayatı biraz daha karmaşık yaşıyorsunuz gibi geliyor bana. Elbette her çağın kendine özgü bir yaşam biçimi var ve sizler de çağınıza göre yaşıyorsunuz. Eğlenmeden beslenmeye, giyim kuşamdan, okumaya yazmaya kadar pek çok alanda yepyeni imkânlara, farklı farklı alışkanlıklara sahipsiniz. O kadar fazla imkâna ve seçeneğe sahipsiniz ki, neredeyse yüz yüze iletişim kuracak, sohbet edecek, dostluk, arkadaşlık kuracak vaktinizin kalmadığını yakinen tanıdığım genç kardeşlerimin hayatında görüyor ve biliyorum. Bunları düşündükçe aklımdan şu sorular geçiyor: Acaba gençler hayatlarını gönüllerince yaşayabiliyor mu diyorum bazen… Bir yandan gelecek hayalleri kurarken, aynı zamanda mutlu olabiliyorlar mı? Ya da bir bakıma, “hayat bir eğlence” ise, eğleniyor, eğlenmeyi biliyorlar mı? Daha da önemlisi, eğlenirken öğreniyor; büyüdüklerinde işlerine yarayacak tecrübeler biriktiriyor, hatıralar devşiriyorlar mı diye merak ediyorum. Aslında bir miktar biliyorum. Üsküdar Gençlik Merkezi’nde, yüzlerce sosyal ve kültürel faaliyetlere katıldığınızı hatta bizzat kendinizin gerçekleştirdiğini; çoğunlukla konserlerde, gezilerde, spor salonlarında hep bir arada olduğunuzu biliyorum. Karşılaşıyor, selamlaşıyoruz. Ancak merak ettiğim başka bir şey…
Bakın, taze bir hatıramı anlatayım: Geçen Ramazan bayramından sonra genç bir kardeşimle sohbet ettik. Bayramının nasıl geçtiğini sorduğumda verdiği cevaba çok şaşırdım. O genç kardeşimizin bayramı eğlencesi, vaktinin büyük çoğunluğunu internette geçirmek, biraz televizyon izlemek, bir de kendi ifadesiyle, “her zaman olduğu gibi, alışveriş merkezinde vakit geçirmek”ti. Peki, “Arkadaşlarınla bayramlaşıp, onlarla vakit geçirmeyi düşünmedin mi?” diye sordum: “İnternette sohbet ettik” dedi. Öyle anlaşılıyordu ki, ne “sevinç, mutluluk, paylaşmak vs… anlamına gelen bayramdan keyif alıyordu, ne de bayram boyunca gerçekleştirdiği etkinliklerden… İstediği gibi bir gençlik, olması gereken gibi bir hayat yaşamadığı veya yaşayamadığı açıkça anlaşılıyordu halinden. Anlaşılıyor ki, her zaman olduğu gibi dediğine göre, bu genç kardeşimizin hayatı hep böyle geçiyordu. Ve anlaşılıyor ki, yaşamakta olduğumuz modern zamanların eğlence anlayışı maalesef buydu. Televizyon izlemek, internette gezinmek ve alış-veriş merkezinde dolaşmak… Evet, bunlar çağımızın imkânları ve sizlere sundukları… Ancak, özellikle bir bayram gününde bile, sizleri birbirinizden bu denli uzaklaştıracak kadar oyalaması normal mi? Bu bir hayat tarzı, eğlenme biçimi olmaktan ziyade bir bağımlılık durumu değil mi?
Sosyal medya faydalıdır, fakat… Elbette, yerinde ve zamanında çağın imkânlarından yararlanacağız. Tabi ki, teknoloji hayatımızı kolaylaştıracak. Bizlere bir şeyler öğretecek, geleceğimize ışık tutacak TV programları da izleyeceğiz; internet ortamında, paralel yeni dünyada neler olup bitiyor ondan da haberdar olacağız. Normal hayatımızda ulaşamayacağımız şeylere Facebook’tan, Youtube’dan ulaşacak ve arkadaşlarımızla paylaşacağız. Biliyorsunuz, ben de bu yeni dünyaya yabancı değilim. Hatta yapılan değerlendirmelerde sosyal medyayı en sık kullanan siyasetçilerden de birisiyim. Zaman zaman bu sanal mecralar üzerinden görüştüğümüz de oluyor. Ancak sevgili gençler; Bu mecralar bizleri sosyal ortamımızdan, ailemizden, arkadaşlarımızdan koparmamalı, koparamamalı… Birbirimizle iletişimimizi koparacak kadar, özellikle sevinçlerimizi, mutluluğumuzu; derdimizi, kederimizi… Kısaca her şeyimizi paylaştığımız ailelerimizle bağımızı koparacak kadar
bize yakın olmamalı, vaktimizi almamalı diye düşünüyorum. Tabi sizlere internet kullanma kılavuzu sunacak değilim sizlere. Sizler teknolojiyi benden daha iyi biliyorsunuz. Ancak bir ağabeyiniz olarak, hayat hakkında sizlere birkaç tavsiyede bulunmayı bir borç biliyorum.
Bir hikâyeniz olsun Hayat öğrenmek, öğretmek; çalışmak, mücadele etmek, başarmak ve mutlu olmak üzerine kuruludur. Her insanın farklı yetenekleri, ilgi alanları var. Hayatınıza değer katacak, serbest zamanlarınızı anlamlandıracak uğraşlarınız olmalı… Bir şeyler yapmalısınız ki, hem kendinizi geliştirebilin, hem de arkadaşlarınızla, dostlarınızla ve diğer insanlarla bir araya geldiğinizde paylaşacak bir meziyetiniz, anlatacak bir hikâyeniz olabilsin. Hele hele muhakkak bir enstrümanınız olsun. Ruhunuzu dinlendirecek, stresinizi alacak güzel bir sanat dalıyla ilgilenin ve uzman oluncaya kadar da üzerinde çalışın. Sanat dalı demişken, hani bir türkümüz var; “Geçti dost kervanı, eyleme beni” der ya; adımlarınızı bilinçli atmaz ve vaktinizi iyi değerlendirmezseniz, dost kervanı da, gençliğiniz de geçer gider. O halde “gün bugündür” deyin. İleride bir gün geriye dönüp baktığınızda, gülümseyebileceğiniz bir şekilde yaşayın. Eğlenin ama eylenmeyin!
SAYI 4
9
AKTÜEL
Prof. Dr. Nevzat Tarhan Psikiyatrist
Kişi sıradan şeylerden zevk almayı, küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek yerine kendini değiştirmeyi öğrenebilirse işte o zaman eğlenebilir. Sıradan şeyler bile eğlenceli olur; bir çay içmek, araba kullanmak, arkadaşı ile oturup havdan sudan konuşmak...
Gürültülü Müzik Eğlenememenin Çığlığıdır
E
ğlence bir ihtiyaçtır. İnsanın 24 saatinin -uyku hariç%20’sinden fazla eğlence kişinin psikolojik doğasına aykırıdır. Bir insan için günün %20’sinde eğlenmesi, eğlence doygusu için yeterlidir. Kişilerin eğlenmek dışında başka sorumlulukları da vardır. Gençlere sorumluluk ve özgürlük dengesinin öğretilmesi lazım. Bilgisayar karşısında özgür, istediği gibi oynuyor. Böyle gençlere “özgürsün ama hakların ve sorumluluğun var” şeklinde bir eğlence algısı öğretilmesi lazım. Özgürlük ve sorumluluk sınırını öğrettiğimiz zaman, eğlenmenin de sınırını öğretmiş oluruz.
Mutluluğu Belli Şartlara Bağlı Olmadan Mutlu Olmayı Becerebilmeli İnsan Eğlence de sınır önemli. Nasıl bir ilacı ilaç yapan dozudur. En ufak bir ilaç dozu aşınca zehir oluyor, eğlence de böyledir. Bunun gibi eğlencenin de dozu arttığı zaman zararlı oluyor, hiç olmuyorsa bile kişiyi mutsuz ediyor. Eğlence duygu paylaşımı olmalı. Kişinin mutluluğunun sadece “belli şartlar olursa mutlu olur”a bağlanması düşüncesi yerine kişi belli şartlar olmadan kendi kendine de mutlu olup eğlenebilmeli, bunu yapmayı öğrenebilmeli. Kişi sıradan şeylerden zevk almayı, küçük şeylerle mutlu
10
SAYI 4
olmayı öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek yerine kendini değiştirmeyi öğrenebilirse işte o zaman eğlenebilir. Sıradan şeyler bile eğlenceli olur; bir çay içmek, araba kullanmak, arkadaşı ile oturup havdan sudan konuşmak... İlla gidip hızlı/gürültülü müzik ile eğlenmesi gerekmiyor. O gürültülü müzik kişinin orgazma ulaşamamasının çığlığıdır. Zevk konusunda aşırı hırslı olan, orgazmik bir zevk hedefleyen kimse normal şartlarda buna ulaşamıyor. Hedeflerini yüksek tutunca ona ulaşmak için gürültülü, yüksek müzik yöneliyor. O an gürültülü müzik narkozite ediyor ve geçici bir “mutlu gibi oluyor” ama o gürültü, çılgınlık olmadığı zaman kötü hissediyor kendini. İlk etki ile zevk alıyor ama bitince hemen geçiyor. O olmayınca devamlı eğlence ihtiyacı doğuyor, sürekli istiyor. “Hızlı yaşantım olsun da, gürültülü müzik olsun da, çılgın eğlence olsun da eğleneyim” diye bir zihinsel düşünce oluşuyor. Bu düşünce popüler kültürün hatası. Popüler kültür eğlenmeyi bunlara odaklıyor. Aslında “ideal eğlenme” kişinin küçük şeylerden mutlu olmayı, basit sıradan şeylerden zevk alabilmeyi öğrenebilmesidir. 4 mevsimde çiçek açan bitkiler gibi bunları öğrenen insan da her şartta eğlenir. Böyle olunca dış etkenlere bağlı olmayan kendi iç nedenleriyle, sahip olduğu şeylerle
Gençler özgürlüklerini hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve hoyratlık var. Zaman yönetimini öğrenmelerine engel oluyor bu durum. Birileri ile konuşurken, araba kullanırken, bir muhabbet ortamında otururken elinde telefon mesaj, twit atıyor. Bunu da beceri marifet gibi görüyor. eğlenmeyi başarabilmiş oluyor. Hollywood kültürünün bize öğrettiği yüksek müzik ile eğlenmek yerine küçük şeylerle eğlenebilmeyi, mutlu olabilmeyi başarabilir, sağlıklı hale getiririz.
Hem Sms/Twit Atıp, TV İzleyip, Aynı Anda İpodla Müzik Dinleyen Gençler Eğlence sadece teknoloji değil bir kulağında ipod ‘la müzik dinleyen, diğer elinde telefonla sms atan, gözü de televizyona bakan bir genç profili var. Ama bu 1-2 yıl sürüp geçiyor. Yeni ilgi alanları geliştirmek gerekir böyle gençler için. İnterneti, teknolojiyi, bilgisayarı tek ilgi alanı olarak görmesini engellemek, nitelikli zaman geçirme, alternatif kültürel paylaşımlar bulunarak sanal ortamın tuzaklarından kurtulmuş olur. Teknolojiyi tek seçenek olarak sunmamak lazım. Alternatif eğlence alanları düzenlemek lazım.
Yeni Teknolojinin Kültürü Oluşturulmalı Bu yeni teknolojini kültürü oluşmadı, oluşturulması lazım. Sosyologların ve psikologların çalışmalar yaparak sonuçlar çıkarması gerekiyor. Bu gibi alanlara “kişinin hayatının ... % ne kadar saat ayırması sağlıklı, ... % ne kadar ayırırsa sosyalliğe faydalı, kişinin psikolojisini, ilişkilerini ne derece bozuyor” bunların bilimsel ölçütlerle belirlenmesi gerekiyor. Bu yapılamadığı için gençler özgürlüklerini hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve hoyratlık var. Zaman yönetimini öğrenmelerine engel oluyor bu durum. Birileri ile konuşurken, araba kullanırken, bir muhabbet ortamında otururken elinde telefon mesaj, twit atıyor. Bunu da beceri marifet gibi görüyor.
SAYI 4
11
SİNEMA
OKŞAN DEDE
Pamuk Prenses’in ADALETİ
P
amuk Prenses’in acımasız üvey anne karşısındaki mağduriyeti her jenerasyonca bilinen bir masaldır. Torundan toruna aktarılan öykü, cazibesini her dem korumuştur. Çeşitli dillerde de filme alınan masal, bir vakitler bizim ülkemizde de okunmaktan çıkıp seyirlik olmuştur. Zeynep Değirmencioğlu’nun Pamuk Prensesi oynadığı film, birçoğumuzun belleğinde hala tazedir. Lakin gelin görün ki Amerika’nın postmodern uyarlaması “Pamuk Prenses ve Avcı” masalın değişmez argümanlarına bağlı kalarak ancak muhtevası fantastik film formatına dönüştürülerek tekrar seyir halini almış. Pamuk Prenses masalın özünde de olduğu gibi billur güzelliğiyle ve masumiyetiyle seyircinin kirlenmemiş yanını alır arkasına hemen. Kötü kraliçe’nin kötülüğüne kılıf uydurulmuş, çocukken yaşadığı savaş şimdiki erkin sınırsızlığına dayanak olmuştur. En güzel kan ile yapılan büyü, ona dünya hâkimiyetinin kapılarını açmıştır. Bütün krallıkları
12
SAYI 4
talan etmiş, bütün kralları güzelliğiyle dize getirmiştir. Pamuk Prenses’in sadakatine karşılık, onun babasını öldürmüş ve onu da bir kuleye kapatmıştır. Daha çocukken aydınlıktan bertaraf edilen prenses, büyüdüğünde ise kraliçe için bir tehlikedir artık. Ondan daha güzeldir ve en güzel kan kraliçenin büyüsünü bozar. Kraliçe bu geçeğin gazabından kendini koruduğunu düşünerek yaşar hep çünkü ayna ona her dem ondan daha kudretli ve güzel kimse olmadığını söyler ta ki Pamuk Prenses reşit olup güzelliği kraliçenin önüne geçene kadar. Ayna ona bu kaçınılmaz gerçeği söylediği vakit başlar savaş. Kraliçe Pamuk Prenses’i öldürmek için harekete geçer. Kardeşini onu öldürmesi için kuleye gönderir ancak Pamuk Prenses cesareti ve mistik varlıkların yardımı ile kuleden kurtulur. Masalda da var olan o gizemli ormana kaçar ve yine masalda da hasıl olan durum devam eder kraliçe Pamuk Prenses’in peşine bir avcı gönderir onu bulup kalbini sökmesi için.
Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer. Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar gibi şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz onları. Katil Yedi Cüceler Ancak masaldan farklı olarak Pamuk Prenses’in saflığı değildir avcıyı avından vazgeçiren. Avcının bizzat kendi dirayetidir Pamuk Prenses’e dokunmaması. Bu hengâme ortasında avcı ile dost olan prenses ormandakilerin onun karşısında diz çökmesiyle avcının güvenini kazanır giderek. Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer. Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar gibi şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz onları. Ancak doğa’nın Pamuk Prenses karşısındaki saygı duruşuna tanık olunca onlarda prensesin safında yer almaya başlarlar. Kraliçe’nin zalimliği karşısında küsüp, kararan yeryüzü Pamuk Prenses’in merhametiyle ışığını bulacaktır. Zira Pamuk Prenses’in halkı tetikleyip, savaşmak ve kraliçenin zulmünden evreni kurtarmak için başlattığı mücadele yerini bulur. Halkın kendi iradesi ve Pamuk Prenses’in cesur
kalbiyle başlayan savaş kraliçenin büyüsünün en güzel kan ile bozulmasıyla son bulur. Pamuk Prenses’in adil fikri üstün gelmiş, kraliçenin sonsuzluğunu yerle bir etmiştir.
Pamuk Prenses’in Prensi Avcı mıymış? Pamuk Prenses masalının bu görsel öğelerle zenginleşen uyarlaması tabiî ki çok fazla rağbet görmüştür. Her ülke de olduğu gibi bizim ülkemizde de doldurmuştur salonları. Yeni bir okuma yapılan masal, şimdiki sinema avantajlarının desteğiyle sanıldığının aksine cezp etmiştir izleyeni. Masaldaki prensin prensesi uyandırması romantizmi yine avcının prensesi uyandırması ile ön kabulleri yıkma adına iyi sayılacak bir sahne olmuştur. Pamuk Prenses öyle ya da böyle herkesin zihninde bir yere sahiptir. En başından beri masumdur ve bu masumiyeti ona kazanç sağlamıştır. Filmde de yine bu merhametli prenses yönergesinden vazgeçilmemiştir. İyiler mutlaka kazanır söylemi yine yeniden şiar edilmiştir.
SAYI 4
13
YAŞAM
HALİT ÖMER CAMCI
BEBELERE BALON ENTELLERE OYUNCAK İNSTAGRAM FOTOĞRAFÇILIĞI
Yeni model fotoğrafçılık
İ
lginç bir yüzyılda yaşıyoruz. Şu da olsa diye temennide bulunduğumuz birçok şey bazen bizim düşünme hızımızla paralel bir şekilde kucağımıza düşüyor. Geçmiş yüzyıl insanları (jule verne’i hayırla yâd ederek) aya gitmeyi, seksen günde dünyanın etrafında dönmeyi, balonla uçmayı büyük ve imkansız hayaller olarak hikayeleştirirken biz bugün dünyanın en uzak yerindeki arkadaşımızla görüntülü konuşuyor, müzik, resim, çizim, fotoğraf … ne varsa paylaşabiliyor, yorum yapabiliyor, ‘bekle ben de geliyorum’ diyebiliyoruz. Facebook, Twetter, ve bissürü şey derken şimdi cep telefonlarımızla çektiğimiz fotoğrafları paylaşmak fikri üzerinden huzurlarımıza sunulan ve daha taptaze bir ‘aplikasyon’ iken facebook tarafından akıl almaz paralara satın alınan instagram’la yüz yüzeyiz. Konuşmaktan çok fotoğraf çekmeyi ve bunu paylaşmayı esas alan instagram görülmeye değer tarafları ile gündemimizde. Bu aplikasyonun kullanıcıları üzerinden sağlam bir okuma yapabiliriz. Kim bu isimlerini duymadığımız ama yüz binlerce insanın takip
14
SAYI 4
ettiği fotoğrafçılar, bir telefonun ekranında buluşup ne yapıyorlar, daha bir kez profesyonel bir fotoğraf makinesine dokunmamışken adları fotoğraf merkezli bir hikâyenin ortasında durabiliyor, haddizatında hayat nereye gidiyor? Buyurun buradan okuyun.
Hayattan izler bırakmak / umursanmak İnstagram fotoğrafçıları biraz durum raporlayan insanlar durumundalar. Neredeyim, ne yedim, hava bakın ne kadar güzel, yanımda kimler var, takılarımı beğendiniz mi? minvalli soruların cevaplarını içeren fotoğrafları paylaşmayı adet edinmişler. Köklü bir fotoğraf eğitimine, hayatlarını feda ederek oluşturdukları bir fotoğrafçılık kariyerine ihtiyaçları yok. Yapılması gereken sadece fena kalitede olmayan bir akıllı telefona sahip olmak ve ücretsiz bir uygulama olan instagramı telefonlarına indirmek. Sonrası kolay. Çek, ayarla, ‘haştekle’, paylaş. Bazen hiçbir kare fotoğraf paylaşmamış ama profil görüntüsüne mümkünse sahilde mayosu ile çekildiği fotoğrafı koymuş bir ‘hanımefendi’yi on binlerce kişinin takip ettiği oluyor. Takip edilen; büyük, derin bir suskunluk.
Bi’ de beğendirmek / beğenmek İnstagram’da yapılan aslında beğendiğiniz fotoğrafın üzerine geldiğinizde iki kez telefonun ekranına dokunmak. Yani on bin beğeni almış bir fotoğraf dünya yüzünde yirmi bin kez telefon ekranına dokunulduğunun da belgesi oluyor. İçerik, dünya kültürel mirasına iz bırakmak, entelektüel birikim hep bir köşede mahsun, mükedder, unutulmuş duruveriyor. Ne bir sergi dolaşmak, ne bir kare fotoğraf baskısı, ne bültenler, ne söyleşiler. Bir telefon ekranında milyonlarca insanın dolaştığı ve her ne istiyorsa onu gördüğü büyük, devasa bir galeri. Galerinin odacıklarını dolaşmaya başladığınızda saatler geçirmiş ve kayda değer hiçbir şey görememiş olma ihtimaliniz çok yüksek.
Genç kullanıcıların alışkanlıkları İnstagramın istetistik olarak yaş ortalamasını bilmemekle birlikte biraz hemhal olunca tahmin edilen durum şu: genel itibari ile 16-24 yaş arası kadın kullanıcıların ter-
cihinin yoğunluğu fark ediliyor. Bu profilde insanların da çekip paylaştıkları görseller (fotoğraf diyemiyorum) şöyle: Modacılar: Bazen bir etek, bir bluz, oje, çanta, ayakkabı, kola-parmağa-boyna takılan bir aksesuar, bazen de bir model olarak kendi üzerindeki kıyafetler ve takılarla çekilmiş, paylaşılmış görüntüler. Sevimli Canlı’cılar: Kedi köpek, çiçek- böcek foto-instagramcıları. Bu model kullanıcılar sevimli kedilere, evde beslenen köpeklere hayran. Vahşi doğadan, kuşlardan, balıklardan da araya çekilebilirse görüntüler girebiliyor. Pasta börekçiler: Bu ekibi tam tahlil edememekle birlikte zayıf vücutlu olmalarına rağmen sanki o resmini çektikleri pasta böreği hep onlar yiyor hayatta da başka bir şey yapmıyormuş gibi olanlar. Wow! Cool!’cular: Kim ne çekerse çeksin tepkisi Wow! Cool!’dan öteye gitmeyenler. Nerdeyim kiminleyim ne yiyorum ne de güzelim’ciler:
SAYI 4
15
YAŞAM
Evet isimleri uzun oldu ama kendileri kalabalık bir güruh oldukları için bu uzun ismi de hak ediyorlar! İnstagram’ın en eğlenceli, en ‘izlenilesi’ ekibi. Şahsen ben de ucundan kıyısından bu ekibe dâhilim. Çok gezen ve gezdiğini paylaşan bir topluluk. Su altına dalmış yüzücüler, dağların tepelerine çıkmış heyecan ve zorluk insanları, en lüks otellerin tedavisi zor gezme hastaları, Çin Seddi, Piza Kulesi, Nevyork gökdelencisi milyon tane insan.
zır kalıp efektlere birer kez dokunup test ettikten sonra fotoğrafın en beğendiğiniz halini paylaşmak. Gözünüzle baktığınızda o kadar da belirgin olmayan bulutların birden masmavi gökyüzünde bembeyaz bir halde karşınızda durması, yüzünde kırışıklıklar olan bir portreyi çektiğinizde o kırışıkların yeryüzünün ırmakları dağları gibi belirgin bir hale gelmesi instagramın hazır efektlerinin size küçük bir hediyesi.
Oldukça abartılı efekTler
Milletler milliyetler herkesler
İnstagramı diğer paylaşım ağlarından ayıran en temel özelliklerden birisi, fotoğrafı doğru kadrajlı çeken her insanın herhangi bir ‘fotoşop’ programı kullanmadan hazır efeklerle gerçek üstü görüntülere ulaştırma imkânı olsa gerek. Yaptığınız şey güzel bir görüntü çekmek ve ha-
İnstagramın en heyecan verici tarafı hayatınız boyunca hiç tanımadığınız ve muhtemelen de asla görüşmeyeceğiniz milyonlarca insanla aynı platformu paylaşmanız, onları takip etme ve takip edilme ihtimaliniz olsa gerek. Çin’den, Amerika’dan, İskandinav ülkelerinden, Sibirya’nın derin-
16
SAYI 4
liklerinden insanların günlük hayatlarını görebiliyor, kendi hayatınızın detaylarını onlarla paylaşabiliyorsunuz. Bir selamlama, ‘naber-nasılsın’ deme hakkını kullanma fırsatı buluyorsunuz.
TwItter dA yalan instagram’da yalan / var biraz da sen oyalan! Yunus Emre çağımızda yaşasaydı sanırım buna benzer bir dizeyi de bizimle Twitter üzerinden paylaşırdı! Sosyal paylaşım platformları ilk başta büyük bir cazibe, herkesle daha dünyada iken buluştuğumuz bir ‘pozitif mahşer’ meydanı gibi. Tanıdık tanımadık herkes orada. Güzel, ilginç, sansasyonel ne yaparsak, beğeniyorlar, takip ediyorlar, hayran kalıyorlar ya da biz öyle zannediyoruz. Şöhret sahi-
bi olmamız için sinema filmlerinde başrol oynamaya ya da çok ‘çarpıcı’ bir haberin ana karakteri olmaya gerek yok. Hayat dediğimiz ve bize bir kez sunulan bu zaman aralığını hoş-beş’le harcamak büyük bir ‘haya(t)l kırıklığı.’ Sosyalleştiğimizi sanarak kullandığımız ‘sosyal medya’nın bizi insanlardan, gerçek hayattan, tabiattan, ağaçtan, kuştan denizden uzaklaştırdığını fark ettiğimizde çok da geç kalmış olabiliriz. Bir küçük telefon ekranına ya da bilgisayara bakarak sosyalleştiğimizi zannederken aslında ‘asosyal’, hemen yanındaki insanla iki cümle kuramayan, tokalaşamayan, selam veremeyen/alamayan insanlar haline gelmiş olabiliriz. Yüzyılımızın alışkanlıkları değişiyor ve yeni yüzyılın bize neler getireceğini tahmin dahi edemiyoruz. En nihayetinde ‘gerçek ve sonsuz’ hayat bizim sosyalleşirken büyük ‘kaybımız’ olmasın.
SAYI 4
17
RÖPORTAJ
İSMİHAN ŞİMŞEK
FOTOĞRAFLAR: İSA TERLİ
Pelin Batu:
Tek Bir Meslekle Ömür Geçmez Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum ben tarihi. Ancak burada bile doğru dürüst bir diyalektik olamıyordu. Çok iyi hocalarımız vardı ama öğrencilerin çoğu oturup not tutmaya alışmışlar. Yani gidip de bir şeyi sorgulamak, bu kaynakta sorun olabilir mi diye ya da aynı dönemde yazmış kişileri sorgulama gibi bir güdüleri yoktu. Çünkü herkes genellikle eline diplomasını almak için okula gidiyor. Bir şeyi sorgulamak, bir şey eklemek ya da keşfetmek için değil…
P
elin Batu… Genç yaşında birçok başarıya imza atmış, hem sanatın hem de bilginin hayatın vazgeçilmezleri olduğunu yaptığı işlerle de kanıtlamış oyuncu, şair, tarihçi. Hakkında söylenen tüm olumsuz eleştirilerin yanında takdir de toplayan Batu, yepyeni projelerle hem kendisini tazeliyor, hem de sevenlerinin önüne hoş bir çeşni sunuyor. Yeni projesinin çekimleri esnasında bir araya geldiğimiz Batu ile Karacaahmet Mezarlığı’nda hoş bir söyleşi gerçekleştirdik. Öncelikle çekimlerini yaptığınız projeden bahsedelim. Sinema filmi mi dizi film mi? İkisi de değil, konulu belgesel. Dramatik bölümleri de var, 45-50 dakikalık bölümü sinema filmi gibi çekiliyor. Konusu da 1980 sonrası, aslında bizim jenerasyonumuzun, sağcı veya solcu, geçmişin savaşlarından ve politikalarından dolayı mağdur olanların hikâyesi. Hepsi bir şekilde yaralı... Dolayısıyla benim karakterim ülkü ocaklarında görev almış ve o nedenle hapishanede yatmış bir babanın kızı... Tolga’nın (Güleç) oynadığı karakter de solcu bir annenin oğlu.
18
SAYI 4
Bu iki karakterin mezarlıkta yolları kesişiyor ve böyle bir hikâye başlıyor. Ama arada o dönemin mağdurlarıyla röportajlar var; sosyologlarla, psikologlarla… TRT’de oynayacak, aynı zamanda festivallere de gönderilecek. “Kime Göre Neye Göre” programından aldığınız geri dönüşler nasıl oldu? Her kesimin uç kişileri orada bulunuyor deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz programla ilgili? Ben hiç uç olduğunu düşünmüyorum aslında. Bence gaye de öyle değildi. Başlarken şunu söylediler: “ hiç bağırış çağırış olmayacak, polemikler olup, farklı göğüslerin çar-
KÜLTÜR VE SANAT ELİT, LÜKS BİR ŞEY DEĞİL Peki, hem konuk olarak gittiğiniz programlarda hem de ev sahipliği yaptığınız programlarda ‘güzel olduğu için orada’ gibi donanımınızı arka plana atan söylemler çıkıyor. Bundan rahatsız mısınız? Belki de bu kendini koruma mekanizmasıdır ama yıllardır kendime hep şunu söyledim; herkesin söylediğine kafayı takmayı başladığınız an gerçekten o kakafoniden kendi sesinizi duymaz hale geliyorsunuz ve gereksiz sinirleniyorsunuz. Bunlara çok fazla prim verip de kendimi üzülmeye izin vermiyorum.
pışması olmayacak. Adı üstünde ‘Kime Göre Neye Göre’ … Herkes kendi fikrini istediği gibi konuşsun.” En hoşuma giden şey de buydu, diğer programlarda muzdarip olduğum için... Ben de o açıdan çok rahat ediyorum. Tepkiler de genel olarak çok iyi. Çünkü insanlar özellikle televizyondaki tartışma programlarında sürekli gerginliğe alıştılar. Sanki formül olmuş vaziyette; ne kadar çok bağırırsan, ağzından tükürükler saçarak saldırırsan o kadar başarılı olursun. Ama hiç de alakası yok. Bence insanlar da bu tür programlardan sıkıldılar. Zaten hayatın her yerinde gerginlik var. En azından televizyon seyrederken farklı görüş görmek ister ama kavga görmek istemiyor bence insanlar.
Bazen programlarda özellikle erkeklerde sizin dediğiniz mantaliteyi söylemese bile bakışından sezebiliyorum. Mesela tarih programında da insanlar bana diyordu “çok kötü davranıyorlar, ne düşünüyorsun?” diye, ben de diyordum ki; en güzeli aslında olabildiğince sakin davranmak... Çünkü istedikleri zaten o tepki. Tepki olmayınca istedikleri de olmuyor. Hem babanızın mesleği dolayısıyla hem kendiniz birçok ülke gezdiniz… Başka ülkelerde gündem olan ancak Türkiye’de gündem olamayan bir kültür-sanat algısı var. Bu anlamda biz de ne eksik? Neden bizim gündemimize kültür-sanat yerleşmiyor? Çünkü kültür-sanat bizim toplumumuzda her zaman bir lüks olarak görülüyor. Mesela bir tiyatrocu arkadaşım anlatmıştı bana. Sovyet yıkılmadan önce Rusya’ya gidiyorlar. Tahmin ettiğiniz üzere büyük bir yokluk var. Saatlerce bir elma alabilmek için kuyruğa giriyorlar. O dönemde dahi tiyatrolar dolup taşıyor ve sanatçılara çiçek alamıyorlar pahalı diye… Ama bir elma götürüyorlar. O yaklaşım yani sanatçıya saygı, bir lüks değil, hayatın bir parçası olduğu mantalitesi yerleşmiş değil. Bizde sanatçı entel dantel,
SAYI 4
19
RÖPORTAJ halkından kopuk, soğuk, uzaklarda, ulaşılamayan bir yerlerde oluyor. Televizyonun hayatımıza bomba gibi düşmesiyle birlikte hızlı tüketilir, magazinleşmiş, ucuz bir şey haline geliyor. Dolayısıyla iki uç da birbirinden berbat şeyler… Ben hep şunu diyorum; insan tabii ki ekmeğini alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil mi? Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler hep kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma sapan şeylere para harcayıp da bir kitabı fazla görüyorlar. Çok gençken başlıyor bu bakış açısı. Aynı zamanda yazıyorsunuz da. Şiir kitabınız var. Yazarlık yetenek mi yoksa çalışılarak geliştirilebilir bir şey mi? Bir parantez açayım; benim lisede en yakın arkadaşlarımdan bir tanesi geçen sene buraya geldi. Newyork’ta okudum ben liseyi. Ona da soruyorlar. Kız fotoğrafçı, aynı zamanda galerisi var, bazen oyunculuk yapıyor, bir albüm çıkarıyor. Ama kimse Amerika’da ona “senin mesleğin ne?” demiyor. Çünkü çağ çok değişti. Ben özellikle üniversiteye gidip rehber öğretmenliği yaptım. Şu anki jenerasyon, nasıl iphone’da her şey tık tık geçiyorsa, o kadar hızlılar. Eskiden algı iki-üç dakikaymış şuanda 40 saniyeye düşmüş vaziyette. Bu ne demek? Her şey çok hızlı algılanıyor ve çok hızlı çöpe atılıyor. Meslekler de öyle… Bu bölümde okudum, ondan sonra bunu yapacağım diye bir şey yok… Hakikaten dünyada biraz da ekonomik şartlardan dolayı insanlar daha kaygan bir zeminde olduğu için bir gün bunu yapıyor, bir gün şunu yapıyor… Ben de çağımın insanı olduğunu düşünüyorum ve birazcık da o Rönesans ruhunun kaybolmasının yani 20. yüzyılda bize empoze edilen fabrikadan çıkma insan ürününün değişmesi gerektiğini düşünüyorum, değişiyor da zaten ister istemez.
SADECE EĞİTİM YETERLİ DEĞİL Şuan bile okulu olmayan meslek alanları gelişti. Sosyal medya uzmanlığı diye bir şey çıktı. Eğitimleri bir iki yıl sonra verilmeye başlandı… Evet. Teknolojiyle çok alakadar değilim ama bir sürü ünlü twitter yazıcısı var. Bundan ciddi maaşlar alıyorlar. Abdullah Gül’ün bile profesyonel twitter kullanıcısı var. Evet, pek çok işle uğraşıyorum ama bu işler birbirini tamamlıyor diye düşündüm. En önemsediğim şey okulda kalmaktı, doktoramı yeni bitirdim, okulda ders vermeye devam edeceğim ama bir diploma parçasına sahip olayım diye değil, okul bana ilham veriyor diye kaldım. Çünkü hoca olarak hep öğrenciliğe devam ediyorsunuz. İster istemez yeni şeyler öğreniyorsunuz, paylaşıyorsunuz. Bu da benim şiirimi bes-
20
SAYI 4
liyor mesela. Ama şunu da düşünüyorum; okuduğum çoğu akademisyenin edebi eserleri çok kuru ve kitabi olabiliyor. Sanki belli kurallara uyulmuş, o kadar iyi biliyorlar ki formül uygular gibi yazıyorlar. O da edebiyatın biraz kuru olmasına sebebiyet veriyor. Bence içten gelen bir şey bu… Ama onu törpüleyebilirsiniz, onu yontabilirsiniz, daha düzgün bir hale getirebilirsiniz. Eğitim her zaman insanın duyarlılığını arttırması ve farklı tarzları bilmesi anlamında iyi bir şey. Ama içeride bir şey yoksa da kuru olur. Yazarlık yetenekle ilgili ancak bazı yazarlar vardır ki hakikaten formu, tekniği o kadar iyi kullanır ki… Daha geçen gün şu an İngiltere’de en iyi edebiyat dergilerinden bir tanesini çıkaran editör, aynı zamanda iyi bir yayınevinin editörü… O diyor ki; şu anda o kadar çok yazar var, o kadar çok şair var ki ve dünya artık o kadar küçüldü ki, çünkü herkes her-
kesin yazısını çok rahat okuyor internet sayesinde, artık iyiyi kötüden ayırt etmemiz çok zor. Bence de öyle. Artık bu bir yetenek mi yoksa belli kuralları çok iyi biliyor da bunları mı kâğıda döküyor ayırt etmek çok zor. O da ancak birkaç eserden sonra belli olur. Oyunculukta da aynı şey söz konusu… Bir diziyle patlarsınız, kendinizi kraliçe gibi hissedersiniz sonra arkası gelmezse sönüp gidersiniz, kimse hatırlamaz. İnternetle ilişkiniz ne düzeyde? Çok minimal kullanıyorum. Bir sene öncesine kadar e-maillerime bile cevap vermiyordum. Arkadaşlarıma altı ay sonra cevap yazıyordum. İşler güçler dolayısıyla e-maili daha istikrarlı kullanmaya başladım. Sosyal medyayı da hiç kullanmıyorum. O kadar çok şey var ki oradan oraya zıplaya zıplaya tavşan gibi vakit geçiyor. Bir de ben ekrandan okumaktan da sıkılıyorum, gözlerim yanıyor. Uzun bir şey okuyacaksam basıyorum öyle okuyorum. Ama itiraf edeyim ki okula çok yardımcı oldu. Kitap ararken hemen sipariş verebiliyorsun. Ya da Vikipedia’dan bir şeylere bakmak…
iletişim halinde gibi ama sonuçta bir makineyle baş başa kalıyorsun. Eminim bununla ilgili bilimsel çalışmalar da çıkacaktır ki sağlıksız da olsa gerek… Ne biliyim gözü kurutuyordur, diyorlar ya kaktüs koyun radyasyon için… Boşuna söylenmiyordur bunlar. Lise ve üniversite dönemindeki gençlerle bir araya geldiğiniz ortamlar oluşuyor mu? Onlarla ilgili izlenimleriniz neler? Kendinizle karşılaştıracak olsanız… Çok farklı… Bence iki tür gençlik var gözlemlediğim. Birisi, çok vurdumduymaz hatta saldırgan ve terbiyesiz diyebilirim. Kötülemek istemiyorum, hep gençlere suç bulunuyor ama hakikaten öyle bir tür var. O da internetin getirdiği güçle oluyor… Orada istediği gibi konuşabiliyor ya, sanki gerçek hayatta da bunu yansıtıyor ama bir taraftan da ona biraz dokunsanız iskambil kâğıdı gibi devrilecek. Çünkü çoğunlukla arkasında doğru dürüst bir dayanak yok. Sadece dışa vurum var.
İnsan tabii ki ekmeğini alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil mi? Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler hep kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma sapan şeylere para harcayıp da bir kitabı fazla görüyorlar. Çok gençken başlıyor bu bakış açısı.
EĞLENMEK SEVDİKLERİMLE OLMAK DEMEK
HELİKOPTER EFEKTİ TÜM AİLELERİ SARDI
Bütün hayatı internette devam eden kişiler var… Hatta gençler sinemaya gitmeyip internetten indiriyor ve bu şekilde eğleniyor. Bizim dosya konumuz da gençlerin eğlence anlayışı üzerine bu sayıda. Sizce eğlenmek nedir?
Son zamanlarda çocuk merkezli bir aile yapısı var. Bundan kaynaklı olabilir…
Aristo demiş ya “biz sosyal hayvanlarız” diye. Bence eğlenmek, sosyal olmakla bağlantılı. Film yalnız da seyredilir, bir yazıdan başka bir yazıya da atlarsınız, ya da sanal kişiliğinizle istediğinize laf atarsınız, saldırırsınız vs. bu belki o anda insana iyi hissettirir, sosyal olduğunuzu sanırsınız ama başka insanlar olmadan, temas olmadan, göz göze bakmadan sosyallik olamaz. Eğlenmek de olamaz bana göre… Dolayısıyla benim için eğlenmek sevindiğim insanlarla güzel yemek yemektir, güzel bir yere gidip doğanın güzelliğini fark etmektir. Ben bu sene hiç tatil yapmamıştım, evvelsi gün geldim İstanbul’a ve 4-5 tane arkadaşımla tatile gittim. Orada yüzdüm, o bana göre en güzel eğlence… Doğanın içinde ve sevdiğin insanlarla olmak… Öbür türlü soyutlanınca bir süre sonra insan kendini kandırıyor, yalnız hissetmiyor çünkü. Sürekli bir
Evet. Zaten bunun bilimsel olarak bir adı var; helikopter efekti… Aileyi helikopter gibi düşünün çocuğu öyle bir altına alıyor ki çocuğun etrafına hiçbir şeyi yanaştırılmıyor, şımartılıyor, istediği veriliyor, çocuk da küstah ve saldırgan olabiliyor. Ama biraz onunla konuşmaya başlayınca inanılmaz büyük bir güven zaafı ortaya çıkıyor. En önemli şey aile… Ben mesela 17-18 yaşında ne isem şu anda da çok farklı değilim. Çünkü benim ailem hiçbir zaman beni şımartmadı ve bana hep yetişkin gibi davrandılar. O nedenle annemle babamla hep arkadaş gibi oldum. Bazı aileler “şöyle olacaksın, şunu olacaksın” diye empoze ediyor ya, çoğu insan istemediği şeyi okuyor, istemediği şeyi yapıyor. O zaman da kişilik gelişmiyor. Ailelerinin istediği kişiyi olmak zorunda kalmışlar… O nedenle çoğunlukla aileler suçlu… Bir de ailelerinin daha bilinçli bir şekilde yetiştirdiği çocuklar var. Bizden çok daha şanslılar. Çünkü bütün dünya ellerinin altında. Onlar çok daha yaratıcı olabilirler, istedikleri şeylere ulaşabilirler.
SAYI 4
21
SOSYAL ALEM
ZÜBEYİR KOÇULU
ANNE BEN PROFESYONEL OLDUM Modern algı kolaycılığı kodluyor zihinlere. Hep daha kolaya, daha pratiğe sürüklenirken, kaliteli ve kalıcı işler yapmak sönük bir hedef olarak kalıyor. Çıraklık veya amatörlük gençler için mahcubiyet meselesi. Kendisinin farkına varan bir genç için ‘çalışıyorum’ diyerek hedef koymaktansa, “anne ben profesyonel oldum” demek daha cazip.
2
1. yüzyıl, teknolojik ve bilimsel gelişmelerle birlikte toplumsal yönelişin de etkisiyle modern insanı kolaylığa ya da kolaycılığa alıştıran ‘alternatif’ bir çağ oldu. Bu çağın algısı, elde edilmek istenen neticeye ulaşmak için her zaman ‘daha kolay ve pratik’ bir alternatif bulmak üzerine kurulu. Elbette bu, sanayi ve teknolojinin ülkelerin ‘güç’ kefesinin temelini oluşturduğu modern yaşamda hatırı sayılır ilerlemeleri de beraberinde getirdi. Ancak bu durum, modern toplumun sosyal gelişiminde bazı olumsuzlukları da yaşamımıza taşıdı.
Photographer olmayanı dövüyorlarmış Artık kolay elde ediyoruz. Kolay oluyor, oluyor gibi görünüyoruz. Eskiden, bir mesleğin titrini üzerine yakıştırmak için, mesleki eğitimi tamamlamanın yanı sıra, o alanda çalışmalar yapmak şart görülüyordu. Çıraklar kalfa olmadan ‘usta’ olma iddiasında bulunmuyordu. İnsan iliş-
22
SAYI 4
kilerini küresel ölçütlerle yerelde modelleyerek çarpık bir sosyalleşmeye kapı aralayan modern algı ise çıraklığı ve kalfalığı unutturmuş görünüyor. İnsanların çıraklığa harcayacak vakti yok. Yeni jenerasyonun zihninin şekillenmesinde şimdiden önemli bir rol üstlenen sosyal medya da bunu körüklüyor. Sosyal medya, sosyal gelişimini sağlayamadan ‘görücüye’ çıkan kimi asosyal gençleri kolaycılığa alıştırıyor. İşiyle öne çıkmak ‘zor’ bir yol. Kolayı var. Üzerine afili bir etiket giyinerek arz-ı endam etmek oldukça ucuz. Fotoğrafçılıkla yeni yeni ilgilenmeye başlayan bir genç, üç-beş amatör çalışmanın akabinde sosyal medyada kendisini ‘fotoğrafçı’ olarak tanıtmaktan çekinmiyor örneğin. Bir de bu etiketin İngilizce karşılığını internetteki kimliğinin yanı başına iliştirince, karşımıza yep-yeni bir olgu çıkıyor: The Photographer.
Bu olgunun alt branşlarından olan düğün fotoğrafçısı olmak için ihtiyaç duyulan tek enstrüman, pahalı bir fotoğraf makinesi mesela. Tarihi bir mekân konsepti ‘kolaylaştıracaktır.’ Eminönü’nde, Balat’ta, saray avlularında bunun örneklerine çokça rastlayabilirsiniz. Bir tuşa basarak kolay sonuçlar elde etmek varken, eğitim sürecini tamamlayarak o işin erbabı olmak, dolambaçlı ve zor bir yol olarak görülüyor. Üstelik bir işin erbabı olmadan da çevre oluşturmak, halk ifadesiyle piyasa yapmak işten bile değil. Sosyal medya ve internet iletişimiyle amatör işleri arz edip, talebe ulaşmak da kolay artık. Talebin kalitesi düştükçe, arzın kalitesi de azaldı. Amatörlüğe yerimiz kalmadı. Artık hepimiz profesyoneliz.
Ben de Yazarım, Ben de Journalist’im Aynı şekilde, gençlerin yazı dünyasında –kabul görse de görmese de- kendilerini göstermenin yolu da basitleşti. İnternet üzerinden, maliyet ödemeden açtığı kişisel bir blogda aklından geçenleri yazan bir genç, rahatlıkla kendisini ‘yazar’ olarak tanıtmaktan çekinmeyebiliyor. Ya da akla ilk geleni yazmaya ve düşüncenin bedelini ucuza getirmeye teşvik eden denetimsiz sözlüklerde ‘yazar’ olmayı bir etiket olarak taşıma çabası içine girebiliyor. Hele bir de, kontrol mekanizması olgunlaşmamış bir-iki siteye karaladıklarını yayınlatmayı başarmışsa, karşımıza son ‘model’ bir ‘gazeteci’ etiketiyle dikilebiliyor. Hayırlı olsun: Kendi çapında bir ‘journalist’ daha sosyal sayfamıza –yüklenmiştir.- Gerçek hayatta bir karşılığının olup olmamasıyla kim ilgileniyor ki? Sosyal medyada uzmanlığını bu yolla tamamlamış onlarca ‘journalist’ ya da ‘yazar’ görebiliyoruz.
Kolaylığı zorda aramak Modern bir alışkanlık olarak kolaycılığı eleştirmemiz, gençlerin cesaretini kırmak ya da önlerini kesmek anlamını taşımıyor. Aksine, daha kalıcı gerçek bir kimlikle, tuttukları işlerde derinleşmeleridir gönlümüzden geçen. Görünüşü önceleyip savrulmaktansa, derinden ve gönülden bilgece bir üretim anlayışını benimsemek, toplumun
kılcal damarlarını kalıcı olarak besleyecektir. Böylece ataların ortaya koyduğu yaşamak ve üretmek arasındaki ince bağa iç geçirip kötü işler üretmeye devam etmekten belki kurtuluruz. Eskiler, “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” buyurmuşlar. İsmet Özel’ce söylersek, “Dilce susup, bedence konuşulan bir çağda/biliyorum kolay anlaşılmayacak” çıraklık ve kalfalığın mütevazı ama hakiki bir derinliği beslediği, büyüttüğü. Ama ‘kolay’ın geçici ve aldatıcı rüzgârına kapılmadan, zor da olsa mücadele vermeye azimli gençlerin ‘zor’ anlaşılana da talip olacağı ümidini taşıyoruz. Çünkü; Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. İstemeye ve çalışmaya talip gençlere zor yollarda kolaylıklar...
SAYI 4
23
EĞİTİM KARİYER MERKEZİ
HİCRET AYDOĞDU
Avrupa’da Eğitimin Gözdesi;
H
er ne kadar kat sayı sorunu ortadan kalksa da yurtdışı eğitim birçok öğrenci için hala prestijli bir alternatif olma özelliğini koruyor. Dil öğrenmenin yanı sıra, üniversitelerin sağladığı olanaklar ve yurtdışında okumuş olmanın gençlere sağladığı özgüven, tek başına hayatla mücadele gücü gençlerin önünü açıyor. Farklı etnik kökenlerden gelen akranları sayesinde yepyeni hayatlara şahit oluyorlar, tecrübeler birikiyor, hatıralar çoğalıyor.
Viyana Üniversitesi
Yeni bir eğitim öğretim yılı daha başladı. Özellikle üniversite öğrencileri harçların kaldırılması, katsayı sorununun ortadan kalkması, uzaktan eğitim programlarının artması, ek kontenjanların açılmasıyla bereketli bir yıla merhaba dedi. Yurtdışında eğitimine devam etmek isteyenler tası tarağı toplayıp gurbetteki yeni yuvalarına uçtular.
Yurtdışında eğitimin adreslerinden biri de Viyana… Avrupa’nın kültür ve sanat merkezi olan Viyana birçok öğrenci için eğitimin de merkezi. Özellikle 2000 yılından sonra katsayı ve başörtü sorunu ile birlikte önce onlarca, daha sonra yüzlerce öğrenci eğitimleri için Viyana’yı tercih etti. Anadolu’nun herhangi bir yerinde yaşayıp evladı İstanbul’da bir üniversite kazanınca ne kadar harcama yapıyorsa Viyana’da da aynı harcamayı yapacağını gören aileler de -her ne kadar özlem olsa da- bu alternatifi değerlendirmekten çekinmediler.
Avusturya’da Eğitim Almak İçin Şartlar Neler? Avusturya’da üniversite eğitimi alabilmek için, Türkiye’de üniversiteyi kazanmış olmak gerekiyor. Dolayısıyla da
Viyana Üniversitesi
24
SAYI 4
Cumhurbaşkanı Gül WONDER'de.
VİYANA Türkiye’de üniversite giriş sınavı ile 4 yıllık bir fakültede (özel veya devlet üniversitesi) bir bölüme yerleşmiş olmanız isteniyor. Türkiye’de yerleştiğiniz bu bölümle eşdeğer olan aynı bölüme başvurup sadece o bölümden kabul alabiliyorsunuz. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de mimarlık kazanan bir öğrenci, mimarlık dışında başka bir bölüme yerleşemiyor. Avusturya Avrupa’nın eğitim ücreti en düşük ülkelerinden biri. Dönemlik 380€ üniversiteye ödenen okul harcı dışında, bir öğrencinin aylık harcaması, kişiye göre değişmekte olup 500€ civarında. Avusturya’nın başkenti Viyana’da; Viyana Üniversitesi, Viyana Teknik Üniversitesi, Viyana Ekonomi Üniversitesi, Viyana Tıp Üniversitesi ve Viyana Ziraat Üniversitesi adı altında 5 devlet üniversitesi mevcut. 1365 yılında kurulan Viyana Üniversite’sinde sosyal bölümler ağırlıkta olup bünyesinde 100’e yakın farklı branş bulunuyor. Viyana Teknik Üniversitesi ve Viyana Ekonomi Üniversitesi de dünyadaki sayılı üniversiteler arasına girmiş ve kendi alanlarında uluslararası akreditasyonu yüksek üniversiteler. Viyana Üniversitesi’nde Güney Asya/Tibet, Budist Dil, Edebiyat ve İnanışları bölümünden, genetiğe, mantıktan ekolojiye kadar 100’e yakın bölüm var.
Peki, Ya Türk Öğrenciler? Türk öğrencilerin yoğun bulunduğu bölümler Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi, Psikoloji diyebiliriz. Viyana’da, üniversitelerdeki Türk öğrenci sayısı her geçen gün artıyor ve ekseriyeti danışmanlık şirketi kanalıyla bu serüvene başlıyor. Bu vesileyle gelenler büyük ölçüde Avusturya’nın öğrenciler için sunduğu yurt ve pansiyonlarda kalıyorlar. Bir kaç yıl içinde, kendisi ev kiralayıp daha çok Viyanalı olmaya başlayanlar da epeyce fazla. Öğrenciler okul eğitimlerinin yanı sıra sosyal ve sanat faaliyetlerinde de oldukça aktifler. Viyana’daki konserler, sergiler, müzelere düzenledikleri gezilerin yanı sıra kendileri de bizzat eğitsel ve sanatsal faaliyetlerin içinde yer alıyorlar. Bu tür faaliyetleri gerçekleştirebilecekleri yerlerin başında ise bir Türk öğrenci derneği olan Uluslar arası Öğrenci Derneği (WONDER) geliyor.
Balkanları Türk Akademisyenler Fethedecek 12 yıl önce kurulan dernek çok kısıtlı imkanları zorlayarak bugün Viyana’nın seçkin kurumları arasında yerini almış. Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da ziyaret edilen dernek, kurulduğu tarihten itibaren 100'ü aşkın ilim ve bilim adamını, bakanları ve siyasi parti liderlerini çeşitli seminerler vermek üzere misafir etmiş. Bu seminerler öğrencilere Türkiye'den uzak kaldıkları süre zarfında Avrupa'dan Türkiye'deki olaylara bakışta objektif bir perspektif kazanmalarına yardımcı olmuş. Öğrenciler Avrupa ve Avusturya’nın siyasi, kültürel ve ekonomik yapısını da yine etkin pozisyonlardaki Avusturyalı misafirleri aracılığıyla ilk ağızdan öğrenme fırsatı bulmuşlar. 12 öğrenciyle başlayan WONDER serüveni bugün mezun olanlarla birlikte 1000’i aşkın Türk öğrencinin yuvası konumunda. Kız ve erkek yurtları bulunan dernek, konferans salonu, seminer salonu, sinema salonu, fuaye alanı, yemekhane, mescit, derslikler, kütüphane, toplantı odaları, misafirhane ve kafeteryadan oluşuyor. Genel merkez öğrencilere fiziki imkanlar sunmanın yanı sıra bünyesinde kurulan 10’a yakın dernek ve kulüp faaliyetleri ile öğrencilere gerek öğrenim alanlarında gerek istedikleri alanda kendilerini geliştirebilecek imkanlar sunuyor. WONDER’in merkezi ve öğrenci yoğunluğu Viyana`da olmasına rağmen, Bosna Hersek, Almanya, Makedonya, Bulgaristan ve Romanya’da da öğrenci evleri bulunuyor. WONDER Balkan coğrafyasına yönelik, Balkan üniversitelerine akademisyen yetiştirme projesi de başlatmış. Birkaç öğrenciyle başlayan bu proje bu yıldan itibaren yılda 30 öğrenciyle devam edecek. WONDER master ve doktora sürecinde desteklenen bu öğrencilerin, eğitimleri sonrası kendi bölgelerindeki üniversitelerde akademik camiada yer edinmelerini büyük ölçüde fırsata dönüştürmeyi hedefliyor. www.wonder.at
SAYI 4
25
SPOR
ÖMER BULUT
DARAĞACINDA OLSAK DA
SON SÖZÜMÜZ
FENERBAHÇE Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu yıllarda Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına emanet, top peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini. Türk gençler ise sadece imrenmekle yetiniyor. Bilmiyorlar ki o çayırda nice destanlar yazacaklar, nice kahramanlar çıkaracaklar, tüm Türkiye'yi, hatta dünyayı sarsacaklar.
Tüm spor müsabakaları, fakat ille de futbol, rakiplerin varlığına bağlı bir "taraf"lılık ilkesince zevk ve heyecan veren, milyonları aynı anda harekete geçiren bir hayat iksiridir. Bu iksirden içen kendini 90 dakikalığına dünya derdine kapatır, bir takıma bağlılığın, hiç tanımadığı, kendisine hiç benzemeyen insanlarla aynı renkler için şarkılar söylemenin tadını çıkarır. Kimi zaman sahadaki oyunlar için birlik olursun, kimi zaman saha dışındaki oyunlar için... Fenerbahçe bir "Cumhuriyet" takımı mıydı yoksa kendisi bizzat bir cumhuriyet miydi, peki neden diğer kulüpler böyle nitelendirilemiyordu? Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başkanları hep karizmatik, cesur, iddialı insanlar olmuştur. Bu da haliyle taraftarın tavrını, söylemlerini, tezahüratlarını, sloganlarını etkilemiştir. Futbol takımının sahadaki başarısından çok sarı lacivert formayı taşıyor olması yetmiştir taraftarı mutlu etmeye. Yoksa hangi ülkede, hangi takımın taraftarı böylesi bir bağlılıkla kenetlenmiştir ki? Fenerbahçe taraftarı zor zamanında "bir" olmayı başarmış ve ikibinli yılların bireysel, bencil insanına bir bayrağa, bir takıma, bir ülküye, bir inanca kayıtsız, şartsız inanma-
26
SAYI 4
nın nasıl bir şey olduğunu gururla göstermiştir. Futboldan zerre kadar anlamayanlar bile bunu bilirler: Tribünde iki renk vardır: Takımın bayrağının renkleri! Stada girenler yalnız pet şişeleri, bozuk paraları, metal eşyaları bırakamazlar kapıya, dünya dertleri, geçim sıkıntısı, anne baba baskısı, eş dırdırı, hastalıklar, sınavlar, mülakatlar, bunalımlar, uykusuz geceler, işsiz gündüzler... Kapıda öyle büyük bir yığın vardır ki, kimi beyazdır, kimi pembe, kimi elindeki tespihini bırakır, kimi pearcing'ini, kiminin dövmeleri silinir, kiminin alnının yazısı... Kartvizitler, kimlikler, pasaportlar, diplomalar yakılır, plaketler kırılır... Tek bir kimlikle girer insan stadın kapısından, maç gününe en çok yakışan "taraftar" kimliğiyle. Fenerbahçe'yi diğer kulüplerden ayıran en büyük özelliği sahip olduğu milyonlarca taraftarıdır. Fenerbahçelilik yalnızca bir kulübün taraftarı olmak değildir, aynı zamanda "bir gün mutlaka" düşüncesini bırakmamak, ne kadar kızsa da başarısızlığı bile sahiplenmek, utanmamak, dik durmaktır.
Kadıköy Denilince Kadıköy bir İstanbul ilçesi olmaktan öte, sokaklarına, caddelerine sinmiş Fenerbahçe kokusuyla anılır. Şükrü Saraçoğlu Stadyumu öyle bir yere kurulmuştur ki, gelene geçene Kadıköy'ün asıl sahibinin kim olduğunu gösterir.
Türklerin Futbolla Tanıştığı Yer: Papazın Çayırı Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu yıllarda Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına emanet, top peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini. Türk gençler ise sadece imrenmekle yetiniyor. Bilmiyorlar ki o çayırda nice destanlar yazacaklar, nice kahramanlar çıkaracaklar, tüm Türkiye'yi, hatta dünyayı sarsacaklar. Papazın Çayırı, şimdiki Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın bulunduğu yerdir. Stad, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kaynakları ile hayat bulmuştur. Yani her koltuğunda, her tuğlasında, her bir çim tanesinde taraftarın emeği vardır. O çayırda has-
SAYI 4
27
SPOR retle, heyecanla yalnızca "seyirci" olmak zorunda kalmış gençlerin aziz hatırasından mıdır bilinmez, Türk futbolunun beşiği olmuştur Şükrü Saraçoğlu. Chelsea'li futbolcu Frank Lampard "Seyirci gerçekten çok ateşliydi. Karşılaşma boyunca tribünler hiç susmamıştı. Böyle bir baskı olduğu zaman, hiçbir takımın o stattan kolay kolay çıkacağını sanmıyorum..." derken masal anlatmıyor, Kadıköy gerçeklerinden bahsediyordu. Bilen bilir, Kadıköy dünyanın en zorlu deplasmanlarından biridir. Fenerbahçe takımını kendi seyircisi önünde izlemenin zevki bir başkadır. Çünkü futbolcular Şükrü Saraçoğlu çimlerinde kendi evinin koridorlarında dolanır gibidir. Ne rakip takımın oyuncularını gözü görür, ne formalarının rengini. Sarı lacivertten başkasını görmez, taraftarın sesinden başkasını duymaz. Maçın sonucuyla, puan durumuyla ilgi-
28
SAYI 4
lenmez. Tek seçenek vardır Fenerbahçe için, ki o seçenek kaderleridir: Galibiyet! Ev sahibi olmanın avantajını en iyi kullanan futbol kulübü Fenerbahçe'dir. Zira en vefalı, en ateşli taraftara sahip kulüp de Fenerbahçe'dir.
Fenerium Fenerbahçe zor zamanlarını taraftarın manevi desteğinin yanısıra, inkar edilemez büyüklükteki maddi desteğiyle atlatmıştır. Fenerium mağazası, bırakın bir spor kulübü markası olmasını, gerçekten çok iş yapan bir tekstil markası haline gelmiştir. Taraftarlar, aldıkları orijinal ürünlerle kulübün kalkınmasına epeyce katkı sağlamışlardır.
Fenerbahçelilik Topsa top, çimense çimen, kramponsa krampon. Futbol dünyanın her yerinde aynı malzemelerle oynanır, içine biraz takım ruhu da koydun muydu, Brezilya'dan İtalya'ya kalite olarak birbirinin aynısı olmasa da fiziki şartlara bakarsak hepsine "futbol maçı" diyebileceğimiz 90 dakikalık mücadeledir. Fakat taraftarlık mesaisi 90 dakikalık değildir. Hele Fenerbahçelilikse konu, doğumhanede başlayıp kabristanda biten bir hayat hikâyesidir. Fenerbahçeliler, taraftarlığı stattan çıkarıp caddelere, arabalara, sonra evlerine, okullarına... Kısacası hayatlarının her anına yayar-
lar. Haftada bir kez tezahürat yapmakla bitmez Fenerbahçelilik, diğer takımlara karşı haftanın her günü, günün her saati süren bir savaştır. Futboldan anlayanlar bilir, Fenerbahçe tek başına tüm takımların rakibidir. Rahmetli İslam Çupi Fenerbahçe için ''Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz" derken aslında yalnızca bir spor kulübünden ya da onun taraftarı olmaktan bahsetmiyordu. İşte bu adı konulamaz diye tabir edilen şey birliktir, ruhtur, kardeşliktir, bir ülkü uğruna kimliğinden vazgeçmektir. 2012/2013 sezonunun hazırlık antrenmanında futbolcular üzerinde Aziz Yıldırım'ın "Unutulmamalıdır ki şimdi bu ulu çınarın dallarını budamaya, kırmaya çalışanlar gün gelecek güneşi görmek için yine bu çınarın tepesine çıkmak zorunda kalacaklar" sözünün yazılı olduğu tişörtlerle sahaya çıktılar. Çınar uluydu, çınar genişti, köklüydü, çınar o kadar büyüktü ki birilerinin kendi menfaatleri için yaptığı savaşın önüne set olmuştu... Çınarı kesmeye kimsenin gücü yetmeyecekti ve çınarsız bir ligin tadı tuzu olmayacaktı...
SAYI 4
29
SERBEST KÜRSÜ
ŞÖYLEŞENLER: İSMİHAN ŞİMŞEK, ZÜBEYİR KOÇULU, PINAR HİLAL BALTA
İSMAİL KILIÇARSLAN:
“YAVAŞLAYIN!”
Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice uzaklaştığını hissetmek insanı çok yoruyor. Beni çok yordu. Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden uzaklaşmayan bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni kendi realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan uzaklaştırmaya başladı. Bende televizyondan uzaklaşmayı tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi. Neredeydiniz bu kadar zamandır ? Biraz dinlenmek istedim. Ekrandan, dergilerden, şiirden epeyce uzak kaldım. İyi de oldu. Bizim medyada yorulmadığımızı kolay bir iş yaptığımızı sanıyor insanlar dışarıdan baktıklarında. Hâlbuki medyada bizatihi yer almak çok yorucu bir şey. Sizi bir tarafıyla çok tüketen bir şey. Bir de Meksika Sınırı gibi çok zor bir program yapıyorsanız… Hep onu söyledim; Meksika Sınırı izleyenler için çok kolay çok faydalı, yapanlar için çok yorucu ve çok zararlı bir program. Çünkü ne biriktirdiyseniz, emmeye çalışan bir program. Mesela yeniden başlıyoruz Meksika Sınırı’na. Peki Meksika Sınırı’nın aynı formatta gideceğini biliyoruz. Yine kısa bir sürede tüketmeyecek mi ?
sunuz. En nihayetinde insanların bir buçuk, iki saatini alıyorsunuz. Sizin ona nasıl hazırlandığınız, ne kadar emek verdiğiniz hiç kimsenin umurunda değil. Yaptığınız en küçük hata ekranda görülüyor, dev oluyor. Ve programınız bittiğinizde, başka bir alternatif için hemen kumandaya basılıyor. O kadarlık bir şeyden bahsediyoruz. Yani haftada iki saat, ilgilisiyle sohbet edilen bir program. Dolayısıyla, Meksika Sınırı’na başlamak da bırakmak da benim için çok kolay. Yorulursam bırakırım. Peki Meksika Sınırını bırakmanız ile Gerçek Hayat’ta yazdığınız son yazının paralelliği var mı ? Evet. Doğrudan Gerçek Hayat’ta yazdığım o yazıyla ilgili Meksika Sınırı’nı bırakma sebeplerim. Ben televizyonun insanı çok fazla dönüştürdüğü, sahici bir karakter olmaktan çıkardığını düşünüyorum.
Şöyle ki; tükendiğinde bırakmak bedava. İzleyiciler açısından mı ? Yeniden dön çağrılarına da, bizi bırakıp nereye gittin çağrılarına da çok kulak asmıyorum. Neticede bir iş yapıyor-
30
SAYI 4
Hayır, yapan açısından. İzleyiciler seni gerçek zannediyor.
Onlarla ilgili bir sorun yok. İzleyiciler mesela Fatmagül’ü de gerçek zannediyor. Yok öyle bir şey halbuki. Fatmagül’de gerçek değil. Meksika Sınırı’da gerçek değil. Ekrandaki İsmail Kılıçaslan’da gerçek değil. Yani hepimiz aldığımız pozisyonlar üzerinden hayatla hesaplaşıyoruz.
“Hiçbir şeyi özetleyecek kadar aptal değilim”
Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice uzaklaştığını hissetmek insanı çok yoruyor. Beni çok yordu. Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden uzaklaşmayan bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni kendi realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan uzaklaştırmaya başladı. Bende televizyondan uzaklaşmayı tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi.
Ciddi misin ya? Twitter’a düşman olmam için yeni bir sebep. Ben, “hiç bir şeyi özetleyecek kadar aptal değilim” diye cevap verirdim.
Bu dinlenme süreci iyi geldi dediniz. Nelere iyi geldi ? Şuan gençler sosyal medya üzerinden sürekli bir hareketlilik içerisindeler. Sanırım gençlerde sizin yaptığınız gibi dinlenme evrelerine ihtiyaç duyuyorlar. Bu dinlenme tecrübenizden ne aktarmak istiyorsunuz gençlere ?
Mesela 140 karakteri aşıp da göndermeye kalktığında ‘yeterince zeki değilsin’ diye bir uyarı çıkıyor.
Timeline diye bir şey var. Adam sınırı aştığında art arda yazıyor düşüncelerini ama onu takip eden için öyle değil. Ana sayfaya onun yazıları düşerken hop salise farkıyla başka birinin twiti kaynıyor araya adam yazıyor ‘Nişantaşı’nda kahve içiyorum.’ Aslında çok karışık ve dağınık bir hal alıyor o zaman da. Aslında işte tam 2010’ların işi Twitter. Çok fazla yoğunlaşmayalım. Aaa, Mevlana çok güzel laf etmiş onu şuradan alalım; aaa, Elif Şafak kitap çıkarmış kutlayalım. Eğlenelim. Bir de bu arada eşe dosta Nişantaşı’nda kafedeyim falan diyelim.
Yavaşlasınlar… Kemal Sayar’ın da bu konu ile ilgili bir kitabı var. ‘Yavaşla!’
Öyle değil ama ! Dünyada şöyle bir kavram var ‘slow city’ yavaş şehir, yavaş yaşayan şehir. Yani toplu taşıma araçlarının mesela 50 km’den fazla hız yapmasının yasak olduğu. Çoğu yerde, yürümek için sokakların icat edildiği. Ben mesela twitter denilen meseleye bile isteye dâhil olmadım. Twitter’ın boşluğu beleşliği çok aşikar. Mail ile iletişim veya Facebook’ta yorumlardan bir iletişime geçme durumu dahi Twitter’dan daha sağlıklı. 140 karakter sayınız var. O karakter sayısıyla dünyayı yorumlamanızı bekliyor insanlar. Temel mantık çok kısıtlı bir alanda çok yüksek kabiliyetli laflar edebilmek. Aforizmatik bir şey yani bu olay.
Ben mesela bir yerde yemek yediğimde, bunu anlatmak için 10 dk’dan aşağı bir zamanı kabul etmem. Yavaşlamadan kastım bu.
Ortalık filozoftan geçilmiyor ama düşünce yok! Bir de sosyal medya, internet şu an insanların hayatında edindiği yer ile gençlerin gereksiz bir özgüvene sahip olmaları sonucunu doğurdu. Ortalık filozoftan geçilmiyor fakat düşünce yok. Hep ikinci el. Bugün bir şiir bitirdim. Bak oradan bir dize ‘Bir özgecan
SAYI 4
31
SERBEST KÜRSÜ değildir Leyla, Olsa olsa ikinci el bir Twitter mesajıdır’ Bana öyle geliyor bu durum. İkinci el, fazla kullanılmış, yaygınlaşmaya fazla müsait. Zaman zaman eş dost, Twitter’da senin şu dizen dolaşıyor diyor. Tedirgin oluyorum. Şimdi al bir dize, koy. İlk anda iyi gelecektir belki ama ya sonra ? O çöplükte kayboluyor hissi var ya, ikinci ele düşüyor, yıpranıyor hissi. Öyle bir şey işte. İtibar’ın satışı 1500, Twitter takipçisi 6000. Bu işte bir yanlışlık var. Hece’nin satışı 1000, Twitter’da takipçisi 55.
Karacaahmet Mezarlığı’nı Gezin Şimdi okullar açılıyor. Yoğun ders trafiği, öğrenciler kafelere gidecekler, muhabbet, sohbet, etkinlikler vs. Nasıl yavaşlayacaklar? Yalnızca internet de değil bu durum. Alışverişte bile şu an gençler için bir hız. Markaların peşinde koşturma. Mesela Karacaahmet’i dolaştınız mı hiç? Başından sonuna kadar, ne kadar da dolaşırsınız? Durarak. Senin yaşında ölmüş, birkaç mezar taşı bulmaya çalışarak, bir mezar taşında yazan dörtlüğün anlamı üzerinde biraz düşünerek, mezar taşlarında ki imla hatalarını bularak… Karacaahmet Mezarlığı yavaşlamak için çok iyi bir yerdir. Ölüm fikri insanı sürekli yavaşlatan bir şeydir. Ölümle haşır neşir olmak. Mesela günde yirmi dakika; on dakikası Arapçasına, on dakikası mealine ayırarak Kur’an okumak insanı yavaşlatır. İnsan istese de istemese de yavaşlar. Mesela tam bir şey yapacakken, kişinin sabah okuduğu ayet kafasına tak diye düşer. Mesela marka kovalamak dedin ya, tam o markayı kovalarken cebindeki parayı arkadaşıyla paylaşması gerektiğini Kur’an’dan öğreniyor Müs-
32
SAYI 4
lüman. Bu bir yavaşlamadır. Mesela tam biri ile tartışmaya girecekken, Eyüp peygamberin sabrını hatırlamak; tam kendinden güçsüz birine hükmedebilecek, eziyet edebilecekken Hz Ali’yi hatırlayıp bundan vazgeçmek bir yavaşlama biçimidir. Ancak kaynaklara dönerek yavaşlanacağını düşünüyorum. Tahmini 100 bin öğrenci olduğunu varsaysak Üsküdar’da; bu öğrencilerin elli bini yarım saat Üsküdar Yeni Camii’nin şadırvanında otursa bu bir yavaşlama göstergesidir. Mihrimah’ta mesela tespih satan bir amca var. O amca ile iki dakika sohbet edebilse bu bir yavaşlamadır. Birine selam verse bu bir yavaşlamadır. Nereye gidiyorsunuz sorusunu çok sık sorar Allah Kur’an’da. Niye akıl etmiyorsunuz ? Bütün bunları düşünmek insana yavaşlamayı, yavaşlamak huzuru getirir.
Eğlenirken gelişmek diye bir şey yok Gençler daha nitelikli vakitler geçirsinler, okusunlar, yazsınlar diyoruz. Birçok genç yavaşlamayı eğlence dışında tutuyor aslında. Sürekli bir koşma ve hız peşindeler. Eğlenmek diye bir şey var mı, eğlence nedir o zaman ? Bediüzzaman Said Nursi'nin müthiş bir lafı vardır. ‘Helal daire keyfe kafidir’ der. Dolayısıyla helal dairede kaldığı sürece kişi eğlenmekle ilgili hiçbir problemim yok benim. O helal dairede de apaçık haram olanlar var. Dolaylı yoldan haram olanlar var. Aslında adam gibi eğlenmeyi bildiğin zaman insanı olgunlaştıran bir tarafı bile vardır. Mesela, dost masaları çok eğlenceli meclislerdir ve insanı çok eğlendirir. O kadar çok şey konuşulur ki. Biri bir şey söyler. Başka biri örnekler verir. Başkası birebir olay an-
latır. O ‘kıssa’dır. Sen oradan ‘hisse’ni alırsın. Bütün bunlar çok eğlenceli bir ortamda da gerçekleşebilir. Ki bence böylesi daha da iyidir. Benim için ise eğlence; Haşmet Babaoğlu, Selahattin Yusuf ile oturmaktır. İbrahim Paşalı da gelirse tadından yenmez. Üç dört saat konuşmak ama her şeye dair. Kadınlardan tut evrenin yaradılışına kadar. Çok geniş bir perspektifte kendini hiç kapatmadan konuşmak, bir taraftan dalganı geçmek, bir taraftan şakalaşmak… Sinema vs. eğlencedir. Ha bazıları ciddiye alır sanat olur ama sanat olmadan önceki hali eğlencedir. Bilgisayar oyunu iyidir. Tavla çok iyidir. Çok severim. İnsan sadece, misyon sahibi bir yaratık değil. Dinlenecek, nefes alacak, eğlenecek. Ben artık eğlenmeyi, ailem ve arkadaşlarımla vakit geçirmek olarak tanımlıyorum. Ve bu benim yaşımdaki biri için bu tanım son derece normal. Ama gençler için eğlencenin başka tanımları var. Konserler mesela. Onlarca ücretsiz konser ilanı görüyorum ve gidemediğim için üzülüyorum. Ama Üsküdar Belediyesi’nin düzenlediği çocuk oyunlarına ya annesi ya ben kızımı götürüyoruz ve bu bizim için ve bir eğlence oluyor.
Şöyle gündemin ne olduğu ile çok ilgili bu soru. Yani senin gündemin ne? Senin gündemin bir dış politika muhabiri gibi dünyadaki Müslümanlara ne olduğu ise evet bu seni çok yorar. Ama dünyadaki Müslümanlar niçin böyle konusunda kafa yoracak bir gündemin varsa, o seni tam tersine yavaşlatır. Dolayısıyla işin magaziniyle aslını birbirinden ayırmak lazım ‘gündem’ meselesinde. Mesela ben de gündemi sizin kadar takip ediyorumdur. Ama nasıl? Sabah geliyorum ofise, çalışmaya başlamadan önce iki tane internet sitesi açıyorum. Memlekette neler olmuş ona bakıyorum. Çalışmaya başlıyorum. Daha sonra dükkânı kapatmadan önce bir kere daha bakıyorum ve memlekette çok az şey değişmiş oluyor. Memlekette de dünyada da. Bugün Suriye’de kaç kişinin öldüğü gündemi takip etmek değil. Bugün Suriye’de niçin insanların öldüğüne dair kafa patlatmaktır gerçek gündem takibi. Aksi taktirde o ne dedi, bu ne dedi, Arakan’da bugün ne oldu
Youtube’da dünya Müslümanlarının neler yaptığı ile ilgili belgelere, bilgilere, görüntülere ulaşabiliyorsun. Fakat dünya Müslümanlarını izlemeye başlamışken yolculuğunu bir Sezen Aksu şarkısı ile bitiriyorsan, bu hiçbir işe yaramıyor. Dağılmışlık derken bunu kast ediyorum.
Eğlenirken gelişmekten falan bahsetmiyorum. Öyle kişisel gelişim numaraları yapmaya gerek yok. Eğlenmek eğlenmektir. Ama o helal daireyi hiç gözden kaçırmamak lazım.
falan… Buna dalarsan medya sektöründe çalışman gerekir. Ki bu zaten artık işin olmuş olur. Dolayısıyla gündemden uzak Allah’a yakın olmak lazım.
Bir de gençler için en iyi eğlenme metodu. Aslında tehlikeli bir şey ama bir sevgili edinmektir.
Ben bir de son dönemde çok ciddi bir dağılma görüyorum gençlerde. Her şeyden anlama, her köfteye maydanoz olma. Bu dağılmışlığın sebebi ne bilmiyorum.
Hayata dair sizi çok geliştirir, yetiştirir. Üstelik aradığınız eğlenceyi de bulursunuz. Kavga edersiniz, mutlu olursunuz, sevindirirsiniz, sevinirsiniz, sevilirsiniz, seversiniz, iyidir yani. Gençlere sevgili bulmayı da öneriyorum.
Gündemden Uzak Durmak Lazım Mesela bir genç hem gündemi takip etmek istiyor hem de yavaşlamak istiyor. Ben yalnızca Türkiye iç siyaseti ile ilgilenmek istemiyorum. İslam dünyasını takip edeceğim dese bile bir genç her şey baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Yavaşlamak isteyip, gündem takibi yapan gençler ne yapacaklar?
Kitaplar çıkardınız, sinema senaryosu, belgeseller vs derken heybenizde bir sürü şey birikti. Bundan sonrası için bu tarz projeler var mı? Ben hayatımı televizyon yapımcılığıyla, program yapımcılığıyla ve yönetmenliği ile kazanıyorum. Dolayısıyla yapa geldiğim standart bir takım televizyon işleri var. Mesela bu sene TRT Arapça’nın iftar ve sahur programlarını ofisimizde yaptık. Sinema ile ilgili ise, gerçekten iyi bir senarist bulabilirsem, kendimden hareketle bir 28 Şubat hikayesi yazmak, mümkünse onu yönetmek istiyorum.
SAYI 4
33
ABDULLAH KİBRİTÇİ
Yılın Bu Mevsiminde
İGUANALAR Oldum olası hayallerden nefret etmişimdir. Çünkü hayaller sahte bir avuntu olmaktan, bünyeye sakinleştirici bir etki yapmaktan başka bir işe yaramazlar. Hayal ne “heves” gibi gelip geçici bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür boyu insanı sarmalayıp içine işler, ne de “takıntı” gibi aklını tümden işgal eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan yalancı emzik gibidir hayaller. 34
SAYI 4
“Hayallerinin peşine düş ve seni götürdüğü yere git” diye başlar hikaye. Kocaman dünyanın karmaşık metropollerin kuşatan şehirlerin ortasında sıkışıp kalmış bireyin büyük renkli hayallerini görürüz ve şahit oluruz uçsuz bucaksız iç dünyasına. Hayallerimiz olsun isterler hep bizden, bitip tükenmez sınır tanımaz hayallerimiz. Bazen fakir, bazen güçsüz, bazen ezilmiş, bazen yalnız insanların arka sokaklardaki hikayelerini anlatır filmler ve kitaplar, binlerce kere bıkıp usanmadan. Onların her şeye rağmen büyük hayalleri vardır ve o hayalleri sayesinde ulaşırlar bir gün başarıya.
olmadığı nadir günlerden birinde ailesiyle birlikte on metrekarelik barakada televizyon izlerken. Dayısı gibi bir iş bulabilirse, tır şoförü olabilirse mesela, o evlerden bir tane alabilecektir herhalde? Neden olmasın ki? Şimdi bol yıldızlı bir gecede, uzanıp göğü izlerken hayaller kurma vaktidir. Ah evet, hayal kurmak ne güzeldir!
Sömürerek refaha ulaşan Batı aklı, içinde bulunduğu nimetleri paylaşmak istemediği için onların hayalleri ile yaşayıp mutlu olmamızı ister. Siz hayal edersiniz, onlar yaşar. Ezilen ve sömürülen insanların Dayısı gibi bir iş kaybolan huzuru dayatılan habulabilirse, tır şoförü yaller ile yeniden temin edilir. olabilirse mesela, Hayalleri ile mutlu olanlar neyi nasıl talep edebilir? o evlerden bir tane
Hiçbir kadim öğretide “hayal kurun” diye bir tavsiye olmamasına rağmen, modern zamanların modern bilgi alabilecektir herhalde? Oldum olası hayallerden aktarım kaynakları binlerce Neden olmasın ki? Şimdi nefret etmişimdir. Çünkü kanaldan hayal kurmamız bol yıldızlı bir gecede, hayaller sahte bir avuntu için bizi uyarır. Batı Meolmaktan, bünyeye sakindeniyetinin devasa bütçeli uzanıp göğü izlerken leştirici bir etki yapmaktan filmleri, insanı şevkle dolduhayaller kurma vaktidir. başka bir işe yaramazlar. Haran coşturan kitapları küçük Ah evet, hayal kurmak ne yal ne “heves” gibi gelip geçici insanların büyük hikayelerini güzeldir! bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür hayalleri üzerinden anlatır ve boyu insanı sarmalayıp içine işler, filmin sonunda herkes evine mutlu ne de “takıntı” gibi aklını tümden işdöner. Çünkü hayal kurmak mutlu olgal eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan manın kolay yöntemlerinden biridir. Üsteyalancı emzik gibidir hayaller. lik kimseye zararı dokunduğu da görülmemiştir. Ancak daha leziz hayaller kurabilmek için imge dünyamızın da geniş olması lazım. Evrenin bütün nimetlerinin sığdırıldığı görsel şölenler bambaşka dünyanın kapılarını açar bize. Çöl üzerine kurulmuş bir şehir olan Las Vegas’ta insanların havuzlu bahçeli evlerde yaşadıklarına şahit olur mesela bir çocuk Hindistan’da, elektrik kesintisinin
Rüyasını gördüğü fetihlerin planını yapacak, hesaplaşmanın stratejisini çizecek kafaların şu an nerede olduğu bilinmiyor. Amerikan filmleri izlemiyorlarsa veya atarlı twitler atmakla meşgul değillerse bir gün onları görebiliriz. Ana menüye dönmek için lütfen 1’i tuşlayınız. Teşekkür ederiz.
SAYI 4
35
ÖĞRENCİ BÜTÇESİ
AYŞEGÜL DUMAN PEHLİVANLI
3
Kuruşa Öğrenci Sefası
Ü
sküdar sahil, trafiğin kilitlendiği bir İstanbul sabahında, denizden gelen esintiyle mahmur. Hafiften serpiştiren yağmur, rüzgârla birlikte ağaç yapraklarının tozunu alıyor. Böylesi bir güne uyanmışken, cebinizdeki öğrenci harçlıklarını ve yeni çektiğiniz bursları en etkin nasıl kullanabilirsiniz? Bu sayıda sizlere rengârenk bir etkinlik haritası hazırladık. İstanbul’un modern sebil özelliğine sahip ayaklı kütüphane olarak nitelendirilebilecek müzeler, sanat galerileri, sempozyumlar, festivaller, konferanslar, gençlik merkezleri, kültür merkezleri ve daha niceleri… Düşünsenize, 1 liraya otobüse biniyor, 40 kuruşa aktarma yapıyoruz. Neden evde oturalım ki?
Sahnede yerinizi aldınız mı? Eskiler “Şam yazar, Bağdat tâb eder, İstanbul okur” derlermiş. İstanbul okumaya, üretmeye, çağı yakalamaya ve aşmaya devam ediyor. Sahnede yerinizi aldınız mı? Büyükşehirler tüm dünyada öğrencilere çok farklı yelpazede ve alternatifte ücretsiz veya düşük bütçelerle yararlanılabilecek imkânlar sunarlar. Londra’da örneğin, sıkıldığınız bir gün British Müzesi’ne uğrayarak bilgi ve deneyiminizi artırabilirsiniz. İstanbul’da ise 20 liraya almış olduğunuz müze kartınızla Ayasofya Müzesi’nde tarihin derinliklerine inebilir, Fatih’in ayak sesleri ile dirilebilirsiniz.
36
SAYI 4
Güneşin kendisini iyiden iyiye hissettirdiği saatlerde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde veya civarda bulunan medreselerin butik kütüphanelerinde aklınıza takılan sorulara cevaplar arayabilirsiniz. Akşamüzeri Yerebatan Sarnıcı’nda 2 lira ödeyerek tarihin derinliklerinden gelen hayali su şırıltıları arasında, şiir dinletisi eşliğinde günün yorgunluğunu atabilirsiniz.
Akademik dünyaya komşusunuz! Akademik dünyada neler konuşulduğunu mu merak ettiniz? “Amerikalılar İbn-i Haldun hakkında ne düşünüyor?” sorusu mu zihninizi kurcaladı? Üsküdar sınırları içinde bir vakıf üniversitesinde düzenlenen herhangi bir konferansa ücretsiz olarak katılabilirsiniz.
İstanbul’u keşfetmek İstanbul, fotoğraftan mimariye, tarihten edebiyata, görsel sanatlardan el sanatlarına veya çok ekstrem teknik alanlardaki bilgi donanımı edinebileceğiniz bir şehir. İstanbul’da Japonca-Çince gibi Uzak Doğu dillerini bile öğrenebileceğiniz mekânlar bulunuyor. Bu anlamda İstanbul, en az bir New York’tur, bir Londra ve bir Tokyo’dur. Biz de size İstanbul’un bu yönlerini de içinde barındıran bir etkinlik haritası hazırladık. Bu haritada neler mi var? Müzeler, sanat galerileri, sempozyumlar, festivaller, konferanslar, gençlik ve kültür merkezi etkinlikleri…
Fotoğraf: Halit Ömer Camcı
Ne, nerede, ne zaman? Eğer ilk iş olarak bir müze kartı edinirseniz, müzelerin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait ziyaret mekânlarına bedava girebilirsiniz. Müze kart öğrenciler için 15 lira ve bir yıl boyunca geçerli.
Kültür Merkezlerinde neler oluyor? Ücretlilerin yanı sıra ücretsiz sergiler, nadir de olsa tiyatro oyunları, çeşitli sempozyumlar, seminerler… Sanatın hemen her dalında sergilenen etkinlikleri bu merkezlerden izleyebilirsiniz.
ÜCRETSİZ KURSLAR SİZİ BEKLİYOR! Müzelerde ne var ne yok? Araba sevenlere araba, oyuncak sevenlere oyuncak, tarih sevenlere tarih… Müzelerde her çeşit güzelliği bulmak mümkün. İşte birkaç müze ve giriş ücretleri: Rahmi M. Koç Müzesi oldukça ilgi çekici bir yer. Müze birçok bölümden oluşuyor. Müze kart geçerli değil. Ücretleri 2– 6 lira arası değişiyor. Bu müzede dünyaca ünlü sergileri gezme fırsatı bulabilirsiniz. Sabancı Müzesi Çarşamba günleri ücretsiz ziyaretçi kabul ediyor. Topkapı Sarayı tarih meraklılarını bekliyor. Bu tarihi sarayın Harem bölümü hariç diğer bölümlerini müze kartınızla ücretsiz gezebilirsiniz. Diyelim ki hem ada havası almak hem de edebiyatla haşır neşir olmak istiyorsunuz. O halde Burgaz adası tam size göre. Sait Faik ABASIYANIK müzesini mutlaka görün. Üstelik müzeyi ziyaret etmek ücretsiz.
Kurslar ilginizi mi çekiyor? Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü tam size göre bir yer. Burada ücretsiz olarak birçok alanda kurslar veriliyor. İçinde bulunduğumuz dönemde ön kayıtlar başlamış durumda. Fiyatları oldukça uygun İSMEK kursları da zengin öğretici kadrosuyla meraklı öğrencileri bekliyor. İşte o adreslerden birkaçı • Caddebostan Kültür Merkezi • Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi • Üsküdar Gençlik Merkezi • Bayrampaşa Gençlik Merkezi • Beyoğlu Gençlik Merkezi • Kadıköy Gençlik Merkezi • Beşiktaş Kültür Merkezi
Sempozyumlar nerede? Üniversitelerde çok sayıda ücretsiz sempozyum düzenleniyor. İlgili üniversitelerin internet sitelerinden etkinlik takvimini takip edebilirsiniz. Üniversite dışı sempozyumlar için belediye kültür merkezleri ve gençlik merkezlerini takip edebilirsiniz.
Hemen her semtte kendinize uygun etkinlikleri düzenleyen Kültür Merkezleri veya Gençlik Merkezleri bulabilirsiniz. Bu merkezleri ziyaret edip, görevlilerle tanışmanız onları çok memnun edecektir. Böylece, etkinlik takvimi konusunda yetkililerden bilgi ve broşür alabilirsiniz.
SAYI 4
37
KISA FİLM
ÖMER SAMİ SEVİMLİ
SENARYO NASIL YAZILIR? Kısa film çekmek istiyorsanız bunu asla senaryosuz yapamazsınız. Aksi taktirde kendi kendinizi oyaladığınız bir video çekimi denemesinden ötesine gidemezsiniz. Peki doğru ve çekilebilir senaryo nasıl yazılır? Eğer imkanınız kısıtlıysa ve kendi filminizi çekecekseniz, senaryo yazarken dikkat etmeniz gereken bazı kurallar vardır. Bunların en başında da o senaryonun çekilebilir olması gelir. Bir senaryoyu çekilebilir, yani filme dönüştürebilir hale getirmek için de yapılması gereken ilk şey gereksiz masraflardan kaçınmaktır. Çünkü hayal gücünün sınırı yoktur. Bir senaryoya başladığınız zaman sizi durdurabilecek tek şey yine kendinizdir. Bu yüzden kalabalık bir oyuncu kadrosu, pahalı ekipmanlar, zor görsel efektler veya çekim için yüksek bütçe gerektiren pahalı mekanları yazmaktan bilhassa kaçınmalısınız.
SENARYONUZA ÇOK GÜVENİYORSUNUZ FAKAT İMKANINIZ KISITLI Bu durumda yapacaklarınızı yine yaparsınız. Fakat çok daha fazla emek harcayarak ve uğraşarak sonuca ulaşa-
38
SAYI 4
bilirsiniz. Bu da sizin hevesinizi kaçırabilir ve teslim bayrağını çekmenize neden olabilir. İşte o zaman kaybetmiş, başaramamışsınız demektir. Çünkü kısa film hevesle başlar. Tonlarca ayrıntıyla uğraşıp mükemmel olmasını isterken bir süre sonra isteğiniz kaçar ve bu projeniz de tıpkı birçoğu gibi başka baharlara kalabilir.
EN ÖNEMLİ NOKTALARDAN BİRİ GERÇEKÇİ DİYALOG Gerçek hayatta asla duyamayacağınız ve Amerikan sinemasının bize çok uzak olan kültürüyle bezenmiş diyaloglar filmdeki sıcaklığı ve samimiyeti yok eder. Diyalogların gerçekçi olması, filmin sıcaklığı ve samimiyetinden uzaklaşmamak adına yapılan zekice hazırlanmış bir hikaye, senaryonuzu daha düzgün ve çekilmesi kolay hale getirecektir.
Senaryonuzun formatı özellikle kısa filmde en son düşüneceğiniz şey olmalı. Oyuncular ve ekibiniz senaryoyu okuyup anladılarsa sorun yok demektir. Fakat senaryonuzu profesyonellere ya da yapım şirketlerine gösterecekseniz Amerikan ya da Fransız tarzı formatlardan birini kullanmalısınız. Bu konuda da fazla uğraşmanıza gerek kalmaz çünkü internetten rahatlıkla bu formatları bulup indirebilirsiniz. Eğer işinizi ciddiye alıyorsanız ve ileride bu sektörde bir şeyler yapmayı amaçlıyorsanız size tavsiyem şimdiden bu formatlarda yazarak elinizi alıştırmanız. Başarılı sinemacı Ahmet Toklu’nun Kültür Bakanlığı ödüllü bir senaryosunun hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
EYLÜL’ÜN DÖNÜŞÜ (Yıl: 1980) Eylül 25 – 26 yaşlarında genç bir gazeteci kızdır. Askeri darbe olmuş ve çeşitli yasaklar getirilmiştir. Birçok gazeteci de yazdıkları yazılar ve okudukları kitaplar nedeniyle hapse atılmıştır. Yüzbaşı Özgür isminde bir komutan bu eylemlerde sivrilmiştir. Askeri cunta evlerde sakıncalı bulduğu birçok kitabı toplatmış ve imha etmiştir. Kendisinin de hapse atılacağını bilen Eylül duygusal bir bağ kurduğu kitaplarını korumak için onları toprağın altına saklamaya karar verir. Kitaplarını bir kutunun içene koyar ve gömer. Kutunun içine bir de not bırakmıştır. (Yıl: 2010) 1980 darbesi gerçekleştiğinde ön saflarda olan Özgür, artık emekli albaydır. Bir güvenlik şirketinde müdürlük yapmaktadır. Darbe olduktan sonra birçok dergi, gazete, kitabı imha etmiş ve birçok yazara eziyet etmiştir. Darbe sonrası edindiği güç ile birlikte yasa dışı işlere karışmış ve karanlık güçlerle işler yapmaya başlamıştır. Özgüre bir gün bir telefon gelir. Telefondaki kişi elindeki silahlardan kurtulmasını onları saklamasını söylemektedir. Özgür bu kişinin söylediklerini yapmak için adamları ile birlikte sabaha karşı bir ormana gider. Adamlarına silahları gömmelerini emreder. Kazmaya başlayan adamlar bir kutu bulurlar. Özgür kutuyu açar ve içindeki kitapları görür. Aralarında bir de Eylül’ün yazdığı not vardır. “Kötülüğü karanlığa gömüp aydınlığa ulaşacağınıza şüphem yok”
AHMET YENİLMEZ İLE KISACA...
1
KISA FİLM
2
METİN ERKSAN
3
EKMEK TEKNESİ
4
EN SEVDİĞİN ROL
5
TİYATRO
6
MUTLULUK HAYALİ
NE DEDİĞİNİ BİLEN İNSANLARIN ÇEKİNMEDEN SÖZÜNÜ SÖYLEYEBİLMESİDİR
TÜRK SİNEMASI’NDA USTA DİYEBİLECEĞİMİZ BİRİSİ VARSA O DA METİN ERKSAN'DIR. NUR İÇİNDE YATSIN
HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI. BİR KEZ YAPILABİLİRDİ BEN DE O BİRİN İÇİNDE OLDU
TİYATRODA MEHMET AKİF ERSOY, TELEVİZYONDA CELAL (EKMEK TEKNESİ)
HAYATIN AYNASI
VADEMİN DOLDUĞUNU HİSSETTİĞİM AN “DEĞDİ” DİYEBİLMEK
Hayalleriniz gerçek olsun.
SAYI 4
39
YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI
YUSUF ZÜLKÜFOĞLU
Bir Göçmen Hikâyesi Üsküp’lü Sabriye Jale… hayatı bu 2 sayfaya sığmayacak kadar badirelerden geçmiş, bütün bunlara rağmen yaşama tutunmuş bir kadın. eşi ile birlikte Balıkesir Gönen’de yaşıyor. Meyve bahçelerinde yok yok… Geçimlerini emekli maaşları ve bu meyve bahçesi ile sağlamaya çalışıyorlar. Öyle hikâyeler var ki Sabriye Teyzede, bir gün yamacına gidip dinlemek gerekiyor. ÜSKÜP
40
SAYI 4
Üsküp’ten başlayalım, çocukluktan… Daha okula gitmiyordum, ablamla babam nohut yolmaya gidiyorlar, bir yağmur bir şimşek… Babam ablama “Nadire diyor kaç diyor kutunun arkasına otların arasına” Babam da kara dikenlerin arkasına gidiyor, bir yıldırım düşüyor, orada ödü patlıyor. İki-üç gün savrularak, yalpalayarak gezdi, sonra da yatağa düştü. Kaç yaşındaydınız? Ben o zaman okula gitmiyordum, 6 yaşında diyelim. Babam çok yaşamadı vefat etti. Ortada kaldık. Memlekette fakirlik diz boyu, nasıl fakir nasıl fakir. Annem ekmek almaya gidiyor kasabaya ekmek yok.
menim” derdim. Müfettişler gelip beni birden ikiye aldı. Niçin aldıklarını bilemiyorum, Sonra da ikiden alıp üçe geçirdiler. İkiyi 4 ay mı okudum 5 ay mı okudum bilmiyorum. Ben 4 senede hemen hemen liseye gittim düşünebiliyor musun? Oradan beni aldılar Köprülü’ye, lise okudum orada. Ayakkabı aldılar, pabuç aldılar. Ben zengin aileler alıyor sanıyordum meğer hükümet alıyormuş Köprülü’de liseyi okuduktan sonra Üsküp’e götürdüler. Orada okurken Ohri’ye götürmek istediler ben Türkiye’ye gelmek istedim.
Savaştan Korkup Göçtük Niye buraya gelmek istediniz? Bosna gibi olacağız diye…
Türk köyünde yaşıyorsunuz…
Savaş çıkacaktı yani?
Türk köyü Türk…
Annem, “Savaş çıkacak da bizi öldürecekler illaki kendimizi Türkiye’ye vatanımıza atalım” demişti. Asıl neslimiz Konya Karaman’dan. Dedelerim Osmanlı zamanında oraya gitmiş.
Annem patates aramaya gidiyor soğan aramaya gidiyor. Kıtlık vardı. Annem tarladan buğday topluyor, bulgur taşında çekip un eliyordu. Yaptığı ekmekle karnımızı doyuruyorduk. Babam garibandı, fakir, konuşma bilmez ama altın gibi yüreği vardı. Annem biraz daha gözü açıktı, daha çok isteyebilirdi yardım, babam isteyemiyordu. Bir ekmeği abim, ablam, ben, kardeşim ve annem ile babam 6 kişi yerdik. O ekmeği kocaman koparıp bize veriyordu. “Baba be biraz daha çok ver de karnımızı bir kere doyuralım bir daha seneye artık yeriz” derdim. Karnımız doymuyor ki ben bir sene sonra acıkacakmışım diye aklım eriyor. Derken babam öldü yavrum, annem de ona ilaç almaya gittiydi kasabaya, geldi babam öldü. Ondan sonra Allah’ım Yarabbi çöktü mü daha gene fakirlik. Ayağımızda çorap yok, ayakkabı yok, okul vakti geldi, okula gideceğiz üstte başta bir şey yok. Yalın ayak, yerde bir karış kar. O ayaklarla karın içine girip çıkıyoruz. O bir tane kümbete (tenekeden soba) atıyorlardı tezekleri de onunla ısınıyorduk okuldan çıkana kadar. Balkanlar hep soğuk, gittim mayısta yine soğuktu… Okulunu da gördün mü? Gördüm ama karşıdan, içeri sokmadılar. Çok çalışkanmışım. Hocanın anlatmasıyla kalkıp parmak kaldırıp bütün sorularına cevap veriyordum. Öğretmen “nereden biliyorsun” diye soruyordu. Anlattın ya öğret-
Sonra… Buraya geldikten 2 sene sonra nişanlandım. Tekel’de çalışıyordum. Tekel’de çalışırken ablam hasta oldu, tütün fabrikası yaramadı ablama, annem de çıkardı işten, tekstil fabrikasına soktu. Sonra ben de yanına geçtim. Nişanlanma hikâyenizi duydum çok ilginç geldi… Eşim Yusuf beni görüyor, o da nişanlıymış yüzüğü atıyor. Annesine “ben bir göçmen kızını sevdim haberi yok…” diyor. Ben hiç bilmiyorum. Gece bekçisiydi. Yolda gidip gelirken beni görüyor ondan sonra geliyor annemden istiyor. Ne diyor? “O gariban ben gariban, verdin verdin, vermedin kaçıracağım kızını diyor… Bizde kız kaçmaz. Annem beni kaçırmasın memleketlilerimize karşı rezil olmayalım diye tamam diyor. Vereceksin ama nereye veriyorsun? Evi yok barkı yok. Ama mecbur verdiler. Altı ay nişanlı durdum. 17 yaşındaydım.
SAYI 4
41
YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI Ev yok bark yok demiştiniz. Nasıl evlendiniz? Onlar da çok fakirdi. Evlerinde kapı bile yoktu. Kartondu evin kapısı. Ellerim kınalı düğünümüzü yaptık hadi bakalım daha haftasına tekrar işe. Evlenirken çalıştırmam demişti ama haftasına gene kaldık aç. Dört tane kaynım var bir de kaynanam iki de biz. Kayınlarım daha çok küçük. Toplam yedi nüfus. Bir gece bekçisinin maaşına bakıyoruz. Annem “Oğlum sen çalıştırmayacaksın ama bırak başlasın” dedi. Sonra işe girdim başladık çalışmaya, kayınlarım da büyüdü çalıştılar. Onları evlendirdik, yer aldık ev yaptık el birliğiyle…
İşsizi Yoldan Çeviriyorlardı İş Vermek İçin Ne zaman bıraktınız çalışmayı? Bırakmadım ki. Sonraları askeri dikimevine girdim Yavrum, şimdiki gibi değil, şimdi üniversite mezunu bile işsiz kalıyor. O zamanlar “senin okuryazarlığın varmış, bu fabrika daha çok para veriyor” diye yoldan çeviriyorlardı. Gittim başladım, meğer sigortalıymış. Haberin yok muydu? Ben sigorta nedir bilmiyorum ki? Hangi fabrikaya başlasam bana bir kart veriyorlar bende eskisini yırtıyorum. Cemile abla vardı bir gün baktım elinde yırttığım kartlardan. Eski, yarısı yıpranmış. “Bu yırtık kâğıt elinde ne geziyor?” diye sorunca “Bununla doktora çıkacağız bedava bakacak bize” dedi. Ben yine yenisi verecekler derdindeyim. “Yırt at yenisini verecekler” diyorum kadına. “Olur mu sakın yırtıp atma yarın emekli olunca devlet bana, sana maaş bağlayacak” deyince ben kala kaldım. Peki nasıl emekli oldun? Yeni girdiğim fabrikada Yasin Bey vardı bana 10 gün izin
42
SAYI 4
verdi, daha önce çalıştığım fabrikalardan giriş çıkış kartlarımı topladım, getirip teslim ettim. Tekel’in verdiği numarayla da emekli oldum. Sizin bir de tren hikâyeniz var sanırım… Köprülü’den buraya geliyoruz. Ablam da orda evlenmişti küçücük bir kızı var onları da getiriyoruz. Eniştemizden habersiz. Kaçırıyorsunuz yani… Neden? Ablamı bırakmak istemedik. Annem Türkiye’ye yerleşebilmemiz için bir adamla sahte evlilik yaptı. O adamın vasıtasıyla geliyoruz zaten. Ablamın kocasına da “biz şimdi gidelim siz de gelince birleşirsiniz yeniden” dedik. Adam
kabul etmedi, bize inanmıyor ve “kızı alamazsınız” diyor. Adamı kandırdık kızı kaçırdık neticede. Yakalanmamak için 4-5 durak öteden bindik. Vardar Deresi var onu yüzerek geçtik. Bindik trene geldik Türkiye’ye. Burada ilk nereye geldiniz? Sirkeci’de misafirhaneye geldik. 15 gün kaldık, oradan bizi aldılar, annemin sahte evlilik yaptığı adamın bir yakınının yardımıyla ev tuttuk.
Küpteki Altınları Fırlatıp Attık Trenle yakalanmadan geldiniz yani… Geldik ama o trende gelirken annem bizi topluyor. Babam öldü ya hemen ablamı evlendirdi annem. İç güveysi aldılar. Biz tarlaları sürüyoruz annem süremez, annem zaten oranın kadın polisiydi. Dayım da komiserdi memleketteyken. Oradan kaçıp geliyoruz. Trende uyuyoruz tren şefi geldi arıyor üstümüzü. Eşyalarımızı da arıyor, yatağın içinde altın var mı yok mu para varsa zaten yırtacak, atacak. Annem de altınları koymuş küpün dibine, üstüne de tereyağı donduruyor. Görevli kanmadı “ver ben bakacağım” diyor. Annem “vermem” diyor. Annem çekiyor kulplarından o çekiyor, daha Makedonya toprağındayız. Annem “ben bunu sana vereceğime dedi, belki Hıristiyan da olsa çoban biri bulur diyerek kaldırdı onu gece vakti camdan aşağı attı. Küp gitti, o şef de gitti bizim başımızdan. Ne ona yar oldu o para ne de bize yar oldu. Eğer o paralar buraya gelseydi benim torunlarım bile rahat edecekti. Geldikten sonra burada hayat başladı. Beni okut dedim anneme okutmadı, nişanlıma okut dedim okutmadı, kaldım cahil. Askeri dikimevinde çok para veriyorlar dediler aldılar beni oraya oradan emekli oldum. Bugün 32 sene oldu ben emekliyim çok şükür hamdolsun. Emekli olduktan sonra o ara hasta oldum, Bakırköy’de yattım. Psikolojik rahatsızlık mı geçirdin?
rakıp gidiyorum, işyerinde ağlıyorum, sonunda günde 3 kere bayılıyorum. Ne kadar kaldın hastanede? 3 ay 20 gün kaldım, çok da tedavi gördüm elektrik tedavisi filan sağlığıma kavuştum çok şükür. ama doktor dedi ki eşime “al hanımını bu hanımının sinir damarları incelmiş, yerine gelmesinin imkanı yok topraklı bir yer alacaksın, tavuk gibi eşelenecek dedi orda şimdi de eşim parkinson hastası, felç geçirdi. Ben bakıyorum ona, işte o zaman aldık Gönen’deki bu yeri.
Sinir hastalığı geçirdim. Çocuklarımı evde kilitliyorum, bı-
SAYI 4
43
YAŞAM
ZÜBEYİR KOÇULU
İÇMEDEN YAZAMIYORUM Yazarlıkla çay içmek arasındaki ilişki, gençler arasında bir efsaneye dönüştü. Size, yazı yazmaya başlamak için çayı sevmek zorunda olduğunuzu söyleyen olmadı mı? Çayın kaleminize etkisi hakkında hiçbirşey bilmiyor musunuz? O halde bu yazıyı okumadan çay içmeyin, çay içmeden bu yazıyı okumayın...
T
ürk entelijansiyası için fazlasıyla demli bir konudur çay ve entelektüellik arasındaki ilişki. Bilindiği gibi çay, yazı, yazar ve yazmakla en çok ilintilendirilen içecektir memleketimizde. Nedendir bilinmez, çay ve yazıyı konu olan onlarca deneme, şiir, öykü, mektup kaleme alınmıştır şimdiye kadar. Çay bardağıyla kalem, birbirini tamamlayan, adeta birisi olmadığında diğeri eksik kalan dostlar gibi muamele görmüştür. Bu ilişkinin böylesine keskin çizgilerle belirlenmesinde – çay edebiyatçılarını bir kenara koyarsak- belki de yazarlardan daha çok okurların payı vardır. Ne dersiniz? Gündüz pek ortalarda görünmeyen meşhur yazarlar, akşamın perdesini indirmesiyle dostlarıyla hasbihal edebilmek için kahvehanelere uğramış, çok mu? Onca mühim mevzunun hararetine kendilerini kaptırıp, ardı ardına çay bardaklarını devirmişler, fena mı? Bu sıradan ve gündelik eylemi romantizmin şizofrenik sınırları içinde ululaştırmanın bir anlamı var mı? Durum, Mehmet Akif’lerin, Süleyman Nazifler’in uğrak yeri olan Beyazıt’taki Küllük kahvehanesinde de böyleydi, günümüz entelektüel camiasının en meşhur uğrak yeri
44
SAYI 4
At Pazarı’nda da böyle. İnsanlar, akşamları bir iskemleye oturup çay içerek sohbet etmekten keyif alıyor. Bunların bir kısmı yazıyor, bir kısmı yazamıyor. Çayın yazıdaki doğurganlığa katkısı ise uzay bilimcileri tarafından –hâlâaraştırılıyor.
Sosyal medyada çay Bilime her zaman saygımız vardır. Çayın yazarlığa etkisi laboratuarlarda ispat edilsin, biz yayın evlerini çay üretimine teşvik etme noktasında her türlü kampanyaya varız. Zaten, edebiyat dünyasının gençlerini ortak bir ‘sahifede’ buluşturan ve yeni bir yazın türü olmaya aday ‘sosyal’ medyaya bakacak olursak, yazı yazmak ve çay içmenin birbirinden ayrılması teklif dahi edilemez maddeler cümlesinden olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Çay içerken yazı yazmak veya yazı yazarken çay içmek hakkında atılan bir milyon twit bulabiliriz, örneğin! Bu yazı-çay furyası öyle bir hal aldı ki, yazı yazmaya yeni başlayacak gençler, neredeyse önce kendilerini çay içmeye alıştırmak zorunda hissediyor. Bir kısım cevval gençlerse, ‘içmeden yazamıyorum’ kıvamına gelmekte hiç zorlanmıyor.
Peki, çay edebiyatı ya da edebiyatın çayı gerçekten bu kadar vazgeçilmez midir? Yani, çay içmeden yazı yazamaz mıyız? Elbette ki, hayır. Burada adını ifşa ederek edebiyat kariyerini baltalamak istemediğim birçok yazar, çay içmekten hoşlanmıyor. Umarım bu sizde hayal kırıklığına yol açmamıştır. Hayır, derginizi elinize almadan çayı demlediyseniz sakın geri dökmeyin diye söylüyorum. İçtiğiniz ya da içmediğiniz çay, kaleminizin demini, rengini, ağırlığını değiştirmez. Çay güzel bir içecektir ve dost sohbetlerinde kuruyan damaklarımız için birebir keyif kaynağıdır. Yazılarınızın demini değiştirecek enstrümanlar okuduklarınız, gördükleriniz veya tecrübeleriniz olabilir. Çay ise size keyif katar. Bedenî ve zihnî yorgunluğu giderir. Sinirleri uyarır. Mide tembelliğini alır. Hararet yapar. Yeri gelir, üşüyen elinize sıcak bir dost olur. Ama o kadar.
Çayın yerine ne gelir? “Yazarın yazdığını oku, yaptığını yapma” demişler. Her ihtimale karşı yazıya başlamadan 20 dakika önce demlediğim çayımı yudumlarken, Türkiye’de çay üretiminin ülke ekonomisi açısından ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Çay tüketimini edebiyat dünyasıyla özdeşleştirenlerin çay satıcılarıyla bir bağlantısının olup olmadığı konusunda tereddütteyim. Hele şu çaydanlığın dibini bir göreyim, 1773 ‘te, çay baronu İngilizlere karşı düzenlenen Boston’daki Çay Partisi’nin tarihsel izini bile sürebilirim. Çaya olan bağımlılığımızın Amerikalıların Türk milletine bir oyunu olup olmadığı konusunda derin araştırmalara girişebilirim. Yoksa, esnaf lokantalarında yemeğin hemen ardından mutlaka sorulan “abi çay içer misin” sorusu, kahvaltıyı çaysız düşünemez hale getirilen halkımıza oynanmış beynel-milel bir entrika mı? Ama bundan önce, bize “çay” olanın başka milletlerde ne olduğu konusu zihnimi kurcalıyor. Öyle ya. Türkler için “vazgeçilmez” olan çay, farklı kültürlerde mutlaka başka bir içecek ya da yiyecekle dolduruluyor olmalı. Madem çaylarımızı içtik. Birlikte bir beyin fırtınası yapalım: Farklı kültürlerin yazarları, ne yapmadan yazı yazamaz olabilirler? Japon bir yazar yazısına başlamadan önce özenle hazırladığı bir porsiyon suşiye -kısık gözlerlebakmadan ilham kendisine uğramaz belki de. Güne bir bardak Boşnak kahvesi içmeden başlamayan Boşnak entelektüel, kahvenin telvesini fazla kaçırarak yazdığı yazıyı buruşturarak çöpe atar. Amerikalı bir yazar midesinde hamburger boşluğuyla değil yazı yazmak, elini kü klavyeye bile sürmez. Bir Arap şairi felafile selam vermeden, mırrasını ateşe vurmadan, nargilesini yakmadan şiire durmaz. Küreselleşen dünyamızı incelerken yerel unsurları gözardı etmemeliyiz. Evet, itiraf ediyoruz: Çayın yanında bisküvit veya yerine göre çiğ köfte poşetini görmeden GencizBiz ekibini bir masanın etrafında toplayamazsınız!
ÇAY İÇME REHBERİ Hayatımızı kolaylaştırıp kolaylaştırmadığına henüz karar veremediğimiz ‘uzmanlar’ sağolsun, henüz çayın faydalı bir içecek olup olmadığı konusunda bile kafamız karışık. İçiyoruz ama, radyasyon mu yudumluyoruz, yoksa kansere karşı mı korunuyoruz, hiçbir fikrimiz yok. Bu kafa karışıklığını gidermek için labarotuvarda deney yapmaktan çayın keyfini süremeyen uzmanlara değil, bizzat çay içicilere danıştık. İşte 9 maddede çay: • Çay yaprakları fermantasyondan sonra kavrulursa siyah, önce kavrulursa yeşil çay elde edilir. Fiyakalı bir yazarın yeşil çayla işi olmaz. • Çay, eğer abartmadan içilirse bedenî ve zihnî yorgunluğu alır. • Sinirleri giderir. Yazı yazarken kalemi kemirmez, klavyeyi parçalamazsınız. • Mide tenbelliğini giderir. O kadar çay içerseniz yanına aparatif almak zorunda kalırsınız. Köşedeki bakkalı ve simitçileri sevindirirsiniz. • Çay, damar kireçlenmesini önler. Memleket meselelerinde damarınıza dokunan ne varsa bunları diri tutmanızı sağlar. Paşa çayı içenler bahsimizden hariçtir. Onların çay içtiğine twitterdan bin şahit getirseniz de kimse inanmaz zaten. • Çayı abartacak olursanız çarpıntı yapar. Sinir bozukluğu, baş ağrısı, mide bulantısı yapabilir. El titremesi ve uykusuzluğa sebep olur. İkinci bir sohbet ortamına kadar çaktırmadan çaydan uzak durmanız gerekir. Bu durumda çevrenizin çay içememenizi alay konusu yapmayacağından emin olun. • Çayı ağır bir ortamda içiyorsanız “benimki açık olsun” dememeye özen gösterin. Hakkınızda ne tür dedikoduların çıkacağını kestiremezsiniz. • Bir dergi veya gazeteye iş başvurusu yapıyorsanız, “Bi çayınız varsa içeriz” cümlesini tok bir sesle söylemeniz önerilir. Bu tavır sizi çay içmeyenlerin bir adım önüne taşıyacaktır. • Siz siz olun, çay içmeyen insanlarla alış-veriş yapmayın. Onlara kız vermeyin. Onlara oy atmayın. Onlarla arkadaş olmayın (Bu madde Murat Menteş’ten etkilenmiştir).
SAYI 4
45
TEZAT TV
ERSİN ÇELİK
Bu Ekran Köye Yol Yapar Geride bıraktığımız yazı, sezonluk dizileri yazarak uğurlamak isterdim. Ama yayınladıkları kuşak reklamlarından daha kalitesiz bu diziler daha az izlendiler. Reyting çöplüğüne boylamış milyonluk projelerin kemiklerini sızlatmanın bir anlamı yok. Bu yüzden bu yazın balta girmemiş ekranlarını yazmak daha doğru olacak.. Konumuz NTV Yeşil Ekran … NTV’nin birkaç yazdır yaptığı yeşil ekran 2012’de müthişti. Bir kere o güzelim belgeselleri usta oyuncu Tunceli Kurtiz’e seslendirtmemişlerdi. Kurtiz’in etkileyici ve kulaklara dikkat kestiren sesine lafım yok. Ama belgeselde “Özgürlük kuşların kanadındaki tüylerde saklıdır yeğen…” minvalinde çıkıyordu. Ezel’deki Ramiz Dayı algısı oluşturan belgesellerin yerine daha çok doğal yapımlarla çıktılar. Fırtına Deresi’nde yaşayan bir ailenin günlük yaşamını yine onların oyunculuğuyla ekrana taşıyarak profesyonel-
likle amatörlüğü büyük bir ustalıkla yansıttı NTV. Karadenizlinin o sosyete ve menfaat değmemiş kendi halindeki günlük yaşamını yansıtan bu yayınlar eminim birçok insanın köy hasretini depreştirmiştir. Hele çekim sonlarındaki toplu izlemelerdeki utangaç ve şaşkın bakışların yansıması doyumsuzdu. Büyükşehirlerin betonarme esirleri olan bizler sanırım bu programları beğenmenin ötesine geçeceğiz. NTV yaz ekranını bu doğallıkla bir iki yıl daha sürdürürse “Orda bir köy var uzakta işte ona gidiyorum” akımının lokomotifi olacak… Öncelikle köy ahalisinin haberi olsun.
N’olur Şuşu N’olur! Seksek, kukla, saklambaç, dokuz taş ve ip atlama gibi oyunlarla büyüyüp anne baba olan bir önceki nesil çok dertli çok… Başta da ben. Nedeni ise 2-8 yaş arası çocukları çekip çeviren Pepee isimli çizgi film karakteri. Yıllarca kendi kültürümüzü yansıtan, çocuklara bu yönde mesajlar veren çizgi filmlerin olmamasından şikayet edip durduk. Sonra Ayşe Şule Bilgiç diye birisi çıkıp ülkemiz için ciddi anlamda elzem olan bu sorunu çözdü. Pepee isimli bir karakteri evlerin ikinci üçüncü çocuğu yaptı. Çok da iyi oldu. Birebir yaşayan birisi olarak 2 yaşındaki kızımda iyi yönde çok etkisini gördük. “Çişimiz tuvalette” şarkısı ile çocuk bezine para bağlamaktan kurtulduk örneğin. Fakat Pepee biraz sorunlu bir çocuk. Sayesinde onun fenome-
46
SAYI 4
ni olan çocuklar da sorunlu olmaya başladı. Neden mi? Birincisi Pepee çok küsüyor. Bir de mimikleri var, elleri bağlamalar kafayı dikmeler falan. Çocuğu Pepee izleyen bir çok aile dostuma sordum şikayetler aynı: “Pepee küsüyor bizimki de aynı mimiklerle olur olmaz şeylere küsüyor. Oflayıp puflamaları da aynı.” Bir de paylaşmama huyu var yerli malı çizgi veledin. Sonrasında ikna olsa da bizim çocuklar bu kısmını atlıyorlar genellikle. Pepee biraz daha uyumlu, paylaşımcı çocuk olmaz ise başka bir sorun daha çıkacak. Pepee’yi sadece çocuklar değil haliyle anne babalar da izliyor. Korkuyorum bu huyu yakında bizlere de sirayet edecek. Cidden korkuyorum! Buradan Ayşe Şule Bilgiç’e sesleniyorum: “N’olur Şuşu Pepee küsmeden oynasın n‘olur…”
Reytinge de Kalite Duasına da Muhtaçlar Biraz geç bir konu oldu ama yazmadan edemedim… Malum ramazan ayı bu sene de yaza denk geldi. Ama hac mevsimin Kurban bayramına denk gelmesi gibi sabit olmayacak bu durum. Şunun şurasında 6 yıl daha yaz orucu tutacağız. Sonrası Nisan ve Martta doğan güneşin enerjisine bağlı... Neyse biz asıl konumuza dönelim; kalite duasına muhtaç ramazan ekranları… Mübarek ayın verdiği bereketten olsa gerek, reklam gelirleri tavan yapsa da ekran kalitesi yerlerde. Kanal 7, STV gibi muhafazakâr kanalların omuzundaki ramazan yükü her geçen yıl hafifliyor. Fakat geçirdikleri 11 ayın etkisinden çıkamayıp geçirecekleri 11 ayın heyecanına yenilen çoğu kanal; Kanal 7 ve STV’den kotarma formatlarla çıktı izleyicinin karşısında. Ramazan ekranlarındaki hocalar aynı olunca sorular da son 10 yılda
çıkmışlar arasından seçildi. Bu ramazan da sakız çiğnemek orucu bozdu, şeker hastaları için “yiyin için keyfinize bakın” fetvası verildi özetle. Sahur programları da birbirine girmişken bence aradan iki kanal sıyrıldı. Genel kategoride de ayrı tutulması gereken STAR alkışı hak etti. İftar programı türevlerinden olsa da sahurda yayınladıkları “Hicret Yolu” takdire değerdi, farklıydı, etkileyiciydi ve izlendi de… Bir de Kanal D var… “Ben bilmem eşim bilir” yarışmasının tekrarlarını sahurda vererek yeni yayın dönemine de alt yapı hazırlamış oldu. Özetle; mübarek 11 aylar geldi de kurtulduk çoğu saçma sorular ve aynı fetvalar yağmurundan!
Huzur Veren Reklamlar da Olsa! Başörtülü dizi karakteri… Siz bu yazıyı okurken malum diziyi izliyor olacaksınız. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı kitabı diziye uyarlandı. Ve haliyle romanın başörtülü başkahramanları da dizide olacak ve yine haliyle başörtülü bir başrol oyuncusu olacak. Bu bir ilk değil çünkü yıllar önce Kayseri’deki bir ailenin yaşantısını anlatan Hacı dizisinde de başörtülü karakter vardı ve yarı başrol sayılırdı. O dizi tartışmaların göbeğinde sona erdi. Aslına pek tutmadı. Muhafazakâr camia da hazzetmemişti zaten. Şimdi tüm gözler Huzur Sokağı’ndaki Feyza’da olacak. Aşkı kadar dini yaşantısıyla da idol bir karakter olan Feyza “toplum algısını da değiştirebilir mi” acaba? Son iki yıldır başörtüsü yasağı konusunda büyük oranda özgürlük adımları atılsa da birçok alanda ciddi ambargo devam ediyor. Bunların başında da televizyonlar geliyor.
Mesela TRT başörtülü konuk almakta hala çekimser. Daha az izlenen tematik kanallarında ekran açıyor. Özel kanallar ise işin reyting tarafında. En önemlisi de reklam piyasası. Reklam verenler ve o reklamları çeken ajanslar hala daha başörtülüleri muhatap almıyor, filmlerinde yer vermiyor. Açıkçası kendiliğinden oluşmuş bu kitleyi potansiyel müşteri saymıyorlar. Ya da sayıp görmemezlikten geliyorlar. Hemen her evde en çok tüketilen ürünlerin konulu, mahalle ya da ev yaşantılı reklamlarında bir başörtülü görememek de bu ambargonun göstergesi. Huzur Sokağı başörtülü kesime de muhatap alınma huzuru getirirse… Yani, yaşantıların normalleşmesini sağlarsa çok huzur verecek bir iş yapmış olacak.
SAYI 4
47
BİLİŞİM
PINAR HİLAL BALTA
Sosyal Medya’nın Derneği kuruldu: USMED Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED), İstanbul Üsküdar’da kuruldu. Sosyal medyada etkin e-ticaret uzmanı, sosyal medya danışmanı, editör, eğitimci, akademisyen, tasarımcı gibi farklı meslek dallarından kurucuları bir araya getiriyor. Dernek; yapacağı faaliyetlerle sosyal toplulaşmanın da getireceği dayanışmayı bilince dönüştürmeyi, sosyal sorumluluk projelerinin çoğaltılmasını ve yeni medya sahasını geliştirmeyi amaçlıyor. Dernek, yeni gelişen ve yapılandırılan sosyal medya alanındaki hak ve özgürlüklerle ilgili anayasal kazanımlar sağlamak üzere raporlar hazırlayıp kamuoyuna sunacak. USMED Genel Sekreteri Salih Çaktı, Türkiye özelinden baş-
layarak tüm dünyada sosyal medya kazanımlarının artmasını, sosyal medya çalışanlarının teknik yönden desteklenmesi ve gelişiminin sağlanmasını, hizmet kalitesinin yükseltilmesini, sosyal medyanın diğer iş kollarıyla entegrasyonun başarılı bir şekilde planlanmasını hedeflediklerini kaydetti. Bu kapsamda ilk olarak, Azerbaycan, Mısır, İtalya, Kanada, Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde temsilciler belirleyecek. Usmed şimdiden, İspanyolca, Arapça, İngilizce ve Türkçe olmak üzere dört ayrı dilde yayın yapmaya başladı bile! USMED hakkında daha fazla detaylı bilgiyi www.usmed. org.tr adresinden edinilebilir.
Galatasaray Yandex ile masaya oturdu Sarı-kırmızılı kulüp, anlaşma çerçevesinde arama motoru ve internet servis hizmetlerini, ''GSYandex'' markasıyla taraftarlarının hizmetine sunacak.
Yalçındağ, ''Galatasaray ile ilgili en güncel haberlere, trafik ve hava durumuyla ilgili anlık bilgilere tek bir sayfadan ulaşabilecekler.
Galatasaray, Türkiye'ye bir çok ilki getiren Yandex ile dünyada benzeri olmayan bir anlaşmaya imza atarak bugünden itibaren taraftarlarına özel geliştirilmiş bir arama motoru ve internet portalı sunmaya başlıyor.
Aynı zamanda 'galatasaray.org' sitesinde Yandex arama hizmeti taraftarlara sunulacak. Çok yakında Galatasaray taraftarlarına 'galatasaray.net' uzantılı e-posta hizmeti de vermeye başlayacağız'' ifadelerini kullandı.
ABD’den Çin’e şok yasak veteknoloji.com ‘un haberine göre; Çin’in en büyük Telekom şirketleri Huawei ve ZTE’nin bazı cihazlara kodlar yükleyip ABD’ye ilişkin gizli bilgilerin Çin’e gönderilmesini sağlamakla suçlanıyordu. Bu nedenle, ABD temsilciler meclisi istihbarat komitesi, bu iki şirketin güvenlik tehdidi yarattığına karar vererek, şirketlerin ABD’de birleşme ve
48
SAYI 4
satın alımlara katılımını yasakladı. Satışlarının yüzde 4’ünü ABD’de yapan Huawei, dünyanın en büyük 2. telekom ekipman üreticisi. ZTE ise sıralamada beşinci. Huawei’nin geçen sene ABD’den elde ettiği gelir 1.3 milyar dolardı.
Google'ın yeni tableti Nexus 7 piyasada Asus tarafından üretilen tablet, Android’in 4,1 sürümüne verilen kod ismi ile Jelly Bean Android sürümüne sahip.1200 x 800 ekran çözünürlüğü, NVDIA 4 çekirdekli işlemci ' ye sahip. Tablet sadece 340 gram ağırlığında. 10 saate kadar batarya kullanım ve 8 saat hd video izlemeye imkân veren batarya ya sahip. İki ses çıkış birime sahip.
Tüm özellikleri tam olmasına rağmen, arka kameraya sahip değil. Google bunun nedeni daha makul bir fiyata satmak için koymadıklarını belirtti. Nexus 7′de sadece micro USB ve 3.5 mm kulaklık çıkışı bulunmaktadır. Yeni iPad'a kıyasla 1 mm daha kalın.
Samsung’tan Ultra İnce Masaüstü Samsung All-in-one PC 7 Serisi 23,6” full HD LED ekran 1920 X 1080 çözünürlük, 250 nit parlaklık, 16.7 milyon renk ve 5ms tepkime süresine sahip olmanın yanısıra, dokunmatik özellikleri ile de masaüstü PC’lerin alışılagelmiş monitörlerinden çok daha kullanışlı özellikler sunuyor. 90° yana yatabilen ekran ve 160° açılı izleme özelliği de kullanıcıların evlerinde nerede otururlarsa otursunlar hiçbir ayrıntıyı kaçırmamalarını garanti ediyor. Samsung’un Hızlı Başlatma “Anında Çalışır Duruma Getirme” özelliği kullanıcıların açma/kapama düğmesine bastıktan sonra birkaç saniye içinde bilgisayarda çalışmaya başlamasını mümkün kılıyor. Yenilikçi karma uyku modu, uyku modunun hızlı başlatma özelliği ile hazırda beklet modunun dengeli özelliğini biraraya getiriyor, bu sayede kullanıcılar bilgisayarlarının yeniden çalışması için 30-60 saniye beklemek
zorunda kalmıyor.All-inone PC 7 Serisi masaüstü bilgisayar performansını en yeni nesil Intel Core i7/i5/i3 işlemci ile sunuyor. Bu da en dikkat gerektiren uygulamaları kullanırken dahi, internette daha hızlı gezme imkanı sunuyor. Yeni seri ayrıca daha az enerji tüketiyor ve mobil CPU’lara oranla %15 daha fazla performans sunuyor.
Samsung’un oyun bilgisayarları : ‘Series 7’ Samsung Series 7 Origin, Alienware ve Asus gibi markaların laptoplarına meydan okuyor. Dört çekirdekli Core i73610QM işlemci, 16 GB RAM, NVIDIA GeForce GTX 675M grafikler, 750 GB hard disk ve 1920x1080 piksel çözünürlüğe sahip 17 inç ekran. 3 GHz işlemci, Intel HM77 çip setiyle çalışıyor ve Windows 7 Home Premium (64 bit) ile geliyor. Dıştan bakıldığında siyah, büyük ve parlak bir kutu olarak tanımlayacağınız laptop özellikleri ve performansıyla özellikleri oyun severler için güzel bir seçenek.
Klavyesindeki ışıklı yapı oyun bilgisayarlarında alışık olduğumuz bir durum ve karanlıkta klavyeyi seçebilmenizi kolaylaştırıyor.17.3 inç ekranın görüntü olarak muhteşem bir deneyim sunmasının yanında çok iyi bir de ses sistemine sahip. Ön kısımda 2.0 mega piksel web kamerası var ve 2 USB 3.0, 2 USB 2.0, SD, HDMI girişleri, Wi-Fi, Bluetooth 4.0, Bluray ve ekran kartı girişi yer alıyor. Bataryası ise 2 saat 33 dakika kullanım sunuyor.
SAYI 4
49
GENÇLİK AJANDASI
BÜNYAMİN UZUNCAN
Edi, Büdü, Minik Kuş ve Diğerleri Ziyaretimize Geliyor Çocukluklarını 80’li ve 90’lı yıllarda yaşayanlar onları iyi tanır. Diğer bir deyişle o sokağın sakinlerini; Edi’yi, Büdü’yü, Kırpık’ı, Minik Kuş’u... Susam Sokağı’ndan bahsediyorum; Susam Sokağı’nın efsane sakinlerinden... Hayal de olsa bir zamanların en yaşanası sokağından yani. Sizlere daha fazla nostalji yaşatmadan sadede gelelim, müjdeyi verelim: Susam Sokağı Live gösteri ekibi 28 Kasım-2 Aralık tarihleri arasında İstanbul’da olacak. Maslak TİM Show
Center’da 10 gösteri yapması beklenen Susam Sokağı yıllar sonra yeniden sevenleriyle buluşmuş olacak.
2 KiTAP O’nunla Geldi İnsanlığın Baharı Ahmed Abd Al Waliyy Vincenzo TİMAŞ YAYINLARI Hazreti Peygamberi ve yaşadığı dönemi anlatan onca kitap vardır. Onunla gelen bahar bir olsa da, bu baharı Güneş başka, bulutlar başka, ağaçlar başka türlü anlatacaktır. Yesrib’de Bahar da anlatım konusunda diğer kitaplardan birazcık farklı. Müslüman Yazar Vincenzo’nun Türkçe’ye çevrilen kitabı okuyucuya sahabelerden Zeyd bin Sabit’in ağzından Hazreti Muhammed’i anlatıyor. Yazarın, ‘Batı romanının akıcılığı ve Doğu bilgeliğinin içeriğine haiz’ olarak değerlendirdiği kitap, sekiz yaşındaki Zeyd’in rehberliğinde İslam’ın ilk yıllarını okuyucuyla buluşturuyor.
Lizbon’a Gece Treni Palcal Mercier KIRMIZI KEDİ YAYINLARI Bir insan, küçücük bir kıvılcımla sahip olduğu herşeyden vazgeçip bir başka şehre, bir başka insanın hayatının izini sürmeye gidebilir mi? Antik diller öğretmeni Raimund Gregorius’un yaptığı tam da bu. Duyduğu Portekizce bir kelimenin büyüsüne kapılıp Lizbon’a uzanan yolculuğunun sonunda Gregorius’u, hakkında hiçbir şey bilmediği Portekizli bir doktor-yazar olan Amadeu Prado’nun ilginç yaşam öyküsü karşılar. Prado’nun hayatında kendini arayan Gregorius, Lizbon’dan sonra da kendi içine doğru bir yolculuğa çıkacaktır.
2 ALBÜM ‘The 2nd Law’ of Modern Rockers!*
İngiliz rock grubu Muse, altıncı albümleri ‘The 2nd Law’ın dinleyicileriyle buluşacağı günü bekliyor. Dominic Howard, Matthew Bellamy ve Chris Wolstenholme üçlüsünden oluşan grup, yeni albümün piyasaya sürüm tarihi 17 Eylül 2012 olarak belirlenmiş olmasına rağmen çalışmada yer alan bir şarkıyı Youtube üzerinden yayınladı. ‘Modern Rock’ kavramının temsilcisi olarak gösterilen Muse’un yayınladığı bu şarkının ismi: Madness. Güney Londra’da 90’lı yılların sonlarında ortaya çıkmış bir müzik türü olan ‘Dupstepin’ tarzının izleri görünen parça, albüm hakkında da ip uçları vermekte. Elektronik bir dans müziği türü olan ‘Dupstepin’e Rihanna ve Britney Spears tarafından da albümlerinde yer verilmişti. *Modern Rockçıların İkinci Kuralı
50
SAYI 4
Müziğin ‘Yalın’ Hali
Pop müziğin ülkemizdeki geçmişine bakıldığında, saman alevi gibi parlayıp sonrasında zamana yenik düşmüş birçok isimle karşılaşılır. Buna rağmen bazıları vardır ki, yaptığı müzik yıllar geçse de hala dillerdedir. İşte bu kiselerden birisi de Hüseyin Yalın; ya da sadece Yalın. 2004 yılında ‘Zalim’ şarkısıyla çıkış yakalayan ünlü şarkıçı aradan sekiz yıl geçmesine rağmen, birbirinden güzel eserleriyle adından çokça söz ettiriyor. Bugüne değin çıkardığı ‘Ellerine Sağlık’, ‘Bir Bakmışsın’, ‘Her Şey Sensin’, ‘Ben Bugün’ ve ‘Anlat Güzel Mi Oralar’ albümlerinden sonra yeni çıkacak albümü merak konusu olmuştu. ‘Sen En Güzelsin’ ismiyle piyasa sunulan çalışma Yalın dinleyicilerini yine hayal kırıklığına uğratmadı. Kasma, Sen En Güzelsin, Merdiven ve Aşk Şimdi gibi birbirinden güzel on bir parça yer alıyor.
Renklerin Kumaştaki Dansı: Batik Sanatı Çerçeveletip duvarınıza asmak yerine bir sanat eserini üzerinizde taşımaya ne dersiniz? Eğer cevabınız ‘Evet!’ ise Batik Sanatı ile tanışma vaktiniz çoktan gelmiş demektir. Bir kumaş boyama sanatı olan Batik, kökeni yüzyıllar öncesine dayanan bir tekniktir. Bugünkü Endonezya topraklarına 1500’lü yıllarda yapılan seyehatlerle keşfedilen bu yöntem, 1800’lü yıllarda Avrupa’da el sanatları alanına girmiştir. Batik Sanatı’nda resmedilen motiflerde doğanın güzelliklerinden esinlenilmiştir. Özellikle cennet kuşları, rengarenk çiçekler ve kelebekler kumaşları süsleyen, insanları büyüleyen tasvirler olagelmiştir. Günümüzde ise motiflerin zenginliği dikkat çekmektedir. Koşuşturan atlar, filler ve zürafalar kumaşlara resmedilmekte, adeta kumaşlarda hayat bulmaktadırlar. Ülkemizde çok da yaygın olmayan bu sanatı kendi imkanlarınızla ya da nadir olan kurslardan birine giderek öğrenebilirsiniz. İ.B.B. Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları-İSMEK bünyesinde yer alan Batik Sanatı kursunun ayrıntılı bilgisine"www.ismek.ibb.gov.tr/ism/branslar. asp?BransCode=14" linkinden ulaşabilirsiniz.
2 FiLM İnsan, Hikayesiyle Yaşar
Vizyon tarihi: 19 Ekim 2012 Yönetmen: Osman Sınav Oyuncular: Kenan İmirzalıoğlu, Tuğçe Kazaz, Uslan Çakır, Altan Erkekli Süre: ??????
Hat Sanatı: Be’nin Noktasında İlmi Görmek Pablo Picasso’nun hat sanatına olan ilgisi bilinir, konuşulur; hatta, bir zaman Cezayirli bir hattattan dersler aldığı da rivayet edilir. Rivayet edilen bir diğer şey de İspanyol ressamın bu sanat hakkında söyledikleridir: “Batı’nın yüzyıllar boyunca üzerinde durup peşinden koştuğu soyut ifadeyi hattalar asırlar önce bularak çağın üstüne çıkmış ve en güzel örneklerini vermişlerdir.” Sakıp Sabancı Müzesi, ‘Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’ sergisiyle ziyaretçilerine tam da asırlar öncesinde çizilmiş Doğu Medeniyeti’nin bu muhteşem şaheselerini görme olanağı sunuyor. Ondördüncü yüzyıl sonlarından yirminci yüzyıla kadar ünlü hattatların yazdığı Kuran-ı Kerim nüshaları, dua kitapları, hilyeler; padişah tuğralı fermanlar görülebilecek eserler arasında yer alıyor. Bunların yanında hattatların gereçleri de bu sanatın inceliklerine dair ipuçları veriyor. Pazartesi günleri kapalı olan müze, diğer günlerde ziyaretçilerini bekliyor. Yazının kutsiyetindeki sırra ulaşıp, Be’nin noktasındaki ilmi görebilmek ise okumakla başlıyor.
Uzunca bir hayalin neticesi olan Uzun Hikaye 19 Ekim’de vizyona giriyor. Yapımcı ve yönetmen Osman Sınav’ın yıllardır filme uyarlamak istediği Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikaye kitabı ete kemiğe bürünüyor. Senarist Yiğit Gökalp imzasıyla, Kenan İmirzalıoğlu ve Tuğçe Kazaz’ın başrolde oynadığı filmde Bulgaryalı Ali’nin hikayesi anlatılıyor. 1940’lı yıllardan 1970’li yıllara uzanan hikayede Ali’nin, sevdalısı Münire’yi kaçırması ve sonrasında demiryolları boyunca süren yolculukları konu ediliyor. Hayata dair umudunu kaybetmeyen ve erdemlerinden vazgeçmeyen Ali’nin yaşadığı çetrefilli zamanlar ise yürek burkuyor. Bazen hüzün, bazen neşe; ama daima bir tutkunun var olduğu Uzun Hikaye, hem okunmaya hem de seyredilmeye değer bir eser olarak dikkat çekiyor.
SAVAŞIN ÇİÇEKLERİ
Vizyon tarihi: 24 Ağustos 2012 Yönetmen: Yimou Zhang Oyuncular: Christian Bale, Paul Schneider Tong Dawei Ni Ni Xinyi Zhang Shigeo Kobayashi
Çinli Yimou Zhang’ın yönetmenliğini yaptığı Savaşın Çiçekleri, Japonların 1937’de Çin’de yaptıkları ve 300 binlere varan insanın ölümüyle sonuçlanan Nanking katliamını anlatıyor. Batman filminden tanıdığımız ünlü oyuncu Christian Bale’nin başrolde yer aldığı film savaşın çirkin ve acımasız yüzünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Normal savaş filmlerinden oldukça farklı bir çizgide bulunan filmin psiko-sosyolojik yönleri de ön planda. Irksal düşmanlığın hangi boyutlara varabileceğinin de bir göstergesi olan Savaşın Çiçekleri’yle aynı konuyu paylaşan Nanking filmi de 2007’de vizyona girmişti.
Süre: 146 dk
SAYI 4
51
Darağacında olsak da son sözümüz FENERBAHÇE GENÇLİK DERGİSİ
2012 • SAYI: 4
2012 • SAYI: 4
Eğlenmeyi Nasıl Bilirdiniz? İçmeden Yazamıyorum
Pelin Batu: Tek Bir Meslekle Ömür Geçmez
İnstagram Fotoğrafçılığı