editörden
Ebru ARIMAN TVD.Yön.Kur.Başk.
Merhaba, Tatlı bir telaşe içindeyiz; tamamına erdik sonunda! “Etliye Sütlüye” karışan bir dergicilik anlayışıyla geldik. Hayvanlar için, çevre için, ekoloji için; ekosistemin bütünlüğü için mücadeleye... Bir bumerang döngüsünün içinde bulduk ademiyetimizi. Öyle ki; yok ettikçe, yok oluyoruz. Şiddetin içinde şiddet gösteriyoruz. Sustukça kanıksıyoruz. Sorgulamadıkça kabul ediyoruz. Düşünce becerimiz, öğretilmiş davranışlarla kalıplaşmış; kırıp atamıyoruz. Ezberlerimizi yaşıyoruz. Ayırıyoruz; insanı insandan, insanı hayvandan, hayvanı hayvandan… Ötekileştiriyoruz, kurallar koyuyoruz. Bu dergi sadece, içinizdeki merhameti, sevgiyi, sağduyuyu, hak duygusunu, adaleti ve gözünüzle görüp aklınızla bir kenara ittiğiniz, hep ertelediğiniz kulak arkası düşünceleri gün yüzüne çıkarmak, çelişkilerinizle yüzleşmek ve var olma savaşınızın haklı galibi de olsanız, bir kez olsun ardınızda bıraktığınız masum yıkıntıya bakmanız amacıyla hazırlandı. Suçsuz dostlarımız ve sessiz yol arkadaşlarımız için… Bir parça öz eleştirinin zamanı olduğunu düşündük. Yüzümüzü Grönland’daki kutup ayılarına çevirmeden, balığın santimiyle vicdan muhasebemizden sıyrılmadan,
damağımıza yabancı bedenleri barbarlık görmeden, sadece bıçağı tutanı katil ilan etmeden ve görünce vahşet, görmeyince affetmeden önce, kendi samimiyetimizle uğraşmayı uygun gördük. Büyük idealleri içi boş cümlelerle doldurmamak adına… Bu dergiyi hazırlarken amacımız, ötekileştirmek, hor görmek, ayıklamak ya da sınıflandırmak, aynı pencerede dirsek kavgasına tutuşmak, bardağın sürekli boş kısmına parmak uzatmak asla olmadı, olmayacak. Bu dergiyi, içinizde mutlaka var olduğuna inandığımız içsel muhakeme yetinize adadık. Agresif değil; kucaklayıcı, yargılayan değil; yol gösterici olmayı düstur edinerek. Son sayfayı kapattığınızda, binlercesinden sadece biri de olsanız aklınızda yer edebildiysek, sorumluluğumuzun gereğini bir parça da olsa yerine getirebilmişiz demektir. Bildiklerimizi paylaşmakla sorumluyuz; bu vicdani bir sorumluluk, her şeyin ötesinde bir görev bizim için. Anlatacak çok şeyimiz var, paylaşacak kısıtlı alan ve dar bir zaman. Sesimize kulak verin! Adil ve sürdürülebilir bir dünya için… Bir kez daha “merhaba”!
Veg&Nature 1
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014 VEGAN VE VEJETARYENLER DERNEĞİ (TVD) İktisadi İşletmesi Dernek adına İmtiyaz Sahibi ve Editör: Ebru ARIMAN – Yön.Kur.Başk. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Efe Cem ELÇİ Yayın Kurulu Güzide ERDEN Ebru ARIMAN Mehtap TÜYSÜZ Avşin KAŞIKÇI Serpil ATA Eşref BALCI Johanna Ebru ERDOGUŞ Soner ASLANER
İçindekiler 21
Grafik Editörü Ayhan YURDAKUL Fotoğraf Editörü Defne Sesin OKAY İllüstrasyon Hatıra AKYÜZ Reklam Direktörü Eşref BALCI Finans Direktörü Mehtap TÜYSÜZ Yayın Türü ve Periyodu Süreli yayın (3 ayda bir yayınlanır) Sayı: Nisan - Haziran 2014 Baskı: Özgün Basım Tanıtım San Tic Ltd Şti. Yeşilce Mah Aytekin Sokak No: 21 Kağıthane /İSTANBUL Yönetim Yeri Cankurtaran Mah. Keresteci Hakkı Sk. No:50 Sultanahmet / İSTANBUL 0212.517 25 08 vegnature@tvd.org.tr tvd@tvd.org.tr Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İsimli yazılardaki ifadeler eser sahibine aittir. Yasal Uyarı: Buradaki bilgiler tıbbi teşhis ve tedavi yerine geçmez.
8 4 6 8
Bizden Haberler Dünyadan Haberler Bilinmeyene Ulaşmak
Prof.Dr. Orhan Kural
10
“Sürdürülebilir bir dünya için pedallıyorum”
Rüzgar Alper B.
12 14 18
Bahar Mucizeleri
Profesör Mark Post Maastricht Üniversitesi
21
Vejetaryen Beslenme Protein Açlığı Değildir
Kitap Tanıtımları
Yapay Et : Geleneksel Etin Geleceği
Doç.Dr.Müge Özcan
Veg&Nature 2
24
Devrim, Özgürlük Mesajını Yaymakla Başlar Zülal Kalkandelen (Gazeteci/Yazar)
26
Zulme Ortak Olmayın! Hayvanların Kozmetik Deneylerde Kullanımı
30
32 36 38
30
41 42
Demek et-süt yemiyorsun, vah vah... Dr.Nilgün Eröztürk Susuzluk: Sorun Gökte Değil Yerde! İpek Böceğinin Sonsuza Yolculuğu Melike Demirağ’dan anlamlı çıkış: “Et değil ,hayvan bedeni!” Röportaj Melike Demirağ Buğday’dan Ekoloji Köşesi 8.000 Stadyumluk Orman Alanı Yok Oluyor!
44 38 44
46 48 50
51 54 56
60 62 64
50
Dev Mutasyon! Doç. Dr. Yavuz Dizdar “V” Sertifikası, AB’den sonra şimdi de Türkiye’de! Et tüketerek çevre korunmaz! Vejetaryenler Toplumun İlerisinde mi? Noam Chomsky Doğaya/Hayvanlara/Çevreye Dost Vegan Düğünler! Sivrisinek Savıcı Yeşil Alternatifler Hem vegan hem hamile: Dünyayı değiştiren süper kadın olmak Yazar: Yeliz Utku KONCA
56
Üniversitelerde Vegan-Vejetaryen Dayanışması: Suni Deri, Gerçek Deri Yüzleşmesi ! Bizden Veg&Nature 3
BİZLERDEN
Son 4 Yılda Et Üretimindeki Artış % 142 Futbol Borsada Değil, Arsada Güzel; Karşı Lig Kuruldu!
KARŞI LİG, endüstriyel futbola, ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe, her türlü nefret söylemi ve ayrımcılığa karşı olarak 2014 yılı başında kuruldu. Mahalle dayanışmalarının ve forumların çıkardıkları takımlarla katıldığı ligde her maçta her takımda kadın sporcu zorunluluğu var. Centilmenliğin esas olduğu
Karşı Lig’de maçlar hakemsiz oynanıyor. Takımların maçlara çıkarken hazırladıkları pankartlarla o haftanın gündemine dair sosyal ve politik mesajlar gönderdiği de sıkça görülmekte.
TÜİK’in açıkladığı son istatistikler, hayvancılıkta geldiğimiz son noktayı özetler nitelikte. Tabağımızdaki artış nüfus artışımızdan daha hızlı! Son verilere göre, 2013 yılında bir önceki yıla göre; Büyükbaş hayvan sayısında %3,6, kümes hayvanlarında %4,9, süt üretiminde %4,7, bal üretiminde %6,2 artış meydana geldi. Son 4 yıllık değerlendirmeye bakıldığında, 2009’da 37,6 milyon olan endüstriyel hayvan sayısı, 2013 yılında %40 oranında artarak 52,9 milyon olarak gerçekleşmiş. En kayda değer veriler ise et üretimine ilişkin: 2009 yılında 412 bin ton olan et üretimi ise 2013 yılında 996 bin ton olarak gerçekleşerek %140’ın üzerinde artış göstermiş.
Fikstür ve maçlar hakkında bilgi ve resimler sosyal medya adreslerinden yayınlanıyor.
Kuzey Ormanları Projesinin Kuşların Göç Yollarına Etkisi 3. Havalimanı, 3. Köprü, Kanal İstanbul gibi yapılaşma projelerinin tehdidi altındaki İstanbul, Mayıs ayında “16. Türkiye Kuş Konferansı”na ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz yıl Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde gerçekleştirilen “Türkiye Kuş Konferansı”nın 16’ıncısı için geri sayım başladı. Doğa Derneği’nin İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu (İKGT) ile işbirliği içinde düzenleyeceği konferans, 9-11 Mayıs 2014 tarihlerinde dünyanın en önemli kuş göç yollarından biri olan İstanbul’un Sarıyer ilçesinde gerçekleşecek. “16.Türkiye Kuş Konferansı”nın teması “Göç Yolları ve Tehditler: İstanbul Örneği” şeklinde belirlendi. İlkbahar göçüyle aynı zamanda gerçekleştirilecek olan konferansla, hem kuş göç yollarını ve önemini kavramak, hem de İstanbul başta olmak üzere bu yollar üzerindeki tehditleri ve koruma stratejilerini tartışmak hedefleniyor. Konferansa her yıl olduğu gibi bu yıl da, bilim insanları ile kuş gözlemcilerinin yanı sıra, doğa koruma çalışmaları yürüten kişi ve grupların katılması bekleniyor. “16. Türkiye Kuş Konferansı”, 10-11 Mayıs 2014 tarihlerinde kutlanacak olan Dünya Göçmen Kuşlar Günü’ne de denk geliyor. Konferans süresince sunumların yanı sıra, bahar göçü gözlemi ve sosyal etkinlikler de gerçekleştirilecek. Konferansta katılımcıların Doğa Derneği web sayfasındaki formu doldurmaları için son tarih 30 Nisan 2014. Ayrıntılı bilgi için: www.dogadernegi.org (Doğa Derneği) Veg&Nature 4
VEGAN SPOR’un Karşı Lig Mücadelesi Vegan Spor 2011 yılında tamamı vegan ve vejetaryenlerin kurduğu bir takım. Önyargıların aksine vegan ve vejetaryenlerin de sağlıklı ve spor yapabileceğini gösteriyor. Vegan Spor, 2014 başında kurulan Karşı Lig’e katılarak Forza Yel değirmeni, Badem Spor, Yalın Ayak Vamos Bien, Direnİşçi, Moda United FC, Cafer İdman Yurdu, St. Karga, Çapul Tura, İstanbul United, Kuzguncuk Bostan Celtics ve Spartakistanbul takımlarının arasında mücadele ediyor. Vegan Spor’un şu dönemki hedefi, her hafta düzenli maç programı olan Karşı Lig’deki maçlarına eksiksiz çıkarak, vegan ve vejetaryenleri futbol sahasında da temsil etmek. Takımın oyuncuları, vegan ve vejetaryenlerin çoğunun takımın varlığından haberdar olmadığını belirtiyor. Öncelikle takıma hem kadın hem de erkek sporcu katılımı aranıyor. Seyircilerinin de maçlarda takıma destek vermesini bekliyorlar. Vegan-SPOR
Çernobil felaketinin 28. yıl dönümünde İğneada’da nükleer karşıtı kamp!
BİZLERDEN
Çernobil felaketinin, başta Karadeniz kıyıları olmak üzere Türkiye’yi radyasyon yağmuruyla kirletmesinin üzerinden 28 yıl geçti. Zamanın yöneticileri hiçbir önlem almadığı gibi radyasyonlu çayları insanlara içirdiler, radyasyonlu fındıkları dağıttılar. Bugün, Karadeniz’in her evinde, insanlar yakınlarını kanserden kaybediyor. Aradan geçen zaman içerisinde belki Çernobil’i unutmuş olabilirler ancak çok değil daha 3 yıl önce Fukuşima’daki nükleer felaketten ders almayanlar, ülkenin dört bir yanına nükleer santral kurmaya çalışıyorlar. Çernobil kurbanı Sinop’un yanısıra nükleere karşı 40 yıldır direnen Mersin Akkuyu’da hazırlıklara başladılar. Bir üçüncüsünü de İğneada’ya kurmak istiyorlar. Türkiye’yi nükleer karanlığa mahkum etmek isteyenlere karşı sesimizi her zamankinden daha yüksek çıkarmak zorundayız. Akkuyu’da, Sinop’ta, İğneada’da, dünyanın hiçbir yerinde nükleer santral istemiyoruz.İğneada halkı sadece nükleer ile değil aynı zamanda termik santrallerin de tehdidi altında. Yaşamı yok eden enerjilere hayır demek için Çernobil felaketinin 28. yıl dönümü olan 25-26-27 Nisan’da İğneada’da kamp yapıyoruz. (Yeşil Öfke)
Türkiye Sera Gazı Artışında Rekora Koşuyor! Seragazı yıllık artış oranları açıklandı ve her yıl olduğu gibi Türkiye bu yıl da birinciliği kimseye kaptırmayarak yeni bir rekora daha imza attı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı 2012 sera gazı emisyon envanteri verileri Türkiye’nin emisyon miktarının büyük bir hızla artmaya devam ettiğini ortaya koyarken, Avrupa Birliği ülkeleri dersine çalışmış gözüküyor. Seragazı emisyonlarının azaltılması kapsamında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü gibi mekanizmalar oluşturulmuş ve ülkelerden bu konu ile ilgili çalışmalar yapması ve hassasiyet göstermesi talep edilmiştir. 2012 yılında Türkiye’ de toplam seragazı emisyonu arazi kullanım, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık hariç olmak üzere 439,9 milyon ton CO2 eşdeğeri olup, toplam emisyonun %70,2’si enerji sektöründen, %14,3’ü endüstriyel proseslerden, %8,2’si atıklardan, %7,3’ü ise tarımsal faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. AB üye ülkeleri, 1990’daki sera gazı emisyonu miktarını yıldan yıla azaltma yönünde haraket ederlerken, Türkiye 1990’dan bugüne seragazı emisyonu miktarını iki katının da üstüne çıkardı! Böylelikle tüm dünya küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadele ederken, Türkiye bunu pek sorun etmemiş gözüküyor.
Ne Deneye, Ne Ormana Hiçbirini Vermiyoruz! 2 Mart 2014 tarihinde pek çok ilde eşzamanlı düzenlenen eylemler ile yeni çıkarılan Hayvan Deneyleri Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarını düzenleyen yönetmelik ile 5199 sayılı Hayvan Koruma Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklikler protesto edilmişti. İstanbul’da Kadıköy’de toplanan hayvan dostları hep birlikte “hayvan aleyhine hazırlanan ve hazırlanacak tüm tasarı ve yönetmeliklere HAYIR” demişti. Gelişmelerin ardından, Ankara Barosu Hayvan Hakları Kurulu, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu, Bir Damla Yaşam Derneği ve Türk Tabipler Birliği, 15.02.2014 günlü ve 28914 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Hayvan Deneyleri Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmeliğin uluslararası ve ulusal mevzuata aykırı dava konusu hükümlerinin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Orman ve Su İşleri Bakanlığı aleyhine dava açtı. Vegan ve Vejetaryenler Derneği (TVD)de Bakanlık aleyhine açılan davaya müdahil oldu.
Veg&Nature 5
DÜNYADAN İsveç’te Etsiz Yaşam Yaygınlaşıyor İsveç Hayvan Hakları Örgütü (Djurens RATT) tarafından yaptırılan çalışmaya göre, son beş yılda etsiz yaşamı benimseyenlerin sayısında dörtte bir oranında artış oldu. Şu anda İsveç’te yaşayan her 10 kişiden biri et yemiyor.
Game Of Thrones Yıldızından Veganlığa Davet Game of Thrones’un yıldızı Peter Dinklage, PETA’nın veganlığı tanıtmak ve teşvik etmek için hazırladığı bir tanıtım videosunda, Sir McCartney ve Alec Baldwin ile kamera karşısına geçti.
Demoskop tarafından yapılan ankette, katılımcıların %4’ünün vegan, %6’sının ise vejetaryen olduğunu tespit edildi. En yüksek prevalans olarak, %17 ile kendini vejetaryen ve vegan olarak tanımlayan 15-34 yaş grubu geliyor. Çalışma ayrıca et tüketen insanların vejetaryen gıdalar üzerinde artan ilgisi olduğunu ortaya çıkardı. Vejetaryen ürünlere erişimin daha kolay olması halinde, talebin de artacağı yönünde bilgiye ulaşıldı. (Independent-Naturelnews)
Ünlü aktör bu yeni videoda, hayranlarını et ve hayvansal ürün sanayinin etkilerinden uzak durmaları mesajı veriyor. Dinklage, 16 yaşında vejetaryen olmuş, bir süredir ise vegan. Bu yeni tanıtım filmini, Peta’nın web sitesi üzerinden izleyebilirsiniz.
Oscarlı Yönetmen James Cameron’dan Hayvanları Yemeyin Çağrısı
“Saatimi sanki 15 yıl geriye almış gibi hissediyorum!”. Bu sözlerin sahibi, 2 yıldır vegan beslenme sayesinde kendini daha genç ve daha sağlıklı hissettiğini açıklayan, Titanic, Alliens, Avatar gibi fimlerin Oscarlı yönetmeni ve senarist James Cameron. Michelle Pfeiffer, Samuel L. Jackson gibi vegan beslenmenin yaşlanma karşıtı yararlarını benimseyen ünlüler listesine James Cameron da katıldı. Çiftlik Hayvancılığı Gezegeni Yok Ediyor! 2012 yılında veganlığa geçen James Cameron, o tarihte doğayı korumak için tüm dünyaya bir çağrı yaparak “İklim değişikliğine karşı savaşmak için bireylerin yapabileceği en birincil şey hayvanları yemeyi durdurmak, çünkü hayvancılığın karbon ayak izi devasa boyutlarda” demişti. 2006’da BM Gıda ve Tarım Organizasyonu’nun yayınladığı bir raporda dünyada insan kaynaklı sera gazı salınımının %18’ine çiftlik hayvanlarının neden olduğu belirtilmişti. 2009’da Dünya Bankası’ndan Robert Goodland ve Jeff Anhang’ın hazırladığı rapora göre ise gerçekte bu rakam %51’e yakın.
Veg&Nature 6
DÜNYADAN Almanya’da 7 Milyon Vejetaryen, 800 Bin Vegan
Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre Almanya’da 800 bin vegan yaşıyor ve bu sayı her geçen gün artıyor. Süt, yumurta, et gibi hayvansal gıdaları tüketmeyi reddedenler birkaç yıl öncesine kadar garip karşılanırdı. Artık sayıları giderek artıyor. Amaçları sağlıklı beslenmek ve doğaya sahip çıkmak. Bu yaşam tarzına uygun restoranlar, marketler ve yemek kitapları da çoğalıyor. Veganlık, hayvanları ve çevreyi önemseyen, endüstriyel hayvancılığa karşı etik alternatifleri destekleyen bir akım.
Almanya’nın büyük kentlerinde sayısı giderek artan vegan marketleri ve restoranları bu yaşam tarzını benimsemeyi giderek kolaylaştırıyor. Soya fasülyesinden yapılmış şinitzel, inek sütü kullanmadan üretilen peynir ve vegan köpek maması… Pazarlama uzmanları, vegan ürünlere ilginin büyük olduğunu söylüyor. Ucuzluk marketlerinde bile artık soya sütü bulmak mümkün. Vegan marketlerden istediğiniz ürünü sipariş de edebiliyorsunuz. Ancak veganlık sadece yediğinize dikkat etmekle bitmiyor. Tüm alışkanlıklarınızı değiştiren bir seçim. Bu da demek oluyor ki, deri ve hayvan ürünlerini satın almak yok. Öte yandan ülkedeki vejetaryenlerin sayısı ise 7 milyonu geçti.
Nuh’un Gemisinde Veganizm Etiği kullanmadan nasıl çekersiniz? Hayvan dostu, etik ve çevreci duruşuyla dikkat çeken filmde çekim esnasında hiç hayvan kullanılmamış, dolayısıyla hiçbir hayvan zarar görmemiş.” Bütün bu sahneler yapımcı firma Light & Magic (ILM) tarafından bilgisayar teknolojisi kullanılarak hazırlanmış. Film, vegan düşünceyi, adalet, inanç, fedakarlık, erillik, militarizm, iklim değişikliği, şiddet, şiddetsizlik ve öykü anlatımı üzerinden örerek, kaynaştırmada kesinlikle popüler veganizmin kilometre taşlarından biri. Ekolojik, etik, aynı zamanda da vegan bir bakış açısı: “Yaşamak için bitkileri yememiz gerekiyor fakat hayvanları yememiz gerekmiyor.” Film, insanın hayvana uyguladığı şiddeti, insanın insana şiddeti Yönetmen Aronofsky olunca, film henüz vizyona girmeden konuşulmaya ile bağlıyor. başlandı. Oscar ödüllü başarılı yönet- Sonuçta, insan/hayvan denklemindeki noktayı kaçıran herkes men Nuh’un hikayesini fantastik bir için Nuh, öldürme ile sevgi aradille beyaz perde aktarırken, insansındaki seçimi açıkça gösteriyor. ların varoluş konusundaki mücadeVeganlık diğer temalarla ustaca lesine şu yorumu yapıyor: “İnsanlar, çevresine ve doğaya bu kadar acımasız örülmüş – ki bu filmdeki tek davranırken, Tanrı niye insanlığı kur- mesaj değil, sadece baskın olan. İnsan eliyle mahvedilen doğaya, tarmak istesin? Fikir değiştirmesine iklim değişikliğine ve çevreciliğe neden olan şey, duyduğu merhamet.” de vurgu yapılmış. Peki, bir gemi dolusu hayvanı gösAronofksy açık olarak, dünya ile teren bir filmi tek bir gerçek hayvan
ilişkimizi dengelemenin son değil, ilk adımı olarak hayvanlarla ilişkimize bakmak ve kendi aramızda aradığımız gibi orada da adaleti aramak olduğunu açıkça ifade ediyor. Film içinde Nuh, vermek istemediği bir kararın sorumluluğundan kurtulmak için göklerden bir işaret ister. Ama böyle bir işaret gelmez. Nuh iyi ve kötü arasında kendi seçimini yapmak zorunda kalır. İşte Aronofsky’nin, her çatalı alışımızda yapmamız gerektiğini söylediği şey de bu. (Vegancinephile, ecorazzi, studyocinelive,philly.com
Veg&Nature 7
Bilinmeyene Bilinmeyene Ulaşmak Ulaşmak Prof.Dr. Orhan Kural kural@itu.edu.tr
D
ünyamız, çapı yaklaşık 12 bin 576 kilometre ve çevresi 40 bin kilometre olan bir gezegen. İnsanoğlu çağlar boyu bu yaşadığı gezegeni tanımak istemiş. Kâşifler yollara düşmüş, denizciler bilinmeyene doğru yelken açmış. Deve kervanları aylarca sürecek serüvenlerle, bıkmadan, ardı ardına yola koyulmuş. Amaç hep aynı: “Bilinmeyene” ulaşıp onu bulmak ve tanımak. İşin ilginç yanı, yol çağrısına “evet” diyenlerin büyük bir bölümü hep yay burcudur. İşte Macellan, Kristof Veg&Nature 8
Kolomb, Mallory, Büyük Petro, Alexander von Humbold, Goethe, Jules Verne, Montaigne, Marko Polo, Evliya Çelebi, Nasuh Mahruki, Attila Atasoy, ben ve daha niceleri… Bugüne kadar yaklaşık yüz kez yurtdışına çıktım. 1965’ten bu yana, olanak buldukça gezmeye devam ediyorum. Gittiğim ülkelerde birkaç gün kaldığım da oldu, aylarca konakladığım da… Kimisine birkaç kez gittim, kimisine bir kez… Kimisinde mesleğimle ilgili araştırma ve incelemelerde bulundum, kimisine davet edildim, bazen
dernek başkanı ve tur lideri olarak, bazen de “yalnız” yollara düştüm. . Bir vejetaryen olarak elbette zaman zaman zorlandım. Özellikle de Moğolistan ve Orta Asya ülkelerinde! Aslında gezgin her farklı tadı denemek ister. Ancak benim için bu mümkün değil. Yakutistan’da Lena Nehri boyunca iki hafta süren yolculuk yaparken bir gün hepimizi salonda toplayıp bölgeye has soslarla pişirdikleri büyükçe özel bir balığı bizlere tattıracaklarını söylediler. Doğrusu o zaman tadını merak etmiştim. Ancak dokunmadım. Elbette yurtdışında planlanan grup yemeklerinde ancak, etsiz çorba, ekmek, peynir ve meyve ile idare ediyorum. Coğrafyaları, dilleri, dinleri, töreleri, renkleri
birbirinden ayrı ülkelerde değişik uluslardan insanlar tanıdım. Onlarla, kimi farklılıklarımıza karşın kaynaştım; ama şaşırıp yadırgadığım yanları da oldu elbette. Farklı ülkelerin insanlarıyla birçok konuda söyleştim. Aynı trene, aynı otobüse bindim. Lokantalarında, evlerinde aynı masalara oturdum; yaşamlarını kısa süreli de olsa paylaştım. Geleneklerini, alışkanlıklarını, dünya görüşlerini anlayıp kavradıkça daha çok sevdim onları. Hangi amaçla olursa olsun; gezmek, yeni yerleryeni insanlar görüp tanımak, insanın ufkunu genişletiyor, dünya görüşüne yeni boyutlar katıyor, yaşamını renklendiriyor. Keşke bir dünya vatandaşı olabilsem de, pasaport, vize gibi tüm
sorunları arkamda bırakıp diğer gezi tutkunlarıyla birlikte özgürce ve gönlümce gezebilsem… Bence seyahat; Roma’da, Paris’te şık mağazalardan alışveriş etmek değildir. Hawaii veya Kanarya Adaları’ndaki bir otelin havuz başında kertenkele gibi güneşte yatmak da değildir. Gezgin olmanın kuralları vardır. Seyahat; Yemen’de bir kahvede sohbet etmek, Kalküta’nın ara sokaklarında dolaşmak ve tüm detaylardan zevk almaktır. Bir ülkeyi sadece coğrafyası ile anlamaya ya da anlatmaya çalışmanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Bugüne kadar gezdiğim birçok
Her yeni gezi, insanı önyargılarından biraz daha arındırarak bilinçlendirir, yeni ufukları önünde açar; herkese, ırk, din, dil ve milliyet kalıplarının dışında “insan” olarak bakmayı öğretir. Dünyanın, ancak insanla, temiz bir çevreyle ve sağlıkla değerli olduğunu ve bu çeşitliliğin büyük bir hazine olduğunu gösterir.
ülkede değişik yapılar, bitki örtüsü ve iklimler gördüm; fakat değişmeyen tek şey, “insanların yüzlerindeki” ifadeydi. Bu yüzden insanları gözlemlemeye özel bir önem verdim. Bütün bu tanıdık ifadeler içinde beni her zaman en çok etkileyen, çocukların gözlerindeki “ifade” oldu. Bu öyle bir ifade ki, bazen gözlerinize dikilmiş bir çift minik göz, tüm sevimliliğine rağmen sizi bulunduğunuz
noktada sendeliyor ve yoğun bir suçluluk duygusuna kapılmanızı sağlıyor. Örneğin, Hindistan’daki milyonlarca evsiz ailenin, bu dünyadaki ilk günlerine sokakta başlayan, sokaktaki yaşamın faturasını en ağır biçimde ödeyen ve son günlerine kadar da sokaklardan başka bir şey göremeyecek olan çocukların gözlerinde rastlayabilirsiniz bu tanıdık ifadeye. Vietnam’da bir ekmek parası koparabilmek için birden elimi tutan ve gömleğime yapışıp beni takip eden küçük bir kızın “donduran” bakışlarla bakan çekik gözlerinde karşılaştığım ifade, bana hiç yabancı gelmemişti. Çünkü Beyoğlu’nda gelen geçene ailesinin zoruyla kâğıt mendil satmaya çalışan ve pek azımızın gözlerine bakabildiği çocukların gözlerinde de vardı aynısı. İşte bu ifadeye bir isim koymak istedim: “Masumiyet”. Bunu özellikle çocuklarla özdeşleştiriyorum; çünkü günümüzde bu kelimeyi en iyi anlamlandıran sadece minik yüzler ve minik gözler! Üstelik seyahatin insanı esiri eden bu tutkulu yüzüyle tanışmış olsun olmasın herkese, dünya uygarlıklarına, dünya iklimlerine, dünya zenginliklerine ve hepsinden önemlisi dünya insanlarına dair söyleyeceklerim var ve bu insanlardan bir dünya vatandaşı olarak getireceğim sıcacık bir selam. Çünkü ben seyahatlerimde hep
insan kavramının üzerinde durdum. Bir ülkenin insanlarından ve kültüründen kazanılmış bilgi ve görgü insanı zenginleştirir. Seyahat, kişinin hoşgörüsünü, yaratıcı yanını, duyarlılığını artıran bir okuldur ve bu okulun yaşı yoktur. Gönül gözüyle bakan kişi, kendi kültüründen olmayan insanların geleneklerini anlamaya çalışır. Bunu başardığı an, sevgiye giden son kapı da açılmış olur. Öyle sanıyorum ki, Nepal’de incik-boncuk satmaya çalışan kadının yüzündeki kaygıların aynısını Honduras’taki taksicinin yüzünde de görebilirsiniz: Kaygı, mutluluk, üzüntü, saflık, gizli bir hüzün ve hepsinin bileşiminden doğan ve daima var olan bir umut... Bunun ötesinde daima
kafamdaki “iyi gezgin” kimliğini doğrulayacak unsurlarda aradım gezmenin tadını... İyi bir gezgin sadece küçük, orijinal hatıra eşyaları satın alır ve evinde bir “anılar müzesi” oluşturur. İyi bir gezgin, iyi bir yürüyüşçüdür aynı zamanda. Çünkü bir kenti anlamanın ve yaşamanın en iyi yolunun yürümekten geçtiğinin bilincindedir. Ayakları sızlayana kadar dolaşır. Yeni insanlar tanır, önüne tesadüfen çıkan bir kahveye girer, büyük bir zevkle o yörenin insanlarıyla konuşarak veya konuşmaya çalışarak yorgunluğunu giderir, bir müzik dükkânına girer, yörenin özgün müziklerini büyük bir dikkatle seçip satın alır, dönünce bu melodilerle anılarını pekiştirir. Bana göre iyi bir gezgin, biraz serüvencidir, yeni ve program dışı olaylara olumlu bakar, hatta sevinir, günlerini dolu dolu yaşamak ister çünkü yorgunluktan bazen bir otobüsün köşesinde, bazen bir motorun kuytusunda uyuklasa bile... Seyahatin dayanılmaz çekiciliğine kapılmış bedenimin küçücük adımlarıyla, kocaman dünyada yaptığım gezintiden bende kalanları paylaşmak dileği ve sevgilerimle... Veg&Nature 9
“Sürdürülebilir bir dünya için pedallıyorum” Haber/Röportaj/Fotoğraf Defne Sesin Okay - TVD
Y
Rüzgar Alper B.
ıllardır özellikle sosyo-ekonomik açıdan belli bir seviyenin üstünde olan pek çok ülke, kendi toplumlarından başlayarak, dünyanın bütününe dair çevre bilinci geliştirmeye çalışıyor. Bu bilincin kalıcı ve eyleme geçirilebilir olması şüphesiz ki ailede başlayan ve okul süreci ile devam eden iyi ve akılcı bir eğitim ile mümkün. Bir çok ülke bu konunun, gelecekleri için hayati önem taşıdığının farkında ve bilincinde olarak üzerine gitmekte ve insanları bu hassas konuya dikkati çekmek için bilgilendirici, eğitici seminerler, yazılı ve görsel kaynaklar hazırlamaktalar. Bunun yanı sıra sanat, bilim, spor alanlarında da bu yönde çalışmalar yapılıyor. Bu konuya dikkat çekmek isteyen ve bireysel girişimiyle dikkatleri üzerinde toplayan kişilerden biri de Rüzgar Alper B.
Rüzgar, “kendini biraz tanıtır mısın?” demekle, “sen kimsin?” soruları arasında fark olduğunu düşünüyorum. İlk sorum “sen kimsin?” olacak. Evet bunu hiç düşünmemişim, ama kendimi biraz tanıtacak olsam Boğaziçi Üniversitesi’ni yeni bitirdiğimi, 23 yaşında olduğumu veya bisikletsever olduğumu ya da vejetaryen beslendiğimi anlatabilirdim. Bunlara bakınca benim Veg&Nature 10
diğer insanlarla ortak özelliklerim gündeme geliyor. Ortak özelliklerimi sıralayarak kendimi anlatmaya çalışmak pek doğru olmaz. Öte yandan sen kimsin sorusu, çok zor. Cevaplamaya kalksam diğerlerinden farklı olarak ne olduğumu belirtmem gerekir ve maalesef ki kim olduğumu şimdi söyleyemeyeceğim. Belki dönüşte, biraz üzerine düşündükten sonra, cevaplayabilirim.
19 Avrupa ülkesini altı ay gibi bir sürede bisikletinle geçerek, ekoloji ve çevre sorunlarına dikkat çekmek amacıyla 12 Nisan’da İstanbul’dan yola çıkmayı planlıyorsun. Gittiğin ülkelerde seni kimler karşılayacak, destekçin kimler? An itibariyle, geçtiğim bazı başkentlerde doğa temalı bisiklet turları düzenlemek istiyorum. Bu başkentlerde bana katılmak üzere söz aldığım dernekler var. Vegan-vejetaryenler, bisiklet meraklıları ve yeşilseverleri öncelikli sayabiliriz. Öte yandan, kim takip etmek istiyorsa takip etsin. Kapımız açık. Ben de zaten olabildiğince daha çok insana ulaşabilmek ve kendimi daha yalın ve ılımlı bir anlatımla ifade etmek istiyorum.
Peki bu neyin yolculuğu? Bu doğa adına değiştirdiğim alışkanlıklarımı sınama ve insanlara anlatma yolculuğu. Bu paraya odaklanmadan, insan hoşgörü ve cömertliğine güvenme yolculuğu.
Nasıl bir sonuç elde edersen amacına ulaşmış olacağını düşünürsün? Birden fazla beklentim vardı, bunlardan birini tamamladık sayılır ki bu da tur eşyalarını ödünç olarak karşılamaktı. 45’e yakın destekçiyle bana gereken ucuzpahalı eşyaları altı aylığına ödünç aldım. Bu aşamada yola çıkmadan bir sonuç alabildik. Diğer beklentim, ki en önemlisi; yolu tamamlayıp dönmek, yolda insanlara gerekli paylaşımları yapabilmek diyebilirim.
bence devam etmekte olan duruma en gerekli savunmayı oluşturacaktır.
Iklimlerin değişimi, küresel ısınma, su kaynaklarının yok olması, ormanların azalması... Adım adım kendini yok eden bir süreçin ve sistemin içindeyiz. Tüm bu kabusun kaynakları, sebepleri için neler söyleyebilirsin?
Şimdi burada, herhalde insan özünde mi böyle, yoksa dıştan gelen etkilerle mi böyle oluyor diye sormak lazım bence. Bana sorarsan, özümüz bu kadar kirli olmamalı. Özümüzü yaşamak yerine, kendimize altından bir kafes oluşturmuşuz, bu sebeple sahte mutluluğumuz içinde çırpındıkça daha vahşi oluyor, kafesteki diğerlerine Ailen ve okul hayatın saldırıyoruz. Kafesin dışına çıkmak ise planladığın şeylerde ne kadar oldukça ürkütücü. etkili oldular? Ve evet küresel ısınma, türlerin yok Ailemde bisiklete düzenli binen yok, olması vs. durumları okuyoruz. Ama vejetaryen beslenen yok, Almanya’ya bence okumamız gereken ‘kendimizi yok dört ayda gidecek kadar zamanı olan ediyoruz’ olmalı. Yani madem benciliz, yok. Ben de arabaya yönlendirilerek, et ‘kendimizi tüketiyoruz’ diyelim -küresel yedirilerek büyüdüm. ısınma demeyelim de, ‘bak olursa su Boğaziçi Üniversitesi’ne gelince de yoksunluğu olur’ diyelim; ki herhalde bunların üstüne, kariyer sevdası başladı. reklamlar sayesinde sorunların ilişki Pahalı bir arabam olsun derdindeydim. kuramadığımız, bizden uzak görünen Okulu bitirmeye yakın, bu düşüncelerden kısımlarına odaklandırılıyoruz. sıkılmaya başladım. Hem, işinden istifa edip yola koyulmak da moda… Benimki Böyle olunca da tabii, küresel ısınma deyince ‘ee kaç on yıldır küresel biraz daha erken bir istifa oldu sayılır. İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdim, ısınıyoruz, sonuç birkaç derece sıcaklık ama doğanın bağrına beton dökmek gibi artışı’ diye algılanabiliyor. bir niyetim an itibariyle yok. Peki dünya bu saatten sonra
Bir süre önce, artık “Dünya’nın kurtarılabilir bir pozisyonda olmaktan çok uzakta olduğunu”okudum.Şimdi ne olacak? Özellikle genç neslin, üstlendiğin bu sorumluluğa yönelik yaklaşımları sence nasıl olacak?
kendini toparlayabilir mi?
hiç hoşuma gitmiyor. Dahası biz de, yani ufak oyuncular, bunlara inanıp nasıl doğayı tükettiysek, aynı şekilde onun için ağıtlar yakıyor, tövbeler ediyoruz. Ama bunların merkez nasıl isterse, öyle uygulanması can sıkıcı. Genç kuşak, bilgiye daha kolay erişiyor ve bence daha hızlı değişebilme özelliğine sahip. Değişebilirlik süreci
Öncelikle doğaya çevremde kalan olarak değil de, bizden önce ve bağımsız var olarak bakacağım. Sonuçta doğa bize can verdi. İnsan odaklı bakmamak iyi bir başlangıç olabilir. Her ülkenin tüketim faaliyetlerini görüntülemeye çalışacağım. Çöplükler bu konuda ilk adım atacağım yerler. Biz (biz kimiz onu tam kestiremedim
Bilemiyorum, toparlamasa belki de daha iyi. Az önce konuştuklarımıza göre, ‘İnsanoğlunun milyon senelik saltanatı artık bitmeli ki diğerleri yaşayabilsin’ demek daha doğrudur belki…
Fotograf çekeceğini biliyorum. Bir anlamda çevre konusuna Ben onu okumadım. Bilemiyorum Defne, değinen pek çok kişinin de birileri yazıyor, çiziyor. Sonra gelip bize yüzde gösteriyor, grafik gösteriyor. Büyük gözü olacaksın. Bizler nereye abilerin dünyanın yaşanır veya yaşanmaz, bakmalıyız? doğanın bir sınıra kadar yok edilebilir, Bize kimler bakmalı? sömürülebilir olmasına karar vermeleri
ama) birbirimize bakalım, bence yeter. Nasıl bir duruş sergileyeceğimiz de kendi kararımıza kalsın.
Projene kimler veya hangi kurumlar destek verdi? Öncelikle TVD (Vegan ve Vejetaryenler Derneği Türkiye) destek verdi. 45 kadar bireysel destekçi ihtiyaç listemi tamamladı.
Televizyon veya radyo programlarında bu projene yer verildi mi? Dört ya da beş radyo programına katıldım, bazı gazetelere röportaj verdim. Bir de İMC TV’ye röportaj vermiştim.
Beraberinde götüreceğin malzemeler nelerdir? Ana gruplar şöyle; bisiklet, kamp ve elektronik. Bisikletim üzerinde altı çanta taşıyor. Bu çantaların içine eşyaları koyuyorum. Çadır, uyku tulumu, mat çantaların üstüne sıkıştırılıyor. Laptop, fotoğraf makinesi ve kamera da çantaların içine yerleşecek. Bunun haricinde ayakkabı, güneş kremi, ekstra yemek ve su, çantalarda kendilerine yer bulacaklar.
Ne kadar zamandır vejetaryensin? Et yediğin zamanlardan farklı olarak doğaya yaklaşımın nasıl? Eylül 2012’den beri vejetaryen besleniyorum.Benim önce, yaklaşımım değişmişti, sonra ise seçimimi yaptım. Kendimi merkezde gören anlayışımı sorguladım ve tüm hayvanlara yaşam hakkı tanımaya karar verdim.
Böylesi bir serüvenden yığınla hikaye üretmek mümkün. Tüm bunları ve daha pek çok yazılı, görsel gözlemlerini yazıya dökmeyi düşünüyor musun? Evet fırsat buldukça yazmayı düşünüyorum, coğrafi ve beşeri betimlemelerde elim fotoğraf makinesine gidecek. İnternet buldukça fotoğraflar ve çok uzun olmamak şartıyla yazılar sosyal medyadan takip edilebilecek.
Bu söyleşide “olmazsa olmaz, bundan da bahsetmeliyim” dediğin başka birşey var mı? Aklıma gelen ekstra bir şey yok, zaman ayırdığın için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim Rüzgar. Yolun açık olsun,keyifli bir yolculuk diliyorum. Veg&Nature 11
Hazırlayan Eşref BALCI / TVD
Yeşil Politika Yazar: Derek Wall Çeviren:İlknur Urkun Kelso /Yeni İnsan Yayınevi Yeşil politika sadece çevre meseleleriyle mi ilgilenir?
Çaresizlik Kuyusu Yazar: Lydia Millet, Çeviren:Funda Başak Dörschel / Kollektif Kitap On öykü... Hepsinin ortak noktası Millet’in lafı insanlar ve hayvanlar. Lydia kullanarak gerçekle dil bir e sad n, ada ırm doland tokat gibi çarpıyor r üle kurguyu birleştirdiği öyk n bakan ve kenede tep e şey Her insanın yüzüne. insan denen varlığın dini dünyanın hakimi sayan en şiddeti anlatıyor türd hayvanlara uyguladığı her acımasız, kimi i kim n let’i Mil Çaresizlik Kuyusu. n öykülerini okudukdokunaklı, yer yer mizaha çala bize ait olmadığını tan sonra bu dünyanın sadece dimizi bir kez daha ken üp gör farklı pencerelerden yadırgıyoruz. alıklı öyküler doğayla Mizah ve empati dolu bu ust dan insanla meşhur sıra bilimin, insanla hayvanın, thiş çarpışmasına mü un gun kur isimlerin, gerçekle ev sahipliği yapıyor.
Yola bu soruyla koyulan Derek Wall, dünya tarihi için yeni sayılabilecek yeşil politikayı, derinlemesine bir analize tabi tutuyor. Tarihsel bir perspektif ile yeşil hareketi inceleyen Derek Wall, vakalar ve örnekler ile zenginleştirdiği kitabını yazarken aynı zamanda sade bir dil kullanıyor. Kitap yerel düşünüp küresel hareket eden, koyduğu yeni ve şenlikli yapısı ile rengarenk ve çoğulcu politikalar üreten yeşil politikanın dinamiklerini bir bir analiz ediyor. Yeşil politikanın nasıl geliştiğini, hangi dinamiklerden ve tartışmalardan beslendiğini analiz eden Derek Wall, aynı zamanda Yeşiller’in kendi içindeki tartışmalı konularına da ayna tutuyor. Bunların yanı sıra, Türkiye’de ekolojistlerin gündeminden hiç inmeyen Yeşiller ve Sol ilişkisini tartışmaya açıyor, dünya deneyimlerinden örnekler veriyor.
Kedilerin Felsefesi Filozofların Kedileri Yazar: Federica Sgarbi Çeviren: Nur Taran / H20 Kitap Evindeki iktidarı çoktan iki kedisine kaptırmış olan felsefeci Federica Sgarbi de bir arkadaşından işittiği bu sözlere inat, yaşadığı şehirdeki bir hayvan barınağına gider ve oradaki kedilere bir yuva bulmak üzere felsefenin aracılığına başvurur. Tabii bu konuda en önemli yardımcıları Immanuel Kant’tan Bertrand Russel’a pek çok filozof olacaktır. Filozoflar da tıpkı edebiyatçılar gibi kedisiz yapamamışlardır. Birlikte yaşadıkları kedileriyle ilişkilerini; hayvan sevgisi, bakımı, evlat edinilmesi gibi konuların ötesinde ele almışlar ve bir anlamda “Kedilerin Felsefesi” ni oluşturmuşlardır. Harold Weiss’in “Bir kedi asla alelade bir kitabın üzerinde uyumaz”, sözüyle dikkat çektiği gibi “Filozofların Kedileri” de özeldir. Kitapta bu ikili ilişkiye dair pek çok örnek paylaşılıyor.
Veg&Nature 12
Hayvanlar Üzerine Yazar: Elias Canetti / Sel Yayıncılık Politik, oyunbaz, alet yapan, konuşan, bilen insan tanımlamalarının ortak endişesi, insanı diğer hayvanlardan ayıran özelliği bulmaktır. Peki insanın içindeki hayvan(lar) ve hayvanın içindeki insan(lar)dan bahsetmek bu kadar imkansız mıdır? Uzun yıllarını iktidar ilişkileri ve kitlelerin davranış biçimleri üzerine düşünerek geçiren Elias Canetti için insanlarla hayvanların ilişkileri ve bunların geçirgenliği her zaman ilham kaynağı olmuştur. Ancak Nobel ödüllü yazar bu defa, hayatı boyunca hayvanlara, ama en çok da onların insanlarla arasındaki hiyerarşik ilişkiye dair tuttuğu notlar, aforizmalar, anılar otobiyografik ögeler taşıyan kısa ancak çarpıcı öykülerle “türcülüğün” kalbine adeta bıçak saplıyor. Canetti vahşi ve evcil insan, kılık değiştiren hayvan öyküleriyle metamorfoz hikayelerinin bir araya geldiği Hayvanlar Üzerine’de insan-hayvan, av-avcı, yetişkin-çocuk, efendi-köle gibi tahakküme dayalı ilişkileri tersyüz ederek adeta kıyamet sonrası atmosferi yaratıyor. Canetti yadırgatıcı ancak şiirsel diliyle insanın içindeki hayvanlara özgü vahşetin peşinde...
Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi / (e-kitap) Yazarlar: Zülâl Kalkandelen - Can Başkent / Söyleşi / Propaganda Yayınları Veganizm üzerine yazılmış ilk Türkçe kitap. Veganlar bilir, hayvan haklarından söz etmeye başladığınız anda olumsuz tepkiler almaya başlarsınız, hatta işi hakarete vardıranlar olur. Ancak bunun yanında, dünyada yavaş da olsa giderek daha fazla ilgi görmeye başlayan veganizmi anlamaya çalışanlar, merak edenler de var. Bu kitabın amacı, hem akıllarda yanlış bilgilenme sonucu yer eden görüşlere bir karşılık vermek, hem de veganizmi bir felsefe ve yaşam pratiği olarak merak edenlerin sorularına yanıt oluşturmak. “Kitabı yazarken, herhangi bir sınırlama olmadan, en içten düşüncelerimizi ve kişisel yaklaşımlarımızı mütevazı bir şekilde paylaştık. Elbette veganizm konusunda ikimizin aynı görüşte olmadığı hususlar da vardı. Her düşünce ya da felsefe akımında olduğu gibi, veganizmin içinde de farklı yorumlar, yönelimler var. Dolayısıyla okuduklarınızla hemfikir olabileceğiniz gibi, katılmadığınız noktalar da mutlaka olacaktır. Ancak sonuçta önemli olan, ilerdeki sayfalarda tartışmaya sunduğumuz görüşler ve bakış açısı; onu aktarabildiysek, kitap da işlevini yerine getirmiş demektir. Belki fazla romantik ve ütopik gelebilir ama biz, “daha barışçıl, başka bir dünya mümkün” diyenlerdeniz. Umarız okuyanlar da, bizim yazarken aldığımız keyfi alabilir.”
Veg&Nature 13
BAHAR MUCİZELERİ Bahar, özlediğimiz sıcaklığı ve baş döndüren kokularıyla tekrar geldi aramıza. Tüm güzelliği ve bereketiyle bir kez daha bizi selamlıyor güneş. Doğanın bizlere sunduğu bu mucize gıdaların tam mevsimindeyiz. Bu güzellikleri atlamayın. SEMİZOTU Yeşil yapraklılar içinde bilinen “en iyi Omega-3 kaynağı”dır. Eğer hayvansal ürün tüketmiyorsanız, sizin için vazgeçilmez bir besin! Semizotu, Vitamin A, B1, B2, B3, B6, C ve E mineral içeriği, kalsiyum, bakır, magnezyum, manganez, demir, fosfor ve potasyum içeren bakımından zengindir. Aynı zamanda, antioksidanlar ve diyet lifi için iyi bir kaynaktır. Bu mucize sebze, doğal bir antioksidan olarak tanınan A vitamini açısından çok zengindir. Yeşil yapraklılar arasında en yüksek A Vitamini kaynaklarından biridir. 100 gr çiğ semizoVeg&Nature 14
tu, günlük ihtiyacınız olan A vitaminin yaklaşık “% 44’ünü” karşılar. (USDA) Bütün bu zengin özelliklerinin yanında oldukça düşük kalorilidir. 100 gr. ortalama 16 kalori içerir. Ispanaktan 6 kat daha fazla E vitamini, havuçtan 7 kat fazla beta-karoten içerir. F Vitamini olarak da bilinen, Omega-3 yağ asitlerinden ALA(alfa-linolenik asit) içeriği, maruldan 15 kat daha fazladır. Özellikle vejetaryen ya da vegansanız, zengin Omega-3 kaynağı olan bu benzersiz sebzenin tam da mevsimindeyiz! Tavsiye; çiğ tüketmeyi tercih edin.
(100 gr/çiğ) Kaynak Enerji Karbonhidratlar Protein Toplam Yağ Kolesterol Vitaminler Folatlar Niasin Pantotenik asit Piridoksin B 2 vitamini Tiamin Vitamin A Vitamin C Elektrolitler Sodyum Potasyum Mineraller Kalsiyum Bakır Demir Magnezyum Manganez Fosfor Selenyum Çinko
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama %
taşıyan hastalara sadece enginar yaprağı özü önerilmiş ve söz konusu hastaların kolesterol seviyelerinde azalma tespit edildi.
16 Kcal 3.4 g 1.30 g 0.1 g 0 mg
% 1.5 %3 %2 % 0.5 %0
Kanserle savaşan bir sebzedir. Comenius Üniversitesinde yapılan bir çalışmada enginar yaprağı özünün lösemi hücrelerinin büyümesini engellediği görülmüştür.
12 ug 0.480 mg 0.036 mg 0.073 mg 0.112 mg 0.047 mg 1320 IU 21 mg
%3 %3 %1 % 5.5 ‘ % 8.5 %4 % 44 % 35
45 mg 494 mg
%3 % 10.5
65 mg 0.113 mg 1.99 mg 68 mg 0.303 mg 44 mg 0.9 ug 0.17 mg
% 6.5 % 12.5 % 25 % 17 % 13 %6 %2 % 1.5
Kaynak: USDA
Lif zengini bir bitkidir. Anti-inflamatuar (iltihap önleyicigiderici) hazinesidir. ABD Tarım Bakanlığı’nın yaptığı bir araştırmanın sonucuna göre; “total antioksidan bakımından en iyi sebzedir”. Enginar yapraklarının kolesterolü düşürücü ve gastrointestinal (mide-bağırsak) etkisi nedeniyle mucizevi yaprakları da tüketilmelidir. (100 gr/çiğ) Kaynak Enerji Karbonhidratlar Protein Toplam Yağ Kolesterol Diyet Lif Vitaminler Folatlar Niasin Pantotenik asit Piridoksin B 2 vitamini Tiamin Vitamin C Vitamin A E vitamini K vitamini Elektrolitler Sodyum Potasyum Mineraller Kalsiyum Bakır Demir Magnezyum Manganez Fosfor Selenyum Çinko
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama %
47 Kcal 10.51 g 3.27 g 0.15 g 0 mg 5.4 g
%2 %8 %6 % 0.5 %0 % 14
68 ug 1.046 mg 0,338 mg 0.116 mg 0.066 mg 0.072 mg 11.7 mg 13 IU 0.19 mg 14.8 mikrogram
% 17 % 6.5 %7 %9 %5 %6 % 20 % 0.5 %1 % 12
94 mg 370 mg
%6 %8
44 mg 0.231 mg 1.28 mg 60 mg 0.256 mg 90 mg 0.2 ug 0.49 mg
%4 % 27 % 16 % 15. % 11 % 13 <% 0.5 % 4.5
Kaynak: USDA
ENGİNAR İyi bir gıda olmasının yanında değerli bir ilaçtır. İyi bir magnezyum kaynağıdır; 1 enginar 77 mg magnezyum içerir ve sadece 60 kaloridir. Magnezyum kas kramplarını önlemek için gereklidir. Taze enginar mükemmel bir folik asit kaynağıdır. 100 gr.’ında 68 mikrogram folik asit, yani günlük ihtiyacımızın %17’si bulunur. Doku ve hücre hasarını azaltan polifenol içerir. Böbrekler, karaciğer ve damar sertliği için oldukça faydalıdır. Kolesterol düşürücü etkisi vardır. İngiltere Reading Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada yüksek kolesterol Veg&Nature 15
KUŞKONMAZ En iyi vejetaryen/vegan folik asit kaynaklarından biridir. Anti-inflamatuar (iltihap önleyici-giderici) özeliği vardır. Çeşitli antioksidanlara ek olarak değerli miktarda glutatyon (GSH) içerir. Lahana, karnabahar, ıspanak gibi sebzelerin çok üstünde antioksidan değeri vardır. Önemli miktarda inülin içerir. Kolesterolü düşürür. Emziren annelerde süt üretimini artırır. Eşsiz mineral profili nedeniyle idrar söktürücü özelliği vardır. Böbrek taşlarını önlemeye yardımcı olur. Alkali gıdalar listesinin üst sıralarında yer alır. Yüksek miktarda K vitamini içerir. Oldukça düşük kalorilidir; 100 gr kuşkonmazda yaklaşık 20 kalori vardır. Kuşkonmazı tüketirken dikkat edilmesi gerekenlerin başında, raf ömrü ve saklama koşulları geliyor. Kuşkonmaz çabuk bozulan bir bitkidir. Kısa sürede tüketilmelidir. B6 vitamini, kalsiyum, çinko ve magnezyum açısından mükemmel bir kaynaktır. Ayrıca lif açısından da çok zengindir. Çeşitli farklı tarifler deneyebileceğiniz gibi, buharda pişirerek salatalarınızda pratik olarak kullanabilirsiniz. Püf noktası: Yeşil ve ince kuşkonmazların genellikle dış kabuğu soyulmaz. Kalın kuşkonmazların daha açık renk olan alt kısımları odunsu olduğundan en sert bölümün 1/3 oranında kesilmesi ve üst kısımların soyulması gerekecektir. (100 gr/çiğ) Kaynak Enerji Karbonhidratlar Protein Toplam Yağ Kolesterol Diyet Lif Vitaminler Folatlar Niasin Pantotenik asit Piridoksin B 2 vitamini Tiamin Vitamin C Vitamin A E vitamini K vitamini Elektrolitler Sodyum Potasyum Mineraller Kalsiyum Bakır Demir Magnezyum Manganez Fosfor Selenyum Çinko Kaynak: USDA
Veg&Nature 16
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama %
20 Kcal 3.38 g 2.20 g 0.12 g 0 mg 2.1 g
%1 % 2.5 %4 % 0.5 %0 % 5.5 ‘
52 ug 0.978 mg 0.274 mg 0.091 mg 0.141 mg 0.143 mg 5.6 mg 756 IU 1.13 mg 41.6 mikrogram
% 13 %6 %5 %7 % 11 % 12 %9 % 25 % 7.5 % 35
2 mg 202 mg
<% 1 %4
24 mg 0.189 mg 1.14 mg 14 mg 0.158 mg 52 mg 2.3 ug 0.54 mg
% 2.5 % 21 % 14 %1 %7 % 7.5 %4 %5
ÇİLEK Potasyum ve lif açısından oldukça zengindir. Çilekte bol bulunan flavonoid, antioksidan özelliği ile bedeni korur. UV ışınları gibi çevresel faktörlerin neden olduğu cilt hasarlarının onarımı için yüksek antioksidan yüklüdür. Cilt için son derece yararlı, anti-aging bir besindir. Çilekte mevcut olan ve çileğe kırmızı rengini veren antosiyaninler, kalp hastalıkları ve kansere karşı önemli bir koruyucudurlar. Clemson Üniversitesi araştrmacıları, in-vitro hücreler üzerin(100 gr/çiğ) Kaynak Enerji Karbonhidratlar Protein Toplam Yağ Kolesterol Diyet Lif Vitaminler Folatlar Niasin Pantotenik asit Piridoksin B 2 vitamini Vitamin A Vitamin C E vitamini K vitamini Elektrolitler Sodyum Potasyum Mineraller Kalsiyum Demir Magnezyum Manganez Çinko Kaynak: USDA
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama %
32 Kcal 7.7 g 0.67 g 0.30 g 0 mg 2.0 g
% 1.5 %6 % 0.1 %1 %0 %5
24 ug 0,386 mg 0.125 mg 0.047 mg 0.022 mg 12 IU 58.8 mg 0.29 mg 2.2 ug
%6 % 2.5 % 2.5 % 3.5 %2 % 0.5 % 98 %2 %2
1 mg 153 mg
%0 %3
16 mg 0.41 mg 13 mg 0,386 mg 0.14 mg
% 1.6 %5 %3 % 17 %1
(100 gr/çiğ)
de yaptıkları deneylerde, dondurulup kurutulmuş meyve özlerini, iki göğüs kanseri hücresi ve servikal (rahim ağzı) kanser kültürü üzerinde test etmişler, çalışma sonunda çilek özünün servikal ve göğüs kanseri hücrelerinin büyüyüp gelişmesini önemli oranda engellediği sonucuna varmışlardır. Sadece 5 çilek, 3 elmadan daha fazla antioksidan, 1 portakaldan daha fazla C vitamini içerir. Psikologlar, kırmızı meyvelerin beyne enerji mesajı gönderdiğini kanıtlamışlardır. Sabah daha çabuk ayılabilmek için 1 avuç çilekle güne başlayabilirsiniz. 1 büyük porsiyon çilek, günlük gerekli folik asit miktarının
Kaynak Enerji Karbonhidratlar Protein Toplam Yağ Kolesterol Diyet Lif Vitaminler Folatlar Niasin Pantotenik asit Piridoksin B 2 vitamini A Vitamini Vitamin C E vitamini K vitamini Tiamin Elektrolitler Sodyum Potasyum Mineraller Kalsiyum Bakır Demir Magnezyum Manganez Fosfor Çinko
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama %
63 Kcal 16.1 g 1.06 g 0.2 g 0 mg 2.1 g
%3 % 12 %2 %1 %0 % 5.5
4 ug 0,154 mg 0.199 mg 0.049 mg 0.033 mg 640 IU 7 mg 0.07 mg 2.1 ug 0.027 mg
%1 %1 %4 %4 % 2.5 % 21 % 11 % 0.5 %2 %2
0 mg 222 mg
%0 %5
13 mg 0.060 mg 0.36 mg 11 mg 0,070 mg 21 mg 0.07 mg
% 1.3 %7 % 4.5 %3 %3 %3 % 0.5
Kaynak: USDA
yarıdan fazlasını karşılar.
KİRAZ Güçlü anti-inflamatuar özelliktedir. A vitaminince zengindir. Michigan State Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmaya göre, 20 kirazda bir aspirinden 10 kat daha fazla etkili olmasını sağlayan siyanin(12-25 mg) içeriği mevcuttur. Ayrıca, Antosiyaninler olarak adlandırılan kanser hücresinin büyümesini engelleyen bitkisel pigment içerir. Birkaç doğal melatonin kaynağından biridir. Melatonin, epifiz bezi tarafından beyinde üretilen bir hormondur ve bedenin iç saatini düzenler. Bu nedenle iyi bir uyku sağlar, uyku düzensizliklerini gidermeye yardımcı olur. Yüksek pektin ve çözülebilir lif sayesinde, kolesterolü düşürücü etki gösterir. Kan şekerini düşürücü etkisi vardır. İçeriğinde bulunan kinik asit sebebiyle idrar söktürücü özelliği ile böbrek dostu olan kiraz, taş ve kum oluşumunu da önler. Kansere karşı koruyucudur. Kiraz sapları idrar söktürücü özelliğe sahiptir. Kan basıncını düzenler. B12 dışında tüm B vitaminlerini içerir. Rengi ne kadar koyuysa besleyici değeri ve antioksidan etkisi de o derece yüksektir. Veg&Nature 17
Yapay Et :
Maastricht Üniversitesi Profesör Mark Post
Geleneksel Etin Geleceği Derleyen Uğur Özkan (TVD)
5
Ağustos 2013 tarihinde dünyanın ilk laboratuvar üretimi eti pişirildi ve yendi. Maastricht Üniversitesi’nden Profesör Mark Post liderliğindeki Hollandalı bilim insanları, bir inekten kök hücreler alarak bunları kas şeritlerinin arasına yerleştirdiler ve burada gelişmelerini sağladılar. İngiltere’ nin önde gelen restoranlarından olan
Couch’s Great House Restaurant’ ın şef aşçısı Richard McGeown tarafından pişirilen ve gıda araştırmacısı Hanni Ruetzler ile Jason Schonwald tarafından tadılan yapay et hakkında Ruetzler izlenimini şöyle ifade etti: ‘İçinde bir hayli aroma barındırıyor. Yağsız olduğunu biliyordum, bu yüzden ne kadar sulu olabileceği konusunda
bir fikrim yoktu fakat yoğun bir lezzeti var. Et kadar sulu değil fakat kıvamı mükemmel. Bu, benim için tam olarak et. Gerçekten yenecek bir şey ve bence görüntüsü ete çok yakın.’ Tüm dünyanın şaşkınlıkla izlediği olay, geleceğe yönelik umut vaat ederken bazı soruları da beraberinde getirdi. Gelecekte geleneksel etin yerini alması durumunda hayvancılığın çevreye verdiği büyük zararı yok edecek ve aynı zamanda et üretimi için milyarlarca hayvanın acı çekmesi zorunluluğunu da ortadan kaldıracak mı? Öte yandan yapay ete ne zaman herkesin ulaşabileceği de merak konusu. Şimdi tüm bu konularla ilgili olarak hayvancılığın zararlarından başlayarak bilimsel veriler ışığında kısa bir incelemede bulunalım.
Hayvancılığın Çevresel Etkileri: Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü’ nün 2006 tarihli ve ‘Livestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options (Hayvancılığın Uzun Gölgesi: Çevresel Konular ve Seçenekler)’ adlı raporuna göre; • Hayvancılık faaliyetleri sonucu oldukça yoğun bir biçimde sera gazları Veg&Nature 18
(karbondioksit, metan, azot oksit) yayılmaktadır. Örneğin giderek artan sayıda hayvan üretimi ve buna bağlı olarak doğal alanların yok edilmesi, her yıl yaklaşık 2,4 milyar ton karbondioksit emisyonuna sebep olmaktadır. Aynı şekilde hayvanların sadece sindirim süreçleri ve dışkıları ortalama 100 milyon ton metan gazı emisyonuna sebep olmaktadır. Tüm dünyadaki karbondioksit emisyonunun %9 ’u, metan emisyonunun %37’ si ve azot oksit emisyonunun %65’ i, sadece hayvancılık faaliyetleri sonucu açığa çıkmaktadır. Bu değerler tüm dünyadaki motorlu taşıtların emisyonundan fazladır ve her yıl artmaktadır.
bu oranlar giderek artmaktadır. Bu, pek çok canlının neslinin tükenmesine de doğrudan katkı sağlamaktadır.
karşımıza çıkan tablo gerçekten çok karanlık.
Hayvancılık sektörünün pek bilinmeyen Bunlar, hayvancılık sektörünün zararla- (ve bazen önemsenmeyen) bir yönü rından yalnızca birkaçı ki gördüğümüz de hayvanların çektiği eziyetlerdir. gibi azımsanamayacak düzeyde önemli. Doğduğu andan öldürüleceği ana kadar Dünya nüfusunun ve buna bağlı olarak türlü eziyetlere maruz kalan ve büyük gıda tüketiminin büyük bir hızla arttığı- çoğunluğu küçücük hücrelerde, kendi nı da göz önünde bulundurduğumuzda dışkılarının içinde yaşayan milyarlarca
• Tüm dünyadaki su kullanımının %8’ i sadece hayvancılık sektörüne aittir ve her geçen gün artmaktadır. Su sınırlı bir kaynaktır ve bu oran çok yüksektir. • Hayvancılık, giderek artan yem ihtiyacı ve bunun için gereken büyük alanlar dolayısı ile doğal alanların ve ormanların yok edilmesinin başlıca sebeplerindendir. Örneğin dünya üzerindeki tüm ekilebilir alanının %70’ i ve buzullar dışında kalan tüm dünya alanının %30’ u sadece hayvancılık sektörüne aittir ve Veg&Nature 19
hayvanın kısacık hayatları, mezbahalarda son bulmaktadır. Yapay et, yukarıda değinilen çevresel sorunlarla birlikte artık yiyecek adına acı çekecek hayvan sayısının daha az olacağını vaat ediyor. Projeyi yürüten araştırmacı Profesör Post, yapay et sayesinde bir yandan hızla artan dünya nüfusu için efektif bir besin ve protein kaynağı sağlarken bir yandan da geleneksel hayvancılık yöntemlerinin dünyaya ve hayvanlara verdiği zarardan kaçınılabileceğini söylüyor. Oxford Üniversitesi’nden felsefeci ve biyoetikçi Profesör Julian Savulescu, yapay et hakkında şöyle diyor: ‘Yapay et hayvanlara uygulanan eziyeti sonlandıracaktır. Çevre için, sağlığımız için iyi bir alternatiftir. Bu çalışmayı desteklemek ahlaki zorunluluğumuzdur.’
Et Konsorsiyumu, yakın gelecekte teknolojideki ilerlemelerle de birlikte 3500 € maliyetle bir ton yapay et üretilebileceğini öngörüyor. ‘Bu iyi bir başlangıç.’ diyor profesör Post, ve ekliyor; ‘Bunu gerçekten yapabileceğimizi gösterdik.’ Yapay et, eğer planlandığı gibi geniş çaplı üretime geçerek market raflarında yerini alabilirse bunun hem dünyamız için hem de hayvanlar için çok daha iyi olacağından kuşku yok.
Fakat gözden geçirilmesi gereken bir konu var; acaba laboratuar ortamında üretilen yapay etin üretimi için gerçekten hiçbir canlının acı çekmesine ya da köleleştirilmesine ihtiyaç yok mu? Ne yazık ki; yapay etin üretimine başlanabilmesi için kök hücreler olmazsa olmazdır ve bu da sadece bir Yapay etle ilgili bir sorun da işin ekonomik boyutu. Laboratuvarda üretilen başka hayvandan alınabilir. Yani laboratuar ortamında hücre verecek bir normal bir hamburger eti büyüklüdonörün varlığına ihtiyaç var. Diğer ğündeki bu ilk yapay et, 325.000 $’ bir değişle yapay et ‘vejetaryen/vegan’ a ve pek çok bilim insanının 2 yıllık çalışmasına mal oldu. Teknolojik geliş- değildir. Fakat halihazırda milyarlarca melerle birlikte bu maliyetin düşeceği hayvanın eziyet gördüğü endüstriyel ve yapay etin market raflarında yerini çiftliklerden daha iyi bir seçenek olduğu da kuşkusuzdur. alabileceği öngörülürken, profesör Post bunun için ortalama en az on yıla Günün birinde hiç bir hayvanın kulladaha ihtiyaç olduğunu söylüyor. Yapay nılmasına gerek kalmaksızın et üretileVeg&Nature 20
bilirse, bizler ancak aslını yüceltecek bir taklit olmaması adına bu süreci bir geçiş dönemi olarak süreli destekleyebiliriz. Aslolan kendi doğamıza uygun çözümler geliştirmektir.
Vejetaryen Beslenme Protein Açlığı Değildir Doç.Dr.Müge Özcan
D
eğerli okuyucular, dergimizin bu ilk sayısında, güncel bilgilerin ve kendi kişisel deneyimim ışığında sizi en fazla kafa karıştıran konulardan biri olan proteinler konusunda aydınlatmak istiyorum. Ülkemiz; bitkisel proteinler, bunların geleneksel günlük beslenmemizdeki yeri ve yemek tarifleri açısından çok zengin. Bu durumun ülkemiz vejetaryenlerinin büyük bir kazancı olduğunu düşünüyorum.
Peki protein nedir? Vücutta ne iş yapar? Proteinler, “makromolekül” olarak adlandırılan büyük biyolojik moleküllerdir. Aminoasitlerden oluşan bir veya birden fazla zincirden meydana gelirler ve
birbirlerinden aminoasit dizilimlerinin farklılıkları ile ayrılırlar. Proteinlerin vücutta birçok görevi vardır. Metabolik reaksiyonlarda katalizör görevi yapmak, genetik materyal olan DNA’yı çoğaltmak, hücresel uyarılara yanıt vermek ve molekülleri bir yerden başka bir yere taşımak bunlar arasında sayılabilir. Proteinler vücutta bulunan hücrelerin yapısında yer aldıkları için, birçok kaynakta vücudun temel taşı olarak adlandırılırlar. İnsan vücudu protein sentezleyebilir, proteinin yapısında bulunan aminoasitlerin de yarıdan fazlası vücutta sentezlenir. Ancak insan vücudunda sentezlenemeyen ve besinlerle dışarıdan alınması gereken amino asitler vardır ki, bunlara “esansiyel aminoasitler” denir. Veg&Nature 21
Protein ihtiyacı ve diyetteki protein kaynakları
enerji kaynağı olarak yakılması hem böbrekler, hem de karaciğerin Yeterli karbonhidrat alan erişkin bir insaişini artırır. Ayrıca, nın günlük protein ihtiyacı 50-70 gramdiyette gereğinden dır. Alınan günlük kalorinin %12-15’ini fazla protein ve proteinlerin oluşturması önerilmektedir. Burada, yeterli karbonhidrat alımı önem- özellikle haylidir, çünkü yeterli karbonhidrat alınmaz- vansal protein sa, diyetteki protein enerji kazanmak için bulunması, kalp hastalığı, kullanılır ve yukarıda bahsedilen hücre inme, koloişlevleri için yeterli protein kalmaz. rektal (kalın Besinlerle alınan proteinler vücutta amibarsak) kanser noasitlerine ayrılır ve bu aminoasitler bir protein havuzuna konulur. Günlük protein ve osteoporoz ihtiyacı için kullanılacak proteinler bu ha- (kemik erimesi) ile vuzdan alınarak kullanılır. Artan proteinler ilişkilendirilmiştir. enerji kaynağı olarak yakılır, eğer enerji Et yemeden de sağlıklı fazlası varsa da, yağ olarak depolanır. protein alınır İnsanlarda protein eksikliği, ancak besYukarıda bahsettiğim, insan vücudunda lenme yetersizliği durumlarında ortaya sentezlenemeyen ve besinlerle alınmaçıkabilir, bu nedenle de “protein – enerji sı gereken aminoasitlerin, çok da eski beslenme bozukluğu” (kwashiorkor) olmayan yıllarda, sadece hayvansal beolarak adlandırılır. Yeterli beslenen bir sinlerden alınabileceği kabul ediliyordu. insanda protein eksikliği olması çok çok Ancak bu doğru değildir. Bitkisel protezordur. Bunun nedeni, yukarıda bahsetinler, insan vücudunun gerek duyduğu tiğim gibi, yediğimiz bitkisel veya haybütün aminoasitleri içerir. Doğru olan vansal her besinin protein içermesidir. Gerçekte Batı tarzı beslenme, gereğinden bilgi, hayvansal besinlerin ve özellikle etin esansiyel aminoasitlerin hepsini fazla protein içermektedir. Gereğinden içerdiği, ama soya dışında, hiçbir bitkifazla protein alındığında, ihtiyaç fazlası sel protein kaynağının tek başına bütün protein enerji kaynağı olarak kullanılır; esansiyel aminoasitleri içermediğidir. ancak proteinlerin enerji kaynağı olarak Yani, vejetaryenler protein kaynağı olarak kullanılması, bunların metabolizma sadece soya yerse, esansiyel aminoasitler artıklarının (özellikle de ürenin) vücuttan atılmasını gerektirir. Fazla proteinin de dahil olmak üzere, protein ihtiyacının
Aslında yediğimiz her besinde protein vardır, çünkü proteinler insan vücudunda olduğu gibi, bütün canlıların hücrelerinin yapısında bulunur. Bu nedenle, hem bitkisel, hem de hayvansal besinler protein kaynağıdır. Halbuki toplumdaki genel görüş, vücudun protein ihtiyacının sadece hayvansal proteinlerden karşılanabileceği ve eğer hayvansal besinler alınmazsa, vücutta protein eksikliği ortaya çıkacağıdır.
Veg&Nature 22
tümünü bu şekilde karşılayabilir. Ama insanlar tek bir besinle beslenen canlılar değildir, ayrıca da birçok bitkisel protein kaynağı vardır.
Bitkisel protein kaynaklarını üç ana başlıkta toplayabiliriz: 1. Baklagiller: Mercimek, kuru fasulye, nohut, barbunya, börülce, bezelye, soya fasulyesi, vb. 2. Tahıllar: Pirinç, mısır, yulaf, çavdar, buğday, vb. 3. Yağlı tohumlar ve kuru yemişler: Ceviz, fındık, yer fıstığı, badem, susam, ketentohumu, kabak çekirdeği, ayçekirdeği, vb.
Baklagiller Her ne kadar soya vejetaryen beslenmesinde önemli bir protein kaynağıysa da, Türk sofra alışkanlığında yer alan bir besin değildir ve kişisel deneyimime göre de, soya ürünleri Türk damak tadına uymamaktadır. Tabii, farklı kişisel görüşler olabilir! Soya ve soya ürünlerinin fazlaca kullanıldığı Uzak Doğu’da tahıl kaynağı pirinçtir ve kuru fasulye, mercimek, barbunya gibi diğer baklagiller marketlerde bulunmamakta ve yöre halkı tarafından da tanınmamaktadır. Türk sofra alışkanlığındaki ana tahıl ise buğdaydır ve Türk mutfağında mercimekten nohuta, kuru fasulyeden barbunyaya birçok baklagil, çok değişik tariflerle, çorbadan tutun da köftesine kadar kullanılmaktadır. Bunun ne kadar büyük bir şans olduğunu Uzak Doğu ziyaretlerimden sonra anladım. Zira tofu ve tempeh’i Türkiye’de bulamıyorum diye çok üzülüyordum, ama tadınca da beğenmedim. Bizim baklagil tariflerimiz bunlardan çok daha lezzetli. Baklagiller önemli bitkisel protein kay-
Fazla miktarda hayvansal protein alınması, sıklıkla fazla miktarda hayvansal doymuş yağ alınması ile birlikte olur, çünkü en yağsız görünen ette bile kolesterol ve doğmuş yağlar bulunur. Halbuki bitkisel besinlerde hiç kolesterol bulunmaz. naklarıdır. Örnek verecek olursak, bir su bardağı (250 ml) pişmiş mercimek veya kuru fasulyede 14-18 gram, aynı miktarda pişmiş soyada ise 28 gram protein vardır. Karşılaştırmak istersek, bir tavuk budunda 15 gram, 120 gram köftede 19 gram protein bulunur.
Tahıllar Tahıllar da, özellikle kabukları ile birlikte yenildiklerinde önemli protein kaynağıdırlar. Geleneksel yiyeceğimiz olan bulgur, vejetaryenler için önemli bir protein kaynağı olabilir. Bir karbonhidrat kaynağı olarak gördüğümüz ekmek de, özellikle tam buğday unundan yapılmış ise, iyi bir protein kaynağıdır. Buğdayda %15 oranında protein bulunur, bu oran pirinç için %9’dur.
Yağlı tohumlar ve kuru yemişler Bu besinlerin protein kaynağı oldukları genellikle bilinmez. Aslında hem protein, hem de yağ açısından çok zenginlerdir. Örnek vermemiz gerekirse, kabak çekirdeğindeki protein oranı %17’dir. Kültürümüzde oldukça sık kullanılan ceviz ve fındık da önemli protein kaynakları olmalarının yanı sıra, omega-3 yağlar açısından da çok zengindirler.
Vejetaryenler protein planlama- basını tam buğday ekmeği ile yiyebilirsiniz. Erişteli yeşil mercimek çorbası da aynı işi sı yapmalı mı? Eğer her gün soya yemiyorsanız -ki Türk toplumunda çoğunlukla durumun böyle olduğunu sanıyorum, vejetaryenler ve özellikle hiçbir hayvansal ürün tüketmeyen veganlar, bitkisel protein kaynaklarını kombine ederek protein ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmelidirler. Ama bu oturup defter kalemle bir şeyler hesaplamak demek değil! Sadece yukarıda belirttiğim 3 protein grubunu her gün yemeleri gereklidir. Kültürümüzde sık olarak yenilen ve sevilen kuru fasulye ve bulgur pilavı buna örnek olarak verilebilir. Kuru fasulye pilav yiyerek, tahıl ve baklagili kombine etmiş olursunuz. Yanında yediğiniz salatanıza keten tohumu veya kabak çekirdeği ekleyebilirsiniz. İşte, üç protein kaynağını kombine ettiniz! Humus yediğinizde, nohut ve susamı (tahin susamdan yapılır) birlikte yemiş olursunuz. Kırmızı mercimek çor-
yapar. Her gün bir avuç fındık ya da ceviz yemeği alışkanlık haline getirebilirsiniz. Bu şekilde, hiç yorulmadan, günlük protein ihtiyacınızı alabilirsiniz. Türk mutfağı vejetaryenler için bir cennet derken, görüyorsunuz ki doğru söylemişim -ki daha zeytinyağlılara hiç girmedik!
Önemli noktalar 1. Her beslenme tarzında olduğu gibi, vejetaryen beslenmede de karbonhidratların yeterli olarak alınması gereklidir. Yoksa diyetteki proteinler enerji kaynağı olarak kullanılır. 2. Bitkisel besinler insan vücuduna gerekli olan bütün aminoasitleri içerir, ancak günlük beslenmede bitkisel protein kaynakları olan baklagiller, tahıllar ile yağlı tohumlar ve kuru yemişleri kombine etmek gerekir.
Doktordan humus tarifi :)
akan ılık su altında ovalayalım, çıkan kabukları atalım. Humus, kabuğu ayıklanmış nohutla yapılırsa Sevgili okurlar, gençliğimden beri bir yemek kitabı yazmak çok daha güzel olur. Eğer üşenmiyorsak, istiyorum. Yazmaya çorbalardan başladım, ama vakit nohutların kabuklarını soyalım. çok az, yeterli zaman ayıramıyorum, bu nedenle de bu işi Sarımsağı soyup küçük küçük emekliliğe erteledim. Ama vejetaryenler için mükemmel bir doğradıktan sonra, bir tavaya protein kaynağı ve de çok lezzetli bir yemek olan humusu zeytinyağını koyup, sarımsağı burada tarif etmek istiyorum. Belki bazılarınız bilirsiniz, öldürelim (böylece humusu Güney Anadolu’da sadece humus satan dükkanlar vardır, yedikten sonra sarımsak sadece öğle vakti çalışırlar, daha çok işyerlerinde çalışanlar kokmayız, ama sarımsağın burada yemek yer. Ben çocukken bir aile dostumuzun humus tadından da vazgeçmemiş dükkanı vardı. O zamanlar da yemek yapmaya meraklı oluruz). Bir rondoya nohut, yağda olduğum için, mutfağa geçer, ustayı seyrederdim. Tabii, şimdi öldürülmüş sarımsak ve yağ, limon size nohut kabuklarının tek tek elle soyulduğu ve nohutun suyu, tahin ve tuzu koyup, rondoyu tokmakla ezildiği bu tarifi vermeyeceğim, daha pratik bir tarif çalıştıralım. Humusun koyu bir macun vereceğim. kıvamında ve pürüzsüz olması gerekir. Eğer taneli ve daha Malzemeler: koyu ise, ayırdığımız haşlama suyundan azar azar ekleyerek Yarım kilo haşlanmış nohut (konserve olabilir), 3/4 su bardağı kıvamını ayarlayalım. Daha sonra humusumuzu tabağa alalım. Üstüne az zeytinyağı gezdirelim ve üstünü kimyon, tahin, yarım çay bardağı zeytinyağı, 5 diş sarımsak, 2 limon sumak, kırmızı pul biber ve birkaç yaprak maydanoz ile suyu, tuz, kimyon, sumak, kırmızı pul biber. süsleyelim. Yapılışı: Haşlanmış nohutları alalım, ama suyunu İşte mükemmel bir vejetaryen protein kaynağı! Afiyet olsun! dökmeyelim, bir kapta saklayalım. Nohutları süzgece alıp, Veg&Nature 23
“DEVRİM, ÖZGÜRLÜK” MESAJINI YAYMAKLA BAŞLAR G eçtiğimiz aylarda Türkiye’de neredeyse her gün tanık olduğumuz şiddet olaylarına bir yenisi eklendi. Eskişehir’de bir üniversitelinin evinde beslediği kediye işkence ederek bir buçuk saat can çekişmesini izlemesi ve bunu videoya kaydetmesi, toplumda şiddete karşı müthiş bir öfke doğurdu. Medyada da geniş yer bulan vahşet, sosyal medyada tam bir infial yarattı. Bu süreçte, hayvanlara zulmedenlere verilmesi gereken cezalar hakkında farklı görüşler dile getirildi; hatta bu suçu işleyenlere şiddet uygulanması gerektiğini savunanlar bile oldu. Bu ortamda hayvan hakları aktivisti veganlar olarak söz sırası bize geldiğinde, TBMM’de görüşülmekte olan 5199 Sayılı Hayvan Hakları Kanunu’nun yetersizliği ve yanlışları üzerine görüşlerimizi dile getirdik. Her şeyden önce bu adaletsizliğin bir an önce düzeltilmesi için, hayvanlara karşı işlenen suçların “kabahat” olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirttik. Bu konuda toplumun çoğunluğunda zaten bir fikir birliği söz konusu. Hayvan haklarını savunanlar arasındaki asıl tartışma, veganların, kendini “hayvansever” olarak tanımlayanların görmek istemediği tutarsızlıklara işaret etmesiyle gündeme geliyor. Her gün mezbahalarda katledilen, süt ürünleri fabrikalarında makine muamelesi yapılarak sömürülen ve sonunda öldürülen hayvanların maruz kaldığı şiddetten söz ettiğimizde, tepki gösteriliyor. Nitekim Eskişehir’deki
Veg&Nature 24
olay üzerine yazılan bir yazıda şu satırlara rastlıyoruz: “İlk olarak, bu tartışmalar içerisinde hayvan hakları savunucularının, bir kediyi böylesine bir eziyetle öldürmekle, et yemenin hiçbir farkının olmadığı yönündeki müdahaleleri önemli bir tehlikeyi barındırmakta. Bu tehlike türcülüğün politik yapısının göz ardı edilip, Regan’ın söyleyişiyle ‘dünyayı sözde masumlar (biz) ve ahlaksızlar (insanlığın kalan kısmı) olarak ikiye ayırmışçasına ahlak kumkumalığı’ yapılmasıdır kısaca. Kültürel bir koruma kalkanı altında ve cinayetin her türlü izinin silindiği bir şekilde masaya gelen eti yiyen bir insanla, herhangi bir hayvanı bıçaklayarak öldüren insanı vahşet açısından aynı kefede değerlendirmek
Zülal Kalkandelen (Gazeteci/Yazar) www.zulalkalkandelen.com
ve yargılamak, ahlak kumkumalığının hayvan hakları mücadelesinin önüne geçmesine neden oluyor. Bunun yanı sıra bu olay üzerinden yeniden tartışmaya açılabilecek olan hayvan haklarının yasalardaki yeri konusunun hak ettiği ilgiyi görmesi de, kendilerini suçlu sandalyesinde bulan et yiyen hayvanseverlerin baştan dışlanması nedeniyle engellenmiş oluyor.” (http:// fraksiyon.org/kedi-katili-hayvan-haklarimucadelesi-ve-hukuk/) Bir kediyi vahşice öldürüp bunu videoya kaydetmekle et yemek arasında bire bir benzerlik kurmak, anında savunmaya dönük bir tepki yaratacağından, dile getirdiğimiz görüşlerin daha çok insana yayılmasını engelleyici bir etki yaratabilir; bu bir gerçek. Kediyi
Hayvan haklarını savunan insanların, hayvancılık endüstrisinin gerçekte kendilerinin dışında gelişen ama sonuçta onların desteğiyle süren bir zincir yüzünden sürdüğünü anlamalarının vakti geldi de geçiyor. Eğer veganlar olarak, hayvan hakları hareketinin hayvan özgürlüğünü hedeflediğini dile getirip, bunun et yeme ile hiçbir şekilde bağdaşmayacağını ısrarla vurgulamazsak, varacağımız nokta, hayvanların “insani bir şekilde öldürülmeleri” gerektiğini savunan hayvan refahçılığı düşüncesidir. Günümüzde yürütülen çeşitli kampanyalarda, “humane slaughter” (insani kesim), “humane meat” (insani et) gibi gerçekte var olmayan kavramlar kullanılarak hayvan hakları mücadelesi baştan sınırlandırılmak isteniyor. Kedi ve köpek sevdiği için hayvan hakları mücadelesini sadece sokak hayvanlarıyla sınırlayanlara, kedi ile inek ya da köpek ile tavuk arasında hak anlamında fark olmadığını, hepsinin yaşama hakkına sahip olduğunu ısrarla söylememiz gerekiyor.
zevk için katleden, bunu videoya çekip paylaşmıştır; akıl ve ruh sağlığı yerinde olan bir insanın yapamayacağı kadar zalimce bir vahşet uygulamıştır. Diğerinde ise, mezbahalarda yaşanan zalimliğin farkında olan ama buna bizzat kendi gözleriyle tanık olmayan insanların, evrensel ölçüde geçerli olan kültürel bir prototipleşmenin sonucunda, doğumlarından itibaren kendilerine yedirilen eti tabaklarında hazır bulmalarıyla gerçekleşir. Birincisinde, bir kediyi sadece kendi alacağı haz için katleden bir sapık, diğerinde ise katledilmeleri toplum tarafından “gerekli ve normal” bulunan milyonlarca hayvan ve bunun sonucunda ortaya çıkan şiddeti içselleştirmiş insanlar var. Can Başkent ile yazdığımız “Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi” adlı kitapta da belirttiğim gibi, hayvanları eğlence için, yiyecek, ve kıyafet ihtiyaçları için ya da deney tahtası olarak kullanmak, hayvan köleliğine neden olduğundan etik değildir. Buradaki etik vurgusunun boş bir ahlakçılık ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bunun, insanlığı sözde masumlar (biz) ve “ahlaksızlar” olarak ikiye ayırmak şeklinde görülmesi yanlıştır; çünkü her veganı baştan tam anlamıyla ahlaklı bir insan olarak kabul edemeyeceğimiz gibi, her et yiyeni de külliyen ahlaksız diye nitelemiyoruz. Ahlakı, sınırları cetvelle çizilmiş bütüncül bir kavram olarak ele almıyorum ben; hayvan özgürlüğünü savunduğu için vegan olan bir insan, hayatın diğer bir alanında etik dışı bir davranışta bulunabilir. Mesela veganlar hırsız olamaz diye kesin bir görüş ileri süremeyiz; aynı şekilde, bir insan vegan değildir ama iş yaşantısında dürüst, ahlaklı bir esnaf olabilir. Ancak şu kesindir ki; et yemenin insan-hayvan ilişkisi açısından etik olmadığını söylemek, ahlak kumkumalığı değildir! Çünkü bugün modern toplumda yaşayan bir insanın artık mezbahalardaki vahşeti bilmemesi olanaksız. “Bizzat tanık olmadığım vahşeti düşünerek davranışımı değiştirmem” deniyorsa, bu tavrın etik olmadığını söylemek neden “ahlak kumkumalığı” oluyor? Bir zulme karşı çıkmak için illa bizzat görmek, tanık olmak ya da yaşamak mı gerekir? Bu konuda çarpıcı bir örnek vermek isterim. 5199 Sayılı Yasayı protesto için 2 Mart’ta Kadıköy’de yapılan eyleme ben de gittim. Kürsüye çıkan bir konuşmacı, kalabalığa sorular yöneltip yanıtlar alıyordu. “Hayvanlara uygulanan zulme ne diyoruz?” diye soruyor, güçlü bir “HAYIR!” sesi duyuluyordu karşılığında. “Ölüm yasalarına ne diyoruz?” diyor,
Ben, uzun yıllardır etik veganlığı yaşamının odak noktası yapan bir insan olarak, hayvan hakları savunucularının artık hayvan özgürlüğü rotasına girmesinin gerekliliğine işaret ediyorum. Elbette sirkler ve kürkler yasaklanmalı, sokak hayvanlarına devlet dokunmamalı, petshop’larda ve pazarlarda canlı hayvan satışı durdurulmalı ama bunlar yetmez. Hayvanların metalaştırılmasına karşı olduğumuzu ve bunun geçerli olabilmesi için de tek yolun vegan olmaktan geçtiğini sürekli dile getirmeliyiz ve taleplerimiz bu yönde olmalı. yine “HAYIR!” yanıtı geliyordu. O sırada ben de “Buzluktaki kıymaya ne diyoruz?” diye bağırdım ama hiç yanıt gelmedi. Tabii benim mikrofonum yoktu elimde ama çevreden gelen garip bakışların yerine cılız da olsa bir “Hayır!” çıkabilirdi. Bu bir simgesel denemeydi; yapmayı gerekli gördüm, çünkü eyleme gelenlerin üzerinde deriler vardı, birçoğu hayvanlar üzerinde denenen sigaraları içiyordu. Bu tutarsızlıkları görmezden gelerek hayvan haklarını tutarlı bir şekilde savunmak olanaklı değildir; bu durumda hayvanları sadece sokak hayvanları olarak sınırlar ve önceki paragraflarda da söylediğim gibi ancak yeni refahçı anlayışta takılır kalırız. Bu noktada hayvan hakları mücadelesinin izleyeceği yöntemler üzerinde bazı hususları vurgulamayı da gerekli görüyorum. 1- Hayvanlar, insanların ihtiyaçları için var olan canlılar değildir; hissedebilen canlılardır ve hepsinin yaşam hakkı vardır. 2- Hayvanların yenilmesi, giyilmesi, avlanması, alınıp satılması ve herhangi bir amaç için kullanılması, çalıştırılması, sömürülmesi kabul edilemez. 3- Hayvanlara uygun davranıldığı sürece kullanılabileceklerini ve öncelikli olarak zulmün azaltılması yolunda düzenlemeler yapılmasını savunan refahçı görüş, etik temelli hayvan hakları düşüncesine ters düşer. Gary L. Francione’nin söylediği gibi, daha çok düzenlemenin daha çok sömürüye yol açtığına dair kanıtlar mevcuttur. Çünkü ne kadar çok düzenleme yaparsanız, insanlar, hayvan sömürüsüne dair kendilerini o kadar iyi hissediyor. 4- Bu durumda izlenecek yöntem, hayvanların var olma hakkını her koşulda dile getirip, veganlığı yayma yolunda adımlar atılmasıdır. 5- Ancak insanları suçlayan, yargılayıcı bir tavır yerine, veganizmin ardındaki düşünceleri bilimsel araştırmalar ve uzman görüşleriyle birlikte uygar bir dille anlatmak gerekli. 6- Bu düşünceleri dile getirirken, hayvanlara zulmetmenin yanlış olduğunda hemfikir görünenleri,
veganizme geçiş yolunda adım atmaları yolunda cesaretlendirmeli. 7- Bu yöntem çok hızlı sonuçlar vermeyebilir ama kanımca etkili sonuç yaratabilecek olan yoldur. Kedi vahşetinde gördüğümüz gibi, sosyal medyada olayın ardındaki isme yönelik olarak yazılan şiddet içerikli mesajlar, şiddeti reddeden hayvan hakları savunucularının yöntemi olamaz. O konuda yapılması gereken, başta da belirttiğim gibi, yasanın değiştirilmesine destek vererek işi hukuka teslim etmek. Şiddet, hiçbir zaman şiddeti sona erdirmez. 8- İnsanlarla her ortamda bire bir yapılacak konuşmalara ek olarak, veganizmin felsefesini duyuracak çeşitli eylemler yapılmalı. Katılan sayısı önceleri fazla olmasa da, hayvanların var olma hakkının seslendirilmesi dikkat çekicidir. 9- Mezbahalarda yapılan gizli çekimlerin ve bu tür tesislerin basılarak hayvanların maruz kaldığı eziyetin ifşa edilmesi, çok etkili sonuçlar veriyor. 2013 yılında angoranın nasıl elde edildiğini gösteren videonun etkileri epey sarsıcı oldu. Ben insanları sarsan bu tür çarpıcı belgelerin de kullanılmasında fayda görüyorum. Çünkü birçok kişi giydiği, kullandığı eşyanın, malzemenin nasıl elde edildiğini, nasıl bir zulmün ürünü olduğunu araştırmıyor. 10- Vegan yaşam tarzının uygulanabilirliğine dair pratik bilgilerin medyada yayılmasını sağlamak da hızlı sonuç almak bakımından önemli. Veganlar olarak toplumda daha çok sayıda insanı içinde bulunduran bir grup haline gelebilmemiz, elbette zaman alacak. Hayvan özgürlüğü hedefinde alacağımız yol uzun ama unutmayalım; yaşadığımız gezegende gerçek devrim, ancak bu hedefe varıldığında gerçekleşecek ve yüzyıllardır kanıtlandığı gibi, her devrim önce özgürlük mesajını yaymakla başlar. Veg&Nature 25
ZULME ORTAK OLMAYIN! hayvanların kozmetik̇ deneylerde kullanımı
Haber / Düzenleme Avşin Kaşıkçı – TVD- Nisan 2014
L
atince in vivo olarak bilinen hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen deneyler tüm dünyada hayvan hakları savunucuları ile vejetaryen-vegan derneklerinin tepkilerini çekmeye devam etmektedir. Dünya genelinde deneylerde kullanılan hayvanların sayısı yüz milyonları bulmaktadır. Deneyler sırasında çok yoğun acı ve strese maruz kalan hayvanlar, deneylerde kullanıldıktan sonra genellikle uyutularak öldürülmekte
Veg&Nature 26
ve vücutları açılarak organları incelenmektedir.
YASAK HANGİ ÜLKELERDE? Hayvanlar üzerindeki deneylerin alternatifleri hızla geliştirilirken, bazı ülkelerde hayvan deneyleri hali hazırda ya önemli ölçüde kısıtlanmış ya da tamamen yasaklanmıştır. Avrupa Birliği bu konuda öncü konumdadır. 28 ülkeden oluşan birlik dünyada
kozmetik maddelerin hayvanlar üzerinde test edilmesini ilk yasaklayan birlik olmuştur. AB, Mart 2013’de yürürlüğe giren yeni yasayla tüm bu çağ dışı yöntemlere yasaklama getirerek alternatif metotları yürürlüğe koymuştur. Öyle ki şu anda kozmetik ürünlerin ve hatta içeriğinde kullanılan malzemelerin bile üzerinde hayvan deneyleri uygulanmış olması halinde AB sınırları içerisinden girmesi yasaktır. Maalesef bu ürünler
Türler arasındaki farklılıklar ve hatta aynı tür hayvanlar arasındaki metabolik varyasyonlar nedeniyle, hayvanlar üzerinde denenen ürünlerin kesin ve güvenilir bir sonuç vermesi, kusurlu bir düşüncedir. Yanı sıra teknolojinin ilerlemesiyle birlikte geliştirilen yeni yöntemler, hayvanların bir deney malzemesi olarak kullanılması fikrini çağın dışında bırakmaktadır. AB’de yasaklanmalarına rağmen diğer ülkelerde satılabilmektedir. Birlik bu konuda Çin gibi ülkelere baskısını arttırmakta ve alternatif test metotlarını kabul etmelerini talep etmektedir. AB’nin söz konusu yasağını Norveç izlemiştir. Norveç ilaç mahiyetindeki kozmetikleri -ki buna BOTOX da dahildir- yasağının dışında tutmuştur. Maalesef söz konusu yasak sadece yeni onay alacak ürünleri kapsamaktadır. Çünkü bu yasağın getirildiği tarihten önce hayvanlar üzerinde test edilmiş ve onaylanmış kozmetiklerin raflardan kaldırılmayacağı açıklanmıştır. İsrail 2013 yılında benzer bir karar almış ve hayvanlar üzerinde test edilmiş kozmetik, deterjan ve sabun, diş macunu, kolonya gibi ürünlerin ithalat ve satışını yasaklamıştır. Hindistan hayvanlar üzerinde kozmetik deneyleri yasaklayan ilk Asya ülkesi olmuştur. Yasağa uymayanların 3 ila 10 yıl arasında hapis cezasına çarptırılacakları açıklanmış, ayrıca yasağın delinmemesi için alternatif test metotları da zorunlu hale getirilmiştir. Halen ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda benzer yasakları hayata geçirmek için çalışmalar yapmaktadır. Ülkemizde ise maalesef henüz böyle bir yasak bulunmamaktadır. Türkiye’de kozmetik hayvan deneylerinin yasaklanması için Vegan ve Vejetaryenler Derneği (TVD) öncülüğünde 2014 Ocak ayında bir kampanya başlatılmış, toplanan 10 bini aşkın imza için bakanlıkla görüşme girişimleri başlatılmıştır. Kampanya sitesi: http://chn. ge/1h6YfKm Başlatılan girişimlere bu konuda gerekli duyarlılığın gösterileceğini ve sıradaki halkanın Türkiye olacağını ümit ediyoruz.
Göz Tahriş Deneyi: 1944 yılında tasarlanan deney gözde oluşan tahriş miktarını belirlemekte kullanılır. Deneyde tavşanlar kullanılmaktadır. Deney sırasında bir göze test edilecek madde sürülür, diğer göze madde sürülmez. Tavşanın reaksiyon esnasında gözüne müdahale etmemesi için
yalnızca başı dışarıda kalacak bir düzeneğe bağlanır. İki ya da üç haftalık bir süre zarfında tavşanın gözünde oluşan tahriş miktarı gözlemlenir. Hayvanda gözde kızarıklık, kanama, ülser ve körlük oluşur ve deney sonunda hayvan öldürülür. Tavşan gözünün insan gözünden farklı olması ve hayvanın deney sırasında büyük acılar çekmesi deneyin hem tıbbi hem de hayvan sever çevreler tarafından eleştirilmesine neden olmaktadır. Akut Toksisite Testi Bu test, kimyasallara maruz kalındığında ağız, deri ve solunum yollarındaki etkilerini belirlemek için yapılmaktadır. Uzunca bir süre bu test çok sayıda hayvanın ölümcül düzeyde (LD50) zehirli kimyasallar verilerek öldürülmesi şeklinde uygulanmaktaydı. Günümüzde uygulanan testler her zaman ölüm ile sonuçlanmamakla birlikte, hayvan
UYGULANAN ETİK-DIŞI KOZMETİK DENEYLERİ Henüz herhangi bir yasak olmayan ülkelerde hayvanlar üzerinde sıklıkla uygulanan kozmetik deneyler şunlardır:
PETA
Veg&Nature 27
Artık AB’nin başı çektiği ve dalga dalga yayılan yeni etik anlayışla, kozmetik deneyler için, birçoğu çevreci-etik şirketler tarafından hali hazırda kullanılagelen yöntemler uygulanıyor. AB, yeni yöntemlerin geliştirilmesi amacıyla bir kurul oluşturarak, bu iş için ciddi bir bütçe ayırmış durumda. Gelişen laboratuar teknolojileri sayesinde yapay organ bile üretilebilirken, hayvanlar üzerinde deneyde ısrarcı olmak, etik dışı bir davranıştır. üzerinde acı düzeyi gözlemlenerek sonlandırılabilmektedir. Bu deneyde kullanılan hayvanlar çoğunlukla yoğun acı, çırpınma, motor fonksiyonlarının kaybı veya krizlerle karşılaşmaktadırlar. Deneylerin sonucunda hayvanlar öldürülmekte ve iç organlarındaki hasarları tespit edebilmek için necropsy yapılmaktadır. İnsanların farklı metabolizmaları ve solunumları olması nedeniyle hayvan-
lar üzerinde uygulanan bu testlerin de ne kadar faydalı olacağı tartışılmaktadır. Tekrar Edilen Doz Deneyi Bu deneyde akut toksisite testinden farklı olarak hayvanlar tek bir doz zehirli kimyasala maruz bırakılmak yerine kronik toksik maddelere maruz bırakılmakta ve üzerlerindeki etkiler incelenmektedir. Bu testlerde bazen köpekler
PETA
PETA Veg&Nature 28
de kullanılmaktadır. Deney sonunda hayvan öldürülmekte ve organlardaki hasarın incelenebilmesi için hayvan açılmaktadır. Deri Korozyon / İritasyon Deneyi Bu deney ile kimyasalların deri üzerindeki muhtemel etkileri incelenmektedir. Deneyde genellikle tavşanlar kullanılır. Tavşan derisi üzerinde iki bölgedeki tüyler kazındıktan sonra birisine test edilecek kimyasal uygulanır, diğer bölgeye ise kontrol için herhangi bir şey uygulanmaz. Hayvan ve insan anatomi ve derilerinin özellikleri arasındaki farklılıklar nedeniyle genellikle hayvan testlerinin sonuçlarının insanlar için belirleyici olmadığı düşünülmektedir. Deri Duyarlılığı Testi Bu test ile kimyasalların derideki alerjik etkileri incelenir. Yıllarca bu deneylerde çoğunlukla ginepigler kullanılmıştır. Kimyasallar hayvanın traş edilmiş derisine çeşitli dozlarda alerji oluşuncaya kadar sürülerek veya enjekte edilerek gözlem yapılır. Günümüzde bu deneyde ginepigler yerine fareler kullanılmakta ve kimyasal hayvanın sadece kulağına sürülmektedir. Bu yeni yaklaşım ile hem daha az sayıda hayvan testlerde kullanılmakta hem de hayvanın maruz kaldığı acı daha düşük bir düzeyde kalabilmektedir. Farmakokinetik/Toksikokinetik ve Metabolizma Testleri Bu test ile zehirli maddelerin metabolizma ve solunuma etkileri ile vücutta dağılımları ve vücuttan atılmaları gözlemlenmektedir. Deneylerde genellikle fareler kullanılır. Hayvan, test edilecek maddeye yemek, solunum veya enjeksiyon yoluyla maruz bırakılır. Akabinde zehirli maddenin hayvanın organlarındaki birikimini ölçebilmek için hayvan öldürülüp açılır. Deri Emilim Testleri Bu testlerde kimyasalların deriden ne hızla emildiği ve kana karıştığı ölçülmeye çalışılır. Deneylerde çoğunlukla fareler kullanılır. Deney sonunda hayvan öldürülür. Farelerin ve insanların deri özellikleri farklı olduğu için bu deney de sıklıkla eleştirilmektedir. Mutagenetik Testler Mutagen bir organizmanın mutasyon yoluyla genetik yapısını değiştiren kimyasallara verilen addır. Birçok mutasyon kansere neden olduğu için çoğu mutagen kanserojendir. Örneğin cytogenetik testinde, farenin kemik iliğine mutagen enjekte edilir. Sonrasında hayvan öldürülerek kemiğindeki değişimler
PETA Kozmetik hayvan deneylerinde “hayvan kullanılmayan” alternatif yöntemler:
Corrositex
PETA incelenir. Bu deneyin hayvan olmadan bakteriler üzerinde uygulanan alternatifi yıllardır kullanılmaktadır. Kanserojen Deneyi Bu deneyde kanserojen olduğu düşünülen maddeler farelere uygulanarak etkileri gözlemlenmektedir. Madde hayvana ağız, deri ve enjeksiyon yoluyla verilmektedir. Madde hayvana verildikten sonra üzerindeki değişimler gözlemlenir. Çoğunlukla hayvan test sonucunda öldürülür ve açılarak organ incelemesi yapılır. Bu deney de farklı hayvanların farklı kanserojenlere farklı tepkiler vermesi nedeniyle sonuçları insana her zaman uygulanabilir bulunmamakta ve bu nedenle eleştirilmektedir. Üreme ve Gelişim Toksisitesi Bu deneyde bir kimyasalın canlı üremesine ve yavrularındaki toksik etkilere bakılır. Test sırasında gebe hayvanlara, çoğunlukla tavşan ve farelere, kimyasallar uygulanır. Hayvanlar doğumdan hemen önce öldürülür ve fetüs incelenir. Nörotoksik Deneyler Bu deneylerde kimyasalların hayvanların sinir sistemleri üzerindeki etkileri incelenir. Deneylerde çoğunlukla tavuk ve fareler kullanılır. Hayvanlara bir yılı bulan sürelerde kimyasallar verilir ve davranışlarındaki değişimler gözlemlenir. Ekotoksisite Bu deneyde çevreye karışan kimyasalların negatif etkileri incelenir. Deneylerde çoğunlukla balıklar kullanılır. Standart akut toksisite testinde 96 saat içinde balıkların yüzde 50’sini öldüren konsantrasyon bulunmaya çalışılır. Kronik balık testlerinde ise süre 200 güne çıkar ve hayvanın büyümesi, yumurtlama başarısı ve yaşam süresi gözlemlenir.
Pyrogenetik Testler Pyrogen(çoğunlukla bakteri) hayvan vücut sıcaklığını arttıran maddedir. Bu testler ile aşı veya ilaçlarda vücut sıcaklığını arttıran madde olup olmadığı araştırılır. Deneylerde 1940’lardan beri tavşanlar kullanılmaktadır.
Peki bu deneylere alternatif yöntemler yok mu? Hayvanlar üzerinde çok yoğun acı ve stres yaratan bu deneylerin alternatifleri üzerinde çalışılmakta ve birçok alternatif deney hayata geçirilmektedir. *Hayvanların gerek yaşamlarına haksız müdahale, gerekse insan-hayvan fizyolojisindeki farklılar nedeniyle hiçbir şekilde deney malzemesi olarak kullanılmadığı yaklaşımlar teşvik edilmeli ve bu yöntemler geliştirilmelidir. O nedenle deneylerde kullanılacak hayvan sayısını “azaltmaya” yönelik yöntemlere burada değinilmeyecektir.
Deri korozyonunu tayin için in vitro bir alternatif metottur. Bu deneyde biomembran ve kimyasal belirleme sistemi kullanılarak korozif madde ile temas anındaki renk değişimleri gözlemlenir. Bazı durumlarda bu alternatif metot ile aynı test için tavşan kullanımının önüne geçilebilmektedir.
Episkin ve Epiderm Bu iki alternatif metot ile korozyon deneyleri tavşanlar yerine insandan alınan deri hücreleri üzerinde yapılmaktadır. Bu sayede hayvan kullanımı önemli ölçüde düşmektedir.
Ames Testi Bu metotta genetik değişimlerin gözlemlenebilmesi için hayvanlar yerine bakteriler kullanılmaktadır. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz tüm alternatif metotların ortak nihai amaçları, deneylerin tamamiyle hayvanlar kullanılmadan yapılabilmesinin sağlanmasıdır.
PETA Veg&Nature 29
Demek et-süt yemiyorsun, vah vah... B
Dr.Nilgün Eröztürk
Veg&Nature 30
irinin et yemediğini duyduğumuzda ilk tepkimiz onun kansızlık çekmekte olduğudur. Eğer biraz daha derin bilgi sahibi isek, bu kişinin demir eksikliği veya B12 vitamini eksikliği tehlikesine dikkatini çekeriz. Süt ve süt ürünlerini tüketmeyen birisi için de ilk aklımıza gelen kalsiyum eksikliği ve osteoporoz olur. Oysa hastalıkların hayvansal besin tüketenlerde ve tüketmeyenlerde görülme sıklığı arasında öyle büyük fark var ki... Ve bu fark hayvansal besin tüketiminin şart olduğunu savunanları şaşırtacak ölçüde. Ama oraya gelmeden önce et tüketmeyince kansız kalınmayacağını, süt tüketmeyince osteoporoz olunmayacağını açıklamakta fayda var. Daha ötesi, durum bunun tam tersi de olabilir... Kan yapımı için her şeyden önce sağlıklı bir
kemik iliği ve sağlıklı böbrekler gerekir çünkü kan yapımını uyaran hormon böbreklerde üretilir ve kan hücreleri de kemik iliğinde üretilir. Kan yapımı için gereken maddeler ise beslenme yoluyla dışarıdan alınan demir ve proteinlerdir. Tabii bir de B12 vitamini var katalizör olarak. Aslında daha birçok katalizör madde vardır ama şimdilik bu üç temel madde ile yetinelim. Bu ögelerin hepsini de et yemekle alabiliriz. Fakat biliyor musunuz, artık besi çiftliklerinde sığırlara danalara demir verilmiyor? Çünkü demir, etler rafta beklerken hızla okside olarak etlerin renginin kararmasına yol açıyor. Bunun tüketicide bayat et izlenimi bıraktığı ve tüketicinin pembe renkli etlere yöneldiği fark edilerek, demir yaklaşık 25-30 yıldan beri sığırların beslenmesinden çıkarılmış durumda. Demir eksikliğinden ötürü buzağılar ahır kapılarındaki
B12 vitamini konusu da farklı değil. B12 vitaminini biz insanlar üretemediğimiz gibi sığırlar da üretemez. Barsaklarında yaşayan bakteriler üretir B12 vitaminini. O bakteriler nereden gelir? İnek otlarken otların arasında bulunan pisliklerden gelir tabii ki. Peki bizim etini yediğimiz sığırlar böyle mi besleniyor? Elbette hayır. Onlar küspe ile besleniyorlar: Pancar küspesi, soya fasulyesi küspesi, mısır silajı... Tertemiz hepsi de. Ayrıca, bu sığırlara o kadar çok antibiyotik veriliyor ki, kazara barsaklarına yerleşmiş olabilecek mikropların yaşama şansı pek yok. Bu yüzden ABD'de son senelerde et yesin-yemesin herkese B12 takviyesi öneriliyor rutin olarak. paslı menteşeleri yalıyorlar. Ve tüketici işte o demirden fakir etleri yiyor, çocuklarına o etleri yediriyor; 25-30 yıldan beri. Demir eksikliğinden ötürü rafta beklerken pembe pembe duran etleri. Sığır etinin protein içeriğine gelince, besi çiftliklerinde hareketsiz ve doğal beslenmesinin dışında, hiç bilmediği, doğasına aykırı besinlerle zoraki beslenen sığırların etindeki protein bir türlü istenen düzeye ulaşamadığı için yemlerine yine sığır eti karıştırıldığını deli dana hastalığı vesilesiyle öğrendik. Bu krizden sonra başka bir yola başvurdu besiciler; hayvanın sağrısından mideye giden bir boru yerleştirip bir sığırın normalde yiyemeyeceği miktarları ona yedirmeye çalışıyorlar. Peki ne için? Etteki protein oranını yükseltmek için. Çünkü hala düşük. Düşük protein seviyesinin tek sebebi hareketsizlik de değil aslında. Sebep bu hayvanların hasta olması. Hepsi metabolik sendrom, yani şeker hastası. O yüzden etlerinde proteinden çok yağ var. Metabolik send-
romun doğal sonucu... İşte et yiyenler böyle bir et tüketiyor. Demirden fakir ve protein içeriği sanıldığı kadar yüksek değil... Oysa, 100 gram kabak çekirdeği ve ya soya fasulyesi 100 gram etten daha çok protein içeriyor. Demir ise aynı ağırlıktaki (kuru) nohutta daha fazla. Sütteki durum da pek farklı değil. Kalsiyumun tek kaynağının süt olduğunu düşünenlere soralım; inek o kalsiyumu kendi imal etmediğine göre, nereden alır dersiniz? Otlardan elbette! Gerçi günümüzde bu geçerli değil, zira artık ineklere ot neredeyse hiç verilmediği için, ağırlıklı olarak küspe ile beslendikleri için ineklere mermer tozu veriliyor kalsiyum kaynağı olarak. Bunu herkes yapabilir oysa, o kadar kaloriyi almadan, ineğe verilen ve tabii ineğin sütüne de geçen onca ilacı almadan sağlıklı bir şekilde kalsiyum takviyeleri ile karşılayabilirler kalsiyum ihtiyaçlarını. Ya da, asıl kaynağa yönelip, yeşilliklerden karşılanabilir kalsiyum ihtiyacı. Veganlar yıllardır böyle yapıyorlar. Böyle yapmakla sadece kemik sağlıklarını korumakla kalmıyorlar, mineral ve vitamin ihtiyaçlarını doğal yoldan karşıladıkları gibi, kendilerini birçok hastalıktan koruyacak olan sağlıklı vücut pH’ını da elde ediyorlar. 90’lı yıllarda Kaliforniya UCLA Tıp Fakültesinde ilginç bir çalışma yapıldı. Sonuçları vücut pH’ının yani asiditesinin önemini anlatmaya yetecektir: Çalışmada 40-60 yaşlarındaki 900’ün üzerinde kadının beslenme alışkanlıkları sorgulandı, vücut asiditelerine bakıldı ve kemik yoğunlukları ölçüldü. Sonuçlar değerlendirildiğinde bu kadınların kabaca iki grupta toplandıkları
görüldü. 1. grupta asidite düşüktü ve kemik yoğunlukları iyiydi. 2. grupta ise asidite yüksekti ve kemik yoğunluğu tehlikeli sınırlardaydı. 1. gruptaki kadınların beslenmelerine bakıldığında bitkisel ağırlıklı beslendikleri görüldü. 2. grup ise daha çok et, daha çok süt tüketiyordu. Benzer araştırmalar başka merkezlerde de tekrarlandı, sonuçlar birbirini destekler nitelikte idi. Hayvansal ağırlıklı beslenme vücudu her çeşit hastalığa karşı savunmasız bırakan bir faktörü, asiditeyi besliyor ve aynı faktör osteoporoz için de zemin oluşturuyor. Hayvansal besin tüketenlerin maruz kaldıkları bir başka tehlikeye de dikkat çekmekte fayda var: Bilmeden aşırı antibiyotik kullanımı. Sadece 2000 yılında tüm dünyada üretilen antibiyotik miktarının 100 milyon kilo olduğu tahmin ediliyor (25 milyon kilosu ABD üretimi). Bu miktarın %70’inin hayvanlara verildiği de yine ilaç firmalarının istatistiklerinden alınan bir bilgi. Hayvanlara antibiyotik verilmesi antibiyotiklerin keşfinden bu tarafa rutin olarak uygulanan, üretimi artırıcı bir önlem ve insanlardaki antibiyotik direncinin en önemli nedeni olabileceği düşünülüyor. Hayvansal ürünlerdeki antibiyotik düzeyleri o kadar yüksek olabiliyor ki, düzenli olarak hayvansal besin tüketen insanların bağırsak flora düzensizliklerine, kandidaların bağırsakta aşırı üremesine, hatta şiddetli alerjilere yol açabiliyor. Ne dersiniz, onlar veganlara-vejetaryenlere acıyorlar belki ama aslında hayvansal besin tüketenler acınacak durumda değil mi sizce de?... Veg&Nature 31
Veg&Nature 32
Susuzluk: Sorun Gökte Değil Yerde! Haber Avşin Kaşıkçı - TVD
2
007 yılı sonu 2008 yılı başlarında yaşanan küresel gıda krizini hepimiz hatırlarız. Bu dönemde pirinç fiyatları yüzde 217, buğday fiyatları yüzde 136, mısır fiyatları yüzde 125 ve soya fasulyesi fiyatları yüzde 107 oranında artış göstermişti. Sonuç olarak özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki fakir halklar açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, 28 farklı ülkede sosyal karışıklıklar yaşanmıştı. Öyle ki yaşanan ayaklanmalarda Haiti Başbakanı görevinden istifa etmek zorunda kalmış, Bangladeş, Mısır, ve Mozambik’de ayaklanmalar sonucu yüzlerce insan hayatını kaybetmişti. Artan dünya nüfusu ve özellikle batılı beslenme alışkanlıklarının yaygınlaşması sonucu gıda üretimi talebi karşılamakta zorluk çekiyor ve fiyatlardaki artışlar kaçınılmaz bir hal alıyor. Halihazırda, çoğunluğu az gelişmiş yoksul ülkelerde olmak üzere 925 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. Daha da kötüsü, 2050 yılına gelindiğinde 9 milyarı bulması beklenen dünya nüfusunu besleyebilmek için küresel gıda üretiminde bugüne göre yüzde 70 ile yüzde 100 arasında bir artış sağlanması gerekiyor.
Stokholm Su Enstitüsünden(SIWI) Malik Falkenmark batı tarzı beslenme alışkanlıklarımızı değiştirmememiz halinde 2050 yılına gelindiğinde dünya nüfusunu besleyecek kadar gıda üretebilmemiz için su kaynaklarımızın yeterli olmayacağını belirtiyor. Öyle ki, İngiltere Makina Mühendisleri Birliği(IME) 2050 yılındaki gıda ihtiyacını üretebilmek için şimdikinin üç katı miktarda, yıllık 10-13.5 trilyon metreküp bir su kaynağına ihtiyacımız olacağını hesaplıyorlar. Yaşamak için yeni bir gezegen bulamayacağımıza ve gıda üretebilmek için zorunlu ama zaten kısıtlı olan su kaynaklarımızı üç katına çıkartamayacağımıza göre tek seçeneğimizin elimizdeki kaynakları daha verimli kullanmaktan geçtiği anlaşılıyor. Veg&Nature 33
Sadece Orta Amerika’da yağmur ormanlarının yüzde 40’ı yok edilerek yemlik bitki üretimi için tarım arazileri haline getirilmiş durumda. Ormanların yok edilmesi o bölgede yağmurların dolayısıyla temiz su kaynaklarının azalması ve tüm ekosistemin bozulması sonucunu doğuruyor. Hayvancılık sektörünün tek başına dünya su kaynakları üzerindeki etkisi o kadar yüksek ki, doğa bilimcileri yayınladıkları raporlarda dünya nüfusunun tamamiyle vejetaryen bir diyete geçmemesi halinde katastrofik su kıtlıkları yaşanabileceğini belirtiyorlar. Peki hayvancılık sektörünün temiz su kaynakları üzerindeki bu büyük etkisi
nereden geliyor? Öncelikle, yetiştirilen hayvanların beslenmesi için çok miktarda tahıl üretilmesi gerekiyor. 2013 yılı verilerine göre dünya tarım arazilerinin %30’u, tarımsal su kaynaklarının ise %35’i yem tahılları üretimi için ayrılmış durumda. Hayvanların önce bu üretilen tahıllar ile beslenmesi ve ardından bu hayvanların gıda olarak tüketilmesi son
DOLAYLI OLARAK NE KADAR SU TÜKETİYORSUNUZ? Ürün
Kullanılan su miktarı
1 kg et
15.500 lt
1 hamburger
2400 lt
1kg patates
287 lt
1 kg Lahana
237 lt
1 kg domates
214 lt
1 büyükbaş hayvanın yaşam süreci (ort.)
1.890.000 lt
1 ortalama inek derisi ( 6 kg)
102.000 lt
1 kg sığır derisi
17.000 lt
1 çift deri ayakkabı
8000 lt Kaynak: Waterfootprint
Veg&Nature 34
derece verimsiz bir döngüye işaret ediyor. Öyle ki, hayvanlara yedirilen 100 kalorilik yem karşılığında yalnızca ortalama 30 kalorilik et veya süt elde edilebiliyor. Bazı tahıl ve hayvan cinslerinde, örneğin mısır gibi, bu oran ondabire kadar düşüyor. Yani hayvanı beslemek yerine mısır ile insan tüketimi için gıda üretilse 100 kalorilik enerji alınabilecekken aynı mısırı hayvanın beslenmesinde kullanmak ve sonrasında hayvanın etini tüketmek ancak 10 kalorilik enerji sağlayabiliyor. Öyle ki Amerika Birleşik Devletlerinde 7 Milyar çiftlik hayvanının beslenmesi için üretilen mısır, soya, arpa gibi tahıllar 800 milyon ilave insanı besleyebilecek büyüklükte. Protein dengesinde de durum pek farklı değil. FAO’nun raporuna göre hayvanlara yedirilen ve insanların direkt olarak tüketebilecekleri protein miktarı hayvanların ürettiklerinden daha fazla. Çalışmalar bir kalorilik protein alabilmek için tavuklara 4, koyunlara 50, inek ve sığırlara 54 kalorilik yem yedirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu oranlar yumurta için 17 ve süt proteini için ise 14 kalori düzeyinde. Hayvancılık endüstrisinin çevreye bir diğer negatif etkiside su kaynaklarını kirletiyor olması. Birleşmiş Milletler 2011 Yılı Dünya Ekonomik ve Sosyal Değerlendirme raporuna göre hayvancılık sektörü su kaynaklarını kirleten en büyük endüstri olarak değerlendiriliyor. Yem bitkilerini yetiştirmek için kullanılan sentetik gübreler büyük ölçüde nitrojen içeriyor. Üretilen bitkiler bu nitrojenin ancak yüzde 50’sini absorve edebiliyorlar.
ABD Doğal Kaynakları Koruma Konseyi’nin eski yazarlarından Marc Reisner bunu en iyi şekilde şöyle özetliyor : “California eyaletinde suyun en büyük tüketicisi Los Angeles değil. Petrol, kimya ya da savunma sanayileri de değil. Hatta domates tarlaları ve üzüm bağları dahi değil. En büyük tüketici sulanan çayırlar! Çöle yakın iklimde sığırlar için yetiştirilen çayırlar. Batının su krizi ve çevresel problemlerinin çoğu tek bir sözcükle özetlenebilir: çiftlik hayvanları.” Ayrıca hayvanlara yedirilen konsantre yemler de yüksek ölçüde nitrojen içeriyor. Domuzlar bu nitrojenin yalnızca yüzde 30’unu, tavuklar ise yüzde 45’ini absorve edebiliyor. Geriye kalan kısım ise hayvan dışkıları ile atılıyor, oradan toprağa ve oradan da yer altı sularına, nehir ve göllere karışarak içme suyu kaynaklarını kirletiyor ve ekosisteme zarar veriyorlar. 2011 yılı Avrupa Azot Değerlendirme raporuna(ENA) göre Avrupa’daki endüstriyel reaktif azotun yüzde 75’i gübre üretiminde kullanılıyor. Aynı raporda reaktif azotun ana kullanım alanının yemlik bitki üretimi olduğu belirtiliyor. Rapora göre doğaya bırakılan reaktif azotun 21. yüzyılın en büyük çevresel problemlerinden birisi olduğu belirtiliyor. Hayvancılık endüstrisinin su kaynaklarına bir diğer dolaylı etkisi de sektörün ihtiyaç duyduğu yemlik bitkilerin üretilebilmesi için sürekli daha fazla tarım arazilerine ihtiyaç duyuluyor olması. Bu ihtiyaç ormanların kesilmesi ve bu alan-
ların tarım arazilerine dönüştürülmesi ile karşılanabiliyor. Son olarak Çiftlik hayvanlarının tükettikleri içme suyunu ve bu çiftliklerdeki temizliğin sağlanabilmesi için harcanan su miktarını da hesaba katarsak rakam iyiden iyiye kabarıyor. Dünya genelinde çiftliklerde beslenen sadece inek ve sığırların sayısının bile 1.3 ile 1.5 Milyar arasında olduğunu düşünürsek, çiftlik hayvanlarının direkt olarak tükettikleri su miktarını zihnimizde daha rahat canlandırabiliriz. Bu rakamları alt alta koyduğumuzda korkunç bir tablo ile karşılaşıyoruz. Örnek vermek gerekirse 1kg sığır eti için toplamda 15.500 litre su harcanması gerektiğini hesaplıyoruz. 1kg buğdayın üretilmesi için gerekli olan su miktarı ise sadece 900 litre. Belki 15.500 litre suyun ne kadar bir büyüklüğü ifade ettiğini gözünüzde canlandıramamış olabilirsiniz. Şöyle anlatalım; Düşünün ki her gün yedi dakika boyunca duş alıyorsunuz.
Bazı Hayvansal ve Bitkisel Gıdaların Üretimlerinde Kullanılan Su Miktarları, Kalori, Protein ve Yağ Verimlilikleri Litre/kg
Litre/kcal
Litre/gram protein
Litre/gram yağ
Şeker Bitkileri
197
0.69
0
0
Sebzeler
322
1.34
26
154
Nişastalı Kökler
387
0.47
31
226
Meyveler
962
2.09
180
348
Tahıllar
1644
0.51
21
112
Yağlı Tohumlar
2364
0.81
16
11
Bakliyat
4055
1.19
19
180
Çekirdekler
9063
3.63
139
47
Süt
1020
1.82
31
33
Yumurta
3265
2.29
29
33
Tavuk Eti
4325
3.00
34
43
Tereyağı
5553
0.72
0.0
6.4
Domuz Eti
5988
2.15
57
23
Koyun Eti
8763
4.25
63
54
Sığır Eti
15415
10.19
112
153
Kaynak: Mekonnen, Hoekstra, 2010
Ortalama bir duş başlığından dakikada 8 litre civarında su aktığını düşünürsek her bir duşunuzda takribi 56 litre su harcarsınız. 1kg sığır eti üretmek için harcanan su miktarı, 15.500 litre, sizin 276 gün boyunca duşta harcadığınız suya denktir. Yani dokuz ay boyunca duş almayarak tasarruf edebileceğiniz su miktarı ile ancak 1kg sığır eti üretilebiliyor. Sanırız tek başına bu örnek bile hayvancılık sektörünün su kaynaklarımız üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne seriyordur. Bilim insanlarına göre bugün insanlık protein ihtiyacının yüzde 20’sini hayvansal gıdalardan karşılarken, dünya nüfusunun 2050’ye kadar 2 Milyar artması sonucu bu seviyenin yüzde 5 e düşmesi gerekiyor. Aksi halde su kaynaklarımızın yeterli olabilmesi mümkün görünmüyor. Su kaynaklarımızın tehlike altında olması tıpkı küresel ısınma gibi bir problem ve üstesinden gelebilmek için hepimize sorumluluklar düşüyor. Nasıl küresel ısınmanın azaltılabilmesi için fosil yakıtların kullanımı azaltılıyorsa, su kaynaklarımızın korunması ve yakın bir gelecekte su kıtlığı çekmememiz için de hayvancılık sektörünün küçülmesi şart görünüyor. Bunun için de ilk önce tüketicilerin bilinçlenmesi ve sürdürülebilir olmayan tüketim alışkanlıklarından vazgeçmeleri gerekmekte. Hayvansal gıdaların tüketiminin minimuma indirilmesi ve vejetaryen beslenmenin yaygınlaşması dünyamızın baş etmek zorunda olduğu birçok probleminde olduğu gibi, su kaynaklarımızın etkin ve verimli kullanılmasında da en büyük katkıyı sağlayacağa benziyor.
KAYNAKLAR [1] http://en.wikipedia.org/wiki/2007–08_world_ food_price_crisis [2]http://www.fao.org/fileadmin/templates/wsfs/ docs/Issues_papers/HLEF2050_Global_Agriculture. pdf [3] http://www.theguardian.com/global-development/2012/aug/26/food-shortages-world-vegetarianism [4] http://www.fao.org/ag/magazine/0612sp1.htm [5] http://www.waterfootprint.org/?page=files/ Animal-products [6] http://www.news.cornell.edu/stories/1997/08/uscould-feed-800-million-people-grain-livestock-eat [7] http://www.ciwf.ie/education/CIWFUnsustainabilityPaper_Dec2012.pdf [8]http://www.fao.org/fileadmin/templates/wsfs/docs/ Issues_papers/HLEF2050_Global_Agriculture.pdf [9] http://en.wikipedia.org/wiki/2007–08_world_ food_price_crisis
Veg&Nature 35
İpek Böceğinin Sonsuza Yolculuğu Haber: Defne Sesin Okay - TVD
İpekten gömleğiniz var mıdır? Ya da ipekten bir şal? Işığın üzerinde oyunlar oynadığı, parlaklığı ile göz kamaştırdığı, dokunulduğunda eşsiz kayganlık ve yumuşaklığın hissedildiği bir kumaş ipek, evet... Üstelik bir hayli pahalı. Kaliteli... İpeğin itinalı ve zor bir süreç sonunda elde edildiğini biliyor muydunuz? Peki ya, bu kumaşın hangi yöntemlerle elde edildiğinden ve bedelinin nasıl ödendiğinden kaç kişi haberdardır? Çoğumuz elbette ipek ve ipek böceği arasında ki bağlantıyı biliyoruz. Ancak bu bağlantının gerçekte böceğin ölümü ile sonuçlandığını biliyor muyuz?
İpek neden değerli? İpeğin keşfine, dünyada ki yolculuğuna ve böceğin istemsiz fedakarlığına değinmeden bunu anlatmak kolay değil… İpek, 5000 yıl önce Çin’de keşfediliyor. O dönemin Çin İmparatoru, sarayının bahçesinde gözlemler yaparken, tırtılların dut yaprağıyla beslendiğini ve belli bir süre sonunda da koza ördüklerini farkederek eşinden bu kurtları incelemesini ister. İmparatoriçe, dikkatli araştırmaları sonucunda, bu kurtların yapmış oldukları kozalardan dokumacılıkta kullanılmak üzere iplik üretilebileceğini tespit eder. Çin, yüzlerce yıl ipek böcekçiliğini gizlilik içinde yürütür. Çünkü dünyanın Veg&Nature 36
başka hiçbir ülkesinde olmayan bu kumaş, kendilerine büyük gelir kazandırır. İşte bu sebeple, Çin sınırları dışına ipek böceği, yumurtası ve üretim bilgisi asla çıkarılmaz, hatta bu suçu işleyen ve göz yumanlara ölüm ile sonuçlanan cezalar verilir.
çıkarlar. Dut yaprağı ile beslenen kurtlar, bir süre sonra esnek derilerinin bile içine sığamaz hale gelir. Bu sebeple deriyi değiştirmesi gereklidir. Uyku durumuna geçmesinin nedeni budur. Dolayısıyla bu süreçte yemek yemeyi de bırakır. Henüz koza örülmemiştir. Uykuya girdiğinin 26.gününde böceğin alnında bir üçgen İpek böceği yetiştiriciliği, zaman içinde belirir. Bu şekil her geçen gün, böcek Asya’yı boydan boya aşıp Anadolu üzeuykudayken büyür. Böceğin derisini bırinden Avrupa’ya uzanan kervan yolunun rakacağı zaman üçgen çatlar ve buradan yani “ İpekyolu “nun var olma nedenledışarı çıkar. Altı saat sonra, deri yeniden rinden biri olur. oluşur ve tırtıl tekrar beslenmeye başlar. Anadolu’nun ipek ile tanışması ise 6.yüz- Bu durum tam 4 kez tekrarlanır. Böceğin yıl başlarına uzanır. beşinci dönüşüme geldiğinde vücut rengi İpek böceği kurtları yaklasik 20 günlük bir sürenin sonunda yumurtalarından
değişir ve artık beslenmeyi bırakır. Başını yukarıya kaldırarak sallanmaya başlar.
Bu salınım,artık böceğin kozaya hazır olduğunu gösterir. Böceğin alt dudağında bulunan ipek hortumdan gelen sıvı, böceğin dışarı akıtmasıyla sertleşir. İpek böceği başını ‘8’ şeklinde sallayarak vücudunda birikmiş olan proteini lif olarak, koza şeklinde 3 günde örer. İpek elde etmek için yaklaşık 5 ila 8 gün sonra bu kozalar toplanır. Koza içine kendini hapseden ipek böceği, kelebek halinde dışarı çıkarsa, kozalar delinmiş olacağından, o bir kelebeğe dönüşerek kozayı yırtmadan önce yaşamı sonlandırılır. Nasıl mı?
Kozalar birden fazla yöntemle öldürülüyorlar; Buharda öldürme: Kozalar, krizalit ölünceye kadar kaplarda veya özel odalarda, yaklaşık 20-30 dakika sıcak su buharının etkisinde bırakılarak boğulmaları sağlanıyor. Sıcak havada öldürme: Buhar yerine 80-90 ˚C’deki sıcak odalarda 15 dakika tutularak ölmeleri sağlanır. Soğuk havada öldürme: Kozalar -10 ˚C’de altı saat, -12 ˚C’de dört saat bırakılır. Güneş ışığında öldürme: Kozalar düz bir zemin üzerinde güneş altına serilir. Böylelikle krizalit ölür ve yaş kozalar kurur.
Türkiye’de toplam 121 ton ipek üretildi. Bu da 242 milyar ila 605 milyar arası kelebek kozası demek…
Bir kozadan ortalama 300 ila 900 m. arasında ham ipek ipliği çıkar. İpek ipliği o kadar incedir ki, 1 kg ipek üretmek için yaklaşık 2000 - 5000 kadar ipek böceği kullanılır.
İpek böceğinin yumurtasından çıkıp büyümesi, nihayetinde kozasını sonsuz işareti (∞) çizer gibi örüp, kelebek olabilmek için derin bir uykuya dalması ve aslında bu uykunun kendi ölüm evi olduğunu bilememesi oldukça acı. Doğada bağımsız yaşayamayacak bir noktaya getirilmiş ipek böceklerinin esaret altında yaşadıklarını ve kökenlerinin aksine evcilleştirildikçe uçma yeteneklerini kaybettiklerini söylemekte yarar var. Uçma yeteneği devam eden özgür ve türün atası sayılan ipek böceği kelebeklerinin ise Asya’da yaşadıklarını ve nesillerinin tükenmekte olduğunu da hatırlatalım. Çocukluğunda bütün bu sürece şahit olmuş birinin anlattıkları çok etkileyiciydi; Yaşadığı yerde ipek üretimi yapılıyor ve zaman zaman ne yaptıklarını merak ettiği için, üretimin yapıldığı yere, izlemeye gidiyordu. Ne var ki günün birinde kozaların kaynar suya atılıp, çıkardıkları sesleri duyuncaya kadar belki de ipeğin nasıl elde edildiğini düşünmemişti. Bu seslerin sebebi kozaların kaynar su ile olan temasından mı, yoksa böceğin bağırmasından mı kaynaklanıyordu?
Radyo dalgaları ile öldürme: Kozalar Bir canlının ölümü kadar, nasıl öldüğü de 3-10 m. dalga uzunluğunda, yüksek frekanslı ışınlara maruz bırakılarak, krizalit- elbette çok önemli. Bazı ölümler sessiz de lerin 2-3 dakikada ölmesi sağlanır. olsa bu, o canın yanmadığını göstermediği gibi, insanın vicdan sesini bastıramadıKızıl ötesi ışınlarla ve kimyasal maddelerle de öldürme işlemleri yapılmaktadır. ğı da kesin… Şimdi, Ve sonrasında kozalar bir makara gibi açılır. İpek şalınızı boynunuza sardığınızda aynı TÜİK verilerine gore 2013 yılında
hikayeyi siz de hatırlayabilecek misiniz?
Veg&Nature 37
Melike Demirağ’dan anlamlı çıkış:
“Et değil ,hayvan bedeni!”
Fethi Paşa Korusu’nda güzel bir Pazar gününde buluştuk Melike Demirağ ile. Söyleşimize, dünyaya onunla aynı hassasiyette bakan vejetaryen oğlu ve 2 minik köpeğiyle gelmişti. Doğaya, çevreye, hayvanlara ve topluma duyarlılığı ile tanıdığımız sanatçıya, merak ettiklerimizi sorduk. Tüm samimiyetiyle cevap verdi… Bir söyleşi havasında geçen röportajımız esnasında aldığımız keyfi, dileriz sizlere de yansıtabilmişizdir. Röportaj /Fotoğraf Güzide ERDEN - TVD
Vejetaryenlik süreciniz nasıl başladı? Aslında yeni başlamadı. Ben 4,5 seneye yakın bir süredir vejetaryenim. 50 yaşımdan sonra bunu başarabildim ama düşünce aşamasında çok uzun süredir vardım. Et yerken hep vicdan azabını hisseder ve bu yanlış diye düşünürdüm. Küçüklüklerinde çocuklarıma balık yedirirken bile bütününü göstermiyordum. Yani balığı yiyorduk fakat o bana o kadar ters geliyordu ki hiç olmazsa onun nasıl olduğunu anlamasınlar duygusundaydım. Hayvanları yemenin hak olmadığı bilincine tam olarak varmam 4,5 sene önce oğlumun kararlılığı ile oldu.
Oğlunuz sayesinde vejetaryen oldunuz demek ki? Ben oğlumu yetiştirirken ona “et yeme” demedim. Sakladım, mümkün olduğu kadar canlı ile cansız hayvan arasına bir şeyler koyarak aradaki bağı göstermemeye çalıştım. Fakat oğlum canlı hayvanla cansız hayvan arasındaki bu bağı gördü, yakaladı. Dolayısıyla beni de yakaladı.
Tövbekar olmak! Oğlum o zaman 20 yaşındaydı, şimdi 24,5 yaşında. Bana “senin yaptığın yetmez, ben artık buna dayanamayacağım, hayvanları yemek çok ters geliyor” dedi. “Zaten doğa kanunu da bana çok ters geliyor, çünkü hayvanın hayvanı parçalaması da beni çok üzüyor, onlar bilinçsiz olarak yapıyor ama insan bilinçli bir şekilde bunu yapıyor, ben yapmayacağım Veg&Nature 38
bundan sonra” dedi. Bir anne evladında farkındalık yaratabilir, normali de budur diye düşünürken, bir evlat annesi üzerinde çok ciddi bilinçli bir farkındalık yarattı. Tamam, dedik birlikte ve o günden itibaren tövbekar olduk. Biz tövbekarlık diyoruz buna. Birlikte vejetaryen olduk, 2010 senesiydi.
Sonrasında neler değişti? Bundan sonra hayatta daha bir göğsümü gere gere hayvanseverim demeye başladım. Evcil hayvanları sevmek onların hayatları üzerine konuşmak güzel, bu da bir farkındalık. Ancak düşündüm ki evcil olmayan ya da evinizde beslemediğiniz hayvanları midemize indirmemiz nasıl bir hayvanseverlik oluyor?
İnsana ve hayvana, insanın insana ve insanın hayvana yaptığı acımasızlıklardan her gün yüreğim ağlıyor. Bir şeyler yapmaya çalışıyorum kendimce. Biz bu dönemde bunun sonucunu göremeyeceğiz biliyorum ama 100-200 sene sonra, insanlık dönüp de bugünümüze bakıp “başka canlıların acısı üzerine bir yemek sofrası kurduğumuz günler” diyecek gibi geliyor bana…
Bizler konuşan hayvanlarız. Konuşabiliyoruz, düşünebiliyoruz, karar verebiliyoruz, vicdanımız var. Hayvanlarda vicdan mekanizması değil içgüdü var. Tamamen içgüdü ile davranırken bir o kadar da olağanüstü sevgiye açıklar. Bir ayçiçeği nasıl güneşe doğru kendini çeviriyorsa, hayvan da en ufak bir gülümsemede, en ufak bir okşamada ruhunu, hayatını ve sevgisini size teslim eden bir varlık. Et Değil Hayvan Bedeni! Bu arada ben et demiyorum, hayvan bedeni diyorum. Et dedikleri vakit ben “hayvan bedeni yemiyorum” diyorum. Bu aslında çok ciddi bir farkındalık yaratmak. Et denince sanki o canlı değil de, başka bir şey oluyor, olayı çok küçümsüyoruz. Oysa önüne gelen şey hayvan bedeni. Öldürüldükten sonra soframıza geldiğinde sanki “ normal, size hak olmuş bir yiyecek” haline geliyor. O size hak değil. O size hiç hak değil. Hele hele öyle hapsederek, hayvanların canını yakarak yaptığınız şeyler hiç hak değil. Aslında inançlı, inançsız herkesin ortak bakışı bunu, normal karşılıyor. Nasıl bir insanın bedenini yemiyor ve yemeyi bir vahşet, yamyamlık olarak görüyorsak, biz de hayvanların yamyamıyız bu anlamda.
Vicdanın Şahlanması! Hayvan bedenini artık yemiyorum, onu sindirmek istemiyorum. Ve bu bana yürek olarak, vicdan olarak çok mutluluk veriyor. Öncelikle bu var.
ken, ellerine zarar verdiklerinde “vah vah ellerine zarar verildi” denildiği bir gün.
Benim için çok çok önemli. Ancak ne yazık ki çevremdeki insanlar, özellikle sanatçı dostlarımdan buna çok büyük destek de göremiyorum, ona üzülüyorum.. Köpek ve kedi sevmenin ötesinde bu farkındalığa gelmek çok önemli.
Yurtdışında da bulundunuz, orada algı ve tepkiler nasıl vejetaryenliğe?
Yurtdışından döneli 20 sene oldu. 1993’de döndüm. Geçenlerde Roma film festivaElbette insanlık bir gün bu vahşetten kur- line gittim, Ferzan Özgepetek’in davetlisi tulacak. Kurtulduğu vakit, zaten savaşlar olarak. Vegan ve vejetaryenlere daha bitecek, sevgi, vicdan ve farkındalık yük- farklı baktıklarını gördüm. Bilemiyorum ben belki bir sanat çevresi içindeydim, selecek. Ne yazık ki, ölüm insana geldiği sokaktaki insanlarla konuşmadım. İçinde zaman çok büyük bir infial gösteriliyor. bulunduğum İtalyan sanatçılar ya da büAma o herkes gibi yaşamayı hak eden diğer canlıların ölümü bizim için normal tün sanat çevreleri bunu çok doğru bir şey olarak görüyor. Çok güzel, çok iyi bir şey doğanın bir kanunu gibi gözüküyor. olarak görüyor ama kendileri uygulamıHayvan sevip, yor o başka. Ben de bunun sadece teorik hayvanları yemek? olarak doğruluğunun kanıtlanmış olması Mesela kuzulara bakıp, ah canım ne ya da yüreklerinde bunun doğruluğuna kadar güzel kuzu, diyorlar ve seviyorlar. inanmalarının yetmediğini, bunu eyleme Diyorum ki o kuzunun pirzolasını yiyor- de geçirmeleri gerektiğini söylüyorum sunuz. Ben de eskiden yerdim ama kendi ama herhalde herkesin bir süreci var. kendimle yüzleştim, özür diledim hayat- Tabi dışlayıp, kınamamak ama farkındalık tan, canlılıktan ve kendilerinden. Dedim yaratmak gerekiyor. Çünkü eğer ben de 50 ki “ben tövbe ettim artık, beni affedin, yaşıma kadar bunu hissetmeme rağmen, bundan sonra sizin için savaşacağım”. yapamadıysam benim de kalkıp başkalarıÖzür dilerim hayattan, canlılıktan, nı acımasızca eleştirmeye hakkım yok diye düşünüyorum. Ben sadece kendimi bir doğadan…
Peki umutlu musunuz?
İkincisi de Allah’ın sopası yok derler ya hani. Acılar içinde öldürülen bir hayvanın bedenini zaten sindirmeye çalışmak, kanser ediyor büyük bir olasılıkla. Onu yiyerek, hayvanın bedenine geçen, çok ciddi ızdırabı da yiyorsunuz. O nedenle oğluma çok şey borçluyum bu konuda. Benim vicdanımı şaha kaldırdığı için. Gerçekten de benim vicdanımı şaha kaldırdı. Ona çok teşekkür ediyorum.
Çevrenizle ilişkileriniz ne oldu? Vejetaryen olduğum o günden sonra, elimden geldiğince bütün aile bireylerime, başaramazsam da bunları anlatmaya çalışıyorum. Ama ne yazık ki insanlarda yerleşmiş bir şey var, bunu doğal karşılıyorlar. Yani “bu hayvanlar bizim yememiz için yaratıldı, bunlar doğal, doğanın kanunu” şeklinde. Onları yemeyi böyle görüyorlar. Her şey insan için gibi düşünülüyor. Mesela kurbana bayram demek gelmiyor içimden. Aslında hayvanlar her gün topluca katlediliyorlar ama o gün çok gözümüze sokuluyor. O gün aynı zamanda “genç ve deneyimsiz kasap” dedikleri insanların, hayvanların boğazlarını keser-
Bana, “neyle besleniyorsunuz, nasıl oluyor?” diye soruyorlar. Ben de diyorum ki demokrasilerde çareler tükenmez. Her ne kadar uzun zamandır demokratik bir ortamda yaşayamıyorsak da insan bir şey yapmak istedikten sonra, birinin canına kıymak istemiyorsa ve bunu bilinçli olarak farkındalık haline getirmişse, bunu çözebilir.
Veg&Nature 39
“Karmaya inanıyorum, bu hayatın bu dünyadan ibaret olmadığına. Çünkü aksi durumda çok basit, çok adaletsiz olurdu diye düşünüyorum. O zaman bir yaratıcı fikrine, bir bütün fikrine ulaşmak da çok zor olurdu. Oysa dünyada çok fakir var, çok zengin var, işkence çeken, çalan, çırpan var. İnanılmaz açlık, yokluk var ve saltanat da var. Bütün bunların bir tek hayat boyunca yaşanıp, ondan sonra hesabının verilmemesi çok adaletsiz gelirdi. Böyle bir şey olduğunu hissetseydim, herhalde hiç inancım kalmazdı diye düşünüyorum. “
örnek olarak ortaya koyuyorum. İnsan her yaşta tövbekâr olabilir. Ben yarım yüzyıldan sonra tövbekâr oldum.
Sanatın ve sanatçının bu felsefede rolü ne olmalı? Sanat, sanatçı her zaman toplumun sesi, sözü, dili, kulağı oluyor. Basın tarafından, medya tarafından sözü dinleniyor, hele de biraz daha popülerse o devirde. Ben o yüzden geçmişlerdeki popülaritemin bugün olmasını çok isterdim; hem insanın insana hem de insanın hayvana yaptığı kıyıma dair söyleyeceğim sözlerin çok daha büyük ses getireceğini düşündüğümden. Dolayısıyla sanat ve sanatçı, doğadaki canlılık üzerine, bütün yaşayan canlıların dili ve kulağı olmak zorunda, gözü olmak zorunda.
Yaşam Bir Haktır Ama Tüm Hayvanlara! Sanatçılar olarak bizlerin, bütün hayvanları duymamız ve başkalarına örnek olmamız gerekiyor.. Ama bu sadece televizyondaki reklamda gördüğümüz gibi değil. “Yaşam bir haktır” diye bir reklam var bu günlerde, kediler ve köpeklerle sanatçı dostlarım çıkıyorlar. Çok güzel bir şey. Ancak kediler ve köpekler kadar yediğimiz, midemize indirdiğimiz keçilerin kuzuların da yaşam hakkı var. İşte orada sanatçı olarak kendi kendimizi sorgulayıp, “ben bir hayvanseversem dört dörtlük bir hayvansever olmalıyım, kendi bedeni zevklerim, egolarım için hayvan bedeni yemeden de yaşayabilirim” diyebilmeliyiz.
Eleştiriler ve Nerede Duracağız? Şu argümanı da sıklıkla söylerler “bitkiler de canlı”. Aslında bu da beni rahatsız ediyor. Bu argümanı doğru bulmuyorum ama doğruluk payı var. Evet, bitki de canlı, ağaç da canlı, çiçek de canlı. OğVeg&Nature 40
lumla konuştuğumuzda şöyle bir söylem getiriyoruz kendimize, diyoruz ki “var olmak durumunda, yaşamak durumunda olan insanlar olarak canlılara olan zararımızı minimuma indirmeliyiz. Hayvanlar bilinçli, kaçıyorlar, bağırıyorlar, ağlıyorlar, acı çekiyorlar, bunları görebiliyoruz. Kendi beş duyumuzla bunları görebiliyoruz. Bitkilerin de mutlaka güneşe çevirdiklerinde kafalarını, su verdiğimizde, onlarla konuştuğumuzda mutlaka bir iletişimi var ama bizim farkındalığımız hayvanları anlamaya daha müsait”. Keşke bir gün insanlar hiçbir canlıyı tüketmeden yaşayabilseler. Burada onu söyleyenler de haklı diyorum ama biz bu kadarını yapabiliyoruz, çünkü sonuçta yaşamak durumundayız, en az zararı vererek yaşamak durumundayız. Bazen bir kabağı, bir patlıcanı bile yerken insanın farkındalığı öyle noktaya gelebiliyor ki. Hiçbir şeyi yemeden yaşayabilmek mümkün mü acaba?
Hayvanları yemek ve karma “ Hayatın evrenin çok büyük bir matematiksel sevgi gücüyle döndüğüne inanıyorum. Kimi buna Allah diyebilir, yaradan der, Tanrı der, başka bir şey diyebilir. Önemli olan isimler değil ama mutlaka ve mutlaka hepimiz birbirimize bağlıyız. Tüm canlılık, tüm insanlık bir yaşam oluşumunu yaratıyor. Sen değişirsen bütün dünya değişir, birisine bir zarar verdiğin vakit, bütün canlılara vermiş olursun. Belki böyle romantik bir söylem gibi gelebilir ama değil. Burada bir zincirleme bağ var.” İnsanların kendi karmalarını yarattığına inanıyorum. Ne ekersen onu biçersin. Bu hayatta da bugün yaptığımız şey belki 30 sene sonra farklı bir şey olarak geri döner. Onun için insana ve hayvana yaptığımız herşey geri dönecektir diye düşünüyorum. Yani bir kediye tekme atarsan, bir köpeği boynunda iple boğmaya çalışırsan, yarın öbür gün belki 20 sene sonra ayağın kırılabilir, bir yerde feci bir şekilde düşersin boynunu kırabilirsin.. bunun hayat adaleti, ilahi bir adalet olarak düşünüyorum. Onun için bu dünyada sevginin haklı kılınması gerektiğine inanıyorum. Her şeyin kökü sevgidir, iyiliktir, dürüstlüktür, doğrudur. Bunu sadece kafa sallayıp, yaşamayan insanlar var. O insanların da gerçekten herhangi bir şeye inandıklarını inanmıyorum. İnsanlar eğer karmayı ve yaptıklarının kendilerine misliyle geri döneceğini bilseler, dürüst, doğru ve iyi insan olarak
yaşamak isterler hangi mevkide olursa olsunlar.
Herkes benim insan kardeşim Benim için en insani, en hayvani, en canlılığa yakışır olanı hep birlikte bu yaşamı paylaşabilmek ve bu yaşamda her birimizin, bütün canlılığın birbirine bağlı olduğunu bilmek. Dolayısıyla tüm insanlar benim insan kardeşimdir. Bu da yanlış anlaşılıyor bazen. Ekrana çıktığımda bugünün siyasilerine “benim insan kardeşim” dediğim vakit, “sen onlar hakkında iyi konuşuyorsun” dediler. Hayır, öyle bir şey yok. Bu dünyada kötülüğünü kullanan, insanlara kötülüğü dokunan, bilinçli ya da bilinçsiz olarak kötülük yapan da benim insan kardeşim; bütün iyilikleriyle, hayırlarıyla insanın yanında olan da benim insan kardeşim. Eğer bütün evren, bütün insanlık bir bütünse, kötüsüyle iyisiyle benim kardeşim. Ama içindeki iyiliği değil de kötülüğü çıkaran insanlarla, politikacılarla bu dünyada insan olarak, barış yöntemi ile mücadele etmek gerekir.
Et Yenen Mekanlar Artık bu felsefeyi, bu hayatı böyle yaşamaya başladıktan sonra hayvan bedeni yenen sofralara oturmak istemiyorsunuz. İsyan ediyorsunuz. İsyanınız bir kibir değil, bir ego değil, bir canlıya, hayat hakkı tanımayan insanların hala bu bilinçten niye dönemedikleri telaşı, üzüntüsü oluyor. Bazen de öfkesi oluyor. Sonra o öfkeye sahip çıkmak zorundasınız. Çünkü biliyorsunuz ki kaç senedir sizde bunu yaptınız, hayvanları yediniz, o zamanlar bu insanların safındaydınız.
Veganlık? Çok takdir ediyorum öncelikle. Bu arkadaşlarımızın seçimleri çok büyük bir fedakarlık bugünün dünyasında. Ben de hiç deri kullanmıyorum. Evdeki bütün deri ayakkabı, ceket, kemer..ne varsa hepsini topladım çıkardım. Hayvanı üzerime giymiyorum, istemiyorum. Süt ve yumurta tüketiyorum evet ama kesinlikle marketlerden almıyorum. O daracık mekanlarda, zorla tutulan hayvanlardan alınanları kullanmıyorum. Bildiğimiz tanığımız yerlerden alıyorum, getirtiyorum. Buna çok çok dikkat ediyorum. Önceden dışarıda kahvaltı da yumurta yemeyi severdim mesela, şimdi nereden geldiğini bildiğim için yemiyorum. Şimdilik vegan değilim, buna hazır değilim ama bu arkadaşlarımıza çok saygı duyuyorum. Sürdürülebilir dünyaya katkınız ve vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
BUĞDAY’DAN EKOLOJİ KÖŞESİ Yaşam dönüşümdür ve her şey bir tohumla başlar…
G
ıdamızla ve onu yetiştiren toprakla, suyla, çiftçilerle bağımız zayıfladıkça, Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz de giderek yok oluyor. Kendini sürdürebilme özelliği olmayan, egemenliği sonucunda gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli, tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Buğday Derneği olarak, yüzlerce yıldır başından türlü türlü maceralar geçen; kuraklık, hastalık ve değişen iklim koşullarına göğüs geren atalık tohumlara sevdalıyız. Gıdamızın; hayranlık uyandıracak kadar keskin bir genetik hafızayı barındıran ve kendini sürdürebilme özelliğiyle çiftçimize özgürlük tanıyan bu tohumlardan gelmesi gerekliliği tartışma bile kabul etmez. Kim yediği içtiğini bin bir emekle üreten insanların mutlu ve huzurlu yaşamasını, emeğinin karşılığını almasını arzu etmez ki? Adım Adım Oluşumu, iyilik için koşan kocaman yürekli insanlardan oluşan bir ekip. Tohum Takas Ağı’nın tohumtakas. org sitesine kavuşması için çok emek verdiler. Adım Adım koşucuları ve bağışçılarının desteği ve kırsal ağımızda yer alan üreticilerimiz ile birlikte, Anadolu’da bugüne kadar 100’den fazla atalık tohumu tespit ettik, sağlıklı olup olmadıklarını belirlemek için analize gönderdik. Konunun uzmanı danışmanlarımız ve çiftçilerimizle kafa kafaya verip, tohumun menşei, ne kadar alana ekildiği, ne kadar verim alındığı ve ekim sırasında nelere dikkat edildiği
Bugüne kadar yerel tohumlarımızı korumak için kampanyalar yürüttük, maratonlarda koştuk, üyelerimizi, gönüllülerimizi, dostlarımızı bizlerle yürümeye çağırdık. Ne mutlu bize ki; hiç esirgenmedi bizden ve hep destek bulduk. Sonunda çok uzun zamandır bin bir emek verdiğimiz Tohum Takas Ağı’mız, kaybolmakta olan yerli ve atalık tohumlarının ekilerek korunabilmeleri ve çoğalabilmeleri için hazırlanan tohumtakas.org sitesine kavuştu. gibi tüm bilgileri yazılı ve görsel olarak veritabanına kaydettik. Sonunda ekilen bir tohumun yeşerip fidandan ağaca dönüşerek meyve vermesi gibi, biz de bütün verilen emeklerin meyvelerini topluyoruz. Veritabanımızda kayıtlı yerel tohumlarımız takas edilmeye hazır. Elde edilen tohumlar ve her bir tohuma özgü bilgiler, bu ağ sayesinde çiftçiler ve uzun vadede bu tohumları ekmek ve takas etmek isteyen herkesle paylaşılabilecek. Zekâ küpü atalık tohumlarımız, bahçelerde, balkonlarda, saksılarda özgürlüklerine kavuşacak; ekilerek ve takas edilerek çoğalacak. www.tohumtakas.org, Buğday Derneği üyeleri arasında yerel tohum mübadelesini kolaylaştıran çevrimiçi bir veritabanı ve bilgi ağı olarak tasarlandı. İlk etapta tohumunu takasa açmış farklı üreticilerden 20 çeşit tohumdan 4’ünü seçip talep-
te bulunmak mümkün. Haziran 2014’te devreye girecek ikinci etapla birlikte, elde olan ve sisteme kaydedilen yerel tohumları da diğer kullanıcılarla takas etme olanağı olacak. Sitede bulunan ve zaman içerisinde tohumseverlerimizin deneyimleriyle de çoğalacak olan tohum formları sayesinde edinilen yerel tohumların ne zaman ve nasıl ekileceği konusunda bilgi alınabiliyor. Sitemizi, her bir tohumun seceresinin rahatlıkla takip edilebileceği şekilde özellikle tasarladık ki; yıllar geçtikçe, sistemde takasa açılmış her bir tohumun kökeninin nereye dayandığı öğrenilebilsin. Takasa katılamayan ama destek olmak isteyen ekoloji sevdalılarına da tavsiyemiz var: Tercihlerimizi yerel tohumlardan yana kullanılıp, onlara can verelim. Atalık tohumlardan elde edilmiş gıdayı talep ederek, bu tohumların ekilerek çoğalmasına destek olalım. Böylece daha çok yerel tohum, daha geniş alanlarda toprak, su ve güneşle buluşup, sofralarımıza konuk olsun! Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği www.bugday.org
Veg&Nature 41
8.000 Stadyumluk Orman Alanı Yok Oluyor! TEMA, 3.KÖPRÜ, 3.HAVALİMANI VE KANAL İSTANBUL RAPORUNU AÇIKLADI Fotoğraflar: Zekeriyaköy FotoSafari
İ
stanbul’un geleceğini etkileyecek üç proje olan 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul’un hayata geçirilmesi halinde meydana gelebilecek etkiler TEMA Vakfı önderliğinde bilimsel bir raporda bir araya getirildi. İstanbul Projeleri Raporu’nun sonuçları 25 Mart Salı günü düzenlenen basın toplantısı ile paylaşıldı. On altı bilim insanının katkısıyla yedi aylık bir çalışma sonucunda oluşturulan çıktıların aktarıldığı toplantıda, projelerin; İstanbul’un yaşam destek sistemleri olan kuzey ormanları, su havzaları, tarım ve mera alanları, yer altı suları ile biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşturacağı tehditler paylaşıldı.
Toplantı Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy (İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü) Prof. Dr. Doğanay Tolunay (İÜ Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü), Prof. Dr. Emin Özsoy (ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü) ve Prof. Dr. Haluk Gerçek’in (İTÜ İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü) yanı sıra TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç’ın katılımıyla gerçekleşti. Mevcut durum tespit ve değerlendirmesi: • Doğal varlıklara erişim ve kullanım insani ve toplumsal haktır. • İstanbul ormanları Dünya çapında önemli 200 ekolojik bölgeden, Avrupa’da
ise acil korunması gereken 100 ormandan biri olarak kabul edilmektedir. • Kentin kuzeyinde yer alan ormanlar, su havzalarının korunması ve kuzey rüzgarlarının kente temiz hava getirmesi açısından büyük öneme sahiptir. • 1973’te inşa edilen Boğaziçi Köprüsü ve yapılan çevre yolları ile kentin gerek nüfus, gerekse arazi kullanım yapısı yoğunlaşarak daha kuzeye doğru yönelmeye başlamıştır. • 1988’de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve TEM bağlantı yollarının yapılmasıyla kentin kuzeyindeki kırsal yerleşimlerin ve tarım alanlarının yanı sıra içme suyu kaynaklarının, su havzalarının ve orman alanlarının tahribi hızlanmıştır. • 1/25.000 ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu Nazım İmar Planı’nda, 3. Köprü ve bağlantı yolları kapsamında, KınalıGebze arasında yaklaşık 26 adet kavşak planlanmaktadır. Bu kavşaklar su havzaları, orman ve tarım alanları ile meraların bulunduğu İstanbul’un kuzeyine bağlantı sağlayarak, bu bölgelerde yeni yerleşme alanlarının oluşmasının önünü açacaktır. Böylelikle 1. ve 2. Köprülerde olduğu gibi İstanbul kuzeye doğru genişleyecektir. • İstanbul’un %25’i tarım arazisidir. Avrupa yakasında, ağırlıklı olarak Silivri ve Çatalca ilçelerinde yer alan tarım arazilerinin %90’nında sulama gerekmeden kuru tarım ya da yağışa bağlı tarım yapılmaktadır. • Kent ormanlarının insan çevresine ve sağlığına yararlı etkileri; biyolojik çeşit-
Veg&Nature 42
liliği desteklemek, atmosferik karbon düzeyini azaltmak, su ve hava kalitesini geliştirmek, gürültü kirliliğini önlemek, sıcak-soğuğu dengelemek, toprak erozyonunu azaltmak, kentte yaşayanların ekoloji bilincini geliştirmek ve duyarlılığını artırmak ve insan sağlığını desteklemek şeklinde sıralanmaktadır. Projelerin hayata geçmesi halinde meydana gelecek etkiler: * Projeler ile yok edilecek değerlerin maliyetleri, yaratılan değerlerden daha yüksek olacak. * 3. Havalimanı ve 3. Köprü için doğrudan kesilecek orman alanı 8.715 hektar alan olacak. Bu da yaklaşık 8 bin futbol sahası kadar alana karşılık geliyor. * Köprüler insan değil, araç taşımaya devam edecek. Projeksiyonlara göre 2023’de zirve saatte her 3 köprü de tıkanacak. * 3. Havalimanı kapsamında planlanan pist, apron, üst yapılar vb. ünitelerin hafriyat çalışmaları ile doğal orman alanları, canlı yaşamı barındıran yaklaşık 70 adet büyüklü küçüklü göl, gölcükler ve özellikle Terkos Gölü’nü besleyen dereler, tarım alanları ve mera alanları zarar görecek. * Ormanların insanlara sağlamış olduğu ekosistem hizmetlerinde (su üretimi, iklim düzenleme, karbon bağlama ve oksijen üretme, hava kirliliğini azaltma, canlılara yaşam ortamı sağlama, odun üretimi vb.) azalma meydana gelecek. Habitat parçalanmaları oluşacak. • İstanbul önemli kuş göç yollarından biri üzerinde bulunmakta olup, kuş göçü Terkos Gölü ve Belgrad Ormanı üzerinden geçmektedir. Bu bölgede yaşayan yerli ve göçmen kuşlar, Bern Sözleşmesi ile de koruma altındadır. Kuş göç yolları üzerine kurulan projeler sonucunda kuşların yaşam alanları tahrip olurken, uçak kazalarının yaşanma riski artacaktır. • Projelerin hava ve iklim olay ve düzeneklerinde oluşturacakları değişiklikler önce yöredeki küçük ölçekli iklimi, sonra da bölgesel iklimi etkileyecek. Projeler, yakın çevrelerindeki ısı ve nem akıları, sıcaklık, nemlilik, buharlaşma, bulutluluk ve rüzgar rejimleri ile alansal dağılış desenlerini etkileyerek, bu alanların birer kentsel ısı adasına dönüşmesine neden olacak. • Kanal İstanbul projesi ile ilgili kamuoyuyla paylaşılan güzergah alternatifleri arasından yapılması en olası gözüken alternatif güzergahın Sazlıdere havzasından geçmesi durumunda, su varlıkları açısından sınırlı
imkanlara sahip olan İstanbul ciddi bir tehditle karşı karşıya kalacak.
taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme ihlal edilmektedir.
• Taraf olunan İklim Değişikliği Çerçeve • Türkiye’nin 122 önemli bitki alanından Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü gereği herbiri olan Terkos-Kasatura kıyıları Kanal İstanbul projesinden olumsuz etkilenecek. hangi bir sera gazı indirimi vaadinde bulunulmasa da, önemli karbon yutak alanları • İstanbul projelerinin yapılmasının planlandığı alanlar ekolojik açıdan hassas olan orman alanlarının tahrip edilmesi ve sürdürülebilir yaşam adına korunması açıkça bu sözleşmelere de aykırıdır. gereken alanlardır. Bu alanlar çok çeşitli ve endemik bitki ve hayvan türlerinin de yaşam alanıdır. Projeler, İstanbul’un flora ve faunasında tahribata sebep olacaktır. • Tarım arazileri hızla yapılaşmaya açılarak, tarım arazisi kaybı sadece kanalın geçtiği güzergahtaki tarım arazileri ile sınırlı kalmayacak. Aynı zamanda kanal çevresinde oluşacak denetlenemez yapılaşmalar nedeniyle çok daha vahim boyutlara ulaşacak. • Kanal İstanbul önemli miktarda tarım arazisini sulayabilecek bir potansiyele sahip Silivri, Çatalca ve Büyükçekmece ilçeleri altında yoğunlaşmış yeraltı suyu havzalarına zarar verecek. • Kanal İstanbul’un geçme olasılığı olan yerlerde bulunan İstanbul Trakya Demiryolu, TEM Otoyolu, E5 Otoyolu, onlarca önemli karayolu, Terkos-Alibey tarihi su galerisi, onlarca önemli içme suyu isale hattı, Ataköy atık su kolektörü gibi büyük yapıların yer değiştirmesi ayrı bir sorun oluşturacak. • Projeler Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme ihlal edilerek hayata geçirilecek. Türkiye’nin taraf olduğu çevrenin korunması ile ilgili uluslararası sözleşmeler esas alınması ve uygulanması gereken kanun hükmündedir. Köprü ve bağlantı yolları projesi ile Türkiye’nin
• Her türlü yatırım için üstün kamu yararı ve üstün ekosistem yararı analizi yapılması yatırımların sağlayacağı fayda ile neden olacağı tahribatın karşılaştırılması açısından önemlidir.
• Uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınan alanlarda yapılacak projeler ile Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece Gölü, Terkos Gölü, Ömerli havzası ve Batı İstanbul meraları zarar görecek. • Karadeniz sahilindeki Kilyos kumulları, Ağaçlı kumulları, Alibeyköy Barajı çevresindeki Batı İstanbul meraları, Terkos havzası, İstanbul Boğazı, Şile kıyıları, Ömerli havzası ve Pendik vadisi gibi önemli doğa alanlarındaki ekosistemler de zarar görecek. • Doğrudan ekonomik getirisi olan tarım ve orman arazilerine ilişkin kısa dönemli ekonomik değerler dikkate alınırken, diğer ekosistem fonksiyonları doğrudan bir ekonomik değer taşımadığı için dikkate alınmamaktadır. “İstanbul’un Geleceğini Etkileyecek Üç Proje: 3. Köprü – 3. Havalimanı – Kanal İstanbul” başlıklı TEMA Vakfı Uzman Görüşleri kitabının tamamınahttp:// www.tema.org.tr/folders/14966/categorial1docs/1235/buyukprojeler2014.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. ( TEMA) Veg&Nature 43
DEV MUTASYON! Haber/Röportaj: Ebru ARIMAN – TVD –Nisan 2014
K
üreselleşen dünya, hızla artan nüfus, nüfusun tüketim çılgınlığı ve üreticinin başını döndüren, gittikçe çeşitlenen ve genişleyen dev bir pazar… 7.2 milyar konuğunu ağırlıyor dünya. Hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.
yor. Kurallar değişiyor, biyolojik döngü değişiyor, kullanılan yemler, gece-gündüz değişiyor. Yediği yemin etkisiyle kanser olacak kadar da yaşayamayacak olan canlının, GDO’yla beslenmesinin endüstriye göre çok da önemi kalmıyor bu noktada.
enjekte edildiği anlatılıyor ve ne yazık ki doğru görünüyor.”
• Peki, meyve ve sebzelere de bir takım hormon ve ilaçlarla müdahale ediliyor. Bunları tüketmek de aynı ölçüde sakıncalı mı?
fazla tümör gelişti.
“Meyvelere kökten mantar ilacı verilerek küflenmelerinin önlendiği, limona kökten kanser ilacı verilerek dal ömrünün uzatıldığı, muza gövdeden doğum kontrol hapı
• Kanserle bir bağlantısı var mı konunun?
İki yıl önce üç arkadaşımız birer dilim portakaldan zehirlendiler. Portakalı analize gönderdik, içinde ve kabuğunda 20 çeşit tarım ilacı çıktı. Üstelik bu portakal İlerleyen teknoloji ve biyolojik gelişmeler, Yapay bir çağda yaşıyoruz. Doğala ulaşmak “güvenli olduğunu iddia eden” marketten alınmıştı. Ziraat mühendisleriyle alternatif metotların gelişiminin de önü- artık pahalı bir tercih. Peki neler oluyor? nü açarak, daha az zamanda, daha çok İstanbul Üniversitesi Onkoloji konuşuyoruz, meyvenin olgunlaşmasını talebe cevap verebilmeye olanak tanıdı. Enstitüsü’nden Yard.Doç. Dr. durduran ilaçların düzenli kullanıldığını söylüyorlar. Bu ilaçlar elbette meyvenin Yapay müdahalelerle, besinlerin verimli- Yavuz Dizdar’a sorduk: de içine geçiyor ve kalıyor. Bunları uzun liği artırıldı, dayanıklılık süresi uzatıldı, • Hazır gıdalar hangi özelliksüreli tüketmenin bir de mesela kısırlığa doğası ve genetiği bozuldu. Günümüzde lerinden dolayı insan sağlığını neden olmayacağını hiç kimse iddia artık neredeyse her coğrafyada her türlü tehdit ediyor? edemez. ürüne, her mevsimde ulaşmak mümkün. Hazır gıdaların en büyük riski uzun raf • Son zamanlarda sıkça tartışıÇilek yemek için yazı beklemiyoruz artık, ömrüne sahip olmaları için aşırı fiziksel lan GDO konusu sağlığımızı ne püre yapmak için patates kaynatmayı. işlemden geçirilmeleridir. Süt aşırı basınç şekilde etkiliyor? Dolaylı tüketiMısırı ambalajıyla atıyoruz mikrodalgave sıcaklıkla homojenize edilmekte, yani yor muyuz? ya, dünyanın bir ucundan gelen muzu yağı kırılmakta, ama bundan yapılan en sarı haliyle tüketebiliyoruz her daim. Elbette dolaylı tüketiyoruz. GDO ürünler yoğurt ekşiyememektedir. Demek ki Yoğurtlar bozulmuyor, sütler ekşimiyor. uzun süreli tüketimlerinin güvenli olup içerikte kimyasal bir değişiklik vardır. 7/24 mesaide de olsalar, insanların çığ olmadıkları araştırılmadan piyasaya UHT süt dediğimiz uzun ömürlü kutu gibi büyüyen ihtiyaçlarına yetişemiyor sürüldüler. Bizim ülkemizde bu konuda sütten de yoğurt yapılamamaktadır, yani ciddi bir duyarlılık var, ama sonunda lobi hayvanlar. Yüksek verim için suni yönonda da kimyasal bir değişiklik vardır. temlerle doğal döngüye müdahale edilikazandı ve yasal olarak yem endüstrisine Bozulmayan sosis ve salamları kediler girdi. İki yıl önce Fransız araştırmacılar yemez. Kedinin hamburger köftesi dahil, GDO mısır soyunun iki yıl gibi uzun süre et ürününü yememesi aslında yeterince güvenli olup olmadığını araştırdılar. Bu anlamlıdır. Etçil olan bir canlı et ürünü düz bir besleme ve gözlem çalışmasıydı. yemiyorsa, burada tartışılacak fazla bir Hayvanlarda doğal mısır yiyen kontrol şey de yoktur. grubuna göre 14. ayda 5 ila 7 kat daha Ne var ki lobi güçlüdür, savunması da hep “dünya nüfusunu beslememiz için gerekli” şeklinde, “duygusal ve komiktir”. AB’de gerçekleştirilen bir toplantıda Bu değindiğiniz konu aslında buz daAvrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin ğının göremediğimiz kısmıdır. Çünkü temsilcisine herkesin önünde bizatihi ziraatta kullanılan ilaçların artık haşere mücadelesinden çok, bitkinin biyolojisi- sordum, “biz 80 kiloluk fareler değiliz” ne müdahale ettiğini görüyoruz. Eskiden dedi. Nitekim bilimsel yayının içerisindeki fotoğrafları sansürlediler. “Dünyanın 1.5 ton ürün alınan yerden, ilaçlar sayesinde 8.5 ton ürün alındığını söylüyorlar; protein açlığı” 1930’larda bile dile getirilen son derece nahif bir savunmadır. bu verim artışı zararlı mücadelesiyle Mesele tamamen ticaridir. açıklanamaz.
Yard. Doç. Dr. Yavuz Dizdar Veg&Nature 44
Genetiği değiştirilmiş (GDO) ve süt üretiminde kullanılan NK608 mısırın, fa-
relere yedirildiğinde 14 ayda anlamlı bir şekilde kanser gelişimine neden olduğu, patent korumalarından ötürü ancak iki sene önce bilimsel yayın haline gelebilmiştir. Bu gibi girdiler ve formüle edilmiş yem, hayvanın günde 8 litre süt verimini 40 litreye kadar çıkarabiliyorsa, bunun tüketilmesinin zararsız olup olmadığının da ispatlanması gerekir; ama böyle bir araştırma yapılmamıştır. Dolayısıyla hayvansal ürünler ve kanser arasındaki ilişki, aslında son derece ciddi bir boyuta varmış.
gelişmiştir, o başka, ama dünyanın en sağlıksız toplumlarından biridir. Oysa eti az tüketen pek çok toplumda hastalık çok daha az görünmektedir. Bu farkın et tüketiminden mi yoksa besicilikle yetiştirilmiş hayvanın etinin tüketilmesinden mi olduğu bilinmemektedir. Lakin her durumda hayvanların kötüye kullanımları, dahası ciddi eziyet çektikleri kesindir. Böyle beslenip kesilmiş hayvanın etinden hayır gelir mi, bence kesinlikle gelmez.
• Doğru beslenme ile genetik mirasımıza müdahale etme şan- • Başka bir canlının sütünü tüketmek zorunda olduğuna sımız var mı? inanan tek tür insan. Sizce böyBazı hastalıklar genetik özellik gösterirlesine mükemmel bir düzende ler, ama kanser de dahil olmak üzere, bu mantıklı mı? İnsan başka bir nedeni açıklanamayan hastalıkların hep- hayvanın sütü olmadan yaşayasinin genetik olduğunu ileri sürmek ya maz mı? cehalettendir ya da gıdadaki bozulmanın üzerini örtmenin en güvenli yoludur. Buna karşılık genetik olan hastalıkların etkilerinden de beslenme biçimini değiştirerek uzak durulabilir.
Yapılan binlerce araştırma “ne yerseniz o’sunuz” sözünü doğrulamaktadır. Genetik miras olsa bile, vücudunuzu iyi dinlerseniz genetik mirasınızın olumsuz etkilerinden korunabilirsiniz.
• Sizce hayvanların sömürü malzemesi haline getirilmesinin temeli nedir? Bunda daha çok ilaç endüstrisinin mi, endüstriyel hayvancılığın mı rolü var? Bu elbette endüstriyel hayvancılığın bir dayatmasıdır. Toplumların beslenmesi bakliyat ve hububat üzerine kuruludur. Endüstriyel hayvancılık elindeki ucuz maliyetli yarı sentetik eti pazarlamanın bir yolu olarak “Amerika’nın gelişmişlik seviyesinin et tüketmesiyle ilgili olduğunu” bile iddia eder. Amerika ne kadar
Konuya etik açıdan bakarsanız; süt aslında hayvanın yavrusunun besinidir, siz sadece ondan kalanı alabilirsiniz, bunu nedeni de sütün sağılmasının gerekli olmasıdır. Oysa endüstriyel besicilikte hayvan doğumdan iki gün sonra annesinden ayrılıp yemle beslenmeye başlanır. Komik olan, yemin de süt tozundan yapılmış olmasıdır. Günümüzde kimyasal alaşımlı yemler nedeniyle o kadar çok süt üretiliyor ki, bunların içilerek tüketilmesi mümkün değildir, süt tozuna çevrilirler. Bu bir cins “minare gölgesi” durumudur; geçirdiği işlemden ötürü artık süt özelliği göstermez, bileşim dengesini tamamen yitirir. Lakin bunun bir şekilde satılması gereklidir. Günümüzde süt tüketimi de endüstriyel zihniyetle körüklenmektedir, çünkü yemle çok miktarda süt benzeri bir sıvı alınması mümkün hale gelmiştir. Tarım gibi biyolojik üretimde genel kural “verim artışı ile kalite ters orantılıdır” şeklindedir. Yani 8 litre yerine 40 litre alıyorsanız içeriğin aynı kalmadığından kesinlikle emin olabilirsiniz. Zaten endüstrinin zihniyeti “elinde olanın bir şekilde pazarlanması” üzerine kuruludur. Bunu süt tozu olarak da verebilir, okul sütüne dönüştürebilir, yoğurtta protein eksiğini tamamlamak üzere kullandırabilir ya da bisküvinin arasında koyarak “sütlü burger” olarak satar. Unutmayın, endüstri yalnız çalışmaz, önce alt yapıyı hazırlar. Mesela gelecek yıl süt kotası kalkacak, sütün kotası olamaz, bu süt tozu demektir. Dahası elinde olağanüstü bir reklam gücü vardır, tüketiciye kolaylıkla benimsetir.
• Son olarak eklemek istedikleriniz? Ben gıda konusuna istemeden bulaştım, ama akıl bağlanmasından kurtulmamda çok ciddi bir katkı sağladı. Araştırmam yoğurdun neden ekşimediğiyle başladı, pilicin nasıl bu kadar hızlı büyüyebildiğiyle sürdü. Dört yıldır okuyorum, okuduklarımın bir kısmını kitapta belli bir mantık çerçevesinde birleştirdim. Yemezler! kitabının benden aldığı emek, birkaç tıp fakültesi bitirebilecek kadar yoğundur. Benim gördüğüm, beslenme ve hastalık ilişkisi gıdanın endüstrileşmesi edeniyle çok ciddi bir boyuta varmıştır. İnsanlar beslenme sistematiklerini doğala yaklaştırmadıkları sürece hastalıktan uzak durmaları mümkün görünmemektedir. Bizim şansımız, sürecin ABD’ye göre çok hızlı, 15-20 yılda gerçekleşmiş olmasıdır. Hastalık yükümüz de doğal olarak onları izlemektedir, ama durdurulabilir. Bu aslında bizim gelecek nesillere ve dünyaya karşı da artık bir sorumluluğumuzdur, bir düzeltme yapılması zorunludur. Yard.Doç.Dr. Yavuz Dizdar’a sorularımıza zaman ayırdığı için teşekkür ederiz. Bizler kendi tüketim çılgınlığımıza doğayı da alet ederek, aslında bir anlamda hem doğaya hem de kendi sonumuza zemin hazırlıyoruz. Doğadan, doğal olandan, yapımıza ve etik ilkelerimizle bağdaşan tercihler yapmak konusunda hepimizin hassasiyet göstermesi gerekiyor. 21.yüzyılda, hayvanları sömürmeden yaşamak konusunda alternatiflerimizi sorgulamak ve dayatmalardan kurtularak bağımsız karar verme yeteneğimizi geliştirmek, tamamen kendi etik meselemizdir. Bu konuda bizim de sorumluluğumuz olduğunu düşünüyor ve sizleri daha fazla araştırmacı olmaya davet ediyoruz. Teşekkür ederiz. petcity 45 Veg&Nature
“V” Sertifikası” AB’den sonra şimdi de Türkiye’de! V-Label (V Sertifikası) nedir? Nasıl İşler? Bundan yaklaşık 30 yıl önce, Avrupa Vejetaryenler Birliği (EVU) tarafından vejetaryen ve veganların tüketim tercihlerindeki hassasiyetlerine istinaden, içerikteki belirsizliği ortadan kaldırarak yaşanan sıkıntıları en aza indirmek, tüketici açısından net bir tanımlama sağlamak ve güvenli tüketimi kolaylaştırmak üzere tanımlayıcı bir sembol kullanılmasına karar verilmiş ve İtalyan sanatçı Prof Bruno Nascimben(Castenaso) tarafından tasarlanan V-Label sembolü, 1985 Cervia’da EVU Kongresinde sunularak kabul edilmiştir. V-Label, bir Vejetaryen/Vegan ürün logosudur. 1985 yılında kabul edilen bu logo, pek çok vejetaryen ve vegan organizasyonları tarafından kullanılmaya başlayarak, dünya çapında tanınan yaygın bir logo haline gelmiştir. V-Label, tüm dünya ülkelerinde tasarım ve marka tesciline sahip, Uluslararası Vejetaryenler Birliği ile Avrupa Vejetaryen Birliği’nin kabul ettiği tek semboldür. Sembolün kullanım koşulları ve denetimleri bizzat EVU tarafından yönetilmekte ve EVU’ya bağlı “ülke lisans sağlayıcıları” eliyle işlemler bölgesel olarak yürütülmektedir. V-Label sembolünün kullanım koşullarının tamamı EVU’nun belirlediği kriterlere göre yapılmakta ve veriler İsveç’de bulunan V-Label Merkezi’nde toplanmaktadır. Türkiye’de bu sembolün tek lisans sağlayıcısı ve denetimcisi Vegan ve Vejetaryenler Derneği Türkiye (TVD)’dir. Sarı zemin üzerine yeşil V harfinin bulunduğu logo, ürün içerisinde kullanılan malzemelerin türüne göre; Vegan, Lakto Vejetaryen, Ovo Vejetaryen ve Lakto-Ovo Vejetaryen şeklinde 4 ayrı türde sınıflandırılır. Ürün sınıfı, V logonun altında yazıyla belirtilir. Logo, üretim tesisleri, cathering firmaları ve restaurantlar olmak üzere 3 ayrı alanda kullanılabilir. Her bir ürün çeşidi için ayrı ayrı inceleme yapılır ve üreticinin bu beyanlara uygunluğu sözleşmeyle tescil edilir. Uygunluk koşulları onaylanan V-Label lisans kullanıcıları, V-Label’ın uluslararası sitesinde ilan edilir. Üreticilere, ürün içeriğinde yapılacak bildirimsiz değişikliklere ve sözleşme ihlaline karşı önceden haber vermeksizin uygun görülen zamanlarda (senede 2 kez) denetim yapılır. Böylelikle tüketicilerin ürünleri güvenle ve tereddüt duymadan tüketebilmelerine olanak sağlanır.
Veg&Nature 46
Neden et içermeyen ürünler için bir logo? Vejetaryen/vegan ürünleri hayvansal ürünlerden ayırt etmek kimi zaman oldukça zordur. Ürünlerin hayvansal gıdaların da işlendiği üretim tesislerinde imal edilmesi, tüketici için belirsizlik yaratarak ürüne karşı güvensizlik sorunu ortaya çıkabilir. Gıda alerjilerine bağlı vejetaryen/ vegan ürünleri tercih edenler için de bu kesin ayrım oldukça önemlidir. Tüketiciler alışveriş esnasında halen, ambalaj üzerinde yazılı harf ve rakamlardan oluşan kodların karmaşası ve menşei bilinmeyen ürün içerikleri nedeniyle kuşku ve belirsizlikler yaşamaktadır. Restoranlarda ise, mönüde seçilecek her ürün için, garson beyanının doğru kabul edilmesi, etik ve çevresel nedenlerin yanında sağlık sorunları/gıda alerjilerine bağlı seçimlerde ciddi problemler yaratabiliyor. Giderek daha fazla müşteri, vejetaryen/vegan diye adlandırılmasına rağmen içinde balık, pastırma, jelatin ve benzeri gıdaları barındıran sürpriz mönülerden şikayetçi. V-Label işte bu noktada devreye giriyor: Logoyu taşıyan ürünün, taşımayanların aksine tam anlamıyla tüketime uygunluğunun garantisini veriliyor.
4. Hedef Gruplar - Bilinçli gıda tüketicileri - Hayvansal ürün tüketimlerini azaltmak/sınırlandırmak isteyenler, - Vejetaryenler/Veganlar - Gıda alerjisi olanlar, - Spesifik diyetleri olan dini bir gruba ait olan üyeler (örn. Helal ürünler )
1. Problem - Vejetaryen veya vegan (tamamen bitkisel kökenli) ürün satın alınırken, yeterince ayırt edici kriterin olmaması
Almanya’daki BSE salgınından sonra Almanların yaklaşık % 8’inin vejetaryen olduğu belirtiliyor. Aynı eğilim, diğer Avrupa ülkelerinde de görülmektedir. Nutri-Trend tarafından yapılan araştırmaya göre , İsviçre’de (hemen hemen) toplumun % 9’u her zaman vejetaryen yemek yiyor.
Hayvanların beslenmesi ve hayvanların yetiştirilmesi ile ilgili skandallar tüketi- İçeriği belirli olmayan vejetaryen/vegan cilerde daha fazla vejetaryen/vegan yeme biçimine dönmelerine neden oluyor. ürünler - Hazır gıdalara olan genel güvensizlik.
2. Çözüm - Tüm et içermeyen ürünlerin işaretlenmesi, - Tüm hayvansal içeriğin belirtilmesi, - Vejetaryenler için uygun gıda sağlayan üretici, restoran / tedarikçilerin oluşması.
3. Amaç
V logosunun uzun vadeli amacı et içermeyen pazarı sürekli arttırmaktır.
Şirketlere/Organizasyonlara Ne gibi avantajlar sağlıyor? Logonun kullanım hakkını alanlar, yeni vejetaryen/vegan ürünlerinin tanıtım aşamasında destek alırlar. (Örnek olarak beyanın doğruluğunun kontrolü ve vejetaryenlere/veganlara uygundur ibareleri)
Lisanslı ürünler, vejetaryen çevrede - Vejetaryen ve bitkisel kökenli ürünlerin duyurulurlar ve böylece hızlı bir şekilde müşteri potansiyeline ulaşırlar. hızlı ve net bir şekilde tanınması Ayrıca ek bir yardım sunulabilir: Firma- Giderek büyüyen tamamen bitkisel lar, sorumlu vejetaryen organizasyonun bazlı ürün pazarının desteklenmesi mevcut iletişim bilgilerini-telefon irtibat - Avrupa genelinde vejetaryen/vegan numaralarını- kullanabilirler, yeni bir ürünlerin “tek tip” etiketlenmesi iletişim servisi kurmalarına gerek kal- Restaurantlarda vejetaryen/vegan seçe- maz. Vejetaryen beslenme ile ilgili tüm neklerin artması sorular sorumlu organizasyonun iletişim ağına düşer.
Uzun yıllardır vejetaryen organizasyonları tarafından toplanan vejetaryenlerin yaşam biçimine yönelik bilgiler doğrultusunda tüm sorular gerçek bilgiler doğrultusunda yanıtlanır. Ayrıca yazılı materyaller gönderilir. Bu dokümanlarda vejetaryen/vegan yaşam biçimine yönelik sıkça sorulan sorular ve bunlara uygun cevaplar bulunur. Tüm bilgiler sürekli güncellenir.
İşbirliğindeki şirketlerin ne yapmaları gerekiyor? Bir ürün logo almadan önce mutlaka incelenmelidir. Bu işlem için, ürünün içerdiği tüm bileşenlerin açıklanması ve üretildiği yere ulaşabiliyor olmak gerekir. Üretici logoyu aldıktan sonra, ürün ile ilgili değişiklikleri, içeriği ile ilgili deklarasyonları vejetaryen logosunu veren kuruma sağlamakla yükümlüdür. Ayrıntılı bilgi için: www.v-labelturkiye. com, www.tvd.org.tr Veg&Nature 47
Et tüketerek çevre korunmaz! Haber: Efe Cem ELÇİ – TVD / Nisan 2014
D
eğişen iklimler, eriyen buzullar, doğal afetler, yok olan türler ve insan merkezli gelişen ekolojik tahribat… Bilim insanları iklim değişikliği için mücadele adına neler yapabileceklerini düşünüyorlar. Ancak ne var ki geri dönüşüme destek vermek, kumaş alışveriş çantaları ve yeniden kullanılabilir su şişeleri kullanmak gibi alışıldık girişimler yeterli değil. Yeni çıkan bir Birleşmiş Milletler raporu iklim değişikliğinin tarım, ekoloji sistemleri, su kaynakları, insan sağlığı ve insanların geçim kaynaklarını zaten etkilediğini gözler önüne seriyor. Bu sorunu sadece göstermelik çevrecilik hareketleriyle atlatamayız. Isınan gezegenimize olan etkimizi azaltmak için ciddi adımlar atmamız gerekiyor. Eğer çevreyi korumak konusunda ciddiyseniz yapabileceğiniz en önemli şey et, yumurta ve süt ürünleri tüketmeyi bırakmak olacaktır. İyi niyetli çevrecilerin yediklerini ciddi bir şekilde irdelemeleri gerekmektedir çünkü yedikleri hayvansal gıdalar sorunun büyük bir parçası. Bütün dünya elektrikli araç kullansa bile et üretiminin dünyaya yarattığı etkiyi telafi edemiyoruz.
Veg&Nature 48
endüstriyel uygulama ve doğal gaz kaçaklarına göre çok daha fazla metan gazı üretiyor.
İsveç’teki Chalmers Teknoloji Üniversitesi’nde bilim adamları tarafından yapılan yakın tarihli bir araştırmaya göre sadece ulaşım ve enerji sektörlerinin sera gazı salınımlarını kesmek iklim değişikliğini azaltmak için yeterli olmayacak. Araştırmanın başında bulunan bilim adamı Dr. Fredrik Hedenus’da göre “et ve süt ürünü tüketimini azaltmak tarımsal iklim kirliliğini güvenli seviyelere indirmekte önemli rol oynuyor.” Benzer bir şekilde Denizaşırı Gelişim Enstitüsü’nden Ilmi Granoff de yetkililere “Kömürü unutun. Araçları unutun. İklim değişikliğini ciddi şekilde etkilemenin en hızlı yolu insanların yediği et miktarlarını azaltmak” çağrısı yaptı. İsveçli araştırmacılara göre, 2050 yılında sığır ve kuzu eti üretimi tarımsal sera gazı salınımlarının yarısına neden olurken, bu beslenme şekli insanların aldıkları kalorilerin ancak yüzde 3’ünü karşılayabilecek. Peynir ve diğer süt ürünlerinin önümüzdeki 40 yıl içerisinde tarımsal iklim kirliliğinin dörtte birini sebebi olacağı öngörülüyor.
Kyoto Protokolü’ne Ek 1 statüsünde üye olan ülkeler, 2012 yılına kadar sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin en az % 5 altına çekme hedeflerini uygulayarak küresel ısınmaya karşı eyleme geçerken, Ek - 1 üyesi diğer bir ülke olan ve “gelişmekte olan ülke statüsünü” mazeret göstererek sera gazı emisyonlarına yönelik herhangi bir azaltım hedefi belirlemeyen Türkiye’de, TÜİK araştırmalarına göre 2012 yılı itibariyle sera gazı emisyonları 1990’dan bu yana % 133 oranında arttı. Geçtiğimiz günlerde iklim değişikliğinde tarihsel sorumluluğu en az olan, az gelişmiş statüsünde 49 ülke bile sera gazı azaltım kararlarını açıkladılar. G8 üyesi devletler iklim değişikliği ile mücadele için sera gazı salımlarını azaltmayı bir öncelik olarak belirlediklerini duyurdular. Çin ve Amerika Birleşik Devletleri, iklim değişikliği ile mücadele için ortak bir çalışma grubu kurduklarını açıkladılar. Türkiye bu konuda hareketsizlik politikası ile yalnızca iklim değişikliğini hızlandırmakla kalmıyor; aynı zamanda küresel çözümün parçası olma fırsatını kaçırıyor. Eğer çevre ve hayvanları önemsiyorsanız sadece yerli malı ve organik ürünler
almayın. Sonuna kadar gidin ve vegan ürünler alın. Gerçekten gezegenimizi kurtarmanın tek yolu bu. • 2008 senesinde Almanya’da yapılan araştırmaya göre veganlara kıyasla et yiyen birisinin hacmen 7 kat daha fazla sera gazı salınımına neden olduğu anlaşıldı. • Loma Linda Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalarda, veganların en küçük karbon ayakizine sahip olduğunu ve bu doğrultuda et yiyenlerden hacmen yüzde 41.7, vejetaryenlerden de yüzde 13.9 daha az sera gazı salınımına neden oldukları belirtildi. • Worldwatch Enstitüsü Başkanına göre “dünyanın ete olan büyük ölçüdeki açlığı” sera gazı salınımlarının hızlıca yükselmesinin ana nedenlerinden biri. • California Üniversitesi Riverside yerleşkesi araştırmacılarına göre mangalda bir adet hamburger pişirmek bir tırı 230 kilometre kullanmakla eşdeğer. • Chicago Üniversitesi araştırmacıları ise, iklim değişikliğine karşı mücadelede ete dayalı bir beslenme şeklinden vegan beslenme şekline geçmenin, yakıtlı bir araçtan hibrid veya elektrikli bir araca geçmekten daha etkili olduğunu açıkladı. • Birleşmiş Milletler ise iklim değişikliğinin en kötü etkileriyle mücadele etmek için vegan beslenmeye küresel bir geçişin gerekli olduğuna karar verdi. Vegan olmak için olağanüstü iklim şartlarını her gün yaşamaya başlamamızı ve kaynaklarımızın tükenmesini beklemeyelim. O adımı şimdi atalım!
Her yıl yemek için yetiştirilen milyonlarca tavuk, hindi ve inek inanılmaz miktarlarda dışkı üretiyor ve dolayısıyla metan ve diğer sera gazlarını atmosferimize salıyorlar. Karbondioksitten 20 kat daha güçlü olan metan gazı gezegen için ciddi bir sorun teşkil ediyor. Büyükbaş hayvanlar günde yaklaşık 250300 litre metan gazı ile küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden. TÜİK araştırmasına göre Türkiye’de 2013 yılı başı itibariyle yaklaşık 14 milyon sığır var. Bu büyükbaş hayvanlar, birçok Veg&Nature 49
Chomsky Vejetaryen Bir Gelecek Öngörüyor
VEJETARYENLER TOPLUMUN İLERİSİNDE Mİ?
Haber: Avşin Kaşıkçı - TVD
Önde gelen sosyalist entellektüellerden Noam Chomsky insan toplumunun eninde sonunda vejetaryenliğe geçeceğini iddia ediyor.
önemli felsefi konular olduğunu söylüyor. Kendisine hayvan hakları savunucularının politik olarak toplumun ilerisinde olup olmadıklarını sorulduğunda, bunun olası bir durum olduğunu belirtmekle yetinerek, bu konu hakkında düşünmeye devam edeceğini söylüyor. Chomsky vejetaryenlik hakkında ise ‘’bu kesinlikle çok entellektüel bir düşünce. Bundaki ahlaki gücü görmek gerekir’’ diyor. Aynı zamanda, son bir kaç yüzyılda hayvanlara karşı insanların uyguladığı şiddetin nasıl değiştiğine dikkat çekerek, ‘’Hayvanlara karşı yapılan tarifsiz işkenceler için çok gerilere gitmeye gerek yok. Descartes’ci düşünce ‘’Hayvanlar üzerinde yalnızca insanın akla sahip deneyler yapmaya hakkımız olduğunu ve evrendeki geriye kalan diğer her var mı, bence bu hiç de şeyin birer makine küçümsenecek bir soru değil. olduğunu iddia etÖrneğin hayvanlar üzerinde mişti. Yani onlar için bir kedi ile örneğin yapılan deneylerle onlara Her şeyden önce Chomsky’nin akademik etkinliğini hatırlatbir saat arasında makta fayda var. Chicago Tribune’e göre Chomsky 1993 yılında işkence yapılıyor, bu bir bir fark yoktu. Kedi en fazla alıntı yapılan yazardı. Yine, Chomsky tüm zamanların gerçek. İnsanlığın menfaati biraz daha komplientellektüel aydınları arasında Plato ve Sigmund Freud’un keydi, o kadar’’ diyor için hayvanlara müdahale arkasından sekizinci sırada değerlendiriliyor. ve devam ediyor: ‘’17. edebilir miyiz, bunun ölçüsü 1993 yılında Z Dergisinden Michael Albert’a verdiği mülakatta Yüzyılda dönemin önde ne; bu hiç de hafife alınacak Chomsky şu öngörülerde bulunmuştu: gelenleri bir hanımefendinin süs köpeğini alıp, onu bir soru değil.’’ ‘’Gerçekleşmesi yüzyıl mı alır onu bilemem ama eğer toplumların gelişimleri bir felaketle ya da bugünden öngöremediğimiz tekmeleyerek öldürerek eğlebir etkiyle kesintiye uğramazsa, insanlığın vejetaryenliğe geçişi nebiliyorlar ve bu yaptıklarını bir ve hayvan haklarının yükselişi beni kesinlikle şaşırtmayacaktır. kayayı yere fırlatmaya benzetebiliyorlardı. Bu açıkça hayvanların sebepsizce işkenceye uğramasından Her ne kadar 21. Yüzyıl hakkında iyimser olmak, yaşadığımız başka bir şey değildi. Bir kayaya işkence edebilir misiniz? Butüm felaketler, savaşlar, terör eylemlerinden sonra pek mümnun imkanı yoktur. Demek istediğim o günlerden bugünlere kün olmasa da, yine de yıllar içinde insanlığın ahlak anlayışıinsanlığın ahlaki algısı önemli ölçüde değişti. Artık hayvanlara nın geliştiğini ve ahlaki yönden topluma yön veren bireylerin sebepsiz yere işkence edilmesi hiçbir şekilde kabul edilebilir ortaya çıktıklarını gördük.’’ bulunmuyor.’’ Chomsky verdiği bu örnek ile insanlığın ahlaki Chomsky vejetaryen olmasa da hayvanların yenmesi ve üzergelişimin devam edeceği ve eninde sonunda vejetaryenliğe evrileceğini öngörüyor. lerinde deneyler yapılmasının, üzerinde düşünülmesi gereken Veg&Nature 50
DOĞAYA/ HAYVANLARA/ ÇEVREYE DOST
VEGAN
!
DÜĞÜNLER
Değişen beslenme alışkanlıkları, çevresel duyarlılık ve yaşam tercihleri her alanda olduğu gibi özel günlerimizde, davetlerimizde de kendini göstermeye başladı. Aynı zamanda çevreci özelliği olan vegan düğünleri artık daha fazla gündemimizde. Baharın gelişi ile birlikte birçok çift düğün planları yapmaya başladı bile. Madem bu sizin gününüz, her şeyiyle içinize sinmeli, değil mi? Buyurun o zaman size vegan bir düğün için dikkat etmeniz gereken hususlar ve çok önemli tavsiyeler: Veg&Nature 51
1- Uygun bir düğün mekanı seçin:
Düğün için doğayla baş başa alternatifler üzerinde durmak yerinde bir karar olacaktır. Özellikle açık alan düğünlerini tercih edebilirsiniz. Bir kır düğünü yapabilirsiniz örneğin. Sahilde kumların üzerinde bir düğün, yahut da teknede bir düğün organize edebilirsiniz. Beton yığınlarından uzakta, bir köy mekanı da tercihleriniz arasında yer alabilir. Mekanı seçerken doğanın bütünlüğünü bozacak dekorasyonlardan ve çevresel zarar yaratacak ayrıntılardan uzak durmaya gayret gösterin.
2-Bireysel hazırlıklarınızda detaylara dikkat edin: Gelinliğinizde
hayvanlara zarar verilerek elde edilmiş detaylar olmamasına özen gösterin. İpek, kürk ya da deri ayrıntılar kullanmayın örneğin. Hayvan tüylerine yer vermeyin. Ayakkabı ve çanta gibi aksesuarlarınızın deri içermemesine dikkat edin. Makyajınız yapılırken hayvanlar üzerinde test edilmiş kozmetik ürünleri kullanmayın. İnci detayı kullanacaksınız, imitasyon olmasına dikkat edin. Bir kır düğünü planladıysanız mümkün olduğunca sade ve doğal görünmeye özen gösterin. Parlak ve gösterişli detaylar mekana ve konsepte uygun olmayacakVeg&Nature 52
tır. Örneğin saçınıza taşlı bir taç yerine çiçekler takabilirsiniz.
3- Konseptinizi doğru anlatın, tepki toplamayın: Bu elbette ki sizin
düğününüz ve her şeyin istediğiniz gibi organize olması da en doğal hakkınız. Ancak burada konuklarınıza karşı tek yönlü, kaba bir davranış sergiliyor gibi görünmemeye de özen gösterin. Herkes sizin kadar doğaya ve hayvanlara karşı duyarlı olmayabilir. Düğününüzün konseptini davetiyenizde belirtebilirsiniz. Bunu yaparken doğaya ve çevreye duyarlı bir seçim yaptığınızı da özellikle vurgulayın. Bunu aynı zamanda çevreci bir alternatif olarak da sunun.
4- Hediyelikler: Konuklarınıza düğün 6- Mutfak/servis: Doğru mutfak hatırası olarak sunacağınız nikah şekerleri/hediyeliklerde de doğaya/ hayvanlara dost ayrıntısını özellikle vurgulayın, çevreci alternatifler üzerinde durun. Örneğin; nikah şekeri yerine tül içerisinde tohum hediye edebilirsiniz konuklarınıza. Yahut da isimlerine özel hazırlanmış ağaç dikim sertifikası verebilirsiniz. Mekan süslemelerinde de çevreci /hayvanlara zarar vermeyen alternatifler üzerinde durmaya gayret gösterin.
personeli ve garson ile çalışın. Bu sizin en özel gününüz. Özel bir program yaparken, özel bir menü hazırlarken bunu hayatında ilk kez sizin düğününüzde uygulayacak kişilerin “ilk tecrübesi” olmamaya özen gösterin. Bu konuda işin uzmanı mutfak personeli ve hassasiyetine güvenebileceğiniz garsonlar tercih edin. Çalışacağınız ekip sizin duyarlılığınızı taşımakla birlikte, mutlaka bu konuda tecrübe sahibi olmalı.
5-Mekan hazırlığı: Masalarda daha
mümkün olduğunca lezzetli ve özel alternatifler yaratmaya özen gösterin ve seçenekleri bol tutun. Bütçenize göre organik besinlerden oluşan bir menü de hazırlayabilirsiniz, ufak atıştırmalıklar da. Ancak dikkat etmeniz gereken en önemli nokta: hayvan sömürüsünden uzak içeriklerle özel menüler oluşturabilmektir. Düğün konseptinize göre yemeksiz bir tercihte bulunmanız halin-
doğal ve hoş bir atmosfer yaratmak adına, ev yapımı mumlar, doğal objeler kullanabilirsiniz. Kağıt/ambalaj içerikli ürünlerde geri dönüşümlü kağıt kullanmaya özen gösterin. Atlı araba kullanmayın, güvercin satın alarak gökyüzüne bırakmayın. Havai fişeklerin kuşlara verdiği zararı göz önünde bulundurarak bu tür patlayıcılarla kutlama yapmayın.
7- Menü: Menünüzü belirlerken
de bir brunch ya da kokteyl tercihinde bulunduysanız, lezzetli vegan atıştırmalıkların zenginliğini kullanabilirsiniz. Seçim yaparken mutlaka bu konuda deneyimli bir aşçı ile çalışarak, hazırlanacak ikramlıkların öncesinde sadece size servis edileceği bir tadım günü organize etmenizi tavsiye ederiz. Bunu yaparken yanınızda vegan olmayan bir yakınınızın da bulunması, farklı bir gözle menünüzün değerlendirilmesine de olanak tanıyacaktır. Eğer düğününüzde alkol de olacaksa, birçok şarapta durultma amaçlı gizli hayvansal içerik olan sığır jelatini kullanıldığını unutmayın. İçeriğinden emin olduğunuz ürünleri kullanmaya özen gösterin.
8- Düğün pastanız : Hepimiz biliriz ki bu tarz pastaları hazırlayan imalathaneler, yoğun yumurta, süt ve jelatin kullanırlar. Aslında bu tarz hayvansalları kullanmadan, bitkisel alternatiflerle harika tatlar yaratmanın mümkün olduğunu biz biliyoruz, ancak konuklarınız bunu bilmiyor olabilir. Düğün pastanızı bu konudaki maharetine güvendiğiniz vegan aşçılara bırakın. Bununla ilgili düğün öncesi kısa bir araştırma yapmanız yeterli olacaktır.
9- Atladığınız bir şey olabilir mi; peki ya eşinizin tercihi? Müstakbel eşinizin bireysel tercihleri bu anlamda sizinle örtüşmüyor olabilir. Bu durumda iki tarafı da memnun edecek ikili alternatifler üzerinde durulabilir. Bazı ortak konularda uzlaşmaya varılarak, bireysel seçimlerinizde yine kendinizi yansıtabilirsiniz. Veg&Nature 53
Sivrisinek Savıcı Yeşil Alternatifler H
avalar ısınmasıyla birlikte doğadaki dönüşüm başladı. Kış boyunca uyuyan doğanın uyanma vakti. Ne var ki bu hareketlilik her zaman memnun edici olmayabiliyor. Özellikle kan emici haşereler, her ne kadar doğanın bir parçası olsalar da taşıdıkları enfeksiyonlarla insan sağlığı için tehdit oluşturabiliyorlar. Sivrisineklerden korunurken hem kendi vücudumuza hem de doğal döngüye zarar vermeyen birtakım “yeşil” yöntemler geliştirebiliriz. Özellikle yaz aylarında kabusumuz olan sivrisineklerle baş edebilmek için, işte size doğa dostu çözümler:
Veg&Nature 54
1 - Limon Okaliptüsü Yağı: Limon
okaliptüs ağacının özünden yapılan bu yağın içinde, deriye uygulandığında antiseptik ve böcek itici özelliklere sahip aktif madde sineol vardır. Limon okaliptüs yağı piyasadaki en etkili doğal sivrisinek kovucular biridir. Düşük konsantrasyonlarda kullanıldığında, etkili kimyasal sinek kovuculara benzer koruma sağlar. ABD Hastalık Kontrol Merkezi tarafından da özellikle tavsiye edilir. 2 - Citronella Yağı: Citronella bitkisi, limon otu olarak da bilinir. Limon kokulu yaprakları vardır. Citronella yağı ekstresi sivrisinek kovucu özelliği olan
uçucu bir yağdır. Bundan elde edilen uçucu yağ, sabun, parfüm gibi kozmetik ürünlerde ve mum yapımı gibi çeşitli alanlarda kullanılır. Açık havada citronella içerikli mumlar, meşaleler ve fenerler kullanmak, sivrisinekleri bulunduğunuz ortamdan uzaklaştırabilir. Ancak, bu yağ yanlış uygulandığında, özellikle çocuklar ve hassas cilde sahip kişilerde cilt tahrişlerine neden olabilirler. O nedenle dikkatli kullanılmalıdır. 3 - Soya Yağı: Soya yağı, soya tohumundan elde edilmiş bitkisel bir yağdır. Soya yağı ağırlıklı yemeklerde kullanılmasına rağmen, dermatologların
yaptığı araştırmalara göre, bu yağın cilt üzerinde sivrisineklere karşı ortalama 90 dakikalık koruma özelliği var. 4 - Lavanta Yağı: Lavanta yağı, harika kokusunun yanında sivrisinek kovucu etkiye de sahip uçucu bir yağdır. Losyonlar, sabunlar, spreyler ve topikal jeller gibi çeşitli ürünlerde kullanılır. Lavanta yağı, etkiyi artırmak için diğer uçucu yağlar ile karıştırılabilir ve ya tek başına uygulanabilir. Bu potansiyel doğal yağı denedikten sonra, bir daha asla kimyasal ürün kullanmak istemeyeceksiniz. 5 - Lime Limon ve Karanfil: Oturduğunuz alanı sivrisineklerden korumak için bu ikiliden destek alabilirsiniz. Lime limonu (ya da olgunlaşmamış limonu) ortadan ikiye kesin. Ardından her iki yarısına da karanfiller saplayarak bulunduğunuz ortama koyun. Karanfil ve keskin limon kokusu, sivrisinekleri derhal bulunduğunuz alandan uzaklaştıracaktır. 6 - Sarımsak: Sarımsağın keskin kokusu, sivrisinekleri uzak tutmak için bire birdir. Tüketilmesi halinde ciltteki gözenekler aracılığıyla kokusu yayılır ya da cilt üzerine direkt sürülerek sivrisinekler için rahatsız edici bir koku yayabilir. Tabi bu konu sizi ve etrafınızdakileri de rahatsız etmezse.
7 - Bulunduğunuz alandaki bitkiler: Sivrisinekleri kendinizden uzak-
laştırmanın bir yolu da bulunduğunuz alandaki bitkilerdir. Tansies, Marigolds, Catnipli, Thai Lemon Grass, Sitronella Çim ve Sarımsak gibi bitkiler, sivrisineklerin sevmediği kokular yayarlar.
8 - Yaşam alanınızdaki sulak alanlar: Bulunduğunuz bölgedeki musluklar, havuzlar, kanalizasyon, bataklıklar gibi
su birikintileri sivrisinekleri çeker. Bozuk muslukları tamir edin, su birikimine imkan tanıyan açık çukurları, kuyuları kapatın.
9 - Açık renkli ve sıkı dokumalı giysiler giyin: Açık renkli giysiler sizi
hem sıcaktan hem de sivrisineklerden uzak tutar. Bu kan emici böcekler genellikle koyu renklere yönelirler. Eğer uzun bir süre için açık ortamda kalacak iseniz, teninizi kapatacak uzun kollu gömlek, uzun pantolon, ayakkabı ve çorap giymek bir tedbir olabilir. Sivrisinekleri engellemek için başka ipucu ise sıkı dokumalı malzemelerden yapılmış giysiler giymektir. Ameliaislandmosquitocontrol, cdc. gov,*aktüelkimya-
Sivrisinek kovucu yağlar nasıl ve ne oranda kullanılmalı? Bu yağlar veya karışımları çok çok az miktarda cilt üzerine uygulanarak kullanılabilir. Fakat Su, alkol veya zeytinyağı ile karıştırılarak kullanmak daha iyidir. Buradaki oran 1/10 olmalıdır. Yani 1 kısım uçucu yağ 10 kısım alkol,su veya cilt için zeytin yağı ile karıştırılmalıdır. Böyle bir karışımı püskürtmeli bir şişeye doldurup, evinizde oda spreyi şeklinde de kullanabilirsiniz. Bu uçucu yağlar ayrıca güzel koktukları için hem oda spreyi hem de sivrisinek kovucu etki göstereceklerdir. Alkol veya su karıştırmadan bu karışımları küçük kaplara koyup odanın belli yerlerine koyarak da benzer etkiyi sağlayabilirsiniz. Yağların kokuları kaybolduğu zaman değiştirmelisiniz. Dikkat: Bu maddeler tek tek incelendiğinde bazılarının ağız, solunum, deri ile alınması tehlikeli olabilmektedir. Ayrıca bazıları alerjik ve gözde tahrişe neden olabilmektedir. Bu etkiler bileşiklerin yüksek konsantrasyonunda yapılan incelemelerinde edilen verilerdir. Uçucu yağ yapısında bu maddeler az bulunduklarından benzer etkiyi göstermeyebilirler. Fakat yine de dikkatli olunmalı, uyarılar göz önünde bulundurulmalıdır. alıntı Aktüel kimya Veg&Nature 55
Hem vegan hem hamile:
Dünyayı değiştiren süper kadın olmak Yazar: Yeliz Utku KONCA (Vegan Beslenme Danışmanı, Yoga eğitmeni)
Yıllar önce bir kitap okudum ve hayata bakış açım değişti. Bugün bu satırları baştan sona vegan hamilelikle iki sağlıklı bebek doğurmuş bir anne olarak yazıyorum. Yıllar önce o kitabı okuyup da kendini çaresiz ve güçsüz hisseden o kız, bunun hayalini bile kurmaya cesaret edemezdi. Ama o kızın attığı ufak ama cesur adımlar sayesinde bugün vegan bir anneyim. İsterseniz siz de olabilirsiniz ve ben de bu yazıyla buna yardımcı olmayı umuyorum.
Veg&Nature 56
Neden vegan hamilelik? Vegan bir hamilelik geçirerek bebeğinizin hayata en sağlıklı şekilde başlamasını sağlayabilirsiniz. Hayvanlarda ağır metal birikimi, yedikleri yemlerden GDO ve tarım ilacı birikimi, rutin yetiştirilmeleri esnasında gerekli gereksiz kullanılan antibiyotik birikimi çok fazladır. İnsanlar da bu hayvanları yiyerek besin zincirinin bir üst seviyesindedirler ve tüm bu zararlı maddeler hayvanı yiyen insanın vücudunda daha da fazla birikir. Hamilelik esnasında da bunlar karnındaki bebeğe geçer. Vegan bir hamilelik sayesinde bebeğinizi tüm bu olumsuz etkilerden mümkün olduğunca koruyabilirsiniz. Ancak her hamilelikte olduğu gibi vegan beslenmede de dikkat edilmesi gereken şeyler vardır.
Vegan hamilelikte nelere dikkat etmeli? 1. Hamilelikten önce bilgilenin: Hamilelik çok hassas bir dönem. Kadının içe döndüğü, kendiyle ister istemez daha çok bağ kurduğu, vücuduna daha çok ilgi gösterdiği bir dönem. İşte bu hassasiyet yüzünden, eğer hamilelikte vegan olmayı sürdürmek istiyorsanız, bunun araştırmasını ve alıştırmasını daha önceden yapmaya başlamanız gerekiyor. Vegan beslenmenin hem sizin hem de bebeğiniz için çok sağlıklı olabileceğini bilin, bulabildiğiniz her türlü yazıyı okuyun, bilgilenin ve kendinizi ikna edin. Mümkünse eşinizi/ partnerinizi de ikna edin. Ve hamileliğe kendinize güvenerek girin. Hamilelikte herkes öğüt verir. İyi niyetli olsa da zaten duygusal olarak hassas olan kadının sarsılmaması için bilgisinin ve kendine güveninin tam olması gerekir. Komşu teyze size “Mutlaka peynir yemelisin, yoksa…” diye başlayan cümleler kurmaya başladığında, sakince gülümseyip sizin başka bir planınız olduğunu söyleyebilecek gücünüzün olması, en azından bunu düşünebilmeniz, buna inanabilmeniz gerekir. Bazen sizden çok daha az bilgili kişiler kafanızı karıştırıp sizi yaptığınızın doğruluğu konusunda şüpheye düşürebilir. Böyle durumlarda yine siz araştırmalarınıza dönün, ilk başta sizi ikna eden yazıları tekrar okuyun, filmleri tekrar izleyin, bilginizi ve kendinize güveninizi tazeleyin. 2. B12 ve folik asit alımına özen gösterin İlk trimesterde sinir sisteminin gelişmesi çok hızlı ve çok fazla oluyor. Hem folik asit hem de B12 vitamini bebeğin sinir sisteminin oluşumunda ve gelişmesinde çok önemli roller uynuyor. Hamileliğin ilk üç ayında aslında yeme isteği azalabilir, bu noktada folik asit ve B12 alımını sürdürüp yiyebildiğiniz şeyleri yemeye devam edin. Folik asit için günümüzde önerilen miktar günde 400 mikrogram, eğer özel bir durumunuz varsa da günde 800 mikrograma kadar çıkabilir. B12 için ise vegan hamilelere haftada en az üç kere 1000 mikrogram B12 takviyesi öneriliyor. Bebek doğduktan sonra, emzirme döneminde de düzenli B12 takviyesine devam etmeniz çok önemli. Bebekler kendilerine ilk altı ay yetecek kadar B12 ile doğarlar, ancak sonrasında B12 kaynağı olarak anne sütüne bağlıdırlar. Bebeklerin beyin gelişimleri çok hızlı olduğundan B12’ye de çok ihtiyaç duyarlar ve eksikliği durumunda gelişim gerilikleri görülür. Zaten veganlardaki B12 eksikliğinin en çok ses getiren vakaları emziren ve B12 takviye etmeyen
vegan annelerin bebeklerinde görüldüğü için bu dönemde B12 alımına özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. B12 bebeklerde çok önemli ve ihmale gelir tarafı yok. Veganlar özellikle bu konuda yanlış yönlendirilmiş olabiliyor, o yüzden de güvenilir kaynaklardan bilgi edindiğinizden emin olun. 3. Yeterince protein alın Herhalde veganların en sık karşılaştığı soru “Proteini nereden alıyorsun?” sorusudur. Bu soruyu hamilelik döneminde daha fazla duyacaksınız. Bu sorulara tatmin edici cevaplar verebilmek için ve daha da önemlisi, bebeğinizin sağlıklı gelişimi için gerçekten yeterince protein alın. Hamilelikte yepyeni bir insan, bir bebek, üretiyor vücudunuz. Ve bunun için de çok fazla malzemeye ihtiyacı oluyor. Özellikle de proteine. Proteinler vücudumuzdaki tüm (neredeyse tüm) hücrelerin temel yapı taşı. Bir duvar örülürken tuğlalar neyse, hücreler üretilirken de protein odur. Bu yüzden de hamilelikte protein ihtiyacınız normalden çok daha yüksektir. Normalde sadece salata yiyerek geçirebildiğiniz bir öğünü artık daha iyi planlamanız gerekir. Zaten ilk trimesterin bitmesi ve mide bulantıları, baş ağrıları ve türlü çeşitli ilk trimester rahatsızlığının sona ermesiyle birlikte kendinizi daha aç hissetmeye başlayacaksınız. Canınız et, yumurta, yoğurt gibi şeyler çekmeye başlarsa bilin ki vücut protein istiyor ve bunu size söylemenin yolu olarak da en iyi bildiği protein kaynaklarını aklınıza getiriyor. Yıllardır hayvansal eti en önemli protein kaynağı olarak gördüyseniz, hamilelikte canınızın tofu çekmesini beklemeyin. Ancak kendinizi kaliteli protein ile şarj ederseniz canınız giderek daha az
hayvansal ürün çeker. Kaliteli proteinden kastım, temiz ve güvenli bir protein kaynağı. Mümkünse organik olarak üretilmiş, mümkün olduğu kadar size yakın bir yerde üretilmiş (ki besin değeri yollarda kaybolmamış olsun) bir bitkisel protein kaynağına ihtiyacınız var. Yeşil ve kırmızı mercimek, nohut, kuru fasülye, barbunya gibi baklagilleri seçebilirsiniz. Baklagillerin içinde nişasta da var elbette, ancak nişasta yararlı bir şey, vücudumuzun enerji kaynağı olarak kullandığı bir numaralı madde. Şeker için kötü şeyler duymuş olabilirsiniz ve muhtemelen bunların pek çoğu da doğrudur, ancak bitkisel ve doğal olarak baklagillerin içinde bulunan nişasta ile şekeri lütfen aynı kategoride değerlendirmeyin. Sevdiğiniz ve sizin için ulaşılması kolay olan protein kaynaklarını belirleyin ve her gün yeterince almaya özen gösterin. Hamilelikteki protein ihtiyacı için üzerinde anlaşılmış bir miktar yok, herkesin vücuduna gore değişiklik gösterir. Normaldeki protein ihtiyacınıza 10 gram eklemeniz gerekiyor. Günde 65-75 gram civarı çoğu kadın için yeterli bir miktar. Bazı günler 75 gramın üzerine çıkabilirsiniz, bazı günler 65 gramın altında kalabilirsiniz. Önemli değil, yeter ki ortalaması aşağı yukarı 65-75 gram olsun. 4. Demir alımınızı planlayın Demir seviyesi sürekli yüksek çıkan şanslı kadınlardansanız hamilelikte özel bir özen göstermenize gerek kalmayabilir. Ancak kadınların % 80’i gibiyseniz, demir seviyeniz ikinci trimester sonunda düşmeye başlayacaktır. Bunun vegan olup olmamakla ilgisi yok. Vücudunuz bebeğinizi beslemek için plasentaya ekstra kan pompalamak zorunda ve bunu daha fazla kan üreterek yapıyor. Kan hacminiz %50’ye varan oranlarda artar ve Veg&Nature 57
birim hacme düşen demir miktarı azalır. İyi haber, bebeğiniz kendine gereken demiri alabilmek için kandaki demirden mümkün olduğunca çok alır; kötü haber ise, eğer yeterince demir alamiyorsanız sizin vücudunuz demir açısından eksik kalmaya başlar. Rahimdeki gelişiminin son üç ayı içinde, bebekler hayatlarının ilk altı ayında kullanabilecekleri demiri depolarlar, ve sizin demir ihtiyacınız daha da artar. Ayrıca bu dönemde demir seviyenizin iyi bir düzeyde olması, doğumdaki normal kanamaları risksiz atlatmanıza ve doğumdan hemen sonra emzirmeye başlayınca da sütünüzde yeterince demir olmasına yardımcı olur. Demir eksikliğinde nefes darlığı, yorgunluk, baş dönmesi, bir kat merdiveni çıkınca nefes nefese kalma ve kalp çarpıntısı gibi semptomlar gözleyebilirsiniz. Bu duruma düşmemek için önceden plan yapıp, kendinizi iyi beslemelisiniz. Hamilelikte ortalama günde 27 mg
Veg&Nature 58
demire ihtiyacınız olur. Demir bir kere düştü mü tekrar eski seviyesine getirmek oldukça zaman alır, bu yüzden de hamileliğinizin başından itibaren, her gün ve her öğün demirli bir şeyler yemeye dikkat edin. Yeşil mercimek, nohut, soya fasülyesi, fasülye, koyu yeşil yapraklı sebzeler (pazı, karalahana), kekik, kimyon, maydanoz, kırmızı pancar, hurma, spirulina, kara dut pekmezi, vs. çok iyi demir kaynakları arasında. Soya ürünleri, çok iyi demir ve protein kaynakları olduğu için benim favorilerim arasında, bir taşla iki kuş vuruyorsunuz (ve hayır, soya fasülyesi tu kaka değil). Örneğin tofu, soya sütü, soya yoğurdu, soya şnitzelleri ve köfteleri gibi ürünler, hem yüksek protein sağlar hem de yüksek demir miktarı içerirler. Her gıdada olduğu gibi, soyanın da organik olanını tüketmeye özen gösterin, özellikle de hamilelikte. Demirli gıdalar tüketmeye özen gösterip bir de yemeklerinizi dökme demir tavada hazırlarsanız kendinizi iyice sağlama almış olursunuz. C vitamini demir emilimini artırdığı için her öğünde C vitaminli bir şeyler de
yemeye özen gösterin. Örneğin demir takviyesi alıyorsanız, bunu portakal suyuyla almanız daha iyi olur. 5. Kalsiyum deyip geçmeyin Kalsiyum seviyesi, aslında kalsiyum alımından çok, vücudun kalsiyum tutulabilme miktarına bağlı. Yani hem kalsiyum alımı, hem kalsiyum emilimi, hem de atılan kalsiyum miktarı önemli. Bu durumda kalsiyum içeren gıdalar tüketirken aynı zamanda da emilimi artırıcı faktörlere dikkat edin ve kalsiyum kaybına neden olan faktörlerden de uzak durmaya özen gösterin. D vitamini ve magnezyum alımı kalsiyum emilimini artırır. Bunun için de her gün yeterince güneş ışığı veya D vitamin takviyesi, ve magnezyum açısından zengin gıdalar (kabak çekirdeği, ıspanak, soya fasülyesi, susam, kinoa, kaju, ayçiçeği çekirdeği gibi) tüketebilirsiniz. Bu arada aşırı protein dolaylı olarak kalsiyum kaybına neden olur. Özellikle hayvansal protein birkaç şekilde kalsiyum atılmasına sebep olur. Gazozlar, tuz (özellikle hazır ve paketlenmiş gıdalarda bulunur) ve kafein ise kalsiyum atılmasına neden olan diğer etkenler olduğu için bunlara da dikkat edip azaltmanızda yarar var. Bütün bunları yaparken kalsiyum açısından zengin olan kuru fasülye, kuru incir, badem içi, tofu, şeker kamışı pekmezi (melas veya molasses), tahin, nohut, barbunya gibi gıdaları da bol bol tüketerek günlük 1000 mg kalsiyumunuzu alabilirsiniz. Yine hatırlayatım, bebeğiniz kendine gereken kalsiyumu çeker, ve kalsiyumu eksik almanız durumunda en çok hamile olan siz etkilenirsiniz. 6. Mikrobesinler İlk trimesterda birçok kişinin canının çok fazla sebze ve meyve istediğini duyuyorum. Genellikle de pişmemiş, taze meyve ve sebze çekiyor insanın canı. Aslında son bilimsel bulguların ışığında, bu hiç de şaşırtıcı değil. Sebze ve meyvelerde çok yüksek oranda mikro besinler var, yani mineraller, vitaminler, fitobesinler ve antioksidanlar. Ve bunlar hücrelerin doğru çalışabilmesi için çok gerekli. Meyvelerin fazla şeker içerdiği ve bu yüzden fazla tüketilmemesi gerektiğini söyleyenlere katılmıyorum. Şimdiye kadar meyve yemenin sağlığı olumsuz yönde etkilediğini gösteren bir bilimsel çalışma görmedim, tam aksine, çalışmalar meyve miktarını artırınca insanların daha sağlıklı olduklarını gösteriyor. Canınız sürekli kavun çekiyorsa, vücudunuz kavunun içindeki özel bir mikro besine gerçekten ihtiyaç duyuyor
olabilir. Sizin vücudunuzun ihtiyacı olan şey ise arkadaşınızınkinden farklı olabilir. Burada önemli olan çeşitli beslenmek, özellikle de değişik renklerden sebzeleri tüketmeye çalışmak. Bir-iki gün içinde gökkuşağının tüm renklerinden bir şeyler yediyseniz muhtemelen her türlü vitamini ve mikro besini almışsınızdır. 7. Güneş ışığı ve spor Yeterince güneş ışığı alarak vücudunuzun D vitamini üretmesini sağlıyorsunuz. Bu da size sağlıklı bir vücut, zihin ve ruh olarak geri dönüyor. Güneş ışığının dik geldiği bir günde 15 dakika güneş ışığının yeterli olduğu biliniyor, ancak elbette ki kavurucu sıcakta güneş altında durmayın veya canınız istiyorsa daha fazla durun. Karar sizin, önemli olan her gün güneş ışığı görmek. Ve hareket etmek. Nedense hamilelerin minimum hareket etmesi gerektiğini düşünür insanlar. Oysa ki yeterince hareketli olmak hem sizin için sağlıklı, hem de doğum için iyi bir hazırlık. Günlük yürüyüş yapabilirsiniz, veya hafif başka bir spor, örneğin hamile yogası. 8. Moral Tüm bu anlattıklarım sadece sizin ve bebeğinizin sağlıklı olmaya devam etmesi için öneriler. Bu önerilere çok takılıp kendinize eziyet etmeyin. Yeterince protein, demir, kalsiyum, vs. aldığınızdan emin olmak isterseniz bir-iki ayda bir, birkaç gün boyunca yediklerinizin listesini yapın. Sonra bir saatinizi ayırıp besin değerleri tablolarını önünüze alın ve ne kadar protein, ne kadar kalsiyum, ne kadar demir, vs. almışsınız hesaplayın. Eğer olması gerekenden çok düşük bir sonuç çıkarsa, beslenme düzeninizi nasıl değiştirebileceğinizi düşünün. Günlük beslenmenize neler ekleyebilirsiniz? Mesela öğleden sonra atıştırması olarak ekstra bir avuç badem içi yemek kalsiyumu dengeler mi? Ya da daha sık kuru fasülye yiyebilir misiniz? Ya da sabah bir dilim fıstık ezmeli ekmek protein miktarınızı iyileştirir mi? Bunun gibi, kendi hayat tarzınızı da düşünerek kendiniz için mümkün olduğunca pratik
çözümler bulun. Vegan bir hamilelik yaşayarak bebeğinize en iyi başlangıcı sağlıyorsunuz. Bunu hatırlayıp günlük ufak aksaklıkları dert etmeyin. Ve sevdiğiniz şeyleri yapmak için zaman ayırın. Arada
sırada tüm bebeğe hazırlık telaşesini bir kenara koyup sadece kendiniz ve bebeğiniz ile bağ kurmak için özel zamanlar ayırın. Hamileliğin tadını çıkarın.
Günlük menu önerisi: (Not, lütfen kendinize uygun menüler konusunda dokturunuza veya diyetisyeninize başvurun) Kahvaltı: Yulaf ezmesi (soya sütlü, kuru yemişli, meyveli ve pekmezli) Atıştırmalık: Meyve veya badem-fındık-fıstık Öğle yemeği: Fasülye köftesi Sebzeli bulgur pilavı Karışık salata İkindi atıştırmalığı: Meyve veya badem-fındık-fıstık (daha önce hangisini yemediyseniz) Akşam yemeği: Ezogelin çorba Karışık salata Mantarli makarna (kaju fıstıklı, tofulu, domates soslu) Bol su.
Veg&Nature 59
Üniversitelerde Vegan-Vejetaryen Dayanışması: Haber Soner Aslaner – TVD-Nisan 2014
V
egan-vejetaryen yaşam biçimi, tüm kamusal alanlarda olduğu gibi, gerekli alternatifler sağlanmadığında üniversitelerde de birtakım sorunları beraberinde getiriyor. Ders aralarında kampüs alanlarından çıkamayan öğrenciler, kantin-kafeterya-yemekhane alternatifi kendilerine ne sunuyorsa onunla yetinmek zorunda kalıyorlar. Ancak bu durum, zamanla tekdüze ve dengesiz bir beslenme haline dönüşüyor ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Bütün bu sıkıntılar ve toplumu bu konuda bilinçlendirme idealleri, onları bir araya getirdi ve çeşitli üniversitelerde veganvejetaryen grupları kurularak dayanışma çağrıları yapılmaya başladı. Biz de üniversitelerdeki bu öğrenci gruplarına ulaşarak, okullarındaki uygulamaları ve girişimlerinin ayrıntılarını öğrenmek istedik:
vegan yemekler dağıtıp veganların aslında çok lezzetli yemekler yiyebildiğini göstermeyi düşünüyorlar. Bu dönem yapılacak etkinlikler arasında, film gösterimi, zehirsizev deterjan/ sabun/diş macunu yapımı atölyesi ve Yaşayan Kütüphane’ye vegan kitap katkısı sağlamak var. Bu etkinlikle birlikte İTÜ’deki öğrencilerin veganlarla tanışmasını sağlayarak, veganlar hakkındaki fobik söylemleri ve önyargıları kırmayı hedefliyorlar. Pek çok üniversitenin benzer gruplarıyla tanışma toplantılarına başlamışlar, hatta bundan sonraki hedef; her dönem bir kez “üniversiteler arası vegan ve vejetaryen toplulukların buluşması” ve koordine olmak.
İTÜ Vegan & Vejetaryen Topluluğu faaliyetlerine 2013-2014 güz döneminde yemekhanede vegan ve vejetaryenlere uygun yemekler bulunmamasından dolayı rektörlüğe yapılan itirazla birlikte başlamış. Yemekhane menüsü için itirazlar sadece vejetaryen ve vegan bireyler tarafından değil; yemekhanede her gün etli yemek çıkmasından rahatsız olanlar ve hayvansal gıda içermeyen yemeklerin çıkmasının vejetaryen ve veganların bireysel hakkı olduğunu düşünenlerden de gelmiş. Şu ana kadar 500 dilekçe toplanarak rektörlüğe teslim edilmiş. Rektörlüğün verdiği yanıta göre, yemekhane için çalışmalar başlamış ancak teknik detaylar henüz çözülememiş. Rektörlük, vejetaryen ve veganlar için ayrı bir sıra açmayı ve kayıt esnasında vejetaryen/vegan olduğunu bildiren öğrenci sayısına göre yemek çıkarılmasının planlandığını belirtiyor. Grubun itirazı ise, kayıt esnasında vejetaryen olmayan ama süreç içerisinde vejetaryen/vegan beslenme biçimini seçen öğrencilerin taleplerinin boşlukta kalacak olması nedeniyle, çözümün genele sunulacak ayrı bir menü alternatifinden geçtiği yönünde. Bu taleplerine yeşil ışık yandı. Topluluk olarak hedefleri İTÜ’deki vejetaryenler ve veganları bir araya toplayıp, hayvan özgürlüğü, vejetaryenlik/ veganizm, türcülük gibi konular çerçevesinde tartışmak ve okuldaki insanları bu konular hakkında bilinçlendirmek ve kampüste vegan hayatı kolaylaştırmak. Türcülük hakkında film gösterimleri, paneller yapmayı; okul içinde standlar açıp veganlığı ve türcülüğü anlatmayı; özellikle bahar şenliğinde
Galatasaray Üniversitesi yönetim kurulunda, üniversitenin vegan-vejetaryen öğrencilerinin talebiyle gündeme gelen vegan menü alternatifi görüşülüyor. Özellikle vegan-vejetaryen yaşam biçimini benimseyenler, öğlenleri yemek yiyebilmek için çoğunlukla yemekte ne olduğuna bakamadan bekledikleri kuyruğun bitiminde bir yemek sürprizi ile karşılaşabildiklerini belirtiyor. Süre sonunda yiyebilecekleri tek alternatifin salata olduğunu fark edebiliyorlar örneğin. Galatasaray Üniversitesi’nde, “hayvansal gıda içermeyen” besinlerle, yani “vegan” beslenen öğrencilerin sayılarının hiç de az olmadığı son dönemde anlaşıldı. Bu yaşam biçimini benimseyen öğrenciler bugüne dek, öğrenci menüsü içerisinden kendilerine uygun alternatifleri seçmek zorunda kalıyorlar ya da seçebilecekleri hiçbir şey yoksa aç kalabiliyorlardı. Ancak bu durum değişmek üzere olabilir. Geçtiğimiz haftalarda, GSÜ öğrencilerinden Fethi Kaban, üniversitenin ilgili bölümüne “yemekhanede vegan menü de olması” için bir talepte bulunmuş. Kendisine, bunu talep eden kaç kişi olduğunu gösteren bir liste getirmesi durumunda konunun gündeme alınabileceği söylenmiş ve bunun üzerine okulda astıkları afişlerle ve internet üzerinden yaptıkları duyurularla bir kampanya başlatmışlar. Çok kısa sürede, kendilerinin de tahmin ettiklerinden çok fazla bir sayıya ulaşılmış. Okuldaki öğlen ve akşam yemeklerinde vegan menü olmasını isteyen 63 kişinin adı olan liste, Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı’na teslim edilmiş.
İTÜ’DE VEGAN MENÜ
Veg&Nature 60
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ YÖNETİMİNDE VEGAN MENÜ ALTERNATİFİ GÖRÜŞÜLÜYOR
Öğrencilerin “vegan menü” talebi, yakın zamanda toplanacak üniversite yönetim kurulunda görüşülecek. Listede adı olan ve ya adı olmasa da kendilerine destek olmak isteyen kişilerden ise bir ricaları var: “Fırsat bulduğunuzda Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı’na gidip, süreci takip ederek bu işte ne kadar ciddi ve istekli olduğumuzu gösterelim”. Şimdi gözler, üniversite yönetiminin alacağı kararda. (Emrah Boztepe)
KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDE MUTLU SON Koç Üniversitesi’nin vegan ve vejetaryen öğrencileri, beslenme tarzlarındaki farklılıktan dolayı yaşadıkları sorunlar ve alternatif talebiyle okula başvurduklarında bu kavramların ne demek olduğunu ve bu yapılanın geçici bir heves ve ya bir tarz uçarılık mı yoksa gerçekten de muhataplarına görev yükleyen ciddi bir durum mu olduğunun araştırıldığını belirtiyorlar. Ardından, bu durumda kaç kişinin Koç Üniversitesi’nde var olduğu araştırması yapılmış. Bu durumun, kendilerine bir kez daha örgütlenmenin hedeflerine ulaşmada ne derece önemli olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyorlar. Daha önceden Koç Üniversitesi’nde küçük bir azınlık olarak kalacağından endişe eden vegan-vejetaryen topluluğu, böylece 2014 senesinde koordine olarak bir araya gelmiş. Bu süreçte özellikle okulun yemekhanesinde kahvaltılar çok daha vegan dostu hale getirilerek, eskiden öğle ve akşam yemeklerinde her zaman riayet edilmeyen sebzeli yemek ve et susuz çorba artık değişmez bir ilke haline gelmiş. Eskiden yemeklerdeki hayvansal gıdalar hakkında bilgisiz personele yaptıkları baskılarla artık içerik konusunda bir sorun yaşamadıklarını ifade ediyorlar. Bunun dışında, çok fazla farklı yemek opsiyonu bulunan okuldaki diğer özel kurumların da daha fazla sömürüden ve tacizden arındırılmış yemek bulundurması noktasında, sistematik baskılar devam ediyor. Gelecek dönem toplu bir imza kampanyası başlatmayı düşünüyorlar. Okuldaki en büyük sıkıntı diğer öğrencilerin, vejetaryen ve veganların bu konudaki duyarlılığını, bir tür fanatizm olarak algılamaya meyilli olmalarında yattığını düşünüyorlar. İnsanların beyin kılcallarına kadar yer etmiş türcülük hastalığını bir şekilde delmeye başladıklarını hissediyor ve son mezbaha kapanıncaya ve son köle özgür kalıncaya dek bu mücadelenin süreceğini söylüyorlar. (Emre Alpun)
ANADOLU ÜNİVERSİTESİNDE VEGANVEJETARYEN HAREKETİ FİLİZLENDİ Anadolu Üniversitesi’nde vejetaryen-vegan hareketi, üniversitede Tıbbi Laboratuar Teknikerliği okuyan Cansu Öztaş’ın yemekhanede çoğu zaman çıkan etli yemeklerden
dolayı aç kalarak sürekli sıkıntı yaşamasıyla başlamış. Adından başta yemekhane müdürü olmak üzere ilgililere bu konudaki sorunundan bahsetmiş. Ufak bir araştırma yaptığında ise, kendiyle aynı sıkıntıları yaşayan öğrencilerin dayanışma içinde olmasını sağlayacak bir grubun bulunmadığını fark etmiş. Seslerinin sosyal paylaşım sitelerinden daha kolay duyulacağını düşündüğü için sosyal platformda Aralık 2013’te “Anadolu Üniversitesi Vegan ve Vejetaryenleri” grubunu kurmuşlar. Grup henüz çok yeni olduğumu için ilk etapta yemekhanede yedikleri her yemeğin fotoğrafını çekerek sayfaya koyuyor ve bu sayede üniversite kulüplerini, arkadaşlarını ve hocalarını bilgilendirerek daha çok kişinin bu konuda dikkatini çekmeyi amaçlıyorlar. “Başka birçok sıkıntılarımız var.” diyor ve ekliyorlar “Aç kalmamızın yanı sıra yemekte makarna ve etli bezelye varsa, bezelye yerine bir kaşık daha makarna alamıyoruz.” Vejetaryen sayısı az olduğu ya da henüz organize olmadıkları için, sayfanın önceliği “Yemekhanemizde etsiz menü sunulması için el ele verelim” şeklinde belirlenmiş. Şuan vejetaryenler için etli yemek yerine çoğunlukla barbunya verildiğini ve koordinasyonda başarılı olmaları halinde konserveden daha güzel yemekler sunulacağına inandıklarını belirtiyorlar. (Cansu Öztaş)
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ VEGAN VE VEJETARYENLERİ Grup henüz yeni organize olmuş, ilk olarak sosyal platformda bir sayfa açarak birlik olmayı planlamışlar. Çok yeni oldukları için henüz bir araya gelip toplantılar yapamadıklarını, dahası birbirleriyle tanışamadıklarını belirtiyorlar. Öncelikli hedefleri okulda bir stand açmak. Bu sayede bir araya gelebileceklerini düşünüyorlar Üniversitelerinde, hayvanseverler tarafından kampus köpekleri yararına organize edilen ve Mayıs ayında gerçekleşmesi planlanan kermese destek olduklarını belirtiyorlar. Ayrıca yakın zamanda, yemekhanede veganlara uygun menü çıkarılması için bir imza kampanyası başlatmayı planlıyorlar. Şu an için üniversite yemekhanesinde sadece vejetaryen menü çıkarılıyor. (Caner Aydın)
Etik, sosyal, çevre ya da sağlık sorunları. Sebep ne olursa olsun bu yaşam biçimini benimseyenlerin, toplu alanlarda yaşam zorunluluğu dikkate alınarak alternatif uygulamalarla sıkıntılarına çözüm geliştirilmesi gerekiyor. Bu konunun takipçisi olacağımızı belirterek, bir an önce yetkililerin gerekli düzenlemeleri yapmalarını temenni ediyoruz. Veg&Nature 61
PRATİK İPUÇLARI
Suni Deri, Gerçek Deri Yüzleşmesi ! Haber Ebru Arıman
Şayet etik sebeplerle deri ürünler kullanmıyorsanız, eminiz birçoğunuz alışveriş esnasında benzer belirsizlikleri yaşıyorsunuzdur. Hangi ürün deri, hangisi değil, kullanılan malzeme ne, malzemeden nasıl emin olabilirim? Suni deri ve gerçek deriyi ayırt etmek her zaman kolay değildir. Alışverişinizin sonunda gerçek bir deri ya da gerçek kürk aldığınızı geç fark etmek bir hayli sinir bozucudur. Peki alışveriş yaparken nelere dikkat etmelisiniz? Gerçek deri/kürk çoğu kez aradaki fiyat farkından anlaşılsa da, hayvan istismarının tavan yapmasıyla birlikte bu tür “sahici” ürünlere de artık kolay ulaşılır oldu. Ve elbette ki bu da fiyatları eskisine göre daha aşağı çekti. Yani fiyat Veg&Nature 62
artık tek başına bir kriter asla değil! Peki kriter nedir?
da ürün üzerinde leke görüntüsü yaratır. Yapay deride ise su tutunmaz. Ancak bazı derilerde bu özelliği ortadan kaldırmak İşte size ayırt edici kriterler: için bir çeşit cila/kaplama kullanılır. 1-Etikete bakın: Kaplama deri ise, ürün etiketinde deri Etiket aslında en açık yol gibi görünür, işaretinin içine geçmiş baklava şekliyle tabi etiket varsa. Ürün malzemesi ayırt edilir. Diğer özellikleri de gözden yazı ile etikette belirtilebildiği gibi, geçirmeden emin olmayın. yalnızca sembollerle de ifade edilebilir. 3-Kenarlarını kontrol edin Sembol etiketi üzerinde, gerçek deri Ürünün dikiş dışı kenarlarından, ve hakiki deriyi simgeleyen görseller kullanılan maddenin cinsini bulunur. Ürünün hangi kısmında ne anlayabilirsiniz. Suni deri, köpüklü tür bir malzeme kullanıldığını buradan veya plastik malzeme türünde rahatlıkla anlayabilirsiniz. görünür ve kenarları mükemmel kesik 2-Lekelenme testi yapın: görünümlüdür. Gerçek deri kaba Gerçek ve suni deri arasındaki temel kenarlıdır ve pürüzlüdür. Gerçek derinin farklardan biri emilimdir. Gerçek derinin kesim hattı boyunca iç kısmında püsküllü doğal yapısında emilim özelliği vardır. Bu bir yapı görünür.
Ağustos 2005’de yürürlüğe giren ayakkabı mevzuatı şöyle der: Madde 6- Etiket, ayakkabı çiftinin birinde veya her ikisinde baskı, yapıştırma, kabartma veya iliştirme suretiyle konulur. Etiket, ayakkabının üst yüzünün ve iç astar ve tabanının en az %80'ini oluşturan malzeme ve dış taban hacminin en az %80 ini oluşturan malzemeye dair bilgileri içerir. Ayakkabı yapımında kullanılan malzemelerden hiçbiri %80 oranına ulaşmıyorsa, bu durumda, ayakkabıyı meydana getiren iki temel malzemeye ilişkin bilgi etikette yer alır. Etiket tüketiciyi yanıltıcı olmamalıdır. Etiket zorunludur. (Bu etiketleme sistemine göre, şekillerin hangi anlamlara geldiği görselde mevcuttur) Lütfen alacağınız üründe bu bilgilerin varlığını kontrol edin.
verir ve esnektir. Gerçek deri ise daha kalındır. 6-Koklayın En önemli belirleyicilerden biri de koklamaktır. Ne kadar işlenirse işlensin, hangi işlemden geçerse geçsin, gerçek deri kokusuyla kolayca ayırt edilir. Suni deride ise böyle bir hayvansal koku yoktur. 7- Yanma Testi uygulayın Hayır, elbette ki ürünü ateşe vermeyin! Ürünün iç bölümlerinden küçük bir kesi 4-Gözenekleri inceleyin alma şansınız var ise bu parçayı ateşe Gerçek derinin belli bir forma uymayan doğru tutun. Suni deri yanarken sentetik değişken gözenekleri varken, suni bir koku bırakacaktır. Gerçek deri ise derinin gözenekleri belli bir formdadır ve yanarken alev oluşturmayacak ve etrafa birbiriyle bütünlük sağlar. plastikten kat kat daha kötü ve keskin bir koku yayacaktır. 5-Dokunun 8-İğne Batırın Gerçek deri, iki parmağınız arasında tuttuğunuzda kalınlığı ve yapısının Elinize bir iğne alın ve ürüne batırın. farklılığıyla kolaylıkla ayırt edilir. Suni Şayet kolaylıkla içerisinden geçiyorsa deri, genellikle daha incedir, plastik hissi suni deri ya da suni kürktür. Ancak
iğneyi batırmakta zorlanıyorsanız büyük olasılıkla gerçek deri ya da gerçek kürktür. 9-Ürün dokusunun arkasına bakın Ürün dokusunun arkasında örgü dokuma görüntüsü varsa suni, tüylü bir görüntü varsa gerçek deridir. Şayet içinde astar kullanıldıysa, görünmeyen bir alana ufak bir kesi yaparak da aynı farkı anlayabilirsiniz. 10-Tırnak ucuyla kazıma testi Tırnak ucu ile malzemeyi kazıdığınızda eğer gerçek deri ise bir iz kalır ve iz yavaş yavaş kaybolur. Sahte deride ise hiç iz kalmaz. GERÇEK SUNİ DERİ KARŞILAŞTIRMASI Gerçek Deri Avantajları Suni deriden 3 kat daha uzun ömürlüdür. (Ancak fiyat farkı 3 kattan fazladır) Gerçek Deri Dezavantajları Daha pahalıdır. Sürekli güneş ışığında rengi solabilir. Çok gözenekli ve emici olduğu için sıvıyla temasında derhal sıvıyı emer. Korunmazsa üzerinde lekeler oluşur. Temini için bir canlının ölümüne ihtiyaç vardır. Suni Deri Avantajları Hiçbir canlının ölümüne ihtiyaç yoktur. Fiyatı daha uygundur. Görüntü olarak gerçek deriden ayırt edilemez. Dengeli renk dağılımı vardır. Güneş ışığına karşı solmaya dayanıklıdır. Pek çok farklı renge boyanabilir. Suni Deri Dezavantajları Suni deri, gerçek derinin üçte bir ömrüne sahiptir. Kalitesine ve kullanım süresine göre bazı ürünlerde çatlamalar oluşabilir. Kokusu sentetiktir. Tercihinizi doğa/hayvan dostu ürünlerden yana kullanmanız dileğiyle, iyi alışverişler! Veg&Nature 63
T
D
VEGAN VE VEJETARYENLER DERNEĞİ -TÜRKİYE
BİZDEN TVD HAKKINDA Gezegeni, insan merkezli bir bakış açısıyla şekillendiren, sömüren ve yok eden insanoğlunun, doğa üzerindeki tahakkümünün son bulması; yerleşmiş bakış açısının değiştirilmesi ve kendi haklarını savunamayan, eşit yaşam hakkı elinden alınmış, tüm hakları gasp edilmiş hayvanların, haklarının savunulması ile mümkündür. Bu bağlamda türler arası eşitsizliğin giderilmesi öncelikli amacımızdır. Hayvanların ve dolayısıyla doğanın doğal düzenini bozan, yalnızca insan türüdür. Öncelikli olarak doğayı ve hayvanları insan sömürüsünden uzak tutmak, türlerin ve ekolojik döngünün devamı için doğadan yana müdahil olmak ve tüm canlılarının yaşam koşullarını iyileştirmek durumundayız. Aslolan ve amaçlanan şudur ki; doğal hayatın devamı, hayvanlar için insansız bir yaşam alanı ile mümkündür. Vegan ve Vejetaryenler Derneği (TVD), temeli hayvan refahı ve özgürlüğüne dayanan yönüyle; hayvan esaretine son verilmesi, bu süreçte hayvanların maruz kaldığı vahşet, işkence ve kötü muamelelerin ortadan kaldırılması için gerekli her türlü girişimde bulunulması, kamuoyunun bu konuda bilinçlendirilerek tür ve sınıf gözetmeksizin tüm canlılara eşit yaşam hakkı tanınması; türcülüğün ortadan kaldırılması, Türkiye’de yaşayan tüm vegan ve vejetaryenlerin (veganlar, laktolar, ovolar ve ovo-laktolar) sosyal anlamda tek çatı altında toplanması, genel anlamda veganlık ve vejetaryenlik bilincinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesi, bu konuda çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara destek verilmesi, bu yaşam tarzını seçen ve seçmek isteyen insanların sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmesi için gerekli tedbirlerin alınması, sıkıntılara çözüm geliştirilmesi amacı ile kurulmuştur. Doğa için, doğal olan için, türler arası eşitsizliği ortadan kaldırmak için çalışmaktadır.
TEMSİL GÜCÜMÜZ: Derneğimiz, - Uluslararası Vejetaryenler Birliği (International Vegetarian Union) tam üyesi ve Türkiye temsilcisi, - Avrupa Vejetaryen Birliği ( Europan Vegetarian Union) tam üyesi ve Türkiye temsilcisi, - Uluslararası Hayvan Hakları ve Vejetaryenlik Haber Ajansı (The European Vegetarian and Animals News Alliance) Türkiye temsilcisi ve ülke muhabiri, - Uluslararası Vejetaryen/Vegan ürün etiketi V-Label’ın Türkiye temsilcisi / lisansörü, - AB Vejetaryen/Vegan birlikleriyle, Vejetaryenliği/Veganlığı Geliştirme, Yayma-Uluslararası bilgi paylaşımı AB Hayat Boyu Öğrenme Programı, Türkiye Proje Ortağıdır.
BİZE KATILIN! Üyelik: Tüzüğümüze göre, dernek üyeliği için ön koşul Vejetaryen veya Vegan olmaktır. Burada Uluslararası Vejetaryenler Birliği’nin evrensel tanımı baz alınır. Buna göre: “Vejetaryenlik, yumurta, süt ürünleri ve/ve ya bal gibi hayvansal ürünlerin dahil ya da hariç olduğu, bitkisel kaynaklı bir beslenme biçimidir.””Veganlık, hayvansal hiçbir ürünü tüketmemek, hayvanlardan elde edilen ürünleri kullanmamak, hayan özgürlüğünü kısıtlayıcı hiçbir faaliyette bulunmamak/ aracı olamamak.”şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için: http://tvd.org.tr/uyelik/ Gönüllülük: Derneğimizin faaliyetlerinde, yetkinlikleriniz ve zamanınız dahilinde bize destek verebilirsiniz. Gönüllü destek formumuzu doldurmak için: http://tvd.org.tr/gonullu-destek/ Bağış: Derneğimizin, tüzükte açıkça belirtilmiş ilke ve amaçları doğrultusunda yapacağı çalışmalarına bireysel ya da kurumsal olarak destek verebilirsiniz. www.tvd.org.tr Vejetaryen-Vegan biçimiyle ilgili, uzman doktorlarca detaylı olarak hazırlanmış Başlangıç Kitimizin e-posta adresinize ücretsiz gönderilmesini istiyorsanız lütfen bizimle temasa geçin. tvd@tvd.org.tr
Veg&Nature 64
www.v-labelturkiye.com
T
D
TÜRKİYE VEGAN VE VEJETARYENLER DERNEĞİ