dünyayı
TÜRK EDEBİYATI YAZ OKULU - DÜNYAYI GÜZELLEŞTİRMEK © YUNUS EMRE ENSTİTÜSÜ YAYINLARI PRESTİJ FAALİYETLER KATALOGLARI DİZİSİ İMTİYAZ SAHİBİ Prof. Şeref ATEŞ GENEL KOORDİNATÖR Bülent ÜÇPUNAR YAYIN EDİTÖRÜ Selçuk KARAKILIÇ PROJE EKİBİ Selçuk KARAKILIÇ Ceyda OBRUK Mert T. DİLEKÇİOĞLU Türkan SÜREL SON OKUMA Ali BEYHAN Nihal KAYA FOTOĞRAFLAR Yunus Emre Enstitüsü Arşivi Akın ÇELİKTAŞ TASARIM VE UYGULAMA Kooperative Reklam Ajansı Bu eserin tün yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerekse fotoğrafik malzemeler Enstitü’den izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. YUNUS EMRE ENSTİTÜSÜ Anafartalar Mahallesi Atatürk Bulvarı No: 11 06050 Altındağ Ankara Tel: 90 (312) 309 11 88 / Faks: 90 (312) 309 16 15 www.yee.org.tr Alay Kö şkü Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi
4
5
“Edebiyat mı Arkeoloji mi?”
Vladimir Jovanovski Makedonya
Evvelki Ekim ayında Saraybosna’daki Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün üçüncü ve son sınıfına başladığım gibi Tanzimat sonrasındaki Türk edebiyatının gelişimlerini öğrenmeye dört elle sarıldım. İbrahim Müteferrika muazzam gayret gösterdikten sonra ilk matbaa ülkeye girer girmez edebiyat halka epeyce yakın olmuştur. Yirminci asrın başlangıcından beri Türk edebiyatına yeni yazım şekilleri (roman, tiyatro, hikâye, öykü, deneme vb.) girdiği için yazarların konularını, tarzlarını, seçtikleri sözcüklerini seve seve okuyordum. O zamanki edebiyat hayatının tamamen iki karşıt akımı, ekseriyetle Batı Avrupa’dan gelen etkilerinin destekçileri ve Doğu özelliğini savunucuların olduğunu biliyordum. Böylece Türk edebiyatını araştırıp kitap okudukça dikkatimi çekiyordu. Zira kendimi toplumsal gerçekçi olarak sayarsam beni en çok etkileyen yazarlar ve eserleri şunlardı: Reşat Nuri Güntekin (hele Acımak’ı), Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna kitabındaki tasvirleri ile hiciv hikâyeleri ayrıca Marko Paşa dergisinin kuruculardan biri olan Aziz Nesin’in siyasî mizah yazıları...
Edebiyat mı Arkeoloji mi? Ardından bahar dönemi başlayıp Türk edebiyatının çağdaş devrine girdiğimiz zaman Yunus Emre Enstitüsü tarafından düzenlenen Yaz Okulları ilanlarıyla karşılaşıp hangisine başvurmam gerektiğini düşünür oldum. Aslında benim ilk bitirdiğim bölüm arkeoloji ve hâlâ arkeolojiye olan ilgim devam ediyor. Ara sıra arkeoloji hakkında yazılar, makaleler okuyup izliyorum. O yüzden Yaz Okulları ile ilgili ilanları gördüğümde Edebiyat ve Arkeoloji Yaz Okulları arasında kararsız kaldım. Çünkü üç yıl süresince Türk dili ve edebiyatı öğrenimi görürken arkeolog olarak bir kazı yerinde saha çalışması yapamadım. Dolayısıyla kâşif ruhumu özledim. Öte taraftan Çağdaş Türk edebiyatı bana çok dinamik ve yeni geldiği için onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istedim. Edebiyat benim için yepyeni bir çalışma alanıydı ve çok fazla bilgi sahibi olmadığım, hele son akımı postmodernizm ilgimi çektiği için tercihimi Türk Edebiyatı Yaz Okulu’ndan yana kullandım.
Vladimir Javanovski, yakın arkadaşı Azra Abadzic ile Dergâh dergisini inceliyor.
158
159
“Kaşif ruhum” Zaten 2017 yazında Türkiye’yi ziyaret etmiştim. Bazı önemli (Efes, Artemis Tapınağı, Çatalhöyük, Hattuşaş, Amintas Kaya Mezarları, Angora, Anadolu Medeniyet Müzesi, Kapadokya Peri Bacaları) arkeolojik yerlere gitmem kararımı vermemde etkili oldu. Nâzım Hikmet, Turgut Uyar, Cemal Süreyya, Oğuz Atay ve benzeri yazarlardan alıntı ve şiirler okudukça kâşif ruhum yeniden heyecanlandı; arkeoloji de olduğu gibi edebiyatta da yeni keşifler yapılabileceğinin farkına vardım. Nihayet Orhan Pamuk’un Kafamdaki Bir Tuhaflık kitabını okuduğum zaman ve geçen yaz beş ay İstanbul’da geçirdikten sonra İstanbul’u bir de edebiyatçı olarak ziyaret edip deneyimlemeye, Edebiyat Yaz Okuluna başvurmaya karar verdim. Artık benim ikilemim kalmamıştı, web-sayfasını açıp arkeoloji için olan başvuru bağlantısına bile göz atmadan Edebiyat Yaz Okulu başvuru bağlantısını tıkladım. Çöpçü Ahmet Hikâyesi O zamana kadar var olan bütün bilgilerim bana neler ilham verdi, beni neler güdüledi diye yazdım, birçok şiir ve hikâyede tasvir edilen İstanbul ile köşelerini görmeyi umar oldum. Ben sonuçların duyurulmasını beklerken söz ettiğim Pamuk’un kitabını bitirip, Cihangir’i ve İstanbul’un kültürel değişimlerini resmeden Zülfü Livaneli’nin Leyla’nın Evi kitabını okuyorken telefonuma e-posta düştü. e-postayı açar açmaz müjdeli haberi aldım. Sait Faik Abasıyanık’ın ‘Çöpçü Ahmet’ hikâyesi aklımdan geçerek, kahramanı gibi sokaklarda yürüyüp etrafımdaki şeyleri düşünmeye dalma ihtimali eteklerime zil çaldırmıştı. İstanbul’a gelmemizden önce yirmiden fazla ülkeden gelen katılımcılarla konuşabileceğimiz bir iletişim grubu kuruldu ve bunun sayesinde birbirimizle tanışıp deneyimlerimizi, beklentilerimizi paylaştık. Makaleleri, denemeleri, yazıları okumakla beraber Türk edebiyatına daha yaklaşabildik; türkülerle de biraz eğlendik. İstanbul’a geleceğim gün yaklaştıkça heyecanım daha da artıyordu, ba-
160
vulumu bir gün önceden toplayıp evraklarımı hazırladım. 21 Temmuz sabahı Skopje’den (Üsküp) uçağıma binip İstanbul Havalimanına indim. Orada yine her Türkiye’ye gelişimde olduğu gibi bu sefer de çok güzel bir misafirperverlikle karşılaştım. Karşılama organizasyonu bize çok yardımcı oldu, aynı zamanlarda İstanbul’a gelen katılımcılar ile bizi bir araya getirip konakladığımız yere getirdiler. Akşamüstü bütün katılımcılar geldikten sonra yemek salonuna inip akşam yemeğini yerken İsveç gibi kuzeyden Güney Kore gibi güneye kadar aradaki ülkeler de dahil yirmi üç devletten gelen katılımcılarla Türkçe konuşarak birbirimiz hakkında bir şeyler öğrendik. Akşam yemeğini bitirip kendimizden söz açtıktan sonra çaylarımızı içip günlük hayatımızda yararlanacağımız kullanışlı ve faydalı hediyeler aldık. “Yazdıkça Kalp Ateşleniyor.” Ertesi günü, Pazartesi sabahı sözleri ve samimi nasihatleri ile bize edebiyatın dünyasına yol gösteren muhteşem yazarların, edebiyatçıların ve araştırıcıların sabırsızlıkla beklediğim dersleri başladı. Salı günü yani ikinci gün, katılımcı olarak seçildiğim için çok şanslı olduğumu rahatlıkla söyleyebileceğim bir gündü. Ders için gittiğimiz yer heybetli İstanbul Üniversitesi idi ve basitçe içine girmek büyük hayranlık uyandıran bir his veriyordu. Genç, tutkulu ve hayat dolu Dr. Mert Öksüz bize kendi kinayeli ve mizahi diliyle edebiyatın öneminden bahsediyordu. Maalesef vakit darlığından dolayı bize kendi hiciv yazıları hakkında söz edemeden bitirmek zorunda kaldı. Daha sonra sıra, üç ana dilinde (Türkçe, Fransızca ve Ladino) yazdığını söyleyen nazik, saygıdeğer, âlim Mario Levi’ye geldi. Kesinlikle kendine özgü kökeni ve hayat hikâyesi, onun iki kültür arasında bir bağ kurmasını, bu da eserlerine zengin, komplekssiz olmasını sağladı. Bu kuşkusuz okumak için zevkli eserler oluşturarak onun Türk ve Yahudi kültürlerine çok çeşitli bakış açılarıyla bakmasına vesile oldu.
161
Onun yalın lâkin ilham verici cümlesi aklımda kesin yer aldı: “Yazdıkça kalp ateşleniyor.” Günler geçtikçe ilham verici dersler işleniyor ve bizde bu yeni fikirleri öğrenip onlardan hoşlanıyorduk. Burada bana en büyük ilhamı veren kişiden bahsetmek istiyorum. Mimar Sinan Üniversitesinde yerlerimizi alırken Prof. Dr. Handan İnci’nin, en sevdiğim hikâyecilerden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar hakkındaki konuşması etkileyiciydi. Halihazırda onun dik ve özgüvenli duruşu gözüme çarptı. Diksiyonu güzeldi ve ondan öğrenebileceğimiz bir şey vardı. Ahmet Hamdi Tanpınar ve şiirleri hakkındaki verdiği engin konuşma Tanpınar’ın eserlerinden sadece öykülerini ve romanlarını (sıradaki okunacak kitabım Saatleri Ayarlama Enstitüsü) değil bana ayrıca şiirlerini de okumam gerektiğini fark ettirdi. Bir öğrendiğim değerli bilgi de Tanpınar’a ait bir web-sayfa olan müze idi ve onu burada paylaşayım: “tanpinarmerkezi.com” Bir diğer dikkatimi çeken de Hayati İnanç’ın divan şiiri üzerine fevkalade anlatış tarzıyla verdiği efsane dersti. Öğretici bilgilerin arasında çeşitli
Vladimir Javanovski
162
şiirlerden alıntıları öyle heyecanlı okuyordu ki divanî edebiyatının daha önce hiç olmadığı sanatsal seviyeye ulaşması beni şaşırttı ve ‘Ölüm mutluluk zirvesidir!’ dediğinde ben katarsisin mecazi anlamının bilincine varıp divan şiirlerini saran gizemli formu çözmek için çalışmam gerekeceği sonucunu çıkardım. Bunların dışında büyük ihtimalle yaşayan iki seçkin edebiyatçı Ahmet Ümit’in ve İskender Pala’nın derslerinden bahsetmeye değer. Polisiye edebiyat okumayı tercih etmediğim bir tür olmasına rağmen, sadece Ahmet Ümit’in canlı ve hoş tavırlarıyla beraber yazma hakkındaki açıklamalarını ve tavsiyelerini dinlemek kendi ebeveynini dinlemek kadar faydalıydı. Listemin sonuna gelirken Türkiye’de ‘Divan Edebiyatını Sevdiren Adam’ olarak bilinen İskender Pala’yı da atlamayayım. Onu yavaş ama açık olarak dinlerken anlamlı sözcüklerle birlikte gazel ve genel olarak şiir üzerine konuşuyorken şiiri ve onun metafiziksel algısını anlamak için daha vakit verip gayret göstermeye teşvik edilmiş hissediyordum.
Vladimir Javanovski, Prof. Dr. İskender Pala’yı dinliyor.
163
Orhan Kemal Müzesinde.
Üstelik edebiyat seyahatimizin büyük bir kısmı İstanbul gezileri, müzeler, yazarlar ve onların eserleriyle alakalı köşeleri ziyaret etmekti. Günler süresince ana rehberimiz epeyce okumuş, bilgili İbrahim Öztürkçü idi. Onun rehberliğinde, daha önceki İstanbul gezilerimde duymadığım yeni büyüleyici bilgiler öğrendim. Buna ek olarak Sait Faik Abasıyanık, Tevfik Fikret, Orhan Kemal, Alay Köşkü ve Ahmet Hamdi Tanpınar vb. gibi müzeleri ziyaret etmek bize bir yazarın, şairin, yaratıcının günlük hayatına göz atmamızı sağladı. Fakat bunların içinde en sürükleyici olan Tevfik Fikret’in “Aşiyan” isimli müzesiydi. Müzesinin girişinde, solda duvarda asılı duran belli
164
belirsiz “Sis” adlı müthiş bir yağlıboya tablo vardı. Ayrıca imparatorluk zamanında nasıl çini yapıldığını gösteren bir müze olan Tekfur Sarayı’nı ziyaret ettik ve bu benim için edebiyat ve arkeoloji dünyası arasında küçük ancak önemli bir dokunuştu. Geziler sırasında eski bir Sovyet fotoğraf makinesi Zenit model ET ile fotoğraf çekip hobimi gerçekleştirerek Edebiyat Yaz Okulundan anılar yakaladım. Bazı günler boş zamanımız varken sadece hediyelik eşya alışverişi yapmadım. İstanbul’un sembollerini ölümsüzleştirecek fotoğraflar çektim. Örneğin Mısır Çarşısı ve Aya Sofya.
YKY’de, Hoşgeldin Gazi Sergisinde.
“Orhan Pamuk’la Boza İçmek” Bu yaz İstanbul’daki zamanım süresince deneyimlediğim bir özel an Orhan Pamuk’un Kafamdaki Bir Tuhaflık kitabı ve bir bozacı olan kahramanından etkilenmemdi. Benim ilk bozayı tattığımda yaklaşık 12-13 yaşındaydım ve onun yoğun yapısı ile hoş olmayan tadından dolayı bir içecek olarak hoşuma gitmemişti. Ancak daha sonra kitaptan bozanın Türk kültürü içindeki önemini öğrendim ve bakışım değişti; ilk elde denemek için mahsus Vefa bozacısına gittim. Aslında tadı ilk tattığımdan farklıydı ve şimdi büyük bir onurla içebilir ve hatta Pamuk’un kahramanı Mevlüt’ün tartıştığı gibi içimde bozanın ekşi olup olmadığını tartışır ol-
dum. Toplamak gerekirse Edebiyat Yaz Okulunda daha fazla öğrenmek, dünyanın farklı insanlarıyla iletişim kurmak, şimdi bir edebiyatçı olarak İstanbul’u yaşamak, şehri yazarların gözleriyle görmek özel bir şanstı. Türk Edebiyatı Yaz Okulunu düzenleme heyetine, Yapı Kredi Yayınevi gibi önemli kültürel mekânları ziyaretlere koyduğu ve bir de TEDA projesinin temsilcilerini davet edip onların bize ders vermesini, bizim gelecekteki olası çevirilerimiz için bize bir bağ sağladıkları için çok teşekkür ederim. Ayrıca Türkiye Devleti’ne ve Yunus Emre Enstitüsüne de teşekkürlerimi sunarım. 165