KALPSİZ Bu niye oluyordu? Niye kimse ona inanmıyordu? Cumartesi akşamı ormanda Alison’u gördüğünde kalbi sevinçle dolmuştu. Alison dönmüştü. Arkadaşlıklarına kaldıkları yerden devam edebilirlerdi. Ama sonra gözünü açıp kapayıncaya kadar Alison yine kaybolmuştu ve şimdi herkes Emily’nin bunu uydurduğunu düşünüyordu. Ya Alison gerçekten de oradaysa, incinmiş ve korkmuş bir haldeyse? Ona gerçekten yardım etmek isteyen tek kişi Emily miydi? Emily yüzüne soğuk su çarptı ve nefes almaya çalıştı. Birden bipleyen telefonunun sesi sert tuvalet duvarlarında yüksek bir ses çıkartarak yankılandı. Emily yerinden sıçradı, sonra sırt çantasını omzundan çıkardı. Telefonu çantanın ön cebindeydi. Ekranda, Bir yeni kısa mesaj, yazıyordu. Kalbi serbest düşüşe geçen Emily, temizlik eşyalarının bulunduğu dolabın içinden kendisini izleyen bir çift göz veya tuvalet kabinlerinin altında bir çift ayak var mı diye çabucak etrafına bakındı. Fakat tuvalet boştu. Emily telefonunun ekranına bakarken hafifçe nefes alıyordu. Zavallı küçük Emily, Onun yaşıyor olduğunu ikimiz de biliyoruz. Asıl soru şu ki: Onu bulmak için ne yaparsın? – A Kayboldu ve Bulundu Hiç sizin için çok önemli bir şey iz bırakmadan ortadan kayboldu mu? Mesela dokuzuncu sınıf mezuniyet balosunda taktığınız Pucci şalınız gibi. Şal bütün gece omuzlarınızdaydı ve eve dönme zamanı geldiğinde puf diye ortadan yok mu oluverdi? Ya da büyükannenizin size verdiği o mükemmel madalyon… Sanki bir şekilde ayakları çıktı da yürüyüp gitti mi? Ama kaybolan şeyler öylece buhar olup uçmaz. Mutlaka bir yerlerdedirler. Rosewood’daki dört güzel kız da çok önemli şeyler kaybettiler. Bir şaldan ya da kolyeden çok daha büyük şeyler. Mesela ebeveynlerinin güvenini kaybettiler. Ivy League’deki bir geleceği kaybettiler. Saflığı kaybettiler. Ayrıca çocukluktaki en iyi arkadaşlarını da kaybettiklerini düşündüler. Ama belki de kaybetmediler. Belki de kâinat onu sağ salim bir şekilde geri verdi. Fakat unutmayın, dünyanın bir dengesi vardır: Bir şey geri verildiğinde mutlaka başka bir şey alınır. Ve Rosewood’da alınan bu şey herhangi bir şey olabilir. İtibar. Akıl sağlığı. Can. Aria Montgomery gidilecek yere ilk varan kişiydi. Bisikletini kırma çakıldan oluşan yolun üstüne yan yatırıp açık eflatun rengi bir salkım söğüdün altına oturdu ve parmaklarını kırpılmış, yumuşak çimenlerin üstünde gezdirdi. Çimenler daha dün yaz ve özgürlük kokuyordu ama tüm olanlardan sonra bu koku Aria’ya artık keyif vermiyordu. Aria’dan sonra Emily Fields geldi. Üstünde önceki gece giydiği soluk renkli alelade kotla, limon sarısı Old Navy tişörtü vardı. Kıyafetleri sanki onlarla uyumuş gibi buruşmuştu. Emily ilgisiz bir şekilde, “Selam,” dedi ve Aria’nın yanına çöktü. Tam o anda Spencer Hastings evinin ön kapısından çıktı, yüzü ciddiydi. Hanna Marin de annesinin Mercedes’inin kapısını çarparak kapattı. “Eee?” Hepsi bir araya gelince Emily sonunda sessizliği bozdu. “Eee?” Aria tekrarladı. Hepsi de aynı anda döndüler ve Spencer’ların bahçesinin arka tarafındaki ağıl eve baktılar. Önceki gece bu evde Spencer, Aria, Emily ve Hanna en iyi arkadaşları ve liderleri olan Alison DiLaurentis’le birlikte
uzun zamandır bekledikleri yedinci sınıf sonu pijama partisini yapacaklardı. Fakat şafak sökene kadar sürmesi gereken parti gece yarısında birdenbire sona ermişti. Partileri yaza mükemmel bir başlangıç olmak yerine utanç verici bir felakete dönüşmüştü. Hiçbiri birbiriyle göz teması kuramıyor ya da Alison’un ailesine ait olan yan taraftaki Victoria tarzı büyük eve bakamıyordu. O evde her an bulunmaları normaldi fakat bu defa onları çağıran Alison değil, onun annesi Jessica’ydı. Kızların hepsini sabahın ortasında aramış ve Alison’un kahvaltıya gelmediğini söyleyerek onlardan birinin evinde olup olmadığını sormuştu. Kızlar hayır dediğinde Alison’un annesi paniğe kapılmış gibi değildi fakat birkaç saat sonra kızları tekrar arayıp Alison’un hâlâ gelmediğini söylerken sesi ince ve tiz çıkıyordu. Aria atkuyruğunu sıktı. “Hiçbirimiz Alison’un nereye gittiğini görmedik, değil mi?” Diğerleri kafalarını iki yana salladılar. Spencer yavaşça o sabah bileğinde oluşan morluğa yavaşça dokundu. Kendisini ne zaman yaraladığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Sanki bir sarmaşığa takılmış gibi kollarında da birkaç çizik vardı. “Ve nereye gittiğini hiç kimseye söylemedi değil mi?” diye sordu Hanna. Diğer kızlar omuz silktiler. “Muhtemelen eğlenceli bir yere gitmiştir,” diye bitirdi Emily, Pollyanna sesini takınarak başını öne eğerken. Kızlar Emily’ye Alison’un özel pit-bul köpeği olarak Katil ismini takmışlardı. Alison onun sayesinde kalbini kıranlarla daha çok dalga geçebilirdi. Aria gücenmiş bir şekilde “Bizi de çağırması ne hoş,” dedikten sonra motosiklet botlarıyla bir parça çimene tekme attı. Sıcak haziran güneşi kızların kış beyazı tenlerine acımasızca vuruyordu. Kızlar birisinin arka bahçesindeki havuzdan gelen su sesini ve bir çim biçme makinesinin uzaklardan gelen homurtusunu duydular. Bu, Philadelphia’dan yirmi mil kadar uzaklıktaki lüks ve el değmemiş bir banliyö olan Rosewood-Pennsylvania’daki tipik bir banliyö yazıydı. Şu anda kızlar Rosewood Golf Kulübü’nün havuz kenarında, elit kolejleri Rosewood Day’e giden hoş çocukları süzüyor olmalıydılar. Bunu yine de yapabilirlerdi fakat Alison olmadan eğlenmek garipti. Alison yokken tıpkı yönetmensiz kalmış bir aktris ya da kendilerini oynatan biri olmayan kuklalar gibi başıboş hissediyorlardı. Önceki geceki pijama partisinde Alison onlara karşı normalde olduğundan daha kötü davranmıştı. Ayrıca dikkati de dağınıktı. Kızları hipnotize etmek istemişti fakat Spencer gözlerinin açık kalmasında ısrar edince Alison gözlerini kapatmaları gerektiğini ileri sürmüş ve sonra hoşça kalın bile demeden birdenbire oradan ayrılmıştı. Kızların hepsi onun neden gittiğini hissediyordu. Alison yaşları daha büyük olan ve onlardan daha klas olan arkadaşlarla yapacak daha iyi bir şeyler bulmuştu. Hiçbiri itiraf etmese de yakında bunun olacağını hepsi biliyordu. Alison, Rosewood Day’de modayı belirleyen, her erkeğin En Seksi Kızlar listesinde birinci sırada olan ve kimin popüler olup kimin istenmeyen kişi olduğuna karar veren kişiydi. O, huysuz ağabeyi Jason’dan okulun en katı tarih öğretmenine kadar herkesi etkileyebilirdi. Alison geçen sene Spencer, Hanna, Aria ve Emily’yi bilinmezlikten çekip çıkarmış ve kendi kutsal dünyasına davet etmişti. İlk birkaç ayda her şey mükemmeldi. Beşi Rosewood Day’in koridorlarını yöneterek altıncı sınıfların partilerinde ilgi odağı oluyor, King James alışveriş merkezinde bulunan Rive Gauche’daki en güzel masaya önceden oturmuş olan daha az popüler kızları kaldırıp kendileri oturuyorlardı. Fakat yedinci sınıfın sonuna doğru Alison onlara karşı gittikçe daha da mesafeli olmaya başlamıştı. Okuldan eve gidince hemen onları aramıyordu. Ders sırasında gizlice onlara mesaj atmıyordu. Kızlar ona bir şey söylediğinde, düşünceleri sanki başka bir yerdeymiş gibi gözleri dalmış oluyordu. Alison’u ilgilendiren tek şey kızların en derin, en karanlık sırlarıydı.
Aria, Spencer’a baktı. “Sen dün gece Alison’un arkasından ağıldan çıkmıştın. Gerçekten de onun hangi tarafa gittiğini görmedin mi?” Aria birisinin çalıştırdığı ot biçme makinesinin sesini bastırmak için bağırmak zorunda kalmıştı. “Hayır,” dedi Spencer çabucak, beyaz J. Crew terliklerine bakarak. “Sen ağıldan dışarı mı çıktın?” Emily kırmızımsı sarı atkuyruklarından birini çekiştirdi. “Hiç hatırlamıyorum.” Aria onları, “Alison’dan gitmesini istedikten hemen sonra dışarı çıktı,” diye bilgilendirdi. Sesinde bir rahatsızlık tınısı vardı. Spencer, söğüdün altında filizlenmiş olan parlak sarı renkteki karahindiba otuna asılarak, “Onun gideceğini düşünmemiştim,” diye mırıldandı. Hanna ve Emily tırnaklarının çevresindeki ölü derileri çiğniyorlardı. Rüzgâr yön değiştirdi ve havayı hanımelilerle leylakların tatlı kokuları havayı doldurdu. Kızların hatırladığı son şey Alison’un garip hipnoz seansıydı: Alison yüzden geriye doğru sayarak başparmağıyla kızların alınlarına dokunmuş ve onları kontrolü altına aldığını söylemişti. Kızlar bir saat kadar sonra derin ve kafa karıştırıcı bir uykudan uyandıklarında Alison gitmişti. Emily tişörtünün yakasını burnunun üstüne çekti, endişelendiğinde hep böyle yapardı. Tişörtünde hafif bir deterjan ve deodorant kokusu vardı. “Alison’un annesine ne diyeceğiz?” “Alison’u idare edeceğiz,” dedi Hanna sakin bir şekilde. “Onun çim hokeyi arkadaşlarıyla birlikte olduğunu söyleriz.” Aria kafasını yana eğdi ve dalgın bir şekilde masmavi, bulutsuz gökyüzünde ilerleyen bir uçağı izledi. “Sanırım öyle yapacağız.” Fakat Aria aslında Alison’u idare etmek istemiyordu. Alison önceki gece Aria’nın babasının korkunç sırrıyla ilgili bazı açık ipuçları vermişti. Aria’nın yardımını gerçekten hak ediyor muydu o? Emily’nin gözleri Spencer’ların ön bahçesinde çiçekten çiçeğe dolanan bir yaban arısını takip etti. O da Alison’u idare etmek istemiyordu. Alison büyük ihtimalle çim hokeyi takımındaki kendisinden büyük arkadaşlarıyla beraberdi. Bu kızlar, Range Rover’larının pencerelerinde Marlboro sigaralarını tüttüren ve bira fıçılarının bulunduğu ev partilerine katılan pişkin ve göz korkutucu kızlardı. Emily, Alison’un başının, onlarla gittiği için belaya girmesini istediği için çok mu kötü biri olurdu? Alison’un tamamen kendisinin olmasını istemesi onu kötü bir arkadaş mı yapardı? Spencer da somurttu. Alison’un, kızların onun için yalan söyleyeceğini farz etmesi haksızlıktı. Önceki gece Alison, Spencer’ın alnına dokunmadan ve onu hipnoz etmeden önce Spencer ona karşı gelerek sıçramıştı. Alison’un onları kontrol etmesinden bıkmıştı. Her şeyin tam olarak Alison’un istediği gibi olmasından bıkmıştı. “Haydi kızlar,” diye baskı yaptı Hanna kızların gönülsüzlüğünü hissederek. “Alison’u idare etmek zorundayız.” Hanna’nın istediği son şey Alison’a onları bırakması için bir şans vermekti, eğer bu olursa Hanna tekrar çirkin ve şişman bir ezik haline dönecekti. Ayrıca olabilecek en kötü şey de bu değildi. “Eğer onu korumazsak Alison herkese şeyi söyleyebilir…” Sesi azalan Hanna caddenin karşısına, Toby ve Jenna Cavanaugh’ın yaşadığı eve baktı. Ev geçen bir yılda harap hale gelmişti, ön bahçedeki çimlerin biçilmesi gerekiyordu ve garaj kapıları benek benek yeşil küfle kaplanmıştı. Geçen bahar Jenna Cavanaugh erkek kardeşiyle ağaç evlerindeyken kızlar Jenna’yı kazara kör etmişlerdi. Hiç kimse havai fişeği onların ateşlediğini bilmiyordu gerçi ama Alison onlara bunu kimseye söylemeyeceklerine dair söz verdirmişti ve bu sırrın onları sonsuza kadar arkadaş olarak bağlayacağını söylemişti. Fakat ya artık arkadaş değillerse? Alison sevmediği kişilere karşı acımasız olabilirdi. Altıncı sınıfın başında durup dururken Naomi Zeigler ve Riley Wolfe’u bıraktıktan sonra onların partilere
katılmasını engellemiş, erkeklerin onlara telefon şakası yapmasını sağlamış ve hatta MySpace profillerinin şifrelerini kırarak sayfalarına onların utanç verici sırları hakkında kötü ve komik şeyler yazmıştı. Eğer Alison dört yeni arkadaşını da başından savarsa hangi sözlerini bozardı? Kızların hangi sırlarını yayardı? DiLaurentis’lerin evinin ön kapısı açıldı ve Alison’un annesi kafasını verandaya uzattı. Normalde şık ve süslü olan Bayan DiLaurentis soluk sarı saçlarını baştan savma bir atkuyruğu şeklinde toplamıştı. Giydiği yıpranmış şort kalçasından düşüyordu ve eski tişörtüde göbeğinin üstüne yayılmıştı. Kızlar ayağa kalkıp Alison’un evinin kapısına giden taş yoldan yürüdüler. Antre her zaman olduğu gibi çamaşır yumuşatıcısı kokuyordu ve koridorlarda Alison’un ve ağabeyi Jason’ın fotoğrafları asılıydı. Aria’nın bakışları hemen Jason’ın son sınıf fotoğrafına kaydı; Jason’ın hafif uzun sarı saçları yüzünden geriye doğru çekilmişti ve dudaklarının köşeleri bir gülümseme belirtisi gösterir gibi kıvrılmıştı. Kızlar geçen Temmuz ayında Poconos’a yaptıkları gezi sırasında çekilmiş olan en sevdikleri fotoğrafın sağ köşesine dokunma ritüelini gerçekleştiremeden önce Bayan DiLaurentis onları mutfağa yönlendirdi ve büyük ahşap masaya oturmalarını işaret etti. Alison olmadan onun evinde bulunmak garipti, sanki onun hakkında casusluk yapıyorlarmış gibi hissettiriyordu. Her yerde Alison’dan deliller vardı: çamaşır odasının kapısının önünde turkuvaz rengi, dolgu topuklu bir çift Tony Burch ayakkabı, telefon masasının üstünde Alison’un en sevdiği vanilyalı el kreminin seyahat boyu duruyordu ve Alison’un not kartı -tüm notları tabii ki A’ydı- pizza şekilli bir mıknatısla paslanmaz çelikten buzdolabının üstüne asılmıştı. Bayan DiLaurentis de kızların yanına oturup boğazını temizledi. “Sizin dün gece Alison’la birlikte olduğunuzu biliyorum ve sizden iyice düşünmenizi istiyorum. Size nereye gitmiş olabileceğiyle ilgili hiçbir ipucu vermediğinden emin misiniz?” Kızlar yerde duran, Hint kenevirinden dokunmuş küçük halılara bakarak kafalarını iki yana salladılar. Kimse konuşmayacakmış gibi görününce Hanna, “Sanırım çim hokeyi arkadaşlarıyla birlikte,” diye yumurtladı. Bayan DiLaurentis bir alışveriş listesini küçük parçalar halinde yırtıyordu. “Çim hokeyi takımının telefon rehberindeki tüm kızları ve hokey kampındaki arkadaşlarını aradım bile. Hiç kimse onu görmemiş.” Kızlar telaşlı bir şekilde birbirlerine baktılar. Sinirleri gerilmişti ve kalpleri biraz daha hızlı atmaya başlamıştı. Eğer Alison diğer arkadaşlarıyla birlikte değilse neredeydi? Bayan DiLaurentis parmaklarıyla masaya vurdu. Tırnakları yamuk görünüyordu, sanki onları yemişti. “Dün gece eve geleceğinden bahsetti mi? Onu mutfak kapısının eşiğinde gördüğümü sandım, o sırada şeyle konuşuyordum.” Bir süreliğine sesi azaldı ve gözleri arka kapıya kaydı. “Alison üzgün görünüyordu.” “Onun eve geri geldiğini bilmiyorduk,” diye mırıldandı Aria. “Ah,” Kahvesine uzanan Bayan DiLaurentis’in elleri titriyordu. “Alison hiç birinin başına bela olduğundan bahsetti mi?” “Kimse böyle bir şey yapmazdı,” dedi Emily hızla. “Alison’u herkes sever.” Bayan DiLaurentis ona karşı çıkmak için ağzını açtı ama sonra fikrini değiştirdi. “Sanırım haklısın. Peki hiç kaçıp gitmekle ilgili bir şeyler dedi mi?” Spencer homurdandı. “Kesinlikle hayır.” Sadece Emily kafasını eğmişti. Emily ve Alison bazen birlikte kaçmaktan söz ederlerdi. Paris’e gidip orada yepyeni kimlikler alma hayali son zamanlarda sık konuştukları bir şeydi. Fakat Emily, Alison’un hiçbir zaman ciddi olmadığından emindi.
“Hiç üzgün görünür müydü?” diye devam etti Bayan DiLaurentis. Kızların hepsinin de yüz ifadeleri iyice şaşırdıklarını gösteriyordu. “Üzgün mü?” dedi Hanna en sonunda. “Yani morali bozuk gibi mi?” Emily, Alison’un önceki gün yedinci sınıfın bitişini kutlamak için çimlerin üstünde parmak uçlarında dönerken nasıl neşeli olduğunu hatırlayarak “Kesinlikle öyle görünmezdi,” dedi. “Onu rahatsız eden bir şey olsaydı bize söylerdi,” diye ekledi Aria, fakat bunun doğru olup olmadığından tam olarak emin değildi. Birkaç hafta önce Aria’nın babası hakkında çarpıcı bir sır öğrendiklerinden beri Aria, Alison’un etrafında olmaktan kaçınıyordu ama bu olayı dün geceki pijama partisinde arkalarında bırakacaklarını ummuştu. DiLaurentis’lerin bulaşık makinesi gürleyerek devir değiştirdi. Bay DiLaurentis kızarmış gözlerle ve düşünceye dalmış şekilde mutfakta dolaşıyordu. Karısına baktığında yüzünde rahatsız olmuş bir bakış belirdi ve gagaya benzeyen büyük burnunu kuvvetlice kaşıyıp arkasını dönerek oradan ayrıldı. “Hiçbir şey bilmediğinizden emin misiniz?” diye sordu Bayan DiLaurentis. Alnı endişeyle kırışmıştı. “Belki gitmiş olduğu yerle ilgili bir şeyler yazmıştır diye düşünerek Alison’un günlüğünü aradım fakat hiçbir yerde bulamadım.” Hanna’nın yüzü aydınlandı. “Günlüğünün nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Yukarı çıkıp aramamızı ister misiniz?” Bayan DiLaurentis birkaç gün önce Alison’a haber vermeden kızları onun odasına gönderdiğinde, Alison’u günlüğüne bir şeyler yazarken görmüşlerdi. Alison günlüğüne öyle dalmıştı ki arkadaşlarından korkmuş görünüyordu, sanki onları eve davet ettiğini bir anlığına unutmuştu. Bayan DiLaurentis birkaç saniye sonra kızları alt kata göndermişti çünkü bir şey hakkında kızına nutuk çekmek istiyordu. Sonra Ali-son verandada belirdiğinde kızların orada olmasından çok rahatsız olmuş gibi görünüyordu, sanki annesi onu azarlarken orada kalmakla yanlış bir şey yapmışlardı. Bayan DiLaurentis kahve fincanını hızla masaya koyarken, “Hayır, hayır, bu önemli değil,” diye cevap verdi. “Gerçekten.” Hanna sandalyesini geri itti ve koridora doğru yöneldi. “Sorun olmaz.” “Hanna,” diye bağırdı Alison’un annesi, sesi birden keskinleşmişti. “Hayır dedim.” Hanna avizenin altında durakladı. Bayan DiLaurentis’in suratından anlaşılması mümkün olmayan bir ifade geçti. “Tamam,” dedi Hanna alçak sesle, sonra masaya doğru döndü. “Özür dilerim.” Daha sonra Bayan DiLaurentis geldikleri için kızlara teşekkür etti. Kızlar tek tek dışarı çıktılar ve parlak güneşle karşılaşınca irkilerek gözlerini kırptılar. Çıkmaz sokakta, onların sınıfındaki ezik bir kız olan Mona Vanderwaal Razor kayağıyla büyük sekiz rakamları çiziyordu. Mona kızları gördüğünde onlara elini salladı ama kızların hiçbiri ona el sallamadı. Emily kaldırımdaki gevşek bir taşı tekmeledi. “Bayan D aşırı tepki gösteriyor. Alison iyi.” “Onun morali bozuk değil,” diye ısrar etti Hanna. “Bunu söylemek aptalca olurdu.” Aria ellerini mini eteğinin arka ceplerine soktu. “Ya Alison kaçıp gittiyse? Belki mutsuz olduğu için gitmemiştir ama olmak istediği daha harika bir yer vardır. Gitse muhtemelen bizi özlemezdi.”
“Tabii ki bizi özlerdi,” dedi Emily sertçe. Sonra da gözyaşlarına boğuldu. Spencer ona bakıp gözlerini devirdi. “Tanrım! Emily, bunu şimdi yapmak zorunda mısın?” “Onu rahat bırak,” dedi Aria sert bir şekilde. Spencer, Aria’ya döndü ve onu baştan aşağı süzdü. “Hızman kaymış.” Eliyle işaret ederken Spencer’ın sesinde iğrenmiş gibi bir tını vardı. Aria elini burnunun sol tarafındaki parlak, yapıştırıcılı hızmaya uzattı. Hızma her nasılsa neredeyse yanağına kadar kaymıştı. Aria hızmayı yerine itti fakat sonra ani bir kararla hızla çıkardı. O sırada önce bir hışırdama, sonra da yüksek bir çatırdama sesi duyuldu. Kızlar dönüp baktıklarında Hanna’nın çantasına uzanıp avuç dolusu Cheez It krakeri aldığını gördüler. Hanna kızların ihtiyatlı bir şekilde kendisini izlediğini fark edince dondu. “Ne?” dedi, ağzının etrafında turuncu bir hale vardı. Kızların hepsi bir süreliğine hiçbir şey demeden durdular. Emily gözyaşlarını sildi. Hanna gizliden gizliye bir avuç daha Cheez-It aldı. Aria motosiklet botlarının tokalarıyla oynadı. Spencer onlardan sıkılmış görünerek kollarını göğsünün üstünde birleştirdi. Alison yanlarında yokken kızlar…